Ücretle Tutulan İnsanlar İki Kısma Ayrılır :
İcarlanan Bir Ev Veya Dükkân Başka Bir Konuda
Kullanılabilir Mi?
İcare Verilen Bir Malın Kullanılması Bazı Kayıtlarla
Kayıtlanabilir :
Hisse-İ Şayîalı Bir Yeri Başkasına İcare Vermek Caiz
Midir?
İcare Akdi Bittikten Sonra İcar Bedelinde Bir Artış
Yapmak Caiz Olur Mu?
İcarenin Sıhhatinin Şartları :
Günah Sayılan Menfaatlerde İcare Sahih Değildir :
Kur'ân-I Ücretle Okumak Caiz İnidir?
Farz-İ Ayn Olan İbâdetlerin Yerine Getirilmesi İçin
Ücretle Adam Tutmak Caiz Midir?
Farz-İ Kifâye Sayılan İbâdetlerde Îsti'car Sahih Midir?
İmamlık, Müezzinlik Gibi Hizmetler İçin Ücretle Adam Tutmak :
Îcareyi Süresi Dolmadan Feshetmek Caiz Değildir :
İcare Süresi Dolmadan Kiralanan Şeyi İade Etmek
Gerektiğinde Ne Yapılır?
Icarladığı Bir Malı Başkasına İcare Vermek :
İcarede Ücretin Hemen Ödenmesi Gerekir Mi?
Ev, Dükkân Ve Benzeri Malların Kirası :
Bir Malın Kirası Ne zaman başlar?
Elbise, Silâh Ve Benzeri Şeylerde İcare Sahih Midir?
İcare Akdinin Bir Şart İle Bağlantılı Tutulması Da
Caizdir :
Muhayyerlik Kaydiyle İcare Verilen Ev Ve Dükkânlar:
İcare Verilmiş Bir Malı Satmak :
Kiracının Da Îzni Alınarak Satılan Mal :
Kira Süresinin Sona Ermesi Halinde Kiracı O Maldan
Yararlanabilir Mi?
Ücreti Belirlenmeden İşçi Çalıştırmak :
İşverenle İşçi Arasında Ücret Yerine Bir Mal Verme
Sözkonusu Olursa :
Baba Ve Anasını Ücretle Tutması Doğru Olur Mu?
Koca Kendi Karısını Ücretle Çalıştırır Mı?
Süt Emzirmesi İçin Ücretle Tutulan Kadın :
İcarede Akid Esnasında Bazı Lüzumlu Hususlar Anümadığı
Takdirde :
Hammal Ve Nakliyecinin Taşıdığı Mal Nereye Konulmalıdır?
Çalıştırılan İşçiye Yemek Vermek Gerekir Mi?
Yaptırılan Şeyden İşçiye Bir Miktar Vermek Şartiyle
Yapılan İcare Akdi :
Müslüman Çocuk İçin Gayr-İ Müslim Süt Ana Tutmak :
Ücretle Tutulan İşçilere Hariçten Verilen Bahşiş Ve
Benzeri Şeyler :
Otlatılan Koyunlardan Çobanın Ücretini Vermek :
Özel Anlamda Tutulan İşçi = Ecîr :
Ücretle Tutulan İşçinin Kendisine Teslim Edileni Koruması
:
Kiralık Eşyanın Süresi Sonunda Teslim Edilip Edilmediği
İhtilâf Konusu Olursa :
Kefile Kefil Olmak Sahih Midir?
Icâre : Sözlükte ücret
anlamına gelir. Ayrıca kira ver-mek mânasında da kullanıldığı olur. Terim'
olarak : Cinsleri ve miktarları belli ve belirli olan bir menfaati belli bir
bedel karşılığında satmak ve süresi sona erince ya o menfaati geri almak veya
icarei yenilemek anlamına gelir. Bunu biraz daha açıklıyalım : Kiralık evini
ya da dükkânını belli bir süre için başkasına belli "bir ücret = kira
karşılığında mubah kılmaktır.
İcarede kiraya konu
olan şey, menfaattir. O halde bir şeyin menfaatini değil de aynını tüketmek
üzere kiraya vermek ve kiralamak caiz değildir.
Buna bir örnek verelim :
Bir at'ı, bir merkebi icare
vermek, yani onun menfaatini bir süre mubah kılmak için kiraya vermek caizdir.
Çünkü burada sözko-nusu olan menfaatin ücret karşılığında ikinci şahsa mubah
kılınmasıdır. Ama bir koyunu, bir sığın sütünden veya yününden yararlanmak
kiralamak, yani ücretle tutmak caiz değildir. Çünkü burada kiralanan şeyin
aynı tüketiliyor.
Îcâre = Kira, kiraya konu olan şey itibariyle iki
kısma ayrılır:
1 — Belli maddeler ve eşya üzerine akdedilen icareler.
2 — İnsanları belli bir iş için belli süre karşılığında
ücretle tutmakla ilgili icareler.
O halde her türlü
gayr-i menkul ile menkul olan ve yararlanması mümkün bulunan eşya ile
hayvanları ve bir de insanları ücretle tutmak, bir bakıma kiralamak sahih ve
caizdir.
0 nedenle icarenin birinci kısmını fukaha üçe
ayırmıştır ;
a) Otel, han, ev, dükkân, bağ, bahçe ve arasa, gibi
akarı belli bir süre için belli bir ücret karşılığında kiralamak bu
cümledendir.
b) Menkul anlamında olan alet, mücevherat, kap, nakil
vasıtaları ve benzeri şeyleri belli bir süre. için belli bir ücretle kiralamak
bu cümledendir.
c) Hayvanları belli bir süre için belli bir ücretle
kiralamak da bu cümledendir. [1]
1 — Ecîr-i Hass = Özel işçi ve ücretli.
2 — Ecîr-i Müşterek = îki ya da daha fazla özeKyfcudiâ
tüzel kişiler arasında ortaklaşa işçi ve ücretli.
Birinci kısmı bir
misal ile açıklıyahm : "
Bir şahıs ya da köy
halkı bir kişiyi sadece kendisinin veya sadece o köyün koyunlarını ya da
davarlarını gütmek üzere belli bir üc-retî-e belli bir süre için tutarlarsa, bu
özel ecir olur, köylünün muvafakatim olmadan veya o şahsın muvafakatini
almadan bankasının hayvanını gütmek üzere ikinci bir işi ücretle tutamaz.
Ayrıca sözü edilen
özel işçi, icare süresi içinde hizmet edeceği, yani çalışacağı yerde hazır
bulunduğu takdirde iş sahibi ona iş gördürsün gördürmesin veya o gün için iş
olsun olmasın, ücretini ödemek zorundadır. Çünkü onun özel anlamda işçisi
olarak bulunuyor, başka bir yerde çalışmasına ona bağlı bulunduğu süre içinde
cevaz yoktur. Bu bakımdan onu ücretle tutan şahıs aralarında belirlenen süre
içinde onun ücretini noksansız öder. Ancak belirtilen süre içinde bazen iş
başı yapmaz, veya verilen işten kaçarsa, o takdirde iş sahibi ona gelmediği
veya gelipde iş yapmaktan kaçındığı saatlerin ücretini vermez. Yani işçi bu
ücrete hak kazanmış olmaz.
Ortaklaşa işçi =
Ecîr-i müşterek ise çalıştığı takdirde ücrete hak kazanır. Sadece hazır
bulunması kâfi değildir. Çünkü özel biçimde işçi olarak tutulmamıştır. Nerede
iş bulursa orada çalışma serbestisi bulunduğundan, ücrete ancak çalıştığı
takdirde hak kazanabilir.
Özel anlamda olmayan,
yani ortaklaşa sayılan ecir = ücretle çalışan işçi, verilen işi yapmadan
ücretini istiyemez. Buna bir kaç misal verelim : Ayakkabı tamircisi bir ecîr-i
müşterektir. Kendisine tamir için verilen ayakkabıyı tamir etmedikçe ücrete hak kazanmış olmaz.
