ÜCRET, NE ZAMAN HAK EDİLİR BABI
CAİZ OLAN KİRALAMA AKİTLERİ VE KİRACININ AYKIRI
DAVRANIŞLARI BABI
İKİ ŞARTTAN BİRİ ÜZERİNDE YAPILAN KİRALAMA AKDİ BABI
KİRALAMA AKDİNDE İHTİLÂFA DÜŞMEK BABI
(Kiralama, ücret
karşılığında menfaatler üzerinde yapılan akit-tir.) Çünkü bu akdin adı olan icâre, lügatça: Menfaatleri
satmak demektir. Kıyâsa göre, bu caiz değildir. Çünkü akit konusu olan.
menfaattir. Menfaat ise, var olmayan bir şeydir. Temliki ilerde var olacak şeye
bağlamak ise sahih değildir. Ancak, insanların ona olan ihtiyaçlarından ötürü
biz, bu akdin câizliğine hükmettik. Nitekim hadisler de, bu akdin sahihliğini
gösterir. Şöyle ki, Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) -Ücretli –işçi-ye alının teri
kurumadan ücretini veriniz» ([1]) bu-yurmuştur. Diğer
bir hadiste de -Kim ki bir işçi tutarsa
ona ücretini bildirsin» ([2]) buyurmuştur.
Kira akdi, menfaatin meydana gelişine uygun olarak saat saat gerçekleşir. Akde konu olması bakımından ev de,
menfaat yerinde kabul edilmiştir. Böylece icâp ve kabul birbirine bağlanır.
Sonra bu akit, meydana gelecek olan menfaati mülk ve hak olarak ortaya koyar.
Rivayet ettiğimiz hadis gereğince (Menfaatler ve ücret belli olmadıkça kira
akdi sahih değildir.) Çünkü üzerinde akit yapılan menfaat ile bedelindeki
belirsizlik, anlaşmazlığa yol açar. Tıpkı satıştaki bedel ile satılan malın
belirsizliği durumunda olduğu gibi.
(Satışta bedel olması
caiz olan her şeyin, kira akdinde ücret olması caizdir.) Çünkü ücret,
menfaatin bedeli olduğundan satılan malın bedeli gibidir. Öte yandan satışta
bedel olmaya yaramayan şeyler de ücret olmaya yarar. Örneğin: mallar gibi.
Yukarıdaki ifâde, satışta bedel olabilenlerin dışındaki şeylerin, kira akdinde
ücret olma selâhiyetlerini ortadan kaldırmaz. Çünkü
ücret, mal olan bir bedeldir.
(Menfaatler, bazen
süre ile belirli hâle gelirler. Örneğin: evleri oturmak için, topraklan da ekin
için kiralamada olduğu gibi. Bu nedenle herhangi bir belirli süreyle kira akdi
yapmak sahihtir.) Çünkü sürenin belirli olması hâlinde menfaat miktarı da
belirli-olur. Ancak menfaat türünün değişmemesi gerekir. Herhangi bir süre
sözü, belirli olduğu için süre, uzun veya kısa olsun, akdin caiz olduğuna
işarettir. Hem de uzun ve kısa sürenin ikisine de ihtiyaç vardır. Ancak
kiracının mülkiyet iddia etmemesi için vâkıflarda uzun süreyle kira caiz
değildir. İhtiyar edilen görüşe göre bu süre, üç yıldır.
(Bazen de menfaatler,
akdin kendisiyle belirli hâle gelirler. Örneğin : Bir kimsenin, elbisesini
boyaması veya dikmesi için başkasını kiralaması veya belli miktarda yük
yüklemek veya muayyen bir mesafe binmek için bir hayvan kiralaması gibi.) Çünkü
burada kiracı, elbiseyi, boyanın rengini ve miktarını, dikişin cinsini, yükün
miktarını, cinsini ve bineceği mesafeyi belirtince menfaat belirli hâle
geldiğinden akit sahih olur. Kira, bazen çalışma üzerinde yapılan bir akit de
olabilir, demek de mümkündür. Örneğin : Kasara ve terzi' kiralamak gibi. Böyle
herkes için çalışan kimse ile yapılan akitte işin belli olması gerekir. Kira
akdi, bazen menfaat üzerinde olur. Örneğin : özel işçide olduğu gibi. Burada
çalışma süresinin açıklanması gerekir. (Bazen de menfaat, belirtilmekte ve gösterilerek
muayyen hâle gelir. Örneğin: Bir kimsenin, şu yiyeceği belli bir yere taşıması
için başkasını kiralaması gibi.) Çünkü, kiralayanın işçiye taşıyacağı şeyi ve
götüreceği yeri göstermesiyle menfaat, muayyen hâle geldiğinden akit sahih
olur.[3]
(Ücret, akitle vacip
olmayıp şu üç sebepten biriyle hak edilir : Ya hemen
ödenmesinin şart koşulması ya şart koşulmadığı hâlde
hemen Ödenmesi ya da üzerinde akit yapılanın tahsil
edilmesi) I m a m -1 Şafiî ise : Ücrete akdin kendisiyle mâlik olunur. Çünkü
akdin sahih kılınabilmesi için var olmayan menfaatler, mevcut hâle gelirler.
Böylece onların karşılığı olan bedelde de hüküm sabit olur, demiştir. Biz
diyoruz ki: Açıkladığımız üzere akit, menfaatlerin meydana gelişlerine göre
bölüm bölüm gerçekleştiği gibi o, bir değiş-tokuş olduğundan
gereklerinden biri de, menfaat ile bedelin eşit olmasıdır. Böylece, menfaatin
gecikmesiyle bedel de zorunlu olarak gecikmektedir. Eşitliğin gerçekleşmesi
için, menfaat tahsil edildiğinde ücrette mülkiyet sabit olur. Hemen
ödenmesinin şart koşulması ve hemen ödenmesi hâlinde de durum aynıdır. Çünkü
kiracı, kendisinin olan eşitlik hakkını böylece iptal etmiş olur. (Kiracı, evi
teslim aldığı zaman, içinde oturmasa bile kirayı Ödemek zorundadır.) Çünkü
menfaatin kendisini teslim etmek, düşünü-lemediğinden
biz, evin teslimini menfaatin teslimi hükmünde kabul ettik. Çünkü evden ancak
bu şekilde faydalanılabilir. (Bu durumda bir kimse, evi kiracıdan gasbederse kira. kalkar.) Çünkü evin teslimi, faydalanmayı
mümkün kılar diye menfaatin teslimi hükmünde kabul edilmiştir. Bu nedenle
faydalanma imkânının kalkmasıyla teslim geçersiz, akit de bozulmuş olduğundan
kira kalkar. Şayet ev, kira müddetinin bir kısmında gasbedilirse,
gasp süresinin kirası kalkar. Çünkü akdin ancak bu kısmı bozulmuş olur. (Evi
kiraya veren kimse, kiracıdan günlük kirayı isteyebilir.) Çünkü kiracı, evden
faydalanmıştır. (Ancak akitle, kiranın hak edildiği vakit açıklanırsa durum
böyle değildir.) Çünkü bu, kirayı erteleme hükmündedir. Açıkladığımız nedenle
(arazi kiralaması da böyledir. Bir kimse, Mekke'ye kadar bir deve kiralarsa
deveci, her konağın bitiminde kirasını isteyebilir.) Çünkü konaklardan her
birini katet-mek, seferin
gâyelerindendir. İmam Ebû Hanife
önceleri; Kira, ancak akit süresi ile seferin sona ermesiyle vacip olur, diyordu
ki bu, İmam Z ü f e r' in görüşüdür. Çünkü üzerinde akit yapılan şey, süre
zarfında elde edilecek menfaatlerin tamamıdır. Bu nedenle kira, süresinin
parçalarına bölünmez. Tıpkı akit konusunun, çalışma olması durumunda olduğu
gibi.îmam Ebû Hanife1 nin
benimsediği son görüşe göre ise, kıyâs, eşitliğin tahakkuku için kiranın saat saat hak edilmesini gerektirmektedir. Ancak saat başına
kira istemek, kiracının kiradan başka bir işle uğraşmamasına yol açtığından
kendisi bundan mü-tezarrır olmaktadır. Bu nedenle
biz, kirayı yukarıdaki şekilde tak dir ettik.
(Kasarcı ve terzi, işi bitirmedikçe ücret isteyemezler.) Çünkü yaptıkları işin
bir bölümünden faydalanilmadığmdan bununla ücret hak
edilmez. Aynı şekilde, açıkladığımız nedenle çalıştırıcının evinde çalışan
kimse de işi bitirmedikçe ücreti hak etmez. (Ancak peşin ücret, şart kosulursa durum böyle değildir.) Çünkü geçtiği
üzere, bu konuda şart, bağlayıcıdır. (Bir kimsenin, kendi evinde bir şinik unu
ekmek yapması için bir dirheme tuttuğu ekmekçi, ekmek tandırdan çıkmadıkça
ücreti hak etmez.] Çünkü iş. ancak ekmeği tandırdan çıkarmakla bitmiş, olur.
Şayet ekmek, çıkarılmadan yanar veya elinden düşerse teslimden önce heder
olduğundan ekmekçiye ücret verilmez. (Şayet ekmek, çıkarıldıktan sonra başka
bir sebeple yanarsa ekmekçiye ücret verilir.) Çünkü o, ekmeği sahibinin evine
bırakmakla teslim etmiş olur. SuçscU2 olduğu için de zamin
olmaz. Ben diyorum ki, Bu. İmam Ebû Hanife ye
göredir. Çünkü ona göre ekmek, ekmekçinin elinde bir emânettir. Diğer
iki İmama göre ise ekmekçi, un sahibinin unu kadar öder ve ücret alamaz. Çünkü
bu un, onun uhdesinde olduğundan o, bunu gerçekten teslim etmedikçe
sorumluluktan kurtulmaz. Un sahibi isterse ekmekçiden ekmeği tanzim edip
ücretini öder. örf gereğince (Bir kimse, düğün yemeği hazırlaması için bir ah-çı tutarsa yemeğin kaplara konulması ahçıya
âit olur. Bir kimse, kendisine kerpiç yapması için bir işçi tutarsa İmam Ebü Hanife'ye göre işçi, kerpiçleri
kaldırmakla ücreti hak eder. Diğer iki İmam İse ; Kerpiçleri birleştirmedikçe
ücreti hak etmez, demişlerdir.} Çünkü bu iş, kerpiçleri birleştirmekle
tamamlanır. Nitekim birleştirilmeden önce, bozulmalarından emin olunmaz.
Böylece bu ekmeğin tandırdan çıkarılması gibi olur
Hem de örfe göre
kerpiçlerin toplanması işçiye aittir ki açıkça &eürtilmeyen
hususlarda muteber olan budur.
t nı
s. m Ebû Hanife diyor ki:
Kerpiçlerin yerden kal- iş bitmiş olur. Onları toplamak ise, tıpkı taşıma gibi
faz-
la bir iştir. Nitekim
toplanmadan önce de iş yerine taşınarak kendilerinden faydalanılabilmektedir.
Kaldırmadan önce ise durum böyle değildir. Çünkü kerpiçler, kaldırılmadan
önce, serpiştirilmiş bir çamur durumundadır. Ekmek de böyle değildir. Çünkü
tandırdan çıkarılmadan kendisinden faydalanüamaz.
(Kasarcı ve boyacı gibi isi, malda değişiklik meydana getiren her sanatkâr,
ücretini alıncaya dek malı elinde tutabilir.) Çünkü üzerinde akit yapılan şey,
elbisede meydana gelen bir vasıf olduğundan sanatkâr, bunun bedelini almak
için malı alıkoyma hakkına sahiptir. Tıpkı satılan malda olduğu gibi. Şayet
alıkoyduğu mal zayi olursa îmam Ebû Hanife'ye göre kendisine ödetilmez. Çünkü o, malı
alıkoymakla haksızlık yapmadığından mal, eskiden olduğu gibi yanında bir emânet
olarak kalır. Ancak, akit konusu mal, teslim edilmeden zayi olduğundan ücret
alamaz.
Diğer iki İmama göre
ise, mal, daha önce' onun uhdesinde olduğundan alıkoymadan sonra da böyledir.
Ancak mal sahibi, muhayyerdir. İsterse malın işlenmeden önceki kıymetini
ödeterek ücret ödemez. İsterse de işlendikten sonraki kıymetini ödetir ve
kendisine ücret verir. Allah (Azze ve Celle) izin verirse bu,
açıklanacaktır. (Hammal ve gemici gibi işi, malda
değişiklik meydana getirmi-yen kimse, ücret tahsili
için malı alıkoyamaz.) Çünkü burada akit konusu olan. çalışmanın kendisidir.
