Faizin Tahrimiyle İlgili Hadîsler :
FAİZİN HARAM KILINMASININ BAZI SEBEPLERİ
Alım - Satım İle Ribâ Arasındaki Fark :
Musa Şeriatında Yasaklar Bölümü :
Darü'l-Îslâm, Dârü'1-Harb Olabilir Mi?
Dârü'l-Harb'de Bulunan İki Müslümanın Birbirleriyle Faiz
Muamelesi Yapmaları Caiz Midir?
İslâm Fıkhında Ferâiz ilmine geniş ve müstakil yer verildiği gibi faiz
mânasına gelen RÎBÂ'ye de geniş yer verilmiş ve hatta
müstakil eserler yazılmıştır.
Fâiz'in haram kılınışı
Âyett, Hadîs ve îcmâ' ile
sabit İnkârı küfrü, işlenmesi büyük günahı gerektirir.
Fâiz'in tahrimiyle ilgili âyetler :
«Biba
(faiz) yiyenler (kabirlerinden) ancak şeytan çarpmış gibi kalkarlar. Bu,
onların «Alım-satım da ribâ gibidir» demelerindendir.
Halbuki Allah ahm-satınıı
helâl, ribâ'yı haram kılmıştır. Artık bundan böyle
kime Rabbinden bir öğüt gelir de ribâdan vazgeçerse,
geç-nıisi kendisine, işi hakkındaki hüküm ise Allah'a
aittir.»
«Kim de rib&'ye döner, önce olduğu gibi faizcilik yapmaya tekrar
başlarsr., işte onlar cehennemliktir. Orada hep kalıcılardır.»
«Allah ribâ'yı bereketini gidererek hep azaltır; sadakaları ise bereketlendirip
artırır. Hem Allah çok inkarcı olan hiç bir günahkârı sevmez.»
«Şüphesiz ki imân edip
yararlı işlerde bulunan, namazı Ünhp zekâtı
verenlerin ödül ve sevapları Rableri katmdadır. Hem
onlara hiçbir korku da yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de.»
«Ey imân edenler!
Allah'tan korkun, rinâ'dan arta kalanı bırakın, eğer gerçekten inanmışsanız.
Yok oğer böyle yapmazsanız, artık Allah'a ve
Peygamberine karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe
edip (faizcilikten vazgeçerseniz) ana sermayeniz sizindir. Artık ne haksızlık
eder, ne de haksızlığa uğramış olursunuz.»
«Borçlu sıkıntıda ise,
onu, b'r kolaylık buluncaya kadar beklemek (uygun ve
hayırlı olur). (Alacağınızı! sadaka olarak bağışlarsanız sizin için -eğer
bilirseniz- daha hayırlıdır.»
«Allah'a
döndürüleceğiniz ve sonra da herkese kazandığının (karşılığı) eksiksiz
verileceği günden korkun..»[1]
Bu âyetlerin bir
bakıma Abbas b. Abdülmuttalib
ile Osman b. Afvan (Allah ikisinden de razı olsun)
haklarında indiği söylenir Faizini hurma almak üzere bir adama ödünç para
vermişlerdi. Hurma zamanı gelince borçlu, onlara başvurarak tahakkuk eden faizi
ödediği takdirde çoluk-çocuğuna yetecek hurma kalimyac
ağını, bunun için biriken faizin yarısını ertelemelerini, buna karşılık ayrıca
belli nisbette faiz ödüyeceğini
teklif etti. Onlar da kabul ettiler. Süre dolunca faizlerini istediler. BorçJu büsbütün zor duruma düştü. Bunun üzerine ilim
adamlarından Atâ' ve Ikrime'ye göre ribâ ile ilgili âyet indi.
Resûlüllata (A.S.) Efendimiz Abbas ile
Osman'ı (Allah ikisinden de razı olsun) çağırıp ilâhi emri tebliğ ettiğinde
ikisi de faizden vazgeçip sadece verdiklerini geri aldılar.[2]
nakletmeye gerek
görmedik. Ancak Zeyd bin Eslem'den
yar lan şu rivayeti belirtmemizde yarar görüyoruz :
«Mekke'de Sakafilerden Amr oğullan ile Mahzumîlerden Muğî-re oğullan
arasında cahiliyye günlerinden kalma faiz borcu
bulunuyordu. Bunlar İslâm'a girince Sakafîler bu
borcun ödenmesini talep ettiler. Mahzûmîler ise, «Biz
İslâm'a girdik, İslâmi bir kazancımızdan faiz
veremeyiz» dediler. Bunun üzerine mesele Mekke Valisi ya
da Naibi Îtab B. Üseyd'e
intikal ettirildi. O da bir mektup yazarak konuyu Resûlüllah
(A.S.) Efendimizden sordu. Bu sebeple «Ey imân edenler! Allah'tan korkun, ribâdan arta kalanı bırakın, eğer gerçekten inanmış kinıselerseniz..» mealindeki âyet indi.[3]
«Mi'rac
gecesi bir ırmak kenanna geldik. (Kan gibi kırmızı olduğunu
sanıyorum). Irmakta bir adamın yüzdüğünü ve yanında çokça taş toplamış bir
adamın da ırmak kenarında durduğunu, yüzen adam kıyıya doğru yaklaştıkça
ağzına birer taş attığını, onun da atılan bu taşları yuttuğunu gördüm. Gördüğüm
bu temsilin neyi ifade ettiğini sorduğumda Melek Cebrail : «Dünyada iken faiz
yiyeni temsil ediyor» diye cevap verdi..»[4]
«Ribâ
yetmiş bölümdür; en hafif kısmı, adamın kendi anasiyle
evlenmesi gibidir.»[5]
«İnsanlar üzerine bir
zaman gelecek (hepsi de) ribâ — faiz yi-cekler..»
Bunun üzerine soruldu
: ,
— Ey Allah'ın Peygamberi! İnsanların hepsi de
mi yiyecek?
— Evet, verniyenin de tozu dumanı burnuna
ulaşacaktır.» Diye cevap verdi.» [6]
«Doğrusu Allah faiz
yiyene, yedirene, şahidlerine ve kâtiplerine lanet
etmiştir.» [7]
«Şüphesiz ki Allah
sadakayı kabul eder, onu sağ eli (rahmetiy) ahr; sizden biriniz nasıl tay'ını besleyip büyütürse,
öylece Allah jsadakayı artırıp çoğaltır; o kadar ki
bir lokması Uhud dağı gibi olur.»[8]
«Kim sıkıntıda bulunan
borçluya mühlet verirse, ona'her geçen gün için o
alacağı kadar sadaka sevabı vardır.»[9]
Bu konuda en son
olarak da Resûlüllah Veda Hutbesinde şöyle buyurarak
ümmetini bir defa dalha uyarmıştır -.
