AV BAHSİ 2

Canlı Av Vasıtaları Hakkında Bir Fasıl 2

Ava Atış Etme Hakkında Bir Fasıl 5


AV BAHSİ

 

Av, avlanan hayvana şümulü vardır. Avlama, Harem dışında ih­ramda olmayan kişi için mubahtır. Çünkü Allah Teâlâ:«İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. -([1]) ve;«Ihramlı bulunduğunuz sü­rece kara avı size haram kılınmıştır.» ([2]) buyurmuştur. Peygamber .Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-seîâm) de, Adiy bin Hatem s t - T a (Radıyallahü anh) 'ye : 'Eğitilmemiş köpeğini salıverdiğinde üzerinde'besmele çekmişsen ye. Eğer köpek avdan yemiş ise yeme. Çünkü kendine avlamıştır. Eğer avı yakalamada köpeğinle başka bir köpek katılmışsa yeme. Zira sen kendi köpeğin üzerinde besmele çekmişsin, başkasının köpeği üze­rinde besmele çekmemişsin ([3]) şeklinde izahat vermiştir. Avlamanın mubah olması hakkında icmâ1 vardır, öte yandan av, bir nev'i kesb olup avlanma için yaratılmış hayvanlardan faydalan­maktır, îlâhi emirlerle mükellef olan insanoğlu, avlama ile hayatını idâme ettirebilme ve mükellef olduğu teklifleri yerine getirme imkâ­nına sahip olur. Bunun için odunculuk gibi mubahtır. Sonra sade­dinde olduğumuz bahis, iki faslı ihtiva etmektedir:Birinci fasıl, canlı vasıtalarla avlamayı, ikinci fasıl, atışla avlamayı açıklamaktadır.[4]

 

Canlı Av Vasıtaları Hakkında Bir Fasıl

 

(Eğitilmiş köpek, pars, şahin ve şâir av hayvanları ile avlamak caizdir. Cami-üs-Sağir'de eğitilen yırtıcı hayvan ve pençeli kuşlarla yapılan avlamada bir beisin bulunmadığı ve bunların dışındaki hay­vanlarda bir hayrın bulunmadığı ancak avın kesilmesi gerekeceği açıklanmıştır.) Bu husustaki delil, Alîah Teâlâ'nın :

»De ki: Size temiz olanlar helâl kılındı, Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanlann sizin için tuttuklaruu yeyin.» ([5]) emirleridir. Âyeti kerimede geçen «avcı hayvanlar, •tüm yırtıcı hayvanları kapsamaktadır. İmam Ebû Yûsuf, bunlardan aslan ve ayıyı istisna et­mektedir. Çünkü bu ikisi başkası için çalışmazlar. Arslan yiğitliğin­den, ayı da hasisliğinden yapmazlar. Bâzı âlimler, Dölengeç kuşunu da bu tipten adetmı^ler. Domuz ise necis-ül-ayn olduğu için müstes­na tutulmuştur. Ve ondan faydalanmak caiz değildir. Sonra yukarı­da geçen nasslar, a .ti hayvanlarının eğitilmesinin şart olduğunu ifâ­de etmektedir. Çünkü avcı hayvan olabilmeleri için, eğitilmiş olma­ları gerekir ki, avcı olan sahibine çalışmış olsun. Bu durumda sahibi, onu salıverdiğinde hemen gider ve yakaladığı avı sahibine verir. (Kö­peğin eğitilmiş sayılması, yakaladığı avı, üç defa yemeden bırakmış olması, şahinin eğitilmiş sayılması da çağırıldığında dönüp icabet et­mesiyle bilinir.) Bu, İbni Abbas (Radıyallâhü anh)'dan me'-surdur. Ayrıca şahinin vücudu vurmayı tahammül etmez, köpeğin vü­cudu ise, tahammül eder. Dolayısı ile avı bırakmak için köpeğe vu­rulabilir, öte yandan eğitilmiş olmanın alâmeti, yakalanan avın bı­rakılmasıdır. Şahinin tabiatında yabanîlik ve ürkeklik olduğu için sa­hibinin isteğine icabet etmesi, eğitilmiş olduğuna alâmet olur. Köpek ise, zorla yakalama ve yağmalamaya alışkındır. Onun için eğitilmiş sayılmasının alâmeti, yakaladığı ve kontroluna aldığı avı, yemeden bırakmasıdır.

Sonra iki imam ve İmam Ebû Hanife' den bir riva­yete göre: Köpeğin eğitilmiş sayılabilmesi için en az üç defa yaka­ladığı avı yemeden sahibine teslim etmesi şarttır. Çünkü üç defadan az bir - iki defa bırakması, tok olması veya başka bir sebepten kay­naklanabileceğinden alışkın olmama ihtimâlini artırır. Ama üç defa bırakması, artık alışkın hâle geldiğine delâlet eder. Zira üç, deneme ve mazeretler için konulmuş bir sayıdır. Tıpkı alım - satımlardaki üç günlük muhayyerlik hakkı süresi gibi. Üç sayısı, H z . Musa ve H z. Hızır (Aleyhisselâm) gibi mümtaz kişilerin kassalannda da bir ölçü olarak geçmektedir. Öte yandan çokluk, bir şeyin bilin­mesi üzerine emaredir azlık emare değil. Çoğul, çoktur ve en azı üç­tür (arapçada). Onun için üç ile takdir edilmektedir.

imam Ebû Hanife'ye göre asılda zikredildiği üzere av­cının, avcı hayvanın alışkanlığına kanaati oturmadıkça, hayvan alış­kın ve eğitilmiş sayılmıyacaktır. Ve üç defa bırakması, ölçü kabul edilmiyecektir. Çünkü takdir olunan şeyler içtihatla bilinmez, nassa dayanmalıdır. Bu konuda bize ulaşmış bir nass bulunmadığına göre söz konusu durum, hayvanı deneyen ve çalıştıranın görüşüne bıra­kılır. Nitekim takdir edilen şeylerde İmam Ebû Hanife' nin dayandığı temel budur. İmam Ebû Hanife' den alman bi­rinci rivayete göre avcı hayvanın üçüncü defasında yakaladığı hay­vanın yenmesi helâldir. İki imama göre ise, helâl değildir. Çünkü on­lara göre avcı hayvan, ancak üç defa yakalayıp bıraktığı takdirde alışmış sayılır. Alıştırma tamamlanmadan önce alışmış sayılmaz. O halde avcı hayvanın üçüncü yakalayışında yakalanan av, câhil avcı hayvanm avı sayılır. Ve tıpkı efendinin sükûtu hâlinde kölesinin ta­sarrufa başlaması gibi olur.

İmam Ebû Hanife de diyor ki avcı hayvanın üçüncü yakalayışı ve bırakışı, alışkanlığının alâmeti olur. Ve aynı zamanda yakalanan av, alışkın avcı hayvanın avı olur. Yukarıda geçen köle tasarrufunun durumu ise, başkadır. Çünkü izin ilâmdır. Kölenin ha­beri olmadan bu ilâm gerçekleşemez. Ve ancak tasarruftan sonra bi­linmiş olur.