Çalışma ise, malın kendisinde meydana gelmediğinden alıkonulması da
düşünülemez. Bu nedenle, ücretlinin malı alıkoymaya yetkisi yoktur. Bu hususta
elbise yıjîayı-cıhğı da hammalhk gibidir. Bu, îmam Ebü Hanife ile diğer iki İmamın görüşleridir. İmam Züfer ise: Her iki durumda da ücretli mal» pSikoyamaz. Çünkü yapılan iş veya kullanılan malzeme, mal sânit#n£n' müİkJyfctaje geçmekle ona teslim edilmiş olduğundan başkasının onu
alıkoyma hakkı ortadan kalkarij.emiştir.
Biz diyoruzki: Yapılan işin ve kullanılan malzemenin mala bağlı
olması, iş tesliminin zorunlu bir gereği olduğundan ücretli, kendi isteğiyle
bunu teslim etmeye rızâ göstermiş olmaz. Bu nedenle malı alıkoyma hakkı
ortadan kalkmaz. Tipkı alıcının, malı satıcının rızâsı
dışında teslim alması gibi. (Mal sahibi, ücretlinin bizzat çalışmasını şart
koşarsa o, işi başkasına yaptıramaz.) Çünkü akit konusu olan, bu kişinin
çalışması olduğundan mal sahibi, buna hak kazanır. Tıpkı muayyen bir şeyin
kiralanması durumunda olduğu gibi
(Şayet işi mutlak
olarak kendisine verirse o, bu işi başkasına yaptırabilir.) Çünkü bu durumda
işverenin hakkı, ücretlinin zimmetine giren iş olduğundan o, bunu hem bizzat
hem de başkasının yardımıyla yapabilir. Tıpkı borç ödemede olduğu gibi.[4]
(Bir kimse, Basra'ya
gidip aile fertlerini getirmesi için başkasını ücretle tutar ve ücretli, buraya
gidip aile fertlerinden bâzılarının öldüğünü görür ve kalanları getirirse
getirdiği kişilere göre ücret alır.) Çünkü o, akit konusunun bir kısmını yerine
getirdiğinden ücreti buna göre hak eder. Yâni getireceği kişiler belirtilmişse
diirum böyledir. tBir
kimse, mektubunu Basra'daki falancaya götürüp cevabını getirmesi için
başkasını ücretle tutar ve bu kimse, gidip onun öldüğünü görür ve mektubu geri
getirirse kendisine ücret verilmez.) Bu, İmam Ebü Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a
göredir. İmam Muhammed ise: Kendisine gidiş ücreti verilir. Çünkü o, akit
konusunun mesafeyi katetmek olan kısmını yerine
getirmiştir. Nitekim ücret, meşakkatli olduğu için gidişin karşılığı
olabilmektedir. Mektubu taşımak ise, az külfetli olduğundan böyle değildir,
demiştir. imam Ebû Hanife
ile İmam Ebû Yûsuf ise diyorlar ki: Akit konusu olan,
mektubu götürmektir. Çünkü mektup, ya bizzat gaye
veya gaye olan muhtevasının bilinmesine vesiledir ki bu durumda da hüküm,
mektubun o kimseye iletilmesine bağlıdır. Ücreti ise, bunu yerine
getirmediğinden ücreti kalkan Tıpkı bu meselenin akebinde
gelecek olan yiyecek meselesinde olduğu gibi. (Eğer mektubu orada bırakıp
dönerse ittifakla, gidişiyle ücreti hak eder.) Çünkü bu durumda mektubu iletme
gayesi ihlâl edilmemiştir. (Eğer onu, Basra'daki falancaya yiyecek götürmesi
için tutar ve bu kimse, yiyeceği götürüp adamın öldüğünü görür ve yiyeceği geri
getirirse tüm imamların görüşüne göre kendisine ücret verilmez.! Çünkü o,
üzerinde akit yapılan şeyin teslimini ihlâi etmiştir.
İmam Muhamm ed'in, ücret
ödenir, dediği mektup meselesinde ise durum böyle değildir. Çünkü geçtiği üzere orada, akit konusu olan, mesafenin
katledilmesidir.[5]
(Ne için kiralandığı
açıklanmasa bile ev ve dükkânları oturmak için kiralamak câizdir.l* Çünkü Örfe
göre bunlarda yapılacak iş, içinde oturmak olduğundan akit, ona matuf olur. Hem
de pturma şekilleri arasında fark bulunmadığından
akit sahihtir. Akdin mutlakhğı gereğince (Kiracı,
onda her iş yapabilir. Ancak, demirci, kasara ve değirmenci olarak oturamaz.
Çünkü bu işler, binaya açık zarar verir.) Zira bunlar, binayı zayıflattığından
akit, bunlar dışındaki işlerle kayıtlanmış olur.(Araziyi ekin için kiralamak
caizdir.) Çünkü ekin, topraktan maksat olan bir menfaattir. (Bu durumda, şart
koşulmasa bile kiracı, sulama ve yol hakkına sâhiptir.l Çünkü kira akdi
menfaat temini içindir. Menfaat ise, ancak bu ikisiyle elde edildiğinden
bunlar, mutlak akde girerler. Satış ise, böyle değildir. Çünkü satıştan maksat,
hemen faydalanmak değil, malın mülkiyetini elde etmektir. Nitekim sıpa ile
bitek olmayan toprağın satışı caizdir de, kiraya verilmeleri caiz değildir. Bu
nedenle haklar zikredilmedikçe yukarıdaki iki husus satış akdine girmezler.
Nitekim bu husus, satışlar bahsinde de geçti.(Kiracı, toprağa ne ekeceğini
belirtmedikçe akit sahih olmaz.)Çünkü toprak, bazen ekin.bazen de başka bir
maksatla kiralandığı gibi ekilen şeyler değişik olabildiğinden anlaşmazlık
çıkmaması için ekilecek şeyin belirtilmesi gerekir. (Veya kiracı, istediğini ekebilece-ğini söyler.) Çünkü
kiracıya muhayyerlik verilmesiyle anlaşmazlığa yûl
açan belirsizlik ortadan kalkar. (Bir kimse, içinde bina yapmak veya hurma
ağacı veya başka bir ağaç dikmek için bir saha kiralayabilir.) Çünkü bu da
araziden maksat olan bir menfaattir. (Sonra kira müddetinin sona ermesiyle
kiracının, binayı yıkmak ve ağacı sökmek suretiyle sahayı sahibine boş olarak
teslim etmesi gerekir.) Çünkü bunlar, var olmaya devam ettiğinden o şekilde
bırakılmaları, toprak sahibini zarara sokar. Ancak kira süresi sona erdiği halde
ekin henüz olgunlaşmamışsa durum böyle değildir. Bu durumda toprağın benzer
ücreti yerilerek ekin, olgunluk zamanına kadar bırakılır. Çünkü ekinin son
olgunluk zamanı bilindiğinden burada her iki'tarafın
çıkarını gözetmek mümkündür.(Ancak toprak sahibi, binanın ve ağacın, yıkılmış
ve sökülmüş haldeki kıymetlerini ödeyerek bunları mülkiyetine alma yolunu seçebilir.)
Yıkma ve sökme, toprağın değerini düşürmüyorsa kiracının da nzâsı şarttır. Aksi hâlde toprak sâhtbi,
kiracının rızâsı dışında da kıymetlerini ödeyerek bunları mülkiyetine alabilir.
IVeyâ toprak sahibi, bunların olduğu gibi
bırakılmasına razı olur. Bu durumda bina, onu yapan kiracıya, toprak da
sahibine âit olur.) Çünkü binâyı yıktırmak, toprak sahibine âit bir hak
olduğundan o, bunu tahsil etmeyebilir. (Cami'us-sağir'de : Kira süresi bittiğinde toprakta bulunan
yeşillik sökülür.) Çünkü yeşillikler de var olmaya devam ettiğinden ağaca
benzerler.
(Hayvanları, binmek ve
yüklemek için kiralamak caizdir.) Çünkü bunlar, Örfen
bilinen menfaatlerdir. (Eğer kiralayan, mutlak binmeden söz etmişse) mutlakhk gereğince (istediğini bindirebilir.) Ancak
kendisi biner veya bir kişiyi bindirirse başka birini bindiremez. Çünkü bu
takdirde, akitte binmesi konu edilen, bu kişi olur. Hem de kişilerin binmeleri
birbirinden farklı olduğundan kiralayan, bu kişinin bineceğini söylemiş
sayılır.
(Aynı şekilde bir
kimse, giymek için ve kimin giyeceğini belirt-meksizin
bir elbise kiralarsa onu istediğine giydi re bilir.) Çünkü burada akit lâfzı
mutlak, insanların giyim tarzları da birbirinden farklıdır. (Şayet kiracı:
Hayvanı, falancanın binmesi için veya elbiseyi, falancanın giymesi için
kiralıyorum, söyleyerek başkasını bindirir veya giydirir ve bunlar zayi olursa
zamin olur.) Çünkü insanlann
binme ve giymeleri birbirinden farklı olduğundan binecek ve giyecek kimseyi
belirtmek sahih olup kiracı bunları aşamaz. Açıkladığımız nedenle kişiye göre
değişik şekillerde kullanılan şeylerin tamamı böyledir Akar ve kullanımı
kişiye göre değişmeyen yerlerde belli bir kimsenin oturması şart koşulsa bile kiracı
oraya başkasını oturtabilir. Çünkü bu durumda binaya zarar verecek kullanım
değişikliği bulunmadığından kayıtlama hüküm ifâde etmez. Binaya zarar veren
kullanım değişikliği ise, açıkladığımız üzere bunun dışında kalır.(Eğer
kiralayan, hayvana yükleyeceği yükün tür ve miktarını açıklarsa, meselâ: Beş
ölçek buğday yükleyeceğim, derse külfeti buğday kadar veya daha az olan, arpa
ve susam gibi şeyleri yükleyebilir.) Çünkü ya
buğdaydan farksız veya daha az külfetli olduğundan bunlar da hayvan sahibinin
iznine dâhil olurlar. (Ancak demir ve tuz gibi külfeti buğdaydan fazla olan
şeyleri yükleyemez.) Çünkü buna hayvan sahibinin rızâsı yoktur. (Eğer
kiralayan, belirttiği bir miktar pamuk yüklemek için hayvan kiralarsa ona
pamuğun ağırlığı kadar demir yükleyemez.) Çünkü hayvanı daha fazla zorlayabilir.
Nitekim demir, hayvan sırtının belli bir yerinde toplandığı hâlde pamuk,
sırtının tamamına yayılır.
(Bir kimse, kendi
binmek üzere kiraladığı hayvana beraberinde başkasını da bindirir ve hayvan
telef olursa kıymetinin yarısını öder. Burada binenin ağırlığına bakılmaz.)
Çünkü bazen hafif binicinin bilgisizliği, hayvanı yaralayabildiği gibi
biniciliği bilen ağır bir kimsenin binmesi de hayvana hafif gelir. Hem de
insan, tartılan bir nesne olmadığından binicinin ağırlığını nazara almak mümkün
değildir. Böylece, cinayetlerde suçlu sayısına bakıldığı gibi burada da binici
sayısı nazara almır. (Bir kimse, kiraladığı hayvana
söylediği miktardan fazla buğday yükler ve hayvan telef olursa fazlalığa göre zamin olur.) Çünkü burada hayvan, yüklenmesine müsaade
edilen ve edilmeyen buğdayların bir arada yüklenmesiyle telef olmuştur. Bu durumda
telef sebebi, ağırlık olduğundan her iki buğdaya taksim edilir. (Ancak bu, bu
tür hayvanın güç yetiremediği bir yük ise, kiralayan, hayvanın kıymetinin
tamamını öder.) Çünkü bu durumda yük, normal dışı olduğundan hayvan sahibinin
buna rızâsı yoktur.(Bir kimse, kiraladığı hayvanı gemle durdurur veya vurur ve
hayvan ölürse İmam Ebû Hanife'ye
göre zamin olur. Diğer iki İmam ise: Bu kimse, örfen normal olan bir harekette bulunmuşsa zamin olmaz, demişlerdir.) Çünkü normal olan hareket,
mutlak akde giren hususlardandır. Bu nedenle bu husus, hayvan sahibinin müsaadesiyle
meydana gelmiş olur ve kiracı zamin olmaz.
îmam Ebû Hanife diyor ki: Sahibinin
müsaadesi, hayvanın emniyette olması şartıyla kayıtlıdır. Çünkü yukandaki hareketlere başvurulmadan da hayvan
yürütülebilir. Gemle çekmek ve vurmak ise hayvanı fazlasıyla denetim altında
tutmak içindir. Bu nedenle bu husus, tıpkı yolda yürümek gibi emniyet vasfıyla
kayıtlanmış olur.
