A) Abdestin Farz Kılındığı Tarih :
B) Abdestsiz Kılman Namaz Var Mıdır?
C) Abdestin Ruh Ve Beden Üzerindeki
Olumlu Etkileri:
Kar Ve Dolu İle Abdest Almak Caiz
Midir?
Gözlerin İçine Suyu Ulaştırmak :
Gözdeki Çapağın Altını Yıkamak :
Şakakla Kulak Arasındaki Beyazlık :
Kaş Bıyık Ve Sakalın Yıkanması :
Abdest Alındıktan Sonra Tırnak Kesmek
Veya Tıraş Olmak :
2 — Elleri Dirseklerle Beraber
Yıkamak :
Deri Üzerinde Yapışkan Bir Maddenin
Bulunması :
3 — Ayakları Topuklarla Birlikte
Yıkamak :
Felç Olup Duyarsız Hale Gelen El Ya
Da Ayaklar :
Yağlanan Eller Ya Da Ayaklar :
Abdest Azasında Yarılan Yerin
Dikilmesi :
Deriye Yapışan Balık Pulu Ya Da Pire
Dışkısı :
Bir Organ Üzerindeki Islaklığı Başka
Bir Organa Nakletmek Caiz Midir?
Kulakları Meshetmek Başı Meshetmenin
Yerine Geçer Mi?
Başı Karla Meshetmek Yeterli Mi?
Sarık, Külah Ve Başörtüsüne Meshetmek
Caiz Olur Mu?
Mestler Ve Başörtüsü Üzerine
Meshedin»
1 — Abdeste Besmele İle Başlamak
A) Namaz Ancak Abdest İle (Kabul)
Olur. Allah İsmini Anmayanın Abdesti
(Makbul) Değildir.
B) Abdeste Başlarken Tesmiye Hangi
Kelimelerle Getirilir?
2 — Elleri Bileklere Kadar Üç Kere
Yıkamak,
3 — Ağıza Su Alıp Çalkalamak, Buruna
Su Çekmek :
4 — Sivak Kullanmak, Dişleri
Temizlemek :
5 — Yüzü Yıkarken Parmaklarla Sakalı
Aralamak :
7
— Abdest Azasmın Yıkanmasını Üç Defa Tekrarlamak :
A) Her Azayı Bir Defa Yıkamak Yeter
Mi?
8
— Başın Tamamını Meshetmek :
A) Niyet Şu Sözlerle Getirilir :
11 — Kur'ân Da Belirtilen Tertibe
Göre Abdest Almak :
12 — Abdest Azasını Ardarda Yıkamak :
III. ABDESTİN DİĞER SÜNNETLERİ :
2 — Sesli Ve Sessiz Yellenmektir.
4
— Akan Her Meni Guslü Gerektirir Mi?
A) Meni İle Mezyi Arasındaki Fark :
C) Şırınga Kullanıldıktan "Sonra
Akıtılan Sıvı Dışarı Çıkıp Akarsa, Abdesti Tazelemek Gerekir.
A) Kulağa Akıtılan Herhangi Bir Yağ :
D) Işınlan Madde Üzerinde Beliren
Kırmızılık :
E) Sıkılan Yaradan Çıkan Kan :
F) Burundan Çıkan Kan Pıhtısı :
I) Göz Ağrısından Dolayı Meydana
Gelen Akıntı :
K) Ağız Dolusu Balgam Kusmak :
M) Aralıklı Az Az Gelen Kusuntu :
N) Vücuttan Çıkan Her Şey Necîs
Sayılır Mı?
B) Namazda Rükû' Veya Secdede
Uyuklamak :
C) Yatar Vaziyette Olan Hastanın
Uyuması :
D) Çıplak Hayvanın Üzerinde Uyumak :
7 — Abdesti Bozan Şeylerden Biri De
Bayılmak, Cinnet Getirmek, Sarhoş Olup Kendinden Geçmektir.
A) Namaz Dışında Kahkahayla Gülmek :
B) Tilâvet Secdesi Veya Cenaze
Namazında Kahkaha İle Gülmek :
C) Kahkaha Teyemmümü Hükümsüz Bırakır
Mı?
9 — Kadın İle Aşın Ölçüde Oynaşmak,
A) Abdestli İken Tenasül Organına El
Sürmek :
B) İmam Şafii Bu Konuda Şu Hadise
Dayanarak İctihadda Bulunmuştur :
C) Deve Eti Yenilince Abdest Almak
Gerekir Mi?
D) Abdestinde Şüphelenen Kimse Ne
Yapmalıdır?
III. FARZ, SÜNNET VE ADABINA UYGUN
ABDEST NASIL ALINIR?
Abdestin farziyeti
Kitap, Sünnet ve İcma' ile sabit olmuştur. Allah'ın inanmışlara ruh ve' beden
sağlıklarını daha iyi korumaları için açmış olduğu rahmet kapılarından biridir.
Allah'a kulluğumuzun mana ve ölçüsünü temizlik tablosu üzerinde sunmamız kadar
tabii ne olabilir? Bu bakımdan ibâdete, özellikle namaza ancak temizlik
amelyesini yerine getirerek başlanır. Mü'min ibâdetin esrar ve hikmetiyle
ruhunu, şekliyle manasıyla bedenini, elbise ve çevresini temiz tutar.
Temizlikle ibâdeti birleştirip bütünleştiren Rahmet Peygamberi Hazreti Muhammed
(A.S.) Efendimiz : «Temizlik imânın yarısıdır; Allah'a hamdetmek teraziyi
doldurur. Sübhanellah ve'l Hamdu1iliah, demek göklerle yeryüzü arasım doldurur.
Namaz nur (aydınlık) tır. Sadaka (îmân ve İslâm konusunda) açık delildir. Sabır
ışıktır. Kur'ân ya senin lehine ya da aleyhine açık bir belgedir. İnsanlardan
herbiri sabahlar da ya kendini (ateşten kurtarın) azâd eder, ya da (şer ve
kötülüğe dalıp) kendini helak eder.» [1]Buyurarak
temizliğin dindeki yerini belirlemiştir 63 yıllık aziz ömürleri hep bu
temizliğin örnekleriyle dolu değil midir?
îniş bakımından ikinci
ya da üçüncü sırayı dolduran Müddesir sûresinin ilk beş âyet ile Tevhîd'den
sonra temizliğe temas edilmiş ve böylece Allah (C.C.) yoluna irşadın temizlikle
olan bağlantısı açıklanmıştır.
Bunun için günümüze kadar
yazılan bütün fıkıh kitaplarımıza taharet konusuyla başlanılmış, Allah'a inanıp
ibâdetin gönül dol-prucu havası içinde içi dışı kadar, dışı da içi kadar temiz
olan mü'-pinlerin abdest ve gusül ile ilmihale kapı açmaları sağlanmıştır.
Abdestin Farz olduğunu
bildiren Âyet:
«Ey imân edenler!
Namaza kalkmayı (dilediğinizde) yüzlerinizi, dirseklerlo birlikte ellerinizi
yıkayın. Başlarınızı meshedip topuklarla beraber ayaklarınızı yıkayın.»[2]
Abdestin Farziyetini
açıklayan Hadis ;
Abdesti olmayanın
namazı (kabul) değildir. Allah'ın İsmini anmayanm da abdesti ikabul) değildir.»[3]
İlim adamlarının bu
konuda farklı tesbit ve görüşleri olmuştur : Meşhur Siyer sahibi Seyyid Ahmed
Zeynî Dahlân'a göre, bi'setin üçüncü yılında Müddesir sûresinin baş kısmmdaki
«Elbiseni de temiz tutmaya devam et,,» mealindeki âyet ve ondan önce ve
sonraki cümleler abdestin farz kılındığına delâlet etmektedir. Nitekim bu
âyetler indikten sonra Resûlüllah (A.Ş.) Efendimizin hem kendisi abdest almış,
hem de Hazreti Hatice Validemize abdest almasını söylemiş ve böylece iki rek'at
sabah, iki rek'at te akşam namaz kıldıkları rivayet yoluyla sabit olmuştur.
Çoğuna göre ise, hicretten birbuçuk yıl önce namazla birlikte farz kılınmıştır.
Allah (C.C.) daha iyisini bilir. [4]
Cenaze namazı da dahil
olmak üzere farz, vacib, sünnet ve müs-tehab bütün namazlar ancak abdestli bir
vaziyette kılmabüir. Su bulunmadığı, ya da bulunup ta kullanmaya engel bazı
hususlar mevcut olduğu zaman onun yerine teyemmüm edilir ki bu da abdest anlamına
mânevi bir temizlik ve silâh sayılır.
«Cenaze namazı, bir
namaz olmaktan ziyade bir duadır, bu nedenle abdestsiz de kılmabüir,» diyenler
varsa, namazın baştan sonuna bir duâ ve zikir olduğunu anlayamıyanlardır. Beş
vakitte kılınan namazın rükû ve secde yapılarak kılınmasını emreden din, cenaze
namazının rükû'suz ve secdesiz kılınmasını emretmiştir. Ama ikisini de «namaz»
ismiyle anmış ve ikisi için de abdest bakımından ayni ameliyeyi istemiştir. [5]
a) Ruhun
Allah'tan temiz geldiği gibi temiz kalmasına yardımcı olur, manevî bir gıda
olarak da ruhu besler. Şeytanı kovar, mânevi bir silâh anlamında şer ve
kötülüğün karşısına çıkar.
b) Vicdanı
geliştirir, kalbi kuvvetlendirip imân cevherini daha iyi korumasını sağlar.
c) Sinir
sistemini düzeltir. Asap bozukluğunu giderir.
d) Yorgun
bir bedeni rahata kavuşturur. Adaleye zindelik getirir.
e) Deri
altında biriken ve fazlası zararlı olarî yağların erimesine olumlu bir neden
sayılır.
f) Kan
dolaşımını yavaşlatarak geçici bir süte kalbin dinlenmesine yararlı bir etken
olur. [6]
Hanefi mezhebine göre
abdestin farzı dörttüriyukarıda mealini yazdığımız âyetin açık anlatımından bu
dört farz Şunlardır :
1. Yüzü
belirlenen ölçü ve biçimde yıkamak,
2. Elleri
dirseklerle beraber yıkamak,
3. Bası
ıslak elle meshetmek,
4. Ayakları
topuklarla beraber yıkamak.
Şafiî mezhebine göre
altı, Mâliki mezhebine göre yedi ve Hanbelimezhebine göre de altıdır.
Şafülerde yukarıda
belirtilen dört farzdan başka bir de niyet ve [yette belirtilen tertip te
farzdır. Mâlikîlerde de bu dört farzla bir-tkte niyet, bir organ kurumadan
diğerini yıkamak ve bir de suyu kkanan organın üzerinde götürüp getirmek
suretiyle abdest azasını vmak farzdır. Hanbelîlerde belirtilen dört farzla
birlikte bir de âyetle belirtilen tertip üzere abdest almak ve bir organ
kurumadan dikerini yıkamak da farzdır.
Abdest Farzlarının ayn
ayrı açıklaması : [7]
Genellikle İslâm
Fıkhında «yıkamak» denilince suyu bir organ üzerine akıtmak, «mesh» denilince,
ıslak eli dokundurmaktır. Hidâ-ye, Tahavî ve Fetevâ-i Hindiyye gibi kıymetli
kitaplarda özellikle bu tarif üzerinde durulmuştur. Bu bakımdan açık olan rivayete
göre, suyun organ üzerinde akması, yani akıntısının sağlanması şarttır. Akıntı
sağlanmadığı takdirde alınan abdest caiz değildir. Ancak îmam Ebû Yusuf'a göre,
suyun organ üzerinde akıp damlaması şart değildir. [8]
Kar ya da dolu abdest
azasına sürülür de iki ya da fazla damla su meydana gelirse bu bil-icmâ1
caizdir. Bu sayıda damla meydana gelmezse, Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre
caiz değildir. Ebû Yusuf'a göre caizdir. Nitekim Zahire adlı kitapta da bu husus
açıklanmış ve Fetevâ-i Hindiyye'de buna yer verilmiştir. Ne var ki bu konuda
sahih olan görüş ve ictihad, imameyn'in görüşüdür. [9]
Açık rivayette yüz
için bir sınır belirlenmemiştir. Ancak îslâm Fakihlerinin çoğuna göre yüzün
sınırı, baştaki saç bitiminden çene altına ve bir kulak yumuşağından diğerine
kadar olan kısımdır. Hidâye şerhinde, Bahr-i Râik ve İbn-i Abidîn'de de ayni
husus belirtilmiştir.