Bunun gibi, dikmek üzere terziye verilen kumaş dikilmedik-çe terzi ücrete hak
kazanmış sayılmaz ve dikip teslim etmedikçe ücret istiyemez. [2]
îcare verilen han,
otel, ev, dükkân ve benzeri iş yerleri ne maksatla kiraya verilmişse o maksat
için kullanılır. Belirtilen maksada eşdeğerde veya ondan daha hafif bir konuda
kullanılmasında bir sakınca yoktur ve mal sahibinin buna itiraz hakkı da
sözkonusu değildir. Ancak kiralandığı amacın dışına çıkarılır veya daha ağır
ve yıpratıcı konularda kullanmaya kalkışırsa, mal sahibi buna engel olabilir.
Bunu birkaç misal ile
açıklıyalım :
İçinde kuru meyva satmak
üzere kiraladığı bir dükkânda manavlık veya attarlık ya da manifaturacılık
yapabilir. Bunda bir -sakınca yoktur, çünkü bu işlerin hepsi birbirine eşit
sayılır.
Oturmak için
kiraladığı eve sadece eşyasını koymakla yetinebi-lir. Çünkü bunda ne bir aşırılık,
ne de fazla bir yıpratma sözkonu-sudur.
Eczane olarak iş
yapacağını söyliyerek kiraladığı dükkânda demircilik veya marangozluk yapmaya
kalkışırsa, buna engel olunur. Yani mülk sahibinin aralarındaki mukavele
gereğince müdahale hakkı vardır. [3]
İcarlanan ev veya
dükkân yanacak olursa, ne lâzım gelir? Kiracı icarla tuttuğu ev veya dükkânı
mukavele hilâfına daha ağır ve yıpratıcı bir konuda kullanılır da bu sırada ev
veya dükkân yanacak olursa, buna zamın olur. Ama mukavele uyarınca kiralandığı
konuda kullanılır ve bir kasdı ya da aşırı ihmali olmadığı halde yanarsa,
zamın olmaz. [4]
Bir kimse atını veya
katırını belli bir şahsa icare verdiğinde, «Bunu senin binmen veya yük taşıman
için icare veriyorum, başkasına vermene cevaz vermiyorum» derse, o takdirde, o
atı veya katın ki-ralıyan kimse, ona sadece kendisi binebilir ve kendisi yük
vurabilir.
Aksi halde hayvan
telef olursa, müste'dr = onu kirahyan zanım olur.
Ama kullanan
şahısların değişmesiyle icare verilen malda biı-değişiklik sözkonusu değilse, o
takdirde akid anında böyle bir kay-de gerek yoktur. Bunu bir misal ile
açıklıyalım : Kiraladığı bir oteli kendisi kullanmayıp başka bir şahsa kiraya
verebilir. Yeter ki ikisi de aynı konuda kullanmış olsunlar.[5]
Başkasiyle aralarında
ortaklaşa bulunan bir malı, ortaklardan biri kendisine ait hisseyi belirterek
başkasına icare verebilir mi? Bu hususta müctehid imamların ve ünlü fakihlerin
görüş ve tesbit-leri farklıdır :
a) İmam Ebû Hanlfe'ye göre, hisse-i şayia kabil-i talksim olsun olmasın
ortaklardan birinin onu başkasına icare vermesi sahih değildir.
b) îmameyn'e yani İmam Ebû Yusuf ile îmam Muhammed'e göre,
ortaklardan biri kendi hissesinin miktarını belli etmek suretiyle hem diğer
ortağına, hem başka birine icare verebilir. Bu mal ister kabü-i taksim olsun,
ister olmasın fark etmez.
c) İmam .Şafiî ile İmam Malik'in de bu konudaki
ictihadları îmameynin görüşleri doğrultusundadır.
Birkaç ortağın
müşterek malı sayılan bir akarın onlardan birinin kendi hissesini ortağına
icare vermesi caiz olur mu? İmam Ebû Hanîfo'ye göre, ortaklar ikiden fazla
olursa, o takdirde ortaklardan biri kendi hissesini diğer ortaklarından birine
icare veremez. Ama ortakların hepsi kendi-hisselerini ortaklardan birine
verebilir. înıa-nıeyne göre, ortakların kendi hisselerini birbirlerine icare
vermelerinde bir sakınca yoktur. [6]
Bilindiği gibi, İslâm
Hukukunda icare belli bir süre için belli bir ücretle akdedilir. O halde süre
dolmadan mal sahibi kira bedelini yükseltemez. Buna hakkı yoktur. Kiracı da
akdedilen kira nisbetini düşüremez. Onun da buna hakkı yoktur. Ancak iki
tarafın rızasiyle kira bedelini süresi dolmamış olsa bile artırıp eksiltmekte
bir sakınca yoktur.
İcare süresi sona erdikten
sonra artırıp eksiltmek zaten sözkonusu olamaz, çünkü süre sona ermiştir.
İcare için yeni bir akde ihtiyaç vardır. O takdirde yeni aMd yapılırken yeni
bir pazarlık yapmak-caizdir.[7]
Diğer akidlerde olduğu
gibi, icare akdinde de bir takım, şartlar vardır, yani yapılan akdin sahih
olabilmesi için o şartların gerçekleşmesi gerektir. Bunu şöyle özetliyebiliriz
:
1 — Âkidler (mucirle müste'cir) in âkil ve baliğ olması,
2 — Buluğ çağma girmeseler bile temyiz çağına girmiş
bulunması,
3 — İcab ve kabulün ya hakikaten ya da hükmen
gerçekleşmesi,
4 — İcar bedelinin mülk olması, icare edilen malın
bilinen cinste olması,
5 — İcare edilen maldan bir yarar sağlama imkânının
mevcud olması, bu cümledendir.
O halde belirtilen
şartlardan biri bulunmadığı takdirde yapılan icare hükümsüz sayılır. [8]
Dinen günah sayılan
menfaatlerde icare sahih değildir. Bir kadının oynayıp dans etmesi veya bir
çalgıcı çalgı çalıp kadınların karşısında oynaması veya kadınların o çalgıya
tempo tutturup oynaması için icare tutulması caiz ve sahih değildir.
Bunun gibi dişi
hayvanı aşıma'k için erkek hayvanı ücretle kiralamak da sahih görülmemiştir.
Çünkü bunu men'eder mahiyette Peygamberden vârid olan hadîs nakledilmiştir. [9]
Aslında bunlar birer
dinî hizmetlerdir ki fahriyen yerine getiri-îir ve müstehabdır. Ancak fahriyen
Kur'âîı okuyanlar pek az bulunduğu için fukaha buna cevaz vermiştir. Ne var ki,
hafızlar ve Kur'-în'a aşina olanlar bunu bir geçim vasıtası haline
getirmemelidirler, kksi halde sünnete muhalefet etmiş olurlar.
O takdirde gerek
diriler, gerekse ölüler için ücretle Kur'ân okutmaya belirtilen ölçüler içinde
cevaz verildiğine göre, hem okutanların, hem okuyanların dikkatli davranmaları
gerekir. Çünkü bu hususta icmâ' vaki olduğunu tesbit edenler olmuştur.[10]
Namaz ve oruç gibi her
şahsa farz olan yani farz-i ayn kabul edilen ibadet için ücretle adam tutmak
sahih değildir. Çünkü mükel-ı lef olup akli yerinde olan her müslümanın bilfiil
bu ibâdetleri yerine getirmeleri gerekir. Hac gibi vekâletle yürütülmesi caiz
olan ibâdetlere gelince, fukahanın bu husustaki tesbit ve görüşleri farklı olmakla
beraber çoğu buna cevaz vermiştir. [11]
ölüyü yıkamak,
kefenlemek ve defnetmek gibi farzi kifaye olan ibadetlerde bunu yapanlar
azalmışsa, o takdirde ücretle adam tutmaya cevaz verilmiştir. Günümüzde
yapılageldiği gibi. [12]
Asr-i Saadette bizzat
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz mihraba geçip namaz küdınrdı. Müezzinler de ezan
ve ikaameti fahriyen yaparlardı. Dört halîfe devrinde de çoğu yerlerde bu
uygulandı. Sonra cami'ler çoğalıp İslâm Devletinin sınırları genişleyince bu
işleri fahri yapanlar azaldı ve fuikaha ücretle imam ve müezzin tutulmasına
böylece cevaz yerdi
O halde Kur'ân
okutmak, ilim tahsil edenlere tahsil imkânı sağlamak için hoca tutmak ücretsiz
mümkün olmadığı dikkâte alınarak bu gibi hizmetlerin de ücretle yürütülmesi
sahih kabul edilmiştir.
