Abdest Ve Gusülde Kullanilmasi Caiz Olan Ve Olmayan Sular
Artıklarla Diğer Bazı Şeylerin Hükmü Hakkında Bir Fasıl
(Gusülde ağız ve
burnun içleri ile vücudun hepisîni yıkamak farzdır.) İmam-ı Şafiî'ye göre ağız
ile burnun içini yıkamak
sünnettirler. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); On şey fıtrat (yani sünneUtendir»
([1]) diye
buyururken ağız ile burnun içini yıkamayı o on şeyden saymıştır. Bunun içindir
ki bunlar abdestte de sünnet olmuşlardır. Biz ise; «Eğer cünüp iseniz
temizlenin- ([2]) diye buyurulmuştur. Temizlenmek ise, suyun
ulaşabildiği vücudun her yerini yıkamakla olur. Fakat abdest öyle değildir.
Çünkü onda yüzün yıkanması emredilmiştir. Ağız ve burnun içleriyle yüzleşme
olmadığı için bunlar yüzden sayılmazlar. Yukarıda geçen hadis de kişinin
abdestsiz olduğu zamana mahmuldür.
Zira Peygamber Efendimiz bir hadiste.
«Bunlar cünüplükten yıkanmada farz, abdestte sünnettirler.» ([3]) buyurmuştur.
(Gusletmek istiyen
kimsenin, önce ellerini, sonra avret yerlerini yıkaması, sonra -eğer vücudu
üzerinde bir necaset varsa- o necaseti gidermesi, sonra -ayakları dışında-
namaz için abdest alır gibi bir abdest alması sonra suyu başına ve vücudunun
diğer yerlerine -üç defa- dökmesi, sonra durduğu yerden ayrılıp ayaklarını
yıkaması sünnettir.) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
eşi Hz.
Meymûne (Radıyallâhü anhâ)
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu şekilde
guslettiğini rivayet etmiştir. Kişinin yıkandığı yerden ayrılıp ondan sonra
ayaklarını yıkamasının sebebi: Çünkü yıkandığı yerde biriken suyun içinde
ayaklarını yıkamasının bir faydası yoktur. Şayet yıkandığı yer yüksek olduğu
için orada su birikmiyorsa, o zaman ayaklarını yıkamayı sonraya bırakmaz.
Üstüne su dökmeden önce vücudu üzerindeki necaseti gidermesinin sebebi de,
necasetin suyun değmesiyle yu-muşayıp vücudun diğer yerlerine dağılmasını
önlemektir.
(Kadının, guslederken
saç örgülerini açması gerekmez.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem), eşi Ü m m ü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'ya; «Suyun, saçının diplerine
ulaşması sana yetmez mi?- ([4])
buyurmuştur. Sahih olan kavle göre kadına, saç örgülerinin içini ıslatması da
gerekli değildir. Fakat sakalın içini ıslatmak -bir zorunluk bulunmadıkça-
gerekir.[5]
Guslü Gerektiren
Şeyler De Şunlardır.
1- İster erkek, ister kadın, ister uyanıkken, ister
uykuda olsun, kişiden meninin atarak ve şehvetle çıkması.) İ m a m -ı Ş â-f i
î' ye göre meninin çıkması ne şekilde olursa olsun gusîü gerektirir. Zira
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem);Su ancak sudan (yani gusül ancak meniden) lâzımgelir.- ([6]) buyurmuştur.
Biz diyoruz ki:
Cenâb-ı Hak. cünüp olan kimseye yıkanmayı emir buyurmuştur. Cünüplüğün de
sözlük anlamı meninin şehvetle çıkmasıdır. Nitekim Araplar »Falanca adam cünüp
oldu- dedikleri zaman -Kadınla cinsel ilişkide bulundu- demek isterler. î m a
m-ı Şafii' nin dayandığı hadis de meninin şehvetle çıkması haline mahmuldür.
Zira hadisteki ikinci «su- kelimesi amm olup mezi, ve-di ve şehvetle çıkan ve
çıkmayan menilerin ikisine şâmil bulunduğundan, bu mânâda kalması mümkün
değildir. O halde ondan murat, en has mânâsı olan şehvetle çıkan menidir.
Sonra, imam Ebû Hanife
ile İmam Muham-m e d' e göre muteber
olan, meninin şehvetle yerinden aynlması- dır. İmam Ebû Yûsuf'a göre ise,
şehvetle çıkması da şarttır. Zira gusül lâzımgeimek -hem şehvet ve hem de
meninin çıkması olmak üzere- iki şarta bağlıdır. O halde bu iki şart bir arada
olmayınca hüküm terettüp etmez. İmam Ebü Hanife ile İmam Muhammed ihtiyatlı
davranarak ekseriyeti nazara almışlardır. Zira meni şehvetle yerinden
ayrılınca ekseriyetle şehvetle çıkar da, şehvetle yerinden ayrılıp da,
şehvetsiz olarak çıkması çok ender vâki olur. Bunun için ihtiyatın gereği, her
iki durumda da gusül lâzım gelmesidir.
2 –(Erkek ile kadının tenasül uzuvlarının birbirine
rastlaması.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «İki
sünnet yeri birbirine rastlayıp kertik kaybolunca -meni insin inmesin- gusül
lâzım gelir- ([7]) buyurmuştur. Ayrıca, iki
tenasül uzvu birbirine rastlarken –ekseriyetle- meni çıktığı için olabilir ki
çıkar da, kişi farkında olamaz. Bunun için, meni çıkmasa bile, guslü
gerektirmede iki tenasül uzvunun birbirine rastlaması, meninin çıkması yerine
kâim olmuştur. Erkek zekerinin bir başkasının makadına da girmesi guslü
gerektirir. Çünkü bu da meninin çıkmasına kuvvetli bir sebeptir. Bu durumda
yapana gusül lâzım geldiği gibi, ihtiyatan yapılana da lâzım gelir. Fakat
hayvanlarla veya hut insanın iki avreti dışında kalan diğer yerleriyle cima
eden kimseye -eğer menisi çıkmazsa- gusül lâzım gelmez. Çünkü bu hallerde
meninin çıkmasına yolaçan sebep zaiftir.
3- (Kadının aybaşı hali.) Zira Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle) :i
«Kadınlara, temizlenmedikçe yaklaşmayınız» ([8])
buyurmuştur.
4-( Loğusalık.) Çünkü loğusalığın guslü gerektirdiğinde
icma vardır. (Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma, iki
bayram ve Arefe günlerinde ve ayrıca ihrama girerken gusletmeyi sünnet
kılmıştır.) K u d u r i' nin sünnet dediği bu gusüllere kimisi müstahap
demiştir, imam Muhammed de Cuma gus-!ü hakkında -İyidir- tabirini
kullanmıştır, t m a m Mâlik
de;«Cuma namazına gitmek istiyen kimse gusletsin ([9])
hadisine dayanarak Cuma guslünün vâcib olduğuna kail olmuştur. Biz ise; «Kim ki
Cuma günü abdest alırsa, çok güzel bir şey yapmış olur ve kim ki guslederse,
onun yaptığı, daha üstün sevaphdır- ([10]) hadisine
dayanıyoruz. Zira bu hadis ile taarruz eder gibi görünen imam Mâlik'in hadisi
ya nedbe mahmuldür, ya da mensuh-tur.
imam Ebû Yûsuf'a göre
Cuma gusiünün sünnet olması Cuma namazı içindir ve sahih olan görüş budur.
