GANİMETLER VE GANİMETLERİ PAYLAŞMA BABI
Ganimetlerin Taksim Keyfiyeti Hakkında Bir Fasıl
Ganimetten Bâzı Kimselere Bağışta Bulunmak
Düşmanın Bir Yeri Ele Geçirmeleri Babı
(İslâm askerleri
düşmandan bir yeri zorla aldıkları zaman, devlet yöneticisi muhayyer olup
isterse o yeri alanlar arasında dağıtır.) Nasıl ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Hay-b er'i aldığı zaman öyle yapmıştı. ([1])
(İsterse o yerin sakinlerini yerlerinde bırakıp onları cizyeye, arazilerini de
haraca bağlar.) Nasıl ki Hz. Ömer de Irak'ı aldığı
zaman diğer As-hab'ın muvafakatıyla
Öyle yapmış ([2]) ve Ashab
arasmda ona muhalefet edenler tutunamayıp ortadan
silinmişlerdir. Bunun için bu iki tasarruf da bize örnek olup yönetici
hangisini isterse onu uygular. Kimisi: «askerlerin ihtiyacı olduğu zaman
birinci tasarruf, olmadığı zaman ikinci tasarruf daha evlâdır. Çünkü hiç
değilse devlet hazinesi için bir gelir kaynağı olur- demiştir. Yöneticinin muhayyer
olup hangisini istese uygulayabilmesi de gayrimenkul mallar hakkındadır.
Menkul mallan ise sahiplerine bırakmak caiz değildir. Çünkü bunun cevazı
hakkında şeriatta bir delil yoktur. Gayrimenkul malların da sahiplerine
bırakılması cevazına t m a m -1 Şafiî muhalefet ederek: «Çünkü sahiplerine
bırakmak, askerlerin hakkını veyahut malını karşılıksız olarak ellerinden
almak demektir. Haraç da az olduğu için bu hakkı karşılayamaz. Esirlerde-ki
askerlerin hakkı ise öyle değildir. Çünkü yönetici gerekli gördüğü zaman
esirleri köleleştirmez de, onları öldürür, ki o zaman bu hakkı tamamen ibtal etmiş olur» demiş ise de, rivayet ettiğimiz Hz. Ömer'in tasarrufu onun görüşüne karşıdır. Kaldı ki bu
tasarrufta müslü-manlar
için daha büyük bir yarar vardır. Zira arazinin, sahipleri elinde bırakılması
halinde -sahipleri ekim ve tarım usulünü bildikleri için- hem arazinin verimi
fazla olur, hem askerler araziyi işletme masrafından kurtulmuş olurlar. Hem de
araziden gelen haraç devlet hazinesi için sürekli bir gelir kaynağı olur. Haraç
da her ne kadar az ise de devamlı olduğu için ilerde arazinin değerinden daha
fazla olur. Ancak bu tasarrufun mekruh olmaması için arazi sahiplerine aynca, araziyi işletebilecek kadar menkul malların da verilmesi
gerekir. (Yönetici esirler hakkında da muhayyer olup isterse onlan öldürür.) Zira hem Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)
esirleri öldürmüş, ([3]) hem
de öldürme ile bir daha müslü-manlann
başına gaile açmaları ihtimali ortadan kalkmış olur. (İsterse onları
köleleştirir.l Çünkü köleleştirilmelerinde müslümanla-nn hem maddi kazancı, hem de -onunla müslümanlara
kötülük yapmaları önlendiği için- manevî kazancı vardır. (İsterse) H z. Ömer'in
Irak halkı hakkında yaptığı gibi (onları hür olarak İslâm devletinin himâyesi
altında yaşıyan gayrimüslim bir azınlık olarak
bırakır.) Ancak Allah (Azze ve Celle)
izin verirse ileride anlatacağımız üzere (arap
müşrikleri île dinden çıkmış olanlar bu hükümden müstesnadırlar.) (Esirleri
-kendi ülkelerine geri gitmek üzere- serbest bırakmak- caiz değildir.) Zira onlan geri göndermekle düşmana güç verilmiş olur. (Eğer
esirler müslümanhğı kabul ederlerse) o zaman
kötülükleri başka bir yolla önlenmiş olduğu için (artık Öldürülemezler. Fakat
köleleştirilebilirler.) Çünkü müslüman olmadan esir
düşmüşlerdir. Kaldı ki köleleştirilmelerinde müslümanlar
için maddî kazanç vardır. Fakat esir düşmeden müslümanlığı
kabul etmeleri halinde -buna sebep bulunmadığı için- köleleştirilemezler.
(İmam. Ebû Hanife'ye göre esirleri fidye
karşılığında bile olsa, geri vermek caiz değildir. Diğer iki İmam ise:
-esirleri müslüman esirlerle değiştirme yoluyla geri
vermek caizdir» demişlerdir.) ki İmam-ı Şafii de buna kaildir. Çünkü bu
işlemle, birtakım müslümanlar esaretten kurtarılmış
olurlar. Bir müslümamn kurtulması ise, bir kâfiri
öldürmek, yahut ondan yararlanmaktan daha iyidir, imam
Ebû Hanife de şöyle
demiştir:
Eğer biz onu geri
verirsek düşmanı güçlendirmiş oluruz. Düşmanın güçlenmesine mâni olmak ise,
esarette olan müslümanı kurtarmaktan daha iyidir.
Çünkü esarette olan müslüman, esarette kalmasının
zararını yalnız kendisi çeker. Düşmanın güçlenme zaran
ise bütün müslümanlara aittir.
Mezhebte, esirleri -fidye karşılığında bile olsa- geri
vermenin caiz olmadığı, meşhur ise de, el-Siyer-ül
Kebir'de «eğer müslüman-lann
mala ihtiyacı varsa esirleri fidye karşılığında bırakmanın bir sakıncası
yoktur. Çünkü Bedir savaşında Peygamber Efendimiz CSallallahü
Aleyhi ve Sellem) aldığı esirleri fidye karşılığında
bırakmıştır- ([4]) diye geçmektedir.
Eğer elimiz altındaki
esir, müslüman olursa bir müslüman
esir karşılığında geri verilemez. Çünkü bu değiştirmenin bir faydası yoktur.
Ancak eğer kendisi bunu istiyor ve bir daha küfre dönmiyece-ğine güveniliyorsa, o zaman verilebilir.
(Esirleri karşılıksız
olarak bırakmak caiz değildir.) t m a m -1 Şafiî: «caizdir. Zira Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Bedir esirlerinden kimini karşılıksız olarak bırakmıştır- ([5]) demiştir.
Biz de;
«Müşrikleri nerede
bulursanız öldürün» ([6])
âyet-i kerîmesine dayanıyoruz. Hem de esir düşen kimsenin esir düşmekle köle
olma hakkı sabit olur. Sabit olan bir haktan ise karşılıksız olarak vaz geçilemez, îmam-ı
Şafii' nin
dayandığı hadîs ise mensuhtur.