(Şayet hayvanı Hire'ye kadar kiralayıp onunla Kadısiye'y©
kadar gittikten sonra tekrar Hire'ye döner ve hayvan
ölürse zamin olur ki, ödünç alman hayvanın hükmü de
böyledir.) Kimisi: Yâni hayvanı yalnız gidiş için kirâlamışsa durum böyledir.
Çünkü böylece Hire'ye ulaşmakla akit sona erdiğinden
hayvan .dönüşle mâlikinin tasarrufuna verilmiş olmaz. Hayvanı gidiş ve dönüş
için kiralaması hâlinde ise, bu kimse emânet sahibinin rızâsına aykırı
davrandıktan sonra bundan vazgeçen emanetçi gibi olur, demiştir.Kimisi ise :
Yukarıdaki hüküm mutlaktır. Emanetçi ile kiracı arasındaki fark ise şudur:
Emanetçi, akdin gayesi olarak emâneti korumakla yükümlü olduğundan aykırı
davranışından vazgeçtikten sonra bu yükümlülüğü devam eder. Böylece mal,
tekrar mâlikin yerinde olan emanetçinin meşru tasarrufuna geçmiş olur. Kira ve
ödünç akitlerinde ise, malı koruma yükümlülüğü, gaye olmayıp onu kullanmaktan
ötürüdür. Kullanma ortadan kalkınca da kiracı, malı mâ-
Hk yerine kullanamaz ve dolayısıyla geri dönmekle
sorumluluktan kurtulmaz, demiştir ki bu görüş daha sıhhatlidir.(Bir kimse,
eğerli bir merkep kiralar ve eğerini indirip sırtına merkeplere vurulan türden,
başka bir eğer vurursa zamin olmaz.)Çünkü birincinin
benzeri olduğundan ikinci eğerin vurulmasına hayvan sahibinin rızâsı vardır.
Çünkü merkebin başka bir eğerle eğer-lenmemesi
kaydının faydası yoktur. Ancak ikincisi, birinciden ağırsa ağırlık fazlalığına
göre zamin olur. (Yok eğer merkeplere vurulmayan
türden bir eğer vurursa zamin olur.) Çünkü bu, merkep
sahibinin müsaadesine girmediğinden kiracı aykırı davranmış olur. Eğer
konusunda açıkladığımız nedenle (Kiralayan, merkeplere vurulmayan türden bir
semer vurursa zamin olur) ki semer, evleviyetle za-minliği gerektirir. (Eğer merkeplere vurulan türden bir
semer vurursa İmam Ebû Hanife'ye
göre zamin olur. Diğer iki İmam ise: Ağırlığına göre
zamin olur, demişlerdir.) Çünkü merkeplere vurulan
türden olan semer de eğer hükmündedir. Bu nedenle merkep sahibi, buna razı olmuş
sayılır. Ancak ağırlığı eğerden fazla ise, fazlalığa göre zamin
olur. Zira burdaki fazlalığa merkep sahibinin rızâsı
bulunmadığından bu fazlalık, miktarı belirtilen yükün cinsinden olan fazlalık
gibi olur.İmam Ebû Hanife
diyor ki: Semer, eğer cinsinden değildir. Çünkü semer, yük, eğer ise binmek
içindir. Hem de bunlardan biri, hayvan sırtında öbüründen daha fazla yer
kaplar. Böylece merkebi kiralayan, sahibinin rızâsına aykırı davranmış olur.
Tıpkı yüklenmesi şart koşulan buğday yerine demir yüklemesi gibi.(Eğer bir
kimse, kendisine bir miktar yiyeceği falanca yoldan taşımak üzere bir hammal tutar ve hammal, halkın
gidip geldiği başka bir yoldan giderek mal zayi olursa bunu ödemez ve istenen
yere varması hâlinde ücretini alır.) Şayet her iki yol arasında fark yoksa
durum böyledir. Çünkü bu takdirde kayıtlama, bir şey ifâde etmez. İki yolun
farklı olması hâlinde ise kayıtlama sahih olup hüküm ifâde ettiğinden hammal, zamin olur. Ancak bu yol,
halkın gidip geldiği bir yol ise asıl olan, her iki yol arasmda
fark bulunmadığıdır. Bu nedenle 1 ma m Muhâmmed, iki
yol arasında ayırım yapmamıştır.
(Şayet bu yol, halkın
gidip gelmediği bir yol olup mal, zayi olursa hammal,
zamin olur.) Çünkü bu durumda kayıtlama sahih olduğundan
hammal, aykırı davranmış olur. (Ancak istenen yere
varmışsa ücretini alır.) Çünkü bu takdirde aykırılık, görünürde varsa da,
hükmen kalkmış olur. (Şayet halkın karada taşıdığı malı denizde taşırsa zamin olur.) Çünkü kara ile deniz arasmda
büyük fark vardır. (Ancak malı istenen yere ulaştınrsa
ücretini alır.) Çünkü gaye gerçekleşmiş ve aykırılık hükmen kalkmıştır. (Bir
kimse, buğday ekmek üzere kiraladığı toprağa bir yeşillik ekerse toprakta
meydana gelen noksanlığa zamin olur.) Çünkü yeşillikler,
kökleri daha çok yayıldığından ve daha çok sulanmaları gerektiğinden toprağa
fazla zarar verirler. Böylece bu, kötü neticeye götüren bir aykırılık
olduğundan kiracı, noksana zamin olur. (Bu kimseye
ücret verilmez.) Çünkü açıkladığımız nedenle bu kimse, toprağı gasbetmiş olur.
(Bir kimse, bir dirhem ücretle gömlek yapması için terziye bir kumaş verir ve
terzi, bunu kaftan yaparsa bu durumda kumaş sahibi, isterse terziye kumaşın
kıymetini ödetir, isterse de kaftanı alır ve bir dirhemi aşmamak kaydıyla
terziye ücret verir.) Kimisi": Yâni bu, gömlek yerinde kullanılabilen
kaftan çeşidi ise durum böyledir, demiştir. Kimisi ise : Bu, mutlak olarak
böyledir. Çünkü gömlek ile kaftandan faydalanma şekilleri birbirinden
farklıdır, demiştir.
İmam Ebû Hanife1 den: Kumaş sahibi muhayyer olmaksızın terziye
kıymeti ödetir.-Çünkü kaftan, gömlekten başka bir şeydir, dediği rivayet
edilmiştir. Asıl olan görüşe göre kaftan,, bir yönüyle gömlek gibidir.
Şöyle ki, beli
sıkıldığından bu yönüyle gömlekten ayrıdır. Çünkü gömleğin beli sıkılmaz.
Ancak ondan da gömlekten faydalanıl-dığı gibi
faydalanılır. Böylece aralarında hem uygunluk hem de farklılık bulunduğundan
kumaş sahibi, istediği hususu tercih edebilir. Ancak uygunluk yönü yetersiz
olduğundan ücret verilmesi gerekir, fakat bu ücret, belirtilen bir dirhemlik miktan aşmamalıdır. Nitekim Allah CAzze
ve CelIeJ'ın izniyle babında açıklayacağımız üzere
tüm fasit kiralama akitlerinde de hüküm böyledir. Eğer kaftan olarak dikilmesi
istendiği halde terzi bunu iç elbise yaparsa kimisi: Ku-ma^ sahibi, kıymeti kendisine ödetmek zorundadır. Çünkü
kaftan ile İç elbiseden faydalanma şekilleri birbirinden farklıdır. En sıhhatli
görüşe göre ise ikisinden de faydalanıldığmdan kumaş
sahibi muhayyerdir. Tıpkı yapılması İstenen leğen kupa yapılması hâlinde siparişi
verenin muhayyer olması gibi. Allah (Azze ve Celle), en ıyı bilendir.[6]
(Şartlar, satışı
bozdukları gibi kiralama akdini de bozarlar.) Çünkü bu akit de satış akdi
gibidir. Nitekim bu da, iptal ve feshedile-bilen bir akiktir. (Fasit kiralama
akdinde belirtilen miktan aşmamak kaydıyla benzer
kirayı ödemek gerekir.) İmam Züfer ve îmam-ı Şafii
ise; mal satışını nazara alarak: Ne kadar olursa olsun, benzer ikrâ verilmesi gerekir, demişlerdir. Biz diyoruz ki:
Menfaatler, bizzat kendileriyle değil, insanların ihtiyacı gereğince akitle
kıymetlenirler. Bu nedenle sahih kiralama akitlerinde zaruret miktarıyla yetinilir. Ancak fasit akit de sahibe tâbi olup sahih
akitte bedel kabul edilen miktar, âdet gereği fasitte de itibar edilir. Ancak
taraflar, fasit akitte belli bir miktar üzerinde anlaşırlarsa fazlalığı
düşürmüş olurlar. Benzer ücretin veya kiranın belirtilenden az olması hâlinde
ise bunu tamamlamak gerekmez. Çünkü bu durumda belirtme fasittir. Satış ise
böyle değildir. Çünkü mal, bizzat kıymetlenmekte olup akdin gereği de
kıymettir. Bu nedenle kıymeti tâyin etmek sahih ise, akdin gereği olan kıymet,
tâyinle değiştirilebilir. Aksi hâlde değiştirilemez.
(Bir kimse, her ay
için bir evi bir dirheme kiralarsa bu akit, tek bir ay için sahih, diğer aylar
için ise fasittir. Ancak aylar belirtilir-se akit
sahihtir.) Çünkü -her- kelimesi, sonu bilinmeyen bir şeyle beraber olduğu zaman
bu şeyin bütün fertlerini nazara almak mümkün olmadığından yalnız bir tanesi
ifâde edilmiş olur. Böylece bir ay, bilinir hâle geldiğinden onunla ilgili akit
saHih olur. Bu ayın bitmesi hâlinde sahih akit sona
erdiğinden taraflardan her biri, kiralama akdini bozabilir. (Eğer belli bâzı
aylar için kiralarsa caizdir.) Çünkü böylece kira müddeti, belirli hâle gelmiştir.
(Şayet kiracı, ikinci aydan bir saat evde oturursa bu ay için de akit sahih
olur ve ev sahibi, ay bitmedikçe onu çıkaramaz. Kiracının, başından bir saat
oturduğu her ay için durum böyledir.) Çünkü taraflann,
ikinci ay için de oturmaya karşılıklı rızâ göstermeleriyle akit kesinleşir.
Ancak, K u d û r i' de zikredilen görüş, kıyâsa göredir. Nitekim bâzı fıkıh
âlimlerinin temayülü de böyledir. Asıl olan ise, taraflann,
ikinci ayın ilk gece ve gündüzünde serbest bırakılmalarıdır. Çünkü bu ayın ilk
saatini 'nazara almada bir nevi zoriuk vardır. (Şayet
bir evi bir yıliık, on dirheme kiralarsa beher aya
düşen kirayı açıklamasa bile bu caizdir.) Çünkü kira, aylara taksim edilmeden
de süre belirli olduğundan bu, evi yalnız bir ay için kiralamak gibi olur ki bu
da caizdir. Velev ki ayın beher gününe düşen kira miktan
belirtilmemiş olsun. (Sonra kira süresi, belirtilen ayın veya yılın başından
başlar. Başlangıcın belirti unemesi hâlinde ise süre,
evin kiralandığı vakitten başlar.) Çünkü kira konusunda vakitler arasında fark
bulunmadığından bu, yemine benzer. Oruç ise, böyle değildir. Çünkü geceler,
orucun tutulduğu zaman değildir. (Sonra eğer akit, ayın yenilenmesi sırasında
yapılmışsa senenin bütün ayları, ayın yenilenmesiyle başlar.) Çünkü aym başlangıcında asıl olan, ayların yenilenmesidir.
(Yok eğer akit bir
ayın içerisinde yapılmışsa) imam E b û H a n i f e ' ye (göre kira süresinin
tamamı, günlere göre hesaplanır) ki bu, aynı zamanda imam Ebû
Yûsuf' dan da yapılan bir rivayettir. imam Muhammed'e göre ise ki bu, t m a m Ebû Y û s uf (ian yapılan başka
bir rivayettir, birinci ayın ücreti günlere göre, aiğer
ayların ise, ayların yenilenmesine göre hesaplanır. Çünkü gün esâsma zaruret gereği başvurulur. Zaruret ise, sâdece
birinci ayda vardır.imam Ebû Hanife
diyor ki: Birinci ay, gün sayısına göre biter bitmez, zorunlu olarak ikincisi
de gün hesabına göre başlar. Ve bu, yıl sonuna kadar böylece devam eder.
Nitekim boşama bahsinde geçtiği üzere idde de
böyledir. (Hamam ve kan almak –hacâmet- için ücret almak
caizdir.) Çünkü halk, hamam ücretini örf hâline getirmiştir. Burdaki süre belirsizliği ise, icmâ
nedeniyle nazara alınmamıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz CSallallahü
Aleyhi ve Sellem) :Müslümanların güzel gördüğü şey,
Allah (Azze ve
Celle) katında
da güzeldir- ([7]) buyurmuştur.