Başın ön cephesindeki
kıllar dökülmüşse, mutlaka saç bitimi sınır başlangıcı alınmaz, normal ölçü
dikkate alınarak alınla baş arasındaki sınır -ki bu normal saçı olanlarda
belirgindir- esas kabul edilir. Sahih olan görüş te budur. [10]
Saçını alnına doğru
tarayıp uzatan kimse abdestte yüzünü yıkarken yüz sınırına sarkan saçlarını da
yıkaması vâcib olur. Hidâye şerhi ve benzeri muteber kitaplarda da ayni husus
belirtilmiştir. [11]
Abdestte yüz
yıkanırken suyu gözlerin içine ulaştırmak ne farz, ne de sünnettir. Ancak yüze
su vururken gözleri fazla yummak için bir külfete girmeye de gerek yoktur. Açık
tutmaya çalışması da böyle.. Ne var ki Fakih Ahmed bin İbrahim ve o görüşte
olan bazı ilim adamları, yüz yıkanırken gözleri sıkıca yummak Caiz değildir,
demişlerdir. Çünkü bu durumda gözün çevre ve pınarları yıkanmış olmaz. El-Muhit
kitabında da bu husus belirtilmiştir. [12]
Ağıran bir gözde çapak
meydana gelir ve bu gözün daha çok dış kısmında bulunursa, yüzü yıkarken,
gözler yumulduğunda dışta kalan çapağın altını yıkamak vâcib olur. Aksi halde
abdest yerine getirilmiş sayılmaz. [13]
Dudaklar normal
biçimde kapatıldığında dışta kalan kısmı yüzden sayılır. Bu nedenle yüz
yıkanırken dudakların o kısımlarına suyun dokunması gerekir. Sahih olan görüş
budur. El-Hulasa kitabında da ayni hususa yer verilmiştir. [14]
Bu kısım da yüzün
sınırına girdiğinden yıkanması, yani suyun dokunması vâcibdir. Tahavî, sahih
olan budur, diyor. Hanefî fakihr lerinin çoğu da ayni görüştedir. [15]
Yüzü yıkarken kaş ve
bıyıklan, sakaldan da yüz sınırını aşmayan kısmı yıkamak vâcibdir. Suyun
kılların altına nüfuz etmesi şart değildir. Ancak kıllar seyrek olur da yer yer
deri görünürse o takdirde suyun deriye geçmesini sağlamak vâcibdir. Ayni konu
Kadı-han Fetâvâsmda da işlenmiştir. [16]
îmam Ebû Hanife ile
İmam Muhammed'e göre, suyu sakalın dışmı üzerinde götürüp getirerek oğmak
vâcibdir. En sahih olan gö-ş ve ictihad da budur. Ancak çenenin sınırını aşıp
aşağıya sarkan smı yıkamak vâcib değildir. [17]
Abdest alındıktan
sonra herhangi bir nedenle kaşlarını, ya da bı-klarım veya sakalını ve başını
tıraş eden kimsenin yeniden abdest ması gerekmediği gibi, tırnaklarını da kesen
kimsenin abdestini snilemesi gerekmez. Sadece o kısmı ıslak bir bes ile silmek
temiz-k yönünden uygun olur. Şerh-i Fethülkadîr, Bahrirâik ve benzeri Luteber
fıkıh kitaplarında da ayni husus belirtilmiştir. [18]
Hanefî imamlarının
çoğuna göre dirsekler ellere dahildir. Bu ba-ımdan elleri yıkarken dirseklerin
de yıkanması gerekir. Çünkü yetteki (İLÂ) harfi gaye içindir, karine olduğu
yerlerde gaye mu-ayyaye dahildir. Aksini iddia edenler de olmuştur. Allah
(C.C.) da-a iyisini bilir.
Abdest organlarında
meydana gelen fazla organları yıkamak
vâcib midir?
Elde doğuştan ya da
sonra altıncı veya yedinci parmak
bülu-Lursa onları yıkamak vâcib olur.
Ayaktaki fazla parmakların durumu da böyledir. Ayni konu Fethülkadir'de
de işlenmiştir. Omuz-tan ikinci bir el oluşmuş durumda ise, asıl olan eli
yıkamak vâcib, ıunu yıkamak sünnettir.
Müstehab diyenlerde olmuştur. Bazısına ;öre ise, fazla olan el, asıl elden
yıkanması vacip olan yerin sınırıma ulaşıyor veya onu aşıyorsa, ulaşan ve aşan
kısmı yıkamak da vâcibdir. Ama İbn Nüceym Bahriâik'de bunun mendup olduğunu
kaydetmiştir. [19]
Abdest organlarından
herhangi birinin üzerinde suyun deriye geçmesine engel olan bir madde
bulunursa, alınan abdest sahih olmaz. Örneğin oje, sakız bu türdendir. Deri
üzerinde bir tabaka meydana getirmiyen kma, boya ve benzeri maddeler abdeste
engel değildir. Çoğu kez hamur yoğuran ev kadınları ya da fırıncıların ellerine
yapışıp kuruyan hamur az bir şeyse ve hemen ıslanıp kaldırılması mümkün
değilse, onlar hakkında bu vaziyette aldıkları abdest caizdir denilmiştir. Tırnak altlarına girip kuruyan hamur ve
benzeri maddelerin de temizlenip altına suyun nüfuz etmesini sağlamak
vâcibdir. Ancak tarla, bahçe ve benzeri iş yerlerinde çalışıp tırnak altlarını
devamlı surette temiz tutmaları mümkün olmayanlar hakkında fetva verilmiştir.
Yani onlar o vaziyette abdest alıp, namaz kılabilirler.
Bu konuda İmam Ebû
Nasr El-Saffar'in şöyle dediğini Fetâvâ-i Hindiyye nakletmiştir. : «Tırnaklar
parmak uçlarını örtecek kadar uzunsa herhalde altlarını yıkamak gerekir. Kısa
olursa buna gerek yoktur.» El-Muhit kitabında da bu husus belirtilmiştir.
Fethülkadîr'-de uzun olan tırnakların herhalde altını yıkamak vâcibdir, buna
başka bir görüş eklemek lüzumsuzdur, deniliyor.
Ne var ki fakihlerin
hepsi de çeşitli iş yerlerinde çalışan kadın ve erkeklerin tırnak altlarının
bazı maddelerin girmesinden korunması mümkün olmadığı için abdestte yıkanması
gerekli değildir, demişlerdir. Fetva buna göredir. [20]
Parmaktaki yüzük
genişçe olursa abdest alırken oynatılması gerekmez. Ancak dar olup suyun deriye
geçmesini önlüyorsa,.o takdirde hareket ettirilmesi vâcibdir. Açık olan
rivayet budur. [21]
Ayakları topuklarla
birlikte yıkamak farzdır. Hanefî İmamlarından üçüne göre böyledir. İmam Züfer
onların görüşünde değildir. Fetva üç imâmın içtihadı doğrultusundadır.
Bir kaza sonucu
ellerini dirseklerinden, ayaklarını topuklarından kaybeden kimseden iki farz
kalkmış olur. Sadece yüzünü yıkayıp başına mesh verdirerek abdestini tamamlar.
Çünkü bir zaruret sonucu farzlardan ya
da şartlardan birinin veya birkaçının ortadan kalkması diğer şartları ve
farzları hükümsüz kılmıyor, yani onların düşmesiyle bunlar düşmüyor.
Bunun gibi 45.
dereceden sonra gece ve gündüzde anormal de-, siklikler meydana gelir, bazı
yerde güneşin batmasıyla doğması bir
olur .Bazı yerde.gece diye bir ölçü kalmaz. Vakit şartının ortadan
kalkmasıyla diğer şartlar kalkmış olmaz. Beş vaktin normal olarak bulunduğu bir
ülkenin namaz vakitleri belirlenip ona göre ibâdet edilir. Çünkü namazdan
maksad vakit değildir, vakit resmiyeti ve düzenli olmayı sağlamak içindir.
Bu konuya inşaallah
namaz bahsinde yeterince yer verip Müs-uman okurlarımızı aydınlatmaya
çalışacağız.
Ancak kesilen kısımda
topuk ve dirsek uçları kalırsa, o takdirle kalan uçları yıkamak vâcib olur. Bu
da üç imâma göredir. [22]
Felç ya da başka bir
sebepten dolayı duyarsız hale gelen el veya yağı yıkamak vâcib midir?
Tatarhaniyye ve benzeri fıkıh kitaplarında bu hususa yer verilmiş ve bu
durumda olan azanın yıkanması gerektiği belirtilmiştir. Çünkü abdestten maksad
bir bakıma beden temizliğidir. Felç olan bir organı temiz tutmak kadar tabii
ne olabilir[23]
Yağ bilindiği gibi
suyun deriye tam nüfuz etmesini engelliyen bir maddedir, ancak bir yağlıboya,
bir oje ve benzeri maddeler gibi değildir. Bu bakımdan onu hemen gidermek
mümkün değilse, su ile o azayı iyice ovmak kâfi gelir, yani yağlı bulunan
abdest azası böylece yıkanmış sayılır ve farz yerine gelmiş olur. Fetva bu görüşe
göredir. Ayaklarda meydana gelen çatlaklara sürülen merhem ve benzeri yağlı
maddeli ilaçlar suyun nüfuz etmesini engeller. Ancak ne var ki suyun açılan
yarığa girmesinde bir sakınca varsa, merhem kaldırılmaz ve öylece abdest
alınır. Bu caizdir. Zarar vermiyorsa, o takdirde suyun alt kısma nüfuzunu
sağlamak vâcib olur. Hem bunda temizlik te söz konusudur. El-Muhit kitabında da
bu husus açıklanmıştur. [24]
Abdest azasında
yarılan yerin dikilmesi hem caizdir, hem de suyun alta geçmesi vâcib değildir.
Çünkü bunda hem zaruret var, hem de sağlığı koruma söz konusudur.
Bu konuda Şemsül-Eimme
El-Helvânî Hazretleri diyor ki : «Abdest ya da gusül azasından birinde bir
yarık meydana gelir de onu yıkamak çok zor olur, kişi bu konuda âciz kalırsa, o
yeri yıkamak vâcib değildir. Sadece suyu üzerinde götürüp getirerek ovmak yeter.
Bunu da yapamıyorsa, ıslak elleriyle meshetmekle yetinir. Bunu da yapmaktan
âciz kalırsa, meshetmeyi de terkeder ve o vaziyette abdesti tamam sayılır.
Fetâvâ-i Hindiyye'de de bu konu açıklanmıştır. [25]
Abdest organlarından
birinde meydana gelen yaranın üzerinde oluşan kabuğun altını yıkamak gerekir
mi? Kabuk kalkmamışsa elbette ki gerekmez. Ancak bir tarafı kalmış, diğer
tarafları cilde bitişik duruyorsa, o vaziyette yıkanır, suyun oluşan kabuğun
altına nüfuz etmesi vâcib değildir. Çünkü kabuğun altı henüz tamamen ortaya
çıkmış değildir. Bu konu Fetâvâ-i Kadıhan'da da yeterince açıklanmıştır.
Yara üzerindeki kabuk,
organ yıkandığında elin dokunmasiyle kalkıyorsa, açılan kısmı yıkamak gerekir
mi? Yara iyileşmiş ve üstündeki kabuğun kalkması ya da koparılmasıyla bir acı
duyulmuyorsa, o takdirde altını yıkamak gerekir. Yok yara henüz iyileşme-miş
ve ovma sonucu kabuk kalkıyorsa, bu takdirde kalkan kabuğun altım yıkamak vâcib
değildir. Ancak açılan yaradan kan, irin gibi akıcı bir madde çıkar da etrafa
yayılırsa o takdirde abdest bozulmuş olur, yeniden abdest alması gerekir.