«Yanında bir emânet
bulunan kimse, bu emaneti kime aitse ona versin.»
«Her türlü faiz yasaktır.
Ana sermayeniz sizindir; ne haksızlık ediniz, ne de haksızlığa uğrayınız. Veya
ne zulmeder, ne de zulme uğrarsınız.»
«Allah faiz yoktur diyor. Abdülmuttalib oğlu Abbas'ın bütün
faiz muamelesi yasaklanmıştır. (îlk
kaldırdığım faiz onun faizidir). [10]
Bu konuda önce müfessir ve fakîhlerimizin yorum ve- görüşlerini aktarmayı, sonra da
iktisatçılarımızın görüş ve tesbitlerine yer vermeyi
uygun bulduk :
Müfessir Alâuddin, Lübabu't-te'vü'de diyor ki -.
«Faizin haram
kılınmasının bir takım nedenleri vardır; bunları dört madde halinde özetliyebiliriz :
1 — Faiz başkasına ait bir malı karşılıksız
(ivazsız) olarak almaktır.
2 — Ticaretle uğraşmayı engellemek, hiç yorulmadan
başkasının kazancıyla oturup geçinmektir.
3 — Toplum arasında faizsiz Ödünç vermek gibi güzel bir
yardımlaşma, ma'kul bir örf ve âdetin (kâmil bir
sünnetin) kalkmasına sebep olmak ve her şeyin maddî karşılıkla
değerlendirilmesini yaygınlaştırmaktır.
4 — Hiçbir sebep dikkate alınmasa bile, değil mi ki Allah
faizi haram kılmıştır, ona kayıtsız ve şartsız uymamız gerekmektedir. Çünkü
ilâhî tekliflerin hepsinin neden ve hikmetini bilmiyebiliriz.
Ama bize gereken sadece o emre uymak, inanmak, sonra da gerekirse hikmetini
araştırmaktır.
Büyük Müfessir Fahruddin Râzî, Mefatihü'1-Gayb adlı tefsirinde özetle diyor ki :
«Faiz ile sadaka arasında tezad yönünden ilgi bulunduğu için bir arada anılmışlardır.
Çünkü sadaka, Allah yolunda isteyerek malı harcamak, dış görünüşüyle malı
azaltma fedakârlığını göstermektir. Faiz ise, ilâhi yasağa rağmen başkasının
emeğine el uzatıp karşılıksız bir fazlalık sağlamakla malı artırmaktır. Bunun
için Allah faizin bereketini giderir; sadaka olarak verilen malın feyiz ve
bereketini çoğaltır.»
Diğer Nedenler :
a) Faiz ve faizcilik toplum yasasında belli bir zümreyi
ciddi kazanç yollarından çekip almaya, emek sarfetmeden
hazıra konmaya, daha doğrusu başkasının emeğiyle geçinmeye iter.
Böylece her geçen gün
gelir sağlamanın bu en kolay ve kârlı yolunu işlek hâle getirip hızlandırır.
Başkalarına da kötü örnek olur.
b) Toplum, yapısından dayanışma ve merhamet duygularını
ve bunun taşıdığı yüce ve kutsal anlamı öldürür. Faizsiz ödünç vermenin bütün
kapılarını kapar. Fertler arasındaki ilgi ve yakınlığın tok değer ölçüsünün
madde ve menfaat olduğu inancını kökleştirir.
c) Gönüllerden merhameti, vicdanlardan şefkati ve acıma
duygusunu siler; yavaş yavaş tefeci ve faizciyle
sömürülenler arasında düşmanlığa ortam hazırlar. Fakirle zengin arasındaki
uçurumu devamlı derinleştirir.
d) Allah, insanlar arasındaki ilgi ve muameleyi
karşılıklı hak ve vazife şuuruna, sevgi ve saygı temeline, merhamet ve şefkat
duygularına, yüksek ahlâkın faziletin gerçekleşmesine bağlamıştır. Faiz
bunların tümünü yıkıp insanî haslet ve duygulan yok eder. [11]
Âyeti âyetle; âyeti
hadîslerle ve bunları iniş ve söyleniş sebepleriyle tefsir etmesini, bu yoldan
hüküm çıkarmasını bilmiyenler faiz konusunda da afhiş hata yaparlar ve kendi bilgisizliklerini İslâm'a malederek Müslümanların sağlam inancını bozmaya, saadete uzane^ı yollarını tıkamaya çalışırlar. Allah kendi
kitabında FAİZ'i dört kademede açıklamış, bir önceki
beyânını bir sonraki beyâniyle açıklığa kavuşturarak
pedagojik ve psikolojik bir yöntem sergilemiştir. I Bunun sebebi açıktır : Çok
yaygın bir haramı bir anda yasaklamak, kademeli olarak tahrîm
nedenlerini getirmeden bir çırpıda önüne sed çekmek
başarıya götürmez. Yani yasak pek başarılı olmaz. İnsanın psikolojik yapısı,
nefsin harama olan ilgisi tek kademeli bir yasağa karşı daima tepki gösterir.
Bunun için Allah içki hakkındaki yasakta olduğu gibi, faiz hakkındaki yasağı
da tedricen kademeli biçimde indirmiş ve böyk-ce ilâhi yasağın hedef ve gayesine ulaşmasını sağlamıştır.
O halde Kur'ân'dan herhangi bir konu hakkındaki âyetlerden sadece
birini ele alıp hüküm çıkarmak hiçbir zaman sıhhatli ve isabetli değildir. Müctehid imamlar, ünlü hukukçular bir mesele hakkında
dinin hükmünü belirtmek için, o mesele hakkındaki bütün âyetleri, hadîsleri,
tarihî olayları ve iniş ile söyleniş sebeplerini bir araya getirdikten, hangi
âyetin daha önce indiğini, hangi hadîsin daha önce söylendiğini, hangisinin
mücmel, hangisinin müfessir, hangisinin muhkem olduğunu tesbit
ettikten sonra gerekli neticeye vara-bilmişlerdir. Yoksa rasgele bir âyet ya da bir hadîs ele alınıp hüküm çıkarılmamıştır.
Hemen ifade edelim ki,
belirttiğimiz yöntemde bir uygulamaya geçebilmek veya
belirlenen ölçü ve anlamda bir hüküm çıkarabilmek köklü bir tahsil, geniş bir
araştırma, kuvvetli bir hafıza, seyyal bir zekâ ve sabırlı bir tarama ister.
