MÜSABAKALAR VE GÜNLÜK HAYAT
2056 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Seni Allahû Teâla (cc)'yı anmaktan alıkoyan her şey
kumardır"(209) buyurduğu bilinmektedir. Mü'minler;
konuşmaya başlarken veya herhangi bir işi yaparken
"Besmele-Hamdele ve Salvale" getirmeyi ihmal
etmemelidir. Kur'ân-ı Kerîm'in ilk nâzil olan Âyet-i
Kerîme'si: "- Yaratan Rabbinin adıyla (Besmele Çekerek)
oku"(210) mealindedir ve emir sıgasıyla inzâl
buyurulmuştur. Bu emir sâdece Peygamberimiz Efendimize değil,
bütün müminleredir. Çünkü Usûl-i Tefsir'de önemli
kaidelerden birisi de: "Sebebin hususi olması, hükmün
umûmi olmasına mâni değildir"(211) hükmü ile ifâde
edilmiştir. Esâsen Allahû Teâla (cc)'nın adını zikretmeden
yapılan her işte, bereketsizlik ortaya çıkar.(212) Mâlum
olduğu üzere; haram olan herhangi bir işi yaparken besmele
çekilemez. Fukaha; "Haram li aynihi" olan herhangi bir
yiyeceği, kasden besmele çekerek yiyen kimsenin küfre
gireceğinde ittifak etmiştir. Her işe; Allahû Teâla
(cc)'nın adı ile başlama şuuru, "Helâl" ve
"Haram" hududlarına riâyeti kolaylaştırır. Zira
"besmele" ile başlayamayacağı hiçbir işi yapmama
itiyadı zamanla gelişir.
2057 Her an; zikir ve ibâdet
içerisinde olan varlıklar meleklerdir. Zira onların fıtratı,
bu esasa dayanır. Neşe içerisinde yaşamak, dinlenmek,
eğlenmek ve zevklerini tatmin etmek, insanın fıtratı
içerisinde mevcut olan duygulardır. Sürekli keder ve üzüntü
içerisinde olmak; insanın dünyaya bakışını değiştirir.
Mü'min'in neşe ve kederde itidal üzere olması esastır.
Resûlullah (sav)'ın: "Allah'ım!.. Kederden ve
üzüntüden sana sığınırım"(213) şeklinde duâ
buyurduğu bilinmektedir. İslâmi hududlara bağlı kalmak
kaydıyla; latife, şaka, mizâh ve nükte yapmak mümkündür.
İnsanları güldürmek ve eğlendirmek niyetiyle de olsa; yalan
söylemek haramdır. Resûl-i Ekrem (sav): "Etrafındakiler
gülsün diye konuşup da, yalan söyleyenlere yazık, çok
yazık"(214) buyurmuş ve onların acınacak bir duruma
düştüklerini beyan etmiştir. Bilindiği gibi insanların
şeref ve haysiyetleri; şer'i hududlarla muhafaza edilmiştir.
Latife, şaka ve mizâh niyetiyle de olsa; o hududlara, hiç
kimse tecâvüz edemez. Ayrıca işi-gücü latife ve mizâh olan
kimse; cemiyet içerisinde güvenini kaybeder. Resûl-i Ekrem
(sav)'in zaman zaman lâtife yaptığı; fakat daima doğru
söylediği bilinmektedir. Nitekim Tirmizi'nin
"Şemâil" isimli eserinde şu hâdise buna misâl
olarak verilmektedir. İhtiyar bir kadın Resûl-i Ekrem (sav)'e
gelerek: "- Ya Resûlallah!.. Beni cennete koyması için
Allahû Teâla (cc)'ya dua buyur" temennisinde bulunur.