Hanefi İmamlarından
bazısına göre her iki halde de kabuk altım yıkamak gerekmez. Daha uygun olan
da bu görüştür. [26]
Pire ve benzeri
haşerenin dışkısından devamlı korunmanın mümkün olmadığını dikkate alanlar,
abdest azası üzerinde bu kabil şey bulunur ve iyice kurumuş olur, suyun alta
geçmesini engellerse, yine de alman abdest caiz olur, demişlerdir. Çiğnenmiş
ekmek parçası ya da balık pulunun yapışıp kaldığı azayı bundan temizlemedikçe
alman abdestin sahih olmayacağında çoğu âlimlerin görüş birliği var. Çünkü bu
kabil şeylerden korunmak her zaman mümkündür. El-Muhit kitabında da bu husus
açıklanmıştır. [27]
Abdestte caiz
görülmemiş, fakat gusülde caiz görülmüştür. Çünkü gusül konusunda bütün beden
bir aza sayılır. Ama abdestte dört ayrı aza söz konusudur. Abdeste de ayni
azadaki ıslaklığı kuru kalan yere nakletmekte bir beis görülmemiştir. [28]
Yağmur ya da ırmak
suyu abdest azasının tamamına kuru yer kalmıyacak biçimde dokunursa abdestin
farzı yerine gelmiş olur. Gusül konusunda ise bütün bedenin kuru yer kalmıyacak
biçimde ıslanması şarttır. Ayrıca ağzına ve burnuna su alması gerekir. Çünkü
Hanefi mezhebinde niyet şart değildir. Önemli olan bedenin yıkanması ya da
abdestte dört azanın kuru yer kalmıyacak biçimde ıslanıp yıkanmasıdır. Şafiî
mezhebine göre, niyet farz olduğundan, niyetsiz bir vaziyette ne gusül ne de
abdest caiz olmaz. Maliki mezhebine göre de böyledir. Hanbeli mezhebine göre
caizdir. Es-Siraciyye kitabında da bu konu belirtilmiştir. [29]
İmam Ebû Hanîfe'nin
fetvaya şayan görülen görüş ve içtihadına göre, başın dörtte birini teşkil
eden nasiyeyi meshetmek farzın yerine gelmesini sağlamakta yeterdir. Hidâye'de
de aynî husus belirtilmiştir.
O halde seçilen görüş,
nasiyenin başın dörtte birini meydana getirmesidir. El-îhtiyar'da da ayni
husus belirtilmiştir. Ancak bu konuda vâcib olan, elin üç parmağının kullanılmasıdır.
Sadece bir ya da iki
parmakla meshetmek kâfi değildir. Daha uygun olanı sağ elin iç kısmını ıslatıp
olduğu gibi başın ön kısmına dokundurmaktır. Fetâvâ-i Kadıhan'da bunun üzerinde
durularak ayni hükme varılmıştır.
Parmak uçlarıyla -su
damlamıyorsa- meshetmek caiz değildir. Yeterince su damlıyorsa o takdirde caiz
olur, çünkü bununla dörtte birin meshi sağlanır.
Nasiyeden alma doğru
sarkıtılan saç üzerine meshetmek kâfi gelmez. Çünkü baş sınırını aşmış sayılır.
Bilhassa kadınların
saçlarını iki örgü haline getirip başına dola-masıyla başın sınırlarını aşan
saçların sınır içine sokulması sağlanmış olur mu? Fıkıhçılardan bir kısmı
nasiye üzerine gelen kısmı üzerine meshetmeyi kâfi görmüşler, illet olarak da
o örgünün altında baş var, demişlerdir. Fakihlerimizin çoğu ise bunu caiz
görmemiş, herhalde başa dolanan örgünün alt kısmının meshedilmesi gerektiğini
söylemişlerdir.
İkincilerin görüşü
ihtiyata daha uygundur. [30]
Geçmez. Çünkü kulak
ayrı bir organ sayılır. Onu meshetmek müstehabdır. Başı meshetmek ise farzdır.
Ancak kulakları meshet-tikten sonra avucunda ıslaklık kalırsa onunla başı
meshetmek caiz olur. Ama başı meshettikten sonra elin içi ıslak kalsa bile
onunla mestleri meshetmek caiz olmaz. Bunun gibi henüz ıslak bulunan ab-des
azasından birinden ıslaklığını alıp başı ya da mestleri meshetmek te caiz
değildir. Fetâvâ-i Hindiyye'de de bu husus açıklanmıştır. [31]
Dokunan kar
damlasın damlamasın başın dörtte biri onunla meshedildiği
takdirde kâfi gelir. Dolu da ayni hükme girer.
Başı yüzle birlikte
yıkamak mesh yerine geçtiğinden ayrıca elleri ıslatıp mesih yapmaya gerek
yoktur. No var ki böyle yapmak şâriin
emrine uygun olmadığından mekruh sayılmıştır. El-Muhit kitabında bu husus
açıklanmıştır. Başın bir kısmı tıraşlı, bir kısmı da tıraş edilmedik ise, tıraş
edilmedik kısım üzerine meshetmek caiz
olur. Nitekim Cevhere'de de buna cevaz verilmiştir. Bunun gibi başının nâsiye
(ön cephe) sini değil de arka, ya da orta veya yan kısımlarını meshetmek
caizdir. Tatarhaniyye'de bu husus belirtilmiştir. [32]
Bu konuda vârid olan
sahih hadîslerle Hanefî imamlarının görüşü arasında belirgin bir fark mevcuttur
: Amr bin Ümeyye (R.A.)'-den yapılan sahih rivayete göre, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz hem mestleri, hem de başındaki sarığı üzerine meshetmiştir. [33]Ayrıca
Bilâl'dan yapılan rivayette de Resûlüllah (A.S.) Efendimizin bu konuda şöyle
buyurduğu tesbit edilmiştir [34]
Müctehid imamlar bu
konuda Hazreti Âişe Validemizin abdest alırken ıslak elini başörtüsünün altına
koyup saçını meshettiği ve «Böyle yapmamı Resûlüllah (A.S.) Efendimiz emretti»
demesini delil olarak almışlardır[35].
Ancak eller fazla
ıslak olur da sarık ya da başörtüsüne meshedildiğinde ıslaklık saça geçerse
yapılan mesh caiz sayılmıştır. El-Hu-lasa kitabında da bu husus açıklanmıştır.
Bununla beraber örtü altını meshetmek daha uygundur. Fetâvâ-i Kadıhan'da da
böyle yapanın afdal olduğu belirtilmiştir. [36]
Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin kavli, fiili ya da takririyle sabit lan şeylere Sünnet denilir.
Abdest konusunda bu üç yoldan tesbit dilenler on iki madde halinde
özetlenmiştir. Bu sayıyı artıranlar ve aha az söyleyenler de vardır[37].
Abdeste başlarken
Besmele getirmenin vâcib olduğunu söyli-renler ve delil olarak da şu hadisi
nakledenler varsa da yapılan ciddi araştırmalar sonucu hadîsin zayıf olduğu
anlaşılmış ve bu neden-2 imamlar BESMELE'yi sünnet kabul etmişlerdir. Çünkü
Resûlül-ah (A.S.) Efendimizin fiili ve kavli ile sabit olmuştur. [38]
Bu hadîsi sahih kabul
edenler -ki bunlar çoğunluktadır- kemal lerecesinde bir abdest ile
yorumlamışlardır.
Besmele abdeste
başlanırken getirilir. Unutulur da ara yerde getirilirse sünnet yerine
getirilmiş sayılmaz. Yemek ve benzeri ko-lularda ise, başlarken unutulur da ara
yerde getirilirse.bu konuda ıçık hadîs rivayet edildiğinden sünnet yerine
getirilmiş olur. Et-Teb-y'm kitabında da ayni husus belirtilmiştir.
I Bununla beraber
nerede hatırlanırsa orada besmele getirilir, tâ ki abdest besmelesiz yapılmış
olmasın. Siracü'l-Vehhac kitabında da bu konuya belirtilen şekilde yer
verilmiştir.
Küçük ve büyük
ihtiyacı giderdikten sonra temizlenmeye başlarken Besmele getirilir.
Bazılarına göre bundan önce de getirmek müstehabdır. Sahih olan görüş budur.
El-Hidâye'de bu mesele belirtilen biçimde açıklanmıştır. Ancak utan yerlerini
açarken ve bir de helada bulunurken besmele getirilmez. Fethulkadîr'de bu
konuya I yer verilmiştir. [39]
tahavî ve benzerî ilim
adamlarının tesbitine göre
bismillahi'l-azîm ve'l-hamdu lillaht alâ dini'l-islâm denilir.
mi'racü'd-dirâye'de resûlüllah ca.s.) efendimizin böyle söylediği rivayet
edilmiştir.
bununla beraber bu
kelimeler yerine lâ ilahe illallah veya el-hamdu lîllah ya da eşhedu en lâ
ilahe illallah denilecek olsa, bununla da sünnet yerine getirilmiş sayılır.
el-kmye kitabında, bu husus açıklanmıştır. [40]
Bazısına göre bu
farzdır, ancak öne alınması sünnettir. Bu görüş Fethulkadîr ve Mi'rac
sahiplerince benimsenmiştir. El-Asıl kitabında İmam Muhammed'in kavli de buna
işaret çimekledir. Cahri-râik'de de buna yer verilmiştir.
Bir musluk başında
bulunmuyor da küçük bir kap içindeki su ile abdest alması gerekiyorsa, şöyle
hareket eder : Kabı sol eliyle tutup sağ eline, sağ eliyle tutup sol eline
döker ve böylece ellerini yıkamış olur. Kap büyükçe olursa yanında da suyu
ondan t-hp kullanacak küçük bir kap bulursa belirtilen biçimde su alınıp eller
yıkanır. Küçük bir kap yoksa yıkanan ellerini kullanır. Elleri kaba sokmadan
yıkamak mümkün olmadığı takdirde sol elinin parmaklarını bitişik vaziyette kaba
sokup sağ eline su döker ve böylece ellerini ovup yıkamaya çalışır. Bu ameliye
abdest almak istiyenin ellerinde necaset bulunmadığı takdirde uygulanır.
Necaset varsa onu temizlemeden kaba sokması, suyu necis etmesine yol açar ve
bu durumda o su ile abdest alması caiz olmaz.
Pislikten
temizlenmeden önce de sonra da elleri yıkamak müstehabdır. Sahih olan da bu
görüştür. Fetâvâ-i Kadıhan'da da ayni konuya yer verilmiştir. [41]
Üç defa ağıza su alıp
çalkalamak, üç defa da buruna su çekip sol el ile sümkürmek sünnettir. Her
defası için yeni su alınıp kullanılır. Serahsî'nin El-Muhitin'de de bu mesele belirtilmiştir.
Ağıza alman suyun
ağız. boşluğunun her tarafını kapsaması bu konudaki sünnetin sınırım belirler.
Buruna su çekmenin sının ise, suyun genize kadar ulaşmasıdır.
Bu sünneti terkeden,
yani ağız ve burun temizliğini abdest alır-cen terkeden kimse günahkâr olur.
Sahih olan görüş budur. Çünkü tbdestte bu iki organı su ile yıkamak, devam
edilegelen sünnetlerden biridir. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hiç bir abdestinde
bunu terket-pemiştir. Zaid olan sünnetleri terketmek ise böyle değildir. Yani
ki bundan dolayı günahkâr olmaz. [42]Siracü'I-Vehhac
kitabında da kyni hususa yer verilmiştir.
Her defasında yeni su
alıp kullanmak daha iyidir.
Ancak avucuna su
doldurur da ağzına doğru kaldırır ve ağzıyla üç defa ayrı ayrı ondan su alınarak
kullanılırsa caiz olur. Buruna su verirken böyle yapmak caiz olmaz, çünkü burun
ağız gibi suyu tutamaz da geriye akan kısmı avuçtaki suyu kullanılmış yapar.
Bunun-gibi avucuna
aldığı suyun bir kısmıyla ağzını, bir kısmıyla da burnunu yıkarsa bu caiz
olur. Aksi ise caiz görülmemiştir. Fetâvâ-i Hindiyye ve Shacü'l-Vehhac'da ayni
husus belirtilmiştir. [43]
Fıkıh kitaplarımızda
geçen «sivak» tabiri, hem diş temizliğinde kullanılan çubuğa, hem de dişleri
temizlemeye ad olarak kullanılmıştır.
Bu nedenle az sertlik
taşıyan ve dokunduğu yerin kirini alabilecek nitelikte olan herhangi bir
maddeyle dişleri temizlemek te bu anlamdadır. Ağaç olarak bu konuda en
hayırlısı Hicaz tarafından getirilen Erak ağacının çubuğudur. Çünkü yapılan
kimyevî tahlilinde bu ağaçta diş etlerini koruyan ve bazı mikropları öldüren
ma-zımsı bir madde vardır.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz insanlar henüz dişleri temizlemenin yararını bilmezken misvak
kullanılmasını sünnet yollu emretmiş ve Müslümanları buna teşvikte
bulunmuştur.
Bu konuda bize kadar
ulaşan sahih hadislerde buyuruluyor ki :
«Ümmetime zorluk
vermemiş olsaydım, her abdestte misvak ile emrederdim.»[44]
«Sivak kullanmak ağzı
temizleyici bir alettir, Rabbin hoşmıd-luğuna vesiledir.»[45]
Günümüzde fırça ile macun
bu sünnetin yerine getirilmesinde uygun bir yöntemdir. Dişlerin temizlenmesinde
arzulanan sonuca bununla varmak daha te'sirlidir. Ayrıca zaman zaman er ak ağacım
da bu konuda kullanmakta mutlaka yarar vardır.
