Müslümanların Daru’l-Harb’e Süvari Olarak Girmeleri, Gasp, Kira, Ödünç ve Hapis Durumlarında Bunlardan Kimlere Pay verileceği 2

Darulharpte Süvari Payının Geçerli Ve Geçersiz Olduğu Yerler 7

Ganimetlerin Taksiminde Atın Sahibi İle Taksimi Yapan Yetkilinin Atın Payı Hakkında İhtilaf Etmeleri 11

Süvari Payını Almak Şartıyla Atın Başkasına Verilmesi 13

Kılavuza Ve Başkalarına Bahşiş Verilen Ve Verilmiyenler 18

Ganimetin Paylaştırılması Ve Ganimet Alındıktan  Sonra Gelenlerden Kimlere Verileceği 21

Darulhapte Yiyecek-İçecek Ve Kullanılacak Eşya. 24

Esirleri Öldürmek Veya Serbest Bırakmak. 25

Ganimetleri Yüklendiği Ve Askerlerin Bindiği Hayvanlar, Darulharpte Ganimetlerin Taksimi Gibi Caiz Olan İşler 30

Yanılma Meydana Gelen Ganimetlerin Taksimi 35

Devlet Başkanının Sahipleri Adına Sattığı Ganimetlerin Parası: 37

Beştebir (Humus) Payın Ayrılması: 40

Taksimden Önce Veya Sonra Ganimette Ortaya Çıkan Kusur 42

Taksimi Yapan Kişinin Kendisine Alması Caiz Olan Ve Olmayan Şeyler, Satışta Malı Teslim Alma Sayılan Ve Sayılmayan Durumlar 43

Darulharpten Çıkarken Müslümanın Beraberinde Getirdiği Mallar Hakkında. 46

Ne Zaman Sözü Kabul Edilir, Ne Zaman Kabul Edilmez. 46

Ganimetlerin Taksimi (Dağıtımı) 53

Hür Ve Köle Esirlerle İlgili Hükümler 55

Ganimette Ortaklık. 58

Darulharpte Alınanlardan Askerin Ortak Olduğu Ve Olmadığı Şeyler 61

Tüccarın Ve Başkaların Ganimetten Alabilecekleri Şeyler 63

Ganimetten Çalmak (Hıyanet) 68

Ârtırma Usulü İle Ganimet  Paylarının Alınıp Satılması 69

Esirler, Masrafları Ve Kimin Himayesinde Olacakları 70

Fey1 Ve Ganimetler Hakkında Yapılacak Şahitlikler 71

Müslümanların Ganimet Aldıkları Yiyecek Ve Hayvan Yemlerini Birbirlerine Satmaları 71

Düşmanın Verdiği Hediye. 75

İhraz (Muhafaza) Etme Sayılan Ve Sayılmayan Durumlar 77

Kesilen Keresteler, Elde Edilen Tuz Ve Benzeri Şeyler 79

Esirlerin Ve Müslüman Olan Kişilerin Düşmandan  Alacağı Şeyler 83

Eman Altında Olan Müslümanların Düşmandan Alarak Darulislama Getirdikleri Mallar 85

Müslümanların Mallarından  Düşmanın Ele Geçirdiği Ve Daha Sonra Müslümanlar Tarafından Geri Alınan  Mallar 90

Düşmanın    Ele  Geçirdiği Malları Değeri İle Veya Değerinden Fazlasıyla Geri Almak  92

Esir Düşmüş Köleyi  Satın  Alan  Kişinin Sahibinden  Başkasının Kölesi Olduğunu Söylemesi 94

Fidye Vermenin  Geçerli Olup Olmadığı Yerler 95

Müslümanların  Elegeçirmesi Durumunda Eski Sahiplerine Geri Verilen Ve Verilmeyen Fidyeler 97

Gaspedilmiş Veya Ödünç Verilmiş Yahut Kiralanmış Olup Ganimet Olarak Alınan Kölenin Fidye İle Kurtarılması 100

Esir Düşmüş  Kölenin Ücretle Satın Alınması 107

Savaş Alanında İhraz Edilse Bile Fey1 Olmayan Şeyler 112

Esir Alınmış Kölenin Fidyesinin Ödenmesinde Vekâlet 115

 

Müslümanların Daru’l-Harb’e Süvari Olarak Girmeleri, Gasp, Kira, Ödünç ve Hapis Durumlarında Bunlardan Kimlere Pay verileceği

 

1686-

cek sebep delil ile sabit olmuş olur. Delil ile sabit olan şey görme ile sabit olmuş gibidir. Ganimetler alınmadan önce atını sattığını iki kişi görecek olsa, o adam artık

süvari payını alamaz.

Ancak Ebu Hanife'den Hasan'm şaz bir rivayetine göre alır. Bunu Şerhu'l-uhtasar'da belirttik.

İki şahidin asker veya tüccardan olması aynıdır.

Çünkü taksimden önce ganimetten ortaklıkları genel ortaklıktır. Zira tak-mden önce onlar ganimetten bir şeye sahip değildir. Böyle bir ortaklık sebebiyle 2 şahitlikte töhmet gerçekleşmez. Beytulmal meselesinde olduğu gibi.

1689- Müslüman kişi darulharbe cihad için gitmek üze­re atıyla gelse ve başka bir müslüman onun atını gasbedip darulharbe soksa, sonra atı gasbedilen kişi atını darul-harpte görüp delil göstererek atını alsa, kıyasa göre ona sadece piyade payı verilir.

Çünkü darulharbe girmekle ganimet almayı hak ettiği zaman piyade idi. htiyaç duyması halinde üzerinde savaşacak atı da olmayınca piyade kabul edilir. £aten adı piyade defterine yazılmıştır. Bundan sonra atın eline geçmesi ve üzerin-ie savaşma imkanı olmasıyla durum değişmez. Sanki darulharpte bir at satın

almış gibi olur.

Ama istihsana göre süvari payını ahr. Çünkü üzerinde savaşmak için atın masrafını çekmiştir. Evinden süvari olarak çıkarken ve darulharpten de süvari ola­rak dönerken atın masrafını çekmiş bulunmaktadır. Tıpkı atının hastalanması gibi üzerinde savaşmasını engelliyen bir sebep olarak gasb sebebiyle süvari payından

mahrum edilmemesi gerekir.

Nitekim başta darulharbe girmesine yarım km. kadar bir mesafe olduğu bir sırada bir ihtiyacını gidermek için atından indiği bir sırada bir piyade atı alıp da­rulharbe soksa, arkasında atın sahibi darulharbe girip atını ondan alsa, bu kadarlık mesafeden dolayı süvari payını almaktan mahrum olur muydu?

Yine ihtiyacı için indiği sırada at başını alıp darulharbe girse ve adam peşinden gidip yakalasa, süvari payından mahrum olur muydu? Bu kadarlık me­safeden dolayı adamın süvari payını kaybettiğini söylemek doğru değilmidir. Bi­rinci olayda da durum bu şekildedir.

Ama tesbiti yapan kişinin yanından piyade olarak geçse ve bu durumu ona bildirmezse, çıkışta yapılan tesbit sırasında ona anlatsa, söylediği tasdik edilmez ve onu piyade olarak yazar. Çünkü hakikaten onu piyade olarak bilmektedir. Söylediği şey ise doğru veya yalan olabilir, böyle bir haber sebebiyle hakikat olan şeyi bırakamaz.

Birinci tesbitte onu piyade olarak yazdıktan sonra ikinci tebİtte adam süvari olarak çıkıp "Bu, sana daha önce haber verdiğim" atımdır" derse, bu sözü tasdik edilmez. Çünkü bilinmiyen bir sebeple süvari payını hak ettiğini iddia etmektedir. Halbuki salt kendi söylediğiyle hak etme sabit olmaz. Bu konudaki iddiasını delil ile ispatlaması lazımdır. Delil gösterirse, o zaman gözle görülmüş gibi iddiası sabit olur.

1690-  Mücahidin altını gaspeden kişi onu darulharbe sokup üzerinde savaşır ve müslümanlar ganimet alıp çı­karlarsa, kendisine ganimetten süvari payı verilir.

Çünkü üzerinde savaşmak için atın masrafını çekmiştir. Bunu savaşla da gerçekleştirmiştir. Geri vermedikçe gasbedilen malın masrafı gasbeden kişinin üzerine düşer.

1691-  Mülk olan at üzerinde savaşma ile gasbedilmiş at üzerinde savaşma arasında duygu olarak bir fark yoktur. Daha sonra atı sahibine geri verir ve bir eksiği olmuşsa onu telafi eder.

Çünkü hak ettiği pay at üzerinde savaştığı içindir. Tıpkı gasbedilen şeyi üc­retle tutmuş ve ücretini almış gibidir. Bu ücret kendisinin olup kendisinden gasbe­dilen kişiye bir şey düşmez. Ama ata bir zarar gelmişse, onu telafi etmesi gerekir. Atın sahibine ise sadece bir piyade payı verilir.

Çünkü darulharbin bir yerinde at üzerinde savaşmış değildir. Zaten birtek at ile iki kişi tam payı hak edemez. Gasbeden kişi tam payı almayı hak edince, atın sahibi artık tam payı hak edemez.

1692-  Aynı şartlarda adam darulharbe girdikten sonra atı gasbetmişse, atın sahibi süvari payını alır.

Çünkü darulhapte atı üzerinde savaşma imkanına sahiptir. Ama gaspten dolayı bu imkanı kaybolmuştur. Tıpkı darulharpte savaşmak için yolu geçtikten sonra atı ölen kişi gibi.

Çünkü atın sahibi bu at sebebiyle süvari kabul edilince, başkası da aynı at sebebiyle süvari sayılmaz. Nitekim darulharpte bir at satın alacak olursa, süvari payını yine hak edemez. Satın almakla hak edemediğine göre, gaspetmekle hiç hak edemez.

1693-  Yol geçilmeden önce at gaspedilmiş ve at hala gasbeden kişinin elinde olduğu halde ganimetler alınmış, daha sonra sahibi atı almış ve tekrar savaşılarak yahut savaşılmadan ganimetler alınmış ise, önce alınmış gani­metlerden gasbeden kişiye bir süvari payı verilir.

Çünkü darulharbe süvari olarak girmiş ve ilk ganimetler alınırken süvari olarak savaşmıştır. Böylece süvari payını alır.

Atın sahibine de piyade payı verilir. Çünkü belittiğimiz gibi bir atla iki süvari olmaz.

Atın sahibi atını geri aldıktan sonra alınan ganimet­lerden ise, atın sahibine süvari payı verilir.

Çünkü bu çarpışmadan önce atını geri almıştır. Sanki çarpışma meydana gelmeden önce atını geri almıştır. Bu ganimetten de ğaspeden kişiye piyade payı verilir. Çünkü bu atla sahibi süvari olunca, başkası aynı atla süvari olamaz. Zaten darulharbe girerken hak edilmiş bir hakka sahip olduktan sonra at sahibinden alınmıştır. Ama satmak gibi, daha sonra ortaya çıkan bir sebeple elinden alınmış olsaydı, daha sonra alınan ganimetler süvari olarak alınacak payı alma hakkını kaybederdi. Bu da buna benzer.

Yine, bir çarpışma meydana gelip atın sahibi atını geri aldıktan sonra önce alınmış ganimetleri savunsa, kendisine ancak bir piyade payı verilir. Çünkü ilk ganimetlerde onun hakkı bir piyadenin alacağı kadardı. Yaptığı savunma da ancak o hakkı korumak içindir. O hakkından fazlasını hak etmeyeceği gibi atını gas­beden kişinin atı sebebiyle alacağı süvari payını da iptal edemez.

1694- Atın  sahibi  darulharbe  girmek  için geldiğinde atını bir müslümana ödünç olarak verse ve "Darulharpte üzerinde savaş  yap"   derse, Ödünç  alan kişi  darulharbe soktuktan sonra ödünç veren adam ganimetler alındıktan önce veya sonra, atını ondan geri alsa, bütün bu durum­larda atın sahibi ancak bir piyade payını alır.

Çünkü yol geçilmeden önce atını kendi eliyle elinden çıkarmıştır. Gani­metten pay alma hakkı da yol geçildiği sırada oluşmuş ve o sırada kendisi piyade bulunuyordu. Atın satın alınmasıyla durumu değişmiyeceği gibi atını geri alma­sıyla da hak ettiği şey değişmez. Bu, gasb meselesinde yaptığımız istihsanm ben­zeri değildir. Orada adam elindekini kendi isteğiyle elinden çıkarmış değildir. İkisi arasında fark bulunmaktadır.

Nitekim darulharbe süvari olarak girdikten sonra düşman onun atını alacak olursa, süvarinin payını alır. Ama atını satacak olursa, süvarinin payını alamaz. Aradaki fark bundan dolayıdır. İki yerden birincisinde atlı olarak savaşma imkanı isteği dışında elinden çıkmıştır, ikinci yerde ise kendi isteğiyle elinden çıkarmıştır.

1695- Ödünç alan kişi atı geri vermeden önce alınan ganimetlerden süvarinin payını alır.

Çünkü pay almanın sebebi olarak yolu süvari geçtiği için süvari payını hak etmiştir. Ganimetler de süvari olduğunda alınmıştır. Gasbeden kişi için bunu ka­rarlaştırdığımıza göre, atı ödünç alan kişi için bu evleviyetle böyledir.

1696- Ama atın  geri verilmesinden sonra alınan  ga­nimetlerden ancak piyade payını alır.

Çünkü atı, darulharbe süvari olarak girmeden önce süvari payını almayı hak eden kişi geri almıştır. Bu da daha sonra alınan ganimetlerden süvari payını almasını engellemektedir.

1697- Ödünç  alan  kişinin  yanında  at ölecek  olursa, alınan bütün ganimetlerden süvari payını alır.

Çünkü süvari payını almasının sebebi oluştuğunda süvari bulunuyordu ve kendisinden haksız olarak alındıktan sonra at ölmüştür. Böylece kendisi atın sa­hibi gibi olur.

1698- Müşrikler   ondan   alıp   ellerine   geçirmiş,  daha sonra müslüıııanlar onu alıp kendisine geri vermişse, at adamın olur. Hatta atı ödünç veren adama geri vermeden Önce ganimet almış larsa, kendisine bir süvari payı düşer. Ama ödünç veren adama verdikten sonra ganimetler ahnacak olursa ödünç alan kişiye piyade payı düşer. Sanki düşman ondan hiç almamış gibi olur.

1699- Atın sahibi atıyla darulharbe girmiş ve daha son­ra başkasına ödünç vermiş, alan kişi de at telef oluncaya kadar üzerinde savaşmışsa, müslümanlarin daha önce ve sonra  aldıkları  ganimetlerden  atın sahibine süvari payı vardır. Atın sahibi darulharbe süvari olarak girdikten son­ra atını başkasına ödünç vermiş ve oda at ölünceye kadar üzerinde savaşmış, müslümanlar da atın Ölümünden önce veya sonra ganimet almışsa, atın sahibi hepsinden süvari payını alır.

Çünkü üzerinde savaşmak üzere darulharbe girmiş ve atın masrafım çek­miştir. Darulharbe girdikten sonra atı başka birine ödünç olarak vermesi onu, üze­rinde savaşma amacının dışına çıkarmamaktadır. Ama atı satacak olursa, durum değişir. Çünkü satmakla amacının üzerinde savaşmak değil, ticaret olduğu ortaya çıkmaktadır, daha önce ve sonra alman ganimetlerden ödünç veren kişinin süvari payı aldığı kesinleşince, ödünç alan kişiye de piyade payı düşmektedir. Çünkü bir atla iki süvari olmaz ve darulharpte atın Ödünç alınması satın alınmasından farklı bir sonuç doğurmaz.

1700- Atın sahibi    darulharbe girmeden, üzerinde sa­vaşmak için değil, binmek için atını geri alacak olursa, darulharbe girinceye kadar atına binse, sonra geri verse, bütün bu durumlarda atın sahibine süvari payı düşer.

Çünkü darulharbe ihtiyaç duyduğu zaman at üzerinde savaşma imkanına sahip olarak girmiştir. Dilediği zaman ödünç alan kişiden geri alır. Nitekim geri almış ve süvari olarak savaşmış olup süvari payını da hak etmiştir.

Bütün bu durumlarda Ödünç alan kişi piyade sayılır.

Çünkü yolun geçilmesi sırasında at üzerinde savaşma imkanına sahip değil­di. Zaten üzerinde savaşmak için değil, binmek için ödünç almıştı. Birinci du­rumda ise böyle değildir. Orada atın geri verilmesinden önce ve ganimetler alın­caya kadar at üzerinde savaşa bilir ve süvari payını almaya hak kazanıyordu.

Bu şekilde ödünç verenin durumu açıklık kazanmaktadır. Ödünç alan kişi bu atla süvari olunca, ödünç veren kişi süvari olmaz. Burada ise, yani binmek için verilmesi durumunda, ödünç alan kişi süvari paymı almaya hak kazamanaz. Atı dilediği zaman alabileceği için atın sahibini süvari saydık.

1701- Ödünç alan adam darulharbe girdiğinde atın ken­disine ait olduğunu iddia ederek sahibinin hakkını inkar etse ve ganimetler alınıncaya kadar at üzerinde savaşsa, sonra ödünç veren adam delili gösterip atını geri alsa, bütün bu durumlarda atın sahibi süvari payını alır.

Çünkü ödünç alan adam hakkı inkar ettiği için gasbetmiş sayılır. Darul­harpte olması gibidir. Bu gasb olayı sebebiyle atın sahibi piyade olmıyacağmı ve gasbeden kişinin de süvari sayılmıyacağını belirttik.

1702- Daruİharbe girdiği sırada atın sahibi binmek için atı başka bir kişiden birkaç günlüğüne kiralamış olsa ve ganimetler alınmadan yahut alındıktan sonra kira müddeti bitse, atı kiralayan adam piyade sayılır.

Çünkü darulharbe girdiği zaman at üzerinde savaşma imkanına sahip değildir. Sadece birkaç günlüğüne binmek için kiralamıştır. Onun için durumu ödünç verme durumundan farklıdır.

1703- Süre bittikten sonra geri verecek olursa, darul-harpte at satın alan hükmünde olup bununla süvari sayılmaz. Alman bütün ganimetlerden de sadece piyade payım alır.

Çünkü atı üzerinde savaşmak için kiralamamıştır. Sadece binmek için ki­ralamıştır. İhtiyaç duyduğu taktirde bu durumda at üzerinde savaşama imkanına sahip değildir. Sanki üzerinde yükünü taşımak için kiralamıştır.

1704-  Ama binmek veya üzerinde savaşmak için bir ay yahut daha fazla kiralamış ve bu şartlar devam etmişse, darulislama çıkıncaya kadar atın sahibi yine piyade payını alır.

Çünkü darulharbe başkasının hakkı İle girmiştir. At üzerinde savaşma imkanına sahip değildir.

1705- Kiralayan kişi kira süresi bitmeden önce alınan ganimetlerden süvari payını alır.

Çünkü hakikaten ve hükmen üzerinde savaşabileceği bir at üzerinde savaşa girmiş ve bu durmu devam ederken ganimetler alınmıştır.

1706- Ama kira müddeti bitiminden sonra alınan ga­nimetlerden sadece piyade payını alır.

Çünkü darulharbe girerken sahip olduğu hakkı kendisine sağlıyan at ken­disinden alınmıştır. Onun için süvari olmaktan çıkmıştır.

1707- Atın sahibi darulharbe atıyla girdikten sonra, ga­nimetler alınmış, sonra üzerinde savaşmak veya binmek için bir adama belirli bir müddet için kiralamış, bu durum­da da ganimetler alınmış ve süre bittikten sonra atını geri almış ve o sırada yine ganimet alınmışsa, bütün bu ga­nimetlerden kiralayan adam ancak piyade payını alabilir. Çünkü daruiharbe girdikten sonra atı kiralaması, satın almasından   daha

kuvvetli değildir.

1708- Atın sahibi ise, atını kiralamadan önce alınan ga­nimetlerden süvari payım alır.

Çünkü darulharbe süvari olarak girmiş ve süvari iken o ganimetler alınmıştır. Bundan dolayı süvari payını almayı hak etmiştir. Atı ondan sonra ki­ralaması, satılmasından daha kuvvetli olmaz.

1709- Kira   süresinin   bitiminden   sonra   alınan   ga­nimetlerden de süvari geçerken süvari payını alır.

Çünkü kiralamakla at onun mülkü olmaktan çıkmaz. Zaten süvari olarak savaşa başlamıştır. Yolu süvari olarak geçerken zaten süvari payını hak etmişti.

1710- Ama kiraya verdiği süre içinde alınan ganimet­lerden ancak piyade payını alır.

Çünkü atı kendi isteğiyle başkasına vermiş ve sahip olduğu hak bu süre içinde başkasına geçmiştir. Zaten bu süre içinde atın üzerinde savaşma imkanı kalmamıştır. Bu süre içinde atı satılmış gibi kabul edilir. Çünkü üzerinde savaşma imkanı bakımından kiraya vermek satmak gibidir.

1711- Yine süre bittikten sonra çarpışsa olsa ve alınan ganimetleri savunmak için süvari olarak çarpışma, drum aynıdır.

Çünkü o ganimetlerde kendisinin sadece piyade payı vardır. Çarpışması da kendi payını savunmak içindir. Onun İçin bu çarpışma sebebiyle o ganimetlerde hakkı artmış olmaz.

1712- Amacı  darulharbe girmek  olmayan  bir müslü-manııı atını başka bür müslüman ğaspetse ve atla darul-harbe girse, sonra atın sahibi peşine düşüp atı geri alsa, atı geri almadan önce ve aldıktan sonra ganimetler alın­mış olsa, alınan bütün ganimetlerden atın sahibi sadece piyade payını alır.

Çünkü darullıarbe piyade olarak girmiştir. Darulharpte atı geri alması da satınalması mesabesindedir, Bu, bölümün başında belirtilen istihsandan farklıdır. Çünkü orada üzerinde savaşmak için darulharbe yakiaşmcaya kadar, atın mas­rafını üstlenmiş bulunuyordu. Ondan sonra gasbeden kişi sahibinin isteği dışında kendisinden almıştır. Atını geri alınca, önüne çıkan engel çıkmamış gibi olur. Halbuki burada darulharbe girmeden önce üzerinde savaşmak için atın masrafını çekmiş değildir. Yani atı savaşmak için hazırlamamış ve darulharbe de bu şekilde girmemiştir. Onun için bu atla asla süvari özelliğini kazanmamıştır. Üzerinde savaşmak için atın masrafını çekmesi de ancak darulharpte meydana gelmiş olup sanki o anda atı satın almış gibidir.

1713- Gasbeden kişi, atın sahibi tarafından geri alın­masından önce alınmış olan ganimetlerden süvari payını alır.

Çünkü darulharbe süvari olarak girmiş ve süvari iken bu ganimetler alın­mıştır. Onun için bu ganimetlerden süvari payını alır.

Atın elinden alınmasıyla daha sonra piyade iken alınan ganimetlerde de piyadelik durumu değişmez.

Çünkü at haklı olarak kendisinden alınmıştır.

1714- Atın sahibi üzerinde savaşması için atı ona ö-dünç olarak vermiş, sonra bundan vaz geçerek kendisi sa­vaşmak istemiş ve darulharpte karşılaşınca atını geri al­mışsa, bunun durumu her bakımdan yukarıda belittiğimiz kişinin durumu gibidir.

Çünkü atın sahibi darulharbe piyade olarak girmiştir. Darulharpten çıkın­caya kadar piyade olur. Çünkü savaşa girdiği zaman at hiç elinden olmamıştır. Atın masrafını da kendisi çekmiyordu. Zira ödünç alınan şeyin masrafı geri ve­rilinceye kadar ödünç alan kişiye aittir.

1715- Kendisine savaşmak için değil, binmek için ö-dünç vermiş ve aynı şartlar mevcut olmuşsa, atın sahibi hakkında Önceki ile bunun durumu aynıdır. Ödünç alan kişi ise burada alınan bütün ganimetlerden ancak piyade payını alır.

Çünkü bu at üzerinde savaşma imkanına sahip değildi. Onu savaş için de­ğil, binmek için ödünç almıştır.

1716- Darulharbe girerken sahibine hiyanet edip atını-um üzerinde savaşırsa, yine piyade payını alır.

Çünkü üzerinde savaştığı atı ğaspetmiş olur. Darulharbe girdikten sonra atı ğaspeden ve üzerinde savaşan kişinin süvari payını alamıyacağını belirtmiştik.

1717-  Atın sahibi ise bütün ganimetlerden ancak piyade payını alır.

Çünkü savaşma amacı dışında binmek ve savaşmak için atı ödünç vermesi onun İçin aynıdır. Çünkü her iki durumda da üzerinde savaşmak için atın mas­rafını ancak darulharbe girdikten sonra çekmiştir. Bundan dolayı bütün ga­nimetlerden ancak piyade payını alır. Sonra, savaşa çıkarken atını bulup bul­mayacağını da bilmiyordu.

Darulharbe savaşmak için girdikten sonra atı başkasına binmesi için ödünç vermesi durumunda, darulharbe girdikten sonra atı ondan geri aldığı taktirde İs-tihsan yolu ile onu süvari saydık. Bunu, yürüyemiyecek şekilde olan bir piyadeyi yolda görüp atı üzerinde kendisini birkaç kilometre bindirdikten sonra darulharbe girdiklerinde kendisini indirip atını alması gibi kabul ettik. Burada adamın süvari

olacağı açıktır. Buna benzer olayda da süvari kabul edilir.

1718- Aynı şartlarda atı üzerinde savaşsın veya savaş­masın, binmek için onu kiralamışsa, alman bütün gani-meterden atın sahibi ancak piyade payını alır.

Savaşmak amacıyla darulharbe girmek istemediği, ondan sonra atı da-mlharbe sokan birine kiraladığını belirttik. Bu durumda atın sahibinin alınan bütün ganimetlerden ancak piyade payını alacağı açıktır. Burada da aynı şekildedir. Çünkü at kiralayan ve bundan dolayı süvari payını haketmiş bulunan kişinin elinde olduğu zaman savaşmayı kastetmiştir.

1719- Atı kiralayan kişi binmek için kiralamışsa, pi­yade  payını  alır. Ama  savaşmak  için  kiralamışsa, kira süresinin bitiminden sonra alınan ganimetlerden  piyade payını alır.

Çünkü at kendisinden alınmıştır.

1720- Fakat atı, sürenin  bitiminde sahibine vermeyi kabul  etmemiş  yahut  kiraladığını  inkar  etmişse, alınan bütün  ganimetlerden süvari payını alır. Atı  ödünç alan kişinin de durumu aynıdır.

Çünkü kiralayan da, ödünç alan da darulharbe süvari olarak girmişlerdir. At kendilerinden haklı olarak alınıncaya kadar ikisi de süvari olur. Zaten atı sa­hibine teslim etmeyi red etmekle ğaspetmiş sapyılır. Daha Önce de belittiğimiz gibi, üzerinde savaştığı taktirde ğaspedilmiş at ile de pay almayı hak eder. Yukarıdaki durumda pay almaları evleviyetle olur.

Çünkü kişinin elinde atın kalması, başlangıçta gasbedip elinde tutmasından daha kolaydır.

1721- Atın payı at sahibinin olmak üzere bir adam üze­rinde savaşmak için bir at kiralasa, bu kiralama fasit olur.

Çünkü alınacak ganimetin cinsi ve miktarı belirsizdir. Sonra, pay atın değil, üzerinde çarpışan kişinindir. Onun için atı tamamen belirsiz bir bedel ile ki­ralamış olmaktadır.

Fasit kiralama hükmen caiz sayılır ve atın payı kira alan  kişinin  olur. Atın  sahibine de, alınan  ganimet neolursa olsun, kira olarak bir ücret verilir.

Çünkü kira alan kişi fasit bir akitle üzerine düşeni yerine getirmiştir.

1722- Bu   şartlarda   ona   ödünç   olarak   vermesin   de aynıdır.

Çünkü ödünç alan kişiye ücret şaıtı koşulmuştur. Ücretin şart koşulması durumunda da kira ile ödünç verme lafızları arasında fark yoktur.

1723- Darulharpten ganimet almadan çıkacak olurlarsa, kira alan kişinin misil ücret vermesi gerekir.

Çünkü üzerinde anlaşma yapılan şeyi fasit bir kiralama hükmü ile yerine getirmiştir. İster ganimet alsın, ister almasın misil ücret vermesi gerekir. Fasit or­taklıkla ortak olup çalışan kişinin durumu gibidir. Kâr olsun, olmasın, çalışan ortak, misil (benzer) ücreti almayı hak eder.

1724- Süre belirtilsin veya belirtilmesin, muayyen bir ücretle yerine savaşmak için bir adamı kiralayacak olsa ve" Bu savaş müslümanların gittiği yere kadardır" derse, bu antlaşma geçersiz olur.

Çünkü belirttiğimiz gibi cihad ibadettir. Dinin zirvesidir. îbadet için ki­ralama batıldır. Farzı kifaye de olsa, ona başlıyan kişi farzı aynı yerine getirmiş olmaktadır. Farzın yerine getirilmesi için kiralamak batıldır.

Kira tutan kişi şart koşsun veya koşmasın, pay kiralık kişinindir.

Çünkü kira batıl olunca, yok gibi olur. Böylece pay mücahidin olur.

1725-  Kira ile tutulan kişi aldığı ücreti geri verir.

Çünkü anlaşma geçersizdir. Geçersiz anlaşma ile ücret vacip olmaz. Savaşı da kendisi için yaptığından başkasından ücret alamaz.

1726- Atını ve silahını kiralık adama vermiş ve payın kira tutan adama verilmesi, şart koşulmuş ise, kiralık a-dam atın ücretinin mislini ve ne kadar tutarsa tutsun, sila­hın ücretinin mislini kira tutan adama vermesi lazımdır.

Çünkü atm ve silahın getireceği yarar yanında kendisi için belirsiz bir karşılık şart koşmuştur. Kiralık adam bu yararı fasit bir akitle yerine getirmiş olup misil ücreti de ödemesi lazımdır.

1727- Kiraya veren adam payı kendisi için şart koş-mamışsa, kiralık adamın at ve silah ücreti olarak birşey ödemesi gerekmez.

Çünkü kiraya veren adam kendisi için mali bir bedel şart koşmamıştır. Böylece atı ve silahı Allah yolunda savaşması için Ödünç olarak vermiş olur. Savaşta çalıştırılan kişiden ücret alma hakkı olmaz.

1728-  Belirli müddet binmek veya üzerinde   savaşmak için bir at kiralasa yahut belirli bir karşılıkla belirli bir süre için darulhapte kendisine hizmet etmesi için bir hiz­metçi tutsa, hergün için bir ücret belirlesin veya belir­lemesin, tutması caiz olur.

Çünkü ücret ve süre belirli olduğundan anlaşmanın konusu da bellidir. Bu itaat etme veya farzı yerine getirme anlaşması değildir. Onun için kiralama geçerlidir.

1729- Süreyi  belirtmeden   şu   yere   dönünceye   kadar kiralıyorum derse, anlaşma fasit olur.

Çünkü anlaşmanın konusu belirsizdir. Zira müslümanların nereye kadar gi­deceklerini ve ne kadar kalacaklarını bilmemektedir.

1730- Bu şartla yararı elde edecek olursa, kira tutan adamdan misil ücret alır.

Çünküburada üzerinde akit yapılan şey mevcut olduğu için akit yapılmış olur. Ama aldanma ve belirsizlik yüzünden fasittir. Onun için, ne kadar tutarsa tutsun, misil ücreti gerektirir. Zira ücret belirli ise de, atın sahibi şöyle diyebilir: Ben gittiğiniz yere kadar bu ücretin verilmesine razı değilim, oraya varmadan Önce döneceğinizi düşünüyordum" Onun için ne kadar tutarsa tutsun, misil ücreti hak eder.

1731- Bir adamın Allah yolunda kullanılmak üzere sak­lı atları olsa ve Allah yolunda üzerinde cihad etmek için bazılarını bazı kişilere verse ve bu atlardan dilediğine di­lediği atı vermekte yetkili olsa, bunlar da atları alıp da-rulharbe girdiklerinde adam atları onlardan alarak başkala­rına verse, ınüslümanlar da atların alınmasından önce ve sonra ganimetler almış olsa, daha önce alınmış olan gani­metlerden önceki adamlar süvari payını alırlar, atlar ken­dilerinden alındıktan sonra alınmış olan ganimetlerden ise piyade payını alırlar.

Saklı atlardan maksat Allah yolunda cihad için vakfedilen atlardır. Böylesi caizdir. İmam Muhammedin görüşüne göre zaten caizdir. Çünkü kendisi menkul şeylerde vakfı caiz görmektedir. Ebu Yusuf un görüşüne göre de, cenaze elbisesi, ölünün yıkandığı malzeme gibi açık örf bulunan menkul şeylerde vakfetmek ca­izdir. Allah yoiunda üzerinde cihad edilen atlarda da bu şekilde vakıf caizdir.

Bunun temeli. Hz. Ömer'le ilgili yapılan şu rivayettir: "Öldüğü zaman yanında, üzerinde "Allah yolunda vakıftır" yazılı üçyüz at bulunuyordu".

Üstelik, bu at üzerinde cihad eden mücahid, darulharbe at üzerinde savaş­ma imkanına sahip olarak girmiştir. Ganimetler alınıncaya kadar bu imkanı sür­müştür. Ödünç alan kişi gibi süvari payım almayı hak eder.

Ondan sonra haklı olarak at kendisinden alınmıştır. At kendisinden alındıktan sonra alınan ganimetlerden süvari payı alamaz. Darulharpte atı ister vakfeden kişi almış olsun, ister yetkili almış olsun, aynıdır.

Atı geri alan yetkili veya vakfeden kişi süvari sayılmaz. Çünkü onu darulhapte geri almıştır. Bu da damlharpte at satın almaktan daha kuvvetli olamaz. Aldığı atı başka bir piyadeye verecek olursa, o kişi de süvari olmaz. Tıpkı darulhapte atı satın almış gibi olur.

1732-   Bir adanı  kendisine veya  başkasına ait olsun, elindeki vakıf atları üzerinde cihad edilmesi için kiraya verse, kötü bir iş yapmış olur.

Çünkü vakfeden kişi onları Allah için tahsis etmiştir. Tıpkı arsasını mescid olarak vakfeden kişi gibi. Mal kazanmak için ücret vererek onda tasarruf etmek caiz olmaz. Kaldı ki, sahibi üzerinde savaşılarak ahirette ecir kazanmak için o at­ları hatırlamıştır. Yetkilinin dünyada onlarla mal kazanması şaıtı değiştirmek olur.

1733- Yüce   Allah   şöyle   buyuruyor:   "Kim   işittikten sonra onu (vasiyeti) değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir.[1]

Kiralayanlar onlar üzerinde savaşacak olursa, süvari payını alırlar.

Çünkü darulharbe süvari olarak varmış ve atlar üzerinde savaşma imkanına sahip olmuşlardır. Süvari payını almayı hak etmek de bununla gerçekleşmiş olur. Ancak atların ücretlerini vermeleri gerekir. Çünkü akdin öngördüğü yararı sağla­mış bulunmaktadırlar. Durumları, ğaspeden kişiden atı kiralayanın durumu gi­bidir. Çünkü yetkili yahut vakfeden kişi yaptığı bu işte ğaspeden kişiden daha kö­tü bir durumda olamaz. Kiraya veren kişi, akdin gereği olan yararı yememesi ve tasadduk etmesi gerekir. Çünkü o ücreti çirkin bir sebeple elde etmiştir. Şeriatın hükmüne göre böyle bir kirayı yapamaz ve aldığı ücreti yiyemez. Onun için en iyi şey, tasadduk etmektir.

1734- Kiralayanın altında at telef olur veya düşman öl­dürürse, vali isterse kiraya veren kişiden kıymeti (para-sı)ni alır, isterse kiralayan kişiden kiymetini tazmin eder.

Çünkü ikisi de haksızlık yapmıştır. Tıpkı ğaspeden kişinin ğaspettiği malı kiraya vermesi ve kiralayan adamın çalıştırması sırasında telef olması gibi.

1735- Kiralayan kişi tazmin ederse, ücreti kiraya veren kişiye verir.

Çünkü tazmin akdi sebebiyle kiraya veren tarafından aldanmış olmaktadır.

Ama kiraya veren tazminat öderse, kiralayana herhangi birşey vermez. Bu para ile yerine başka bir at alır ve vak­feder.

Çünkü birincinin yerine kaim olmaktadır. Nitekim kiymet denilmesinin se­bebi başka bir malın yerine kaim olmasıdır. Mal, Allah yolunda vakıftı, Onun bedeli olan mal da aynı sıfatla onun yerine ikame edilir. Tıpkı öldürülmüş ve öldürenin kıymeti ödemiş olması gibi. Bu bedelle atın satın alınması ve vakfedilmesi gerekir. Çünkü at ve silah, sahibi elinden çıkarmadıkça vakıf olmaz.

Çünkü bu bir vakıftır. İmam Muhammed'in görüşüne göre vakfın gerçek­leşmesi için vakfedilen malın vakıf mütevellisine teslim edilmesi gerekir. İbn Ebu Leyla'nın görüşü de budur.

1736- Yetkiliye teslim ettikten sonra geri cayması ol­maz. Allah yolunda vakfeden kişi yetkilinin ölümünden sonra o malın idaresinin kendi elinde olmasını yahut ken­disi ölünceye kadar o mal üzerinde yetkili olmasını şart koşması caizdir.

Çünkü vakfın gerçekleşmesi İçin malın teslim edilmesi şarttır. Bu şaıt da mevcut olmuştur. Bundan sonra malın vakfeden kişinin eline dönmesi olmaz.

At ve silahın Allah yolunda vakfedilmesinin caiz olmasında delil, Hz. Ali, İbn Mesud , Şa'bi, Nehâî'nin bunu caiz görmeleridir.

1737- Bir adama üzerinde cihad etmek üzere vakıf malı bir at verse, o da aldığı atla darulharbe girse ve ganimet­ler alınsa, ondan sonra atı kendisinden alsa ve aldıktan sonra da ganimetler alınsa, ilk ganimetten adama süvari payı verilirken, ikinci ganimetten piyade payı verilir. Çünkü at haklı olarak kendisinden alınmıştır.

1738- Darulharbe girdiği sırada yetkilinin elinde başka bir at yoksa, bütün ganimetlerden ona piyade payı verilir.

Çünkü darulharbe piyade olarak girmiştir. Mücahidin elinden atı almakla süvari olmaz. Tıpkı bir at satın almakla süvari olmadığı gibi. Allah en iyi bilir.[2]

 

Darulharpte Süvari Payının Geçerli Ve Geçersiz Olduğu Yerler

 

1739- Bir adam darulislamda bir adama bir at bağış­lamış, kendisine at bağışlanan adam da atı almış ve ordu ile beraber darulharbe girmiş ve düşmandan ganimetler al­mışlar, daha sonra bağışlayan kişi atını geri almak isterse, buna hakkı vardır. Çünkü bağışlanan şey kendisine bağışlanan kişinin yanında sağlam olarak

bulunmaktadır. Bağışlayan kişiye de bağışından dolayı bir bedel ulaşmış değildir.

Bağışı alanın amacında bir bozukluk meydana geldiği için bağışından vazgeçme

hakkı sabit olmaktadır.

1740- Bağışını geri aldıktan sonra ganimetler alınmış ve bağışlayan kişi darulherbe piyade olarak girmişse, bü­tün ganimetlerden bağışlayan kişiye sadece piyade payı verilir.

Çünkü darulharbe piyade olarak girmiş ve darulharpte atı geri almakla süvari payını almayı hak etmemiştir.

1741- Atın kendisine bağışlandığı kişi ise, önce alın­mış ganimetlerden süvari payını alır.

Çünkü darulharbe süvari olarak girmiş ve ganimetler süvari İken alınmıştır. Diğer ganimetlerden ise piyade payını alır.

Zira at kendisinden haklı olarak alınmıştır. Çünkü bedel almadıkça bağışla­yan kişi şer'an bağışından geri dönebilir.

Mülkü olan bir atla darulharbe girmiş, daha sonra isteği dışında darulhapte mülkü elinden alınmıştır, nasıl süvarilik hakkını kaybetmiyorsa, burada da hakkın kaybetmemesi lazımdır, diye itiraz edilirse, söyler deriz:

Atın ondan alınması şeriata göre gerçekleşmiş bir hak iledir. Bu hak da­rulharbe girmeden önce mevcuttu. Böylece at üzerinde mutlak olarak savaşma

imkanı bulunmamış olmaktadır. At üzerinde savaşma imkanı at sahibinin bağıştan dönmeden önce vardı.

1742- Onun için ganimet alınmadan önce atı bağışlayan kişi bağışından vazgeçerse, artık bağış yapılan kişi süvari sayılmaz. Bazı ganimetler alındıktan sonra da vazgeçtiği taktirde durum aynıdır.

1743- Bu miktardan dolayı süvari sayılacak olursa, o zaman şöyle bir durum ortaya çıkar; On tane atı olup pi­yade on kişiden her birine bir at bağışlayan ve böylece da-rulharbe girmelerini sağhyan, ondan sonra atlarım geri alan kişi, bu kadarla alman ganimetlerden süvari payını almalarını sağlamış olur. Bu ise olmayacak bir şeydir. Zi­ra bunun aksini söyleyen olursa, o takdirde, atları kendi­lerinden aldıktan sonra darulhapte tekrar onlara verecek olursa, bu kişilerin süvari olacaklarını söylemesi gerekir. Çünkü her iki durumda da atların sahibi onları geri alınca­ya kadar atlar üzerinde savaşma imkanına sahip idiler. Buna göre fasit bir alış akdiyle bir atı satın alır ve onunla darulharbe girerse, yine süvari sayılması gerekecektir.

Çünkü satış fasit olduğundan satan kişinin geri alma hakkı sabittir. Bağış­layan kişinin bağıştan vazgeçmesindeki hakkı gibi, hatta ondan da daha açıktır. Burada satan kişi şer'an geri almakla mükelleftir. Halbuki bağışlayan kişinin bağıştan vazgeçmemesi menduptur. Orada, atı alman kişi sonra alınan ganimetler­den süvari payını alamadığı gibi, burada da durum aynı şekilde bulunmaktadır.

1744- Satış sahih olsa, sonra darulhapte delilini göste­rerek müşteriden atı geri almayı satan kişi hak etse, bu fasit satış mesabesindedir.

Çünkü darulharbe girmeden önce sabit olan bir hak ile at kendisinden alınmıştır. Atın haklı olarak geri alınmasıyla da satm alan kişi atı geri alınca satın alan adam süvari olmaktan çıkmaktadır.

1745- İki adamdan biri diğerinden bir katır karşılığında bir at satın almış ve değiş tokuş yapmışlar, darulharbe girdikten sonra hayvanlardan birinde kusur ortaya çıksa geri    verilse bu, durumda geri verilmeden önce alınmış olan  ganimetten  atın sahibine, geri  veren  ister  kendisi olsun veya olmasın, süvari payı verilir. Geri verdikten sonra alman ganimetten ise piyade payını alır. Çünkü geri veren kendisi ise o zaman kendi isteğiyle atın mülkiyetini elin-çıkarmış olmaktadır.

1746- Geri veren  kendisi  değilse, yani verdiği katır kusurlu çıkarsa, o  zaman at onun elinden haklı  olarak alınmış demektir. Katırı alan kişi ise, iki ganimetten de ancak piyade payını alır.

Çünkü darulharbe piyade olarak girmiştir.

1747- Buna göre birbirlerine satış yaptıklarını söyle­seler yahut taraflardan biri satın aldığını görmeyip gör­düğü taktirde muhayyer olma şartına dayanarak geri ver­se, yahut atı satın alan kişi atı almış ve katırı teslim etme­miş ve teslim etmeden katır yanında helak olmuşsa, sonra daruhharpte biraz ganimet alındıktan sonra atı geri ver-mişse, durum aynı olur.

Çünkü mülkü hak edilen bir sebeple elinden çıkmış ve kendisi bundan sonra alınmış olan ganimetten süvari payını alma hakkını yitirmiş olmaktadır.

1748- Alacağı borcu karşılığında bir adamdan darulis-Iamda bir at rehin alsa ve ikisi ordu ile beraber darulharbe girse, borçlu kişi rehin alan kişiye borcunu ödese ve atı alıp üzerinde savaşsa, ikisi de piyade sayılır.

Çünkü rehin alan kişi rehin aldığı atm üzerinde savaşma imkanına sahip bu­lunmuyordu. Bundan dolayı da süvari sayılmıyordu. Rehin veren kişi de da­rulharbe girdiği zaman atı üzerinde savaşma imkanına sahip değildi.

Zira rehin akdi rehin alan kişinin mülkiyetini gerektirir. Borcunu ödeyin-ceye kadar rehin veren kişi rehin üzerinde hakkını ispat etmiş, daha sonra da ga­nimetler alınmış, ondan sonra borcu Ödeyip atı geri almış, bundan sonra da gani­met alınmış ise, ilk ve son ganimette rehin veren kişi süvari, oıtada alman ga­nimette ise piyade olmaktadır.

Çünkü mülkiyeti mevcut iken, kendi isteğiyle atın Üzerinde savaşma imka­nım kaybetmiştir. Sanki darulhapte başkasına kiralamış gibi olur. Kiralama işini bundan önce anlattık ve hükmünü belirttik. Rehin de onun benzeridir. Çünkü her iki akit de malının mevcuduyeti durumunda atın sahibinin mülkiyetini gerektirir.

1749- Bazı ganimetler alındıktan sonra darulharpte atı­nı satacak olsa, daha sonra yeni ganimet alınsa, sonra sa­tın alan kişi yargı ile yahut yargısız bulduğu bir kusur se­bebiyle atı geri verse, ondan sonra da ganimet alınsa, atın sahibi ilk ve son ganimetten süvari payını alır, orta ga­nimetten ise piyade payını alır.

Çünkü atı mülkiyetinden çıkarmakla üzerinde savaşma imkanını kaybet­miştir. İster her yönden satış akdinin feshi olan bir sebeple at kendisine iade edil­miş olsun, İster hakkında fesih olan bir sebeple iade edilmiş olsun, orta ganimet alındığı sırada at üzerinde savaşma imkanı olup olmadığı açık olmadığından bu ganimetten ancak piyade payını alır. Üçüncü ganimetten de aynı şekilde piyade payını alması gerekirdi, çünkü satışla atın masrafını çekmesinin üzerinde cihad etmek için dğil, ticaret maksadıyla olduğu açığa çıkmaktadır, daha sonra at eline geçse bile, bundan sonra atı yeni satm almış gibi olur, diye itiraz edilse, şöyle deriz:

Darulharpte atı satması ticaret maksadıyla olması veya üzerinde savaşacak daha güçlü biriyle değiştirmek maksadıyla olması muhtemeldir. İstihkak sebebiyle hak etmiş olduğu şey bu ihtimal ile iptal olmaz. Ancak kesin olan birşeyle iptal olabilir, O da atın üzerinde savaşma imkanının ortadan kalkmasıdır. Bu da sadece orta ganimette mevcut olmuştur.

1750- At kendisine geri verilmeyip onun yerine başka bir atı satm alsa yahut kendisine başka bir at bağışlansa, yukarıdaki şartlarda, sadece orta ganimette piyade sayılır.

Bu ganimet alındığı gün at üzerinde savaşma imkanına sahip değildir. İlk ve son ganimette ise adam süvaridir.

Çünkü damlharbe süvari olarak girip bu payı almayı hak ettikten sonra ilk ve son ganimet alındığı zaman at üzerinde savaşma imkanına sahip bulunuyordu.

1751- Müşrikler   orta   ganimeti  müslümanlardan  geri almak için müslümanlarla çarpışsa ve kendisi de ikinci at üzerinde onlarla çarpışsa, durum aynı olur.

Çünkü o ganimetten piyade payı sahibi olarak çarpışmıştır. Bu çarpışma ile o ganimette payı artmaz.

1752- Satın aldığı at sattığı at kadar güçlü olmazsa, ama  yine  de savaşa  elverişli bulunuyorsa, durum aynı olur.

Çünkü başlangıçta bu at üzerinde darulharbe girseydi süvari payını hak ederdi. Bu at ile süvari olarak girdikten sonra süvari olarak kalmak daha kolaydır. Bu at ile süvari payını hak etmesi caiz ise, bu hakkı korumak daha çok caiz ol­maktadır.

1753- İki adam atlarını değiş tokuş yapsa yahut her biri  diğerine  birkaç  dirhemle  at  satsa,  ikisi  de  süvari sayılır.

Çünkü her biri darulharbe süvari olarak girmiştir. At üzerinde savaşma imkanı da devam etmiştir. Bu da ya sattığı at ile yahut satm aldığı at ile olmuştur.

1754- Darulharbe   süvari   olarak   girdikten   sonra  bir m üs 1 uman onun atını öldürse ve değerini tazmin etse, o da bu para ile ganimetler alınıncaya kadar at satın almazsa, atın sahibi bütün ganimetlerde süvari sayılır.

Çünkü süvari payını alma hakkı önce kesinleşmiştir. Daha sonra atı elinden kendi isteğiyle çıkarmış değildir. Kendisinden kaynaklanmıyan bir sebeple telet olmuştur. Sanki at ölmüştür.

Alı öldüren adam onun bedelini ödediğine göre, neden atı kendisi satmış gibi kabul edilmiyor? diye itiraz edilse, şöyle deriz; kendisi atın bedelini öldüren adamdan almak suretiyle uğradığı zararı telafi etmek istemiştir, Yoksa temliki Kasdetmemiştir. Zaten malın kendisini geri almak imkansız olmuştur. Ama be­delde müikiyetinin gerçekleşmesini şart koşarsa, asıl olan malda mülkiyeti ortadan kalkar. Böylece birtek mülkte iki bedel toplanmış olmaz. Burada temlik zaruret yolu ile olmuştur. Yoksa atın sahibinin bir kastı veya fiili sebebiyle olmamıştır. Onun için bu temlikle hakkı İptal olmaz. Buna göre ona bir müslüman öldürüp kaçsa ve onu güç yetirmese yahut bir müslüman ondan gasbedip gizlese ve be­delini ödese yahut üzerine binip kaçarak darulislama çıkarsa, belirttiğimiz bütün durumlarda birinci adam mesabesindedir.

1756- Gasbeden kişi onu gizlemiş ve yargıç bedelini Ödemeye mahkum etmiş iken at onun elinde görülürse, atın gaspedilmesinden önce, gaspedilmesinden sonra ve atın gaspedenin elinde görülmesinden sonra ganimetler alınmış ise, gaspeden kişi atın bedelini Ödemeden önce, atın gaspedilmesinden önce ve sonra alınan ganimetlerden atı gaspedilen kişi süvari payını alır.

Çünkü gasp ile mülkü zail olmaz. Sadece isteği dışında atın üzerinde savaşma İmkanı yok olmuştur.

Gasbeden kişinin elinde atıri görülmesinden önce ve sonra, bedelini öde­dikten sonra, alınan ganimetlerden atın sahibi sadece piyade payını alır.

Çünkü bu durumda, yani bedelini aldıktan sonra atın üzerinde savaşma imkanının kaybolması onun isteğiyle olmuştur. Atının ortaya çıkıp almasını uma­rak bedelini almakta acele etmemesi ve şikayetini devam ettirmesi mümkün idi. Yani bedeli almakta acele etmeyip at üzerinde savaşama hakkının devamını sür­dürebilirdi. Bunu yapmayıp bedelini isteyince ve yargıç onun lehine hüküm ve­rince, atı satmış hükmünde olur. Atının üzerinde savaşma imkanını yitirmesi kendi isteğiyle olmuş gibi olur.

Nitekim bir kişi atı gündüz bir saat gaspeder ve bedelini öderse, daha sonra at ortaya çıkarsa, bundan sonra atı gaspedilen kişi süvari olur muydu? Onu ken­disi kendi isteğiyle mülkiyetinden çıkarmıştır. Ama bedeli aldığı zaman ve ga­nimetler alınmadan önce o bedelle başka bir at satın almışsa, o zaman at üzerinde savaşma imkan olduğundan alman bütün ganimetlerden süvari payını alır.

1757- Darıılharbe süvari olarak girdikden sonra gani­metler ahnsa, sonra atını satıp başka bir at kiralasa ve üzerinde savaşsa, ondan sonra da ğanimtler alınsa, önce alınan   ganimetlerden   süvari   payını,   sonra   alınan   ga­nimetlerden ise piyade payını alır.

Çünkü süvari payını alma hakkı mülkü olan bir at sebebiyle meydana gelmiştir. Kiralık at ise onun mülkü olmaz. İlk at sebebiyle meydana gelen hakkın devamı için kiralık at elverişli olmaz. Kiralık olan atla yeni bir sebep de gerçek­leşmiş olmaz. Çünkü kiralama işi darulhapte meydana gelmiştir.

1758- Bir at ödünç alsa da durum aynı olur.

Çünkü bu da kiralama gibi veya ondan aşağıdır.

1759- Ama kendisine bir at bağışlanır yahut tasadduk edilirse ve atı alırsa, bütün ganimetlerden süvari payını

alır.

Çünkü bağışlanan onun mülkü olur. Hak etme sebebinin devamı bakımın­dan birincinin yerine kaim olmaya elverişlidir.

Böyle olduğunu şu açıklmaktadir. Atın ödünç alınması ve ödünç verilme­siyle ilk atın masrafını üstlenmekte amacmm ticaret olmadığı açığa çıkmaz. Ama satın almakla maksadının bu olmadığı anlaşılır. Satın aldığı sattığının yerine ikame edilebilir. Sonra da kendisine bağış yapılan at, satın olan gibi sayılır. Çünkü her iki sebepde atın dışında ona mülkü ispat etmektedir.

1760- Başta kiralanmış bir at üzerinde darulharbe gir­miş ve ganimetler alınmış, sonra kira müddeti bitmiş ve sahibi atını almış, sonra yine ganimetler alınmış, sonra başka bir at kiralayıp üzerinde savaşmış ve yine ganimet­ler alınmış, ise, İlk ve son ganimetlerde süvari, orta ga­nimette ise piyade olur.

Çünkü hak etmenin sebebi, üzerinde savaşabilecekve mülkü olan bir atla darulharbe girdiği için gerçekleşmiştir. İkincisi bu konuda birinci gibidir. Sözko-nusu İstihkakın devamı bakımından onun yerine kaim olur. Tıpkı satın alman atın rnülkü olan atın yerine kaim olduğu gibi. Ama atın üzerinde savaşma imkanı olmadığı sırada alman orta ganimetten sadece piyade payını alır.

Bunda sürenin bitmesiyle kiraya veren kişinin ölmesi yahut süre içinde kira sözleşmesinin feshedilmesi arasın­da fark yoktur.

1761- Bu şartlarda adam bir at ödüç almış olsa, ondan sonra alman ganimetten sadece piyade payını alır.

Çünkü istihkak bakımından Ödünç alma, kiralamanın altındadar. Zira ki­ralama ile yarar hakkını kazanması sabit olurken, ödünç alma ile bu hak sabit olmaz. Kiraladığı at sebebiyle kazandığı hakkın ödünç aldığı at sebebiyle devam etmesi mümkün değildir.

1762- Kira süresi bittiğinde bir at satın almış olsa veya ona at bağışlanmış olsa, alınan bütün ganimetlerden süva­ri payını alır.

Çünkü kiraladığı zaman süvari olunca, satın alsa veya kendisine bağışlansa evleviyetle süvari olur. Çünkü süvari olmak hakkını sağlıyan sebep, İkinci du­rumda da fazlasıyla mevcut olmuştur.

1763- Ordu darulharbe girdiği zaman at onun elinde ödünç olsa ve ganimetler alınsa, sonra ödünç veren adam atı geri alsa ve bu durumda da ganimetler alınsa, sonra üzerinde savaşmak için başka bir at ödünç alsa ve gani­metler alınsa, ona atı ödünç veren kişi verdiği at sebebiyle süvari payını almaya hak kazanan biri ise, savaşmak için atı ödünç vermesinin kendi hakkını iptal etmiyeceğini be­lirttik.

Çünkü atı üzerinde savaşma imkanı kaybolmaz. Bu at sebebiyle payı alma­ya hak kazanmış olmaya devam ediyorsa, ödünç alan kişi bu at sebebiyle birşey hak etmez. Çünkü bir atla iki kişi süvari payı alamaz. Sadece Ödünç alan kişiye ilk ganimetten süvari payı verilir.

1764- Ödünç veren adamın çok atları olup süvari pa­yını ödünç verdiği atın dışında hak ediyorsa, ödünç alan kişi ilk ve son ganimetlerden süvari payını alır. Orta ga­nimetten sadece piydade payını alır.

Çünkü ikinci hakkı birinci hakkın sebebinin benzeri ile gerçekleşmiştir. Benzen sebebin devamı ile o da devam etmiş sayılır. Zaten birincisinde sebep olan at ikincisinde de devam etmektedir. Nitekim sözkonusu atın kendisini ikinci defa ödünç alıp üzerinde savaşsaydı, süvari sayılırdı.

 1765- Bir at satın alması yahut kendisine bir atın ba­ğışlanması veya bir at kiralaması durumunda da hüküm  aynı olur.

Çünkü İstihkak sebebini oluşturması bakımından ikincisi birincinin üstün-

dedir. Onun için gerçekleşen İstihkak aynen devam etmektedir.

Atı kendisine kiralayan adamın bu atla süvari sayılıp sayılmaması aynıdır.

Çünkü ödünç vermenin aksine, kiralama ile atın sahibi süvari olma özelli­ğini kaybeder. Zira kiralama ile atın sahibi üzerinde savaşma imkanını yitirmekte ve bu hak kiralayan kişiye geçmektedir. Halbuki ödünç vermede bu hak kay-bolmamaktadır.

Nitekim darulharpte bir müddet için kendini hizmet etmek üzere kiralasa, bir pay hak etmez. Ama bir mücahide yardım edip darulharpte ona hizmet etse, payı iptal olmaz. Atı hakkında da hüküm bu şekildedir.

1766- Darulislamda bir at satın alsa ve darulharbe gi­rinceye kadar onu teslim almazsa, sonra parayı verip atı alırsa, bütün ganimetlerde alan ve satanın ikisi de piyade sayılır.

Satıcı piyade sayılır. Çünkü darulharbe girilmeden Önce satmakla mülkiyet hakkını kaybetmiştir. Darulharbe atı olmadan girmiştir. Satın alan da atın üzerinde savaşma imkanı olmadan darulharbe girmiştir. Çünkü satan kişinin yanında alıko­nulmuştur. Rehin bırakılmış gibi. Darulharpte parasını verdiği zaman ilk defa at üzerinde savaşma imkanı doğmuş olmaktadır. Sanki atı o anda satın almıştır.

1767- Parayı darulharbe girmeden önce vermiş, ama girinceye kadar atı teslim almamışsa yahut paranın öden­mesi için belirli bir süre belirtilmişse, kıyasa göre satın alan kişi alınan ganimetlerden piyade payını alır.

Çünkü atın üzerinde savaşmak tasarruftur. Tasarruf hakkı da satın alan için atı teslim aldığı anda başlamış olmaktadır. Darulharpte atın üzerinde savaşma hakkı da ancak atı teslim aldıktan sonra olur.

Şöyle ki, satın alan kişi parasını vermiş olsa bile at satıcının mülkiyeti altın­dadır. Nitekim bu süre içinde at helak olursa satıcı hesabına hellak olmuş olur. Satıcı paranın sahte olduğunu görüp geri çevirdiği taktirde, paranın ödenmesine kadar atı yanında tutabilir. Böylece anlıyoruz ki satın alan kişi darulharbe girdiği zaman at Üzerinde savaşma imkanına mutlak olarak sahip değildi. Atın parasını ödemeden Önce nasıl olma hakkına sahip değilse, bununla da süvari olma hakkına sahip olmaz.

İstihsana göre satın alan kişi süvari payını alır.

Çünkü süvari payını almayı hak etmesi, darulharbe girerken atın üzerinde savaşma İmkanına sahip olmasından ötürüdür. Bu da mülkü bulunması ve başka­larına borcunun bulunmaması itibariyle ve satıcının ikrarıyla dilediği zaman atını alabilmesi sebebiyle sabittir. Atı teslim almakla da bu kesinleşmiş olmaktadır. Onun için süvari payını almaya hak kazanmış olmaktadır. Tıpkı binmek için atını başkasına ödünç vermesi veya yanında emanet bırakmasında olduğu gibi.

1768- İki müslüman darulharbe üzerinde sıra ile sava­şacağı ortak bir atla girse, bütün ganimetlerden ancak pi­yade payını alırlar.

Çünkü  her biri arkadaşının izni olmadan atın üzerinde savaşma imkanına sahip değildir. Bu itibarla süvari olamazlar.

1769- İkisinden biri atı diğerinden kiralamış veya ö-dünç almışsa, ödünç alan ve kiralayan kişi süvari sayılır.

Çünkü darulharbe atın üzerinde savaşma imkanına sahip olarak girmiştir.

Ama ödünç veren kişi payını alır veya kira süresi biter­se, ondan sora alman ganimetlerden ödünç alan ve kira­layan kişi piyade payını alır.

Çünkü darulhrabe girmeden önce sabit olan bir hak ile onun at üzerinde savaşma imkanı zail olmuştur.

1770- Aralarında ortak iki atla girseler ve her biri mu­ayyen olan veya olmayan bir at üzerinde savaşma konu­sunda darulharbte diğeriyle anlaşsa, ikisi de piyade olur.

Çünkü her biri atın Üzerinde savaşma imkanına sahip olmadan darulharbe girmiştir. Bu imkanı ancak darulharpte meydana gelen bir olay sebebiyle bulmuş­tur. Bu da sahibinin kendisine izin vermesidir ki bu kendisine yarar sağlamaz.

1771- Ama darulharbe girmeden önce her biri diğerine izin vermişse, her biri arkadaşına verdiği izinden dönün-ceye kadar, ikisi de süvari sayılır.

Çünkü her biri atın üzerinde savaşama imkanına sahip olarak darulharbe girmiştir. Bu imkanı devam ettiği sürece bu hakka sahip olur. Ama bu izin bo­zulursa. İmkan da bozulmuş olur ve ondan sonra her biri piyade olur.

1772- Darulharbe girmeden önce binmek üzere anlaşır ve ittifak ederlerse, hüküm yine aynı olur. Çünkü anlaşmak ve ittifak etmek yararın paylaşılmasıdır.            

Şerhu'l Muhtasar kitabının sulh bölümünde iki hayvana binme konusunda anlaşmanın durumunu belitmiştik.

Şüphe yok ki ikisinden biri bunu İster, diğeri ise red ederse, savaşmak için atlara binmek üzere anlaşmaya hiçbiri zorlanmaz.

Çünkü bunda dengeleme mümkün değildir. Onun için burada zorlama olmaz.

Ama bu konuda ittifak ederlerse, aralarında razı ol­maları durumunda yapabilirler. İmanı Muhammed'e göre ;          savaştan başka iş için binmek üzere ittifaka zorlanırlar.

Çünkü bunda dengeleme mümkündür. Birisi isterse, malın bölünmesiyle yararın bölünmesi gözü önünde bulundurularak diğeri buna zorlanır.

Bununla hiçbiri süvari payını almaya hak kazanamaz. Çünkü binmek üzere yapılan anlaşma ile taraflardan biri at üzerinde sa­vaşma imkanına sahip olmaz.

1773- Her biri arkadaşına atlardan dilediğine binmesi için izin vermiş ve ona muayyen bir at vermemişse, ikisi de piyade sayılır. Bu izin ister darulharbde verilmiş ol­sun, ister darulîslamda olsun, aynıdır.

Çünkü arkadaşından alacağı payı ödünç almak, kendisine teslim edilinceye kadar mücerred izinle gerçekleşmez.

1774- Bir müslüman darulharbe birkaç atla girse ve bi­ri dışında hepsini satsa, yine süvari payını alır.

Çünkü elinde kalan atla süvari olarak savaşma imkanına sahip bulun­maktadır. Yaptığı satıştan anlaşılmış oluyor ki adam ticareti kastetmiştir. Bu iti­barla sattığı atlar sebebiyle alacağı pay düşmüş olup darulharbe sanki elinde kalan atla girmiş sayılır. Zaten birden fazla olan atlar fazla olup onlara muhtaç olmaz. Hangi payı almayı hak edeceği ancak muhtaç olduğu şeye göre belirlenir.

Nitekim şahitlerden kimileri vazgeç enlerse, vazgeçerlenden dolayı şahitlik nisabı azalmış olmaz. Böyle bir durumda yargıç yapılan şahitlikle hüküm vermek­ten alıkonulamaz. Yargıç hüküm verdikten sonra şahitlerden bazıları vazgeçerler­se, vazgeçenlerin herhangi bir tazminat ödemeleri gerekmez.

1775- Onlardan biri darulhapte telef olur veya ölür, diğerlerini de satacak olursa, adam süvari sayılır.

Çünkü isterse biri öldükten önce, ister sonra bazılarını satarsa yine süvari kalır. Zira sattığı atlar hiçyokmıış gibi olur. Sanki darulharbe birtek atla girmiş, savaştan önce veya sonra üzerinde savaşırken at telef olmuştur. Bundan dolayı da süvari payını almayı hak kazanmıştır.

1776- Ergin bir kişi darulharbe süvari veya piyade olarak girse ve ganimetler alınsa, ona yaptığımız yoruma gö­re bahşiş düşer. Bu kişi baliğ oluncaya kadar müslüman-lar darulislama çıkmaz ve ganimetleri taksim etmezlerse, ona, süvari olduğu taktirde süvari payı, piyade olduğu taktirde de piyade payı düşer. Darulislama çıkmadıkları ve  ganimetleri paylaşmadıkları süre içinde savaş yapmış veya yapmamış olmaları aynıdır.

Çünkü yolu geçtiği zaman pay alma sebebi tahakkuk etmiştir. İstihkak eline geçmeden önce de durumu tamamlanmıştır. Engel gibi görünen durum da tam pay almayı hak etme sebebiyle beraber ortaya çıkan şey mesabesinde sayılır. Mesela zimminin müslüman olması gibi. Daha Önce bunu açıklamıştık.

1777- Ancak alimlerden bazıları baliğ olmasa da ona pay verilir, tıpkı müslüman olmasa da zimmîye verileceği gibi, demektedir. Buluğdan ve is la nidan önce tam payı hak etmedeki ihtilafları, baliğ ve müslüman olduğu tak­dirde tam pay alacakları hakkında aynı zamanda bir itti­faktır. Şüphesiz tam payı almak için diğer şartlar mevcut olduğu zaman gerçekleşir. Allah en iyi bilir.[3]         

 

Ganimetlerin Taksiminde Atın Sahibi İle Taksimi Yapan Yetkilinin Atın Payı Hakkında İhtilaf Etmeleri

 

1778- Bir mücahid darulharpte atını satsa, satıştan ön­ce alınan ganimetlerden süvari payını alır. Satıştan sonra alman ganimetlerden ise piyade payını alır. Taksimi yapan yetkili ona "Atını ganimet alınmadan Önce sattın" derse, mücahid de ona "Ganimet alındıktan sonra sattım" derse, taksimi yapan yetkilinin dediği olur. Halbuki mücahidin dediği olması gerekirdi. Çünkü yolu geçmekle istihkakın sebebi onun için gerçekleşmişti. Satmak

da sonra olan bir şeydir. Meydana geldiği tarih delil ile sabit olmazsa, en yakın

zamanda meydana geldiği kabul edilir.

Süvari payını alamamasının sebebi kendi itirafıyla sabit olmuştur. O da atı satmasıdır. Ondan sonra ancak bir delil ile istihkakı sabit olur.

1779- Mesela müslüman bir kardeşi bulunan bir müslü­man ölse, ondan sonra da oğlu mürted olarak gelip baba­sının Ölümünden sonra irtidat ettiğini iddia etse, miras onun olur. Müslümanın kardeşi de babasının sağlığında irtidat ettiğini söylerse, irtidadı hakkında geçmiş bir tarih iddia ediyorsa, kardeşin dediği olur.

Çünkü mahrum olmasının sebebi açık olup ondan sonra istihkakı ancak bir delil ile sabit olur.

1780- Yine oğlu hirisitiyan olup babasının ölümünden önce müslüman olduğunu iddia etse, durum aynıdır.

Çünkü mahrum olmasının sebebi olan din değişikliği bilenen bir şeydir. Hak etmesi ancak bir delil ile sabit olur.

Şöyle ki; savaş maksadıyla yolun geçilmesi zamanında atın masrafının sa­hibi tarafından çekilmiş olması istihkakın sebebidir.

Darulharpte atı satmakla üzerinde cihad etme amacı şüpheli duruma düşmüş olur. Süvari payını almaya hak kazanabilmesi için cihad amacını beslediği kanaati olması lazımdır. Kendisi biliyor ki atı savaştan ve ganimetler alındıktan sonra satmıştır. Bu durumu delil ile sabit olmadıkça, süvari payını almayı hak etmesi de sabit olmaz.

1781- Satışın en yakın zamanda olduğunun kabul edil­mesi, bir bakıma görünüşe bakarak karar vermektir ve böyle bir karar ile istihkak önlenir ve subut bulmaz.

1782- Ganimetlerin   alınmasından  sonra   atı  sattığına dair askerlerden delil (şahit) getirirse, bu delili ithamdan  uzak olduğu için kabul edilir.

1783- Bu  konuda  birtek  kişi şahitlik  yaparsa, onun şahitliği  ile  delil  gerçekleşmez. Lehine şahitlik  yapılan adam   "Payından  bana  verileceğini  bile  bile  bu  kişinin yaptığı şahitliğe katılıyorum"   derse, sözüne itibar edil­mez.

Çünkü taksimattan önce her ikisinin de ganimetten belirli bir şeyi yoktur. Şahitliği red edilen kişinin itirafı ise mülkü hakkında olursa veya kendi mülkünde başkasının hakkı olduğunu itiraf ederse, muteber olur. Burada böyle birşey sözkonusu değildir. Onun için onun payına oıtak olmaz.

1784- Süvari "Atım    öldü veya Öldürdüldü"  derse ve taksimi yapan yetkili de  "Hayır, sen sattın"  derse, sü-/         varinin dediği olur ve süvari payını alır.

Çünkü istahkakın sebebi malumdur. Hakkını iptal edecek olan atın satışı ise ihtilaflıdır. Taksimi yapan yetkili sattığını iddia ediyor, o ise bunu red ediyor. Süvari yemin ettiği taktirde sözü kabul olur. Tıpkı müslüman kardeşin, yeğeni­nin, babasının sağlığında irtidat ettiğini ve Ölümünden sonra müslüman olduğunu iddia etmesi, yeğeninin ise hiçbir zaman irtidat etmediğini söylemesindeki gibi. Burada yeğenin (oğlun) dediği olur ve miras onundur.                

1785- Adam, bir atla girdim, o da öldü, derse, taksimi yapan yetkili de atla girdin mi, girmedin mi? derse, atla girdiği ortaya çıkıncaya kadar adam piyade sayılır.

Çünkü burada mücahid süvari payını hak ettiğini iddia etmektedir. O ise malum değildir. Delil olmadıkça bu payı alamaz. Tıpkı bir kadının ölen birine varis olduğunu ve hayatta iken onunla evli bulunduğunu iddia etmesi gibi. Delil göstermedikçe bu kadının dediği tasdik edilmez.

1786- Hem paylaşımı yapan yetkili, müslümanlar onun iyi     süvari olduğunu bilse ve satmak yahut bağışlamak sure­ne      tiyle atını ganimetlerin bir kısmının alınmasından sonra elinden çıkardığını, ancak bundan önce ve sonra hangi ganimetleri aldıklarını bilmeseler, adam bu ganimetten piyade payını alır. Ama ganimetlerin atını elinden çıkarmasindan önce alındığı belli olursa, aksini alır.

Çünkü burada ganimetin bir kısmından alacağı hakkı iptal eden sebep ma­lumdur. Kendisine ancak kesin olan miktar verilir. Ganimetten alınan her kısmın atı elinden çıkarmasından sonra alınmış olması muhtemel olduğu gibi, önce alın­ması da muhtemeldir. İhtimal ile istihkak sabit olmaz. Burada her kısım, bu bölü­mün ilk meselesinde geçen ganimetlerin tümü gibi olmaktadır.

Burada taksimatı yapan yetkiliye yemin düşmez.

Çünkü hasım değil, sadece hakim mesabesindedir.

1787- Atını satmış ve başka bir at satın almışsa, atını sattıktan sonra ve yeni atı almadan önce alınan ganimetler dışında, alınmış ganimetlerden süvari payını alır.

Burada ihtilaf olursa, o zaman adama bütün ganimetlerden sadece piyade payı verilir. Çünkü alınmış ganimetin her kısmı hakkında atı satmadan önce ve yeni atı aldıktan sonra alınıp alınmadığı ihtimali bulunmaktadır. İhtimal olduğu taktirde, hakkı ancak delil ile sabit olur.

Çünkü darulharpte adamın bir zaman piyade olduğunu biliyoruz. Ganimetin o vakitten başka vakitte alındığı kesin olmadıkça bu adam süvari payını alamaz. Tıpkı bir zaman hıristiyan olduğu bilinen ve babasının ölümünden sonra onun sağlı­ğında müslüman olduğunu iddia eden oğul gibi. Bunun dediği ancak bir delili ile tasdik edilir. Aynı şekilde mürted olduğu bilinen bir çocuğun "Babamın ölümün­den önce müslüman oldum" demesi, babanın kardeşinin ise "hayır, ölümünden sonra müslüman oldun" demesi gibi. Babasının ölümünden önce müslüman olduğu delil ile sabit olmadıkça bu çocuk mirası almaya hak kazanamaz.

1788- Atım elindeki atla değiştirdiğim itiraf etse ve   '" ! taksimi yapan yetkili "Atını sattığını ve bu atı satın aldığını sanıyorum" derse, mücahidin dediği olur ve yemin et­tirilir.

Çünkü herhangi bir vakitte darulharpte piyade olduğu bilinmemektedir. Atın başka bir atla değiştirilmesi de onu piyade hükmünde kılmaz. Taksimi yapan yetkili burada adamm hakkını iptal edecek sebebi iddia etmektedir. Adam ise bunu inkâr etmektedir. Onun İçin, öncekinin aksine, adama yemin ettirilerek dediği kabul edilir.

1789- Bir tüccar veya darulharpte müslüman olan bir düşman yahut efendisine hizmet ederken azad ettiği bir   , köle islam ordusuna katılacak olursa, katıldıktan sonra   . alınan   ganimetlerden  pay  sahibi  olduğunu  belirtmiştik. Katılmadan önce alınmış ganimetten ise birşey alamazlar. Ama darulharpte düşmanla çarpışma olur ve alınmış ga­nimetleri savunmak için çarpışmışsa, durum değişir. Or­duya  katılmadan   önce  vekatıldıktan  sora  bir  çarşıpma meydana gelmemişse, katıldıktan sonra şu ganimetin alın­dığına dair delil getirmedikçe, ganimetlerden birşey ala­mazlar.

Çünkü alınmış bütün ganimetlerde ihtimal mevcuttur ve ihtimal ile istihkak başta sabit olmaz.

1790- Bu konuda şahitliği caiz olmayan biri şahitlik yapsa ve alacağı payda şahitlik yapan kişiyi ortak etmek isterse, o kişiye ganimetten birşey düşmez.

Çünkü bu şahitlik, mülkü olmuş herhangi birşey hakkında yapılmamak­tadır. Nitekim şahitlik kabul edilecek olsa da ganimetler taksim edilmeden önce birşeye malik olmaz. Ortaklık hakkı da özel olan şeyde mülk üzerinde olur.

Mesela, bir ordu ganimet taksimi yapsa ve bir adam onlarla beraber oldu­ğunu iddia etse ve askerlerden bazıları bunu ikrar etse, lehine ikrar edüen kişi ik­rar eden askerlerin payına ortak olmaz. Bu apaçık bir şeydir. Çünkü ordu ile be­raber olduğu bilinse, istihsan hükmü ile, her birinin aldığı ganimet payından ken­disi birşey alamaz. Ama ganimetten arta kalan birşey varsa, devlet başkanı ona payım ondan verir. Birşey kalmamışsa, beytulmaldan bedelini verir. Bu belli değilse, askerlerin paylarından bir şey almaması evleviyetle olur. Bu bir itihsan türüdür. Zira zarar ganimetle karşılanır. Taksimi ganimeti alanlar arasında müm­kün olmayan birşey kalmışsa, beytulmala verilir. Aynı şekilde bir hata ortaya çı­karsa, beytulmaldan karşılanır.

1791- Bu adam kendilerine katıldıktan sonra müslü-manların çarpışma yaptıklarını ve kendisinin de alınmış ganimetleri savunarak çarpıştığını, müslümanlar da çar­pışmanın meydana geldiğini bildikleri halde bunun adamın : kendilerine katılmasından önce veya sonra olduğunu bil­mese, adam, müslümanlara bir delil getirmedikçe, alınmış ganimetlerde ortak olmaz.

Çünkü burada onlara ortak olmasının sebebi ganimeti savunmak için on­larla beraber çarpışmasıdır. Bu da adamın iddiasıyla ortaya çıkmamaktadır. Onun için delil göstermesi gerekmektedir.Allah en iyi bilir.[4]        

 

Süvari Payını Almak Şartıyla Atın Başkasına Verilmesi

 

1792- Mücahid, darulharbe süvari olarak girdikten sonra atın payı sahibine ait olması şartıyla üzerinde savaşmak için atını başka birine vermesi caizdir.

Çünkü şeriatın hükmüne uygun bir şarttır. Darulharpte atın ödünç veril­mesi, mücahidin süvarilik payını iptal etmediğini belirtmiştik. Bu şartı koşmasa da süvari payını alır, koştuğu şart ancak onu pekiştirir.

1793- Atın ve onun üzerinde savaşacak olan piyadenin paylarının hepsi atın sahibine verilmesi şart koşulursa, bu şart fasit olur.

Çünkü atın üzerinde savaşacak kişinin hakkını kendisi için şart koşmuş olur. Koştuğu bu şartla atını kiralamış olmaktadır. Halbuki bu, bedel (ücreti) be­lirsiz olan bir kiralamadır.Üzerinde savaşan kişiye misil ücret verilir veata pay verilmez

Üzerinde savaşan kişi darulharpte fasit bir kiralama yapmıştır. Kiralama sahih olsaydı veya satın olsaydı, yine birşey almaya hak kazanamaz olduğu gibi burada da hak kazanamaz. Çünkü fasit akid hükmen caiz sayılır. Zaten atın sağlayacağı yarar karşılığında misil ücret almayı hak etmiştir. Onun yanında ayrıca pay alma hakkı olmaz.

1794- Atın sahibinin yanında bundan başka bir at var­sa, atı elinde kalsın veya telef olsun, bu ikinci at sebe­biyle süvari payını alır.

Çünkü bu sıfatla kiraya verdiği at yokmuş gibi olur.

1795- Darulharbe girmeden Önce atın payının sahibine verilmesi şartıyla kişi atını bir piyadeye verecek olsa, bu-rada atın payı onu darulharbe sokan kişinin olur.

Çünkü süvari payını almayı hak etmesinin sebebi olarak darulharbe süvari olarak girmesidir.

Atın sahibi burada belirsiz bir bedel ile atını kiralamış olduğundan sadece misil ücretini almaya hak kazanır veatın payından birşey alamaz.

Çünkü piyade olarak darulharbe girmiştir. Aynı Şartlarda iki tane atı ol­saydı ve biri için bu şekilde davransaydı süvari payını alırdı. Çünkü elinde bir at kalmış olurdu. Ama diğer atın payı üzerinde savaşan kişiye ait olur ve atın sahibi de İmam Muhammede göre sadece misil ücreti alır. Aynı zamanda Ebu Hanife'nin kıyası da budur. Çünkü iki imama göre mücahid ancak bir atla süvari payını ha-keder. Çok atla girse bile sadece bir atla bu hakkı kazanır. Bu şartta belittiğimiz gibi, atı kiralama sözkonusudur.

Ama iki at için pay hakkını kabul eden Ebu Yusuf un kıyasına göre şartın sahih olması ve payın tamamının atın sahibine ait olması gerekir. Çünkü bu şart olmadan iki atın payını hak ediyordu ve şart ancak onu pekiştiriyordu.

1796- Ancak  bu  darulhapte  vermesinin  bu  şartlarla olması durumundadır. Ama darulîslamda olursa, atın payı onun üzerinde savaşan kişinin olur ve atın sahibine iki durum da da misil ücret verilir.

Çünkü atın sahibi için bununla darulislamda istihkakın sebebi gerçekleşmiş olmaz. Sadece ata binen kişi için darulharbe girmesiyle gerçekleşmiştir. Onun için burada aralarında kiralama durumu meydana gelmiş olmaktadır.

1797- Adamlardan her birinin, bu şartla arkadaşına verdiği atın dışında başka bir atı varsa, Ebu Hanife ve İmam Muhammed'in görüşüne göre, bu ata pay verilmez ve  atı  ondan  alan kişinin sahibine birşey vermesi  ge­rekmez.

Çünkü darulharbe girerken ikisi de diğer atla girmiş olmaktadır. Ama Ebu Yusuf un görüşüne göre atın üzerinde savaşan kişiye iki süvari payı vardır. Çün­kü darulharbe İki atla girmiştir. Bu bakımdan atın sahibine, darulislamda ara­lannda koşulan şarta göre, misil ücret vermesi lazımdır.

1798- Müslüman adam darulharpte atını bir müslüman veya zımminin yanına bıraksa, sonra bir seriyye içinde pi­yade olarak çıkıp ganimet alsalar ve karargaha dönseler yahut başka bir yerden darulislama çıksalar, atın sahibi iki durumda da süvari payını alır.

Çünkü süvari payını almayı hak etmesinin sebebi onun için gerçekleş­miştir. Karargahta atını dilediği zaman alıp üzerinde savaşma imkanına sahip bi­rinin yanında emanet olarak bırakması bu sebebi iptal etmez. Tıpkı ödünç bırak­ması gibidir.

Tıpkı karagahta hizmetçisinin yanında bırakması gi­bidir. Burada payı nasıl iptal olmuyorsa, orada da iptal olmaz.

Nitekim düşman askeri saldırsa ve atına muhtaç olduğu halde, onu koru­mak amacıyla terkederek düşmanla çarpışmaya çıksa, yine süvari payım alır. Aynı şekilde bir seriyye içinde çıkıp atını karargahta bakımını yapması ve muhafaza et­mesi için bir arkadaşının yanında bıraksa, ona ihtayacı olsun veya olmasın, süvari payı yine iptal olmaz.

1799- Devlet başkanı bu seriyyede çıkan süvarilere ga­nimetten bir pay vadetmişse, bu adam bundan bir şey alamaz.

Çünkü pay vadetmekle onları görderdiği yere atlarını alarak gitmelerini teşvik etmek istemiştir. Karagahta atını bırakıp yanına almayan kimse vadedilen bu paydan birşey alamaz. Hatta çıkanların atlarım karargahta bırakıp piyade olarak gitse, süvariler için vadedilen bu ganimet payından birşey alamazlar.

1800- İslam ordusu düşmanın korunmakta olduğu bir kaleye uğrasa ve müslümanlardan biri kalede bulunan ve akrabalığı olan eman altındaki bir müslümanlardan biri ka­lede bulunan ve akrabalığı olan eman altındaki müslümana veya zimmiye veya esire veya düşmana atını emanet ola­rak bıraksa, sonra kalenin kapısına yakın veya uzakta pi­yade olarak çarpışsa, alınacak ganimetten sadece piyade payını alır.

Çünkü düşmanın korunduğu biryerde atını bırakmakla onu yitirmiş olup sanki atını elinden çıkarmış gibidir. Çünkü istediği zaman atı üzerinde savaşma imkanını kendi iradesiyle elinden çıkarmıştır. Düşman atı ona vermiyecek olursa, ne kendi gücü ne de devlet başkanının gücüyle onun sahibi olduğunu isbatlı-yamaz ve düşmandan alamaz. Çünkü düşmanın savunması altında olan şeyin üzerinde bir velayeti yoktur. Halbuki yukarıdaki durumda böyle değildir. Orada, atı karargahtaki müslüman askerlerden birine emanet olarak vermiştir. Dilediği zaman onu geri alabilir. Böyle olduğu için üzerinde savaşma imkanı da kay­bolmuş sayılmaz.

1801- Ganimetler alındıktan sonra onlara dönüp atını geri alsa, ondan sonra çarpışmaya girsinler veya girmesinler, o ganimetten sadece piyade payını alır. Çarpışma meydana gelmemişse, bir problem yoktur. Adamın du­rumu, atını satan ve ganimetler alındıktan sonra bir at satın alan adam dibidir. Amaç çarpışma olmuşsa, o tak­dirde adamın alınmış ganimetten bir piyade payını alır. O ganimet payını savunmak için çarpışmış olduğu için payında bir artma olmaz.

1802- Aynı şekilde atıyla beraber onların şehirlerin­den birine eman ile girse, müslümanlar da ganimet alsa­lar, ondan sonra karargaha çıkıp gelse, alınan ganimet­lerden pay alamaz.

Çünkü eman ile sahalarına girdiği için savaşçı olmaktan çıkmış olur. Ha­kikaten veya hükmen çarpışmaya katılan kişilerden olmaz.

Onun durumu, o şehirde eman atında olan müslüman kişinin durumu gi­bidir. Çıkıp orduya katılmadan önce alınmış ganimetlerden pay alamaz. Ama bir çarpışma olmuş ve o da onlarla beraber düşmana karşı savunmak için çarpış-mışsa, daha Önce alınmış olan ganimetlerden süvari payını alır.

Çünkü alınmış olan ganimetten ancak onu savunmak için çarpışması so­nucu pay almayı hak etmiştir. Bu çarpışma sebebiyle pay alma hakkı sabit olur. Müslümanlara süvari olarak katıldığı için süvari payını alır. Ama daha önceki böyle değildir.

1803- Aynı  şartlarla,  atı   üzerinde   esir   alınmış   ise, müslümanlara   ister   süvari   olarak,   ister   piyade   olarak katılmış olsun, süvari payını alır.

Çünkü savaşmak için onlarla beraber darulharbe girince pay alma hakkı gerçekleşmiş olmaktadır. Ondan sonra bu hakkını iptal edecek bir durumda ol­mamıştır. İradesi dışında esir düşmüştür. Bu da onu savaşçı olmaktan çıkarmaz.

Nitekim gücü yettiği taktirde düşmanı öldürmesi ve mallarını almaı caiz olur. Ama önceki böyle değildir. Orada kendi iradesiyle çarpışmayı terketmiştir. Nitekim bu kişi eman altında olduğu sürece onları öldürmesi ve mallarını alması caiz değildir.

1804- Devlet başkanı  müslümanların  bazı  ihtiyaçları için onlara bir elçi görderse ve elçi eman ile onların ya­nma geldiği sırada müslümanlar ganimet alsa, ondan son­ra elçi çıkıp gelse, düşmanın yanına süvari veya piyade olarak nasıl giderse gitsin, süvari olarak savaşa katılmışsa süvari payını alır.

Çünkü elçi düşmanla savaşı terketmemiş, belki savaş işlerini düzenlemek için yanlarına gelmiştir. Durumu tıpkı karargahta olan askerin durumu gibidir. Ama kendi ihtiyacı İçin onlardan eman alan kişinin durumu böyle değildir.

Nitekim yukarıdaki durumdan dolayı iki tarafın elçisi eman almaksızın eman altında olur. Çünkü elçi düşmana ancak müslümanların savaş konularını görüşmek için gelmiştir. Müslümanların yararı için çalışan kimse, hükümde on­lardan farklı olmaz veya onlardan ayrılmış sayılmaz. Şahsı için eman alarak düşmana giden kişi kişisel yararı İçin gitmiş olur ve hükmen askerlerden ayrılmış sayılır.

Bu konuda temel, Hz. Peygamberin Talha İbn Ubeydillah'a Bedir ga­nimetlerinden vermiş olmasıdır. Müslümanların yararı için onu Şam taraflarına göndermiş ve Talha savaşa katılmış değildi. Yine Muhayyasa el-Ensari'yi Fedek halkına gönderdiği, o sırada Hayber'i muhasara ettiği ve Muhayyasa'nın yoklu­ğunda Hayber'i fethettiği, ona da ganimetten pay verdiği rivayet edilmiştir.

Bütün bunlardan anlıyoruz ki müslümanların yararı için çalışan kişi, onlarla beraber sayılır.

1805- Müslümanlardan veya zimmet ehlinden iki adam darulharbe savaşmak için girse ve müslümanlarm yanında savaşsa, fakat müşriklerden eman alıncaya kadar bir ga­nimet alınmasa, sonra  savaşmak istemiyen  iki kişi  ile karargaha dönseler, bu arada da müslüman askerler ga­nimetler alsa, bu kişilerin ganimetten payı olmaz. Çünkü düşmandan eman alınca, onlarla savaşmayı terketmiş olurlar. On­dan sonra bunların durumu, eman ile düşman arasında ticaret yapan ve savaşmak amacıyla orduya katılan kişinin durumu gibi olur. Savaşmak amacı olmaksızın as­kerlerin karargâhına dönen kişiler için bu böyle olunca, darulhapte eman altında bulanan kişiler için evleviyetle böyle olur.

Nitekim o ikisi düşmandan eman almayıp sadece savaşmayı terketse ve karargahta ticaretle uğraşsa, bunu da müslümanlar öğrense, ondan sonra müslü-manlar ganimetler alsa, alman ganimetlerden ikisi pay alamazlar. Onlara eman ve­rildikten sonra alınan ganimetlerden pay almamaları evleviyetle olur.