Çünkü namazın fazileti vaktin faziletinden daha üstündür. Hem de temizlik
namazın şartıdır. Hasan İbn-i Ziyad ise: -Cuma gus-lünün sünnet olması Cuma
gününün fazileti içindir- ([11])
demiştir.
Cuma gününde olduğu
gibi bayram günlerinde de biraraya gelen insanların birbirlerinin kir
kokusundan rahatsız olmamaları için gusletmek müstahaptır. Arefe günü ile
ihrama girerken gusletmenin niçin sünnet olduğunu -Allah izin verirse- Hacc menâsiki bahsinde anlatacağız.
(Mezi ile vedinin
çıkmasından dolayı gusül lâzım gelmez. Bunların çıkması ile sadece abdest
bozulur.l Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)-Erkeklik
gücüne sahip olan herkes mezilenir. Me-ziden sadece abdest almak gerekir» ([12])
buyurmuştur. Vedi, bevil den sonra çıkan kalın bir vebildir. Bunun için o da
bevil hükmündedir. Meni, beyaz, kalın ve çıkması ile şehvet kırılan bir sudur.
Mezi de beyazımsı ve ince olup erkek, kadınla öpüşüp oynaşırken çıkan bir
sudur. Bu tarifler H z. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'dan gelmiştir.[13]
{Dere, çeşme, kuyu,
deniz ve yağmur sulan ile abdest alınabilir ve gusül edilebilir.) Zira Cenâb-ı
Hak;
-Biz göklerden
temizleyici bir su indirmiş bulunuyoruz- ([14]) buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de; -Su temizleyicidir ve
onun rengini, ya da tad veya kokusunu değiştirmedikçe hiç bir şey onu necis
kılmaz» ([15]) ve deniz hakkında da;
«O, suyu temizleyici ve murdarı helâl olan şeydir- ([16])
diye buyurmuştur. -Su- da denildiği zaman ondan yukanda geçen sular anlaşılmış
olur.
(Ağaç ve meyvalardan
sıkılıp çıkarılan sular ise abdest ve gusül-de kullanılamaz,) Çünkü bu tür
sulara yalnız -su- denilemez ve su bulunmadığı zaman teyemmüm etmekle
emrolunmuşuzdur. Bu tür sular, hakiki ve hükmi necasetleri gidermede suyun
gördüğü işi gördükleri için suya her ne kadar kıyas edilebiliyorsa da, abdestsizli-ğin
ne hakikî ve ne de hükmi bir necaset olmayıp abdest uzuvlarını yıkama vücubunun
taabbüdi olduğundan onda nassm dışına çıkılamaz. Fakat budanmış üzüm ağacından
damlayan su ile-1 m a m Ebû Yûsuf'un
«Cevami-inde söylediğine göre — abdest alınabilir. Çünkü bu, sıkma ile elde
edilen bir su değildir. Kuduri, sıkmayı şart koşmakla buna işaret etmiştir,
(Sirke, çorba, etsuyu,
gülsuyu, sulu sebze yemekleri ve diğer içecekler gibi, başka şeylerin karışması
ile su özelliğini yitiren sularla abdest alınamaz.) Çünkü bunlara su
denilemez. Sulu sebze yemeklerinden maksat, sebzenin, içinde pişmesiyle suyu
kalınlaşmış olan yemeklerdir. Zira ateşe koymaksızm içindeki sebzenin rengini
alan su ile abdest alınabilir.
(Sel suları gibi,
bulanık veyahut, içine süt, safran, sabun gibi yabancı ve fakat necis olmayan
bir maddenin karışması ile vasıflarından biri değişen bir su ile abdest ve
gusül alınabilir.) 1 m a m -1 Şâfiİ
(Allah rahmet eylesin) :
«Safran suyu ve
benzeri gibi, toprak cinsinden olmayan bir şeyin, içine karışması ile rengi
değişen su ile abdest alınamaz. Zira bu suya «su- denilemez. Nitekim ona -su»
değil, «Safran suyu- denilir. Fakat toprak cinsinden olan herhangi bir şey
öyle değildir. Çünkü su hiç bir zaman topraktan an olamaz» demiştir. Biz diyoruz
ki :
Safran ve benzerinin
karışması ile su, suluktan çıkmadığı gibi onun -ayran, sirke ve çorba gibi-
«Su»dan başka bir adı da yoktur. Ona «Safran suyu- dememiz, «Kuyu» veya -Çeşme
suyu» dememiz kabilindendir. Suyun kuyu veya çeşmeye izafesi suya nasıl suluktan
başka bir vasıf kazandırmıyorsa,, bu da Öyledir. Bir de, suyu topraktan korumak
mümkün olmadığı için, ona az miktarda kansan toprağın nasıl önemi yoksa, suya
az miktarda kansan safranın da önemi yoktur. Çünkü suyun suluktan çıkması -sahih
olan görüşe göre- renginin değişmesi ile değil, ona kansan şeyin çokluğu iledir.
Ancak eğer suyun rengi, içinde yabancı bir şeyi kaynatmak suretiyle değişirse,
o zaman, gökten yağdığı zamanki tabii durumunu koruyamadığı için onunla abdest
alınmaz. Çünkü ateş onun tabii vasfını değiştirmiş olur. Meğer içinde -sabun
ve benzeri gibi- temizleyici gücünü arttıran bir yabancı madde kaynatılmış
olsun. Nitekim ölüyü, içinde hatmi kaynatılmış su ile yıkamanın sünnet olduğuna
dair hadis vardır. Ancak eğer içinde kaynatılan şey -sulu kavut gibi- ona su
denemiyecek kadar onu kalınlaştırırsa -içinde kaynatılan şey- sabun gibi
-suyun temizleyici gücünü arttıran bir şey bile olsa- onunla abdest alınamaz.
Çünkü bu durumda olan bir suya artık su denmez. (İçine necaset giren herhangi
bir su ile -necaset ister az ister çok olsun- abdest alınamaz.) imam Mâlik
(Allah rahmet eylesin) yukarıda metni geçen;
«Su temizleyicidir.
-Rengini, ya da tad veya kokusunu bozmadıkça- hiç bir şey onu necis etmez»
hadisine dayanarak, içine giren necasetin, herhangi bir vasiun bozmadığı su ile
abdest alınabildiğine kail olmuştur.