Adiy bin Hatem (Radıyaîlâhü anh) ile ilgili rivayet edi­len hadis gereğince (Eğitilmiş köpeğini veya şahinini salıverirken besmele çekerse ve salıverilen avcı hayvanı yakaladıktan sonra av ölürse, yenmesi helâldir.) Öte yandan köpek veya tazı meselâ âlettir­ler. Kesim için sâdece âlet yeterli değildir. Ancak âlet kullanacak ki­şiye lüzum görülmektedir. İşte eğitilmiş hayvanların salıverilmesi, âletin kullanılması demektir. Tıpkı yaralayıcı âletin atışı ve bıçağın boyun üzerinde gezdirilmesi gibi Onun için hayvanı salıverirken bes­melenin çekilmesine lüzum vardır. Şayet unutarak besmele çekme­se, daha önce zebaih bahsinde açıkladığımız üzere yine helâldir. Ama besmeleyi kasden terk ederse haram olur. Zahir rivayette açıklandı­ğına göre : İztirari kesimin gerçekleştirilmesi için vücudun neresinde olursa olsun kullanılan âlet tarafından bir yaranın açılması gerekir. Zahir rivayete göre: -Öğreterek yetiştirdiğiniz yaralayıcı hay­van» ([6]) âyetinde yaralamanın şart olduğuna dâir işaret vardır. Çünkü bir te'vilde cevarih kelimesi, cerh (yara) ten türemiştir de­nilmektedir. Ve o da yara manasınadır. O zaman her iki yorum ara­sında telif yapılırsa «Avcı hayvanlar, avı dişleri ve pençeleriyle ya­ralayıp kendi hükmüne geçiren hayvanlardır» denilecektir. Ve iki yorum arasında bir zıtlık söz konusu olmaz. Aynı zamanda te'lif hâ­linde kesinliğe tutunmak vardır.

İmam Ebû Yûsuf'a göre yaralamak şart değildir. Bu­nu demekle birinci yorumu desteklediği anlaşılır.

îmam Ebû Yûsuf un bu görüşüne karşılık cevabı, bi­raz önce açıkladık. Ve dedik ki iki yorum arasında zıtlık yoktur bilâ­kis kesinliğe tutunmak vardır. (Eğer avdan köpek veya pars yese, av yenmez. Ama şahin yerse yenir.) Aralarındaki farkı eğitim alâmetlerinde açıkladık. Nitekim alışkanlıklarına dâir alâmetleri A d i y' le ilgili rivayet ettiğimiz, hadisle te'yit edilmektedir ve aynı zamanda İmam-ı Mâlik ile İ m a m -1 Şafiî' nin eski görüşüne karşı delil olmaktadır. Onlara göre köpek tarafından bir kısmı yenen av mubahtır. (Eğer köpek bir kaç avj yakalayıp yemese daha sonra yakaladığı avdan yese, son av yenmez.) Zira köpeğin avdan yemesi, eğitilme-mişliğine alâmet olur. Ve daha sonra yakahyacağı avlar da, vâki ih­tilâf üzerine köpek eğitilinceye kadar yenmez. Daha önce yakaladığı avlar ise, yenmiş olanlarda haram olma durumu açıkça görülmez. Zira haram olmanın taallûk ettiği yer yoktur. Avcının ele geçirip ko­ruma altına alamadığı yakalanmış ve çölde bırakılmış avlar ise, itti­fakla haram görülmüştür. Evde koruma altına alınan da, imam Ebû Hanife'ye göre haramdır. İki imam ise, şöyle diyorlar: Köpeğin avdan yemesi, eğitilmemişliğine alâmet değildir. Çünkü sa­nat bazen unutulabilir, öte yandan evde koruma altına alman avlar hakkında içtihat edilmiş ve hüküm kılınmış durumdadır. Böylece iç­tihat, benzeri bir içtihatla bozulmaz. Ve asıl gaye birinci içtihatla ger­çekleşmiştir. Ama koruma altına daha alınmamış yakalanmış durum­daki av ise, gaye, her yönü ile gerçekleşmiş sayılamıyacağından san­ki daha yakalanmamış gibi değerlendirilir. Ve onu ihtiyaten haram addediyoruz. İmam Ebû Hanife diyor ki: Köpeğin yakaladığı avdan yemesi, eğitilmemişliğine alâmettir. Çünkü sanat kökünden unutul­maz. Köpek, yakaladığı avdan yiyince daha alışkanlığı kesbetmediği ve daha önceki yemeyişi, tokluğundan kaynaklanmış olduğu belir­lenmiş olur. Ve içtihat da, gaye gerçekleşmeden önce değişebilir. Zi­ra gaye avın yenmesidir. Bu itibârla konumuzla ilgili içtihat duru­mu, tıpkı Hâkim'in daha hüküm vermeden önce değişen içtihadı gibi olur. (Şayet bir doğan kuşu, sahibinden kaçarsa ve biraz durduktan sonra ava başlarsa av yenmez.) Çünkü edindiği eğitim ve alışkanlığı terk etmiş olur. Binâenaleyh, avından yiyen köpek hakkında olduğu gibi, eğitilmemişliğine hüküm verilir, (Eğer köpek, yakaladığı avın kanından yiyip etinden yemezse, söz konusu avın eti yenir.) Çünkü avı kendi sahibi adına yakalamış olur. Aynı zamanda kendine yara­yan kanı yemesi ve sahibine yarayan eti yememesi, onun için büyük bir maharet işareti olur. (Şayet biri, eğitilmiş köpekten avı aldıktan sonra avın bir parça­sını atarsa, köpek te atılan parçayı yerse, geride kalan kısım yenir.) Zira atılan kısım, avın cümlesinden sayılmaz. Tıpkı köpeğe atılan baş­ka bir yiyecek gibi. Keza köpek atlayıp avı avcının elinden kaptıktan sonra bir kısmını yerse yine yenir. Çünkü asıl şart olan, avı yakala­dıktan sonra yemeden bırakmasıdır. Onun için yakaladığı avdan ye­miş sayılmaz. Tıpkı sahibinin koyununu kapması gibi. Ancak kapıp yediği avın hükmü, koruma altına alınmış durumda ise, böyledir. Eğer daha koruma altına alınmamışsa durum değişir. Çünkü o sırada da­ha yeni yakalamış av gibi değerlendirilir.

(Eğer avcı hayvan, avı yakalayıp bir parçasını kopararak yese, daha sonra tekrar yakalayıp öldürdükten sonra yemezse, söz konusu avdan yenilmez.) Zira avdan yendiği için av, eğitilmemiş bir avcı hay­vanın avı sayılır.