Ayrıca Kur'ân ve Hadîs dilini bütün kurallariyle bilmek lâzımdır. Günümüzde bu özellikleri
olmayan fakat bilgili geçinen, dinde kendini yetkili sayan türediler. «Ey imân
edenler! Faizi kat kat artırılmış olarak yemeyin..»
âyetine dayanarak -başka hiçbir araştırma, delilleri toplama, diğer âyet ve
ilgili hadisleri tesbite lüzum görmeden mal bulmuş
mağribi gibi- faizin sadece kat kat yani katmerli
olanı yasaklanmıştır, fetvasını verme cesaretini kendilerinde bulurlar.
Şüphesiz ki, bilgisiz cesur olur. Her konuyu, o konuda ilim yapmış yetkili
uzmanına bırakmak en insaflıca ve en akıllıca bir yol değil midir? Aksi halde
meseleler içinden çıkılmaz bir hal, çözüm yapılamaz bir düğüm olup kalır.
O halde faiz yasağiyle ilgili dört kademeyi açıklamamızda büyük yarar
var. Dört kademeyle ilgili âyetlerden biri Mekke'de, üçü ise Medine'de
inmiştir.
1 — Mekke'de bu konuda ilk inen Âyette şöyle buyurulmuştur :
«İnsanların mallarında
bir artış olsun diye verdiğiniz her faiz Mlah katında
artmaz; ama Allah rızasını dileyerek verdiğiniz her-ıangi
bir sadaka (böyle değildir). Sadaka verenler (hem mallarının eröke-tini, hem sevaplarını) kat kat
artırırlar.»[12]
Bu âyetle ribânın haranı olduğu açıklanmıyor, sadece inanmış-arın
dikkati çekiliyor ve bu hususta onların kafasında bir soru, vic-ianlarında bir istifham meydana getiriliyor.» Faizin Allah
katında liçbir sevabı yoktur ve o hiçbir zaman
bereketli bir ortam, doğur-naz» denilerek aklı erenlerin bu konuda iyice
düşünmeleri ve bir /lalan munasebesi yapmaları
isteniliyor.
2— Medine'de ikinci kademede inen ayetle şöyle buyuruluyor : «Yahudilerin haksızlıkları, insanlardan bir
çoğunu Allah yolun-
ian alıkoymaları (Tevrat'da) men'edildikleri halde faiz almaları ve insanların mallarını
haksız sebeplerle yemeleri nedeniyle kendilerine (daha önce) helâl kılınan
temiz şeyleri haram kıldık. Hem aralarında inkâr edenlere acıklı bir azâb hazırladık.»[13]
îkinci kademede inen
bu âyetle faizin Yahudi milletini ne hale iüsürdüğü,
nasıl da sömürücü bir millet durumuna getirdiği ve bun-ian
dolayı onlara elem verici bir azabın (hem dünyada, hem âhiret-;e)
hazırlandığı haber verilerek Müslüman milletler uyarılıyor ve birinci
kademedeki âyetle kafalarda oluşturulan soru biraz daha büyütülüyor. Ama
bununla da faiz kesin şekilde haram kılınmış olmuyor.
îlâhl yasaklara uymayan inkarcıları acıklı bir azabın
beklediğine bilhassa dikkatler çekiliyor. Âdil ölçülere bağlı dengeli bir
ekonomik yapının sapasağlam ayakta durmasına ters düşen sebeplerden şirine
işaret edilerek faizciliğin ön plâna alınıp rağbet gördüğü bir toplumda hem
ekonomik yapının ağır darbe alacağı, hem gelir dağı-jmında
çok sakat bir yol izleneceği vicdanlara işleniyor.
Belirttiğimiz gibi,
burada da faizin Müslümanlara haram kıîın-iığı açıklanmıyor, ama ona doğru açılmak istenen kapı biraz
daha ıralanıyor.
3 — Medine'de üçüncü kademede inen âyetle, Arap
tefecilerinin ısın denecek ölçüde kat kat faiz
almaları yesaklanıyor; böylece faizin haram olduğu
su. kapalı bir anlatımla veya mücmel bir ifadeyle bildiriliyor :
«Ey imân edenler!
Faiz'i kat kat artırılmış olarak yemeyin. Allah'tan
korkun ki kurtuluşa ve başarıya erişesiniz.»[14]
Böylece,Müslümanlara
ilk faiz yasağı konulmuş oldu. Kafalarda büyüyen ve zaman zaman
tertemiz vicdanları sızlatan soru cevabını bulup çözüme kavuşturuldu. Ancak ne
var ki bu konuda bir kapı açık tutuldu : Faizin tamamını haram kıldığı
kesinlikle anlaşılmıyordu. Gerçi amaç bu idi, ama yöntem olarak bu yol
izleniyordu. Derken kafalar ve kalbler yavaş yavaş bu yasağa yatıştı. Farkla yorum ve görüşler birbirini
izleyip durdu. Kimi kat kat yani katmerli riba almak haramdır, azma cevaz vardır, dedi. Kimi içki
gibi, çoğu haram kılman bir şeyin azı da haramdır, sonucunu çıkardı. Çak
sürmedi ki dördüncü kademede faizin tamamının haram kılındığı şüphe ve yorum
götürmeyecek bir anlatımla açıklandı. Zaten gönüller bunu kabul© hazır duruma
getirilmiş bulunuyordu.
«Faiz yiyenler
(Kabirlerinden) ancak şeytan çarpmış kimse gibi kalkarlar.» [15]
«Kim de faize döner,
önce olduğu gibi faizcilik yapmaya tekrar başlarsa işte onlar cehennemliktir.
Orada temelli Kalıcıdırlar.» [16]
«Ey imân edenler!
Allah'tan korkun, faizden kalanı bırakın, eğer gerçekten inanmış
kimselerseniz.»[17]
Mealindeki âyetler
indi. Böylece hem basit, hem mürekkep faiz yasaklandı. Sahih rivayet ve tesbitlere göre, Kur'ân'dan en
son inen âyetlerden biri de konumuzu oluşturan faiz hakkındaki yasaklardır.
«Eğer tevbe edip faizcilikten vazgeçerseniz ana sermayeniz sizindir.
Artık ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız.»[18]
Âyeti ana sermayenin üzerine
bir kuruş olsun faize imkân vermiyor. Böylece azının da haram ve yasak olduğu
kesin bir ifadeyle açıklanıyor.
Nitekim Hz.