İmam-ı Şafii de (Allah
rahmet eylesin) : «İçine necaset giren su -herhangi bir vasfı bozulmamış olmak
şartı ile- eğer kul-leteyin miktarı olursa onunla abdest alınabilir. Zira
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «Su kulleteyin miktarına
ulaşınca necaset taşımaz» ([17])
buyurmuştur» demiştir. Bizim dayanağımız ise, metni abdestin sünnetleri
bahsinde geçen; «Herhangi biriniz uykudan uyandığı zaman, elini üç kez yıkamadan
kaba daldırmasın. Zira elinin nerelerde dolaştığını bilemez» ve; «Herhangi
biriniz durgun suya bevletmesin ve onda cünüplükten gusletmesin» ([18])
hadisleridir. Zira t m a m M â 1 i k' in hadisi B u d a a kuyusu hakkında
«Necaset taşıyamaz, necis olur» demektir. (içine necaset giren akar su ile
-eğer ona giren necasetten birz görülmezse- abdest alınabilir.) Necasetin izi,
necasetin rengi, kokusu veya tadıdır. Akar su da, kullanılırken yerinde
durmayıp giden ve yerine bir başka su gelen su demektir. Kimisi de Bir saman
çöpünü sürükleyebilecek kadar olan su, akar sudur» demiştir. (Bir tarafına
dokunulurken diğer tarafı çalkalanmayan bir büyük göle necaset girerse,
necasetin girmediği taraftan abdest alınabilir. Zira durum, necasetin o tarafa
varamadığını göstermektedir.)
Çünkü böyle büyük bir
suyun bir tarafında bulunan necasetin, suyun her tarafına dağılmış olması pek
akla gelmez. Rivayete göre İmam
Ebû Hanife (Allah rahmet eylesin) :
-Eğer gölün bir
kenarında yıkanma ile diğer kenarı kıpırdamazsa, göl büyüktür^ demiştir, ki
İmam Ebû Yûsuf da (Allah rahmet eylesin) bu görüştedir. Hattâ -rivayete göre-
İmam Ebû Yûsuf.-Eğer gölün bir kenarı
içinde bir tek eî hareketiyle, diğer kenarı kıpırdamazsa, göl büyüktür» diye
söylemiştir. İmam Muham-m e d ' e göre ise, gölün bir yanından kişinin abdest
alması, eğer gölün öbür yanını kıpırdatmazsa göl büyüktür. Birinci görüş, havuzlarda
abdestten çok, yıkanmaya ihtiyaç bulunduğu düşüncesine dayanır. Kimisi de
-kolaylık olsun diye- havuzun büyüklük ve küçüklüğünü yüzölçümü itibariyle
takdir ederek :
-Eğer havuzun eni ile
uzunluğu onar arşm olursa, havuz büyüktür» demiştir, ki bu gün fetva buna
göredir. Bir arşın yedi kabzadır. Derinlikte de ölçü, -sahih olan görüşe göre-
havuzdan su avuçlandığı zaman, elin havuzun dibine değmemesidir. K u d u r i
-Necasetin girmediği taraftan abdest alınabilir- sözü ile, necasetin girdiği
tarafın necis olduğuna işaret etmiştir. İmam Ebü Yûsuf tan ise :Akar suda olduğu gibi, gölde
de eğer necaset izi görülmezse, necasetin düştüğü yer necis değildir, diye
söylediği rivayet olunmaktadır.
(Arı, pire, sinek,
akrep ve benzerî gibi kanı akmayan canlıların suda ölmesi suyu necis etmez.)
îmam-ı Şafiî (Allah rahmet eylesin) : -Necis eder. Çünkü etlerinin haram olması
necis olduklarını gösterir. Fakat sirke veyahut meyvalar içinde ölen kurtlar
öyle değildir. Çünkü onda zaruret vardır» demiştir. ([19])
Bizim dayanağımız, Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's selâm)'in; -Ey
Selman, her yiyecek ve içecek ki, içine kanı bulunmayan bir canlı düşüp ölürse,
yiyilmesi, içilmesi ve ondan abdest alınması helâldir» ([20])
hadisidir. Kaldı ki sıvı, içinde Ölen canlının vücudunda bulunan akar kanın ona
karışması ile necis olur. Çünkü necis olan, akar kandır. Bunun içindir ki
kesilen hayvan temizdir de. kesilmeden ölen hayvan murdardır. Zira hayvanın
akar kanı kesilmekle gider. Kesilmeden ölen hayvanın kanı ise, damarlarında
pıhtılaşıp kalır. Bu tür canlılarda ise, sıvıya karışacak kadar akar kanın
bulunmadığını farz ediyoruz. Herhangi bir şeyi yemenin haram olması da, o
şeyin necis olduğunu gerektirmez. Nitekim çamur, yiyilmesi haram u'duğu halde
necis değildir.
(Balık, kurbağa ve
yengeç gibi, suda yaşıyan canlıların suda ölmeleri suyu necis etmez.) îmam-ı
Şafii (Allah rahmet eylesin) yukarıdaki
yargıyı yaparak :•Balıktan başka, her canlının ölmesi, necis kılar» demiştir.
Biz diyoruz ki: Bu canlılar, sudan oluştukları için, suda öldükleri zaman
onlara necis hükmü verilmez. Nitekim, bozulup kana dönüşen yumurta da, bu
nedenle necis değildir. Kaldı ki bu saydığımız canlılarda akar kan da yoktur.
Zira akar kanı olan canlılar, suda barınmazlar.
Saydığımız bu
canlılar, sudan başka bir sıvıda ölmeleri halinde ise, kimisi ı -Kaynaklan
olmayan sıvıda öldükleri için sıvıyı necis ederler», kimisi de: -Akar kanları
olmadığı için necis etmezler» demiştir, ki en sıhhatli olan görüş budur. Bu
hükümde kara ile su kurbağalan arasında fark yoktur. Kimisi de : -Kara
kurbağası, hem akar kanı bulunduğu ve hem de kaynağında ölmediği için, necis
eder» demiştir.
Suda yaşıyan canlılar,
suda doğup büyüyen ve suyun içinde kalan canlılardır. Karada doğup suda
geçimlerini sağlayan canlılar ise, necis ederler. (Müsta'mel) yani daha önce
abdest veya gusülde kullanılmış olan fsu bir daha abdest veya gusülde
kullanılamaz.) İmam Mâlik ile İmam-ı
Şafii (Allah rahmet eylesin)
:«Kesici olan .bir âlet herhangi bir şeyi nsisıl bir kaç kez kesiyorsa,
necaseti giderici olan su da, necaseti bir kaç kez giderir» diyerek bu görüşe
katılmamışlardır. İmam Züfer de: «Eğer
daha Önce onunla abdest alan kimse abdestli idiyse, onunla bir daha abdest
alınabilir, değil idiyse, necis değil, fakat bir daha onunla abdest alınamaz.
Çünkü abdestsiz olan kimsenin uzuvları hakikaten necis olmadığı için, o uzuvlarda
kullanılmış otan suyun necis olmaması, hükmen necis olduğu için de necis
olması lazım gelir. îşte bu iki ihtimali göz önünde bulundurarak bu suya necis
diyemeyiz. Ancak necaseti giderici değildir- demiştir, ki I m a m -1 Şafii' nin
bir görüşü de bu yoldadır. ([21])
İmam Muham-m e d de (Allah rahmet eylesin) : «Müsta'mel su-onu
kullanmış olan kimse ister abdestli, ister abdestsiz olsun- necis değildir.