(Şayet avcı köpek, takip ettiği avdan bir parça koparıp yemeden atarsa, takip neticesinde avı öldürüp ondan yemese ve sahibi avı al­dıktan sonra köpek, avdan kopardığı parçayı dönüp yese, söz konusu av yenir.) Çünkü bu durumda avdan bizzat yese dahi zarar vermez. O halde avdan ayrı ve sahibi için helâl olmayan parçanın köpek ta­rafından yenmesi, avın yenebilmesine halel getirmemekte daha ev­lâdır, önceki misâlde durum değişikti. Çünkü köpek daha avlarken avdan yemiş olurdu. Dolayısı ile eğitilmemiş köpek muamelesine tâbi tutulurdu. Aynca takip edilen avdan parça koparmak, bazen yemek için olur, bazen de avın direncini azaltmak üzere av hilesi olur. Bu itibarla av yakalanmadan önce avın bir parçası, avcı hayvan tara­fından yenirse, yakalanacak av yemek için yakalanmış olur. Eğer av yakalandıktan sonra bir parçası yenirse, koparılan parça av hilesi için koparılmış sayılır. Ve köpeğin eğitilmemişliğine delil olmaz. (Köpeğini ava salıveren avcı, daha can vermeden ava yetişirse, avı kesmesi vacip olur. Şayet kesmeden av Ölürse yenmez. Keza şa­hin ok hususunda da durum aynıdır.) Çünkü asıl kesim yerine geçen iztirari durum daha gerçekleşmeden önce ava kesebilme imkânına kavuşmuş ve ihmâl etmiştir. Onun için bedel olan av âletinin hükmü de bâtıl olur. Yâni: Avcı, kesme imkânına sahip olduğu hâlde kes­mezse, durum, böyle olur. Şayet av âleti ile yakalanan av, avcının eline geçip onda, kesilmiş hayvandan daha fazla can kalmışsa ve av­cı, kesebilme imkâmna kavuşamazsa, zahir rivayete göre ölen av yen­mez.

îmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre ise, yenilir. İmam-ı Şafii de aynı görüştedir. Çünkü av­cı, asıl olan kesime imkân bulamamıştır. Bu itibarla durum, tıpkı su­yu görüp kullanmasına imkân bulamıyan şahsın misâli gibi olur. Za­hir rivayetin gerekçesi şudur: Avcı, daha canlı iken ava yetişmiştir. Bu da, avı kesmek için imkânı bulma yerine geçmektedir. Zira imkâ­nın bulunması için bir zamana ihtiyâç vardır. Kesme konusunda in­sanların maharet ve ustalık bakımından birbirinden farklı oldukları için, belirli bir süre ta'ym ve takdir edilemez. Böylece avcının ava canlı olarak yetişmesi, kesme imkânına itibari olarak kavuşmuş sa­yılır. Dolayısı ile söz konusu avdan yenilmiyeceğine dâir hüküm ve­rilir. Ama yakalanan avda kesilmiş durumdaki hayvan kadar can kal­mışsa durum değişir. Çünkü bu durumdaki hayvan hükmen ölü sa­yılır. Nitekim bu durumdaki av suya düşerse, haram olmaz. Tıpkı cansız olarak suya düşen av gibi. Ve cansız olan da artık kesime el­verişli değildir. Alimlerden bir kısmı bu konuda açıklama yapmıştır. Şöyle ki; Eğer avcı, kesici âletin yokluğundan dolayı kesemezse, ya­kalanan av yenmez. Eğer vaktin yetersizliğinden dolayı kesmeye fır­sat bulamazsa, bize göre yine yenmez. Çünkü av, avcının eline geç­ti mi artık av kalmaktan çıkar. Onun için iztirari kesim hükmü ge­çersiz olur. Ancak canlı kalacağı tahmini edildiği takdirde böyledir, îmam-i Şafii, bu hususta muhalefet eder. Eğer avın karnı yarılıp içindeki şeyler çıktıktan sonra avcının eline geçerse helâldir. Çünkü artık kalan can, kesilmiş hayvanın hareketinden ibaret olur ki, nazan itibâra alınmaz. Tıpkı kesildikten sonra suya düşen koyun gibi. Kimi demiş ki: Bu, iki İmamın görüşüdür. îmam Ebû H a n i f e' ye göre bu da yenmez. Zira avcının eline canlı olarak geçmiştir. Ve ancak normal kesimle helâl olur. Tıpkı düşüp yuvar­lanan hayvanda olduğu gibi. Bu zikrettiğimiz, normal kesim yapıl­madığı zamana göredir. Şayet ava keserse, İmam Ebü Ha­ni f e' ye göre yenmesi helâldir. Keza düşüp yuvarlanan, başka bir hayvan tarafmdan susulmuş olan, bir yerine vurularak öldürül­müş olan ve kurdun karnını yardığı açıktan veya gizliden canlılığı­nı koruyan hayvan da kesildiği takdirde,   îmam   Ebû   Hanif e ' ye göre helâldir. Ve fetva, buna göre verilmektedir. Çünkü Al­lah Teâlâ (Azze ve Celle) : -Ancak kestikleriniz müs­tesnadır» ([7]) mealinde genel ve tafsilâtsız hüküm beyân buyur­muştur. İmam Ebû Yûsuf'a göre : Eğer hayvan öyle bir durumda olsa ki, benzeri yaşayamaz olsa. helâl olmaz. Çünkü o za­man hayvanın can vermesi kesimle değildir. İmam Muhammed ise, eğer söz konusu hayvan, ke­silmiş bir hayvandan daha canlı bir durumda oluyorsa helâldir, yok­sa helâl değildir demiştir. Çünkü kesilmiş hayvanın canlılığı kadar bir canlılığa itibâr edilmez. (Eğer avcı, zaman itibariyle avı kesebilecek kadar erken yetişip te avı almasa ve av can verirse, yenmez.) Zira artik av, kesimi im­kân dâhilinde olan kısımdan sayılır. (Eğer avı kesemiyecek kadar geç yetişirse, yenir.) Zira av, el altına alınmamış ve kesimi için fır­sat bulunmamıştır. (Şayet avcı, ava yetişirken keserse, helâldir.) Çün­kü av, yaşıyacak kadar canlı ise, zâten icmâen kesim yerli yerinde olur. Eğer yaşıyacak kadar canlı değilse, İmam Ebû Hani-f e' ye göre daha önce açıklandığı üzere çaresi kesimdir ve yerine getirilmiştir. İki İmama göre ise kesime ihtiyaç yoktur. (Eğer avcı, köpeğini bir ava salıverirse ve başka bir avı yakalarsa helâldır.

îmam-ı Mâlik, helâl değildir demiştir. Çünkü salıver­me ile takip edilen av değil de başkası yakalanmıştır. Halbuki salı­verme, gösterilen ava mahsustur. Biz diyoruz ki: tâ'yin ve gösterme şartı bağlayıcı değildir. Çünkü avcının gayesi, avlanmaktır. Ve tâ'­yin' edilen avın yakalanması her zaman mümkün olmadığı gibi, kö­peğin de mutlaka gösterilen avın yakalanması bakımından eğitilme­si güçtür. Bunun için, gösterilen avın tâ'yin şartı düşer.