Aslında dişlen temizlemek
ve belirtilen âletleri bu konuda kullanmak her vakit müstehabdır. Ancak beş
vakitte ise bu daha kuvvetli bir istihbab anlamını taşır.
1. Abdest
alırken,
2. Namaza
başlarken,
3. Kur'ân
okumaya hazırlanırken,
4. Uykudan
kalkıldığında
5. Ağzın tadı
bozulduğunda,
Oruçlunun misvak
kullanmasına cevaz verilmiştir. Fukahadan bir kısmına göre bu günün evvelinde
de, sonunda da kullanılabilir. Bir kısmına göre ise, zevalden öncesine kadar
kullanılabilir. Ondan sonra kullanmakta kerahet vardır.
Yapılan sahih
rivayetlere göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz oruçlu bulunduğu günlerde de
günün her saatinde misvak kullanmıştır. Nitekim Amir bin Rab i a (R.A.) diyor
ki :
«Ben Resûîüllah (A.S.)
Efendimizin sayamıyacağım kadar oruçlu günlerinde misvak kullandığını gördüm.»[46]
Bu konuya oruç
bahsinde yeterince yer verilecektir. Ayrıca imamların görüşleri de
nakledilecektir.
Misvak olarak
kullanılan Erak çubuğunun bir serçe parmağı kalınlığında ve bir karış
uzunluğunda olması tavsiye edilmiştir. Elimizin parmakları misvak yerine
geçmez, ancak böyle bir âlet bulunmadığında dişleri parmaklarla temizlemek
uygun olur.
Kadınlar misvak
kullanamadığı ya da bulamadığı takdirde sakız çiğniyorlarsa bu misvak yerine
geçer. Bahrirâik'de bu husus açıklanmıştır. [47]
Kadıhan'a göre yüzü üç
defa yıkadıktan sonra sakalı parmaklarla aralamak sünnettir. Bazı fakîhlere
göre yıkama esnasında bu sünnet yerine getirilir. İmam Ebû Yusuf'a göre de üç
defa yıkama bittikten sonra bu sünneti yerine getirmek uygun olur. El-Mebsut bu
görüşün daha sahih olduğunu kaydetmiştir. Siracü'I-Vehhac'da da buna yer
verilmiş ve açıklaması yapılmıştır.
Sakalı aralamada
parmaklar çenenin alt kısmından sokularak yukarıya doğru getirilir. [48]
Abdestte iyi bir
temizlik sağlamak için sözü edilen sünnetlere dikkat etmek gerekir. Gerek
sakalı aralamak, gerekse parmaklar arasım aralamak , yani parmakları birbirine
geçirip suyun iyice ara yere nüfuz etmesini sağlamak, iyi bir temizlik
oluşturmak içindir. Ayak parmaklan arasını sol elin serçe parmağıyla sağ
ayaktan başlayarak temizlemek sünnete daha uygundur. Zira tırnak altları ile
parmak araları daha çok kirin biriktiği yerlerdir. Bunları temizlerken itina
göstermek de sünnettir. [49]
Zaten Kur'ân'da
belirtilen dört organı birer defa yıkamak farzdır. İkinci, üçüncü kez yıkamak
ise, iyi bir temizlenmeyi sağladığı ve fiil-i Resûlüllah'a uyduğu için
sünnettir. Sahih rivayete göre ikinci ve üçüncü kez yıkamak müekked sünnettir.
Cevhere-i Neyyire'de bilhassa bu husus belirtilmiştir. Fetâvâ-i Hindiyye'de de
ayni hususa yer verilmiştir.
Her yıkayışta suyun
aza üzerinde akıntı sağlaması ve birkaç damla damlaması vâcibdir. Bu, İmam
A'zam ile İmam Muhammed'e göredir. Ebû Yusuf'a göre damlamasa bile yine de
vâcib yerine gelmiş olur. El-Hulasa kitabında da ayni anlamda açıklama
yapılmıştır.
Çoğu fakihlere göre,
abdest azasını yıkarken her defasında akıtılan suyun o azanın her tarafını,
yani yıkanması gereken yerlerini kapsamasına dikkat edilir. Aksi halde üç
yıkama bir yıkama yerine geçer ve böylece sünnet terkedilmiş sayılır. Bu husus
Fetâvâ-i Hindiyye'de ve El-Mudmerat'ta belirtilmiştir. [50]
Hava fazlaca soğuk
olur, ya da su az bulunursa o takdirde birer defa yıkamakla yetinilir. Bunda
kerahet te yoktur. Ayni zamanda kişi günahkâr da sayılmaz. Mi'raccüddiraye'de
de bu husus bilhassa belirtilmiştir. [51]
Kalbin iyice
yatışması, şüphenin kalkması veya ikinci kez bir abdeste niyet ettiği için
yıkanacak olan abdest azasını üçten fazla yıkarsa, çoğu ilim adamlarına göre
bunda bir sakınca yoktur. Nihâ-ye kitabında da bu anlamda açıklama yapılmıştır.
Bazı fakihler böyle yapmayı mekruh saymışlardır. Çünkü böyle yapmak şüphecilikten
ve vesveseden ileri gelir. Halbuki Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, «Seni şüpheye
düşüren şeyi terket, şüpheye düşürmeyen şeyle (amel et).» buyurmuştur. [52]
Yukarıda da
belirttiğimiz gibi, başın dörtte birini meshetmek farzdır, tamamım meshetmek
ise sünnettir .Çünkü bu durumda hem başın sinirlerini uyarmak, hem üzerine
konan tozu gidermek, hem de ter kokusunu almak amelyesi vardır. Bu nedenle
Resûlüllah (A. S.) Efendimiz çoğu kez böyle yapmıştır.
Başın tamamı şu
biçimde meshedilir :
Islatılan iki elin iç
kısmı başın ön tarafına konulur, geriye doğru sürtülerek götürülür. Sonra da
ıslak kalan parmakların uçlarıy-la kulaklar raeshedilir. Bu durumda kullanılan
ıslaklık, müsta'mel sayılmaz. Çünkü başa dokundurulmamıştır. Et-Teybîn
kitabında da bu husus açıklanmıştır. Fetâvâ-i Hindiyye'de ayni konuya yer verilmiştir.
Başın tamamının
meshedümesi devamlı surette terkedilirse, bu hususta şahsın belli bir özrü
yoksa günahkâr olur. El-Kmye'de de ayni mesele açıklanmıştır. [53]
Yukarıda belirttiğimiz
gibi, başı meshettikten sonra ıslak kalan ve başka bir yere dokunmayan parmak
uçlarıyla kulağın iç ve dış kısmını meshetmek sünnettir. Tahavî, Fethulkadir ve
Fetâvâ-yi Hin-diyye kitaplarında da bu konu aynen nakledilmiştir. Bununla beraber
daha iyi bir temizliğin sağlanması düşünülerek parmakları yeniden ıslatıp
kulakları meshetmek daha güzel olur. Bahrirâik'de de bu husus aynen
belirtilmiştir.
Kulakların ön
cephesini yüzünü yıkarken, arka kısmını da başım nıeshederken meshedecek
olursa, buna cevaz verilmiştir. Ne var ki bu konuda daha iyi olan şekil, ilk
belirtilenidir. Tahavî şerhinde bu mesele aynen belirtilmiştir.
Kulakların dış kısmı
şahadet parmaklarıyla, iç kısmı baş parmaklarla meshedilir.
Yapılan sahih rivayete
göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz abdest alırken kulakların iç ve dış
kısımlarını meshetmiş ve parmak uçlarını kulak deliğine sokarak gereken
temizliği yapmıştır.[54]
Yine sahih rivayete
göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz gerek başını, gerekse kulaklarını birer defa
meshetmiştir.[55]
Bu konuda mezhebin
açık görüşü şöyledir : Ancak taharetle yapılması sahih olan bir ibâdete
abdestsizliği kaldırmaya niyet getirmekle bu sünnet sağlanmış olur. [56]
— Allah'a yakın olmayı düşünerek namaz için
abdest alıyorum.
— Abdestsizliği kaldırmaya niyet ettim.
— Taharete niyet ettim.
-— Namazı kendime
mubah kılmaya niyet ettim. Bu husus hem Fetâvâ-i Hindiyye'de, hem SiracÜlvahhac'da
aynen belirtilmiştir. [57]
Yüzü yıkarken
getirilir. Dil ile getirilmesi gerekmez. Çünkü niyetin yeri kalbdir. Ancak dil
ile getirilmesinin müstehab olduğu bazı imamlarca kabul edilmiştir. Cevhere-i
Neyyire'de bu husus açıklanmıştır. [58]
Abdestin farzları
belirtilirken bu konuda mezheplerin
ictihac farkları açıklanmıştı. Hanefi mezhebine göre, âyette belirtilen sıra ya
göre abdest organlarını yıkamak sünnettir.
Şafiîler bunu far; kabul etmişlerdir.
Kudurî sahibi, niyet,
tertip ve başın tamamını meshetmeyi müstehab saymıştır. Hidâye, Muhit ve
El-îzah kitaplarında bunlar sünnet sayılmıştır ki daha sahih olan da bu
görüştür. Mi'racü'd-Diraye'-de de ayni husus belirtilmiştir. [59]
Abdest ibâdete
hazırlık anlamında dinin emrettiği başlıca bir ameldir; farz ve sünnetleriyle
bütünlük arzeder. Bu bakımdan bir organ kurumadan diğer organı yıkamak sünnet
sayılmıştır. Bazı mezheplerde ise bu da farz kabul edilmiştir.
Bu konuda havanın
sıcak ya da soğuk, rüzgarlı ya da durgun olmasına itibar edilmez. Abdesti
bütünleştiren organların yıkanması ara verilmeden sürdürülür. Tâki ara yere
yabancı bir fiil girmesin. O halde hiç bir özür yokken organları fasılalı
yıkamak mekruhtur. Abdest suyunun ara yerde bitmesi ve su te'min etmek için
bir müddet geçirilmesi belli bir özürü dayalı olduğundan kerahet sayılmamıştır.
Gusül ve teyemmümdeki
durum da böyledir. Siracü'l-Vahhac ve Fetâvâ-i Hindîyye'de de ayni hususlar
belirtilmiştir. [60]
Müstehab : Dinen
sevilen, beğenilen, ayni zamanda ibâdetle bağlantılı bulunan şeydir. Resûlüllah
(A.S,) Efendimizin bazen işlediği ve yapılmasında sevap bulunduğu söz ve
fiiline bu isim verilmiştir. Farz, vâcib ve müekked sünnetin dışında fakat
mutlak sünnetin kapsamı içindedir.
Fıkıhla ilgili
metinlerin çoğunda bu, iki madde olarak belirtilmiştir : Abdest azasını sağdan
başlayarak yıkamak ve boynu meshetmek.. Bunun dışında bir takım başka sünetler
ve adabın da bu-. Sunduğunu unutmamak lâzımdır. Yeri gelince bu husus açıklanacaktır. [61]
Abdest alırken önce
sağ elden ve sağ ayaktan başlamak
müs-tehabdır. Sahih rivayette bu bir fazilet sayılmıştır. Kulakları
mes-hederken Önce sağ kulaktan başlamak ise müstehab sayılmamıştır. O halde
geriye sadece iki el ve iki ayak kalıyor. Ne var ki Cevhere'-de kulakların meshinde de önce sağdan sağ el ile başlanmasının
müstehab olduğu kaydedilmiştir. Bunu da bir elinde arıza bulunan kimse hakkında
düşünmek daha uygun olur, kaydı yer almaktadır.
Hazreti Âişe Validemiz
(R,A.) diyor ki :
«Resûltillah (A.S.)
Efendimiz ayakkabı giymesinde, kıyafetini üzeltmekte, saç sakalım taramakta ve
temizlenmekte, hulâsa bü-ün işlerinde sağdan başlamayı çok severdi.»[62]
Diğer bir hadîste
şöyle buyurulmuştur :
«Giyindiğinizde,
abdest aldığınızda sağdan başlayın!»[63]
Bu müstehab ıslak olan
iki elin dış kısmıyla yerine getirilir. Boğaz kısmını meshetmek bid'adır;
Resûlüllah (A.S.) Efendimizin boğaz nahiyesini meshettiği rivayet yoluyla
sabit olmamıştır. Gerek Fetâvâ-i Hindiyye'de, gerekse Bahrirâik'te bu husus
açıklanmış ve bid'a olduğu belirtilmiştir.