Fakat onunla bir daha abdest alınamaz- demiştir, ki îmam Ebû Hanif e' den de
(Allah rahmet eylesin) bu yolda bir rivayet vardır. Çünkü necis olmayan bir
şey, necis olmayan bir başka şeye değmesiyle necis olmaz. Ne-varki, bu su ile
bir dini görev ifa edildiği için -zekât malı gibi- kirli sayılıp temizleyicilik
vasfını yitirmiştir. İmam Ebû H a -nife
ile İmam Ebû
Yûsuf ise: «Müsta'mel su
necistir. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm) yukarıda metni
geçen hadiste; -Herhangi biriniz durgun suya bevletmesin ve durgun suda
cü-nüplükten gusletmesin- buyurarak hakimi ile hükmi necaseti eşit tutmuştur.
Kaldı ki hakiki necaseti gideren su necis olunca, hükmi necaseti gideren su
niçin necis olmasın- demişlerdir. Hatta Hasan İbn-i Ziyad'ın rivayetine göre
îmam Ebû Hani f e (Allah rahmet eylesin) bu suya, hakiki necaseti yıkamada kullanılmış
suya kıyas ederek -ağır necis- demiştir. İmam E b ü Y u s u f ' un rivayetine
göre ise, îmam Ebû Ha n i f e bu suyun hafif necis olduğuna kaildir.
(Müsta'mel su :
abdestsizlik veya cünüplüğü gidermiş veya sevap kastı ile insan bedeninde
kullanılmış olan su demektir.) Bu tarif İmam Ebü Yûsuf'a göredir. Kimisi:
«İmam Ebû H a n i f e de buna kaildir- demiştir. İmam Munammed ise: -Su, sevap
kastı üe insan bedeninde kullanılmadıkça müsta'mel olmaz. Çünkü insandaki günah
kirinin suya geçmesiyle su kirlenir. Günah kiri de ancak, suyun sevap kastı ile
kullanıldığı takdirde suya geçer- demiştir.
İmam Ebû Yûsuf
ise: «Kişi üzerinden abdestsizlik veya cünüplük hükmünün kalkması ile
de su müsta'mel olur» demiştir, ki buna göre su -sevap kastı ile kullanılması
ve onunla abdestsizlik veya cünüplüğün kalkması olmak üzere- iki halde müsta'mel olur. Su müsta'mel
olunca da -sahih kavle göre- bedenden ayrıldıktan sonra müsta'mel sayılır.
Çünkü su daha beden üzerinde iken onu müsta'mel saymamak mecburiyeti vardır.
Suyun bedenden ayrılması ile bu mecburiyet kalkar. Buna göre, eğer cünüp olan
bir kimse, kuyunun dibine düşen herhangi bir şeyi çıkarmak için suya dalarsa,
îmam Ebû Yûsuf'a göre bu kimsenin ne cünüplüğü kalkar ve ne de kuyunun suyu
necis olur. Kişinin cünüplüğü kalkmaz. Çünkü îmam Ebû Yûsuf'a göre cünüplüğün
kalkması için kişinin, suyu üstüne dökmesi şarttır. Kuyunun suyu da necis
olmaz. Çünkü bu su ne sevap kastı ile kullanılmış ve ne de onunla kişinin
üzerinden cünüplük kalkmıştır. îmam Muhammed'e göre adamın cünüplüğü kalkar.
Çünkü ona göre suyu üstüne dökmesi şart değildir. Fakat kuyunun suyu müsta'mel
olmaz. Çünkü adam sevap kastı ile suya girmemiştir. İmam Ebû Hanife'ye göre
ise, adamın cünüplüğü kalkmaz ve su da necis olur. Çünkü adamın bedeninden ilk
uzvun suya girmesiyle o uzuv üzerindeki cünüplük kalktığı için su necis olur ve
necis olan bu su ile adamın bedeninden geri kalan kısmının cünüplüğü kalkmadığı
için adam cünüp kalır. îmam Ebü Hanif e' den: -Adamın cünüplüğü kalkar. Çünkü
su bedenden ayrılmadıkça ona müsta'mel hükmü verilmez- diye söylediği de
rivayet olunmuştur, ki rivayetlerin en uygunu budur.
(Domuz ve insan
derilerinden başka, bütün canlıların derisi tabaklanmakla teiniz olur ve
dolayısiyle hem üzerinde namaz kılına-bilir ve hem de -eğer tulum olarak
kullanılırsa- onun suyundan abdest alınabilir.) Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :-Ham olan herhangi bir deri, tabaklanınca
temizlenmiş olur- ([22]) buyurmuştur. Hadisteki umum «Murdar hayvanın
derisi tabaklanmakla temiz olmaz- diyen
î m a m M a -1 i k' in görüşüne karşıdır. İmam
Malik, murdar hayvanın derisini
kullanmaktan nehyeden; -Murdann derisini kullanmayınız.- ([23])
hadisine dayanmıştır. Halbuki bu iki hadis arasında taaruz yoktur. Zira bu
hadiste İhab tabiri kullanılmıştır, ki ham deri demektir. Buna göre hadisin
mânâsı «Murdarın derisini ham olarak kullanmayınız» demek olur.
Hadis, köpeğin
necisül'ayn olup derisinin tabaklanmakla temiz olmadığına kail olan İmam-ı
Şafii' nin görüşüne de karşıdır. Zira köpek necisül'ayn değildir. Nitekim
avcılık ve koruyuculukta köpekten yararlanılır. Necisül'ayn olsaydı ondan
yararlanmak caiz olmazdı. Fakat domuz köpek gibi değil, necisül'ayndır. Zira
Kur'-ân-ı Kerim'de domuzun pis olduğu, nassan ifâde buyurulmuştur. İnsan da
şerefli bir varlık olduğu için onun vücut parçalanndan yararlanmak caiz
değildir. Bunun için domuz ile insan derileri hadisin şümulü dışında kalırlar.
Güneşte kurutmak
veyahut üstüne toprak sermek gibi basit bir ameliye bile olsa, derinin kokuşup
çürümesini önliyen her çeşit İşlem tabaklanmaktır. Çünkü gaye, derinin
çürümemesi olduğuna göre herhangi bir şeyi şart koşmada bir mana yoktur.
Şunu da bilelim ki:
Derisi tabaklanmakla temizlenen her hayvan -eti yiyilen cinsten olsun olmasın-
eğer kesilirse hem derisi ve- sahih olan kavle göre- hem eti necis değildir. Çünkü vücuttaki
necis olan rutubetler kesilme ile gider.