Annesinin sütü
yetmediği veya annesi hasta olan ya da ölen bir çocuğu emzirmek üzere süt anası
tutmak, ona belli bir ücret vermek de sahih icrarelerdendir. Çünkü buna ihtiyaç
vardır.[13]
Bu bakımdan herhangi
bir malını ve eşyasını kiraya verdikten ve icare akdi tamamlandıktan sonra,
süresi bitmeden o ioareyi feshetmeye cevaz yoktur.
Bir işçi, bir şahsa
belli bir işi belli bir süre içinde belli bir ücretle yapmayı kabul etmiş ve
bu hususta bir akid yapılmışsa, o takdirde başka bir iş tutmak veya başka bir
şahısla başka bir akid yapmak için icareyi feshedemez. Ancak hastalık ve
benzeri haller müstesna... [14]
İcare ile tutulan
hayvan veya başka bir eşyayı belirlenen süreye kadar kullanma imkânsızlığı
doğarsa, meselâ : Kiraladığı hayvanla yola çıkıp az bir mesafe kat'ettikten
yani anlaşma gereği gideceği yere varmadan soyulur ve geri dönmek zorunda
kalırsa, icare ile tuttuğu hayvanı sahibine teslim eder, kullandığı ölçü ve
nis-bete göre bir ücret öder. Mal sahibi buna artık itiraz edemez. Böylece
icare kendiliğinden feshedilmiş olur.
Icarladığı tarlayı
ekmeden hastalanır ve önu ekecek bir kimsesi de bulunmazsa, o takdirde icardan
vazgeçebilir. Mal sahibi buna itiraz edemez, aldığı ücreti geri verir. Ancak
kendisi hastalanmışsa da tarlayı ekip biçecek adamları varsa, o takdirde
yapılan akdi feshedemez.
Bunu özetliyelim
:
İcareyi feshetmek için
açık bir özür, bir sebep mevcutsa, hakime başvurmaya gerek yoktur. İki tarafın
rızası kâfidir. Mal sahibi bozmak istemezse, o takdirde hâkime müracaat
edilir. Sebep açık değilse, o takdirde de hakime başvurulur. Çünkü nedeni açık
olmayan bir feshetme arzusu hemen kabul edilmez. [15]
îcarladığı bir malı
başkasına icare verdikten sonra şahıs ölürse, yapılan ilci icare akdi de
kendiliğinden fesîıolur. Ortaklaşa bir mal ise sadece ölenin hissesi nisbetinde
fesholur. [16]
Yapılan icare akdinde
ücretin peşin ya da veresiye olması kaydı konuşulmadığı takdirde, ücretin
peşin ödenmesi gerekir.
Yapılan icar akdi
ister mal ve eşyanın menfaatleri, ister işçilik üzerine olsun fark etmez. Her
iki durumda da müste'cirin = kiracının ücreti vermesi gerekir. O bakımdan
a'yanla ilgili menfaatler üzerine akdedilen icarede, mal sahibi ücreti tamamen
almadıkça kiralık: olan malı, eşyayı elinde tutabilir.
Bunun aksine işçilik
üzerine yapılan icarede işçi, ücretini alıncaya kadar işe başlamayabilir. Her
iki durumda da ücret diğer bir tabirle kira verilmediği takdirde yapılan icare
akdi feshedilir.
Ancak mal sahibiyle
kiracı kiralanan mal ve eşya konusunda peşin, veresi, taksit gibi kayıtları
zikreder ve her iki taraf da b_u_ kayıtlarla akdi kabul ederse, o takdirde
şartlara uymaları herhalde gerekir. [17]
Mal sahibiyle kiracı,
aydan aya veya her ayın başında ya da her yılın başında kiranın ödenmesini veya
her ay kiranın peşin ödenmesini şart koşup kabul ederlerse, buna aynen riayet
etmeleri gerekir.
«Aylık şu kadar Ura
kiraya» denilir, ay başında veya sonunda bir kayıt zikredihnezse, o takdirde
evi kiralayan kimse, bir ay oturduktan sonra kirayı öder, peşin ödemekle
zorlanamaz. Çünkü akid yapılırken böyle bir kayıt şart koşulmamı ştı.
Bu durumda ev veya
dükkânı kiralayan kimse, on gün oturduktan sonra icare akdini feshedip dükkân
veya evi sahibine teslim ederse,-on günün kira bedelini hemen ödemesi gerekir,
ay sonuna bıra-kamez. Ancak mal sahibi-ona müsamaha edip ay sonunda vermesine
razı olursa, o takdirde mesele yok. [18]
Mal sahibiyle kiracı
anlaştıktan sonra mal sahibi kiralık malı kiracıya teslim ettiği andan itibaren
kirası baslar. Teslimi geciktirdiği takdirde, anlaşma tarihinden itibaren kira
talebinde bulunmaz.[19]
İcare verilen bir malı
müste'cir teslim alıp belirlenen sürenin sonuna kadar yararlanır ve süre
tamamlanınca, belirlenen ücreti hemen ödemesi gerekir. Geciktirmesi doğru
değildir.
Bir yerden başka bir
yere binip gitmek için kiraladığı hayvanı bahçesine ve ahırına bağlayıp
belirlenen süre içinde gitmezse ne lâzım gelir? Fukahanm çoğuna göre, ücret
gerekmez. Hayvana veya taşıta bir zarar gelirse zamın olur. Aynı zamanda bu
durumda olan müste'cir gaasib sayılır.
Bir yerden başka bir yere
yük taşıtmak üzere bir taşıtı veya hammalı kiralayan kimsenin belirttiği yere
gidildiğinde yük hazır olmaz veya oradaki adam yükleri teslim etmez de hammal
veya nakliyeci boş dönüp gelirse, hammalm ücreti boş gidip gelmesine göre
ayarlanıp verilir. Nakliyecinin ücreti ise, vasıtanın yük taşıdığı takdirde
yıpranma payı ile benzin sarfiyatı, boş gidip geldiğindeki durumla mukayese
edilerek ücreti belirlenip verilir.
Tarla ve bahçeleri,
içinden çıkacak üründen bir kısmını ücret olarak almak şartiyle icareye vermek
sahih midir? Sahih değildir. Çünkü o tarla veya bahçenin ürün verip vermiyeceği
belli değildir. O takdirde icare verdiği tarlada buğday ekibceği belirtilir ve
tarla sahibi de çıkacak buğdaydan şu kadar ölçek veya kilo buğdayı ücret olarak
alırım, der, müste'cir de bunu kabul ederse, yine de. caiz ve sahih olmaz. Ama
o tarladan çıkacak buğdaydan değil de sadece «şu tarlamı safta beş ölçek buğday
karşılığında bir yıllık veya iki yıllık icare verdim, der, müste'cir de kabul
ederse, o takdirde sahih olur. Çünkü istenilen buğday mutlak anlamdadır.
Tarladan çıkacak olanından değildir.
İcare Süresi :
İcare için İslâm
Hukuku bir sınır koymamıştır. Mal sahibi malında, dilediği gibi tasarruf
edebilir. O takdirde kiracıyla anlaştıkları takdirde bir senelik olabileceği
gibi, on senelik ve hattâ doksan senelik bile olabilir. Ancak bu konuda
bulundukları ülkenin veya o yörenin örf ve âdetine uymaları müstehabdır. Yani o
ülkede icare verilen gayr-i menkuller için en çok lon yıl veya yirmi yıl bir
süre tanınabiliyorsa, o takdirde bu süreyi aşmamak daha uygun olur.
Yetimlerin çiftlik,
bağ-bahçe gibi gelir getiren gayr-i menkullerini, onların velileri veya
vasileri en çok üç yıl süreyle icare verebilir. Bunun dışındaki malllarını ise
ancak bir yıl süreyle icare vermeye yetkilidirler.
Vakıf malları da bu
hükme girer. Ancak vâkıfın şartında icare süresi belirlenmişse o takdirde şarta
riayet gerekir.[20]
Bilindiği gibi icarede
sözkonusu menfaattir. O takdirde iki ta-ıfın da yararlanma imkânı olan şeylerde
icare sahihtir. Ancak bu .bi menkul eşyalar icare verildiğinde kimin nasıl
kullanacağı beklenmelidir.
