REHİN'İN TARİFİ,
MÂHİYETİ VE HÜKMÜ
2042 Rehin'in
"Emânet'le" ilgisi açıktır. Zira rehin bırakılan
mal, (kendisine rehin bırakılan kimsenin elinde)
"Emânet" hükmündedir. Rehin; lûgatta mutlak
sûrette alıkoymak demektir.(165) İslâmi ıstılâhta:
"Maldan alınması mümkün olan bir hak sebebiyle;
alış-verişe konu olan (mütekavvim) bir malı, hak yerine
getirilinceye kadar alıkoymaya (Habsetmeye) rehin
denilir"(166) târifi esas alınmıştır.
2043 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Eğer bir sefer üzerinde iseniz, Borcu yazacak bir kâtip
de bulamadınızsa, o zaman (borçludan) alınmış rehinler (de
yeter). Eğer birbirinizden emin olmuşsanız, kendisine
inanılan adam (borçlu) Rabbi olan Allah'dan korksun da,
emânetini tastamam ödesin. Şâhidliği gizlemeyin. Kim onu
gizlerse, hakikat şudur ki, onun kalbi bir günâhkardır. Allah
ne yaparsanız hakkı ile bilendir"(167) hükmü beyan
buyurulmuştur. Rehin yalnız seferde değil, mûkim iken dâhi
verilebilir. Fakat seyahat halinde iken yazma işi güç
olduğundan, borcun teminatı olarak rehin vermek daha lüzûmlu
hale gelir. Âyet-i Kerîme'de sefer halinin zikredilmesinin
sebebi de budur. Mûkim halde iken; rehin verilemez manasına
değildir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) Medine'de mûkim iken;
kendi zırhını ailesinin geçimi için, otuz vasak arpaya
karşılık zimmiye (Yahudi'ye) rehin olarak vermiştir.(168)
Dolayısıyla Rehin; kitap, sünnet ve icmâ ile sâbit olan bir
akiddir. Senet garantisi yerine geçmek üzere borçlu; alacaklı
olan kimseye rehin bırakabilir.(169) Rehin; borcun vesikası
hükmündedir.
2044 Rehin'in Rüknü;
tarafların rızâsını ortaya koyan icab, kabûl ve malın
(Rehin bırakılan) teslimidir. Rehin veren kimseye
"Râhin", rehin alan kimseye "Mürtehin", ve
rehin olarak alıkonan şeye de "Mürtehen" adı
verilir.(170) Rehin veren kimsenin sarih izni olmadığı
müddetçe; rehin alan kimse, o maldan kat'iyyen
faydalanamaz.(171) Çünkü o sadece vesikâ (Senet)
hükmündedir. Başka bir kimseye devredilmesi de mümkün
değildir. Ancak rehinin muhafaza edilebilmesi için; belli bir
masraf sözkonusu ise, bu doğrudan doğruya rehin alan kimseye
aittir. Ancak rehin bırakan kimse; sırf kendi arzusuyla bu
masrafı üzerine alırsa, teberrû hükmünde olur, sonunda hak
talebinde (masrafı istemek sûretiyle) bulunamaz.(172)
2045 Hanefi fûkahası Resûl-i
Ekrem (sav): "Rehin kilitlenmez" hadisini esas alarak;
"rehin bırakılan şeyin; rehin alan kimsenin mülkiyetine
dâhil olamayacağında" ittifak etmiştir. Ayrıca
kendisine rehin bırakılan bir at; ihmâli sonucu ölünce
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Rehin alan kimseye" hitâben;
"Senin hakkın gitti" buyurduğu bilinmektedir. Eğer
borcun miktarı ile rehin alınan malın kıymeti birbirine eşit
olursa; (Telef olma durumunda) rehin bırakan kimsenin borcu
düşer. Yine Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Rehin bırakılan
şeyin kıymeti bilinmediği zaman (Örtülü hâle gelince); o
hakkında verildiği borcun mukâbilinde, tazmin olunur"
buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla alacağına karşı rehin
isteyen kimse; onu muhafaza etme hususunda hassasiyet göstermek
mecburiyetindedir"(173) hükmünde ittifak etmiştir. Rehin
bırakan kimsenin; istediği zaman, bu malı geri talep etmesi
mümkündür. Çünkü rehin bıraktığı malı geri alması,
borcu düşürmez. Hatta rehin alan kimse (Alacaklı); aynı
malı; borçluya, iâre (Ödünç) olarak verebilir. İmam-ı
Şafii (rha) "rehin alan kimsenin elinde; rehin aldığı
mal telef olsa, tazmin etmesi gerekmeyeceğine"
hükmetmiştir. Yani rehin alınan malın helâk olmasının
borcu iskât etmeyeceği görüşündedir.(174) İbn-i Münzir:
"Rehin; rehin alan kimsenin hakkı ödeninceye kadar, rehin
veren tarafından satılamaz, hibe edilemez, sadaka olarak
verilemez ve kendisine teslim edilen şahsın elinden
çıkarılamaz"(175) hükmünde, icmâ bulunduğunu
kaydeder.
2046
Taraflar (Rehin alan ve veren) rehin olan malın; "Âdil bir
kimsenin yanına bırakılması" hususunda ittifak
ederlerse, bu câizdir. Âdil olan kimsenin; borç ödeninceye
kadar, rehini taraflardan herhangi birine verme hakkı
yoktur.(176) Eğer verirse; meydana gelebilecek zararı tazmin
etmek (ödemek) durumundadır. Zira mal hususunda; rehin koyan
kimsenin "Emânetçi'si" olduğu gibi, hak hususunda
da, rehin alan kimsenin emânetçisidir. İkisinden biri,
diğerine yabancıdır. Bilindiği gibi; yabancıya verilen
emânetin zâyi olmasında tazmin mecburiyeti vardır. Kendisine
"yed-i adl" (Âdaletli el) denilmiştir. Nitekim
Mecelle'de: "Deyn (borç) baki iken adl olan kimse; râhin
ve mürtehinden birinin rızâsı olmadıkça, rehni diğerine
veremez ve verirse istirdada (geri verilmesini istemeye)
selâhiyeti vardır. Ve kalb el istirdâd (Geri almadan önce)
rehin telef olsa, adl anın kıymetine zâmin olur"(177)
hükmü kayıtlıdır. Dolayısıyle tarafların rızâsı ile;
kendisine rehin bırakılan kimse, "Borç ödeninceye
kadar" görevini sadakatle yerine getirmek
mecburiyetindedir. Emâneti kabul ederken taraflara; bu hususta,
herhangi bir talebi kabul etmeyeceğini bildirmelidir. Eğer
rehin alınan mal; âdil olan kimsenin elinde iken, hiçbir
kasdı olmadan telef olursa, rehin alan kimsenin zararına telef
olmuş sayılır. Çünkü bu noktada âdil kimsenin eli; rehin
alan kimsenin eli hükmündedir.(178) Eğer borcun ödenmesi
hususunda herhangi bir müddet tayin olunmuşsa; süre dolduktan
sonra, rehin bırakılan mal satılır ve ücreti alacaklıya
teslim edilir. Bu hususta âdil kimse; vekil hükmündedir.(179)
Şimdi vekâlet üzerinde duralım.