Ömer (R.A.) diyor ki :
«Faiz âyeti Kur'ân'm en son
inen âyetlerindendir. Resûlüllah
CA.S.) Efendimiz bunu
bize daha geniş biçimde açıklama zamanı bulmadan aramızdan ayrıldı. O halde
-âyetin serahati karşısında- artık hem faizi, hem
faiz şüphesi taşıyan muameleleri bırakın.» [19]
İslâmî kaynaklara göre, Ribâ
kelime olarak «mutlak fazlalık, artıklık demektir. Bir şeyde fazlalık ve artış
meydana geldiğinde «Reba'ş-şey'u»
«Yerbu'ş-şey'u» denilir.
Şer'î ıstılah (terim)
olarak daha çok şu iki anlamda Kullanılmıştır :
a) Ana sermaye yerinde kalmak şartiyîe borçludan vadenin her defa uzatılmasına
karşılık artık, bir fark paranın alınması..
Buna «Nesi1 Riba» denilir. Günümüzdeki kapitalist sistemde olduğu
gibi, va'de farkı hesaplanarak alman faiz bu
cümledendir.
b) Bir şeyin kendi cinsiyle bir fazlalık karşılığında
alınıp -satılması..
Buna «Fazl Riba» denilir. Örneğin : Bir
kilo Polatlı buğdayını bir buçuk kilo Konya buğdayı karşılığında satmak..
İşte faizi kesin olaraik yasaklıyan âyet indiğinde
Arap Yarımadasında faizin bu iki şekli vardı ve çok yaygındı.
tbn Cerîr Taberî
kendi tefsirinde diyor ki :
«Bir adamın diğeri
üzerinde belli bir süreyle va'deli olarak ödünç
verdiği malı veya parası bulunurdu. Va'de dolunca ana
sermayeyi ister, borçlu bunu verecek durumda değilse, sürenin yani va'denin uzatılması karşılığında faiz belirlenirdi. Bazen
bu birkaç kat oluncaya kadar sürüp gider ve borçlu, ana borç bir tarafa, biriken
ve mürekkep faiz denilen riba'yi ödemekten âciz
kalırdı.
Kur'ân-ı Kerim'de kesinlikle haram kılınıp yasaklanan riba işte bu iki şekildir ki Araplar arasında çok yaygın
idi. Zaten kelimenin «el» tanımlama edatiyle
kullanılması, «er-ribâ» denilmesi, daha çok bu iki
şekli yansıtmaktadır. Hiçbir müfessir ve araştırıcı ilim adamı buna muhalefet
etmemiş, aksi bir yorum ya da görüş ortaya
koymamıştır. Müctehid imamların da bu konuda görüş ve
ictihad birliği vardır. [20]
İslâm'a göre
tanımlamasını yaptığımız fazlalığa Ribâ denilirken,
kapitalist topluluklarda buna Faiz denilmektedir. Anlam ve hüküm bakımından bu
ikisi arasında bir fark yoktur. İngilizler bunun basitine «Simple
interest», mürekkebine «Compound
interest» derler. Bu deyimle İslâm'ın yasakladığı
iki türlü faiz kasdedilmektedir.
Nitekim Prof. M. A. Mennan bu konuda diyor ki:
«Kur'ân'daki
RİBÂ deyimiyle kapitalist toplumlarda uygulanan faiz arasında bir fark varsa,
bu yalnızca oranlar arasında bir derece farklıdır. Çünkü ribâ
da, faiz de ana para üzerinden alman bir fazlalıktır.»
Gerçi klasik
iktisatçılardan bir kısmı faîz'i toprak rantına benzetmiş ve paranın faize
verilmesini, toprağını kendisi işletmiyen mülk
sahibinin onu kiralaması ile aynı ölçüde görmüşse de bu çok farklı bir
kıyastır; makis ile makıs
aleyh aynı menatta birleşmiyor.
Faiz'i iktisadi
gelişme için gerekli görenler ve ister istemez bunu İslâm'a sokmaya çalışanlar
her bakımdan aldanmışlardır. Çünkü İslâm'ın iktisadi gelişmesi ancak tekâmülcü
bir manada yönetilebilir ve bu muihıteşem canlı
kudret Kur'ân'm özünde mevcuttur. Başka bir sisteme
yönelmesine gerek yoktur. O başlı basma yepyeni ve çok kudretli bir sistemdir. [21]
Konumuzu oluşturan
âyetle : «Ahm-satım da ribâ
gibidir» diyenlere karşı, «Allah alım-satımı helâl, ribâ'yı
haram kılmıştır» buyu-rulmaktadır.
Böylece bu iki kavram
arasındaki mâna, muhteva, kapsam, değer ve sonuç bakımından çok yönlü fark
bulunduğu belirtilmiştir. Son asrın müîessirlerinden
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur'-Ân Dîlj adlı tefsirinde bu iki kavram arasındaki farkları
detaylı ele alıp incelemiş, neden ve niçinleri
üzerinde yeterince durmuştur. Meraklılara tavsiye ederiz. Prof. M. A. Mennan'in İslâm Ekonomisi Teori ve Pratik adlı eserinde Kâr
ve Faiz üzerinde durularak deniliyor ki :
«İslâm'ın kar anlayışı
farklıdır ve kâr sınırlıdır.[22]
Kapitalistlerin sağladığı sınırsız ve anormal kârlar açıkça toplumun sömürül-mesini hedef almıştır. Bu tür kârlar kapitalist
ekonomisinin ana özelliklerinden olan tekel ve kartellerin bir sonucudur. Ama
İslâm tekeli, malın biriktirilmesini, fiatların
yükselmesini beklemek amacıyla üretimi piyasaya sürmeyip stokta bekletmeyi
tamamen yasaklamıştır. Çünkü kapitalist ekonomide çok yaygın olan bu tür
davranışlar iyilikle, bağışla, yardımlaşma duygusuyla ve toplum yararıyla taban
tabana zıddır. İslâm normal bir kâra izin
vermektedir. Normal kârı şöylece tanımlıyabiliriz :
Yeni kuruluşun belirli bir üretim veya hizmete başlamak, eski bir kuruluşun da
sıyrılmak eğilimini göstermediği gelir düzeyi.. Bu eğilim de yeterli değildir.
Unutulmaması gerekli temel ilke, toplumda hiçbir kişinin üretim projesindeki
hak ettiği payından yoksun bırakılmam asıdır.