Kan aldırma konusunda ise,
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, kan aldırdığı ve kam alana ücret Ödediği
rivayet edilmiştir. Hem de bu, belli bir ücretle belli bir iş için kira akdi
yapmak olduğundan caizdir. (Erkek hayvanın aşma ücretini almak caiz değildir.)
Yâni bir kimsenin, dişiyle cinsî münâsebette bulunması için erkek hayvanı
kiraya vermesi caiz değildir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) -Teke veya koçu kiraya vermek, haram
kazançtandır- ([8]) buyurmuştur. Yâni bunun
ücretini almak haramdır. (Ezan, hac, imamlık, Kur'an
ve fıkıh öğretmek için ücret almak da caiz değildir.)
Bize göre fıkhı bir
kural olarak, müslümanlara mahsus olan hiç bir dinî taât için ücret almak caiz değildir.
tmam-ı Şafii'ye göre ise, ücretlinin yapmak zorunda
olmadığı hususlarda ücret almak caizdir. Çünkü bu, bir kimseyi yapmak zorunda
olmadığı bir iş için ücretle tutmak olduğundan caizdir. Biz diyoruz ki:
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"Kur'an'ı okutun,
fakat onunla yemeyin –geçinmeyin- ([9])
buyurmuştur. Aynca Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),
Osman b. Ebil-As'a yaptığı vasiyetin sonunda ; Ve
eğer müezzin edinilirsen ezan için ücret alma- ([10])
buyurmuştur. Hem de bunlardan hâsıl olan sevap, yapana aittir. Bu nedenledir
ki bu kişide ehliyet aranır. O halde oruç ve namazda olduğu gibi bunlar için
de başkasından ücret alması caiz değildir.. Aynı zamanda öğretmek, öğrencinin
de katkısı olmadan öğreticinin yapamadığı işlerdendir. Böylece Öğretici,
teslim edemediği bir şeyi üstlendiğinden akit sahih olmaz. Ancak bâzı
fıkıhçılarımız, bugün için Kur'an öğretme ücretini istihsânen caiz görmüşlerdir. Çünkü din işlerinde
gevşeklik meydana geldiğinden bu görevden imtina etmek, Kur'an
hıfzının ortadan kaldırıl m asma yol açacaktır. Nitekim fetva da bu görüşe
göredir. (Müzik, ağıt ve diğer haram eğlenceler için ücret almak caiz değildir.)
Çünkü bu. günâh üzerinde ücret akdi yapmaktır. Günâh ise, akitle hak edilmez.
(İmam Ebû Hanife'ye göre
payların ayrılmadığı ortak malı ortaktan başkasına kiraya vermek caiz değildir.
Diğer iki İmam ise : Payı belirsiz ortak malı kiraya vermek caizdir, demişlerdir.)
Meselâ bir kimsenin, kendi evinin bir payını veya ortaklı olan evdeki payını ortaktan
başkasına kiraya vermesi gibi. İki imam diyorlar ki: Ortak maldan da
faydalanılabilir. Bu nedenle benzer kira vermek gerekir. Aynı zamanda yâ boşaltmak veya taraflann
anlaşması suretiyle teslimi de mümkün olduğundan bu ev, ortağa veya iki kişiye kiraya
verilmiş sayılır. Böylece satış gibi olur. İmam Ebû Hanife ise diyor ki: Teslim edemediği bir malı kiraya
verdiğinden bu caiz değildir. Şöyle ki: Ortaklı maldaki payın, yalnız başına
teslim edilmesi düşünülemez. Boşaltma ise, kiracıya malı kullanma imkânı
verdiği için teslim sayılmıştır. Oysa ortak malda, kiracıya böyle bir imkân
sağlanamaz. Satış ise böyle değildir. Çünkü onda malı kullanma imkânı
gerçekleşmektedir. Anlaşma ise, akdin bir hükmü olarak hak ediliyorsa da bu,
mülkiyet vâsı-tasıyladır. Kaldı ki hüküm, akitten
sonra gerçekleşir. Teslime muktedir olmak ise, akdin şartıdır. Bir şeyin şartı
da ondan önce var olduğu gibi akitten sonra meydana gelen bir husus, ondan
önce meydana gelmiş sayılamaz. Ortağına kiraya vermesi halinde de durum böyle
değildir. Bu takdirde bütün menfaat, ortağın mülkiyetinde meydana geldiğinden
teslime mâni bir ortaklık kalmaz. Ortaklığın oranındaki farklılıkta ise bir
beis yoktur. Kaldı ki Hasan'in tmam
Ebû Hanife' den yaptığı
rivayete göre bu da sâhîh değildir. Sonradan meydana gelen ortaklık da böyle
değildir. Çünkü malı teslim edebilmek, akdin devamı için şart değildir. Malı
iki kişiye kiraya vermesi de böyle değildir. Çünkü bu durumda mal, bir bütün
olarak teslim edilmiştir. Sonra ortaklık, malın bunlar arasında dağılmasıyla
sonradan meydana gelmiştir. (Belli bir ücretle süt anayı kiralamak
caizdir.) Çünkü Cenâb-ı
Hak (Azze ve Celle) -Eğer
sizin adınıza çocuklarınızı emzirirlerse onlara ücretlerini veriniz- ([11])
buyurmuştur. Hem de bu teamül, Peygamber Efendimiz (Salllalahü
Aleyhi ve Sellem)'in zamanında ve ondan önce var olup
kendisi, buna devam etmelerini uygun bulmuştur. Sonra kimisi -. Bu akit, çocuğa
hizmet etmek ve onu kollamak olan menfâatler üzerinde yapılmakta olup süt
verilmesi de dolaylı olarak hak edilir. Tıpkı elbisedeki boya gibi, demiştir.
Kimisi ise: Akit, süt üzerinde yapılır. Hizmet ise buna tâbi olur. Bu
nedenledir ki kadın, çocuğu koyun sütüyle emzirirse ücreti hak etmez,
demiştir. Bu arada birinci görüş, fıkhi kurala daha
yakındır. Çünkü kiralama akdi, malların telef edilmesi gayesi üzerinde
kurulamaz.
örneğin: Bir kimsenin,
sütünü içmek için inek kiralaması gibi. Allah, izin verirse biz, koyun sütüyle
çocuk emziren kadına ücret verilmeyeceğine dâir gerekçeyi açıklayacağız.
Zikrettiğimiz iki şekilden birinin sabit olması hâlinde, iş için ücretli
tutmada olduğu gibi bu akit de, ücretin belli olması kaydıyla sahihtir.
(İmam Ebû Hanife'ye göre kadına ücret
olarak yiyecek ve giyecek vermek İstihsânen caizdir.
Diğer iki imam ise: Caiz değildir, demişlerdir.) Çünkü burada ücret, belirsiz
olduğundan bu, kadını ekmekçilik ve aşçılık için kiralamak gibi olur. İmam Ebû Hanife ise, diyor ki:
Buradaki belirsizlik, anlaşmazlığa yol açmaz. Çünkü çocuklara acımanın bir
gereği olarak süt analarına kolaylık sağlamak, âdettir. Böylece bu, bir
kümeden bir ölçek satmak gibi olur. Ekmekçilik ve aşçılık ise böyle değildir.
Çünkü onlardaki belirsizlik, anlaşmazlığa yol açar.
(Câmi'us-sağir'de: Bir kimse, ücret olarak, belirttiği dirhemlerin
yerine yiyecek verir veya vereceği giyeceğin cins, zaman ve ölçüsünü belirtirse
bu, caizdir.) Yâni bu, icmâ ile böyledir. Şöyle ki,
burada ücret, önce dirhem olarak belirtildikten sonra bunlann
yerine yiyecek verilir ki bunda belirsizlik yoktur. Söylediğimiz nedenle (Yiyecek
belirtilip miktarı açıklanırsa bu da caizdir.) Bunun süresini belirtmek de
şart değildir. Çünkü yiyeceğin vâsıfları, değer hükmündedir. İmam Ebû Hanife'ye göre (Ücretin
tahsil edileceği yerin belirtilmesi şarttır.) Diğer iki imama göre ise durum böyle
değildir ki biz bunu satışlarda zikrettik.
(Giyecekte miktar ve
cinsle birlikte sürenin de belirtilmesi şarttır.) Çünkü bu giyecek, ancak
satılan mal olmakla zimmetteki borç hâline gelir. Satılan mal olması için de
sürenin belirtilmesi gerekir. Tıpkı selemde olduğu gibi.
(Kiralayan, kocayı
kadınla cinsî münâsebetten alıkoyamaz.) Çünkü cinsi münâsebet, kocanın hakkı
olduğundan müstecir, bu hakkı iptal edemez. Nitekim koca, öngörülen bu şarttan
haberdar değilse hakkını korumak için kiralama akdini feshedebilir. Ancak
müstecir, kocanın, onun evinde münâsebette bulunmasına engel olabilir. Çünkü
ev, onun hakkıdır. (Şayet kadın, gebe kalır ve sütünün, çocuğa zarar
vermesinden korkarlarsa akdi feshedebilirler.) Çünkü gebe kadının sütü, çocuğun
sağlığını bozar. Bu nedenledir ki kadının hastalanması hâlinde de akdi
bozabilirler. (Kadın, çocuğun yiyeceğini de hazırlamak zorundadır.) Çünkü
çocukla ilgili işler, ona aittir. Kısacası bu gibi konularda nâs bulunmayan hususlarda örfe bakılır. Böylece çocuğun elbisesinin
temizliği, yiyeceğinin hazırlanması vb. gibi örfün öngördüğü işler süt anaya
ait olur. Yiyeceğin kendisi ise, çocuğun babasına aittir. İmam Muhammed'in: Süt
anaya aittir, dediği yağ ve fesleğen ise, Kûfelilerin
âdetindendir. (Süt ana, akit süresi içinde çocuğu koyun sütüyle emzirirse ücret
alamaz.) Çünkü bununla, kendisine verilen emzirme görevini yapmış olmaz. Çünkü
burdaki akit, emzirme değil, içirmektir. Nitekim
ücretin lâzım gelmemesi de, bu iki işin farklı olmalarından ötürüdür. (Bir
kimse, dokuyacağı kumaşın yarısı karşılığında dokuması için dokumacıya bir
miktar iplik verirse benzer ücret lâzım gelir. Aynı şekilde, taşıyacağı
buğdayın bir ölçeği karşılığında bir merkep kiralarsa akit, fasittir.) Çünkü
bu durumda yapılan işten elde edilen malın bir kısmı ücret kılındığından bu,
değirmenciye verilen un ölçeği gibi olur ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bundan
nehyetmiştir. ([12]) Bu,
bir kimsenin; unundan, verilecek bir ölçek karşılığında buğdayını öğütecek bir
öküz kiralaması şeklinde olur. Bu, özellikle memleketimizdeki pek çok kiralama
akitlerinin fasit olduğunu ortaya koyan büyük bir temel fıkhı kuraldır. Yâni
burada müstecir, dokunan kumaşın veya taşınan buğdayın bir kısmı olan ücreti
teslim etmekten âcizdir. Çünkü bu ücret, işçinin çalışmasıyla meydana
geldiğinden müstecir, başkasının gücüne dayanarak ücreti teslim etmeye muktedir
sayılmaz. Bir kimsenin, buğdayın yansını, kalan yansı karşılığında taşıması
için başkasını kiralaması ise böyle değildir. Şöyle ki, buna ücret vermek
gerekmez. Çünkü müstecir, buğdayın yansım peşin ücret kılmakla bunu taşıyıcıya
temlik ettiğinden taşınan buğday, ikisinin ortak malı olmuştur. Bir kimse,
başkasını aralarında müşterek olan buğdayı taşıması için kiralarsa ücret lâzım
gelmez. Çünkü herhangi bir kısmını taşımakla kendine çalışmış olduğundan akıt
konusu buğdayın kendisine teslimi gerçekleşmez. (Ancak, bir Ölçekten fazla
ücret alamaz.) Çünkü kiralama akdi, bozulduğundan ödenmesi gereken ücret,
belirtilenden ve benzer ücretten az olur. Çünkü ücretli, fazlalığın
düşülmesine razı olmuştur. Odunculukta ortak olrrialan
hâlinde ise durum böyle değildir. Şöyle ki, İmam Muhammed'e göre bu durumda
kaça çıkarsa çıksın, ücret tazım gelir. Çünkü bu durumda tâyin edilen ücret,
belli olmadığından onu düşürmek sahih değildir. (Bir kimse, şu on ölçek unu
bugün ekmek yapması için başkasını bir dirheme tutarsa, akit fasittir. Bu,
İmam Ebû Hanife'ye göredir.