Bunun üzerine Resûlullah (sav): "- Ey fülân'ın
annesi!.. İhtiyar kadın cennete giremez" buyurmuş, kadın
da hiç cennete giremeyeceğini zannederek ağlamaya
başlamıştır. Kadının bu durumuna şâhid olan Resûl-i
Ekrem (sav) sözünün maksadını açıklayarak: "-
İhtiyar kadın cennete yaşlı olarak giremeyecek!.. Allah (cc)
onu yeniden yaratacak, genç bâkire olarak girecek" buyurdu
ve ona şu ayeti okudu: "Hakikat biz onları; yepyeni bir
yaratılışla yaratmışızdır; onları bâkire, eşlerine
düşkün ve yaşıtları kılmışızdır"(215)
2058 Bilindiği gibi
mü'minler'in; yeryüzü müstekbirlerine karşı cihad etmeleri
farzdır. Kâfirlerin; islâm topraklarına tecâvüz etmeleri
hâlinde bu "Farz-ı Ayn" olan bir ibâdet durumuna
gelir. Muhakkak ki cihad; kuvvet ve kudrete dayanan bir
hâdisedir. Bu sebeble; mü'minlerin güçlü-kuvvetli olmaları
gerekir. Bu noktada karşımıza "Spor ve müsabaka"
hâdisesi çıkar. Hz. Ali (ra)'nin çok hızlı koşan birisi
olduğu muteber kaynaklarda zikredilmektedir. Resûl-i Ekrem
(sav)'in; Hz. Aişe (ranha) vâlidemizle iki defa yarıştığı,
ilk koşuda Hz. Aişe'nin, ikinci koşuda da Hz. Peygamberin
yarışı önde bitirdiği bilinmektedir.(216) cihad noktasından
o dönemde oldukça öneme hâiz bulunan "ok atmak"
teşvik edilmiştir. Ok atma ve kılıç kullanma eğitimi
yapanlara Resûl-i Ekrem (sav)'in "Haydi atın! Bende
sizinle berâberim"(217) diyerek, onları teşvik ettiği
sâbittir. Cihadın önemli unsurlarından birisi de; ata iyi
binmektir. Peygamberimiz'in at yarışı yaptırdığı ve
birinci gelene armağan verdiği rivâyet edilmiştir.(218) Ata
iyi binmek, güzel kılıç kullanmak ve okları hedefine isâbet
ettirmek; o dönemde, cihad için zarûridir. Bunun dışında
Sahabe-i Kiram'a "Yüzme öğrenmelerini ve çocuklarına
öğretmelerini" tavsiye buyurmuştur. Bütün bunlar
dikkate alındığı zaman; şer'i hududlara (Tesettüre riâyet
etmek ve kumara alet etmemek) riâyet etmek şartıyla spor
yapmak müstehabtır. Hatta Resûl-i Ekrem (sav)'in; o dönemde
hiç kimsenin yenemediği pehlivan Rûkane ile güreş tuttuğu
ve onu yendiği bilinmektedir.(219) Câhiliye döneminde; araplar
arasında horoz, manda ve tosun gibi hayvanları döğüştürmek
yaygın bir adettir. Zevk ve eğlence için; hayvanlara eziyyet
etmek Resûl-i Ekrem (sav) tarafından yasaklanmıştır.
"Boks Müsabakalarında" da; insanların birbirlerine
eziyet etmesi sözkonusudur. Hayvanlara eziyyet etmek
yasaklanınca; insanların birbirine eziyyet etmesi, evleviyetle
yasaktır. Nitekim Resûlullah (sav); av kasdı olmaksızın,
canlı hedefler üzerinde ok tâlimi (Müsabaka) yapılmasını
kabul etmemiştir. Zira bu fiilde de; canlılara eziyyet ve
haksız tasarruf sözkonusudur. Günümüzde yaygın olan;
Futbol, voleybol, tenis ve basketbol gibi müsabakalar Resûl-i
Ekrem (sav) ve Sahabe-i Kiram döneminde mevcut değildir. Bunlar
genellikle, belli kişiler tarafından oynanan, binlerce kişi
tarafından da seyredilen müsabakalardır. Oynayanların spor
yaptığı kabul edilebilir; fakat seyredenler için aynı şeyi
söylemek mümkün değildir. (Maalesef başta Spor-toto olmak
üzere; bir-çok organizasyonlar, bu spor dallarını kumara alet
etmektedirler.)
2059 Satranç, tavla, dama ve
ondört taş gibi oyunlar hususunda Fûkaha farklı görüşler
ortaya koymuştur. Bunun sebebi; bu oyunların Sahabe zamanında
yaygınlık kazanmasıdır. Önce satranç'ı ele alalım:
Satranç; Brahman Sissa adında bir hintlinin, Hind Kralı
"Balhait'i" eğlendirmek için, o zamanki Hind
ordusunun yapısını esas alarak uydurduğu bir oyundur.