Çünkü bahçesinde
kullanmak üzere icarladığı bir ziraat aletini asaba hudutları dahilinde de olsa
götürüp arazisinde kullanması t-hih değildir. Böyle yaptığı ve kiraladığı aleti
kırdığı veya zayettiği ıkdirde zamın olması gerekir. Ama bahçesinde kullanırken
kırılır 3ya bütün dikkatine rağmen bir arıza meydana gelirse, buna za-ın olmaz.
Bunun gibi, kiralanan
gelinlik elbiseyi sırf nikâh salonunda giy-ıek üzere şarta bağlıyan müste'cir,
bunu nikâh salonunun dışında ırada burada giyinir de elbisede bir arıza meydana
gelirse, o tak-irde zamın olur. Ama mutlak anlamda bir günlük veya iki günlük
aydiyle kiralarsa, şehir içinde istediği şekilde giyip dolaşabilir.
Ancak kendisi için
kiraladığı gelinliği, mücevheratı başkası kul-Lnaanaz. Yani onları sadece
kirahyan kız kullanabilir. Aksi halde ıpranmasından dolayı tazminat gerekir.
Binilmek üzere
kiralanan bir hayvana yük vurmak caiz değildir. .ksi halde tazminat gerekir.
Bunun aksine yük taşımak üzere kira-ıdığı bir hayvana yük taşımayıp binecek
olursa, bir şey gerekmez, ünkü binmek yük taşımaktan daha hafif ve
tehlikesizdir.
Kiralanan bir hayvanı
kiracı dövemez. Çünkü onu dövmek için eğil yararlanmak için kiralamıştır.
Dövdüğünden dolayı hayvana bir sakatlık meydana gelirse ona zamın olur. Ancak
hayvan yürümedigi takdirde halk arasında uygulanan şekliyle hafif dövmesin-e
bir satanca yoktur. Çünkü bu örfe uygun bir harekettir. [21]
İcare akdi yapılırken,
müstecir yani kiracı, kiraladığım bu mal-a veya gayr-i menkulde belirtilen
vasıf hilafı ortaya çıkar veya bir usur bir ayıp bulunursa, üç gün içinde onu
geri verip icareyi fesh-ierim, der ve taraflar bunu kabul ederse, o takdirde üç
gün içinde, nameyne göre, üç günden fazla da olabilir, anlaşmalarına bağlı bir
üre içinde kiralanan malda bir kusur görülür veya belirtilen vas-n gayrisi
zuhur ederse, kiracı icare akdini feshedebilir. [22]
Ücret karşılığında
yapılacak bir işi, şu kadar günde bitirmek veya şu şekilde yapmak şartiyle bir
kayıtla takyid edip anlaşırlarsa, bu şart muteberdir. îşçi bu şartı zamanında
veya belirlenen vasıfta yerine getirirse, belirlenen ücreti almaya hak kazanır.
Biraz geciktirir veya istenilen vasıfta yerine getiremezse, o takdirde ecr-i
misil almaya hak kazanır. Yani yapılan işin vasfı ve işçiliği dikkâte alınarak
emsaline göre bir ücret belirlenerek kendisine verilir. [23]
İcare süresinin sona
ermesiyle müste'cir kiraladığı mal ve eşyayı asıl sahibine teslim etmek
zorundadır. Çünkü her icarenin akid anında belirlenmiş bir süresi vardır.
Ne var ki günümüzde
İslâm kültüründen mahrum birçok kimseler câri bir âdete uyarak hem kiraladığı
yerden çıkmamakta, hem de istediği takdirde Hava Parası alıp onu başkasına
devredebilmektedir. Gerek icare — kira süresinin sona ermesinde, gerekse süre
sonunda malı Hava Parası olarak başkalarına devretmekte, yeni bir kira akdi
yapılması gerekir. İslâm Fıkhına göre, yeni bir akid yapılmadan yapılan bu tür
tasarruflar geçersizdir ve mal sahibi hâkim vasıtasiyle duruma derhal müdahale
ettirme hakkına sahiptir.
Ancak kiraladığı ev
veya dükkânın henüz belirlenen kira süresi dolmadan kiracı onr aynı amaçla bir
başkasına sürenin sonuna kadar kiraya verebilir. [24]
Böyle bir kayıtla
kiraya verilen ev, otel, han ve dükkân gibi bir taşınmaz mal -üç gün
muhayyerlik süresiyle bunu teslim alan kiracı- belirlenen üç gün içinde ondan
yararlanmıyorsa, o takdirde o üç günün kirasını vermesi gerekmez. Ama teslim
alır-almaz yararlanmaya başlaması, muhayyerlik yetkisini kullanmıyacağına
delâlet edeceğinden, artık fiilen yararlandığı andan itibaren kirasının hesaplanması
gerekir. [25]
İcare, bilindiği gibi
belli bir süre yararlanmak için ücret karşılığı kiralanan bir eşya ya da canlı
bir malla ilgili bir akiddir. Bu, hiçbir zaman o malın satılmasını
engelliyecek hükümde değildir.
Bu bakımdan mal sahibi
icare vermiş olduğu malı, henüz icare üresi dolmadan bir başkasına satabilir.
Müste'cir, yani kiracı buna ngel olamaz. O takdirde icaredeki mal satılınca
icare akdi bozul-auş olur ve yapılan alım-satım tamamen geçerli sayılır.
Ancak kira müddetinin
sonunda teslim, edilmek üzere bir kayıt [onulmasında büyük yarar vardır.
Bununla beraber, o malı satın lan kimse Timim hemen teslimini ister, kiracı da
çıkmak istemezse, ıâkime başvurulur. Yani mesele dava konusu olur. Kiracıyı
çıkar-nak bazı nedenlerle mümkün olmadığı takdirde yapılan alım-satım ıükümsüz
kalır.
İmam Ebû Yusuf'a göre,
o malı satın alan kimse, malın kirada )lduğunu bildiği halde satın almışsa, o
takdirde kira süresi sona er-neden tahliye talebinde bulunamaz. Ne var ki fetva
buna göre değil, mam A'zam'm içtihadına göredir; yani tahliye talebinde
bulunabilir. [26]
Mal sahibi kiraya
verdiği malının kira süresi sona ermeden onu dit başkasına -kiracının da iznini
alarak- satarsa, o takdirde kiracı-aın o malı tahliye etmesi ve icare bedelini
peşin vermişse oturduğu 3üre hesaplanarak arta kalan parasının iade edilmesi
gerekir. Aksi halde tahliye talebinde bulunulamaz. Meğerki kendi aralarında anlaşmış
olsunlar.[27]
Kira süresinin sona
ermesiyle, kiracının o malda tasarruf hakkı kalmaz. Aksi halde tazminat
gerekir. Yani mal sahibi tahliye ve teslimini istediği halde kiracı onu geciktirip
teslim etmez ve bu arada mal telef olursa, kiracıya tazmin ettirilir.
Mal sahibi teslimini
istemez de arada geçen birkaç gün içinde mala bir zarar gelirse, kiracı zamın
olmaz. Ancak kasıtlı bir zarar sözkonusu olduğu takdirde tazmin gerekir.
Çünkü ioare konusunda
genel kaidelerden biri de şudur :
İcare süresi sona
erince mal sahibinin kiracıdan malını teslim-almak için müracaat etmesi
gerekir. Aksi halde kiracı belirtilen şartlar dahilinde zamın sayılmaz.
Ancak belirtilen bu
genel kaide daha çok gayr-i menkullerle ilgilidir. Menkul mallarda durum
değişiktir. Örneğin hayvanım belli bir süre veya belli bir mesafede yük taşımak
üzere kiraya veren kimse, o hayvanı nerede kiralayana kimseye teslim etmişse,
kira süresi dolunca kiracı onu teslim aldığı yere getirmek zorundadır. Aksi halde
hayvana bir zarar gelecek olursa, ona zamın olur. [28]
Kiraya verilen bir
malın kira süresi sona erince, kiracının artık o maldan yararlanması haram
olur. Sahibi gelip teslim alıncaya kadar korur veya kendisi götürüp teslim
eder. Sahibinin müsaadesini almadan kullanacak olursa gâsıb durumuna düşer.