(Eğer tslâm
askerleri savaş bölgesinden dönmek isterlerken beraberlerinde, düşmandan
aldıkları hayvan sürüleri bulunup da götü-remiyorlarsa,
onları ne Öldürebilir ve ne de yerinde bırakırlar. Ancak keser ve kestikten
sonra da yakarlar.) İmam-ı Şafii: «onları yerinde bırakırlar. Zira Peygamber
Efendimiz, eğer yemek için olmazsa herhangi bir hayvanı kesmekten nehyetmiştir.. ([7])
demiştir. Biz diyoruz ki: hangi hayvan olursa olsun eğer sahih bir maksat için
kesilirse caizdir. İslâm düşmanlarının gücünü kırmaktan daha sahih bir maksat
da olamaz.
Hayvanları kestikten
sonra yakmak da, düşmanların yararlanmaması içindir. Nasıl ki düşmanın evleri
de bunun için yıkılır. Hayvanları kesmeden yakmak ise caiz değildir. Çünkü
ondan nehyediî-miştir. ([8])
Hayvanları kesmeyip öldürmek de caiz değildir. Çünkü işkencedir. Silâhlar da,
eğer beraber götüremezlerse -düşman yararlanmasın diye- yakılır. Demirden olan
silâhlar gibi yanmayan silâhlar da, düşmanın bulamayacağı yerlere gömülür.
(İslâm askerleri düşman toprağından geri dönmedikçe, ele geçirdikleri
ganimetleri paylaşamazlar.) îmam-ı Şafii: «düşman toprağında dahi ganimetlerin
taksiminde sakmca yoktur.» demiştir, ki bu ihtilâf
«İslâm toprağına girmeden, ele geçirilen ganimetlere mâlik olunur mu olunmaz
mı?» diye edilen ihtilâftan kaynaklanmaktadır. Bize göre mâlik olunur, îmam-ı
Şafii'ye göre olunmaz. Bu ihtilâftan aynca bir takım
meseleler daha ortaya çıkmaktadır; ki biz onları da kifâye
adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz. Imam-ı Şafii:
-bir mala, eğer o mal mubah ise -avlarda olduğu gibi- onu ele geçirmekle mâlik
olunur. Ganimet mallan da, düşman toprağında dahi olursa düşmandan alındıktan
sonra ele geçirilmiş olur» demiştir. ([9])Bizim
de dayanağımız, Peygamber Efendimiz'in ganimetleri
dar-ûl harpta satmaktan nehyetmesidir.
Zira bir malı taksim etmek de onu satmak hükmünde olduğu için taksim de nehyin altına girer. Hem. de bir şeyi ele geçirmek onu
güven altına almakla olur. Ganimet malları ise, düşman toprağından dışarı
çıkarılmadıkça güven altında olmayıp sahipleri tarafından her an için> geri
alınması mümkündür. (Ganimet mallarına ortak olmada bilfiil savaşa
katılanlarla bilfiil katılmayıp yedekte duran askerler arasında fark yoktur.)
Çünkü -yerinde öğrenildiği üzere- her ikisi de savaş kasdıyla
sının geçmiş, yahut savaşta hazır bulunmuşlardır. Askerler içinde hastalık
veya benzeri bir mazeret dolayısıyla savaşa giremiyenler
de -aynı sebebe binâen- öyledirler.
(Eğer İslâm ordusu
ganimetleri daha İslâm toprağına çıkarmamışken yardımcı güçler gelip onlara
katılırlarsa, onlar da ganimetlere ortak olurlar.) İmam-ı Şafii: -savaş
bittikten sonra gelenlere pay yoktur- demiştir, ki bu ihtilâf da yukarıda geçen
ihtilâftan kaynaklanan meselelerden, biridir. Bize göre ise ganimetlere
ancak, ordu İslâm toprağına girdikten, yahut -düşman toprağında dahi olsa-
ganimetler taksim edildikten veya satıldıktan sonra gelenler ortak olamazlar.
(Savaşta askerleri
sevk ve İdare edenlerin ise -eğer kendileri bizzat savaşa katılmazlarsa-
ganimetlerde bir haklan yoktur.) İmam-ı Şafiî iki kavlinden birinde onlara da
pay verilir. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm);'Ganimet,
olayda hazır olanların hakkıdır» ([10])
buyurmuştur. Hem de onlarla ordunun hacmi kabardığı için manen cihad etmiş sayılırlar» demiştir.
Biz diyoruz ki: bunlar
bilfiil savaşta bulunmak kasdıyla sınırı geçmedikleri için savaşa bilfiil katılmış gibi değillerdir.
Bunun için savaşa bilfiil katılmaları gerekir, ki kendi durumlarına göre, yâni
eğer süvari iseler süvarilere, piyade iseler piyadelere göre hak sahibi
olsunlar. îmam-ı Şafiî' nin dayandığı hadis ise, H z.
ö m e r' de mevkuftur, yahut «ganimet, savaşa katılmak maksadıyla savaşta
hazır olanların hakkıdır- mânâsındadır.
(Eğer ordunun,
ganimetleri taşıyacak araçları yoksa, yönetici, ganimetleri askerlere iğreti
olarak dağıtır ve İslâm toprağına vardıktan sonra onlardan geri alarak yeniden
ve bu kez esaslı bir şekilde aralarında paylaştırır.) Ben diyorum ki =
Muhtasar'da böyle demiş ve askerlerin muvafakatim şart koşmamıştır, ki
es-Siyer-üI Ke-bir'in de
rivayeti bu yoldadır. Bu konunun kısacası şudur: eğer ordunun, ganimetleri
taşıyacak araçları olursa ganimetler o araçlarla islâm
ülkesine taşıttırılır. Çünkü hem ganimetler, hem araçlar ordunun malıdır. Şayet
ordunun araçları bulunmayıp, beytülmahn varsa yine
böyledir. Çünkü beytülmal da müslümanlann malıdır.
Eğer askerlerden bir kısmının, yahut hepsinin araçları olursa -es-Siyar-ü Sağeir'in rivayetine göre-
ganimetleri taşımaya zorlanamazlar. Çünkü bu, tamamen bir kiralama akdi olduğu
için her iki tarafın da kabulü şarttır. Bunlar da, arkadaşının hayvanı çölde
ölüp de kendisinde fazla bir hayvan bulunan kimse gibidirler. Ssyer-ül Kebir'in rivayetine göre
ise zorlanırlar. Çünkü bu, genel bir zararın şahsî bir zararla önlenmesi
kabilindendir.
(Ganimet malları
taksim edilmeden, düşman toprağında satılamazlar.) Çünkü ganimet mallan taksim
edilmeden kimsenin malı değildir. îmam-ı Şafii: «satılabilir» demiştir, ki bu
ihtilâfın sebebini yukarıda açıkladık.