Abdest konusunda daha
bir takım sünnet ve âdap vardır ki bunları mezhepte söz sahibi olan zatlar
şöyle sıralamışlardır : [64]
a) Ayaklar
yıkanırken -şayet bir kaptan, ibrik gibi bir şeyden su akıtılarak bu farz
yerine getiriliyorsa, kap sağ el ile
tutularak sağ ayağın parmak uçlarına dökülür ve sol el ile ovulur. Böylece üç
defa yıkama yerine getirilir. Sonra su sol ayağın parmak uçlarına dökülerek ön
kısma doğru ovulur ve her taraf
yıkanıncaya kadar ovmaya devam edilir. Bu da üç defa tekrarlanır.
b) El ve
ayakları yıkarken, az yukarıda da belirtildiği gibi parmak uçlarından
başlanır. Fethulkadîr, Fetâvâ-i Hindiyye'de ayni husus belirtilmiştir.
c) Başı
meshederken ön kısmından başlayarak elleri geriye doğru götürmek te sünnettir.
Resûlüllah (A.S.) Efendimizin böyle yaptığı sahih rivayetlerle sabit olmuştur.
d) Ağıza su
verirken, buruna su çekerken bu ikisi
arasında tertibe riâyet etmek, yani önce ağza su almak, sonra buruna su çekmek
sünnettir. El-Hulasa ve Fetâvâ-i Hindiyye'de de ayni husus açıklanmıştır.
e) Ağız ve burunu
yıkarken bol su kullanmak ve temizliğe dikkat etmek de sünnettir. El-Kâfi,
Tahavî Şerhi ve Fetâvâ-i Hindiyye'de buna yer verilmiştir. [65]
a) Suyu
lüzumundan fazla kullanmamak, danılamıyacak
kadar da az kullanmamak, ikisi arasında bir yol tutmak. El-Asıl kitabında
bu konuya açıklık getirilmiştir.
Hulâsa'da da buna temas edilmiştir.
Ancak kullanılan su
abdest ve gusül için vakfedilmiş cinsten ise, fazla harcamak haramdır. Bütün
ilim adamları bu hususta görüş birliği halindedir. Çünkü fazla, yani
lüzumundan fazla kullanmak bir çeşit başkasının hakkına tecavüz sayılır.
Bahrirâik'de bilhassa bu meseleye yer verilmiş ve üzerinde durulmuştur.
b) Her
organı yıkarken,
«eşhedü ellâ ilahe
illâllahu vahdehu lâ şerîke leh ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resûlühu» demek.
c) Abdes
alırken dünya sözü kullanmamak,
El-Muhit ve Fetâvâ-yi
Hindiyye'de de bu iki husus yeterince açıklanmıştır. Ancak bir ihtiyaçtan
dolayı konuşursa, bunda adabı terketme endişesi yoktur. Bahrirâik ve Fetâvâ-yı
Hindiyye'de bu konuya yer verilmiştir.
d) Gücü
yettiği sürece abdesti kendisi alacak, başkasının yardımını beklemiyecek.
Sahih rivâytelere göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz zaruret olmadıkça hep
kendi kendine abdest almış, başkasının yardımına lüzum görmemiştir.
e) Abdest
sonunda duâ etmek,
Abdest alırken duâ
yapılması hakkında sadece Ebû Musa el-EŞ-ARÎ (R.A.)'nin naklettiği bir hadis
vardır. Ebû Musa (R.A.) diyor ki : Resûlüllah (A.S.) Efendimize abdest suyu
getirdim. Abdest aldığında şu duayı yaptığını işittim:
«Allahım! Günahımı
bağışla. Evimde bana genişlik ve huzur ver. zkınu bana mübarek ve bereketli
kıl.»
Sonra Kesûlüllah'a dedim ki
:
— Ya Resûlellah! Şöyle şöyle duada bulunduğunu
işittim. Buyurdu ki :
— Bir şeye meyleder misin? (Yani abdestte başka
bir şey aklına de kafanı ona takar mısın.[66]
Abdestin sonunda duâ etmek
hakkında sahih rivayetler vardır :
«Sizden kim abdest
alır da abdestini yerliyerînce yapar, sonra a : Allah'tan başka ilâh
bulunmadığına, O'nun bir olduğuna, ortağı İmadığına ve Muhammed'in de Allah'ın
kulu ve resulü olduğuna ıhadet ederim, derse herhalde kendisine sekiz cennetin
kapılan açılır, dilediğinden içeri girer.»[67]
«kim abdest alır ve
sonra : sübhanekellahümme ve bî-hamdike eşhedü ellâ ilahe illâ ente esteğfiruke
ve itubu ileyk derse, bu beyaz bir kağıda yazılır, ağzı mühürlü bir pere
konulur, kıyamete kadar ne kırılır, ne de açılır.»[68]
Tirmizi'nin yaptığı
rivayette ise şu duanın da okunması tavsiye îdilmiştir : «Allahım! Beni çokça
tevbe edenlerden kıl, çokça temizlenen kullarından eyle..
f) Abdest
alırken -mümkünse- kıbleye yönelmek,
g) Abdestten
sonra kerahet vakti değilse iki rek'at namaz kıl-nak,
h) Abdest
ibriğini ikinci bir namaza hazırlanmak için su doldurup yerine koymak,
El-Muhit ve Fetâvâ-yı
Hindiyye kitaplarında da bu husus âdab bahsinde açıklanmıştır.
i) Abdest
bittikten sonra kıbleye yönelip ayakta biraz su içmek,
Abdestten sonra iki
rek'at namaz kılma hakkında birkaç sahih hadîs rivayet edilmiştir, bunlan
mealen yazmakta yarar görüyoruz :
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir gün Bilâl'e dedi ki :
— «Ya Bilâl! İslâm'da en çok umut bağlandığın
bir amelinden bana haber ver. Çünkü Cennette hemen önümde senin ayakkaplann
sesini işittim.»
Bunun üzerine Bilâl
(R.A.) dedi ki :
— Benim en çok umut beslediğim amelim, gece
olsun, gündüz olsun hangi saatte abdest aldımsa mutlaka o abdestle bana nasîb olan ölçü ve
anlamda namaz kıldım.[69]
Diğer bir hadîste ise
şöyle buyuruluyor :
«Her kim abdest alır,
abdestini güzelleştirir ve kalbini, yüzünü çevirerek iki rek'at namaz kılar
(yani kalbiyle kalıbıyla kendini o namaza verir) se, mutlaka cennet ona vâcib
olur.»[70]
«Kim benim abdest im
gibi abdest alır, sonra iki rek'at namaz kılar da kendi kendine bir şeyler
fısıldamazsa o namazda, (kul hakkı hâriç) geçmiş günahları bağışlanır.»[71]
j) Elbiseyi
ıslatmamaya dikkat etmek ve elleri silkmek suretiyle ıslaklığı etrafa
saçmamak, Siracü'I-Vehhac ve Fetâvâ~yı Hin-diyye'de de bu husus açıklanmıştır.
k) Ağıza su
vermeyi, buruna su çekmeyi sağ el ile; sümkürme-yi sol el ile yerine getirilmek,
Ayni husus birçok kaynak
kitaplarımızda belirtilmiştir. Fetâvâ-yı Hindiyye, Bedayiussanayi'de de adâb
konusunda işlenmiştir.
1) Abdest.
organlarını yıkarken pvmak ve serçe parmakların uçlarını kulak deliklerine
sokup temizlenmesini sağlamak,
m) Vakit
girmeden abdest almak, namaz denilen o^güzel ibâdete önceden hazırlıklı olmak,
n) Suyu yüze
çarparak değil, usulca dokundurmak, mümkünse yüksekçe bir yerde oturup abdest
almak.
Fethulkadir, Bahrirâik
ve Fetâvâ-yi Hindiyye'de de bu mesele açıklanmıştır.
o) Abdestte
kullanılan ibriğin kulpunu kullanmaya başlamadan üç kere yıkamak, organları
gayet rahat ve yumuşa biçimde dokumarak yıkamak, fazla acele etmemek, elleri ve
ayakları yıkarken dirsek ve topuk seviyesini aşmak da abdestin âdabmdandır.
Yapılan sahih rivayete
göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz kıyamet günü ümmetini alınlarında, kol ve
ayaklarmdaki nuranî beyazlıktan .tanır. Bunun nedeni abdestin bıraktığı mânevi
izlerin nura dönüşmesi ve belirgin hal almasıdır.
«Şüphesiz ki ümmetim
(kıyamet günü alınları ak, elleri ve ayaklan treyazdir; Alaca nurludurlar,
abdestin izlerinden.» Mealindeki ihadîs ve «Kim isterse bu beyazlığını
uzatsın!» sözü, yukarıda ki (o) I maddesinin son bölümünü aydınlatmaktadır.
p) Temiz bir
yerde abdest almak, küçük bir kaptan abdest alınıyorsa onu sol tarafta
bulundurmak ,büyük kaptan almıyorsa sağ tarafta bulundurmak,
r) Niyet
konusunda kalb ile dili birleştirmek, yani hem kalb
ile niyet getirmek,
hem de dil ile bunu söylemek,
s) Her
organı yıkarken Allah'ı anmak Ve şu duaları okumak da âdâbdandır :
Ağıza su alınırken :
Allahım, Kur'ân okumam için bana yardım et, Seni anmam, şükretmem ve güzel
ibâdette bulunmam için de yardımını benden esirgeme, denilir.
Buruna su çekilirken :
Allahım, Cennet kokusunu bana koklat denilir. Yüz yıkanırken : Allahım,
yüzlerin ak ve kara olduğu günde yüzümü ak eyle, denilir. Sağ el yıkanırken :
Allahım, amel defterimi sağ elime ver ve beni kolay bir hesaba tabi' tut,
denilir. Sol el yıkanırken : Allahım! Amel defterimi sol elime verme, arkamdan
da verdirme, denilir. Baş meshedilirken : Allahım! Arş'm gölgesinden başka hiç
bir gölgenin bulunmadığı bir günde beni Arş'in gölgesinde bulundur, denilir.
Kulaklar meshedilirken : Alîahım! Beni, sözü dinleyip en güzeline uyan
kullarından eyle, denilir. Boyun meshedilirken : Allahım! Beni Cehennem
ateşinden azâd et, denilir. Sağ ayak yıkanırken : Ayakların kaydığı günde benim
ayaklarımı sabit kıl, denilir. Sol ayak yıkanırken : Allahım günahımı
bağışlanmış, iş ve gayretimi şükre lâyık görülmüş, ticaretimi kesad bulmamış
ölçü ve anlamda kıl, denilir. Her aza yıkandıktan sonra da Resûlüllah (A. S.)
Efendimize Salât-u selâm getirilir. [72]
1. Farz,
2.
Vâcib,
3. Mendûp..
Farz olanı, namaza
kalkılırken abdestsizin alacağı abdesttir. Vâcib olanı, Tavaf için alman
abdesttir. Mendûp olanı ise sayılmıya-cak kadar çoktur : Uyumak için, hep
abdestü kalmak için, gıybet yaptıktan, şiiri söyledikten, kahkaha ile güldükten
sonra ve ölü yıkamaya hazırlanırken alman abdest bu cümledendir. Fetâvâ-yi
Ka-dıhan ile Fetâvâ-yi Hindiyye'de bu konuya geniş yer verilmiştir. [73]
Hemen şunu söyliyelim ki,
yukarıda belirtilen sünnetlerden birini terketmek mekruhtur. Bunlardan bir
kısmını şöyle sırahyabiliriz :
A) Suyu
şiddetle yüze çarpmak,
B) Sol el
ile ağıza ve buruna su vermek,
C) Avuçtaki
suyu değiştirmeden üç defa kullanmak,
D) Meshi su
ile üç defa tekrarlamak,
E) Önce sol
taraftan başlayıp yıkamak, bu cümledendir. [74]
Sahih rivayette
Resûlüllah (A.s.) Efendimiz buyurdular
«Sizden biriniz
abdestsiz olduğunda abdest almadıkça Allah onun hiç bir namazını kabul
buyurmaz.»[75]
Hâvi bu hadisi
naklettiğinde bir adam ona sordu :
— Ya Ebû Hüreyre!
Abdestsizlik nedir?
Cevap verdi : [76]
Yine Ebû Hüreyre
(R.A.)'nin yaptığı rivayette buyuruluyor ki : «Sizden biriniz karnında bir
şeyler hisseder de dışarıya bir şeyin çıkıp çıkmadığında müşkil durumda
kalırsa (yani şüphe ve tereddüde düşerse),
bir ses ya da koku duymadıkça mescidden çıkmasın.»[77]
Meni konusunda ise,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu konuda gereken açıklamayı yapmıştır. Nitekim
İbn Abbas (R.AJ diyor ki ;
«Mezyi'den dolayı
abdest almak, meni'den dolayı gusletmek gerekir.» Yine meyzi ve vedyi hakkında
İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet olunmaktadır : «Bu iki sıvıdan biri aktığında
tenasül aletini yıka ve namaz abdesti al.»[78]
Tenasül cihazından ya
da âletinden, çıkan yel abdesti bozmaz. Sahih olan görüş budur. Meğerki kadının
tenasül cihazı yırtılıp dü-bürle birleşmiş ola, o takdirde abdest alması
müstehabdır. Cevhe-re-i Neyyire ve Fetâvâ-yi Hindiyye'de de bu husus
açıklanmıştır.