Sanskrit dilinde dört demek olan "Çatur" sözcüğü
ile; kısım anlamına gelen "Anga" sözcüğünü,
birleştirerek "Çaturanga" olarak isimlendirmiştir.
Bu oyun İran ve çevresinde oynanmaya başlanınca
"Çatrang" adı ile anılır bir hale gelmiştir.
İslâm orduları İran'ı fethedince "Çatrang" oyunu
ilgilerini çekti ve bunu arapçada "Satranç" olarak
nitelendirdiler. İran'ın Fethi Hz. Ömer (ra)'ın döneminde
gerçekleşmişti. Dolayısıyla satranç oyunu Sahabe-i Kiram
döneminde bilinmekteydi. Sahabe-i Kiram bu oyunun fıkhi hükmü
hususunda ihtilâf etmiştir. İbn-i Abbas (ra) ve Ebû Hureyre
(ra) mübahlığı üzerinde durmuş, Hz. Ali (ra) ve diğer bir
kısım sahabe de kumar noktasından ele alarak
"Haramlığı'na" hükmetmiştir. Hanefi fûkahası
"Satranç" üzerinde hassasiyetle durmuştur.(220)
Molla Hüsrev "Kimin şâhidliğinin kabul, kimin
edilmeyeceğini" tasnif ederken şunları zikreder:
"Satrançla kumar oynarsa yahud satrançla oyalanıp namazı
terkederse, şâhidliği kabul edilmez. Çünkü bunlardan her
biri (Kumar ve namazı terk) aşağılığa delâlet eden büyük
günahlardandır. Fakat kumar oynamadan ve namazı terk etmeden;
sadece satranç oynamak bize göre mekrûh ise de, İmam-ı
Şafii (rha)'ye göre mübah olmakla onda ictihada mesağ
vardır."(221) Tavla, dama ve ondört taş için Fûkaha:
"- Eğer bunlarla kumar oynanırsa; kumarın nass'la haram
kılındığı bilinmektedir. Fakat kumar oynanmazsa; o zaman
abesle iştigâldir. Bu noktada da "Mekrûh" olduğu
sâbittir" hükmünde müttefiktir. Sonuç olarak; oyunun
ismi ve mâhiyeti ne olursa olsun, kumara alet edildiği
müddetçe "Haram"dır. Bunun bir "Çay
içmek" olmasıyla; büyük meblağlarda olması, arasında
fark yoktur. Çünkü kumar; kitap, sünnet ve Sahabe-i Kiram'ın
icmaı ile haramdır. Bu hususta hiçbir ihtilâf yoktur.
Herhangi bir oyun; namazın zamanında edâsına zarar veriyor
veya terkine sebeb oluyorsa, oynanmaması vâcip olur. Çünkü
namazın terkine sebeb olması; ma'siyete vesile sayılır. Kumar
oynamadan ve namazı terketmeden; herhangi bir oyunun oynanması
(Satranç, Tavla, vs..) mekruhtur. Zira (abesle iştigâl ve)
zamanı boşa harcamaktır.
2060 Şimdi "Müzik"
üzerinde duralım. Maalesef "Müzik ruhun
gıdasıdır" sözü herkesin dilinde!.. Bilindiği gibi
Müzik; insanların ses ve alet ile icrâ ettikleri mâlum
sanatın adıdır. Hanefi fûkahası Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Çalgı aletlerini, kendi arzusuyla dinlemesi insan için
ma'siyettir. O çalgı meclisinde oturmak faasıklıktır ve
çalgı sesiyle zevklenmek küfrân-ı nimettir" Hadis-i
Şerif'ini zâhirini esas alarak, müziğin haram olduğunu beyan
etmiştir. İmam-ı Merginani; bir deynek çubuğun, yere ahenkli
şekilde vurulmasından çıkan sesin dâhi "Müzik"
hükmüne dâhil olduğunu zikreder.(222) İmam-ı Serahsi;
kendini dinlendirmek ve yalnızlığını defetmek için (Harama
vesile olmamak kaydıyla) câiz olduğunu zikretmiştir. İmam-ı
Merginani'ye göre bu da câiz değildir.(223) Sâdece savaşta
vurulan kös ve düğünlerde çalınan def müstesnâdır.