(Düşman toprağında
ölen askerlerin ganimetlerde bir hakkı yoktur. Ganimetlerin İslâm ülkesine
çıkarılmasından sonra ölenler ise hisseleri vârislerine verilir.) C' -kü miras ancak ölenin malına düşer. Ganimetler ise, İsic r- =sme getirilmeden,
askerlerin malı olamaz. İmam-ı Şâ ı i ise: «düşman
yenilgiye uğradıktan sonra ölen askerlerin hissesi vârislerine kahr- demiştir. Çünkü ona göre -yukanda
da geçtiği üzere- ganimet mallan ele geçirilmekle
askerlerin malı olur. (Askerlerin düşman toprağında ele geçirdikleri
ganimetlerden yem vezneleri ve buldukları yiyeceklerden yemeleri caizdir.) Ben diyorum ki: K u d u r İ bunu böyle mutlak
olarak söyleyip -muhtaç oîduklan zaman» diye kayıd koymamış ise de, bir rivayete göre ihtiyaç şarttır,
bir rivayete göre şart değildir. Birinci rivayetin dayanağı şudur ki: Ganimet
mallan bütün askerler arasında müşterek olduğu için kişi ondan ancak ona
muhtaç olduğu zaman yararlanabilir. İkinci rivayetin dayanağı da. Peygamber
Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Selleml'in Ha y b e r'in yiyecekleri hakkındaki; Yiyin,
hayvanlarınıza yedirin, fakat yükleyip götürmeyin» ([11])
hadisidir. Hem de kişi savaş esnasında -zengin de olsa- yiyecek ve hayvan
yemine muhtaçtır. Çünkü savaşta olan kimse, sürekli olarak beraberinde ne
yiyecek ve ne de hayvan yemini taşıyamadığı gibi, arkadan ona yetiştirmek de
mümkün değildir. Bunun için savaşta olan herkese ganimetlerden yemesi ve
hayvanına yedirmesi caizdir. Silâh ise öyle değildir. Çünkü savaşta olan kimse
devamlı olarak silâhını beraber bulundurur. Bunun için kişi ganimet olarak ele
geçirilen silâhlan kullanamaz. Ancak muhtaç olduğu zaman alır, kullanır ve işi
bittiği zaman tekrar yerine bırakır. Hayvan da silâh gibidir. Yiyecek de
ekmek, et ve yağ gibi yemekte kullanılan şeylerdir. (Askerlerin ganimet
mallarından odun kesmeleri de caizdir.) Bâzı nüshalarda bunun yerine «koku
kullanmaları caizdir» diye geçmektedir. (Askerlerin
ganimet mallarından kendilerini ve hayvanlarım yağlamaları da caizdir.) Zira
buna da ihtiyaç vardır. (Ayrıca buldukları silâhları da kullanabilirler. Fakat
bunların hepsi ganimetlerin taksiminden önce olması şartına bağlıdır.l 'Bu da
-yukarıda geçtiği üze-eğer silâha ihtiyaçları olursa
caizdir. (Fakat ganimet mallarından hiçbir şeyi satmaları caiz değildir.)
Çünkü -yukarıda da söylediğimiz üzere- kişi ancak kendi malını satabilir.
Ganimet mallan ise, paylaşılmadan önce, kimsenin malı değildir (Eğer bir
gayrimüslim) darül harpta (müslüman
olursa hem kendini, hem küçük çocuklarım, hem -ister kendi elinde olsun, ister
bir müslümanın veya İslâm himâyesi altında bulunan
bir gayrimüslimin elinde emânet bulunan- menkul olan bütün mallarını kurtarmış
olur.) Yâni onun oturduğu yeri aldığımız zaman ne ona, ne küçük çocuklarına,
ne de menkul olan mallarına dokunamayız.. Çünkü hür olan bir kimse müslüman olunca artiK
köleleştirilemez. Küçük çocukları da, kendisi müslüman
olunca kendisine tâbi olurlar. Menkul mallarına da dokunamayız. Çünkü
Peygamber Efendimiz (Aley-hi's-salâtü
ve's-selâm);Kim ki müslüman
olurken, elinde
bir mal bulunursa o
mal onundur» ([12]) buyurmuştur. Ancak bu
menkul mallara dokunamayışımız, kendi elinde olması, ya
da birmüslümanın veya İslâm himâyesi altında bulunan
bir gayrimüslimin elinde emânet olarak bulunması şartına bağlıdır. Çünkü bu
mal kendisinde emânet olarak bulunan müslümanın veya
İslâm himâyesi altında olan gayrimüslimin eli de onun eli gibi sıhhatli ve dokunulması
caiz olmayan bir eldir. Fakat kendisinden gasp olunan, ya
da kendisi tarafından, İslâm himâyesi altında olmayan bir gayrimüslime emânet
bırakılan malı Öyle değildir. Çünkü ne gasp eden kimsenin, ne de İslâm himâyesi
altında olmayan gayrimüslimin eli, dokunulması caiz olmayan bir el değildir.
(Bu kimsenin oturduğu yeri aldığımızda gayrimenkul olan mallan ise bize ganimet
olur.) İmam-ı Şafii -gayrimenkul olan malları da, elinde olduğu zaman menkul
olan mallan gibi kendisinindir» demiştir. Biz diyoruz ki: gayrimenkul mallar
ülkenin aynlmaz birer parçası olduğu için gerçekte
şahsın olmayıp ülkeyi idare eden devletin malıdır. Kimisi demiştir ki: Bu göröş İmam Ebü Hanife'-nindir ve İmam
Ebû
Yûsuf un da son görüşüdür. imam
Muhammed'e ve İmam Ebû Yûsuf un ilk görüşüne göre
ise, gayrimenkul mallar da menkul mallar gibidir. Çünkü İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre gayrimenkul mallar üzerinde şahsi
mülkiyet vücuda gelemez.
İmam Muhammed ise:
«vücuda gelir» demiştir. (Bu kimsenin karısı da ganimet olur.) Çünkü kansı darül harpta yaşı-yan gayrimüslim olduğu için müslümanlıkta kocasına tâbi değildir. Karısının karnındaki
çocuk da ganimet olur.) îmam-ı Şafiî: «doğan çocuk nasıl babasına tâbi ise,
henüz doğmamış çocuk da Öyledir» demiştir.
Biz diyoruz ki -,
doğmamış çocuk annesinin vücudundan bir parça sayılır. Bunun için annesi
köleleşince onunla birlikte o da köle-leşmiş olur. Doğmuş olan çocuk ise,
annesinden aynldığı için onun vücudundan bir parça
değildir ve dolayısıyla onun köleleşmesiyle köleleşmez. (Büyük çocukları da
ganimet olurlar.) Çünkü büyük olduk-lan için
babalarına tâbi değillerdir. (Savaşa katılmış olan köleleri de ganimet
olurlar.) Çünkü bu köleler efendilerine karşı geldikleri için onun elinden
çıkıp ülke halkına tâbi olmuşlardır.
(İslâm himâyesi
altında olmayan gayrimüslimin elindeki malları da) ister emânet olarak elinde
bulunsun, ister onu gasp etmiş olsun (ganimet olur.) Çünkü İslâm himâyesi
altında olmayan gayrimüslimin eli dokunulmaz değildir. (Bir müslüman veya İslâm himâyesi altında olan bir gayrimüslim
tarafından gasp edilmiş mallan da İmam Ebû Hanife'ye göre ganimet olur. İmam Muhammed ise ı «ganimet
olmaz» demiştir.)
Ben diyorum, ki: Es-siyerül Kebir'de ihtilâf bu şekilde açıklanmıştır. el-Camis-Sağirin sarihleri ise, İmam
Ebû Yûsuf'un da tmam
Muhammed' le beraber olduğunu söylemektedirler.