İdrar sünnet olmadık
tenasül âletinden çıkıp fazla olan deri altında kalırsa, yine dışarı çıkmış
sayıldığından abdesti bozar. Sahih olan görüş budur. Bahrirâik kitabında da
ayni konu işlenmiştir. [79]
Çünkü eline ya da
pamuğa bu durumda pislik dokunmuş sayılır. Hatta bu konuda Şemsül-Elimme
El-Helvanî (R.A.) sadece dübürün dışarı çıkmasiyle abdest bozulur,
demiştir. Zahire kitabında da ayni
husus açıklanmıştır[80].
Şehvetle dışarı fışkıran
meni guslü, şehvetsiz ağır bir yük taşındığı ya, da yüksekçe bir yerden
düşüldüğü için dışarı çıkıp akan meni abdesti gerektirir. Nitekim gusül
konusunda bu husus daha detaylı açıklanacaktır. El-Muhit kitabında da ayni
husus açıklanmıştır. [81]
Meni şehvet nedeniyle
çıkar, kokusu ekşimiş hamiar kokusunu andırır, rengi kremidir. Mezyi de cinsel
konular düşünüldüğünde veya kadınla oynaştığında akar, şehvetle fışkırmaz,
rengi beyaza yakındır, Yumuşatıcı bir salgıdır. Bazen idrardan sonra da akar.
Kadından gelen meni de
şehvet nedeniyle akar, rengi sarımtıraktır. Erkekte olduğu gibi guslü gerektirir..
Fetâvâ-yi Hindiyye, Beda-yiussanayi', Fethulkadir, Bahrirâik ve İbn Abidîn'de
de ayni konu açıklanmıştır. [82]
Fetâvâ-yi Hindiyye ve
Ez-Züheyriyye kitaplarında da ayni'meseleye yer verilmiştir. [83]
Muhit-i Serahsî ve
Fetâvâ-i Hindiyye'de bu mesele açıklanmıştır.
Bu konu esas alınarak
şu genel kaide konulmuştur :
Dübürden içeriye
akıtılan her şey, dışarı çıktığı takdirde abdesti bozar. Çünkü konulan şey
pamuk bile olsa ıslanarak çıkar. Tabii yollardan çıkan yel, ıslaklık ve benzeri
şeyler mutlaka abdesti bozar. İsterse içeri sokulan şey tamamen girip
kaybolmasın, bu konuda hüküm değişmez. [84]
Vücudun herhangi bir
yerinden çıkan kan, irin, kanlı su ve benzeri bir akıntı, çıktığı yeri aşıp
etrafa yayılırsa, o takdirde abdesti bozmuş olur. Yaranın ucunda kalır, etrafa
yayılmazsa -bir kolaylık olmak üzere- abdesti bozmaz. Fethulkadir, Bahrirâik ve
Fetâvâ-yi Hindiyye'de bu meseleye yer verilmiştir. Serahsî'nin Muhitin'de yeterince
açıklanmıştır. En sahih olan görüş te budur.
Çıkan kan ya da irin,
yaranın başından büyür, ama etrafa yayılmayıp çıktığı yerde kalırsa, yine de
abdesti bozmaz.
Bir hastalık ya da
üetten dolayı çıkan kan, irin, kanlı su, yara akıntısı, meydana gelen bir
kabarcıktan akan su, göbek, göğüs, göz ve kulaktan yine illet sebebiyle çıkan
akıntı, en sahih görüşe göre hükümde eşittirler. [85]
Kulağa-akıtılan
herhangi bir yağ bir müddet içeride bekledikten sonra yine kulaktan akıntı
halinde çıkarsa abdesti bozmaz. Ayni yağ burundan da akarsa yine bozulmaz. [86]Ebû
Yusuf a göre bu ağızdan akıntı yapıp çıkarsa, abdesti bozar. Çünkü mideye ulaşmadan
ağızdan çıkması mümkün değildir. Mide ise necaset yeridir. Bu nedenle ona da
kusmuk hükmü verilir. Bu husus Serahsî'nin El-Muhit'in'de de açıklanmıştır.[87]
Buruna çekilen bir
ilâç yutkunma sonucu ağıza gelirse, bakılır, ağız dolusu ise abdesti bozar,
azsa bozmaz. Ayni ilâç kulaklardan çıkacak olursa bozmaz. Siracü'l-Vehhac ve
Fetâvâ-yi Hindiyye'de de bu mesele açıklanmıştır.
Bu konuda diyebiliriz
ki, gerek kulağa akıtılan, gerekse buruna çekilen bir ilâç bu iki organ
arasında bir menfez buluyorsa, konuyu kulak zarının patlak olmasıyla izah
edebiliriz. Başka türlü izahı mümkün değildir. Müctehid imamlar zamanında
anatomi (organlı varlıkların yapısını inceliyen bilim) yeterince
gelişmediğinden fıkhı konuların bir kısmında açıklanması zor bazı meselelere
yer verilmiştir. Ama buna rağmen biz, müctehidlerin bu ve benzeri meseleleri
ele alıp hükme bağlamasını bir bakıma Fıkh-i Farazî olarak kabul ediyor ve
saygı duyuyoruz. [88]
Kulaktan çıkan kan ya
da irin gibi bir akıntıya bakılır : Hiç bir ağrı sızı yokken akıp geliyorsa,
abdesti bozmaz. Aksi durumda ise bozar. Çünkü ağrı ve sızı ile birlikte meydana
gelen bir akıntının bir yaradan çıktığı açıktır. Şemsü'l-Eimme El-Helvanî'nin
fetvâsi de bu anlamdadır. Zahire, Tebyîn ve Siracü'l-Vehhac kitaplarında da
ayni mesele belirtilmiş ve yukarıdaki hükme bağlanmıştır.
Akıp ta tekrar tekrar
silinen kan :
İmam Muhamnıed (R.A.)
El-Asıl adlı kitapta diyor ki -.
«Yaradan kan çıkar da
az bir miktar olduğundan silinir, sonra yine çıkar yine silerse bakılır : Eğer
silinen kan kendi haline bırakıldığında akıntı yapacak, yani çıktığı yeri
aşacak oranda ise abdesti bozar. Aksi durumda ise bozmaz. Bunun gibi akan kan
üzerine kül ya da benzeri bir şey konulur, ama yine belirir, yine kül gibi bir
şey konulur ve birkaç defa tekrar ederse bakılır : Hepsinin toplamı akıntı
yapacak nisbette ise abdest bozulmuş sayılır. Zahire ve Fetâvâ-yi Hindiyye'de
de ayni husus açıklanmıştır. [89]
Ağızdan çıkan kana
bakılır : Tükrük ile eşit ölçüde ise abdest bozulur, daha az ise bozulmaz.
Çokluk, azlık ve eşitlik bu konuda tükrüğün rengiyle ölçülür. Kırmızılık üstün
geliyorsa, kanm daha çok olduğu, ya da eşit durumda bulunduğu anlaşılır.
Et-Tebyîn ve Fetâvâ-yi Hindiyye ile Bedayiussanayi' kitaplarında bu husus yeterince
açıklanmıştır. [90]
Abdestli olan kimse
bir şey ısırdığında, ya da dişlerine misvak sürdüğünde ışınlan veya sürülen
maddenin üzerinde kan kırmızılığı belirirse, akıntı yapacak kadar değilse
abdesti bozmaz. [91]
Yara sıkıldığında kan
çıkarsa abdest bozulur. Seçilen görüş budur. Meydana gelen bir kabarcığın
kabuğu açılır da .su, ya da kanlı-irinli su çıkıp akarsa bakılır : Alttaki
yaranın ucundan geliyorsa abdest bozulur, sadece kabarcık altındaki su ise
bozulmaz. Tabii bu kendiliğinden açılıp akıntı yaparsa böyledir. Kabarcığı
sıkarak suyunu çıkarırsa, bu, abdesti bozmaz. Çünkü akıntı kendiliğinden
çıkmamış, çıkarılmıştır. Hidâye ve Fetâvâ-yi Hindîyye'de de ayni görüş
benimsenmiştir. [92]
Sümkürüldüğünde
burundan bir mercimek tanesi büyüklüğünde pıhtılaşmış kan çıkarsa, abdest
bozulmuş sayılmaz. Daha büyük olursa, çoğu fakihlere göre abdest bozulur. El
Hulasa ve Fetâvâ-yi Hindiyye'de de ayni fetvaya yer verilmiştir. [93]
Kene ve benzeri
haşereden biri organlarımızdan birine yapışıp kan emerse bakılır : Kendisi
büyükçe bir şeyse ve içi de kan dolmuş-sa abdest bozulur. Aksi durumda ise
-sivrisineğin emdiği gibi- bozulmaz. Asalak ta böyledir. îyice emip dolmuşsa
abdest bozulmuş sayılır. Fetâvâ-yi Hindiyye ve Serahsî'nin Muhiti'nde de ayni
konu belirtilmiştir. [94]
Herhangi bir aletle
vücuttan alman kan, akıntı yapacak oranda ise abdest bozulur. O halde kan
merkezlerine gidip kan veren, ya da kan tehlili yaptırmak için kanı alman
kimsenin abdesti bozulmuş sayılır. [95]
Gözdeki bir
hastalıktan dolayı gözyaşı sık sık ya da devamlı akıyorsa, bunun kanlı, su ya
da irin olma ihtimali gözönüne alınarak bir çeşit özür sahibi sayılacağından
her vakit namazı için yeniden abdest alması gerekir. Et-Teybîn, Bedayi'-i
s-Sanayf ve Fetâvâ-yi Hindiyye'de bu mesele açıklanmıştır.
Yaranın başından çıkan
kurtçuk (parazit) abdesti bozmaz. El-Muhit'te de fetva böyle verilmiştir, [96]
Kusuntunun abdesti
bozacağına dair delil sayılacak bir hadîs tesbit edilememiştir : Müctehid
imamlar bu konuda kıyasa baş vurmuşlardır, diyenler olmuşsa da bu doğru
değildir. Hazreti Âişe (R.A.) Validemizden nakledilen ve sahih olduğu kabul
edilen aşağıdaki hadîsi İbn Mâce almış, Nasbu'r-Raye'de buna geniş yer verilmiş
ve sahih olduğu kesinlik kazanmıştır :
«Kim namazda iken
kusar ya da burnu kanarsa, hemen olduğu yerde bırakıp abdest alsın; sonra gelip
kaldığı yerden tamamlasın.»
Ayni hadîsi sonunda biraz
değişik ve ilâveyle Dare-Kutnî nakletmiştir.[97]
İster acı su olsun,
ister yenilen ve ekşiyip kabaran yiyecek olsun, ister su olsun, ağız dolusu
kusmak abdesti bozar. Ağız dolusu sayılabilmesinin sınırı şudur : Çıkan kusmuğu
ancak avucunu dayamak ve sıkıntı çekmekle durdurabiliyor, dışarı çıkmasını
böylece önlemeye çalışıyorsa, o takdirde ağız dolusu hükmünü taşır. Serahsî'nin
Muhitin'de ve Fetâvâ-yi Hindiyye ve Bahrirâik'de ayni hususa yer verilmiştir.
Bu kaideye dayanılarak
denilmiştir ki : Abdestli kimse içtiği suyu yine safi olarak dışarı çıkarır ve
bu da ağız dolusu olursa yine de abdesti bozulur. Siracü'l-Vehhac'da ayni
mesele işlenmiştir. [98]
Ağız dolusu balgam
kusan kimsenin bu balgamı her zamanki yerinden yani solunum kanalından ağız
yoluyla dışarı atılıyorsa, abdest bozulur mu?
Bu konuda müctehid
imamların farklı görüşleri vardır :
İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Muhammed'e göre, sözü edilen balgam baş nahiyesinden inip gelmişse abdest
bozulmaz. Mide nahiyesinden çıkıp gelmişse yine de böyledir. Ebû Yusuf'a göre
bu içinde yiyecekten bir şey bulunmadığı zaman böyledir. Ama içinde yiyecekten
bir şey bulunursa abdesti bozar.
îmameyn'in bu
konudaki «baş nahiyesi» ile
«mide nahiyesi»
tabirlerinden maksad,
solunum kanalından çıkıp boğazla burun menfezinin birleştiği nahiyede
toplanırsa, bu baş nahiyesinden gelmiş sayılır. Orada toplanmayıp yemek
borusuyla irtibat haline geçer ve öylece çıkarsa, bu da mide nahiyesinden
gelmiş sayılır. Çünkü balgam solunum kanalından akciğerlerden öksürükle çıkar.