(Murdar hayvanın
kılları ile kemikleri necis değildir.) 1 m a m -1 Şafii (Allah rahmet eylesin)
kıl ve kemiklerin de murdar vücudun birer parçası olduğunu ileri sürerek necis
olduklarını söylemiştir. Biz diyoruz ki:
Murdar, kesilmeden
ölen demektir, ölüm ise, can taşıyan varlıktan canının çıkmasıdır. Kıl ve
kemikte ise can yoktur. Olsaydı, kesilince acı duyulacaktı. Însan ölüsünün de
kılları ve kemikleri necis değildir.) 1 m a m -1 Şafii (Allah rahmet eylesin) insan ölüsünün kıl
ve kemiklerini kullanmanın ve satışını yapmanın caiz olmadığına dayanarak necis
oldukları görüşünde bulunmuştur. ([24]) Biz
diyoruz ki: İnsan ölüsünün kıl ve kemiklerini kullanmanın ve satışını yapmanın
caiz olmamasından, necis oldukları anlaşılmaz. Şerefli kılman insana
saygısızlık olur diye cesedinden yararlanmaya izin verilmemiştir.[25]
(Bir kuyuya necis bir şey girdiği zaman, o
necis olan şey çıkarılıp atılır ve kuyudaki suyun hepisi çekildikten sonra
kuyu temizlenmiş olur.) Bunda Ashap ve Tabiin icma etmişlerdir. Kuyu meseleleri
kıyasa değil, rivayetlere dayanır. Kuyu sulan az kabul edildiği için (eğer
kuyuya deve veya davar terslerinden bir veya iki tane düşerse, kuyunun suyu.)
kıyas, necis olduğunu gerektiriyorsa da, istihsanen (necis olmaz) demişlerdir.
Çünkü çöl kuyularının ağzı ekseriyetle açık olduğu için, deve ve davar
sürülerinin çevreye bıraktıkları pislikler rüzgar esintileriyle kuyulara
düşerler. İşte bu zaruret karşısında, kuyuya düşen pislik az olduğu zaman ona
göz yumulur. Fakat kuyuya düşen necaset çok olunca, bu zaruret bulunmadığı
için kuyunun suyunu çekmek gerekir. Çokluk ve azlığın ölçüsü de -İmam Ebû
Hanife' den gelen rivayete göre- göz ayandır. Kuyuda necasete bakan kimse, eğer
onu çok görürse çoktur, az görürse azdır. Mutemet olan görüş budur. Kuyuya
düşen necaset ister yaş, ister kuru, ister sağlam, ister kırılmış, ister tezek,
dışkı, ne olursa olsun fark etmez.
Koyun veya keçi
sağılırken pisleyip te tersinden bir veya iki tane süt kabına düşmesi halinde,
zarurete binaen :
-Pislik hemen atılır
ve süt necis olmaz- demişlerdir. Fakat -söylendiğine göre- başka kaplara düşen
necaset az da olsa, ona göz yumulmaz. Çünkü zaruret yoktur. İmam Ebû
Hanife'den: -Kaba düşen deve veya davar tersi bir veya iki tane olursa, kuyuya
düşmüş gibidir» diye söylediği rivayet olunmuştur.
(Kuyuya düşen güvercin veya serçe kuşunun
pisliği kuyuyu ne-cis etmez.)
îmam-ı Şafii:
«Necis eder. Çünkü o
da tavuk pisliği gibi pisliğe dönüşüp kokuşan bir şeydir» demiştir. Biz
diyoruz ki: Mescitleri temiz tutmakla emrolunduğu halde, mescitlerde
ötedenberi yuva -yapan güvercinlere hiç kimsenin dokunmaması, pisliğinin necis
olmadığına delalet eder. Kaldı ki, bu iki kuşun pisliğinde de herne kadar bir
durumdan bir başka duruma dönüşme varsa da pis koku yoktur. Nihayet o da.
siyah, kokmuş çamur gibidir.
(Bir keçi veya koyun
kuyuya işerse -İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre- kuyunun soyunu atmak
gerekir. İmam Muham-med ise : -Koyun veya keçinin sidiği, eğer suyun üç
vasfından birini değiştirmemiş ise, suyun atılması gerekmez» demiştir.) Bu görüş
ayrılığı -Eti yiyilen hayvanların sidiği necis değildir- diyen İmam.Muhammed
ile, necis olduğuna kail olan İmam Ebû Hanife ve İmam Ebü Yûsuf arasındaki ihtilâftan
kaynaklanmaktadır. İmam Muhammed, Peygamber Efendimiz'in (Aleyhi's-salâtü
ve'sselâm) Ureyneli olan kişilere develerin süt ve sidiklerini içmelerini
emrettiğine dair rivayete dayanmıştır. Zira eğer devenin sidiği necis olsaydı
onu içmeyi emretmek şöyle dursun, müsaade dahi etmezdi. İmam Ebû Hanife ile
İmam Ebû Yûsuf'un
dayanağı da;
-Sidikten kendinizi
temiz tutunuz. Zira kabir azabının çoğu sidik yüzündendir. ([26])
hadisidir. Kaldı ki, diğer hayvanların sidiği nasıl birçok zehirleri içeren ve
pis kokan bir şey ise, eti yiyilen hayvanların sidiği de öyledir. Peygamber
Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selânı)'in, Ureynelilere develerin sidiğini
içmelerini emretmesinden de, eti yiyilen hayvanların, sidiği necis değil, diye
bir hüküm çıkarılamaz. Zira Peygamber Efendimiz CAleyhi's-salâtü ve s-selâm)
deve sidiğinin onlara şifa olacağını vahiy yolu ile bilmişti, ki bizim
devrimizde buna imkân yoktur. Bunun için imam Ebû Hanife -tedavi için bile
olsa- sidik içmeye cevaz vermemektedir. İmam
Ebû Yûsuf ise hadise dayanarak: -Eti yiyilen
hayvanların sidiği tedavi için içilebilir.- İmam Muhammed «Tedavi için olmasa da içmek caizdir- demişlerdir.
(Eğer kuyuda bir fare, ya da, serçe, kanarya veya bülbül tipi kuşlardan
herhangi biri veya kertenkele ölürse, kuyudan -kovanın büyüklük ve küçüklüğüne
göre- yirmi ile otuz kova arasında su boşaltmak gerekir. el-Canü-us Sağyir'de
-Kırk ile elli kova arasında» diye kaydedilmektedir.) ki zahir olanı budur.
Zira rivayete göre Ebu Said-i Hudrî
(Radiyallahü anh) tavuk hakkında:
«Kuyuda öldüğü zaman kuyudan kırk kova su çekilir ([27])
diye söylenmiştir. Bu ise. kırk kova çekmenin vacip olduğunu bildirir. Kırktan
elliye kadar çıkarmak ta müstahaptır.