İki İmam: «çünkü mal
da sahibine tâbidir. Mal sahibi mûslü-manhğı kabul etmekle dokunulmazlık vasfını kazanınca onunla
birlikte malı da bu vasfı kazanmış olur- demişlerdir.
imam Ebû Hanife de: «bu mal aslında
herkese mubah olan bir mal olduğu için kim onu ele geçirirse ona mâlik olur.
Sahibi de müslümanlığı kabul ettiği için
dokunulmazlık vasfını kazanmış değildir. Nitekim eğer darül
harpta birisi onu Öldürürse o kimseye kısas lâzım gelmez. Onun dokunulmazlığı
insan olduğu içindir. Ancak müslüman değilken
insanlığa zararlı olduğu için bu vasıf kendisinden kalkmıştı. Müslüman olunca
bu vasfı tekrar geri döndü. Onun bu malı ise öyle değildir. Çünkü onun elinde
olmadığı için heder olmuş bir maldır. Bunun için onu kim ele geçirirse onun
olur- demiştir.
(İslâm askerleri
düşman ülkesinden çıktıktan sonra ganimet mallarından artık yiyemez ve
hayvanlarına yediremezler.) Çünkü o zaman zorunluk
ortadan kalkmış olur. Oysa, düşman toprağında iken zorunluktan
ötürü yer ve hayvanlarına yedirirlerdi. Hem de düşman toprağından çıktıktan
sonra ganimetteki haklar kesinleşmiş olur. Hattâ eğer kişi ölürse onun hissesi
vârislerine kalır. İslâm ülkesine çıkmadan önce ise öyle değildir. (Eğer
düşman toprağmdan çıkarken bir kimsede fazla kalmış
bir yiyecek veya yem varsa, onu ganimetlerin araşma geri bırakması gerekir.)
Yâni eğer ganimet malları paylaşılmadan önce İslâm ülkesine dönülürse hüküm
böyledir, ki bir rivayete göre îmam-ı Şafii de buna kaildir. Diğer rivayete
göre ise îmam-ı Şafii bu kimseyi de gizliden düşman toprağına girip soygun
yapan kimseye kıyâs ederek: «geri bırakması gerekmez- demiştir. Biz diyoruz
ki: bu kimse ile gizliden düşman toprağına giren kimse arasında fark vardır.
Zira bu kimse ihtiyaçtan dolayı o yiyeceği veya hayvan yemini almıştı. İhtiyaç
ise, İslâm ülkesine dönüldükten sonra ortadan kalkmış olur. Düş-
man ülkesine gizliden giren kimse ise öyle değildir. Zira
bu kimse, eline geçirdiği mal islâm ülkesine
getirmeden önce de onun hakkı idi. Eğer ordu, ganimetleri paylaştıktan sonra
İslâm ülkesine dönerse o zaman kişide fazla kalan yiyecek veya hayvan yemini
-eğer kendisi muhtaç değilse fakirlere verir. Muhtaç ise kendisi yer. Zira
artık geri vermesi mümkün olmadığı için, yerde bulunan mal hükmündedir.[13]
(Ganimetten, önce beştebir çıkarılır.) Zira Cenâb-ı
Hak CAzze ve Celle) :-Bilin
ki. ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah (Azze
ve Celle)' in, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in ve yakınlarının, yetimlerin,
düşkünlerin ve yolda kalmışlarındır- ([14])
buyurmuştur. (Geri kalan beşte dördü de ganimeti ele geçiren askerler arasmda taksim edilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel-îem)
öyle yapmıştır. ([15])
İmam Ebû Hanife'ye göre (atlıya İki
hisse, yayaya bir hisse verilir. Diğer iki İmam ise: «atlıya üç hisse verilir»
demişlerdir.) ki İ m a m-ı Şâfi i'nin de görüşü bu
yoldadır. Zira Abdullah Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'dan rivayet
olunduğuna göre Peygamber Efendimiz, atlıya üç, yayaya bir hisse vermiştir. ([16]) Hem
de herhangi bir şeyde hak sahibi olmak, o şeyi elde etmek yolunda gösterilen
çabaya göredir. Atlının gösterdiği çaba ise, yayanın gösterdiği çabanın üç
katıdır. Zira atlı savaşta hem gider, hem döner, hem yerinde durur. Yaya ise,
sadece yerinde durur. îmam Ebû Hanif e' nin delili de
îbn-i Abbas (Radıyallâhü anh) 'nın: -Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
atlıya iki hisse, yayaya bir hisse verirdi» mealindeki hadîsidir. ([17]) Hem
de kavli hadiste Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :«Atlıya iki hisse, yayaya bir hisse vardır- ([18])
Kaldı ki Abdullah fbn-i Ömer' den dahi. Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in atlıya iki hisse, yayaya da bir hisse verdiği yolunda bir rivayet daha vardır.
Bu itibarla Abdullah tbn-i Ömer'in rivayetleri
arasında çatışma bulunduğu için diğer Ashab'm
rivayetini tutmak lâzım gelir. Hem de gidiş ile geliş aynı cinsten olduğu için
ikisi bir fiil sayılır ve dolayısıyla atlının çabası, yayanın çabasından bir
kat fazla olur. Aynca, kimin kimden ne kadar fazla
çaba gösterdiği, kesin olarak bilinemediği için zahir olan sebebe bakılır.
Atlıda ise -biri kendisi, biri atı olmak üzere- iki sebep vardır. Yayada da
-sadece kendisi olmak üzere- bir sebep vardır. Bunun için atlının hakkı,
yayanın hakkının iki katıdır. (Bîrden fazla atlara hisse verilmez.) îmam Ebû Yûsuf: «eğer kişinin iki atı olursa her iki ata da
hisse verilir. Zira Peygamber Efendimiz iki ata hisse vermiştir. ([19]) Hem
de bir at bazen yorulduğu için kişi diğerine muhtaç olur» demiştir. îmam Ebü Hjanife ile tmam Muhammed de: Bera1 b. Â z i b' in iki atı olduğu halde
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona sadece
bir atm payını vermiştir. ([20]) Hemde kişi aynı
anda iki atm sırtında savaşamadığı için, şayet iki
atı da olsa, yalnız birinin sırtında savaşır. Bunun içindir ki üç at olduğu
zaman üç ata pay verilmez. Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in Bera'
b. A z i b'e iki atın payını vermesi de, ona bağışta
bulunmuş olduğu mânâsma mahmuldür. Nitekim Seleme b. Ekva' yaya olduğu halde Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona
da iki pay vermiştir. ([21]) (Bu
konuda beygirlerle cins atlar arasında fark yoktur.) Zira Kur'an-ı
Kerîm'de düşmanı yıldırmak bakımından atlar arasında ayırım yapılmamıştır.
Nitekim Cenâb-ı Hak (Azze
ve Celle);
«Onlara karşı
gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atlan hazırlayın, ki Allah'a ve size
düşmanlık edenleri yıl curasınız- ([22]) buyurmuştur.