1806- Bir müslüman islam ordusu ile beraber süvari olarak girdiği halde tesbit defterinde adı bulunmazsa ve ganimetler alındığında Allah rızası için savaşmak üzere darulharbe girdim, derse, müslümanlar da tüccar olarak girdi, derse, yemin ettirilerek onun dediği kabul edilir.

Çünkü müslüman temel olarak müşriklerin düşmanıdır. Zira din ve vatanda onlara muhalif oluşu temel olarak onlara düşman olmaya götürür. Bunun aksi ken­disinden sadır olmadıkça onlarla savaşan kabul edilir. Müslümanların ona "Tüccar olarak girdin" demeleri, ganimetten pay alamıyacağını iddia etmeleri demektir ki o bunu kabul etmemektedir. Onun için adamın dediği olur ve yemin ettirilir.

1807- Aynı şartlarda darulharbe giren kişi bir zimmi veya köle veya çocuk yahut kadın olursa, kadının yara­lıları tedavi etmek ve diğerlerin savaşmak için darulharbe girdikleri bilinmedikçe hiçbirine pay verilmez.

Çünkü temel olarak bunlar savaşan kişiler değildir. Kadının ve çocuğun savaşmak için açık delili yoktur. Köle de efendisinin iznine bağlı olduğu için bu özelliğe sahip olmaz. Zimmi de zaten gayri muslimlerle aynı inancı taşımaktadır,

Bu bakımdan düşmanla savaşmaktan onu inancı alıkoymaktadır. Delil ile bunların savaşmak için geldikleri veya bizzat savaştıkları sabit olmadıkça, yukarıdakinin aksine, alınan ganimetten bunlara bir pay düşmez.

1808- Bunun delili şudur; düşmandan durumu meçhul olan kişi ergin ise, öldürülmesi caizdir. Savaşçı olduğu için öldürülebilir. Ama bizzat savaşmayan çocuk veya kadınların öldürülmeleri caiz değildir.

Temel olarak savaşan kişi ganimetten pay almayı hak eder. Bunlar ise, pay almayı değil, sadece bahşiş hak ederler. Savaşacak olurlarsa da, biliyoruz ki bun­lar temelde savaşan kişiler değildirler.

1809- Bir süvari darulharpte atını bir tüccara veya ko­mutanın   halifeye   gönderdiği   bir   elçiye   ödünç   olarak verse, alan kişi de ata binip darulislama gitse ve ondan sonra askerler ganimet alsa, bakılır. Ödünç alan kişi ga­nimetler alınmadan önce darulislama  çıkmış ise, ödünç veren adama sadece piyade payı düşer.

Çünkü kendi isteğiyle atını darulislama çıkarmıştır. Bundan dolayı da ha­kikaten ve hükmen atının üzerinde savaşma imkanı kalmamış olur. Darulîslam-daki atı ile kendisinin darulhapte süvari olması da mümkün değildir. Nitekim hiz-metçisiyle beraber atını darulislama geri gönderse ve o da ailesine götürse, sahibi süvari sayılmaz. Bu da onun gibidir.

1810- Ama ödünç alan kişi ganimetler alınıncaya kadar darulislama çıkmamişsa, sahibi süvari payını alır.

Çünkü darulharbe süvari olarak savaşmak için çıkması süvari payını alması için sebeptir. Atı darulharpte olduğu sürece bu hakkı veya sebebi de baki sayılır. Kendisinden uzakta olduğu için hakikaten üzerinde savaşma imkanı olmasa da, bu sebep ortadan kalkmış olmaz.

Nitekim Karargahta birine ödünç olarak verse ve piyade olarak seriyye içinde çıksa ve karagahtan uzaklaşsa, alınan ganimetten süvari payını alır. Onlara geri gelmese bile, hüküm budur. Yukarıdaki de bunun gibidir.

Yine, atı ödünç alan kişi darulislama çıkmadan önce karargaha dönmek is­terse ve at sahibine geri verilse, atın dönmesinden önce alınan ganimetten süvari payını alamaz mıydı?! Bütün bu durumlarda süvari sayıldığı için süvari payını alır.

Gerçek şu ki, ganimet almayı hak etmek bakımından darulharb bir tek yer hürmündedir. Onun için ihtiyat askerler ve ordu darulhapte seriyyedekilere kavuştukları zaman alman ganimette ortak olurlar.

Burada da adamın atı darulhapte olduğu sürece, kendisi ile beraber mevcut gibi kabul edilir. Ama darulislama çıktıktan sonra durum böyle değildir. îmama uymanın sıhhati bakımından mescidin durumu gibidir. Mescidin içindeki saflarda da, dışındaki saflarda da imama uymak sahih olur.

1811- Atı ödünç alan kişi darulislama çıktıktan sonra karargâha dönse, ödünç alan kişinin darulharbe girdikten sonra alman ganimetten atın sahibine süvari payı düşer. Atı ödünç alan kişi darulhapten çıkmadan önce alman ga­nimetten de atın sahibi süvari payını alır. Ama ödünç alan kişi darulislama çıktıktan sonra alınan ganimetten sadece piyade payını alır.

Ganimetin ne zaman alındığı belli olmayıp atın da­rulislama ne zaman vardığı belli ise, atın sahibine sadece piyade payı düşer.

Çünkü atın darulislama varmasından sonra alınmış olması muhtemel olan ganimetten atın sahibine sadece piyade payı verilir.

1812- Atın sahibi atın darulharpten çıkmadığını söy­lerse ve bu konuda atı ödünç alan kişi de onu tasdik etse yahut yalanlasa, atın sahibinin sözü geçerli olur.

Çünkü süvari payını almayı hak ettiği kesin, ama bu hakkı iptal edecek durum, yani atın darulislama çıkışı belli değil, hatta inkar edilmektedir. Onun için atın sahibinin dediği kabul edilir. Atın sahibinin hakkını iptal edecek şeyde tak­simi yapacak kişinin sözü tasdik edilmediği gibi, ödünç alan kişinin sözü de bu meselede tasdik edilmez. At onun yanında da olsa, ödünç alan kişinin sözü hüccet değildir. Hüccet yoksa, kesinleşmiş olan hakkın İptali de olmaz.

Ödünç alan kişi ister darulislama çıksın ister çıkmasın, bu atla ganimetten süvari payını alamaz.

Çünkü üzerinde savaşmak için değil, binmek için ödünç almıştır ve hiçbir zaman bu atın üzerinde savaşma imkanına sahip olmamıştır.

1813- Darulislama çıkmadan önce at ödünç alan kişinin elinde telef olsa, atın sahibi bütün ganimetlerden süvari payını alır.

Çünkü darulharpte ödünç alanın elinde telef olması sahibinin elinde telef olması gibidir. Zira ödünç vermekle süvarilik payını iptal etmiş olmaz.

1814- Ama darulislamda telef olursa, darul İslama çık­madan  önce  alınmış bütün  ganimetlerden  süvari payını alır.

Çünkü kendi isteğiyle atının darulislama çıkması, at sebebiyle hak ettiği hakkın iptaline sebep olur. Ama ondan Önce hak ettiğini İptal etmez. Atı darul­islama çıktıktan sonra sahibi piyade olarak sayılır.

1815- Ödünç alan kişi atı darulharbe geri getirdikten sonra at telef olursa, darulharbe getirildikten sonra alınan ganimetten sahibi süvari payını alır.

Çünkü bunu engelleyen engel ortadan kalkmıştır.

Atın ödünç alan kişinin elinde ölmesi, ödünç veren kişinin elinde ölmesi gi­bidir. Sahibine geri verdikten sonra at ölecek olursa, at darulislamda olduğu süre içinde alınmış ganimetlerin dışında kalan ganimetlerden kendisi süvari payım alır. Bu da onun gibidir.

1816- Ödünç alan kişinin payına gelince; Darulislama elçi olarak gönderilirse, darulharbe geri gelsin veya gel­mesin, darulislama çıkmadan Önce alınmış olan ganimet-ten pay alır.

Çünkü askerlerden uzaklaşmış da olsa darulharpte sayılır. Askerin yaran için gitmiştir. Onların yanına dönsün veya dönmesin, onlarla beraber hükmündedir.

1817- Darulislama girdikten sonra alman ganimetlerden payına gelince; alınan ganimetler taksim edilmeden veya satılmadan önce darulharbe dönecek olursa, takviye asker gibi, o ganimetlere ortak olur. Ama dönmese yahut gani­metler taksim edildikten veya satıldıktan sonra dönecek olursa, ganimetlerde ortaklığı olmaz.

Çünkü darulislama girdikten sonra darulharbe girmemiş ve böylece alınan ganimetlerden pay alamıyanlara katılmış olur. Kendisi eşi ve çocuklanyla beraber bulunurken alınmış olan ganimetlerden nasıl pay alsın ki?!

1818- Elçi değilse, askerlerle beraber veya yardım is­tedikleri taktirde yardımlarına koşabilecek şekilde onlara yakın olduğu sırada alınmış olan ganimetten payım alır. Ama onlardan uzaklaştıktan veya darulislama çıktıktan sonra alınan ganimetten, onların yanma, dönmedikçe, pay alamaz.

Çünkü onlara yarar sağlama amacı olmaksızın onlardan ayrılmış ve hük­men savaşa katılmış olma özelliğini yitirmiştir.

Ticaretle uğraşıp savaşı terketmiş olması gibi. Ama ga­nimetlerin taksiminden ve satışından önce askerlerin ya­nma dönerse, durum değişir. O takdirde gelen kuvvet hükmünde olup ganimetlerin tümünde onlara ortak olur. Elçi hakkında kıyas budur. Ancak akerlerin yararı için onlardan uzaklaş­tığını gözönünde bulundurarak istihsan yaptık. Düşmanın korunduğu ve savun­duğu yere kendi ihtiyacı için elçi olarak yahut eman alarak girmesi durumunda yaptığımız istihsamn benzeridir. Orada iki durum arasındaki fark, buradaki İki durum arasındaki farkın aynısıdır.

1819- Mücahid, düşmanın himayesinde olan birinin yanına atını ödünç olarak bıraksa, bu yaptığıyla atını yi­tirmiş olacağını ve bundan sonra alınan ganimetlerden ona sadece piyade payının verileceğini belirttik. Bu kişi atını satmış gibi olur.

Müslümanlar onun atını ganimet olarak alıp taksimden önce karşılıksız olarak ona geri verseler yahut devlet baş­kanı atı satsa ve kendisi ücretini vererek onu satın alsa, ondan sonra akserler ganimet alsa, bu adam atını aldıktan sonra alınan ganimetlerden süvari payını alır. Ama ondan önce alınan ganimetlerden piyade payını alır. Tıpkı yeni bir at satın almış gibi olur.

Çünkü başta yaptığı iş sebebiyle atın üzerinde savaşma imkanını kaybetmiş ve dolayısıyla süvari payını iptal etmiş olur. Eline at dönmedikçe onun üzerinde savaşma İmkanı da olma^z.

1820- Ama atı kimsenin yanına emanet olarak bırak­mayıp müşrikler onu ganimet olarak almışsa ve aynı şart­lar mevcut ise, ondan sonra alman ganimetlerden süvari payını alır.

Çünkü atın üzerinde savaşma imkanını kendi isteğiyle gidermiş değildir. Elinde at telef olmuş mesabesindedir.

1821- Satın alan düşman kişiden ücretle atını satın al­mayı red etmesi durumunda da ondan sonra alınan gani­metten pay almada hükmen süvari gibidir.

Çünkü atı ancak ücretle elde etmesi mümkündür ve ücret vermek mec­buriyetinde değildir.

Tıpkı darulhapte atının telef olması ve imkânı olduğu halde yeni bir at satın almaması durumunda olduğu gibi.

1822- Atını bir müslümana ödünç olarak verip onu da­rulislama götürmesi ve ailesine teslim etmesini isterse, ödünç alan kişi de atı darulislamdan tekrar alıp darulharbe geri gelse, atın sahibi at eline geçmeden önce alınan bütün ganimetlerden piyade payını alacağı gibi, darulislamda ve­ya darulhapte askerin yanına döndükten sonra ödünç alan kişi de piyade payını alır.

Atı darulislamda iken alınan ganimetin hükmünü belirt­miştik. Döndükten sonra alınan ganimetten atı ödünç alan kişinin alacağı pay ise, bu at sebebiyle süvari payıdır. Çünkü gasbedilmiş bir at üzerinde orduya katılan destek kuvvettir. Geri dönmekle bu adam atı gaspetmiş sayılır ve sahibine teslim etmedikçe tazminat ödeyecektir.

1823- Ödünç alan kişi bu  atla süvari olursa, ödünç veren kişi süvari olmaz. Atın sahibi atını teslim aldıktan sonra alınan  ganimetten ödünç alan kişi sadece piyade payını alır.

Çünkü at kendisinden haklı olarak alınmıştır. Atın sahibi de tekrar at üze­rinde savaşma imkanına kavuştuğu için, başka bir at satın almış gibi, süvari olur.

1824- Ödünç alan adam atı sahibine vermeyip darul-is-lama saldıran düşman onu kendisinden alsa, at darul-is-lamda olduğu süre içinde alınan ganimetten sahibi piyade payını alır. Düşman onu aldıktan sonra alınan ganimetten de aynı şekilde piyade payını alır.

Çünkü atı kendileri almış ve sahibinin onun üzerinde savaşma imkanı kal­mamıştır.

1825- Ama müslümanlar onu ganimetler arasında alıp ganimetlerin taksiminden önce ücretsiz olarak veya ga­nimetler satıldıktan sonra ücretle kendisine geri verse, o andan itibaren alınacak ganimetlerden süvari payını alır.

Çünkü atın üzerinde tekrar savaşma imkanına kavuşmuştur. Onu danılislama göndermeden önceki durumunda olduğu gibi.

1826- Mücahid darulislamda atının arkasında olup ordu ile beraber darulharbe piyade olarak girse, sonra orada atını düşman elinden alsa, ondan sonra müslümanlar atı onlardan alıp kendisine geri verseler, sahibi piyade sayılır.

Çünkü darulharbe girerken piyade olarak girmiş ve hak ettiği pay bu şekil­de gerçekleşmiştir. Darulhapte atın eline geçmesiyle bu değişmez.

Piyade olarak girdiği darulharpte bir at satın alması gibi. Ama önceki öyle değildir. Orada süvari olarak pay alma sabebi gerçekleşmiş, daha sonra kendi is­teğiyle bir engel çıkmış ve atın üzerinde savaşma imkanı yok olmuştur. O engel kaybolunca tekrar eski hakkını kazanır. Sanki engel ortaya çıkmamış gibi.

1827- Aynı şekilde darulharbe piyade olarak girip aile­sine atını göndermelerini yazsa ve onlar da gönderseler, alınan bütün ganimetlerden ancak piyade payını alır. San­ki başka bir at satın almış gibi.

Çünkü atm üzerinde savaşma imkanının doğması gerçekleşen sebebin değişmesini gerektirmez. Yani daha önceki hak alma sebebini ortadan kaldırmaz. Ancak o sebebin geçerliliğini sağlar ve sebebin kesinleşmesinden sonra hükmün ortaya çıkmasını engelliyen engelin kalkmasını sağlar.

1828- Darulharbe süvari olarak girdikten sonra atını danılislama geri gönderse ve başka bir at satın alsa, alı­nan bütün ganimetlerden süvari payını alır.

Çünkü pay alma sebebi gerçekleştikten sonra at üzerinde savaşma imkanına

sahip olmuştur.

1829- Kendisiyle taksimi yapan yetkili arasında anlaş­mazlık çıkıp "Atım darulislama varmadan bu atı satın al­dım" derse, taksimi yapan yetkili de "Bilmiyorum, belki de atın darulislama vardıktan ve bu ganimetleri almamız­dan sonra bu atı satın almışsın" derse, yemin ettirilerek mücahidin söylediği kabul edilir.

Çünkü atı darulislama varmadıkça piyade hükmünde olmaz.

1830- Taksimi yapan adam onun hakkında süvari pa­yını  iptal edecek bir şeyi iddia etmektedir. Kendisi ise bunu  inkar  etmektedir.  Onun  için  mücahide  yemin  et­tirilerek söylediği kabul edilir. Tıpkı atını satıp başka bir at satın aldıktan sonra "Atımı satmadan önce bu atı satın aldım veya atımı bu atla değiştirdim" demesi gibi. Bu du­rumda onun söylediği kabul edilir.

Çünkü hiçbir zaman darulharpte piyade olduğunu kabul etmemektedir. Süvari payını iptal edecek iddiaları da red etmektedir.

1831- Askerlerle beraber piyade girip  ganimetler al­salar, sonra tek başına darulislama döndükten sonra atına binerek tekrar askerin yanına dönse, darulislamda iken alınan ganimet adişında, alınmış bütün ganimetlerden süvari payını alır. Darulislamda iken alınmış ganimetten ise ancak piyade payını alır.

Çünkü ilk girişte piyade payını almaya hak kazanmıştır, İkinci girişle ta­hakkuk etmiş bulunan o durum değişmez.

Kendisi orduya destek olup askerlere katılsa bile du­rum aynıdır.

Çünkü orduya takviye kuvvetin katılması savaşmaktan daha kuvvetli ol­maz. Bir ganimetten piyade payını alacak olan bir kimsenin süvari olarak o pay için savaşması, süvari payım almaya müstehak kılmaz.

1832- Hakkı   olmayan   bir   ganimeti   savunmak   için süvari olarak savaşsa, süvari payını almaya hak kazanır. Orduya katılmasının hükümü de bu şekildedir. Darulîs-lama çıktıktan sonra alınan ganimetten pay hakkı yoktur ki bu katılma ile süvari payını almaya hak kazansın. Çık­madan  önce  alınan  ganimetlerden  piyade  payını  haketmişti. Bu hakkı değişmez.

1833- Müslümanlardan onunla beraber bir adam süvari olarak girse, bu ikinci adamın bütün ganimetlerden süvari payı vardır.

Çünkü orduya katılmadan önce o ganimetlerde hakkı yoktu. Süvari olarak orduya katılınca, belirttiğimiz şekilde birincinin aksine, bütün ganimetlerden süvari payını alır. Birincisi, ortak olduğu şeyi savunmak için geri dönmüştür. Bu ise, ortaklığı bulunmayan şeyi elde etmek için gelmiştir. Şimdi ilk olarak ortak olmaktadır. Ortaklığın şeklinde şu andaki durumu gözönünüde bulundurulur.    .

1834- Mücahid darufİslama çıkıp ihtiyacını görmek ve geri dönüp vermek üzere atını bir müslümana ödünç ola­rak verse, ama ödünç alan kişinin darulislama girdikten sonra tekrar darulharbe girme imkanı bulamayıp, onun ye­rine sahibine ulaştırması için atı başkasına vermesi ve getiren adamın da atı sahibine ulaştırması durumunda bakı­lır. Atı getiren kişi ödünç alan kişinin aile fertdlerinden biri ise, ne ona ne de ödünç alan kişiye tazminat düşer.

1835- Atı ödünç alan kişi atı kendisi getirecek olursa, at darulislamda bulunduğu süre içinde atın sahibi alınan ganimetin dışında, bütün ganimetlerden süvari payını alır. 8u da onun gibidir.

1836- Atı geri getirmesi için görevlendirilen kişi ödünç alan  kişinin   aile fertlerinden  değilse,  atın  darulislama çıkmasından darulharbe dönmesine kadar geçen süre için­de alınan ganimetlerden atın sahibi piyade payını alır.

Çünkü atı geri getiren kişi atı gaspetmiştir. Darulhapte atın sahibi gibi ol­maz. Nitekim geri getirenin elinde at telef olacak olursa, sahibi dilerse ödünç alan kişiden tazminat alır ve kimseye birşey vermez, dilerse getiren kişiden tazminat alır ve ödünç alan kişiden aldıklarını geri verir.

Çünkü onun elinde bir emanet gibidir.

Bu bakımdan ödünç alan kişinin atı başkasına emanet edemiyeceği bundan anlaşılmaktadır. Başkasına emanet bırakacak olursa, onun için tazminat ödemesi gerekir. Halbuki Ödünç almada durum farklıdır.

Ödünç alan kişi insanların kendisinden eşit yararlandığı şeyden ödünç verme hakkı vardır. Şerhu'1-Camii's-Sağîr'de imamların bu konudaki ihtilaflarını açıkladık. Ödünç alan açısından ödünç alma ile emanet bırakma arasındaki farkı belirttik.

1837- Atı geri getiren kişi, amacı savaşmak da olsa, bütün ganimetlerden ancak piyade payını alır.

Tazminat ödemesi açısından atı ğaspedilmiş adam gibi süvari olması ge­rekirdi.

Ancak o atı üzerinde savaşmak için darulharbe getirmemiştir. Sadece sa­hibine geri vermek için getirmiştir.

Sonra, tazminat ödemek de onun nihai borcu değildir. Yani ödediği tazmi­natı atı ödünç alan kişiden tahsil eder. Başkasının tazminatını ödediği bir attan dolayı bu adam nasıl süvari olabilir?! Nitekim mücahidlerden piyade olan bir kişiye bir adam bir at emanet bıraksa ve o mücahid atla beraber darulharbe girse, ondan dolayı süvari sayılmaz. Bu da onun gibidir.

1838- Yukarıdaki şartlarda, ödünç alan kişi atı üze­rinde savaşması için geri getiren adama vermişse, getiren adam ganimetlerden süvari payını alır. Ancak at darulis-lîinıa çıkmadan önce alınmış ganimetlerden alamaz.

Çünkü getiren adam burada atın telef olması halinde nihaî tazminat öde­yecektir. Yani ğaspeden kişi hükmündedir. At üzerinde savaşmak için süvari ola­rak darulharbe girmiştir. Buna göre bütün ganimetlerden süvari payını alması ge­rekir. Ancak at darulislama gelmeden önce alınmış olan ganimetten ödünç veren kişi bu at sebebiyle süvari payını hak ettiği için aynı atla ğaspeden kişinin de süvari olması mümkün değildir. Çünkü aynı atla iki kişinin süvari payını hak et­mesi imkansızdır.

1839- Ödünç alan kişi askerlerden uzaklaşmadan önce alınmış ganimetlerden piyade payını alır.

Çünkü ordu ile beraber piyade olarak darulharbe girmiştir.

Bunun dışındaki ganimetlerde hakkı yoktur. Çünkü askerlere dönmemiş, ganimetlerin alınmasında ve korunmasında on­lara hakikaten veya hükmen katılmamıştır.

1840- Devlet başkanı onu m üs 1 umanların bir işi için darulislama göndermek istese ve bir süvariye atını ona vermesini söylese, atın sahibi de bunu isteyerek yapsa ve at  darulislamda  iken  askerler  ganimetler  alsa, atı  ken­disine geri gelsin veya gelmesin, atı veren kişi bu ga­nimetlerin tümünden ancak piyade payını alır.

Çünkü kendi iradesiyle atın üzerinde savaşma imkanını yitirmiştir.

1841- Ama atı vermeyi kabul etmeyip devlet başkanı onu kendisinden alıp müslümanlar için ortaya çıkan bir zaruretten dolayı elçiye verme durumunda kalırsa, atı ondan zorla almasında bir sakınca yoktur.

Çünkü görevli olarak görevlendirilmiştir. Zaruret halinde, darda kalan kişi­nin durumunda olduğu gibi, tazminat ödemek şartıyla başkasının malını alması caizdir.

Ödünç veren kişi burada bütün ganimetlerden süvari payını alır.

Çünkü atın üzerinde savaşma imkanını kendi iradesiyle gidermiş değildir. Aksine, at iradesi dışında kendisinden alınmıştır ve atı kendisi yitirmiş sayılma­maktadır.

Tıpkı müşrikler atı almış gibidir. Belki ondan da evleviyet vardır.

Çünkü müşriklerin almasında müslümanlann biryararı yoktur. Ama burada yararlan bulunmaktadır. Orada imkanı kaybolduğu zaman süvarilik payı düşme­diği gibi, burada da evleviyetle düşmemesi lazımdır.

Allah en iyi bilir.[5]

 

Kılavuza Ve Başkalarına Bahşiş Verilen Ve Verilmiyenler

 

1842-  Asker, darulharbe zimmet ehlinden savaşmayıp sadece yol gösteren bir kaç kişi ile beraber girse, alınan ganimetten o kişilere devlet başkanının süvari ve piyade payı gibi pay vermeyip bahşiş    olarak vermesi gerekir. Çünkü hükmen mücahid olmadıkları gibi his olarak da müslümanların yanında savaşmamaktadırlar. Sadece müs-lümanlara yarar sağlıyan bir iş için gelmişlerdir. O da yol gösterip kılavuzluk yapmaktır. Her zaman böyle bir işe teşvik edilmeleri için müslümanların malından onlara bah­şiş verilmesi lazımdır. Hatta müsiümanlar için büyük bir yarar sağladıkları taktirde, piyade ve süvari payından faz­la da olsa, onlara uygun görülecek bahşiş verilir.

Çünkü burada ganimetten pay almalarının sebebi mücahidlerin sebebi gibi değildir. Sebep müslümanlann yarandır. Kılavuzlukları .sebebiyle sağladıkları ya­rardan doiayı onlara bahşiş verilir.

1843- Kılavuzluk sebebiyle onlara ganimetten belirli bir pay vadetmişse, bunun verilmesinde bir sakınca olmaz.

Çünkü pay vadetmek, temelde müslümanların yaran olan şeye teşvik içindir.

1844- Ganimet alacak olurlarsa, taksimden önce onlara vadedilen payı verir.

Çünkü ganimetten yapılan pay vaadi, ölünün bıraktığı maldan verilecek va­siyet gibidir. Mİras taksiminden önce vasiyet çıkarılır.

1845- Ancak vadediln miktar kadar ganimet alınmışsa, bu ganimet onlara verilir.

Çünkü ölünün mirasından ödenecek borç gibi bütün ganimetten önce o ödenir.

1846- Hiç ganimet alınmamışsa, onlara da birşey ve­rilmez.

Çünkü haklan olmaz. Tıpkı miras olmadığı zaman kendisine vasiyet yapılan ve tazminat ödenen kişinin alacağının olmaması gibi.

1847- Başka bir gazaya çıkıp onlara kılavuzluktan do­layı ganimetten pay vadinde bulunsalar ve ganimet alsa­lar, vadedilen birinci paydan  değil, ikincisinden onlara verilir.

Çünkü pay almayı hak etmeleri ikinci vadetme ile olmuştur. Birincisinden almaları sözkonusu olmaz. Çünkü ganimet alınmadığından verilecek yer de kal­mamış olur.

1848- Ama vadedilen birinci ve ikinci paylardan onlara vermeyi   şart  koşmuşlarsa,  şartı   yerine   getirip   vermek lazımdır.

Çünkü bu şartta ganimet bütün olarak belirtilmiştir. Bu belirtmeden dolayı hepsinden almaya hak kazanırlar.

1849- Zimmi, düşman ve eman verilen kişilere kılavuz­lukları için ganimetten vadetmek suretiyle pay verilmesin­de ordu ile beraber gidip gitmemelerine değil, müslüman­lar için istenen yararın sağlanmasına bakılır. Kılavuzluk yaparak haber verdikleri şeylerin söyledikleri şeylerin çık­ması ve müslümanların yararının gerçekleşmesi önemlidir.

Zira onlara kılavuzluk sebebiyle payın verileceği belirtilmiş, kılavuzluk da hayra delaletle gerçekleşmiş olmaktadır.

1850- Ama askerle beraber gitmeden ve istenen kıla­vuzluğu yapmadan önce alınmış ganimetten onlara bahşiş veya vadedilen pay vermek doğru olmaz.

Çünkü pay vadetmeden önce ganimetten onlara pay vermek yoktur. Bun­dan ancak ücret vermek caiz olur. Hayra delalet için kılavuzluk yapmaya gitme olmadığından ücret de tahakkuk etmez.

1851- Müslümanlar  bu  kişilere  paylarından  vermeye razı  olurlarsa, beşte bir payından değil, onların payla­rından verilir.

Çünkü onların kabul etmeleri, beştebir payı sahipleri hakkında değil, onların hakkında geçerli olur.

1852- Devlet başkanı bu kişilerden kılavuzluk yapmak üzere birini ücretle tutsa, o da devlet başkanı ile beraber gitmeyip olduğu yerde kılavuzluk yapsa, ona ücret ve­rilmez.

Belirttiğimiz gibi ücreti hak etmek çalışmakla olur, söylemekle olmaz. Bu kişi de müslümanlar için herhangi bir iş yapmamış, sadece bir haberi vermiştir.

1853- Belirtilen yerde müslümanlar ganimet alıp devlet başkanı kılavuzluk yapan kişiye o ganimetten bahşiş ver­meyi  uygun   görürse, bir  sakıncası  olmaz. Sanki  ücret şartı olmaksızın onlara kılavuzluk yapmış gibi olur.

Devlet başkanının kılavuzluğu için ganimetten uygun göreceği kadar o kişiye bahşiş verebileceğini belirtmiştik.

1854- Devlet başkanı ona "Bizimle beraber şu yere ka­dar gelirsen, sana şu kadar ücret vardır" derse ve adam söylenen yere kadar onlarla beraber giderse, belirlenen ücreti alır.

Çünkü kendisine şart koşulan işi yapmıştır.

Devlet başkanı kılavuzluğundan önce veya sonra alınan ganimetten ona ücretini verir. Ama bahşiş veya vadedilen payın ödenme şekli farklı olur.

Çünkü burada ücreti hak etmek kira akdiyle gerçekleşen lazım bir akitle ol­maktadır. Ganimetin bir kısmı ile sınırlı değildir. Tıpkı büyük ve küçük baş hay­vanları gütmek için birtakım kişilerin ücretle tutulması gibi.

Müslümanlara   sağlıyacağı   yarar   itibariye   verilecek

bahşiş ve vadedilen payın ödenebilmesi için bunu alacak kişinin kılavuzluk ve istenen işi yapması lazımdır.

Çünkü alacağı şey çalışmasının ücretidir.

1855- Hiç bir ganimet alamazlarsa, devlet başkanının ücretle   tutulan   klavuzun   ücretini   beytulnıaldan   vermesi lazımdır.

Çünkü bu ücretle çalıştırmada müslümanlar adına iş yapmıştır. Müslü­manlar için yaptığı akitlerden dolayı yapılacak ödemeleri şahsi malından değil, müslümanlann malı olan beytulmaldan yapar.

1856- Kendileriyle beraber darulharbe girip yolu gös­termesi için bir muslüman, bir zinımi veya düşmandan bi­rini ücretle tutması fasit bir akit olur. Halbuki ganimetten pay vermeyi vadetmesi böyle değildir.

Çünkü ücretle tutmada mutlaka üzerinde akit yapılan miktarın belirtilmesi lazımdır. Üzerinde anlaşma yapılan miktar belirtilmiyorsa, ücret belirli olmaz. Halbuki teşvik için yapılan pay vadinde miktarın belirtilmesi şartı yoktur.

1857- Fasit ücret akdiyle onlarla beraber gidecek olsa, muslüman kişi de olsa, ganimetten ücret alamaz.

Çünkü savaşmak amacıyla darulharbe girmiş değildir.

Fakat misil ücreti alır ve alacağı misil belirtilen miktarı geçemez.

Çünkü kendisne şart koşulan işi yapmıştır. Belirtilen miktara razı da ol­muştur. Verilecek misil ücret daha fazla da olsa, belirtilen miktarı geçemez.

1858- Zimmet ehlinden veya eman verilenlerden ücretle tutulan kişi müslümanlara istedikleri yer için kılavuzluk yapmak yerine düşman üzerine saldirtırsa, onlarla beraber darulharbe gitsin veya gitmesin, ücret alamaz.

Çünkü kendisine şart koşulan işi yapmış olmaz.

1859- Bu kişi belirttiğimiz işi kasten yapsa bile, devlet başkanı onu öldüremez.

Çünkü muslüman kişi bunu yapacak olursa, imandan çıkmış sayılmaz. Antlaşmalı olan kişi de yaptığı zaman eman ahdi dışına çıkmış olmaz.

Ama devlet başkanı bunu bile bile yaptığına kanaat ge­tirdiği taktirde, muslüman kişinin tedip edildiği gibi uygun göreceği şekilde onu tedip edebilir.

Çünkü müslümanlara zarar vermeye çalışmıştır.

1860- Ama düşmandan olan kişi daha önce eman al­tında olmayıp bu şartla kendisine eman verilmişse, devlet başkanı öldürebilir.

Çünkü eman şartını bozduğu için bu ceza verilebilir. Eman bu şartla ve­rildiği için bundan önce eman mevcut sayılmaz.

1861-  Devlet başkanı,    kendisiyle beraber gösterilen yere gidip kılavuzluk yapmak şartıyla müslümanlann al­dığı  bir  ganimetten  kılavuza,  pay  vermeyi  vadetse  ve kılavuz bunu yerine getirse, müslümanlann rızası olmasa da ganimetten ona vermesinde sakınca olmaz

Çünkü bu ücretle tutma mesabesindedir. Belirli bir ücretle belirli bir iş için onu tutmuştur. Ganimetten ona vadedilen ücreti verir. Çünkü müslümanlann yaran için tutmuştur.

1862- Kendisiyle beraber gitmeyip sadece haber ver-

mekle yetînse, müslümanlann rızası olmadan daha önce alınmış olan ganimetten ona pay vermesi doğru olmaz. Onların rızası halinde de kendisine beşte bir paydan değil, onların paylarından verir.

Çünkü onlarla beraber gitmeden sadece haber vermekle ücret almaya hak kazanmıştır,

1863- Komutan, düşmana yaptıklarını bildirecek bir müjdeciyi devlet başkanına gönderse ve bunu ganimetler alındıktan sonra yapsa, gönderilen müjdeciye, süvari veya piyade olarak ganimetten ajacağı payın dışında bir şey ve­remez.

Çünkü ganimet alanların hakkı olmuştur. Müslümanların rızası olmadan ondan kimseye birşey vermesi doğru değildir.

1864- Bunun delili Hz. Peygamberin hadisidir. Rasu-lullah o adama  "Ondan bana düşen senin olsun" buyur­muştur. Adamın ihtiyacı ve istemesine rağmen, Rasulullah o adama kıl yumağı vermekten sakınmıştır. Halbuki ken­disinden birşey istiyeni geri çevirmediğini biliyoruz. Bu da gösteriyor ki rasulullahtan sonra kimsenin böyle bir şey yapması caiz değildir. Ama müjdeci kişi muhtaç   ise, devlet   başkanı   ihtiyacını   gidermek   için   ona   beşte   bir payından verebilir.

Çünkü beşte bir payı muhtaçlar için sarfedi İm ektedir. O adam da muhtaç olmuştur. Müjdeci olarak göndermeden önce ihtiyacını gidermek için ona vermesi caiz iken, görevli gönderdikten sonra vermesi evlevİyetle caiz olur.

1865-   Müjdecilere devlet başkanının ganimetten ver­mesine   müslümanların   razı   olması   durumunda   bakılır; Müjdeciler muhtaç kişilerden ise, onlara ganimetin tümün­den vermesinde bir sakınca yoktur. Ama zengin iseler, beşte bir payı dışında kalan dört paydan onlara verir.

Çünkü müslümanların razı olmaları, beşte bir payı (humus) dışında saede

sadece kendi paylan İçin geçerlidir.

1866- Bunlar muhtaç isele, ganimeti alanların rızası ol­maksızın zaten beşte bir payından kendilerine verebilir. Razı olmaları da kendi paylarından da verebilir, demektir.

1867- Müjdeciler halifeye geldikleri zaman onlara ken­di içtihadı ve kararı ile beytulmaldan bir ödül vermek is­terse, bir sakıncası olmaz. Çünkü Hz. Peygamber yanına gelen heyetlere ve elçilere ödül veriyordu.

Zaten beytulmal müslümanların zararlarını gidermek için vardır. Müslü­manların yararı olan şeylere de ondan verilir. Ama ganimet böyle değildir. O sa­dece alanların hakkıdır.

Nitekim ganimetler alanlar arasında taksim edilir, ama beytulmal zengin müslümmanlar arasında taksim edilmez. O sadece müslümanların ihtiyaçlarını gi­dermek için mevcuttur.

1868- Aynı şekilde düşman ülkenin devlet başkanından ordu komutanına bir elçi geldiğinde, müslümanların rızası olmadan ona ganimetten bir ödül vermesi caiz olmaz.

Ganimetten bazı müslümanlara özel bir şeyler vermesi caiz değilken, bir düşmana ondan birşeyler vermesi evlevİyetle caiz olmaz.

1869- Müslümanlar buna razı olurlarsa, beşte bir payı dışında, onların paylarından verir.

Çünkü düşman kişinin beşte bir payında hakkı yoktur. Onların rızaları da sadece kendi paylan hakkında geçerlidir.

1870- Komutan kendi içtihadıyla müjdeci ve elçilere ganimetten Ödül verir ve bu durum müslmüman yargıç­lardan birine şikayet edilirse, yargıcın görüşüne aykırı da olsa, komutanın uygulaması onaylanır.

Çünkü bu fatihlerin ihtilaf ettiği konulardandır. îçitihadıyla bunu yapmış­tır. Ondan sonra başkası onu iptal edemez. Ganimetlerin alınmasından sonra yapılan pay tahsisi kısmında bunu belirtmiştik.

Komutan, pay tahsisi olmaksızın  öldürülen  düşmanın malından mücahidlere verse ve bu uygulaması aksini dü­şünen bir yargıca şikayet edilse, uygulaması iptal edilmez. Çünkü içtihadıyla hakkında ihtilaf olan bir meselede uygulama yapmıştır. Bundan daha önemli olan ırz meselesinde bile içtihadıyla hüküm veren yargıcın hükmü yerine getirilir. Onun görüşüne aykırı düşünse bile, yargıcın bu kararını kimse iptal edemez. Mesela koca, eşine "Sen bain veya ricî olarak boşsun" derse, Hz. Ömer ve İbn Mesud'a göre bu ricî bir boşama olur. Hz. Ali ise, üç boşama olur, demiştir. Bir yargıç hükümlerden biriyle karar verse, sonra aksini düşünen bir yargıca dava götürülse, önceki yargıcın hükmü iptal olmaz. Çünkü ihtilaflı olan bir konuda meydana gelmiştir. İçtihad konusu olan şeylerde hükmün iptali de içtihad olur. O hüküm, ancak ima' ile iptal olur. Düşünüp taşınmaya ve detaylı değerlendirmeye dayalı olduğu halde ırz konusunda bu sabit olunca, ganimetten pay vededilmesi konusunda evlevİyetle sabit olur. Allah en iyi bilir.[6]

 

 

Ganimetin Paylaştırılması Ve Ganimet Alındıktan  Sonra Gelenlerden Kimlere Verileceği

 

1871- Savaş, müslümanlarla  düşman  arasında  darul-islamda meydana gelse, alınan ganimet savaşa katılanla­rın olur ve savaş bittikten sonra gelenlere birşey verilmez.

Çünkü darulislamda ganimet koruma altına alınmış ve sahiplenilmiş olur. Ondan sonra gelen takviye kuvvet orduya ne ganimetin alınmasında, ne de ko­runmasında iştirak etmiş olur.

1872- Aynı şekilde müslümanlar düşman toprağından bir  yeri  fethedip  ellerine  geçirse  ve   sahipleri   oradan kaçsa, orası ganimet olarak savaşa katılanların olur.

Çünkü orada islam ahkamının egemen olmasıyla orası darulislama katılmış, ganimet de darulislamda destek kuvvet gelmeden önce sahiplerini bulmuş olur.

1873- Yine ganimetler alıp onları destek kuvvet gelme­den önce darulislama çıkarsalar, ganimetler alan kişilerin olur.

Çünkü ele geçirilip sahiplenmekle ganimette hak kesinleşmiş olur. Onun için mücahidlerden birileri ölecek olursa, payı varislerine geçer.

1874- Ama ganimetleri darulharpte alıp onları taksim etmeden, satmadan ve sahiplenilmeden önce takviye kuv­vet gelip onlara yetişse, bize göre alınan ganimette onlara ortak olurlar.

Çünkü salt ganimeti almakla onda hak kesinleşmez. Zira ganimette hakkın kesin olmasının sebebi üstünlük ve galibiyettir. Bu ise bir yönden var, bir yönden yoktur. Çünkü galip ve üstün olmakla beraber, henüz bu ganimetler darulharptedir.

Nitekim o toprakta yerleşemiyor ve orayı darulislam yapamıyorlar. Ganimetleri almaları destek kuvvet gücü ile olmuştur. Onlar da onların ortağıdırlar. Onun için bu du­rumda onlardan Ölenlerin payının miras olmayacağını söyledik. Bu da Hz. Ali'nin görüşüdür. Çünkü ölenin terkettiği mala varis olmak ancak mal sahibinin vefatından

sonra olur. Zayıf olan hak ise, kişinin ölümünden sonraya kalmaz ki terkedilmiş mal olsun.

Hz. Ömer'in görüşüne göre ise, onun payı varislerine kalır. Çünkü varisi, kesin hakkı olan şeyde onun yerine geçer. Bunun delili de şudur.

Hz. Ebu Bekir, İkrime İbn Ebi Cehl'i beşyüz kişinin başında Ebu Umeyye ve Ziyad İbn Lebid el Beyazî'ye tak­viye olarak göndermiş ve Necir denilen yeri fethederken onlara yetişmişlerdir. Bunun üzerine onları ganimete or­tak yapmıştır. Şam alimlerinden, takviye kuvvet fetihten sonra da yetişse, ganimete ortak

olur, diyenlerin delili budur.

Ama biz diyoruz ki, en-Necir şehre tabi olan bir köyün adıdır. Şehir fet-

hedilmedikçe köy darulislam olmaz. Belki de orada islamın hükmü uygulanmadan

önce fetih ardından onlara yetişmişlerdir.

Bize göre böyle bir durumda ortaklık sabit olur. Ama fetih tamamlandıktan sonra ganimette ortaklık olmaz. Ni­tekim Tarık İbn Şihab'dan şöyle rivayet edilmiştir. Mahu Dinar (Nihavend) fethedildiği sırada Ammar'ın başkan­lığında Küfe ehli takviye kuvvet olarak gittiler. Ammar, gelenlerin de ganimete ortak yapılmasını istedi. Bunun üzerine Beni Utarid'den bir adam ayağa kalktı ve şöyle dedi :Ey kulağı kesik adam, ganimetlerimize ortak mı ol­mak istiyorsun? Ammar, kulaklarımın en hayırlısı kesik olanıdır dedi. Böyle demesinin sebebi, kulaklarından birinin Rasulullahın yanında cihad ederken kesilmiş olmasıdır.

Bu durumu Hz. Ömer'e yazı ile sordu. Ömer şu cevabı verdi: Ganimet savaşa katılanlarındır.

Böyle demesinin sebebi, Nihavend'in islam ahkamının uygulanmasıyla da­rulislam olmasıdır.

Nitekim Hz. Ömer'in Sad İbn Ebi Vakkas'a şöyle yaz­dığı rivayet edilmiştir: Öldürülenlerin cesetleri bozulma­dan önce sana katılan askerleri ganimete ortak et. Yahut müslümanların şehitleri gömülerek kafirlerin ölülerinden ayırdedilinceye kadar sana katılan askerleri ortak et. Baş­ka rivayette ise, ölüleri bırakıp darulislama çıkmadan önce sana katılan askerleri ortak et, şeklindedir. En meşhuru birinci şeklidir. Çünkü kullanılan kelime seçmek ve çatlamak anlamına gelir. Fakih kelimesi de buradan gel­mektedir.         , ;

Çünkü sahih olan ile olmayanı birbirinden ayırmaktadır. Şiirde de "Uyuz­dan vücudu çatlayan kurt çılgına döndü" denilmektedir ki çatlama anlamına geldiği de buradan anlaşılmaktadır.

Abdullah İbn Ebi Bekr İbn Hazm'den şöyle nakle­dilmiştir: Rasulullah Cafer İbn Ali İbn Ebi Talib ve gemi­de onunla beraber bulunanlara ve Devs kabilesinden olan­lara pay verdi. Aralarında Ebu Hureyre, Tufayl İbn Amr olup Hayber ganimetlerinden pay alacaklar arasında idi. Hayberin fethedilmesinden sonra gelmişlerdi. Rasullullah onların da haklarına dahil edilmesi (ortak yapılması) için müslümanlarla konuştu. Ve onlara pay verdi. Rivayet bu şekilde açıklamalah olarak kaydedilmiştir. Bu da gösteri­yor ki fetihten sonra gelenlere ganimetten pay yoktur. Çünkü ortaklığı olsaydı Rasulullah onlara da pay vermek için müslümanlan razı etmek amacıyla onlarla konuşma ihtiyacını duymazdı.

Rasulullahın Eban İbn Said'i Necid tarafına Medineden bir seriyye başında gönderdiği ve Hayberde fetihten sonra geldikleri, Eban'm Ya Rasulullah, bize de pay ver, dedi­ği, Rasulullahın ona "Otur ey Eban" deyip pay vermediği rivayet edilmiştir. Bu da fetihten sonra gelenlere pay ve­rilmediğinin delilidir. Ama askerin bazı ihtiyaçları için devlet başkanının gönderdiği elçi olması durumu hariçtir.

Elçi olarak giden kişinin hüküm bakımından mevcut olanlar gibi olduğunu belirtmiştik. Muhayyasa  ve  arkadaşlarına Hayber  ganimetlerinden pay verdiği de rivayet edilmiştir.

Çünkü Hayber'i kuşattığı zaman bunları Fedek'e göndermiş ve fetihten

sonra dönmüşlerdi.

Gözcülük ve bekçilikten  dolayı  onlara  pay  verdi ve ayrıca bir ihsanda bulundu.

Beşte bir paydan da onlara maaş bağladı (veya bu paydan onlara bir miktar ihsanda bulundu).

Bu şöyle de izah edilmiştir.-O da Hayber halkının ganimetleri Hudeybiye'ye katılanlara Allanın vadettiği bir lutfdur. Yüce Allah buyuruyor: "Allah size,

alacağınız çok ganimetler vadetti, bunu size acele verdi"[7]

Hudeybiye'de olup Hayber fethinde bulunan ve bu­lunmayan   herkese   Rasululllah   Hayber   ganimetlerinden pay vermiştir.

Osman İbn Affan'a da Bedir ganimetlerinden Rasulu-llahın pay verdiği belirtilmiştir. Halbuki Hz. Osman Me­dine'de Rasulullahin kızı Rukayye'nin tedavisiyle ilgilenmek için Medine'de kalmıştı.

Talha İbn Ubeydillah ve Said İbn Zeyd'e de pay ver­miştir. Bu ikisini Kureyş kervanlarının durumunu gözet­lemek için Şam tarafına göndermişti. Kitapta adları geçen Ensar'dan beş kişiye daha pay vermiştir. Münafıklarla il­gili duyduğu bir haber için onları Medineye geri gön­dermişti.

Bunun birkaç yönden açıklaması vardır. Şöyle ki:

a- Rasulullah ve ashabı çıktıktan sonra İçindeki yahudi ve münafıkların çokluğundan dolayı Medine'nin darulîslam hükmü kalmamıştır. Hepsi darulhapte müslümanlarm yararına olan ve Rasululullahın gönlünü rahatlatan işle meşgul idilir.

b- Bedir ganimetleri hakkında yetki RasululLahındı. Ondan dilediğine verir, dilediğine vermezdi .Zaten Yüce Allah "Deki, ganimetler, Allahm ve Rasulü-nündür" [8]buyurmaktadır. Onun için Rasulullah onlara pay vermiştir.

Sonra, deniliyor ki, Huneyn günü   yenik olanlar Mek­ke'ye varmış, sonra zafer gelmişti. Bunun üzerine Rasu-lullahın yanına dönmüşler ve Rasulullah onlara pay ver­miştir. Huneyn savaşı da Mekke'nin fethinden sonra ol­muştur. Yenik  olanlar  darulislama vardıktan sonra Ra-sulullahın yanına dönmüş, o da onlara pay vermiştir. Bu da gösteriyor ki ganimetler darulislamda ihraz edilmeden önce destek kuvvet gelirse, ganimetlerde ortak olur.

1875- Devlet başkanı ganimetleri darulislama çıkarma­dan satmamalı ve paylaştırmamalidır.

Çünkü taksim etmekle gelecek takviye kuvvetin ganimette ortaklığı kalmaz. Böylece takviye kuvvetin orduya yetişip destek verme şevki azalır. Sonra, müslü­manlarm mağlup olmalarına da sebep olabilir. Çünkü ganimetlerden sonra her biri kendi payı ile meşgul olur ve düşman onlara saldırabilir. Zaten taksim etmek ve satmak bir tasarruftur. Tasurruf etmek ise ancak hakkm kesinlikle kazanmasından sonra olur. Bu da ancak darulislamda ganimetlerin ihraz edilmesi ile olur.

1876- Ama darulhapte paylaştırsa da caiz olur.

Çünkü hakkında ihtilaf edilen bir meselede içtihadıyla hüküm vermiş olur.

Delil olarak da Rafi1 İbn Hadîc hadisi gösterilmiştir. Rasulullah Bedir'de ve Nahle'de alınan ganimetleri Me­dine'de taksim etti. Nahle halkından ganimet Bedir'den önce alınmıştı. Rasulullah taksim etmeden Bedre çıkmış, sonra döndüğünde iki ganimeti taksim etmiştir. Bir rivayette Rasulullah o ganimeti Seyer'de taksim etmiştir. O da es-Safra' geçidinde bir yerdir. Taksim Medinede olmuşsa, söylediğimiz gibi, darulişlamm o gün için Rasulullahm bulunduğu yer olmasındandır. Çünkü müslümanlarm o gün bundan başka korunacakları yer yoktu. Hayber'in ganimetlerini de ancak Ci-rane'de taksim edmiştir.

Ganimetleri taksim etmesi için ısrar ettikleri, hatta di­kenli çalıya götürecek kadar etrafında toplandıkları, cüb-besinin eteği çalıya takıldığı ve yırtıldığı rivayet edilir. Bunun üzerine, cübbemi bırakın, Allah'a yemin ederim bu dikenli çalı deve, sığır ve koyun olsaydı aranızda taksim ederdim, ben korkak veya cimri değilim, demiştir. Israrla istemelerine rağmen ganimetin taksimini darulislama ge­linceye kadar ertelemiştir. Cirane Mekke'nin köylerinden bir köy olup Mekkenin fethiyle o da fethedilmiştir.

Bu da ganimetin darulharpte dağıtıldığını gösterir.

1877- Hasta veya sağlam olsun, savaşsın veya savaş­masın, savaşta hazır bulunan herkes ganimette ortak olur. Bunun delili, Sad b. Ebi Vakkas hadisidir. Şöyle de­miştir: Ey Allah'ın Rasulü! Bir kişi arkadaşlarını savunur ve insanlara muhafızlık yaparsa başkaları gibi ganimetten pay alır mı? "Ey anasının oğlu Sa'd! Anan seni doğurmaz olaydı! Muzaffer olmanız ve rızıklanmanız zayıflarınız se­bebiyle değil midir?"

Rasulullahtan nakledilen kutsi bir hadiste de şöyle de­nilmektedir: "Süt emen çocuklar ve rukuya giden (beli bü­külmüş) yaşlılar olmasaydı azabı üzerinize yağdırırdım".

Rasulullahın   şöyle   buyurduğu   da   rivayet   edilmiştir: "Müminin en temiz kazancı, Allah yolunda savaşırken ka­zandığı ganimet, el emeği ve topraktan ürettiğidir". Bu da gösteriyor ki zengin veya fakir olsun, payı az veya çok olsun, müca­hidin payına düşem' almakta istekli olması gerekir. Çünkü bu ganimet, Allahm di­ninin aziz ve Allanın sözünün üstün olduğu bir yolla alınmıştır. Bu da malların kazanıldığı en şerefli yoldur.

Eliyle kazandığından maksat, emaneti gözetmek ve şeriatın ölçülerine riayet etmek şartıyla yapılan ticarettir. Yerin ürettiğinden maksat da, tarım ürünleridir .O da bir nevi ticarettir .Çünkü Rasulullah, "Çiftçi Rabbı ile ticaret yapmaktadır" bu­yurmuştur.

1878- Devlet başkanı ganimetleri taksim edeceği zaman bu işe müslümanlardan adaletli, güvenilir ve işlerin nasıl olup bittiğini bilen ve tecrübesi olan birini görevlendir­mesi lazımdır. Beşte bir payı ayırdıktan sonra da onun başına güvenilir, alim, katip ve dikkatli bir adam görev­lendirmesi gerekir.

Çünkü işlerinin çokluğu sebebiyle bu İşi yürütmesi zor olup onu başka­sının yardımıyla yapar. Bunun, için de taksimden ve korumaktan amacı   en iyi şekilde gerçekleştirecek kişiyi seçer. Bu da sayılan şartlan kişinin benliğinde top-lamasıyla gerçekleşir.

Bunun dayanağı şudur:

Rasulullah Beni Mustalik'ten alman ganimetlerin beşte bir payları için Mahmiyye İbn Cez' el-Zubeydî'yi görev­lendirdi. Beşte bir paylan ona geliyordu. Sadakalar da bir tarafa ayrılıp ehline veriliyordu. Feyr de ehline veriliyor­du. Sadakadan yetime, zayıfa ve miskine veriyordu. Ye­tim buluğ yaşına gelince üzerine cihad vacip olur ve fey1 kısmına aktarılıyordu. Cihad etmek istemezse, ona sada­kadan birşey verilmez ve kendi geçimini kendisinin ka­zanması emredilirdi.

Rasulullah birşey istiyen kimseyi geri çevirmezdi. İki adam kendisine gelerek Beni Mustalik beşte bir payından istediler. Onlara, isterseniz size ondan veririm, ama onda zengin ve gücü yetip kazanabilen kişilerin payı yoktur, buyurdu.

Ubeyde es-Selmani'nin kabilesinin paylarını taksim et­tiği rivayet edilir. İki adam arasında bir dirhem fark kaldı. Bunun üzerine kur'a atın, dedi. Bir adam Ubeyde'nin yanina geldi ve gizlice birşeyler söyledi. Bunlardan han­gisine arkadaşının payını almasını söylersin, dedi. Bunun üzerine onlara, gidiniz, onunla aranızda birşey satın alınız ve bölüşünüz, dedi.

Biz de buna dayanarak diyoruz ki almayı hak eden ki­şiyi kur' ile belirlemek caiz değildir. Ortak olan şey bö­lünmeyecek türden ise, ortaklar ya onu aralarında ortak olarak alacaklar veya taksim edilen bir şeyi onunla satın alıp bölüştüreceklerdir. Bir şeyin, iki kişiden hangisine ait olduğu bilinmediği zaman da izlenecek yol budur. Hak etme sebebinde ikisi eşit olduğu için aralarında iki eşit kısma bölüştürülür.

Ahnef İbn Kays'ın şöyle dediği söylenir: Ömer İbn el-Hattab'ın kapısında bulunuyorduk. Bir cariye geçti. Ora­dakiler hareket edip yol verdiler. Ve herhalde müminlerin emirinin hanmılarmındır, dediler. Cariye şöyle dedi: Ben emir için helal olmam. Ben Allanın malının beşte birin-denim. Aramızda, müminlerin emirine AUahın malından ne helal olur dedik. Nihayet Ömer şöyle dedi: Ben AUahın malından iki şeyi helal görürüm; biri kışın, biri de yazın. Üzerinde hac ve umre yaptığım binit, ailemin yiyeceği, yi­yeceğim Kureyş'ten bir adamın yiyeceğidir, ne eksiltir, ne çoğaltırım, onun dışında ben müslümaıılarm ortağıyım. Bu da devlet başkanının müslümanlann malından (ganimetlerden veya bey-.tulmaldan) yetecek kadar malı alacağını gösterir. Bunun dışındaki mallarda onlarla eşittir.

Çünkü devlet başkanı yetimin malı üzerinde vasi gibidir. Yüce Allah bu­yuruyor: " Zengin (veli) almamaya çalışsın, yokul olan da ihtiyacı kadar yesin"[9]

1879- Rasulullahın Hayber'de akrabaların payını Beni Haşim ve Beni Abdulmuttalib arasında paylaştığı belirtil­miştir. Hatta bu konuda Osman İbn Affan ve Cubeyr İbn Mut'im kendisiyle konuşmuşlardır. Bu olayın tamamını es-Siyeru's-Sağir'de belittik.

Rasulullah o ikisine şöyle buyurdu: Muttalib oğulları bizimle beraber boykota uğradılar. Cahiliyyede de bizimle oldular ve ayrılmadılar. Zaten Muttalib oğulları ve Haşi-moğulları aynı şeydir.

Bu da gösteriyorki maksat, kendisiyle beraber olmak suretiyle destek yakınlığıdır. En yakın akrabalar için bile insanların gözetmediği bir durum. Hz. Peygamberin bu konuda Cebrail'e danıştığı ve Ha­şim oğulları ile Muttalib oğulları arasında bölüştürmesini soyledği rivayet edilir.

Mücahid'in "Beşte birin beşte biri" yakınlar içindi. Çünkü onlar sadaka yemezlerdi, dediği zikredilir. Birin­cisi doğrudur.

Çünkü sadakanın onlara yasaklığı onlara İkram içindir. Zira bunun karşı­lığına muhtaç olmazlardı .Kaldı ki sadakanın yasağı sadece Haşim oğulları içindir. Rasullulah Muttalib oğullarına da vermiştir. Bundan da anlaşıhyorki sebep destek yakınlığıdır.

Allah en iyi bilir.[10]

 

Darulhapte Yiyecek-İçecek Ve Kullanılacak Eşya

 

1880- Müslümanların darulhapte aldıkları ganimetler­den yiyecek ve içecek dışında kendilerinin ve bineklerinin yararlanması caiz değldir. Beştebir pay ayırımı yapılma­dan yemek için büyük ve küçük baş hayvanları kesmele­rinde bir sakınca yoktur.

Kendileri ve hayvanları için yiyecek ve içecek ihtiyacı zaruri bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaçlarını gidermek için darulislamdan gerekli şeyleri getirmeleri de müm­kün değildir. Darulhapte para ile de satın almaları mümkün değildir. Aldıkları şeyler ganimet olur. İhtiyaçtan dolayı kullandıkları bu şeyler ortak ganimetten olup ganimet alınmadan önceki durumu gibi mubahtır.

Mufavada ortaklığı gibidir. Bu ortaklıkta ortaklardan her birinin kendisi ve aile fertleri için satın alacağı giyecek, yiyecek ve içecek istisna edilir. Ortaklık süresi içinde bu ihtiyacın bulunması taraflarca bilinir.

Bunun delili Hz. Ömer'in hadisidir. Bu konuda kendi-

sine yazıp cevap soran valisine mücahidlerin yiyip içmek­te ve hayvanlarına yedirmekte serbest olduklarını yazmış, ganimetten kim birşey satarsa, beşte bir payından ve müs­lümanlann paylarından borçlanmış olacağını bildirmiştir.

Bu mefhum Fudala îbn Ubeyd'den de rivayet edilmiş olup bizim de görü­şümüz budur. Daruihapte ganimet malından ticaret dışında ihtayaç için almak ser­besttir. Ama ticaret maksadıyla satılan şeylerin bedelini satan kişi Öder ve hiçbir kimse kendine özel muamele yapıp birşey satamaz.

Nihavend günü hizmetçisinin kendisine bir sepet getir­diğini anlatan Selman hadisi zikredilerek şöyle denil­miştir: Getir, dedi. İçinde mal varsa, onlara veririz, yi­yecek varsa yeriz. Baktılar içinde ekmek, peynir ve bıçak vardır. Selman arkadaşlarına o ekmekten ve peynirden dağıttı, yediler. Onlara peynirin nasıl yapıldığını anlat­maya başladı.

1881- İbn Abbas'm ganimetten darulhapte yemeyi ser­best bıraktığı zikredilir. Kişiler ondan darulislama birşey getirirlerse, tasadduk ederler, demiştir.

Ganimet taksim edildikten sonra yanlarında birşey kalmışsa, onu tasadduk ederler. Ama taksimden önce olursa, onu geri veririrler. Çünkü taksimden önce ganimetlere katmak suretiyle alacak kişilere onu ulaştırmak mümkündür. Tak­simden sonra ise bu mümkün olmaz. Bulunmuş bir eşya gibi tasadduk edilir. Ama muhtaç ise, onu yer. Zengin olduğu halde yerse,

buîuntu malda olduğu gibi, kıymetini tasadduk eder. İbn

Ömer'in böyle dediği rivayet edilmiştir.

1882- Hz. Peygamberin Hayber günü "İğneyi, ipliği geri verin, yiyin, hayvanlarınıza yedirin, ama götür-meyin" buyurduğu Abdullah İbn Ömerden nakledilmiştir.

Yiyecek ve içecek dışındaki şeylerin ganimet olup kimsenin onu şahsına almasının caiz olmadığına bu bir delildir. Yiyecek ve içecek ise, müstesnadır. Yi­yecek ve içecek müstesna olup eşyada tasarruf hükmüne tabi değildir. Onun için Süleyman İbn Yesar darulhapten çıktıktan sonra yiyecek mallan satmak zimmete geçirmek olur, demiştir. Darulhapte satıp kiymetini geri vermediği taktirde zimm-mete geçirmek olur. Bu da yasaktır.

İbn Ebi Evfa'nın   "Hayber günü yiyecekten beşte bir

pay  alınmadı, kişi  ondan  istediği  kadar  alırdı."   dediği

kaydedilir.

Bu da yiyeceğin ganimetin aslından müstesna olduğuna delildir. Nitekim onda beşte bir pay vacip değildir. O yerde çok bulunan ile nadir bulunan yiyecek­ler aynıdır. Ama Şam ehlinden bazıları, bu hükmün orada bolca bulunan yiyecek­ler hakkındadır, ama dışardıdan oraya getirilen yiyecekler orada çok kiymetlidir, demektedir.

Bu konuda dayandığımız Mekhul hadisidir. Bizans ülkesinde bir adam bir deve kesti. Sonra insanlara seslenip bu etten almalarını söyledi. Mekhul, Ğassa-nilerden bir adama, kalkıp şu devenin etinden bize getirmezmisin? dedi. Adam, o yağmalıktır, yani beşte bir payı alınmamıştır, dedi. Mekhul ona, serbest olan şeyler yağmalık değildir, dedi.

Bilindiği gibi deve Bizarısın ülkesinde olmıyan bir şeydir. Bununla beraber kesilmesi ve ondan yenilmesini caiz görmüştür. Bu da yiyecek olan ganimetten yemenin caiz olduğunu ve bütün yiyeceklerin aynı hükümde olduğunu gösterir.

Yine Mekhul şöyle demiştir: Darulhapte kiymeti olma­yıp kişilerin kendi ihtiyaçları  için yüklenip getirdikleri şeyler onlara ait olur. Bize göre bu, darulislamda da kiy­meti olmayan şeyler için doğru olur. Ama darulislamda kıymeti varsa, onu ganimete geri vermesi lazımdır. Çünkü bir yerden başka bir yere nakletmekle mal değişmez. O malı rnüşlümanların  kuvveti  ile  getirebilmiştir.  Onun  için  gelen  ganimetler kap­samındadır.

Mekhul, sözkonusu eşyayı taşımayı, imal edilen mal gibi,   sahiplenilmiş ve mülkiyete geçmiş mal gibi saymıştır. Nitekim düşman ağaçlarından kişinin kesip sopa, kap, kepçe şeklinde yaptığı şeyler kendisinindir, önce yapılmış şeylerden bulduklarını ganimete geri verir, demiştir. Bizim de görüşümüz budur. Çünkü mamul şey, yapılmasıyla değer ka­zanmış ve mülk olmuş bir şeydir. Ama yapılmadan önce bu değere sahip bir mülk değildir. Kendisi yaparak değer ve mülkiyet kazandımsa, ona mahsus olur. Tıpkı testiyi başkasının toprağından yapan kişi gibi. Ancak yapma ile taşıma arasında fark olduğunu söylüyoruz. Çünkü yapma ile mal değişir vedeğer kazanarak mülkiyete geçen başka bir mal olur. Yapımıyla yeni bir mal olarak bilinir. Ama taşıma İle bu durum sözkonusu değildir.

1883- Rasulullahın şöyle buyurduğu rivayet edilir: Hi-yanet faizinden sakının. Mesela fey' olan maldan bir ata binip zayıflattıktan sonra ganimete geri vermek veya bir elbise giyip eskitince ganimete geri vermek yahut hayız görmeden önce bir cariyeyi nikahlamak.

Bizim de görüşmüz budur. Çünkü ganimet taksiminden önce bu gibi mal­lan kişinin şahsına almaya hakkı yoktur. O mallardan da aynı şekilde yararla­namaz. Kullanmaktan dolayı meydana gelen zararı tazmin etmesi lazımdır.

1884- Ebu'd-Derda'nın şöyle dediği kaydedilir: Seriy-yenin aldığı yiyeceklerden yemeleri, hediye vermeleri ve aile fertlerine getirmelerinde bir sakınca yoktur. Ama sat­mak doğru değildir.

Hediye getirmeyi yemek gibi ihtiyaç kapsamında saymış gibidir. Biz ise bunu kabul edmiyoruz. Çünkü yemek temel ihtiyaçtır ve zaruretin gereğidir. He­diye getirmek ise temei ihtiyaç olmayıp diğer tasarruflar gibidir.

1885- Bera İbn Malik'in Zerat günü ganimetten bir kı­lıç alıp onunla çarpıştığı kaydedilir.

Kılıcının kırılması gibi ihtiyaç halinde biz de bunu tasvip ediyoruz. Ama kılıcını bırakıp düşmandan ganimet olarak alınan kılıçla savaşmak isterse, zimmet faizi türünden olur. Çünkü aldığı silah ganimettir, ancak zaruret halında savaşta kullanmak şartıyla kullanılmasında bir sakınca yoktur. Nitekim' müşrik kendi kılıcıyla mücahidi vursa ve mücahid o kılıcı alıp müşriki onunla vursa, bir sakıncası olmaz-

1886- Atını  ganimetten nallaması ve yemek  için yağ kullanması caizdir.

Yani zeytinyağı ve diğer yağlardan yararlanması caizdir. Yemek suretiyle bu mallardan yararlanabilir. Aynı şekilde başka bir yolda bu mallardan yarar­lanabilir.

Ama bunun dışındaki değerli koku maddelerinden alıp kullanması caiz değildir.

Çünkü bu yenilecek şeylerden değildir. Nitekim karışık ve güzel kokular gördüğü zaman onları kullanamaz. Çünkü bu yemek değildir. Ama yağı yemek için veya lambayı yakmak için veya başka bir yolla kullanmasında bir sakınca yoktur.

1887- Hayber günü bir adamın bir izbede dirhemler bulduğu ve Rasulullahm ondan beşte bir pay aldığı zik­redilir. Bizim de görüşmüz budur.

Ganimeti alan kişilerden biri darulhapte define veya maden görürse, o bul­duğu ganimet olur. Çünkü oraya ancak müslümanların kuvvetiyle varmış ve onu ancak onların desteğiyle bulmuştur.

1888- Devlet başkanı, orduya büyük küçük baş havan­ları ve başka hayvanlardan yemeyi yasaklasa ve ganimeti paylaştırıncaya kadar bunu yapmamaları için onlardan ye­min alsa, ona itaat etmeleri lazımdır. Söylediği şeylerden yemeleri haram olur.

Çünkü devlet başkanı askerlerden söz aldığı konuda müçtehittir ve yasak mallan belirtmesiyle anık o mallardan yararlanmak yasak olur. Sözkonusu mal­ların hükmü diğer mallar gibi olur.

1889- Ancak devlet başkanının onları gözetmesi lazım­dır. Bu şeylere ihtiyaçları gördüğü taktirde, ondan beşte bir payını alır ve herkes kendi payından alabilmesi için eeri kalanı aralarında taksim eder. Çünkü buna duyulan ihtiyaç gerçekleşmiş olup zaruret halinde ganimeti darul-harpte taksim etmek caiz olur.

Allah en iyi bilir.[11]

 

Esirleri Öldürmek Veya Serbest Bırakmak

 

1890- Devlet başkanı düşman esirleri isterse öldürür, isterse   beştebri payını alarak geri kalanları ganimet ola­rak alanlar arasında paylaşır. Hasan, düşmanı ürkütmek ve korkutmak amacı dışında harp esirlerinin öldürülmesini istemezdi. Hammad İbn Ebi Süleyman da savaş bittikten sonra esirlerin öldürülmesini tasvip etmezdi. Öldürmesinin mubah olması onların müslümanlara karşı savaşmalarını önlemek içindir. Yüce Allah buyuruyor: " Onlar sizinle savaşırlarsa siz de onlan öldürün.[12]

Fakat onlann esir edilmeleri ve savaşın bitmesi sebebiyle bizimle savaşma­ları durumu kalmamış olur. Onların öldürülmeleri müslümanların onlarda gerçek­leşen haklarını iptaldan başka birşey değildir. Bu da caiz olmaz.

Buna delil oharak şu olay nakledilirken, Abdullah İbn Amir öldürmesi için İbn Ömer'e bîr esiri göndermiş, o ise Allaha yemin derim ki bağlıdır ve onu öldürmem, demiş­tir. Yani onu bağlayıp esir aldıktan sonra öldürmem. Yüce Allah buyuruyor;  "Kafirlerle karşı karşıya geldiğiniz zaman bo­yunlarını vurun. Onları yakaladığınız zaman sıkı bağlayın. Sonra ya bağışlarsınız veya fidye karşılığında salıveririsiniz."[13]

onları esir alıncaya kadar savaşmamız emredilmiş, esir aldıktan sonra salıvermek veya fidye karşılığında bırakmak hükmünü Allah koymuştur.

Esir aldıktan sonra öldürmenin caiz olduğuna dair de­lil, Beni Kureyza olayıdır. Rasulullah esir aldıktan ve savaş bittikten sonra onları öldürmüştür. Yine Bedir esir-lermdeıi Ukbe İbn Ebi Muayt ve Nadr ibn el-Haris'i Esil' de öldürmüştür. Ömer İbn el-Haltab da Ebu Burde İbn Neyyâr'ın Bedir günü esir aldığı Mabed İbıı Vehb'i öldürmüştür. Mabed, "Ey Ömer! Galip geldiğinizi mi sanıyor­sunuz? Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki hayır! diyordu". Hz. Ömer ona "Sen elimizde iken mi bunu söylüyorsun? dedi. Sonra Ebu Burde'den aldı ve boynunu vurdu. Öldürülmekten kurtulmak, ancak eman veya iman etmekle olur. Sırf esir ol­makla eman hiç sabit olmaz. Onun için esir alınmadan önce olduğu gibi esir kanı mubah olarak devam eder. Sonra, esir olmakla düşman olmaktan çıkmış olmaz. Ne varki elimizde mecalsiz ve güçsüz kaldığı için bizimle savaşmaktan aciz ol­muştur. Halbuki din farklılığından doğan sebep esir düştükten sonra da'savaş için devam etmektedir.

Elimizde mağlup olan mürted gibi öldürülmesi caizdir. Yüce ÂUahın "Ya bağışlarsınız veya fidye karşılığı salı-veririsiniz"[14] sözü mensuhtur.

es-Süddi'nin bunu "Müşrikleri nerede görürseniz öldürün"[15] ayetinin nes-hettiğini söylediği nakledilmiştir.

1891- İbn Ömer hadisinin izahı şudur; Elimizde tutsak ve eli kolu bağlı olarak bulunan esirin öldürülmesini hoş görmemiştir. Yoksa esir alındıktan sonra öldürülmez, demek değildir.

Bizim görüşümüz şudur: Kaçmasından veya kimi müs-lümanları öldürmesinden korkulmuyorsa, esirin öldürül-memesi evladır. Esir alındıktan sonra ve darulislamda zaptedildikten sonra durum aynıdır.

Çünkü kanlarının haramlığmı gerektiren sebep mevcut değildir.

Darulhapte sadece ele geçirmekle esirlerde müslüman-ların hakkı kesınleşmez.

Zira devlet başkanı onları ve topraklarını serbest bırakabilir, kendilerinden cizye ve topraklarından da haraç alabilir. Halife Hz. Ömer'in ırak toprakları ve halkı hakkında yaptığı gibi.

1892- Esirlerde hak kesinlik kazanmamışsa, onlar hak­kında ele geçirmenin sonrası ile öncesinde verilecek hü­küm aynıdır. Devlet başkanı müslüman olanların koruyu-cusudur. Esirlerin taksim edilmesinin yararlı olduğunu görürse, taksim eder, öldürülmelerinin yararlı olduğunu görürse öldürür.

Onların fitnesini ortadan kaldırmak için öldürülmelerim gerekli görürse, Öldürür.

Yüce Allah buyuruyor: "Fitne olmaması için onlarla sa­vaşın"[16] onlardan müslümanların ödürülmesi haramdır. Yüce Allah buyuruyor: "Vazgeçerlerse, artık saldırı ancak zalimlere olur"[17] Müslüman olmakla kişi zalimlerden ol­maktan çıkmış olur. Rasulullah buyuruyor: "Lailahe illal­lah, sözünü söyledikleri taktirde benden canlarım ve mal­larını korumuş olurlar". Ancak İslama girenler de müslü­man mücahidler arasında taksim edilirler.

Çünkü islam onu öldürülmekten emin kılar, ama müslümanların onda sabit olan hakkını iptal etmez. Devlet başkanı dilerse* öldürür, dilerse mücahidler arasında taksim edebilir. İslama girmekle seçeneklerden biri olan ölüldürme or­tadan kalkınca, diğer seçenek kalır.

1893- Herhangi bir müslüman, İslama girmeden veya satılmadan veya paylaştırılmadan önce bir esiri öldürürse, ona birşey gerekmez.

Çünkü dökülmesi mubah olan bir kanı dökmüştür. Mürted veya recm ceza­sıyla cezalandırılan kişiyi öldüren hükmündedir.

Ama böyle davranması mekruh olur.

Çünkü esir başkasının olursa, o zaman o kişinin onda hakkını yitirmesine sebep olur. Bu da yasaktır.

Cabir hadisinde Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Biriniz başkasının esirini önce alıp öldürmesin. Ama öldürecek olursa, ona bir şey gerekmez".

Çünkü hak oluşundan dolayı korunmayan bir şeye sahipliğini gidermiştir. Alkolleşmesi için bir müslümanın sakladığı içkiyi döken kişi gibidir.

1894- Öldürdüğü kişiyi kendisi esir almışsa, o zaman devlet başkanının kararını çiğnemiş ve sabit olan tercihini iptal   etmiş   olur.  Bu   da  mekruhtur.  Rasulullah  buyur­muştur:  "Kişi ancak devlet başkanının tasvip ettiğini ya­pabilir."

1895- Ama esir çaresine bakıp elinden kurtulmak is­terse ve kendisini   devlet başkanına götürmekten aciz bı­rakırsa, o taktirde öldürmesinde bir sakınca yoktur. As­haptan bunu çok kişi yapmıştır.

1996- Elinde müslüman olursa, öldürülmekten kurtul­muş olur. Hz. Ömer şöyle buyurmuştur. "Müslümanların elinde esir müslüman olursa, öldürülmekten kurtulur ve köle olur".

1897- Devlet başkanı esirleri taksim eder veya dağı­tırsa, artık öldürülmeleri haram olur.

Çünkü yaptiğıyla onlara eman vermiş olur. Paylarına düştükleri kişilerin mülkiyetine vermiştir. Mülk de sahibi gibi dokunulmaz olur.

1898- Ondan sonra yanlışlıkla kini onlardan Öldürürse, müslüman   kölelerden   öldürülenlerin   hükmünde   olduğu gibi, öldürdüğünün parasını Öder ve keffaret verir. Ama taksim  etmeden ve satmadan  önce öldürürse, kendisine birşey gerekmez.

Çünkü esiri elinde tutan kişinin mülkiyeti onda henüz gerçekleşmemiştir. Başkası onu öldürürse ona birşey gerekmez. Gerçi müslümanm sahipliğinden dolayı bu da mekruh görülmüştür. Bedir günü Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Sad'a kardeşinin öldürüldüğünü söylemeyin, yoksa, elinizdeki bütün esirleri öldürür.

1899- Muhammed   İbn   İbrahim   et-Teymi'nin   şöyle dediği zikredilir   "Bedir günü ganimetler bir araya top­landı, esirler onları alanların eline verildi ve düşmandan alman mallar onları Öldürenlere kaldı."

Böyle olmasının sebebi,Rasullulah (s.a.v) in daha önce ganimetten pay va­adinde bulunmasıdır. Şöyle buyurmuştur; "Kim düşmandan birini öldürürse eşyası onundur, kim bir esir alırsa onundur." Ama devlet başkanının böyle bir pay vadetmesi olmamışsa, alman bütün şeyler ortak ganimet olur.

1900- Devlet başkanı esirleri öldürmeyi uygun görür­se, onlara susuzluk ve açlıkla eziyet etmemesi lazımdır. Onları işkence etmeden öldürür.

Onların organlarını kesmemesi ve işkence yapmaması gerekir. Çünkü Ra­sulullah yaralı bir köpek de olsa organlarının kesilmesini yasaklamıştır.

Rasulullah bir yaz günü hava iyice ısındıktan sonra gördüğü Beni Kureyza hakkında şöyle buyurmuştur: "On­lara silahın ve günün sıcaklığını tattırmayın, serinle-yinceye kadar öğleden sonraya bırakın". Serinlemeleri için öğleden sonraya bıraktılar ve kalanları öldürdüler. Rasulullah hurma sepetlerinin onların önüne bırakmalarını emretti, onlar da eşeğin ısırdığı gibi hurmaları  ısırırlardı.

1901- Devlet başkanının esiri öldürmeyip salıvermesi yahut taksim etmeyip bırakması caiz değildir.

Çünkü esiri müslümanlardan sadece birine verip diğerlerinin haklarını iptal etmek istemesi doğru olmaz. Durum böyle olunca, bütün müslümanlarm esirdeki haklarını iptal ederek onu salıvermesi evleviyetle doğru değildir. Çünkü onu salıvermesi demek, tekrar müslümanlara karşı savaşmaya gitmesine müsaade et­mesi demiktir ki bu da mağlup ve tutsak olduktan sonra caiz olmaz.

1902- Yüce Allanın "Ondan sonra ya serbest bırakır veya fidye karşılığı salıveririsiniz" hükmünün "Müşrikleri öldürün" hükmü ile mensuh olduğunu belirtmiştik. Bedir günü Rasulullahın şair Ebu Azze'yi salıvermesi bu hük­mün neshedilmesinden önce idi.[18]

Nitekim uhud günü esir düşüp Rasulullahtan salıvermesini isteyince, Ra­sulullah red etmiş,ve "Araplara Muhammedi iki defa aldattım" demiyeceksİn, buyurmuş, sonra öldürülmesini emrederek öldürülmüştür.[19]

İmam Muhammed hadisin başka bir izahım yaparak şöyle demiştir:

RasuluIIah Araplardan putperestlerle savaşıyordu. Bunlar esir alma hükmünün dışında bulunuyordu. Esirler­den bazılarını serbest bırakmasının sebebi, onlarda müs-lümanlarm sabit olmuş haklarının bulunmamasıdır.

Biz de İslama girmeleri veya öldürülmelerinden başka seçenekleri olmayan putperest araplardan benzerleri ve mürted hakkında aynı görüşü benimsiyoruz. Bunlar müs-lüman olursa, hür olur, olmazlarsa öldürülürler.

1903- Devlet başkanı, esirleri serbest bırakmanın müs-lümanların daha çok yararına olduğunu görürse, bunda da bir sakınca olmaz. Çünkü Rasulullahın müslümanların esir tutup mescidin direklerinden birine bağladıkları Sü-mame İbn Essâl el-Hanefi'yi serbest bıraktığı ve ken­disine şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Şimdi ne ya­pacaksın ey Sümame? Şöyle dedi: Cezalandırırsan, suçiu-yum, salıverirsen, sana teşekkür ederim, mal istersen bende istediğin kadar var", dedi.

RasuluIIah onu Mekkelilerden desteği kesmesi şartıyla salıverdi. O da kesti ve Mekkelüer kıtlığa uğradılar. Bunun delili de devlet başkanının esirleri ve topraklarını serbest bırakma yetikisine sahip olmasıdır. Çünkü cizye ve haraç bakımından bunda müslüman­ların yaran bulunmaktadır. Müslümanların yararı bulunması halinde bunun caiz olduğunu anlıyoruz.

Cabir'in(r.a.) şöyle dediği rivayet edilir: Rasulullahla beraber Huneyn savaşma çıktık, öğleden sonra dinlenmek için bir yerde konakladık. RasuluIIah beni çağırdı. Gittim. Yanında bir adam oturuyordu. Rasulullah"Ben uyurken bu adam geldi, kılıcımı çekti ve şöyle dedi: Ey Muhammed, bugün seni elimden kim kurtarır? Allah, dedim. Tekrar sordu. Ben yine Allah, dedim. Sonra kılıcı yere bıraktı, işte oturuyor, dedi. RasuluIIah ona ne birşey söyledi, ne cezalandırdı.

Bunun izahı şudur: Kılıç elinden düşüp gerçek ona görününce adam müslüman oldu. Onun için RasuluIIah onu cezalandırmadı. Yahut RasuluIIah ona müslümanların desteğiyle değil, Allanın yardımı ile galip olmuş ve müslüman olmasını umarak serbest bırakmayı uygun görmüştür.

1904- Devlet başkanı  "Kim bir esir alırsa onundur." derse ve iki adamın elinde bir esir bulunup her biri ken­disinin olduğunu iddia ederse, ikisi onda ortak oiurlar. Çünkü hak etmede ikisi eşittir.

Ama onlardan biri kendisini yaralamış, diğeri de al­mışsa, bakılır. Şayet yürüyemiyecek kadar yaralanmışsa, yaralayanın olur. Çünkü onun bu yapağıyla esir tutulmuş olur.

Ama yaraya rağmen kaçabiliyorsa, o zaman yakalayan

kişinin olur.

Çünkü yaralayan kişinin yaptığıyla yakalanmış değildir. Av da bunun gi­bidir. Biri ona vurup yaralar, başkası da onu alırsa, alan kişinin olur.

Sad İbn Ebi Vakkas şöyle diyor: Bedir günü Süheyl İbn Amr'ı bacağından vurdum. Kan izini takipettim ve Malik İbn edDahşem'in yakaladığını gördüm. Başından saç kırpmıştı. Hakkında Rasullahın yanında hasımlaştık. RasuluIIah onu bizden aldı.

Rasulullahın onlardan alması, belirttiğimiz gibi, Bedir ganimetlerinin diğer ganimetlerden farklı oluşundandır. Çünkü ganimetler hakkında Rasullah mutlak yetki sahibi idi. Onlardan dilediğine verir, dilediğine vermez. Yahya İbn Ebi Kesir'in şöyle dediği zikredilir:

1905- Hasan el-Basri'ye sordum; Müslüman bir kimse müslüman bir esir satın alıp onda kâr etmesi uygun olur mu? Hayır, dedi.

Bizim de gorüşmüz budur. Çünkü müslünıan, esir de düşse, hürdür. Düşmandan satın alan kimse de ona malik olmaz. Böyle iken nasıl satıp kâr edebilir! Ancak esirin emretmesi olmaksızın satın almışsa, fidye olarak verdiği miktar sadaka olur ve onu serbest bırakması lazımdır. Ama satın almasını esir emretmişse, satın alırken ödedği parayı esirin kendisine ödemesi gerekir.

İstihsana göre böyledir. Kıyasa göre ise, bizzat şart koşmadıkça parayı kendisine geri vermez.

Çünkü emir, değişik amaçlar için olabilir. İyilik ve güzel ahlak örneği olması için emir yapılmış olabilir. Borç olması için yapılmış olabilir. Ancak burada borç olması katedilmişür. Çünkü bu durumda âdet böyledir. Tıpkı kendi malından kendi aile fertlerine harcamada bulunması İçin başkasına birinin emretmesi gibidir.

Bu meselede alimler ihtilaf etmiştir. Devlet başkanı bir hayvan yükünü müsadere etse ve yükün sahibi başkasına o malı kendisine Ödemesini emretse, alimlerimizden bazısı o malın kendisine ancak bir şartla sabit olacağını söyle­miştir. Çünkü mal emredenin üzerinde vacip değildi. Sadece o malda hasız-lığa uğramıştı. Başkasından zulmü, isteği üzerine gideren kişiye mazlum birşey geri vermez.

Ancak doğrusu, ona geri vermesidir. Çünkü düşmanlar, müslüman esirleri hapsetmekle zulmetmişlerdir. Onları satın alan kişi düşmanın zulmünden onları kurtarmış olur. Bununla beraber onların emriyle satın almışsa, ona ücretini geri vermeleri gerekir. Bİşr b. Galib'in şöyle dediği rivayet edilir:

1906- Hz. Hasan'a sordular; Doğan çocuğa ne zaman mirastan pay vermek gerekir? Doğarken ağlayınca, dedi.

Yani mirastan doğan çocuğa ne zaman verileceğini belirtiyor. Annesinden canlı olarak doğunca pay almayı hak eder.

1907- Esirin  kurtarılması  kendisine soruldu. Savun­duğu toprakta, dedi.

Yani savunduğu toprağın haracıyla kurtarılır. Çünkü esir alınmadan önce o toprağın halkını savunuyordu. Zararın kârın karşılığı olması için o topraktaki halkın kurtarması öncelikle olmalıdır. Haraç gelirinden kurtarılmasının sebebi ise, haracın, müslümanlann musibetleri ve muhtaçların ihtiyaçları için toplanmış olmasıdır. Müslüman esirin kurtarılması da o türden bir durumdur.

1908- Ayakta içecek içmenin hükmü soruldu. O da bir deveyi sağdı ve ayakta sütünü içti.

Bizzat yaparak bunda sakınca olmadığını göstermek istedi. Bu konuda babası Hz. Ali'ye uymuştur. Bazı kişilerin ayakta su içmeyi tasvip etmediklerini öğrenince Kufe'de mescidin avlusunda abdest aldı, sonra kabı alıp kalan sudan ayakta içti. Amacı da ayakta içmenin mekruh olduğu anlayışını red etmekti.

1909- Sıffîn günü Hz. Ali'ye bir esir getirildiği ve esi­rin ona "Beni öldürme" dediği, Hz. Ali de ona "Sabret, seni öldürmeyeceğim, ben Allahtan korkarım"  dediği ve silahını getiren adama verdiği kaydedilir.

Silahını getiren adama vermesi, düşmana k#rşı güçlü olması içindir. Savaş bitince o silah, adam yaşıyorsa kendisine, Ölmüşse, varislerine geri verilir. Bu aynı zamanda eş-Şa'bi'nin "Ali Cemel vakasına katılanlardan sadece silah ve atları ganimet almıştır" sözünün de açıklamasıdır. Aldığı bu mallan düşmanlarına karşı güçlenmeleri için arkadaşlarına yermiş, ama onlara mülk olarak vermemiştir. Çünkü müslümanın malı hiçbir şekilde müslümana ganimet olmaz.

Nitekim o ganimetlerden beştebir pay diye birşey de almamıştır. Taraftar­larının alman malları aralarında taksim etmesini İstctiğinde onlara "Hanginiz Aişe'yi alır?" demiştir. Yani bu mallan alamıyacaklanni belirtmiştir. Bundan da anlıyoruz ki silahı o kişiye vermesi, ihtiyacı olduğundandır. Onunla savaşıp savaş durduktan sonra sahibine geri vermesi içindir.

1910- Arap müşriklerinden bir topluluk yenilecek olur­sa, erkeklerinin ya İslama girmeleri ya da öldürülmele­rinden başka seçenek olmadığını belirtmiştik. Kadın ve çocukları ise fey' olup İslama girmeye zorlanamazlar. Ra-sulullah şöyle buyurmuştur:

"Müşriklerin büyüklerini öldürün, kadın ve çocuklarını

bırakın"

Bırakmaktan maksat köleleştirilmesidir. Yüce Aliah buyuruyor: "Kadınla­rınızı diri bırakırlar"

Bunların durumunun mürtedlerin durumu gibi olduğunu belirtmiştik. Mür-ted kadın ve çocuklar da düşman olduktan sonra köle olurlar. Ama erkekler İs­lama girmeye zorlanırlar. Çünkü islamın hükmü altına girmişlerdir. Ama arap put­perestleri İslama girmemişlerdir. Onun için köleleştirilen kadın ve çocuklan İslama girmeye zorlanamazlar.

1911- Erkeklerden k öl el eştir ilmesi caiz olanların zimmet ehli yapılarak cizye vergisine tabi tutulmaları caizdir. Ehli kitap ve Arap olmıyanlardan putperest olan erkekler gibi. KÖleleştirilmesi caiz olmayanlardan cizye almak da caiz ol­maz. Mürtedler ve Araplardan putperest olanlar gibi. Çünkü her birinde mal bakımından müslümanlarm bir yaran kafirin haya­tının bağışlanması vardır.

Bunun delili şu iki hadistir: Biri ez-Zuhri hadisidir. Şöyle diyor: Putperest Araplardan Rasulullahın cizye ka­bul ettiğini duymadık. Onlar için ya İslama girmek ya da öldürmek seçenekleri vardır.

Diğeri de Muaz hadisidir. Rasulullah Huneyn günü şöyle buyurmuştur: Araplardan biri için köleleştirme veya mevali olma mümkün olsaydı, bugün olurdu. Ama onlar için sadece fidye veya öldürülme vardır.

Fİdye hükmünün nesholduğunu belirtmiştik. İslama girmeyince öldürme hükmü kalır.[20]

1912- Esir alman kişi müslümanlardan birinin payına

düşse ve esirin yanında daha önce bilinen bir mal çıksa, payına düşen kişi o malı ganimete vermesi lazımdır.

Çünkü devlet başkanı ona esiri vermiştir, yanında olan malı vermemiştir. Çünkü bu mal devlet başkanı tarafından bilinmiyordu. Yöneticinin görevi de tak­simde adaletli olmaktır. Taksimde adelet de ancak bilinen ve açık olan şeylerde gerçekleşir.