Kovanın hacmi hakkında
belirtilmiş bir ölçü yoktur. Canlının, içinde Öldüğü kuyunun suyu hangi kova
ile çekiliyorsa, o kuyu hakkında muteber olan kova odur. Kimisi de : -Enaz bir
sar su alan kovadan daha küçüğü kâfi gelmez- demiştir. Eğer yirmi kovanın
aldığı miktarda, bir kova ile bir defada su çekilirse caizdir. Çünkü bu şekilde
de gaye yerine gelmiş olur. (Eğer kuyuda bir keçi veya koyun, ya da köpek veya
insan ölürse, kuyudaki suyun hepisini atmak lâzımdır.) Çünkü rivayete göre
Zemzem kuyusunda bir zenci Ölmüş dfi, Abdullah İbn-i Ömer ile Abdullah İbn-ı
Zübeyir (Radiyallahü anhümâ) :-Kuyudaki suyun hepisini atmak gerekir- diye
fetva vermişlerdir. ([28])
(Eğer kuyuda ölen
canlı, şişmiş veya çürüyüp dağılmış ise -ölen canlı ister büyük ister küçük
olsun- yine de suyun hepisini atmak lâzımdır.) Çünkü bu durumda canlının
vücudundaki rutubet her tarafa dağılmış olur.
(Eğer su alttan
kaynadığı için kuyu kurutulamıyorsa, ölen hayvan çıkarılıp atılırken kuyuda ne
kadar su varsa, hiç değilse o kadar su kuyudan çekmek gerekir.) ölen hayvan
atıldığı zaman kuyuda ne kadar su bulunduğunu bilmenin yolu şöyledir : Hayvan
atıldıktan sonra kuyudaki suyun hacmi ölçülür ve kuyuya yakın bir yerde aynı
ölçüde bir çukur kazılarak kuyunun suyu o çukura aktarılır. Çukur dolunca, sözü
geçen miktarda kuyudan su çekilmiş olduğu anlaşılır. Yahut bir sırık suyun
dibine bırakılır da battığı miktar ölçülür. Ondan sonra meselâ on kova su
çekilir ve sırık tekrar bırakılıp suyun kaç santim indiği ölçülür. Suyun kaç
santim indiği anlaşılınca, her o kadar santim için on kova çekilir ve bu
ameliyeye, sırığın suya birinci kez bırakılmasında batan miktar tamam oluncaya
dek devam edilir. Bu iki yol (Allah rahmet eylesin) İmam Ebü Yûsuf' undur. İmam
M u -h a m m e d ise (Allah rahmet eylesin) «İki ilâ üç yüz kova
arasında kuyudan su çekilir- diye söylemiştir, îmam Muhammed herhalde,
oturduğu ülke halkının hep böyle yaptığına bakarak bunu söylemiştir. el-Cami-us
Sağiyr'de, İmam Ebû Hanife' nin
de Böyle bir durumda, kuyudan su çekilebildiği kadar çekilir ve ancak ne
zaman ki, alttan kaynayan su kuyuyu kurutmaya imkân vermezse vaz geçilir» diye
söylediği kaydedilmiştir. Kimisi de : -Bu hususta bilgi ve tecrübe sahibi iki
kişinin, sözü ile amel edilir- demiştir, ki Fıkh'a en uygun olanı budur. (Eğer
kuyuda, ölmüş bir fare veya benzeri görülüp de, ne zaman düştüğü bilinmezse,
eğer farede henüz bir çürüme veya şişme yoksa, o kuyu suyundan abdest
alanların, yirmi dört saatlik namazlarım bir daha kılmaları ve o kuyu suyunun
değdiği bütün şeyleri yıkamaları gerekir. Eğer fare şişmiş veyahut çürümeye
yüztutmuş ise, o zaman üç günlük namazın iadesi lâzım gelir. Bu, İmam Ebû Hanife
'nüı görüşüdür. Diğer iki imam ise : -Ölen canlının kuyuya ne zaman düştüğü,
kesin olarak bilinmedikçe hiç bir şey lâzımgelmez-demişlerdir.) Çünkü kesin
bilgi şüphe ile zail olmaz. Kişi bu durumda nihayet, üstündeki elbisede bir
necaset görüp de, elbisesinin bu necasete ne zaman bulaştığım bilemiyen kimse
gibidir. Bu kimse, herhangi bir namazım nasıl bir daha kılmak zorunda değil
ise, öbürü de Öyledir. İmam Ebû Hanife (Allah rahmet eylesin) meseleyi şu
şekilde müta'âa etmiştir:
Burada Ölümün açık bir
nedeni vardır ki o da hayvanın suda boğulmasıdır. Şu halde hayvan daha önce
değil, suya düştükten sonra ölmüştür. Hayvanın şişmiş veya çürümüş olması da
uzun zaman önce ölmüş olduğunu gösterir. Uzun zaman da üç gün üç gece üe takdir
olunabilir. Çünkü bundan daha kısası uzun zaman' sayılmaz. Hayvanın şişmemiş
veya çürümemiş olması da yeni ölmüş olduğunu gösterir. Bunun için biz ona da
bir gün bir gece koyuyoruz. Zira bundan daha azı saatlardır, ki zaptı mümkün
değildir. Elbisesinde necaset gören kimsenin meselesine gelince : M u a 1 1 â
' nm dediğine bakılırsa onda da ihtilâf vardır. Kimisi:
•Eğer gördüğü necaset
kuru ise üç gün üç gecelik, yaş ise bugün bir gecelik namazlarını bir daha
kılması gerekir» demiştir. Şayet biz bu kimseye i Bir şey lâzım gelmez, de
desek iki mesele arasında fark vardır. Çünkü kişi, sırtındaki elbisesini
devamlı görmektedir. Kuyu ise, ancak ondan su çekildiği zaman görülür. Bunun
için kuyu, elbiseye kıyas edilemez.[29]
(Her canlı artığının
hükmü ne ise, teri de aynı hükmü taşır.) Çünkü ikisi de aynı canlının etinden
oluşmaktadır. (İnsan ile, eti yiyilen canlıların artığı necis değildir.) Zira
artığa karışan şey yalınız salyadır. Salya ise, temiz etten doğduğu zaman
temizdir. İnsan kelimesine gayrimüslim, aybaşı halindeki kadın ve cünüp olan
kimse de dahil olup bunların artığı necis değildir. (Köpeğin artığı
ne-cistir.) Köpek ağzını bir kaba sokarsa o kabı üç kez yıkamak gerekir. Zira
Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) «Köpeğin ağız sokmasından kap
üç defa yıkanır- ([30]) buyurmuştur.
Aslında köpek, kabın içindeki suyu içerken dilini kaba değil, suya değdirir.
Bununla beraber, suyun yeri olan kap necis olunca, suyun necis olması
evleviyetle lâzım gelir. Köpek ağzının necis olduğunu ve köpeğin, ağzını soktuğu
herhangi bir kabı üç kez yıkamak lâzım geldiğini açıkça bildiren bu hadis, yedi
kez yıkamayı şart koşan İmam-ı Şafii' nin görüşüne karşıdır. Kaldı ki köpeğin,
üstüne işediği herhangi bir şey üç kez yıkamakla temiz olurken, necislikte
sidikten aşağı olan artığının değdiği herhangi bir şeyin üç kez yıkamakla
temiz olması evleviyetle lâzım gelir. Yedi kez yıkamayı şart koşan hadis de ([31])
Islâmiyetin yeni
ortaya çıktığı zamana mahmuldür. (Domuzun da artığı necistir.) Zira domuz
-yukarıda geçtiği üzere- necis-ül ayındır. (Canavarların da artığı necistir.)