Hem de «at- denildiği zaman, ister beygir, ister cins at, ister melez olsun
hepsine denilir. Hem de eğer cins at daha çevik ve daha fazla koşuyorsa, beygir
de daha güçlü ve başı daha yumuşaktır. Bunun için her birinde, diğerinde
bulunmayan bir üstünlük vardır. (Düşman toprağına atlı olarak girdikten sonra
atı ölen kimseye iki hisse, düşman toprağına yaya olarak girdikten sonra at
temin eden kimseye ise bir hisse verilir.) I m a m -1 Şafii ise, her iki
surette de bunun tersini söylemiştir. İbn-ül Mübarek de İmam Ebû Hani f e'
den ikinci surette de kişiye iki hisse düştüğünü nakletmiştir. Kısacası: bize
göre muteber olan, sının geçerken, î m a m -1 Ş â f i i' ye göre iki savaş
yaparken kişinin sahip olduğu durumdur. İmam-ı Şafii: -çünkü ganimetleri hak
etmenin sebebi, düşmanla savaşıp onu yenmektir. Bunun için muteber olan, kişinin
savaşırken sahip olduğu durumdur. Sınırı geçmek ise
-evden çıkmak gibi- savaşmak için bir vesiledir. Bir takım şer'i hükümlerin
savaşın inceliklerine bağlı bulunması da, bu incelikleri bilmenin mümkün
olduğunu gösterir. Şayet mümkün olmaz veyahut zor da olsa, savaşta bulunmak
bilinmesi mümkün olan bir şeydir» demiştir. Biz diyoruz ki: sının geçmek bilfiil savaşmak sayılır. Zira düşmanın içine,
sının geçmekle korku girer. Bundan sonraki durum ise
savaşın devam halidir, ki ona itibar olunmaz. Kaldı ki savaşın inceliklerini
öğrenmek de zor bir şeydir. Hattâ -savaşta taraflar birbirlerine karışıp
kimsenin kimseden haberi olmadığı için- kişinin savaşta bulunup bulunmadığını
bilmek de öyledir. Bunun için, kişi sınırı geçerken hangi durumda ise o durum
muteberdir. Zira savaşa katılmak gayesiyle sınırı geçmek
-zahiren savaşa katılmak için olduğundan- savaşa katılmak yerine geçer.
Eğer kişi atlı olarak
savaş alanına girdikten sonra yer dar olduğu için atından inip yaya olarak
savaşırsa -ttifak ile- atlıların hissesini hakkeder.
Eğer savaş alanına atlı olarak girdikten sonra atını satar, yahut başkasına
hibe eder, ya da rehin olarak veya kira ile verirse -
Hasan îbn-i Ziyâd'ın İmam Ebû Hanife'den rivayetine göre-
yine de atlıların hissesini hakkeder. Çünkü sının atlı olarak geçmiştir. Zahir
olan rivayete göre ise, yayaların hissesini hakkeder. Zira savaşa banlamadan
atını başkasına vermesi, atlı olarak savaşa girmek gayesiyle sının geçmemiş olduğunu gösterir.
Eğer atlı savaş
bittikten sonra atını satarsa atının hissesi sakıt olmaz. Kimine göre, eğer
savaş esnasında da satarsa yine böyledir. Fakat en doğrusu şudur ki sakıt olur.
Çünkü atını satmasından, onu -sırtında savaşmak için değil- ticâret için
getirmiş olup para edeceği zamanı beklemiş olduğu anlaşılır. (Köleye, kadına,
çocuğa ve İslâm himâyesi altındaki gayrimüslime ganimetten hisse verilmez.
Ancak onlara uygun görüleceği miktarda ganimetten bağışta bulunulur.) Zira
rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kadın, çocuk ve kölelere ganimetten
hisse vermez, ancak onlara bir miktar bağışta bulunurdu. ([23])
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yahudilere karşı kendisine yardım eden yahudilere
de ganimetten bir şey vermemiş, yâni onlara; «Bu da sizin hissenizdir»
dememişti, ([24]) Hem de cihad bir ibâdettir. Gayrimüslim ise ibâdete ehil değildir.
Çocuk ile kadın da cihada güçleri yetmez. Bunun içindir ki onlara cihad farz olmamıştır. Köle de, yulan
efendisinin elinde olduğu için, gerektiğinde efendisi onu cihaddan
alıkor. Ancak bunlara bağış olarak bir şey verilir,
ki onlar için hem cihada karşı bîr teşvik olsun, hem de derece bakımından
diğerlerinden aşağı oldukları bilinsin. Kendisiyle kitabet akdi yapılan köle de
henüz köle olduğu için ona da hisse verilmez. Sonra köleye, eğer bilfiil savaş
yaparsa bağışta bulunulur. Çünkü efendisinin hizmeti için savaş alanına
geldiği için o da ticâret gayesiyle gelen kimse gibidir. Kadına da, eğer
yaralıları tedavi ve hastalara hizmet ederse bağışta bulunulur. Çünkü kadın
gerçek bir biçimde savaş yapmaktan acizdir. Bunun için kadının bu çeşit hizmetleri
gerçek savaşın yerine kaimdir. Köle ise öyle değildir. Çünkü kölenin gerçek
savaşa gücü yeter. İslâm himâyesi altında olan gayrimüslime de, eğer bilfiil
savaş yapar veyahut savaşanlara yol gösterirse bağışta bulunulur. Çünkü yol
göstermede de müslüman-lar
için yarar vardır, hattâ yol gösterdiği için ona yapılan bağış -eğer yol
göstermesinde büyük bir yarar bulunuyorsa- ganimetteki hissesinden daha fazla
da olabilir. Fakat bilfiil savaştığı zaman ona yapılacak bağış, ganimetteki
hissesi kadar olamaz. Çünkü bilfiil savaş cihaddır. Cihadta ise, gayrimüslim ile müslüman
kimse bir tutulamazlar. Yol göstermek ise cihadın amellerinden değildir. Bunun
için onun karşılığı, varabildiği kadar yüksek olabilir. (Ganimetin beşte birine
gelince: bu da üç hisseye ayrılıp bir hissesi yetimlere, bir hissesi
yoksullara, bir hissesi de yolda kalmışlara verilir. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
yoksul olan akrabaları da bu üç sınıf kimselere dahildirler.) İmam-ı Şafii:
«Ganimetlerin beştebirinin beşte biri, Peygamber
Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in
akrabalarının
hakkıdır. Bunda zengin
ve yoksullar eşit olup ancak erkeğe iki kadının hissesi kadar verilir ve Haşimioğl lan ile Mut-taliboğulları' dan başkasına verilemez. Zira Cenâb-ı Hak (A'zze ve Celle) :Bilin ki ele geçirdiğiniz ganimetin beştebiri Allah CAzze ve Celle)'in, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in ve yakınlarının, yetimlerin,
yoksulların ve yolcularındır» ([25])
diye buyururken Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Seüem)'in zengin ve yoksul olan akrabaları
arasında ayınm yapmamıştır- demiştir. Biz de diyoruz
ki: Hulefâ-i Raşidin hepsi
ganimetin beşte birini bizim dediğimiz şekilde üç hisseye ayıragelmişlerdir.