1913- Ganimeti alanlar dağılmış ve sözkonusu kısmı da az olduğu için dağıtılması imkanı yoksa, miskinlere sa­daka olarak verir.

Çünkü onu sahiplerine ulaştırmak mümkün değildir. Buluntu mal gibi olup onu tasadduk eder.

Mekhul'un bu durumda olan biri için "Onu tasadduk et­mesinden daha iyisini bilmiyorum" dediği kaydedilir. Ab-durrahman b. Halid b.Velid'in böyle bir tutsağı, esir alan kişiye verdiği de rivayet edilir.

Bunun izahı şudur; Ona vermesinin sebebi, ganimeti taksim eden kişinin bunu bilmediğini bilmemesİdir. Ganimeti taksim eden kişinin onu verdiği esir ile beraber kendisine verdiğini sanmıştır.

1914- Bir adamın ganimetten bir cariye satın aldığı ve cariye o adama ait olduğunu görünce beraberinde bulun­durduğu bir süs eşyasını çıkardığı ve adamın bunu bilmi­yorum, dediği, bunun üzerine Sad İbn Ebi Vakkas'a gelip haber verdiği ve onu ganimetler arasına geri vermesini söylediği rivayet edilir.

Yine bir başka adam yıkanmaya gitmiş, yıkanırken su­yun altın bir külçeyi ortaya çıkardığını görmüş, bunun üzerine Sad'a gelerek durumu haber vermiş, o da müslü­manlarm ganimetlerine katmasını söylemiştir. Bizim de görüşümüz budur.

Esirin yanında olan mal ganimettir. Devlet başkanının sattığı sadece esirin kendisi olup malı satamaz. Onun için mal ganimet olarak kalır.

1915- Ordu ile beraber girenlerden kim darulhapte bir define bulursa, o  ganimettir.

Çünkü onu ancak müslümanlarm kuvveti sayesinde elde etmiştir.

1916- Esirlerden bir cariye adamın payına düşüp "Ben zimmi  bir   cariyeyim,  düşmanlar  beni   esir  almış,  daha sonra müslümanlar esir almıştır" derse ve bu ancak onun ifadesiyle bilinebiliyorsa, söylediği kabul edilmez.

Çünkü düşman ülkesinden esir alınınca cariye olmuştur. Cariyelikten kur­tulmasında onun söylediği kabul edilmez.

Söylediğinin doğru olduğu delil ile sabit olununcaya kadar onu mülk edinen kişinin onda tasarruf etemesiııde bir sakınca yoktur.

Çünkü her müslüman zahire uymakla mükelleftir. Aksi delil ile sabit olma­dıkça zahirden ayrılamaz. Hz. Hüseyin'in şöyle dediği zikredilir:

Bu olayı soran kişiye "Onunla yatma ve sat" diyerek onunla yatmamasının daha iyi olduğunu tavsiye etmiştir.

Onu adama helal görmediği için değildir. Zaten sat­masını emretmiştir. Yoksa onun idda ettiği gibi hür olarak kabul etseydi, satmasını enıretmezdi.

1917- Devlet başkanı müşriklerin bir toprağını fethe­derse, dilerse onun ve sahiplerinin beşte birini alır, geri kalan dört payını da mücahidler arasında paylaştırır. Ra-sulullahın  Hayber'de  yaptığı  gibi. Böyle  yaparsa  arazi öşür arazisi olur.

Çünkü müslüman haraç değil, öşür yükler. Zira onda sadaka anlamı bu­lunmaktadır.

Dilerse onu ve sahiplerini dağitmayıp haraca bağlar. Hz. Ömer'in Irak ve Şam topraklarında yaptığı gibi. Hz. Ömer'in bu uygulamasına ancak birkaç kişi muhalefet et­miştir ki muhalefetleri de kabul edilmemiş ve onlar aley­hine beddua ederek şöyle demiştir: "Allahım, beni Bilal ve arkadaşlarından kurtar". Ertesi yıla kadar hepsi Ölmüş­lerdir. Yani hepsi salgın hastalıktan öldüler. Bunu es-Siyeru's-Sağir'de belittik.

1918- Hz. Ömer'in Sad İbn Ebi Vakkas'a şöyle yazdığı belirtilmektedir. "Mücahidlerin ganimetleri aralarında pay­laştırmak  istediğini belirten  mektubunu  aldım. Ganimet olarak aldıkları silah ve atları hazır olan müslümanlar ara­sında paylaştır. Toprağı ve nehirleri ise, çalıştıran sahip­lerine bırak.

Bizim de görüşümüz budur. Bunlar sadece fetihten ve galibiyetten önce alınmış olanlardır.

Bu malların, toprak sahiplerinin elinden çıktığı kesinleşmiş olup müslü­manlar arasında bunun paylaştırılması gerekir.

Toprağın fethedilmesi ve sahiplerinin sahverilmesiyle bu hak iptal olmaz. Anneyi yavrusundan ayırmamaya bak!

Yani küçük yavruyu annesinden ayırma. Ganimetler arasında yavrusu için sızlayan bir cariye gördüğünde Hz. Peygamberin de böyle buyurduğu belirtil­miştir. Buna ne olmuştur? diye sorduğunda, çocuğu satılmıştır, cevabını alınca, şöyle buyurmuştur: "Anneyavrusundan ayrılmaz".

Hayızdan çıkıncaya kadar esir hiçbir kadınla kimse yat­masın.

Gebe kadınlara da doğumdan sonra hayız görüp temizleninceye kadar do­kunu İm amasını söylediği belirtilmiştir.

Müslümanlar için müşriklerden kimseye katiplik yap­tırma. Çünkü onlar rüşvet almakta dinlerine göre sakınca görmezler. Allahın dininde ise rüşvet yoktur." Bizim de görüşümüz budur.

Valinin müslüman olmayanlardan katip edinmesi yasaktır. Çünkü Yüce Allah "sizin dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin"[21]     buyurmuştur.

Zimmi ve müslümandan öşür alınmaz. Öşür ancak ül­kemizde izinle ticaret yapan düşmandan alınır, dedi. Bu tartışmalıdır. Hz. Ömer'in valilerine zimmet ehlinden yarım Öşür al­malarını emrettiği meşhurdur.

Yukarda söylenen rivayet doğru ise, o zaman anlamı şudur: Zimmet ehli ti­caret mallarından öşür menfuruna öşür verecekleri zaman sadece yarım öşür ve­rirler. Ticaret mallarından tam Öşür vermek ülkemizde ticaret yapan düşmanlar içindir. Ama zimmet ehli yarım Öşür vergi verir.

1919- Mücahidin şöyle dediği kaydedilir: Hangi şehir fethedilir ve taksim edilmeden önce halkı müslüman olur­sa, o halk hür olur.

Bunun izahı şudur: Bunlar mürted veya Arap putperestlerinden olursa ya­hut devlet başkanı onları topraklarında bırakıp kendilerinden haraç almayı uygun görürse, durum böyle olur.

Ama devlet başkanı onları ve topraklarm taksim etmek isterse, mağlup ve teslim olduktan sonra müslüman oldukları için köle olurlar. Müslmüman olmaları onları ölümden kurtarır ama müslümanlarm onlarda gerçekleşen haklanın iptal etmez.

Allah en iyi bilir.[22]

 

Ganimetleri Yüklendiği Ve Askerlerin Bindiği Hayvanlar, Darulharpte Ganimetlerin Taksimi Gibi Caiz Olan İşler

 

1920- Darulhapte devlet başkanının ganimetleri satma­sının ve taksim etmesinin caiz olmadığı, ancak müslüman-ların ihtiyaç duymalarından dolayı taksim edecek olursa kararının uygulanacağını belirtmiştik. İhtiyaç halinde beş­te bir payı ayrıldıktan sonra giyecek ve silahlar mücahid-ler arasında taksim edilebilir.

Çünkü taksime benziyen işi ihtiyaç halinde ganimet alınmadan Önce de yap­ması caizdir. O da ganimetten pay vadetmedir. Ganimet alındıktan sonra ve ih­tiyaç halinde bu taksimi yapması evleviyetle caiz olur. Zaten ganimetin tümünü taksim edememesinin sebebi, orduya katılma arzularının azalmaması ve gelecek destek kuvvetin paylarının kaybolmaması içindir. İhtiyaç halinde orduda hazır olanların durumunu gözetmesi evleviyetle olması gerekir.

1921- Esirlerin dahupharpte taksim edilmesine ihtiyaç olmaz. Zaten darulhapte onlarda hak kesinlik kazanmaz. Onun için devlet başkanının onları öldürmesi caizdir. Bu bakımdan darulislamda ihraz etmeden önce esirleri taksim etmesi doğru değildir.

1922- Ganimetleri üzerinde taşıyacak hayvan yoksa ba­kılır. Ganimetler arasında hayvanlar varsa, onlar üzerine yükler. Yoksa, orduda mücahidlerin yanında fazla hay­vanlar varsa onlara yükler.

Çünkü ganimetler onların hakkı, hayvanlar da onların hayvanlarıdır. Onlara yüklemek kendilerinin yararını gözetmek olur. Beşte bir payından dolayı bu en­gellenmez. Çünkü o da ganimet sahiplerinin hakkına tabidir. Yani onların gani­meti almasıyla beşte bir hakkı gerçekleşir. Satışta hükmün subutu asılda subutu gibidir.

Fazla hayvan bazıların yanında varsa ve kendi rızaları olursa, ganimetler onlara yüklenir. Ama rızaları yoksa, onları buna zorlayamaz.

Çünkü hayvanlar hususi kişilerin olup ganimetler hepsinindir. Hayvan sa­hibi olmiyanların yararını gözetmek, hayvan sahiplerinin rızası dışında hayvanlar yüklenmesini engeller. Zaten bazıların hakkı diğer bazıların hakkına bağlı değil­dir. Onun için askerlerin bazısını diğerlerinin hayvanlarına bindirmek isterse, rıza­ları dışında yapamaz. Ganimetlerin yüklenmesinin hükmü de bu şekildedir.

1923- Ganimetlerin   yüklenmesini   kabul   etmedikleri taktirde, yükü aralarında bölüştürmesi gerekir ki her biri kendisi için mümkün olan yolla payını yüklemenin yoluna bakar.

Zira ihtiyaç gerçekleşmiş olup bu durumda taksim etmiyecek olursa, ga­nimetleri terketmeye mecbur kalır. Bu da mücahidlerin hakkını tümden iptal eder.

1924- Orada bunları satın alan tacirler varsa, onları satmasında bir sakınca yoktur.

Çünkü bu durumda ganimeti taksim etmek caiz olunca, satmak da caiz olur. Zira her iki tarafın hakkının kesinleşmesine dayanan bir tasarrufu bu­lunmaktadır.

Satıştan sonra parayı ganimeti alanlar arasında taksim eder. Bu taksim işi darulhapten çıkıncaya kadar er­telenmez.

Çünkü satışın meydana gelmesiyle ganimeti alanların hakkı kesinlik ka­zanmış ve gelecek destek kuvvetin parada ortak olma imkanı kalmamıştır. Da-mlislamda ihraz ettikten sonra taksimi ertelemenin anlamı olmadığı gibi, satıştan sonra da değeri taksim etmeyi erlelemenin anlamı olmaz.

1925- Devlet başkanı ganimetleri sahipleri yerine be­lirli bir ücretle bir tüccara taşıtmak isterse, bir sakıncası olmaz. Taşıtma ücreti beşte bir payı ayrılmadan önce ga­nimeti alanlardan alıp öder.

Çünkü bu taşıtmada ganimeti alanların yararı bulunmaktadır. Büyük ve küçük baş hayvanları gütmek için ücretle birini kiralaması gibidir.

Çünkü ihraz etmeden ve taksim yapmadan önce o ganimetlerde bunların mülkü henüz mevcut değildir. Kiralamanın sıhhatine, beytulmalda olduğu gibi, hakkın ortaklığı değil, mülkiyetin ortaklığı engel olur.

Yük hayvanı olanlar zengin oldukları taktirde, kiralama

işinden razı olup olmamaları durumu değiştirmez.

Çünkü razı olmamaları güçlük çıkarmaları demektir. Halbuki bu kiralama işinde onların yararı bulunmaktadır. Çünkü bu kiralama olmadan yararları gerçek­leşmiş olmaz. Aynı zamanda ganimeti alanların da yararınadır.

Taşımayı red ettikleri taktirde güçlükler çıkarmış olurlar. Yargıç ise, güçlük çıkaranların engellemelerine bakmaz.İhtiyaç olması durumunda komutandan başka kişilerin kira ile bu işi yapması ve ücret ödemeye devam etmesi doğru ise, ihtiyaç halinde komutanın kira ile bu işi yaptırmsı evleviyetle doğru olur.

İhtiyaç halinde belirli bir müddet için bir gemi kiralama Örneği ile bunu açıklayalım; Henüz gemi denizde iken kira müddeti biter veya geminin sahibi ölürse, bu kira devam eder. Yine içinde su taşımak için belirli bir müddetle kaplar kiralama. Çölde geçilirken kira müddeti biterse, aynı durum olur. Aynı şekilde bir yerden başka yere malları taşımak için belirli bir süre ile hayvan kiralama ve çölden geçerken kira süresinin bitmesi durumu yahut hayvan sahibinin ölmesi de böyledir.

Bütün bu durumlarda süre bittikten sonra sözleşme yine başlar ve ölümden sonra hepsinde de misil ücret ödenir. Akdin devamı halinde ise, belirtilen ücret verilir. Bu durum ihtiyaçtan dolayı olur. Ganimetleri taşımak için ihtiyaç olması halinde de durum aynıdır.

1926- Ama devlet başkanı fazla hayvanı olan kişileri zorlamadan ganimeti taşıtabiliyorsa, o taktirde onları zor­lamaz.

Çünkü ihtiyaç meydana gelmemiş olur. Rasulullah buyuruyor: "Müslüman kişinin malı ancak rızası ile helal olur."

1927- Ganimet, yürütülebilecek esirlerden ise, onları yürütür ve hayvan sahiplerini mecbur etmez.

Çünkü bu durumda olsa olsa esirler yürürken yorulacaklardır. Bundan do­layı hayvan sahiplerini rızaları olmayan bir işe zorlaması caiz olmaz.

1928- Ganimet taşıtamıyor ve fazla yük hayvanı da bu-lanııyorsa, o zaman canlılar dışında ateşte yanan gani­metleri yakar, demir gibi ateşte yanmıyanı düşmanın göremiyeceği bir yerde gömer. Yürümeyen esir erkeklerin boynunu vurur. Kadın ve çocukları da kaybolacaklarını bildiği bir yerde salıverir. Hayvanları da keser, sonra ateşte yakar. Ganimetten canlı hiçbir şeyi yakması caiz değildir.

Çünkü canlı yakmak işkencedir ve organ kesmedir. Rasulullah bunu ya­saklayarak şöyle buyurmuştur: "Ateşte ancak Allah cezalandırır".

Netice olarak eline geçenler hakkında şu iki şeyi yapması gerekir: Müşrik­lerin ondan yararlanmalarını tamamen önlemek. Müslmümanların ondan ya­rarlarını gerçekleştirmek. Bu iki şeye gücü yeterse, yapar. Birine gücü yeterse, onu yapar. Burada da birini yerine getirmekten aciz olup diğerini yerine getirmeye gücü yetmektedir. O da müslümanlara karşı düşmanın ondan yararlanmasını

önlemektir.

Sonra, düşmanı zelil ve hakir etmekle görevlidir. Söylediğimiz bütün bu işlerde düşmanı kızdırmak ve zelil etmek vardır. Kadın ve çocukları kaybola­cakları yerde bırakmakla onları kendisi telef etmiş olmaz. Sadece meskun yere taşıyarak onlara iyilikte bulunmamış olur. İyilikte bulunmamak kötülük yapmak değildir.

Nitekim çölde bir kadın veya çocuk görüp onu meskun yere taşıyabildiği halde taşımazsa, onun bedelini tazminat olarak ödemesi gerekmez. Müslümanların hayvanları ve ağır gelen eşyaları için de aynı şeyi yapar.

1929- Bir adam darulislamda üzerinde cihad etmek için bir hayvan satın alır, sonra darulhapte onda bir kusur gör­se, bakılır. Satan kişi orduda onunla beraber bulunu­yorsa, muhakeme olur ve geri verir.

Çünkü kusurun gizlenmesi suretiyle o kişi tarafından haksızlığa uğramış olur. Ondan hakkını alabilir.

Ama hazır değilse o hayvana binmemesi gerekir. Da-rulhapten çıkarıp geri vermek için beraberinde sürüp ge­tirir.

Çünkü kusuru gördükten sonra binmek, ona razı olmak demektir. Bundan sakınması lazımdır.

1930- Ama   su   vermek,  yemlendirmek   ve   yemlerini üzerinde taşımak için binmesi caiz olur ve ona razı olduğu anlamına gelmez.

Çünkü geri verebilmesi için onu yedirmesi ve içirmesi lazımdır. Olabilir ki bunu yapmak için binmesi gerekir. Bu da ona razı olması demek değildir. Ama kendi ihtiyacı için binmesi veya eşyasını yüklemesi ona razı olması demek olur. Çünkü onun mülkünden yararlanma sayılır ki ona razı olduğunu ifade eder.

1931- Bu durumda başka bir hayvan bulması veya bul-maması aynıdır.

Çünkü satanın hakkı konusunda özrü muteber değildir, İhtiyacı için bin­mesi de razı olduğunun delili olur. Sanki razı olduğunu açıkça belirtmiş gibidir.

1932- Devlet başkanına gelip durumu bildirse ve devlet başkanı ona binmesini söylerse, o da devlet başkanının emriyle binerse, sahibine geri veremez.

Çünkü devlet başkanından aldığı emirle binen kendisidir. Emir vermeden önce binmeyebilirdi. Kendi isteğiyle emre itaat ederek bindikten sonra hüküm

değişmez.

1933- Helak olmasından korkarak devlet başkanı onu binmeye zorlarsa ve binmesinden dolayı hayvanda bir ku­sur meydana gelirse, cevap yine aynı olur. Tıpkı henüz elinde iken semavi bir musibetle kusurlu olması gibi. Ama binmekten dolayı bir kusur meydana gelmemişse, daha önceki kusurundan dolayı geri verebilir.

Çünkü zorlama halinde zorlanan kişi o işi yapmamış gibidir. Zorlama Ö-lümle tehdit şeklinde olmuşsa, zorlanan kişi zorlayanın elinde bir alet gibi olur. Hapsetmek ve bağlamak suretiyle olmuşsa, o taktirde de rıza ortadan kalkar. Bin­dikten sonra geri veremeyişinin sebebi, razı olduğuna dair delilin bulunmasıydı. Zorlama altında binmekle bu delil yok olunca, hayvanı geri vermesi mümkün olur.

1934- Onu zorlamadan sadece  "Bin, ondan sonra da verebilirsin" derse, o da binse, artık geri veremez. Devlet başkanının bu sözü de geçersiz olur.

Çünkü şeriatın hükmüne aykırı bir fetvadır. Kendi verdiği bir hüküm değildir. Çünkü hüküm hasım İki tarafı gerektirir.

1935-  Ondan sonra bir yargıca şikayette bulunsa ve yargıç komutanın ona söylediğini göz önünde bulundu­rarak içtihad yolu ile kusurdan dolayı geri verdirse, daha sonra önceki yargıcın görüşünün yanlış olduğunu düşü­nen başka bir yargıca götürürlerse, birinci yargıcın kararı uygulanır ve red edilmez.

Çünkü birinci karar içtihad konusu olan bir konuda verilmiştir. Yani bir iç­tihad sonucudur. Yöneticiye itaati gerektiren hükümler, ata binmesinin kusura razı olduğunu göstermez. Yani kusura razı olduğu için değil, uluemre itaattan dolayı binmiş sayılır.

1936- Komutanın "Geri verebilirsin" demesi, binmesi durumunda  kusura  razı  olduğu  gibi  bir  delili  geçersiz kılmaktadır.

Çünkü delil, aksi belirtilmediği zaman muteber olur.

1937- Kusurlu hayvanı geri vermek mümkün olmazsa, bakılır. Bu, alanın razı olduğunu gösteren delilden dolayı olursa, kusur payını geri vermez. Meydana gelen bir ku­surdan dolayı ise, mesela zorlayarak binmiş olması gibi, satanın geri verilmesine razı olması dışında, kusur payını geri verir.

Çünkü razı olduğunun delili, sarih delil gibidir. Kusura razı olması için açıkça zorlama yapmışsa, red ederken hakkı kaybolmaz. Razı olduğuna dair delil olacak şeye zorlanmasında da durum budur. Razı olması sözkonusu değilse, o zaman kusurun dikkate alınması kalır. Bu da kimsenin eliyle meydana gelmiş değildir. Satıcı geri vermesine razı olduğu taktirde, alıcı kusur noksanıyla geri vermesini sağlar.

1938- Müslümanların aldıkları ganimetler arasında içindeki yazının Tevrat, İncil, Zebur veya Küfür şeyler olduğu bilinmiyen bir cilt kitap bulunsa, devlet başka­nının onu müşriklere satması doğru olmaz. Çünkü onunla tekrar sapma ve küfürde ısrar etmelerine sebep olabilir. Bunu yapmak da caiz değildir. Bir müslünıana satması da caiz değildir.

Çünkü onu kendilerine tekrar satması ve sapmalarına sebep olması ihtimali bulunmaktadır.

Ganimeti alanlar arasında da taksim edilmez. Çünkü payma düşen kişinin de onu tekrar müşriklere satması ve bu se­bepten küfürde ısrarlarına y olaçması muhtemel olabilir. Ateşte de yakmaması lazımdır.

Çünkü İçinde Allanın kelamından bir şeylerin bulunması mümkündür. Ate­şte yakmak ona değer vermemek olur.

Hz. Osman'ın halkı birtek Kur'an üzerinde birleştirdiği zaman diğer Kur'-an nüshalarını yaktığı haberi doğru değildir. Aksine Allah'ın kitabına olan son­suz saygısı, gece gündüz okumaya devam etmesi, bu konudaki rivayetin asılsız olduğunun delilidir.

Ganimet olarak alınan nüshaya bakılır. Kağıdı değerli ise, yazı silinir ve kağıt ganimet olarak kalır. Kağıdı de­ğerli değilse, yaprakları su ile yıkanıp yazısı giderilir ve yapraklar istenirse ateşte yakılır.

Çünkü yazısı kalmaz. Hatta içindeki yazı su ile silindikten sonra yaprak­larının yakılması müşrikleri kızdırabilir. Bunda da bir sakınca yoktur.

Yazısı silinmeden önce toprağa gömmek doğru olmaz. Çünkü müşrikler onu arayıp çıkarabilirler. İçindekilerle amel edip sapık­lıklarında fazla ısrar edebilirler.

Ancak müşriklerin onu arayıp bulmalarından emin olunursa, toprağa gömmesi caiz olur. Bu da yapraklan yırtılan Mushaf in temiz bir yerde gömül­mesinin caiz olduğunu söyleyen ashabımıza delil teşkil etmektedir; Ne varki su ile yazıyı silmek yolların en güzelidir.

Müslümanlardan güvenilir ve müşriklere satmıyacağı kesin olan biri satın almak isterse, ona satılabilir.

Çünkü değerli bir maldır. Onun için satılması caizdir. Zaten satılmasının mekruh olması fitne korkusundandır. Bu durumda fitne korkusu kalmamaktadır. İçki yapmıyacağından emin olunan kişiye meyve suyunu satmak gibidir.

Üstadlanmız şöyle demektedir: Müslümanın bulacağı Batınıyye ve sapık fırka mensuplarının kitapları hakkındaki hüküm de bu şekildedir. Bu kitapların sapıklık ehlinin eline geçmesi ve onunla sapıklığın devam etmesi korkusu varsa, onlara satılması yasaklanır. Bu konuda söylediğimiz uygulama yapılır.

1939- Ganimetler arasında altın veya gümüşten haç ya­hut heykeller yahut üzerinde heykel resimleri bulunan di­nar veya dirhemler bulunsa, devlet başkanının bütün bun­ları kırıp külçe haline getirmesi lazımdır.

Bu şekliyle satsa veya taksim etse, esir düşen ve köleleştirilen kimi müşrikler tapmak veya takmak maksadıyla alan veya payına düşen kişiden onu aşın bir ücretle satın alabilir. Heykel ve haçların kırılmasıyla devlet başkanı böyle birşeyin önüne geçmiş olur.

Muaviye'nin böyle şeyleri satılması için Hindistan'a gönderdiği rivayetini İmam Muhammed'in Kitabu'l-îkrah'ında belirttiğine göre, Mesruk, yadırgamış ve uzak görmüştür. Sözkonusu rivayetin izahını Şerhu'l-Muhtasar'da belirttik. Dinar  ve  dirhemlerin  külçe haline getirilmeden  önce

taksim edilmesi ve satılmasında bir sakınca yoktur.

Çünkü bunlar giyilıniyen ve takılmayan şeylerdir. Sadece alış verişlerde kullanılır. Nitekim müslümanlar, üzerinde taçlı kıral heykeli resimlerinin bu­lunduğu yabanet paralarla alış veriş yapmaktadırlar. Onlardan kimse bu işten çekinmemektedir. Böyle birşey giyilip takılan veya Allahtan başka tapılan şeyler için yasaktır.

1940- Bir karakolda bir çalgı aleti bulmaları halinde de hüküm şudur:  Devlet başkanının o aleti kırması, sonra satması veya odun olarak taksim etmesi gerekir. Ancak odun olarak kullanacağı ve haram bir şeyde kullanmaya­cağı bilinen güvenilir bir müslümana satmasında bir sa­kınca yoktur.

Çünkü yararlanılan bir maldır. Şeriatın mubah gördüğü bir yolla ondan ya­rarlanılması için satılması caizdir.

1941- Ganimetler arasında bulunan av köpeği, arslan ve kartal gibi hayvanların  ganimet olarak  müslünıanlar arasında taksim edilmesinde bir sakınca yoktur.

Çünkü değeri olan bir mal olup şeriatın Öngördüğü şekilde mubah bir yolla ondan yararlanmak caizdir. Onun için alimlerimiz bu şeylerin satışını caiz görmüşlerdir.

Bunun delili de ibrahim (en-Nehai) hadisidir; şöyle diyor: Rasulullah yerleşim biriminin kenarlarında bulunan ev sahibinin köpek edinmesine izin vermiştir.

Yani evini beklemesi için izin vermiştir.

Köpek, kediye benzetilmiş olup kedinin satışı caizdir.

Çünkü kendisinden yararlanılan bir hayvandır. Eti yenmiyorsa da, köpek yarar sağlıyan bir varlıktır.

1942- Gazilerden darulhapte kim sahipsiz arslan, kartal

veya doğan bulup darulislama çıkarırsa, ganimete ilave edilir.

Çünkü çıkarıldıktan sonra bunlar korunan ve sahiplenilen mallardır. Bun­ları almış olduğu yere de ancak müslümanlann kuvveti ile ulaşmıştır. Onun için bunları ganimete İlave etmesi lazımdır.

Sanki bazı müşriklerden almış gibidir.

Darulharpte bir define veya maden bulup ondan mal çıkarması olayı gi­bidir.

1943- Aynı şekilde darulharp olan bir denizden anber, inci gibi şeyleri çıkarıp getirse, onları da ganimete ilave etmesi lazımdır.

Çünkü o yere ancak müslümanlann kuvvetiyle varmıştır.

1944- O yerden alacağı balıklar da ganimettir.

Ancak balıklan kendisinin ve arkadaşlarının yemesinde bir sakınca yoktur. Ganimet yiyeceklerde olduğu gibi.

1945- Yine ganimet olan pars, köpek ve kartal gibi hayvanlarla  avlanacak  olsa, avladığı  şeyler  de  ganimet olur.

Ancak diğer ganimet yiyecekler gibi avdan yemelerinde bir sakınca olmaz.

1946- Şam ehli ganimet olarak alınan şeyin düşmanın mülkü olması ve olmamasını ayrı ele alırlar. Düşmanın mülkü olmayan şeyin alan kişiye ait olacağını söylerlerler. Çünkü peygamber efendimizin   "Av, avlıyanındır"  sözü­nün zahiri bunu gerektirir, derler.

Nitekim ganimet. Allah sözünün üstün tutulduğu ve dinin yüceltildiği bir amaçla düşmandan alınan malın adıdır. Bu da müşriklerden galebe ve kuvvet yolu ile alınan maldır. Ama insanlar arasında değersiz olan ve kuvvetle alınmayan şey­ler ganimet olmaz. Bu ölçü ile halk arasında kiymetsiz olan şeylerle altın, gümüş, inci, anber gibi kiymetli olan şeyleri birbirinden ayırmaktadırlar.

Nitekim darulislamda bulunan ot, odun, av gibi kiymetsiz şeylerden beşte bir pay alınmaz. Ama altın, gümüş gibi madenlerden çıkarılan kiymetli şeylerden bu pay alınır. Balığın aksine, inci ve anber de bu şekilde kiymetli maldır. Ama biz diyoruz ki darulhapte askerin gücü sayesinde

alınan herşey ganimettir. Sahipli olan ile sahipsiz olan

mal bunda aynıdır.

Çünkü darulharp düşmanın hakim ve sahip olduğu yerdir. Onların hakim ve sahip olduğu yerde bu şeyleri almak onları kızdırmak demektir. Bu alış askerin gücü sayesinde olmuşsa, o zaman hükmü ganimetin hükmü gibi olur.

Nitekim mücahidler düşman dağlarından yakut ve turkuvaz gibi mallar çıkarsalar, bunlar ganimet olurlar. Halbuki müslüman kişi bunları darulislam dağlarından çıkarsa, ona beşte bir pay düşmez. Çünkü Rasulullah "taşın zekatı yoktur" buyurmuştur. Bunların tümü taştır. Sadece bazısı bazısından daha par­laktır. Bundan da anlıyoruz ki darulharpte bulunup çıkarılanlar darulislamda bu­lunanlar gibi değildir.

1947- Mücahid ganimet olan bir köpek, pars veya kar­tal ile avlanmak isterse, mekruh olur.

Çünkü ihtiyaç olmaksızın ganimet olan bir maldan yararlanmaktadır. Ga­nimet hayvana binmek ve elbiseyi giymek gibidir.

Av  için  gönderdiği hayvan  gidip  gelmezse, tazminat ödemez.

Çünkü göndermekle onu tüketmiş sayılır. Ganimetten darulharpte kim

birşey tüketirse, tazminat ödemez. Ama komutanın izni dışında yapmışsa, tedip edilir.

Bu da onun gibidir.

1948- Ganimetler arasında üzerinde "Allah için vakif-tır" yazılı bir at bulunsa, bakılır. Bunu müslüman askerle­rin karargahında veya müslümanlara ait olduğu galip zan ile sanılacak şekilde karargahın yakınlarında bulmuşlarsa, bu at buluntu(iukata) hükmündedir ve teşhir edilerek sa­hibi aranır .Tıpkı darulislamda bulunması gibi. Üzerindeki alametten dolayı vakıf olmaz.

Çünkü alamet sağlam bir hüccet değildir. Nitekim bununla ne mülkiyeti ne de sahipliği hak ediyor.

Ama onu darulharpte düşmanın elinde ve düşmana ait olduğu sanılacak bir şekilde görseler, diğer ganimetler gi­bi bu da ganimet olur.

Çünkü bu alametle bir şey hakkında hüküm sabit olmaz. Varlığı yokluğu gibidir. Olabilir ki düşman, müslüman ileri gözetleyicilerini aldatmak için böyle bir şey yapmıştır. İhtimal da hüccet olmaz.

Delili de şudur; Böyle bir at darulislamda adamın elinde olup satmak ise-terse, bu alametten dolayı satması engellenemez. Bu da gösterîyorki alamet ah­kamda hüccet olmaz.

Ancak müslümanlardan bir cemaat bu atın vakıf at­lardan olduğuna şahitlik etse ve elinde bulunan adam ha-zır olsa, devlet başkanı taksimden önce de, sonra da ona geri verir.

Çünkü vakfı caiz görenlere göre vakıf at da hükümde vakıf gibidir, satıl­maz, bağış yapılmaz, miras kalmaz, ne müşriklerin ne de onlardan geri alan müs-lümanların malı olur. Elinde tutan ve bakan kişiye geri verilmesi lazımdır. Payına düştüğü kişiye de beytulmaldan kıymeti ödenir. Devlet başkanı satrmşsa, satın alan kişiye de ücreti geri verilir. Bunun hükmü, ordudan geri kalıp düşmanın esir aldığı ve sonra müslümanların kurtardığı kişinin hükmü gibidir.

Ebu Hanife'nin görüşüne göre ise, bunun hükmü, müşriklerin elegeçirdiği müslümanların diğer atlarının hükmü gibidir.

Çünkü Ebu Hanife'ye göre bu, satış ve miras yolu ile mülk olabildiği gibi, ganimetle de mülk olabilir.

1949- Devlet başkanı ganimetleri darulislamda taksim edip beşte bir payı ayırdıktan sonra düşman saldırıp ayrı­lan bu payı ele geçirse, sonra müslümanlar tekrar onlar­dan alsa, taksimden önce tanındığı ve bilindiği taktirde, önceki gibi beşte bir pay olarak ayrılır.

Çünkü beşte bir pay sahiplerinin hakkı onda kesinleşmiştir. Ganimetin diğer dört kısmında ganimet sahiplerinin hakkının kesinlik kazandığı gibi. Ganimet   olarak   alanlar   arasında   tanınmayıp   taksim

edilse, onlara ait olur.

Çünkü devlet başkanı beşte bir pay sahipleri için mücahitlerden onu para ile satın alacak olursa, sahiplerinin yararı olmaz.

1950- Taksimden önce satmış ve sonra beşte bir pay­dan olduğunu anlamışsa, bakılır. Şayet değeriyle veya de­ğerinden fazla ücretle satmışsa, satınalan kişiye ait olur.

Çünkü onun elinden alacak olursa ücretle geri alacaktır. Bunda da beşte bir pay sahiplerinin yararı olmaz.

Ama değerinden aşağı bir ücretle satmışsa, o zaman değeriyle geri alabilir.

Çünkü burada almak beşte bir pay sahiplerinin yararmdadır. Değerini o paydan verir ve geri kalanı sahipleri arasında paylaştırır.

1951- Müslümanların deniz sahilinde bulduğu mallar yahut fırtınanın karaya oturttuğu ve içinde mal bulunan bir gemi bulunsa, bakılır; Bulunan yer düşman ülkesi ise, bu mallar fey'olur ve beştebir payı alınır. O mal müslü­manların veya müşriklerin kullandığı mal olması aynıdır. Çünkü o yere ancak ordunun kuvvetiyle varmışlardır. Onun için alınan

şeyler ganimet olur. Bu malın müslümanların eşyasından olması onu ganimet ol­maktan çıkarmaz.

Onu kalelerinden birinde bulmuş gibidirler.

Düşmanın bu malları müslüman tacirlerden satın almış veya zorla onlardan almış ve ele geçirmiş olmaları akla gelebilir.

1952- Malı, sahilin müslümanlara ait olan bir yerinde bulsalar, hükmü buluntu malın hükmü gibidir. O malın müslümanlarm veya gayri müslimlerin kulladığı mallardan olması aynıdır. Ama zaıını galiple düşmana ait olduğuna kanaat getirilse, o taktirde beşte bir payı alınır ve geri kalanı mücahidlere ait ganimet olur.

Çünkü o yerin üstünde bulunan şeyler, altında bulunanlar hükmündedir.

1953- Darulharp olan bir yerden bir define çıkarsalar, ganimet olur.

1954- Darulislamdan  bir  yerden  çıkarsalar,  çıkarılan şeyden beştebir payı alınır ve geri kalan çıkaran kişiye ait olur.  Bulunan  şeyler  ister  yabancı  paralar  olsun, ister başka şey olsun, aynıdır. Ama bunu düşmanın koyduğu kanaati hasıl olursa, o taktirde durum değişir.

Çünkü hakikate göre hüküm vermek mümkün olmayan yerlerde zahire gö­re hüküm verilir. Başka bir delil ile ispatı mümkün olmayan şeylerde zannı galip kesin bilgi gibidir.

1955- Müslümanlar darulharbe girdikten sonra onlara silah   ve   malların   gömülü   bulunduğu   düşman   kabirleri gösterilse, kabirleri açıp içindeki mallan çıkarmalarında bir sakınca olmaz. Yiğitlerini silah ve kişisel eşyasıyla gömmek bazı düşmanların adetierindendir. O şeylerin çı­karılması da müslümanlarm yararınadır. O silahlarla düş­mana karşı savaşırlar. Sonra, kabirlerinin mahremiyeti ev­lerinin mahremiyetinin üstünde değildir. İçindeki malları almak için evlerine saldırmak ve girmek caiz olunca, ka­birlerine girmek ve eşyasını almak da caiz olur.

Çünkü bu mallar kayıp mallardır. Malların gömüldüğü yer de kabir değil, define olur. Fakat Ölülerin kefenlerini soymak için kabirleri açmaları bundan farklıdır. Çünkü ölünün kefeni kayıp mal değil, ölünün ihtiyacı için yapılmış bir harcamadır.

Bu mallardan kim birşey çıkarırsa, o ganimet olur ve

beştebir payı alınır. Çünkü oraya ancak müslümanlarm

kuvveti ile ulaşabilmiştir.

1956- Kamçı, ayakkabı, ip gibi mü si umanların veya müşriklerin düşmüş mallarından bulunan şeylerden zengin kişilerin yararlanması helal olmaz. Ancak müşriklerin mallarından ise, ganimet olur.

Müslümanların malı ise buluntu mal olur. Bulan kişi o şeye muhtaç ise, ondan yararlanır, sahibinin ortaya çık­ması halinde eşyadan eksik olan miktarı tazminat olarak öder. Tıpkı o mal darulislamda bulunmuş gibidir. Kitabu'l-Lukata'da kaydedildiğine göre, İbn Mabed ed-Dabbî'nin hadi­sinde olduğu gibi kamçı ve benzeri şeylerde ruhsat vardır, denilirse, şöyle deriz: Bu durum kiymeti olmayan ve yitirdikten sonra sahibinin aramadığı kırık kamçı ve benzeri şeyler içindir. Ama kiymeti olan ve sahibinin atmayıp kaybettiği bir mal ise, buluntu mal hükmündedir.

Nitekim Rasulullahm "İğneyi ve ipliği geri verin" demesi üzerine, ona falan kişi iki terlik askısı aldı, denildi. O da bunun üzerine "Ateşten iki askı" dediği ha­disini biliyoruz. Bu hüküm ganimet olarak alınmış şeyler hakkında böyle ise, müslümanlarm malt olan şeyler hakkında nasıl olacağını düşünün!

Yalnız bu meselede başka şekilde düşünenler de vardır. Bunlar da Şam eh­lidir. Bunlar kamçı ve benzeri şeyler için ruhsat tanırlar. Ancak onların bu görüş­leri şöyle tenkid edilmiştir:

Acaba çaldığı taktirde eli kesilecek olan on dirhemlik bir kamçı olsa da ruhsat olur mu? Acaba bu nitelikte yirmi kamçı olsa, olur mu? Anlıyoruz ki sakıncası olmayan şey sahibinin aramadığı ve değer taşımayan şeydir. Çekirdek, nar kabuğu, deve tersi, ölü kayun derisi ve benzeri şey­ler. Ama sahibinin aradığı bilinen şey buluntu mal gibidir.

1957- Sahibinin terkettiği zayıf hayvanı biri alıp çı­karsa, geri vermesi lazımdır. Sahibinin attığı kamçı me­sabesinde sayılmaz.

Hepsinde kıyas aynıdır. Ancak kamçı hakkında istihsan yaptık. Çünkü sa­hibi kendi isteğiyle atmıştır. Onu taşıyabilirdi. Ama atı istemediği için bırakma­mıştır. Sadece çıkaramadığı için terketmiştir. Bununla da onun mülkü olmaktan çıkmaz.

Mesela adamın çıkarmaktan aciz olduğu hasta bir cariyesi olsa, biri onu alıp çıkarsa ve güzel bir tedavi ile iyileştirse, acaba onu mülk edinme yollarından biriyle mülk edinmeden onunla yatabilir mi? Bu ve benzerinden dolayı hayvan hakkında kıyasa gittik.

1958- Hayvanı elinde tutan kişi, sahibine "Onu bırak­tığın zaman, kim alırsa onundur" dedin derse, sahibi ise bunu red etse, yemin ettirilerek sahibinin söylediği kabul edilir. Alan kişi delil gösterir veya sahibi yemin etmeyi kabul etmezse hayvan alan kişiye teslim  edilir. Sahibi böyle söylerken alan kişinin hazır olup olmaması aynıdır. Rivayet ettiğimiz hadiste Rasulullah hediyeler hakkında şöyle buyurmuştur: "İsteyen bir parça ayırır". Bu tür meselelerin açıklaması daha önce geçti. Bağış yapılan şey bağış alan kişinin yanında düzelip sağlığına kavuştuktan ve güçlen­dikten sonra bağışlayan kişinin geri alma hakkı yoktur. Çünkü meydana gelen ilave ve gelişme, bağış yapılan şeyi geri almağa engel olur. Allah en iyi bilir.[23]

 

Yanılma Meydana Gelen Ganimetlerin Taksimi

 

1959- Ganimetleri taksim eden kişi mücahidler arasın­da ganimetleri taksim ederken her birine ganimetten bir çeşit vermek isterse, maliyette dengeyi bozmamak üzere, caiz olur.

Çünkü ganimeti alanların hakkı malın kendisinde değil, kiymetindedir. Ni­tekim ganimetleri satıp kiymeti aralarında taksim edebilir. Bu nevi taksimde gözönünde bulundurulması gereken, mücahidler arasında adalet ve dengenin gerçekleşmesidir.

1960- Ancak miras kalan ve satın alman ortak malda durum böyle değildir. Bu malda cins farklılığı varsa, o zaman bu şekildeki taksim caiz olmaz.

Çünkü bu mallarda ortaklık malın kendisindedir. Nitekim malı satıp parasını taksim etmek, tarafların rızası olmadıkça, caiz olmaz. Şöyle ki, bu mal­larda herkes malın bütün cinslerinde ortaktır. Onun için kim azad etmek isterse, onun payında kararı yerine getirilir. Böylece bütün cinslerde bedel karşılığı gerçekleşmiş olur.

1961- Ama burada taksimden önce ganimeti alanların mülkü yoktur. Onun için kimileri esirlerden bazısını azad edecek olursa, yaptığı yerine getirilmez. Mesela biri ca­riye ile yatıp ondan çocuk doğacak olursa, onun ümmül-veledi olmaz ve ondan neseb de sabit olmaz. Sadece şüp­heden dolayı had cezasına çarptırılmaz.

Burada mülkiyet, herkesin ilk olarak alacağı şeyle baş­lar. Onun için alacağı bu şeyde tek cins ile değişik cinsler aynıdır.

Ganimetten bir adamın payına bir cariye düşse, o da müşriklerin kendisini zorla aldıkları zimmi ve hür oldu­ğuna dair delil getirirse, bakılır. Şahitleri zimmet ehlinden ise, şahitlikleri kabul edilmez.

Çünkü bu şahitlik bir müslüman hakkında ve mülkiyetinin iptali için yapılmaktadır.

Ama şahitleri müslüman kişiler ise, şahitlikleri kabul edilir ve hür olduğuna karar verilir.

Kıyasa göre kaybetmiş olduğu payını askerlerin yapından alır. Miras tak­siminde olduğu gibi. Varislerden biri payını alamadığı zaman onu bütün ortakların payından alır. Ancak istihsana göre durum şöyle olur:

Devlet başkanı adamın payına düşen cariyenin kiyme-tini beytulmaldan Öder ve yapılan dağıtımı bozmaz. Sahibinin ölmesiyle hür olacağı bilinen (Müdebber) veya onun ümmülveledi olduğuna dair delil olduğunda da durum aynıdır.

Sözkonusu adamın payını askerlerin paylarından almak zordur. Çünkü çok olup memleketlerine dağılmışlardır. Zor olan da imkansız gibidir. Diğer taraftan za­rara uğrayan kişinin zararını gidermek vaciptir. Bu da kıymetin ancak beytulmaldan ödenmesiyle olur. Çünkü böyle bir şey müslümanların başına gelen musibetlerden sayılır. Diğer taraftan ganimetten .taksimi imkansız birşey kaldığı zaman o da bey-tulmala verilir. Bir zarar karşılama icabettiği zaman da beytulmaldan karşılanır. Zira zarar, yarar karşılığıdır. Zaten bu, devlet başkanının müslümanlar hakkında işlediği hatadır. Bunun telafisi de müslümanların beytu İmal inden olur.

1962- Aynı şekilde, beytulmala açıkça zarar gelmiye-cek şekilde iki, üç ve buna yakın cariye hür olduğunu is­pat ederse, kiymeti böytülmaldan karşılanır. Yine taksim sırasında bir veya iki kişi unutulursa, onların da payları beytulmaldan verilir.

Ama bin ve daha yukarı kişinin zimmet ehlinden olduğuna dair delil göste­rilip yargıç hür olduklarına karar verse, pay alamıyanların zararını beytulmaldan almalarını isteyemez. Onun yerine onlara "Askerlerden bana getirebildiklerinizi getirin, ganimetten paylarınız için onlarla ortak edeyim" der.

Çünkü hakkı koybolanın zararını telafi etmek vacip olduğu gibi, bütün müslümanların da zarardan korunması lazımdır. Hak alacakların çokluğu halinde zararın beytulmaldan ödenmesi, bütün müslümanların beytulmaline zarar vermek olur. Belki de ödenecek miktar beytulmalın çoğunu veya tümünü bitirecektir. Hatta fazla bile olabilir. Onun için alacaklı az kişi olduğu zaman istihsana göre hüküm verilmiş, ama alacaklı çok sayıda olduğunda kıyasa dönülmüştür.

1963- Ganimetten fazla aldığı tesbit edilen kişinin pa­yından fazlalık geri alınır ve askerlerin paylarına eklenir. Beştebir payı da fazlalıktan alınır ve taksim henüz yapıl­mamışsa, sahiplerine verilir. Taksim yapılmışsa, onların paylarını zekat mallarından verir. Beytulmalda zekat mal­larından birşey yoksa, gelecek mallardan ödenmek üzere borç olur.

Çünkü beşte bir payı olarak verdiği ve başkalarına pay olarak dağıttığı şeylerde onların hakkı sabit olmuştur ve paylarına düşen kısmın başka yerden sağlanmasıyla ancak bu hak yerine gelir. Aksi halde hakları devam eder.

1964- Ganimet alanlardan büyük bir topluluk getirip devlet başkanına "Dağıttığın ganimetlerde bizi onlarla eşit kıl, çünkü şer'an biz ve onlar eşitiz" derlerse, devlet baş­kanı böyle bir şeyi yapamaz. Sadece getirdikleri kişilerin aldıkları paya bakar ve onlara da eşit olacak şekilde verir. Çünkü devlet başkanının  taksim suretiyle yaptığı temlik her biri için

gereçekleşmiştir. Bundan kesin bir sebeple iptal olacak kısmı ancak iptal edebilir. O da alacakların alacağı kadarıdır. Bunun dışında kalanı ganimeti alanların elinde olup onlardan almaları sözkonusu değildir.

1965- Ama aralarında paylaştırılan şey ölçü ve tartı ba­kımından aynı cins ise, getirilenlerin elinde bulunan mik­tar hepsi arasında paylaştırılır.

Ganimetin tümü ondan ibaret ve ganimeti alanların da

sadece onlar imiş gibi işlem yapılır.

Çünkü ölçü ve tartıda taksim kesin ayırmadır. Nitekim bu şeyleri her biri ayrı ayrı alır. Sonra, ortaklar arasında yapılan bu paylaştırma, her birinin payına düşeni kâr ile satmaktan alıkoymaz. Kendilerinden geri alamadığı kişiler onu fazfa olarak almışlardır. Alınan fazlalık eşit olarak dağıtılır. Ama eşyada ve değişik cinslerin taksiminde muaraza mefhumu bulunmaktadır.

Zira ortaklardan birine özel işlem yapılmaz ve her biri ödediği ücretin üs­tünde taksimden sonra payını kârla satamaz. Onun için getirdikleri kişilerin elinde bulunan bu tür ganimetlerden hak edilen pay miktarı gözününde bulundurulur ve o miktar ile onlara geri verir.

1966- Mesela, Ölen bir adamın üç kölesi ve üç oğlu ol­sa ve yargıç köleleri çocuklar arasında bölüştürüp her bi­rine bir köle düşse, sonra onlardan birinin kölesinin hür olduğu ortaya çıksa, kardeşlerden her biri asıldaki pa­yından, yani elindeki kölenin üçte birinden fazlasını almış olmaz.

Aynı şartlarda aralarında bölüştürülen şey tartı veya ölçü olsa, elindekinin yarısını ondan alır. Aralarındaki fark, belirttiğimiz gibidir. Başta temliki içermeyen ve mülke

dayanan taksimde -hüküm bu ise, hakka dayanan ve başta malı temlik etmeyi

İçeren taksimde hüküm evleviyetle böyle olur.

1967- Köleleri alan diğer askerler bu istihkakı duysa-lar, ellerinde bulunanları satabilirler. Aynı şekilde her biri payına  düşen  cariye  ile  yatabilir.  Ama  payından  ötürü başkasından alacaklı olduğuna yargıcın karar verdiği kişi­lerin alacağı bundan müstesnadır.

Çünkü devlet başkanının temlik etmesi suretiyle taksim ile ona malik ol­muştur. Sözkonusu temlik yargıç tarafından iptal edilmedikçe ondan hiçbir şey iptal olmaz. Halbuki mirasta böyle değildir.

Çünkü orda başkasının payı sözkonusu olduğu müddetçe taraflardan bi­rinin cariye ile yatması veya onu satması helal olmaz. Zira burada taksim başta temlik değil, mülkü birbirinden ayirmakdır. Sonra, burada muavaza anlamı da mümkündür. Çünkü taraflardan her biri aldığının bir kısmını ondaki payından dolayı, bir kısmını da arkadaşının aldığı payının ivazı (bedeli-karşılığı) olarak almıştır.

1968- Önceden hür olduğu veya onlardan birinin pa­yında istihkak delil ile sabit olsa, o taksim iptal olur ve hakkındaki hüküm taksimden önceki gibi olur. Onun için aldığı cariye ile yatması veya ortağının ondaki payını sat­ması helal olmaz. Aradaki bu farkın sebebi şudur;

Ganimetin taksiminden önce ganimeti alanların gani­mette mülkü olmaz. Onun için biri ganimetten bir cariyeyi azad edecek olursa, hükmü geçersiz olur. Gebe de bırak­mak isterse, yaptığı kabul edilmez.

Bundan anlıyoruz ki mülk başta taksim ile sabit olur. Ama mirasta mülk ortaklar için sabit olup taksimden önce de azat etme ve gebe bırakma geçerli olur. İstihkak ile taksim geçersiz olunca, hakkını alamıyan kişi arkadaşının payından hakettiği payı yargıcın kararından önce alır. Taksimden önce olduğu gibi. Halbuki ganimette taksimin geçersiz olmasından sonra yargıcın kararı olmadan elinde­ki şeylerden birine malik olmaz.Taksimden önce malik olmadığı gibi.

Şöyle ki; Ganimette devlet başkanı taksimin iptal olmamasını tercih edip payını alamıyan kişiye alacağının kıymetini beytulmaldan ödemek isterse, ya­pabilir.

Mirasta İse, yargıç bu şekilde davranmak isterse, yapamaz. Devlet başkanı istese de, istemese de haksızlığa uğrayan kişi ortağının payından payını istemesi gerekir.

1969- Ganimetleri taksim eden yetkili, beşte bir payı ve diğer dört payı birbirinden ayırıp bir tarafa bıraksa ve sahiplerine vermeden    önce beşte bir payı çalınsa yahut telef olsa veya diğer dört pay çalınsa, kalan miktarı tak­sim eder ve çalınan yahut telef olan kısmı yok gibi sayar. Çünkü teslim etmeden Önce mallan birbirinden ayırmakla paylaştırma ta­mam olmaz. Kişi kendi kendisiyle paylaşmış olmaz. Taksim ancak iki ve daha fazla kişi arasında olur. Onun için mallan birbirinden ayırmadan önce mevcut ol­mayan ile ayırdıktan sonra yok olan aynı hükümde olur.

1970- Beşte bir payını miskinlere verdikten sonra geri kalan dört pay çalınacak olsa, miskinlere haklarını vermiş olur. Ganimet alan kişilere miskinlerin birşey geri ver­meleri gerekmez. Yine önce dört payı dağıtmış ve beşte bir payı henüz elinde iken çalışmışsa, dört payı alanlar beştebir payı sahiplerine birşey geri vermeleri sözkonusu olmaz.

Çünkü burada paylarını kendilerine vermek suretiyle kendisi ile beştebir payı sahipleri arasında taksim tamamlanmıştır. Zira taksimi yapan kişi, ganimeti alan mücahidler ile beşte bir payı sahiplen arasında bir vekil gibidir. İki tarafın ye­rine naiplik yapması uygundur.

Şöyle açıklayalım; Adam malının üçte birini miskinlere vasiyet etse ve yargıç taksimi yapıp mirastan iki payı varislere verdikten sonra üçüncü pay elinde iken kaybolsa, yahut miskinlere üçte birini verdikten sonra elinde kalan varislerin payı kaybolsa, yapılan paylaştırma tamamlanmış ve yerini bulmuş olur. Ta­raflardan birinin diğerine geri vereceği birşey olmaz. Çünkü yargıç, paylan elinde kalan tarafın vekili (naibi) sayılır. Payların vekilleri olan kişiye ulaşmış olması on­lara ulaşması demektir. Ondan sonra kaybolması onların aleyhine olur. Çünkü kendileri kaybetmiş gibidirler.

1971- Dört payı ayırıp süvari ve piyade sayısına göre taksim ettikten sonra henüz kimseye birşey vermeden bu payların bir kısmı kaybolsa, paylaştırma bozulur ve geri kalan kısmı müstakil bir şekilde aralarında taksim eder.

Çünkü taksim tamamlanmıştu\ Zira ayırmasıyla onlara dağıtmış olmaz. Telef olan miktar hepsinin ortak malından telef olmuş olur ve kalan da hepsine kalmış olur.

1972- Piyadelere paylarını verip henüz süvarilerin pay­larını ve beşte bir payı vermeden süvarilerin payı kay­bolacak olursa, piyadelerin aldıkları kendilerinin olur.

Çünkü devlet başkanının süvariler adına naip olması itibariyle piyadeler hakkında paylaşma tamamlanmış olur.

1973- Elinde kalan beşte bir payı ve süvarilerin pay­larını vermesi gerekir.

Çünkü taraflardan birine payını vermediği müddetçe beşte bir payı sahipleri ve süvariler arasında paylaştırma tamamlanmış sayılmaz. Kaybolan, iki taraf arasında ortak kayıp olduğu gibi, kalan da iki taraf arasında ortaktır.

1974- Kaybolan  kısım, beşte bir  payı  ise, süvariler için   ayırdığını   onlarla  beştebir   payı   sahipleri  arasında paylarına göre paylaşır ve piyadelere bir şey geri vermez.

Çünkü paylarını almakla haklarında taksim tamamlanmıştır. Bu meseleler ile birilerin payının hürriyet veya başka bir sebeple elinden çıkması meselesi arasında fark vardır. Şöyfeki; İstihkak ile taksimi yapan kişinin hata ettiği anlaşılır ve taksim fasit olur. Ama burada bir miktarın helak olmasıyla taksimi yapa kişinin hata ettiği ortaya çıkmaz. Onun için hakkında taksim yapılan kişi için yapılan paylaştırma tamamlanmış ve gerçekleşmiş olur.

Allah en iyi bilir.[24]

 

Devlet Başkanının Sahipleri Adına Sattığı Ganimetlerin Parası:

 

1975- Devlet başkanının  ganimetleri daruiharpte sat­ması veya taksim etmesinden sonra gelen takviye kuvvetin ganimeti alanlara ortak olamayacağını belirtmiştik.

Çünkü taksim ile her birinin alacağı payda mülkü sabit olmuştur. Gelen takviye kuvvetin ortaklığı olursa, ganimet yolu ile olur. Halbuki müslümanın mülkünde başka müslümanın hakkı ganimet yolu İle sabit olmaz.

Satıldıktan sonra satın alan kişinin mülkü sabit olunca, satılan şeylerde de gelen takviye kuvvetin ortaklığı müm­kün değildir. Satılanın parasına da ortak olmazlar. Malın parası alıcıdan alınmış olsun veya olmasın, ortaklıkları sözkonusu değildir.

Çünkü ganimeti alanların alacakları ücret satışla gerçekleşmiştir. Ortak­lıklar!, akit İle hak ettikleri şeyde değil, ganimettedir. Sonra, akit, mülkte iki be­delin karşılıklı olmasını gerektirir. Satılan şeyde satın alan kişinin mülkü gerçek­leştiği gibi, ganimeti alanların da parada gerçekleşmektedir. Ortaklığın kesilme­sinde bu, ihraz İle haklarının kesinleşmesinden daha kuvvetlidir. Sonra, devlet başkanı satışta onların vekili (naibi) dir. Sanki kendileri satmışlardır. Kendileri açısından satışın gerçekleşmesi, onda haklarının kesin olduğunun delilidir. Sanki ganimeti onlar arasında paylaşmış ve her biri kendi payını satmış gibidir.

1976- Satın alanlar parayı ödemeden malı almış, daha sonra da düşman onlara ıılaşmışsa. komutan da müslü-manların düşmana karşı koyacak güçleri olmadığını bilip "Bizden kim birşey satın almışsa, yere atsın, toplanın, da-rulislama çıkınca eman altındasınız" diye ilan etse, onlar da bunu  yapsalar, darulislama çıktıktan sonra komutan onlardan malların ücretini istese, "onlar da malları bırak­tık, sana borcumuz yoktur yahut o malların bedelini bize tazminat olarak ödemelisiniz" derlerse, bakılır. O malları istiyerek ve itaat ederek atmışlarsa, komutandan alacakları olmaz, borçlandıkları parayı da vermeleri gerekir.

Çünkü malın teslimiyle satış hükmü tam al an m ıştır. Satılan mal diğer mal­larına katılmış olmaktadır. Onlar kendi mallarını kendi istekleriyle telef etmiş ol­maktadırlar. Komutan onlara sadece akıl vermiştir ve bu onlara tazminat ödemeyi gerektirmez. Aynı zamanda ödemeleri gereken borçlarını da düşürmez.

1977- Onları yok edecek bir tehditle bu işe zorlamışsa, halife bakar. Onların yararlarını düşünerek bunu yaptığını tesbit ederse, attıkları mallar için hiçbir tazminat ödemez.

Çünkü kendi açısından onların yararını gözetmekle görevliydi. Bunu da yapmıştır. Sonra, onların şer'an yapmaları gereken işe zorlamıştır. Çünkü müslü-man zaruret halinde malını canına bir kalkan yapmakla mükelleftir. O da bundan başkasını onlara emretmemiştir. Haklı olarak zorlayan kişi iyilik yapıyor de­mektir. İyilik yapanlara da bir ceza olmaz.

1978- Ama onların yararlarını gözetmek amacı olmak­sızın zorlamada bulunduğunu  anlarsa, attıkları malların parasını onlara tazminat olarak öder.

Çünkü zorladığı konuda halifenin emrine muhalefet etmiş olur ve zorlama meydana geldiğinden sonra onlar bir araç durumunda olurlar. Sanki malı onlardan alıp atmıştır. Onun için onlara tazminat ödemesi gerekir.

Her iki durumda da satın alanların ücreti Ödemeleri ge­rekir.

Çünkü borç olarak onların zimmetine geçmiştir. Değer belirlendikten ve akit gerçekleştikten sora satılan malı telef etmek borcu düşürmez. Telef etme ister satın alan, ister satan tarafından meydana gelsin, durum değişmez.

1979- Komutan "Her biriniz benden satın aldığını at-sm, ücretten de muaftır"  yahut "Atarsa ondan ücret al­mam" derse ve onlar da istiyerek yahut zorlanarak aldık­larını alsalar, ücretini ödemeleri gerekir.

Çünkü kamutanın söylediği bu fazlalık geçersizdir. Çünkü ganimeti alan kişilerin ücretinden satın alan kişileri muaf tutamaz. Ebu Yasuf a göre, bu açıktır. Çünkü bu konuda baba, vasi veya vekil gibidir. Ebu Hanife ve Muhammede göre ise, bu tasarrufta kendisine kişisel yükümlülük düşmez. Çünkü bu vermiş olduğu bir hüküm mesabesindedir. Satışta elçi gibi olup ücretten muaf tutma yetkisine

sahip değildir.

1980- Gemide olsalar ve geminin yükünü hafifletme ih­tiyacını duyup malı gemiden suya atmalarını emretse, be-littiğimiz bütün durumlarda yukarıdaki gibi olur.

1981- Gemide lokantacı veya yiyecek maddeleri satan kişi kendi kendine tasarruf sahibi olup onlara "Kim ben­den satın aldığı mallardan denize birşey atarsa, ücret öde­meyecektir" veya" atınız, ücretten muafsınız" diye sesle­nirse, bu geçersiz olur. Ona aldıklarının ücretini ödeme­leri gerekir. Ne var ki burada ücretin gerekli olmaması ge­rekirdi.

Çünkü ücretten muaf tutma yetkisine sahiptir. Ancak ücretten muaf tutmayı şarta bağlamıştır. Halbuki muaf tutma akit gibi şarta bağlanmayı kabul etmez.

1982- Başka bir adam onlara "Atınız, ücretini ben ve-ririrm" yahut' parası sizin olsun" derse, bu geçersiz olur ve bundan dolayı da o adama birşey gerekmez. Satıcı da aynı şekilde söylerse, geçersiz olur.

Çünkü satılan mal onların mülkü ve borcu olmuştur. Bundan sonra kim at­malarını söylerse, mülklerinde yapacakları şeyi onlara göstermiş olur. Bu da yapı­lan iş için tazminat ödemeyi gerektirmez. Çünkü kişinin kendi isteğiyle mülkünde yaptığının cezası ona sözkonusu işi yapmasını telkin eden kişiye geçmez. Onun için ücretten muaf tutma veya akit şarta bağlı olmaya devam eder. Buda geçer­sizdir. Böylece komutanın ganimeti satmasının hükmü hakkında durum açıklık kazanmış olmaktadır .

1983- Komutan tellala "Ey insanlar! Müşterilerin biz­den satın aldıkları mallarla iligili akdi bozduk. Kim birşey satın almışsa bıraksın "diye ilan etmesini emretse ve onlar da aldıklarını bırakırlarsa, aldıklarının ücretini ödemezler.

Çünkü satış akillerini iptal etmiştir. Satış akdini kurabileceği gibi bu akti feshetmesi de caizdir.

Nitekim baba ile vasi yetimin mallarından sattıkları şeylerle iligili akitleri bozma yetkisine sahiptirler. Akdİn bozulmasından sonra satın alankişinin ücret borcu da kalmaz. Satılan mal da ganimet olarak eskisi gibi olur. Zaten komutanın emri ile malı bırakmışlardır. Sanki kendisi malı atmıştır. Ondan dolayı bırakanlara birşey gerekmez.

Bir elbise satın alacak kişiye satıcının "Satış akdini bozdum, onu gömlek olarak bana kes" demesi ve satıcının bunu yapması, gibidir. Yahut satılan mal yi­yecek olup satıcının "Bunun satış akdini bozdum, benim yerime miskinlere sa­daka olarak dağıt" demesi ve alıcının da yapması gibidir. Bu durumlarda satış ak­dini bozmak sahih olup satıcının ücreti geri vermesi lazımdır.

Çünkü satış akdini bozmak akit hükmü ile muteberdir.

"Bu yiyeceği senden şu kadar paraya satın aldım, benim yerime onu ta-sadduk et, yahut bu elbiseyi şu kadar paraya satın aldım, onu bana gömlek olarak kes" derse ve adam bunu yaparsa, aralarındaki satış sahih olur. Böyle yapılmasını emreden kişinin de ücreti ödemesi gerekir.

Yine müşteriler satılan malda bir kusur bulsa ve komutan yargının hükmü olmadan onlardan bunu kabul etse, bu geçersiz olur. Kusurdan dolayı ve yargının hükmü olmadan malı geri vermek, onun satış akdini bozmak gibi olur. Böylece anlaşılıyor ki komutanın mücahidler adına satın alan kişilerle satış akdini bozması geçerli olur. Zaten ganimeti alanların hakkı ücrette kesinlik kazanmıştır. Ancak taksimden önce mülkleri belirli olmamıştır. Bu ise darulhapte ihraz edilen ga­nimetlerde olduğu gibi komutanın tasarruf yetkisini bozmaz. Haraç malı olarak devlet başkanının elbise alıp satması ve müşterinin bu mallar hakkındaki satış ak-dini bozmayı uygun görmesi halinde yapılan uygulama gibi. Yukardaki durum da bu şekildedir.

1984- Sesi duydukları zaman ellerindeki eşyayı atma-yıp bir veya iki konak mesafelik yol gittikten ve o yerden ayrıldıklarına delil olabilecek başka bir iş yaptıktan sonra eşyayı bırakacak olurlarsa, yine malların ücretini öderler.

Çünkü satış akdini bozmak satışın aslı ile muteberdir. Satışın meydana gel­mesi kabulden önce meclisten ayrılmakla geçersiz olacağı gibi, satış akdinin feshedilmesinin kabulü de böyledir. Orada satış akdinin bozulduğunu kabul ettikle­rinin delili eşyayı bırakmalarıdır. Mecliste bulundukları süre içinde bunu yap­madıklarına göre satış akdini bozmaları da sabit olmaz ve malİarın ücretini ödemeleri gerekir.

1985- Satın alanlar sesi duydukları anda eşyayı bırak­tıklarını  iddia  etse,  ama  böyle  yaptıklarını  sözlerinden başka gösteren bir delil yoksa, başka delil getirmedikçe söyledikleri kabul edilmez.

Çünkü ücreti ödemelerini gerektiren sebebin kesinleşmesinden sonra ücreti düşürecek bir işi yaptıklarını sözlerinden başka gösteren bir delil yoksa, delil ge­tirmedikçe söyledikleri kabul edilmez.

1986- Tellallara "Benden satın aldığı malı bırakan kişi­nin satış akdini bozmuş sayacağım" diye ilan etmelerini emretmişse, kıyasa göre sahih olmaz.

Çünkü satış akdinin bozulmasını şaıta bağlamıştır. İstihsana göre ise sahih olur.

Çünkü maksat satış akidinin bozulması ve malı atmalarını teşviktir.

1987- Yine, malları atmanız şartiyle satış akdini boz­dum  veya   satış  akdini  sizin   bozmanız  şartıyla  malları ir a km,  derse,  durum   aynıdır.  Komutandan   başkası   da malını satacak olursa aynı hükümlere tabi olur.

Kıyasın benzeridir. Satış konusunda istihsan ise şöyle olur: Bana şu kadar dir­hem elbise parası verirsen onu sana satarım, der ve o da mecliste iken parayı öderse,istihsana göre bu sahih bir satış olur. Satış akdini bozmak da bu şekildedir.

1988- Tellalın sesini halktan bazıları   işitmiş ve işitme-yenlere duyurmuş olsa, hepsi tellaldan duymuş gibidirler.

Çünkü komutan sözünü duymayan herkese duyurulmasını söylemiş ve buna izin vermiştir. Bu konuda tellala da İzin vermiştir. Ama satıcı tüccar olup malını gemide satmişsa, durum değişir. Satış akdinin bozulduğuna dair komu­tanın dediğini bazı müşteriler işitmemiş ve işitenler bunu kendisine haber vermiş, o da onlarla beraber mallarını bırakmışsa, ücreti ödemesi lazımdır. Çünkü bunu haber veren kişiyi satıcı ne göndermiş ve ne sarahaten, ne delaleten tebliğ etmekle görevlendirmiştir. Onun için bu adam söylenenleri hiç işitmemiş gibi olur. Ko­mutan sadece delaletle tebliğin yapılmasını emretmiştir. Çünkü komutanın halkına seslenirken konuşmasında esas olan bunun yayılması ve duyulmasıdır. Böyle bir şey kendi kendine tasarruf eden tüccarın konuşmasında mevcut olmaz. Sonra, satış akdinin bozulması akit ile muteber olur.

Tüccar, şu kölemi şu kadar ücretle şu kişiye sattım, derse ve elçi olarak görevlendirmediği birisi bu sözü ona tebliğ etse ve o da kabul etse, satış akdi meydana gelmiş olmaz. Ama, ey falan kişi, sen ona bildir, derse ve o da gidip ona tbliğ ederse, sözkonusu kişinin kabul etmesi halinde bu sahih bir satış olur.

Başka bir adam gidip bildirse, durum yine aynıdır. Çünkü ey falan, git ona bildir, deyince, ona tebliğ edilmesini istediğini ifade etmiş olur. Kim ona tebliğ eder ve o da satışı kabul ederse, satış sahih olur. Satış akdinde bu sabit olunca, satış akdinin bozulmasında da sabit olur. Tellala bu şekilde seslenmesini emreden komutanın durumu da bu şekilde açıklık kazanmaktadır. Çünkü tellalın seslenerek tebliğ etmesini açıkça söylemiş olup onun ve başkasının tebliğ temiş olması aynıdır.

1989- Komutanın kendisi "Satış akdinizi bozdum, ben­den satın aldıklarınızı bırakın, burada bulunanlarınız bu­lunmayanlara   bildirsin"   derse,   durum   yukarıdaki   gibi olur.

Çünkü tebliğin yaplmasım bizzat emretmiştir. Tebliğ eden herkesin sözü onun sözü mesabesinde olur.

1990- Komutan bu fazlalığı belirtmezse, kıyasa göre, kendi kendine satış yapan kişi de olduğu gibi, ancak ko-nutanin  sözünü  işitenler  ücret vermekten muaf olurlar. Ancak istihsana göre komitanın sözü kendilerine ulaştı­ğında malları bırakırlarsa, ücret ödemekten muaf olurlar. Çünkü belittiğimiz gibi komutanın söylediği söz yayılması ve duyulmak

İçindir. Adet budur. Mutlak sözün sınırlandırılmasında âdet muteberdir. Onun İçin bu ile açıkça söylediği "Burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin" sözü aynıdır.

Allah en iyi bilir.[25]

 

Beştebir (Humus) Payın Ayrılması:

 

1991- Darulhapte devlet başkanı beşte bir payı ile diğer dört payı  birbirinden  ayırıp  kimseye bir şey  vermeden Önce başka bir ordu destek olarak çıkıp gelse, onları ortak yapar.

Çünkü belittiğimiz gibi, komutan kendi kendine taksim yapmaz. Bu yaptığı ayırma ile de kimseye mülk sabit olmaz. Nitekim beşte bir pay için ayrılan pay

çalınacak olsa, geri kalan kısım beşte bir payı sahiplen ile diğer askerler arasmda ortak olup beş kısma bölüştürülür. Sanki taksim yapmadan önce ganimetin bir kısmı çalınmış gibi işlem yapılır.

Bunun taksim olmadığı sabit olunca, destek kuvvetin taksimden ve satıştan önce onlara yetiştiği ve diğer dört payda askerlerle ortak oldukları da sabit olur.

1992- Devlet başkanı beşte bir payını miskinlere da­ğıttığı halde diğer dört payı sahiplerine dağıtmadan destek kuvvet gelip yetişse, kalan bu dört payda destek kuvvetin ortaklığı olmaz.

Çünkü beşte bir payının sahiplerine teslim edilmesiyle taksim gerçekleşmiş ve İki tarafın da mülkü sabit olmuştur. Nitekim ondan sonra diğer dört pay telef olacak olursa beşte bir pay sahiplerinin dört pay sahiplerine bir şey geri vermesi sözkonusu olmaz. Taksimden sonra gelen takviye kuvvetin ganimette ortaklığı ol­madığını belittik.

Destek kuvvetin ortaklığı beşte bir payda değil, dört payda olur ve ortak olacakları dört pay da henüz dağıtılmamıştır, sadece ortak olmadıkları bir payın sahiplerine verilmesinden dolayı destek kuvvetin ortaklığı nasıl yok olur? diye iti­raz edilse, şöyle deriz:

Böyle değildir. Çünkü taksimin iki taraf olmadan tek tarafla yapılması mümkün değildir. Beşte bir payı sahiplerine verilen payda taksimin meydana gel­mesi zaruretinden dolayı diğer dört payda da taksim gerçekleşmiş sayılır. Şöyle ki; Destek kuvvet ortaklığı hak etseydi ancak ganimet yolu ile hak ederdi. Paylan başta ganimet gibi olmuşsa, o takdirde ondan beşte bir payı alınması gerekir. Çünkü bu pay ganimet olarak alman her şeyde vacip olur. Halbuki burada böyle birşey sözkonusu değildir. Sonra, burada olsa olsa, kalan bu dört pay tenfil (ga­nimetten pay vadetme) olarak sayılabilir. Çünkü bu dört paydan destek kuvvete verilecek kısımda beşte bir pay vacip olmamaktadır. Onun için ancak ganimet tah­sisi mesabesinde sayılabilir.

1993- Devlet başkanı bir seriyyeye alacakları ganimetin bir  kısmını  pay olarak vadetse, ondan sonra seriyyeye destek kuvvet gelip yetişse, vadedilen payda destek kuv­vet ortak olmaz. Burada da durum budur. Beşte bir payı sahiplerine verildikten sonra geri kalan dört payda gelip yetişen destek kuvvetin ortaklığı olmaz.

1994- Yine devlet başkanı dört payı sahiplerine taksim edip henüz beşte bir payı sahiplerine dağıtmadan destek kuvvet gelip  yetişse, yahut  pay  sahiplerinden  birkısmı paylarını alsa ve beştebir pay ile paylarından bir kısmı alınmamışsa, bu durmda gelip yetişen destek kuvvetin or­taklığı olmaz. Çünkü devlet başkanının bu uygulamasıyla taksim hükmü gerçekleşmiştir.

1995- Böyle yapmayıp askerlerden bir, iki kişiye ga­nimetten alacakları paylarını erken verse, ondan sonra başka bir ordu gelip yetişse, gelenler ganimette ortak olurlar.

1996- Ama çok kişiye erken verecek olursa, o zaman sonra gelen destek kuvvet ganimette ortak olmaz. İki halde de kıyas aynıdır.

Gelen destek kuvvetin ortaklığı olmaz. Çünkü bir nevi taksim meydana gelmiştir. Ancak az kişiye verilmesi ile çok kişiye verilmesi istihsan yolu ile ayrı kabul edilmiştir., Yukarıda geçenin benzeridir. İstihkak bir veya iki kişi için ortaya çıkınca, taksim iptal olmaz. Zarara uğrayan bir iki kişinin payı beytulmaldan

ödenir. Ama bir topluluğun alacağı kaybolsa, durum değişik olmaktadır. Yani on­ların kaybı beytulmaldan ödenmemektedir. Hak edenlere taksimmatı yaparken, taksimatın başında da azsayıdaki kişiler ile çok sayıdaki kişilere vermeyi birbirin­den ayırmak gerekir. Bir veya iki kişiye acele pay verdiği gibi çok sayıdaki top­luluğa vermekte acele etmemelidir. Çünkü ganimetteki ortaklık genel ortaklıktır. Bir iki kişiye yaptığı uygulama ile bu ortaklık değişmez. Ama çok kişiye bu uy­gulamayı yapacak olursa, o zaman bu genel ortaklık değişir. Çünkü yaptığında umum anlamı gerçekleşmektedir.

Mesela süvarilerin payını verip piyadelerin payı kalsaydı yahut askerlerden çoğunun paylarını verip elinde yüz kadar kişinin payı kalsaydı, ondan sonra ge­lecek olan destek kuvvetin ortaklığı olur muydu? Bunu hiçbir kimse söylemez.

1997- Destek kuvvet taksimden önce darulharbe gir­miş, ama devlet başkanı ganimeti alanlar arasında taksim ettikten sonra orduya ulaşabilmişlerse destek kuvvetin or­taklığı olmaz.

Çünkü destek kuvvetin ortaklığı orduya katıldıkları anda başlar. Nitekim darulharbe girip askerler başka bir yerden darulislama çıkıncaya kadar onlara ulaşmamışlarsa, yine ganimette destek kuvvetin ortaklığı olmaz. Bundan da anla­şılıyor ki muteber olan darulharbe girişlerinin anı değil, askerlere ulaştıkları andır. Askerlere ulaştıkları zaman da ganimeti alanların mülkü olmuş şeylerde değil, sa­dece yeni alınan ganimette ortak olurlar. Burada askerlere ulaşmadan önce yapılan taksim ile fertlerin mülkü belirlenmiş ve kesinleşmiştir.

1998- İhtiyaç duyulması durumunda yardıma gelebile­cek kadar yakın bir yerde konaklamış, ama askerlere ka-nşmamışlarsa, destek kuvvet ganimette ortak olur.

Ordu onlardan destek aldığı için destek kuvvet ganimette ortak olur. Bu du­rumda onlara karışmaları ile yakınlarında bulunmaları arasında fark yoktur.

1999- Ganimet askerler arasında taksim edilip takviye askerlere birşey vermez ve takviye askerler de durumu

halifeye şikayet etse, yapılan uygulama bozulmaz.

Çünkü savaşa katılmadıkları durumlarda destek kuvvetin askerlere ga­nimette ortaklığı alimler arasında ihtilaflı bir konudur. Taksimi yapan yetkili ha­kim mesabesindedir. İçtihad konusu olan şeylerde hakimin içtihadı geçerlidir. Ak­sini düşünen başka bir hakime dava edilecek olursa, o hükmü bozmaz. Burada da taksimi yapan yetkilinin durumu böyledir.

2000- Devlet başkanı ganimetleri darulhapte satmış ve satın alanlar muhayyer olduklarını şart koşmuşlarsa yahut şart muhayyerliği veya görme muhayyerliği sebebiyle mal­ları geri verseler yahut malı teslim almadan önce veya aldıktan sonra ortaya çıkan bir kusur sebebiyle geri ver­seler, ondan sonra destek kuvvet gelip yetişse, o gani­mette ortaklıkları olmaz.

Çünkü ganimet malları satılmış ve yetkilinin ona uyması gerekli olmuştur. Nitekim görme veya kusur tesbitinde muhayyerlik şartı ile beraber satın alanların o mallarda mülkiyeti sabit olmuştur. Görme ve kusur muhayyerliği ile hepsi tara­fından, şart muhayyerliği ile de İmam Ebu Yusuf ve Muhammed tarafından satın alanların mülkiyeti sabit kabul edilmiştir. Ebu Hanife'ye göre de satın alanlar mülk edinmiş olmasalar bile, satın alma hükmü ile o mallarda tasarruf hakkına daha çok sahip olmuşlardır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki artık mallan ganimet olmaktan çıkmış ve müslümanların diğer mülklerine katılmıştır. Ondan sonra des­tek kuvvetin o mallarda ortaklığı olmaz.

Nitekim onlara yetiştiklerinde muhayyer olan müşteriler almaktan vazgeç­mezlerse, satış karşılığında alınacak parada da ortak olmazlar. Aynı şekilde müş­teriler alıştan vazgeçer ve mallar devlet başkanının eline dönerse o mallarda or­taklıkları olamaz. Bu sebeplerden biri ile müşteriler alış akidini bozabilirler. Tiki müşterilerin devlet başkanından istemeleri durumunda satış akdini bozabilmesi gibi.

2001- Devlet başkanı beşte bir payı sahiplerine ver­dikten sonra kalan dört payı satıp parasını mücahidlere taksim etmek isterse, yapabilir.

Çünkü mücahidler ve beştebir payı sahipleri arasında taksim meydana gel­miş ise de, aralarında taksim yapılmadan önce mücahidlerin mülkü henüz sabit olmamıştır. Nitekim mücahidler bunu satacak olurlarsa satamazlar. Mülkiyetleri sabit olmadığı sürece devlet başkanının taksim etme veya satıp parasını taksim etme yetkisi devam ediyor demektir.

Nitekim aralarında dört payı taksim edip beştebir payı satması caiz olur. Diğer payları da satıp parasını taksim etmesi caiz olur.

2002- Devlet başkanı satışta kendisi üçgünlük muhay­yerlik şartını koşmuş ve satışın bozulmasından önce veya sonra   destek   kuvveti   gelip   yetişmişse,  paradan   dolayı satışın   bozulması   halinde   malda   ortak   olacakları   gibi, satışın gerçekleşmesi durumunda da parada ortak olurlar. Çünkü satıcının muhayyerlik şartı olduğu sürece müşterinin malda mülki­yeti gerçekleşmez. Aynı şekilde satılan malda tasarruf hakları da gerçekleşmez. Dolayısıyla yapılan bu satışla mal ganimet olma hükmünün dışına çıkmış olmaz. Halbuki yukarıdaki böyle değildir. Çünkü hüküm konusunda satıcının satış hakkında muhayyerlik şartı, şarta bağlı olmak gibidir. Şarta bağlı olan da şartın gerçekleşmesinden önce yok gibidir. Muhayyerliğin kaldırılmasıyla satış hükmü başta sabit olur. Bu bakırhdan müşteri daha önce ganimet olarak aldığı esirleri azad edecek olursa, karan uygulanmaz. Destek kuvvet geldikten sonra satış yapan gibi olur.

2003- Devlet başkanı beştebir payı ayırıp sahiplerine verse ve bir adam ganimetten bir cariyeyi azad edinceye yahut gebe bırakıncaya kadar diğer dört payı taksim et­mese, bu adamın yaptığı sahih olmaz.

Çünkü bu taksim ile ganimetleri alanlar için mülk sabit olmaz. Mülk sabit olmadan da azad etme veya ele geçirme olmaz. Bu durumda yetişecek destek kuv­vetin de ganimette ortaklığının olmaması onların mülkiyetinin sabit olduğuna de­lalet etmez. Taksimden önce darulhapte ihraz etme durumu gibidir. Onların mülkiyeti sabit olmadığından azad etme ve gebe bırakma da caiz olmaz.

2004- Destek kuvvet onlara yetişecek olursa, ganimette ortak olmazlar. Onun için cariyeyi gebe bırakan adamın şüpheden dolayı misil mehir (tazminat olarak) ödemesi lazım gelir.

Çünkü devlet başkanının bu uygulamasıyla hakkının onda kesinleşmesi bakımından darulhapte ihraz edilen ganimet gibi olur. Cariyeyi gebe bırakan ada­ma şüpheden dolayı zina cezası uygulanmaz. Sadece misil mehir (veya tazminat) ödemesi gerekir. Çocuğu ile beraber cariye de ganimet olup mücahidler arasında

taksime tabi olur.

Bu durumda diğer dört pay vadedilen pay mesabesinde olur. Pay vadedilen kişilerden birinin cariyeyi gebe bırakması veya azad etmesi sahih olmaz. Destek kuvvetin onlarla ortaklığı olmasa da, durum budur.

2005- Devlet başkanı dört payı bölük ve tabur komu­tanları arasında paylaşsa, sonra bazıları bir köle azad et­se, azat etmenin burada istihsana göre gerçekleşeceğini belirtmiştik. Azad edilenin hükmü, ortak olup ortaklardan birinin azad ettiği köle gibi olur. Buna göre beştebir payı sahiplerine verildikten sonra, bu taksimattan sonra gani­met alacak kişilerden biri ölecek olursa, payı miras olarak kalır.

Çünkü hakkın kesinleşmesi konusunda taksimin gerçekleşmesi satış veya darulhaıpte ihraz etme mesabesindedr. Mülkte varis olmak meydana geldiği gibi,

kesinleşmiş olan hakta da meydana gelir.

2006- Müşrikler dört payı ele geçirip darulhapte el­lerinde tutsa, ondan sonra başka bir ordu ele.geçirse, tak­simden önce birinci ordu ele geçirecek olursa, onlar al­maya daha layıktırlar. Ama taksimden sonra ele geçirecek olursa almaya hakları olmaz. Taksimden Önce darulharpte ihraz edilen ganimetlerde olduğu gibi

Çünkü ikinci ordu taksim ile malik olmuş,birinci ordu ise daha malik olmamıştı. Onun için ne para ile ne de parasız olarak alma hakkına sahip olmazlar. Çünkü bu onlara bir yarar sağlamaz. Taksimden önce ise ikinci ordu ona sahip değildir. İhraz etmekle haklan onda kesin olmakla beraber taksimden önce sa-hiplikeri yoktur. Öncekilerin hakkı onda kesinlik kazanmış olduğu için öncelikten dolayı tercih edilirler.

2007- Birinci ordu devlet başkanının beştebir payı sa­hiplerine taksim etmesinden sonra gelmişse, diğer dört paya onlar daha layık olurlar.

Çünkü bu taksim ile ikinci ordunun mülkü olmamıştır. Beştebir payı sahiplerinin aldıklarından da bir şey alamazlar. Çünkü o onların mülkü olmuştur.

2008- Devlet başkanı dört payı askerler arasında tak­sim etmiş ve beştebir payı kalmışsa, birinci ordu bu payı karşılıksız alırlar, ama diğer dört payı alamazlar.

Çünkü ikinci ordunun mülkü olmuştur.

Devlet başkanı bunlardan hiçbirini yapmayıp ganimetlerin tümünü ihrazdan Önce veya sonra satmış, daha sonra birinci ordu gelmişse o ganimetlerden birşey alamazlar.

Çünkü satmakla müşterilerin mülkü olmuştur. Ondan azad edecekleri kişi­ler de azad olurlar. Öncekilerin kesinlik kazanmış mülkü iptal etme yetkisi yoktur.

2009- Devlet başkanı beştebir payını ayırdıktan ve ga­nimetleri de sancak sahiplerine ve birinci ordunun asker­lerine taksim ettikten sonra düşman üstünlük sağlayıp ga­nimetleri ele geçirse, daha sonra da başka bir ordu onlar­dan kurtarıp darulislama çıkardığında ilk sahipleri gelir­lerse, bakılır. Taksimden Önce gelirlerse karşılıksız alır­lar. Taksimden sonra gelirlerse isterlerse parasıyla alırlar. Çünkü kişiler veya sancak sahipleri arasında taksim yapmakla onların

mülkiyeti sabit olmuştur. Öyle ki o paylarda yapacak oldukları tasarruflarda da bu mülkiyet geçerlidir. Ondan sonra uğradığı istila diğer mallarının istilası gibidir. Allah en iyi bilir.[26]

 

Taksimden Önce Veya Sonra Ganimette Ortaya Çıkan Kusur

 

2010- Devlet başkanı beştebir payı bir tarafa, diğer dört payı da bir tarafa adaletle ayırdıktan sonra hak sahip­lerine  paylarım  teslim  etmeden  önce  bir  tarafa verilen esirlerin birinde bir kusur tesbit etse, bakılır. Bu basit bir kusur ise, paylaştırmayı olduğu gibi yürürlüğe koyar ve sahiplerine verir.

Çünkü ganimetlerin taksimi ölçüyü geniş tutmaya dayanmaktadır. Mehirde ve muhalaa bedelinde olduğu gibi ölçünün geniş tutulduğu (ufak şeylerin hesaba katılmadığı) şeylerde basit kusur muteber değildir.

2011- Ama bir kişide bulduğu fahiş  bir kusur veya birçok kişide tesbit ettiği ve bir araya getirildiğinde fahiş kusur gibi olacak basit kusurlar şeklinde ise, yine yaptığı taksimi bozmaz. Sadece bu kusuru telafi etmek için diğer paydan o oranda alır ve adeletin sağlanması için kusurlu tarafa verir.

Çünkü fahiş kusur hem ölçünün geniş tutulduğu, hem de hassas tutulduğu şeylerde zarar meydana getirir ve yaran Önler. Ancak bundan dolayı yaptığı tak­simi bozmaya gerek yoktur. Amaç, adelettir. Bu da karşı taraftan alıp kusurlu ta­rafa ilave etmekle gerçekleşmektedir. Onun için ihtiyaç olmadığı halde yapılan taksimi bozmaz.

Teslim etmeden Önce taksim gerçekleşmiş olmaz, onun için iki taraf arasında adelet sağlanacak tarzda yeniden taksim yapması gerekir, diye itiraz edi­lirse, şöyle deriz:

Taksim işi tamamlanmamış olsa bile, diğer taraftan gerekli miktarda almak da taksimin içindedir. Fahiş kusurun ortaya çıkmasıyla taksim işinin bir kısmını yaptığı, bir kısmım da henüz yapmadığı anlaşılmaktadır. Onun için tamamladığı şeyi bozmak değil, henüz yapmadığı işi yapmakla işe başlar.

2012- Beştebir payına düşen esirlerden bazıların hür veya müslüman yahut cariyelerden birinin oğlu müslüman olan  ümmülveled olduğunu  görse, yine  yaptığı  taksimi bozmaz. Sadece dört paydan hür gördüğü bu esirler yerine alır, beştebir payına ekler.

Çünkü dengeleme bununla meydana gelmektedir. Ancak bu cevap tartışma götürür. Hür olduğunu tesbit ettiği bu miktar ile dört paydan alacağı ve beştebir payına ekleyeceği miktar, taksimden önce olduğu gibi, ganimet sahiplerinin paymdandir. Taksim yapmak bunu etkilemez. Dört paydan bu miktarı aldığı zaman beştebir payı sahiplerinin payı artar ve denge bozulur, denilirse; Cevap ola­rak şöyle deriz: Alacağı payı beştebir payı sahiplerinin payına eklemesi, onun beşte birini bu payın sahiplerine vermesi demektir. Çünkü haklarının aslı budur. Dört payı da mücahidlerin payına vermiştir. Kısaca, mücahidlerin paylarından ayrı ayrı almayıp humus payından eksik olan miktar kadar alıp beştebir payına ekleyeceğinden dengenin bozulması sözkonusu değildir.