Menkul bir kiralık
malın kira süresi sona erince, kiracı onu sahibine teslim etmek için bir
vasıta tutmalı zorundaysa, nakil masrafı mal sahibinden abnır. İcare konusunda
bu da genel kaidelerden bilidir.
Kira süresi sona
erdiği halde kiracı malı teslim etmeyip bir süre daha kullanırsa, fazla
günlerin kirasını da ödemesi gerekir. Bu sırada mala bir noksanlık arız olursa,
bu da kiracıya tazmin ettirilir. [29]
İslâm, işverenle işçi
arasında adilane bir denge kurmuş, işçiyi işverenin dinde kardeşi sayarak
aradaki sınıf farlara kaldırmıştır. «İşçileriniz sizin kardeşlerinizdir; Allah
onları sizin elinizin altına vermiştir. Yediğinizden onlara yedirin,
giydiklerinizden onlara giydirin, taşıyamıyacağı ağır hizmetleri onlara
yüklemeyin; yüklediğiniz takdirde ise, herhalde kendilerine yardımcı olun..»
buyuran Peygamber, bir sınıf mücadelesinin körüklenmesine bütün kapıları kapamış
ve bu iki sınıfı bir sınıf kabul ederek onları kaynaştırma prensiplerini
koymuştur.
«İşçinin ücretini
alnının teri kurumadan Ödeyiniz» emri ise, yapılan hizmetin zamanında karşılık
görmesine, işçinin zor durumda bırakılmamasma yöneliktir.
Aynca islâm, işverenle
işçi arasındaki ücret konusunu karşılıklı anlaşmaya bırakırken ülkenin örf ve
âdetini de dikkatten uzak bu-lundurmamıştır. Şöyleki : İşçiyi sömüren bir
işveren zümresi doğmuşsa ve ülkede işsizlik had safhada ise, bu yüzden işçinin
emeği yeterince değerlendirilnüyorsa, devlet ülkenin örfünü dikkate alarak
gereken müdahaleyi yapar ve adil ölçülerin kurulmasını sağlıyarak bir zümrenin
diğer bir zümreyi sömürmesine cevaz vermez.
İslâm Fıkhına göre :
İnsan unsuru kıymetlidir. Onun onurunu zedelemeden, onu hakir görmeden bir
kardeş sayıp ona göre diyalog kurulmasını emreder. Köleliği bu yüzden
kaldırmayı plânlamış ve tedrioen bu konuda başarılı olmuştur. Hz. Ömer'in.
(R.A.), «İnsanlar . analarından hür doğdukları halde onları siz ne zaman köle
yaptınız?» diye çıkışması da bundandır.
O halde bir kiisiyi
bir iş için ücretle tutmak câizcfir. Bu iş bir bekçilik olabileceği gibi,
tarla-bahçede koruyuculuk veya ekip dikme işi de olabilir. Tezgahtarlık
olabileceği gibi, evin iç ve dış hizmetleri de olabilir. Ancak icare ile
tutulan kişinin yapacağı işin önceden belirlenmesi gerekir. Sürenin
belirlenmesi şart değildir. îş belirlendikten ve ücret konusu görüşüldükten
sonra çalıştığı süreye göre, ücreti hesaplanıp verilir.
Bahçe duvarlarını
yapmak için ücret karşılığı tutulan kimseye «bunu şu kadar günde bitirmelisin»
denilmez. Günlük ücreti belirlenir. Kaç gün çalışırsa, o kadar yevmiye alır. [30]
AShnda ücretini
belirlemeden işçi çalıştırmak pek doğru- bir hareket değildir. Çünkü ileride
bazı ihtilaflara yol açabilir. Ancak işverenle işçi birbirlerine güvendikleri
için böyle bir anlaşma yapmadan, yani ücreti belirlemeden çalışma ortamına
girerlerse, o takdirde işverenin verdiği ücrete işçi razı olmadığı takdirde
eer-i misil verilir. yani emsaline uygun bir ücret belirlenip razı edilir.
Şu işimi gör» veya şu
hizmetimi yerine getir, seni memnun ederim» der ve işçi de o hizmeti istenilen
şekilde yerine getirirse, emsaline uygun bir ücret takdir edilip verilir.
Yukarıda belir'tîilen
icâre şekli fâsiddir, yani fıfchî ölçülere, hukukta yer alan «Had esaslarına
uygun değildir, bu bakımdan sıhhatli değildir. Bununla beraber böyle bir yola
girildiğinde gözönünde tu-, tulacak husus, emsaline ve yapılan iş hacmine göre
bir ücret tayinidir.
Çeşitli cihaz ve
aletleri tamir eden ustalarla önceden yapacağı iş için bir ücret tayin
edilmelidir. İcarenin şartlarına uygun olan da bu şekildir. Bununla beraber bazı
beldelerde bir pazarlık yapmaya lüzum görülmez. O taikdirde tamir işi bitince,
ya örfe göre, ya da o ustanın günlüğü hesaplanarak ona göre bir ücret
belirlenip verilir[31].
İşçiye hizmetinin
karşılığı nakit olarak değil, "bir mal ve eşya olarak belirlenirse, bu da
caizdir. Ancak «Şu işimi gör veya şu hizmetimi yerine getir, sana bir merkep
veririm» derse, o takdirde merkebi vermek zorunda değildir. Çünkü belirli bir
merkep sözkonusu değildir. İhtilaf halinde işçiye ecr-i misli takdir edilip
verilir. Bununla beraber bu tür anlaşmalar doğru değildir, ihtilâfa yol
açacağından fukahanın bir kısmı sahih görmemiştir. [32]
Bir kimsenin kendi baba
ve dedesini, ana ve ninesini ücrette tutup çalıştırması caiz değildir. Bu
aralarındaki -babalık, analık ve ev-ladlık hukukunu, sevgi ve saygısını
zedeler, bazen kökünden yıkar. Halbuki bir evlad malî imkânları müsait olduğu
takdirde ana-baba-sına bakmakla, onların, nafakasını karşılamamda yükümlüdür. O
ne-' denle böyle bir icareye cevaz verilmemiştir. Bununla beraber haddini
bümeyip onları ücretle tutup çalıştınrsa, herhalde ücretlerini noksansız
vermesi gerekir.[33]
Kadının yemeık
pişirmesi, çamaşır yıkaması, kocasından olma çocuğu emzirip beslemesi için
kocasından bir ücret talep etmesi, İmam A'zam'a göre, caiz değildir. Çünkü
kadın esasen bu işleri görmekle yükümlüdür.
Ama evin dışındaki
hizmetlerini yapmak, tarla ve bahçesinde çalışmak, davarlarını gütmek için
ücret talep edebilir. Çünkü kadın evin. iç hizmetleriyle yükümlü, dış
hizmetleriyle yükümlü değildir.[34]
Kardeşler, dayı ve
yeğenler, amcalar ve amca çocukları arasında ücretle çalışmak caizdir. Yani
bunlardan biri diğerini ücretle tutabilir. Dinen bunda bir sakınca yoktur.
Hattâ muhtaç durumda ise bu konuda ona öncelik tanımasında sevap vardır.
Ailenin şeref ve
haysiyetini zedeler mahiyette olan bir işçiliği ka dinin yüklenmesi caiz
değildir. Yani kadın evinin dışında başka bir şahsın veya müessesenin bir ücret
karşılığı işini yaparken bu kadının annelik vasfını düşürüyor, ailenin
haysiyetini kırıyorsa, o tak--türde kocası, yoksa yakın hısımları gereken
müdahalede bulunurlar.[35]
Dinimizde bunda bir
sakınca yoktur. Hattâ erkeğin mahremlerinden birini ücretle tutup çocuğunu
emzirmesi daha uygundur. Ancak sözü edilen kadınlar bir ücret istemeden bu
hizmeti sürdürmek, isterlerse, bunda da bir sakınca yoktur.
Bir işi bizzat kendi
üzerine alıp yapacağını söyleyerek onu başkasına yaptıran kimse, iş sahibinden
ücret isteme hakkına sahip değildir. Verilen iş telef olursa zamın olur. Çünkü
icare akdinde bizzat kendisinin yapacağı kaydı konulmuştur. İşlerin iyi veya kötü
yapılması işi yapan şahıslara göre değişir. Bu bakımdan İslâm Fıkhında bu tür
bir iş yaptırma yolu sakıncalı sayılmıştır.