Raşid halifeler de bizim için yeterli birer
Örnektirler. Hem de Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ; -Ey Haşimoğulları
topluluğu, Cenâb-ı Allah (Azze
ve Celle) insanların kendilerinden yıkadıkları kiri
size uygun görmemiş, bunun yerine size ganimetin beşte birinin beşte birini
vermiştir.» ([26]) diye buyurduğuna göre,
ganimetten bu hisse Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in akrabalarına zekât yerine
verilmiştir. Zekât ise yalnız yoksullara verildiği için, bunun da Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
yalnız yoksul olan akrabalarına verilmesi lâzım gelir. Kaldı ki Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bu hisseyi kendi akrabalarına, akrabası oldukları için değil, kendisine
yardımcı oldukları için vermiştir. Nitekim parmaklarını birbirlerine geçirerek
onlar hakkında;
«Bunlar cahiliyede de, İslâmiyette de
benimle şu şekilde beraber olagelmişlerdir- ([27])
diye buyurduğu hadisi bunu açıklamıştır. Zira bundan açıkça anlaşılmaktadır ki,
nassdan murad, akrabalık
yakınlığı değil, yardım yakınlığıdır. (Ganimetin beşte birine müstahak olanlar
arasında Allah (Azze ve Celle)'in
da zikredilmesi ise, herhangi bir kimseye hisse belirtmek için olmayıp,
Allah'ın ismiyle teberrüken başlamak içindir.
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hissesi de onun vefatıyla sakıt olmuştur. Nasıl
ki «safi»de onun vefatıyla sakıt olmuştur.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu
hisseye Peygamberlik vasfıyla müstahak idi. Ondan sonra ise bir Peygamber
yoktur. Safi de: Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in -zırh, kılıç, câriye gibi- ganimetten
kendine ayırdığı şey demektir. Imam-ı
Şafii: «Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hissesi ondan sonra gelen halifelere verilir»
demiş ise de, yukanda açıkladığımız delil onun
görüşüne karşıdır. (Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in akrabaları da, hisselerine)
yukarıda açıkladığımız üzere (onun zamanında ona yardımcı oldukları için
müstahak idiler. Ondan sonra ise, fakir olanları fakir oldukları için müstahak
olurlar.) Ben diyorum ki: Bunu K e r h i söylemiştir. T a h a v i ise:
-Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in fakir olan akrabalarının hissesi de sakıttır-
demiştir. Çünkü -yukarıda rivayet ettiğimiz üzere- bunun hakkında hem icmâ vardır. Hem de ganimet de zekât gibi bir şey olduğu
için, nasıl zekât Peygamber Efendimiz (Sallala-hü Aleyhi ve Sellem)'in akrabalanna yakışmıyorsa bu da Öyledir. Birinci görüşün
delili de -ki en doğrusu da odur- H z. Ömer (Radıyallâhü
anh) 'm Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem}'in fakir olan akrabalarına hisse
vermiş olduğuna dâir rivayettir. ([28])
Zira icmâ, zengin olanlarının hissesi sakıt olduğu
hakkındadır. Fakir olanları ise geçen üç sınıfa dâhildirler.(Eğer bir veya iki
kişi düşman toprağına soygun yapmak için ve hükümetten izin almaksızın girip de
bir şey getirirlerse, o şeyden beşte bir hisse çıkarılmaz.) Zira ganimet
düşmandan hırsızlık yoluyla değil, zorla ve onlan
yenmek suretiyle alınan şeye denir. Beşte bir ise ganimetten çıkarılır. Eğer bu
bir veya iki kişinin düşman toprağına girmesi hükümetin izniyle olursa o zaman
onun hakkında iki rivayet vardır. Meşhuru şudur ki, ondan beşte bir hisse çıkarılır.
Çünkü hükümet onlara izin verdiği için, gerektiğinde onlara yardım göndermeyi
de üzerine almış demektir. Bunun için, getirdikleri mal düşmandan zorla alınan
malın hükmünde olur. (Eğer bir veya iki kişi düşman toprağına soygun yapmak
İçin ve hükümetten izin almaksızın girip de bir şey getirirlerse, o şeyden beşte
bir hisse çıkarılmaz.) Zira ganimet düşmandan hırsızlık yoluyla değil, zorla ve
onlan yenmek suretiyle alınan şeye denir. Beşte bir
ise ganimetten çıkarılır. Eğer bu bir veya iki kişinin düşman toprağına
girmesi hükümetin izniyle olursa o zaman onun hakkında iki rivayet vardır.
Meşhuru şudur ki, ondan beşte bir hisse çıkarılır. Çünkü hükümet onlara izin
verdiği için, gerektiğinde onlara izin verdiği için, gerektiğinde onlara
yardım göndermeyi de üzerine almış demektir. Bunun için, getirdikleri mal düşmandan
zorla alman malın hükmünde olur. (Eğer düşman toprağına silâhlı ve gücü yerinde
olan bir topluluk girip bir şey getirirlerse, o şeyden -hükümet onlara izin
vermiş olmasa bile- beşte bir hisse çıkarılır.) Çünkü getirdikleri şey, düşmandan
zorla aldıkları için ganimet sayılır. Hem de bu durumda –gerektiğinde-
hükümetin onlara yardım etmesi gerekir. Çünkü eğer hükümet onlara yardım
etmezse müslümanlar için gevşeklik olur. Bir veya iki
kişi ise öyle değildir. Çünkü bir veya iki kişiye yardım etmek hükümete vâcib değildir.[29]
(Hükümetin savaş esnâsmda bâzı kimselere, onlan
savaşa teşvik etmek için ganimetten özel mahiyette bağışta bulunmasında bir
sakınca yoktur. Meselâ bir birliğe, hükümet: «getireceğiniz ganimetten beşte
bir hissesi çıktıktan sonra gerisi size olsun-, yahut -kim bir düşmanı
öldürürse, beraberindeki eşyası ona olsun» diyebilir.» Çünkü müslümanları savaşa teşvik etmek müstahaptır.
Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle); Ey Peygamber, mü'minleri
savaşa teşvik et- ([30])
buyurmuştur. Bâzı kimselere özel mahiyette ganimetten bağışta bulunmak da savaşa
bir nevi teşviktir. Ancak savaşa teşvik bu şekilde olduğu gibi başka şekillerde
de olabilir. Fakat ganimetin hepsini bir veya bir kaç kişiye vermek doğru değildir.
Çünkü o zaman hak sahipleri haklanndan tamamen yoksun
bırakılmış olurlar. Şayet hükümet bunu bir küçük birliğe sözlerse caizdir.
Çünkü ganimette tasarruf yetkisi hükümetindir ve bâzan
böyle yapmada maslahat bulunur(Fakat ganimetler İslâm toprağına getirildikten
sonra ondan bâzı kimselere bağışta bulunmak caiz değildir.) Çünkü ganimetler
İslâm toprağına getirildikten sonra, savaşarak onları ele geçiren askerlerin
hakkı kesinleşmiş olur. (Ancak hükümet o zaman ganimetin beşte birinden bağış
yapabilir.) Çünkü beşte bir, savaşanların değil, beytülmahn
hakkıdır.