İmam-ı Şafiî (Allah rahmet eylesin) :
Köpek ile domuz
dışında, hiç bir canavarın artığı necis değildir» demiştir. (Kedinin artığı
necis değil, mekruhtur.) İmam Ebû Yûsuf tan. mekruh bile olmadığı rivayet
olunmuştur. Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) su
kaplarını kedilerin önüne koyar, onlar da içer ve Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ondan sonra o su ile abdest alırdı. ([32])
imam Hanife ile imam
Muhammed1 in dayanağı ise; «Kedi
canavardır» ([33]) hadisidir. Zira bu hadis
ile «Kedi biçim ve huy bakımından canavardır» demek istenmemiş, canavarlar
hükmünde olduğu bildirilmiştir. Ancak kedi kap kaçak arasında dolaşan bir
hayvan olduğu için, necaset hükmünden düşerek mekruh kalmıştır.
İmam Ebû Yûsuf un
dayandığı hadis İse, canavarların haram kılınmasından önceki zamana mahmuldür.
Kedi artığının mekruh olması, kimisi: •Etinin haram olduğu içindir» demiştir ki
bu, harama yakın bir mekruh olduğuna, kimisi de: •Pis şeyleri yediği içindir-
demiştir ki bu da, tenzihen mekruh olduğuna işarettir. Eğer kedi, fare yedikten
hemen sonra ağzını kaba koyarsa, içtiği su necis olur, eğer bir miktar
geçtikten sonra koyarsa, suyun necis olduğuna hükmedilmez. Çünkü kedi, ağzını
salyası ile yıkamış olur. Bu da İmam Ebû Hanife ile îmam Ebü Yûsuf'a göre
böyledir. Çünkü imam Muhammed, necasetin sudan başka herhangi bir şeyle
yıkanamadığı görüşündedir. İmam Ebû Yûsuf'a göre de her ne kadar, necis olan
bir şeyin temizlenebilmesi için suyun yukarıdan dökülmesi şart ise de,
zarurete binaen bu şart burada sakıttır.
(Gezip dolaşan tavuğun
artığı mekruhtur.) Çünkü böyle tavuk devamlı necaset içinde olup necis şeyleri
yer. Eğer tavuk, gagası ayaklarının altına ulaşamayacak bir biçimde bağlı
olursa necasete bulaşmadığı için artığı mekruh değildir. (Yırtıcı kuşların da)
leş yedikleri için (artığı mekruhtur.) İmam Ebü Yûsuf:
-Eğer yırtıcı kuş bir
yerde bağlı olur ve gagası üzerinde necaset bulunmadığı kesin olarak bilinirse
artığı mekruh değildir- demiştir.
Hanefi fukahası İmam
Ebû Yûsuf tan gelen bu rivayeti istihsan etmişlerdir. (Yılan ve fare gibi
evlerde barınan canlıların da) artığı (mekruhtur.) Zira etlerinin haram olması
artıklarının necis olmasını gerektiriyorsa da, onlar da kedi gibi,kap kaçak
arasında dolaştıkları için necaset hükmü sakıt olup kerahet kalır. (Eşek ile katırın artığı şüphelidir.) Kimisi: •Şüphe temiz olmasındadır. Çünkü
eğer temiz olduğu kesin olarak bilinse -içine giren salyanın herhangi bir
vasfını değiştirmemiş olmak şartı ile- temizleyici olması da lâzım gelir-.
kimisi de :
«Şüphe temizleyici
olmasındadır. Zira onunla abdest alıp başını mesheden kimsenin, ikinci kez
temiz bir su ile abdest aldığında başını yıkaması gerekmez. Halbuki eğer şüphe
temizliğinde olsaydı, ikinci kez temiz bir su ile abdest aldığında başını
yıkaması lâzım gelirdi. Kaldı ki, hem sütleri temizdir ve hem de terlerine
bulaşan elbise ile namaz kılınabilir. O halde temiz olması değil, temizleyici
olması şüphelidir» demiştir, ki en sıhhatli olan görüş budur.
İmam Muhammed1 den
sarahaten, temiz olduğunu söylediği rivayet olunmuştur. Eşeğin artığını şüpheli
kılan sebep, ya eşeğin hükmünü bildiren deliller arasında bulunan taarruzdur,
ya da eşeğin hükmü hakkında Ashab-i kiram arasındaki görüş ayrılığıdır. Katır
da eşeğin soyundan olduğu için onun hükmündedir.
(Şayet eşek veya
katırın artığından başka bir su bulunmazsa, onunla abdest ahnır ve ayrıca
teyemmüm de edilir. Abdest ile teyemmümden hangisi önce yapılırsa olur.) İmam
Züfer' den : •önce abdest almak gerekir. Çünkü mutlak su bulunduğu zaman
teyemmüm edilemez. Bu da kullanılması gerekli bir su olduğu için mutlak su
hükmündedir» demiştir. Biz diyoruz ki: Abdestsizlik, bu su ile abdest almak ve
teyemmüm etmekten birisiyle kalkar. Bu ise, birinin diğerinden önce veya sonra
olmasını değil, hangisi önce veya sonra olursa olsun, ikisini de yapmayı gerektirir. (İmam Muhammed ile İmam Ebû Yûsuf'a göre
atın artığı temizdir.) Zira at, eti yiyilen hayvanlardandır. Sahih olan
rivayete göre İmam Ebû Hanife de buna kaildir. Çünkü atın etini yemek her ne
kadar mekruh ise de, tiksindirici olmasından değil, şerefli bir hayvan
olmasındandır.
(Eğer nebizden başka
bir şey bulunmazsa, İmam Ebû Hanife:
Teyemmüm edilmez, nebiz ile abdest alınır» demiştir.) Zira -Cinler
gecesi hadisinde geçtiği üzere- Peygamber Efendimiz (Sallallâ-hü Aleyhi ve
Selîem) o gece su bulamayınca nebiz ile abdest almıştır. ([34]) İmam
Ebû Yûsuf ise:
-Nebiz ile abdest
alınmaz, teyemmüm edilir- demiştir, imam Ebû Hanife' den gelen rivayetlerden
biri de bu yoldadır. îmam-ı Şafii de teyemmüm âyetine dayanarak buna kail
olmuştur. Çünkü İmam-ı Şafii'ye göre ya âyet daha güçlü bir dayanaktır, ya da
-âyetin iniş tarihi cinler gecesinden sonra olduğu için- Cinler gecesi hadisi
âyet ile mensuhtur. Zira cinler gecesi olayı M e k k e ' de olmuş, âyet ise M
e d i n e ' de inmiştir. İmam Muhammed:-Hem nebiz ile abdest alınır ve hem
de teyemmüm edilir. Çünkü hadis hakkında hem dedikodu vardır ve hem de âyet,
cinler gecesinden sonra mı önce mi nâziî olduğu kesin olarak bilinemez. Bunun
için ihtiyatan ikisini de yapmalıyız- demiştir.