İslâm, normal kârı
-alım - satım ölçüleri içinde- kabul ederken faizi yasaklamaktadır. Dikkatle
gözden geçirilirse görülür ki kâr ve faizde kazanç ve muamele yapı bakımından
birbirinden farklıdır. Faizde ödünç veren, ana para ve faizi sağlama
bağladıktan sonra paranın kullanımına karışmamaktadır. Kârda ise firma sahibi,
paranın kullanma yeri ve şekli ile doğrudan doğruya ilgilidir. % Buradan şu
sonuç çıkmaktadır :
Faiz üretken bir
uğraşın sonucu değildir; oysa kâr üretken bir uğraş sonunda sağlanmaktadır. Faizde
ödünç verenin üretken bir uğraşı olmadığından girişimci te'siri
eksiktir. Oysa kârda bu te'sir bütün üretim ve
pazarlama boyunca canlılığını korumaktadır. Şöy-leki, faiz durumunda sermaye sahibi üretim işlemiyle ilgili
değildir. Halbuki kârda sermaye sahibi sermayenin ekonomik olarak kullanma
yeri ve tarzını kendisi tesbit etmektedir.
Burada girişimci
kârını arttırmak amacıyla yeni buluşlara gidebilir ve ihtiyaçları karşılamak
için yeni ürünlerin ortaya çıkmasını sağlayabilir.
Böylece kâr gelişmeye yol
açmakta ve bir bakıma geliştirme çabalarının da bir karşılığı olmaktadır.
Nihayet faiz durumunda zarar te'siri yoktur. Çünkü
faiz belirlidir, sabittir. Oysa kâr girişimcinin yüklendiği riskin bir
karşılığıdır. Girişimcinin geliri kesin ve belirli değildir. Kâr belirsizdir.
Çünkü fiziksel ve zihni yetenekleri yönünden üstün olanlar daha yüksek kâr
sağlayabilirler. Bu, çok yönlü farklardan ötürü îslâm
faizi yasaklamış ve kâra izin vermiştir.»[23]
İşte «Allah
alım-satımı helâl, faizi haram kıldı» âyeti bu konuda bize bir ana fikir
vermekte ve araştırma yapmamızı emretmektedir. Ayrıca bu konuda Mefatihü'1-Gayb Tefsirinin
ilgili bölümünde geniş bilgi verilmiştir. Meraklıların oraya müracaat etmeleri
tavsiye olunur.[24]
Faizin tarihi çok
gerilere gitmektedir. Yapılan ciddi araştırmalardan Eflatun/Yasalaft adlı kitabında faizi kötülemektedir. Romalılar
ilk dönemlerinde faizi yasaklamış, sonraları faiz oranını başıboş bırakmayıp
yasaya bağlamıştır.
Tevrat'ın mevcut
nüshalarında da faizin yasaklandığını açıklayan bir takım yarı kapalı belgeler
vardır :
«Eğer kavmına yanında olan bir fakire ödünç para verirsen, ona
murabahacı olmayacaksın; onun üzerine faiz komıyacaksın.»
[25]
Garibe haksızlık etmiyeceksin ve ona gadretmiyeceksin;
çünkü siz Mısır diyarında gariptiniz. Hiçbir dul kadını ve öksüzü incitmi-yeceksin!. Eğer kavmına, yanında olan bir yoKsula
ödünç para verirsen, ona karşı tefeci gibi olmıyacaksm,
onun üzerine faiz komıya-caksm.»
[26]
Ayrıca daha ayrıntılı
olarak Tevrat / Levililer : 25/35-37 belgelerle Tesniye : 23/19-20 belgelerde faiz yasağına yer
verilmiştir.
İsa Peygamberin hiçbir
çıkar gözetmeksizin havarilerine hayır işlemelerini emretmesi, faizi
benimsemediğine bir delil olarak gösterilebilir. Ayrıca Barnaba
İncilinde bunun yasak olduğuna daü bazı belgelere
rastlanmakladır.[27]
Dar-i Harb konusunu üzerinde durup faiz almanın caiz olduğunu
iddia edenlerin ilmi olmayan bu iddiaları birçok Müslümanı
yanlış yola itmiş, bazı kişilerin akidesini zedelemiştir.
Konuyu bütün
derinliğiyle kavrayabilmek için önce Dar-İ Harb
deyiminden ne anlaşılıyor, bunun tarifi nedir, kapsadığı hükümler nelerdir ve
ilim adamlarımızın bu husustaki görüş ve ictihadlarının
özeti nedir? Bu ve benzeri sorulan cevaplandırmadan bir hüküm Vermek mümkün
değildir. [28]
«Ehl-i
İslâm ile aralarında muvadaa ve musalaha
t— banş ve sulh) bulunmayan gayr~i müslimlerin ülkesidir.[29]
Diğer bir tarife göre
:
«Dar-i Harb; Müslümanların hükmü altına henüz geçmemiş
olan, fazla olarak da fetih yolu ile «İslâm ülkesi» kıhnmcaya
kadar Müslümanlar için ister bilfiil ve ister bilkuvve
harb sahnesi teşkil eden yer demektir.»[30]
Çünkü : İslâm
telakkilerine göre, dünya «darü'1-harb (= harp
ülkesi) ve «darü'I-İslâm ( = İslâm ülkesi) olarak
ikiye ayrılır. Da-rü'1-îslâm, esasen İslâm hâkimiyeti
altına girmiş bulunan bütün memleketleri içine alır.
Birinci tarife göre, Ehl-i İslâm ile aralarında muvadaa
(düşmanlığı terk ile barış yapılan) ve musalaha
(sulh edilen) gayr-i müslim bir ülke dar-i harb sayılmamaktadır. Bunun aksine aralarında bu iki tür
anlaşma bulunmayan gayr-i müslim ülkelerin hemen
hepsi -savaş olsun olmasın- dar-i harp sayılır.
İkinci tarife göre,
ister muvadaa ve musalaiha
yapılsın, ister yapılmasın gayr-i müslim ülkelerin
hepsi dar-i harb sayılır.
Ancak bu meseleyi
«Dar-i sulh» konusuna irca' ettiğimizde gerçek tarif meydana çıkar. Çünkü
Fıkhı Mezheplerde bir de Dar-İ Sulh : Henüz İslâm hakimiyeti altına girmemiş
olmakla beraber, umumiyetle kullanılan Şer'î tabiri ile, cebren (= anveten) değil, rıza ile (sulh yoluyla) İslâm camiasına bir
vergi rabıtası ile bağlanmış olan memleketlere delâlet etmek üzere kullanırlar.
Bu da daha çok belli bir süreyle sınırlı gösterilmiştir.
