İKRAH'IN TARİFİ VE
MÂHİYETİ
2053 İkrah; lûgatta bir
kimseyi istemediği bir sözü söylemeye veya bir işi yapmaya
zorlamaktır. İslâmi ıstılâhta: "Bir kimseyi; tehdit
ederek (icbarla) râzı olmadığı bir sözü söylemeye veya
bir işi yapmaya, haksız yere sevk etmektir. Tehdit edilen
kimseye "Mükreh" denilir.(201) İcbar etmek (Mecbur
bırakmak) manasına gelen "Cebr" aynı mâhiyettedir.
Cebrin karşılığı (zıddı) "İhtiyâr" meselesi
farklıdır. İkrah bazı hallerde; ihtiyarı ifsad eder, bazı
hallerde ise; ferdin "İki şerden birisini seçmesi"
sözkonusu olduğundan, ihtiyâr mevcuttur.(202) Şöyle ki;
ikrah altında olan kimsenin, ölüm tehlikesi veya bir uzvunun
koparılması sözkonusu olursa "İkrah-ı Mülci"
gündeme girer. Bu halde; hem rızâ, hem ihtiyâr ortadan
kalkar. Ancak hapis etmek, dövmek veya bağlamak gibi durumlarda
(Ölüm tehlikesi ve uzvun koparılması sözkonusu olmadığı
sabit ise) "İkrah-ı Gayri mülci'den" sözedilebilir.
Bu halde ferdin rızası yoktur, ancak ihtiyârı mevcuttur.
2054 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da, kâfirleri dost
edinmesin. Kim bunu yaparsa (Ona) Allah'dan hiç bir şey
(Yardım) yoktur. Meğer ki onlardan gelebilecek bir tehlikeden
dolayı sakınmış olasınız. Allah size (asıl) kendinden
korkmanızı emrediyor. Nihayet gidiş de ancak
Allah'adır"(203) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler
bu Âyet-i Kerîme'nin nüzûlünü farklı hâdiselere
bağlamışlardır. Ancak mâhiyet ve getirdiği hüküm
noktasından ittifak vardır. İbn-i Abbas (ra) "Meğer ki,
onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış
olasınız" hükmünün tefsirinde: "Bu, kalbi iman ile
dopdolu olduğu halde, diliyle küfür kelimesini söyleyip,
işkence ve ölümden kurtulmuş olmasıdır. Böyle yapan kimse
hem hayatını kurtarır, hem o anda günahı kaldırıldığı
için mes'ûl olmaz"(204) diyerek, "İkrah-ı
Mülci" anındaki duruma işâret eder. İbn-i Kesir:
"Bazı yer ve zamanlarda kâfirlerin (şerrinden) korkanlar;
niyyet ve kalblerinden değil de, dış görünüş itibariyle
kendilerini koruyacak şekilde davranabilirler"(205)
buyurur. İmam Ebû Bekir El Cessas: "Hayatınızın veya
bazı uzuvlarınızın imhâ edilmesinden korkmanız halinde;
kalbiniz imanla dolu olduğu halde, onlara dost görünmeniz
müstesnâ'dır"(206) hükmünü zikreder. Hanefi
fûkahası: "Ölüm tehlikesi ve uzvun koparılması
sözkonusu olursa; diliyle küfür kelimesini izhar etmesinde
günah yoktur. Çünkü Hz. Ammar bin Yasir (ra) ikrah-ı mülci
ile mübtelâ olduğu zaman Resûl-i Ekrem (sav): "-
(Küfür kelimesini söylerken) Kalbini nasıl buldun ya
Ammar?" sualini sormuştur. Hz. Ammar b. Yasir (ra): "-
İman ile mutmain olarak ya Resûlallah" cevabını verir.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Eğer yine aynı
işkenceyi yaparlarsa, sen de aynısını yap (ve kurtul)"
buyurmuştur. Allahû Teâla (cc)'nın şu hükmü, bunun
üzerine inzâl buyurulmuştur: "Kalbi iman üzere (sâbit
ve bununla) mutmâin (ve müsterih) olduğu halde (Cebr-ü)
ikrâha uğratılanlar müstesnâ olmak üzere, kim imanından
sonra Allah'ı tanımaz, fakat küfre sine (i kabûl) açarsa,
işte Allah'ın gazabı o gibilerin başınadır. Onların hakkı
en büyük azabtır" (En Nahl Sûresi: 106) Çünkü ikrâh
altında iken (dil ile küfür kelimesini) söylemek, imanın
zail olmasına sebeb teşkil etmez. Zira kalben tasdik mevcuttur.