Ben diyorum ki: Cinler
gecesi olayı yalnız bir geceye mahsus olmayıp defalarca vâki olduğu için,
hadisin âyet ile mensuh olduğu dâvası doğru olamaz. Aynca, hadisin meşhur olup
Ashab-ı kiram tarafından onunla amel edilmesi ona âyetten daha fazla güç kazandırmıştır.
Nebiz ile gusletmeye
gelince : Kimisi, guslü de abdeste kıyas ederek : -Caizdir-, kimisi de guslün
abdestten ağır ve önemli olduğunu ileri sürerek : -Caiz değildir» demiştir.
Hakkında ihtilaf edilen nebîz de, tatlı, ince ve üzerinde aktığı şeye
yapışmayıp su gibi akan nebizdir. Keskinleşip kahnlaşan nebîz ise, hem haram
olduğunda ve hem de onunla abdest alınamadığında ihtilâf yoktur. Şayet ateşte
yalnız rengi değişmiş olup incelik ve tatlılığını koruyorsa -keskinleşmiş olsa
bile- onunla abdest almanın cevazında İhtilâf edilmiştir, imam
Ebû Hanif e, haram, olmadığını
söyliyerek: «Onunla abdest alınabilir-, îmam Muhammed ise, haram olduğuna kail
olduğu için: «Alınamaz- demiştir[35].
[1] Müslim (Taharet) 56, Ebû Dâvud (Taharet) 29, Tirmizl
(Edeb) 14, Ne-sal (Zinet) 1, Îbn-İ Mâce (Taharet) 8. İmam Ahmed'in Müsned'İ
6/137
[2] Mâide sûresi, ayet 6
[3] Bu lâfızla gariptir. Beyhakl İle Darekutni bunu Ebû
Hüreyre (R.A.)'dan : Cünüp kimse İçin ağız ve boruna öç kez su vermek farzdır»
şeklinde rivayet etmişlerdir.Nasb-ürraye C. 1, S. 78
El-Hidâye — C.: 1-F.: 3
[4] Müslim (Hayız)
35. Ebü Dâvud (Taharet) 99,
130, Nesai (Hacc) 43
[5] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/33-34.
[6] Müslim (Hayız) 81, Ebü Dâvud (Taharet) 83, Tirmizi
(Taharet) 81, Nesai (Taharet) 131, tbn-i Mâce (Taharet) 110, Darım] (Abdest)
74, İmam Ahmed'in Müsnedl 3/20
[7] İmam Muhammed Abdullah b. Vehb'in Müsned'i.
Nasb-ü-raye C. 1, S. M
[8] Bakara sûresi, âyet 222
[9] Buharl (Cuma) 2, 3, 5, 6; Müslim
(Müsafirin) 26, Ebû Dâvud (Taharet) 127
[10] imam Ahmed ile îbn-i Huzeyme, Semûre (RA.)'dan gelen
bu hadisi ayrıca Ebû Dâvud. Taharet, Tirmîzl ile Nesal de Namaz bahsinde
kaydetmişlerdir
[11] Buna göre Cuma nam&zına gitmek zorunda olmayan
kimseler için de Cuma guslü müstehaptır.
[12] İmam Ahmed'in Müsned'i Cilt 4, Sahife 342
[13] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/34-37.
[14] Furkan, 48
[15] Ebû Dâvud üe Tirmizl, Ebü HÜreyre (RA.)'dan; Bu hadisi
başKa bir iradeyle ibn-i Mâce de Taharet bahsinde sahile 40'ta kaydetmiştir
[16] Dört Sünen sahipleri, Ebû Hüreyre'den; Ebû Dâvud
sahife 13 TInnM «İt 1, sahife 11, Nesal
cilt 1, sahife 63, îbn-i Mace sahife 32
[17] Ebû Dâvud (Taharet) 33, Tirmizi (Taharet) 50, Nesal
(Taharet) 43, tbn-i Mâce (Taharet) 75, Dârİrol (Abdest) 55, İmam Ahmed'in
Müned'i 2/22
[18] Müslim (Taharet) 64, Tirmizi (Taharet) 51, Nesaî
(Taharet) 30, 139. (Ou-sül) i, tb&-i Mâce (Taharet) 2Ş, İmam Ahmed'In
Müsned'i 2/288, 464
[19] Fıkh-ı Şafii'de de, akar kanı bulunmayan canîının,
içinde öidüğü sıvının ya necis olmadığı, ya da - şayet necis ise de - hakkında
af bulunduğu görüşü hâkimdir.
[20] Darekutni S. 4 Beyhakl C. 2, S. 253
Nasb-ürraye C. 1, S. 115
[21] lmaam-ı Şafii'nin en aahir ve müftabih olan görüşü
budur. îraam-ı Şafii'nin bir .Üçüncü görüşü daha vardır. Onda. da îmam
Muhammedle beraberdir.
[22] Tirmizl ile Müslim, tbn-i Abbas (R.A.)'dan gelen bu
hadisi aynca Ne-sat de cilt 2. sahife 19; Tahavİ sahife 271 ve îbn-t Carud da
Sahİfe 396'da kaydetmişlerdir.
[23] İmam Mâlik, Abdullah b. Ukeym el-Leysi (R-A.)'dan. Bu
hadisi ayn-ca Ebû Dâvud cilt 2 sahife 216, Nesai cilt 2 sahlfe 181, îbn-i Mâce
sahlfe 266, Tir-mizi cilt I sahlfe 206'da kaydetmişlerdir
[24] Fıkh' Şafii'de de en zahir olan kavle göre insan Ölüsü
necis değildir. İnsan Ölüsünün necis olmadığına da, insan oğlunun şerefli bir
varlık olarak yaratılmış olduğunu ifâde buyuran âyet-i Kerime delil
gösterilmektedir.
Mütercim Ahmed Meylani
[25] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/37-45.
[26] Hakim. Ebû Hüreyre <R.A.)'dan. El Mûstedrek cild 1.
sahife 183. Da-rekutni sahlfe 47
[27] Ebû Saîd-i Hudrl'nin bu sözünün nerede geçtiği
bulunamadı.
[28] BuharI cilt 1. Sahife 203, Müslim cilt 2. Sahile 658,
Tirmizİ cüt 1. Sa-hife 11.
[29] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/45-49.
[30] Darekutnl, Ebû Hüreyre (R.A.)'dan
[31] Derler ki: Câhiliyet devrinde köpekler ksp kaçak
arasında dolaşır ve kimse onların artığını kullanmaktan sakınmazdı. Bunun içirt
önce, ağızlarının değdiği şeyin yedi kez yıkanması emrolunmustur.
[32] Darekutnl Hz. (Aişe (R.A.)'den.
[33] El-Mûstedrek, İmam Ahmed'in mûsnedi cilt 2. Sahlfe
227., Darekutnl sahlfe 23. Cilt 1 sahile 183, Tehavl cilt 3, Sahiîe 272.
[34] Ebû Davud (tabur) S. 13, Tirmizl (tahur) S. 13, tbn-İ
Mace (tahur) S. 31 Nasb-ürraye C. 1 S. 137
[35] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/49-53.