Bunu bir misal ile
açıldıyalım :
Tamire muhtaç
arabasını tamirciye götürüp belli bir ücret karşılığında gereken tamirin
bizzat usta tarafından yapılması kararlaştırılır,, yani icare akdi bu şekil
yapılır, sonra usta o arabayı kendi çıraklarına veya başka bir ustaya tamir
ettirirse, ücrete hak kazanmış olmaz. Araba üçüncü şahsın elinde zayolur veya
yanarsa, ikinci şahıs ona zamın olur.
Ama anlaşma anında
mutlak bir ifade kullanılır, şöyleki : Şu-arabamı sana bırakıyorum, gereken
tamirini yapar veya yaptırırsın, der, ustada o şekil kabul ederse, o takdirde
usta dilerse kendisi onu tamir eder, dilerse kalfa veya çıraklarından birine ya
da başka bir ustaya yaptırabilir. Bunda bir sakınca yoktur, yeter ki tamiri
yapan kimse ona ehil olsun ve verilecek ücreti haketsin. [36]
Bir iş yaptırırken,
bir işin yapılması bir ustaya sipariş edilirken o iş için gereken malzemenin
kim tarafından alınacağı belirlenir. Belirlenmediği takdirde o beldenin örf ve
âdetine göre amel edilir : Meselâ, ayakkabıcıya verilen siparişte onun astarı
ve ipliğinden sözedil-
mez. Çünkü genellikle
bunlar imalâtçıya aittir. Gereken malzeme anılmaz da öylece ustaya veya
imalâtçıya bırakılırsa, ihtilâf anında beldenin örfüne göre, ihtilâf giderilir.
Hangi malzemeyi imalâtçı, hangisini işveren te'min eder, bu belirlenir. [37]
Evine bir eşya alıp
onu hammala veya bir nakliyeciye vererek taşımasını söyler, o da belli bir
ücret karşısında bunu kabul ederse, taşıdıkları eşyayı evin içine kadar götürüp
koymaları gerekir. Evin üst katma veya tarasasına konulması için zorlanamaz.
Meğerki icare akdi yapılırken, bu açıklanmış ve hammal ya da nakliyeci tarafından
kabul edilmiş olsun. O takdirde itiraza mahal yoktur. [38]
Bir iş için belli bir
ücretle tutulmuş işçiye iş sahibinin yemek de vermesi gerekir mi? O beldenin
böyle câri bir örfü vai-sa, uyulur, Böyle bir örf yoksa, akid anında da buna
yer veriîmemişse, o takdirde iş sahibi yemek yedirmekle yükümlü değildir, yani
bu hususta zorlanamaz. [39]
Yaptırılan şeyden bir
miktarının işçiye verilmesi şartiyîe yapılan anlaşmalar, yani icare akidleri
fâsiddir. Bunu birkaç örnekle açıklı-yalım : Bir ağacın meyvesini toplatmak
üzere tutulan işçiye ücret olarak o meyvenin belli bir kısmı verilmek kaydiyle
akid yapılırsa, bu fâsid bir akiddir. Ancak buna rağmen bu biçimde yapılan bir
akidle işçi çahştırılırsa, o takdirde o meyveden değil, onun ecr-i misli
takdir edilerek verilir. Yani o güçte bir işçinin belli süre içinde ağaçtan
meyve taplaması ne kadar ücretle yaptınhyorsa, bu tesbit edilip işçiye o
nisbette ücret verilir.
Değirmene götürdüğü
buğdayı, unundan belli bir miktar taşıyıcıya vermek üzere yapılan anlaşma da
böyledir, yani fâsiddir.[40]
O halde değirmenciye
öğütülmek üzere teslim edilen buğdayın öğütme ücreti olarak o buğdayın unundan
belirlenmesi de bu hükmün kapsamına girer. FıkM kaide ve usûle göre doğru
değildir. Ancak öğütülen buğdayın unundan değil de mutlak anlamda «şu kadar
un ücret olarak sana vereceğim» derse, o takdirde ister öğüttüğü buğdayın
unundan, isterse başka bir undan onun ücretini çıkarıp verebilir.
Çünkü öğütülecek olan
buğdayın un haline gelip gelmiyeceği, nasıl bir sonuç vereceği kesinlikle belli
olmadığından bir tarafın za-ranyla neticelenebilir, endişesiyle ve ücretin
zimmette henüz sabit olmadığı dikkate alınarak bu tür icareler fâsid
sayılmıştır.
Bu misalleri çoğaltmak
mümkün : Toplanan zeytin tanelerini yağ fabrikasına götürüp, sıkma ücreti
olarak çıkacak yağdan belli bir miktar üzerinde anlaşma yapılırsa, bu da
fâsiddir. Aynı hükmün kapsamına girer. [41]
Bir Müslüman çocuğunu
emzirmek üzere bir gayr-i müslim kadım süt ana olarak tutmak caiz midir?
Fukaha genellikle bunda bir salonca olmadığını açıklamıştır. Yani dinen bir
sakınca yoktur. Bunun aksi de sahih ve caizdir : Yani bir müslüman süt annenin
bir gayr-i müslimin çocuğunu emzirmesinde bir sakınca yoktur.[42]
Bir apartman
kapıcısına, bir evin hizmetçisine, bir dükkânın tezgahtarına dışardan yapılan
bir yardım veya verilen bir hediye ya da bahşiş, onun ücretine mahsub edilemez.
Genel kaide budur. Buna muhalefet eden de olmamıştır. [43]
Koyunları otlatmak
üzere tutulan çobana ücret olarak o koyunlardan bir miktar verilmek üzere bir
anlaşma yapılırsa, bu sahihtir.. Çünkü verilecek koyunların miktarı belli ve
ortadadır. Ama doğacak kuzuların üçte birini veya dörtte birini ücret vermek
kaydiyle yapılan bir akd-i icare fâsiddir. Çünkü ne kadar kuzu doğacağı
bilinmemekte ve böylece ücret bir bakıma meçhul kalmaktadır.
O halde bu genel
kaidenin ışığı altında bir takım icare meselelerini inceleyip sonuca bağlamak
mümkündür. Birkaç misal vermemiz bunun için yeterli malzeme sayılabilir.
İcarede Muhayyerlik Caiz midir? Bilindiği gibi alıan-s atımlarda genellikle
muhayyerliğe cevâz verilmiştir. îcare de beyi' yani alım-satim kapsamına
girdiği için onda da akid anında muhayyerlik şartına yer verilmesinde bir
sakınca yoktur. Şöyleki : İşverenle işçi bir iş üzerinde anlaşırken onlardan
biri veya her ikisi, «şu kadar gün muhayyer olmak üzere» der ve taraflar bunu
kabul ederse, o takdirde belirtilen güne kadar ya işten vazgeçmek veya verilen
işi yapmamak caizdir.
Muhayyerlik süresi,
alım-satrm konularında olduğu gibi, bunda da İmam Ebû Hanîfe'ye göre en çok üç
gündür. İmam Ebû Yusuf ile îmam Muhammed'e göre, üç günden fazla da olabilir.
Muhayyerlik yetkisini
kullanmadan karşı tarafın da hazır olması gerekir mi? İmamların bunda da görüş
ve tesbitleri farklıdır : İmam Ebû Hanîfe'ye göre, birinin muhayyerlik,
yetkisini kullanıp icareyi feshetmesinde diğerinin hazır bulunması, ye.ni onun
huzurunda belirtilmesi şart değildir. îmam Ebû Yusuf ile İmam Mulıam-med'e
göre, diğerinin hem hazır bulunması ve bilgisinin olması şarttır. Bu hususta
îmameynin kayvliyle amel, ihtilâfı önleme bakımından daha uygundur. Fetva da
buna göredir.