İslâm tarihinde Necran İle Nubya ülkeleri bu
hukukî durumun iki tarihî misalini teşkil etmektedir.
O halde îstilahat-i Fıkhiyye Kamusu'nda
yapılan tarifte geçen «Muvadaa Ve Musalaha»
tabirlerinden «Dar-i Sulh'un dışında kalan diğer gayr-i müslim
ülkeler kasdediliyor, sanırım.
Bu son tarife göre,
günümüzde gayr-i müslim bir ülkede bulunan
Müslümanların -ister orada ticaret, ister ziyaret, ister çalışma için gitmiş
bulunsunlar- oralarda faiz alıp vermeleri caiz olur mu, olmaz mı?
Bu sorunun cevabını
vermeden önce elimizdeki fıkıh kitaplarına göre, darü'l-lıarblerden hangileri hangi şartlarla darü'-İslam'a
girebilirler, hususu üzerinde durmamız gerekmektedir.
Darü'1-harb, ancak îslâm halkına mahsus
ahkamın icrasiyle «darü'l-îslâm» olabilir. Meselâ : Cuma ve bayram namazlarının
kılınması bu cümledendir. Böyle bir ülkede yerli ve yerleşik kâfirler de bulunsa
ve bu ülke îslâm ülkesiyle bitişik de olmasa yine
hüküm böyledir, değişmez.[31]
0 halde îslâm halkına
mahsus ahkâmın icra edildiği bir gayr-i müslim ülke
artık «darü'1-harb» olmaktan çıkmış, darü'l-îslâm» kapsamına girmiş
sayılır. Bu durumda o ülkede faiz verip almak haram sayılır. [32]
Şöyleki : Gayr-i müslim ülkelerden
biri bizim ülkelerden bir ülkeye gaalib gelir veya
bir beldenin halkı irtidad eder = îslâm
Dininden ayrılır da orada üstünlük sağlar ve küfür ahkâmım icra eder, veya ehl-i zimmet (gayr-i müslim
vatandaşlar) ahdlerini bozar da bulundukları îslâm ülkesinde idareyi ele geçirip üstünlük sağlarsa o
takdirde «darü'l-îslâm»
darü'1-harb olur mu? Olabilmesi için fuka-ha şu üç şartı ileri sürmüşlerdir :
1 — Ehl-i şirk (küfür ehli)
ahkâmının icrası,
2 — Darü'l-Harb'e bitişik bulunması,
O kadar ki, içinde
daha önce kendi nefsi üzerinde bulunan eman-dan
mahrum edilip güven içinde ne bir Müslüman ne de bir ztmmi
kalır.
3 — Müslümanlar ile onların zimmüerinin
artık himaye ve önceki güveni görmez olması.[33]
Darü'1-harb'in darü'l-îslâm sayılması konusuna temas eden ilim heyeti de
yukarıdaki görüşe yakın ve o ölçüde şu hükmü getirmişlerdir :
«Bilinmeli ki, darü'1-harb ancak şu bir şart ile darü'lîslâm
olabilir; îslâmî ahkâmın orada izhar edilmesi (üstün
tutulması)...»[34]
İmam Muhammed (Rahmetullalh aleyh) bu konuda «ez-ZiyadaU
adlı eserinde diyor ki :
«Ebû
Hanife'ye göre, Dârü'l-îslâm'm darü'1-harb olabilmesi,
ancak şu üç şart ile gerçekleşebilir :
1 — Yaygınlaşıp belirgin hale gelecek şekilde küffar ahkâmının icra edilmesi ve o yerde îslâmî hükümlerle hükmedilmemesi,
2 — Dârü'l-îslâm'm
bu durumda dârü'l-harbe bitişik bulunması, o kadar ki
ara yerde bir İslâm beldesinin bulunmaması,
3 — Orada yaşayan hiçbir Müslüman ve zimmî
(gayr-i müslim vatandaşlm
istiladan önce sahip bulunduğu güven ve emânmm kalmaması.
İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed bu görüşe muhalefet, ederek
diyorlar ki : «Bu, sadece bir şart ile gerçekleşir : Küfür ahkâmının izharı
(üstün tutulması ve icrası).» Kıyas da bu görüşle uyum sağlar.[35]
İmamların farklı
olarak ileri sürdükleri şartları dikkate aldığımızda, içinde küffar ahkâmı icra edilen İslâm ülkeleri hakkında nasıl
bir yargıya varmak mümkündür? Bunu şöyle açıklıyabiliriz
:
a) îmam A'zam Ebû Hanîfe'nin öne sürdüğü üç
şartın tamamının tahakkuk ettiği bir îslâm ülkesi
bulunduğunu pek tahmin etmiyoruz. Bugün için hemen hepsi de istilâdan kurtulup
istiklallerini ilân etmişlerdir. Ve bu ülkelerde yaşayan Müslümanlarla zimmîler evvelce olduğu gibi şimdi de emân
ve güven içinde bulunuyorlardır. Ancak belirtilen şartların gerçekleştiği bir
İslâm ülkesi varsa, o takdirde İmam A'zam'm
içtihadına göre, o ülkede -takva yönünden sakıncalı olmakla beraber- faiz
işlemine cevaz verilebilir. Cuma ve bayram namazları ise kılınmaz.
b) îmameynin öne sürdüğü bir
şartın mahiyetini ve kapsamını iyice tesbit etmek
gerekir. Aksi halde yanlış bir hüküm verme ihtimali doğar. Nitekim bazı
kimseler şeriatın bir tek hükmü olsun meriyet mevkiinde icra ediliyorsa, o
memleketin Darü'l-İslâm olarak kalacağını
savunmuşlardır. Bu da bir ictihaddır.
Hindistan'da bu hususla ilgili duruma
işaret eden Keşşupu Îstilahati'l-Fünun'da şu açıklamaya yer verilmektedir : «Bu memeleket mel'unlara ait olmak
ve hâkimiyet de bu iblislerin elinde bulunmalka
beraber Müslümanların ülkesidir.»[36]
Hindistan' in o günkü
durumu çok farklı idi. İdare İngilizlerin veya kendilerinden olan gayr-i müslimlerin elinde bulunuyordu. Bu nunla
beraber gerek İngilizlerin, gerekse gayri müslim
yerlilerin gayr-i İslâmî idare tarzları Müslümanlara
dinî hükümlerin bir kısmında bir serbesti imkânı tanıyordu. Tabii bugünkü
durumları çok daha farklıdır.