(Eğer tek besmele ile bir çok ava salıverip hepsini öldürürse, oku­nan besmele ile helâl olur.) Çünkü açıkladığımız üzere kesim, salıver­me iledir. Onun için salıverme sırasında besmelenin okunması şart­tır, öldürme eylemi bir olduğundan tek besmele okunuşu kâfi gelir. Ancak iki koyunun tek besmele ile kesim durumu değişiktir. Zırâ ikinci koyun, birinci kesim ameliyesiyle kesilmiş olmaz. Böylece ikinci koyun kesiminde de ayrıca bir besmelenin okunması gerekir. Ancak birini diğerinin üzerine yatırıp her ikisini birden keserse, her ikisi de bir besmele ile helâl olur (Kim ki parsım salıverirse, pars da avı yakalamak için pusuya girerse, sonra avı yakalayıp öldürürse helâldir.) Çünkü parsın, pusu için duruşu avlamanın bir hilesidir, istirahat değildir. Onun için sa­lıvermeyi kesmez. (Keza köpek te mutad hareketini yaparsa, hile cin­sinden addedilir. Şayet sahibi tarafından salıverilen köpek, avı yaka­layıp öldürürse, sonra başka bir avı yakalayıp onu da öldürürse, her iki av da yenir.) Çünkü salıverme hükmü devam etmekte ve kesilmiş sayılmaktadır. Tıpkı bir ava fırlatılan okun, ava isabetten sonra ikin­ci bir ava isabeti gibi.

(Şayet salıverilen köpek birinci avı öldürdükten sonra üzerinde gündüz uzun bir zaman beklerse, sonra yanında geçen ikinci bir avı da öldürürse, ikinci av yenmez.) Çünkü av üzerindeki bekleyişi, av hilesi için değildir, istirahat içindir. Onun için salıverme hükmü ke­silmiş olur. Ama pars misâlindeki bekleyiş, av hilesi için olduğundan durumu değişikti. (Alışkın şahinini ava salıverdikten sonra, şahin duraklama yapıp sonra avı takip etmeye koyulursa, nihayet avı yakalıyarak öldürüve-rirse, av yenir.) Yâni daha önce açıkladığımız üzere şahin, istirahat için uzun zaman beklemeyip hile için bir saat müddeti kadar beklerse durum böyîe olur.

(Şayet eğitilmiş şahin, bir an yakalayıp öldürürse ve şahinin bir şahıs tarafından salıverilip sahverilmediği meçhuî ise, av yenmez.) Çünkü salıverilmekte şüphe vardır. Ve helâl olma durumu da onsuz olmaz. (Şayet köpek, avı yaralamadan boğarsa yenilmez.) Zira açık­landığı gibi, zahir rivayete göre avın yaralanması şarttır. İşte bu, öy­le gösteriyor ki avın bir kemiğini kırarak Öldürürse helâl olmaz.

İmam Ebû Hanife, ava âlet. avın bir yerini kınp öldü­rürse, yenmesinde bir beis yoktur. Çünkü kırılmak da gizli bir yara­dır. Ve açıktaki yara gibidir diyor. Açık yaranın şart olduğunu ifâde eden görüşün gerekçesi şudur: Asıl itibâr edilen, kan akmasına ne­den olacak yaradır. Halbuki kırmak, tıpkı boğmak gibi kan akması­na neden olmamaktadır. (Eğer salıverilen köpekle eğitilmemiş veya bir mecusiye ait ve­yahut kasten besmelesiz salıverilen bir köpek de ava katılırsa, yaka­lanacak av yenilmez.) Çünkü helâl ve haram kılma nedenleri ikisi de bir arada bulunmaktadır. Onun için nassen olsun ihtiyaten olsun, ha­ram olma tarafı ağır basmaktadır, (Şayet İkinci köpek, avı, salıverilen köpeğin üzerine çevirir ve fakat onunla birlikte yaralamayip, av sadece sslıverüön köpeğin ya-

ralanması ile ölürse) ikinci köpek, salıverilen köpekle -yaralamada değilse de- yakalamada ortak olduğu için (yenmesi mekruhtur.) Fa­kat avın bir mecusi tarafından, salıverilen köpeğin üzerine çeviril-mesi halinde avın yenmesi mekruh değildir. Çünkü mecusinin eylemi köpeğin eylemi cinsinden olmadığı için bu durumda avı yaralamada olduğu gibi, yakalamada da ortaklık yoktur. İki köpeğin eylemi ise, aynı cinsten olduğu için, eylemlerindeki beraberlik ortaklıktır. (Eğer ikinci köpek, avı salıverilen köpeğin üzerine çevirmez, an­cak salıverilen köpeği kışkırtıp, tâ ki salıverilen köpek avı yakalayıp Öldürürse, avın yenmesinde bir sakınca bulunmaz.) Zira ikinci köpe­ğin eylemiyle sadece köpek etkilenmiş, av etkilenmemiştir. Bunun için ikinci köpeğin eylemi salıverilen köpeğin eylemine- tâbidir. Yakala­ma eylemi ise, tâbi olan eyleme mal edilemez. İkinci köpeğin avı çe­virmesi durumunda ise, iki eylem arasında beraberlik ve ortaklık söz konusu olduğu için yakalama, her iki eylemin de sonucudur. (Müslüman kişi, köpeğini salıverdiğinde bir mecusi, köpeği teş­vik edip köpek de etkilenirse hiç bir beis yoktur.) Yâni, köpek, mecu­si kişinin teşvik edişinden dolayı daha canlı takip ederse hiç bir beis söz konusu olmaz. Çünkü eylemin hükmü, daha üst veya benzer bir eylemin hükmü ile kaldırılır. Tıpkı âyetlerin neshinde olduğu gibi. Hâlbuki mecusinin teşviki müslümamn sahverişinden geri ve ona kar­şı cılız kalır. Çünkü teşvik, salıvermekten sonra olur ve sâdece des­tek olmaktadır.

(Eğer bir mecusi salıverdiğinde müslüman kişi teşvik edip köpek de etkilenirse yakalanacak av yenilmez.) Çünkü teşvik yakalamak­tan ikinci plânda gelir. Asıl olan salıvermedir. Onun için teşvik ile haram olma şüphesi giderilemez. Dolayısı ile helâl olma durumu da gerçekleşemez. Kesimi caiz olmayan mürted, ihramdaki şahıs ve kas-den besmele çekmeyen kişiler, bu konuda mecusi gibidirler. (Şayet salıverilmeyen köpek, avı yakalamakta müslüman kişi ta­rafından teşvik görür, etkilenirse yakalayacağı avın yenmesinde beis yoktur.) Zira teşvike köpeğin sahibinden ayrılıp kurtulması gibi avın helâl olmasında şart değildir. Eğer teşvik ikinci plânda gelse bile, mü­kellefin eyleminden olduğu için köpeğin sahibinden ayrılışı ile müsavi tutulmaktadır. Binâenaleyh onu nesh etmede yeterlidir. (Şayet müslüman kişi besmele ile köpeğini ava salıverirse ve ava yetiştiğinde vurup yaralarsa sonra tekrar vurup öldürürse yenir. Ke­za iki köpeği birden salıverirse biri avı yaralarsa diğeri öldürürse yine yenir.) Çünkü yaralamadan sonraki yaralamamak eğitim altı­na girmez, onun için ma'fu sayılmıştır.