Diğer iki imam ise, kiralar bahsinde : Bu, caizdir, demişlerdir.) Çünkü burada
akde konu edilen, ekmek yapma işidir. Vaktin belirtilmesi ise, işin hemen yapılması
içindir. Böylece akit, sahih kılınmış olur ve belirsizlik ortadan kalkar. İmam
Ebû Hanife diyor ki:
Burada akdin konusu meçhuldür. Çünkü vaktin zikredilmesi, menfâatin, çalışmanın
zikredilmesi ise, kendisinin akit konusu olmasını gerektirir. İkisi arasında
tercih yapılamayacağı gibi, ikincide
müstecirin, birincide
ise, çalışanın menfâati vardır. Bu ise, anlaşmazlığa yol açar. Aynca İmam Ebü Hanife' den: Müstecir, işi belirterek bugün içerisinde,
derse kiralama akdi sahih olur. Çünkü bu ifâde, zârfiyet
ifâde ettiğinden akit konusu, yapılan iş olur. Bugün, demesi ise böyle
değildir, dediği rivayet edilmiştir ki, Talâk —boşama— bahsinde de bunun
benzeri geçti. (Bir kimse, sürüp ekmek üzere veya sulayıp ekmek üzere bir toprak
kiralarsa bu caizdir.) Çünkü akitle hak edilen ekim, ancak toprağı sulamak ve
sürmekle mümkün olduğundan bunlardan her biri de akitle hak edilmiş olur. Bu
nitelikteki her şart, akdin gereklerinden olduğundan zikredilmesi, fâsitliği
gerektirmez. (Şayet toprak sahibi, kiracının toprağı iki kez sürmesini veya içine
su kanalları getirmesini veya gübrelemesini şart koşarsa akit fasittir.) Çünkü
akit süresinin bitiminden sonra da bunların toprakta izi kaldığı gibi, bunlar,
akdin gereklerinden de değildirler. Aynı zamanda bunda taraflardan birinin
çıkan vardır. Bu nitelikteki bir husus ise, akdin fâsitliğini gerektirir.
Nitekim, toprağı kiraya veren kişi, akit süresinden sonra da devam edecek
şekilde kiracının sağladığı bâzı menfâatleri kiralamış olacağından bu, bir akit
içinde iki akit yapmak olur ki bundan nehyedilmiştir.
Sonra denilmiştir ki: İki kez sürülmesinden maksat, toprağın sürülmüş olarak
sahibine geri verilmesidir ki bunun fâsitliğinde şüphe yoktur.
Kimisi de : Bundan
maksat, iki kez sürülmesidir, demiştir. Ancak, bu şartın, akdi fasit kılması,
bir kez sürmeyle verim alman ve bir seneliğine kiralanan toprağa mahsustur. Üç
seneliğine kiralanması hâlinde ise, iki kez sürülmesinin menfâati, akit
müddetinden sonra devam etmez. Bu arada, anılan kanallardan maksat, arklar
değil, büyük su kanallandır ki, sahih olan görüş de
budur. Çünkü bunlann menfâati, ertesi yıl da devam
etmektedir.
(Şayet başka bir
toprağın ekimi karşılığında ekim için toprak kiralarsa, bu, kesin olarak caiz
olmaz.) İ m a m -1 Şafii ise : Bu, caizdir, demiştir. Evi, ev karşılığında
oturmak için, elbiseyi elbise karşılığında giymek İçin, hayvanı da hayvan
karşılığında binmek için kiralamak da böyledir. îmam-ı Şafiî diyor ki:
Menfâatler de mallar gibidir. Nitekim, veresiye kira ile yapılan kiralama akdi
caiz olup bu, borç karşılığında borçlanmak da sayılmaz.
Biz diyoruz ki: Bize
göre akit konusu menfâatlerin tek cinsten oluşu, sonradan ödemeyi haram
kıldığından bu, Kûhi bir elbiseyi yine Kûbi bir elbise karşılığında vâ'de
ile satmak gibi olur ki, imam Muhammed de buna işaret etmiştir. Hem de kiralama
akdi, kıyâsa aykırı olarak, ihtiyâç gereği caiz kılınmıştır. Menfâatlerin aynı
cinsten olması hâlinde ise ihtiyâç mevcut değildir. Oysa menfâatlerin cinsi,
değişik olursa ihtiyâç mevcuttur.
(Bir yiyeceğin ortak
sahibi olan iki kişiden biri, bundaki paymı taşıması
için ortağını veya merkebini kiralar ve o, yiyeceğin tamamını taşırsa ücret
alamaz.) İmam-ı Şafii ise: Belirtilen ücreti alır, demiştir. Çünkü O'na göre
menfâat, mal gibidir. Malın ortaklı olarak satılması ise, caizdir. Aynı
zamanda bu, bir kimsenin, yiyecek bırakmak için ortak olduğu evi kiralaması
gibi olur. Biz diyoruz ki: Bu kimse, ortağını var olmayan bir iş için tutmuştur.
Çünkü taşıma, ortak malda varlığı düşünülemeyen, harekete dayalı bir iştir.
Satış ise, böyle
değildir. Çünkü o, hüküm ifâde eden bir tasarruftur. Üzerinde akit yapılan
şeyin teslimi düşünülemeyince de ücret lâzım gelmez. Hem de ortağın, taşıdığı
her parçada kendi payı da vardır. Böylece o, kendi hesabına çalışmış
olduğundan kendisine bir şey teslim edilmiş olmaz. Ortaklı ev ise, böyle
değildir. Çünkü onda akit konusu menfâatler olduğu gibi içine yiyecek
bırakmadan da teslimi gerçekleşir.
(Bir kimse,
ekeceğinden söz etmede» veya ne ekeceğini belirtmeden bir toprak kiralarsa,
akit fasittir.) Çünkü toprak, hem ekin hem de başka şeyler için kiralandığı
gibi ekilen şeyler de farklı olurlar. Nitekim, bazı ekinlerin toprağa verdiği zaran, diğer bazı ekinler vermediğinden akdin konusu
bilinmemiş olur. (Eğer kiracı, toprağı eker ve aradan zaman geçerse belirtilen
kira, lâzım gelir.) Bu, istihsânen böyledir. Kıyâsa
göre ise caiz değildir ki bu, İmam Züfer'in
görüşüdür. Çünkü akit, fasit olarak meydana geldiğinden caize dönüşmez, tstihsâna göre akit, kesinleşmeden belirsizlik ortadan kalktığından
caize dönüşebilir. Tıpkı, akit esnasında belirsizliğin ortadan kalkması
durumunda olduğu gibi. Aynı zamanda bu, belirsiz sürenin, bitiminden önce
düşürülmesi ile süreyi uzatabilme muhayyerliği gibi olur.(Bir kimse, bir dirhem
karşılığında Bağdad'a kadar bir merkep kiralayarak
ona ne yükleyeceğini belirtmeden halkın yüklediği eşyayı yükler ve merkep yolun
yarısında ölürse kendisine bir şey lâzım gelmez.) Çünkü akit, fasit de olsa
kiralanan mal, kiracının emniyeti tasarrufu altındadır. (Şayet Bağdat'a
ulaşırsa.) Birinci meselede belirttiğimiz üzere istihsânen
(belirtilen ücreti alır. Eğer merkep yüklenmeden) Birinci meselede de, toprak
ekilmeden (taraflar anlaşmazlığa düşerlerse) fâsitliği önlemek için (akit
bozulur.) Çünkü fâsitlik sonradan meydana gelir. [13]
(işçiler genel ve özel işçi olmak üzere ikiye
ayrılırlar. Genel işçi, işi bitirmedikçe ücreti hak etmeyen kimsedir. Örneğin
: Boyacı ve kasara gibi.) Çünkü akdin konusu, iş veya işin ortaya koyduğu eser
olduğu zaman ücretli, herkese çalışabilir. Çünkü bu işin menfâatleri, tek kişi
tarafından hakedilmemiştir. Bu bakımdandır ki buna,
herkese yapılan iş, adı verilmiştir. (Bu kimseye bırakılan eşya, onun elinde
bir emânet olup telef olması hâlinde, İmam Ebü Hanife'ye göre kendisinden bir şey tazmin edilmez. Bu, aynı
zamanda İmam Züfer'in de görüşüdür. Diğer iki imama
göre ise, kuvvetli bir yangın veya üstün bir düşman gibi Önüne geçilemeyen bir sebeple heder olmadıkça kendisinden tazmin
edilir.) Çünkü H z. Ömer (Radıyâllahü anh) ile H z. Ali (Radıyallâhü anhJ'nin, sanatkârlardan malı tazmin ettikleri rivayet
edilmiştir ([14]) Hem de malı koruması,
karşı tarafın sahip olduğu bir haktır. Çünkü kendisi, ancak bu eşyanın var
olması hâlinde çalışabilir. Bu nedenle gasp ve hırsızlık gibi karşısında
tedbir alınması mümkün olan bir sebeple mal, telef olursa kusur kendisinin
olacağından buna zâmin olur. Tıpkı ücretle teslim
alınan emânette olduğu gibi. Kendiliğinden ölme, kuvvetli yangın vb. gibi önüne
geçilemeyen sebepler ise böyle değildir. Çünkü bu
takdirde kusur, kendisinin değildir. İmam Ebü Hantfe diyor ki : Mal, onun emniyetli tasarrufu
altındadır. Çünkü o, mah sahibinin rızasıyla teslim
almıştır. Nitekim bu nedenledir ki önüne geçilemeyen
bir sebeple telef olması hâlinde zâmin olmaz. Eğer gasbedilen mal gibi. zâmin olunan
türden olsaydı bu durumda da zâmin olacaktı. Kaldı
ki, kendisi, doğrudan doğruya değil, dolaylı olarak, mah
korumakla yükümlüdür. Bu yüzdendir ki ücret, korumanın karşılığı olamaz Ücretle
emânetleri koruyan ise, böyle değildir. Çünkü o, doğrudan doğruya, malı korumaktan
sorumludur. Nitekim burada ücret, korumanın karşılığıdır. (Çalışanın yaptığıyla
telef olan mal, kendisine ödetilir. Örneğin : Dövmeyle elbisenin yırtılması, hammalın kayması, yük bağlanan ipin kopması ve geminin
çekilirken batması gibi.)
Imam-ı Şafii ile İmam Züfer ise:
Mal, kendisine ödetilmez. Çünkü mal sahibi, kendisine mutlak çalışma müsâadesi
verdiğinden bu müsâade, hem kusurlu hem de kusursuz çalışmayı içine alır ve bu
durumda çalışan, tek kişiye çalışan kimse ile kasarcının yardımcısı gibi olur
Biz diyoruz ki : Mal sahibinin müsâadesine giren, akit konusu oian verimü çalışmadır Çünkü
istenen randımana vesile olan odur. Aynca gerçek
itibariyle akdin konusu da budur. Nitekim iş, başkasınca da yapılsa ücret
fazım gelir. O hâlde maksada aykırı çalışmaya izin verilmiş olmaz Yardımcı İşçi
ise böyle değildir. Çünkü o, karşılıksız çalışıp, bundan vazgeçebildiğinden
çalışmasını verimlilikle kayıtlamak mumkun değildir
Bizim sözkonasü ettiğimi/. ıso.
ücretle çalışan kimse olduğundan çalışmasını kayıtlamak mümkündür. Allah izin
verirse zikredeceğimiz üzere, tek kıye çalışan da
böyle değildir. Bu arada ipin kopması dikkatsizlikten ileri geldiğinden bunu
kendisi yapmış sayılır.(Ancak bu durumda kendi sevk ve idaresiyle olsa bile
gemide boğulan ve hayvandan düşen kişilerin diyetine zâmin
olmaz.) Çünkü lâzım gelen şey. insan diyeti olup bu da akitle değil, cinayetle
vacip olur. Bu nedenledir ki diyet, suçlunun akrabalarına iâzım
gelir. Akitlerden doğan tazminatları ise. akrabalar ödemez. (Bir kimse,
Fırat'tan kendisine bir küp taşıması için başkasını kiralar ve küp, yolda düşüp
kınlırsa sahibi, isterse taşıyıcıya alındığı yerdeki
kıymetini tazmin eder ve ücret ödemez. İsterse de kübün
kırıldığı yerin kıymetini tazmin ederek kendisine taşıdığı mesafeye göre ücret
öder.) Zamin olması, daha önce açıkladığımız üzere
malın kendi yaptığıyla zayi olmasından ötürüdür. Nırekım
küp, ya taşıyıcının kayması ya
da ipin kopması sebebiyle düşer. Bütün bunlar ise, taşıyıcının yaptıklarıdır
Küp sahibinin muhayyer oluşu ise, tek taşıma esnasında kübün
kırılmasıyla, taşıyıcının işin başından itibaren suçlu olması nedeniyledir Bu,
meselenin bir yönüdür. Diğer bir yönü daha vardır ki o da, taşımanın küp
sahibinin rızasıyla olması nedeniyle, suçun başlangıçta bulunmayıp kırılma
esnasında meydana gelmesidir. Küp sahibi, bu iki yönden istediğini seçebilir.