O şartlarda dahi; kelime-i küfrü söylemekten ve kâfirlerin
dediklerini yapmamaktan kaçınmak, ölümü göze almakla
mümkündür. Bu sebeble ikrah altında (Kelime-i küfrü
söylemek) câiz olur. Denildi ki; sabreder; küfür kelimesini
söylemez ve bu sebeble katledilirse, büyük sevab kazanır.
Zira Hz. Habib (ra) küfür kelimesini, bütün işkenceye
rağmen söylemedi ve onu idâm ettiler. Resûl-i Ekrem (sav) Hz.
Habib'e "Seyyid-i Şühedâ" ismini verdi ve buyurdu
ki: "- O cennette benim arkadaşımdır". Çünkü o
halde (İkrah-ı Mülci anında) dâhi küfür kelimesini
söylemenin haramlığı bâkidir. İslâmı aziz kılmak için;
kafirlerin dediklerini yerine getirmekten imtinâ etmek
azimettir. Kelime-i küfrü söyleyip kurtulmak ise farklıdır.
Çünkü o halde iken (İkrah-ı Mülci halinde) sadece günahı
kaldırılmıştır"(207) hükmünde müttefiktir.
2055
İkrah'ın (Tehdit'in) sâbit olabilmesi için bazı şartlar
vardır. Aksi takdirde ikrah sahih olmaz. Birincisi: Tehdit eden
kimsenin (ister devlet, ister ferd olsun); tehdit ettiği şeyi
hakikaten yapabilecek kudrette olması gerekir. Bu
"İmameyn'in kavlidir. İmam-ı Azâm Ebû Hanife (rha)
"Zorlama ancak sultandan (Devlet'ten) tahakkuk
edebilir" buyurmuştur. Çünkü kudret; asker olmadan
sağlanamaz. Asker ise devlete bağlıdır. Fûkaha: "- Bu
ihtilâfın kaynağı delile değil, zamana dayanır. İmam-ı
Azam (rha)'ın zamanında, devlet'ten başka hiçbir güç,
tehdit ettiği şeyi yapabilecek kudrette değildir. İmameyn'in
(rha) zamanında ise; fesâd zuhur etmiş ve iş zorbaların
eline geçmiştir. Fetvâ İmameyn'in kavli ile verilir."
İkincisi: Mükellefin; tehdit eden kimsenin, tehdit ettiği
şeyi yapabileceğine inanması ve korkması şarttır. Meselâ:
Bir çocuk, şunu yapmazsan seni döverim dese, ikrah olmaz.
Çünkü dediğini yapabilme gücü yoktur; mükellefin de, buna
inanması ve korkması düşünülemez. Üçüncüsü:
Mükellefin; tehdit edildiği konu; ya kendi hakkı, ya kul
hukuku veya Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olmalıdır. Kendi
malını telef etmesi, başkasının hakkını iptal etmesi,
şarab içmesi, zinâ etmesi vs. gibi!.. Dördüncüsü: Tehdit
eden kimsenin; öldürmeyi veya bir uzvu koparmayı zâhiren
ilân etmiş olması gerekir. Yani rızâyı yok eden ve
ızdırabı beraberinde getiren bir hal gündeme girmelidir.(208)
Ferde; herhangi bir zarar vermeyen zorlamalar; "İkrah"
hükmünde değildir. Çünkü ikrah olabilmesi için; rıza'nın
kesinlikle ortadan kalkması gerekir. Bu asgari şarttır. Zira
insanın "rızâsı ve ihtiyarı" mevcutken;
amellerinden mes'ûl olmaması düşünülemez.