(Şayet iki kişi her biri bir köpek salıverirse köpeklerden biri avı yakalarsa diğeri de öldürürse av, birincinin olur.) Çünkü asıl av olmaktan çıkaran birincisidir. İkincisi her ne kadar sahverilmişse de ancak düşen avın üzerine konmuş ve öldürmüştür. Helâl ve haram olma durumunda muteber olan, salıverme zamanıdır. Eğer bir zaman­da salıvermişlerse haram olmaz. Ancak birinci köpek avı yaralayıp av olmaktan düşürdükten sonra ikinci köpek salıverilmişse haramdır.[8]

 

Ava Atış Etme Hakkında Bir Fasıl

 

(Eğer kişi duyduğu bir hışırtıyı bir av hayvanı sanarak ona atış eder, ya da köpek veya şahinini salıverir ve vurduktan sonra onun, sandığı av hayvanından başka bir av hayvanı olduğunu görürse) san­dığı av hayvanı hangi av hayvanı olursa olsun, eğer (vurduğu av hay­vanı) eti yenen av hayvanlarından ise (helâldir.) Çünkü onu, avlan­ma kastı ile vurmuştur. İmam Ebû Yûsuf domuzu istisna ederek i -Çünkü do­muzun haramlığı galizdir. Nitekim hiç bir şeyi ne kesim, ne de avlan­ma ile helâl olamaz. Diğer canavarlar ise, avlanma ile —hiç değilse— postlan helâl olur» demiştir. î m a m Z ü f e r de eti yenmeyen bütün canavarlar: «Çünkü helâl kılınmak için avlanmazlar» diyerek istisna etmiştir. Zahir olan görüşün gerekçesi de şudur ; Avlanma, eti yenen hayvanlara özgü ol­madığı için söz konusu eylem bir avlanmadır. Avlanma da lizatihi he­lâl bir eylemdir. Avlanan hayvanı kullanmanın helâl olması ise, av­lanan hayvanlara göre değişir. Kiminin hiç bir şeyini kullanmak he­lâl olmaz. Kiminin yalnız postunu, kiminin hem postunu, hem etini kullanmak helâl olur. İşte söz konusu eylem avlanma olunca, tıpkı kişinin bir ava attığı okun bir başka ava değmesi gibi olur.

(Şayet duyulan hışırtı bir insan veya evcil hayvanın olduğu anla­şılırsa vurulan av) söz konusu eylem avlama olmadığı için (helâl de­ğildir. Evlerde yuvalanıp barınan kuşlar evcildirler. Bağlı bulunan ceylan da öyledir. Şayet avcının bir kuşa attığı, bir başka ava değer ve kuşun -uçup kaçtığı için- yabani olup olmadığı bilinmezse) kuş­larda çoğunluk yabani olduğu için (vurulan av helâldir. Eğer avcının bir deveye attığı, bir ava isabet eder ve devenin yabanileşmiş olup olmadığı bilinmezse, vurulan av helâl değildir.) Çünkü devede asıl olan evcilliktir,

(Eğer bir balığa veya bir çekirgeye atıp başka bir ava isabet eder­se. İmam Ebü Yûsuf'tan edilen bir rivayete göre isabet alan av he­lâldir.) Diğer bir rivayete göre ise, helâl değiidir. Çünkü balık ve çe­kirge için kesim yoktur.

(Şayet duyduğu hışırtıyı insan hışırhsıdır zatım ile atıp öldürdük­ten sonra hışırtı sahibi, bir av çıkarsa hfiâidır.) Çünkü durum belir-lenince zanna itibar edilmez. (Kişi, atış sırasında besmele çekip isa­bet ettirirse, isabet alan av da yaralanıp can verirse, söz konusu av yenir.) Çünkü avcı, attığı âletle avı kesmiş olur. Binâenaieyh atış sı­rasında besmelenin çekilmesi şarttır. Bu tip kesime avın her tarafı kabildir ve yaralanmak da gereklidir ki, açıkladığımız üzere kesim mânâsı gerçekleşmiş olsun. (Avcı, ava sağ yetişirse kesecektir.) Bu konudaki ihtilâf ve gerek­çeleri birinci fasılda açıkladığımız için bir daha tekrarlamayacağız.

(İsabet alan av, vücuduna saplanan ok'la birlikte avcının gözün­den kaybolursa avcı da ölüsünü buluncaya kadar takip etmişse av yenilir. Eğer oturmuşsa ve sonra ölüsünü bulmuşsa yenilmez.) Çünkü Peygamber Efendimiz CAÎeyhi's-saiâtü ve's-selâm)'in, avcıdan kaybo­lan avın yenmesini mekruh addettiği ve «Yer haşereleri tarafından öldürülmüş olabilir- ihtimâiini gerekçe olarak gösterdiği rivayet edil­mektedir ([9]) Öte yandan kaybolan avın ölümü başka sebebe de dayanabilir. Onun için yenmesinin helâl olması uygun1 görülmez. Çün­kü bu konudaki şüpheli şeyler, kesin şeyler gibi değerlendirilir. Bu şüphe her ne kadar avcının hiç durmadan avı takip ettiği misâlde de söz konusu olabilirse de ancak biz, bunu, avcının avı takip ettiği su­rette itibar etmeyiz. Zira avcının ava ölü olarak yetişmesi bir avcılık zaruretidir ve avcılık bundan soyutlanmaz. Oysa avcı, av takibin­den vazgeçip oturduğu zaman herhangi bir zaruret kalmaz. Çünkü avcı, oturmadan avını gözleyerek takip edebilir. Rivayet ettiğimiz ha­dis, İmam-ı Mâlik'in görüşüne karşı bir delildir. Şöyle ki: Imam-ı Mâlik, avın avcı gözünden kaybı sırasında gecenin araya girmemesi hâlinde helâldir demiştir. Ancak araya gece girdi mi helâl olmaz.

(Eğer avcı, avda attığı okun yarasından başka bir yarayı görürse, söz konusu av helâl değildir.) Çünkü bu şüphelidir. Ve av hususun­da bu gibi şüphelerden korunabilir. Dolayısı ile haram sayılır. Ama haşerelerin şüphesi değişir. Atış konusunda zikrettiğimiz hususların tümünde köpeğin salıverilmesi durumunda da hüküm aynıdır.

(Avcı ava attığında av, suya düşerse veya dama düşerse da bir dağa düşerse sonra yuvarlanıp yere düşerse yenilmez.) Çünkü mütereddiye (yuvarlanıp düşmekle ölen hayvan) nass ile haramdır. Öte yandan atışla ölmemiş olma ihtimali vardır. Çünkü su, öldürücü­dür. Keza yüksek bir yerden yuvarlanıp düşme de öldürücüdür. Bu­nu, Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in, Adiy'e «Eğer vurduğun av, suya düşerse yeme. Çünkü sen, asıl avı öldüren attığın ok mu veya su mu bilemezsin- ([10]) şeklindeki buyrukları te1-yit etmektedir. (Eğer isabet alan av, başlangıçta yere düşerse yenilir.) Çünkü avcılıkta bundan korunma imkânı yoktur. Şayet bu da itibâr edilirse, avcılık kapısı kapamr. Ama geçen hususlarda korunma im­kânı olduğu için değişirdi. Demek ki av konusunda asıl olan şudur: Helâl ve haram olmanın sebepleri bir arada bulunduğunda haram olma sebebinden korunma imkânı bulundu mu ihtiyaten haram olma tarafı tercih edilir. Eğer korunma imkânı bulunmazsa o zaman ha­ram olma sebebinin varlığı, yokluğu gibi değerlendirilecektir. Çünkü mükellefiyet imkâna göredir. O halde isabet alan av, ağaç, duvar veya bir kiremit ucu üzerinde düştükten sonra yere düşerse veyahut av, bir dağ üzerinde iken vurulduktan sonra yuvarlanıp yerden yere dü­şerse da vurulduktan sonra dikilmiş mızrağın veya kiremidin ucu üzerine düşerse ve ölürse, ölüm hadisesi bu gibi olaylardan kaynak­lanabildiği ve bu gibi hâdiseler de avda az rastlanan şeylerden oldu­ğu için korunması mümkün olan şeylerden addedilmiştir. Korunması mümkün olmayan şeyler de, vurulan avın yer yüzüne düşmesi veya bunun mânâsında olan dağ, ev damı ve büyükçe bir kaya üzerine ki, av üzerine düşerken durup yuvarlanmıyacak nitelikteki şeyler ve benzerleridir. Zira avın bu gibi şeyler üzerine düşmesi, yer üzerine düşmesinden farklı olmaz.