O halde o devirde
Hindistan'daki idare tarzı, İmameynin içtihadına
göre, o ülkeyi dârü'l-îslâm
olmaktan çıkarmış sayılırdı. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, belirtilen üç şartın tamamı gerçekleşmediği
için yine de dârü'l-îslâm
kabul edilir.
Bu açıklamanın ışığı
altında denilebilir ki : İstilâye uğramıyan
ve fakat normal seçimlerle bir değişik idare sistemi kuran bazı İslâm
ülkelerinin durumu, Hindistan'daki dünkü ve bugünkü durumla mukayese edilemiyecek kadar farklıdır. Müstülman
halkı şer'i bazı hükümlerin icrâsmda serbest brakılan bu ülkelere Dârü'1-harb
denilebilir mi? Üç imamın şartları bir araya getirilip meseleyi onların
ışığında inceliyecek olursak, göreceğiz ki :
Memleketimizde ve benzeri îslâm ülkelerinde gayr-i müslimlerin ahkâmı bütünüyle hükümran tutulmamıştır.
Müslümanların bir çok âdetlerine, ibâdetlerine imkân verilmiştir. Aynı zamanda
bir istilâ, yani dârü'1-harb tarafından bir istilâ
da söz konusu değildir. O halde memleketimizde hem cuma ve bayram namazlarının
kılınması gereklidir ve caizdir. Hem faizciliğe cevaz kapısı kapalıdır.
Günümüzde gayr-i müslimlerin hemen bütün ülkeleri Darü'l-Harb sayılır. Çünkü hiç biriyle haraç, cizye yada vergi
ödemeleri-şartiyle bir Muvadaa
Ve Musalaha'ya gidilmemiştir. Bu bakımdan sözü
edilen bu tip ülkelerde bulunan Müslümanların -ister ticaret, ister seyahat,
ister işçi, ister ziyaretçi amaciyle gitmiş olsun-
faiz ve diğer İslâm'a göre haram sayılan hususlar karşısında nasıl hareket
etmeleri gerekiyor?
Şerhu Fethi'l-Kadir'de bu hususa
açıklık getirilerek deniliyor ki : — «Bir Müslüman Dârü'l-harb'e tacir olarak girerse, ona, onlarm
malından ve kanından hiçbir şeye el uzatması, taarruzda bulunması helâl olmaz.
Çünkü gadretmek haramdır.[37]
Ancak faiz konusu müstesna..
Bu hususta vârid olan Hadis-i Şerif ile istidlal
edilerek dârül-harb'de
faizin oraya giden Müslümanlara mubah olduğu hükmüne varılmıştır. Ne var ki bu
hadîsi mezhep imaanlarının hepsi delil kabul
etmemiş, bazı şüphelerin bulunduğu öne sürülmüştür. İmamların görüş ve ictihadlarrnı özetliyelim :
a) İmam A'zain bu hadisi sened olarak kabul etmiş ve bu sebeple darü'l-hafb'de bulunan Müslümanların faiz alabileceğini mubah
saymıştır. İmam Muhammed'in de bu görüşe katıldığı rivayet edilmektedir,
O halde Müslümanların o
ülkelerde faiz vermek değil daha çok almalarına cevaz verilmiştir. Takva
yönünden ise, bu her zaman sakıncalıdır ve kötü bir itiyad
haline gelebilir, endişesini taşımaktadır.[38]
b) îmam Şafiî ile İmam Ebû
Yusuf, müste'minin (aman dileyen) İslâm ülkesindeki durumuna
itibar ederek bu görüş ve içtihada muhalefet etmişler ve İmam Şafiî sözü
edilen hadîsin gayr-i sabit olduğunu söylemiştir.
c) Diğer iki İmam : Ahmed bin Hanbel ile İmam Mâlik de dârül-harb'de zina, domuz eti vb. şeyler haram olduğu gibi faiz
de haramdır, demişlerdir.
«Dârü'l-harb'de Müslümanla harbi arasında
hiçbir faiz (hükmü) yoktur.»
Az önce de
belirttiğimiz gibi, İmam Şafiî gibi çok değerli bir müctehid
imam, bu hadîsin sıhhatli biçimde sabit olmadığını ve bu sebeple onun bir
hüccet olamıyacağım belirtmiştir. Bu bakımdan hükme
medar olarak alınmamıştır. Fukahadan bir kısmı ise
hadîsin Garip olduğunu ifâde etmişlerdir.[39]
İmam Serahsî el-Mebsût'da bu hadîsin Mursel olduğunu, râvi-si MekhûTün sıka (güvenilir) sayıldığını ve Mekhûl gibi bir zattan Mursel bir
hadisin rivayet edilmesinin makbul bulunduğunu kaydetmiştir.
Şerhu Fethi'l-Kadir'de buna misal
olarak Hz. Ebubekir sıddîk'm analıların Fars (îran)hlara mağlubiyeti üzerine sevinen Mekke müşriklerine karşı
inen âyetten ve Resûlüllah'm (A.S.) beyânından ikuvvet alarak Ubeyy B. Halef ile
bahse girdiklerini ve durum Pey-igamber (A.S.)
Efendimize arzedilince, «bıdı\
üçten dokuza kadardır, [hatan artır, müddeti uzat» buyurduğunu, delil olarak
getirmektedir. İmam Kurtubî Ebû
Abdillah bu tarz bahse girişmenin kumar tahrimiyle nesholunduğunu, yani
hükmünün kaldırıldığını kaydeder. [40]ayrıca
bu husustaki rivayetin de garîp-hasen olduğu tesbit edilmiştir.