2013- Mücahidlerin paylarını ayırıp onlara dağıttıktan sonra yanlışı tesbit ederse yahut beştebir payını sahipleri arasında taksim edip henüz dört payı dağıtmadan Önce bu yanlış ortaya çıkarsa, yine taksimi bozmaz. Yanlışın fazla vermesi şeklinde olduğunu tesbit ederse, o fazlalığı alır. Ama eksik vermesi şeklinde olduğunu ve bu eksikliğin mücahidlerin aldığı dört payda meydana geldiğini görür­se, aldığı fazlalığı onlara verir, yeterli olmazsa, beytul-maldan tamamlar. Eksiklik beştebir payında meydana gel­mişse, mücahidlerin payından alıp tamamlar. Bu aldığını isterse eksik almış kişilere verir, isterse bir miskine verir. Çünkü hür olduğunun açığa çıkmasıyla artık onun verilmesi sahih olmaz.

Onun yerine başka şekilde verir. Fahiş kusurun telafisinde de durum bu şekildedir.

Allah en iyi bilir.[27]

 

Taksimi Yapan Kişinin Kendisine Alması Caiz Olan Ve Olmayan Şeyler, Satışta Malı Teslim Alma Sayılan Ve Sayılmayan Durumlar

 

2014- Taksimi yapan yetkili ganimetleri darulharp veya darulislamda değerinden aşağı bir fiyatla satmışsa, bakı­lır. Eksik miktar insanların aldanabileceği (basit) bir mik­tar  ise bu satış  caiz olur. Ama normal  olarak  aldana-bileceklerın üstünde ise bu satış geçersizdir. Çünkü taksimi yapan yetkilinin yaptığı, devlet başkanının yaptığı gibidir. İkisinde de mana birdir. O da ganimetin onu alan kişilerin hakkı oluşudur. On­ların yararı gözününde bulundurularak yapılan satışın geçerli olabilmesi için bu satışın zararlarına olmaması lazımdır. Ama satışta aldanma basit bir şey ise, onla­rın yaran gözetilmiş sayılır. Çünkü normalde bu gibi şeylerden kaçınmak müm­kün olmamaktadır.

Nitekim baba ve vasi olan kişi küçük çocuğun malını basit bir aldanma ile satabilme yetkisine sahiptir, ama büyük bir aldanma ile satamazlar.

Satışı yapan kişinin ganimetten payı vardır ve payını satma yetkisi de mut­lak olup payı hakkındaki satışın mutlak olarak gerçekleşmiş olması gerekmez mi? diye İtiraz edilirse, şöyle deriz:

Taksim yapılmadan önce onun ganimette hiçbir mülkü yoktur. Nitekim devlet başkanı ona bu yetkiyi vermemişse, satış işlemi hiçbir şeyde geçerli olmaz. Böylece anlıyoruz ki ganimetin tümü hakkındaki satış işleminin geçerli olması ganimet sahiplerinin yararını gözetmesine bağlıdır. Mesela bağış yapma yetkisine sahip olmayan kişinin fahiş kayırmada bulunması, hakkı olmadığı halde bağış yapması gibidir ki böyle mallardan bağış yapacak olursa bağışı geçersiz olur.

Fahiş bir aldanma ile sattığında da durum aynıdır. Bu­nun delili de Sad b. Ebi Vakkas hadisidir. Irak'ı fethe­dince Sad, Misver İbn Mahreme'ye bin dirheme bir leğen satmış, o da bunu iki bin dirheme satmıştır. Bunun üzerine Sad ona "Beni suçlama, leğeni geri ver, bunu Ömer'in duyup seni kayırdığımı düşünmesinden korkarım" dedi. O da leğeni geri verdi. Sonra bu olay Ömer'e anlatılınca, şöyle dedi: "Dünyanın her tarafında halkımın benden çe­kinmesini sağlayan Allaha hamdolsun". Bana bu kadar an­lattı. Bu satış caiz olsaydı Ömer leğenin Misver'e geri ve­rilmesini emrederdi.

2015- Yetkili ganimetten herhangi bir şeyi değerinin üstünde veya altında satın alacak olursa, bu caiz olmaz.

Çünkü kendinden satın alamadığı gibi kendine de satıcı olamaz.

Çünkü kişi iki taraftan akdi üstlenemez. Zira ahkama aykırıdır. Ashabımız­dan kimileri bu cevabın İmam Muhammed'in olduğunu söylüyor. Ebu Hanife'nin kıyasına göre ise, değerinin üstünde bir fiyatla satın almasının caiz olduğunu ve bunun açıkça mücahidlerİn yararına olduğunu söylüyor. Tıpkı vasi olan kişinin yetimin malından kendine satın alması gibi.

Doğrusu, hepsinin söylediğidir. Çünkü bu satışı hüküm verme mesabesin­dedir. Bundan dolayı da kendisinin tazminat ödemesi gerekmez. Yani kendi hak­kında kendisinin verdiği bir yargı kararı olur. Halbuki hepsine göre kişinin kendi hakkında yargı kararı vermesi olmaz. Bu durum olmasaydı, açıkça bir yarar sağ­lamıyorsa, hepsine göre bu satış caizolurdu. Çünkü vasi olan kişi kendi ken­dinden satın almaz. Çünkü bu durumda zimmet altma girer ve ahkamda çelişkiye yol açar. Bu da caiz değildir.

2016- Satın aldığı bir cariye olsa ve onun belirlediği bir ücretle kendine satın aldığını söylese, cariye de ondan gebe kalıp doğum yapsa, cariyeyi, mehir tazminatı ile be­raber ganimete geri verir.

Çünkü satış geçersiz olup şüphe bulunduğundan zina cezası düşer, ama ca­riye ile münasebet kurduğu için mehir tazminatı ödemesi lazımdır.

2017- Kıyasa göre çocuk da ganimete geri verilir ve o kişiden nesebi sabit olmaz.

Tıpkı bu işi satın almadan önce yapmasındaki gibi

2018- Ama istihsana göre çocuk kıymeti ile hür olup nesebi de ondan sabit kabul edilir.

Çünkü zahir itibariyle aldanma olduğu sabittir. Yahut şüpheler birbirne kıyas edilmişir, ki bu tasarrufta adam kendisi çocuğu kendi malından satın alan baba mesabesinde kabul edilir. Her ikisinin satış yapma yetkisi velisi olduğu karının yararım gözetme itibariyledir. Bu kadarı da aldanma hükmünün sabit olması için yeterlidir. Onun için adamın oğlu kiymeti ödenerek hür olur.

2019- Ganimeti taksim etmemişse bütün bunlar gani­mete katılır. Ama hem ganimeti hem de mehir olarak taz­minatı taksim etmişse devlet başkanı ona çocuk ve mehir için ödediği tazminat parasını verir

Çünkü bu ganimeti alanlar için onun üzerinde bir borçtur ve satış iptal oldğu için ganimete ödediği para onundur. Böylece biri diğerinin yerine geçmiş olur.

2020- Ödenen miktar verdiği parayı karşılamazsa, ca­riye satılır ve parası tamamlanır ve artan parayı da bey-tulmala verir.

Çünkü bu ganimetten olup dağıldıkları için ganimet alanlar arasında paylaştırmak mümkün olmamıştır. Yektilinin kendisi için birşey satın almak is­tediği taktirde olabilecek şeylerin belirtilmesine şöyle devam edilmektedir:

2021- Onun güvendiği birine en yüksek fiyatla satıp daha sonra aynı kişiden daha ucuz bir ücretle satın almak isterse, paranın tümünü aldıktan sonra onu kendisinden satın alır. Ama aynı veya daha fazla ücretle satın almak işitiyorsa ücreti kabzetmesine gerek yoktur.

Bu durumu, yetimin malından kendisi için birşey satın almak istiyen ha­kimin durumu gibidir. Halbuki kendisi için kendisinden birşey satın alamayaca­ğına Hz. Osman'ın şu hadisini delil getirmektedir: Zekat develerinden bir deve Osman'a getirildi. Hoşuna gitti. Çarşıda satışa arzetti. En yüksek fiyatını bulunca kendisi satın aldı. Halk Abdurrahman İbn Avfa gelip Osmanm yaptığını anlat­tılar. Abdurrahman Osmana gelerek ona Ömer İbn el-Hattab'ın böyle birşey yaptığını gördün mü? dedi ve deveyi geri vermesini söyledi. Osmanın eleştirildiği bi­rinci şey bu idi. Böyle bir şey Osman için tasvip edilmiyorsa, taksim eden yetkili için evleviyetle tasvip edilmez.

2022- Taksimi yapan yetkili ganimetleri bölümlere ayı­rıp payları belirlese ve kur'a atarak sahiplerine verse, kendisine de bu paylardan biri çıksa, kendi payını alabi­lir. Başkasının kendi payını alaması caiz olduğu gibi, tak­simi yapan kişi olarak kendisinin de kendi payını alması caizdir.

Çünkü kur'a atmakla kendi payını özel seçmiş olması gibi bir itham söz-konusu olmaz. Zaten itham başkaları gibi pay aldığı zaman değil, şahsına mahsus bir şey ayırdığı zaman sözkonusu olur.

Satma ile taksim etme arasındaki fark şudur: Tek başına kişinin yaptığı bu işle taksim tamamlanmış olmaz. Belki müslümanlarla beraber yaptığı zaman tak­sim tamanlanmış olur. Kendisi payım aldığı gibi onlar da paylarını alırlar. Bi­lindiği gibi herkesin payını kabzetmesi (teslim alması) İle taksim tamamlanmış olur. Taksim hepsi ile beraber olup herkes hakkını alınca bu taksim doğru olur. Ama satış sahih olduğu zaman tek başına onun satmasfyla meydana gelir. Bilndiği gibi satış için iki taraf lazımdır.

Nitekim varislerden biri mirası diğer varislerin de rızası ile taksim edip kur'a attıktan sonra herkes payına düşeni alırsa, caiz olur. Alma varislerden biri diğer bütün varislerin paylarını onların rızası ile kendisi için kendinden satın ala­cak olursa, caiz olmaz. Yani kendisi hem alıcı, hem satıcı olmaz. Ganimetleri tak­sim etmekle görevli kişinin durumu da budur.

2023- Taksimi yapan yetkili birkaç atı ahıra kapatsa, sonra onlardan birini satıp parasını alsa ve müşteriye "Ahıra girip alabilirsin" derse ve müşteri içeri girip tut­mak isterken at kaçıp ahırın kapısından çıksa, müşteri satan kişiden parasını geri alır.

Çünkü müşteri atı teslim almadı. Bu nevi meselelerde esas, satılan malın kabzedilmesidir. Bazan alıcının kabzetmesi için salıverilir, bazan da satıcı doğ­rudan müşteriye teslim eder. Satıcı hayvanı salarken, alıcının yakalayabilmesi kesin olmalıdır. Ama doğrudan doğruya alıcının eline teslim ederse, yakalamama kehlikesi sözkonusu olmaz. Çünkü bu hakikaten teslim etmektir. Bir şeyin ha­kikati de varolmasıyla sabit olur. Salıverme durumu hükmen teslim etmektir ve müşterinin kabzedebilme imkanını gerektirir. Yani müşterinin kesin olarak ya­kalayabilmesi ve malı teslim alması gerekir

2024- Müşteri tutabilecek şekilde at ahırda ise, durum budur. Ama ancak kemend gibi bir şeyle yakalayabilecek ve kapı açılmadan Önce çıkamıyacak durumda ise, müş­teri  atı teslim almış sayılır.

Çünkü müşterinin teslim alması için satıcı ona salıvermiştir.

2025- Fakat at yakalanamıyacak veya ondan kurtula­bilecek ve zaptedemîyecek bir yerde ise, müşteri onu kabzetnıiş sayılmaz.

Çünkü salıverme hükmen mevcut olmamıştır. Bu sadece kabzetmek için tanımadır, ama imkan tanımak ayrı, bir şeyi yapabilmek ayrıdır.

2026- Müşterinin tek başına gücü yetmeyip ancak baş­kaların yardımı ile buna gücü yetecek durumda ise, atı

kabzetmiş sayılmaz

Çünkü kabzetme imkanına sahip olmamıştır. Ancak yardımcıları vasıtasıyla bir kişinin bir şeye imkanı olması, tek başına olduğunda da imkanı olduğunun de­lili değildir.

Nitekim kişi yardımcıları vasıtasıyla ağır bir kalası kaldırabilir, ama bu o işe yalnız başına güç yetirdiğini göstermez.

Aynı şekilde ip ile yakalayabimesi, ip olmadan yakalayabilmesinin delilidir. Onun için bu malı teslim almak olmaz. Çünkü bir araçla bir şeye insanın gücünün yetmesi, araç olmadığı zaman da gücünün yetmesine delalet etmez.

2027- Yardımsız ve kementsiz yakalayabiliyorsa yahut hazır olan ip ve yardımcılarla yakalayabiliyorsa, müşte­rinin parayı ödemesi lazımdır.

Çünkü kabtezme imkanına sahip olmuştur. Yakalamadığı için kaçıp git­mişse, kabzettikten sonra yitirmiş gibi olur ve kendi malından kaybolmuş olur. Kısaca müşterinin atın parasını ödemesi gerekir.

2028- At satıcının elinde olup müşteriye "İşte at" derse ve onun eline verse, artık müşterinin malı olur.

Çünrkü eline teslim etmekle hakikaten tasarrufu altına vermiştir. Kısa bir süre için de olsa malı kabzettıği için de müşterinin ücreti Ödemesi gerekir. Satıcıya düşen görev, malı müşteriye teslim etmek olup onu da yerine getirmiştir.

2029- Hem satıcının hem müşterinin elinde iken satıcı "Artık sana bıraktım, malın olduğu için değil, senin tut­man  için  tutuyorum"   derken  at  kaçıp  kurtulursa, yine müşteri kabzetmiş sayılır.

Çünkü satıcı sağlam yakalamıştır ve yakalamaya devam etemsi de müşte­rinin yakalaması ve teslim almasına yardımcı olması içindir. Yoksa atı ona teslim etmemesi için değildir. Bu da müşterinin kabzetmiş olmasının sıhhatini en­gellemez.

At sahibinin elinde idi ve elinde olması, başkasının eline alıp sağlam ya­kalamasını engellemektedir, gaspedilmiş bir at gibi. Sahibinin elinde olduğu süre­ce gaspeden kişinin eline geçmiş sayılmaz, diye itiraz edilse, deriz ki;

Sahibinin elinde olmaya devam etmesi, ancak anlaşmazlık ve çatışma du­rumunda başkasının eline geçmesini engeller. Ama başkasına teslim edip ya­kalamasına yardımcı olmak için elinde tutmaya devam etmesi böyle değildir. Sonra, gaspde tazminatın vacip olması, gaspeden kişinin malı sadece elinde bu­lundurması ile değil, mal sahibinin elinden çıkarmasıyla olur. Burada ise, müşte­rinin eline geçip onun elinde devam etmesi itibariyle onun zimmetine girmiş olur. Onun için satış hükmüne göre nakilden Önce tahliye etmekle müşterinin zimmetine girdiği halde, gasp hükmüne göre tahliye etmekle zimmetine girmiş olmaz. Hatta nakilden Önce helak olsa, sonra hakkı olan biri çıkıp gelse, müşteri hiçbir taz­minat Ödemez.

2030- At satıcının elinde olup müşterinin eline ulaş­madan, satıcı "Serbestsin, yakalıyabilirsin, senin için tu­tuyorum", derse, alıp zaptetme gücü olsa bile, onu teslim almış sayılmaz.

Çünkü satıcı hakikaten elinde tutmaktadır. O hükmü de ancak benzeri bir durum ortadan kaldırır. Salıverilerek müşterinin yakalayabilme imkanı satıcının hakikaten elinde tutması gibi değildir.

2031- Ama satıcı atı biraz uzakta olan müşterinin önü­ne bırakır ve "alabilirsin" derse, ondan sonra at kaçıp gi­derse, alıcı atı teslim almış sayılır.

Çünkü artık satıcının at üzerinde hakikaten sahipliği kalmamıştır. Müşteri de yakalayabilme imkanına sahip olmuştur. Satıcı elinde tutup alıcıya "yakahya-bilirsin, tutabilirsin" demesi müşterinin kabezetmiş olması için yeterli değilidir. Teslim almış olması için, onun eline ulaşması lazımdır. O zaman eli hakikaten satıcının eli yerine geçmiş ve atı kabzetmiş sayılır.

2032- Satıcı elbiseyi alıcıdan uzak bir yere koyup ona "alabilirsin" diye seslenecek olsa, müşteri elbiseyi eli ile alabilecek     yakınlıkta     olmadıkça     onu     teslim     almış sayılmaz.

Çünkü bu ona imkan tanıma yolu ile teslimdir. Almanın gerçekleşmesine kadar kabzetme sayılmaz. Kabzetme imkanı da ancak mala yakın olmasıyla olur. Bundan önce malı serbest bırakma ile bırakmama arasında fark yoktur.

2033- Yetkili ahırdaki bütün atları satıp müşterinin tes­lim almasını söylerse ve atlar da kapı açıldıktan sonra çı­kabiliyorsa, müşteri bazılarını almak için kapıyı açtığında atlar bastırıp ahırdan kaçsa, müşteri ahıra girdiği zaman ister teslim alabilsin ister almasın, hepsinin parasını ver­mesi lazımdır.

Çünkü kapalı bulunan kapı ile koruma altında tutuluyorlardı. Satış hepsini de kapsamıştır. Müşteri kapıyı açmakla onları helak etmiş sayılır. Müşterinin üzerinde anlaşma yapılan bir şeyi helak etmesi onu kabzetmesi gibidir.

Ashabımızdan kimileri bunun İman Muhammed'in görüşü olduğunu söy­lüyor. Ona göre kapının açılması sebep olma yolu ile helak etmedir. Öyle ki ağılın kapısını açar açmaz içindeki hayvan kaçacak olsa, müşteri, belirttiğimiz sebepten parasını ödemesi lazımdır.

Ebu Hanife'nin görüşüne göre ise müşterinin ücreti vermemesi gerekir. Çünkü kapının açılmsı helak değildir. Hayvanın helak olmasını yine hayvanın fiilene bağlamaktadır. Onun için başkasının mülkünden dolayı tazminat ödemez. Doğrusu, bu hepsinin görüşüdür. Çünkü Ebu Hanife adamın yaptığı işi sebep kabul etmektedir. Ancak tazminat hükmü konusunda şöyle demektedir: Bu sebep olma muteber olmasa bile, tazminatı gerektiren sebebin izalesinde muteber olur.

Nitekim yolda sürdüğü bir hayvan sağa sola sapar ve süren kişi de be-raberende olmazsa ve hayvan bir şeye zarar vererse, süren adam onun için taz­minat ödemez. Çünkü hayvan bunu kendi iradesiyle yapmıştır, yoksa süren kişinin sürmeliyle meydana gelmemiştir.

Kapıyı açması hayvanın telef olmasında sebep olduğu sabit olunca, akit hükmü ile onun parasını ödemesi de kesinlik kazanmış olur. Zaten hayvanın yaptığı iş bunun giderilmesine elverişli değildir. Onun için tazminatı her halükârda ödemesi gerekir.

2034- Kapıyı başka bir adam açmış olsa ve müşteri ka­pıdan içeri girecek olduğunda hayvanı tutabilecek durum­da ise, o zaman hayvanın parasını ödemesi gerekir. Ama kapı açıldığında hayvanı tutabilecek durumda değilse, o zaman parayı ödemez.

Çünkü ne kendisi doğrudan doğruya telef etmiş, ne de telef olmasına sebep olmuştur. Parayı ödemesinin gerekli olabilmesi için satıcının kapıyı açıp hayvanı alabileceğini söylemesi ve kendisinin de hayvanı tutabilecek konumda olması

lazımdır.

Nitekim kapıyı satıcının kendisi açmış ve müşteri hayvanı şu veya bu şe­kilde yakalıyabilme durumunda değilse, parayı ödemez. Kapıyı müşteri değil de, başka bir yabancı açtığında da durum aynıdır. Mesela büyük bir evin içinde olan bir kuşu satsa ve müşteriye tutmasını söylese, müşterinin kendisi kapıyı açtığında kuş uçffiuşsa, o zaman parasını öder. Ama kapıyı başkası veya rüzgar açtığında kuş uçup gitmişse müşterinin parayı ödemesi gerekmez. Çünkü kuşu kabzetme imkanına sahip olmamıştır. Atın durumu da bu şekildedir. Bunlar birbirine yarın şeylerdir. Her mesele için itsihsana başvurulur.

2035- Yetkili ganimetleri satıp parasını henüz almamış ve devlet başkanı müşterinin yerine parayı kendisinin Ödemesini istemiş, o da ödemişse, bu caiz olur. Ama satış vekilinin müşteri yerine vekil olan kişiye parayı Ödemesi durumu başkadır.

Çünkü akit hükümleri konusunda vekil, akdi yapan kişinin kendisi gibidir. Onun için isihkak veya kusur oıtaya çıkacak olursa, o dava edilir. Müşteri yerine parayı ödeyecek olursa, hükümde başkasının yerine kendisi için ödemiş olur. Bu da caiz olmaz.

2036- Bu akitte yetkili olan kişi sadece bir naibdir. Akit hukukunda ona hiçbir şey terettüp etmez. Elçi gibi­dir. Müşterinin yerine parayı Ödemesi başka yabancı biri gibidir ki emri ile ödeyecek olursa, ödemenin yapılması halinde verdiği para kendisine geri verilir. Ama emri dı­şında ödeme yapmışsa, ödemenin yapılması durumunda ona birşey geri verilmez.

Farklı oluşun delili şudur; Yetkili kişi müşterinin borcu olmadığını söyleyip ibra ederse, bu ibrası sahih olmaz. Satma işinde vekil olan kişi ise müşterinin borcu olmadığını söyleyip ibra ederse, ibrası sahih olur. Sadece vekil yapan kişi­ye müşterinin vereceği parayı kendisi verir.

Bu satışta yetkili kişi yetimin malını satmada hakim mesabesindedir. Vekil de yetimin malını satmada vasi gibidir. Bir hakim yetimin malını sattıktan sonra görevden alınıp yerine gelen başka bir hakime başvurulsa ve birinci hakim ikinci hakime müşterinin yerine parayı ödese, yahut yetim büyüdüğünde birinci hakim parayı ona ödese ve hakim olarak devam etse, bu ödemişi caiz olur.

Yetimin malını vasinin kendisi satmış, ondan sonra müşteri yerine parayı hakime veya büyümüş yetime Ödemiş olsa, bu ödemesi geçersiz olur. Satan ve parayı ödeyen babanın kendisi de olsa, durum aynıdır.

İki taraf arasındaki fark şudur; Baba ile vasiye zimmet gerekir. Kusur ve is­tihkak durumunda müşterinin hasımları bunlar olur. Halbuki hakime zimmet te­rettüp etmez ve bu işlerde müşterinin onunla hasımiaşması olmaz. Hakimin sek­reteri de kendisine zimmet terettüp etmemesi bakımından hakim gibidir. Onun da müşteri yerine parayı ödemesi sahihtir.

Satmakla görevli yetkili de hakkı olan şeyi ondan parayı almak İçin satar. Kusurun ortaya çıkması halinde de, yetkilinin istemesi durumunda devlet başkanı müşteriye hasım olarak belirlenir, görevli İsterse başkasını hasım olarak görev­lendirir. Müşterinin hakkı sabit olursa müslü marjların ganimetlerinden parayı geri verir. Ama dağitmışsa, müşteriye bu parayı beytulmaldan verir. Satışı yapan kişiye bütün bunlardan dolayı bir zimmet terettüp etmez. Onun için parayı tazmin etmesi sahih olur.

Allah en iyi bilir.[28]

 

Darulharpten Çıkarken Müslümanın Beraberinde Getirdiği Mallar Hakkında

Ne Zaman Sözü Kabul Edilir, Ne Zaman Kabul Edilmez

 

2037- Darulharpte eman    altında bulunan bir müslü-nıan İslâm ordusuna bir miktar mal ile beraber katılsa ve düşmanın kendisine meşru sebeblere dayanarak bazı şey­ler verdiğini veya o malları daha önce darulîslamdan ge­tirdiğini iddia etse, sözü tasdik edilir.

Çünkü mal elindedir ve dokunulmazlığı bulunmaktadır. Zaten zahir dumm ona şahitlik etmektedir. Düşmanla ticaret yapmak için gelmiştir. Normalde tüccar mal ile beraber başka ülkeye gelir.

2038-  Onların mallarından yanında bulunan şeyler an­cak karşılıklı rıza ile eline geçmiş mallardır.

Çünkü eman akdi bunu gerektirmekte olup zahirin kendisine şahitlik kişinin sözü geçerli olur .

2039- Düşmandan gaspettim, derse, malı fey' olur ve komutanın onu kendisinden alıp düşmana geri vermesi ge­rekir.

Çünkü onu kuvvet yolu ile onlardan almıştır. Bu da ancak katıldığı or­dunun gücü ile gerçekleşmiştir. O malın elde edilmesinde de askerler kendisine yardımcı olmuşlardır.

Nitekim düşman arasında eman altında olmasaydı ge­tirdiği mal askerler arasında ganimet olurdu. Askerin o malda hakkı sabit olduğu gibi, komutanın yetkisi de sabit olur. Malı da şer'an haram bir yolla elde etmiştir ki, o da eman ahdine hiyanet etmesidir.

Çünkü onlardan eman alması onlara hıyanet etmemesini gerektirir ve rıza­ları dışında onların mallarından da birşey almaması lazımdır.

2040- Meşru olmayan yolla hasıl olan şeyin geri veril­mesi lazımdır. Onun için devlet başkanının o malı onlara geri vermesi gerekir. İster onlar darulharpte olsunlar, is­ter ordan çıktıktan sonra onlara verir. (Düşmanın emanı altındaki müslüman gasbederek) getirdiği kölelerden bazı­ları müslüman olursa devlet başkanı onları satar ve para­sını onlara gönderir yahut gelip parayı almaları için on­larla yazışır.

Çünkü İslama girmekle köleyi düşmana geri vermek imkansız ol-muştur. Onun için satılıp parasının onlara geri verilmesi lazımdır. Darulİslamda eman altında olan kişinin kölesi İslama girecek olsa kendisi darulİslamda bulunsa yahut dönmüş olsa köle yerine parası ona verilir.

2041- Ama getirdiği kişiler hür olup adam onları zorla almış ve çıkarmışsa, bakılır. Bunlar İslama girerlerse, hür olurlar ve kendilerine hiç bir zarar verilmez.

Çünkü eman sebebiyle onları alma hakkına sahip olmadığından zor kul­lanarak alması da gerçekleşmez. O adam açısından onların durumu darulİslamda eman altında olan kişilerin durumu gibidir ki, bunlar kuvvetle mülk yapılmazlar. İslama girecek olurlarsa, İslâmdan dolayı hürriyetleri kesinleşmiş olar.

2042- İslama girmez veya zimmî olacağız derlerse, yi­ne bakılır. Bunlar hür iseler, darulİslamda bulunduktan sonra hürriyet sıfatına sahip olmaya devam ettikleri için bu hakka sahiptirler. Ama düşmanın köleleri iseler, söz­lerine itibar edilmez.

Çünkü onlar efendilerinin mülküdür ve efendilerine geri vermek lazımdır. Durumları diğer mallar gibi olup aynen onlara geri verilir.

2043- Müslümanlar için bu mümkün olmazsa veya on­lardan bazısının kaybolmasından korkulursa, o mal satılır ve parası sahiplerine gönderilir. Yahut sahibi gelip alın­caya kadar tutulur. Eman altındaki bu kişi düşmanın müstumanlardan   aldığı   mallardan   bazısını   almışsa,  hüküm yine aynıdır.

Çünkü düşman malı ihraz etmekle ona sahip olmuştur. Nitekim İslama gi­recek olsalar o mal onlanndır. Diğer malları gibidir. Ancak köle ise darulİslamda satılır. Çünkü köle darulîslam ehlinden idi. Kölelerin kendileri onlara geri ve­rilmez. Zaten onları zorla almışlardır. Köle satılır ve parası onlara gönderilir.

2044- Müslümanlardan kuvvetle alınmayan bir şey ise, olduğu gibi geri verilir.

Çünkü kuvvetle onu almamışlardır. Hatta İslama girdikleri takdirde o şeylerden el çekmeleri gerekir. Bundan da anlaşılıyor ki bu adam iyi yapmıştır. Çünkü onlara zulmetmemiştir. Daha önce bulundukları yere onları iade etmesi gerekir. Bu da hiç bir şekilde eman ahdine hiyanet olmaz.

2045- Eman altında olan bu kişi darulİslamda onlardan gaspedilerek alınan şeye sahip olsa ve mesele aynı olsa bakılır:  Düşmanın malik olmadığı şeylerden bir şey ise yukarıdaki ile aynı hükümde olur.

Çünkü onların mülkü olan ve ancak kuvvetle alınabilen şeylerini ihraz et­mek suretiyle temellük edebilir.

2046- Bu onların mülkü olan ve İslama girdikleri tak­dirde onlara bırakılacak olan bir şey ise, devlet başkanı onlara bunu geri vermesini tavsiye eder, ama bunun için zorlamaz.

Çünkü onu darulîslamda ihraz ettiği için mülkiyet sebebi tamamdır. Müslümanların onda hakkı sözkonusu olmaz. Devlet başkanının yetkisi, onda müslümanların hakkının bulunmasına dayanır. Bu sabit olmayınca, onu geri vermeye zorlaması da olmaz. Ama bundan önceki maddede durum farklıydı.

2047- Fakat bu mal şer'an haram bir yolla elde edil­miştir ve devlet başkanı kendisi ile Allah arasında olan bir işde (yani hukuken değil, diyâneten) onu geri vermesini

söyler.

Çünkü müslümanların değil, sadece kendi zimmetini çiğnemiştir. Zira düşman müslümanların emanında değil, onun emanmda bulunuyordu.

Nitekim ondan başka müslümanların da bu malı onlardan alması mübahdı. Bundan da anlıyoruz ki adam müslümanların zimmetini çiğnemiş değildir ki dev­let başkanı onu, emanın gereği olarak geri vermeye mecbur etsin. Sadece kendi zimmetini çiğnemiş olup kendisi ile Allah arasında olan bir durumdur. Böyle bir durumda iadesi yönünde fetva verilir, ama zorlanmaz. Çünkü yargısal zorlama mahkemede dava açmaya dayanır. Bu konuda kimsenin ona karşı açılmış bir da­vası da yoktur.

2048- Müslümanlardan kimsenin onu kendisinden satın almaması lazımdır. Çünkü helal olmayan    bir kazançtır. Ondan satın almak, haramlığını kabullenmek demektir.

Ondan satın almazlarsa, böyle bir şeyi bir daha yapmaması için ona bir uyan ve ceza olur. Geri vermesi İçin de bir teşvik sayılır.

2049- Bir kişi  ondan  bunu satın  alırsa, kötü  birşey olmasına rağmen, alması caizdir.

Çünkü adamın mülküdür. Çünkü sebebin kötülüğü, temellük ettikten sonra mülkün sübutuna engel değildir. Bu alışın yasaklanması da bizzat malm ken­disindeki kötülükten dolayı değildir.

2050- Satınalacak kişinin de satan kişi gibi geri ver­mesi lazımdır.

Çünkü geri vermeyi gerektiren hususiyet bu alışla zail olmaz. Ama fasit bir akitle satın alınan birşeyi satın alan kişinin başka birine sahih bir satışla satması böyle değildir. Satan ikinci kişinin alan kişiye geri vermesi emredilmez. Ama sa­tan kişiye bu emredilir. Çünkü başkasına satmakla onu geri vermeyi gerektiren Özellik oıtadan kalkmış olur.

Satışın fasitliğinden dolayı geri vermenin gerekliliği müşterinin mülkü ile sınırlı bir hükümdür. Başkasına satmakla da mülkü bitmiştir. Burada geri ver­menin gerekliliği o malda mülkiyetlerinin gözetilmesi sebebiyledir. Eman ahdine hıyanet sebebiyledir. Bu hususiyet müşterinin mülkünde mevcut olduğu gibi onu çıkaran ve satan kişinin mülkünde de mevcuttur. Onun için satıcıya geri vermesini söylediği gibi alıcıya da geri vermesini söyler. Bu da başkasından ikrah altında alınmış şeyin satın alınması gibidir. Zorla kendisinden alınan kişi o malı satın alan ikinci kişiden geri alabilir. Nitekim satın almadan önce de  onundu. Çünkü satın alan kişinin almasıyla onun hakkı değişmez. Geri alma hakkı da rızası dışında kendisinden alınmış olmasındandır.

2051- Bu adam darulîslamda veya müslümanların ka­rargahında onlara eıııan vermişse ve mesele aynı ise o mal kendisinden alınır ve onlara verilir.

Çünkü müslümanların yararı açısından onun verdiği eman müslüman ce­maatin verdiği eman gibidir. Eman verilmiş kişilerin mallarını zorla almıştır. Hal­buki eman verilen kişilerin mallan zorla alınmaz. Bu bakımdan aldığını geri ver­mesi için mecbur edilir. Yukarıdaki meselede eman altında olanların mallarını ken­disi almamış, aksine kendisi onlar arasında eman altında yaşıyordu. Kendisi de onlara eman vermiş değildi. Onun için o emana hiyanet etmesi şer'an kendisi için haram bir işti. Bu sebepten yaptığı işe de kötülük girmiştir. Ne var ki mala sahip olması mümkündür. Çünkü sözkonusu yer zorla malik olma yeridir. Hükme göre onu geri vermeye mecbur edilmez. Sadece müslümanların emanına hiyanet etmiştir.

Sözkonusu emanın hükmü bütün müslümanlan bağlar. Onun için hiçbir müslümanm onların mallarından bir şey alması helal olmaz. Müslümanların ema­nına hiyanet eden kişiyi devlet başkanı engelleme yetkisine sahiptir. Kendisi onlar arasına girmişse, sadece kendi emanına hiyanet etmiş olur. Zaten bütün müslü­manların emandan önce bu malı onların ellerinden alma hakkı vardı. Onun için geri vermesini söyler, ama buna zorlayamaz.

2052- Eman altında olan bu kişinin çıkarıp getirdiği mal  düşmanın zorla alıp sahip oldukları müslümanların malı ise ve o malın asıl sahibi, malı kendisinden parasını vererek   almak   istiyorsa,  devlet  başkanı   ona   bu   hakkı tanımaz.

Çünkü bu hakkın tanınması mülkiyetinin kabulü demektir. Zira kıymetin kendisine verilmesi ancak malın yerine geçmesi içindir. Halbuki malı onlara şer'an geri vermekle mükellef olduğu sürece mülkiyeti kabul edilmiş olmaz. Dev­let başkanının kararı ile bu mülkiyeti kararlaştırma yetkisi yoktur.

Nitekim malı onlara verdikten sonra onlar müslüman veya zimmî olurlarsa, mal onların olur ve eski sahiplerinden bir alacağı da olmaz. Ama malı ona hibe ederlerse, o başkadır. Çünkü o takdirde mülkü şer'an kararlaştırılan bir mülk olur. Onun için eski maliki hakimin kararı ile parasını vererek alabilir. Eski sahibi onu satın almakla da eski mülküne katmış olur. Vereceği para da mülkünü kur­tarmak için verdiği bir fidye olur. Tıpkı cinayet işleyen köleyi, efendisinin fidye ile kurtarması gibi. Mülküne iade etmekle de onların hakkını kesin olarak iptal etmiş olur. Aynı zamanda emana hiyanet ettiği de kararlaştırılmış olur.

2053- Kendisi bir müslümana satsaydı bu caiz olurdu. Bundan dolayı mahkemeye şikayet edilecek olursa hakim bu satışı onaylar.

Çünkü bunda mûslürnanlârin hakkını iptal yoktur. İkinci adam onu yeni bir mülk olarak temellük etmektedir. Mülkiyetinde bulunan kişiye de geri vermesi emredilir. Satıcıya emredildiği gibi. Eski sahibi ise sadece onu eski mülkiyetine katmaktadır. Bu da o malda haklarının bulunmasından öncedir. Bundan da anlı­yoruz ki, buna karar vermek onların hakkını iptal etmek olur. Sonra, eski sahibi ikinci müşteriden onun kıymeti veya parası ile almak isterse, devlet başkanı ona bu kararı vermez. Çünkü bu kararla onu, belirttiğimiz gibi, eski mülkiyetine tek­rar katmak olur.

2054- Getirdiği bir köle veya müslüman bir cariye ise efendisinin onu kıymeti ile satın alması caiz değildir.

Çünkü belirttiğimiz gibi düşmanın hakkı onda devam etmektedir. Zorla alınan şeyde hakları kesilmedikçe, eski sahibinin alma hakkı da sabit olmaz.

Nitekim zorla alınan kişi eman ile daruiîslama o köle ile beraber girse, müslüman olduğu için onu satmaya mecbur edilir. Eski efendisinin de onu kıy­meti veya parası ile satın alma hakkı olmaz.

2055- Eman altında olan bu kişi sözkonusu malı da-rulharpte İslam ordusunun himayesi ile elde etmişse, eski sahibinin   onu   değeri   veya   parası   ile   geri   alma  hakkı olmaz. Çünkü onda hakları kesilmiş değildir. Fakat devlet başkanı  köleyi satar ve gelip  alıncaya  kadar kiymetini yahut parasını alıkoyar.

Çünkü burada haklarının devam etmesi bundan önceki durumdakinden daha açıktır. Burada devlet başkanı geri vermesi için mecbur eder. Bundan önceki durumda ise sadece geri vermesi için fetva verir ve mecbur etmezdi. Orada efen­dinin kiyrnet ile alma hakkı sabit olmuyorsa, burada evleviyetle olmaz.

2056- Darulharpten   çıkan   müslüman   düşman   elinde olan bir esir ise ve mesele aynı ise bakılır. Darulİslama çıkmışsa, getirdiği bütün şeyler onundur.

Çünkü onlar arasında eman ile bulunmuyordu. Belki mağlup ve mecburdu. Gücünün yetmesi halinde onları hem öldürebilir, hem de mallarını alabilirdi. Onun için mallarından ne almışsa, ona helâl olur.

2057- Getirdiği şeylerden bazısı müslümünlarm alınan mallarından ise, eski sahibi dilerse kıymeti ile satın ala­bilir.

Çünkü onun sahip olmasıyla düşmanın hakkı onda bitmiştir. Onun özel mülkü olmuştur. Ganimetten payına düşen malın içinde bulunan malı gibi olur ve efen­disi dilerse kıymeti ile satın alır.

2058- Darulharpte bulunan İslâm ordusu karargahına getirip  "Onu düşman bana hibe etti veya onlardan satın aldım" derse, sözü tasdik edilmez ve getirdiği mal asker-ler için rey' olur.

Çünkü zahir durum söylediğinin doğru olmadığını gösterir. Zira kendisi düşman elinde mağlup olarak bulunuyordu .Normalde düşman bu muamele ile esirlere muamele etmez. Onun için söylediği tasdik edilmez.

2059- Getirdiği mal  gaspedilmiş mal  gibi  sayılır ve fey' olur.

Çünkü darulîslamda ihrazda orduda bulunan askerler ona ortak olurlar. Mağlup etme de onlarla tam gerçekleşir.

Ama iddia ettiği şeye dair müslümanlardan adaletli bir delil getirirse o za­man dediği olur. Çünkü delil ile sabit olan müşahade ile sabit olan gibidir.

2060- Düşmanın ona birşey hibe edip serbest bıraktık­larını görürsek, askerlerin ona hiç bir ortaklığı olmaz.

Çünkü karşılıklı rıza ile mülkü sabit olmuştur. Aynı şekilde kuvvetle alman şeylerde de mülkü sabit olur. Çünkü o takdirde iş ordunun kuvveti ile sabit olmuş olur. Ama hibe ve satın alma, ordunun kuvveti ile olmaz.

2061- Askerlerin yanına çıkıp gelen kişi esir veya e-man altında biri olup mesele aynı olursa, eman altında oian kişini getirdiği malın hibe olduğunu veya satın aldı­ğını söylemesi kabul edilir ve yemin ettirilir. Ama esirin dediği ancak müslümanlardan bir delil ile tasdik edilir. DarulİsIamdan birlikte girdik deseler bile her birisinin du­rumu ve statüsü değişiktir. Eman altında olan kişi yemin ettiği takdirde söylediği tasdik edilir. Ama esir, ister delil getirsin, ister getirmesin, söylediği tasdik edilmez. Çünkü onu ve beraberindeki malı yurtlarında ihraz etmişlerdir. Bu ihraz ile temlik mahalli olan şeye malik olurlar ve bu mal aslında  onlara ait olan mala il­tihak eder.

2062- Esir o malı askerlerin himayesi ile ihraz ederse, mal fey1  olur. Ama inci gibi askere gizli    kalan birşey olup esir  "ağzımda idi, yahut yutmuştum" derse, kıyasa göre bu sözü tasdik edilmez.

Çünkü yine temlike elverişli bir maldır. Kendisi düşman elinde esir olduğu ve ihrazı gerçekleştiği zaman onunla beraber bulunarak diğer mallar gibi artık onun mülkü olarak kalmaz. Ancak istihsana göre, darulİslamdan beraberinde ge-tirdi-ğini ispat ederse, o mal kendisine teslim edilir. Çünkü ihraz etmeleri kuvvet sayesinde meydana geliyor. Bu da hükmen değil, his ile sabit olur. Zira da-rulharp hüküm yurdu değildir. His bakımından da galip gelmeleri bilmedikleri şeylerde değil, ancak bildikleri yeşlerde gerçekleşir. Ağzında veya karnında olan şeyleri de bilemezler. Galebe yolu ile o malda mülkiyetleri sabit olmayıp daha önce onun mülkü olduğu sabit olduğuna göre, onun mülkiyeti devam eder ve daha önce mülkü olan şeyde askerin ona ortaklığı olmaz.

Sözkonusu malın ağzında veya karnında olduğunu ispat ettiği zaman ancak bu böyle olabilir, diye itiraz edilirse, deriz ki muhtemel olan ve zahirin yalan­lamadığı şeylerde söylediğine itimat edilir.

2063- Askerin   yanına   çıkıp   gelen   adam   darulhapte müslüman olmuş bir adam ise beraberinde getirdiği malı düşmanın kendisine bağışladığı veya daha Önce kendisine ait olduğuna dair söyleyecekleri tasdik edilir.

Çünkü elinde olan bir şey hakkında verdiği muhtemel haberde kendisine güvenilen  ve itimad edilen bir kişidir. Verdiği haberle sabit olan, görme ile sabit olan gibidir. Bunu gözümüzle görseydik o mal sadece ona ait   olur ve askerin onda ortaklığı da sözkonosu olmazdı.

2064- Düşmandan gaspettim, derse mal askerlere fey' olur. Düşmana geri verilmez. Ama eman altında olan kişinin durumu başkadır.

Çünkü eman altında olan kişinin onlara hıyanet etmesi yasaktı. Onların rızası dışında mallarından birşey alması da yasaktı. Ama onlardan müslüman olan kişi için bu yasaklar yoktur. Çünkü onlar arasında daha öneç, olduğu durum üzerinde kalmaktadır. Yani onlar arasında müslüman olarak bulunmaktadır. İs-lâmdan önce birbirlerine karşı eman altında bulunmuyorlardı. Sadece din birliğin­den dolayı birbirlerine dokunmazlardı. Onun için, o kişinin onların mallarından gaspederek alacağı şeylerde onlar arasında bulunan bir esir gibi olur.

Esirin tasdik edilmediği gibi onun da "Bana hibe ettiler" sözünün tasdik edilmemesi gerekirdi, denilirse, şöyle deriz: Aralarında mağlup olarak bulunması itibariyle söylediği şeylerde zahir, esiri yalanladığı için söylediği tasdik edilmez. Ama onlar arasında olduğu halde müslüman olan kişiyi söylediği şeylerde zahir yalanlamamaktadır.

Çünkü onların elinde makhur ve mağlup değildi. Müslüman olduğunu da bilmiyorlardı. Belki birbirlerine davrandığı gibi ona da davranırlardı. Onun için söylediği şeylerde kendisini tasdik ettik.

2065- Bu adam darulislama çıkmışsa, getirdiği bütün şeyler onundur.

Çünkü darulîslamda mülkü olduğu kesinleşmiştir.

2066- Getirdiği şeyler arasında düşmanın daha önce aldığı bir müslümanm malı varsa, sahibi isterse onu kıy­meti ile satın alır.

Çünkü galibiyetle o malı temellük etmesi başka bir müslümanm temellük et­mesi gibidir. Ama o malı kendisi zapt etmiş ve ele geçirmişse, o takdirde mal sa­dece ona halis olur. Çünkü Rasulullah şöyle buyurmuştur: "İslama giren kişinin malı kendisinindir." Zaten müslüman olmakla hakkı kesinleşmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi malı zapteden kişinin hakkı ortadan kalktığı zaman ancak önceki sahibinin hakkı sabit olur.

Bu adam ile esir arasındaki fark şudur: "Bu adamın çıkıp gelmesinden önce müslümanlar darulharbi istila etseler, müslüman kişinin elinde olan mal onun ol­arak kalır, ama esirin elinde olan mal müslümanlara ganimet olur. Çünkü düşman zaptetmek suretiyle ona malik omuşlardır. Onun malı da onlann diğer malları gibi olur. Aralarında müslüman olan kişiyi zorla köleleştirecek olurlarsa, belirttiğimiz bütün durumlarda durumu, esirin durumu gibi olur.

2067-  Darulharpte ordudan bir topluluk yemcilerle be­raber çıkıp gelirken    yanlarında eşya getirseler ve "Düş­mandan satın aldık, yahut onlar bize hibe ettiler" deseler, söyledikleri tasdik edilmez ve o mallar fey1 olur.

Çünkü zahir onları yalanlamaktadır. Onlar düşman yurdundaki halkın düş­manıdırlar. Onlarla işbirliği yapmak için değil, onlara saldırmak için oraya gel­mişlerdir. Söylediklerine dair müslümanlardan adaletli bir delil getirip şahitler de düşmana saldırmadıkları halde, düşmanın onlara bunu verdiğine şahitlik ederse, o mallar kendilerinin olur. Çünkü delil ile sabit oldu ki bu malları karşılıklı rıza ile elde etmişlerdir.

2068-  Onlara düşmanın saldırma ihtimali varken bunu yaptılar, derlerse, ellerindeki mal fey1 olur.

Çünkü onlann saldın ihtimali/imkanı varken galebe yolu ile o mallan al­mışlardır. Orduda bulunan diğer askerlerin de o malda ortaklığı gerçekleşmek­tedir. Ondan sonra o malı onların bağışlamasıyla bu değişmez.

2069- Onlar "düşman savunma halinde iken biz onlara eman vermiştik, daha sonra bunları bize hibe ettiler veya sattılar"   derlerse, delil  getirmedikçe  söyledikleri  tasdik edilmez.

Çünkü düşmanca bir şey yapmıyorken eman verdiklerini iddia etmeleri, ta­sallut altında iken kendilerine hibe yaptıkları iddiaları gibidir. Delil olmadıkça bu söylediklerinin tasdik edilmeyeceğini söyledik.

2070- Askerin ehlinden bir cemaat onlara bu konuda şahitlik yapar ama fasıklikları sebebiyle şahitlikleri kabul edilmezse,  mal fey' olur.

Çünkü davalarını delil ile ispatlayamamışlardır.

2071- Şahitlik yapan kişilerin eline o mallardan bir şey geçecek olursa kendilerine şahitlik yapılan kişiler onu geri alırlar.

Çünkü başkasının mülkü olduğunu söyledikleri şeye kendileri malik ol­muşlardır. Çünkü bir malın başkasına ait olduğunu itiraf eden ve aynı malı daha sonra ele geçiren kişiye o malı sahibine vermesi emredilir. Çünkü itirafı aleyhine hüccet olur.

2072- Bu mal daruIİslamdan gelirken beraber getirdi­ğimiz malımızdır, derlerse bakılır. Bu durum, müslüman­lar için kapalı olup doğru söylemiş olmaları muhtemel ise yemin  ettirilerek  söyledikleri tasdik edilir.

Çünkü zahir durum söylediklerini yalanlamıyor. Nitekim mücahid ihtiyacı için daruiharbe giderken yanına bazı şeyler almaktadır.

2073- Ama müslümanlar için müşkil birşey değilse, ga­nimet olur.

Söyledikleri konuda zahir onları yalanlamaktadır. Zira deve ve benzeri şeyleri gizlemek mümkün olmaz.

2074- Yemcilerle beraber çıkmadan önce o şeyler onla­rın yanında olsaydı müslümanlar onu bilirdi. Zahirin ya­lanladığı birşeyi söyleyen adam tasdik edilmez. Getirdik­leri şeyler arasında köle varsa ve durum kapalı ise, köle­nin sözüne bakılır. Onların söylediğini tasdik ederse, id­diaları tasdik edilir.

Çünkü onların elinde olup getirenlerin kendilerini daruIİslamdan getir­diklerini iddia edince onlann sözüne başvurmaktan başka çare yoktur. Nitekim aynı şeyi darulîslamda iddia edecek olurlarsa, yine kölenin sözüne başvurulur.

2075- Biz düşmandan hür kişileriz, bunlar bizi  esir aldılar, derlerse, sözleri tasdik edilir ve müslümanlar için fey1 olurlar.

Çünkü sahipleri olduğuna dair söyediklerini yalanladılar.

2076- Aynı şeyi daruIİslamda iddia edip köleler onları yalanlar ve hür olduklarını söylerlerse, sözleri kabul edi­lir. Aynı şekilde darulhapte onlar için böyle bir iddiada bulunurlarsa ve söyledikleri gibi düşmandan hür kişiler olduklarına  dair  sözleri  sabit  olursa, müslümanlar  için fey' olurlar.

Çünkü eman olmaksızın elimize geçmiş mağlup kişiler konumundadırlar.

2077- Biz düşmanların kolesiydik, bunlar   bizi aldılar, derlerse, onları getiren kişilerin sözü kabul edilir.

Çünkü köle olduklarını itiraf etmiş ve başkalarının mülkü olduklarım söyle­mişlerdir. Getirenlerin elinden çıkıp başkalarına verilmesi için kölelerin söyle­dikleri şeyler tasdik edilmez. Mesela, durumu meçhul olan ve o sırada elinde bu­lunan kişinin kendi mülkü olduğunu iddia etse ve durumu meçhul kişi "Ben fa­lanın kölesiyim" derse, sözü tasdik edilmez. Onu elinde tutan kişinin sözü kabul edilir. Ama ben hürüm deseydi, sözü tasdik edilirdi. Bu da onun gibidir.

Aradaki fark şudur; Söyledikleri şey iki taraftan da malum olsaydı ve devlet başkanının karşılıksız salıvermesi kararı olsaydı, birinci maddeye göre bunlar hür olurlardı, ama bu maddeye göre köle olup efendilerine verilirler.

2078- Aralarında henüz erginlik çağma gelmemiş bir çocuk varsa, bakılır. Şayet meramını ifade edebiliyorsa, söylediği kabul edilir. Ama meramını ifade edemiyorsa, onu getiren kişinin sözü kabul edilir ve adama yemin et­tirilir. Başka mallarda olduğu gibi. Küçük çocuğun yanın­da babası varsa ve ebeveyninden biri olduğu biliniyorsa, bakılır. Çocuk meramım ifade edebiliyorsa, kendisi hakkında  söyleyecekleri  tasdik  edilir, ama  meramını  ifade edemiyorsa, babasının sözüne itibar edilir.

Çünkü babasının elinde olup hükmen ona tabidir. Nitekim babası ile be­raber esir alınacak olursa, müslüman olduğuna hükmedilmez.

2079- Ama meramını ifade edip bir şey söylerse, sonra onu değiştirip başka birşey söylerse, birinci söylediğine bakılır. Çünkü ikinci söylediği ile çelişkiye düşmektedir.

Önce ben Özgürüm derse, askerin onda hakkı sabit olur. Ondan sonra hak­larını iptal edecek sözleri tasdik edilmez. Ama ben köleyim, derse, onu elinde bu­lunduran kişinin mülkü olur ve bu mülkiyeti iptal ederek daha sonra söyliyeceğİ şeyler kabul edilmez.

2080- Malı getiren kişiler "bunu düşmanın elinde esir olan veya eman altında bulunan yahut müslüman olmuş bir kişiden satın aldık" derlerse, delil getirmedikçe söyle­dikleri tasdik edilmez.

Çünkü zahirin şahitlik yaptığına aykırı iddiada bulunmuşlardır. Çünkü bun­lar düşmanla alışveriş yapmak için değil, savaşmak için gitmişlerdir. Sonra, orada kendileriyle alış veriş yaptıklarını söyledikleri kişilerin varlığı belli değildir. Onun için delil getirmedikçe sözleri tasdik edilmez.

2081- Sözkonusu malı  eman  altında olan  veya müs­lüman olan bir   kişiden satın aldıklarına dair müslüman-lardan delil getirseler, o mal kendilerinin olur.

Çünkü delil ile bunun sabit olması, görmekle sabit olması gibidir.

2082- O malı esirden satın aldıklarını iddia etseler, mal asker ehline fev'olur.

Çünkü bu malın çıkarılmasında satın alanlar iki durumda da satan kışı ye­rine geçmişlerdir.

2083- Müslüman kişiler veya esirler yahut düşmandan İslama girmiş kişilerle karşılaştık, bu malı bize emanet bırakarak darulîslama çıkarmamızı emrettiler, derlerse ve beraberlerinde bulunan köleler onları tasdik ederse, söyledikleri kabul edilmez.

Çünkü köleler köle olduklarını itiraf etmişlerdir. Ondan sonra söyedikleri geçerli olmaz. Onları getirenler de zahirin kendilerini tasdik etmediği birşeyi söylemektedirler. Delil getirmedikçe sözleri kabul edilmez.

2084- Söylediklerine dair delil getirseler, eman altında olan veya darulharpte İslama girmiş bulunan kişilerden ödünç veya emanet olarak aldıkları şeylerde asker ehlinin bir hakkı olmaz.

Çünkü delil ile sabit olan, görme ile sabit olan gibidir. Şüphe yok ki asker­lerin eman altında olanların mülkünde hakkı olmaz. Darulhapte İslama girmiş olan kişinin mülkünde de hakkı olmaz. Çünkü o malı emanet bırakan kişi malın sahibi olup onu ihraz etmesi müslümanlann ihraz etmesinden öncedir. Ama esirin veya düşmanın yahut mürteddin darulharpte emanet bıraktığı şeylerin tümü fey' olur. Zira emanet alan kişi emanet bırakan kişi gibidir. Aynı kişi askerin hi­mayesi ile o malı ihraz edecek olursa, mal fey' olur. Emanet bırakan kişi ge­tirdiğinde de durum aynıdır. Ama karşı koyarken şahitler ona eman verdiklerini söyler, ondan sonra malı onlara emanet bıraktığını ifade ederlerse, o takdirde müslümanlann mala dokunmaları doğru olmaz. Çünkü eman altında olan birinin malı olduğu delil ile sabit olmuştur. Zaten eman altında olan biri olarak bize çıkıp gelseydi malına dokunmaya hakkımız olmazdı. Emanet bıraktığı kişi de ge­tirdiğinde durum aynıdır.

2085- Onu kendilerine verdiği  zaman eman veren müs-lüman esir ise, o fey olur.

Çünkü mağlup ve makhur bir vaziyette iken esirin ona eman vermesi geçersizdir. Varlığı ile yokluğu arasında fark yoktur. Hüküm bakımından bu malı sanki esirin kendisi gelmiş, onlara vermiş ve dönmüş gibidir.

2086- Malı getiren kişiler onu eman altında olan bir

müslümandan veya müslüman olan birinden yahut bir düş­mandan gaspettiklerini söyleseler ve buna dair delil getir­seler, eman altında olan kişiden gaspedilen şeyler ona geri verilir.

Çünkü onun malı müslümanların üstün gelerek alacakları ve mülk edine­cekleri birşey değildir. Düşmandan gaspedilen şeyler fey' olur. Darulharpte İsla­ma giren kişiden gaspedilenler de Ebu Hanife'nin kıyasına göre fey' olur. Çünkü onun prensibine göre onun müslüman olması, ahkâmda değil, sadece günahlarda can ve malının dokunulmaz olmasını gerektirir.

Nitekim hata ile biri onu Öldürecek olursa, Öldürene sadece keffaret gere­kir. Darulharpte bir kişi onun malını telef edecek olursa, tazminat ödemesi ge­rekmez. Faiz ve başka muamelelerinde de bu hüküm kendini göstermektedir.

Yine müslümanlar düşman ülkesini zaptetseler, o kişilerin gayri menkûlü fey'   olur. Kendisinin veya kendisi yerine kaim olacak başka birinin elinde bulunmiyan menkûl mal da yargı bakımından fey olur. Ama elinde bulunan veya müslümanın elinde bulunan yahut anlaşmalı olduğu birisinin yanında bıraktığı menkul ma! fey' olmaz. Kendi mülkü olması itibariyle onu daha Önce ihraz et­miştir. Ama kendisinden gaspedilen ve başkasının elinde bulunmayan mal fey' olur. Gaspeden kişi müslüman veya anlaşmalı da olsa, aynıdır. Çünkü ihraz hükmü bakımından gaspedenin sahipliği kendisinden gaspedilenin sahipliği gibi değildir. Müslümanın veya antlaşmalınm kendisinden gaspetmiş olduğu mal hak­kındaki hüküm bu olunca, darulharpte kendisiyle karşılaşan müslümanların da ondan ga.spettiği malın hükmü budur. Ama kendilerinin himayesine girdikten son­ra gaspetmişlerse, o zaman kendisine geri verilir, çünkü onların himayesi say­esinde o malı ihraz etmiş olmaktadır. Onun sözkonusu mala sahipliği başkasının sahipliğinden öncedir. Tıpkı müslümanlar darulharbi zaptettiklerinde elinde bu­lunan ve bazı müslümanların onun elinden aldığı mal gibi ki o mal kendisine iade edilir. Bütün bu hükümlerde ilke şudur: Malların dokunulmazlığı din sebebiyle değil ona malik olma sebebiyledir. Mala malik olmak da müslümanlann gücü veya onların ülkesinde bulunmak sayesinde gerçekleşmiştir. İşte bu dok­unulmazlık olmadan mal ganimet malı olma özelliğini kaybetmez.

İmam Muhammed'e göre ise, malının dokunulmazlığı konusunda, darul­harpte müslüman olan kişinin durumu düşmanın yanında eman altında olan kişi­nin durumu gibidir. Onun için müslümanların onunla faiz muamelesi yapması caiz olmaz. Yemcilerle beraber çıkan kişilerin ğaspettikleri şeylerde askerin hakkı olmaz. Aksine gaspedilen şeyleri onlara geri vermek gerekir. Darulharpte müslü­man olmuş kişiden ğaspettikleri malların durumu da bu şekildedir.

Aynı şekilde müslümanların damlharbi zaptetmeleri halinde darulhapte müslüman olmuş kişinin elinde olan menkul veya müslüman yahut anlaşmalı ki­şinin ondan gaspettiği mal, kendisine geri verilir. Ama düşmanın ondan ğaspet­tikleri mallar fey' olur. Çünkü onu kendisinden galip gelerek almışlardır. Nitekim alan kişiler müslüman olurlarsa, ondan aldıkları mallar onların olur. Ama müslü-mana, antlaşmalıya veya düşmandan birine emanet olarak bıraktığı mal ise onların mülkü olmaz. Ve darulharbin sahipleri müslüman olacak olurlarsa, emanet mallan ona geri verilir. Müslümanlann darulharbi işgal etmelerinde de durum bu şekildedir.

Darulharpte müslüman olmuş, sonra çıkıp mailarını terketmiş ve müslü­manlar orayı işgal edinceye kadar düşman onun malına dokunmamış ise, İmam Muhammed'e göre bütün malı müstümanların olur. Ama darulİslama eman ile çıkıp müslüman olduktan sonra müslümanlar onun malını alırsa, malı fey' olur.

Çünkü malını darulislamda İslâm ile ihraz etmemiştir. Malı üzerinde velayeti ol­madan İslama girmiştir. Velayet olmadan da malını ihraz etmiş olmaz, İslama gir­diği zaman malı velayetinin altında bulunmuyordu. Ama daha önce malında di­lediği gibi tasarruf imkanına sahipti. Nitekim darulislamda İslama girdiği zaman mal, velayetinin altında bulunuyordu. Malında da dilediği gibi tasarruf imkanına sahipti.

Nitekim darulislamda İslama girince, darulharpteki küçük çocukları ona bağlı olarak müslüman sayılmazlar. Müslümanlar onları zaptedecek olursa, fey' olurlar. Ancak İslama girmeye mecbur edilirler. Çünkü darulislamda bulununca babalarına bağlı olarak İslama girmeleri gerekmektedir.

2087- Darulharpte İslama girmiş olsaydı, küçük ço­cukları da ona tabi olarak müslüman olurlardı. Müslüman­lar onları zaptetmeleri halinde hür olurlar ve onlara hiç bir zarar verilmez.

Darulharpte onun malını telef eden kişiye tazminat ödemesi gerekmemesi, canı gibi malını müslüman olmakla ihraz etmediğine delalet etmez. Onu kasten veya hata ile Öldüren kişiye kısas ve diyet düşmez ama İslama girmekle canını ih­raz etmiş (korumuş) olur. Zaptedilmesi halinde mülk (köle) olmaz.

İslam devletine karşı isyan eden siyasi isyancılar (bağiler) İn mal ve can­larını meşru yönetim ve onu destekleyen müslümanların ele geçirmesi halinde, o mallar müslümaniarm mülkü olmaz. Sadece onlardan birşey telef edecek olur­larsa, bir tazminat ödemezler. Müslüman olduktan sonra darulharpte ikamet eden kimsenin suçu İsyancılar ve meşru yönetime başkaldıranlardan büyük olmaz.

Söylediklerimizin hepsini Rasuluüahm şu sözü teyit etmektedir: "Kim da­rulharpte İslam girer, sonra malı ile beraber müslümanların yanına çıkarsa, malı onundur. " Burada malından maksad, kölesidir. Müslüman olmakla onu ihraz et­memiş olsaydı, ondan sonra çıktığı takdirde kölesi hür olurdu. Tıpkı kendisi İslama girmeden önce kölesi ona rağmen müslüman olarak çıkıp geldiği zaman hür olacağı gibi.

Ebu Hanife belirttiğimiz şekilde İmam Muhaınmed'e cevap vermekte ve şöyle demektedir: Mallarda temellükün ortadan kalkması, malın yasak ihrazı ile olur. Bu da dîn ile değil, yurt ile olur. Halbuki canlar için böyle değildir. Çünkü can temelde temellük için değildir. Sadece işlediği suçlan dolayı temellüke maraz kalır. İslama girmekle bu suç da kaybolur. Bu kişi İslama girmekle malını ihraz ediyorsa, o malı telef eden kişinin kendisine tazminat Ödemesi gerekirdi. Tıpkı da­rulharpte eman altında olan birinin malını başkasının helak etmesi gibi.

Malın helak edilmesinde İmam Muhammed eman altında olan kişi ile da­rulharpte İslama giren kişiyi birbirinden ayrı saymaktadır. Kişinin öldürülme­sinde de hepsni birbirinden ayrı görmektedir. Darulharpte eman altında olan bir kişinin bile bile veya hata ile bir adam öldürmesi, kişinin kendi malından diyet ödemesini gerektirir. Çünkü onunla beraber diyet vermesi gerekenler (âkilesi), darulharpte olan İçin vermezler. Kısasda şüphe bulunduğu için darulharpte olan öldürmeler için uygulanmaz. Zira can ve malın dokunulmazlığı, yurtta ihraz ile olur. Çünkü din inanan için önleyicidir, inanmiyan için önleyici değildir. Ülkenin koruyuculuğu (mene'a) inanmayanları değil, İnananları kapsar. Müslümanın on­lara eman İle girmesi yurtta canın ve malın ihraz etme sebebini yok etmez. Da-ralharpte müslüman olan kişinin darulislamda can ve malı ihraz etmesi gerçek­leşmemiştir. Bu mana göz önünde bulundurularak istihlak halinde tazminat öde­nip ödenmemesi konusunda aralarında fark meydan gelmektedir.

2088- Askerlerden biri darulharbe saldırıp orada müs­lüman olan kişinin malından alsa ve malı alman kişi daha sonra  müslümanlara  katılsa, malı  taksimden  önce ken­disine geri verilir. Taksimden sonraya kalırsa, hiçbir üc­ret istenmeden verilir.

Zira o eman altında olan biri gibidir ve müslümanlar istila ederek malını mülk edinmezler. O malı helak etmek veya sarfetmekten kesinlikle sakındırılırlar. Takı sahibi gelir ve onu alır.

2089- Sahibi müslümanların ordu karargahına geldik­ten  sonra bir  kişi  onun malını helak  edecek  veya sar-fedecek olursa, tazminat olarak ona öder.

Çünkü sahibi müslümanların himayesinde olunca canı dokunulmazlık ka­zanmıştır. Nitekim biri onu öldürecek olursa, askerlerden birini öldürdüğünde tazminat ödediği gibi tazminat öder. Malını tüketecek olduğunda da malı için taz­minat öder. Ama İslâm ordusuna katılmadan önce biri Öldürecek olursa hiçbir taz­minat ödemez. Malı da tüketilecek veya helak edilecek olursa tazminat ödenmez.

Ancak Ebu Hanife şöyle demektedir: İslâm ordusuna katılmadan önce malı dokunulmazlık içinde olduğuna göre onu telef eden kişi tazminat olarak ödemesi gerekir. Tıpkı canına İslâm ile dokunulmazlık kazandırdığı gibi. Malı kendisi ihraz etmemişse, zaten askerler için ihraz edilmiş olur. Bu durumda malın askerlere fey1 olması lazımdır. Kıyasa göre göre doğru, Ebu Hanife'nin söylediğidir. An­cak İmam Muhammed istihsan yolundan hareketle müslümanın malının, müslü-manlara hiçbir zaman fey' olamıyacağını söyleyerek şöyle demiştir.

2090- İslama girdikten sonra şartları oluştuğunda malı-nm zekatını vermekle mükelleftir. Öldüğünde de inüslü-man varisleri ona varis olur. Bir mal nasıl hem müslüman varislere miras olur ve zekatı verilir, hem ganimet olur?

2091- İslam devlet başkanının bir elçisi düşman asker­lerinin yanına gitse ve mallarından bazı şeyleri veya bir köleyi   gaspederek   alıp   darulharpte   bulunan   İslâm   or­dusunun yanına çıkarsa, devlet başkanı onu alıp sahip­lerine  geri verir.

Çünkü elçi onlar arasında eman altındaki gibidir. Ordunun himayesi ile eman altındaki birinin aldığı malların hükmünü belirttik.

2092- Getirilen  mal veya  köle    ganimetlerle beraber taksim  edildikten sonra devlet başkanı  bunu öğrenirse, onu alır ve geri verir.

Çünkü malın geri verilmesine sebep olan emana hiyanet durumu tak­simattan sonra da ortadan kalkmış olmaz.

2093- Payına düşen kişi köleyi azad etmişse, bakılır. Onu çıkarıp getiren hür bir kimse ise azat etme geçersiz olur ve köleye istediğin yere git, denilir.

Eman antlaşmasına hiyanet ettiği için köle üzerindeki mülkiyeti de geçersiz olur ve mülk edinmesi engellenir. Nitekim taksimden önce bu durumu bilindiği takdirde köle eman altında ve hür olur, memleketine dönmesi için serbest bıra­kılır. Bu durum taksimden veya azat etmekten sonra bilindiğinde de durum böyle­dir. Mülk olmadığından azat edilmesi veya pay olarak verilmesi de geçersiz olur.

2094- Onu getiren kişi müşriklerin kölelerinden biri ise payına düştüğü kişinin azat etmesi geçerli olur.

Çünkü devlet başkam taksim ile onu mülk yapmış ve üzerinde velayeti meydana gelmiştir. Nitekim durumunu bilseydi başkasına mülk olarak satabilir ve parasını efendisine gönderebilirdi. Durumunu bilmeden Önce de durum aynı­dır. Başka birine satarak veya pay olarak verildiği takdirde, bu temlik sahih olur ve mülkiyetinde bulunan kişinin azat etmesi de geçerli olur. Eman ahdini gözet­mek için parasını alır ve efendisine gönderilir.

2095- Böyle yapar ve efendisi parayı alırsa, azat edilen kişinin darulharbe dönmesine müsaade edilmez.

Çünkü azat olmakla müslümanın mülkü onda kesinleşmiş bulunmaktadır. Ücreti de darulharbe gitmiştir. Darulharpte kendisinin geri gönderilmesi gibi par­ası gönderildiği için emana hiyanet durumu da ortadan kalkmıştır.

2096- Efendisi onun parasını almayı red ederse, azat olan köleye "istersen burada kal, istersen darulharbe git" denir.

Çünkü eman sebebiyle darulharbe geri gönderilmesi uygundur. Onun ye­rine geçen karşılık sebebiyle darulharbe gönderilme işi iptal olmamıştır. Ancak müslümanın onu azat etmesiyle hür olmuştur. Darulharbe artık dönüp dönme­mekte serbesttir. Nitekim azat edilmeden önece efendisi parasını almayı kabul et­mezse, devlet başkanı onun satılmasını veya taksim edilmesini İptal eder ve da­rulharbe geri gönderir. Azat edildikten sonra da darulharbe dönüp dönmemekte serbest olur.

2097- Elçi onu askerlerin himayesi ile elde etmeksizin daruIİslama çıkarıp getirmişse, o kendisinin olur. Darul­harbe geri göndermeye hüküm ile zorlanmaz ama gönder­mesi için fetva verilir. Yani göndermesi tavsiye edilir ama zorlanmaz.

Çünkü düşman nezdinde eman altında gibidir ve sadece kendi zimmetini

çiğnemiştir.

2098- Geri gondermeyip satacak olursa satışı kerahetle caiz olur.  Çıkarılan kişi  ister  hür, ister köle  ve vister kadın, ister erkek olsun, aynıdır.

Çünkü kendisi ihraz etmiştir. O da temellük mahallidir. Onun için çıkarıp getiren adamın mülkü olur. Ama yukarıda böyle değildi.   Orada devlet başkanı darulharbe gönderme yetkisi ve otoritesine sahipti. Bu da tamamen ihrazı önle­mektedir.

2099- Çıkaran kişi veya satın  alan kişi azat ederse, mülkü olduğu için azat etmesi geçerli olur. Azat olan kişi de isterse darulharbe dönebilir.

Çünkü şer'an geri gönderilmesi gerekirdi. Onun için çıkaran veya satan kişi azat etmeden önce geri göndermesi gerekirdi, Yargı bakımından mecbur tu­tulmazsa da, fetva olarak geri gönderilmeliydi. Azat olan kişi hürriyetine kavu­şunca. İsterse daruiharbe dönebilir.

2100- Hür olması sahibinin ölümüne bağlanmış veya azat etmek  için sözleşme yapmış köle  (mükâteb)  yahut kendisinden çocuk sahibi olan cariye (ümmülveled) da-raulharbe geri dönmek isterse, müslümanlar ona engel ol­mazlar. Efendisi engel olursa, müslümanlar ona da karışa­mazlar.

Çünkü bu tasarruflardan sonra da adamın mülkü devam etmektedir. Ama azat ettikten sonra onda mülkiyeti kalmaz. Onun darulharbe dönme isteklerine karşı çıkmakla ona zulmetmiş olur ve müslümanarın onun bu zulmüne engel ol­maları lazımdır.

2101- Cariye çocuğu ile beraber darulharbe gitmek is­terse, ona müsaade edilmez.

Çünkü çocuk babasının dini üzere olup müslümandır.

2102- Bütün bu konularda    kural şudur: Darulharpte bulunan efendisine bedeli ulaştığı bütün durumlarda kö­lenin artık darulharbe dönme hakkı kalmaz. Ama bedelin darulharpteki efendisine ulaşmadığı durumlarda köle da­rulharbe dönme hakkına sahip olur. Hukuken engel ol­mayacağı yerlerde efendisinin söylediğine itibar edilmez. Hukuken   geri   göndermeğe   zorlanamadiğı   yerlerde   de, mülkiyetini   korumak   için,   kendisine   baskı   yapılmaz. Mülkiyeti son bulduktan sonra kölenin  darulharbe dön­mesini engelleyemez. Çünkü  bu durumda köle, hür in­sanlar gibidir.

Allah en iyi bilir.[29]

 

Ganimetlerin Taksimi (Dağıtımı)

 

2103- Devlet başkanı ganimetleri taksim edip çok asker arasında bölünmesi imkansız olan basit birşey kalırsa, devlet başkanı onu miskinlere tasadduk eder ve beytül-mala göndermez.

Daha önce bazı meseleleri İzah ederken müellif bunun beytülmala bırakı­lacağını söylemişti. Bilelim ki konu değişik olduğu için cevap da değişik olmuş­tur. Orada ganimetten beşte biri hiç almaması durumu vardı, burada ise önce bütün ganimetten beşte birin alınması ve askerin hakkı olan ganimetten dağıtıla-mıyacak kadar az bir miktarın artması durumu bulunmaktadır. Artan bu kısım ga­nimet kapsamında olup özellikle askerin hakkı olmuştur. Askerlere bunu vermek mümkün olmayınca yolda bulunan mal (lukata) hükmünde sayılır ve devlet başka­nı onu tasadduk eder. Ancak buluntu mal için bir yıl beklenir. Çünkü sahibinin bulunması sözkonusu olabilir. Ama burada böyle bir şey sözkonusu değildir. Onun için tasadduk etmeyi ertelemenin veya tanıtımı ile uğraşmanın anlamı yok­tur. Onun için derhal onu tasadduk eder.

2104- Bir topluluk ganimeti taksim eden yetkiliye ge­lerek, evlerimiz uzak ve dağıtım yapılıncaya kadar   bek-

leme imkanımız yoktur, ganimetten paylarımızı göz kararı ve tahmin ile ver, biz hakkımızı sana helâl ederiz, derse, o da kendilerine verse ve gitseler, sonra alacakları payla­rın daha çok olduğu taksim sırasında ortaya çıksa, bakılır. Onların paylarından, taksimi yapan yetkilinin elinde kalan miktar buluntu (lukata) mal mesabesinde olur. Devlet baş­kanı isterse, onu yetkilinin elinde bırakır, isterse alır ve bir sene tanıtır ve bunu müslümanlara duyurur. Umulur ki sahiplerine haber ulaşır.

Çünkü artan   bu miktarın hazır olmayan kişilerin pay artığı olduğu bilinir ve kendilerine haber ulaştığı taktirde gelip almaları umulur.

2105- Tanıtma bakımından hükmü buluntu malın hük­mü gibi olur ve üzerinden bir yıl geçip sahibi ortaya çıkmadiği zaman tasadduk edilir. Bu konuda karar, taksimi yapan yetkilinin değil, devlet başkanmindır.

Çünkü devlet başkanı ona sadece taksim yetkisi vermiştir. Taksimin bit­mesiyle de yetkisi sona ermiştir. Ganimeti alanlardan bazılarının payından elinde kalan kısımda devlet başkanı ona halktan biri gibi muamele eder. Kalan kışımı yetkilinin kendisi tasadduk edemez.

2106- Ama devlet başkanı ona bu konuda izin verirse, yapabilir. Devlet başkanının izni olmadan tasadduk ede­cek olursa, devlet başkanı isterse tazminat olarak ona Ödetir.

Çünkü bu mal, devlet başkanı tarafından yanında bırakılmıştır. Ona em­redilenin dışında kalan kısımda bir uygulama yapacak olursa, bu yetkiyi veren kişinin hakkma hiyanet etmiş ve tazminat ödemesi gereken biri olur. Tıpkı emanet bırakılan malı telef eden kişi gibi. Sahibi gelmeden önce telef etmişse, emanet bırakan kişi ondan tazminat alabilir. Devlet başkanının onu yetkiliden alıp ta­sadduk etmesi caizdir.

2107- Ondan sonra sahipleri gelecek olursa, devlet başkanından onun benzeri bir malı tazminat alabilirler. Devlet başkanı bu tazminatı beytulmaldan Ödeyemez.

Çünkü bu konuda durumu yolda malı bulan kişinin durumu gibidir. Bul­duğu malı tasadduk ettikten sonra malın sahibi çıkıp gelirse, sahibi iki şeyden bi­rini tercih eder, isterse Ücretini alır, isterse benzerini tazminat olarak alır. Bu da onun gibidir. Beytulmala veremez.Çünkü onu tasadduk edememesi, hüküm şeklinde değildir. Sadece malı yolda bulan kişinin bulduğu malı tasadduk etmesi şeklindedir.

2108- Hüküm suretiyle olursa, onu asla tasadduk ede­mez. Sahibi gelip alıncaya kadar beytulmalda muhafaza eder yahut sahibi gelmezse, ebedî olarak beytulmalda kalır.

Anlıyoruz ki onu tasadduk etmesi hüküm suretiyle değildir. Hüküm sure­tiyle yapmadığı işlerde de müslümanlar için çalışmış olmaz. Ondan dolayı taz­minat ödeyecek olursa, beytulmaldan ödemez.

2109- Devlet başkanı onu müslümanlara borç vermek veya aralarında dağıtmak isterse, caiz olur.

Çünkü borç vermede o payın sahiplerinin çıkarını gözetmiş ve korumuş ol­maktadır. Zaten müslümanlann çıkarını gözetip korumakla görevlidir.

2110- Ondan sonra biri kendisinden istiyecek olursa, miskinlere  verecek  olduğundan  elinde  kalanları  isteyen kişiye verir.

Çünkü tasarrufu yetkiye dayanarak gerçekleşmiştir. Bu konuda taksim yet­kilisi, buluntu mal eline ulaştığı zaman yargıç gibidir. Fakat bu takdirde tasadduk etmesi yargı yoluyla olmadığından malın sahibi ona tazmin ettirir. O da tazmin ederken kendi parasından öder ve hiç kimseye yüklemez. Devlet başkanı verdiği hükümlerde yargıç gibidir. Ama taksimi yapan yetkili böyle değildir. Yaptığının sadaka ile ilgisi yoktur. Çünkü devlet başkanı onu almak için yetkili kılmamıştır,

2111- Çok  sayıda asker biraz ganimet alıp çıktıktan sonra ganimetin azlığına bakarak askerlerin bir kısmı da-ğılsa,   diğerleri   orada   kalsa,  devlet  başkanı   orada   ka­lanların payını verir, gidenlerin payını bir yıl bekletir.

Çünkü ganimet kapsamında olup elinde buluntu mal (lukata) hükmündedir. Hüküm yukarıda belirttiğimiz gibidir.

2112- Hakkında bilinen hükmü uygulamak isterse kime ait  olduğu, mahiyeti ve  olayı üzerine yazıp  beytulmala bırakır ve sahibinin  gelmesini  bekler. Sahibi gelinceye kadar orada kalır. Bulunan mal hakkında da yanı şekilde uygulama yapması asıldır.

Çünkü tanıtımı yaptıktan sonra bulunan malı tasadduk etmesinin caiz oluşu ruhsattır. Azimet olan İse başkalarını malına ilİşmemektİr veya kendi yahut va­risleri gelip alıncaya kadar o malı korumaktır.

2113- Ama bozulmasından korkulan bir şey ise, satar ve parasını bekletir.

Çünkü onu korumak ancak bu yolla mümkündür. Sözkonusu malı satması mahkeme karan ile olmuştur. Öyleki sahibi geldiği takdirde bir hakkı olmaz. Ama sadaka olarak verirse, sahibi ondan tazminat alabilir. Çünkü satılması , imkanlar ölçüsünde sahibinin mülkiyet hakkını korumak olur. Malı tasadduk etmek ise, sa­hibinin malı olduğunu kararlaştırmak olmayıp razı olması halinde sevabının ona ulaştırılmasıdır. Onun için bu kendisinin verdiği bir hüküm değildir.

2114- Bir adam ganimetlerden bazı şeyleri alıp hıyanet etse ve sonra pişman olsa, taksim yapıldıktan ve askerler dağıldıktan   sonra  onu  devlet  başkanına   getirse,  devlet başkanı  isterse  o  adamı  yalanlar   "Ve  ben  senin  doğru söylediğini  bilmiyorum, iddia ettiğin  şeyle vebal  altına girmişsin ve ne yaptığını sen daha iyi biliyorsun, hakkı sahibine vermen lazım"   der, isterse malı ondan alır ve beşte birini Allah'ın verilmesini istediği yere verir. Çünkü malı onun  elinde görmüştür. Malın sahibi de malı elinde gördüğü kişi hakkında söylediklerinde şer'an tasdik edilir. Doğru söylediği için de beşte bir miktarını ondan alır ve ilgili kişilere verir. Elinde geri kalan kısım da buluntu mal mesabesinde olur. Sahiplerine ulaştırabiliyorsa, hükmü belirttiğimiz gibidir. Ama ulaştırma umudu yoksa, isterse miskinler arasında paylaştırır, istemiyorsa, beytulmala bırakır ve üzerine gerekli bilgileri yazar.

2115- Hiyanet eden kişi aldığı fazla malı devlet başka­nına getirmeden tevbe eder ve ganimetten haksız yere aldığı mal (veya kişi) de elinde duruyorsa, sahiplerine ulaştırma imkanı yoksa onu tasadduk edebilir. Sahiplerine ulaştırabiliyorsa, bütün hükmü buluntu mal hakkındaki hüküm gibidir. Devlet başkanına verdikten sonra devlet başkanı isterse onu tasdik eder. Ne var ki beşte birini elinde bırakmaması lazımdır.

Çünkü elindekinin beşte bîrinin Allanın belirttiği kişilere ait olduğunu itiraf etmiştir. Elinde bulunanlar hakkındaki itirafı da  sahihtir. Onun için kendisinden beştebir payın alınması   ve verilecek yerlere vermesi lazımdır. Böylece beştebir payı sahiplerinden hiç kimsenin hakkını kaybetmemiş olur. Allah en iyi bilir.[30]

 

Hür Ve Köle Esirlerle İlgili Hükümler

 

2116- Alındıktan sonra ve taksim edilmeden önce esir-lerin  hükmü, ihraz  edildikten  önce  ve  ihraz  edildikten sonra kölelerin hükmü gibidir.

Çünkü yenmekle onlar hakkında kölelik sabit olmuştur. Sadece kimin mül­kü oldukları henüz belli değildir. Kölelik zayıflığın ifadesidir. Onlar ahn-madan önce zayıf bulunuyorlardı. Çünkü mülk edinilmeye maruz idiler. Fakat kendilerini savunma gücünün bulunması bakımından mülkiyet gerçekleşmemişti. Ama esir düşmekle bu kuvvet yok olmuştur. Onun için haklarında kölelik sabit olmuştur.

2117- Kimin mülkü olacakları taksime veya satışa bağlı kalmış ve müslümanlardan Öldürülmüş biri bulunup on­lardan bir grup kendilerinden birinin onu kasten kılıçla Öldürdüğüne şahitlik ederse, şahitlikleri kabul edilmez.

Çünkü köle şahitlik yapacak kişilerden değildir. Zira şahitlik bir nevi ve­layettir ve kölelik velayeti yok etmektedir.

2118- Ancak devlet başkanı   aleyhinde şahitlik yapılan kişiyi öldürebilir.

Çünkü emanı bulunmayan bir esirdir. Ama taksimi yaptıktan veya sattıktan sonra artık öldüremez. Tıpkı aleyhinde kimse şahitlik etmemiş gibi olur.

2119- Onlardan bir kadın aleyhine bu şekilde   şahitlik yapacak olurlarsa, şahitlikleri kabul edilmez.

Çünkü onun aleyhine de şahitlik edemezler. Bu şahitlikten sonra durumu şahitlikten önceki durumu gibi olur. Ebu Hanife'den nakledilen şu olay bunu açıklamakladır; Askerlerden biri esirlerden payına düşen bir köleyi veya cariyeyi azat etse yahut onu gebe bıraksa, kıyasa göre bu geçerli olur, ama istihsana göre geçerli olmaz. Onlar köle olmasalardı, azat etmenin ve gebe bırakmanın onlar hakkında geçerliliği konusunda kıyas ve istihsanın bir anlamı olmazdı.

2120- Devlet başkanı darulharbi istila edip darulİslam haline getirse, isterse ganimet olarak alanlar arasında orayi taksim eder ve beştebir payını alır, isterse oranın hal­kını serbest bırakarak zimmet ehli yapar ve onlardan cizye, topraklarından da haraç alır. Hz. Ömer'in Irak top­raklarında yaptığı gibi. Haklarında henüz karar vermeden onlardan bazıları kendilerinden bir adamın yine kendile­rinden bir kadını kasten veya hata olarak öldürdüğüne şahitlik etse, sonra yukarıda belirtilen iki şıktan biriyle onlara muamele yapmaya karar verse, önce yaptıkları şahitlik geçersiz olur.

Çünkü   mağlup   olup   köle   durumunda   oldukları   bir   sırada   şahitlik

yapmışlardır.

2121- Aynı şahitliği yapacak olurlarsa, bakılır. Devlet başkanı onları taksim etmişse, şahitlikleri yine kabul edil­mez.

Çünkü taksim etmekle onların kimin mülkü oldukları, yani kölelikleri ta­hakkuk etmiştir.

2122- ikinci şahitliklerinden önce onları serbest bırak-mışsa, şahitlikleri kabul edilir.

Onları serbest bırakmakla hürriyetler oıtaya çıkmıştır. Onları hür kişiler yapmıştır. Köle köleliği sırasında şahitlik yapıp şahitliği red edilmiş, daha sonra hürriyete kavuştuğunda tekrar aynı şahitliği yapmışsa, şahitliğini kabul etmek vacip olur. Sonra katilin ve öldürülen kadının malından daha az bir mal ile öldü­ren kişiden tazminat alınır. Kasten veya hata olarak öldüren kişiden bu tazminat alınır ve öldürülen kadmın velilerine verilir. Öldürdüğü zaman kanının helâl oldu­ğu şüphesi hala mevcut olduğundan bu öldürmeden dolayı kısas uygulanmaz. Kadının öldürüldüğü sırada durumu belirsiz olduğundan kısasın gerekliliğine şüphe karışmış olur.

Öldürme sırasında katilin ve maktulun durumu sözleşmeli (mükâteb) köle­nin durumu gibidir. Çünkü ikisinden her birinin durumu belirsiz ve ikisi de köledir. Durumu belirsizdir, diyoruz, çünkü taksimden sonra köle mi kalacaklar, yoksa devlet başkanının serbest bırakmasıyla hür mü olacaklardı, belli değildir. Onun için durumları sözleşmeli köle gibi olur. Sözleşmeli köle başka bir sözleşmeli köleyi kasten öldürecek olursa ona kısas vacip olmaz. Sadece katilin ve maktulun kıymetinden az bir miktar fidye gerekir. Bu da katilin kazancından sözleşmede öngörülen bedelin ödenmesi suretiyle maktulun hürriyetine karar ve­rildiği takdirde diyet maktulun varislerine verilir. Burada da durum aynıdır.

Onlardan biri hata ile hür müslümanlardan birini öldürse, eğer devlet başkanı onları taksim etmişse onu teslim eder. Zimmet ehli kabul ederek dağıtma-mışsa, katil kıymetini (diyetini) maktulun varislerine verir. Hata ile hür bir kim­seyi Öldüren sözleşmeli kölenin durumunda olduğu gibi.

2123- Onlardan   öldürülen   erkek   ise,  katile   bir   şey düşmez.

Çünkü kanının dökülmesi helâl olup böyle birini öldüren kişiye birşey ge­rekmez.

2124- Hangi uygulamanın yapılacağına karar vermeden önce onlardan bir cemaat müslüman olur ve bir şahitlik yaparlarsa, kimse hakkında bu şahitlikleri geçerli olmaz.

Çünkü mağlubiyetle kazandıkları kölelik statüsü İslama girmekle değişmez. Nitekim İslama girdikten sonra devlet başkanı onları taksim edebilir. Durumları sözleşmeli müslüman kölenin durumu gibidir. Onun da şahitliği bu şekildedir. Devlet başkanı onların şahitliğini red ettikten sonra topraklarında kalıp haraç ödeyecek olurlarsa bu caiz olur. Çünkü İslama girmelerinden önce onlar hakkında bunu düşünmesi caiz olunca, İslama girdikten sonra evleviyetle caiz olur. To­praklarından nasıl haraç alabilir, halbuki müslümana ilk olarak haraç ile muamele yapılmaz? diye itiraz edilirse şöyle deriz:

O topraklan taksim edecek olursa, mücahidlere mülk yapmış olur. Bu da toprağı hakkında başlangıçta müslümana yükümlülük yüklemek olur. Ama sa­hiplerini serbest bırakırsa, o topraklarda eskiden gelen sahipliklerinin devam et­mesini kararlaştırmış demektir. Bunlar müslüman olmadan önce topraklarından haraç alma hakkına sahipti. Bu uygulaması da sabit olmuş hakkın devam ettiril­mesi olur. Müslümanın toprağı hakkında haracın devam ettirilmesi de sahihtir. Nitekim topraklarını haraç arazisi yaptıktan sonra bunlar müslüman olurlarsa, kelle vergisi (cizye) onlardan düşer, ama toprak haracı düşmez. Bu da böyledir.

2125- Aynı şahitliği yapacak olurlarsa, devlet başkanı onu kabul eder.

Çünkü hürriyetleri kabul edilmiştir. Onları taksim ettikten sonra sahipleri azat eder ve bunlar da aynı şahitliği yaparsa, şahitliklerinin kabul edildiği gibi olur.