Birinciye göre taşıyıcı, yaptığı iş kadar ücret alırken ikinciye göre ise, hiç
bir iş yapmadığından ücret alamaz. (Hacametçi -kan
alan- kan alırken, Baytar da hayvanın yarasını açarken normal yeri aşmazlarsa
bundan doğan kayıp, kendilerine ödetilmez. Cami'us sağir'de : Baytar, kendi tedavi aletiyle hayvanın yarasını
yarar ve hayvan Ölürse zamin olmaz,
denilmiştir.) Her iki ifâdede birer
açıklama vardır. Şöyle ki, Hacametçi ile baytarın açtıkları
yaranın hiç yayılmaması mümkün değildir. Çünkü bu. bünyenin acıya dayanmadaki
kuvvet ve zâ'fına bağlıdır. Bu nedenle bunu yapıcı
olmakla kayıtlamak mümkün değildir. Daba önce
açıkladığımız, elbise dövülmesi vb. hususlar ise böyle değildir. Nitekim,
elbisenin dayamklığı ve inceliği tetkikle anlaşılabildiğınden anılan kaydı öngörmek mümkündür. (Tek
kişiye çalışan -özel işçi- ise, fi'len çalışmasa bile
akit süresince kendini iş sahibinin emrine vermekle ücreti hak eden kimsedir.
Örneğin i Hizmet veya koyun gütmek için bir aylığına ücretle tutulan kimse
gibi.) Buna özel işçi denilmesinin sebebi, başkasına çalışmasının mümkün olmamasıdır.
Çünkü akit süresince bu işçiden elde edilecek menfâatler, onu tutanın hakkı
olmuştur.Aynı zamanda ücret, menfâatlerin karşılığı olduğundan iş bozul-sa bile bir hak olarak kahr,
(Elinde veya
çalışmasıyla telef olan mal, özel işçiye ödetilmez.) Elinde telef olan malın-
kendisine ödetilmemesi, emniyetli tasarrufu altında bulunmasından ötürüdür.
Çünkü o. mah sahibinin rızasıyla teslim almıştır.
İmam Ebû Hanife'ye göre asıl olan
budur. Diğer iki imama göre de böyledir. Çünkü bu iki imama göre halkın malını
korumak için herkese çalışan kimseden malın tazmin edilmesi, bir nevi istihsândır. özel işçi ise, değişik kişilerin işlerini
üstlenmediğinden mal, güvenliği ağır basar ve dolayısıyla bu konuda kıyâsa
uyulur. Çalışmasıyla telef olan malın kendisinden tazmin edilmemesi ise, men-fâaatlerin, iş sahibinin mülkü hâline gelmesiyle işçinin,
onun mülkünde kendi rızasıyla tasarrufta bulunmasının sahih olmasından ötürüdür.
Bu durumda işçi, onun adına tasarrufta bulunduğundan yaptığı iş, mal sahibine
yansır ve kendisince yapılmış sayılır. Bu nedenle maldaki kayıp, işçiye
ödetilmez. Allah (Azze ve Celle),
doğruyu en iyi bilendir.[15]
(Bir kimse, terziye:
Şu elbiseyi Fars usûlü dikersen ücretin bir dirhem, Rum usûlü dikersen iki
dirhem olsun, derse bu caizdir. Terzi, bunlardan hangisini yaparsa ücreti ona
göre hak eder.) Aynı şekilde boyacıya: Elbiseyi aspurla boyasan bir dirhem,
safranla boyasan iki dirhem vereceğim, demesi, karşı tarafı iki husustan birini
seçmede serbest bırakması, örneğin: Sana şu evi aylık beş dirheme, Öbür evi ise
on dirheme kiraya veriyorum, demesi, kendisini farklı iki mesafe arasında
muhayyer kılması, örneğin : Sana şu hayvanı K û f e' ye kadar şu ücretle, Vasıt'a kadar ise şu ücretle kiraya veriyorum, demesi ve
onu üç husustan birini tercih etmede serbest bırakması da böyledir. Onu dört
husustan birini seçmede muhayyer kılması ise, caiz değildir. Bütün bu
meselelerde satış nazara alınır. Satışla aralarındaki müşterek nokta ise,
ihtiyâcı gidermektir. Ancak satışta muhayyerliğin şart koşulması gerekli,
kiralama akdinde ise gerekli değildir. Çünkü ücret, ancak çalışma ile vacip
olur. Hususlardan birini tercih etmekle de akit konusu iş, belirli hâle gelir.
Satışta ise, bedel, akdin kendisiyle vacip olduğundan burada, ancak
muhayyerlikle kalkabilen bir anlaşmazlığa yol açan belirsizlik meydana gelir
(Şayet terziye !
Elbiseyi bugün dikersen ücretin bir dirhem, yann
dikersen, yarım dirhem olur, derse bu durumda eğer terzi, onu bugün dikerse bir
dirhem, yarın dikerse İmam Ebû Hanife'ye
göre yarım dirr hemi geçmemek üzere benzer ücret alır. Cami'us-sağir'de: Bu ücret, yarım dirhemden az, bir dirhemden de
çok olamaz, denilmiştir. Diğer iki imam ise •. Her iki şart da caizdir,
demişlerdir.) î m a m Züfer ise: Her iki şart da
fasittir. Çünkü dikiş tek şey olduğu hâlde onun karşılığında iki bedel
söylendiğinden bedel, belirsiz olur, demiştir. Çünkü; Bugün, denmesi, hemen
ödemeyi ifâde ederken yann, denmesi ise sonradan
ödenmek içindir. Böylece her gün için iki husus belirtilmiş olur. Diğer iki
imam diyorlar ki: Bugün, denmesi, vakti belirtmek, yann,
denmesi ise, tâ'lik için olduğundan her gün için iki
husus belirtilmiş olmaz. Hem de peşin ve gecikmeli ödemenin ikisi de gaye olduğundan
bu, farklı iki iş yerinde kabul edilmiştir.
îmam Ebû Hanife diyor ki: Yann, denmesi, gerçek itibariyle tâ'lik
ifâde ettiği gibi, bugün denmesini de vakit tâyinine hamletmek mümkün
değildir. Çünkü vakit ile çalışma, birlikte ifâde edileceğinden bu, akdin
fâsitliğine yol açar. Böyle olunca da yann, denmekle
iki husus belirtilmiş olur. Bugün, denmesi ise, böyle değildir. Böylece akit,
birinci gün için sahih olup belirtilen ücret lâzım gelir. İkinci gün için ise,
akit fasit olup benzer ücret lâzım gelir. Ancak bu, yanm
dirhemi geçmemelidir. Çünkü ikinci gün için
belirtilen ücret budur.
Cami'us-sağir'de: Bu, bir dirhemden
fazla, iki dirhemden de az olamaz. Çünkü ilk ücret belirlemesi, ikinci gün için
ortadan kalkmaz. Böylece ilk tâyin, fazlalığın önlenmesinde, ikinci tâyin ise,
eksikliğin önlenmesinde dikkate alınır. Şayet üçüncü gün dikerse imam Ebû Hanife'ye göre ücret, yanm dirhemi aşamaz ki sahih olan da budur. Çünkü elbise
sahibi, işin yarma bırakılmasına rızâ göstermiyorsa bundan fazla
geciktirilmesine evleviyetle razı olmaz. (Dükkân
sahibi, kiracıya ı Dükkânda bakkal olarak oturursan kirası, aylık bir dirhem,
demirci olarak oturursan iki dirhem olur, derse bu, caizdir ve İmam Ebû Hanife'ye göre kiracı,
seçeceği işin belirtilen kirasını öder. Diğer iki imam ise akit fasittir,
demişlerdir. Aynı şekilde bir kimse, bakkal olarak oturduğu takdirde bir
dirhem, demirci olarak oturduğu takdirde ise, iki dirhem kira ödemek üzere bir
dükkân kiralarsa İmam Ebü Hanife'ye
göre akit caizdir. Diğer iki imam ise: Caiz değildir, demişlerdir. Bir kimse, Hire'ye kadar bir dirheme, Kadısiye'ye
geçtiği takdirde ise iki dirheme olmak üzere bir
hayvan kiralarsa bu caizdir. Ancak bu meselede ihtilaf ihtimâli vardır. Şayet
arpa yüklerse yanm dirheme, buğday yüklerse bir dirheme
olmak üzere Hire'ye kadar bir hayvan kiralarsa İmam Ebû Ha-nife'nin görüşüne göre bu
caizdir. Diğer iki imam ise -. Caiz değildir, demişlerdir.) İki imama göre bu
durumda akdin konusu meçhul olduğu gibi ücret de iki miktardan biridir. Bu
ise, belirsiz, belirsizlik ise, fâsitliği gerektirir. Rum ve Fars tipi dikiş
meselesi ise, böyle değildir. Çünkü burada ücret, çalışma ile hak edilir. Böyle
olunca da belirsizlik ortadan kalkar. Yukandaki
meselelerde ise, ücret, malın, boşaltılması ve teslimiyle hak edildiğinden
belirsizlik devam eder. İki imama göre temel olan kural budur. İmam Ebû Hanife ise diyor ki:
Taraflardan her biri, öbürünü sahih olan değişik iki akitten birini seçmede
muhayyer kıldığından akit sahihtir. Tıpkı Rum ve Fars tipi dikiş meselesinde
olduğu gibi.
Şöyle ki, bir kimsenin
dükkânda bizzat oturması, demirciyi oturtmaktan farklıdır. Nitekim demircinin
oturması, mutlak akdin şümu-luna
girmez. Onun benzeri olan meselelerde de durum aynıdır. Kiralama akdi ise,
faydalanmak gayesiyle yapılır. Böyle olunca da belirsizlik kalkar. Şayet
ücretin, sırf teslimle hak edilmesine ihtiyaç duyulursa belirtilen iki
ücretten az olanı gerekir. Çünkü kesin olan budur. (Kiralamada menfâattan bir kısmının elden gitmesi cayabilmeyi
engellemez.) Satış ise öyie değildir. Çünkü satışta
satılan malın hepsini geri çevirmek mümkün iken, kiralamada menfâatin tamamını
geri çevirmek imkânsızdır. Bunun içindir ki malım kiraya veren kimse kiralama
süresinden bir süre geçtikten sonra da malı kiracıya
teslim ederse, kiracı kabul etmeye zorlanır. Bize göre (Kiralama akdi
tarafların birinde meydana gelen mazeretle bozulur.)
tmam-ı Şafii ise: -Kiralama, kiraya verilen malda meydana
gelen kusurdan başka bir şey ile bozulamaz- demiştir. Çünkü ona göre menfâat da
mal hükmündedir. Nitekim bunun içindir ki kiralama ve ariye
gibi akitler menfâatler üzerinde yapılabilir. Biz diyoruz ki: Menfâat da her
ne kadar mal gibi akit konusu oluyorsa da, teslim edilmesi mümkün olmadığı için
kiralamada taraflardan birinde meydana gelen mazeret, satışta malı teslim
etmeden önce malda meydana gelen kusur gibi olur. Bunun için satış nasıl,
satılan malı teslim etmeden onda meydana gelen kusur ile bozulabiliyorsa, kiralama
da taraflardan birinde meydana gelen mazeret ile bozulabilir. Çünkü satışın da kiralamanın
da bozulmasını caiz kılan sebep, akdi yapanın akdin gerektirmediği fazla zarara
girmeden akdin gereğini yerine getirmemesidir ki, bize göre mazeretin mânası da
budur. (Örneğin bir kimse dişini çekmek için dişçi kiraladıktan sonra diş ağnsi diner, yahut düğün yemeğini hazırlamak için aşçı
tuttuktan sonra gelin ölür veya boşanırsa, kiralama akdi bozulur.) Çünkü bu
kimse kiralama akdinin gereğini yerine getirmeye mecbur tutulursa, akdin
gerektirmediği fazla bir zarara girmiş olacaktır. (İçinde alış-veriş yapmak
için çarşıda bir dükkân kiraladıktan sonra sermâyesi kaybolup dükkânı
işletecek kadar elinde para kalmayan, yahut bir dük-
kân veya evini kiraya
verdikten sonra iflâs edip kiraya verdiği dükkân veya evden başka borçlarını
karşılayacak bir malı b.utunmayan kimse de böyledir.
Hâkim bu kiralama akdini bozar ve dükkân ya da evi
adamın borçlarını ödemek için satar.) Çünkü akdin gereğini yerine getirmede bu
kimse için —hapse girmek gibi— akdin gerektirmediği büyük bir zarar vardır.