Daha çok solunum sistemi bozukluğu olan kimselerde görülür. Balgamda kan
bulunması, kanın akciğerden geldiğini gösterir.
Diğer bir rivayete
göre, Ebû Yusuf çıkan balgamla birlikte ağız dolusu sayılacak midedeki maddeler
de çıkıyorsa, o takdirde abdest bozulur. Sahili olan da budur. [99]
Kusulan kan baş
nahiyesinden akıp geliyorsa, ittifakla abdesti bozar. Baş nahiyesinden maksad,
burun menfeziyle irtibatlı olan boğaz nahiyesidir. Kusulan kan pıhtılaşmış vaziyette
ise abdesti b'oz-maz Mideden geliyorsa, bakılır : Pıhtılaşmışsa, ittifakla
bozmaz, meğerki ağız dolusu ola; o takdirde bozar. Pıhtılaşmış değil de akıntı
arzedecek durumda ise, Ebû Hanife (R.A.)'ye göre bozar, isterse ağız dolusu
olmasın. Muhtar olan da budur. Tebyîn ve Fetâvâ-yi Hindiyye'de bu husus
belirtilmiştir. Fıkıhta söz sahibi ilim adamları bu fetvayı benimsemişlerdir.
Bedayide de bu husus açıklanmıştır. [100]
Bir defada gelmeyip
aralıklı olarak azar azar gelen ve toplamı bir ağız dolusuna varan kusuntu
abdesti bozar mı? İmam Muham-med'e göre bozar. En sahih olan da budur. Ancak
hepsi ayni sebebe dayanmalıdır. Değişik sebeplerden meydana gelen kusuntuların
toplamı ağız dolusu bile olsa abdesti bozmaz. Örneğin, mide bulantısı sonucu
kustuktan ve henüz bu bulantının verdiği sıkıntı geçmeden tekrar tekrar
kusarsa, bu durumda gelen kusuntuların sebebi ayni şeye dayanmaktadır. [101]
Çıkan şey abdesti
bozacak ölçü ve nitelikte değilse abdesti bozmaz. Az kusuntu, akıntı yapmayan
kan bu cümledendir. Sahih olan görüş budur. El-Kâfi, Et-Teybîn ve Fetâvâ-yi
Hindiyye'de de bu husus açıklanmıştır. [102]
Abdest bozan şeylerden
biri de mak'adm iyice yer tutmadığı vaziyette uyumaktır. Tabii ne durumda
olduğunu idrâk edemiyecek bir uyku kasdedümiştir, uyuklama değil.
Enes (R.A.)'nin naklettiği hadîste deniliyor ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin Ashabı yatsı namazını kılmak için (Mescid'de oturup) beklerlerdi,
bu arada kendilerine uyuklama gelirdi ve başları önlerine doğru sallanıp
hareket ederdi, sonra da abdest almadan kalkıp namazlarım kılarlardı.»[103]
Çünkü hepsi de
mak'adlarını iyice yere oturturlardı.
Şu'be tarikiyle
yapılan diğer bir rivayette ise şöyle deniliyor : «Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin Ashabını
(oturup) namaz beklerken
gördüm, (uyuklarken) bir kısmının
horultusunu bile duyduğum olurdu. Sonra abdest almadan kalkıp namaz
kılarlardı.»
Mak'adları iyice yere
oturtulduğundan abdestleri bozulmamıştır. Müctehid imamların tesbiti de bu
ölçü ve anlamda bulunuyor.
O halde ister namaz
içinde ister namaz dışında uzanıp uyumak abdesti bozan sebepler arasında
bulunuyor. Mezhep imamları bu hususta ittifak halindedir. Bunun gibi sol kalça
üzerine oturup iki ayağı sağ tarafta tutarak uyumak ta abdesti bozar. Buna
teverrük denilir. Sırtüsü uyumak ta böyledir. Bahrirâik, Bedayi' ve Fetâvâ-yi
Hindiyye'de de bu konu açıklanmıştır.
Mak'adi üzere oturup
bir şeye dayanarak uyuyan kimsenin ab-destinin bozulup bozulmadığı sununla
anlaşılır : Dayandığı şey çekildiğinde düşecek olursa, mak'adin yere iyice
oturtulmadığı dikkate alınarak abdestinin bozulduğuna hükmedilir. Düşmediği
takdirde abdest almasına gerek yoktur. Sahih olan ictihad ve görüş budur[104].
Ayakta uyuklayan ve
fakat yere düşme durumu olmayan kimsenin abdesti bozulmuş sayılmaz. Çünkü
ayakta durabilmesi şuurunun yerinde olduğunu göstermektedir. At üstünde veya
yüklü bulunan biniti üzerinde uyuklayıp şuuru yerinde olan kimsenin de abdesti
bozulmaz. Çünkü eyer ya da yük üzerine kapanmadığı veya yere düşmediği, onun
tamamen kendinden geçmediğini göstermektedir.
[105]
Rükû' ve secdede
uyuklamak'da abdesti bozmaz. Çünkü o vaziyette kendini tutması, şuurunun
yerinde olduğunu göstermektedir. Ancak namaz dışında secde durumunda olan
kimsenin bulunuş şekline bakılır.[106] Tam
sünnet biçiminde bulunuyor, yani karnını uyluklarından ayırmış ve arada boşluk
meydana gelmiş, kolları da yerden kalkık vaziyette ise, abdesti bozulmamış
sayılır. Aksi halde yeniden abdest alması gerekir. Bahrirâik, Bedayi',
Fethulkadîr ve Fetâvâ-yi Hindiyye'de de bu husus belirtilmiştir.
Zahir rivayete göre,
belirtilen durumlarda uyku ağırlığının bastırıp uyuklamaya zorlaması ile, bile
bile uyumak arasında fark yoktur Ancak İmam Ebû Yusuf'a göre, bile bile
uyuyanın herhalde ab-desti bozulmuş sayılır Fakat sahih olan diğer imamların
görüşüdür. El-Muhit'te de böyle açıklanmıştır.
[107]
Yatar vaziyette olan
hastanın uyuması, sahih kavle göre abdesti bozar. Muhit, Tebyîn, Bahrirâik,
Fethulkadir ve diğer kaynak, eserlerde de ayni husus belirtilmiştir. Fetva
buna göredir.
Oturak vaziyette
uyuklarken ya da uyurken safa sola sallanıp eğilim gösteriyorsa, Şemsüleimme
Helvanî'ye göre, makadm yere iyice oturtulması dikkate alınarak abdestinin
bozulmadığına hükmedilir. Kadıhan Fetâvâsı'nda da bu meseleye yer verilmiştir.
Mak'adi üzerine
otururken uyur ve bu nedenle öne ya da yanlara doğru düşerse, bakılır : Henüz
yere kavuşmadan uyanır da kendini toparlarsa abdesti bozulmaz. Düşüp biraz
kaldıktan sonra uyanırsa, yani yere iyice düşüp temas sağlandıktan sonra
uyanırsa, abdesti bozulmuş kabul edilir.
Bağdaş kurarak ya da
iki ayağını bir tarafa serip mak'adini iyice yere oturtarak uyuyan kimsenin de
abdesti bozulmaz. Hulasa, Be-dayi' ve Fetâvâ-yi Hindiyye kitaplarında bu husus
açıklanmıştır. [108]
Çıplak hayvan üzerinde
uyuyan kimse, yokuş çıkıyor veya düz bir yolda bulunuyorsa abdesti bozulmaz.
İniş halinde ise abdesti bozulur. Serahsî'nin el-Muhit'inde ve Fetâvâ-yi
Hindiyye'de bu mesele açıklanmıştır.
Palan ve semer
üzerinde uyumak da abdesti bozmaz. [109]
Uzanık bir vaziyette
uyuklamak ağır ya da hafif nitelikte olabilir : Ağır nitelikte ise abdest
bozulur, hafif ise bozulmaz. Bunun ölçüsü ise şöyledir : Yanında konuşulanı
işitiyorsa uyuklama hafif nitelikte kabul edilir. İşitmiyor, ne denildiğini
anlamıyorsa ağır nitelikte sayılır. Serahsî'nin El-Muhit'inde, Zahire ve
Fetâvâ-yi Hindiyye'de de böyle açıklanmıştır.
[110]
Baygınlık az sürsün,
çok sürsün mutlaka abdesti bozar. Cinnet getirmek, kendinden geçer derecede
sarhoş olmak ta böyledir. [111]
Kahkaha, bu, hem
kendisinin, hem çevresindekilerin duyacağı şekilde gülmektir. Normal gülmek ise
kendisi duyacak ölçüde olanıdır, demiştir.
Rükû' ve secdeleri
olan her namazda kahkahayla gülmek hem namazı, hem de abdesti bozar. Bu
Hanefilere göredir. Diğer mezhepler bu konuda aksi görüş ve ictihaddadırlar.
Hanefiler bu konuda şu
hadise dayanmışlardır : Ebû Musa (RA.l diyor ki : Bir ara Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz cemaate namaz kıldırıyordu. Bu arada gözleri iyi görmeyen bir adam
Mescid'e girerken ayağı bir çukura girdiği için yere düşüp yuvarlandı.
Cemaatten bazısı kendini tutamıyarak kahkahayla güldü. Namaz bitince
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz : -Namazda
kahkaha ile gülenler hem abdestlerini, hem namazlarını yenilesinler, yani yeniden
abdest alıp namaz kılsınlar.»[112]
Nitekim El-Fıkhı
Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa kitabında da bu husus açıklanmıştır. El-Muhit'te buna
yer verilmiş ve gereken izah yapılmıştır.
Kahkaha ile gülmek
ister kasden, ister unutularak ya da yanılarak meydana gelsin fark etmez.
El-Hulâsa'da da böyle denilmektedir. [113]
Namaz dışında
kahkahayla gülmek abdesti bozmaz. Çünkü bu hususta hiç bir hadîs vârid
olmamıştır.
Namazda normal ölçüde
gülmekk, sadece namazı bozar. Tebessüm
ise ne namazı, ne de abdesti bozar. Ne var ki bu gibi davranışlar namazın
faziletini düşürür. İlâhi huzurun büyük yücelik ve kud-siyetini idrâk ederek
tam bir edep için durmak gerekir. [114]
Bu ikisi de tam
anlamıyla rükû' ve secdeli olmadığı için, kahka-ıa yapılan ibâdeti hükümsüz
bırakır, fakat abdesti bozmaz. Çünkü bu hususta da bir delil mevcut değildir.
Fetâvâ-yi Kadihan ve Fetâ-va-yi Hindiyye'de de ayni meseleye yer verilmiş ve
gerekli açıklama yapılmıştır.
Henüz erginlik çağma
girmemiş çocuğun namazda kahkahayla gülmesi abdestini bozmaz. El-Muhit ve
Fetâvâ-yî Hindiyye'de bu konu aynen belirtilmiştir.
İmâ (baş-göz işareti)
ile veya binit üzerinde nafile yada bir özürden dolayı bu vaziyette farz kılan
kimsenin rükû ve secdeleri işaretle yerine getirildiğinden bu vaziyette
kahkaha ile gülecek olursa, namazı ve abdesti bozulur mu?
Aslında bu namazlar
rükû ve secdeli olduğundan, her ne kadar bir özürden dolayı baş işaretiyle
de kılınsa yine de namaz ve ab-dest
bozulmuş sayılır. Fethulkadîr, Bahrirâik ve Fetâvâ-yi Hindiyye'-,de de ayni
husus belirtilmiştir. [115]
Teyemmüm abdest yerine
geçen bir ameliye olduğundan, bu vaziyette namaz kılarken kahkahayla gülen
kimsenin hem namazı, hem teyemmümü bozulmuş sayılır. Ancak cünüplüğti kaldırmak
için yapılan teyemmüm bozulmaz.
Tatarhaniyye ve
El-Muhit kitaplarında da bu husus açıklanmıştır. [116]
Abdesti bozan
sebeplerden biri de kişinin kendi karısıyla (tabii yabancı bir kadınla da)
aşırı derecede oynaşmasıdır. Bunun ölçüsünü şöyle sınırlayabiliriz : Çıplak
teni birbirine dokundurmak tenasül organlarını birbirine sürtmek ve benzeri
davranışlarda bulunmak bu cümledendir. Bu, İmam A'zam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû
Yusuf-un görüş_ve içtihadıdır. İstihsana dayanmaktadır. İmam Muham-mtd'e göre
bu durumda abdest bozulmaz. Bu da kıyasa dayanmaktadır.