Resûl-i Ekrem (sav) düğün ve bayramlarda def çalmaya
müsaade etmiştir.(224) İbn-i Nüceym: "Mücerred teganni
(Mûsiki dinlemek ve söylemek) hususunda ûlema ihtilâf
etmiştir. Bazılarına göre bu mutlak haramdır. Şeyhülislâm
Hulvani bu görüştedir. Diğer bazılarına göre; usanç ve
yalnızlık anlarında sırf bu halden kurtulmak için câizdir.
Fakat harama vesile olmaması esastır. Bu da Serahsi'den
nakledilmiştir"(225) hükmünü zikrediyor. İmam-ı Şafii
(rha) ve İmam-ı Malik (rha)'in düğün merâsimlerinde
çalınan mûsikinin hiçbir mahzuru olmadığına hükmettikleri
bilinmektedir. İmam-ı Gazali "İhya" isimli meşhûr
eserinde; müzik hakkında vârid olan bütün ihtilâfları
zikrettikten sonra, müziğin tek bir hükme
bağlanamayacağını, durumuna göre "haram, mekrûh,
mübah ve müstehab" olabileceğini kaydetmektedir.(226) Bu
konuya; ayrı bir bölüm tahsis etmiştir. Zâhiriye mezhebi (ve
semâ'yı esas alan bâzı tarikâtlar) ise; müziğin her
çeşidinin helâl olduğunu esas almış!.. Hem Hanefi, hem
Şafii fûkahası, "Müzik icrâ eden kadın olur ve
dinleyenler onun sesinden şehevi hislere kapılırlarsa, bu
kat'i olarak haramdır" hükmünde müttefiktir. Sözleri ve
müziği; İslâmi hükümlerin reddini esas alıyorsa, bunun
(Müzikli veya müziksiz) icrâ edilmesinin câiz olmayacağı
malûmdur.
2061
Bazı insanlar: "Köpek ulumasını, baykuş ötmesini,
evden çıkınca kedi veya köpek görme hadisesini uğursuzluk
sebebi" sayarlar. Ayrıca bazı harf ve rakamlar
"uğursuz" ilân edilir. Maalesef içinde
yaşadığımız cemiyette; hergün bu tip insanlara rastlamak
mümkündür. Şimdi bu konu üzerinde duralım. Kur'ân-ı
Kerîm'de: "Gerek yeryüzünde, gerek nefislerinizde vukû
bulan hiçbir musibet yoktur ki, onu bizim yaratmamızdan önce,
bu kitapta (Levh-i Mahfuzda) yazılı olmasın. Şüphesiz bu
Allahû Teâla (cc)'ya göre pek kolaydır"(227) hükmü
beyan buyurulmuştur. Büyük veya küçük; meydana gelen veya
gelecek olan her hâdise, levh-i mahfuz'da kayıtlıdır.(228)
Meydana gelen hiçbir olay; şunun veya bunun uğursuzluğu
sebebiyle ortaya çıkmaz. Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"İslâm'da teşe'üm (uğursuzluk) yoktur. En hayırlısı
tefe'üldür"(229) buyurduğu bilinmektedir. Câhiliye
döneminde araplar; vehimlerine ve hayal güçlerine dayanarak,
bir-çok olayı uğursuzlukla izâh ederlerdi. Meselâ: Şevval
ayında evlenmenin uğursuzluk sebebi olduğuna inanmışlardı.
Resûl-i Ekrem (sav), Hz. Aişe (ranha) vâlidemizi Şevval
ayında nikâhlayarak bu hurâfeyi darma-dağın etmiştir.
Fûkaha "Şirkû'l esbab" (Sebeblerle koşulan şirk)
üzerinde hassasiyetle durmuştur. İbn-i Abidin
"Haram" olan ilimleri tasnif ederken: "Bir takım
çizgi ve noktalardan meydana gelen şekillerle, mâlum kâideler
tahtında harfler çıkaran ve bunlardan ileride olacak şeylere
delâlet eden cümleler kuran bir ilimdir. (İlm-i Remil) Bunun
kat'i haram olduğu mâlumdur"(230) hükmünü zikreder.
Hurûfilik ve bahâilik; harfleri ve rakamları
(Uğurlu-uğursuz) ayırımına tâbi tutarak,
putlaştırmıştır. "Noktavilik" için de aynı
şeyler söylenebilir. Mü'minler; teşe'üme (Uğursuzluk
saymaya) asla itibar etmezler.