2126- Haklarında nasıl uygulama yapacağına karar ver­meden önce bazıları İslama girer ve İslama girenler arasında babası darulîslam ehlinden olan müslüman bir adam

varsa, ikisinden biri ölür ve arkadaşındım başka da varisi yoksa, bu arada devlet başkanı onları zimmet ehli yap­maya karar verirse, bakılır. Onlardan ölen kişi esir olan biri değilse, esir ona varis olmaz. Ama ölen esir ise ona müslüman olan diğeri varis olur. Çünkü esirin durumu kölelik ile hürriyet arasında durumu belirsiz olan

sözleşmeli köle gibidir. Sözleşmeli köle kimseye varis olmaz, ama ona müslüman

yakım varis olur. Bu da öldükten sonra hürriyetine karar verildiği taktirde olur.

Tıpkı sözleşmesinin gereğini yerine getiren ve hürriyetine karar verilen sözleşmeli

kölenin vefat etmesindeki durum gibi.

2127- Müslüman olan esirlerden biri ölür ve yine müs­lüman esirlerden biri ona varis olduktan sonra devlet baş­kam onları serbest bırakmayı uygun görürse, ölenin malı müslüman varisine miras olur.

Çünkü hem varis olanın hem de ölenin hürriyeti kararlaştırılmıştır. Tıpkı ölen ve sözleşmeli olduğu süre içinde bir oğlu olan sözleşmeli köle gibidir. Öldükten sonra sözleştiği borcunu öder. Ama yukarıda geçen böyle değildir. Ora­da darulîslârn ehlinden olan kişi öldüğü zaman, zaten hür olan bir kimse idi. Hal­buki esirin durumu belirsizdir. Onun için ona varis olması imkansızdır. Ondan sonra hüriy'eti oıtaya çıkmış olsa bile aralarında veraset cari değildir.

Zaten o malda verasetin hükmü ölüm ile cari olur. Burada ise ölen kişi ölüm sırasında varis gibi durumu belirsiz bir kişidir. Ölenin malı ve varis olan ile malına varis olunan kişilerin hakkında hürriyetin hükmü bir anda ve ölüm sıra­sında meydana gelir.

Sözleşmeli köle için hürriyet, yaşamasına dayanır veya sözleşmede öngö­rülen ücreti ödeyinceye kadar hükmen hayatta kabul edilir. O durumun burada ta­hakkuk etmesi mümkün değildir. Aralarında veraset nasıl meydana gelebiliyor? diye itiraz edilirse, şöyle deriz:

O durum burada daha açıktır. Çünkü burada onları zimmet ehli yaparsa za­ten daha önce mevcut olan hürriyeti onlara tanımış olur. Ama orada eda es­nasında, sözleşmeli kölenin daha Önce sahip olmadığı bir hürriyet sabit olmuştur. İhtiyacı olduğundan dolayı başlangıçta ona hürriyet kazandırmak için hükmen hayatta sayması sahih oluyorsa, hürriyet hükmünü ona tanıması için burada o du­rumun sahih olması evleviyetle olur. Aynı şekilde bu esirle beraber darulîslam eh­linden onun müslüman varisleri varsa, miras aralarında paylarına göre taksim ed­ilir. Tıpkı biri hür, biri de sözleşme kapsamında iki oğlu bulunan sözleşmeli kölenin ölmesinde olduğu gibi.

2128- Müslüman olan esirlerden birini bir müslüman kasten veya hata olarak öldürdükten sonra devlet başkanı esirleri zimmet ehli sayarsa, kasten öldürülenin diyetini katil kendi malından öder. Hata olarak öldürmüşse, ak­rabaları öder.

Çünkü İslama girmekle artık kanının dökülmesi haram olmuştur. Sözleş­meli köle mesabesindedir. Ancak şüphe bulunduğu için öldürene kısas gerekme­mektedir. Devlet başkanı onları zimmet ehli yaparsa, sahipleri varis olur. Ama taksim edecek olursa kısas uygulamada varislerinin hakkı olmaz. Hak sahibinin belirsiz oluşundan dolayı kısas vacip olmaz, ama Öldürme kasten yapılmışsa, öldürenin akrabalarının malından diyeti ödenir. Bu da bütün varislerine miras olur. Çünkü canının bedeli miras bakımından diğer mallar mesabesindedir.

2129- Darulîslam   ehlinden  olan   bazı   varisleri   onun ölümünden sonra ölse ve yine onun ölümünden sonra esir varislerinden bazısı ölse, daha sonra devlet başkanı onları zimmet ehli yapsa, birinci esirin bıraktığı mal, esirlerden ve darulîslam halkından  varis olan kişilere kalır.

Çünkü o öldüğünde bu hayatta bulunuyordu. Hürriyetine karar verildikten sonra gerçekleşen miras, o zamana dayanır.

2130- Daha sonra ölen esir darulİslamdaıı ise ölen ki­şiye varis olmadığı gibi, darulîslamdan olan kişi de ona varis olmaz.

Çünkü darulîslamdan olan kişi ondan önce ölmüştür. Ona nasıl varis oa-bilir? Öldüğü sırada esir hayatta da olsa, kölelik ile hürriyet arasında durumu belirsiz olduğu için, ölümü sırasında hür olan kişinin malından bir şeye varis ol­amaz. Sözleşmesinin gereğini yerine getirdikten sonra Ölen ve biri hür, diğeri sözleşme kapsamında olan iki çocuk bırakan sözleşmeli köle gibidir. Sözleşmeli köle, çocuklarına mal bırakır. Sonra hür olan çocuğu Ölür sonra da sözleşme kap­samında olan diğer çocuğu ölür. Sonra sözleşmesinin gereği olan borç Ödenir. Babanın malından arta kalan İki çocuğa miras olarak kalır. Ama çocuklardan biri belirttiğimiz sebepten diğerine varis olmaz. Çünkü biri hür, diğeri köledir.

2131- Esirlerden biri kölesi ile sözleşme yapar veya onu satarsa, uygulaması şartlı olur.

Çünkü mülkiyetin serbest bırakılması veya taksim edilmesi arasında mütereddittir. Yani şerbet bırakılırsa, malı onun olur. Ama taksim edilirse, malı onun olmaz. Mülkü belirsiz olduğu için tasarrufu da bekler. Malı hakkında ta­sarrufu bakımından niçin sözleşmeli köle gibi sayılmıyor? denilirse, şöyle deriz: Çünkü sözleşmeli kölenin efendisi malı hakkında tasarrufta önceliği ona vermiş ve tasarrufu serbest bırakmıştır. Burada ise mağlup ve esir olduğu için canı hakkında tasarrufu kısıtlı olduğu gibi malı hakkında da kısıtlıdır. Onunu için malı hakkındaki tasarrufu tevakkuf eder (uygulamaya konmadan bekler), devlet başka­nı onları zimmet ehli yaparsa, o zaman tasarrufu geçerlilik ve işlerlik kazanır.

2132- Sözleşmeli köle borcunu ödemiş olduktan sonra devlet başkanı onları zimmet ehli yaparsa bakılır. Ödenen mal (veya bedel) hâlâ efendisinin elinde olup istihlak et­memişse, köle hür olur.

Çünkü kabzetmesinin hükmü mevkuf (şartlı) olup devlet başkanının onları zimmet ehli yapmasıyla yürürlük kazanmıştır.

Nitekim kabzedîlen mal ona teslim edilir ve serbest bırakıldıktan sonra ken­disinden almış gibi kabul edilir ve kölenin azatlısına karar verilir.

2133- Ama kabzedilen malı efendisi istihlak etmişse, sözleşmeli köle şart koşulan malı ancak bir daha ödediği taktirde azat olur.

Çünkü sözleşme ancak serbest bırakıldıktan sonra yürürlük kazanmıştır. Bu durumda sözleşme bedelini akdin hakikaten veya hükmen yürürlük kazanmasından sonra almak gerekmektedir. Sözleşme bedeli kabzedilmediğine göre, istihlaktan sonra tevakkuf (bekleme) hükmü kabzedilen bedel üzerinde devam etmez.

Çünkü bedel olmadan geçmiştir. Onun İçin kabzeden kişiden tazminat ol­arak geri alınmaz. Devlet başkam ister esirleri taksim etsin, ister zimmet ehli

yapsın, değişmez.

2134- Köleyi azat etmiş veya Ölüm halinde azad olaca­ğını (müdebber) söylemiş veya sadaka olarak başkasına vermişse, ondan sonra devlet başkanı onları zimmet ehli yapmışsa, onun yaptığı bütün bu şeyler geçersiz olur.

Çünkü tasarruf bakımından sözleşmeli köle veya ondan aşağı durumda idi. Sözleşmeli kölenin bu tasarruflarının geçersiz olacağı bellidir, zira bu tür ta­sarruflar, gerçekten malik olunduğunda yapılabilecek tasarruflardır. Oysa bu kişi elindekilerin gerçek sahibi değildir. Esirin de durumu budur. Ama satma ve sözleşme yapma başkadır.

2135- Devlet başkanı ayrı iki düşman ülkeyi zaptetse ve biri ölünceye kadar halkını zimmet ehli yapmasa, ölen kişinin hem kendi ülkesinden hem diğer ülkeden varisleri olsa, ondan sonra devlet başkanı hepsini zimmet ehli yap­sa, ölen kişinin mirası sadece kendi ülkesinin fertlerinin olur.

Çünkü darulharp ehlinden iki halk birbirine varis olmaz. Zira aralarında velayet kalmamıştır. Bu özellik devlet başkanı onları zimmet ehli yapıncaya veya dağıtıncaya kadar devam eder.

2136- Bu durumda onların durumu sözleşmeli kölelerin durumu gibidir. Onlar kardeş olup sözleşmeleri de birdi. Ancak birinin de sözleşmesi ayrı olan bir oğlu vardı. Ba­ba mal bırakarak ölmüş, sonra sözleşmeli oğlu sözleşme bedelini ödemiş ve azat olmuş, sonra ölenin sözleşme be­deli  ödenmişise, ölenin  kardeşleri  ona  varis  olur, ama oğlu varis olmaz.

Çünkü oğlu ayrı olarak sözleşme yapmıştır. Hürriyeti babasının dayandığı şeye dayanmamaktadır. Devlet başkanının zapttettiği iki ayrı düşman ülkesi halkı için de durum bu şekildedir.

2137- Adam ölmeden önce devlet başkanı onları zim­met ehli yapmışsa, hepsi birbirine varis olurlar.

Çünkü hepsi dam 1 İslam halkı olurlar.

2138- İki ülkeden birinin halkını devlet başkanı zimmet ehli yaptıktan sonra diğer ülke halkından biri ölse, ondan sonra da onları zimmet ehli yapsa, her iki ülke halkından ölünün bütün varisleri ona varis olurlar.

Ölünün vatandaşı olanların ona mirasçı olmaları açıktır. Diğer ülkenin hal­kından olanların ona mirasçı olmaları ise, onun Ölümünden önce hür vatandaş­larımız olmalarındandır. Onun için kendisine mirasçı olurlar.

Allah en iyi bilir.[31]

 

Ganimette Ortaklık

 

2139- Devlet başkanı darulîslamdan iki seriyye gönde­rip biri bir kaleye girse ve kalede bulunanları ve mallarım ganimet olarak alsa, diğer seriyye de onlara uğradıktan sonra bir kaleye gidip halkını ve mallarını ganimet olarak alsa ve darulîslama çıkıncaya kadar iki seriyye karşılaş-masa, birinci seriyyenin aldığı ganimete her iki seriyyede bulunanlar ortak olduğu halde, ikinci seriyyenin aldığı ga­nimet sadece bu seriyyede bulunanlara mahsus olur. Çünkü damlharpte ganimet alındıktan sonra ikinci seriyyenin birinci seriye ile buluştuğu zaman birinci seriyyenin aldığı ganimette ortaklığı sabit olmuştur. Zİra onlara bir nevi destek kuvvet mesabesindedir. Ondan sonra damlharpte iler­lemeleri bu ortaklığı iptal etmez. Birinci seriyyenin onlardan Önce darulîslama çık­ması da bu ortaklığı iptal etmez. İkinci seriyyenin aldığı ganimet İse tek başlarına alınmış ve İhraz edilmiş bir ganimettir. Damlharpte birinci seriyye bunlarla artık karşılaşmamıştır. Onun için aldıkları ganimette ortak olmazlar.

2140- Darulharpte karşılaşmışlarda, bütün ganimetlere ortak olurlar.

Çünkü darulîslamda ganimetleri ortak olarak ihraz emişlerdir. Her iki gani­meti birlikte almış gibi sayılırlar.

2141- Devlet başkanı ikinci seriyyeyi Bizansla değil, başka bir düşmanla savaşmak için göndermiş ve yolu Bi­zans topraklarından geçiyorsa ve   mesele aynı ise, iki se­riyye aldıkları ganimette ortak olmazlar. Darulharpte kar-ş.ılaşıp karşılaşmamaları aynıdır.

Çünkü ikinci seriyye Bizansla savaşmak için gitmemiştir. Bizansla savaş­mak için gönderilen birinci seriyyeye destek kuvvet hükmünde sayılmazlar. Her iki seriyye de diğerinin aldığı ganimet konusunda damlharpte ticaret yapan in­sanlar gibidir ve ganimete ortak olmazlar. Damlharpte bir araya gelselerde durum değişmez.

Yukarıdaki meselede her iki seriyye de aynı düşmanla savaşmak için gön­derilmiştir. Onun için damlharpte bir araya geldikleri takdirde birbirine destek kuvvet olurlar. Sonra bir ülkenin halkından bir kısmı mağlup düşerse bunun et­kisi geri kalanlar üzerinde de olur. Ama ayrı iki Ülke halkından birinin mağlup ol­ması diğeri üzerinde bu şekilde etki yapmaz. Aksine, belki daha çok kuvvet ka­zanırlar.

2142- İki seriyye de aynı ülke halkına karşı savaşmak için gönderilse, beraber bir araya gelse ve Bizanslı asker­lerle karşılaşıp daha önce ayrı ayrı aldıkları ganimetlerini korumak için onlarla savaşsa ve Bizans askerlerini yenip mallarını ganimet alsalar, ondan sonra daruIİslama çık­salar, ikisi de bütün ganimetlerde ortak olurlar. Çünkü mal hepsinin savaşması ve dayanışması ile ihraz edilmiştir. Burada durumları, darulharpte mücahİdlere yetişip ganimetleri savunmak İçin düşmana karşı savaşan tüccarın durumu gibidir.

İkinci seriyyenin Bizans olmayan düşmandan aldıkları ganimette birinci se-riyenin oıtak olmaması gerekirdi, çünkü o ganimetleri birinci seriyye kendilerine gelip yetişmeyen o ülkeden çıkarmışlardı. Onun İçin o ganimetlere ortak olma­maları gerekir. Tıpkı ihrazdan sonra destek kuvvetin darulİslamda orduya katıl­ması, ondan sonra o ganimetleri savunmak için düşmana karşı onlarla beraber savaşmaları gibidir, diye İtiraz edilirse, şöyle deriz:

Durum öyle değildir. Çünkü darulharpte oldukları sürece darulİslama çıka­rılmamış olan ganimetlerde haklan olmaz. Hakları ancak damlîslamda ihraz et­mekle gerçekleşir. Çünkü yurt farklılığı hükmü kendi aralarındadır. Ama müslü-manlann hakkında ise hepsi bir yerin hükmündedirîer. Çünkü müslümanların hakkı ancak sebep tamamlandığı taktirde gerçekleşir. Bu da yuıt olarak ve gali­biyet olarak üstün olmalarıyla olur. Bu mana da, ganimeti darulİslamda ihraz et­medikçe, başka bir yurda da çıkarsalar gerçekleşmez. Nitekim devlet başkanı Bizans'ın ötesinde bulunan bir düşmana ordu gönderse, sonra uzun süre onlar­dan haber alamayıp onları desteklemek için başka bir ordu gönderse, onları git­tikleri ülkeden beraber getirdikleri ganimetlerle Bizans ülkesinde görseler, onlara ortak olurlar. Yukardaki durumda da böyle olur.

2143- Bizans ülkesine gönderdiği seriyye onlardan ga­nimet  alsa,  Bizans  ülkesinin   ötesinde  bulunan  düşman üzerine de başka bir seriyye gönderse ve iki seriyye bir araya gelse, ama kış geldiği için gönderildikleri yere gi-demeseler ve devlet başkanı onlara destek olmalarını ve diğerleriyle beraber geri gelmelerini yazsa ve hepsi birinci seriyyenin  aldığı  ganimetlerle  çıkıp  gelseler, ikinci se­riyye onlarla ortak olmaz.

Çünkü onlara yardım için gitmediler. Onlar açısından tüccar gibidirler. Ama darulharpten çıkmayan ve birinci seriyye gitmeden önce düşmanla savaşacak olurlarsa, o zaman, tüccarın durumunda olduğu gibi onlara ortak olurlar.

2144- Ama ikinci seriyye de Bizarısın başka bir yerine gönderilmişse, durum değişir.

Çünkü her iki seriyye de Bizansa karşı savaşmak için gönderilmiş ol­maktadır. Bulundukları yeri bilseler veya bilmeseler, her biri diğeri için destek kuvvet mesabesindedir.

2145- Darulharpte bir araya gelirlerse, alınan ganimet-

te ortak olurlar.

2146- Devlet başkanının gönderdiği bir seriyye gani­met alıp başına bazı kişiler bıraksa ve birkaç gün gidip bir daha ganimet alsa, ondan sonra gönderilen bir seriyye bı­rakılan ganimetleri alıp daruIİslama çıkarsa, onda ilk ga­nimeti alan seriyye de ortak olur.

Çünkü birinci seriyye almış, ikinci seriyye de darulİslamda ihraz etmiştir.

2147- İkinci ganimet ise sadece birinci seriyyenindir ve   ikinci  seriyyenin  ortaklığı  olmaz. Birinci  ganimetin başında bekliyenler de ortak olmazlar.

Çünkü o ganimetleri alan ve darulharpte ihraz eden onlardır. Başkaları bu ganimette onlara ortak olmaz.

2148- Devlet başkanı bir seriyye gönderir ve onlar da ganimet alırlarsa, sonra darulharpte bir adam müslüman olsa ve düşmandan birkaç kişiyi öldürüp mallarını alsa ve seriyyeye katılsa, ondan sonra savaş olmadan darulİslama çıksalar, adamın aldığı ganimette seriyye ortak olur.

Çünkü onların himayesi ile malı ihraz etmiş, darulîslamda da o malı ihraz etmede kendisine ortaklık yapmışlardır.

2149- Ama   seriyyeııin   aldığı   ganimete   adam   ortak olmaz.

Çünkü düşmandan kurtulmak amacıyla onlara katılmıştır. Ganimet alın­dıktan sonra seriyyeye katılan tüccarın durumundadır.

2150- Adam  onlara katıldıktan sonra savaş meydana gelirse, alman bütün ganimetlere ortak olurlar.

Çünkü adam onların ganimetleri için savaşmıştır ve ganimete ortak olur.

2151- Onlara katılan adam bir zaman önce darulharpte esarete düşmüş bir esir olduğunda da durum aynıdır.

Çünkü onun da durumu onlardan müslüman olan adamın durumu gibidir. Onlarla beraber istihkak sebebi meydana gelir. Ancak onlara katılmakla kur­tulmayı amaçlamışsa, ortak olmaz.

2152- Bu seriyyeden    esir alınmış ve mesele olduğu gibi  ise, savaş  meydana  gelmese de  aldıkları  ganimete ortak olur. Çünkü onlarla beraber istihkak sebebi mey­dana gelmişti, fakat daha sonra o sebebi bozmayan bir en­gelle karşılaşmıştır. O engel ortadan  kalkınca, yokmuş gibi olur.

2153- Darulİslama seriyye çıkıncaya kadar esir onlara katılmazsa, esirin aldığı ganimete seriyye ortak olmaz.

Çünkü   ne  ganimet  alınmasında,  ne  ihraz  edilmesinde  ona ortak  ol-

muşlardır.

2154- Kendisi esir düştükten sonra onların aldığı ga­nimete de kendisi ortak olmaz.

Çünkü ne ganimetin alınmasında, ne ihraz edilmesinde onlara ortak ol­mamıştır.

2155- Ama   esir   düşmeden   önce   aldıkları   ganimete ortak olur.

Çünkü ganimetin alınmasında onlara ortak olmuş ve ganimettte hakkı sabit olmuştur.

2156- Esir   düşmekle   sabit   olmuş   olan   hakkı   İptal olmaz.

Burada onun durumu ganimetin alınmasından sonra darulhapte ilerlemeye devam eden seriyyenin durumu gibidir.

2155- Bir seriyye, kalelerinin dışında kiliseleri bulu­nan bir kale halkını muhasara etse ve kiliseleri yıkmak is­terse, sahipleri "Size bin dinar vereceğiz, yıkmayın" der­lerse, onlarda dinarları alıp Bizans topraklarında ilerlemeye devam etse,ondan sonra gelen başka bir seriyye ki­liseleri yıkmak isterse kale halkı ile birinci seriye fertleri arasında meydana gelen olayı öğrenmiş olsalar bile kilese-leri yıkmalarında bir sakınca yoktur. Çünkü birinci seriyenin kiliseleri yıkmasını önlemek ve kendilerinden çekip

gitmelerini sağlamak için dinarları vermişlerdir. Bu maksatları da gerçekleşmiştir.

Gelen ikinci seriyye ise yıkma konusunda serbesttir.

2158- Ama ikinci seriyye ile de barış yaparlarsa, olur. Onlarla da bin dinar üzerinde barış yaptıktan sonra iki se­riyye darulharpte bir araya gelse, bütün ganimetlerde ve almanan paralarda ortak olurlar.

Çünkü fidye olarak alınan şeyler, fey' olur. Düşmandan galebe ve üstünlük yolu ile alınmaktadır. Zaten kale halkı ancak seriyye fertlerinin üstünlük ve gal­ibiyetlerini Önlemek için vermişlerdir. Bu yolla alınan mallar ganimet olur.

2159- İki seriyye de tekrar o kalenin yanından geçecek olursa, darulİslama çıkmadıkça yıkmaya hakları olmaz. Daha önce bunu belirtmiştik. Şöyle ki;  her seriyyenin yaptığı mutlak (süresi belirli olmayan) barış anlaşması, darulharpte kalma süresiyle sınırlıdır. Çünkü düşmana ve­rilen korku (veya düşmanın korkudan emin olması) bu se­beple olmaktadır. Darullslama çıktıktan sonra tekrar mü­cahit olarak dönecek olurlarsa, o kiliseleri yıkmalarında bir sakınca olmaz.

Çünkü darullslama çıkmakla o barışın hükmü sona ermiştir. Zaten dönüşü halinde onların durumu başka bîr ordunun gelişi gibidir. Onun için güçlerinin yet­tiğini yıkmalarında bir sakınca olmaz.

2160- Fakat düşman tekrar fidye verirse, tabii ki yık­maları  olmaz.  Darullslamdan  çıkıp  darulharbe  girerken düşman kiliselerin yanına çıkmış, savunmak için müslü-manlarla savaşmış, müslümanlar da onlarla savaşıp ora­dan   kendilerini   sürmüşse,  seriyye   fertleri   veya   başka müslümanlarin o kiliseleri yıkmasında bir sakınca olmaz. Çünkü savunmak için müslümanlarla savaşınca, kiliseleri müslümanlardan korumaya çalışmış ve bu ihraz (savunma) ile kiliseleri için verilen eman da bo­zulmuş olmaktadır.

2161- Bu şuna benziyor; Başta mancınık kullanmamak ve kalelerinden uzak durmak üzere müslümanlarla barış yapsalar ve böyle davransalar, daha sonra müslümanlar döndüklerinde kalelerinden çıkıp müslümanlarla savaştık­larını ve yenilgiye uğrayıp tekrar kalelere girdiklerini gör­seler, müslümanların onlarla savaşması ve kaidelerini yıkması helâl olur. Ama kaleden çıktıktan sonra müslü­manlarla savaşmazlar ve müslümanlar da geçip gitseler, bakılır. Kalelerinde oldukları sürece kendileriyle savaş­mamak üzere müslümanlara fidye ödemişlerse onlarla sa­vaşmaları helâl olur. Çünkü kaleden çıkmalarıyla barış antlaşması sona ermiştir. Ama kendilerine ve kalelerine ilişmemek üzere fidye verip barış yapmışlarsa, kendileri müslümanlarla savaşmadıkça müslümanların onlara do­kunmaları caiz olmaz. Ama hükümdarları kuvvet gönderip kaleye yerleştirmiş ve gelen kuvvet müslümanlarla savaş-mışsa, müslümanların kale halkı ile savaşması, kaleyi ve kiliseleri yıkması caiz olur.

Çünkü gelen kuvvet onlardandır. Onlara destek vermek için kalelerine gel­mişlerdir. Onların savaşması kale halkının savaşması gibidir.

2162- Seriyye darulharpte ordu tarafından gönderilmiş ve  kale halkından  kiliseleri için fidye almış ve gitmiş, daha sonra ordu gelip kiliseleri yıkmak istemiş ve seriy-yenin     yaptığını öğrenmişlerse, bakılır. Barış yapıldığı zaman ordu kalenin yakınlarında olup seriyye yardım is­tediğinde ona yardım edebilecek durumda ise, askerlerin kiliseleri yıkmaları caiz olmaz.

Çünkü bunlar seriyyenin destekçisi olup savaş işlerinde destek olan, işi ya­pan gibidir.

2163- Barış  yapıldığı   zaman  seriyye  ile  beraber  ol­salardı, malı geri vermeden seriyyenin kiliseleri yıkması caiz olmadığı gibi onların da yıkmaları caiz olmaz. Barış yapıldığı yere yakın bir yerde bulunmaları halinde de du­rum aynıdır. Ama uzakta iseler durum başka olur. Şimdi durumları İslâm ülkesinden gelen başka bir ordunun du­rumu gibidir.

Nitekim orduya katılmadan Önce seriyye darul İslama çıkacak olsa, birinci meselede ordu fidye olarak alınan paralara ortak olur, ikinci meselede ise ordu or­tak olmaz. Böylece durum anlaşılmış olmaktadır.

2164- Darullslamdan   gönderilen   seriyye   ganimetler alıp ücretle tutulan kişilerin yanında bırakıp darullslama çıksa, daha sonra ikinci bir seriyye gelip ücretle tutulan kişilerle karşılaşsa ve ganimetleri aldıktan sonra onlarla beraber darullslama çıksalar, birinci seriyyenin ganime­tinde iki seriyye de ortak olur. Çünkü onlardan biri ga­nimeti almış diğeri ihraz etmiştir. Ama ikinci seriyyenin aldığı ganimete birinci seriyye ortak olmaz.

Çünkü ne ganimetin alınmasında ne de ihrazında onlara ortaklık yap­mamıştır.

2165- Birinci seriyye ganimetleri kiralık kişilerle be­raber darullslama gönderse, daha sonra gelen ikinci seriy­ye de ganimetler alsa ve iki seriyye darulharpte bir araya gelip   çıksalar,  ikinci   seriyyenin   birinci   seriyyenin   ga­nimetlerinde ortaklığı olmaz.

Çünkü ne ganimetlerin alınmasında, ne de ihrazında onlara ortak olmuşlardır.

2166- Ama birinci seriyye ikinci seriyyenin aldığı ga­nimetlere ortak olur.

Çünkü darulharpte bir araya gelip beraber çıktıklarında ganimetlerin da­rulharpte ve darulİslamda ihraz edilmesinde onlara ortak olmuşlardır.

2167- Karşılaşmazlarsa, ortaklıkları olmaz.

Çünkü ikinci seriye tek başına ganimeti almış ve ihraz etmiştir. Zaten bi­rinci seriyyenin fertleri savaş sırasında onlarla beraber olmadıkları gibi ken­dilerinden yardım isteyecek   olursa yardımlarına gelebilecek kadar yakın da olmamışlardır.

2168- Birinci seriyye ganimetlerini darulharpte bırakıp yoluna devam etse ve ikinci seriyye ile birleşip ganimetler alsa, daha sonra ganimetlerin başında  bıraktıkları kişiler­le karşılaşmadan önce darulharpten birlikte çıksalar bi­rinci ganimet sadece birinci seriyyenin olur.

Çünkü ikinci seriyye ne ganimetin alınmasında ne de ihraz edilmesinde on­lara ortak olmuştur. Ama ikinci ganimeti ihraz eden iki seriyye arasında ortak olur.

2169- Giden kişiler ganimetlerin başında bıraktıkları kişilere yakın bir yerde ikinci seriyye ile karşılaşsalar, hepsi alman ganimetlerin tümüne ortak olur.

Çünkü yardım istedikleri takdirde birbirlerine yardım edecek kadar yakın bir yerde iseler, birbirine destek bir tek ordu gibi sayılırlar. Birbirlerinden uzakta olsa, düşman ülkesinin iki ayrı yerine giren bir ordunun iki kolu gibidirler.

2170- Bir kaleyi kuşatıp içinde esirlerin bulunduğu bir ganimeti alan seriyye daha sonra kaleyi fethetmeye güç yetirmezse, ondan sonra kale halkı kendilerine fidye ver­meyi teklif ederse, müslümanların onlardan fidye almaları mekruh olur. Çünkü Yüce Allanın "Sonra ya serbest bırakırsınız veya fidye alırsınız" ay-

eti Siiddî'nin belirttiğine göre "Müşrikleri Öldürünüz" ayeti ile nesh olmuştur.[32]

2171- Ama alırlarsa, caiz olur.

Çünkü almaları bir İctihad neticesidir. Esirin mal ile salıverilmesi meselesi alimler arasında ihtilaf konusudur. es-Siyeru's-Sağîr kitabında bunu açıkladık. -

2172- Başka bir seriyye girip birinci seriyye ile birle­şecek olursa, kiliseler için verilen fidyelerin aksine, esir­lerin fidyelerine ortak olmazlar.

Çünkü esirlere karşılık olarak aldıkları, ücret mesabesindedir. Esirleri zap-tetmişjerdi ve düşmandan aldıkları karşılığında onları düşmana teslim etmişlerdi. Aldıkları ganimeti darulharpte taksim ettikten veya sattıktan sonra kendilerine destek kuvvet gelen ordu mesabesinde olur. Ama kiliseler müslümanların satabi­lecekleri tarzda ellerine geçmemiştir. Dolayısıyla fidye olarak aldıkları şeyler başta aldıkları ganimet mal hükmündedir. Aradaki farkı şu şekilde açıklayabiliriz: Dev­let başkanı darulharpte esirleri müslüman tacirlere satarsa, caiz olur. Ama kili­selerin bulunduğu ülkeyi darullslama çevirmeden önce kiliseleri satacak olursa, bu caiz olmaz.

2173- Seriyye darulharpte ordu tarafından gönderilmiş ve ardından da ordu ona yetişmiş olup mesele olduğu gibi ise, bakılır. Seriyye esir alırken ordu onların yakınlarında ise, esirler için alacakları fidyelere ortak olurlar. Tıpkı onlarla beraber bulunmuş gibi. Ama uzakta ise, onlara or­tak olmazlar. Ancak ordu komutanı seriyye başkanını esir­leri satmak veya fidye ile salıvermekten nehyetmişse, o taktirde esirler için alacakları fidyeye hepsi ortak olurlar.

Çünkü satması yasaklandıktan sonra satma yetkisi olamaz. Yaptığı iş satış olmaz, sadece esirleri onlara geri vermek olur. Sanki onları karşılıksız geri vermiş ve ivaz yolu ile onlardan mal almış gibidir. Durum böyle olursa, asker de alman mala ortak olur. Halbuki birinci durumda böyle değildir. Orada seriyyenin işleri mutlak olarak başkanına bırakılınca, esirleri satma yetkisi de sabit olmuş olur. Alacağı fidye de ücret yolu ile alınmış olur. Ondan gelenlerin bunda ortaklığı var­sa, o zaman ücrette ortak olur. Bu ortaklığın nasıl olabileceğini yukarıda açıkladık.

2174- Kale halkı seriyyeye "Size sadaka olmak üzere bin dinar veriyoruz, siz de çekip gideceksiniz" der ve bin dinar verirlerse, ondan sonra ordu gelip seriyyeye yeti­şirse, alınan mala askerler de ortak olur.

Çürkü bırakıp gitmelerini şart koşunca, fidye olarak alınmış olur. Nitekim mallarını geri vermedikçe, malı aldıktan sonra onlara saldırmaları doğru olmaz.

2175- Ama malı onlara şartsız verseler ve askerler de çekip gitse, durum farklı olur.

Çünkü orada mal sadece bağış olarak veya karşılıklı rıza ile verilmiştir. Nitekim verdikleri o mal karşılığında seriyyeden birşeyler satiri alacak olurlarsa, seriyyenin elindeki yine ganimet olmaz.

2176- Seriyye onlara bin dinarlık birşey satsa ve onlar da alırken şartsız olarak seriyyenin çekip gitmesini şart koşsa, seriyyeye bundan sattıkları malın karşılığı kadar kalır, fazlası askerlerle ortak olacakları ganimet olur.

Çünkü satılan malın parasından fazlasını çekip gitme karşılığında ver­mişlerdir. Bu da ganimet olur. Ama satılan şeyin parası seriyyeden aldıklarının karşılğı olarak verdikleri bedeldir ve bu para sadece seriyyeye mahsustur.

2177- DarulİsIamdan gönderilen seriyye ganimetler ve esirler alsa, ganimetleri kiliselere bırakıp esirleri de ki­liselerde    bağlayıp    kapıyı    kapatsalar   ve    malları    yere gomseler ve darulharpte ilerlemeye devam etseler, daha sonra başka bir seriyye gelip kilisenin kapısını açsa ve esirleri alsa, malları çıkarsa ve hepsini darulîslama götür-seler, daha sonra birinci seriye çıkıp gelse, bu mallarda iki seriyye de ortak olur.

Çünkü biri ganimet olarak almış, diğeri de daruIİslamda ihraz etmiştir.

2178- Birinci seriyye başka bir taraftan darulislama çıktıktan sonra ancak ikinci seriyye sozkonusu kiliseye varırsa ve mesele aynı ise, bütün mallar ikinci seriyyenin olur.

Çünkü birinci seriyye mensupları o malları darulharpte bırakıp çıkınca her yönden ellerinden çıkmış olur ve iki seriyyenin de elinde bulunmayan darulharbin kayıp diğer mallarına katılmış sayılır. Ondan sonra ikinci seriye fertleri almış ve ihraz etmişlerdir.

2179- Birinci seriyye darulislama çıkmayıp düşman o kilisenin durumunu Öğrenerek gelse ve malları kiliseler­den alsalar, sonra ikinci seriyye gelip malları onların el­lerinden alsa ve birinci seriyye ile buluşmadan önce darul­islama   çıkarsalar,  bütün   mallar   yine   ikinci   seriyyenin olur.

Çünkü düşman o mallan alarak sahiplenmiştir. Ellerinde bulunan diğer mallarına katılmış olur. O mallan da sadece ikinci seriye almış ve ihraz etmiştir.

2180- Birinci seriyye fertlerinden biri sozkonusu ki­lisede  özel  eşyasından  birşey  bırakmış  ve onu  düşman almayıp gelen ikinci seriye almışsa, taksimden önce sa­hibine geri verilir. Taksimden sonra ise ücret karşılığında kendisine verilir.

Çünkü adam malının kendisini bulmuştur. Düşman o malı bilmediği ve alıp ihraz etmediği için adamın mülkü olmaktan çıkmış değildir. Ama düşman alıp ih­raz etmiş ve daha sonra sahibi ikinci seriyyenin aldığı mallar arasında görmüşse, taksimden önce karşılıksız geri alır, ama taksimden sonra görmüşse kıymetini ödeyerek alır. Çünkü düşmanın kendisi onu kendi yurdunda bularak sahiplen­miştir.

Allah en iyi bilir.[33]

 

Darulharpte Alınanlardan Askerin Ortak Olduğu Ve Olmadığı Şeyler

 

2181- Askerlerden biri darulharpte bal, inci, mücev­herat, altın veya gümüş maden bulsa, hepsi fey' olur.

Çünkü darulharpte ordunun gücü ile alabildiği bir maldır. Ordu darulharbe girdiği zaman amaçlan Allah'ın sözünü üstün kılmak, dinini de aziz yapmaktı. Ordu kuvveti ile kimin eline darulharpte bir mal geçerse, fey' olur.

Herşeyden önce oraya gitmeseydi, sözkonusu malı zaptedip elinde tut­ması mümkün olmazdı. Oraya da ancak ordunun kuvveti ile varmıştır. Onun için malı alırken ordu kendisine destek ve koruyucu olmuştur.

2182- Devlet başkam farketmeden Önce malı bir tüccara satmış ve parasını almışsa, devlet başkanı bu satışı   onay­layıp parasını alarak ganimet yapar.

Çünkü satıştan önce askerler satılan malda ortak idiler. Malın parasına da ortak olurlar.

2183- Ot toplayıp satmışsa, satış caiz olur ve parası sadece   onun   olur.   Sırtında   veya   hayvanı   üzerinde   su taşıyıp satmışsa, parası yine onun olur.

Çünkü su ve ot mubah olup ganimetten değildir. Rasulullah "İnsanlar üç şeyde ortaktır. Su, ateş ve ot" demekle müslümanlann bunlarda ortaklığını be­lirtmiştir. Ot ve su ganimet hükmü kapsamında olmadığı için kendisi sadece onu ihraz etmiş ve mülkü olmuştur. Satacak olursa parası sadece onun olur.

2184- Kereste   veya   odun   kesip   orduda   bir  tüccara satmişsa, devlet başkanı  parayı  ondan  alır  ve  ganimet yapar.

Çünkü odun ve kereste mülk olan bir maldır. Nitekim darulİslamda bir adam başkasının arazisinden ot veya kuyusundan su alırsa onun olur. Satacak

olursa parası da helal ve onundur. Darulharpte bunu alacak olursa evleviyetle onun olur. Kimsenin yetiştirmediği bir araziden odun veya kereste alıp satacak olursa, arazi sahibi onu almaya daha layık olup alan adamın satması da caiz ol­maz. Tüketecek olursa parasını arazinin sahibine Öder. Bundan da anlaşılıyor ki odun veya kereste bir yerde elde edilen diğer mallar gibi bir maldır. Ot ve suda ise bu durum yoktur. Otu ve suyu kim alırsa onun olur.

2185- Odunu yakmak için bir askere satmış ise parasını geri vermesi için emredilir.

Çünkü sattığı şey ganimettendir. Alan da satan da ondan yararlanmada eşittirler. Onun parasını geri vermesi lazımdır. Ama tüccara satacak olursa,durum farklı olur.

2186- Sattığı mal bal ve buğday gibi yahut arpa, yonca saman gibi hayvan yemi olsa, hepsi ganimetten sayılır ve ganimet alanların herbiri ondan yararlanma hakkı vardır.

Bundan anlaşılıyor ki yonca ot türünden değil, ağaç türündendir. Başka­sının arazisinden alacak olursa, arazi sahibine bedelini ödemesi gerekir. İmamımız Şemsu'l-Eimme'ninot olduğuna fetva verdiği söylenir. Alınmadan önce değersiz bir bitkidir çoğu yerlerde. Fakat İmam Muhammed'in söydiği daha doğrudur. Ot, yerde biten ve gövdesi olmayan bitkidir. Ağaç ise gövdesi olan bitkidir.Yonca da gövdeli olarak biten bitkidir.

2187- Bitkiler ve ağaçlar secde ederler"  ayetinin tef­sirinde  şöyle denilmiştir:

Bitkiler yerin yüzeyinde yayılan, ağaç ise gövdesi üzere bitendir. Yonca da gövde üzerine biten türdendir, onun için ağaç mesabesindedir.

2188- Askerler düşmanın toplayıp yığdığı ve koruduğu otu ele geçirse, bir adam da onu alıp satsa ve müşteri onu tüketse, bakılır. Müşteri tüccar ise alınan para ganimet olur, askerlerden biri ise verdiği para geri verilir.

Çünkü düşman bunu ihraz edip mülk edinmişlerdir. Askerler elde edip al­acak olursa ganimet gibi olur. Ama kimsenin ihraz etmediği otu satan kişinin alıp ihraz etmesi farklıdır.

2189- Orduda tüccar biri olup daruihapte gördüğü ke­resteden yemek tahtası ve çanaklar yaparak onları darul-İslama çıkarsa, devlet başkanı bunları alır satar. Kereste ve işlenmiş olarak bunun   fiyatina bakar, ona göre ücre­tini taksim ederek adamın emeği karşılığı payını verir. Geri kalanı da ganimete kadar.

Çünkü işlenmeden önce aldığı kereste şer1 an kullanılması helal olan ve sa­hiplenilen bir maldır. Onun için gaspeden kişi asıl sahibinin malında bir şeyler yapacak olursa, tazminat ödeyerek ona sahip olur. Ancak burada gaspeden kişinin tazminat ödemesi mümkün değildir. Çünkü darulharpte ganimetlerin tüketilmesi tazminat ödemeyi gerektirmez. Tazminat ödemediğine göre kerestenin aslına da sahip olamaz. İşlerken verdiği emek ve sanatkârlık ise ganimetle ilgisi yoktur. Kerestenin kendisi ise ganimettir. Taksim ile birini diğerinden ayırmak da müm­kün değildir. Onun İçin mal satılır. Buna şöyle bir örnek verelim; mesela bir rüz­gar esip bir adamın elbisesini başkasının boya kazanına atsa ve elbise boyansa, elbisenin sahibi de boya sahibine tazminat ödemeyi red etse, elbise satılır. Yine kesilen koyunların derilerini alıp kürk yapsa yahut balık avlayıp konserve yapsa durum aynıdır. Belirttiğimiz prensip bütün bunları kapsamaktadır.

2190- Ganimetler daruIİslama çıkarıldıktan sonra bunu adam yapacak olursa ve mesele aynı ise kerestenin para­sını tazminat olarak öder ve yaptığı eşya kendisinin olur.

Çünkü ihrazdan sonra maldan tüketilen miktar için tazminat öder. Ödediği tazminat ile işlemeden önceki malı temellük etmiş olur. Ondan sonra işlenen şeyi de elde etmiş olur.

2191- Buna göre ganimetler darulharpte taksim edilip keresteyi payına düşen kişiden alır işlerse, durum aynı

olur.

Çünkü gaspetmiş ve bundan dolayı tazminat ödemiş olur. İşlemekle de bir bakıma tüketmiş olur. Bu bakımdan malın kıymetini sahibine tazminat olarak ödemesi gerekir. Mesela bir adamdan temiz deriler alsa ve tabakladıktan sonra ta-saffufta bulunsa kürk onun olur, ama parasını sahibine öder. Çünkü gaspedilen şey işlenmeden önce sahipliği belli ve korunan bir maldır.

2192- Ölen  hayvanların   derilerini  alıp  tabaklasa   ve kürk yapsa kürkler işlenmemiş deri olarak, bir de işlenmiş olarak değerlendirilir, İşleyen kişi isterse sahibine te­miz derisinin parasını deri kıymeti üzerinden verir, İsterse kürkler satılır ve parası işlenmemiş temiz deri üzerinden yahut kürk fiyatı üzerinden sahibine ödenir.

Çünkü gaspeden kişi burada deri için tazminat vermez. Zira tabaklamadan önce şer'an kullanılabilen bir mal değildi. Tabaklamak deriye birşey kazandır-miyorsa, sahibi onu karşılıksız alır. Ama kıymeti olan bir şeyle tabaklamış ama du­rumu değişmemişle, deri sahibi deriyi alabilir ve tabaklamanın sağladığı fazlalılığı tabaklayan adama verir. Fakat derinin parasını tazminat olarak ondan alamaz. Çünkü tabaklamadan önce tükecetecek olsaydı, onun için tazminat ödemezdi.

2193- İhraz edilmeden önce ganimetlerden birşey alıp işliyecek olursa, hükmü aynı şekildedir.

Mesela askerden biri düşman bir ülkede Ölmüş samur görse, derisini yü­züp tabakladıktan sonra ondan bin dinar değerinde kürk yapsa ve onu darulîs-lama çıkarıp getirse, bu şahsına mahsus olmaz. Çünkü buna ancak ordunun kuv­vet ve himayesi İle İmkan bulmuştur. Onun İçin kendisine ait olmaz. Belirttiğimiz şekilde satılır.

2194- Yine düşman ülkesinde bakır veya kalay madenî yahut altın ve gümüş madeni bulup ondan ibrikler yapsa, durum aynıdır.

İmam Muhammed'in görüşüne göre durum budur. Ama Ebu Hanife'ninin kıyasına göre altın ve ibrikler ondan alınır ve ganimete katılır, sanatkarlığından dolayı da kendisi ayrıca birşey alamaz. Çünkü Ebu Hanİfe altın ve gümüşte san­ata itibar etmemekte ve sanatla mal, tüketilen mal hükmünde olmadığını söyle­mektedir. Bir büyük kazanı ğaspedip onu kuyu yapanın durumunda olduğu gibi.

Allah en iyi bilir.[34]

 

Tüccarın Ve Başkaların Ganimetten Alabilecekleri Şeyler

 

2195- Ganimetten pay veya bahşiş alamıyan kişilerin ganimetten  yemek ve  hayvan  yemi  alması helal  olmaz. Çünkü bunlar mücahidler kapsamında değildirler. Müca-hidlere bu gibi şeyleri almak zaruret yolu iledir. Çünkü bu gibi  şeyleri   darulİslamdan   taşıyıp   getirmeleri   mümkün değildir. Para ile de darulharpten almaları mümkün ol­mamaktadır.

Çünkü düşmanla ticaret ve iş ilişkisi için değil, savaşmak için gelmişlerdir.

2196- Tüccarın hakkında zaruret gerçekleşmemektedir.

Çünkü satın alarak bu şeyleri sağlayabilirler.

2197- Nitekim mücahidler yedikleri şeylerle güç kaza­nır ve dini üstün kılmak, ileride ganimetler almak için atlarına yem verirler. Tacirler ise, böyle değildir. Bununla beraber tacirler darulharpte tükettikleri bu şeyler için taz­minat ödemezler.

Çünkü bu gibi şeyleri yararlanmak amacı olmaksızın tükettikleri takdirde tazminat ödemezlerse, yararlanmak için tüketmelerinde ise evleviyetle ödemezler.

2198- Mücahidler ganimetten kendileri için alabilecek­leri gibi, geçimlerini sağlamakla yükümlü oldukları eş, çocuklar ve köleleri için de darulharpte beraberlerinde bu­lundukları takdirde almaları caizdir.

Çünkü bu insanların   geçini ihtiyacı mucahidlerin geçim ihtiyacı gibidir. Ganimetten onlara yediımiyecek olurlarsa, o zaman geçimlerini sağlamak için ka-

zanç temin etme yoluna gideceklerdir.

2199- Ama  savaşmayan  kiralık  biri   için   ganimetten almak olmaz.

Çünkü   onun ganimetten payı yoktur. Zaten kiralıyan kişi üzerinde geçi­mini sağlama mecburiyeti yoktur. Sadece ücretini alır.

2200- Ganimetlerin taksiminden ve satışından önce or­duya katılan  destek kuvvet ganimetten yiyecek ve hay­vanları   için   yem   alabilirler.   Çünkü   onlara   katıldıktan sonra ganimette ortak olurlar.

2201- Ganimet satıldıktan veya taksim edildikten sonra kimsenin   artık   ganimetten   bir   şey   alması   caiz   olmaz. Ancak kişilerin kendi paylarından onların izni ile almak caiz olur. Kişilerin paylarından  alınacak  olursa, onlara karşılığı tazminat olarak ödenir- Diğer mallarından alın­ması gibi. Bir asker ganimet yiyeceklerden birşey alır ve savaşmayan ordudaki bir tüccara hediye ederse, tüccarın onu yemesi hoş olmaz.

Çünkü ondan ancak askerlere verilebilir. O da hediyeyi kapsamaz. Nitekim yemesi serbest olan kişi, hediye etme hakkına sahip değildir, Asker İçin serbest olması zorunluluktandır. Başkasına hediye etmek ise, zorunluluk değildir. Hediye edememesi, tüccarın kendi kendine alması gibidir. Hediye edilen şeyi, hediye eden askerin sığınaktan getirmiş olması ile başkasının getirmiş olması aynıdır. Çünkü her İki durumda da getirilen şey ganimettir.

2202- Ama asker ot toplar veya su getirir, daha sonra da onu yararlanması için tüccara gönderirse, tüccarın bun­dan yararlanmasında bir sakınca olmaz.

Çünkü bu ganimetten değildir, Onu ihraz eden kişinin özel mülkü ol­muştur. İstediği kişiye hediye edebilir. Zaten onun rızasını almadan muhtaç da olsa, kimsenin ondan birşey alması caiz olmaz. Halbuki yemek öyle değildir. Zira yemek ganimeüendir. Nitekim onu getiren kişi ona muhtaç değilse, mücahidler-den başka birinin ihtiyacı kadar ondan almasında bir sakınca olmaz.

2203- Alan kişi o şeye muhtaç ise, rızası dışında kim­senin ondan bir şey alması  doğru olmaz.

Çünkü onu İhtiyacı için almaktadır. Sahibinin ihtiyacı için tahsis edilmiştir. Mana bakımından ikisi aynı olunca, tercih öne geçmekle olur. O kişi onu daha Önce almıştır ve Rasulullahm şu buyruğuna göre o kişi ona başkasından daha layık olmaktadır. "Mina'da konaklamak Önce gelenin hakkıdır". Camiye geüp na­mazı bckiiyerek oturan kişiyi kimsenin o yerde oturmak için uzaklaştırması veya rahatsız etmesinin doğru olmaması bunun delili olabilir.

2204- Yiyecek  ile  ot  arasındaki  farkın  delili  şudur; Otu,  kişi  sahibinden  alıp   tüketecek   olsa,  parasını   ona verir. Ama yiyeceği bir asker veya bir tacir alsa, tazminat Ödemesi gerekmez.

Çünkü yiyecek ganimettendir. Darulharpte ganimetten yapılan tüketim için

tazminat ödenmez.

2205- Askerlerden biri ganimetten  bir  koyunu  kesip derisini   yüzse   ve   etini   pişirse   yahut   yine   ganimetten buğday alıp öğütse ve ekmek    pişirse, sonra bir tüccarı yemeğe davet etse ve beraber yese yahut yemeği ona he­diye etse, bunda bir sakınca olmaz.

Çünkü bu yaptığıyla ganimet olan yiyeceği tüketmiş olmaktadır. Nitekim gaspeden kişi bunu başkasının malında yaparsa,mah gaspedilen kişiye tazminat ödemesi gerekir ve gaspedilen mal onun olur. Ganimetten alacağı malın onun ol­ması evleviyetle oSur. Mülkü olması da ona hediye etme ve kullanma serbestisini verir. Fakat yiyeceğin ke, durum başka olur.

Aradaki farkı şöyle açıklayabiliriz; Yemeğin konumunun değişmesinden sonra bir kişi gelip onu itlaf ederse, tazminat ödemesi gerekir. Ama bundan önce itlaf edecek olursa, tazminat ödemez. Zaten yemek için hazırlanmış bulunan yiy­ecekte aslolan genişliktir. Nitekim İzin verilen bir köle bir yemek hazırlayıp efen­disinin izni olmadan ona başkasını davet aderse, kazancı efenedisine ait olduğu halde davet edilen kişini o yemekten yemesinde bir sakınca olmaz. Kimsenin mülkü olmayan bir şeyde bu kişinin yaptığında durum elbette daha kolaydır.

2206- Tüccardan biri bir askerle beraber ordu ka­rargahından uzak bir yiyecek deposuna gitse ve ondan yi­yecek getirse, hem kendisinin ondan yemesinde hem de hayvanına yedirmesinde bir sakınca olmaz.

Çünkü onu alan kendisidir. Diğer askerlerin onda hakkı ancak onun ge-tirmesİye sabit olur. Onda haklarının bulunması ondan getiren kişinin yarar­lanmasına engel olmaz.

Nitekim bir başkası bir mal alacak olursa, bu malda askere ortak olur. Ama kendisi dışında askerin elde ettiği mala kendisi ortak olmaz. Onun için malı uzak biryerden getirmiş olması şartı aranır. Çünkü askerin yakınında olan mal onların kuvveti ve himayesi sayesinde alınmış sayılır. Kendisi dışında askerin elde ettiği mal mesabesindedir.

2207- Büyük ve küçük baş hayvanlar yiyecek kapsa­mındadır. Ganimet alanlardan herkesin, darulîslama çı­kıncaya kadar darulharpte ihtiyacı için ondan almasında bir sakınca yoktur. Ama darulîslama çıktıktan sonra ancak kesin  zaruret  ve  bedelini  ödemek  şartıyla  yararlanması mümkündür.

Çünkü darulİslamda ihraz etmekle ganimette hak kesinleşmiş olur. Yiyecek ve hayvan yeminde ortaklık hakkı, hakkın kesinlik kazanmasıyla gerçekleşir. Taksim ile mülkiyet ve satışla hakkın kesinleştiği gibi.

2208- Darulharpten çıkıp henüz yolda ve müslüman-Iarın ancak ordunun himayesi sayesinde emniyette olabile­cekleri, düşmanın da oturmaya güç yetiremiyecekleri bir-yerde iseler, yiyecek ve hayvan yemi almanın mübahlığı bakımından bu durumlarıyla darulharpte oluşları arasında fark yoktur. Yani bu durumda iken yiyeceklerden ve hay­vanları için yemlerden yararlanabilirler.

Çünkü bu yerler düşmanın elindedir. Müslümanların İkamet edemediği ve emniyette olamadığı her yer darulharp Özelliğini taşımaya devam eder. Diğer ta­raftan burada da ihtiyaç için alma zarureti mevcut olup ganimetten almak mubah­tır. Çünkü burada da ancak satın almakla yiyecek ve hayvan yemi temin etmek mümkün olmaktadır.

2209- Müslümanların emin olabilecekleri yere gelince, artık ihtiyaç ortadan kalkar ve bundan sonra ganimetten yemek ve yem alamazlar.

2210- Daruiharpte bulundukları süre içinde yiyecek alan kişinin yanında aynı cinsten yiyeceğin az veya çok bulunması, mübahlık bakımından aynıdır.

Çünkü ihtiyaç sebebiyle yiyecek ganimetteki ortaklıktan istisna olmuştur. Darulharpte bulundukları sürece ondan almak mubahtır. Mubah olarak devam ettiği için de ondan alan kişinin ona muhtaç olup olmaması arasında fark yoktur.

2211- Yemek için koyun ve sığır kestikleri    taktirde derilerini ganimete vermeleri lazımdır.

Çünkü bu yeme amacı kapsamında olmayan bir şeydir. Bilhassa kuru­duktan sonra artık bu amacın dışında olmaktadır. Yani deri yenilecek birşey değildir. Normalde yenilecek şeylerin yenilmesi mubahtır. Bu şeyler ister orada bulunan şeylerden olsun, ister oraya başka yerden getirilen şeyler olsun, aynıdır. Bu konuda Şam alimlerinden bazıların muhalif olduğunu belirtmiştik.

2212- Yemeklere katılan baharat da yiyecek gibidir.

Çünkü halk arasında normal olarak yenilmektedir.

2213- İhtiyaç duyacakları yakacak meselesinde cevap, yemek meselesindeki gibidir.

Çünkü ona ihtiyacın olduğu kesindir. Yakacak olmadan da yemek pişirmek mümkün değildir.

2214- Yemek pişirmeleri için yapmaları caiz olan her-şcyi ısınmak için de yapmaları caizdir.

Çünkü bu da temel ihtiyaçlarındandır. Zaten yemeği pişirmek içn ateş yak­tıkları zaman onunla ısınmaktan alıkonulmazlar.

2215- Başta ısınmak    için yaktıkları ateş de böyedir. Yenmesi mubah olan  her çeşit yağdan  yiyebilir ve aydın­latmak için kullanabilirler.

Çünkü iki alanda tüketilen ve kendisinden yararlanılan bir maldır. Kandili yakmak için kullanılan yağ, yemek için kullanılan yağ hükmündedir. Çünkü her ikisine de ihtiyaç olmaktadır. Onun için ikisi de ganimetteki ortaklıktan müstesna olmaktadır.

2216- Zambak, menekşe ve şebboy çiçeğini aydınlat­mada kullanmaları doğru değildir. Çünkü bu normalde yenen şeylerden değildir. Zaten ondan sürünmeleri helal olmaz. Çünkü sürünme temel ihtiyaçlardan değildir. Koku ve esans gibi olup ganimet olan bu gibi şeyleri sürmeleri caiz olmaz.

Çünkü bunlar temel ihtiyaç değildir. Bunları sürmek helal değilse, aydın­lanmak için onları kullanmak evleviyetle helal olmaz.

2217- Zencefil   gibi   maddelerden   yapılan   şeyleri   ve düşmanın yaptığı ilaçları da almaları doğru olmaz. Çünkü bunlar halkın temel yiyeceklerinden değildir.

Yani temel ihtiyaçlardan ve hayatın bağlı bulunduğu şeylerden değildir. Yemek gibi ganimetteki ortaklıktan müstesna olmazlar. Mesela kadına nikah ak­diyle kocasının nafaka vermesi, yani geçimini sağlaması vacip iken ilaç vermesi bu şekilde değildir.

2218- Ama devlet başkanı ganimetteki bu şeylerden bazısını satar ve biri onu alırsa, kullanması serbest olur.

Çünkü satın almakla mülkü olur.

2219- Düşman   ülkesinde yetişen bir ilaç bulunup alı­nırsa, bakılır. Alınan şeyin o bölgede kıymeti varsa ga­nimet kapsamında olur ve kişiler ondan yararlanamazlar.

Çünkü onun ve başkasının ganimetten alınması aynıdır.

2220- Ama o bölgede kiymeti olmayan birşey ise, ilaç olarak kullanmasında bir sakınca yoktur.

Çünkü bu yerde kendisinden yararlanma bakımından ot gibidir.Başka yere götürdüğü zaman değerli olabilir, ama burada değerli değildir.

2221- Belirttiğimiz durumlarda hayvanların yemi in­sanların yiyeceği gibidir.

Çünkü mücahidin hayvanına yem verme ihtiyacı temeldir. Tıpkı yemeğe kendisini ihtiyaç duyması gibi.

2222- Yenmesi caiz olan şeyi hayvanına yedirmesi de caizdir. Mesela yemesinin caiz olduğu yağdan atının tır­naklarına sürmesi de caizdir. Aynı şeklide sirkeden de yararlanabilir. Zaten yemek katığıdır. Bazı yemeklere katkı olarak kullanılması bakımından baharat gibidir. Elbise, kap ve diğer mallardan ise, kişilerin özel yararlanmaması gerekir.

Çünkü bunlardan yararlanma ihtiyacının olması belirsizdir. Onun İçin ga­nimetle ortaklıktan müstesna olmadığı gibi onlardan yararlanma da mubah olmaz. Ama kesin zaruret ortaya çıkarsa, mubah olur. Zaruret halinde başkasının mül­künden yararlanma caiz İse. ganimetten yararlanmak evleviyetle caiz olması gerekir.

2223- Zaruret ortadan kalkınca ganimetten   aldığını ge­ri verir ve tazminat ödemez. Ama başkasının mülkünden tükettiği zaman tazminat ödediği gibi meydana gelen zarar veya   eksiklikten   dolayı   da   tazminat   öder.   Fakat   da-rulharpte ganimetten tükettiği şeyler  için tazminat öde­mez. Ama ihtiyaç olmadan kişi tüketmişse, devlet başkanı onu tedip eder, gerekirse cezalandırır. Elbisede zaruret, kişinin üşümesi ve hastalıktan korkmasıdir. Tabaklarda da zaruret yeme ve içmede kullanılması ve bu şeylere şahıs olarak sahip olmamasıdır. Habere göre ganimet olan ata binmek, hıyanet olur. Kendisinin bineği varsa veya yürü­mekten  eziyet çekmiyorsa, ganimet olan at, eşek, katır gibi hayvanlara binmesi de doğru olmaz. Ama bunlardan birine su ve yem vermek yahut üzerinde yük taşımak için binecek olursa, sakıncası olmaz.

Çünkü bu ganimet olan malın bir ihtiyacıdır. Hayvanın kendisi ganimet olup zaruret olmadan kişisel ihtiyacı İçin binemez.

2224- Şahsî eşyası   veya  şahsî hayvanlarının  yemini onun üzerinde taşıyamayıcağı gibi zaruret ortaya çıkma­dıkça onun üzerinde savaşması da doğru değildir.

Bu ölçülere uymamak hıyanet olur.

2225- Binmede zaruret    yorulmuş olmakve binmediği taktirde düşmandan korkmak veya düşmandan korku olmadiği halde binmiyecek olursa mahvolmaktan korkmak veya atı öldürülmüş olup piyade olarak savaşma gücü bu­lunmamak gibi durumlardır. Bu durumlarda ata binme­sinde bir sakınca yoktur. Ganimetten bindiği at telef ola­cak olursa, ne Allah huzurunda ne de yargı karşısında herhangi bir cezası ve tazminat Ödemesi sözkonusu olmaz. Çünkü bu durumlarda ata binmesi şeriata göre mübahdır.

2226- Ama ihtiyaç olmadan tüketilen şeyler böyle de­ğildir. Kendisinde hak kesinleşmediği için yargı bakı­mından tazminat ödemez, ama kendisi ile Allah arasında onun kıymetini ödemesi gerekir.

Çünkü tükettiği İçin günahkar olmuştur ve fetva olarak tazminat ödemesi

2227- Belirttiğimiz bütün  durumlarda  ganimet silah­lardan yararlanmasının hükmü de bu şekildedir. Zaruret­ten dolayı mubah olduğu zaman telef ettiğinden    dolayı yargı   bakımından   tazminat   ödemez.   Kendisi   ile   Allah arasında da, yani takva olarak da birşey ödemesi gerek­mez. Ama kullanmaktan dolayı günahkar olduğu, yani za­ruret olmadığı halde kullanıp telef ettiği zaman kendisi ile Allah arasında bedelini Ödemesi lazımdır. Ancak yargı ba­kımından buna mecbur edilmez. Çünkü telef olan malda hak henüz tam kesinleşmiş değildir.

Böyle bir durumda tevbe etmesi gerekir. Tevbenin en iyisi de ganimetten telef eltiği şeyin bedelini (parasını) ödemesidir.

2228- Hayvanlar için semer, insanlar için elbise me­sabesindedir. Hayvanların gem ve eğerleri de insanların silahları mesabesindedir. Darulharpte sabun ve sabun otu gibi temizlik maddesi bulup zaruret olmadan kullanacak olursa, mekruh olur.

Çünkü bu temel ihtiyaçlardan değildir. Zira ganimetten müstesna sayıl­mayan şeylerdendir.

2229- Ancak sabun  otu değer taşımayan bir bölgede bitmişse ondan yararlanmak için kişinin almasında bir sa­kınca olmaz. Ama değer taşıdığı bir bölgede bitmişse ga­nimet olur ve   düşmanın evlerinde sakladığı diğer malları gibi zaruret olmadan alıp kullanmak caiz olmaz.

Bulunduğu bölgede değer taşıdığı halde odunun yakılmasında sakınca ol­madığı beliıtildiği halde elbise ve başın sabunla yıkanmasına neden ruhsat ve­rilmedi? diye itiraz edilirse, şöyle deriz: Çünkü yakacak temel ihtiyaç olan yemeğin pişirilmesi İçindir. Bu İtibarla ganîmettten müstesna olur. Ama bu şey­lerde bu özellik bulunmadığı için ganimetten müstesna olmazlar.

2230- Buhurdanlık     veya  mangal   görse,  kullanması caiz olmaz.

Çünkü bu temel ihtiyaçlardan değildir.

2231- Mangalda ateş de yakamaz.

Çünkü halkın ateş yakmak için kullandığı birşey değildir.

2232- Düşman ülkesinde ve yaktığı düşman odunu ise mangalda ateş yakmasında bir sakınca yoktur.

Bu durumda içinde yaktığı ateşten evleviyetle ısınır.

2233- Kazıklar, tahta sofra ve çanaklar, zaruret olma­dıkça yakacak için onlardan  yararlanmaları doğru değildir.

Çünkü bunlar eşya mesabesinde olup normalde yakacak değildir.

2234- İşlenmemiş kerestenin o bölgede değeri varsa, yakacak dışında ondan yararlanmak helal olmaz. Ama de­ğer taşımıyorsa, yakacak  olarak  kullanılabilir.  Ağaçtan yapılmış çanak ve tasların darullslama çıkarıldıktan sonra hükmünü yukarıda belirtmiştik. Darullslama çıkarılmadan önce bunlardan sahibi yararlanmak isterse bir sakıncası olmaz.

Çünkü işlenmeden Önce yararlanması mubahtı. Zira bu yerde herkesin kul­lanması mubah olan bir şeydi. İşlenmesi ondan yararlanmasına engel değildir.

2235- Devlet başkanı ganimetleri darulharpte taksim etmek isterse, işlenmiş ve yapılmış olan malzemeleri işliyen kişiden alır ve ganimete katar. Ona da parasını verir. Kereste için işlenmiş ve işlenmemiş olarak değeri biçilir, satmışsa, işleme ücretini parasından Öder. İşlen­miş kerestenin darulharpte ve daruIİslamda bir değeri yoksa, işliyen kişiye ait olur.

Çünkü İşlemesiyle şer'an kulanılabilir bir mal olup şahsî kazancı haline gelmiştir. Nitekim başkasının toprağından bir testi yapan kişi testiye mülk olarak sahip olur. Testi ve benzeri araç yapımında kullanılan toprak, çanak ve kap yapımında kullanılan kereste gibidir.

2236- Ganimet toplamak için giden bir topluluk düş­mana ait atlar, yiyecekler ve esirler getirseler, bütün bun­ları getirdikleri atlar üzerinde karargaha kadar yükle­melerinde  bir sakınca olmaz.

Çünkü hepsi ganimet alanlar içindir. Atlar da, diğer şeyler de askerler içindir. Bu sebeple hüküm eşya hakkında sabit olunca, yiyecekler hakkında da sabit oku-. Çünkü yiyecekleri bütün askerlerin yararlanması için getiriyorlar.

2237- Buldukları az miktarda yiyecek ve hayvan yemi­ni kendi ihtiyaçları için alsalar, zaruret olmadıkça onları düşmandan aldıkları atlar katır ve eşekler, arabalar üze­rine yüklemeleri hoş olmaz.

Çünkü o yiyecekler ancak ihtiyaçlarına yetiyorsa, başkalarından önce   al­maya daha layıktırlar.

2238- Onun hükmü, ihtiyaçları için darulİslamdan be­raber getirdikleri yiyeceklerin hükmü gibi olur. Bulduk­ları sığır ve deve üzerine kendi ihtiyaçları için aldıkları yi­yecekleri yüklemelerinde bir sakınca yoktur.

Çünkü bu da yiyecekler cümlesindendir. Nitekim yemek için onları kes­ebilecekleri gibi ancak ihtiyaçlarına yetecek İse sadece onlara mahsus olur. Aynı şekilde kendi ihtiyaçları için aldıkları yiyecekleri onlara yüklemekte de bir sakınca yoktur.

2239- Atlar üzerinde ancak ihtiyaçlarına yetecek kadar az yiyecek bulurlarsa, o yiyecekleri atlardan alıp kendi hayvanlarına yüklemeleri ve atları ordu karargahına sür­meleri gerekir.

Çünkü sürekli onlara yüklemek ganimet malını haksız yere kullanmak de­mektir.

2240- Darulİslamdan   beraberlerinde   getirdikleri   yi­yecekleri ganimet malı olan deve ve sığırlara yüklemek is­terlerse, zaruret olmadıkça helal olmaz.

Çünkü bunlar yiyecek de olsa ganimettendir. Zaten ihtiyaçları fazlası olan kısım diğer bütün mücahidlerindir. Taşınan şey ise özel mülktür. Kimse ondan yararlanamaz. Ganimetten olmayan bir şey için ganimetten olan bir şeyden yarar­lanmaları helâl olmaz. Halbuki ihtiyaçları için aldıkları yiyecekler böyle değildir. Zaten yiyeceklerini ve içeceklerini onlara yüklemeleri, binmeleri mesabesindedir.

2241- Düşmana ait içinde yiyecek bulunan çuvallar da üzerinde yiyecek bulunan düşmanın atları hükmündedir.

Çünkü çuvallar içine eşya konan şeyler olup atlar gibi yiyecek değildir. Buldukları atları kesip yemek isterlerse, ancak zaruret halinde buna izin verilir. Ebu Hanife'nin prensibine göre bu açıktır. Çünkü İbn Abbas'ın da görüşünde olduğu gibi atların eti ona göre mekruhtur. Atlar ganimette yemek cümlesinden olmaz. Ama iki imam'ın görüşüne göre sahibi için etinin yenilmesi mubah ise de, ganimet cümlesinden olan ve herkesin yiyebileceği yiyecek kapsamında sayılmaz. Böyle olması için öıf olarak bu iş için kullanılmış olması yahut şeriatta belirtilmiş olması lazımdır.

Hayvanlardan yemenin yararı Kur'anı Kerim'le belirtilmiştir. Yüce Allah: "Ondan yiyorsunuz" buyurumaktadır. Atlar hakkında ise, hüküm belirtilmemişir. Genellikle de halkın yemeği adet edinmediği şeydir. Umumiyetle binmede kul­lanılır. Onun için zaruret olmadıkça atların kesilmesi ve etinin yenilmesi mek­ruhtur.

2242- Devlet başkanı bunların zengin olduklarını dü­şünerek ictihad yolu ile onları yemekten ve yemlendir-mekten   alıkoyabilir.  Nitekim  darulharpte  atları  satmak veya taksim etmek isterse, hükmü geçerli olur ve yemenin mübahlığı hükmü de bununla sona erer. Onları yemekten alıkoymaya karar vermesi de bu şekildedir. Ama muhtaç iseler, o zaman tümden onlara yasaklanması mekruh olur. Fakat ücret karşılığı yararlanmasına müsaade edebilîlir. Çünkü insanların ihtiyacına rağmen şer'î bir ruhsatı kaldırmaya çalış­maktadır ve buna hakkı da yoktur. Tıpkı kamu malı olan sudan yararlanmalarım

veya yoldan geçmelerini engellemeye çalışması gibidir.

2243- Onlara ücretle müsaade edip aldığı ücreti gani­mete ilave ettikten sonra bu kararı aksini düşünen başka bir yargıca götürülse, onun verdiği karar uygulanır.

Çünkü bu uygulama onun bir içtihadı olarak yapılmıştır. Yukarıda be­lirttiğimiz gibi ictihad konusu olan yerlerde devlet başkanının kararı geçerlidir.

Kimileri de devlet başkanının, halkın ona ihtiyacı olmasa bile, o malları ya­saklaması doğru olmaz, demiştir.

Muhalif olan bu "kimilerin" kim olduğu belirtilmemiştir. Devlet başkanının serî bir ruhsattan dolayı onları menedeceğini anlamış gibidir. Ama alimlerimiz, ihtiyaç halinde ruhsatın olacağını söylemişlerdir. İhtiyacın bulunması halinde on­ları ruhsatlardan menetmesi onlara yarar sağlamak yerine, zarar vermektir. Bunda müslümanlar için açık bir yarar mevcut olsa bile onların zararını kastetmiş ol­maktadır. Bunu da aynı şekilde yapabilir. Ama zaruret bulunmadığı zaman müslümanların yararını gözetmek durumundadır ve gözetme yetkisine de sahiptir. Serbest bırakması halinde yiyeceklerden aşın almaları ile yasaklama halinde is­raftan kaçınmaları hususu dışında bir durum olmasa da, bu bile yasaklamak için ictihad serbestisi için yeterli bir sebep olur.

2244- Düşmanların   yıkanmak   veya   ilaç   olarak   kul­lanmak için evlerinde hazırlanmış çamuru ihtiyaç olmadan askerlerin alıp kullanmaları uygun değildir.

Çünkü düşmanın olan mal ganimet olur ve bu tür şeyler temel ihtiyaç ol­madığı için kullanılması uygun değildir.

2245- Ama düşmanın evlerinde mallan olmayan çamur bulsalar ve bu çamurun o bölgede değeri varsa, onun kul­lanılmasında bir sakınca olmaz.

2246- Yakacaklardan başka yüzerlik otu gibi şeyleri buldukları  takdirde  düşmanın  malı  da  olsa,  ondan  ya­rarlanabilirler.

İstihsana göre böyledir. Ama kıyasa göre ancak ihtiyaç halinde ondan ya­rarlanabilirler. Yakacak da temel ihtiyaç olan şeyler için geçerli olur.

2247- Düşmanın çadır direği veya kazıkları da şer1 an kullanılabilen ve ganimet olan mallardan olur. İhtiyaç ol­madan kimsenin ondan yararlanması doğru değildir. Aynı şekilde düşmanın yakacak maksadı dışında topladığı bir kısmı kazık, bir kısmı da çanak yapılmış keresteden de kimsenin yararlanması doğru olmaz.

Çünkü işlenmesinde ganimet hükmü sabit olmasa bile, asıl maddesinde ga­nimet hükmü sabittir. Nitekim devlet başkanının o malı satıp işlenmiş ve işlen­memiş olarak parasını taksim etmesi gerekir. İşliyen adama işlemesinin karşılığı verilir ve gerisi ganimete katılır. Yahut işlemesinin karşılığı olacak kadar ondan pay verir ve gerisini ganimete katar.

2248- İşliyen sanatkar keresteyi kendisi onların ağaç­larından almış ve kerestenin o bölgede değeri varsa, yu­karıda anlatıldığı şekilde işlem yapılır. Değeri yoksa da­rulharpte ondan yararlanmasında bir sakınca olmaz, darul-İslama çıktığında ise hükmü yukarıda belirtildiği gibidir. Çünkü iki durumda da maddesi ganimettir. Burada ganimet olması da

alınmasıyla olmuştur. Alırken de adam ancak ondan yararlanmayı kastetmiştir. Maksadı gözönünde bulundurularak ondan yararlanması birinci planda kabul edil­miştir. Halbuki yukarıda geçtiği yerde kerestesi müşriklerin ihraz edilmiş bir malı olması hasebiyle olmuştu. İhtiyacı olmadan ondan yararlanamazdı. Sonra Ab­dullah b. Amr b. el-Âs'ın hadisi zikredilmiştir ki o, askerlerle yola koyuldukları zaman çadır kazıklarını ganimet içine dahil etmelerini emretmitir.

2249- Darulharpte düşmandan aldıkları yağ ve iç yağı ile eğerlerini ve hayvanlarının sırtına koydukları derileri yağlamasında bir sakınca yoktur. Ama savaş için değil de, ticaret için getirdikleri bu malzemelerini bu mallarla yağ­lamaları doğru olmaz.

Hepsinin kuralı aynıdır. Çünkü aldıkları bu şeyler ganimettir. Ancak is-tihsana göre şöyle denilmiştir:

2250- Savaşma gücünü kazanmak için ondan yiyebi­lirler.  Savaşta  kullanacakları  malzemelerin   de  bunlarla yağlanması mümkündür. Ama ticaret için getirdikleri şey­ler onların savaş gücünü artıran şeyler değildir.

Askerlerle beraber bulunan tüccar gibidir. Ganimetten birşey almaları doğru

değildir.

2251- Devlet başkanı darulharpte bir nıüslümanm yanı­na birşey biraksa,   o da bunu tüketse, kendisine tazminat gerekmez.

Çünkü ihrazdan önce o malda hak kesinlik kazanmamıştır. Emanet bırakılmadan önce ve bırakıldıktan sonra onu tüketmenin hükmü aynıdır. Çünkü emanet bırakmak hiçbir şekilde ihraz etmek değildir.

Ama devlet başkanı onu tedip edebilir.

Çünkü emanete hıyanet etmiştir.

2252- Emanete  bırakılmadan   önce  tükettiği   takdirde tedip ediliyorsa, emanet bırakıldıktan sonra tükettiği için tedip edilmesi evleviyetle olur. Ama yiyecek olup yemişse ve ganimet alanlardan ise, o zaman bundan dolayı tedip etmez.

Sanki emanet bırakılmadan önce yemiş gibi olur. Ona "Tüketirsen paranı ödersin" demişse, bu şart geçersiz olur.

Çünkü şeriatın hükmüne aykırıdır. Çünkü emanet bırakılan kişiye böyle şart koşulamıyacağı gibi ihraz edilmeden önce birşey için böyle şart koşmak geçersizdir.

2253- Kendisine verdiği zaman "Parasını ödersin veya bin dirhem ödersin" deyip alan kişi de razı olmuşsa, bu bir satış olur.

Çünkü sahih veya fasid bir satış ifade edilmiştir. Satış ister sahih, ister fas-id olsun, devlet başkanı tarafından ihraz mesabesindedir. Ya payı olduğu için, ya da taksim İle mülkü ona ait olur.

2254- Devlet başkanı gönderdiği bir seriyyeye beştebir payı çıkarıldıktan sonra ganimetin dörtte birini vadetse, ondan sonra bir yiyecek bulsalar, zengin veya fakir ol­sunlar ondan   yemelerinde bir sakınca yoktur.  Bunda se-riyye fertleri ile diğer askerler aynıdır.

Çünkü ganimetten pay vaadetme (tenfil), yeme ve hayvanları yemlendirme hükmünde etkili olmaz. Zira pay vadedilenlerin hakkı ganimeti alanlaran paylan mesabesindedir. Ganimet paylarında süvarilerle piyadelerin paylan da farklıdır. Bu da ganimetten yemede iki tarafın eşit hakka sahip olmasına engel değildir. Ganimetten pay vaadetme de bu şekildedir.

2255- Pay vaadettiği seriyyeye alacağı bütün malları vaadetse,   seriyye   fertlerinin   aldıkları   yiyeceklerde   ye­melerinde bir sakınca  olmaz.

Çünkü paylarıyla onda ortaktırlar. Ama diğer askerler bundan alamazlar. Çünkü onda paylan yoktur. Pay vaadedildikten sonra seriyye fertlerinin ge­tirdiği mallarda durumları ganimet konusunda tüccarın durumu gibidir.

2256- Devlet   başkanı seriyyeye " Sizden kim birşey alırsa, sadece onundur" derse, arkadaşının aldığı yiyecek­ten hiçbiri ücretini vermeden yiyemez. Yiyebilmesi için alan kişiye ya ücretini verecek veya arkadaşı ona   bağış­layacaktır.

Çünkü pay vaadetme bir nevi taksimdir. Bu karardan sonra kim bir şey alırsa, onun mülkü olur. Gönül hoşnutluğu olmadan müslümamn malı da başka­sına helal olmaz. Malı alan kişinin rızası olmadan ondan birşey alan kişi tazminat öder. Tıpkı taksimden sonra ganimetler hakkındaki hüküm gibi.

Nitekim biri bir cariyeye rastlasa ve onu payından para ile satın alsa, onunla yatabilir. Bu İmam Muhammed'in görüşüdür. Ebu Hanife'ye göre İse, onunla yatması mekruhtur. Bunu es-Siyeru's-Sağîr'de belirttik.

2257- Devlet başkanı seriyyeye pay vaadetmese ve se-riyye komutanı ganimet olarak alınan sürüleri ordu ka­rargahına ücretle kişiler tutup getirse, ücretlerini aldıkları ganimetten verebilir.

Çünkü devlet başkanı onları savaşmak ve ganimet ihraz etmek için göndermiştir. Bu da ihrazı kanıtlayacak olan sürüleri sürme işi İçin bir izin ol­maktadır. Çünkü bu sarahaten olmasa bile delalet yolu ile anlaşılmaktadır.

2258- Devlet başkanı  ücretle  tutulan  kişilerin  ücret­lerinin ödenebilmesi için  getirilen  mallardan satışa izin

vermesi ve askerlerin başka ganimet almamış olması halinde ondan yemelerine müsaade etmesi lazımdır. Ama as­kerler başka ganimet almışlarsa ücretli kişilerin ücretini ondan verir ve seriyyenin getirdiği yemek ve hayvan yem­lerinden ihtiyaçları kadar yararlanmasına izin verir. Satıl­madan Önce askerler getirilenlerin hepsini yiyecek olursa, ücretlilere ücretleri kadar verilir ve kimseden de yediğinin karşılığı   tazminat   alınmaz.   Ama   darulislama   çıkmadan önce başka ganimet alacak olurlarsa, ücretlilerin ücretini ondan verir. Yoksa ücretlerini beytulmaldan verir. Çünkü bütün müslümanlar üzerine bu vacip olan bir borçtur ve onu da bey­tulmaldan öder. Zaten zarar yararla karşılanır. Allah en iyi bilir.[35]

 

Ganimetten Çalmak (Hıyanet)

 

2259- Bir kişinin yükünde ganimetten çaldığı mal çı­karsa, dayak atılır, vurulan kamçılar kırkı geçmemelidir.

Çünkü hakkında belrili bir ceza miktarı olmayan bir suç işlemiştir. Ondan dolayı tazîr edilir. Tazîr, belirli ceza (had) miktarına ulaşmaz. Çünkü Hz. Pey­gamber şöyle buyurmuştur: " Had dışındaki cezalarda had kadar ceza vermek haksızlıktır."

2260. Yaptığından dolayı yükü yakılmaz.

Çünkü haindir ve hainlik yükün yakılmasını gerektirmez. El kesme cezası da verilmez.

Çünkü kendisinin de payı bulunan bir maldan çalan kimseye el keme cezası şüpheden dolayı uygulanmaz.

2261- Fakihlerden cumhurun görüşü budur. Şam ehli ise ganimetten çalan kimsenin yükünün yakılacağını söylerler. Hz. Hasan'm  şöyle  dediğini  de  rivayet  ederler: Çaldığı   mal   yükünden   alınır  ve  yük   yakılır.  Yükünde Kur'an varsa yakılmaz. Hz. Hasan'ın ashabı bunu ken­disinden   mevkuf olarak rivayet ederler. Evzâî bu hadisi Hasandan merfû olarak kaydetmiştir ancak fakihler bu hadisin sahih olduğunu kabul etmemişlerdir. Çünkü şaz olup meçhul kişi rivayet etmiştir. Zira Evzâî kendisi ile Hasan   arasındaki   adamın   adını   zikretmemiştir.   Zaten meşhur haberlere de aykırıdır.

2262- Rasulullah ganimetten çalan herkese tehditlerde bulunmuştur. Ama kimsenin yükünü yakmamıştır. Mesela buna dair hadislerden   biri   Rifâa   b. Zeyd'in Rasulullaha bağışladığı    kölesi    Mid'am'm    hadisidir.    Rasulullahm yakınında bulunduğu bir sırada bir ok isabet etmiş ve Öl­dürmüştür. Halk "Ne mutlu ona, cennetlik oldu" dediler. Rasululullah ise şöye buyurdu: Hayır, Allah'a yemin ol- sun  ki Hayber günü taksim edilmeden Önce ganimetten aldığı Örtü üzerinde ateş olarak yanmaktadır." Halk bunu duyunca bir adam bir ve iki nalın tasması getirdi. Ra-sulullah ona da "Ateşten tasma" dedi. Rasulullah'a "Falan kişi şehid oldu" denilince, şöyle dedi: " Hayır, ganimetten çaldığı   bir   aba   ile   ateşe  sürüklendiğini   gördüm."   İbn Abbas şöyle dedi. Ganimetten çalan bir topluluk yoktur ki kalblerini korku kaplamış olmasın. İçlerinde faiz yayılmış bir topluluk yoktur ki ölümleri artmasın, ölçü ve tartıda hile yapan bir topluluk yoktur ki rızikları kesilmesin, bir­birlerini haksız olarak mahkum eden bir topluluk yoktur ki aralarında kan davaları yayılmış olmasın, ahdi bozan bir topluluk  yoktur  ki Allah  onlara     düşmanı  musallat etmiş olmasın.

Bir adam Selmân'a şöyle dedi: Ganimetten bir iplik alıp elbisemi diktim. Selman ona şöyle dedi: her şeyin bir karşılığı vardır. Bütün bunlar ganimetten haksız yere almanın ne büyük günah olduğunu göstermesine rağmen yükü yak­ma cezasının bulunmadığını da göstermektedir.

Çünkü beyanı İhtiyaç anından sonraya bırakmak caiz değildir. Yani ihtiyaç olduğu zaman gerekli bilgiyi vermek lazımdır. Vaktinde söylenmezse anlamı kalk­maz. Câbİr de ganimetten çalmada el kesme ve ceza yoktur, demiştir. Bu da çala­nın yükünü yakma cezasının bulunmadığının delilidir. Çünkü yakmak en büyük cezadır.

2263- Çalan   kimsenin   yükü  yakilmadığı   gibi,  gani­metten payı ve bahşişi de kesilmez.

Çünkü payı bulunmayan bir mal çalacak olursa payından mahrum edilmez. Payı bulunan bir maldan çalmasında ise mahrum edilmemesi evleviyetledir. Yükünün yakılmasını savunanlar mushaf, hayvan ve silahın yakılmayacağını söylüyorlar. Diğer eşya da buna kıyas edilir.

Canlıya işkence ve eziyet olmaması İçin hayvan yakılmaz, derlerse, bunun önüne geçmek için önce kesmeleri ve sonra yakmaları gerekir. Savaş için gerekli olduğunu söyleyerek silahın yakılmayacağını söylüyorfarsa, diğer mallar da onun gibidir. Çünkü mücahid normal olarak savaşta ancak kendisine lazım olacak şeyleri yanında bulundurur.

2264- Bu konuda rivayet edilen hadisin zayıflığının de­lili şudur; ganimetten mal çalma bildiğimiz kadarıyla en fazla   Resulullah zamanında olmuştur.   Sebeb de onunla beraber savaşan münafık ve bedevilerin çokluğudur. Bun­lar ganimetten mal çalarlardı. İnsanların nasıl inanacak­larını ve ne yapacaklarını öğreten vahiy iniyordu. Meğâzî yazarları  da  Rasuluilahm  bütün  yaptıklarını  kaydetmiş­lerdir. Bir kimsenin yükünü yaksaydı bunu ayrıntılarıyla anlatırladı. Meşhur kitaplarda böyle birşey bulun-madı-ğma göre, sözkonusu hadisin asılsız olduğunu anlarız.

Diğer taraftan böyle şâz bir hadisle had ispatı yapıl­maktadır, şüpheli durumlarda bu gibi şâz hadisle ispatı caiz olmayan temel hükümler ispat edilemezken, şüphe ha­linde red edilen birşey böyle bir hadisle nasıl sabit ola­bilir!

Giydiği elbisesi de yakılacak mı? Elbisesi yakılıp çıp­lak bırakılacak olursa, acaba soğuktan ölmez mi? ya ada­mın yükü yoksa? Serhad bölgesinde bulunan evindeki eşyası mı yakılacak, yoksa birilerinin yanına emanet veya ödünç bıraktığı eşya yükü de mi yakılacaktır? İki adam düşünün, herbiri diğerine bir mal ödünç vermiştir, her birinin diğerinin yanındaki eşyası yakılacak mı? Arala­rından birinin eşyasını çalmış ve arkadaşları bunu bildik­leri halde haber vermemiş bir kişinin sadece eşyası mı yakılacak yoksa bildikleri halde haber vermedikleri için arkadaşlarının da eşyası yakılacak mı?

Ganimetten çalan kişinin yükünün yakılmasını savunan kişilerin görüşle­rinin tutarsızlığını göstermek için bu kadar örnek getirilmiş ve istihsan bölümünde belirttiğimiz temel kural belirtilmiştir.

2265- Ashabın ileri    gelenleri    başkasının takviye et­mediği veya ravisinin yemin etmediği ahad haberle amel etmezlerdi. Miras  ve hakkında bağlayıcı  hüküm bulun­mayan istizan (izin alma) gibi sabit oluşu şüpheli olan konularda ashabın tavrı bu ise, ganimetten mal çalan kişinin yükünü yakmak gibi büyük bir cezanın uygulanmasında şâz bir hadise nasıl itimad edilir? Halbuki böyle bir şeyin şüphe halinde kabulü caiz değildir. Yani şüphe halinde böyle büyük bir cezanın uygulanması doğru olmaz. Nitekim ashap içkinin cezası üzerinde ittifak etmiş olmasına rağmen Hz.

Ali şöyle demiştir: İçki cezasından dolayı birinin ölmesinden duyduğum sıkıntı

kadar başka bir cezanın uygulanıp suçlunun Ölmesinden sıkıntı duymam. Çünkü

Rasulullah ve Ebu Bekir böyle birşey yapmamışlardır.

Böylece   anlaşılıyor   ki   ganimetten   mal   çalanın   yükünün   yakılmasını söyleyen kişilerin görüşü gerçekten zayıftır. Allah en İyi bilir.[36]

 

Ârtırma Usulü İle Ganimet  Paylarının Alınıp Satılması

 

2266- Ganimetlerin artırma usulü île satılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü Rasulullah bir kap ve bir leğeni artırma usulü ile satmıştır. Bunu belirtmemizin sebebi, bazılarının artırmayı tasvip etmemesi ve müzayede (açık artırma)   satışları,   başkasının   pazarlığı   üstüne   pazarlık saymasıdır. Böyle düşünenler Rasulullah     "Kimse kim­senin pazarlığı üstüne pazarlık yapmasın" hadisini de delil getirirler.

Halbuki durum böyle değildir. Pazarlık üstüne pazarlık alıcı ve satıcının aralarında fiyat kesmelerinden veya karşılıklı anlaşmalarından sonra olur. Artırma ise bundan önce olur. Mesela malın sahibi bağırıp malını satıyor ve biri bir fiyat verdiği zaman susmayip satış için bağırmaya devam ediyorsa başka birinin fiyat artırmasında bir sakınca yoktur. Ama önceki, fiyat verdiği zaman satıcı susmuş ve buna razı olmuşsa o zaman kimsenin artırması caiz olmaz. Çünkü bu başkasının pazarlığı üstüne pazarlık olur.