Münteka adh kitapta «Eğer av, bir taş üzerine düşüp karnı yarı-hrsa yenilmez- diye zikredilmektedir. Çünkü ölümün başka şeyden kaynaklanması muhtemeldir. Şehit Hâkim de bu görüşü benimseyip asılda zikredilen genel mânâdaki ifâdeyi de «Taş üzerine düşüp karnı yanlmazsa» şeklinde te'lif etmeye çalışmıştır. Şems-ül-Eimme Serahsi de, Münteka'da zikredilen ifâdeyi -Av, taş üzerine düşüp karnı taş tarafından yanhrsa» şeklinde yorumlamış ve Kuduri'-de zikredileni de «Av, taş üzerine düşmekle yerden göreceği zarar ka­dar taştan da o kadar göreceği takdirde» durum müsavidir mânâsı­na hamletmiştir. Essah olan budur. Eğer vurulan kuş su kuşu ise, şa­yet açılan yara suya girmiş ise yenmez, girmemişse yenir. Tıpkı suya girmeyen avın suya düşmesi gibi.

(Mızrağm yanlamasına isabet ettirilen av, yenilmez. Ancak yara açmışsa yenilir.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Bir şeyin ağız ve ucunun isabet ettiği avı ye. Yanlamasının isabet et­tiği avı yeme.» ([11]) buyurmuştur. Zira daha önce açıkladığımız gibi avı yaralamak gerekir ki kesim gerçekleşmiş olsun.

Bündaka (çamurdan yapılmış saçmaların) isabet ettiği ve öldür­düğü av yenilmez.) Çünkü ezer, kırar fakat yara açmaz. Tıpkı yanla­masına isabet edip yara açmayan mızrak gibi. Keza sivri tarafları bulunmakla ağır bir taşın öldürdüğü av da yenilmez. Zira avı ağırlı­ğından öldürmüş olabilir. Şayet taş hafif olup sivri tarafları bulunur­sa helâldir. Çünkü bu durumda ölüm yaradan kaynaklanmış olur. Eğer taş hafif olup ok gibi inceltilerek sivrileştirilmiş ise yaralama ile öldürebildiği için helâldir. Eğer avcı, ava bir demir parçasını atıp par­çalamazsa helâl olmaz. Çünkü ezmiş olur. Keza demir parçasını atar­ken avın başını gövdesinden ayırırsa veya şah damarlarını koparırsa yine helâl olmaz. Çünkü damarlar kesimle kesildiği gibi ağırlıkla da kesilebildiğinden ortaya şüphe girer. Veya av, daha şâh damarları kesilmeden önce ölmüş olabilir. Eğer bir değnek veya bir çöp atıp avı öldürürse helâl olmaz. Zira yaralayarak öldürmüş değil belki ağırlık bastırarak öldürmüş olur. Ancak atılan değneğin keskinliği bulunup avı yaralamışsa o zaman kılıç ve mızrak gibi değerlendirilir ki bir beis kalmaz. Bu konuda asıl ve ölçü şudur: Eğer avın can vermesinin ne­deni kesin olarak açılan yaraya isnat edilirse av helâl olur. Eğer ke­sin olarak ağırlığa isnâd edilirse haram olur. Şayet ortada şüphe olup yaradan mı veya ağırlıktan mı diye sebep bilinmezse av ihtiyaten ha­ram addedilir. Eğer kılıç veya bıçağını ava atıp keskin ağızla isabet ettirerek yaralarsa helâldir. Şayet bıçağın arka tarafı veya kılıcın kabzasını isabet ettirirse helâl olmaz. Çünkü ezerek öldürmüş olur. Bu konuda demir ve baş­kası aynıdır. Eğer atıp yaraladıktan sonra av, yara ile can verirse, şayet yara kanıyorsa ittifaken helâldir, kanamıyorsa bazı müteahhir ulemaya göre yine helâldir. Artık yara büyük olsun küçük olsun fark etmez. Çünkü bazen kan pıhtılaşır veya damarlar daralır da kan dı­şarıya akmaz. Diğer bâzı müteahhirinlere göre ise kanamak şarttır. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :Kan akıtan ve şâh damarları kesici âletle kesilen hayvandan ye.» ([12]) buyurmuştur. Dolayısı ile kanın akması şarttır. Bâzılarına göre ise eğer yara büyük ise her ne kadar kanamasa da helâldir. Eğer bir koyun kesilirken ondan kan akmasa kimi, helâl değil, kimi, helâldir demiştir. Her iki görüşün gösterdiği gerekçe geçen ifademizde mevcuttur. Eğer atılan ok, avın tırnağına veya boynuzuna isabet ederek kanatırsa helâldir, kanatmazsa haram­dır. Bu ifâde söylediklerimizin bir kısmını kan akmasının şart oluşu­nu) te'yit etmektedir. Açıkladığımız üzere (avcı, ava atıp bir parçasını kopardığında av yenilir, koparılan parça yenilmez.) İmam-ı Şa­fii, eğer av, tek darbe ile öldürülmüş ise, hem av hem de koparı­lan parça ikisi de yenilir demiştir. Çünkü kopanlan parça iztirari ke­sim şekliyle avın gövdesinden ayrılmıştır. O hâlde hem asıl gövde hem de ayrılan parça ikisi de helâldir. Tıpkı normal kesimde başın gövdeden ayrılışı gibi. Ama av, aynı darbe ile Ölmemişse durum de­ğişir. Çünkü o zaman ayrılan parça iztirari kesim şekli ile ayrılmış sayılmaz. Bizim delilimiz de Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm «Canlıdan koparılan parça murdar­dır.» ([13]) hadisidir. Hadiste «canlıdan» diye kayıtsız ifâde kullanıl­mıştır. Bu itibarla artık gerçekten canlı olsun, hükmen canlı olsun fark etmez. Çünkü canlı olanda zâten can vardır. Hükmen canlı olan­da da yaralanmadan sonra sağlığı muhtemel olabilir ve bu itibarla şeriat, söz konusu avı canlı saymaktadır. İşte kopanlan parça da bu­na göre hüküm kazanır. Nitekim vurulan av, aynı şekilde canlı olup suya düşerse haram olur. Evet İmam-ı Şafii' nin -kesimle aynlan helâldir- demesi doğrudur. Ancak söz konusu av misâlinde koparılan parça kesimle koparılmış sayılmaz. Çünkü koparıldığı sı­rada geride kalan avın gövdesinde can henüz vardır ve canın çıkışı sırasında aynlan parçada can yokluğu helâl olmasını açıkça göster­mez. Aynı zamanda aynlan parça, gövdeye tabi olaraktan da helâl kılınmaz. Çünkü tabii olabilme durumu ayrılmakla ortadan kalk­mıştır. İşte bu bir ölçüdür. Çünkü gerçekten veya hükmen canlı olandan kopanlan parça helâl değildir. Ama sureten canlı olandan ko­parılan parça helâldir.