İmam Muhammed (R.A.)
bu konuda hem kıyas yapmış, hem de Hazreti Aişe (R.A.Î 'nin şu rivayetini
dikkate almıştır :
— Peygamber (A.S.)
oruçlu iken beni öptü ve şöyle buyurdu : «Şüphesiz ki öpmek ne orucu, ne de
abdesti bozar.»[117]
Fetva daha çok İmam
Muhammed'in kavline göre verilmiş ve daha sahih kabul edilmiştir. El-Yenabi' ve
Tatarhaniyye'de de ayni husus açıklanmıştır. İki tarafın da abdesti bozulmuş
sayılmaz. El-Mu-hit'te de bu mesele açıklanmıştır. [118]
Bu konuda mezheplerin
farklı görüş ve ictihadları olmuştur : İmam Şafii'ye göre, elin ayası parmak
içleri de dahil olmak üzere tenasül organına dokunursa abdest bozulur. İmam
Ebû Hanîfe'ye göre bozulmaz. Maliki ve Hanbelî mezhepleri de Şafiî'nin
görüşündedir. [119]
«Elini tenasül aletine
dokunduran kimse abdest almadıkça namaz kılmasın.»[120]
Amr bin Şuayb'in
babasından yaptığı rivayette ise şöyle buyrulmuştur : «Herhangi bir adam
tenasül aletine elini dokundumrsa abdest alsın ve herhangi bir kadm da elini
tenasül cihazına dokundurursa abdest alsın.»[121]
Bunun aksine Ahnafın
yaptığı rivayete göre, tenasül organına el dokundurmak abdesti bozmaz. Anhaf bu
konuda şu hadîse dayanmaktadır.
Bir adam Peygamber
(A.S.) Efendimize sordu :
— Ya Resûlellah! dedi.
Elini tenasül organına dokunduran adama abdest gerekir mi?
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz cevap verdi :
— «Hayır, çünkü bu
organ da ancak senden bir parçadır.»
Eunu da beş muhaddis
rivayet etmiş ve İbn Hibbân da sahih olduğunu tesbit etmiştir. [122]
Cumhura göre, deve,
sığır, koyun ve keçi gibi eti yenen hayvanların etini yedikten sonra abdest
almak gerekmez. Yani bu durumda abdest bozulmuş sayılmaz.
Câbir bin Semure
(R.A.)'nin rivayet ettiği şu hadîsi cumhur se-ned olarak almamıştır :
— Bir adam, Peygamber
(A.S.) Efendimizden sordu; dedi ki : Ya Resûlellah! Koyun, keçi etini yedikten
sonra abdest alayım mı? Resûlallah (A.S.î Efendimiz şu cevabı verdi : «Arzu
edersen abdest alabilirsin, arzu edersen almıyabilirsin..» Sonra adam dedi ki :
«Ya deve eti yedikten sonra...?» Buyurdu ki : «Evet, onu yedikten sonra abdest
al..» [123]Müctehid İmamlar bunu
sened olarak almamıştır. [124]
Abdest alırken şüpheye
düşen kimse bakar : Eğer bu tür şüpheler sık sık vaki oluyorsa, buna aldırış
etmez. Abdestini şüpheyi atarak tamamlar. Abdest aldıktan sonra şüphe vaki
oluyorsa, artık buna itibar edilmez
Abdestli iken
abdestinin bozulduğunda şüpheye düşen, abdestli kabul edilir, bu şüpheye yer verilmez.
Abdestsiz iken abdest alıp almadığında şüpheye düşen kimse ise abdestsiz
sayılır..
Nitekim bir adam
Resûlüllah CA.S.) Efendimize gelerek, namazda kendisinden bir şey çıktığından
şüphelendiğini söyledi. Resûlüllah (A.SJ ona : «Bir ses ya da koku duymadıkça
namazı bırakıp ayrılma..» diye cevap verdi. Yani kesinlikle bozulduğunu
hissetmedikçe şüpheyle amel etme, demektir.[125]
Küçük ve büyük tabii
ihtiyacı giderdikten ve iyice temizlendikten sonra kollar dirseklerden,
yukarıya kadar sıvanır. İbrik sol tara-fa konur. Musluk başında bulunuyorsa
musluğu sağa ya da sola almaya gerek yoktur. Durulan yer elverişliyse kıbleye
yönelir. Önce iki elini bileklere kadar üç defa iyice yıkar, dar yüzük varsa oynatır,
parmakları birbirine geçirerek ara yerlerinin iyice yıkanmasına özen gösterir.
tabii başlarken euzü- besmele çeker ve sonra sağ eliyle ağzına su verir ve
iyice çalkaladıktan sonra suyu dışarı atar, bunu üç defa tekrarlar. Sonra yine
sağ eliyle su alıp burnuna üç defa çeker, her defasında hem yeni su alır, hem
burnunu sol eliyle sümkürerek iyi bir temizlenmeyi sağlamaya çalışır. Sonra iki
ele su alıp saç bitimi smır kabul edilerek yukarıdan aşağıya doğru kaydırılarak
yüze su dokundurulur ve çene altına kadar suyun dokunmasına .kulak
yumuşaklarına kadar ulaşmasına, sakal, bıyık ve kaşların altına suyun
geçmesine dikkat edilir. Daha çok sakal çene altından parmaklarla aralanır ve
bu yıkama üç defa ayni ölçü 've biçimde tekrarlanır. Sonra sağ ele su alınarak
dirsek dahil olmak üzere yıkanır, kuru yer kalmasın diye ovulur ve bu yıkama üç
defa ayni ölçü ve biçimde yeni su ile tekrarlanır. Sonra ayni ölçüde sol el
dirsekle birlikte yıkanır. Sonra yeni su ile iki.el ıslatalarak ön kısmından
başlanarak başın tamamı meshedilir. Mesih tekrarlanmaz sadece bir defa yapılır.
Islaklığı taze olarak duran parmak uçlarıyla kulaklar içli ve dışlı meshedilir,
mümkünse serçe parmaklar kulak deliklerine sokularak temizliğe özen
gösterilir. Yine ıslaklığı taze olarak duran elin dış kısmıyla boyun
meshedilir.
Bu düzenle devam
edilerek sıra ayakları yıkamaya gelir. Önce sağ ayağın parmak uçlarından
başlanarak topuklarla birlikte iyice ovularak yıkanır ve parmak aralarına serçe
parmakla dokunularak iyi bir temizlenme sağlanır. Sohra ayni biçimde sol ayak
yıkanır. Tabii her organı yıkarken ya belirtilen dualar okunur, ya da Ke-lime-i
Şehadet getirilerek yetinilir. Abdest bitince sağ ele su alınıp ayakta içilir.
Kerahet vakti değilse iki rek'at nafile namaz kılınır. Abdestten sonra yukarıda
belirtilen duaları bilenlerin okunması tavsiye edilir. Hanefiler ıslak
organları temiz bir havlu ile kurulariar Şafiîlere göre ise kurulanmaması
tavsiye edilmiştir.
Guslün farziyeti,
Kitap, Sünnet ve İcmâ' ile sabit olmuştur. Bu nedenle dört mezhep
müctehidlerinin hepsi bunun vücubu hakkında hiç bir farklı görüş ortaya
koymamıştır. [126]
[1] Müslim - Tinnizi - Ahmed bin
Hanbel: Ebû Mâlik el-Eş'ari (R.A.)'den.
[2] Mâide sûresi âyet : 6.
[3] Ebû Davud-îbn Mâce: Ebû
Hüreyre 'den.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/ 7-8.
[4] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/ 8.
[5] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/ 9.
[6] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/9.
[7] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/9-10.
[8] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/ 10.
[9] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/ 10.
[10] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/ 10.
[11] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/ 11.
[12] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/ 11.
[13] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/ 11.
[14] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/ 11.
[15] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/11.
[16] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/11.
[17] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/11-12.
[18] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/12.
[19] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/12.
[20] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/12-13.
[21] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/13.
[22] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/13-14.
[23] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/14.
[24] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/14.
[25] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/14.
[26] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/15.
[27] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/15.
[28] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/15.
[29] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/15-16.
[30] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/16.
[31] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/16-17.
[32] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/17.
[33] Buharı - îbn Mâce - Ahmed bin
Hanbel..
[34] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/17.
[35] Bedayi-i s-Sanayi': Abdest
konusu.
[36] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/17-18.
[37] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/18.
[38] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/18.
[39] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/18.
[40] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/18-19.
[41] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/19.
[42] İslâm Fıkhında birincisine
Sünnet-i Hüdâ. ikincisine Sünnet-i Zaide, denilir.
[43] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/19-20.
[44] Mâlik - Şafii - Beyhaki -
Hâkim : Ebû Hüreyre (R.A.)'den.
[45] Ahmed bin Hanbel - Nesâi -
Tirmizi: Âişe (R.A,)'den.
[46] Ahmed bin Hanbel - Tirmizi -
Ebû Dâvud.
[47] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/20-21.
[48] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/21-22.
[49] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/22.
[50] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/22.
[51] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/22-23.
[52] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/23.
[53] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/23.
[54] Ebû Davud - TahavL: Mikdam
bin Ma'dikerib (R.A.)'den.
[55] Ahmed bin Hanbel-Ebû Dâvud:
İbn Amir (R.A.)'den.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/23-24.
[56] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/24.
[57] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/24.
[58] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/24.
[59] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/24-25.
[60] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/25.
[61] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/25.
[62] Buharı - Müslim : Âişe
(R.A.)'dan..
[63] Ahmed bin Hanbel-Ebû Dâvud -
Tirmizi - Nesâi: Ebû Hüreyre
(R.A.)'den.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 1/25-26.
[64] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/26.
[65] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/26-27.
[66] Nesâi-lbn Sünni: Ebu Musa
el-Eş'ari'den.
[67] Müslim : Ömer (R.A)'den..
[68] Taberânî : El-Evsat'ta rivayet
etmiş, ravilerinin hepsi de sıkadır.
[69] Buhari - Müslim : Ebû
Hüreyre (R.AJ'den.
[70] Müslim - Ebû Davud - îbn
Mâce - tbn Huzayme : Akabe bin Amir (R.A.) 'den.
[71] Buharî - Müslim : Osman bin
Afvan (RA)'den.
[72] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/27-30.
[73] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/31.
[74] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/31.
[75] Buharı - Müslim : Ebû
Hüreyre (R.A.)'den..
[76] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/31-32.
[77] Sahih-i Müslim : Ebü Hüreyre
(R.A.)'den.
[78] Beyhaki Sünen'de rivayet
etmiştir.
[79] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/32.
[80] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/32-33.
[81] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/33.
[82] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/33.
[83] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/33.
[84] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/33.
[85] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/33-34.
[86] Kulağa akıtılan yağ ve
benzeri bir sıvının -kulak zarı delik ya da patlak olmadığı takdirde- burundan
akmasına imkân yoktur. Çünkü bu iki organ arasındaki menfez kulak zarıyla
kapalıdır.
[87] Bu ictihad muhterem olmakla
beraber, anatomiye uygun değildir.
[88] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/34.
[89] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/35.
[90] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/35.
[91] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/35.
[92] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/35-36.
[93] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/36.
[94] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/36.
[95] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/36.
[96] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/36.
[97] Geniş bilgi için bak :
Nasbu'r-Bâye Zeylâi : C. 1/38.
[98] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/36-37.
[99] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/37-38.
[100] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/38.
[101] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/38.
[102] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/38.
[103] Müslim - Ebü Dâvud –
Tirmizi.
[104] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/38-39.
[105] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/39.
[106] Tirmizi..
[107] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/39-40.
[108] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/40.
[109] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/40.
[110] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/40.
[111] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/41.
[112] Taberâni . Ebû Musa.
(R.A.)'dan.
[113] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/41.
[114] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/41.
[115] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/42.
[116] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/42.
[117] îshak bin Rahaveyh - Bezzar
Sened-i ceyyid ile rivayet etmiştir. Abdülhak de, bunu terketmeyi gerektiren
bir illet bilmiyorum, demiştir. Yani hadis sahihtir.
[118] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/42-43.
[119] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/43.
[120] Bu hadîsi Kütüb-i Sitte'den
beşi rivayet etmiş, Tirmizi sahih kabul etmiş. Buharî de -Bu konuda en sahih
rivayet budur- demiştir. Malik, Şafii ve Ah-med bin Hanbel de bunu rivayet
etmişlerdir.
[121] Ahmed bin Hanbel : Sahih
isnadla.
[122] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/43-44.
[123] Ahmed bin Hanbel - Müslim :
Câbir bin Semure (R.A.)'den.
[124] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/44.
[125] Tirmizi'nin dışında diğer
Sünen sahipleri bunu rivayet etmiştir.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/44.
[126] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/44-45.