2267- Satıcı dellal ise malın sahibine kesin fiyatı haber vermediği  sürece  başkasının   artırmaya   gitmesi  caizdir. Ama sahibine haber verip sahibi de razı olmuşsa, artık fiyatı artırmak helal olmaz. Rasulullahın taksim edilmeden payların   satılmasını   yasakladığı   Meklıul'dan   kaydedil-mştir. Biz de bunu benimsiyoruz. Mücahidin taksimden önce payını satması geçersizdir.

Çünkü   malik olmadığı birşeyi satmış olur. Nitekim taksimden önce ga­nimetten köleyi azad edecek olursa, geçersiz olur. Satışın geçeriz olması evlevİyetle olmalıdır. Çünkü payının hangisi  ve ne olacağını bilmiyor. Darulharpte ol­duğu süre içinde de sağ kalıp pay alacağını veya öleceğini de bilmiyor.

2268- Rasulullah'n taksim edlimeden ganimetlerin satı­şını   yasakladığına   dair   Ömer   İbn   Abdulaziz'in   rivayet ettiği haberden maksat budur.

Taksimden önce devlet başkanının ganimetleri satmasının caiz olduğunu belirtmiştik. Bu durumda satışın yasaklanmasından maksat, taksimden önce kişinin payını satmasidır.

2269- Ganimetten satın aldığı cariyenin hastalıklı oldu­ğunu gören adam hakkında eş-Şa'bî'nin geri vereceğini söylediği   kaydedilir. Biz de bunu benimsiyoruz. Çünkü ister ganimetten satın alsın, ister başka yerden alsın, müş­teri mutlak akitle üzerinde akit yapılan şeyin sağlamlığını hak etmektedir. Yani bu olmazsa, alınan şeyi geri verir, ganimet taksim edilmernişse, alınan şeyin parasını verir. Taksim yapılmışsa cariye kusuru söylenerek satılır. Satan kişiye de bu paradan ücreti verilir. Artan birşey   olursa beytulmala konur. İkinci  ücret birinci  ücretten az olursa, eksiklik yine beytulmaldan tamamlanır.

Kusurdan dolayı malın geri verilmesiyle ilgili burada bir bölüm zikredil­miş, ancak Şerhu'z-Ziyâdât'ta bunu açıkladığımız için buraya almaya gerek gör­medik.

Allah en iyi bilir.[37]

 

Esirler, Masrafları Ve Kimin Himayesinde Olacakları

 

2270- Düşman bir adamın aile fertleri esir alınıp bir adamın payına düştükten sonra düşman adam eman ile ge­lerek   "Sana   onların   ücretini   vereyim   ve   darulîslamda bırakayım" derse ve İslama girse yahut zimmî olmayı ka­bul ederse, müslüman  adam da ona evet derse, esirler payına düştüğü kişinin olur. Çünkü kendisi ile düşman olan adam arasında bir akit meydana gelmemiştir. Ara­larında   sadece pazarlık   yahut söz verme olmuştur. Bu­nunla da düşmanın sözkonusu kişilerde mülkiyeti sabit olmadığı gibi müslüman kişinin de bu şahıslarda tasarruf yetkisini engellemez. Ancak söz vermişse, sözüne bağlı kalması uygun   olur.

Çünkü söze bağlılık müminlerin ahlakındandır. Sözde durmamak da münafıkların özelliklerindendir. Hadis bu şekilde belirtmektedir.

2271- Düşman kişi sözünden dönmedikçe müslümamn azat  etme  yolu  dışında  onları  elinden  çıkarması  doğru değildir. Ancak düşman kişi gelmeden önce azat edip elin­den çıkarmasında bir sakınca olmaz.

2272- Düşman kişinin karısı dışında hepsini azat ede­cek   olursa   sözünde   durmamış   sayılmaz.   Ama   düşman kişinin   karısını,   kocası   sözünden   caymadığı   müddetçe azat etmemesi gerekir.

Çünkü düşman kişi satın alırsa azat olmaz ve onun cariyesi olur. Ama çocuktan Öyle değildir. Kocası gelmeden önce karısını azat etmesi sözünde dur­mamak olur. Bu Karısını ve ondan olma çocuklarını satın alan sözleşmeli kölenin durumuna benzer. Efendisinin   çocuklardan birini azat etmesi geçerli olur ama karısını azat etmesi geçerli olmaz. Çünkü çocuğu azat etmesinde sözleşmeli kölenin amacı gerçekleşmiş olur, karısının azat edilmesinde amacı gerçekleşmiş olmaz. Çünkü sözleşme bedelini ödedikten sonra onun mülkü olur ve sahibi bu­lunduğu için onun eşi sayılır.

2273- Düşman kişi sözünde durmazsa müslümanın on­larda dilediği gibi tasarruf etmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü onun sözünde durmaması ile sözkonusu sözün hükmü kalkmış olur. Bu da belirlenen vakitte gelmeme­siyle ortay çıkar. Bunun için bir vakit belirlenmişse, o zaman gidip gelecek kadar ortalama bir vakit ve istenen malı toplaması için gerekli olduğu kabul edilen günler kadar gün kabul edilir.

Çünkü içyüzüne vakıf olmanın mümkün olmadığı şeylerde zahire göre hüküm vermek ve uygulama yapmak vaciptir.

2274- Parayı   getirmek   için   düşman   kişi   gittiğinde müslüman   kişiye "Bunları onlara masraf et" deyip dinar­lar veya dirhemler vermiş ve o da harcamışsa, daha sonra düşman kişi geldiğinde onları ücretten saydırmak isteyip "Ben sana borç olarak verdim"     derse, düşman kişinin sözü kabul edilir ve yemin ettirilir.

Çünkü malı veren odur. Verilen şey konusunda veren kişi tasdik edilir. Sonra mutlak vermekle ancak kesin olan en az miktar sabit olur. Bu da borç ve­rilen miktardır. Onun için bu konuda düşman kişinin dediği kabul edilir.

2275- "Bunun   borç   olduğunu   sana   söyledim"   veya "Bunu   düşündüm"   demesi  aynı  şekildedir.  Yine  birik-tirilebilen  yiyeceklerden  bir  miktar  verip  onlara  harca­masını söylemiş olması da aynıdır. Ama ekmek, et ve tirit gibi  biriktirilmesi  mümkün  olmayan  yiyeceklerden ver-mişse, kıyasa göre yine düşman kişinin söylediği kabul edilir.

Çünkü bütün bunlar onun mülküdür. Ancak istihsana göre:

Müslümanın dediği    olur ve düşman kişiye    bir şey düşmez.

Çünkü zahire göre böyle durumlarda vermek borç olarak değil, hediye için olur. Zahire göre hüküm vermek de vaciptir.

Bu istihsan ve kıyas evlenme konusunda söylenenlerin benzeridir. Şöyleki, kendisiyle beraber olmadan önce erkek karısına birşey gönderip daha sonra bunu mehir olarak gönderdiğini iddia etmesi, kadının ise bunun hediye olduğunu söylemesi durumunda, kocanın dediği olur. Ama biriktirilmesi ve saklanması mümkün olmayan yiyeceklerde istihsan yolu ile kadının dediği olur.

2276- Onlara giydirmesi için düşman kişinin müslü-mana  elbise vermiş olması da aynı şekildedir.

Netice olarak bunlar müslümanın mülküdürler. Masrafları ve giyimleri için bu şeylerin onlara verilmesi kendisine masraf etmesi için kişiye verilmesi me­sabesindedir. Açıkça belirtilmedikçe, onlar için verdiği kabul edilmez.

Allah en iyi bilir.[38]

 

Fey1 Ve Ganimetler Hakkında Yapılacak Şahitlikler

 

2277- Müslümanlar,  hür   olanlara   eman   vermek   ve kölelerini almak üzere kale sahibi düşmanla barış yapsa, kaleyi fethettikten sonra onlardan bazıları  için   "Bunlar sizin kölelerînizdendir." dese, onlar da "Hayır, biz   hür olanlardanız" diye itiraz etse, onların söylediği kabul edi­lir ve yemin ettirilir.

Çünkü söz hakkına sahip olan kişinin hürriyet konusunda iddiası geçer­lidir. Tabi ki delil ile köleliği sabit olmadığı sürece.

Bu bir galibiyettir, müslümanlar onlara galip geldikten sonra onların is­tihkakı bununla zail olduğu halde, kendileri hakkında istihkakları sabit olmaz, diye itiraz edilse, şöyle deriz.

Bu galibiyetle kendileri hakkındaki istihkakı önlemiş olmaktadırlar. Çünkü onlara galibiyet barış ve eman kapsamında olmayan kişilerde hakkı gerektirmek­tedir. Barışın kapsamında bulunmayan kişilerden oldukları sabit olmadıkça onlar hakkında istihkak da sabit olmaz. Böylece kendilerinde İstihkakı önledikleri yani onlarda kimsenin hakkı olmayacağı anlaşılmış olmaktadır, onun için söyledikleri kabul edilir, ancak yemin ettirilirler.

2278- Kölelerinden olduklarına dair müslümanlardan adaletli şahitler veya zimmet ehlinden kişiler şahitlik ya­parsa, şahitlikleri kabul edilir.

Çünkü adaletli delil ile sabit olan şey, hasmın itirafı ile sabit olan gibidir.

2279- Şahitlerin, hakkında şahitlik yapılan şeyde pay veya bahşiş sahibi olmaları, şahitliğin kabul edilmesi için engel değildir.

Çünkü bu mülk ortaklığı değildir. Böyle bir ortaklığın şahitliğe engel ol­madığını belirtmiştik. Nitekim ganimette alacağı olmayan kişilerden bir topluluk şahitlik yapacak olursa, yargıç, ganimette pay sahibi kişilerden de olsa, onların şahitliklerine göre hüküm verebilir. Bilindiği gibi şahitlik velayeti yargıçlık ve­layetinin altındadır. Bu yolla yargıcın pay alması onun hakkında yargıda bu­lunmasının sıhhatini engellemiyorsa, ganimetten pay alacak kişinin şahitliğine en­gel olmamaması evleviyetledir. Buna dair örnekler getirerek şöyle demektedir:

2280- Mücahitlerden bir bölük, aralarından birinin ga­nimetten çaldığına dair şahitlik yapsa, şahitlikleri kabul edilir. Halbuki ikisi de hakkında şahitlik yapılan şeyde pay sahibidirler.  Pay  sahibi  olmalarından   dolayı   şahitlikleri kabul edilmezse, baba ve çocuklarının da aynı konuda şa­hitliklerinin kabul edilmemesi lazımdır. Çünkü mülk or­taklığı onun baba ve çocuklarının şahitliğine de engel olur. Bundan dolayı bu adamın şahitliği geçersiz olursa, savaşa katılmayan fakir ve miskinlerin de şahitliklerinin geçersiz olması gerekir. Çünkü beştebir payı bakımından onların da bunda payları bulunmaktadır. Beytulmaldan çalan kişi hak­kında müslümanlann şahitliğinin de geçersiz olması lazım­dır. Çünkü hakkında şahitlik yapılan kişinin de beytul-malda hakkı bulunmaktadır. Bunu hiç bir kimse söyleme­mektedir. Bundan da anlıyoruz ki, genel ortaklık şahitliğe engel değildir. Ancak malikin ortaklığı itibariyle şahitliği kabul edilmez. Çünkü şahit kendi şahitliğiyle mülkü ken­disi  için   ispat  etmektedir.  Ama  kendisine  mülkü  değil, genel bir hakkı ispat eden kişinin şahitliği makbul olur. Nitekim iki müslüman, bir adamın evini müslümanların ortak yoiunda inşa ettiğine dair şahitlik   yapsa, eskiden olduğu gibi tekrar yol yapması için devlet başkanı ona yıkmasını emreder. Bilindiği gibi yolda herkesin hakkı vardır. Bu açıdan şahitlik yapan kişi şahitliğinden yararlanmaktadır. Çünkü şahitlik,yapılan konuda mülkiyeti ve sahipliği olmayınca, şahitliği makbul olur. Yukarıda geçen olay da aynıdır.

En iyi Allah bilir.[39]

 

Müslümanların Ganimet Aldıkları Yiyecek Ve Hayvan Yemlerini Birbirlerine Satmaları

 

2281- Ganimeti alan mücahidlerden her birinin darulls-lamda ganimetin ihrazından önce yiyecek ve hayvan yem­lerinden alma hakkının bulunduğunu, birinin bunlardan çok miktarda alması halinde ihtiyacı kadarını alıp  geri kalanı arkadalaır arasında taksim etmesi gerektiğini be­lirtmiştik.

Çünkü kendisinin önce alması sebebiyle ihtiyacı kadar ondan önce yarar­lanma hakkına sahiptir, ihtiyacından fazlasını da muhtaç olan arkadaşlanna ulaştırması gerekir.

2282- Fazlasını  başka bir eve götürmek  isterse, bakılır. O evde başka bir şey   elde edemiyeceğini biliyorsa, bunda bir sakınca olmaz.

Çünkü o ihtiyacı cümlesindendir. Her evde yiyecek ve hayvan yemi ih­tiyacının tekerrür edeceği de malumdur. Zahir yolu ile varlığı bilinen bir şey, hakikaten mevcut gibidir. Mesala yolda ihtiyaç duyacağı azık, binek ve çoluk çocuğa bu süre içinde bırakılacak şeylere sahip olmayan kişiye hac gerekme­mektedir. Kendisi önce sahip olduğu için ihtiyacını önce düşünmesi uygun olup başkasına onu vermemekte haklı olur.

2283- Ama gideceği evde aynı şeyi bulacağını biliyor,

fakat zor olacağını mülahaza ederek aramaktan hoşlan­mıyorsa, fazlasını muhtaç olan arkadaşlarına vermesi lazımdır.

Çünkü gideceği evde ihtiyacını karşılama imkanı bulunduğundan bu kısım, ihtiyacından fazla sayılır. Elinde bulunan şeylere arkadaşlarının ihtiyacı ise ke­sindir.

2284- Kendisi rahat olmak veya emin olmak için arka­daşlarını ondan mahrum bırakması veya onlara vermemesi doğru değildir. Onlara vermeyi kabul etmeyip kendisinden zorla alacak olurlarsa birinci fasıl için mekruh, ikinci fasıl için ise sakıncası olmaz.

Çünkü şeriata göre onları engelleme hakkına sahip değilse, onlar ken­disinden alabilirler, demektir. Tıpkı hakkının benzerini alabilen borç sahibi kişi mesabesindedir. Ama şeriata göre onları menetme hakkına sahip ise, kendisinden alarak onun hakkını iptal etme hakkına sahip olamazlar. Çünkü mal onun elin­dedir.

2285- Her iki durumda da ona tazminat ödemezler.

Çünkü ihtiyacı olduğu halde ondan almak haksızlık olur ve devlet başkanının haksızlığı gidermesi lazımdır.

2286- Eğer ele geçirdiği bu şeyi başkaları ondan olsa ve  aldıklarını  tüketmeden önce o  kişi mahkameye baş­vursa, bakılır: Eğer bu kişi aldığı o mala muhtaç birisi ise, mal kendisine iade edilir.

Zira ihtiyacı olduğu halde elinden alınması bir zulümdür. Devletin de bu zulmü ortadan kaldırması gerekir.

2287- İki taraf da zengin olduğunda durum aynıdır.

Çünkü bu şeyler önce onun elinde idi. Ondan almak ancak ihtiyaç bu­lunması halinde caiz olur.

2288- Alan kişi bu şeylere muhtaç değilse, o zaman ona haksızlık etmiş olur. ama birincisi muhtaç olmayıp ikinci şahis muhtaç ise, o zaman devlet başkanı bu şeyleri ondan geri almaz.

Çünkü ondan alma hakkına sahiptir ve devlet başkanı hakimin hakkını alması gerekir.

2289- Ama ikisinin de ona ihtiyacı yoksa, o zaman dev­let başkanının o şeyleri alıp başkalarına vermesi lazımdır.

Devlet başkanının ikinci şahıstan geri alma yetkisi olduğuna göre, gönlünü kırmamak için birinci kişiye de geri verme yetkisine sahip demektir. Kendisinden almadan önce huzurunda muhakeme olmaları halinde olduğu gibi.

Bu hüküm sınır karakolunda konaklamak, namazları bekliyerek camilerde oturmak, hac için Mina veya Arafat'ta konaklamak gibi müslümanlarm hakkı bu­lunan şeyler hakkında da böyledir. Mesela, daha önce başkaların gelip konak­ladığı bilinen bir yerde biri gelip çadır kursa, bakılır. Kim önce gelip orada çadır kurmuşsa, o hak onundur. Sonra gelen kişinin onu oradan çıkarma hakkı yoktur. Çünkü Önce o kişi işgal etmiştir. Mubah olan şeylerin ihrazı önce sahiplenmekle olur. Av, ot ve odun gibi şeylerde durum böyledir. Ama orada ihtyacının üstünde biryer tutmuşsa, ihtiyacı dışında kalan bir bölümü başkasının alma hakkı vardır, onu alır ve yerleşir. Zaten önce sahiplenmesi, ihtiyacı oranındadır. Bu da ih­tiyacına binaendir. Orayı tutmuş bîr kişiden konaklamak için iki kişi gelip İs-tiyecek olsa, onlardan sadece birine verebilir. Çünkü verdiği kişinin ihtiyacı da kendi ihtiyacı gibidir. Kendisinin ihtiyacı varsa, onu gidermeye daha layıktır. Ter­cih ettiği kişinin ihtiyacının bulunması halinde de durum böyledir. Zira in­sanlardan kiminin komşuluğunu isterken, kiminin de komşuluğunu istemiyebilir. Bunu da insan ihtiyaçlarından sayabilir. Bunun delili, Zubeyr'in hadisidir. Ken­disi konak yerlerine başkalarından önce gider, her yere bir işaret bırakır ve ar­kadaşları geldiğinde zapttetİğİ yerleri onlara verirdi.

İki kişiden biri önce varıp konaklasa ve başta sahiplenmiş olan kişi, ih­tiyacından fazla olduğu için onu çıkarıp başkasına vermek isterse, yapma hak­kına sahip olmaz. Çünkü bunu ancak sahiplendiği için yapıyordur. Fakat muhtaç olan başka bir kişi bunu hak etmişir. Bu kişinin sözkonusu yerdeki velayetini ip­tal etme yetkisine sahip değildir.

Burayı emri üzerine şu diğerine almıştım, kendim için değil, derse, yemin ettirir. Çünkü muhtemel birşeyi haber vermektedir. Karşı taraf reddettiği için bu­nun üzerine yemin eder. Yeminden sonra daha önce alan kişinin elinden alabilir. Çünkü bu yer üzerinde sahipliği bunu kendisine emreden kişinin sahipliği gibidir. Emreden kişinin ihtiyacının bulunması başkasının sahiplenmesini engellemekt­edir. Sahiplenmesinin haksızlık olduğu açığa çıkarsa, vazgeçmesi emredilir. Bu aynı zamanda emri üzerine başkası için aldım denilen ve ihtiyaç fazlası olan yiy­ecek ve hayvan yemi hakkındaki hükümdür.

2290- İki askerden biri arpa, diğeri de yonca alsa ve değiş tokuş yapsa, her ikisi de aldığı şeye muhtaç ise, her biri arkadaşından aldığı şeyi alabilir, bu satış değildir.

Çünkü herbiri hayvan yeminden ihtiyacı kadar alabilir. Ancak arkadaşının o şeye ihtiyacı, rızası dışında almaktan kendisini alıkoymaktadır. Bu değiş tokuşla her biri diğerinin rızasını almış ve mubah olarak almış olur. Tıpkı bir sofrada bu­lunan misafirler gibi.

Her biri diğerinin önündeki yemekten alması nasıl satış değilse, bu da satış olmaz. Halbuki her biri önünden yemek ve elini başkasının önüne uzatmamakla yükümlüdür. Karşılıklı rıza olunca her biri ev sahibinin mülkünden ihtiyacına göre mubah olarak alabilir.

2291- Birbirine verdikleri şeylere kendileri de muhtaç ve ikisinden biri yaptığım bozmak isterse, yapmaya hakkı olmaz.

Çünkü bunu hak eden bir başkası ortaya çıkmıştır. Sahibi onu gönül rızası ile almıştır. İhtiyacının bulunması onu kendisinden almasını engellemektedir. Tıpkı başta kendisi onu almış gibi.

2292- Satan kişi verdiği şeye muhtaç ise ve müşterinin de ona îhtiaycı yoksa, satan kişinin verdiği bedeli alma ve aldığı şeyi geri verme hakkı vardır.

Çünkü ihtiyacı olmadığı halde arkadaşı onu önce almış olsaydı, ihtiya­cından dolayı onu kendisinden alma hakkına sahip olurdu. Tıpkı ona kendisi onu teslim etmiş gibi. Ancak o durumda kendisine birşey vermeden ondan alır. Bu­rada ise onun karşılığında aldığını ona geri vermektedir. Çünkü bunu kendisine geri vermezse, aldatma olur. Aldatma da haramdır. Hatta kendisine bağışlamış olsa bile bağışı alan kişinin ihtiyacı yoksa, İhtiyacından dolayı ona geri vermesi gerekir ve karşılığında ondan birşey almaz.

2293- Arkadaşına verdiğini geri almak istediği zaman, arkadaşı da onu daha muhtaç olan birine vermişse ondan geri alması doğru değildir.

Çünkü başkasına vermeye iten odur. Sanki kendisi bu muhtaç kişiye ver­miş sonra da geri almak istemiştir. Böyle durumlarda kendisinden alınacak kişinin muhtaç olması geri almaya engel olmaktadır.

2294- İkisi zengin veya fakir ise yahut onlardan biri zengin diğeri fakir olduğu halde birbirlerine satsalar ve parasını kabzetmeden önce onladan biri bu işten cayacak olsa, cayma hakkına sahip olur.

Çünkü bu karşılıklı satış şer'an geçerli değildir. Çünkü yerinde yapılmış bir alışveriş değildir. İşlem olarak sonraki durum ile, işlem yapılmadan önceki durum farksız olmuştur. Zira ikisi de parayı teslim almamıştır. Bu hüküm teslim almaya bağlıdır. Teslim almadan önce yapılan salt karşılıklı satışla malın mülkiyeti birinden diğerine geçmez.

2295- Kendisi de aynı şeyi yapmak üzere biri diğerine birşey borç verse, ikisi de buna muhtaç değilse veya ikiside buna muhtaç ise borç alan kişiye birşey gerekmez.

Çünkü ganimet yiyeceklerden kabul ederek almıştır. Halbuki verilen borç, arkadaşının gönlünü memnun etmek içindir. Bu bakımdan borç verilen şeyi tüketecek olursa tazminat ödemesi gerekmez. Ama henüz tüketmemişse, borç veren kişi almak istediği taktirde almaya daha layıktır. Çünkü sözkonusu malın el değiştirmesine ancak benzerinin kendisine geri verilmesi şartıyla razı olmuştur. Bu şartın yerine getirilmesi imkansızlaşınca, artık onun rızası da ortadan kalkar ve arkadaşının kendisinden rızası dışında almış olması gibi olur.

2296- Veren kişinin ihtiyacı yoksa, ama alan kişinin ihtiyacı varsa, veren kişinin ondan almaya hakkı yoktur.

Çünkü rızası dışında ondan alacak olursa, kendisi ona daha muhtaç olduğu ve arkadaşının ona ihtiyacı bulunmadığından almış olacak ki bunu yapabilir, fa­kat rızası ile alması daha evladır.

2297- Borç   verirken   ikisi  de  ona  muhtaç  değilken, sonra tüketilmeden önce ona muhtaç olurlarsa, veren kişi onu almaya daha layıktır.

Çünkü amaç gerçekleşmeden önce ihtiyaçları ortaya çıkarsa, sanki o şey verilmemiş gibi olur. Şart yerine getirilmediği için de veren kişinin rızası yerine gelmemiştir. Onun için geri almaya daha layıktır.

2298- Alan kişi önce, veren kişi de sonra muhtaç olur­sa yahut veren kişi ihtiyaç duymazsa, alan kişiden geri alamaz.

Çünkü alan kişi muhtaç olması itibariyle  gerçek yerini bulmuş olur. Baş­kası buna muhtaç olsa bile, rızası dışında bu gerçeği kimse izale edemez.

2299- İki kişiden biri kendi dirhemlerine karşılık ar­kadaşının ganimet buğdayından satın alsa ve parasını ve­rip buğdayı teslim alsa, muhtaç olması durumunda onu almaya daha layıktır.

Çünkü arkadaşının rızası ile onun sahibi olmuştur, ihtiyacı olduğu için de sahipliği kesinlik kazanmıştır.

Taraflardan biri satışı bozmak isterse ve buğday olduğu gibi duruyorsa, bo­zabilir.

Çünkü aralarında meydana gelen şey gerçekten satış değildir. Çünkü  ga­nimet olan yemeği almada ikisi de eşittir.

2300- ikisinin de ihtiyacı yoksa, müşteri buğdayı geri verir ve parasını alır. Satan kişinin muhtaç ve alan kişinin muhtaç olmaması halinde de durum aynıdır. Müşterinin kendisi muhtaç ise satan kişinin parasını geri vermesi ge­rekir.

Çünkü şeriatta muteber ve sahih bir sebep olmadan parayı almıştır.

2301- Buğday, satın alan kişinin olur.

Çünkü muhtaç olduğu için buğday gerçek sahibini bulmuştur. Yoksa satan kişini kendisine vermesinden dolayı değil. Zira satan kişinin buğdaya ihtiyacı yoksa, rızası olmadan da ondan alabilir.

2302- Müşteri tüketmişse, satan kişinin parayı ona geri vermesi gerekir. Müşterinin tükettiği de kendisinin olur. Müşteri gitmiş ve satan kişi parayı ona verme imkanı bu-    • lamamışsa, para onun elinde garanti altında olarak bu­luntu mal gibi olur.

Çünkü kendisi sahiplenmek üzere parayı almıştır. Hükmü, buluntuyu mülk edinmek için alan kişinin hükmü gibidir. Ondan sonra yanında tutma, duy­urma ve duyurmadan sonra tasadduk etme safhaları vardır.

2303- Durumu ganimetlere bakan ve taksimle yetkili olan kişiye götürse, o da kendisine "Satışın caizdir, para­yı   getir" derse, parayı ganimetlere bakan kişiye vermesi caizdir.

Çünkü buluntu malı bulan kişi devlet başkanının istemesi halinde o malı ona teslim etmesi lazımdır. Bu da onun gibidir.

2304- Ondan sonra    dirhemlerin sahibi gelecek olsa, bakılır. Ganimetlere bakan kişinin satışı onaylamasından önce buğdayı tüketmişse, dirhemler kendisine geri verilir.

Çünkü satışın onaylanması, üzerinde akit yapılan şeyin müşterinin elinde kalmasını gerektirir. Zira mal üzerinde müşterinin mülkiyetinin kesinleşmesi bakımından satışın onaylanması, akdin yapılması gibidir. Onaylama olmazsa, par­anın sahibine geri verilmesi lazımdır.

2305- Satışın onaylanmasından sonra buğday tüketil-mişse, dirhemler ganimete katılır.

Çünkü ganimetlere bakan kişinin bu satışı onaylaması, akdin yeni ku­rulması gibidir. Ganimeti alan kişilere yiyecekleri kendisinin satması da caiz olur Yaptığı iş kötü olmakla birlikte, para da ganimete katılır. Bu da onun gibi dir.

2306- Müşteri "Satışın onaylanmasından önce buğdayı yedim, parayı bana geri ver" der ve yemin ederse, tasdik edilmez ve satışın onaylanmasından  önce  yediğine dair delil getirmedikçe para da kendisine geri verilmez.

Çünkü dayanıklı olan maddeler de asıl, tüketilinceye kadar kalmasıdır. Za ten tüketme sonra olan bir olaydır. Meydana gelmesinde en yakın zamai gözönünde bulundurulur. Geçmiş bir vakitte meydana geldiği iddia edilirse, an cak bir delil ile tasdik edilr

2307- İki adamdan biri buğday, diğeri de elbise ga­nimet alsa ve karşılıklı satmak isterse, bunu yapamazlar.

Çünkü elbiseyi alan adam zaruret olmadıkça kullanmaz. Aynı zamand. onda tasarruf da edemez. Halbuki yiyecek böyle değildir.

2308- İkisi de bu işi yapar ve arkadaşından    aldığını darulharpte tüketirse, hiçbirine tazminat Ödemek gerek­mez. Ancak elbiseyi satan kişi satmakla kötülük etmiştir.

Çünkü ganimette tasarruf hakkı devlet başkanın indir. Bu tasarrufu ile dev­let başkanının yetkisini çiğnemiştir ve kötü bir iş yapmış olmaktadır. Elbiseyi is­tihlak eden kişi de ihtiyacı olmadığı halde ganimetten bir malı istihlak etmiştir.

2309- Darulİslama girinceye kadar bu şeyleri tüketme-mişlerse,    her    birinin    elindeki    şeyleri    geri    vermesi lazımdır.

Çünkü aralarında meydana gelen karşılıklı satış geçersizdir. Her ikisinin elinde bulunan ve ganimeti alan kişilerin ihraz ile haklarının kesinleştiği mal­lardan elinde kalanı geri vermesi gerekir. Tüketirse tazminat olarak öder. Yiyecek, mülkiyete geçme yönünden diğer mallardan ayrılmakladır. Ama hak kesinleştik­ten sonra diğer mallar gibi olup ganimeti alanlar arasında taksim edilmesi gerekir. Zaruret olmadan kimsenin ondan alması helal olmaz. Onun için her biri tüket­tiğinin karşılığını tazminat olarak ödemesi lazımdır.

2310- Henüz darulharpte olup sözkonus şeyleri de tü-ketmemişlerse, elbiseyi   teslim alan kişinin onu geri ver­mesi  lazımdır. Onu başta ganimet olarak  kendisi almış gibi. Buğdayı alan kişinin hükmü de ikisinin veya birinin zengin yahut fakir oluşları durumundaki hüküm gibidir.

2311- Buğdayı satın alan kişi götürmüş ve izi buluna­mıyorsa ganimetlere bakan kişi elbiseyi elinde bulunduran adamdan, kendisi başta almış gibi alır.  Elbiseyi alan kişi­nin  izi  bulunamıyorsa, darulharpte  bulundukları sürece ganimetlere bakan kişi buğdayı satın alan kişiye ilişmez. Onu başta kendisi ganimet almış gibi bırakır. Buğdayı tüketmeden önce çıkarmışsa, ganimetlere bakan kişi on­dan alır ve ganimete katar.

2312- Askerlerden biri atına yem vermek için bir adam kiralasa ve adam bazı depolara gidip atma yem getirse,daha sonra "Bunu sana vermemek ve kendime alıp ücretini geri vermek istiyorum" derse, kiralayan   kişi de yemi al­makta ısrar ederse, bakılır. Ücretli kişi ücreti almak için getirdiğini itiraf ederse, ikisi de ona muhtaç olsa da, ol­masa da, kiralayan kişiye geri vermeye mecbur edilir. Çünkü kiralık kişinin sahipliği kiralayan kişinin sahipliği gibidir. Bu ki­ralama akdi de sahih olmuştur Çünkü kiralık kişi akdi çıkarma uygun yapmıştır. Ücretle çalıştırıldığı iş de hiçbir şekilde cihad değildir.

2313- Kiralık adam buna muhtaç olup kiralayan kişi muhtaç değilse, ona mani olabilir.

Çünkü getirdiği şeyi almaktan alıkoyunca üzerinde akit yapılan şeyi ona teslim etmemiş olur.

2314- Kendisine ot toplamak için kiralamış ve mesele de aynı ise, kiralık adam muhtaç, ama kiralayan   adamın ota ihtiyacı olmasa bile, otu ondan alabilir. Yalnız    otu onun için topladığını itiraf etmesi lazımdır.

Çünkü ot ganimet kapsamında değildir.

2315- Kiralayan  adam kendisi için toplamışsa, başkası ona muhtaç olsa bile, ondan almaya hakkı olmaz. Bu meselede daruIİslam ile darulharp aynıdır. Başkası için top­ladığı taktirde de durum aynıdır.

Çünkü kiraladığı kişinin sahipliği kendi sahipliği gibidir. Yemek ise böyle değildir. Çünkü yemek ganimet cümlesindendir. Hatta yemek taksim zamanına kadar kalırsa taksim edilir. Kiralık kişi ona muhtaç olup kiralayan kişinin ihtiyacı yoksa, o zaman muhtaç kişinin alması evleviyetle olur.

2316- Kiralık kişi yemeği getirdiği zaman kiralayan kişilere teslim ettikten sonra ihtiyacı olduğu için kendisi onu  almak  isterse  ve  kiralayan  kişi  de  ihtiyaç  göster­mezse, kiralık adam alabilir.

Ot ile yemek arasındaki fark bu şekilde anlaşılmaktadır.

2317- Yemeği burada alırsa, kira ücreti düşmez.

Çünkü malı kiralayan adama teslim etmekle akdin hükmü yerine gelmiş olur. Ücret hakkı da kesinleşmiştir. Bundan sonra bu yolla almak gasp yolu ile al­maktan daha büyük birşey değildir. Bu ücret hakkını düşürmediğine göre, bu da onun ücret hakkını düşürmez.

2318- Bazı depolardan kendisine hayvan yemi   getir­mesi için kiralamış ve belirli bir depoyu ona belirtmemiş-se, kiralık  kişi  ondan  sonra  yemi  getirirse, ona  misil (benzer)    ücret    verilir    ve    kendisine    belirtilen    ücreti geçemez.

Çünkü üzerinde akit yapılan şey, yani gitmesi ve gelmesi belirsiz oldu­ğundan akit de fasit olmuştur. Fasit akidle yapılan ticarette hüküm, üzerinde anlaşma yapılan şey yerine getirildikten sonra, misil ücret olduğu için kendisine misil ücret verilir. Kiralık kişi bir şey bulamadan eli boş döndüğü taktirde de hüküm aynıdır. Çünkü yapması için kiraladığı, yani gitme ve gelme işini adam yapmıştır. Onun için misil ücret alır. Ama sahih akitte böyle değildir. Kendisinin getirdiği şeyden kiralayan kişiyi mahrum bırakırsa, ondan misil ücret alamaz. Çünkü mahrum bırakmakla sadece kendisi için çalışmış olur. Bundan dolayı da başkasından ücret alma hakkını kazanamaz. Hatta orada birşey bulmasa da, gitme hakkına sahipti. Çünkü gidişte onun için çalıştığı halde gelişte ona çalışmamıştır. Zira yiyecek ve hayvan yemini ona getirmemiştir.

Her iki yerde de getirdiği malı ona vermediği taktirde ücret alamryacağı anlaşılmaktadır. Bu konuda sahih akitte belirlenmiş ücreti gidişten dolayı alır. Fasit akitte ise misil ücretten alır. Ama dönüş ücretini alamaz.Çünkü gönderen adam için çalışmış değildir.

En iyi Allah bilir.[40]

 

Düşmanın Verdiği Hediye

 

2319- Düşman hükümdarı ordu komutanına bir hediye gönderse, onu almasında ve müslümanlar için fey' yap­masında bir sakınca yoktur.

Çünkü Rasulullah başlangıçta müşriklerin hediyelerini kabul ederdi. Ri­vayete göre Ebu Süfyan, Rasulullaha bir tür hurma hediye etmiş, o da kendisine bir post hediye etmiştir. Daha sonra karşılığı isteme arzularını farkedince onlardan hediye almayı red etti ve "Biz müşriklerin değersiz şeylerini hediye almayız" buy­urdu. Bu da gösteriyor ki sorumlular hediye konusunda kendi görüşlerine göre hareket etme hakkına sahiptir. Zaten kabul etmede bir nevi ülfet vardır, red et­mede ise sertlik ve düşmanlık bulunmaktadır.

2320- Müslüman   olmalarını   ümit   ediyorsa,   onların gönlünü hoş etmek için kendilerinden hediye alması ve hediye  vermesi  mendup  olur. Rasulullah   "Hediyeleşin, birbirinizi seversiniz" buyurmuştur. Ama müslümanlıkla-rmı ummuyorsa, hediyeleri kabul etmiyerek onlara şiddet ve sertlik gösterebilir. Hediylerini kabul ederse, müslü-manlara fey1 olur.

Çünkü hediye şahsına değil, onun ve müslümanların kuvvet ve gücüne ve­rilmiştir. Tıpkı müslümanların gücü sayesinde alınmış mal gibidir.

2321- Rasulullahın hediyeleri ise böyle değildi. Çünkü onun  güç  ve  kuvveti  müslümanlarla  olmamıştır. Zaten Yüce Allah "Allah seni insanlardan korur"   buyurmuştur. Onun için gelen hediye, şahsına mahsus geliyordu. Zaten müşriklerin ona hediye vermesinin sebebi ondan kork­maları, kendilerine ve aile fertlerine yahut hemşehrilerine yumuşak muamelede bulunma arzuları ve Rasulullahın as­kerleriyle bu imkana sahip olmasıdır. Bu seviyeye asker­leri sayesinde gelmişse, hediye kendisine ve askerlerine veriliyor demektir. Müslüman komutanlardan birine ve­rilen hediye bu şekildedir.

Çünkü ondan duyulan korku ve hemşehrilerine yumuşaklıkla muamele etme arzusu ancak sahip olduğu güç sebebiyledir. Bu da komutası altında bulunan askerler ve diğer bütün askerler sayesinde olmaktadır.

2322- Ama mübareze (düello) yapanlardan birine yahut sıradan bir askere hediye verilmişse, bu ona mahsus olur.

Çünkü böylelerine verilen hediye ondan duyulan korku ve yumuşak mu­amele isteği İçin verilmiş olmaz. Böyle bir korku beslense bile bu kişinin bizzat kendisinin kuvvetli olmasındandır. Çünkü onun başka gücü ve kuvveti yoktur. onun için kendisine verilen hediye şahsına mahsus olur.

2323- Buna göre bir müftüye yahut bir vaize bir   he­diye verilecek olursa, onun şahsına mahsus olur.

Çünkü böyle kişilere hediye vermeye sevkeden özel bir manadır. Ama yöneticilere vermek böyle değildir. Çünkü o rüşvet olur. Çünkü hediyeyi veren kişiyi ona vermeye iten sebep, sahip olduğu otoritedir. Bu da devlet başkanını verdiği yetkidir. Bu konuda devlet başkanın müslümanlar yerine naiptir.

2324- Bu konuda temel Rasulullahın şu buyruğudur.

"Yöneticilerin hediye alması hırsızlıktır." Yani verilen hediyeleri yöneticilerin kendilerine almaları hırsızlıktır.

Çünkü verilen hediyeler ganimet mesabesindedir. Rasulullahın özellikle yöneticileri belirtmesi sıradan bir vatandaşın alacağı hediyenin hırsızlık olmadığını bize ifade etmektedir.

Hadiste anlatıldığına göre Rasulullah bir zekat memurunu göreve gönder­miş, o da dönüşte getirdiği malın bir kısmına "Bu sizindir" , bir kısınmada "Bu da bana hediye verildi" demiştir. Bunun üzerine Rasulullah yaptığı konuşmada "Acaba biriniz ana babasının evinde otururken kendisine hediye geliyor mu?" buyurmuştur. Bunda da söylediğimize işaret bulunmaktadır. Hz. Ömer, Ebu Hu-reyre'yi Bahreyn'e görevli göndermiş, biraz mal getirdiğini görünce, ona "Ey AI-Iahın ve kitabının düşmanı! Allah'ın malını çalmışsın" demişti. Ebu Hureyre de "Ben ne Allah'ın düşmanı ne kitabının düşmanıyım, ne de Allanın malım çaldım.

Atlarım çoğaldı ve oklarım toplandı" dedi. Ama Hz. Ömer onun dediğine iltifat et­medi ve malı alıp beytulmala verdi. Aynı şekilde devlet başkam bir bölgeye vali gönderdiği birine hediye verilse ve halife ona i"stiyerek hediye verildiğini anlasa, kendisinden hediyeleri alır ve beytulmala verir.

Çünkü devlet başkanının kendisine yüklediği görev ve verdiği yetki sebe­biyle hediye verilmiştir. Bu konuda müslümanlarm naibidir. Onun için bu he­diyeler müslümanların hakkıdır ve beytulmala verilir.

2325- Hediyelerin zorla alındığı anlaşılırsa alan kişi­den alınır ve sahiplerine geri verilir. Verme imkanı yoksa beytulmala verir ve buluntu malda olduğu gibi sahipleri gelinceye kadar saklar. Ömer İbn Abdulaziz halife olunca daha önce beytulmalda toplanmış bulunan  malların sa-

hiplerine geri verilmesini bu yolla emretmiştir.

Çünkü kendisinden önce gelen Mervan ailesinin bunları halktan zorla aldığını biliyordu,

2326- Buna göre düşman hükümdarı serhad hükümda­rına veya komutanlarından birine hediye verecek olursa, hediyeyi alan kişinin ondan birşey eksiltmesi veya telef etmesi doğru olmaz. Halife hediyeyi ondan alır ve bey­tulmala verir. Ama hediye müslümanlardan cesur birine verilmişse, ona mahsus olur.

Çünkü serhad komutanından yumuşak muamele beklemeleri müslümanlar sayesinde sahip olduğu güç ve kuvvet itibariyledir. Ama düello yapan kişiden is­temeleri, şahsî güç ve kuvveti itibariyledir.

2327- İslam ordusu komutanı düşman hükümdarına he­diye verse ve o da aynı şekilde karşılığını verse, verdiği hediyeye  bakılır.  Ordu   komatanının  verdiği   gibi  veya azçok ona yakın birşey ise ordu komutanına ait olur.

Çünkü düşman hükümdarının hediye vermesinin sebebi, ordu komutanının daha önce vermiş olduğu hediyedir. Bunda da kendi şahsı adına davranmıştır.

2328- Ama düşman hükümdarının gönderdiği hediye aldığı hediyeden fazla yahut insanların birbirlerine geçen haklarından çok daha fazla ise, komutan bundan verdiği hediyenin kıymeti kadarını alır, gerisi de beraberinde bu­lunan müslümanlar için fey' olur. düşmana önce kendisi hediye veren ve zararından korkulup yararı umulan ko­mutanlara verilen hediyelerin durumu da bu şekildedir. Önce verdiği hediyeden çok farklı bir hediye gelmişse, verdiği hediyenin kıymeti kadarını alır ve gerisini fey yapar.

Bu konuda delil, Hz. Ömer'in hadisidir. Eşi, Bizans hükümdarının eşine koku gibi birşey hediye vermiş, hükümdarın hanımı da ona hediye vermiştir. Hz. Ömer hanımına gelen hediyeden verdiği hediye kadarını ona vermiş ve geri kalanı beytulmala vermiştir, Abdurrahman b. Avf beytulmala vermesini yadırgayarak kendisiyle konuşunca, Hz.Ömer ona şöyle demiştir: "Eşine söyle, ona hediye versin ve baksın, böyle bir hediyeyi kendisine verecek mi?"

2329- Düello yapan kişi düşmandan bir komutana veya hükümdara bir hediye verecek olursa, verdiği hediyenin kat kat fazlası kendisine verilse, bir sakıncası olmaz.

Çünkü bu fazalık başkasının kendisini desteklemesi değil, onların kendi is­tekleriyle verdikleri bîr maldır. Onun için kendisine mahsus olur.

2330- Müslümanlar bir kaleyi kuşatıp komutan onlara bir yiyecek satsa, bakılır. Satılan mal kıymeti ile veya in­sanların az çok aldanabilecekleri basit bir farkla satmışsa, parası onundur.

Çünkü mülkünün parasıdır.

2331- Ama fahiş bir aldanma ile satmışsa, mülkünün kıymeti kadar parasından alır, gerisi de askerler için fey' olur.

Çünkü kale halkı bu fazlalığı komutandan korktukları için veya kendilerine yumuşakça davranmasını sağlamak için vermişlerdir. Taki onların ağaçlarını kes­mesin, evlerini yıkmasın veya onlardan kuşatmayı kaldırsın. Bütün bu şeylere imkan bulması da askerin gücü iledir, onun için fazlası ganimet mesabesindedir. Söylediğimiz bu husus herkesin aklına gelen açık bir şeydir. Hakikatine vakıf olmanın  mümkün olmadğı şeylerde zahire göre hüküm vermenin vacip olduğunu

belirtmiştik.

2332- Satan kişi askerlerden   biri İse, parası az veya çok ne olursa olsun, onundur.

Çünkü bu fazlalığı ondan korktukları veya ondan hayır umdukları için ver­memişlerdir. Sadece onları aptal yerine koymuş ve kendi istekleriyle verdikleri mallarını almıştır. Onun verdiği şey karşılığında kendi istekleriyle fazla vermiş­lerdir. Onun için verdikleri onun olur.

2333- Müslümanların   düşmana   yiyecek,   giyecek   ve benzeri şeyleri satmasında bir sakınca  yoktur. Ama silah, at ve esirleri satamazlar. Bunlar müslümanların yanına emanla veya eman almadan gelmiş olsunlar, aynıdır.

Çünkü bu şeylerle müslümanlara karşı savaşma gücünü kazanırlar. Müslümanlara karşı güçlendirecek şeyleri müsîümanların onlara vermesi caiz olmaz. Ancak yiyecek ve giyecek gibi şeylerde bu mana mevcut değildir.

2334- Bu   hüküm,  kalelerinden   bir   kaleyi   kuşatma­dıkları zaman olur. Ama kalelerini kuşatmışlarsa onların daha çok direnmelerine yadımcı olacak şeyleri onlara sat­mak veya vermek doğru değildir.

Çünkü yiyecek ve içeceklerinin tükenip teslim olmaları ve AHahm hük­müne boyun eğmeleri için onları kuşatmışlardır. Onlara yiyecek, içecek ve gi­yecek gibi şeylerin satılması daha çok direnmelerine yardımcı olur.

Halbuki yukarıdaki maddede durum böyle değildir. Düşman evlerinde iken güçlendirecek yiyecek ve içecek gibi şeyleri müsliimanlardan satın almanın dışında yollarla kazanabilirler.

Kale halkının ise müslümanlan kuşatmasından sonra başka yollarla bunu sağlamaları mümkün değildir. Onun için müslümantardan kimsenin bu gibi şey­leri onlara satması helal olmaz.

2335- Bunu yapan kişileri devlet başkanı helal olmayan birşeyi işlediği için tedip eder. Komutan elçi olarak birini bir ihtiyaç için düşman hükümdarına gönderse ve hüküm­dar ona bir hediye verse, elçi de hediyeyi karargaha veya darulİslama çıkarıp getirse, bu sadece onun olur.

Çünkü elçiye verilen bu hediye, ondan korktukları veya birşey bekledüeri için değil, insanlık ve şeref için verilmiştir. Nitekim Rasulullah kendisine gelen elçi ve heyetlere hediye verirdi ve kendisinden sonra da bu şekilde yapılmasını tavsiye etmiştir. Bunun Rasulullahtan korku veya umut için olduğunu kimse zan­netmez.

2336- Elçinin verdiği hediyeye düşmanın  hükümdarı fazlasıyla karşılık verse veya elçi düşmana yiyeceklerini kıymetinin kat kat fazlasıyla satsa, aldığı şeylerin tümü onundur. Tıpkı eman ile darulharbe girip onlarla iş yap­mış ve kendi istekleriyle onlardan mal almış kişi gibidir.

2337- Düşman   hükümdarı   ordu   komutanına   hediye verse ve komutan ona ganimetten karşılığını vermek is­terse, kıyasa göre bunu yapmaya hakkı olmaz.

Çünkü ganimeti alanların hakkı onda sabit olmuştur. Hatta ganimetler alındıktan sonra askerlerden birine pay vadetme hakkına da sahip olamaz. Böyle iken düşman hükümdarına nasıl ganimetten verebilir? Ancak istihsana göre şöyle olabilir:

2338- Kendisine verilen hediye ganimet olursa,    ona karşılık olarak da ganimetten vermesi caiz olur.

Nitekim kendisine verilen hediyeyi geri vermek isterse, yetkisi vardır. Bunda ganimeti alanların hakkı da olsa yapabilir. Aynı şekilde hediyeyi kabul etmek ve müslümanların yararını düşünerek vermek isterse, yapabilir. Ancak aldığı hediyeden fazla ganimetten veremez. Şayet fazla verecek olursa, fazlasını kendi malından verir. Çünkü bu fazlalığa karşı müslümanlara verecek fazlalık gel­memiştir. Başta ganimetten onlara hediye vermek gibidir. Netice olarak hediyeden karşılık beklenir. Bu da şart koşulan şey gibidir.

2339-   Müslümanların fahiş aldanması sözkonusu  ol­mayacaksa ganimet malından onlarla muamele yapmasında sakınca yoktur. Bu da hediyelerine karşılık olur.

En iyi Allah bilir.[41]

 

İhraz (Muhafaza) Etme Sayılan Ve Sayılmayan Durumlar

 

2340- Düşmanlar darulİslama saldırıp mallar ve esirler aldıktan sonra bunları darulharbe götürmeden önce İslama girseler, devlet başkanı onların bütün aldıklarını alır ve sahiplerine geri verir.

Çünkü yurtlarında ihraz etmedikleri için aldıkları şeylere sahip olmamış­lardır. Malik olmak tamamen yenmeyi gerektirir. Bu da ihrazdan önce gelmez. Onun için bunlar ihrazdan önce gaspeden kişiler mesabesindedir ve aldıkları şeylerin geri verilmesi istenir.

2341- Darullslamda ister müslüman olsunlar, ister zim­met ehli olsunlar, durum aynıdır.

Çünkü ele geçirdikleri şeylerin onların mülkü olduğunu kararlaştırır, ancak daha önce mülkleri olmayan şeylerde mülkiyetlerini gerektirmez.

2342- Ele geçirdikleri şeyleri darullslamda aralarında paylaşmış olmaları veya paylaşmamış olmaları aynıdır.

Çünkü gaspedilen şeyler taksim ile gaspedenierin mülkü olmaz. Müslü­manların darulharpte ganimetleri taksim etmeleri o ganimetlerde haklarının ke­sinlik kazanmasında ihraz mesabesinde değil midir? Onların da yaptıklan taksim niçin ihraz mesabesinde olmasın? diye itaraz edilirse, şöyle deriz:

Taksimin ihraz yerine geçmesi müslümanlar için sözkonusudur. Çünkü müslümanlar arasında hükmü uygulayan bir emir bulunmaktadır. Ama düşmanın hakkında bu mevcut değildir. Onlar için sadece duygu olarak sebebin tamamlan­ması geçerli olur. Ele geçirdikleri şeyleri taksim etmekle sözkonusu sebep his ve kuvvet olarak artmaz.

2343- Çünkü ihrazdan önce o mallara malik olmamış­lardır. Satın atan kişi de onlara malik olamaz. Yaptığı bu işle, başkasının emri olmaksızın fidye vererek malını kur­tarırken bir nevi teberruda bulunmuş olur.

Çünkü ihraz etmeden önce o mallara malik olmamışlardır. Dolayısıyla sa­tın alan da onlardan mülk olarak alamaz.Başkasının izni olmadan malım fidye ola­rak verince, o malı bağışlamış sayılır.

2344- Ama düşman, darulharbe girdikten sonra müslü-man olmuşlarsa, o taktirde ele geçirdikleri   şeyler onların mülkü olur.

Çünkü ihraz etmekle malik olmanın tam sebebine malik olmuşlardır. O da galibiyettir. Sonra, İslama girmekle o şeyler artık onların mülkü olur. Çünkü Ra-sulullah "Müslüman olurken kişinin sahip olduğu mallar onundur" buyurmuştur. Zimmî olmaları da aynı şekildedir. Çünkü mülkiyetin gerçekleşmesinde zimmîlik İslamın yerine geçmekte ve aynı işlevi görmektedir.

2345- Ele geçirdikleri mallar ellerinde iken müslüman-iardan eman istemeleri de aynı şekildedir.

Çünkü kendileri ve mallan hakkında eman sahibi olmuşlardır.

2346- Ama malları onlardan bir müslüman satın alırsa, eski sahibi ondan parasını vererek alabilir.

Zira onların ele geçirmeleriyle eski sahibinin mülkiyeti bitmişti. Başkasına geçmedikçe artık o mülkte hakkı geri gelmez. Satın alma ile mülk müsiümana geçmiş olur ve eski sahibinin mülkü ortaya çıkar. Ancak müşteriye de zarar ge­tirmemesi gerekir. Bu da ücretinin verilmesiyle önlenmiş olur. Ama bunlar müs­lüman olur veya zimmet ehli olur yahut eman alarak gelirlerse, onların mülkiyeti başkalarına geçmez. Onun için bu durumlarda eski sahibinin geri alma hakkı or­taya çıkmaz.

2347- Müslümanlar darulharbe girip hür düşmanlardan esirler alsa ve İslama girdikten sonra onları çıkarıp ge­tirseler, müslüman olmakla onlar ölümden emin olur, fakat köle sayılırlar. Çünkü mağlup olmakla onlar hakkın­da esaret gerçekleşmiştir. İslam müslüınanın başlangıçta köle olmasını yasaklar, ama İslamdan önceki köleliği or­tadan kaldırmaz. Bu yukarıda geçenin aksidir.

Çünkü müslümanlar onları yendiği zaman düşman hissen ve hükmen mağ­lup olur. İslama girmekle hükmen mağlubiyetleri yok olmaz. Darulîslamda mağ­lubiyetin ve köleliğin onlardan kalkması hükmen değil, ancak hissen olur. Hissen mağlubiyet de ihrazdan önce olmaz.

Şöyle ki: Galip taraf müslüman ise, Allanın hakkı olan şeylerde İslam ile İhraz etmiş sayılır. Onun için onların elinden esirleri kimsenin alması helal olmaz. Düşmanın galibiyeti de din ile değil, elle olur. Nitekim onlardan her birinin onu ellerinden alması helaldir. Zimmet ehli de galip oldukları zaman bu konuda müslümanlar mesabesindedir. Şeriatın hakkı konusunda ihrazın meydana gelmesi bakımından zimmîlik İslam gibidir. Onun İçin zimmîlerin aldıkları şeylere kim­senin dokunması helal olmaz. Müslümanların aldığı ganimetin beştebİr payı alındığı gibi zimmet ehlinin aldıklarından da beştebir pay alınır.

2348- Türklerden   bir kuvvet Bizansa girip   hür olan kişilerden esir alsa ve henüz yurtlarına gelmeden esirler müslüman olsa, müslüman olanlar hür olurlar.[42]

Çünkü onları din ile ihraz etmiş değildirler. Çünkü dinleri yoktur. Kuvvetle yurtta ihraz etmeden önce de galibiyet tamam olmaz.

2349- Esirler müslüman olursa, hürriyetleri gerçekle­şir. Hatta  ondan  sonra  ülkelerine  götürmenin  ardından müslüman askerler zaptetse, bunlar hür olurlar. Ama an­cak darulharbe girdikten sonra esirler müslüman olmuş­larsa, o zaman onların köleleri olurlar. Darulİslama sığın­macı olarak gelirlerse hür olurlar. Düşmanın müslüman olan kölesi hakkındaki hüküm gibi.

Çünkü daruîharpte ve kendi üstünlükleriyle onları ihraz edince, tam galibi­yetleri ve hakimiyetleri meydana gelmiş olur. Mülkiyet ve kölelik de sabit olur. Sonra, mülk olan kişinin müslüman olması üzerindeki mülkiyeti yok .etmez, is­terse bu mülkiyet müslümanm olsun, isterse, kafirin olsun, aynıdır.

2350- Esirleri yurtlarına sokmadan önce düşman ken­disi müslüman olsa, sonra da    esirleri müslüman olsa, esirler onların köleleri olur.

Çünkü İslama girmekle onları ihraz etmiş olurlar. Bununla ve esir alırken düşmanın müslüman olması aynıdır, onları darulislama çıkaracak olurlarsa on­lardan beştebir payı alınır. Tıpkı devlet başkanının izni olmadan darulharbe sal­dıran kuvvetli müslümanların aldıkları esirlerden beştebir payı alındığı gibi. Bun­ların aldıkları ganimetten beştebir alınıp gerisi onlara bırakıldığı gibi bunların da aldığı şeylerden beştebir payı alınır ve gerisi onlara bırakılır.

2351- iki taraf da darulharbe girdikten sonra müslüman olmuş, sonra darullslama çıkıp gelmişlerse, esir alan kişi­lerin köleleri olurlar ve onlardan beştebir payı alınmaz.

Çünkü İslama girmeden önce kendi yurtlarında ihraz ederek onlara malik olmuşlardır. Onlarda ganimet hükmü sabit olmamıştır. Müslüman olmaları se­bebiyle de ondan sonra sabit olmaz. Yukarıdaki ise böyle değildir.

Orada müslümanlıklarmdan önce onlara malik olmamışlardır.

2352- Onların üzerinde hakları sabit olsa bile, mülkiyet ancak darulislamda ihraz ile sabit olur ve ihraz edilen şey­lerde ganimet hükmü de sabit olur. Esirler onları esir alan Türklerden önce Bizans ülkesinde müslüman olursa, on­dan sonra da Türkler müslüman olursa, esirler hür olurlar. Çünkü ihraz ile kölelikleri sabit olmadan önce İslama girmekle hürriyetleri

kesinleşmiştir.

2353- İki taraf birlikte müslüman olsa yahut hangi ta­rafın önce müslüman olduğu bilinmezse, esirler yine hür olurlar.

Çünkü hürriyetleri malumdur. Köleliklerini gerektiren sebep ve Türklerin onlardan önce müslümanlığı da malum değildir. Şüphe halinde de kölelik sabit ol­maz. Türklerin onları hakimiyetleri altına alması malumdur, bu da hürriyetlerini iptal etmektedir, denilirse, şöye deriz: İhrazdan önce olmaz. Söylenen şey illetin bir kısmıdır ve illetin bazısı hükmün ispatı için yeterli değildir.

2354- Türkler Bizanstan bir kadını esir alıp kadın onla­rın elinde iken müslüman olsa ve kocası da Bizansın şe­hirlerinden birinde bulunuyorsa, kocasından boşanmış sa­yılmaz.  Türkler   onu   kendi   ülkesine   getirse   de   durum aynıdır.

Çünkü müslüman olmakla hürriyeti kesinlik kazanmıştır. Esir alan tarafın fertlerinden olmaz ama darulharpte müslüman olan bir düşmandır. Üç aybaşı gör­meden yahut darulİslama çıkmadan kocasından boşanmış sayılmaz. Darulîslama çıkacak olursa hakikaten ve hükmen iki yurt ayrı olduğu için kocasından boşanmış sayılır.

2355- Kadının kendisi müslüman olmadan önce esir alan Türkler müslüman olsa, onların müslümanlığından önce veya sonra müslüman olduğu için kocasından boşan­mış olur. Çünkü burada esir alan Türkler darulharbe giren İslam ordusu konumundadır. Böyle bir durumda bir kadın müslüman olup orduya katılırsa, hür olur ve müslüman-ların himayesiyle kendini ihraz ettiği için kocasından bo­şanmış olur. Bir kadın esir düştükten sonra müslüman olursa kocasından boşanmış olur. Çünkü esir alınmakla esir  edenlerin  ganimeti  olur  ve taksim  edilir. Hükmen müslüman olduğu taktirde de kendisi ile kocası arasında ülke farklılığı gerçekleşir. Burada da hüküm bu şekilde­dir. Esir alan taraf müslüman olsa yahut onlar veya ken­disi müslüman olmadan önce kadım ülkelerinde ihraz et­seler, kadın kocasından boşanmış olur.

Çünkü onların cariyesi olmuştur. Böylece ülkelerinin halkından da ol­muştur. Daha Önce de belirttiğimiz gibi düşmanların kuvvet ve savunmaları farklı olduğu için yurtları da farklıdır. Kadın ile kocası arasında yurt farklılığı ortaya çıkınca, kocasından boşanmış olur. Zaten ülkelerinde ihraz ederek esir almakla ona malik olmuşlardır.

2356- Kocasını esir almaksızın müslümanların sadece ona malik olmaları ile Türklerin malik olmaları aynıdır. Bu durumda kadın kocasından boşanmış olur. Esir alan taraf müslüman olur ve ganimet taksim edilirken onlardan birinin payına düşerse, bir hayız gördükten sonra payına düşen kişinin onunla beraber olması helal olur. Çünkü ehli kitap olup kocası da yoktur. En iyi Allah bilir.[43]

 

Kesilen Keresteler, Elde Edilen Tuz Ve Benzeri Şeyler

 

2357- Devlet başkanının izniyle bir seriyye ağaç kes­mek için gidip müslümanlarm korktuğu bir yere varsa ve ağaç kesip dönseler, kesilen ağaçlar ganimet olup beştebir payı alınır.

Çünkü müslümanlarm emin olmadığı yer darulharp cümlesindendir. Darul-İslam ise, müslümanlarm hakimiyetinde olan yerdir. Bunun da alameti müslü­manlarm orada emniyet içinde olmalarıdır. Bu yerde müslümanlarm emniyette olmadıkları gibi düşman da emniyette olmaz, denilirse, şöyle deriz: Evet ancak bu yerler düşmanın elinde olup her yönden düşman kontrolü ve hakimiyeti dışına çıkmadıkça darulîslam olmaz.Çünkü sabit olan şey, bazı niteliklerinin devam et­mesiyle devam eder ve ancak onun gibi veya onun üstünde olan bir anlamla or­tadan kalkar. Buranın düşman topraklarından olduğu sabit olunca, orada bulunan kereste ve ağaçlar da düşmanın elinde ve malı olan şeyler olduğu sabit olur. Onun için müslümanlar bunu düşmandan kuvvet ve galibiyet yolu ile almış olup ganimet bir mal hükümündedir.

2358- Devlet başkanı kesip getirecekleri ağaçlarla müs­lümanlar için  gemi yahut mancınık yapmak için onları göndermiş ise ve mesele aynı ise, getirdikleri şeyleri alıp ganimete katar.

Çünkü aldıkları şeylerde devlet başkanının emrini yerine getirmişlerdir. Bu ganimet almakla gerçekleşmektedir. Aldıkları şeyleri ganimet olsun diye almamış-larsa o şeyler ganimet olmaz. Zaten devlet başkanı müslümanlarm yaran olan şeylerde görüş ve ictihad sahibidir. Mesela ganimet alınmadan önce ictihad ede­rek ganimetten pay vadetmesi de sahih olur. Aynı şekilde ganimet alınmadan öne alınacak şeyleri belirli bir yarar için tahsis etmesi de sahihtir. İhtiyacına yetecek kadarını aldıktan sonra artan olursa, onu da ganimet yapar. Çünkü hepsinde ga­nimet almayı gerektiren sebep mevcut olmuştur Ancak müslümanlarm ihtiyacı için belirlenen kısım devlet başkanının görüşü muvacehesinde ayrılır, artan kısım da ganimet olur. Tıpkı borç ve vasiyyetten sonra mirastan kalan kısım gibi.

2359- Aynı şekilde karargahtan darulharbe kereste ya­hut yiyecek veya hayvan yemi gibi müslumanların bir yararı için göndermişse, getirdikleri şeyler o yarar için sar-fedilir. Artan birşey olursa, seriyye fertleri ve askerler için ganimet olur.

Çünkü ganimet almayı değil, o yaran sağlamayı amaçlamışlardı. Devlet başkanının emrine itaat ederek gittikleri için getirdikleri şeylerden artanlar da ga­nimet olur.

2360- Kıtlık bulunan bir serhad şehrinde halka yiyecek ve hayvan yemi getirmeleri için onları göndermiş ve iste­nilen şeyleri onlar da yapmışlarsa, getirilen şeylerde beş­te bir payı almadan hepsini şehir halkı arasında taksim e-der. Seriyye fertlerine ise taksim etmez. Bütün bunlar gönderdiği zaman niçin gönderdiğini bilmeleri şartına bağlıdır. Çünkü devlet başkanının hangi amaçla gönder­diğini bildikleri taktirde ganimet amaçları ortadan kalkar. Müslümanların ihtiyacı giderildikten ve yiyecek ihtiyaçları kalktıktan sonra yiyecek getirmişlerse, bu ganimet gibi olur.

Çünkü şehir halkını onlardan önce tutmayı gerektiren sebep, ihtiyaçlarıdır. Bu İhtiyaç da ortadan kalkmıştır. Bu ile ganimetten artanlar aynı hükümde olur.

2361- Yukarıdan beri sayılan durumlarda devlet başka­nı onlara getirecekleri şeylerden bir pay vaadetmişse, bu sahih olur. Çünkü getirecekleri şeylerin bazısını müslü-manların yararı için harcamış ve bazısını da pay vadetme yolu ile onlara harcamış olmaktadır. Her ikisinde de dev­let başkanının gözetimi ve yarar düşüncesi bulunmaktadır. Çünkü alınan ganimetten paylan olmadığı zaman çıkmaları nadir olur. Ga­nimetten pay vaadetme de çıkmaya teşvik içindir. Darulislamdarr gönderilen bir seriyye için ganimetten pay vadetme nasıl sahih olabilir? diye itiraz edilirse, şöyle deriz: Süvarinin piyadeden farklı pay aldığı ganimette bu sahih olmaz. Çünkü bu pay vadinde beştebir payını ve süvarinin piyadeye üstünlüğünü İptal etmekten başka birşey yoktur. Halbuki bu durum burada yoktur. Çünkü getirdikleri şeyler, getirenler   için ganimet olmaz. Belki müslümanların yararlarına sarfedilir. Onun için getirene bu şeylerden pay vaadetme caiz olmuştur.

2362- Müslümanların ihtiyacı geçtikten sonra malları getirirlerse, vadedilen payı alamazlar.

Çünkü getirdikleri şeyler ganimet olmuştur. Darulislamdan gönderilen se­riyye İçin ganimetten yapılan pay vadetme de sahih olmaz.

2363- Sizden kim birşey alırsa, yarısı onundur, derse ve mesele aynı ise vadedilen pay, sahipleri için caiz olur.

Çünkü bu başkalarından ayrı olarak hususî bir pay vaadetmedir. Teşvik ve alma amacını gerçekleştirmektedir. Bu da ganimetlerde sahihtir.

2364- Müslümanların yararları dışında, seriyye ağaç­ları kesmek için darulislamdan çıktığında devlet başkanı onları belirttiği bir yarar için  göndermişse, getirdikleri şeyler o yararın gerçekleşmesi için harcanır, getirdikle­rinin bir kısmını onlara pay olarak vaadetmişse, vadedi-leııi verir ve artanı o yarar için sarfeder. Devlet başka­nının  kendilerini  gönderdiği  ihtiyaç  giderildikten  sonra gelmişlerse, kim ne getirmişse ona mahsus olur.

Çünkü getirdikleri şeyler burada ganimet değildir. Onu darulîslamda aldı­lar. Darulîslamda ele geçiren herkes için mubah olan şey, av mesabesindedir.

2365- Hepsi ortaklaşa getirmişlerse aralarında eşit ola­rak taksim edilir.

Çünkü süvarinin piyadeden fazla alması ganimetlerde olur. Bu ise ganimet değildir. Öyleyse devlet başkanının onun için pay vaadetmesi nasıl sahih olur? diye itiraz edilirse, şöye deriz: Pay vaadetme suretiyle değil, tahsis suretiyle olmuştur. Mubah olan maldan alan kişiye aldığının bir kısmını tahsis etme ve geri kalanı da belirtilen yarar için kullanma şeklinde olmuştur.

2366- Devlet başkanının izni dışında seriyye ağaç kes­mek için darulharbe veya korkunun bulunduğu bir yere gidecek olsa, getirecekleri şeyler ganimet olur.

Çünkü himaye ve savunma yani silah ve güç sahibidirler. Darulharpten ga­lebe ve üstünlük yolu ile mal getirmişlerdir. Böyle bir durumda getirilen şeyde devlet başkanının izninin olup olmaması aynıdır.

2367- Bunu  müslumanların  emniyette  olacakları  bir yerden almışlarsa, kim ne almışsa onun olur.

Çünkü mubah olup av, odun ve ot gibi darulİslamda alındığı zaman mülk olan birşeydir.

2368- Gittikleri yerde düşmanla karşılaşmış ve oradan çıkaracak   kadar   savaşmışlarsa   yine   kim   ne   getirmişse onun olur.

Çünkü darulİslamdan olan birşey düşmanın oraya girmesiyle darulharp hükmünü almaz. Oradan düşmanı çıkarınca o şeyler eskisi gibi darullslam hükmü üzere kalır, onlardan kim ne alırsa kendisinin olur.

2369- Düşmanın kestiğini, ama henüz ihraz etmediğini gördüklerinde de durum aynıdır.

Çünkü darulİslamda ihrazdan önce aldıkları şeylere malik olamazlar. Onun için almadan önceki durumu üzere kalır.

2370- O malları darulharpte ihraz ettikten   sonra müs-lümanlar onlara yetişip almışlarsa, o zaman ganimet olur.

Çünkü ihraz etmekle ona malik olmuşlardır. Seriyye fertleri onların mül­künü galibiyet ve kuvvet yolu İle ihraz ettikleri için ganimet olur.

2371- Tuzcuların da hükmü bu şekildedir.

Tuzla, darulîslamda veya darulhapte tuzun bulunduğu yerdir. Onun hükmü darulİslamda kereste hakkındaki hüküm gibidir. Çünkü bu da odun gibi mubah olup kim alırsa onun mülkü olur.

2372- Aynı şekilde seriyyenin almak için gittiği altın, gümüş ve mücevherat gibi mallardan da darulİslamda bul­dukları ganimet olmaz.

Ancak bundan beştebir payı alınır. Çünkü Rasulullah "Definede beştebir payı vardır" buyurmuştur.

2373- Yine bu malları düşman çıkarmış ama henüz ih­raz etmemiş vaziyette bulduklarında da onlardan beştebir payı alınır ve gerisi bulan kişilerin olur.

Çünkü ihrazdan önce ona malik olmamışlardır. Onun için aldıktan Önce ve

aldıktan sonraki hüküm aynıdır.

2374- Seriyye bunu darulharpte almışsa, alınan şeyle­rin beştebir payı alınır ve geri kalan da ganimet paylarına göre aralarında taksim edilir.

Çünkü onu kuvvet ve galibiyet yolu ile darulharpten çıkarmışlardır. Zira kuvvet ve savunma sahibi idiler.

2375- Savunma ve kuvvet sahibi olmayıp mesele de aynı ise alınan şey alan kişilerin olur ve bütün bu bölüm­lerde ondan beştebir pay alınmaz.

Çünkü bunu darulharpten hırsızlık yolu ile almışlardır, yoksa dini yücelt­mek için almış değildirler.

2376- Ama devlet başkanının izni ile gitmişlerse, o za­man aldıkları şeyler ganimet hükmünde olur.

Çünkü bu durumda devlet başkanı onlar için destek gibi olup desteklemesi gerekir.

2377- Onların kuvvetli olduğunu bilmiyorsa gönder­mesi doğru olmaz. Böyle iken göndermiş ve mal almışlar­sa, o zaman alman şeyler dinin güçlendirilmesi   amacıyla alınmış olur ve ondan beştebir payın alınması vaciptir.

Çünkü ganimette beştebir payın vacip olması onun şerefini açığa çıkarmak içindir ki en şerefli yolla (din yolunda) kazanılmış bir kazanç olduğu anlaşılsın.

2378- Seriyyeyi ağaç kesmek ve tuz almak için serhad bölgesinin emiri göndermiş ve bundan onlara pay va-adetmişse, devlet başkanının pay vaadetmesi gibi bu va-adetmesi de sahih olur.

Çünkü serhad bölgesinin işlerini idare etmeyi ona bırakması, kendisine görev verme yetkisini de tanımak demektir. Pay vaadetmesi yasaklanmadıkça devlet başkanının yapacağı pay vadetme gibi onun da yapması sahih olur. Ondan sonra devlet başkanının pay vadetmeyi kendisine veya başkasına tahsis etme­sinden söz etmektedir. Bunun hükmünü yukarıda belirtmiştik. Şöyle diyor:

2379- Devlet başkanının, oğluna veya babasına pay va-adetmesi, başkasına vaadetmesi gibi sahih olur. Çünkü baba ile oğul arasındaki mülkiyet farkı vardır. Ama köle ile sözleşmeli köle böyle değildir. İslam cemaatinin tü­münü kapsayarak kendisi için pay vaadetmesi sahih olur­sa,  bu evleviyetle sahih olur.

Çünkü oğlu ve babası için meydana gelen şeylerde yararı kendisi için mey­dana gelen şeylerdeki yararının altındadır. Ondan sonra Salim bin Eb'i'1-Ca'd hadisini zikretmektedir.

2380- Eşca'dan bir adam Rasulullah'a geldi ve muhtaç olduğunu söyledi. Rasulullah ona "sabret", dedi. Sonra adam gitti ve düşmandan ganimet alarak Rasulullaha ge­tirdi. Rasulullah alabileceğini söyledi. Bunun üzerine Yüce Allah şu ayeti indirdi: "Kim Allahtan korkarsa, Al­lah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yer­den rızık verir"[44] Devlet başkanının izni olmadan hırsızlık yapmak için darulharbe birer,

ikişer giren kişilerin   aldığı şeyler hakkında alimlerimizin verdiğ hükmün temeli

budur. Devlet başkanının gönderdiği ve kuvvetin koruması altında giden kişinin

durumu bunun dışındadır.

Alınan şeylerin ganimet sayıldığı bütün yerlerde, alan ile başkası   eşittir.

Alınan şeylerin ganimet sayılmadığı bütün yerlerde de o şeyler alan kişeye ait

olur. Mallan hep birlikte almışlarsa süvari ve piyade ayırımı olmadan  hepsi eşit

olarak paylaşırlar.

Çünkü  pay vaadetme, beştebir payı gibi, ganimete mahsus bir şeydir. Bu

ise ganimet değildir. Dinin izzeti ile değil, hırsızlık yolu ile yapılmış bir ihrazdır.

Onun için ot toplama ve avlama mesabesinde olur.

2381- Onlardan biri aldığı bir şeyi muhafaza etmesi için arkadaşına verse, o da darulîslama çikarıncaya kadar muhafaza etse, alan kişinin olur.

Çünkü önce almakla ona sahip olmaya daha layık olmuştur. Zaten ar­kadaşının korumasını emrettiği için darulîslama çıkarıncaya kadar koruması, ken­disi için koruması gibidir.

2382- Arkadaşı onu yenmiş ve elinden zorla almışsa, o zaman darulîslama çıkaran kişinin olur.

Çünkü birincisi sadece almakla ona malik olmamıştır. Müslümanların hi­mayesi ve koruması altında olmadığı için alınmakla ihraz edilmiş olmaz. İhraz edilmiş olması için darulislama çıkarılması gerekir. Bu da arkadaşından zorla gas-peden kişi yapmıştır. Aldıktan sonra müslümamn onun için arkadaşına baskı yap­masını uygun görmüyorum.

Çünkü daha önce kendisi almıştır. Müslümanlar için müslümamn sahipliği de muhteremdir. Sonra adam din yolunda ihraz etmiştir. Daha Önce de belirttiği­miz gibi din ile ihraz günahkar hakkında sabit olur. Ancak mülkiyet ve şer'an kullanabilme konusunda bu muteber değildir.

2383- Düşmandan bir topluluk mallan onlardan almak için   gelip   çarpışmış   ve   m ü s lü m anları   yenerek   oradan uzaklaştırmışlarsa, mal yine alan kişilerin olur.

Çünkü alan kişi onu almaya daha layık olmuştur. Meydana gelen çarpışma sebebiyle bu hüküm değişmez. Onu savunmak için çarpıştıklarına göre neden kuvvet ve savunma sahipleri hükmünde sayılıp aldıkları mallar ganimet kabul edilmemiştir, diye sorulacak olursa, şöyle deriz: Çünkü bu planlanarak meydana gelmiş bir şey olmayıp tesadüfen olmuştur. Bununla hükmen galip ve hakim olmuş sayılmazlar.

Nitekim düşmandan uyuyan bir topluluğa rastlayıp öldürseler ve mallarını alsalar, kim ne almışsa onun olur. Alınan şeyler ganimet olmaz. Bunu da onun gibidir. Şöyle ki, kuvvet ve savunma sahibi olmaları halinde de savunma ile çar­pışarak aldıkları şeyler hakkındaki hüküm değişmez. Çünkü çarpışmanın olması veya olmaması hükmü değiştirmez. Kuvvet ve savunması olmayanların aldıkları şeyler için de durum böyledir. Kuvvet ve savunması olmayan bu kişilere her biri malı aldıktan sonra darulharpte müslümah ordusu yetişse aldıkları mallarda onlara ortak olurlar. Zira askerler savaş için darulharbe girmişlerdir. Ama bu adamlara yetişmeden önce askerlerin aldıkları ganimetlerde onların ortaklığı yoktur, ancak bir savaş olur ve bu ganimetleri savunmak için onlarla beraber savaşırlarsa o zaman onlar da ortak olurlar.

Bir kere bu adamlar darulharbe savaş için gelmemişlerdir. Öyle olunca, as­kerlere destek kuvvet de sayılmazlar. Onların durumu darulharpte ticaret yapan yahut esir olan yahut müslüman olup ganimet alındıktan sonra orduya katılan ki­şinin durumu gibi olur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir savaş meydana gelme­dikçe bunların ganimette ortaklıkları olmaz. Alınan bütün şeylerde beşte bir payın vacip olmasının sebebi ise askerlerin kuvveti sayesinde ihraz etmiş olmasıdır. Onda dinin izzeti manası gerçekleşmektedir.

2384- Devlet başkanının izni ile veya izni dışında bazı askerler girdikten sonra yine edevlet başkanının izni dı­şında bir, iki asker girse ve devlet başkanı girişi daha önce yasaklamışsa, sonra girenler önce girenlerin malları almasından sonra yetişmişlerse, ortak olurlar. Ama mal­ları almalarından sonra yetişmişlerse, ortak olmazlar. An­cak daha sonra bir çarpışma meydana gelir ve onlarla be­raber çarpışırlarsa, ortak olurlar.

Çünkü devlet başkanının izni dışında girerken hırsızlık yapmak için gir­miş gibidirler. Onlarla beraber savaşmadıkça orduya destek kuvvet olmazlar. Zaten orduya destek kuvvet, mücahid iken olur, bunlar hırsız gibi girdikleri için hükmen mücahid sayılmazlar. Onlarla beraber düşmana karşı savaşmadıkça ha­kikaten mücahid olmazlar.

2385- Devlet başkanının izni ile onlara yetişmişlerse, alınan  şeylere ortak olurlar.

Çünkü girmekle şimdi mücahid olmuşlardır. Orduya destek oldukları için daha   önce askerin aldığı şeylerde oıtak olurlar.

2386- Darulharpte mürted olanlardan bir topluluk müs­lüman olup orduya katılırsa, durumları, düşmandan müs­lüman olanların durumu gibidir.

Çünkü darulharbe mürted olarak girince onlar da düşman olmuşlardır. Ondan sonra müslüman olup orduya katılsalar da mücahid sayılmazlar. Ordunun almış olduğu ganimetleri savunmak için onlarla beraber savaşmadıkça destek kuv­vetin ortak olamadığı gibi bunlann da ortaklıkları olmaz.

2387- Savunması olmayan bir grup devlet başkanının izni olmadan darulharbe girip bazı mallar alsa, ondan son­ra yine savunması olmayan bir grup devlet başkanının izni ile gidip her iki taraf bir takım mallar aldıktan sonra bir araya gelse, buna rağmen yine de   savunma ve kuvvet sa­hibi olmuyorlarsa, bunların bir araya gelmeden Önce ve geldikten  sonra  aldıkları mallar  onlara mahsus  olur ve ondan beştebir pay alınmaz.

Çünkü bir araya gelmekle aldıkları malların hükmü değişmemiştir. Bir araya gelmekle savunma ve kuvvet sahibi olmadıkları için bir araya geldikten Önce ve sonra aldıkları şeylerin hükmü de değişmemiştir. Kim ne almışsa ona mahsus olur. Ama onlara katılanlar silahlı iseler o taktirde aldıkları malın hükmü değişir ve ihraz etme durumu da farklı olur.

2388- Bir araya gelmeden önce ve geldikten sonra dev-let başkanının izni ile girmiş olanların aldıkları mallardan beştebir payı alınır ve geriye kalanlar, ganimet esasına göre aralarında taksim edilir. Bir araya gelmeden önce almış oldukları mallar hakkındaki hüküm gibi.

Çünkü biraraya gelmekle durumları değişmediğinden, hırsızlar onlara des­tek kuvvet hükmünde olmazlar.

2389- Bir araya geldikleri zaman kuvvet ve savunma sahibi olup her iki   taraf bundan önce ve sonra   mallar almışlarsa, iki tarafın da    aldığı mallardan beştebir payı allnır. Bir araya gelmeden önce her grubun aldığı diğer paylar  aralarında  ganimet  dağılımı  esasına  göre taksim edilir. Bir araya geldikten sonra aldıkları mallar da hep­sine ganimet taksimi esasına göre taksim edilir.

Çünkü kuvvet ve savunma sahibi olunca alman malların ihrazı galibiyet ve üstünlük esasına göre meydana gelmiş olur. Onun için hepsinden beştebir payın alınması lazımdır.

2390- Ancak bir araya gelmeden Önce her tarafın al­dıkları şeylerde diğerine destek kuvvet hükmü meydana gelmez. Çünkü ayrı ayrı her iki tarafın kuvvet ve savun­ması yoktur. Onun için her iki tarafın aldığı mallar ayrı ayrı taraflar arasında taksim edilir ve düşmana karşı ortak bir çarpışmaya girmişlerse, o zaman alınan bütün mallarda ortak olurlar. Çünkü ikinci tarafın aldığı malları iki taraf ortak olarak savunmuş olurlar.

İki taraf da devlet başkanının izni dışında girmiş ve mesele aynı ise yu­karıdaki ile aynı hükümde olur. Ancak biraraya gelmeden önce her tarafın almış bulunduğu mallar hepsi arasında ve ganimet esasına göre ortak olur. Yukarıda­kinin aksidir. Çünkü orada bir araya gelmeden önce aldığı mallarda hüküm aynı olmuştur.

Hükümde ihraz ile hakkın kesinleşmesi göz önünde bulundurulur. O du­rumda bunlar kuvvet ve savunma sahibi olup kuvvetleriyle ihraz gerçekleşmiş ol­duğundan bütün mallardan beştebir payı alınır ve geri kalan aralarında taksim edi­lir. Ancak burada heitarafın aldığnın hükmü farklı olmuştur.

Çünkü devlet başkanının izni ile girenlerin aldığı mallar ganimet hükmün­dedir ve onlarla beraber savunmak için çarpışmadıkça izinsiz girenlerin hükmünde değildir ve devlet başkanının izni ile girenler o malları savunmak için onlarla be­raber çarpışmadıkça o mallarda ortaklıkları olmaz. Böyle yapmışlarsa, o zaman alman bütün mallar ganimet olur. Ve hepsi de onların kuvveti ile ihraz edilmiş sayılır.

2391- Taraflardan birinin kuvveti var iken diğerinin kuvveti yoksa ve mesele aynı ise, kuvveti olmayanlar bir araya gelmeden önce kuvveti olanların aldığı mallarda on­larla ortak olmazlar. Ama biraraya geldikten sonra alınan mallan savunmak için beraber çarpışırlarsa, o zaman ort­ak olurlar. Ama kuvveti olan taraf daha sonra bir çarpış­maya girmeseler de, kuvveti olmayan tarafın aldığı mal­larda onlarla ortak olur.

Çünkü o malı kuvvetleriyle ihraz etmiş olurlar. Kuvvet sahibi olan taraf diğer taraf için destek kuvvet mesabesinde olur. Halbuki yukarıdaki durumda devlet başkanının izni dışında giren taraf, devlet başkanının izni ile giren tarafın kuvvetiyle mallan ihraz etmiş değildir. Çünkü kuvvetleri yoktur.

2392- Kuvvet sahibi olan taraf devlet başkanının izni olmadan girmiş, kuvveti olmayan taraf ise devlet başkanı­nın izniyle girmişse alınan bütün mallarda ortak olurlar.

Çünkü her iki taraf girmekle mücahid olmuştur. Biri kuvvet sahibi olduğu için, diğeri de devlet başkanının izni ile girdiği için. Onun için taraflardan her biri alınan mallar konusunda diğerine destek kuvvet hükmünde olur.

2393- Kuvveti olmayan iki taraf da devlet başkanının izni ile girer ve bir araya gelmeden önce ikisi de bazı mal­lar almışsa, alman bütün malardan beştebir payı alınır ve geri kalanı aralarında ganimet esasına göre taksim edilir. Bir araya gelmekle kuvvet sahibi olsunlar veya olmasın­lar, aynıdır.

Çünkü devlet başkanının izni hepsini kapsamıştır. Devlet başkanının izni ile girdiği için her İkİ taraf da mücahiddİr. Bir araya gelmeden önce alman mal­larda iki taraf da birbirine destek kuvvet mesabesindedir.

Her tarafın aldığı ve ihraz ettiği diğer tarafın kuvveti ile olmamıştır, bir­birlerine nasıl ortak olurlar? diye itiraz edilirse, şöyle deriz: Devlet başkanının izni sebebiyle darulhaıpte hepsi mücahid sayılırlar. Damlharpte mücahidler kuvvet şartı aranmaksızın birbirlerine destek sayılırlar.

Nitekim ordu girip ganimetler almış ve daha sonra devlet başkanının izniyle giren bir veya iki kişi gelip onlara katılmışsa, onlara destek kuvvet olup kendi başlarına kuvvetleri olmasa da alınmış ganimette ortak olurlar. Ama savunma sa­hibi olup devlet başkanının izni dışında girmiş ve darulharpte bir araya gelmiş­lerse, bütün aldıklarından beştebir payı alınır ve geri kalan, ganimet esasına göre taksim edilir. Çünkü burada iki taraf da kuvvet ve savunma sebebiyle mücahid olmuş ve bir araya gelmekle de birbirlerine destek kuvvet olmuşlardır. Alman mallar da iki taraf ile ihraz edilmiş sayılır. Onun için alınan mallarda ganimet esasına göre ortak olurlar. En iyi Allah bilir.[45]

 

Esirlerin Ve Müslüman Olan Kişilerin Düşmandan  Alacağı Şeyler

 

2394- Esir, düşmanın elinden kurtulup birlikte daruf-harbe girdiği orduya darullslama çıkmasından önce katı­lırsa, esir iken ordunun aldığı ganimete ortak olur.

Çünkü savaş amacıyla ordu ile beraber girmekle ganimetten alma hakkı meydana gelmiştir. Ganimetlerin ihrazında da onlara ortaklık yapmıştır. Bu arada meydana gelen esirlik sanki hiç olmamış gibi kabul edilir. Tıpkı asker iken has­talanması gibidir. Başta devlet başkanının izni ile veya izni dışında girmiş olması aynıdır. Çünkü her iki durumda da ordunun yanında düşmana karşı savaşmak için girince mücahid sayılır.

Nitekim ordu ile beraber ticaret İçin girmiş ve daha sonra ticareti bırakıp on­larla beraber savaşırken esir düşmüş ise yahut düşman İken İslama girip orduya katılmış ve esir düşmüş İse ve ordu darullslama çıkmadan Önce katılmışsa, savaş­mak için devlet başkanının izni olmasa bile, ordunun aldığı ganimette ortak olur. Çünkü ganimetler ihraz edilmeden, satılmadan ve taksim edilmeden önce orduya katılmıştır.

2395- Kendisi esirken beraber girdiği ordu darulislama çıkar ve kendisi de esaretten kurtulup ganimet almış başka bir orduya katılırsa, meydana gelecek bir çarpışmada on­larla beraber savaşa katılmadıkça, almış bulundukları ga­nimete ortak olmaz.

Çünkü o ana kadar onlarla beraber hak alma sebebi meydana gelmemiştir. Onun durumu darulhaıpte müslüman olup orduya katdan kişinin durumu gibidir. Sadece katılma ile orduya destek kuvvet de sayılmaz. Çünkü amacı düşmanın elinden kurtulmaktır. Ama alınmış olan ganimeti savunmak İçin onlarla beraber düşmana karşı savaşırsa, o zaman ortak olur. Çünkü bu onun orduyu destekle­diğine dair delil olur.

2396- Düşmanın elinden kurtulurken onlardan bazı ki­şileri Öldürüp mallarını alsa ve darulislama çıkarsa o mal-

lar kendisine ait olup beştebir payı alınmaz. İslama giren ve bu işleri yapan düşmandan biri mesabesinde olur. Çün­kü o malları bîr nevi hırsızlık yolu ile almış gibidir. Zira amacı dini yüceltmek suretiyle savaşmak değil, düşman­dan kurtulmaktır. Çünkü kendisi mağlup ve savunma gücü de yoktur.

2397- Müslüman olan esirler kuvvet ve savunma sahibi olup mesele de aynı ise, aldıkları bütün mallardan beştebir payı alınır ve geri kalan da aralarında ganimet esasına göre taksim edilir. Onlardan ganimet alan ve almayan aynı seviyede olur. Bir araya gelmeden önce veya geldikleri anda her iki tarafın kuvvet ve savunma sahibi olup ol­maması aynıdır.

Çünkü iki taraf da savaşçıdır. Malı da galibiyet ve üstünlük yolu ile ihraz etmişlerdir. Onun için aldıkları şeylerde dini yüceltme amacı gerçekleşmektedir. Dolayısıyla aldıkları şeyler ganimet olur,

2398-  Esirlerin düşmandan bazı kişileri habersiz öldü­rüp mallarını almalarında bir sakınca olmaz.

Çünkü onlarla savaşmaktadırlar. Aynı zamanda mağlup ve makhur bu­lunmaktadırlar. Kendilerine zulmeden kişilerden imkan bulurlarsa intikam ala­bilirler.

2399- Bunu yaptıktan sonra kuvvet ve savunmaları ol­madan darulisalma çıktıkları taktirde kim ne almışsa ken­disinin olur. Alan iki kişiden biri süvari, diğeri piyade ise, aldıkları şeyleri eşit olarak paylaşırlar.