Meselâ: Gövdede, kesilmiş hayvanın cam kadar can kalmışsa su­reten canlıdır denilir, hükmen canlıdır denilmez. İşte bu itibarla can­lılığı bu kadar olan vurulmuş av, suya düşerse veya dağdan yuvar­lanıp düşerse haram addedilmez. Bu ölçüye dayandırılarak bir çok örnek tahriç edilebilir ve diyebiliriz ki eğer avcı, avın ön veya arka ayaklarını veya başının yansından azmi koparırsa, kopardığı parça haram olur ama gövde helâldir. Çünkü bu parçaların kopanlması ile hayvanın can vermesi kesin değildir.

(Eğer ortadan yararsa veya baş tarafından üçte bîrini keserse veya başının yarısını veya yansından çoğunu keserse, hem kalan hem kesilenin ikisi de helâldir.) Zira geride kalan gövde artık sureîen can­lıdır hükmen değil. Çünkü bu tip yaralamalardan sonra artık canlı kalma imkânı düşünülemez. Rivayet ettiğimiz hadis, her ne kadar balıktan kopanlan parçaya da şâmil gelirse de ancak balık, kesilme­den yenilebildiği için mevzuun dışında kahr.

(Eğer koyunun boynundan vurup başını keserse, şâh damarlan kesilmiş olduğundan helâldir.) Ancak bu uygulama mekruhtur. Çün­kü omurga içindeki sinir de kesilmiş olur. Şayet arka taraftan keser­se, şâh damarlan kesilmeden önce hayvan can verirse helâl olmaz, ama kesildikten sonra can verirse helâldir. Eğer ava vurduğunda avın kanat veya ayağı kırılır ve fakat gövde aynlmazsa, eğer iyileşmesi tahmin ediliyorsa, av öldüğü zaman yenmesi helâldir. Çünkü bu du­rumda, yaralanan yer de gövdenin sair yerleri gibidir. Şayet iyileş­mesi ve düzelmesi tahmin edilmeyecek cinsten ise, meselâ ayak veya kanat bir taraftan deri ile asılı kalmışsa kesilmiş kısımdan başkası helâldir. Zira kanat veya ayak manen ayrılmış sayılır. Muteber olan da mânâdır.

(Mecusi, dinden dönen ve putperestin avı yenilmez.) Zira kesim­ler bahsinde açıkladığımız gibi, bunlar kesim ehlinden değildirler. Oy­sa avın helâl olmasında da kesim ehliyeti aranır. Ancak hıristiyân ve yâhudi olanlar ihtiyari kesim ehliyetine sahip oldukları için iztirari kesim ehliyetine de sahip olurlar. (Eğer biri, atışında isabet ettirip daha avı karşı koyma gücünden düşürmeden Önce ikinci avcı atıp öldürürse, av, ikincinin olur ve ye­nir.) Çünkü asıl avı yakalayan ikincisidir. Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de:«Av, kim onu tutarsa onun hakkıdır» ([14]) buyur­muştur. (Şayet birincisi avı karşı koyma gücünden düşürdükten sonra ikincisi atıp düşürürse, av, birincinin olur ve janilmez.l Zira av, ikin­ci avcının atışı ile ölmüş olabilir. Oysa ikinci avcının atışı kesim ye­rine geçmez. Çünkü bu durumda ihtiyarî kesim imkânı vardır. Ama birinci misâlde ihtiyari kesim imkânı yoktur. Yâni: Av, birinci atış­tan öyle bir yara almış ola ki o yara ile kurtulma şansına sahip olsa, ikinci atıştan aldığı isabetle can vermeye mahkûm bırakılırsa, durum bundan ibaret olur. Ancak av, birinci atıştan kurtulamıyacak kadar ağır yara almışsa k^, kesilmiş hayvandaki can nisbeti kadar canlı olur­sa, meselâ: Başı kesilmişse helâldir. Çünkü o zaman can verme du­rumu, ikinci atışa nisbet edilmez. Ve ikinci atışın varlığı île yoklu­ğu, can verme durumu için aynıdır. Eğer birinci atışın açtığı yara ile avda, kesilmiş hayvandaki candan daha fazla nisbette can kalmışsa meselâ av, söz konusu yara ile takriben bir gün kadar yaşıyabilirse, İmam Ebû Yûsuf'a göre ikinci atışla haram olmaz. Çünkü ona göre bu kadar hayata itibâr edilmez. Ama İmam Muham-m e d, bu kadar hayata itibâr verdiği için, av, ikinci atışla can ver­diği takdirde haram addeder. Demek imam dedi ki eğer birinci şahıs, atışı ile, avı güçten düşürürse sonra ikinci şahıs öldürürse av, birin­cinin olur ve yenilmez. (Bu durumda ikinci avcı birinci avcıya, yara­nın verdiği zarar kıymetten düşürüldükten sonra avın kıymeti ile yü­kümlü olur.) Çünkü ikinci avcı birinci avcının etkili atışı ile mülk edin­diği avı telef etmiştir. Ve kıymet, telef gününün kıymetine göre ger­çekleşir. Ancak birinci avcının açtığı yara, avdan ne kadar değer -şürmüşse ö nisbet tam değerden düşürülecektir. Velhâsıl: Can verme olayı, ikinci atışla gerçekleştiği bilinirse, yâni av, birinci atıştan al­dığı yaradan kurtulabilecek durumda olup ikinci yaradan kurtula­mıyacak durumda olsa ki, öldürme olayı tamamen ikinci atışa isnâd edilirse, ikinci avcı, birinci avcıya mülk olan bir hayvanı öldürmüş gibi olur. Ancak ikinci avcı hayvanın tam değeriyle yükümlü olmaz. Çünkü birinci yaranın verdiği kusur nisbeti düşürülecektir. Eğer ölüm hadisesi, her iki yaradan meydana geldiğini bilirse veya hiç bilemez­se, Ziyadat'ta denilmiştir ki, ikinci avcı, açtığı yaranm verdiği zarar­la yükümlü olur. Sonra iki yaralı hâlin kıymetinin yansı da eklenir ve söz konusu av etinin kıymetinin yansına da yükümlü kılınır.

Birincide: Çünkü başkasına mülk olan bir hayvanı yaralamıştır ve kıymetten düşürmüştür. Dolayısı ile verdiği kusur nisbetiyle yü­kümlü olur.

İkincide: Başkasına mülk olan hayvanı açtığı yara ile müştere­ken telef etmiştir. Çünkü hayvan iki yara ile can vermiştir. Onun için iki yaralı hâlin kıymetinin yansı ile yükümlü olur. Çünkü birinci ya­rayı birinci avcı açmıştır, ikinci avcıya yüklenemez.