Zira adamın alacaklıları bu dükkân veya evden başka bir malının bulunmadığına
inanmayabilirler.[16]
(Terzi ile elbise
sahibi ihtilâfa düşerek elbise sahibi, terziye: Kumaşı kaftan yapmanı
istemiştim, der, terzi de kendisine: Hayır, gömlek yapmamı istemiştin, derse
veya elbise sahibi, boyacıya i Elbiseyi kırmızıya boyamam istedim. Oysa onu sanya boyamışsın, der ve boyacı : Hayır, sarıya boyamamı
istedin, derse söz, elbise sahibinindir.) Çünkü müsâade, kendisinden
alınmaktadır. Nitekim müsâadeyi inkâr ederse söz, yine kendisinindir. Bu
nedenle müsâadenin şeklini inkâr etmesi de böyledir. Ancak kendisine yemin
ettirilir. Çünkü o, ikrar ettiği takdirde kendisine lâzım gelecek bir şey inkâr
etmiştir. (Elbise sahibi, yemin ederse terzi zâmin
olur.) Yâni daha önce geçtiği üzere elbise sahibi,
serbesttir, isterse terziye elbisenin kıymetini ödetir, isterse elbiseyi alır
ve belirtileni aşmamak üzere kendisine benzer ücret öder. Boya meselesinde de
elbise sahibi serbesttir. İsterse boyacının elbisenin boyanmamış hâldeki
kıymetini ödetir, isterse de elbiseyi alır ve belirtileni aşmamak üzere
kendisine benzer ücret öder. Bâzı nüshalarda ise : Elbise sahibi, boyanın
meydana getirdiği artışı boyacıya ödetir, denildiği zikredilmiştir. Çünkü bu,
gasp hükmündedir. (Eğer elbise sahibi: Sen bu işi bana ücretsiz yaptın, der ve
sanatkâr da : Ücretle yaptım, derse.) îmam Ebü
Hanife1 ye göre (söz, elbise sahibinindir.) Çünkü o, yapılan işin, kıymet
karşılığı olduğunu inkâr etmektedir. Zira iş, akitle kıymetlenir. Aynı zamanda
kendisi, zâminliği inkâr ederken sanatkâr, bunu iddia
etmektedir. Söz ise, inkâr edenindir. (İmam Ebû
Yûsuf: Eğer sanatkâr, daha önce kendisine bu işi ücretle yapmışsa ücret alır.
Aksi hâlde almaz demiştir.) Çünkü aralarında daha önce meydana gelen teamül,
ücret isteyen tarafı takviye eder. Böylece aralarındaki teamüle uyulmuş olur.
(İmam Muhammed ise ı Sanatkâr, bu işi ücret karşılığı yapmakla tanınıyorsa
söz, kendisinindir, demiştir.) Çünkü
kendisi, dükkânı kazanç için açtığından bu, açık ücret talebi yerine geçer.
Böylece asü olana bakılmış olur.Kıyâs isev îmam Ebû Hanife'nin
dediği gibidir. Çünkü elbise sahibi, ücreti inkâr etmektedir, iki imamın
dayandığı istih-sâna karşılık verilen cevap şudur:
Asıl olan durum, bir hakkı ispatlamaya değil, iddiayı reddetmeye yarar. Oysa
burada hakkın ispatlanması gerekir. Hakikati en iyi bilen, Allah (Azze ve Celle) 'tır.[17]
(Bir kimse, kiraladığı
evde, oturmayı sakıncalı kılan bir kusur görürse akdi feshedebilir.) Çünkü
akdin konusu olan, menfâatler olup bunlar, parça parça
meydana geldiğinden anılan kusur, evin teslim alınmasından önce meydana gelmiş
olur ve dolayısıyla muhayyerliği gerektirir. Tıpkı satışta olduğu gibi. Sonra,
eğer kiracı, evden faydalanırsa kusura razı olmuş olacağından, satışta olduğu
gibi, kiranın tamamım ödemesi gerekir. Şayet evi kiraya veren, evdeki kusuru gi-derirse kiracıya muhayyerlik
yoktur. Çünkü muhayyerlik sebebi, ortadan kalkmıştır.(Şayet ev yıkılır veya
araziden ve değirmenden su kesilirse akit bozulur.) Çünkü akdin konusu olan
belli menfâatler, teslim alınmadan önce yitirildiğinden bu, satılan malın
teslim alınmadan önce yitirilmesine benzer. Fıkıh âlimlerimizden kimisi: Akit,
bozulmaz. Çünkü menfâatler, geri dönebilecek bir şekilde elden çıkmıştır,
demiştir. îmam Muhammed' den : Şayet evi kiraya veren, onu yaparsa kiracı, evi
teslim almam, veren de, evi teslim etmem, diyemez, dediği rivayet edilmiştir.
Böylece İmam Muhammed, bu akdin bozulmadığını, ancak bozulabileceğini açıklamış
olmaktadır. (Eğer suyu kesilen değirmenin binasından başka türlü istifâde
ediliyorsa kiracı, bunun karşılığı olan kirayı öder.) Çünkü bina menfâatin
akit konusunun bir parçasıdır. (Akdi kendi adına yapan taraflardan biri ölürse
akit, bozulur.) Çünkü akdin devam etmesi hâlinde. ondan doğan menfâat veya
kira. yine onunla başkasının hakkı olacaktır. Çünkü akdi yapanın ölümüyle bu
hak, vârisine intikâl eder ki bu caiz değildir. (Şayet akdi başkası adına
yapmışsa bozulmaz.) Örneğin : Vekil, vâsi ve vâkıf mütevellisi gibi. Çünkü bu
durumda, işaret ettiğimiz gerekçe bulunmamaktadır.
(Kira akdinde
muhayyerlik şartı sahihtir.) î m a m
-1 Ş â f i İ
ise: Sahih değildir. Çünkü muhayyerlik kiracının ise o, akit konusu olan oturma
menfâatinin tamamını geri veremez. Zira bir kısmı yitirilmiştir. Yok eğer
muhayyerlik, kiraya verenin ise, o da menfâati eksiksiz teslim edemez ki, her
iki durum da, muhayyerliğe engel olur. Biz diyoruz ki: Bu, bir muamele akdi
olup teslim, akit meclisinde hak edilmediğinden satış gibi onda da muhayyerlik
şart koşmak caizdir. İkisi arasındaki müşterek nokta ise, ihtiyâcın
giderilmesidir. Kaldı ki, akit konusu menfâatin bir kısmının yitirilmesi, malı
kusurdan doğan muhayyerlikle reddetmeye engel olmadığından, şart mu-hâyyerliğiyle reddetmeye de engel değildir. Satış ise,
böyle değildir.
Şöyle ki, satışta,
akit konusu malın tümünü geri vermek mümkün iken, kira akdinde akit konusu
menfâatin tümünü geri vermek mümkün olmadığından geri verilenin, tam olması,
satışta şart, kira akdinde ise, şart değildir. Bu nedenledir ki, kiraya veren,
malı teslim ederse bir miktar sürenin geçmesiyle
kiracı, bunu teslim almaya zorlanır. Bize göre (Kira akdi, özürlerle
feshedilir.) İ m a m -1 Şafii ise: Akit, ancak kusurla feshedilir, demiştir. Çünkü
O'na göre menfâatler, mallar hükmündedir. Nitekim onlar üzerinde akit yapmak
caizdir Böylece satışa benzemiş olur. Biz diyoruz ki: Menfâatler teslim
alınamazlar. Oysa akit konusu olan, onlardır. Böylece kira akdindeki özür,
satıştaki teslim öncesi kusur gibi olduğundan onunla akit bozulur. Çünkü
ikisindeki gerekçe aynıdır. Bu gerekçe, akdi yapanın, akitle yüklenmediği fazla
bir zarara girmeden akdin gereğini sürdü-reünemesidir
ki, bize göre özür de bu demektir. (Örneğin: Bir kimse, ağrıyan dişini çekmesi
için bir demirci tuttuktan sonra dişinin ağrısı dinerse veya düğün yemeği
yapması için bir aşçı tuttuktan sonra eşi huf ile
kendisinden boşanırsa kira akdi bozulur.) Çünkü bu akitlerin sürdürülmesiyle
akdi yapan, akitle yüklenmediği fazla zarara sokulmuş olur. (Bir kimse,
ticâret yapmak üzere bir dükkân kiraladıktan sonra malı giderse veya dükkân
veya evini kiraya verdikten sonra iflâs eder ve ancak kiraya verdiği malları
satıp bedelleriyle ödeyebileceği borçlar zimmetine geçerse Hâkim, kira akdini feshederek
bunları borçlar İçin satabilir.) Çünkü akdin gereğini sürdürmekle kişi, akit-îe üstlenmediği fazla bir zarara zorlanmış olur. Bu zarar,
kendisinin hapsedilmesidir. Çünkü o, başka malı olmadığına dâir iddiasında doğrulanmayabilir.
Sonra, K u d u r i' nin : Hâkim, akdi fesheder, sözü,
akdin bozulmasının Hâkim karan gerektiğine işarettir. Ez-Ziyadat'ın,
borç özrü bahsinde de böyle söylenmiştir. Cami'us-sağir'de ise: Özür olduğunu söylediğimiz her şeyle akit
bozulur, denilmiştir. Bu ise, akdin bozulmasında Hâkim karanna
ihtiyâç bulunmadığını gösterir. Bu görüşe göre akdi bozmak, daha önce geçtiği üzere, satılan maldaki teslim öncesi kusur gibi
olduğundan akdi yapan, onu kendi başına bozabilir. Birinci görüşe göre ise bu, içtihad konusu bir mesele olduğundan Hâkimin zorlaması
gerekir. Kimisi ise, iki görüşü birleştirerek: Özür açık ise, Hâkim karanna ihtiyâç yoktur. Çünkü özür, zâten açıktır. Özür
açık değilse açığa kavuşması için,,Hâkim kararı gerekir, örneğin: Borç gibi,
demiştir.
(Bir kimse, yolculuk
için bir hayvan kiraladıktan sonra bir sebeple bundan vazgeçerse bu, özürdür.)
Çünkü akdin gereğini yapması hâlinde fazla zarara girer. Zira hacca gitmek
isterken zamanı geçebilir. Borçlusunu aramaya
çıkarken gelebilir veya ticâret için çıkarken yoksul düşebilir.
(Malı kiraya verenin
fikir değiştirmesi ise. özür değildir.) Çünkü kendi gitmeyip kiraya verdiği
hayvanları öğrencisi veya hizmetçisiy-le gönderebilir. EI-asl'ın
rivayetine göre (bu kimsenin, hastalık nedeniyle gitmemesi hâlinde de durum aynıdır.)
Ancak K e r h î , İmam Ebû Hanif
e' den. bunun özür olduğunu rivayet etmiştir. Çünkü bu, zarardan boş
olmadığından keyfi olarak değil, zaruret hâlinde önüne geçilir.
(Bir kimse, atını kiraya verdikten sonra satarsa bu, özür değildir.) Çünkü o,
akdin gereğini yapmakla zarara girmez, sâdece fazla kazanç kaybına uğrar ki bu
da, bir fazlalıktır. (Terzi, çırak tuttuktan sonra iflâs ederek işi bırakırsa
bu. Özürdür.) Çünkü işin temeli olan sermâyeyi kaybettiğinden akdin gereğini
yürütmekle zarara girer. Bu, kendi hesabına çalışan terzi için böyledir. Şayet
ücretli olarak çalışıyorsa bu takdirde sermâyesi, dikiş, iğne ve makas
olduğundan iflâs etmiş sayılmaz. (Eğer terziliği bırakıp sarraflık yapmak
isterse bu. özür değildir.) Çünkü bu durumda çırağı terzilik için bir köşeye
oturtarak kendisi de sarraflık için öbür köşeye oturabilir. Ancak bir kimse,
terzilik için bir dükkân kiraladıktan sonra bunu bırakıp başka bir iş yapmaya
karar verirse, El-asıl'da zikredildiği üzere bu, özür sayılmıştır. Çünkü tek
kişi, iki işi birlikte yürütemez. Diğer meselede ise, iki kişi olduklarından
iki işi yürütebilirler. (Bir kimse, şehirde kendisine hizmet edecek bir
hizmetçi tuttuktan sonra yola çıkarsa bu, özürdür.) Çünkü yolculuk hizmeti daha zor olduğundan
bunda fazla zarar vardır. Seferi iptal etmek ise, zarara yol açtığı gibi,
akdin gereği de olmadığından özür olur. (Şehirden söz etmemesi hâlinde de
durum böyledir.) Çünkü geçtiği üzere asıl olan, bu
tür hizmetin şehirde olmasıdır. Bir akarı kiraya verdikten sonra yola çıkması
hâlinde ise durum böyle değildir. Çünkü kiracı, bu kimsenin gitmesinden sonra
da akit konusu maldan faydalanabileceğinden zarar söz konusu değildir.