Çünkü bir araya geldikten sonra kuvvet ve savunma sahibi olmadıkları için aldıkları mallar ganimet hükmünü almaz.

2400- Alan kişi taşıması için arkadaşına vermişse mal, alan kişinin olur.

Çünkü onu taşıyan ve yurda çıkaran kişi, alan kişinin yerine naip olmuştur. Ona bu malı emanet etmiş sayılır.   !

2401- Ama ondan zorla alıp darulİslama çıkarırsa, o zaman çıkaran kişinin olur.

Bunu daha önce belirttik.

2402- Kuvvet ve savunma sahibi olduktan sonra esirler bunu yapmışsa, İslama girenler de kuvvet ve savunmadan yoksun olarak bunu yapmış, daha sonra darulharpte bir araya   gelip   darulİslama   çıkmışlarsa  alman   bütün  mal­lardan beştebir payı alınır.

Çünkü kuvvet ve savunma sahibi olan bir topluluk tarafından darulislamda ihraz edilmiştir. Onun İçin ganimet olur.

2403- Kuvvet   ve   savunması   olmayanların   aldıkları mallar hepsi arasında ganimet esasına göre taksim edilir.

Çünkü bunu diğer tarafın kuvvet ve savunması ile ihraz etmişlerdir. Kuv­vet ve savunma sahibi oldukları için de diğer taraf onlara bir nevi destek olmuştur.

2404- Bir araya gelmeden önce kuvvet ve savunma sa­hibi tarafın aldığı mallara silahsız diğer taraf ortak olmaz.

Çünkü bunu kuvvet ve savunmalarıyla ihraz etmemişlerdir. Diğer taraftan kuvvet ve savunması olmadığı için bunlara destek kuvvet olarak sayılması da sözkonusu olmaz.

2405- Ama bir araya geldikten sonra çarpışma olur ve ganimet alırlarsa, o zaman ortak olurlar.

Çünkü alınan bütün şeylerin savunulmasında birlik olmuşlardır. Alman mallara da ortak olurlar.

2406- Onlarla karşılaşan ve savaşan düşman, kuvvet ve savunma sahibi ise, bunlar ortak olurlar. Ama kuvvet ve savunma sahibi değilse, meydana gelen çarpışma se­bebi ile hüküm değişmez.

Çünkü hükmün değişebilmesi için çarpıştıkları düşmanın malları alıp götü­rebilecek kuvvet ve savunma gücüne sahip olması lazımdır. Düşmandan bir veya iki kişi ile karşılaşıp çarpışma meydana gelmişse, hüküm değişmez. Çünkü kuv­vet ve savunma sahibi değildirler.

2407- İki taraf malları aldıkları zaman kuvvet ve sa­vunma sahibi olmayıp bir araya geldikten sonra kuvvet ve savunma kazanınışlarsa, alman bütün mallara ortak olurlar.

Çünkü bir araya gelerek kuvvet ve savunma sahibi olmaları ile bundan Ön­ceki durumları eşittir. Çünkü biri diğerine destek kuvvet olmuştur. Her biri diğe­rinin gücü sayesinde aldığı mallan ihraz etme imkanına sahip olmuştur. Çünkü bir araya gelince kuvvet ve savunma sahibi olmuşlardır.

2408- Devlet başkanı iki tarafa da  öldürebildiklerini öldürüp mallarını almalarını söylemiş, onlar da kuvvet ve savunmaları olmadığı halde bunu yapmış ve darullslama çıkıncaya kadar iki taraf bir araya gelmemişse, iki tarafın da aldıklarından beştebir payı kesilir ve geri kalan ara­larında ganimet esasına göre taksim edilir.

Çünkü devlet başkanının izni onlara ulaşınca mücahid olmuş sayılırlar. Tıpkı kuvvet ve savunmaları bulunmadığı halde devlet başkanının izni ile darul-harbe giren kişiler gibidirler. Çünkü durumlarını öğrendiği takdirde devlet baş­kanının onları desteklemesi lazımdır. Zaten bu işi yapmalarını kendisi söylemiştir. Bundan dolayı kuvvetle galip gelerek mallan almış sayılırlar.

2409- Yine darulharpte bir araya geldiklerinde kuvvet sahibi olsunlar veya olmasınlar yahut taraflardan birinin kuvveti olup diğerinin olmaması durumunda da hüküm aynıdır.

Çünkü devlet başkanının izni hepsini İçine almıştır. Başta devlet başkanının izni ile bu şeklide girecek olsalardı, bir araya geldiklerinde alman malarda ortak olurlardı. Devlet başkanının izniyle darulharpte bunu yapmaları ve sonra bir araya gelmeleri halinde de durum aynıdır.

2410- Ganimet almaları için devlet başkanı darulîslam-dan kuvvet ve savunması olmayan bir topluluğu gönderse ve diğer taraftan Islama girmiş bir topluluk esirlerle beraber yanlarına çıksa ve her iki taraf da mallar almış ol­salar, bakılır. Bir araya geldikleri halde yine kuvvet ve savunmaları meydana gelmemişse, sonra düşmanla yapı­lan çarpışmada ganimet alsalar, devlet başkanının izni ile giren tarafın aldığı bütün ganimetlerden beştebir payı alı­nır, geri kalan, aralarında ganimet esasına göre taksim edilir. Çünkü devlet başkanının izni İtibariyle galip duramdadırlar.

2411- Diğer tarafın aldığı mallar süvari ve piyadeye eşit miktarlarda verilmek üzere onlara mahsus olur. Kim

ne almışsa kendisinin olur.

Çünkü bunlar hırsız gibidirler. Zira devlet başkanının izniyle çıkmamış­lardır. Bir araya gelmeden önce ve sonra galip ve kahir olacakları bir savunma ve kuvvetleri de yoktur. Devlet başkanının izniyle girenler onlar için destek kuv­vet olarak niçin kabul edilmedi? diye itiraz edilirse, şöyle deriz: Kuvvet ve savun­ma sahipleri aldıkları mallan kuvvet ve savunmaları İle ihraz etmeleri bakımından onlara destek kuvvet olmuşlardır. Bu ise burada mevcut değildir. Ganimet hükmü ancak devlet başkanının izniyle girenlerin aldıkları mallarda sabit olur. Çünkü hükmen izni mevcuttur. Bu ise diğer tarafın aldıklarını kapsamayıp sadece onların aldıklarına mahsustur.

2412- Kuvvet ve savunma sahibi  iseler aldıkları şeyle­rin ganimet olması his bakımından kuvvet ve savunmaları sebebiyledir. Bu da, kuvvet ve savunmalarıyla ihraz et­tikleri için diğer taraftan aldıkları mallara da şamil olur. Biraraya geldikten sonra kuvvet ve savunma sahibi olu­yorlarsa, ondan sonra savaş meydana gelsin veya gelme­sin aldıkları bütün mallardan beştebir payı alınır ve geriye kalanlar, ganimet esasına göre aralarında taksim edilir.

Çünkü biraraya gelmekle durumları değişmiş, kuvvet ve savunma sahibi olmuşlardır. Onun için her tarafın aldığı mallar için hüküm değişik olmuştur.

2413- Devlet başkanının izni ile girenlerin kuvvet ve savunmaları yoksa, diğer tarafın ise kuvvet ve savunması varsa, aldıkları bütün mallardan beştebir payı alındıktan sonra geri kalanın tümünde birbirlerine ortak olurlar.

Çünkü devlet başkanının izni ile girenler bundan dolayı mücahid sayılırlar. Diğerleri de kuvvet ve savunma sahibi oldukları için mücahid sayılırlar. Bir araya geldikten sonra durumları, kuvvet ve savunmaları bulunmayıp devlet başkanının izniyle darulharbe girerek ganimet alındıktan sonra orduya katılan topluluğun du­rumu gibi olur. Alınan ganimetlerde birbirlerine ortak olurlar.

2414- Kuvvet ve savunma sadece devlet başkanım iz­niyle girenlerde olup mesele de aynı ise, kuvvet ve sa­vuma sahipleri  bir araya gelmeden önce esirlerin aldıkları şeylerde  ortak  olurlar.  Ancak  taksimden  önce  beştebir payının alınması lazımdır.

Çünkü bu malları onların kuvvet ve savunmalanyla ihraz etmişlerdir. Kuv­vet ve savunma sahiplerinin aldıkları mallarda ise esirlerin ortaklığı olmaz. Ama bir araya geldikten sonra bir çarpışma olup beraber savaşmışlarsa o zaman or­taklıkları meydana gelir.

2415- Her iki taraf da kuvvet ve savunma sahibi ise aldıkları mallarda iki taraf da ortak olur.

Çünkü kuvvet ve savunmalanyla iki taraf da birbirine destek kuvvet ol­muşlardır. Kuvvet ve savunma sahiplerinin aldıkları mallarda devlet başkanının izni olup olmaması aynıdır. Hepsi darullsiama girmiş gibi olur.

En iyi Allah bilir.[46]

 

Eman Altında Olan Müslümanların Düşmandan Alarak Darulislama Getirdikleri Mallar

 

2416- Eman altında bulunan müslümanın düşman ma­lından rızaları dışında alıp darulîslama getirdiği şeyleri geri vermesinin emredileceği, ancak yargı yoluyla buna mecbur edilmiyeceğini belirtmiştik.

Çünkü şahsî zimmetini çiğnemiştir, Yoksa devlet başakının ve müslüman-ların zimmetini değil. Buna delil olarak da muğire İbn Şube'nin şu olayı gösterilmiştir:

2417- Muğîre müşriklerden bir toplulukla beraber ol­muş, dalgınlık anında onları öldürüp mallarını alarak Ra-sulullaha getirmiş ve beştebir payının alınmasını istemiş­tir. Ama Rasulullah bunu red etmiş, ancak geri vermesi için de zorlamamıştır. Bu nevi meselelerde bu esastır. Mal sahibi müslüman olarak veya antlaşmalı olarak yahut e-man ile gelip müslümanlardaıı da adaletli şahitler gösterse veya malı elinde bulunduran kişi bunu itiraf etse, devlet başkanı malı ona geri vermeye mecbur eder   ve bu iş için fetva vermez.

Çünkü malı aldığı zaman o malın sahibine ne kendisi ne de malı için eman verilmiş değildi. Ne varki onlar arasında eman ile bulunan müslüman onlara hıyanet etmemesi gerekirdi. Yalnız bu kadarlık bir sebeple devlet başkanı, hükmü altında olmadığından malı geri vermeye onu mecbur etmez. Nitekim onlardan bi­rinin gözünü çıkarsa veya birini Öldürse yahut bir malı telef etse ve kaçıp darulîs­lama gelse, ondan sonra hak sahibi gelip onunla muhakeme olsa, yargıç hak sa­hibine bir şeyin verilmesine hüküm vermez. Onlara ait bir mal çıkarıp getirdiği zaman da durum aynıdır.

2418- Bu işi yapan eman altında olanlar bunu yaparken kuvvet ve savunma sahibi olup aldıklarım darulîslama çıkarsalar, malı bir kişinin çıkarmasıyla aynı hükümde olurlar. Yani bu işi bir kişi yaptığında hüküm ne ise bu du­rumda olan topluluğun yaptığında da hüküm odur.

Çünkü bu işi devlet başkanının kuvvet ve himayesi ile değil, kendi güç ve imkanlarıyla yapmışlardır.

2419- Biraraya gelerek kuvvet ve savunma sahibi olup düşmana savaş ilan ettikten sonra, daha önce ganimet al­mış bir askeri birliğe katılsalar ve bundan sonra da bera­berce yeni ganimetler ele geçirseler, onlar kendilerine ka­tılmadan  önce  o  askeri  birliğin  olduğu  bütün  ganimet­lerden beştebir payı alnır ve gerisi tüccara birşey verme­den sadece birliğe dağıtılır.

Çünkü tacirler onlara destek kuvvet olmaz ve daha sonra bir düşmana karşı ortaklaşa savaşmadıkça sadece katılma ile mücahid hükmünde de olmazlar.

2420- Bir araya geldikten sonra alınan ganimet hepsi arasında gaıımet esasına göre taksim edilir.

Çünkü almada ve ihraz etmede ortak olmuşlardır.

2421- Eman altında iken tacirlerin düşmandan aldıkları şeyleri sahiplerine geri vermeleri istenir. Ancak hüküm bakımından mecbur edilmezler.

Çünkü o malları kendi kuvvet ve savunmalarıyla ihraz etmişlerdir. Or­dunun kuvvet ve savunmasıyla değil. O malı daruIİslama veya ordunun yanma çıkarmaları aynıdır.

2422- Ama ordu ile bir araya geldikten sonra düşmanla savaş olup birlikte malları savunmak için savaşmişlarsa o zaman tacirler alman bütün ganimetlerde ordu ile ortak olurlar. Devlet başkanı tacirlerin aldığı malları onlardan alarak sahibi gelip teslim alıncaya kadar saklar.

Çünkü burada malların ihrazı hem ordunun kuvveti ile hem de ortak sa­vunmalarıyla meydana gelmiştir, Onun için devlet başkanının o mal üzerinde ve­layeti vardır.  Nitekim o mallar hiyanet yolu ile alınmamış olsaydı ganimet hükmünde olurdu. Devlet başkanı beştebir payını aldıktan sonra askerler ve tacirler arasında taksim ederdi. Malın üzerinde velayeti sabit olduğu için onu sahiplerine ulaştırmak suretiyle hiyaneti gidermesi lazımdır.

Nitekim o malların kendilerinden alındığı kişiler kuvvet ve savunma sahibi olarak orduya gelip "Ya bizi tacirlerle başbaşa bırakırsınız, onlarla savaşıp mal­larımızı alırız ya da sizinle savaşırız" derlerse tacirleri onlara bırakma hakkınız yoktur. Aksine onları koruma borcunuz vardır. Bu da tacirlerin haksızlıkla ele geçirdikleri malları alıp sahiplerine vermekle olur. Malların esas sahipleri değil de başkaları aynı amaçla gelseler biz de yine aynı şekilde davranırız.

2423- Eman altında olan kişilerin savunma ve kuvveti olmayıp mesele de aynı ise, aldıkları malları askerlerin sa­hiplerine geri vermeleri gerekir.

Çünkü bu malları kuvvetleriyle değil, askerlerin kuvvet ve savunmalarıyla ancak ihraz etmişlerdir. Onun için onlara katıldıktan sonra bir çarpışma meydana gelmese bile, bu mallar ganimet olsaydı, askerlerin hakkı onda sabit olurdu.

2424- Askerin kuvvet   ve savunmasıyla   ihraz edildiği için mallarda devlet başkanının velayeti sabit olmuştur. Onun için sahiplerine geri vermesi lazımdır. Kendisinin onlara göndermesi gerekmeyip sahibine eman ile girip ma­lını alması için haber gönderir.

Çünkü sahibinin elinden kendisi çıkarmamış, sadece dolaylı olarak eline geçmiştir. Tıpkı rüzgar esip bir elbiseyi başka bir adamın avlusuna düşürmesi olayı gibidir. Avlu sahibinin elbiseyi sahibine alıp götürmesi gerekmez, sadece ona haber verip gelip almasını söyler.

2425- Darulharpte eman altında olan biri darulharp hal­kından habersiz olarak daruIİslama çıkar ve haber verme­den tekrar oraya döner, onlar da emanınin devam ettiğini zannetseler, onları öldürüp mallarından alabildiğini alma­sında sakınca olmaz. Çünkü daruIİslama çıkmakla onlarla kendisi arasındaki eman hükmü sona ermiştir. Kendileri bunu bilseler de bilmeseler de aynıdır. Yeni bir eman al­madan girdiği zaman emanı olmadan giren kişi gibi olur.

Nitekim onlar da bunun farkına varsalar onu öldürüp malını alabilirler. Onlar bilmeyince kendisi tarafından da onlar için eman sözkonusu olmaz. Hıya­netten sakınması zarurî olduğu için darulîslama çıkmadan önce bunu yapması helal olmadığına göre onların farkında olmadığı zaman da bunu yapmaması ge­rekirdi, diye itiraz edilirse, şöyle deriz:

Öyle değildir. Çünkü çıkışını onlara bildirmesi gerekmez. Onların, bu kişi hakkında gafil olmaması ve çıkıp çıkmadığını bilmeleri lazımdır. Darulîslama çık­makla eman bittiği andan itibaren kendisi onlarla düşmandır. Savaş da hiledir. Hala ilk emana sahip olduğunu sanmaları, bir düşmanın başka bir düşmana ya­pabileceği şeyleri yapmaktan onu alıkoymaz.

2426- Darulharpte müslümaıılarııı  askerî karargahına çıktığı zaman da durum aynıdır.

Çünkü müslümanlann savunma ve himayelerine girdiği andan itibaren düş­manla kendisi arasındaki eman bitmiştir. Tıpkı darulîslama döndüğünde bitmiş sayıldığı gibi. Tekrar döndüğünde düşman nerede olduğunu sordukları zaman, henüz darulîslama gittik yahut kim olduğunu sordukları zaman "ben aranızda eman İle bulunan biriyim", derse onlar da kendisine dokunmazsa, ondan sonra herhangi bîr şekilde zarar vermesi helal olmaz. Onlarla yaptığı bu konuşma yeni bir eman mesabesindedir. Nitekim o ana kadar eman ile damlharbe girmemiş olup kendisini yakahyarak sorduklarında "Ben aranızda eman ile bulunuyorum" derse, onlar da kendisine dokunmazlarsa, eman altında olmuş olur. Artık onlara her­hangi bir şekilde hıyanette bulunması helal olmaz.

2427- Bu adam devlet başkanının ileri gözetleyici ola­rak darulharbe gönderdiği ve kuvveti olmayan bir toplu­luğun yanına gitse ve mesele aynı ise düşmanın her hangi bir şeyine zarar vermesi helal olmaz.

Çünkü onlara düşman olduğunu açıklamadıkça yahut müslümanlarm hi­mayesine girmedikçe kendisi ile düşman arasındaki birinci eman hâlâ geçerlidir.

2428- Eman altında olan kişiler darulharpte bir araya gelir ve kuvvet sahibi   olsalar, sonra eskisi gibi dağılıp kuvvetleri kayboluncaya kadar düşmana aradaki ahdi boz­duklarını bildirmeseler, yine düşmanın herhangi birşeyine zarar vermeleri helal olmaz.

Çünkü düşmana antlaşmayı bozduklarını bildirmedikçe eski eman üzere bu­lunurlar. Darulharpte madem ki kuvvet sahibi oldular, neden diğer müslümanlar gibi olup sözkonusu eman sona ermedi? diye itiraz edilirse, şöyle deriz:

Çünkü emanın son bulması düşman olan bu insanların düşmana karşı kuv­vet ve savunmaya sahip olmaları itibariyledir. Eman altında olanlar ise savaşmak için girmemişlerdir. Eman ahitlerini bozduklarım bildirmedikçe bir arada top­lanma ile düşman halini almazlar. Ama askerlerin durumu bunun aksinedir.

2429- Esirlerden ve darulharpte müslüman olmuş kişi­lerden bir toplulukla bir araya gelip kuvvet ve savunma sahibi olsalar bile eman ahitlerini bozduklarını düşmana bildirmedikçe sonuç aynıdır.

Çünkü esirler zaten onların elinde mağluptur. İslama girenler de onlarla sa­vaş halinde değildir. Düşmana savaş ilan ettiklerini ve eman ahitlerini bozduk­larını onlara bildirmedikçe savunma ve kuvvet sahibi olmama sebebiyle sırf iltihak ettikleri için eman altında olan kişilerin emanlan da sona ermiş olmaz.

2430- Esirler düşmana savaş ilan etiklerini bildirmiş ve mesele aynı ise eman altında olan kişilerin düşmana dön­düklerinde güç yetirebildiklerini öldürmelerinde bir sakın­ca olmaz.

Çünkü düşmanla savaş halinde olan ve kuvvet sahibi bulunan müslüman-lara katılmışlardır. Bununla eman hükmü son bulmaktadır. Tıpkı İslam ordusuna katılmış olmak gibi.

2431- Düşman onları farkedip geri geldiklerinde ken­dilerine "Niçin onlara gittiniz" dedikleri zaman "Onların askerleriyle ticaret yapmak için gittik ve yaptıklarına en­gel olmak    için geldik" derlerse, düşman da onlara iliş­mezse   artık   düşmanın   herhangi   bir   şeyine   zarar   ve­remezler.

Çünkü bu söz onların eman vermesi gibidir. İlk eman üzere olduklarını on­lara söylemiş, onlar da bunlara ilişmemişlerdir. Darulharpte askerin yanına ticaret için gittiklerini veya bir ihtiyaç için gittiklerini söyledikleri zaman dokunmamiş-larsa , sonuç aynı olmaktadır.

2432- Eman altında olanlar düşmandan birşeyler alıp bir araya gelseler ve kuvvet sahibi olup düşmana eman ahitleriııi bozduklarını ve kendileriyle savaşacaklarını bil-dirseler, ondan sonra savaşarak veya savaşmıyarak ga­nimetler alıp darulîslama çıkarsalar, eman ahdini boz­duklarını bildirdikten sonra aldıkları mallardan beştebir payı alınır ve gerisi ganimet esasına göre aralarında tak­sim edilir. Ama eman ahitlerin! bozmadan önce aldıkları mallar, alan kişilere ait olup ondan beştebir payı alınmaz. Çünkü bu mallan aldatarak ele geçirmiş, İslam idaresinin ve müslümanların

gücü ile değil kendi güçleriyle ihraz etmişlerdir. Devlet başkanı o malları iadeleri yönünde fetva verir ama yargı yoluyla zorlayamaz.

2433- Eman altında olan kişilerin yerinde esirler veya düşmandan müslüman olmuş kişiler olup mesele de aynı ise, devlet başkanı alınan bütün şeylerden beştebir payını alır ve gerisi  ganimet taksimi esasına göre taksim edilir.

Çünkü aldıklarını helal olarak almış ve sonra kuvvetle ihraz etmişlerdir. Onun için ganimet hükmünde olur. Eman altında olanlar ise düşmana eman ahir­lerini bozduklarını bildirmeden önce almış oldukları İçin alınan mallar onlara ha­ramdır. Meydana gelen kuvvet sebebiyle de o mallarda kendileri için ganimet hükmü sabit olmaz.

Nitekim o mallan ordunun kuvveti sayesinde almış olsalardı, devlet baş­kanı onu alır ve ganimet usulü ile taksim etmeden sahiplerine geri verirdi. Ama esirler aldıkları mallan ordunun kuvveti sayesinde ihraz etmişlerse, o zaman mal­lan esirler ve askerler arasında ganimet esasına göre laksim edilir. Kendi kuvvet ve savunmalanyla ihraz ettikleri taktirde de durum aynıdır. Eman altında olanların aldıkları mallan devlet başkanı sahiplerine gönderme hakkına sahip değildir.

2434- Eman altında olanlar darulharpte kuvvet ve sa­vunmaları olmayan ve devlet başkanının izni dışında gir­miş bulunan hırsız bir topluluğa katılsalar ama bu katıl­madan sonra yine de kuvvet ve savunma sahibi olmazlar­sa, hüküm bir araya gelmeden önce her iki tarafın aldığı şeyler hakkında ne ise, bir araya geldikten sonra da odur.

Hırsızların aldığı şeyler alan kişilere ait olur. Ama eman altında olan kişilerin aldıkları şeyleri sahiplerine geri ver­meleri emredilir, ama zorlama yapılmaz. Bir araya geldik­lerinde kuvvet sahibi olup düşmana savaş ilan ettiklerini bildirir ve darulîslama çıkarlarsa, hırsızların aldıkları şe­ylerden devlet başkanı beştebir payını alır.

Çünkü almışlardır ve almak onlar için helaldir. Meydana gelen kuvvetle de üstün bir şekilde ihraz etmişlerdir. Onun için ele geçirdikleri mallardan beştebir payı alınır. Geri kalanı da esirlerle beraber aralarında ganimet takismi esasına göre taksim edilir.

Bir araya geldikten sonra o malları düşmana karşı savunmak için savaşma­dıkları halde esirler bu mala nasıl ortak olabilirler? Diye itiraz edilirce, şöyle deriz: Çünkü meydana gelen kuvvet sayesinde o mallar ihraz edilmiş sayılır ve bu itir-barla ganimet hükmü kapsamına girer. Bu da o malları savunmak İçin çarpışmak­tan daha tesirli olur.

2435- Eman altında olan kişilerin aldıkları şeyleri   geri vermeleri emredilir, fakat mecbur tutulmazlar.

Çünkü almaları haram olduğu halde almışlardır. Darulislama çıkarmakla o mallar ganimet olmaz. Başka müslümanların kuvveti sayesinde de ihraz etmiş değildirler. Onun için geri gönderme konusunda devlet başkanının zorlama yetkisi olmaz.

2436- Darulislama çıkıncaya kadar düşmana eman ahit-lerini bozduklarını bildirmemiş ise ve mesele de aynı ise .aldıkları mallardan beştebirpayı kesilmez.

Çünkü hırsızlık yolu ile almış ve çıkarmışlardır'. Darulharpte düşmanla savaşmayı izhar etmemişlerdir. Kuvvet ve savunmanın olabilmesi İçin de savaşın izhar edilmesi lazımdır. Savaşı izhar etmemeleri bir araya geldikten sonra kuvvet ve savunma sahibi olmalarıyla hüküm bakımından aynıdır. Hırsızların aldıkları mallar ganimet olmayınca sadece alan kişilerin olur ve eman altında olanların onda bir ortaklıkları olmaz.

Aradaki farkı şöyle açıklamak mümkündür: Eman ahitlerini bozmadan önce düşmana dönselerdi ilk eman üzere devam ederlerdi ve- düşmanın  hiçbir şeyine dokunamazlardı. Ama eman ahitlerini bozduklarını bildirdikten sonra düşmana yeni bir eman almadan dönselerdi güç yetirebildikleri kişileri öldürmeleri helal olurdu.

2437- Eman altında olanlar bir araya geldikleri zaman kuvvet ve savunma sahibi olup onlara katılanlar ise kuv­vet ve savunmadan yoksun iseler, durum yine aynı olur.

Çünkü eman altında olanlar düşmanla savaş halinde değil, onlardan eman altında bulunuyorlardı. Eman ahdini bozduklarını düşmana bildirmedikçe yahut kuvvet ve savunma sahibi müslümanlara iltihak etmedikçe sahip oldukları emanm hükmü sona ermez.

2438- Eman altında olanlar değil de hırsız gibi girenler kuvvet ve savunma sahibi iseler, eman altında bulunan­ların onlara katılmas.ı devlet başkanının izni ile giren as­kerlere katılmaları mesabesindedir.

Çünkü hırsız gibi girenler düşmanla savaş halindedir. Kuvvet ve savunma sahibi olmaları halinde devlet başkanının izni ile veya izni dışında darulharbe girmiş olmaları aynıdır.

2439- Kuvvet sahibi olan hırsızlara katılmadan önce bir araya geldiklerinde eman altında iseler ve mesele de aynı ise, bir durum dışında mesele yukarıdaki gibi olur. Bu durumda devlet başkanı eman altında olanların aldık­ları şeyleri ellerinden almaz, sadece geri vermeleri içi fet­va verir.

Çünkü almaları hırsızların kuvvet ve savunmasıyla değil, kendi kuvvet­leriyle olmuştur. Onun için aldıkları malları onlardan almak için devlet başkanının velayeti olmaz. Halbuki yukarıdaki durumda kuvvet ve savunma sahibi olan hırsızların kuvveti ile aldıkları için askerlerin hükmünde olurlar.

2440- ikinci durumda düşmanla bir çarpışma meydana gelmişse, devlet başkanı eman altında olanların aldıkları malları alır ve sahiplerine geri verir.

Çünkü hırsızlar o malı savunarak çarpıştıkları için devlet başkanının o mal üzerinde velayeti sabit olmuş olur. Tıpkı askerin o malı savunmak için çar­pışması halinde velayetinin sabit olması gibi.

2441- Eman altında olanlar devlet başkanının izniyle darulharbe girmiş müslüman topluluğa katılsa ve iki tara­fın da kuvvet ve savunması daha önce olmadığı gibi bir araya geldikten sonra kuvvet ve savunmaları meydana gel­miyorsa, eman altında olanların aldıkları malları geri ver­meleri emredilir, ama zorlama yapılmaz. Diğerlerin aldık­ları mallardan ise beştebir payı alınır ve geri kalan sadece onların olur. Yani eman altında olanlara ondan bir şey ve­rilmez.

Çünkü eman altında olanlar onlarla bir araya geldikten sonra geri dönse­lerdi emanları devam edecekti. Zaten eman altında iken darulîslama çıkmışlardır. Böylece anlıyoruz ki devlet başkanının izni ile girenlere destek kuvvet olmadıkları gibi, darulharpte de düşmanla savaşmam ıslardır.

2442- Yine biraraya geldikten sonra kuvvet sahibi o-hırlarsa, ama eman altında olanlar düşmana eman ahitle­rini bozduklarını bildirmemişlerse, biraraya gelmeden ön­ce hırsızların aldıkları mallarda ortak oldukları gibi, eman ahdini bozduktan sonra alınmış olanlarda da ortak olurlar.

Çünkü düşmanla kendileri arasındaki eman ahdi bozulmuştur. Hırsızlarla bir ara­ya gelince de kuvvet ve savunma sahibi olmuşlardır. Bu da alınmış olanları sa­vunmak için düşmanla savaşmak gibidir veya ondan daha kuvvetlidir.

2443- Eman altında olanların aldıkları malların geri ve­rilmesi için fetva verilir, ama mecbur edilmezler.

Çünkü bunu başka müslümanların kuvvet ve savunması sayesinde ihraz et­mediklerinden devlet başkanının onun üzerinde velayeti sabit olmaz.

2444- Kuvvet ve savunmadan yoksun olan eman altın­daki kişiler esir bir topluluğa yahut darulharpte müslüman olup kuvvet ve savunması olan bir topluluğa katılır ama e-nıan ahitlerini bozduklarını düşmana bildirmezlerse, eman altındakilerin katılmasından önce esirlerin aldıkları mal­lardan beştebir payı alınır, gerisi de sadece onların olur. Çünkü bunu almış ve almaları da helaldir.

2445- Onlara katılan enıan altındaki kişiler ise onlara destek kuvvet olmamışlardır.

Çünkü malı savunmak için onlarla beraber savaşmamışlardir. Onlara katıl­makla kuvvet ve savunma sahibi de olmamışlardır, onlar bundan önce kuvvet ve savunma sahibi bulunuyorlardı.

2446- Eman  altında  olanların  kendilerine  katıldıktan sonra aldıkları mallar da böyledir.

Çünkü eman altında olanlar eman ahitlerini bozduklarını bildirmedikleri için onlarla savaş halinde olmamışlardır. Alınan malların kendilerine mahsus olması bakımından bu konuda hırsızlar gibidirler. Nitekim eman akında olanlarla düşman arasındaki eman, bozulduğu bildİrilmedikçe, kuvvet sahibi olanlara katılmaların­dan sonra da devam etmektedir. Eman olduğu sürece de alınan mallarda onlara destek ve koruyucu olmaları mümkün değildir. Onun için alınan mallarda eman altında olanlar ortak olmazlar. Kuvvet ve savunma sahibi olmaları sebebiyle de diğerlerin aldıkları mallardan beştebir payı alınır ve geri kalanı ganimet taksimi esasına göre aralarında taksim edilir.

2447- Düşmana eman ahdini bozduklarını bildirmiş ise­ler ve mesele aynı ise, iki tarafın da aldığı mallar hepsi arasında ortak olarak fey' olur.

Çünkü onlara katılmakla eman altındakilerin emanı sona erince, düşmanla savaş halinde olan müslümanlardan kuvvet ve savunma sahibi olan bir topluluğa katılmış sayılırlar. Onlara katıldıktan sonra alman mallar konusunda onlara destek ve takviye mesabesinde olmuşlardır.

2448- Katılmadan önce eman altında olanların aldığı malları devlet başkanı ellerinden alır ve sahiplerine geri verir.

Çünkü müslümanlardan kuvvet ve savunma sahibi bir topluluk kuvveti ile ihraz ettiklerinden devlet başkanının onu geri gönderme konusunda zorlama ve mecbur etme yetkisi sabit olmuştur. Halbuki yukarıda böyle değildi. Zira orada esirler düşmana savaş ilan etmedikleri için kesinlikle mücahid değildirler. Onların kuvveti sayesinde malı ihraz etmiş olsalar bile eman altında olanların ihraz ettiği malları geri göndermek için mecbur etme yetkisi sabit olmaz. Sadece geri gönder­meleri için fetva verir.

2449- Düşmana savaş ilan eden esirlere katılmadan ön­ce  eman  altındakiler kuvvet ve savunma sahibi olursa, devlet başkanı aldıkları malları geri vermeleri için onları mecbur etmez.

Çünkü o malları mücahidlerin kuvveti sayesinde değil, kendi kuvvetleriyle ihraz etmişlerdir. Böyle mallan geri göndermeleri için devlet başkanının mecbur etme yetkisi bulunmaz. Ama daha sonra bir savaş meydana gelmişse mücahidlerin o malı savunmak için mecbur etme yetkisi olur. Malı alır ve sahiplerine geri gönderir.

2450- Eman altında  biri darulharpte bir düşmanın ma­lını  hiyanet  ederek  darulislama  çıkardıktan  sonra  aynı düşman kişi esir olursa, mal daha önce alan kişinin olur ve kendisine helal olur.

Çünkü malı çıkardığı zaman onun mülkü idi. Ancak kendisinden alınan kişinin hakkı üzerinde bulunduğundan alan kişiye helal değildi. Düşman kişi esir düşüp köleleşince mal üzerindeki hakkı da iptal oldu ve alan kişiye helal olma en­geli de oltadan kalktı. Esir eden kişi esirin şahsına malik olduğu gibi hakkı olan şeylerde de onun yerine malik olur, diye itiraz edilirse, şöyle deriz: Evet ama ga­libiyet ve kuvvet yolu ile temellük mahalli olan şeylerde bu sözkonusudur. Müs-lümanın mülkü olan mal ise kuvvet ve galibiyet yolu ile temellük mahalli değildir. Onun için esirin o malda hakkı sabit olmaz. Nitekim, daruIİslamda eman altında olan bir düşman müslüman birine borç verdikten sonra darulharbe dönüp esir düşerse, alacağı borç da iptal olur ve fey' olmaz. Çünkü zimmette olan borç kuv­vetle temellük mahalli olmaz. Borç böyle ise mal evleviyetle olmaz. Çünkü borç, borçlunun zimmetinde olup esirin mülkü idi. Burada ise mal müslümamn elinde esirin mülkü değildir.

Nitekim darulharpte esir düşmeden darulislama dönüp borcunu isteyecek olsa, borçlunun onu ödemesi için mecbur edilir. Ama burada esir düşmeyip da­rulislama çıkarak malı istyecek olsa, kendisine vermesi için müslüman kişi mec­bur edilmez. Mal isterse alan kişinin elinde olduğu gibi mevcut olsun, isterse tüketmiş olsun farketmez.

Bu hakta, şayet ölmüş olsaydı niçin varisleri onun yerine geçmesin? Köle­lik hali hakkı kaldırmışsa, bu hak neden varislerine geçmesin? diye itiraz edilirse, şöyle deriz:

Varis olmak ictîhad ile değil nas iledir. Sonra, mirasçı Ölen kişinin ancak ihtiyaç fazlası şeylerine varis olur. Halbuki kölelikle o kişinin statüsü değişmiş ol-maka beraber ihtiyaçları tükenmiş olmaz. Onun için mülkünde ve haklarında va­risin onun yerine geçtiğini kabul etmek mümkün değildir.

2451- Yine, düşman  olan  kişi  esir  düşmeyip  devlet başkanı onun ülkesini zaptetse ve malın sahibini de Öl­dürse, sonuç aynıdır.

Çünkü ölmesiyle hakkı düşmüş olup varisleri de mağlup oldukları için ona varis olmazlar. Zaten varisleri de köle olmuşlardır. Varis olan kişinin köle olması, ölenin yerine malına sahip olmayı önler. Tıpkı Ölen kişinin köle olması gibi. Alan kişiye bu malın helal olmamasının sebebi, düşmesi kesinleşmiş olan başkasının hakkının o malda mevcudiyetidir.

2452- Düşman  kişi  öldürülüp  evi  zaptedilmezse, ele geçirilmiş olan mallarının alan kişiden alınıp varislerine geri verilmesi için fetva  verilir.

Çünkü Öldükten sonra onun mülk ve haklarında onlar varistirler. Tıpkı yatağında öldüğü zaman ona varis oldukları gibi. Onların hakkı da kendisinden malın alındığı kişi hakkı gibidir. Bu bakımdan alan kişi için o mal helal olmaz.

2453- Alan kişi malı darulharpte bulunan askerlerin ya­nına çıkarmış sonra askerler o malın sahibini esir almış­larsa, mal ile beraber sahibi de fey olup beştebir payı alındıktan sonra geri kalanı   askerler ve enıan altında olan kişi arasında ganimet taksimi esasına göre taksim edilir.

Zira, kendisinden alınan kişinin hakkı mevcut olmasaydı askerlerin bu mal­daki hakkı, caydırıcı kuvvete sahip bulunmalarından dolayı sabit olurdu. Zaten devlet başkanının malı geri vermesi için onu mecbur etme yetkisi bulunmaktadır. Bu da ancak o malda askerlerin hakkının sabit olması sebebiyledir. Esir düşmekle de düşmanın engelleyici hakkı ortadan kalkmış bulunmaktadır.

Sonra bu mal hüküm bakımından esire geri verilmesi gereken bir mal oldu­ğundan elinde olan başka bir mal mesabesinde olur. Böylece kuvvetle temellük mahalli olur. Mağlup edilerek alındığı için de fey1 olur. Halbuki yukarıdaki böyle değildir. Orada hüküm bakımından mal kendisine geri verilmesi gereken bir şey değildir. Aksine, alan kişinin o malda mülkiyet hakkı hüküm bakımından önde­dir. Bu da düşmanın esir edilmesiyle müslümanlarm onu tamamen ele geçirme­lerini önlemektedir.

2454- Düşman olan kişi öldürülüp evi zaptedildiği tak­tirde de durum aynıdır. Ama evi zaptedilmezse, devlet başkanı o malı alır ve varislerine geri verir.

Çünkü onlar bu malda onun varisleridir. Bu da daruIİslamda eman altında olan birinin bir adama mal emanet ettikten sonra daru]harbe döndüğünde esir düş­mesi durumu gibidir. Bıraktığı emanet, şahsı gibi esir eden kişiler için fey' olur. Çünkü hüküm bakımından o mal kendisine geri verilmesi gereken bir maldır. Emanet bıraktığı kişi de onun gibidir. Esir olunca, emanet malı da kendisi gibi zaptedilmiş sayılır.

2455- Aynı şekilde, adam öldürülüp evi de zaptedilir-se, durum aynıdır. Ama evi zaptedilmez ve mal da emanet

bırakılan kişinin elinde olduğu gibi duruyorsa, durum yine aynı olur. Fakat varisi gelip alabilir. Yukarıdaki de bu

şekildedir.

Eman altında olan kişinin daruIİslamda ihraz ettiği ile ordunun kuvveti ile ihraz ettiği arasındaki fark şudur: Alman şey cariye olup darulislama çıkardıktan sonra onu azad edecek olursa azat etmesi geçerli olur. Ama ordunun yanına çıkardıktan sonra azad edecek olursa azad etmesi geçerli olmaz.

Böylece darulislama çıkardıktan sonra hala mülkü olduğu halde, askerin gücü ile ihraz ettiği takdirde mülkünün olmıyacağı anlaşılmış olmaktadır. Mülkün mahallinde mülk mevcut olduğundan galibiyetle alma sabit olmamıştır.

2456- Esirler bir araya gelip kuvvet ve savunma sahibi olsalar ve mallar alıp darulislama çıkarsaiar, mallarından beştebir payı alınır.

Çünkü almaları mubahtır. Kuvvet ve savunma sahibi oldukları için de ihraz anında galip ve üstündürler.

2457- Ama eman altında olup eman ahdini bozduklarını düşmana bildirmemişlerse, aldıkları mallardan beştebir payı alınmaz ve aldıklarını geri vermeleri tavsiye edilir.

Çünkü hiyanet olduğundan malı almaları haramdır. Nitekim alınan mal esir­lerin elinde olup müslümanlar o ülkeyi zaptedinceye kadar da çıkarmam ıslarsa bütün maldan beştebir payı alınır. Yine müslümanlar o ülkeyi zaptederken mal hala eman altında olan kişilerin elinde olup düşmana da eman ahdinin bittiğini bildirme-mişlerse, mal müslümanlar için fey' olur ve eman altında olan kişiler ondan bir şey alamazlar. Zira eman altında olan kişilerin emanı devam ettikçe mal da onların elin­de olur. Çünkü sahibinin elinde sayılır. Diğer mallan gibi zaptedildiği taktirde fey1 olur. Eman altında olanlar ise ondan bir şey alamazlar. Çünkü mücahid değildirler. Ama esirler böyle olmayıp düşmanla savaş halinde bulunuyorlardı. Müslümanların kuvveti sayesinde ele geçirdiklerinden ondan beştebir payı alınır ve geri kalan onlarla esirler arasında ganimet taksimi usulüne göre taksim edilir.

2458- Eman altında olanlar o malları aldıkları zaman kuvvet sahibi olup düşmana eman ahdinin bittiğini bil-dirseîerdî, durumları esirlerin durumu gibi olurdu.

Çünkü emandan çıkmış ve düşmanla savaş halinde olmuşlardır. Nitekim düşman müslüman olur veya zaptedilmeden önce zimmet ehli olursa eman altında olan kişilere aldıkları mallan geri vermeleri İçin emredilmez. Halbuki yukarıda geri vermeleri için emrediIİrdi.

2459- Düşman ülkesine başka bir ordu girip eman al­tında olanlar o orduya katılacak olursa, o malın hiçbir şe­yine dokunulmaz.

Çünkü eman altında olanlar ordunun kuvveti ile değil, kendi kuvvtleriyle ihraz etmişlerdir. Ama düşmana eman ahdinin bittiğinin bildirmemişlerse o zaman ancak ordunun kuvvetyİle ihraz etmiş sayılırlar. Devlet başkanı malı alır ve sa­hiplerine geri verir.

2460- Düşman ülkesine giren ordu evi zaptedip malın sahibini de öldürse veya esir alsa mal, askerlerle eman al­tında olanlar arasında fey olur. Ama evi zaptetmeyip sa­dece malın sahibini öldürürlerse eman altında olanların al­dıkları mala dokunmazlar ve onu mal sahibinin varislerine geri vermeleri için emredilir.

Bu farkı daha önce belirttik.

2461- Darulharpte eman altında olan müslüman, düş­man köylerinden birinde konaklasa, sonra kuvvet ve sa­vunma sahibi bir İslam ordusu oradan geçip köyün erkek­lerini öldürüp diğerlerini de esir alsa ama eman altında olan   kişiye dokunmazlarsa, düşman ile kendi arasındaki işlerde o kişi eman altında olarak devam eder ve onlara herhangi bir şekilde zarar veremez.

Çünkü kendisi ile köy halkı arasında emanın son bulmasını gerektiren bir durum olmamıştır. Birkere köy damlİslam olmamıştır. Çünkü köyler şehirlere ta­bidir. Sonra, müslümanlar geçip köyü terkedince, orayı darulîslam yapmak is­temediklerini anlıyoruz. Eman altındaki müslüman da müslümanların kuvveti ile kendini ihraz etmiş değildir. Müslümanlar kendileri oraya girmiş sonra geçip gitmişlerdir. Hatta onların gelip gitmesini farketmeden uykuda da olabilir. Onun için eskisi gibi emanı da devam etmektedir.

2462- Askerler köyün yakınlarında konaklamış ve ken­disi askerlerin yanına gitmişse, kendisi ile düşman ara­sında eman son  bulmuş olur.

Çünkü bu durumda kendini ordunun kuvveti ile ihraz etmiş olur. Böylece düşmanın emanından çıkmış olmaktadır. Tekrar dam İha rbe dönecek olursa onları hem öldürebilir, hem de mallarını alabilir. Nitekim askerle beraber düşmanla savaşsa yahut günlerce onlarla beraber bulunsa düşman da bunu bilmese yine emandan çıkmış olur. Aynı şekilde askerin yanına kendisi gittiği taktirde de eman­dan çıkmış sayılır.

2463- Müslümanlar köyün erkeklerini öldürdüğü za­man müslüman kişiyi zorla götürüp ordu karargahına soksa ve müslüman olduğunu anladıklarında serbest bı-raksa, kendisi de darulharbe dönüp gelse, kıyasa göre ar-tık düşman ile emanı kalmaz..

Çünkü kendi iradesiyle olmasa da askerin kuvveti ile ihraz edilmiş oldu. Böylece düşmanın emanı dışına çıkmış sayılır. Kendisi istemediği halde onu da-rulislama götürdükleri zaman da böyle olur. Ancak istihsana göre şöyle olur:

2464- Askerin konakladığı yer darulharp kapsamında olan biryerdir. Müslümanlardan eman altında olan kişi de darulharpte olduğu sürece düşmandan eman altındadır. A-ma eman ahdini bozduğunu gösten bir iş yapmışsa o za­man emanı biter. Halbuki asker tarafından iradesi dışında ve zorla götürüldüğü için böyle bir işi de olmamıştır.

Çünkü zorlama öldürme tehdidi ile olursa, artık yapacağı hiçbirşey kalmaz. Ama onun dışında bir tehditle olmuşsa o zaman da rızası dışında olduğu için eman ahdini bozduğunu gösteren bir iş yapmış olmaz.

2465- Ama darulİslama çıkarılacak olursa, o zaman ke­sinlikle düşmanın emamnda olmaz. Çünkü darulislanıda müslüman düşmanın emanı altında olmaz.

Mesela bir yıl akrabası arasında kalıp darulharbe tekrar dönmesine müsaade etmezlerse, yine düşmanın emanı altında olur muydu? Bunu hiçbir kimse söyle­mez. Aynı şekilde darulİslama çıkarıp serbest bıraktıktan sonra darulharbe döndü­ğünde de artık eman altında olmaz ve düşmandan istediğini öldürebilir. Ama eman ahdini onlarla tazelerse, hiçbir şekilde onlara zarar veremez.

En iyi Allah bilir.[47]

 

Müslümanların Mallarından  Düşmanın Ele Geçirdiği Ve Daha Sonra Müslümanlar Tarafından Geri Alınan  Mallar

 

2466- Müslümanların mallarından düşmanın darul­harpte ihraz ettiği şeylerin onların mülkü olduğunu daha Önce  belirtmiştik.  Müslümanlar  tarafından  geri  alındığı

zaman düşmanın malları gibi onlara ganimet olur. Kendisinden daha önce malı alınmış olan kişi malını ganimet arasında bulduğu taktirde, dağıtımdan önce onu karşılık­sız alır, dağıtımdan sonra bulduğu taktirde isterse parasını vererek alır.

Çünkü haksızlığa uğramıştır. Müslümanların onu desteklemesi ve zulme uğramasını önlemesi gerekirdi. Zaten darulîslamda ikametlerinin mümkün olması için birbirlerine destek olması ve haksızlığa uğramasını önlemeleri lazımdır. Onu da bu haksızlıktan kurtarmak darulîslamı savunan ve bunun için gerekli şeylere sahip olan mücahidlerin görevidir. Haksızlığa uğramış kişinin malı mücahidlerin eline düştüğü zaman taksimden önce hepsinin hakkı olur. Haksızlığı önlemek de onlar üzerine vaciptir. Haksızlığı önlemek de malının geri verilmesiyle olur. O-nun için malını karşılıksız geri vermeleri gerekir. Ama taksim yapıldıktan sonra artık özel kişilerin malı olmuştur. Payına düşen kişinin mülkiyetine geçmiştir. Nitekim devlet başkanı ganimetleri satıp parasını mücahidler arasında taksim ede­bilirdi. Fakat malın sahibinin hakkı malın kendisindedir. Böyle bir durumda iki tarafın da hakkını gözetmek lazımdır. Bu da malın kendisinin eski sahibine ve­rilmesiyle olur. Bunun için taksimden sonra payına düştüğü kişiye de maliye­tinin verilmesi gerekir.

Sonra, taksimden önce mücahidler için sabit olan şey, mülkiyet değil, haktır; zapteden hakkında sabit olan şey de yine haktır. Ama zaptedenin hakkı önce olduğu için taksimden önce karşılıksız olarak onu alır. Ama taksimden sonra payına düşen kişi için sabit olan şey mülktür. Zapt edenin hakkı ise hakdır. Hak daha Önce ise de, şer'an kesinleşen mülke aykırı olmaz. Onu gözetmek lazımdır. Bu da eski sahibinin istemesi halinde parasını vererek almasıdır.

2467- Bir müslüman darulharbe girip müslümamn düş­man tarafından ele geçirilmiş eşyasını para ile satın alıp darulîslama çıkarsa, sahibi isterse parasını vererek alabi­lir. Çıkarıp getiren kişiye onlar bağışlamış da olsa durum aynıdır. Sahibi yukarıda belirttiğimiz iki durumdan dolayı isterse kıymeti île ondan alabilir.

Kitapta bunun için delil olarak bazı hadisler belirtilmiştir. Bunlardan biri Temim îbn Tarfe hadisidir. Bu hadise göre müşrikler bir müslümamn devesini almışlaı-, başka bir müslüman onlardan satın almış, bunu Rasulullaha götürmüş­ler, Ra.sulullah şöyle buyurmuştur: "Satın alırken verdiği parasını ver, yoksa al­masına müsaade et". Sonra Zeyd b. Sabit ve Said b. Müseyyeb'in görüşü be­lirtilmiştir.

2468- Kendisinden malı alınmış kişi o malı taksimden sonra bulduğu takdirde alamaz.

Yani parasını vermeden alması mümkün değildir. Ama parasını verirse, al­maya daha layıktır. el-Hasan ve ez-Zührî'nin şöyle dedikleri zikredilir:

2469- Taksimden önce ve sonra sahibine geri verilmez. Ashabın ileri    gelenlerinin üzerinde ittifak ettiği görüşe aykırı olduğu için de bu görüşle amel edilmez. Hz. Ebu Bekr'in şöyle dediği rivayet edilir. Delil ile sabit olursa taksimden Önce veya sonra sahibine geri verilir. Bizim de görüşümüz budur.

Hakkı delil ile sabit olmadıkça sahibi onu alamaz. Sabit olmasının yolu da delil getirmesidir. Hakkı sabit olduktan sonra taksim yapılmadan Önce karşılıksız olarak, taksim yapıldıktan sonra ise parasını vererek geri alır. Hz.Ebu Bekr'in maksadı, taksimden sonra kıymetini vermek isterse geri almaya daha layık olur, demektir.

2470- Bu konuda zimmet ehli de müslümanlar gibidir.

Çünkü onların malları ve canları darulîslamda dokunulmazdır. Onun için müslümanlar gibi zaptedildikleri taktirde köleleştirilmezler. Zaptedildiği taktirde mallan hakkındaki hüküm müslümanlann malları hakkındaki hüküm gibidir.

2471- Düşmandan bir adamın İslam ordusuna şöyle de­diği Mekhûl'dan zikredilir: Size bir müslüman getirirsem bana fidyesini verir misiniz? Evet, dediler. Malum birşey üzerine onlarla anlaştı ve müslümam getirdi. Ancak düş­man kişi asker arasında iken öldü. Bunun Üzerine o müs­lümamn fidyesi, getiren kafir kişinin yakınlarına ödenir, denildi. Çünkü onun yerine onlar geçmektedir. Sağlığında ona şart koştuğumuz şeyi yerine getirip fidyesini verme­miz icabettiği gibi, ölümünden sonra da bu şartı üzerine alan kişinin varislerine sözkonusu fidyeyi vermesi lazım­dır. İbrahim'in düşmandan hür bir müslüman satın alan

müslüman kişi hakkında "Parası, hür kişinin üzerinde olur" dediği kaydedilir. Yani onun emri ile satın aldığı taktirde, demek istemektedir.

Çünkü hür kişi köle yapılmaz. Gerçekte bu satın alma bîr akit değildir. Sa­dece müslüman için verilmiş bir fidyedir.

2472- Emri olmadığı halde almışsa, o zaman verdiği parayı sadaka olarak vermiştir. Onun emri ile almışsa o zaman verdiği para onun üzerine borç olur.

Çünkü fidyesini vermesini kendisine emredince, ondan borç almış gibi olur. Nitekim üzerindeki bir borcu ödemesini emredecek olursa onu kendisine vermesi lazımdır. Ama onun emri olmadan borcu ödeyecek olursa, kendisine ödemez. Borçlu kişi borcun sahibinin esiri mesabesindedir. Esir gibi olan bir kişi hakkında bu hüküm sabit olursa, esir hakkında evleviyetle sabit olur.

2473- Düşmana kaçan köle   veya cariyeyi   galip gelen müslümanlar zaptedecek olursa, taksimden   önce sahibine karşılıksız olarak verilir.

Ebu Hanife'nin görüşüne göre taksimden sonra da böyledir. Halbuki on­lara geri döndüğü taktirde at böyle değildir. Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ise, taksimden önce sahibi karşılıksız olarak alır, taksimden sonra ise kıymetini ödeyerek alır. Ebu Hanife ise, ikisini birbirinden ayırarak şöyle der: Kaçan köleye saygın bir el sahip olup ihraz ettiği için köle hiçbir zaman ihraz yetkisine sahip olmaz. At ise böyle değildir. Bu malum bir meseledir. Buna delil olarak da Hz.Ömer'in hadisini getirmiştir.

2474- Hz. Ömer bu meselenin cevabı olarak şöyle yaz­mıştır. Cariye'den beştebir payı alınıp taksim edilmiş ise, payına düştüğü kişinindir, ama beştebir payı alınıp tak­sim edilmemişse, sahiplerine geri ver.

Ebu Hanife'ye göre cariye isyan edip kaçmıştır. Müslümanlar gelip onu zaptedinceye kadar darulharbe girmemiştir.

İbn Ömer'in bir kölesi Yermûk günü düşmana kaçmıştır. Atı ise geri gel­miştir. Müslümanlar da atı zaptetmiştir. Halid taksimden önce onu kendisine geri vermiştir.

Ebu Yusuf ve İmam Muhammed bütün bunların taksimden sonra karşı­lıksız sahibine verilmiyeceğini gösterdiğini söylerler. Köle ile atı aynı ölçüde tut­tuğunu belirtirler. Ebu Hanife ise, köleyi ihraz etmedikleri delil ile sabit olmuştur. Bundan da anlıyoruz ki taksimden sonra da gelseydi karşılıksız sahibine geri ve­rilirdi, demektedir.

En iyi Allah bilir.[48]

 

Düşmanın    Ele  Geçirdiği Malları Değeri İle Veya Değerinden Fazlasıyla Geri Almak

 

2475- Müslümanlar sanatından dolayı değeri ağırlığın­dan daha büyük olan ve müslümana ait bulunan altın veya gümüş bir ibriki ganimet olarak zaptetse, taksimden Önce sahibi bulursa, ücret ödemeden alır, ama taksimden sonra bulursa, isterse kıymetini vererek alır. İbrik altın ise, dir­hem para vererek kıymetiyle alır. Gümüş ise, dinar para vererek kıymetiyle alır. Çünkü faizin sÖzkonusu olduğu mallarda aynı cinslerin değişimi esnasında kalite ve işçilik ayrıca değerlendirilmez. İbriki cinsiyle değerlendirmeye kalkışırsak, işçiliği değerlendirmemiz asla mümkün ol­maz. Böylece ibrikte adamın hakkı karşılıksız kalmış olur ki bu da doğru değildir. Onun için cinsinden başka bir şeyle (mesela altınsa gümüşle) değerlendirilir, diyoruz. Böylece maliyetin tamamını almış olur. Tıpkı bir kişinin bileziğini bir kişi kırsa veya yok etse, bu sebepten dolayı kiymetini cinsinden başka bir şeyle öder.Yargıç ona kiy-metinin verilmesine karar vermiş yahut mahkemesiz ayrılmadan aralarında anlaşmış iseler, işlem caiz olur.

Çünkü kıymet olarak vereceği şey ibrikin kendisi için bedel değildir. Ni­tekim ibriki zapteden kişi onu eski sahibine geri verir. Yine müşteri olup onda bir kusur görse kusurundan dolayı sahibine geri verir. Kâr etmek istiyerek satmak is­terse kendisinden aldığının altında ilk değeri ile satar. Birisi tarafından kendisine hibe edilmişse hibe eden kişi cayıp geri alabilir. Boynunda cinayet borcu bulunan bir köle ise, köleyi teslim etmek veya fidyesini vermekle muhatap olur.

Bütün bunlardan anlıyoruz ki kimin payına düşmüşse ilk olarak onun mülkü olmaz; belki vereceği bir fidye ile eski sahibine geri verir. Aralarında sar­raflık (mal değiş tokuşu) meydana gelmediği için taraflar ayrılmadan malı kabzetme şartı da söz konusu olmaz. Alimlerimizin, bir kişinin ibriki mahvettiği için sahibine kıymetini başka bir cinsten ödemesi kararlaştırılan ve kıymeti kabzet-meden önce ayrılmalarının bu karan evleviyetle iptal etmiyeceğini söyledikleri meseleye benzemektedir. Çünkü orada gaspedip mahveden kişi o malı temellük ediyordu. Fakat bu kendisiyle mukabele şeklinde olmayıp kıymet ile ödenmesi şartına bağlı olarak sabit olmuştur. Orada aralarında sarraflık meydana gelmedi­ğine göre burada da meydana gelmemektedir. Payına düştüğü kişi de onu temel­lük etmez, aksine eski sahibine geri vermesi evleviyetle olur.

2476- Aynı şekilde ibriki bir müslümana hibe etseler veya onlardan içki karşılığında satın alıp darulislama çı­karsa, durum aynıdır.

Çünkü bu satın alma geçerli ve sahih bir alış değildir. Sadece ibriki onların rızası ile onlardan almaktır. Çıkarıp getirdiği taktirde eski sahibi onu isterse kry-metiyle geri alabilir. Birinci kısımda olduğu gibi.

2477- Onlardan ibriki içki karşılığında satmalan kişi hıristiyan veya elbise karşılığında satın alan müslüman o-lup darulislama getirirse, müslüman olan eski sahibi hı-ristiyandan içki kıymeti ile, müslümandan da elbise kıy­meti ile alabilir.

Çünkü bu satın alma sahihtir. Müşterinin verdiğinin mislini vererek eşya­sını alabilir. Elbise mislî mallardan değildir. Onun için kıymetin misli olur. Müs-lümanın içki temlik etmesi yasak olup mislini temlik edemediği için kıymetini ver­mesi gerekir. Elbisenin ve içkinin ibrikin cinsinden bir şeyle değerlendirilip onun karşılığında alınmasında bir sakınca yoktur. Bu misil isterse ibrikin ağırlığı kadar olsun, ister az veya çok olsun aynıdır. Çünkü başta verilen ile onu temellük et­memiştir. Sadece verilen fidye karşılığında eksik sahibine vermektedir. Tıpkı ya­ralaması karşılığında köle için fidyenin verilmesi ve eskiden olduğu gibi mülkü, olarak kalması gibi. Kurtuluşu ona bağlı da olsa, verdiği fidye karşılığında kö­leyi temellük etmesi anlamında değildir. Temelde mübadele mevcut değilse, faiz mefhumu da meydana gelmemiş olur. Aynı şekilde darulharpte ibriki cinsinin ağırlığından fazlasıyla bir müslüman veya bir hıristiyan satın alıp darulislama çıkarsa sahibi, ağırlığının kat kat fazlası da olsa, verilen miktarın mislini vererek alabilir. Çünkü bu, satın alma değil, fidye vermedir.

Bilindiği gibi darulharpte müslüman ile düşman arasında faiz sözkonusu olmaz. Onun için Ödediğinin mislini kendisine vermedikçe alma hakkı olmaz.[49]

Bir müslüman içki karşılığında alıp darulislama çıkardığında niçin böyle olmamaktadır? diye sorulsa, şöyle deriz: Çünkü müslaman için içki şer'an değerli olan bir mal değildir. İçkinin kıymetini vererek verdiğini ondan alması mümkün değildir. Onun için ibrikin kıymeti ile almıştır. Ama satın alan kişi hıristiyan ise, onun için içki değeri olan bir maldır. Burada verilen paralar ise her ikisi hakkmdada kullanılabilen şeylerdir.

Ama şııf'ada böyle değildir.

Yani içinde gümüş kaplar ve altın zincirler bulunan bir evi köle karşılı­ğında satın alsa ve şufa hakkı olan kişi bunu kiymeti ile satın almak isterse, müşteri ile şufa hakkı olan kişi arasında faiz hükmü, kapların payında da sar­raflık hükmü meydana gelmektedir. Bunu ez-Ziyâdât'ta belirtmiştik.

Çünkü şufa hakkı olan kişi verdiği kölenin kiymeti ile başta evi temellük etmektedir. Bu yeni başlanmış bir satın alma olur. Halbuki yukarıdaki şey, ibrik sahibinin ilk mülkü olan şeyi fidye ile kurtarmasıdır. Nitekim onu zapt eden kişi yapılan akitlerden hiçbirini bozmadan karşılığını alır. Hatta satın alan kişi baş­kasına satacak olsa o akdi bozma hakkı olmaz. Ama şufa hakkı olan kişi böyle değildir. Müşterinin tasarruflarını bozma hakkı vardır.

2478- Esir olmuş bir köleyi darulislama çıkaran kişi gözlerini gözünü çıkarmış ise, sahibi isterse bütün kiy­meti ile alabilir. Müşteri şufa konusu olan evi yıkacak ol­sa, şufa hakkı olan kişinin kalan kısmı kıymetten payı-na düşen hissesi ile alabilir. Söylediğimiz bütün şeylerde murabaha hükmü de bu şekildedir.

Şufa hakkı olan kişinin verdiği şeyin ücret, eski sahibin verdiğinin de fid­ye olduğuna işte bu hüküm delildir. Bu bölümün birinci meselesinde niçin bunun fidye olması halinde cinsin hilafına kıymetlendirmeye gidileceğini ve ivazın mey­dana gelmiyeceğini söylediniz? diye itiraz edilirse, şöyle deriz:

Çünkü cinsi ile kıymetlendirme olduğu takdirde sanatın, yani işçiliğin de­ğeri açığa çıkmaz. Zira onun kıymeti yoktur. Sanatın maliyetini ortaya çıkarma ihtiyacından dolayı cinsin hilafı ile kıymetlendirmeye gittik. Yoksa bunun mübadele olmasından dolayı değildir. Müşterinin hıristiyan olması durumunda elbise ve içkinin kiymetlendirilmesinde ise buna ihtiyaç yoktur. Bundan dolayı ibriki kiymetlendirmenin caiz olduğunu söyledik.

2479-  Düşman, bir zimmînin kölesini esir alsa ve baş­ka bir zinımî darulharbe gidip esiri birkaç şişe içki karşı­lığında satın alıp çıkarsa, eski sahibinin aynı şeyi vererek alma hakkı vardır.

Çünkü içki, benzeri olan mallardandır. Müslümanlar için hurma ve meyve suyu kullanıldığı ve değerli olduğu gibi, zimmîler için de içki değerlidir.

2480- Yargıç bunun için sahibinin lehine karar verse, ama onlardan biri müslüman oluncaya kadar teslim almaz­sa, yargıcın kararı bozulmaz ve sahibi içkinin kiymetini vererek alabilir.

Çünkü belirttiğimiz gibi bu bir fidyedir ve teslim almadan önce müslüman olmakla iptal olmaz.

2481- Ama başta köleyi içki ile satın alma böyle de­ğildir. Yine evi şuf'a   yolu ile içki vererek satın alma da böyle değildir. Yargıcın hükmü iptal olmazsa, içkinin kıy­metini vermesi lazımdır.

Çünkü teslimini gerektiren sebep hala mevcuttur. Malın kendisini verme imkanı da olmamıştır. Müslüman olan kendisi ise müslümanın içki temlik etmesi yasaktır. Müslüman olan sahibi ise, içkiyi kendisinin temellük etmesi yasaktır. Onun için iki durumda da kıymetini vermesi gerekir.

2482- Yargıç, köle sahibinin lehine kölesini düşman-dan satın alan müşteriden bedeli karşılığında alabilmesine karar verirse, müşterinin bedeli ele geçirinciye kadar kö­leyi elde tutma hakkı vardır.

Çünkü kölesi ancak müşterinin ödediği ile yapabilmiştir. Ödediğinin karşı-' lığında köleyi tutabilir. Tıpkı kaçan köleyi sahibine geri vermek için yakalayan kişinin bir ücret istemesi gibi. Burada sahibi verdiği ücret karşılığında ikinci defa köleye malik oluyor değildir.

2483- Köle adamın elinde iken ölürse, sahibinden de fidye düşer.

Çünkü kölenin kendisine teslim edilmesi için fidye veriyordu .Teslim de olmamıştır.

2484- Kölenin gözü kör olsa, sahibi istediği taktirde bütün kıymetle alabilir. Gözün kör olması isterse müşte­rinin vurmasıyla olsun, isterse başka bîr sebeple olsun, aynıdır. Sanki bu iş yargıcın karar vermesinden önce me­ydana gelmiş  gibidir.

Çünkü fidye İle kurtarma, nitelikler için değil, aslın kurtarılması içindir. Ni­tekim suç işlemiş kölenin gözü kör olacak olsa, isterse bu fidyeyi vermeyi kabul etmesinden önce veya sonra olsun, sahibinin vereceği fidyede bir eksilme mey­dana getirmez.

2485- Müşteri köleyi öldürecek olursa, fidye iptal o-lur. Sanki kendiliğinden   Ölmüştür ve öldürenin de tazmi­nat ödemesi gerekmez.

Çünkü yargıcın karar vermesinden önce veya sonra öldürmesi aynıdır. Elinde bulundurduğu için hapsetme yetkisinden dolayı öldürdüğü taktirde tazmi­nat ödemesi gerekmemektedir. Tıpkı satılan canlıyı müşterinin teslim almasından önce satıcının öldürmesi eibi.

Zaten köle müşterinin mülkü idi. Sahibinin verecek olduğu fidye ile müşte­rinin köle üzerindeki mülkiyetini ivaz karşılığında kaldırmaktadır. Malı teslim al­madan önce satıcının sattığı malı öldürmesi gibi olur. Ama kaçan köleyi getiren kişinin ücreti almadan önce köleyi öldürmesi yahut efendinin fidye vermeyi kabul etmesinden sonra maktul sahibinin öldüren köleyi öldürmesinin aksinedir. Çünkü orada katil, köleye malik olmamıştır ki sahipliği itibariyle mülkiyetinin tazminatı olarak alsın. Burada ise düşmandan satın alan kişi kölenin malikidir ve sahibi ol­maya devam ettiği için mülkünün tazminatı da devam etmektedir. Bu da öldürmesi halinde kıymeti ödemesi gerektiğine mani olmaktadır.

2486- Esir cariye olup düşmandan satın alan kişiden çocuk dünyaya getirse, sahibi onu da çocuğunu da kıy­metini vererek alabilir.

Çünkü çocuk onun bir parçası olup fidye halinde ona tabi olur.

2487- Müşteri çocuğu öldürse veya çocuk yargıcın   ka­rarından önce veya sonra ölürse, sahibi istediği taktirde annesini bütün kıymeti ile alabilir.

Çünkü fidye durumunda çocuk annesine tabidir. Çocuğun Ölmesiyle ücrette bir azalma meydana gelmez. Diğer organlardan birinin kaybolması me­sabesinde olur.

2488- Anne ölür ve çoucuk kalırsa, Ebu Yusuf'un görüşüne göre cevap yine aynı olur. Sahibi istediği tak­tirde çocuğu bütün kiymetle alır. İmam Muhammed'e gö­re ise anne ve çocuk ayrı kiymetlendiriidiği taktirde üc­retini vererek çocuğu alır. Çünkü bu fidyede asıl, çocuk değil, annedir. Asıl kaybolduktan sonra fidyenin tama­mının devam etmesi mümkün değildir. Fidyenin kıymete göre tevzi edilmesi lazımdır. Ve çocuğu alırken vereceği de onun kıymeti kadar olur. Çocuğu alma hakkı sabit o-lursa, aslın mülkiyetinin onu da kapsamasından dolayı, mülkiyeti itibariyle aslı (annesini) alma hakkı da sabit bu­lunmaktadır. Annesi için böyle olduğundan çocuk için de böyledir. Ebu Yusuf'a göre çocuğu alma hakkı devam et­tiği için fidyenin tamamını vermesi gerekir. Çünkü fidye asla ve ona tabi olana (anne ve çocuğa) göre tevzi olması mümkün değildir. Şerhu'I Câmî'de yazdıklarımız arasında bu meselelerin açıklaması geçmiştir. Onun için burada kesiyoruz. En iyi Allah bilir.[50]

 

Esir Düşmüş Köleyi  Satın  Alan  Kişinin Sahibinden  Başkasının Kölesi Olduğunu Söylemesi

 

2489- Düşmanın eline esir düşmüş köleyi bir müslü-man satın alıp darulİslama çıkardıktan sonra eski sahibi para ile almaz ve alan kişi, esir düşmeden önce kölenin başka   birinin   kölesi   olduğunu  söylerse,  kölesi  olduğu söylenen kişi de bunu tasdik ettiği halde eski sahibi ya-lanlasa, kölesi olduğu söylenen kişinin köle üzerinde hiç­bir hakkı olmaz, bilinen sahibi de parasını ödeyerek alma­ya daha layık olur.

Çünkü esir düşmeden önce açıkça mülkü olduğu için onda hakkı sabittir. Düşmandan satın alan kişi ise bu hakkın başkasına ait olduğunu söylemektedir. Hakkı olan birşeyde onun söylemesi sahih olur. Ama başkasının hakkı olan bir şeyde geçersiz olur. Köleye malik olmasına rağmen eski sahibinin hakkını iptal etme ve bu hakkı başkasına verme yetkisi de yoktur.

Şöyle ki, kölesi esir alınmış kişinin hakkının subutu, mülkiyeti itibariyle­dir. Kendisine ait olduğu söylenen kişinin mülkü ise sadece bunu iddia eden kişi­nin hakkında sabit olur. Çünkü ikrar ancak ikrarda bulunan kişinin hakkında hüccet oiur. Ama eski sahibinin mülkü hem kendisine ait olduğu iddia edilen kişinin hakkında, hem de düşmandan satın alan kişinin hakkında sabittir. Hak­kında ortaya çıkmayan bir mülkiyet itibariyle kendisine ait olduğu iddia edilen kişi, bilinen efendisine rakip olamaz.

2490- Eski sahibi (efendisi ) onu   almak istemiyorsa, kendisine ait olduğu iddia edilen kişi isterse parasını ve­rerek alabilir.

Çünkü ikrar eden kişinin alma hakkı kendi ikranyla sabit idi. Fakat bilinen asıl sahibinin daha öncelikli olması sebebiyle ortaya çıkmıyordu. Eski sahibi almayınca, yani onun hakkı ortadan kalkınca, kendisi için iddia edilen kişi alabilir.

2491- Bilinen sahibi parasını vererek esiri alacak olur­sa, düşmandan alan kişi üzerinde hakkı olduğu söylenen kişinin hiçbir hakkı olamaz.

Çünkü onun elinden kendi isteğiyle alınmamış olup kendisi almaya daha layık olduğu için almıştır.

2492- Kendi isteğiyle mülkiyetinden çıkaracak olursa, evleviyetle bir hakkı olmaz.

Çünkü düşmandan satın almakla sahih bir mülk ile malik olmuştur. Onun için verdiği para da aynı şekilde sahih bir mülkü idi. Verdiği ücret mukabili bu­rada alacağı ücret de onun olur. Ama eski sahibi elinden çıkardığı zaman onun mülkü olup kimsenin de ondan tazminat alma hakkı olmaz.

2493- Müşteri, esir düşmeden önce sahibinin ölmesi ile özgür  kalacağı kararlaştırılan (müdebber) bir kölesi oldu­ğunu ikrar etse ve mesele aynı ise,   kendisine ait olduğu iddia edilen kişinin ölmesi halinde kölenin Özgür olacağı kabul edilir, eski sahibinin alacağı olmaz ve köle üzerinde hakkı kalmaz.

Çünkü burada müşteri, kölenin kendisine ait olduğunu söylediği adama aidiyetinin olduğunu ikrar etmiştir. Satarak veya hibe ile ilk olarak ona malik ol­ma haki da vardır. Kendisine ait olduğunu iddia ettiği adamın mülkü olduğunu ikrar etme hakkına da sahiptir.

2494- İki taraf da efendinin ölmesi halinde kölenin öz­gür (müdebber) olacağı konusunda birbirini tasdik etmiş­lerdir. Müşteri başta böyle bir şart koşsaydı, şartı sahih olurdu. Başkası tarafından Ölüm halinde özgür olacağı ikrar edilip kedisine ait olduğu söylenen kişi de bunu tas­dik edince, köle yine efendinin ölmesi halinde özgür olur. Ölmesi halinde özgür olacağı kesiııleşince, eski sahibinin para ile alma hakkı da kalmaz. Tıpkı müşterinin Ölümü ha­linde Özgür olacağını söylemesi halinde olduğu gibi. Bu ikrar ile eski sahibinin bir mülkünü iptal etmediği için ona bir tazminat ödemesi de sozkonusu olmaz.

2495- Bu şuf'aya benzemez. Evi satın alan kişinin onun bir kişiye mevkuf olduğunu ikrar etmesi, şuf'a hak-kına sahip kişinin şuf'a ile alma hakkını iptal etmez.

Çünkü şuf a hakkına sahip olan kişinin şuf a ile satın alan kişinin tasarruf hakkını iptal etme yetkisi vardır. Bu sebepten onun hakkındaki ikrarı sahih ol­maz. Mesela evi bir mescid yapılan eski sahibinin onu geri alarak müşterinin ta­sarrufunu iptal etme hakkı olmaz.

Nitekim, köleyi azad edecek veya ölümü ile hür olacağını söyleyecek olur­sa, hakkını bozma yahut alma hakkı olmaz. Başkası tarafından ölümle hür ola­cağını (müdebber) ikrar etmesi kendi hakkında da sahih olur. Tıpkı fasit bir alışla alan kişinin teslim aldıktan sonra kölenin efendisinin ölümü ile hür olacağını irkar etse ve kedisine ait olduğu söylenen kişi de onu tasdik etse, satışın fasit oluşun­dan dolayı satan kişinin geri alma hakkı olmaz. Ancak satıcı malı kabzettiği için müşteri parayı tazminat olarak alır. Ama burada eski efendisi müşteriye tazminat vermez. Çünkü ondan ne kabzetmİş, ne onun yerine temellük etmiştir. Her iki durumda da tedbire (ölüme bağlı hürlüğe) başvurması gibi olur. Yani ölümle kölenin hür olacağını belirtmesi gibidir.

2496- Kendisine ait olduğu idda edilen kişi "Bu benim kölemdir ve ölümüm iie hiçbir zaman hür olacağını söyle­medim"  derse, iki taraftan birinin almaya hakkı olmaz. Köle efendisinin Ölümü ile hür olur ve serbest kalır.

Çünkü düşmandan satın alan kişi ölümü ile hür olacağını itiraf etmiştir. Eski sahibi de satın almakla malik olduğunu ikrar etmiş olup onun hakkında ikrarı geçerli olur.

2497- Kendisine ait olduğu iddia edilen de böyle olup ikisinin ittifakı ile ölümü halinde köle hür olur. İki taraf da kendisine ait olmadığını söyleyince, köle hem serbest olur, hem de kendisine ait olduğu iddia edilen kişinin ölümü halinde hür olur.

Çünkü müşteri, kölenin hür olmasının sahibinin Ölümüne bağlı olduğunu ikrar etmiştir. Kendisine ait olduğu ikrar edilen kişi de müşterinin onun hakkın­daki ikrarının geçerli olduğunu ikrar etmiştir. Dolayısıyla kendisine ait olduğu ikrar edilen kişinin ölümü ile hepsi hür olacağında İttifak etmiş olurlar.

2498- Kendisine ait olduğu iddia edilen kişi Ölmeden Önce müşterinin tasdikine dönerse, ölüm halinde hür ol­ması kaydıyla onu alır.

Çünkü feshe ihtimali olmayan bir şeyle ona ikrarda bulunmuş olur. O da ölüm ile hür olmasının sabit oluşudur. Artık onun yalanlamasıyla bu iptal olmaz.

2499- Ancak   yalanladıktan   sonra  onu  tasdik  etmesi hüküm bakımından    başta onu tasdik etmesiyle aynıdır. Köle bir cinayet işleyince kölenin cinayeti Ebu Hanife'nin görüşüne göre tevakkuf eder (yani kölenin gerçek sahibi belirleninceye kadar cinayet hükmü işletilmez).

Çünkü efendisinin ölümü ile hür olacağı söylenen kölenin cinayet yükü efendisine aittir. Ve burada kölenin efendisinin kim olduğu belli değildir. Kıyas budur. Ama İmam Muhammed istihsan yolu ile şöyle demektedir: Kıy­metinin asgarisi veya diyeti efendisi tarafından ödenir. Çünkü kazancı efendisinindir. Kazancı efendisinin olduğu için yaralama diyetini de o öder

Nitekim sözleşmeli kölenin kazancı kendisinin olduğu için işle­diği cinayetin cezasını da kendisi çeker. Kazancının asgarisi kadarını ödemesi gerektiğini söylediğimizde, efendisi hakkında da kesin olan birşeyle karar vermiş oluruz. Bu meselenin aslı Şerhu'l-Muhtasar'da belirttiğimiz gibidir.

Orada iki adamdan her biri,cariyenin doğurduğu çocuğun baba­sının kendisi değil, arkadaşı olduğunu itiraf etmektedir.Ebu Yusuf un bu konuda iki görüşünün olduğu belirtilmektedir.

2500- Kendisine karşı bir cinayet işlenirse, şahsının mülkü, (esas sahibi) belirsiz olduğu için yaralama diyeti de mevkuf olur. Masrafını ve ihtiyacını kazanma gücü de olmazsa, yaralama diyetinden kendisine masraf edilir.

Çünkü efendisinin kesin malıdır. Kölenin kazanmaktan aciz ol­ması halinde nafakası efendisine aittir. Çalışıp kazanmaya muktedir ise ve yaralama diyeti de alamamışsa, nafakasını kendisi karşılar. Ama çalışmayacak durumda ise ona sadaka olarak verilir. Tıpkı kazanmaya gücü olmayan ve nafaka vermesi vacip olacak bir akrabası da bulun­mayan hür bir hasta mesabesinde olur.

2501- Bir adam fasit bir akidle bir cariye satın alıp kabzetse ve ölümü halinde hür olacağını söylediği (mü-debber) başka birine ait olduğunu ikrar etse, o da ken­disinin cariyesi olduğunu kabul etmekle beraber ölümü halinde hür olacağını söylemediğini belirtse, cariyeyi ken­disine cariye olarak alır. Çünkü alan kişi onun mülkü ol­duğunu ikrar etmiştir. Ölümü halinde hür olacağına da şa­hitlik etmiştir, onun için yaptığı ikrar sahih olur. Çünkü tasdik görmüştür Aleyhinde şahitliği de kabul edilmez. Çünkü şahitliğini yalanlamıştır. Bu esir düşen köleye ben­zemez, Çünkü orada kendisine ait olduğu iddia edilen ki­şi Ölümle hür olacağını inkar etmekle kölesinin esir alın­dığını ve müşterinin onu mülk edindiğini iddia etmiştir. Malik olduğu halde ölümle hür olacağını da ikrar ettiğini söylemiş olmaktadır. Müşterinin ikrarı onun hakkında ge­çerli olduğu için artık köleyi para vererek alma hakkı da kalmamış olur. Burada ise kölenin kendisine ait olduğu iddia edilen kişi kölenin kendisine ait olduğunu ve müşte­rinin satın almasının geçersiz olduğunu söylüyor. Ölümle hür olacağını söylemesi de saçmadır. Çünkü mülk olma­mıştır. Onun için cariyeyi kendi ikrarı ile ondan almış olur. Cariye, ölümle hür olması sözkonusu olmadan onun mülkü olur. En iyi Allah bilir.[51]

 

Fidye Vermenin  Geçerli Olup Olmadığı Yerler

 

2502- Düşmanın elinde esir düşmüş köleyi biri satın alıp darulislama çıkardığı ve efendisi  hazır olduğu zaman bakılır.  Cinsinden  benzeri  olan  bir  şeyle  satın  almışsa efendisi o şeyin misli ile onu alabilir. Ama elbise ve yi­yecek gibi mislî olmayan şeylerden biriyle almışsa, efen­disi parasını vererek alabilir. Çünkü  efendisi, müşteriye uğradığı zararı gidermek için verdiği şeyi ver­mektedir. Bunun tamamı da şekil ve mana olarak mislini vermektir. Bunun göze­tilmesi lazımdır. Ama şekil olarak misli mümkün olmazsa, o zaman maliyetteki misliyet kabul edilir. Gaspedilmiş ve tüketilmiş şeylerin bedelinde olduğu gibi.

2503- Şöyle ki; efendisi onu almak istediğine göre müşterinin yaptığını tasvip etmiş demektir. Baştaki bu izni sonunda kendi malından onu fidye karşılığında kur­tarmasına izin vermesi demek olur. Başta ona izin vermiş olursa, onun hükmü belirttiğimiz şekilde olur ki ölçü ve tartı maddeleri gibi benzerleri olan şeylerin borç verilmesi caiz olur. Kölenin efendisi kendisinden borç alınmış gibi olmuştur. Onun için mislini ona Öder. Ama elbise ve yi­yeceklerde borç verme caiz olmaz. Sadece fasid borçlan­ma hükmüyle kiymet olarak ödenir.

2504- Kıymetinin miktarında ihtilaf ederlerse, fidye ile kurtaran kişinin sözü kabul edilir ve yemin ettirilir.

Çünkü efendisi asgarisinin verilmesi sırasında onu alma hakkının bulun­duğunu iddia etmektedir, diğeri ise iddia edilen şeyin azamisi ödenmedikçe bunu red etmektedir. Bu durumda red eden kişinin sözü kabul edilir ve yemin ettirilir. Sonra, fidye olarak verdiği zaten mülküdür. Düşmana verinceye kadar onun elin­de idi. Böylece eski efendisi değil, kendisi kıymetinin ne kadar olduğunu daha iyi bilmektedir. Çünkü o miktar eski efendisinin eline hiç geçmemiştir. Öyle anlaşılı­yor ki kıymeti hakkında iddia ettiği şeyde ölçü ile konuşmamaktadır.

2505- Fidye olarak verdiği ölçüsü ve tartısı olan malın miktarında yahut güzelliğinde ihtilaf ederlerse, fidye ile alan kişinin dediği olur ve yemin ettirilir.

Yukarıda belirttiğimiz iki durumdan dolayı.

2506- Efendisinin delil göstermesi lazımdır.

Çünkü karşı tarafın ikrar etmediği bir miktar ile mülkünü alma hakkını iddia etmektedir. Temelde onda hakkının bulunmadığını söyleseydi, bunu da de­lil ile ispat etmesi gerekirdi. İki maldan asgarisinin hazır bulundurulması anında hakkının varlığım inkâr etmesi de bu şekilde olur. İki müslüman veya iki zimmî kişiyi şahit olarak gösterirse ve düşmandan alan kişi de zimmî olursa, hasmına karşı hücet olacak delil ile iddiasını ispat etmiş olur. Adaletli delil kendisiyle amel etme bakımından gerçek dışı yeminden daha layıktır.

2507- Düşmandan alan kişi darulîslamda eman ile bu­lunan   veya  emanı  olmayan  bir  düşman  olup   eman   ile çıkarmışsa. efendisinin ondan alma hakkı yoktur.

Çünkü mülkünde müşteri, satıcı makamında olur. Satıcı olan, yani çıkarıp getiren kişi damlîslama eman ile çıkmış ve yanında sözkonusu köleyi getirmişse efendisinin ondan alma hakkı yoktur. Müşterinin de aynı şekilde alma hakkı yoktur.

2508- Çünkü haksızlığa uğramış olması itibariyle onu alma hakkı sabit olur ve müşterinin ona yardım etmesi ge­rekir. Köleyi çıkaran kişi bir düşman veya eman altında olan bir kişi olduğu taktirde bu durum mevcut olmaz.

Çünkü vatandaşımız değildi ve vatandaşımız olan birinin ona yardım et­mesi lazım olmaz.

2509- Ama zimmî böyle değildir. Ancak zimmî de sat­maya mecbur edilir.

Çünkü bu köle vatandaşımızdi ve düşmanın tekrar onu damlharbe götür­mesine müsaade edilmez.

2510- Köle müslüman ise problem olmaz.

Çünkü daha önce kölesi olup müslüman olursa satması için mecbur edilir. Burada da satmaya mecbur edilmesi evleviyetle olur.

2511- Satın alan bu düşman, köleyi yanına alarak çık­tığı zaman, eman altında veya müslüman olarak çıkmışsa, efendisinin onun üzerinde bir hakkı olmaz. Satan   kişinin müslüman veya zimmî olarak çıkması mesabesinde olur. Bunun dayanağı Rasulullahm  "Müslüman olunca kişinin malı kendisinindir" buyruğudur. Ama kendisi zimmî oldu­ğu halde köle müslüman ise, müslümanlara satmaya mec­bur edilir.

Çünkü müslüman bir köle kafirin elinde köle olarak terkedilmez. Zira bu müslüman için zillettir.

2512- Esir olan kişi hür, ölüm ile azad olacak veya sözleşmeli (mûkâteb) köle yahut ümmülveled gibi mülki­yeti birinden ötekine geçmiyen yahut temellükü mümkün olmayan bir kişi ise, önceki durumuna irca edilir. Bunlar ister müslüman olsunlar veya zimmet ehli olsunlar yahut darulİslama eman ile çıkmış olsunlar, aynıdır.

Çünkü bunlar esir olarak alınmayan ve hiçbir zaman ihraz edilmeyen ki­şilerdir. İslamdan önce onların mülkü değilse, İslam ile de onların mülkü olmaz. Sadece onu zulümden kurtarmaları lazımdır. Verilen malın miktar yahut cinsinde, eski efendisi ile fidye verip kurtaran düşman müşteri arasında bir ihtilaf olursa, fidye verip kurtaran kişinin sözü kabul edilir. Sebebini yukarıda açıkladık. Ama efendisi delil gösterirse o zaman delili kabul edilir. Çünkü davasını delil ile is­patlamıştır. Mana bakımından red ediyor olsa bile, zahirde ziyadeyi idda etmek­tedir. Ancak delilin kabulü için zahirde iddia yeterli olmaktadır. Yanında emanet bırakılan kişinin emaneti geri verdiğini iddia etmesi ve buna delil göstermesi gibi. İki taraf da delil gösterirse efendisinin delili kabul edilir.

Ebu Hanife ve İmam Muhammed'in görüşü budur. Ebu Yusufa göre ise düşman olan müşterinin delili kabul edilir. Ancak kitap yazıldığı zaman ikisi arasındaki bir sebepten dolayı Ebu Yusufun görüşünü müellif burada zik-retmemiştir.[52]

Bu meselenin temeli, ücret konusunda müşteri ile şuf a hakkı olan kişi ara­sında anlaşmazlık olup ikisi de delil ortaya koymaları olayıdır. Ebu Hanife ve

İmam Muhammed'e göre şufa hakkı olan kişinin delili kabul edilir. Burada da eski efendisi, şufa hakkı olan kişi mesabesindedir. Ebu Yusuf a göre ise müşte­rinin delili kabul edilir. Çünkü ziyadeyi delil ile İspatlamaktadır ve burada da durum aynıdır.

2513- Belirli bir elbiseyi vererek kurtardığı konusun­da anlaşıp bu elbisenin kiymeti hakkında ihtilaf etseler ve iki taraf da delil getirseler, düşmandan satın alan müşte­rinin delili ittifakla kabul edilir.

Ebu Yusufa göre burada bir problem yoktur. Zİra iki kısımda da ziya­deyi kabul etmektedir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre ise birinci kısım­da müşteri delil ile kendi fiilini ispatlamaktadır, efendisi ise delil ile müşterin fiilini ispatlamaktadır. Ancak kişinin kendi aleyhindeki fiili delil ile sabit olur, yoksa kişinin kendi fiilini delil ile ispatlaması değil. Bu açıklama şufa meselesinde söylediğinin benzeridir. Müşterinin iki ikrarı meydana gelmiş olup şufa hakkına sahip olan kişi de onun aleyhinde olanı alabilir. Ama kıymette İhtilaf etmiş ol­maları halinde bu mana mevcut olmaz. Çünkü fiilin aslında İkisi arasında ihtilaf yoktur, o da müşterinin köleyi kurtarmak için elbiseyi vermesi konusudur. İhtilaf sadece bu elbisenin kiymeti hakkındadır. Bu konuda ziyadeyi ispat edenin delili daha makbuldür.

2514- Satın alan düşman kişi onu helal olmayan içki, domuz veya murdar hayvan  eti  gibi  bir şeyle almışsa, bakılır: Şayet müşteri müslüman ise eski efendisi onu kiy-metini vererek alabilir.

Çünkü   İkisi arasında meydana gelen şey, satın alma değildir. Sadece ka­firin malını gönül rızası ile almıştır. Hatta ona hibe etmiş gibidir.

2515- Müşteri zimmî olup ölü eti vererek satın almışsa,

cevap aynı olur.

Çünkü onlar için ölü eti mal değildir. Nitekim bizde de böyledir. Aralarında olan şey satın alma değildir. Çünkü satın alma iki malı mübadele etmektir.