Muhayyerlik yetkisini
kullanıp icareyi feshetmek sözlü ya da yazılı ve fiili olabilir. O halde
taraflardan biri bu hakkını kullandığını göstermek için işi ondan alıp başka
birine vermekle fiili feshetmeyi belirtmiş olur. Yazılı veya sözlü ise,
huzurda ben icareyi feshettim, demesi veya bunu yazıp karşı tarafa bildirmesi
kâfidir. [44]
Özel anlamda tutulan
işçiye teslim edilen malın nasıl kullanılacağı, ne yerlere götürüleceği tenbih
edildiği takdirde, işçi bu tenbihe uymak zorundadır. Buna birkaç örnek verelim
:
Koyun sahipleri
ücretle tuttuğu çobana, «Benim koyunları şu ve şu kesimlerde otlat, başka bir
tarafa götürme..» derse, bununla beraber çoban koyunları başka bir tarafa
götürüp otlatır da bir zarar meydana gelirse, buna çoban zamm olur. Ama tenbih
edildiği yerde otlatırken bir zarar ortaya çıkarsa, "buna zamm olmaz.
Satın aldığı kumaşı
terziye götürüp «Bunu bana bir ceket yap» derse, terzi de onu ceket değil
pantolon yaparsa, buna zamm olur.» [45]
İcare konusu, fıkıhta
geniş ve teferruatlı bir konudur. Daha çok kul haklariyle ilgili bulunduğu için
üzerinde fazlasiyle durulmuş ve hakların zayolmaması için çok yönlü
araştırılarak bol malzeme sunulmuştur.
Ücreti tutulan
bahçıvan, kapıcı, çoban, tezgâhtar ve benzeri işçiler, kendilerine teslim
edilen mal ve eşyayı örf ve âdete uygun biçimde korumakla yükümlüdürler.
Gösterecekleri ihmâl ve ilgisizlikten dolayı meydana gelecek bir zarar ve
ziyana zamin olurlar.
O nedenle bir
tezgâhtar tezgah başında dikkatli bulunmak ve sergilediği malların
çalmmamasını, bir zarara uğramamasını kollamak mes'uliyetini taşır.
İlgisizliği, dikkatsizliği ve gevşekliği yüzünden meydana gelecek bir zarardan
dolayı zaimn olur.
Çoban kendisine teslim
edilen davarları korumakla mükelleftir. Sürüden ayrılan hayvanı kendi haline
bırakır ve bu yüzdem hayvan telef olur veya sakatlanırsa, zamın olur.
Meseleyi şöyle
özetliyebiliriz :
Özel anlamda tutulan
işçi, kendisine teslim edilen eşyayı kendi taksiratı olmaksızın zayeder veya
bir kazaya uğrarsa, zamın olmaz. Kendi taksiratı sonucu zayolur veya bir kazaya
uğrarsa, zamın olur.[46]
Genel anlamda, yani
müştereken tutulan işçi de güvenilir sayılır. O nedenle kendi taksiratı
olmaksızın teslim edilen malda bir zarar meydana gelirse, zamın olmaz.
îmameyn'e göre, zamın olur. Çünkü ona verilen ücret, ham o işi yapmak, hem
korumak amacına yöneliktir. İmam A'zam'a göre, bu durumda da zamın olmaz,
çünkü o yalnız o işi yapmakla görevlidir. Burada fetva daha çok imameynin görüş
ve içtihadına göredir.
O halde bir hamnıal
sırtında taşıdığı yükü kalabalığa karıştığı veya önüne iyice bakmadığından
ayağı kaydığı için düşürür de bazı zararlar meydana gelirse, İmam A'zam'a göre,
buna zemin olmasa da İmameyne göre zamın olur.
[47]
Mal sahibi ile kiracı,
mal sahibi ile müste'cir arasında icare veya kira akdi yapıldı, yapılmadı diye
ihtilaf çıkarsa, aralarında yazılı bir belge yoksa, şâhid de movcut değilse, o
takdirde söz, yemin ederek icareyi inkâr edenindir. Yani yemin ona düşer.
Bunun gibi, kiraladığı
bir ev ya da dükkânda bir süre oturduktan sonra, bunu ücretle
"tutmadığını iddia eder, mal sahibi de ücret karşılığında bunu kiraya
verdiğini ileri sürerse, önce mal sahibinin ya yazılı bir senet, ya da şahit
getirmesi gerekir. Mal sahibi bu ikisine de sahip değilse, o takdirde kiracıya
yemin teklif edilir, yeminle birlikte reddederse, onun sözüne göre hükmolunur.
Yeminden kaçarsa, mal sahibi lehine karar verilir.
Yaptırılan bir iş
üzerinde ihtilâfa düştükleri takdirde yine söz yeminle birlikte müste'cirmdir.
Ancak mal sahibi yazılı belge veya şahit getirirse, o takdirde onun lehine
hüküm verilir.
Bunu bir misal ile
açıklıyalım :
Bir tüccar, atelye
sahibine kumaş verip bunların pijama yapılmasını istese, atelye sahibi ise
verilen kumaşı gömlek yaparsa, mal sahibinin yazılı belgesi veya şahidi varsa,
mesele yok. Yoksa, o. takdirde atelye sahibi yemin ettirilir, pijama yapmam
için bunları verdi diye yemin ederse, zamın olmaz. Yeminden kaçınırsa, zamın
olur. [48]
Mal sahibiyle kuyumcu
veya mal sahibi ile radyo tamircisi arasında teslim edilen eşyanın tamir
edilip edilmediği hususunda ihtilâf ortaya çıkarsa, yani mal sahibi tamirin
yapılmadığını, usta ise yapıldığını iddia ederse, bu defa hüküm aksine cereyan
eder : Mal sahibi tamiri nefyettiği için ona yemin düşer. Tamiri yapan ustaya
da belge veya şahit düşer. O şahit gösteremediği takdirde mal sahibine yemin
verilir, yemin ederse, verilen eşyanın tamir edilmediğine hükmedilir.
Bunun gibi, işverenle
işçi arasında yapılan işin gerçekleşip gerçekleşmediği hakkında ihtilâf ortaya
çıkarsa, mal sahibinin beyyi-nesi yoksa, işçiye yemin düşer, yemin ederse, ona
göre hükmedilir. Yeminden kaçınırsa, işveren lehine hükmedilir.
Bunu bir misal ile
açıklıyalım :
Sürü sahibi teslim
ettiği koyunlarının otlatümadığını, çoban ise otlattığını iddia ederse, mal
sahibinin beyyine getirmesi gerekir. Getiremediği takdirde, çobana yemin
ettirilir. [49]
Bu durumda, mal
sahibinin beyyinesi tercih olunur. Beyyine yoksa, kiracıya yemin teklif
edilir. [50]
Kefalet, füchi terim
olarak, bir şeyin istenmesi hususunda zimmeti zimmete eklemektir. Şöyleki :
Bir kişinin veya bir malm istenmesi hususunda bir başkası kendini ortaya atıp,
istenilen kişi hakkında kendini taahhüt etmesidir.
Kefalet-i bil-mal :
Bir mal için kefil olma; Kefalet-i bin-nefs : Birinin şahsına kefil olma;
kefalet-i müteselsile : Bir çok kişilerin birbirlerine karşılıklı kefil
olmaları, bu cümledendir.
Kefaletin rüknü :
Diğer akidlerde olduğu gibi, icab ve kabuldür. Üçüncü bir şahsın «buna kefil
oldum» «Şunu yerine getirmeye ben kefil oldum» demesi, bir icabdır. Kefil
istiyenin de «kabul ettim» demesi bir kabuldür.
Bu daha çok İmam Ebû
Hanîfe'nin içtihadıdır. İmam Ebû Yusuf'a göre, Üçüncü şahsın «buna ben kefil
oldum» demesiyle kefalet sağlanmış olur, karşısındakinin «ben kabul ettim»
demesi şart değildir.
Üçüncü şahsın «Ben
buna kefil oldum» demesiyle bu iş netice lenmdş sayılmaz, kefil istiyen şahsın
bunu reddetmemesi halinde gerçekleşmiş olur. Reddettiği takdirde kefalet
hükümsüz kalır.
İcap ve kabul rükün
olduğuna göre, Arapların örfüne göre, geçmişi andıran fiillerle mi
gerçekleşir, yoksa her ülkenin kendi örf ve âdetine göre mi gerçekleşir.