(Öldürülen kimsenin
beraberindeki eşyası Öldürene verilmediği zaman, o da ganimet mallarından olup
onun hakkında öldüren ile diğerleri arasında fark yoktur.) İmam-ı Şafii: -eğer
öldüren kimse kendisine ganimetten hisse verilen kimselerden ise ve onu
kaçarken ve arkadan vurmak suretiyle öldürmemiş ise, beraberindeki eşyası ona
aittir. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :-Kim ki bir düşmanı öldürürse, beraberindeki
eşyası ona aittir- ([31])
buyurmuştur. Zahir de şudur ki bu söz, Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sel-lem) 'in şahsi bir tasarrufu olmayıp,
şeriatın bir hükmüdür. Zira Peygamberler şeriat hükümlerini bildirmek için
gönderilmiş bulunuyorlar. Kaldı ki kişiyi kaçarken değil, öldürene doğru
yönelirken öldürmek, hüner ve erkeklik istiyen bir
hizmet olduğu için, beraberindeki eşyayı onu öldürene vermek gerekir, ki
manevî ecir bakımından da diğerinden üstün olduğu, bilinsin- demiştir. Biz de
diyoruz ki: Her ne kadar bu kimse onu öldürmüş ise de, ordunun gücüne dayanarak
onu öldürebilmiştir. Bunun için beraberindeki eşya da diğer ganimet mallan
gibi ordunun müşterek malı olup Kur'an-ı Kerim'de
Duyurulduğu şekilde taksime tâbidir. Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in H a b i b b.
Ebû Seleme'ye;«Öldürdüğün kimsenin beraberindeki eşyasından
sana ancak, senin amerenin gönül isteğiyle verdiği
şey helâldir» ([32]) hadisi de bunu teyid etmektedir. Bunun için, şeriatın bir hükmü de,
Peygamber Efendimiz CSalIallahü Aleyhi ve SellemJ'in bir tasarrufu da olabilen îmam-ı Şafii' nin hadisini biz ikinci mânâya
hamlediyoruz,(Öldürülen kimsenin beraberindeki eşyası: elbisesi, silâhı, bineği
ve bineğin sırtındaki eyer, âlet, heybe ve heybenin içindeki eşya ile beline
bağlı kemerdeki parasıdır. Bunların dışında kalan şeyler, beraberindeki
eşyadan, sayılmaz.! Bir başka bineğe binen hizmetçi-siyle
bu hizmetçideki eşyası da beraberindeki eşyadan sayılmaz. Sonra, bir kimseye
ganimetten bağışta bulunmanın hükmü yalnız şudur ki, bağışlanan şeyde o
kimseden başkasının hakkı kalmaz. O kimsenin o şeye mâlik olması ise -daha önce
açıkladığımız sebepten dolayı- ancak onu düşman toprağından çıkardıktan sonra
gerçekleşir. Hattâ eğer hükümet: «kim ki bir câriye eie
geçirirse câriye onun olsun» diye bir emir çıkarır, bunun üzerine bir kimse
bir cariyeyi ele geçirir ve câriye iddetini
tamamlarsa, o kimse o cariyeyi düşman toprağından çıkarmadan onunla ne cinsel
ilişkide bulunabilir ve ne de onu satabilir. Bu da İmam Ebû
Hanife ile î
m a m Ebû Yûsuf'a
göredir. 1 m am Muhammed'e göre ise, bu
kimsenin bu câriye ile cinsel ilişkide bulunması da, onu satması da caizdir.
Çünkü ona göre kişi. ganimet malına düşman toprağında taksim ediidiği zaman nasıl mâlik oluyorsa, ona bağışlandığı
zaman da mâîik olur. Derler ki: bu ihtilâf, kişinin
kendisine bağışlanan şeyi itiâf etmesi halinde de
câri olup İmam Ebü Hanife
ile İmam Ebû Yûsuf'a göre kişi zâmin
olur, imam Muhammed'e göre zâmin olmaz.[33]
(Kâfirler kâfir olan
bir diğer yeri alıp çoluk çocuklarıyla mallarını ele geçirdikleri zaman,
onlara mâlik olurlar.) Çünkü kâfirin malı mubah olduğu için onu ele geçiren
kimse ona mâlik olur. (Eğer bundan sonra biz o yeri alırsak, o mallardan neyi bulursak
bize helâldir.) Çünkü o mallar da diğer malları gibidir. (Kâfirler -Allah (Azze ve Celle) korusun- bizim de
mallarımızı ellerine geçirip kendi ülkelerine götürdükleri zaman ona mâlik
olurlar.) îmam-ı Şafiî: -mâlik olamazlar. Çünkü müslü-manm malını ele geçirmek haram bir fiil olduğu için onunla
mülkiyet sâkit olamaz- demiştir. Biz diyoruz ki.- Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle) «Allah yeryüzündeki her şeyi size yaratmıştır» ([34])
buyurduğuna göre müslümamn malı dahi mubahtır. Ancak
herkesin kendi malından istifade edebilmesi için bu mübahlık
vasfı kalkmıştır. Kişinin kendi malından istifade imkânı kalmayınca ise, ondaki
mübahlık vasfı tekrar avdet eder. Bunun için, biz
nasıl onların mallarına, ele geçirmekle mâlik oluyorsak, onlar da bizim
mallarımıza, ele geçirmekle mâlik olurlar. (Bundan sonra, eğer müslümanlar kâfirleri yenip de bu mallan ellerinden çıkarır
ve daha aralarında taksim etmemişken sahipleri bu mallan bulurlarsa, onlardan
bir şey alınmadan mallan kendilerine geri verilir. Eğer taksim edildikten
sonra bulurlarsa, o zaman isterlerse, değerini Ödemek kaydıyla mallarını
alabilirler.) Çünkü Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunun hakkında; Eğer sen malını taksimden
önce bulursan, malın karşılıksız olarak senindir. Eğer taksimden sonra
bulursan, değeri karşılığında senindir» ([35])
buyurmuştur. Hem de bu mai, sahibinin rızâsı dışında
elinden çıktığı için herkesten önce onun hakkıdır. Ancak eğer taksimden sonra
bir başkasına düşmüş ise, o kimseye malın değerini vermek gerekir, ki her iki
taraf da mutazarrır olmasın. Taksimden Önce ise, ortaklar çok olduğu için
bedeli ödenmese de herkesin zaran az olur. Bunun için
bedelsiz olarak sahibine verilir.
(Eğer düşman toprağına
giren bir tüccar bu malı satın alıp İslâm ülkesine getirirse, malın sahibi
muhayyer olup isterse değerini verir de malını tüccardan alır, isterse tüccara
bırakır.) Çünkü tüccar, malı para ile satın aldığı için ondan bedava almak ona
haksızlık etmektir. Ancak eğer tüccar, malı para ile değil de, bir şeyle trampa
etmek suretiyle almış ise, o zaman o şeyin değeri ne ise tüccara onu ödemek
gerekir.
Eğer o malı bir müslümana hibe ederlerse, malın sahibi malını değeri
karşılığında alabilir. Çünkü kendisine hibe edilen müslüman,
o mala özel bir şekilde mâlik olduğu için ondan karşılıksız olarak alınamaz.