Üçüncüde: Eğer ikinci avcı atmasaydı av, birinci avcının yaka­lanmış avı olurdu. Ve ihtiyari kesimle avını kesecekti. Oysa ikinci avcı kendi atışıyla av etinin yansını birinci avcının elinden kaçırmış olur. Bu itibarla etin yarısının kıymetiyle yükümlü olur. Şayet ikinci atış da aynı avcı tarafından gerçekleşirse, başkası tarafından olmasa du­rum değişmez. Meselâ: Dağın tepesindeki ava atış edip güçten düşü­ren, ikinci defa atış edip öldürürse helâl olmaz. Çünkü ikinci atış ha­ram kılar. (Eti yenen ve yenmeyen hayvanın avlanması caizdir.) Çünkü yu-kanya aldığımız âyet-i kerime mutlaktır mutlak avlanma ise, eti ye­nen hayvana mahsus değildir. Nitekim şâirlerden biri şöyle diyor: «Kırallann avı, tavşanlar ve tilkilerdir. Benim avım ise, bindiğimde Kahramanlardır.»

öte yandan avcılık sâdece hayvanların etinden faydalanmaktan iba­ret değildir. Bunun yanında hayvanların derisinden, kılından ve tüy­lerinden de yararlanılır. Aynı zamanda yırtıcıların şerrinden korun­mak için de avcılık yapılır ve bunların tümü meşru'dur.[15]

 



[1] Maide: Ayet: 2

[2] Malde : Ayet:  96

[3] Altı hadis İmamının Adi b. Hatem (R.A.)'den rivayet ettikleri bu hadî­sin tamamı şöyledir :

Peygamber Efendimiz (S.A.V.Ve:

- Resûlülah, ben köpeğimi ava salarken besmele çekiyorum, dedim. Pey­gamber Efendimiz (S.A.V.) :

-Köpeğini salarken besmele çekersen köpeğin yakalayıp öldürdüğü avdan ye. Eğer köpek onu yerse sen yeme. Çünkü o zaman köpek kendisi İçin yakala­mıştır, buyurdu. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'e :

- Ben köpeğimi salarken bazen onunla birlikte bîr başka köpek de görüyo­rum ve avın hangisi tarafından    yakalandığını bilemiyorum, dedim.    Peygamber Efendimiz (S.A.V.):

-  O zaman yeme, çünkü kendi köpeğin için besmele çekmişsin, öbür kBpek için çekmemişsin» buyurdu.

Buhâri (Kesim ve avlanma) C. 2 S. 824, Müslim (Avlanma) C. 2 S. 145

[4] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 4/197-198.

[5] Maide : Âyet: 4

[6] Maide : Ayet; 4

 

[7] Mâide : Âyet: 3

[8] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 4/198-207.

[9] Bu konuda Şetü'den mürsel olarak rivayet olunan hadis şöyledir: {Adamın biri Peygamber  Efendimiz  (S.A.V.)'e hediye  olarak bir ceylân  ge­tirdi. PeyEramber Efendimiz (S.A.V.) adama :

-  Bunu nerden buldun? diye sordu. Âdâm :

-  Ona atış edip vurduktan sonra onu kovaladımsa  da akşam karanlığı ba­sıncaya kadar yakalayamadığım için çeri döndüm ve sabah olunca izini takip ederek bir madarada onu ölü buldum, tşte ona sapü bulunan şu ok benimdir, dedi. Pey­gamber Efendimiz (S.A.V.) :

-  Bütün bir gece senin çözünden kaybolmuş, ondan sonra sen onu bulmuş-san. Herhangi bir yer haşeresinin onu Öldürmede sana yardım etmediğinden emin değilim. Götür ona ihtiyacım yoktur, buyurdu.»

Bu konuda Hz. Âişe (R.A.)'den de müsned olarak Abdürrezzak, şu hadisi rivayet etmiştir :

 Adamın biri bir gün önce vurduğu bir ceylânı Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'e Setirdi. Ceylân 515 idi. Adam :

-  Resûîüllah, ben onda saplı bulunan okumu tanıdım. Onu dün vurmuş­tum, dedi. Peyfsmber Efendimiz (S.A.V) :

-  Senin okunla ölmtis olduğunu bilseydim yerdim. Fakat bilmiyorum. Yer h&şereleri çoktur, dedi.»   Nasb-ürraye C. 4 S. 315

[10] Buhârt ile Müslim'in kaydettikleri bu hadisin metni şöyledir: «Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Adiy'e: «Okunu attığın zaman Allah (C.CVm ismini anarak at. Eğer okunun avı öldürdüğünü görürsen ye. Meğer İd onn soy» düşmüş göresln. Zira o zaman suyun mu, yoksa okunun ma ona Öldürdüğünü M-lemezsin» buyurdu.»

Buhâri (Sayd ve Zebayih) C. 2 S. 824. Müslim (Sayd) C. 2 S. 146

[11] Altı hadis imamının Adiy b. Hatem'den naklen kaydettikleri hadisin tamamı şöyledir:

«Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'e :

- Resûlallah, ben eğitilmiş köpekleri salıveririm. Onlar da yakaladıkla­rı ava dokunmayıp beni beklerler. Aynca onlan salıverirken Allah {C.C.Vın adını da anarım, dedim. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) :

- Eğitilmiş köpeğini salıverirken Allah (C.C.)'ın adını andığm zaman köpe­ğin yakaladığı ava dokunmayıp sana bıraktığını ye, buyurdu. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'e- Köpek onu öldürmüş olsa bile mi? diye sordum.

- Eğer beraberinde olmayan bir köpek ona ortaklık etmemiş İse, senin k& peğin onu öldürmüş olsa bile ye, buyurdu.

-  Ben ava mızrakla da vurup avlıyorum, dedim. Peygamber Efendimiz (S. A.V.) :

-  Mızrağın sivri ucu ile ava deydiği zaman ye. Yanlamasına değip onu 51-dürdüğü zaman ise yeme çünkü av o zaman sopayla öldürülmüş hayvan hükmü­ne girer, buyurdu.»

Buhârİ (Zebayüı) C. 2 S. 824, Müslim (Sayd) C. 2 S. 145

 

[12] Bu hadîs (Hayvan kesimi) bahsinde geçtiği için burada kaynak gös­termeye gerek yoktur.

[13] Ebü Dâvûd ile Tirmizi'nin Ebû Vakit Elleys) (R.A.)'dan naklen kaydet-tikleri hadisin tamamı şöyledir :

«Peygı.mber Efendimiz (S.A.V.) Medine'ye çeldiği zaman Medine halkı dev* örgüçleri davar memelerini yemeyi severlerdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) «Hay. vandan saç iken kesilen herhangi bir parça murdardır» buyurdu. Tirmizî (Sayd) C. 1 S. 191, Ebû Dâvûd (Kurbanlar) C. 2 S. 38, Darâkutnl (Sayd ve kurbanlar) S. 548, El Müstedrek (Zebayih) C. 2 S. 239

[14] Gariptir.   Nasburraye C. 4 S. 318

[15] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 4/207-216.