Eimme-i Selâse (— Üç müctehid imam) in Dârü'l-Harb'de faizin helâl olmadığına dair görüşlerini dürerü'l-münteka naklederek
özetle şöyle diyor :
«Darü'l-Harb'de Müslümanla harbî arasında
hiçbir faiz (hükmü) yoktur. Ebû Yusuf ile Eimme-i Selâse bu görüşe muhalif
kalmışlardır." [41]
Aynı kitapta konuyla
ilgili şu bilgi çle verilmektedir :
«Dârü'l-harb'de Müslüman olup dârül'-islâm'a hicret etmiyenin hükmü,
İmam Ebû Hanîfe'ye göre,
harbinin hükmü gibidir. İmam Ebû Yusuf ile îmam
Muhammed bu görüşe katılmamışlardır. Eğer hicret eder de sonra tekrar dâr-i harb'e dönerse, onun hâkkmda da hiçbir
faiz hükmü câri olmaz, İmamlar bu hususta görüş birliğine varmışlardır.» [42]
Bedâyi' sahibi Kâsânî bu meseleyi
kesin bir sonuca bağlıyarak diyor ki : «Eğer iki Müslüman dâr-i harb'e girer de bir dirhemi iki dirhem karşılığında
birbirleriyle satış yapar, yani faizli bir alrm-sa-tımda bulunurlarsa, bu caiz
olmaz. Çünkü her ikisinin de malı ma'-sum ve metkumdür.»[43]
Ama bir Müslüman dârü'l-harb'e girer de orada
Müslüman olmuş ve fakat henüz dâr-i İslâm'a hicret etmemiş bir adama iki dirhem
karşılığında bir dirhem satışında veya buna benzer dârü'l-islâm'-da büyû'-i fâsideden sayılan bir satış muamelesinde bulunursa, bu İmam
Ebû Hanîfe'ye göre caiz, İmameyne göre caiz değildir.[44]
Diğer bir husus da, dârü'l-harb'de Müslümanla ahm-satımda bulunan
harbî Müslüman olup dâr-i islâm'a girer veya o
ülkenin (dâ-rü'1-tarb'in) halkı Müslüman olursa, daha
önce alman faizler ve yapılan alım-satımlar geçerlidir, yeniden bir hükme bağlanmaz.
Ancak henüz kabzedilnıiyen faizler ve bey'i fâsidle alman mal ve semenlerin hükmü bâtıldır. «Faizden
arta kalanı -eğer inanıyorsanız- terke-din..» mealindeki âyetle istidlal
edilmiştir.[45]
Sonuç :
A — Hanefî imamlarından Ebû Hanîfe'ye göre, dârül-harb sa-yıtan
ülkelerde bulunan Müslüman, orada bulunduğu süre içinde gayri müslimlerden faiz alabilir. îmam Ebû
Yusuf ise bu görüşe muhalefet etmiştir.
B — İmam Şafiî, dârü'l-harb'de de faizin mubah olmadığını belirtmiştir. Şafiî bu
konuda, îmam Evzaî ile îmam Ebû
Yusuf'un görüşlerinin isabetli olduğunu söylemiş ve «Bu konudaki hüccet, Ev-zai Hazretlerinin ihticac
ettikleri gibidir» demiştir.[46]
İmam Şafiî'nin dârü'l-harb'de faiz meselesiyle
ilgili görüşünün özeti ise şöyledir : «Bir Müslüman bir kavm
arasında faiz yemeyi nasıl helâl sayabilir ki Allah onların kanlarını,
mallarını o Müslümana haram kılmıştır. [47]
C — Diğer iki imam (Mâlik ve Ahmed
bin Hantoel) de dârü'l-harb'de faizi mubah kabul etmemişlerdir,
D — İslâm Şeriatiyle idare edilmiyen Müslüman ülkeler, istilâya uğramadığı ve
aralarında ahkâm-ı şer'iyye'den bazı hususlarla amel
edildiği için dârü'l-islâm
sayılırlar. yani tercîh-î cânib-î îslâm
dikkate alınır.
E) Kendiliğinden gelip Müslüman bir ülkeyle sulh
anlaşması yapıp cizye ve benzeri bir vergi ödeyen bir gayr-i müslim ülke, Dâ-Rü'ı-Sulh
sayılacağından, orada bulunan Müslümana faiz almak
helâl olmaz.
F — (E) Maddesinde belirtildiği gayr-i müsüm ülkelerin dışında kalan diğer gayr-i müslim ülkelerin hepsi Dârü'l-Harb kabul edilmiştir. [48]
[1] Bakara : 275 – 281.
[2] Esbabü'n-Nüzul
– Nisaburî.
[3] Kurtubî
- îbn Kesir - tbn Cerir ve Lübabu't-Te'vil.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/331-333.
[4] Buharı - Eshab-ı
Sünen : Semure bin Cündüp
(R.A.)'den.
[5] İbn
Mâce : Ebû Hureyre (R.A.) 'den.
[6] Ebû
Dâvud - Nesâi İbn Mâce : Ebû
Hüreyre (R.A.)'den.
[7] Eshabi
Sünen.
[8] îbn
Ebİ Hatim – Beyhâkl.
[9] Ahmed
bin Hanbel.
[10] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/333-334.
[11] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/334-335.
[12] Rûm Sûresi, Âyet: 39.
[13] Nisa Sûresi, Ayet: 161.
[14] Al-i îmran
Sûresi: 130.
[15] Bakara Sûresi: 275.
[16] Bakara Sûresi : 275.
[17] Bakara Sûresi: 278.
[18] Bakara Sûresi : 279.
[19] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/335-339.
[20] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/339.
[21] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/340.
[22] Bu sınırı örf ve vicdan
belirler.
[23] İslam Ekonomisi Teori ve
Pratik - Terceme : B, Zengin, İst.: 1873.
[24] Mef
atimi'1-Gayb - Fahruddin Razî : C. 2, S.: 530 – 531.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/340-342.
[25] Tevrat - Çıkış : 70 - Bab : 22/2.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/342.
[26] Musa ve Yahudilik - Hayrullah ÖRS - Remzi Kitabeyi: 1966.
[27] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/342.
[28] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/342-343.
[29] Istilahat-i
Fıkhiyye Kamusu.
[30] İslâm Ansiklopedisi Darulharb maddesi.
[31] İbn-İ
Abidîn : C. 3, S. : 390 – 391.
[32] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/343-344.
[33] lbn-i
Âbİdin : C. 3, S. ; 390 – 391.
[34] Fetâvâ-yi
Hindiyye : C. 2, S.: 232.
[35] Fetâvâ-yi
Hindiyye ; C. 2, S. : 232.
[36] îslâm
Ansiklopedisi: Darü'I-Harb
maddesi.
[37] Ş. Fethi'l-Kadir
: C. 4, S.: 347.
[38] Fazla bilgi için bak - El-Mebsut - Serahsi: Ribâ bahsf.
[39] Garip Hadîs : Râvisi sadece bir kişi olup bulunduğu topluluktan onu rivayet
hususunda teferriid etmiştir.
[40] Tefsir-i Kurtubi:
C. 14, S.; 5 - Kahire : 1387.
[41] Dürerü'l-Münteka : C. 2, S.: 90.
[42] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/344-348.
[43] Bedâyiu's-Sanayi'
: C. 5, S.: 193.
[44] Bedayiu's-Sanayi'
: C. 5, S.: 193.
[45] Bedâyiu's-Sanayi'
: C. S, S.: 163.
[46] El-Umm
: C. 7, S. ; 459.
[47] El-Umm
: C. 7, S. : 359.
[48] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/348-349.