Eğer bu mal, ölçülen
veya tartılan cinsten olursa, sahibi onu ancak taksimden önce alabilir,
taksimden sonra alamaz. Çünkü taksimden sonra almasında kendisi için bir yarar
yoktur.
(Düşman bizi yenilgiye
uğratıp ülkemize girdikleri zaman bizim de ümm-ül veled olan cariyelerimize, ne
kendileriyle kitabet akdini yaptığımız, yahut kendilerine : «ben öldükten sonra
sen hürsün» dediğimiz kölelerimize ve ne de hürlerimize mâlik olamazlar. Biz
ise onlan yendiğimiz zaman bunların hepsine mâlik
oluruz.) Çünkü bir şeyi ele geçirmekle ona mâlik olabilmek için o şeyin mal
olabilmesi gerekir. Hür olan kimse ise mal değildir. Ümm-ül veled olan câriye ile,
kendisiyle kitabet akdi yapılan, yahut sahibi tarafından kendisine : -Ben öldükten
sonra sen hürsün» denilen köleler de bir yönden hür sayılırlar. Kâfirler ise,
şeriat küfür suçlanna karşılık, onların
dokunulmazlık yasfmı kaldırdığı için öyle
değillerdir. (Eğer bir deve kaçıp düşman
toprağına girer ve onlar da deveyi yakalarlarsa, deve onların olur. Bunun için
(eğer bir kimse bu deveyi satın alıp İslâm ülkesine getirirse, deve sahibi
eğer isterse devesini ancak, parasını ödemek suretiyle alabilir.[36]
[1] BuharI (Meğazi-Hayber savaşı) C. 2 S. 608
[2] İbn-İ Sa'd'm
Tabakat'ı (Osman b. Hanif'in
hayatı) Nasb-Ürraye C. 3 S.
400
[3] Buharl (Meğazl)
C. 2 S. 612, Müslim (Hacc) C. 1 S. «9, TİmıM (Siyer) C. 1 S. 205
[4] Müslim (Cihad) C. 2 S. 93, Ebû Dâvud (Meğazi)
C. 2 S. 10
[5] Buharf (Clhad)
C. 1 S. 445
[6] Tevbe sûresi âyet 5
[7] Hadis olarak gariptir. tbn-İ
Ebi Şeybe'nln «Musannefjrfnde ve İmam Mâlik'İn
de «Muvatta» (Savaşta kadın ve çocukların
öldürülmemesi) S. I67'de kaydettiklerine göre bunu Hz.
Ebü Bekir, Şam cephesinde bulunan Yezid
b. Ebû Süf-yan'a yazmıştır.
[8] Buhari (Dinden çıkanların
hükmü) C. 2 S. 1023, Ebû Davud
(Meğazi) C. 2 S. 7
[9] Tamamen gariptir.
Nasb-ürraye C. 3 S.
408
[10] îbn-i Ebl
Şeybe"nin «Musannef»inde,
Taberanİ'nin ccucem»inde ve
Bey-hakî'nin «Sünenninde Hz.
Ömer tarafından söylendiğini rivayet ettikleri bu söz -Müellifin de dediği
gibi- hadis olarak gariptir. Nasb-ürraye C. 3 S. 408
[11] Beyhaki <Kitab-ül Marİfe)de,
Vakıdi de (Kitab-ül MeğazOde bu hadisi ayn ayrı senetlerle rivayet etmişlerdir, Nasb-ürraye C. 3 S. 409
[12] Ebû Yala, fbn-i Adi ve Beyhaki. Nasb-ürraye C. 3 S. 410
[13] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/288-297.
[14] Enfal sûresi, âyet 41
[15] Taberanİ (Mucem)inde Abdullah İbn-i Abbas (R.A.)'dan. Nasb-Ürraye C. 3 S. 412
[16] Nesaİ dışında, Eimme-i Sitte'nin hepsi: Buharl (Cihad) C. ' S. 4(me gazi) C. 2 S. 607, Müslim (Cİhad)
C. 2 S. 92, Ebû Dâvud (Meğazi C. 2 S. 19, Tirmizl
(Siyer) C 1 S. 201, fbn-i Mâce
(Cihad) C. 1 S, 21
[17] İbn-i Abbas'm
hadisi olarak gariptir. Ancak Ebû Davud'un
(Meğazi) C. 2 S. 19, Darekutni'nin
(Siyer) S. 469 ve el-Müstedrek'İn C. 2 S. 131'de bu
yolda rivayet ettikleri birtakım hadisler varsa da hepsi maluldür. Nasb-ürraye C. 3 S. 416-417
[18] Tamamen gariptir ve fbn-i Ebî Şeybe'nin onu rivayet
ettiğini söyleyen, yanılmıştır. Nasb-ürraye C. 3 S. 417
[19] Darekutni (Siyer) S. 469 ve
C, 2 S. 470
[20] Gariptir. Bilâkis İbn-i
Mende «Hayat-üs Sahabensinde Bera
b. Azib'in hayatını anlatırken Peygamber Efendimİz'in ona iki atın payını verdiğini kaydetmiştir. Nasb-ürraye C. 3 S. 419
[21] Müslim (Cihad) C. 2 S. 113
[22] Enfal süresi, âyet 60
[23] Müslim (Cihad) C. 2 S. 116, Ebû Dâvud (Meğazi)
C. 2 S. 18
[24] Beyhaki «Kitab-ül Marife»de Peygamber Efendimiz'in, Hayber Yahudi-lerine Karşı kendisine yardım eden Kaymika'
Yahudilerine hisse vermeyip ancak onlara bağışta bulunduğunu kaydediyorsa da, Tirmizl de (Siyer) C. 1 S. 202'de Peygamber Efendimiz
(S.A.V.)'in, kendisiyle birlikte savaşan birtakım Yahudilere hisse verdiğini ksvdetmisHr Nneh-verdiğini kaydetmiştir. Nasb-ürraye C. 3 S. 422
[25] Enlal sûresi, âyet 41
[26] Zekât öahsinde de geçtiği üzere bu hadis gariptir
[27] Ebü Dâvud
(Haraç) C. 2 S. 60. tbn-i Mâce
(Cihad) S. 212, Buharl (Cihad) C. 1 S. 444, (Kureyş'in
menkıbeleri) C. 1 S. 497 ve (Meğazi) C. 2 S. 607
[28] Ebü Davud
(Haraç) C. 2 S. 60
[29] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/297-304.
[30] Enfal sûresi, âyet 65
[31] Nesai dışında, Eimme-İ Sitte'nin hepsi: Buhar! (Cihad) C. 1 S. 444, Müslim (Cihad)
C. 2 S. 86, Ebü Dâvud (Meğazi) C. 2 S. 16, İbn-i Mâce (Cihad) S. 209, Tirmizl (Siyer) C. 1 S. 202
[32] Taberanilıin hem el-Kebir ve
hem el-Evsat'ta rivayet ettiği bu hadisin senedinde
Arar b. Vakıa bulunmaktadır. Amr D. Vakıd ise, hadisleri metruktür.
[33] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/304-306.
[34] Bakara sûresi, Âyet 29
[35] Darekutni (Siyer) S. 473
[36] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/306-308.