Şüphesiz ki bu konularda daha çok örf ve âdete itibar olunur. Araplardaki örf,
nikâh ve diğer akidlerde olduğu gibi, icab ve kabulün geçmişle ilgili
fiillerle olması şarttır. Aksi halde akid yapılmış olmaz. Biz Türklerde ise,
daha çok şimdiki zamanla ilgili fiiller kullanılır ve bazen de geniş zamanla
ilgili fiillere yer verilir. Çünkü bizim konuşup anlaşma âdet ve örfümüz böyledir.
O takdirde akid konusundaki icab ve kabul her ülkenin kendi örfüne göre
yapıldığı takdirde sahihtir ve geçerlidir.
Kefalette de bu, bir
şeyin yerine getirilmesini veya bir yere teslimini taahhüt etmekten ibarettir.
O takdirde üçüncü şahıs, «Ben kefil oluyorum, onun borcunu ben ödiyeceğim.,»
derse, bu bir icap kabul edilir.
Ancak örf ve âdette
taahhüde delâlet etmiyen sözlerle yapılan kefalet geçerli sayılmaz. Meselâ :
«Sen onu tamam bil» veya «Sen onu bende bil» gibi sözler, örfe de uygun
olmadığı için geçerli sayılmaz. «Ama falan kişi sana olan borcunu vermezse,
herhalde ben veririm» sözü örfe uygundur, bu bakımdan geçerlidir.
Kefalet mutlak anlamda
gerçekleşeceği gibi, bir kayıtla bağlı bulunmakla da gerçekleşir. «Onun borcuna
ben kefil oldum veya oluyorum» demek mutlaktır, belli bir süre, peşin ya da
sonra kaydı mevcut değildir, «Onun borcunu şu kadar süre sonra ben ödiyeceğim»
veya «Onun borcuna kefil oldum, onu hemen ödiyeceğim» demek, mukayyeddir. Akid
gerçekleştikten sonra mutlak veya mukay-yed duruma göre, amel edilir.
Kefalet akdinde vukuu
belirsiz bir şey ile takyidde bulunmak hükümsüz sayılır, yani akdin sıhhatim
bozar. Meselâ : «Ben onun borcuna kefilim, dolu yağdığı gün ödiyeceğim» veya
«Ben onun borcuna kefil oldum, şiddetli rüzgârlar esmeye başlayınca
ödiyeceğim» gibi kayıtlar, aşırı denecek ölçüde meçhul olduğundan, kefalet mutlak
anlamda bağlantı yapmış olur. Yani onun mukayyedliğinin sıhhati bozulur,
mutlaka döner.
Arra az-çok meydana
gelme mevsimi belli olan şeylerle takyidde bir sakınca yoktur. Örneğin :
«Buğday hasad zamanı» veya «Üzüm toplama mevsimi» bu cümledendir.
«Falan adama veya
falan adamın şu kadar borcuna şu saatten şu günün şu saatine kadar» kefilim,
demek, muvakkat anlamda bir kefalettir ve belirtilen süre sonunda kefil
kefaletin gereğini yapmakla mükelleftir. [51]
İslâm Fıkhına göre,
kefile kefil olmak sahih olduğu gibi, kefilin kefilinin kefiline de kefil olmak
sahihtir. Bunun gibi girkaç kişinin birbirlerine kefil olması da böyledir. Buna
Kefalet-i müteselsile denilir. Çünkü kefaletten amaç, bir hakkın kaybolmaması
için onu belgelemek, garantiye
bağlamaktır.
Bir kişiye birden
fazla kişinin kefil olması sahih, görüldüğü gibi, bir kişinin birden fağla
kişiye kefil olmasıda sahihtir. Dinen bunda bir sakınca yoktur. Yeterki
kefiller kefaletin taşıdığı hakkı ödemeye ehil bulunsunlar. Çünkü kefilin
çokluğu güven ve belgelenmeyi daha da kuvvetlendirir.[52]
Emanet bırakılan, bir
mala kefalet gerekmez. Çünkü bırakılan emanet eşya, kendisine emanet edilen kişinin taksiratı olmaksızın zayolur
veya çalınırsa, kendisi buna zamm olmaz. Bu durumda kefil tutulmuşsa, hiçbir
anlam ve hüküm ifade etmez. O takdirde bu konuda kefalet sahih sayılmamıştır.
Kendisine rehin
bırakılan kişiye de kefil olmaya gerek yok. Çünkü bir kazaya uğradığı takdirde
tazminatı gerektirmez.
Müste'cire bırakılan
bir eşya ve benzeri şey hakkında da kefalet sahih görülmemiştir. Çünkü bir
ücret karşılığında müstecire bırakılan bir eşya emanet kapsamına girer, emanet
konusunda kefalete gerek olmadığı gibi burada da kefalete gerek yoktur.
Bunu bir iki misal ile
açıklıyalım :
Tamirciye teslim
edilen bîr âlet için kefil gerekmez. Terziye bırakılan bir kumaş da böyledir.
Çünkü her iki'durumda da bir ücret karşılığı bir iş yapılması istenmekte ve
teslim edilen eşya bir emanet anlamını taşımaktadır.
Kişi kendi
zimmetindeki borcuna karşı kendisi kefil olamaz. Bunun gibi, sattığı malın
bedelinden dolayı müvekkiline karşı alıcıya kefil olması sahih değildir. Çünkü
bu bedeli almak hakkı asaleten vekile aittir.
Ortaklaşa bir alacağa
veya ortaklaşa bir mirasa ortaklardan veya vârislerden biri diğerine kefil
olamaz, olsa bile muteber değildir.
Ortaklaşa bir alacakta
ise, ortaklardan birinin payına ortaklardan başka biri kefil olabilir. Buna
cevaz verilmiştir. O halde sözü edilen kefil ortaklardan birine ne öderse
diğer ortaklar da ortak olur.[53]
Hemen ödenmesi gereken
bir borca, bilahare ödenmek üzere geciktirilmesi kaydiyle kefalet sahihtir. O
halde alacaklı ancak borçluya -borcunu ödemesi için- hemen müracaat edebilirse
de kefiline belirtilen süre dolmadan müracaat edemez. [54]
[1] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/387-388.
[2] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/388-389.
[3] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/389.
[4] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/389.
[5] Fazla bilgi için bak :
Fetâvâ-yi Hindiyye - El-Mebsut ve El-Bedayi' - Bahii-râik.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/389-390.
[6] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/390.
[7] Fazla bilgi için bak :
Ei-Mebsut - Serahsi - Fetâvâ-yi Hindiyye - El-Bedayi. –Kasani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/390-391.
[8] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/391.
[9] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/391.
[10] İbn Abidin.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/391-392.
[11] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/392.
[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/392.
[13] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/392.
[14] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/393.
[15] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/393.
[16] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/393.
[17] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/393-394.
[18] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/394.
[19] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Mebsut - El-Bedayi'.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/394.
[20] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/394-395.
[21] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/396.
[22] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/396.
[23] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/397.
[24] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/397.
[25] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/397.
[26] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/397-398.
[27] Dürerü'l-Hükkâm - Fetâvâ-yi
Hindiyye - Bahriraik - Ibn Nüceym - El-Be-dayi – Kâsâni.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/398.
[28] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/398-399.
[29] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/399.
[30] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/399-400.
[31] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/400-401.
[32] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/401.
[33] Fazla bilgi için bak . El-
Muhit - Şemsü'l-Eirame Serahsi - El-Bedayi' - Kâ-sani : îcâre bahsine.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/401.
[34] Fazla bilgi için. bak :
El-Mubit - Şemsü'l-Eimme Serahsî - El-Bedayi' - Kâsanî: îcâre bahsine...
[35] Fetâvâ-yi Hindiyye . İcâre-i
zevce bahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/401-402.
[36] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/402.
[37] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/402-403.
[38] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/403.
[39] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/403.
[40] Fazla bilgi için bak :
Feîâvâ-yi Hindiyye : İcâre bahsine.
[41] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/403-404.
[42] El-Muhit - Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/404.
[43] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/404.
[44] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/404-405.
[45] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/405.
[46] Fazla bilgi için bak :
Mecelle - Fet&vâ-yi Hindiyye.
[47] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/405-406.
[48] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/406-407.
[49] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/407.
[50] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/407.
[51] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/408-409.
[52] Mecraau'l-Enlıür - Kefalet
bahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/409.
[53] Reddü'l-Muhtar - El-Bedayi'
– Kâsani.
[54] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/409-410.