Kiracının yola çıkması ise özürdür.' Çünkü ya
yolculuğunun iptal edilmesi ya da oturmadan kiraya
zorlanması gerekir ki bu da zarardır.[18]
(Bir kimse, kiraladığı
veya ariye olarak kullandığı tarlada kalan ekin
köklerini yakarken başka bir arazîden de birşeyler
yanarsa za-min olmaz.)
Çünkü buna sebebiyet vermede mütecaviz sayılmadığından bu kimse, kendi evinde
kuyu kazan kimseye benzer. Kimisi ise : Rüzgârlar, önce sakin olup sonradan
değişirse durum böyledir. Yoksa rüzgâr, başından beri hızlı esmişse zamin olur. Çünkü ateşi yakan, onun kendi toprağında
durmayacağını bilir. (Terzi veya boyacı, gelirin yansı karşılığında İşi
yürütecek bir kimseyi dükkânda oturtursa bu. caizdir.) Çünkü bu, gerçek
itibariyle kredi ortaklığıdır. Şöyle ki ortaklardan biri, itimadiyle
öbürü de çalışmasıyla işe katkıda bulunduğundan çıkar, düzenlenmiş olur ve dolayısıyla
kazançtaki belirsizlik zarar doğurmaz.
(Bir kimse, bir
tahtırevan ile iki adam bindirmek üzere Mekke'ye kadar bir deve kiralarsa bu,
caiz olur ve normaî tahtırevan yükleyebilir.) Kıyâsa
göre ise, caiz değildir ki bu İ m a m -1 Şafiî'-nin
de görüşüdür. Çünkü burada belirsizlik olduğundan bâzan
anlaşmazlığa yol açar. İstihsâna göre ise, maksad, malûm olan binicidir. Tahtırevan ise, ona tâbidir.
Buradaki belirsizlik ise, teamüle uymakla ortadan kalktığından anlaşmazlığa
yol açmaz. Tahtırevanın yatak ve örtüsünün görülmemesi hâlinde de durum
aynıdır. (Ancak deveci, yükü görürse daha iyi olur.) Çünkü bu, belirsizliği
daha iyi ortadan kaldırır ve rızânın gerçekleşmesine daha yakın olur. (Bir
kimse, belli bir miktar yiyecek maddesi yüklemek üzere bir deve kiralar ve
yolda yiyeceğin bir kısmını yerse yüke yediği kadar yiyecek katabilir.) Çünkü kiracı, belirtilen yükü yol boyunca taşımayı pazarlık ettiği için o
miktarı korumak onun hakkıdır. (Yiyecek dışındaki ölçülen ve tartılan mallar
da böyledir.) Bâzılarına göre, tıpkı su gibi, yiyeceğin yerini doldurmak
teamül "olduğundan diğer mallarda da böyle davranmaya bir mâni yoktur.[19]
(Anlaşmalı
Yakınlık)
(Bir kimse, birinin
eli üzerinde müslüman olur ve kendisine vâris olmak
ve diyetini ödemek üzere anlaşma yaparsa veya başkasının eli üzerinde müslüman olup yine kendisiyle anlaşma yaparsa anlaşmalı
yakınlık –velâ- sahih olur. Bu durumda diyeti,
anlaşmalısına âit olduğu gibi, vârisi olmadığı hâlde ölürse mirası da kendisine
âit olur.) I m a m -1 Şafii ise: Bu anlaşma geçersizdir. Çünkü bu, hazinenin
hakkını iptal etmeye yol açar. Bu nedenledir ki, anlaşma, bu kimsenin vârisi
hakkında geçerli değildir, demiştir. Aynı nedenledir ki, î m a m -1 Ş â f i i'
ye göre, hazinenin hakkını korumak için, hiç bir vârisi olmasa bile kişinin
malının tamamını vasiyet etmesi sahih değildir. Bu vasiyet, ancak malın üçtebiri için sahihtir.Biz diyoruz ki s Cenâb-ı
Hak (Azze ve Celle)
'Yeminle yakınlık anlaşması yaptığınız kimselere de paylanjiı
veriniz» ([20]) buyurmuştur. Nitekim bu
âyet, anlaşmalı yakınlık hakkındadır. Ayrıca, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bir kimsenin eli üzerinde müslüman olup kendisiyle
anlaşma yapan kişinin durumu sorulduğunda kendisi: sağlığında da
Ölümünde de haklar
bakımından bu kimseye herkesten daha yakındır- ([21])
buyurdu. Hadis, bu kimsenin sağlığındaki diyet ile ölümün-deki mirasa işaret
eder. Hem de malı, kendisinin olduğundan onu istediğine aktarabilir. Hazineye
aktarılması ise, hazinenin istihkakından ötürü değil, istihkak sahibinin
bulunmaması zaruretinden ileri gelir.
(Bu kimsenin vârisleri varsa öncelikli olurlar. Vâris, hala, teyze vb. zevil-erhamdan da olsa durum
böyledir.) Çünkü yakmhk anlaşması, ikisinin yaptığı
bir akit olduğundan bu, başkalarını bağlamaz. Nitekim zevil-erham da vârisdirler. K u d û r
i' de zikredil-diği üzere irs ve diyet şartından söz
edilmesi gerekir. Çünkü bu anlaşma, üstlenme ile, üstlenme ise, şart ile
kesinleşir. Anlaşmanın şartlarından biri de, anlaşmalının, arap
olmamasıdır. Çünkü araplar, kabilelerle yardımlaştıklarmdan bu anlaşmaya gerek kalmaz.
(Anlaşmalı, diyetini
ödemedikçe bu kimse, anlaşma yakınlığını başkasına intikâl ettirebilir.) Çünkü
bu, tıpkı vasiyet gibi, bağlayıcı bir akit değildir. Anlaşmalı da anlaşmadan
çekilebilir. Çünkü bu, bağlayıcı değildir. Ancak bu durumda anlaşmayı yapanın
hazır bulunması gerekir.
Tıpkı vekilin dolaysız
olarak azledilmesi gibi. Anlaşmayı yapanın, anlaşmalının gıyabında başkasıyla
anlaşma yapması ise böyle değildir. Çünkü bu, anlaşmayı hükmen feshetmek olup
vekilin hükmen azledilmesi gibidir. (Anlaşmalı, anlaşmayı yapanın diyetini
öderse bu kimse, anlaşma yakınlığını başkasına aktaramaz.) Çünkü bu, artık
başkasının hakkını ilgilendirdiği gibi Hâkim de buna göre karar vermiştir. Hem
de bu diyet, anlaşmayı yapanın elde ettiği bir bedel hükmündedir. Tıpkı
hibedeki bedel gibi. Bu kimsenin çocuğu da, anlaşma yakınlığını başkasına
aktaramaz. Aynı şekilde anlaşmalı, bu kimsenin çocuğunun diyetini öderse ne kendisi
ne de babası yakınlığı başkasına aktaramazlar.' Çünkü onlar, bu konuda tek
kişi hük-mündedirler.[22]
[1] ibn-i Mâceh
«el Ahkâm» C. I S. 178 Buharl de Ebû
Hureyre (R.A.)'dan, şu mealde bir hadis nakletmiştir:
«Üç kişiye kıyamet giinü ben davacıyım: Biri o kimsedir ki benim adımı verdiği için
ona verilir ve o da güvenini kötüye kullanır. İkincisi hür bir kimseyi satıp
da parasını yiyen kimsedir. Üçüncüsü de bir isçiyi tutup ona işini gör-durduğu
halde ücretini vermeyen kimsedir.» Buharı
(îcâreler) C. 1 S. 302
[2] Nesal («Müzarae»
C. 2 S. 150, Kitab-ül İSel «İcâreler» C. 2 8. 443
[3] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/399-400.
[4] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/401-404.
[5] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/404.
[6] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/404-409.
[7] Merfu' olarak garip olan ve
birçok yollarla Abdullah ibn-i Mesud'un
söylediği bir söz olarak rivayet olunan bu hadisin -İmam Ahmed'in
«Müsned'i» ile «Eî Müstedreknte yer alan- tamamı meâlen
şöyledir :
Cenâb-ı
Allah <C.C.) kullann kalpleri arasında, Muhammed
(A.S.)'m kal-'binden sonra onun ashabının kalplerini kalplerin en iyisini
görerek onları -dîni yolunda savaşmaları için- ona yardımcı kılmıştır. Bunun
için mösliimanlar (yâni Muhammed aleyhisselâm'ın
ashabı) neyi iyi görürlerse o şey Allah (C.C.) katında da iyidir ve neyi kötü
görürlerse o şey Allah (C.C.) katında da kötüdür.» "' MÜstedrek
«Hz. Ebû Bekir'in
üstünlükleri» C. 3 S. 78
[8] Buharı ile Müslim'in rivayet ettikleri bu hadîsin
sonunda Buharı, ayrıca «Eğer kan aldırmanın
ücreti haram olsaydı. Peygamber efendimiz
(S.A.V.) aldırdığı kan için ücret vermezdi» ziyâdesini kaydetmiştir.
Buhari
«Alim-satımlar» C, 1 S. 283 ve
(îcâreler) C. 1 S. 304, Müslim «Ahm-satımlar»
C. 2 S. 22
[9] Bu ifâde ile gariptir. Buhari,
Ebü Dâvüd, Tirmizi Nesai ve Hâkim'in bu
konuda kaydettikleri hadis meâlen şöyledir:
«Peygamber efendimiz (S.A.V.) aygırın aşma ücretini almaktan nehyetmiştir.»
Buhari (İcâreîer) C. 1 S. 305, Tirmizi (Alım-satımlar) C. 1 S. 165, Ebü
Dâvûd
(Aygın kiraya vermek babı) C. l S. 130, Nesai
C. 2 S. 231, el-Müstedrek C. 2 S. 42
[10][10] Abdurrahman z. Şibil, Ebû Hureyre
ve Abdurrahman b. Av( tarafından rivayet olunan bu
hadisi İmam Ahmed (Müsned'inde)
şu mealde kaydetmiştir«Kur'an'ı okutun fakat onu
menfaat aracı yapmayın, ondan uzak durmayın ve onda aşın da gitmeyin.» İmam Ahmed'in (Müsned'i) C. 3 S. 428
[11] Ebû Dâvüd,
Nesai, Tirmizİ ve ibn-İ Mâceh'in kaybettikleri bu
hadisi Osman b. eb-ül
As'tan şu şekille nakletmişlerdir :
-Yâ
Resulallah, beni kavmime imam kıl, dedim. Peygamber
efendimiz (S.A.V.) :
-Sen onların imamısın.
Kendine müezzinliği için ücret almayacak bir müezzin de tut, buyurdu.»
Ebû Dâvûd (Namaz) C. 1 S. 79, Nesai (Ezan) C. 1 S. 109, Tirmizi
(Namaz) C. 1 S. 36, ibn-i M^-eh (Namaz) C. 1 S. 52
Talâk süreyi, Âyet: 6
[12] Darâkutnİ (Alım-satımlar > C. 2
S. 308, Beyhaki (Alım-satımlar) C. 5 8. 339
[13] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/410-419.
[14] îmam-ı Şafiî'nin Hz. Ali'nin
oğlu Muhammed b. el-Hanefîye'den rivayetine göre Hz. Ali (R.A.) boyacı ve kuyumlarda zayi olan emânet
mallarını ödetiyordu. Beyhakİ (îcâreler)
C. 6 S. 122, îmam Muhammed de {Kitab-ül Asar'da) îmam Ebû HanİIe'den şunu nakletmiştir «Adamın biri Kadı Şüreyh'e
geldi. O sırada ben de oradaydım. Adam :-Şu adam bana boyamam için bir elbise
verdi. Evim yandığı İçin elbise de eşyalarımla birlikte yandı, dedi. Kadı Şiîreyh :
- Adamın elbisesini
vermen gerekir, dedi. Adam :
-Benim evim yanmışken
nasıl elbisesini vereyim, dedi. Kadı Şûreyh:
-Eğer onon evi yanmış olsaydı sen ondan ücret
almayacak miydin? dedi» Beyhakİ C. 6 S. 122
[15] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/419-422.
[16] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/422-425.
[17] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/425-426.
[18] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/426-429.
[19] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/429-430.
[20] Nisa sûresi Âyet : 33
[21] Ebû Dâvûd
(Ferâiz) C, 2 S. 84, İbn-i Mâceh (Perâiz) C. 1 S. 202 el Müstedrek 'Kitabet) C. 2 S. 219. İmam Ahmedpin
(Müsned'i) C. 4 S. 103, Buhari
(Perâfö) C. 2 S. 1000
[22] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/430-431.