2516- İçki veya domuz vererek satın almışsa, bu işlem

satın alma olur.

Çünkü onlara göre domuz ve içki, kullanılabilen mallardır.

2517- Eski sahibi zimmi ise, verdiği içkinin benzerini vererek, domuz yerine ise kıymetini vererek alır. Müslü­man ise, verilen iki şeyin yerine parasını vererek alır.

Çünkü müslümanın ikisini de temlik etmesi yasaktır. Vermeyi gerektiren sebeb bulunup içkiyi teslim etmek mümkün olmadığı taktirde, kıymetini ödemek vacip olur.

2518- Esir düşmeden  önce köle müslüman  ile hiris-tiyan arasında ortak olup daha   sonra bir zimmî düşmana içki vererek satın almışsa, hıristiyan onun yansına verilen içki miktarı kadarını vererek alır, müslüman ise yarısının karşılığı olan içkinin kıymetini vererek alır. Burada yansı tümü şeklinde itibar edilir. Sonra, hıristiyan mislini öde-yebildiği halde, müslüman bunu ödemekten acizdir. Yani müslüman ücret olarak içkiyi veremez.

2519- Düşmandan satınalan bir müslüman ise, iki efen­disi kıymeti ile alırlar.

Çünkü müslümanın bu yaptığı bir satın alma değildir. Çünkü müslüman için içki şer'an kullanılabilir bir mal değildir.

2520- Düşmandan biri müslüman, biri de hıristiyan iki kişi satın almışsa, ilk efendisi müslüman ise, onun yarısını müslüman müşteriden kıymetini  vererek alır.

Çünkü ondan payına düşen, satın almak değil, soygun mesabesindedir.

Diğer yarısı da içkinin kiymeti verilerek hıristiyandan alınır.

Çünkü ondan payına düşen kısım gerçek bir satın almadır. Zira onun için içki kullanılabilir bir maldır.

2521- Efendisi  hıristiyan   ise   belirttiğimiz  sebepten, müslümandan  yarısının kıymeti verilerek alınır, diğer ya­rısı da içkinin misli verilerek hıristiyandan alınır.

2522- Başta   kölenin   hıristiyan   ve   müslüman   olmak üzere iki efendisi varsa, sonra da düşmandan içki vererek müslüman ve hıristiyan iki kişi satın almışsa, müslümanın satın aldığı yarıyı   iki efendisi, kölenin kıymetinin yarısım vererek alırlar. Çünkü satın alarak hakikaten temellük etmez. Hıristiyanın satın aldığı diğer yarıyı da miislüman efendisi verdiğ içkinin kıymetinin yarısı ile alır. Hıris­tiyan ise misil vererek alır.

Çünkü burada her yan tam bir köle mesabesindedir. İki tarafta da cüz'ün hükmü bütünün hükmü ile muteberdir.

2523- Domuzlar vererek satın almışlarsa, kölenin kıy­metinin yarısını vererek miislüman müşteriden yarıyı satın alırlar.

Çünkü hakikaten satın alma ile almıştır. Belki bu onun İçin hibe gibidir. Diğer yarıyı da domuzların kıymetinin yarısını vererek hıristiyandan alırlar.

Çünkü satın alarak o yarıyı temellük etmek hakikatendir. Hiçbiri için de domuz kullanılabilir mal değildir. Yani mislî bir mal değildir.

2524- İki efendiden biri köledeki payını satın almak isterse, belirttiğimiz şekilde alabilir. Çünkü önceki mülki­yeti sebebiyle taraflardan her birinin yarıdaki payını alma hakkı sabittir. Taraflardan biri hakkını iptal edecek olur­sa, diğerinin hakkını yerine getirmesi engellenmiş olmaz. Çünkü hakkını iptal etmesi arkadaşının payı hakkında geçerli değildir. En iyi Allah bilir.[53]

 

Müslümanların  Elegeçirmesi Durumunda Eski Sahiplerine Geri Verilen Ve Verilmeyen Fidyeler

 

2525- Düşmanlar müslümanların mallarını zaptedip da-rulİslamda ordu karargahlarında ihraz etseler, sonra İslam ordusu onlarla savaşıp malları darulharbe götürmelerine fırsat  vermeden  ellerinden   kurtarsa,  mallar  sahiplerine geri verilir.

Çünkü gaspetmiş, ama temellük etmemişlerdir. Kimin eline geçerse sahi­bine geri vermesi gerekir. Çünkü müslamanm malı müslümanlara ganimet olmaz.

2526- Devlet    başkanı müslümanlarm malı olduğunu bilmeden mücahidler arasında taksim ederse, bu taksim geçersiz olup mal sahiplerine geri verilir.

Çünkü taksimin yerini bulmadığı anlaşılmış olmaktadır. Zira bu taksirr devlet başkanının malı temlik etmesini ifade eder ve herkesin payına düşen onur mülkü olmasını gerektirir. Halbuki sahibinin rızası olmadan devlet başkanı müs-lümanın malını kimseye temlik edemez.

2527- Zapteden düşman, müslüman veya zimmet ehli olursa, yine aynıdır.

Çünkü o mallan gaspetmişlerdir ve İslama girmekle sahiplerine geri ver­meleri vacip olmuştur.

2528- Rasululllah  şöyle  buyurmuştur.   "Kişi  aldığını geri vermesi gerekir." Devlet başkanı durumu bilip ordu karargahlarında tam ihraz ettiğine kanaat getirererk müş­riklerden almış olan diğer ganimetlerle beraber o malları da beştebir payını aldıktan sonra mücahidler arasında tak­sim ederse, daha sonra bunun ihraz olmadığına kanaat ge­tiren başka bir yargıca dava edilse,    devlet başkanının yaptığı uygulama caiz olup yargıç iptal edemez.

Çünkü hakkında ihtilaf meydana gelen bir meseleyi içtihadıyla çözüp uy­gulama yapmıştır.

2529- Düşman taraf İslama girer veya zimmet ehli olur­sa, devlet başkanı içtihadı ile bu malların onlara ait ola­cağına karar verse, kararı geçerli olur.

Bu icma değil, bir ictihad kararıdır, Alimler bu meselede iki görüştedirler: Kimileri düşman kendi yurdunda ihraz etse bile o mallara malik olmayacağını söylemektedir, kimileri de ihraz ettikten sonra malik olacaklarını söylmektedir, ancak kendi yurtlarında ihraz etmeden malik olacaklarını kimse söylememektedir, diye itiraz edilirse, şöyle deriz:

Alimler arasında iki meselede ihtilaf bulunmaktadır, biri üstünlük ve ga­libiyetle alınmış olan müslümanların mallan darulharpte ihraz edilirse temlik ma­halli olur mu? Diğeri de galibiyet ve üstünlükle alınıp temlik mahallî olan da­rulharpte ihraz edilmeden sadece zaptedilmekle ihrazı meydana gelir mi?

Yargıç ictihad edip müslüman malının galibiyet ve üstünlükle temellük ma­halli olduğuna ve üstünlüğün darulharpte ihraz olmadan da sadece ordu ka­rargahında ihraz ile gerekleşeceğine kanaat getirip kararını uyguladığı takdirde, bu yerinde olmuş bir içtihadı olur ve hükmü geçerlidir. Tıpkı fasık kişilerin şahitliğiyle karar vermesi yahut hazır olmayan hakkında hüküm vermesi yahut hazır olmayanın nikahı hakkında bir erkek ve iki kadın şahitliği ile hüküm ver­mesi durumlarında hükmünün geçerli olması gibi. Hazır olmayan kişi hakkında hüküm vermenin caiz olduğunu söyleyenler ise fasıklann ve nikah konusunda er­keklerin yanında kadınların şahitliğinin olmayacağım söylemektedir. Ne var ki her İki meselede de yargıcın İctihad edip karar verdiği ve kararının geçerli olduğu söylenmektedir. Çünkü müctehid delile uyar, söylentilere değil.

Bu, yukarıda geçen meseleden farklıdır. Çünkü orada yargıç taksim için içtihadıyla karar vermemiştir. Bu kararı vermesinin sebebi bu malın müslüman-lardan alındığını bilmemesidir. Malın müslü mani ardan alındığını bildiği anda ka­ran geçersiz olur. Tıpkı kıbleyi içtihadıyla arayan kişinin durumu gibi. Namazı kıldıktan sonra kıblede yanıldığı anlaşılsa namazı tekrar kılmaz. Ama kıble konu­sunda ictihad etmeyip bir tarafa yönelerek namaz kıldıktan sonra kıblede yanıldığı anlaşılan kişi namazı tekrar kılar. Yani namazı iade eder. Çünkü normal şartlarda bir fiil, yanlış olduğu anlaşılıncaya kadar doğru sayılır. İctihad ile yapılan işler de aksi sabit olmadıkça doğru kabul edilir. Hüküm, ictihad mahalli olan bir meselede olunca, doğruluk İmkanı da mevcut demektir.

Nitekim öldüğü zaman bir kölesi ve çok borcu bulunan bir kişinin borcunu ödemek için yargıç köleyi satsa, daha sonra da adamın ölümü halinde kölenin azat olacağını söylediğine dair delil ortaya çıksa, yargıcın satışı geçersiz olur.

2530- Yargıç, adamın ölümü halinde kölenin hür ola­cağını söylediğini bilse ve vasi olması sebebiyle ölen ada­mın bu kararını iptal edip borcu ödemek için köleyi satsa, daha sonra bunun yanlış olduğunu düşünen başka bir yar­gıç meseleye bakacak olsa, bu özellikten dolayı ilk yargı­ İcın    kararını uygular. İkinci yargıç birincinin buna ictihadla karar verdiğini biliniyorsa yahut duruma vakıf de­ğilse, yine belirttiğimiz sebepten birinci yargıcın kararını uygular. Çünkü birinci yargıcın kararı mümkün olduğu sürece doğru kabul edilir.

Zaten yargıç hakkında hüsn-i zanda bulunmak gerekir. Yüce Allah " En iyi­sine uyarlar" buyurmaktadır. İki şıktan en iyisi bunu, ictihad ile ve bilerek karara vardığını kabul etmektir. Onun için aksi açığa çıkıncaya kadar onun verdiği karar uygulanır.

2531- Darulİslamda bulunan düşman ordusu karar­gahına müslüman bir tacir girip zaptettikleri malları fidye ile kurtarıp getirse, sahiplerine geri vermesi gerekir. Sa­hiplerinin emri olmadan fidye verdiği için de o fidye sada­ka olur. Düşman kendi yurtlarına dönmeden müslümanlar onlara galip gelip fidye olarak verilen şeylerin bizzat ken­disini ele geçirseler, tüccar alamaz. İster ganimetler tak­sim edilmeden önce bulsun, ister edildikten sonra bul­sun, aynıdır.

Çünkü düşman, ele geçirmekle ona tamamen malik olmuştur. Nitekim müslüman olur veya zimmet ehli olurlarsa bu fidye onların olur. Zira bu malı ga­libiyet ve üstünlük yolu ile ele geçirmiş değiller ki kendi yurtlarında onu ihraz et­meleri şartı aransın. Aksine malın sahibi istiyerek onu kendilerine vermiş ve temlik etmiştir. Bu da müslüman tacirlerden satın alıp satıştan sonra müslüman tacirlerin hiçbir hakkı kalmayan mal mesabesinde olur. Aradaki fark, fidye vere­rek aldığı şeyler daha önce müslümanların hakkı olan şeylerdir. Ancak müslümanlar arasında sebep meydana geldiği ve teslim gerçekleştiği taktirde hak olan bedeli temellük edilmiş olur. Müslümanlar arasında böyle olunca, müslümanlar ve gayri müsîimler arasında bu evleviyetle olur. Sonra, kendi isteğiyle düşmana ve­rince, onlara bağışlamış gibi onların kabul edilir.

Nitekim bunlar bir müslümanı öldürüp cesedini alsalar, daha sonra Ölünün ailesinden bazı kişiler onların yanına gidip cenazeyi defnetmek istediklerini ve geri almaları gerektiğini söyleyip onlara biraz mal verseler, bunlar da daha sonra müs-lüman veya zimmet ehli olsa, aldıkları mallar onların olur. Damlharpte ihraz et­meden önce müslümanlar onları yenerek alsalar, alan mücahidlere ganimet olur. Bu da onun gibidir.

Yİne müslüman veya zimmet ehlinden hür kişileri esir alıp darulharbe götürseler, sonra esirlerin yakınları gelip onları fidye ile kurtarsalar, fidye olarak verilen bu mal, düşmanlar, müslüman veya zimmet ehlinden olmaları halinde onların olur. Yine müslümanlarm zaptetmesi halinde mücahidlere ganimet olur. Malı kendi yurtlarında ihraz ettiler, demenin burada hiçbir anlamı yoktur. Çünkü böyle olsaydı, şöyle demek gerekirdi: O mallar ganimet içinde olup sahipleri tak­simden önce görürse, kuvvet ve üstünlükle alıp ihraz ettikleri mallarda olduğu gibi, karşılıksız olarak alma hakkına sahip olurlar.

2532- İtiraz eden kişi "Ben   böyle diyorum" derse, biz de ona şöyle deriz: Bu uzak bir şeydir. Mesela, bazı müs-lümaniar düşmanın kendilerini öldürmesinden korkup bîr yıl kendilerine saldırmamaları karşılığında onlara Herat kumaşından bin takım    elbise vermeyi kabuledip onlarla barış yapsa ve düşman elbiseleri teslim alsa, bir yıl geç­tikten sonra müslümanlar onları mağlup edip o elbisele­rin kendisini ganimet olarak alsalar, elbiseler taksimden önce ve sonra alan mücahidlere ganimet olarak verilir.

Çünkü düşman elbiseleri sahiplerinin gönül rızasıyla almışlardı. Taksimden önce sahibine geri verilen şey, üstünlük ve galibiyetle alınmış olan şeydir.

2533- Yine bu barış darulİslamda, şehir halkı müslü­manlar ile düşman askerleri arasında meydana gelse, daha sonra müslümanlara destek kuvvet   gelerek malı düşman darulharpte ihraz etmeden Önce onların elinden kurtarsa, bu mal mücahidlere ganimet olur.

Sebebini yukarıda açıkladık. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki sahiplerinin rızası ile alınmış olan şeylerde darulİslam ve darulharb aynıdır. Müslümanların böyle bir barış yapmalarının caiz olması ise düşmanın çoluk çocuk hepsini soy­kırıma tabi tutması korkusudur. Mallan bunun için fidye yapmaktadırlar. Hz. Peygamber de ashabından bazılarına şöyle diyerek bunun olabileceğini buyur­muştur: "Malını kendine feda et". Nitekim Hendek günü bazı müslümanlarda zayıflık hissetmesi üzerine böyle bir şeyi yapmaya yönelir gibi olmuştur. Ama iki Sa'd'm belirttikleri gibi müslümanlarda kuvvet görünce bu işten vazgeçmiştir. Bu da müslümanlarm çoluk çocukları hakkında bir tehlike sözkonusu olduğunda böyle davranılabileceğİne dair örnek olmuştur.

2534- Esir aldıkları bir müslüman onlara atını yahut silahını fidye verip kurtulsa, daha sonra müslümalar o malın kendisini zaptetseler, bakılır. Düşman o malları ihraz etmemişlerse ganimet taksiminden Önce ve sonra sa­hibine karşılıksız geri verilir. İhraz etmişlerse, taksimden önce sahibi karşılıksız, taksimden sonra ise istediği tak­tirde, parasını vererek alabilir.

Çünkü düşmanlar bu malı galibiyet ve üstünlük yolu ile almışlardır. Esiri ellerinde tuttukları gibi onun malını da tutarlar. Galebe yolu ile alındığı için de hakkında ganimet hükmü meydana gelir. Halbuki yukarıdaki böyle değildir. Orada fidyeyi ellerinde bulundurmaları ancak mal sahibinin rızası ile olmuştur.

2535- Ganimet olduğu zaman devlet başkam bu malı satmış olsa ve düşman da darulharpte ihraz etmişse, satışı geçersiz olup sahibine geri verilir. Ama sahibinin yara­rını korumak için satmışsa o başkadır.

Çünkü malın kaybolmasından endişelenmiş olabilir. Sahibinin de ne zaman geleceğini bilmiyor. Bu durumda malı satması geçerli olur. Tıpkı buluntu (lukata) malı,yargıcın satması, sonra da sahibinin çıkıp gelmesi gibi.

2536- Hangi  gerekçe ile sattığı bilinmiyorsa, satışı ge­çersiz olur.

Durumun hakikatine vakıf olmak mümkün olmadığından  zahire göre hü­küm vermek lazımdır. Zahirde onu ganimet malı olarak satmıştır. Aksi anlaşılıncaya kadar bu şekilde kabul edilir. Efendisinin ölümünden sonra Ölümle hür ola­cağı söylenen kölenin satışı hakkında şöyle denilmişii: Hangi gerekçe ile sattığı bilinmiyorsa, satışı geçerli olur. Çünkü bunu bilerek yaptığı kabul edilir. Ancak aksi ortaya çıkınca bu bozulur.

Ashabımızdan kimileri, ikisi arasında fark olmadığını söylemektedir. İki fasıl konusunda iki rivayetin olması gerekir. Kimisi de fark olduğunu söyleyerek şöyle demektedir. Hazır olmayan sahibinin çıkarını korumak için malın satılması, yargıç üzerinde bir borç değildir. İsterse yapar, isterse yapmaz. Ama borcun sa­hibi istediği taktirde borcu Ödemek için ölünün terikesini satmak yargıcın göre­vidir. Onun için orada satışı görev kabul ettik. O da ölüm halinde hür olacağı sözünü ictihad ile iptal etmektir. Çünkü muaraza (çelişme) görevli olan ile görevli olmayan arasında olmaz. Burada ise iki taraf eşit olmuştur. Mutlak satışı zahir üzerine hamlettik.

2537- Esir   düşmüş   kişi   yakınlarından   birine   haber gönderip kendi   malından veya onun malından fidye vere­rek düşmanın elinden kurtarmasını istemiş ve sözkonusu yakını eman ile darulharbe girip malı fidye vererek kur-tarmişsa, ondan sonra müslümanlar malı zaptederse, mal fey' olur ve sahibinin o mal Üzerinde bir hakkı olmaz. Çünkü burada mal düşmanın eline galibiyet ve üstünlük yolu ile geçmeyip sahibinin onlara teslim etmesiyle geçmiştir.

2538- Esire "Ya seni Öldürürüz yahut fidye verip ken­dini kurtarırsın" demişierse, durum aynı olur.

Çünkü malı yanında olmadığı için onlara malını vermeyebilirdi. Anlıyoruz ki malı üstünlük ve galibiyetle ele geçirmemişlerdir. Ama esir olduğu zaman mal onunla beraber ise malı onlara vermeme imkanına sahip olmaz. Nitekim malı ver­meyip onu öldürselerdi, mal onlara kalırdı. Ama malı yanında olmadığı taktirde kendisini öldürürlerse, darulîslamdaki malı onların eline geçmiyeceğİ gibi, ' malından fidye vererek kurtarmasını istediği kişinin malı da onların eline geçmiyecektir.

Fidye olarak verilen bu mal ganimet olduktan sonra geri verilecek olursa, acaba esir olan kişiye mi, yoksa kurtarmak için fidye veren kişiye mi verilir? ikisine de verilmez. Bir müslüman düşmanla çarpışırken onların arasına düşse ve savunma içinde olduğu halde atını ve silahını verip eman alması karşılığında onlarla barış yapsa, sonra müslümanlar o malı zaptetse, mal fey' olur. Çünkü düş­man o mala, ancak sahibinin istiyerek vermesiyle sahip olmuştur. Onlarla savaş halinde ve savunma içinde iken malını onlara vermiştir. Kendisini düşman ya­kalamış olmadığı gibi, malını da almış değildir. Ama esirin durumu ayrıdır.

2539- Düşman, müslümanların şehirlerinden birini  ku-şatsa ve onlardan almış oldukları ve halen zimmet ehlin­den bazılarının kölesi olan belirli esirleri   kendilerine tes­lim etmek üzere birkaç gün müslümanlara saldırmamak üzere barış yapsalar, zimmet ehlinden olan kişiler de köle­lerini istiyerek onlara teslim etse, daha sonra müslüman­lara gelen destek kuvvetle müslümanlar onlarla savaşıp galip gelerek verdiklerini geri alsalar, köleler fey1 olurlar. Çünkü müşrikler, köleleri kendi istekleriyle vermişlerdir

2540- Şehrin valisi, o köleleri rızaları dışında alıp düş­mana vermişse ve mesele aynı ise, darulharpte düşman ihraz etmeden önce müslümanlar onları yenerek köleleri geri alırsa, taksimden önce ve sonra sahiplerine karşılık­sız verilirler. Ama ihrazdan sonra geri alırlarsa, taksimde önce ücretsiz, taksimden sonra sahipleri isterse ücretle sa­hiplerine verilirler.

Çünkü köleler rızaları dışında alınmıştır. Devlet başkanının onları rızaları dışında alıp düşmana vermesiyle, düşmanın galip gelerek onları alması arasında birfarkyoktur.

2541- Sahipleri taksimden sonra ücret vererek köleleri almayı kabul etmezse, devlet başkanı kiymetlerini taz­minat olarak onlara öder.

Çünkü sahiplerinden gaspetmiştir. Gaspedilen şey sahibine verilmedikçe, gaspeden kişi onun için tazminat öder. Bunlar sanki rızası dışında alınmış mülkü giidir. Kiymetini ödeyerek geri alabilir. İsteyerek düşmana teslim ettiği için onları ganimetten tekrar alamaz, denilse, deriz ki: Kendisinin mülkü olarak değil, sa­hiplerinin mülkü olarak isteyerek teslim etmiştir. Ancak şu anda kendisinin mül­kü haline geldikleri için onun rızası ve isteği artık aranmaz. Ondan zorla alınmış gibidirler.

En iyi Allah bilir.[54]

 

Gaspedilmiş Veya Ödünç Verilmiş Yahut Kiralanmış Olup Ganimet Olarak Alınan Kölenin Fidye İle Kurtarılması

 

2542- Adamın biri bîr köle gaspetmiş, sonra müşrikler onu zaptetmiş, daha sonra da müsiümanlar onu ganimet olarak almışlar. Sahibi onu taksimden Önce bulup alırsa, ücret ödemeden alabilir, taksimden sonra almak isterse, ücretini ödeyerek alabilir.

Çünkü köle hala onun mülküdür.

2543- Kölenin   kendisinden   veya   gaspeden   kişiden alınması arasında fark yoktur.

Çünkü önceden mülkü olup her iki durumda da alma hakkına sahiptir.

2544- Taksimden önce ücret ödemeden alırsa, gaspe­den kişiden tazminat alınmaz.

Çünkü sahibinin malı ücretsiz eline geçmiştir.

2545- Taksimden sonra üretle alırsa, gaspeden kişiden tazminat alabilir.

Çünkü maliyeti kadar ücret ödedikten sonra ancak malına kavuşabilmiştir. Böylece gaspeden kişiden ödediği ücret kadar tazminat alabiIİr.Tıpkı gaspedenin yanında iken işlediği bir cinayetin bedelini ödemesi veya gaspedenin elinde iken bir borç karşılığında satıldıktan sonra borcun ödenerek kurtarılması gibi.

2546- Kiymeti karşılığında almayı kabul etmezse, gas­peden kişiden ğaspettiği günkü parası kadar tazminat ala­bilir.

Çünkü kiymetini ödemeden alma imkanı bulunmadığından gaspedenin elin­de iken helak olmuş gibi ondan tazminat alır.

2547- Gaspeden kişi kıymetini öderse, köleye de sahip olur. Ganimetten payına düşen kişiden ücretle alıp alma­ma arasında serbest olması yönünden sahibi durumunda olur. Müslümanlar onu ganimet olarak almadan önce veya aldıktan sonra  gaspeden  kişi  kiymetini  tazminat olarak vermesi aynıdır.

Mesela, onlardan bir tüccar satın alarak darulislama çıkarsa, sahibi gaspeden kişiden tazminatını almamışsa, isterse ücretini vererek tüccardan alır ve gaspeden kişiye gaspettiği günkü ücretinden ve onun için ödediğinden az miktarı öder. Çünkü ona sahip olmayı hak etmesi az mik­tardadır. Sanki sahibine geri verdikten sonra köle borç karşılığında satılmış gibidir.

2548- İsterse almaz ve gaspeden kişi gaspettiği günkü ücretinin tamamını tazminat olarak Öder.

Çünkü onu ücret ödeyerek alabiliyor ve ücret ödemesi gerekmiyordu. Sanki onun elinde helak olmuş gibidir.

2549- Satın aldıktan önce veya sonra kiymetini öde­mişse, satın alandan ücret karşılığında almakta serbesttir.

Çünkü tazminatını ödeyince, mülkü olur.

2550- Satın almadan önce gaspeden kişi kıymetini taz­minat olarak ödeyince, sahibi gaspeden kişinin iddiası ve yemini üzerine kiymetini alır, sonra köleyi satın alan kişinin elinde görürse ve sahibinin dediği şekilde kıyme­tini öderse, isterse gaspeden kişiye kiymetini geri verir ve köleyi ücretle alarak gaspeden kişiye en azını verir, is­terse köle için ödenen parayı alır. Bu durumda gaspeden kişi isterse ücretini vererek alabilir. Çünkü sahibinin is­tediği kadar para etmediğini görünce, maliyetin tamamını karşılamaz. Bu durumda gaspeden kişi zarardan kur­tulmak için tercih hakkına sahip olur. Sahibi alman ücreti geri vermek istemez ve ücret farkını gaspeden kişiye ve­ririm derse, bu isteği kabul edilmez.

Çünkü ğaspedildiği zamanki kadar kiymet alma hakkına sahiptir. Şimdiki kiymeti, ğaspedildiği zaman kiymetinin bu kadar olduğunu göstermez. Bu ancak zahire göre anlaşılır. Halbuki zahir ile istihkak sabit olmaz. Onun için alınan üc­reti geri vermeyi red ederse, ücretin fazlasını almayı hak etmez.

el-Kerhi delil olarak bunu göstermiş ve görüş olarak benimsemiştir. Ken­disinden ğaspedilen kişi, gaspeden kişinin iddiasına göre kiymeti aldığı taksimde sahibinin ifadesine dayarak kölenin ücretinin aynı olduğunu söylemiştir. Bu ko­nuyu Şerhu'l-Muhtasar'da gasp bölümünde açıklamıştık.

2551- Köle ganimetin içinde iken sahibi, gaspeden kişi ile beraber gelse, sahibinin tercihine öncelik verilir. İster­se aldığı ücreti geri verir ve köleyi ücret ödemeden alır. Ama ücreti geri vermeyi red ederse, köleyi alamayacağ igibi, gaspeden kişiden de bir şey alamaz. Gaspeden kişi ücret ödemeden köleyi alır. Çünkü gaspeden kişiye ücreti geri vermeyi kabul etmeyince kendisine ödenen ücrete razı olmuş olur. Sanki gaspeden kişi başlangıçta ücreti ona vermiş, sonra köle ganimet olmuş ve kiymeti artmış olur.

2552- Köle ganimet olup birinin payına düştükten son­ra sahibi gelirse, isterse gaspeden kişiye ücretini geri ve­rir ve ücretini ödeyerek payına düşen adamdan köleyi alır. Gaspeden  kişiye de  gaspettiği     günkü  asgari  ücreti ve payına düşmüş adama ödenen   ücretin asgarisi üzerinden ödeme yapar. İsterse aldığı ücreti   geri    vermez ve köle üzerinde hakkı kalmaz. Bu durumda gaspeden kişi isterse kiymetini ödeyerek satın alabilir.

Efendisi, bir delile dayanarak veya bir itiraf ile veya gaspeden kişinin yemin etmeye yananşmaması yahut ara­larında anlaşması sonucu gaspeden kişiden kıymetini almışsa, bütün bu durumlarda köle üzerinde bir hakkı kal­maz ve gaspeden kişi isterse kiymetini ödeyerek köleyi alabilir.

Çünkü ödediği ücret karşılığında gaspeden kişi köleye sahip olmuş ve sa­hibinin köle üzerinde hiçbir hakkı kalmamıştır.

2553- Bir adamın yanında kiralık olarak çalışan bir kö­leyi düşman ele geçirdikten sonra nıüslümanların eline ga­nimet   olarak   düşse,  kiralayan   kişi  onu  ganimet  taksi­minden önce bulursa, kendisi   üret ödemeden alır ve   Ön­ceden olduğu gibi kiralık olarak çalıştırır.

Çünkü kiraladığı için sahibinden önce onun üzerinde hak sahibidir. Hatta sahibi ondan almak isterse, alamaz ve kira sözleşmesi belirtilen sürenin sonuna kadar geçerli olur. Onun için kiralayan adamın kendisi köle hakkında muhataptır.

2554- Müşriklerin    elinde   kaldığı   süre   kadar   üret ödemez.

Çünkü bu süre içinde kölenin ona yararı olmamıştır.

2555- Kiralık olarak elinde bulunduğunu ispat ederse, yargıç ona geri verir. Ondan sonra sahibi gelip kira işini inkar eder ve   elinde ödünç yahut emanet olduğunu iddia ederse, sahibinin dediği kabul edilir ve kiralayan adam iddisını yeniden delille ispatlaması gerekir.

Çünkü köleyi kendisine geri verirken yargıç kira sözleşmesi kararını ver­memiştir. Zaten bu delil, hazır olmayan bir hasım hakkında ileri sürülmüştür. Geri almada kiralamayı ispat etme ihtiyacı da yoktur. Geri alma hakkı da ancak elinden alındığı için sabit olmaktadır. Bu konuda elinde kira olarak yahut emanet veya ödünç olarak bulunması aynıdır. Onun için kölenin kiralayan adama geri ve­rilmesine dair yargıcın kararı, hazır olmayan sahibi aleyhinde kiralamış olmaya karar vermeyi içermez.

2556- Ganimeti, taksiminden sonra bulursa yargıç ona şunu söyler: İstersen kiymetini vererek geri al, verdiğin fidye sadaka olarak gider. Böyle yaparsa yargıç onu ken­disine verir ve tekrar kiralık olarak elinde hizmet etmeğe devam eder.

Fidyesinin sadaka olarak gitmesi, ihtiyacı olmadığı halde başkasının mül­künü fidye ile kurtarmaya çalışmasıdır. Zira kiralayan kişinin ona karşı bir ke­faleti yoktur.

2557- Fidye vererek almayı kabul etmezse, sahibinin ona birşey ödemesi gerekmez. Fidye ile kendini yüküm­lülükten kurtarmıyorsa, fidyesi sadaka olur. Efendisi gelip kiraya verdiğini inkâr ederse, sözüne itibar edilmez. Gösterilen delil ile aleyhinde hüküm devam eder. Çünkü sadece sahipliği sebebiyle taksimden sonra alma imkanı olmazdı.

Nitekim adamın elinde ödünç veya emanet olarak bulunsaydı, taksimden sonra hiç alamazdı. Alması için karar verilince, ortaya konulan delil ile hazır ol­mayan kişi hakkında kiraladığına dair karar verilmiştir. Payına düşen kişi de ki­ralamayı inkâr eden sahibine hasım olmuştur. Ama taksimden öncesi için böyle değildir. Çünkü orada köle esir düşmeden önce de sadece sahipliğini ispat ile onu alma imkanına sahiptir. Sebebi de taksimden sonra alma hakkı, kendisine ait olan bir mülkün esir olmadan önce kendisine veya yararını ihya eden için sabit olması­dır. Kira alan kişi de yarardaki mülkünü ihya etmektedir. Emanet bırakan veya ödünç veren kişi ise esir olmadan önce kendisine ait olan bir mülkü ihya etmek­tedir ki geri alması kıymeti mukabilinde olur. Tıpkı bir ivaz karşılığında mülkün yeni başlaması gibidir. Esir için fidye de vermez. Ama taksimden önce sahibine olduğu gibi geri vermek için karşılıksız olarak alır. Burada emanet veren veya ödünç verenler kiralayan kişi gibidirler. Kiralayan adamın kiymetini vererek kur­tarmayı veya müşteriden para ile almayı kabul etmezse ve efendisi gelip kıymeti yahut parası ile alırsa kiralayan kişi tekrar ücretli kılmak için ondan alabilir. Ondan itibaren de kira ücretini vermesi lazımdır. Ama geçmiş süre için üzerine ki­ra borcu terettüp etmez. Zira ikisi arasındaki kira sözleşmesi, geriye kalan zaman dliminde bakidir. Meydana gelen yarar bakımından kira akdi tekerrür eden müteaddit bir akit hükmündedir, yahut bir bütün olarak akit yapılmış olmaktadır. Ancak üzerinde akit yapılan bazı şeylerin gerçekleşmemesi geri kalan kısım için akdi iptal etmez.

Sahibinin kiralayan adama "Fidye vererek ben kurtardım, verdiğim fidyeyi bana ödemedikçe sana teslim etmem" demeye hakkı yoktur. Çünkü malın tazmin sorumluluğu kiralayanı bağlamaz. Malına fidye vermesi üzerine düşmediği   içinde bu sebebten köleyi ona vermemezlik edemez. Köleyi almakla eski mülkiyetine iade etmiş olur. Kiralayan için eski mülkünde kazanılmış bir hak varmış gibi olur. Tıpkı kiralayan adamın elinde iken kölenin bir cinayet işlemesi ve sahibinin ci­nayetin fidyesini vermesi gibidir.

2558- Kendisinden esir alınan kişinin elinde köle rehin olarak bulunuyorsa ve mesele aynı ise, taksimden Önce rehin alan kişi ganimet içinde köleyi   bulursa   elinde ol­ması sebebiyle onu almaya daha layıktır. Rehin bırakan kişiden  alacağı  zaten  vardır. Kendisinden  aldığına  dair rehin bırakan kişinin delil getirip hazır olması için beklen­mez. Rehin bırakan kişi hazır olup borcu ve rehni kabul etmezse, söylediği kabul edilir. Ama rehin alan kişi delil getirip onun delilini iptal ederse, onun dediği olur.

Çünkü onu red etmek, elinde nasıl bulundurduğunu ispatla değil, mücerred olarak onun elinden almanın subutu ile olmaktadır.

2559- Rehin alan kişi taksimden sonra gelirse, isterse kiymetini vererek alır, isterse almaz. Kıymetini vererek alırsa eskiden olduğu gibi tekrar rehin olur. Sonra efen­disi gelip borcu Ödedikten sonra rehin köleyi almak is­terse, bakılır. Borç ile rehinin kıymeti eşit ise yahut borç daha fazla ise, bütün Hanefi imamlarına göre efendisi is­tediğini yapar.

Çünkü rehnin bütün maliyeti, rehin alan kişi üzerine borçtur, (zimmetin­dedir) Zimmette olan şeyin fidyesi de zimmetinde bulunan kişinin üzerindedir. Bunu başkasına yükleyemez. Borç, rehinin kıymetinin yarısı kadar ise Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre cevap aynı olur. Ebu Hanife'ye göre ise, rehin alan kişinin rehin bırakan kişiye fidye miktarının yarısını iade etmesi gerekir. Rehin bırakan kişi bu miktarı teslim almadıkça köleyi ona teslim etmez. Rehin bırakan kişi mevcut olmaması halinde rehin alan kişinin kölenin cinayeti için fidye ver­mesi ve fidyenin alacağı borç miktarından fazla olması gibidir. İki İmamın görü­şüne göre rehin alan kişi verdiği fazla miktarı sadaka olarak vermiş olur. Ebu Hanife'ye göre ise verdiği fazla miktar sadaka olmaz ve rehin bırakan kişiden alır. Esirlikten sonra fidye vermenin hükmü de bu şekildedir. Rehin bırakan kişirehni ve borcu inkâr edecek olursa, belirttiğimiz sebepten delil getirmeye de ih­tiyaç yoktur. Çünkü burada yargıç rehin akdiyle hak etmiş bulunduğu bir mülkü ihya ettiği için rehin alan kişinin kıymet mukabilini vererek almasına karar vermiştir.

Rehin bırakan kişinin iddialarını ispat meselesinde de hasmı, ganimet tak­siminde payına düşmüş olan kişi olur.

2560- Rehin bırakan ile rehin alan ikisi de hazır olup rehin  bırakan kişi fidye ile kurtarmayı kabul etmez ve rehin alan kişi fidyesini vererek kurtarırsa, köle eskiden olduğu gibi yine rehin olur. İmamların   hepsine göre re­hin alan   kişinin verdiği fidye sadaka olur. Tıpkı kölenin cinayetini ödemek gibi olur. Rehin bırakan kişinin hazır bulunması halinde rehin alan kişinin verdiği fidye sadaka olur. Verdiği miktar ister borçtan fazla olsun, ister olma­sın, aynıdır.  Rehin alan kişi mevcut olmayıp   rehin bıra­kan kişi hazır ise ve falan kişinin yanında şu miktar kar­şılığı olarak  rehin bırakılan kölesi olduğuna dair delil ge­tirse, ganimetin taksiminden önce bulursa, söylediği ka­bul edilir ve onun lehine hüküm verilir.

Çünkü eski mülkü olduğundan karşılıksız alma hakkı vardır. Mülkünü delil ile de ispatlamıştır. Ancak falan kişi borcu karşılığında rehin bıraktığını itiraf ettiği için o adamın borcunu ödeyinceye kadar köle kendisine teslim edilmez. Rehin alan kişinin hakkını gözönünde bulundurarak yargıç köleyi ona teslim etmez. Çünkü kendisi, hakkını alamıyan herkesin adına iş yapmaktadır. Rehin alan kişi

gelip köleyi teslim alıncaya kadar adaletli bir kişiye teslim eder.

2561- Ganimetin taksiminden sonra gelir veya duşmandan satın alan kişinin elinde bulursa ve parasını vererek kurtarmak isterse, istediği yapılır.

Çünkü bu alma ile eski mülkünü ihya etmektedir.

2562- Verilen fidye rehinin kıymeti kadar veya daha fazla ise, yargıç köleyi ona verir ve adaletli kişiye teslim etmez.

Çünkü burada fidye verme rehin alan kişiye aittir. Çünkü kiralamanın ak­sine rehnin maliyeti onun zimmetindedir. Rehin veren kişi rehin alan kişiden fid­ye miktarını alma hakkı batıl olunca fidyeyi rehin veren kişi, alan kişiye öde­medikçe köle üzerinde hak sahibi olmanın hükmü kalkmış olur. Onun için yargıç köleyi fidyeyi veren kişiye teslim eder. Ama taksimden önce köleyi alır ve rehin alan kişi gelince, kendisine "İstersen fidyeyi öde ve köleyi rehin olarak al, is­tersen alma, artık borcun sona ermiştir" denir. Çünkü rehin veren adam ancak fidye vererek alabildiği için kölenin maliyeti de rehin veren kişinin zimmetiyle yok olmuştur. Böylece fidyeyi veren adam borcunu ödemiş gibi olur. Rehin veren adamın verdiği fidyenin sadaka olarak sayılmamasının sebebi, kendi mülkünü onunla ihya etmeyi kastetmiş olmasıdır. Ama rehin alan (mürtehin) böyle değildir. Onun ödediği fazlalık teberru sayılır. Kiralayan (müste'cir) de böyledir. Çünkü ödediği şeyle kendi mülkünü ihya ediyor değildir. Zira o mal kendisinin değildir. Rehin veren adamın verdiği fidye rehin malın kıymetinden az ise, yargıç onu ada­letli birine verir ve rehin veren adama teslim etmez. Çünkü olsa olsa, rehin veren kişi borcundan ödediği fidye miktarıyla borç alacaklısına borcunu ödemiş olur. Zaten borcunu ödediği taktirde köleyi geri alma hakkına sahiptir. Ancak borcun bir kisımını Ödemekle rehin alan kişinin köle üzerindeki hakkı tamamen kalkmış olmaz. Onun için adaletli birine vermiştir. Rehin alan kişi geldiği zaman isterse verilmiş fidyeyi öder ve köle borcun tümü karşılığı yanında rehin olur. Tıpkı esir düşmeden önce olduğu gibi. Ama verilmiş fidyeyi ödemeyi kabul etmezse, o za­man borcun kalan kısmı karşılığında yanında rehin kalır. Çünkü fidyeyi ödeme­diği İçin kısas yolu ile yani fidyenin borcuna mahsup edilmesi yolu ile borcu ödenmiş olur. Böylece rehin veren kişi köleyi geri alma hakkına sahip olur, rehin alan kişinin de rehin veren üzerinde o kadar alacağı vardır. İkisi birbirine mahsup edilerek ödeşmiş olurlar. Ondan sonra köle rehin alanın elinde iken ölürse, rehin alan kişi fidyeyi veren sahibine ödediği fidyeyi öder. Çünkü kölenin (rehinin) ölmesiyle alacaklı bütün borcunu almış sayılır. Fidye miktarı konusunda da alacağını ıkı defa tam almış olur.

Borç dinar, yiyecek veya başka birşey olduğu halde fidye olarak dirhemler verilmişse, rehin veren de alacağı olan borçtan fidye payı kadar ona geri öder. Çünkü ödeşme yolu ile borcun alınması hakikaten alınması mesabesindedir. Ama hakikaten alınmış olsaydı, rehinin yok olmasından sonra alınan miktar geri ve­rilir. Çünkü  rehinin zimmeti malın kendisi itibariyle değil, maliyeti itibariyledir.

Zira bu borcun tahsil edilmesi zimmetidir. Tahsil de aynı cinsle olur, başka cinsle değil. Mallar arasındaki aynı cinsiyet de malların sıfatı itibariyledir. Onun için bu miktarı geri alırken fidye cinsinden değil borç miktarından tahsil eder.

2563- Hibe edilmiş köleyi düşman esir alıp yurtlarında ihraz etse, sonra müslümanlar onu ganimet olarak alsa ve taksimden önce hibe eden ve hibe alan kişiler de hazır ol­salar, alma hakkı hibe alan kişinindir.

Çünkü mülkü olan birşey zaptedilmiştir. Alma hakkı da mülkiyetin önceliği veya sahiplik bakımındandır. Esir alındığı zaman köle hibe verilen kişinindi.

2564 - Alırsa, hibe veren kişi hibelikten vazgeçer.

Çünkü almakla eski mülkiyetine iade etmiş olur. Hibe eden kişinin de eski mülkü hakkında cayma haki bulunuyordu.

2565- Kendisine hibe edilen kişi hazır değilse, hibe eden kişinin köle üzerinde bir hakkı olmaz.

Çünkü mülkiyetinde hakkı onunla sınırlıdır. Eski mülkiyetine dönmedikçe hakkı olduğu açıkça çıkmaz.

2566- Hibe alan kişi hazır olduğunda "Benim ona ih­tiyacım yoktur" derse, sözüne iltifat edilmez,   yargıç geri

vermesine karar verdiği gibi,    hibe eden kişinin de hi­beden vazgeçmesine karar verir.

Çünkü hibe eden kişinin hakkı ve mülkü olmuştur. Hibe eden kişi de hak­kını istemektedir.

2567- Hibe alan kişi kabul etmemekle hakkı kabul et­memiş olur. kendisini zarardan korumak için değil, hibe edilen şeye zarar verme peşindedir.

Çünkü onu ücretsiz almaktadır. Yargıç haksızlık yapanın sözüne iltifat etmez. Sonra, hibe edenin hakkı ona taalluk edince, hibe alan kişinin kendisi ona vermiş gibi olur.

2568- Ganimetin taksiminden sonra hazır olmuşlarsa yahut onu müşterinin elinde bulmuşlarsa, hibe alan kişi kiymetini veya parasını vererek alırsa, hibe veren kişi hi­beden vazgeçebilir.

Çünkü hibe alanın elinde olduğu gibi eski durumuna dönmüştür.

2569- Hibe alan kişi "Hibe eden kişi fidyeyi geri ver­sin" derse, sözüne iltifat edilmez.

Çünkü kendi mülkünü fidye ile kurtarmıştır. Başkasının zimmetinde değildi ki o zimmetin hükmü İle ona geri versin,

2570- Hjbe alan kişi "Ben almak istemiyorum" derse almaya mecbur edilmez.

Çünkü bu almayı red edişte haksızlık yapmamaktadır. Belki kendisi için ya­rarlı olmayacak bir tazminatı yüklenmek istemiyor. Kişi tazminattan imtina edebilir.

2571- Bir yararı bulunduğu taktirde almaktan imtina edebiliyorsa, yararı bulunmadığı zaman imtina etmesi ev-leviyetle   olur. Hibe veren adam" Ben onun fidyesini ve-riyorum" derse, kabul edilmez.

Çünkü esirlik mülkünde olmamıştır. Yani mülkü olan bir şey esir olmamış­tır. Fidye verme hakkıninm kendi mülkünü ihya eden için olduğunu belirtmiştik. Burada hibe veren kişi vereceği fidye ile hibe alan kişinin mülkünü ihya et­mektedir. Sonra, mülkünden dolayı alması gerekmektedir. Hibe alan kişi ise bu fidyeyi vermekten imtina etmektedir. Hakkı olan kişi imtina ettikten sonra artık hibe veren kişinin bu imkanı kalmaz.

2572- Esir, cinayet işlemiş bir köle olup efendisi onu ganimetin  taksiminden  önce  bulursa,  karşılıksız  olarak alır. Zira Önce olduğu gibi eski mülküne   dönmüş olur. Cinayetin bedelini veya fidyeyi vermekle muhatap, yani mükellef olur. Efendisi olmadan cinayetin    sahibi hazır olacak olursa, köle üzerinde   bir hakkı olmaz.

Çünkü esirlik ne mülkü, ne de sahipliği üzerinde meydana gelmiştir. Hakkı sadece efendinin mülkündedır ve hakkı olduğu kişi ortada olmayınca davasına iti­bar edilmez

2573- Efendisi gelip köleyi almayı red ederse, ona "ya cinayetin bedelini veya fidyeyi verirsin, birini seç" denir. Çünkü eski mülküne döndürme imkanına sahiptir. Cinayet sahibinin hakkı gozönünde bulundu mi arak bu imkanı mülkün hakikaten kendisine dönüşü me­sabesinde kabul edilir.

2574- Cinayetin bedelini vermeyi tercih ederse, bedeli ona verir.

Çünkü verme muhayyerliği yanında köleyi almaktan imtina etmesi haksız­lık olur ve cinayetin sahibine zarar vermeyi amaçlamış sayılır.

2575- Yaralama bedeline (erş) mukabil fidye vermişse, ona "istersen bunu kendine al" denir.

Çünkü cinayetin sahibi hakkını almıştır. Alma hakkı da sadece efendisine ait olmuştur. İsterse kendi yararını tercih ederek alır, isterse almaz.

2576- Ganimetin taksiminden önce hazır bulunurlarsa, efendisi   kiymetini  vererek   kurtarabilir.  Fidye   ile   kur­tardıktan sonra efendisi isterse cinayetin bedelini öder, is­terse yaralama cinayetinin bedelini öder.

Çünkü eski mülkiyetine dönmüştür.

2577- İsterse fidyesini vermez.

Çünkü kendisine ondan yarar gelmiyeceğini düşünerek tazminatını öde­meyi yüklenmekten imtina etmektedir. Bu durumda cinayetin sahibi onu ken­disinden alır.

2578-  Ondan  sonra  cinayet sahibinin  onun üzerinde hakkı kalmaz.

Çünkü hakkı sona ermiştir.Bu da efendinin fiiliyle de olmamıştır. Onun hakkında kendisi ne muhayyer, ne de tüketici olur. İmkanı olduğu halde almaktan imtina edince, neden onun hakkında müstehlik (tüketici) sayılmıyor? diye so­rulursa, şöyle deriz: Ücretsiz buna imkan bulduğu taktirde olabilir. Ama ancak tazminatını ödedikten sonra buna imkan buluyorsa, o zaman olmaz. Çünkü istese veya istemese, kölenin cinayeti sebebiyle tazminat Ödemeye mecbur edilmez.

2579- Köle borçlu olup mesele de aynı ise, ganimetin taksiminden önce bulunursa efendisi onu ahr ve borcu ona tabi olur.

Çünkü alacaklının hakkı, onun maliyetinde de sabit olur.

2580- Alacaklı geldiği haide efendisi gelmemişse, ge­linceye kadar köleyi alma hakkı ofmaz.

Çünkü esirlik ne mülkü üzerinde, ne de sahipliği üzerinde olmuştur.

2581-  Ancak alacaklı alacağı için delil getirirse, efen­disi gelinceye kadar yargıç köleyi tutar ve ganimet ara­sında taksimini yaptırmaz.

Çünkü bedeli ile alacaklının borç karşılığında onun maliyetini almaya hak kazandığı sabit olmaktadır. Onun için taksimi ile meşgul olunmaz. Halbuki ci­nayet sahibi ve hibe verenin hakkı bundan farklıydı. Bu sadece efendinin mülkü ve hibe alanın mülkü ile sınırlıdır. Mülkiyetleri geri gelmeden açığa çıkmaz. Kö­lenin borcu İse, nereye giderse onunla beraber gider. Efendisi alsın veya almasın, burada maliyeti alma hakkı sabittir.

2582- Efendisi gelip borcunu ödemeyi kabul edip borç karşılığında köleyi satmayı red ederse, köle onun olur.

Çünkü kölenin boynunda görülen borç, kimin mülkü olursa olsun, satıldığı zaman maliyetinden alınır.

2583- Alacaklı gelmeyip köle ganimet olarak taksim e-dilirse yahut düşmandan satın alan kişinin elinde görü­lürse, efendisi kiymetini vererek almakta serbesttir. Alır­sa, kendisi fidye verip kurtarmadıkça borç için satılır. Al­mazsa, alacaklının mülkiyetinde bulduğu kişinin mülkü o-larak borç için satılır. Mülkü olan kişi isterse borcunu ödeyerek kurtarabilir.

Çünkü maliyetinin birinden diğerine geçmesiyle borcu maliyetinden düş­mez. Nitekim borçlu köle azad edilecek olursa, alacaklı ondan borcunu istİyebilir. Ama cinayet işlemiş köle böyle değildir. Azat edildikten sonra cinayetin sahibi onu hiçbir şey karşılmğıhda satamaz.

2584- Borç için satılır ve parasından birşey artmazsa, payına düşen kişiye bunun karşılığı beytulmaldan verilir.

Çünkü kendisinden kaynaklanan bir sebeple maliyeti başkasının hakkı ol­muştur. Taksim edilmiyecek bir kölenin kiymetinin kendisine verildiği anlaşılmış

olmaktadır.

2585- Ücretinden üçte bir artarsa, borç için geri kalan kiymetinin üçte ikisi ivaz olarak ödenir. Efendisi gelme­den önce alacaklı gelip borcunu ispat ederse yargıç   onu borç için satar .

Çünkü alacaklının hakkı maliyetine taalluk etmektedir. Bu satışta efen­disinin hakkını iptal etmek de yoktur. Efendisi gelinceye kadar satışını ertelemek ise alacaklı için zarardır. Onun için yargıcın alacaklının zararını önlemesi lazım­dır. O da borç için satmasıyla olur.

2586- Efendisi gelirse, satın alan ikinci adamdan    al­dığı fiyatla alma hakkına sahip olur. Çünkü kimin elinden alınıp esir edilmişse, tasarrufu bozmakla meşgul olmadan elinde bulduğu kişiden alma hakkına sahiptir.

Nitekim ücretsiz alması ganimetin taksimini bozmaz. Sadece eski mülkiye­tine iade etmek için ikinci satış ücreti ile satın alır. Böyle yaptığı taktirde alacaklı borcunun geri kalan kısmını artık ondan istiyemez. Çünkü hakkı kölenin ma­liyetinde idi. Bu da bir defa ona ulaşmıştır. Köleyi azat etmek için başka birşey is­teme hakkı yoktur. Tıpkı efendisinin mülkü olarak esir düşmeden önce satılmış olması gibi.

2587- Birinci müşteri "Kölenin ücretinden alacaklının benden aldığı miktarı benden satın alan kişiye veriyorum" derse, kabul edilmez.

Çünkü mülkünün karşılığını bir defada almıştır. Kölenin borcundan dolayı ondan almayı hak ediyorsa, ikinci defa değiştirerek ondan dönme hakkı mevcut olmaz.

2588- Ancak birinci müşteri köleyi borcu karşılığında aldığı ile satabilir. Fakat efendisi bu borcu öderse, sa­tamaz

Çünkü köle efendinin eski mülkiyetine dönmüştür. Mülkiyetinde maliye­tinin alacaklı tarafından alınabilmesi borcu sebebiyle mümkün oluyordu. Borcu da ödenmiştir. Nitekim köle satılmamış olsaydı, borç Ödenmedikçe yine satılırdı. Bir defa satılır ve birinci müşterinin hakkı olan ücreti alacaklı kişiye verilince, birinci müşterinin onu maliyetine irca etme hakkı olur. Çünkü efendinin mülkiyetine irca etmesi bakımından alacaklının yerine kaim olmuştur. Zira ödediği şey sadaka değildir. Belki hüküm bakımından onu vermeye mecburdur. Kendi mülkünden başkasının borcunu ödemeye mecbur tutulan kişi de onu geri alma hakkına sahip olur Bu ise kölenin kendisi sebebiyle satıldığı başka bir borçtur. Belirttiğimiz açıdan efendisi hakkında vacipliliği de açık olmuştur. Ancak efendisi fidyesini verirse, durum başka olur.

2589- Düşmandan satın alan kişi onun borcunu da ö-derse, sonra efendisi gelir onu para ile alırsa, ona şöyle denir: Borcu ödenen köle azat edilirken borçtan ve kıy­metten asgarisi verilir. Bu şekilde ödersen olur, bunun için satılacaktır.

Çünkü müşteri o fidyeyi vermeğe mecburdur. Onun için verdiği fidye sa­daka olmaz. Ancak zaruret kıymetinin asgarisini alır. Netice olarak, efendinin mülkiyetine döner ve üzerinde borç varsa, olduğu gibi döner. Borcunu öde­medikçe efendisine ücretsiz olarak teslim edilmesi caiz olmaz.

2590- Düşmandan satın alan kişi onu başkasına satsa veya hibe etse yahut sadaka olarak verse, sonra alacaklı kişiler (borcu olanlar) çıkıp gelseler, onun tasarruflarını iptal edebilirler.

Çünkü düşmandan satın alan kişinin mülkünde onların borcu bulunmak­tadır. Esir düşmeden önce efendisinin mülkünde olduğu gibi. Alacaklı kişilerin rızası olmadan efendisinin onu satması da geçersizdir.

2591- Bunlar satış işlemini iptal etmeden efendisi gelir ve satın alan ikinci müşteriden ücretini vererek yahut hibe alan kişiden kıymetini iptal etmek isterlerse, bunu yap­maya hakları olmaz.

Çünkü alacakları olduğundan ancak ikinci satışla ortaya çıkan mülkiyeti iptal edebilirlerdi. Halbuki efendisi alınca, ortaya çıkan yeni her mülkiyet ortadan kalkmıştır. Çünkü köle efendisinin eski mülkiyetine dönmüştür. Alacaklı kişilerin hakkı konusunda da esir düşmeden önceki haline dönmüştür. Efendisi adamların borçlarını ödemediği taktirde borçların tahsili için köle satılır.

2592- Esir olan köle emanet veya ödünç verilmiş iken esir düşmüş ve emanet bırakan yahut ödünç veren kişi ga­nimetin taksiminden önce bulmuşsa, delil gösterdikleri taktirde ikisi de onu alabilirler.

Çünkü onların elinde İken esir olmuştur. Ganimetin taksiminden Önce esir alma hakkı da elinde bulundurana aittir. Onun için esir düşmeden önceki gibi on­lara verilir.

2593- Ganimetin taksiminden sonra gelip kiymetini ve­rerek almak isterlerse yahut düşmandan satın  alan kişinin elinde bulurlarsa, onu alamazlar.

Çünkü fidye vererek alma hakkı ancak eskiden kendisine ait olan bir mülkü ihya eden kişinin olur. Emanet veya ödünç tutan kişilerin bundan önce böyle bir mülkiyetleri yoktur. Fidye vererek alırlarsa, bu ilk olarak verdikleri bedel karşılı­ğında onu temellük etmek olur. Elinde bulunduran kişi İse ivaz (bedel) Ödeyerek başkasına temlik etmeye mecbur değildir.

2594- İkisi de "Biz ilk efendisi için fidyeyi sadaka ola­rak veriyoruz" derlerse, geçersiz olur,

Çünkü almadan önce eski efendisinin onda mülkiyeti yoktur, ki mülkiye­tinin fidyesi olarak sadaka versinler. Yine eski efendisinin üzerinde bir (zimmet) borç yoktur ki onun yerine ödeyerek teberruda bulunsunlar.

2595- Ancak  eski efendisi  gelirse, fidyesini  vererek alabilir.

Çünkü almakla eski mülkünü ihya etmektedir.

2596- Esir düşmüş köleyi bir adam düşmandan satın alsa ve köle ganimet taksiminde bir adamın payına düşse, sonra ticaret yaparken kötü tasarruftan yahut birşeyi telef etmesinden dolayı köle borç altına girse, sonra eski efen­disi çıkıp gelse, fidyesini vererek alabilir.

Alacaklıların hakkından dolayı almaktan engellenmez. Aldığı taktirde borcu da ona tabi olur ve efendisi borcunu ödemediği taktirde borç için satılır.

Çünkü kölenin maliyetinde alacaklıların hakkı sabittir. Maliyeti nereye gi­derse onunla beraber gider. Tıpkı cinayet işlemiş ve borçlu bir kölenin cinayet karşılığı olarak verilmesi ve cinayet sahibi ödemediği taktirde borcu karşılığında satılması gibi.

2597- Kölenin borçlu efendisi ölse ve köle, varislerine miras olarak kalsa, borç için köle satılır. Yukarıdaki de böyledir.  Efendisi, borcundan   dolayı  fidyesini  vererek almak istemiyorsa, hakkı geçersiz olur ve köle kimin mül­künde bulunuyorsa, borcunu ödemediği taktirde borç için satılır.  Efendisi  alırken  borcu  olduğunu  bilmiyorsa  ve borcu  sonra  ortaya  çıkarsa, efendisi  istediği  gibi   dav­ranmakta serbesttir.

Çünkü borç bir kusurdur. Alındıktan sonra bu kişide ortaya çıkması müş­terinin yanında meydana gelen başka bir kusurun ortaya çıkması mesabesindedir. Bu kusurdan dolayı geri verme hakkı olur. Zaten eskiden olduğu gibi kendisine ait olmayacağı açığa çıkmıştır. Maliyetinin üzerinde bir hakkı yoktu, ama şimdi maliyetini alma hakkı olan biri ona sahiplenmiştir.

2598- Köleyi geri verir ve verdiği de alırsa, köleyi geri alan kişinin yanında köle borç için satılır. Efendisi tutarsa yine borç için satılır.

Çünkü kusuruna razı olmuştur. Aldığı zaman kusurunu bilmiş gibi olur.

2599- Alacaklılar borçlarını ispat ettikleri zaman ken­disinden alman kimse hazır değilse ve efendisi "Ben onu geri veriyorum" derse, bunun için yargıç ona iki veya üç gün mühlet verir, satan adam gelirse, ona geri verir, gel­mezse, alacaklılara satar.

Çünkü köle üzerindeki borçlan sabittir. Uzun süre erteleme de onlara zarar verir. Kısa süre için ise onlara fazla zarar olmaz. Aynı zamanda efendisi de gözetilmiş olur. Nitekim yargıç onlara, sizin için satacağım kişi varsa getirin derse, müşteri bulmak için yine bu kadarlik süreye ihtiyaç duyacaklardır.

2600- Efendisinin  mülkünde iken yargıç köleyi satmak isteyip efendisi satılması veya fidyesinin verilmesinden hangisi kendisi için daha yararlı olduğunu düşünmek için iki veya üç gün mühlet isterse, yargıç kabul eder.  Burda da aynıdır. Verilen mühlet sona erer ve satmış olan kişi gelmezse borç için satılır, ondan sonra kendisinden alınan adam gelirse, arık efendisinin onun üzerinde hakkı olmaz. Çünkü satılmışsa, zaten köle mülkiyetinden çıkmıştır. Kusurdan dolayı

dava etmesi de köle elinde bulunduğu süre için geçerlidir. Ama mülkiyetinden çıktıktan sonra bu hakkı kalmaz.

2601- Fidyesini vermişse artık kusur da ortadan kalk­mış olur ve kusur kalktıktan sonra artık kusurdan dolayı dava etme hakkı kalmaz. Kendisinden esir alınan kişi gel­meyip alacaklılar ondan borçlarını isterse ve elinde bulun­duran kişi onun borcunu öderse, daha sonra kendisinden esir alınan kişi gelirse, fidyesini vererek alabilir.

Çünkü borçtan kurtulmuş ve borçsuz olduğu eski durumuna dönmüştür.

2602- Kendisinden esir alınan kişi onu aldıktan sonra borcunu ödeyen kişinin ona bir şey geri vermesi sözko-nusu olmaz. Yukarıdakinin aksinedir.

Çünkü orada mülkünde ortaya çıkan bir borç fidyesini verip kurtarmıştır. Bu borç da hakkı olan maliyetidir. Onu kimseye geri vermez. Orada fidyesinin verilmesi mülkünden önce geliyordu. Alınması hak edilen maliyeti de eski efen­disinin mülkü idi. O maliyet ortaya çıkınca onu geri verebilir.

2603- Aynı şekilde borcu için satmayı tercih ettikten sonra kendisinden esir alınan kişi gelerek ikinci ücretle satın alsa birinci müşterinin ona birşey geri vermesi sÖz-

konusu olmaz. Ama borç kendisinden esir alınan kişinin

mülkünde ise, durum başka  olur.

Aradaki fark şudur: Borç kusur mesabesindedir. Mülkünde meydana gel­mişse, o kusurun zimmeti de ona düşer. Yani o kusuru telafi etmek onun borcu olur. Nitekim kendisinden esir alman kişi bu kusuru bilmiş olsaydı ona geri ve­rirdi. Birinci kusur kendisinden esir alınan kişinin mülkünde iken, bu itibarla kendisinden esir alınan kişiye nasıl birşey geri verir. Zaten kendisinden esir alı­nan kişi bu kusur sebebiyle köleyi ona geri veremez. Onun için bu kusur sebe­biyle ödediği tazminat karşılığı düşmandan satın alan kişi onu satabilir. Esir düşmeden önce köle borçlu ise, yargıç düşmandan satın alan kişinin mülkünde iken borç karşılığı satar ve parasını alır, ama parayı alacaklı kişilere ödemeden önce para kaybolursa, sonra kendisinden esir alman kişi gelip fidyesini vererek alırsa, alacaklı kişiler azat edilinceye kadar köleden birşey alamazlar. Çünkü be­lirttiğimiz gibi borç karşılığı olarak onlar için bir defa satıldı. Bu satışta yargıç onlar için   çalıştı. Onun elinde   paranın yok olması onların elinde    paranın yok

olması gibidir.

2604- Onun için köleyi azat edilinceye kadar artık bir­şey karşılığında satamazlar. Köleyi satma işi bozulan kişi burada kendisinden esir alınan köleyi satamaz.

Çünkü ücret alacaklı kişilere ulaşmayınca, kölenin üzerindeki borçların­dan bir şey düşmemiş oldu. Borcunu mülkü ile ödediği için cayma hakkı kölenin boynunda olur. Hüküm bakımından zaten borcunu Ödemesi zorunluydu. Burada birşey ödemiş olmayınca, kölenin alacak bir şeyi kalmaz.

Nitekim ikinci müşteriden parayı aldıktan sonra alacaklı kişiler kölenin borcu olmadığını söylerlerse, satış işi bozulan birinci müşteri parayı olduğu gibi alır. Malı yargıcın elinde yok oldu, ondan köleye artık birşey vermez yahut borcu olmadığı söylendikten sonra kölenin borcundan birşey ödemediğine göre ona birşey geri vermez, borçlulara ödenmeden önce alman ücretin yok olması da bu şekildedir, diye itiraz edilirse, birincisinin daha doğru olduğunu belirtelim.

2605- Birine kölesinin veya katırının Ömür boyu hiz­met etmesini vasiyet ettikten sonra sözkonusu adam ölse, köle ve katır varisine raci olur. Yine birine kölesinin ha­yatında hizmet etmesi veya hayatında atına binmesini va­siyet etse, vasiyeti, bıraktığı mirasın üçte biri kadar olur­sa yerine getirilir.   Düşman köleyi yahut atı zaptetse ve bunlar ganimet içinde alınsa ve kendisine hizmet için va­siyet edilen kişi gelip buna dair delil gösterse, kölenin sa­hibi hazır olmasa bile, davada o taraf olur.

Çünkü elinde iken esir alınmıştır. Ganimetin taksiminden önce onu alma hakkına sahiptir.

2606- Kölenin sahibi gelip vasiyeti    inkar etse, ona "Hasmına    karşı delilini getir, aksi halde sana bir şey yoktur" denir.

Çünkü vasiyetinin sabit oluşu itibariyle değil, kölenin elinde iken esir düşmüş olması itibariyle delilini gösteren kişinin lehine yargıç hüküm vermiştir. Onun için kölenin sahibi, hasmına karşı vasiyet konusunda delil getirmesi ge­rekir. Benzeri bir durum kiralama konusunda geçmişti.

2607- Gelen kişi kölenin sahibi  ise yargıç onun lehine hüküm verir.

Çünkü delil ile mülkü olan bir şeyin esir alındığını ispat etmiştir. Alma hakkını ispatında mülkiyetin etkisi elinde bulundurmanın etkisinden daha büyük­tür. Bununla beraber yargıç köleyi sahibinin eline vermez.

2608- Hizmet sahibinin gelip almasına kadar adaletli kişiye teslim eder.

Çünkü başkasının da üzerinde hakkı olduğunu ikrar etmiştir. Yukarıda geçen rehin meselesi gibidir.

İkisinden biri gelmeyip ganimetin arasında taksim edilirken yahut düşman­dan bir adam satın aldıktan sonra zimmetin sahibi gelip delilini gösterirse, fid­yesini vererek alabilir.

Çünkü almakla hak ettiği bir hakkı ihya etmektedir. Kendisine hizmet ede­ceği vasiyet edilen kişinin üzerinde kimsenin iptal edemiyeceği ayrılmaz bir hak­kı bulunmaktır. Halbuki ödünç alan kişi böyle değildir.

2609- Zimmetin sahibi onu aldıktan   sonra kölenin sa­hibi gelerek vasiyyeti inkâr ederse, inkar etmesine   iltifat edilmez.

Çünkü fidye vererek alma hakkının olduğuna hüküm vermenin zaruret­lerinden biri de vasiyyet hakkında hüküm vermektir. Hak edilmiş bir hak olmaksızın sadece elinde bulundurmak, alabilmesine hüküm vermek için yeterli değil­dir. Böylece anlıyoruz ki elinde bulunduran adam vasiyetin ispatı konusunda kö­lenin sahibine hasım (davacı taraf) olmuştur.

2610- Köle, esir düşmeden önce olduğu gibi şimdi de ölünceye kadar hizmet etmesi için vasiyet   edilen kişinin elinde olur. Ölürse, köle sahibine döner ve hizmet sa­hibinin varisleri hizmet için vasiyet edilen kişinin ödediği fidyeyi onun malından kendisine verirler. Kölenin sahibi fidye ile kurtarmadıkça, bunun için köle satılır.

Çünkü o fidyeyi vermek zorundadır. Ancak onunla hakkını ihya etme im­kanına kavuşurdu. Onun için verdiği fidye sadaka olmaz. Fidye vermedikçe de köle onun ne mülkü, ne de zimmetinin altında olurdu.

2611- Vasiyet geçersiz olup köle sahibine dönünce, verdiği sadaka olmayıp mülkünü kurtarmak için verdiği ortaya çıkar ve kölenin maliyetinden onu almayı hak eder.

Çünkü bu fidye ile kendisi için ihya olmuştur. Ölümünden sonra da varisi bu konuda onun yerine geçer ve hayatında herhangi bir sebeple vasiyet geçersiz olduğu taktirde değiştirme hakkı bulunduğu şeyi o da değiştirir.

2612- Hizmetin sahibi fidyesini vermeye kölenin sahibi ile  beraber  gelse, hizmetin  sahibi  fidyesini  verip  kur­tarmak isterse, buna daha layıktır.

Çünkü hakkı kölenin hakkından öncedir.

2613- Fidyesini  vermek   istemiyorsa,  kölenin   sahibi fidyesini verir. Artık hizmet sahibinin onun üzerinde bir hakkı kalmaz.

Çünkü fidyesini vermeyi red edince hakkındaki vasiyetini de iptal etmiş olur. Çünkü vasiyet edenin mülkü ile smırlı bulunuyordu. Bu mülkün iptal olmasına kendisi razı olmuştur. Hakkının mahalli iptal olduğu için vasiyeti de iptal olur. Hizmet sahibinin vasiyeti iptal olduktan sonra, kölenin sahibi köleyi al­maya daha layık olur.

2614- Hizmetin sahibi gelmeyip kölenin sahibi gelirse, fidyesini  vererek  köleyi  alabilir.  Aldığı  zaman  adaletli kişiye değil, kendisine verilir.

Çünkü hizmetin sahibinin hizmet için alma hakkı kalmamıştır. Ama ve­rilen fidyeyi ona ödese, hakkı devam eder. Halbuki bunu isteyip istemediği bi­linmemektedir. Onun için o anda bir hakkı kalmaz.

2615- Ama   ganimetin   taksiminden   önce   olan   böyle değildir.

Çünkü taksimden önce hizmette hakkı sabittir ve birşey ödemesi de ge­rekmez, aradaki fark bundan dolayıdır.

2616- Hizmetin  sahibi  hazır  olursa, tercihte  serbest bırakılır. İsterse kölenin sahibine verdiği fidyeyi öder ve ömrü boyunca  kölenin  kendisine hizmet etmesine daha layık olur. Sanki kendisi önce gelmiş ve fidyesini vermiş gibi olur.

Çünkü kölenin sahibi fidye ile mülkünü ihya etmektedir ve verdiği sadaka değildir.

2617- Hakkından daha öncelikli bir hak ortaya çıkarsa, onu hak sahibine verebilir.

Çünkü fidyeye razı olmadığı için başkası ondan yararlanamaz olmuştur. Hizmet için vasiyet edilen kişinin mülkünde vasiyet olursa, vasiyet eden kişinin mülküne avdet etmektedir.

2618- Kendisine hizmet için vasiyet edilen kişi bunu vererek köleyi aldıktan sonra kendisine vasiyet edilen kişi ölürse, köle, sahibinin olur, ancak o fidye için satılır. Tıpkı kendisine vasiyet edilen kişinin düşmandan satın alan kişiden kendisini fidye ile alması gibi.

2619- Fidye sebebiyle satılır ve parası fidyeyi karşıla­mazsa vegünün birinde köle azat edilirse, geçmiş fidyeden dolayı hiçbir borcu olmaz.

Çünkü köle, borcun zimmetinde olmasını gerektirecek birşey yapmamıştır ve azat edildikten sonra bundan dolayı bir boru olmaz. Sadece köle sahibinin bu fidyesi sebebiyle maliyet ihya olmuş olup üzerindeki borcu sadece maliyetin mik­tarı kadar olur. Bu da sahibinden kaçmış köleyi biri geri getirir ve belirlenen bir ücret karşılığında satılıp parası belirlenen ücreti karşılamaması durumunda azat ol­duktan sonra karşılanmıyan miktardan kölenin bir borcunun olmaması gibidir.

2620- Yargıç kendisine teklif ettikten sonra hizmetin sahibi kölenin sahibine fidyeyi vermeyi red ederse, ba­kılır. Red etmesi sebebiyle yargıç vasiyetini iptal etmeden önce fidyeyi vermek isterse, verebilir. Ama red ettiği an­da yargıç vasiyetini iptal ederse, fidyeyi ondan sonra ver­mek istese de, kölenin üzerinde bir hakkı kalmaz. Çünkü red etme, yargıcın hükmünü izlediği taktirde kesinleşir. İnkar eden kişinin yemin etmeyi red etmesi yahut eşlerden biri müslüman olduktan sonra diğerinin müslüman olmayı red etmesi gibi. En iyi Allah bilir.[55]

 

Esir Düşmüş  Kölenin Ücretle Satın Alınması

 

2621- Esir düşmüş köleyi bir müslüman düşmandan bir dirhem ve bin rıtıl (309 gr. ve 128 mg. olan bir ölçek) içki vererek satın aldıktan sonra efendisi onu almak is­terse, kölenin kiymeti bin veya daha az ise, ona " bin dir­hem vererek al, yoksa bırak1 denir.

Çünkü müşteri alırken verdiği ve şer'an kullanılabilen bin dirhem karşılı-almaktadır. Zira müslüman için içki kullanılabilen bir mal değildir.

2622- Kıymeti bin dirhemden fazla ise, efendisi bütün kıymetini vererek alır.

Çünkü akit müslüman için sahih değildi. Düşmandan sadece gönülleri rızası ile almıştır. Sanki köleyi ona hibe etmişlerdir.

Sonra içki vererek alırsa, dirhem olarak ödenen kiymetinden az bir miktarla alamaz. Dirhemlerle beraber içki de vererek almışsa, o zaman daha az kiymetle alamaması evleviyetle olur. Bin dirhem.ve bin rıtıl içki ile kölesini müslümanın azat etmesi ve kölenin bunu kabul ederek hür olması gibidir.

2623- Kıymeti bin veya daha az ise    efendisinin bin ödemesi lazımdır.

Çünkü azat olma ile birlikte bunu istiyerek yüklenmiştir.

2624- Kiymeti   binden   fazla   ise   tamamını   vermesi lazımdır.

Çünkü azat eden kişi sadece bine razı olmamıştır. İçki karşılğı azat edince zatının kıymetini ödemesi gerektiğine göre, binin yanında içkiyi de şart koşarsa bu evleviyetle olur.

2625- Bin yirmi ölü koyun veya yirmi kova kan kar­şılığı satın almışsa, efendisi, kiymeti az veya çok olsun, onu bin dirheme alır.

Çünkü kanın ve ölü hayvanın bine ilavesi anlamsızdır. Ama bine içkinin ilave edilmesi böyle değildir. Çünkü müslümanlar için kiymeti geçersiz ise de başkaları için kullanılabilen bir maldır. Hatta Zimmînin içkisini döken bir kişi ona tazminat öder. Ama kan ve Ölü hayvan böyle değildir. Müslüman olmayanların yanında da kıymeti yoktur. Nitekim müslümanın içki vererek satın aldığı şeyi kabzedince mülkü olur ve azat etmesi de geçerli olur. Ama kan ve ölü hayvan karşılığı aldığı böyle değildir.

2626- Bîr miislüman kölesini kan veya ölü hayvan kar­şılığı azat etse, köle ücretsiz olarak azat olur.

Ama içki karşılığında azat ederse, böyle olmaz.

2627- Bir müslümanın elinde olan kölenin kendisine ait olduğuna dair başka bir miislüman delil getirip mülkü al­tında dünyaya geldiğini iddia etse, elinde bulunduran nıüslüman da onu ganimetten veya ganimet olarak payına düşmüş kişiden satın aldığına dair delil getirse, kölesi ol­duğunu iddia eden kişiye karşılıksız verilmesine hükmedılır.

Çünkü kölenin mülkü olduğunu delil ile ispatlamıştır. Elinde bulunduran kişi ise mülkiyetini ispatlamamıştır. Sadece ganimetten veya payına düşen kişi­den satın aldığını İspatlamıştır. Bu da mülkü olmasını gerektirmez, ama düşmanı kendisinden esir alıp ihraz ettiği ortaya çıkarsa o zaman mülkü olur. Çünkü onu esir alıp ihraz etmeden müslümanlar onlardan ganimet olarak almış olabilirler. Yahut köle kaçıp düşmana gitmiş ve müslümanlar onu ganimet olarak almış ola­bilirler.

2628- Elinde olan kişi (zilyed)'in mülkü olduğunu is­patlayan delil diğer kişinin deliline aykırı değilse, mülkü olduğunu ispatlamadığı taktirde ona aykırılığı evleviyetle olmaz. Elinde olan kişi düşmanın bu köleyi alıp ihraz et­tiğine sonra ganmiet olup payına düşen kişiden satın aldı­ğına dair delil getirse, yargıç elinde bulunduran kişinin lehine karar verir.

Çünkü elinde olan kişinin delili iddia sahibinin mülkünün elinden çıktığını ispat etmektedir. O da buna muhtaçtır ve ihtiyacından dolayı mutlaka kabul edilmesi gerekir. İki delil de hüccet olduğuna göre iki durum arasında bir çelişki de yoktur. İki deli! ile amel etmek mümkün olursa ikisi ile de amel etmek vacip olur.

2629- Delil ile sabit olan, iki hasmın ittifakıyla sabit olan gibidir. İddia eden kişiye "İstersen parasını vererek al, istersen bırak" denir.

Çünkü düşman onu mülk edinmiştir. Öyleki İslama girseler veya zimmet ehli olsalar yahut onlardan kimileri darulîslama eman ile girse ve köle esiri ya­nında getirse, İddia sahibinin köle üzerinde bir hakkı olmaz. Ama düşman onu ihraz etmeden önce, durum böyle değildir.

2630- Darulîslama eman ile giren kişi onu başka bir nıüslümana satacak olsa, eski efendisinin onun üzerinde yine hakkı olmaz.

Çünkü müşteri bu kodunda satanın yerine kaim olmuştur. Efendisinin almasına İmkan olmayan bir yolla damlİslamda olunca, mülkiyeti başkasına da intikal etse, onu alma hakkına sahip olmaz.

2631- Müşteriden para ile satın alıp azat ederse yahut sözleşmeli yaparsa yahut birine satarsa yahut ölümü ile hür (müdebber) olacağını söylerse, sonra mülkiyeti hak­kında şahitlik yapan şahitlerin bu işe ehil olmadığı anla­şılsa, bütün bu işlerden dolayı aldığı para geçersiz olup köle de elinde  olduğu kişiye geri verilir.

Çünkü delilsiz hüküm verdiği ortaya çıkınca, mülkü olduğuna dair yargıcın verdiği hüküm de geçersiz olur. Onun için adam mülkü olmayan bir şeyde ta­sarruf etmiş olur.

Yargıç onu para ile temlik etmesine mecbur etmiştir, kararın geçersiz ol­duğunu farzetse bile bu devletin birini köleyi başka birinden satın alıp teslim almasına mecbur etmesinden daha aşağı olmaz, böyle bir durumda müşteri kab-zetmekle köleye malik olur ve azat etme, ölümle hür olmasını söyleme gibi ta­sarrufları geçerli oluyorsa, burada da geçerli olması lazım gelmez mi? diye itiraz edilirse, şöyle deriz:

Orada yeni meydana gelen bir satışa mecbur etmiştir. Bu da mülkiyeti ge­rektiren bir sebeptir. Fasit bir akit meydana gelmiştir. Razı olma şartı bulunmadığı için caiz olma şartı da mevcut olmadığından akit fasit olmuştur. Onun için ondan alan kişi kabzetmekle ona malik olur. Ama burada ilk olarak temellük etme se­bebini gerçekleştirmeye onu mecbur etmemiştir. Sadece eski mülkiyetine iade etmiştir. Halbuki bundan önce onda mülkiyetinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Sebep olmadan mülk ilk olarak sabit olmaz. Onun için azat etmesi geçersiz olur. Nitekim ganimetin taksiminden önce gelip kölesi olduğuna dair delil ge­tirse ve ücretsiz alıp azat etse, daha sonra şahitlerin köle olduğu anlaşılsa, köleyi tekrar ganimete verir ve bu sebepten azat etmesi geçersiz olur. Aynı şekilde ga­nimetin taksiminden sonra kıymeti ile satın alsa yahut müşterinin elinden parasıyla alsa durum aynıdır. Çünkü verilen şey mülkü için fidyedir, yoksa kendisi için is­patlayacağı bir mülkün ivazı (bedeli) değildir. Halbuki müşterinin ikrah yapılan kişiye vereceği böyle değildir.

2632- Kölenin yerinde bir cariye olup kendisi lehine karar verilen kişi onu hamile bıraksa, cariyenin kendisi ve mehri ganimete verileceği gibi, çocuğu da köle olarak ga­nimete geri verilir.

Çünkü mülkü olmayan biriyle yattığı ortaya çıkmıştır. Ancak yargılama şeklinden (şüphesinden) dolayı zina cezası ondan düşer. Ama mehir vermesi ge­rekir. Çocuk da aslının mülk olmasıyla mülk olur. Yani çocuk da annesine tabi olur.

2633- Kıyasa göre çocuğun nesebi sabit olmaz.

Çünkü   çocuğun   nesebinin sübutu , mahalde hükümle İlgili bir şüphenin varlığın, gerektirir. Bu ise mevcut olmamışıtr.

2634- İstihsana göre o adamdan nesebi sabittir.

Çünkü yargıcın kararıyle onun mülkü olarak onunla yatmıştır. Nesep ma­hallinde bu kadarının bulunması nesebin subutuna yeterlidir. Zira nesep en ufak bir şüphe ile sabit olur. Niçin aklanmışın çocuğu gibi çocuk kiymetle hür kabul edilmemektedir? diye sorulursa, şöyle deriz: Çünkü aldanma, mahalde hükmen veya hakikaten kendisine sabit olan bir mülkün sebebine istila terettüp ettiği za­man meydana gelir. Burada ise böyle bir şey mevcut olmamıştır. Çünkü yargıç ona ilk olarak temlik etmemiştir. Sadece eski mülkiyetine iade etmiştir. Daha önce onun mülkü olmadığı da ortaya çıkmıştır. Çocuğun azat edilmesi de ondan ne­sebin subutunun zaruretlerinden değİldir.Tipkı başkasının cariyesi ile kesin olmayan hukukî bir gerekçe var iken yatması ve ondan çocuk dünyaya getirmesi gibi.

Ancak bir adamın üzerinde delil ile bir borç ispat edip yargıç borçluyu ca­riyesini satmaya mecbur etmesi, o da sattıktan sonra müşterinin onu azat etmesi veya ölüm halinde hür olacağını söylemesi veya hamile bırakması yahut satması, sonra borç konusunda şahitlik yapan kişilerin köle olduğunun anlaşılması du­rumunda yargıç müşterinin bozulabilecek tasarruflarını iptal eder, bozulamıyacak olan tasarruflarını iptal etmez. Çünkü orada yeni başlayan bir temlike zorlamıştır. Bu da satış için geçersiz olan ikrah mesabesinde olur. Burada ise alan kişiden İlk olarak temlik için elinde olan kişi mecbur edilmemiştir.

Şöyle açıklayalım; Orada, müşteri daha sonra tasarruf ettiği taktirde yar­gıcın onu satmaya mecbur etmesi malikin bizzat aynı tasarrufa mecbur edilmesi mesabesindedir. Bozulma ihtimali olmayan tasarrufları, reddedilmeyecek tarzda ikrah edilen kişi yapsa bu geçerli olur. Ama bozulma ihtimali olan işlemler böyle değildir. O satışta yargıcın kendisi veli veya emin kişi olarak görev yapmışsa ve mesele de aynı ise, burada müşterinin bütün tasarruflarını nakzeder. Çünkü satışın mevkuf sahibinin onayına bağlı olduğu açığa çıkmıştır. Mevkuf satış ise mülkiyeti, gerektirmez. Malikin izninden önce onda müşterinin tasarrufları geçerli olmaz.

Birincisinde ise satış fasitti. Çünkü malik bunu yapmış, ama ona razı olmamıştır. Satışın sahih olması için razı olmak şarttır. Rıza bulunmadığı zaman satış fasit olur. Müşteri cariyeyi hamile bırakıp çocuk doğurmuşsa mehrini ve çocuğun kıymetini öder. Çocuk da hür olur. Çünkü yargıcın kendisi satmıştır. Şekil olarak satışı da şahitlerin şahitliğinin geçersizliği açığa çıkmadıkça, geçerli olmuştur. Burada müşteri aldanan kişi hükmündedir. Aldanan kişinin çocuğu da kıymet karşılığında hür olur. Halbuki kendisinden esir alınmış kişinin durumu bundan farklıdır. Kendisinden esir alman kişinin durumu, ancak, bir adamın e-linde olan bir cariyeyi kendisinin ona hibe ettiğini ve şimdi hibeden vazgeçtiğini İddia ettiği, yargıcın da ona ait olduğuna hükmettiği, ondan sonra azat ettiği veya hamile bıraktığı, sonra şahitlerin köle olduklarının açığa çıktığı ve cariyenin daha sonra mehri ve çocuğu ile beraber kendisinden alınan kişiye iade edildiği istih-san yolu ile çocuğun nesebinin iddia eden kişiden sabit olduğu duruma benzer.

Zira yargıç hibeden caymaya hüküm verdiği zaman onu eski mülküne iade etmiş olup yeni bir temlik yapmamıştır. Bu ile kendisinden esir alınmış kişi aynı durumda olur.

2635- Elinde olan kişi esir düşmüş esiri ganimetten ve­ya payına düşen kişiden satın almış, sonra bir adam gelip başlangıçta esirin kendisine ait olduğuna dair delil göster­miş, aralarında anlaşarak ve yargıç hüküm vermeden önce elinde olan kişi (zilyed) esiri satın aldığı ücretle ona ver­miş ve azat etmiş olduğu kölesi olduğunu ikrar etmemiş olsa, yahut cariye olup  ondan çocuğu dünyaya gelmiş, sonra bir adam kendi kölesi olduğuna dair delil göstermiş ve  birincinin   delili  kabul   edilmediği  halde  onun  delili kabul edilmiş olsa, yargıç, iddia eden kişinin bütün   yap­tıklarını bozar ve elindeki    kişiye onu geri verir. Delili kabul edilen kişinin de birincinin aldığı ücretle çocuğu ile beraber almasına karar verir.

Çünkü elinde olan ile iddia sahibi ilk kişi arasında meydana gelen şey, ilk olarak yapılan bir temlik değil, sadece eski mülkü için verilen bir fidye şek­lindedir.

2636- Eski mülkünü ispat edemezse, iptal olmuş olur. Mülk sdelil olmadan da sabit olmaz. Mahalde mülkiyet bu­lunmadığı için tasarruflarından herhangi biri geçerli ol­maz. Ancak mehri öder ve o da elinde olan (zilyed)e kalır.

2637- Davacının  delil  kabul  edilmeden   önce  çocuğu öldürmüşse ve mesele aynı ise, hem mehir, hem de çocu­ğun kiymeti elinde olan (zilyed)e kalır.

Çünkü kıymet, mehir gibi dinar ve dirhemdir. Bu ikisi itibariyle eski ma­likten alınacak ücretten hiçbir şey düşmez. Çünkü ödemesi gereken şey fidyedir. Fidye de mülkün aslı için olur. Cariyeyi alınca o mülkün asimi almış olur.

2638- Ama bir  evde şufa hakkını iddia edip  iddiası üzerine onu elinde bulunduran kişi   (zilyed) ona teslim e-der, daha sonra o evde   şufa hakkının bulunmadığı orta­ya çıkarsa, durum farklı olur.

Çünkü şufa ile almak ilk olarak satın almak gibidir. Aralarında karşılıklı rıza ile almak ilk olarak yapılan temliktir. Ama esiri para ile alması ilk olarak tem­lik olmaz. Sadece verilen fidye karşılığında eski mülküne iade etmek olur.

2639- Elinde olan kişi cariyenin ona ait olduğuna dair iddiasını tasdik etse ve mesele aynı ise, delili kabul edilse bile, yargıç ikinci adam için bir hüküm vermez ve alan kişinin cariye konusunda bütün yaptıkları geçerli olur.

Çünkü elinde olan kişi onun mülkü olduğunu ikrar edince, azat etme ve ele geçirme bakımından onun hakkında yaptığı tasarruflarının da geçerli olduğunu ikrar etmiş demektir.

2640- Bu işi kendisi yaparsa, onun mülkü olduğunu delil ile ispat eden kişinin  artık  cariye üzerinde hiçbir hakkı olmaz. Elinde olan kişinin cariye hakkında bunun geçerli olduğunu ikrar etmesi halinde de durum aynı olur. Çünkü bu ikrar ile cariye hakkında bu tasarruflarda bu­lunmasına  imkan  vermiştir.  Tasarrufuna  imkan  verilen kişinin yaptığı, bu imkanı veren kişinin yaptığı gibidir. Yukarıda geçen ise böyle değildir. Orada herhangi bir iş için imkan verme­miştir. Sadece esir düşmeden önce mülkü olduğu iddiasına bakarak davacı olma­yı bırakmış ve cariyeyi ona teslim etmiştir. Bunun geçersiz olmadığı da ortaya çıkmıştır.

2641- Burada lehine ikrar edilen kişi cariyeyi satmış veya rehin bırakmış olmasıyla, esir düşmeden önce mülkü olduğuna dair delil gösteren kişinin hakkını iptal etmez.

Çünkü elinde olan (zilyed) bu tasarrufu kendisi yapsaydı, kendisinden esir alınmış kişinin hakkını İptal etmezdi.

2642- Onun hakkında bu tasarrufun geçerli olduğunu ikrar etmeside bu şekildedir. Yalnız azat etme ve hamile bırakma böyle değildir. Sadece burada yargıç kendisi le­hine ikrar edilen kişinin tasarrufunu iptal eder ve davacı kişinin ilk ücretle ondan alması için elinde olan (zilyed)e eeri verir. Ama elinde olan kişi kendisi ondan satın al-mışsa, durm farklı olur.

Çünkü bu taktirde satış ona malik olan kişi tarafından yapılmış olur.

2643- Kendisinden esir alınmış kişi herhangi bir ta­sarrufu geçersiz kılmadan kiymet veya para ile alma hak­kına sahiptir. Burada ise, cariyeye hakikaten malik olma­yan kişi tarafından satış yapılmıştır.

Çünkü elinde olan kişi (zilyed)'in ilk davacının ona malik olduğunu ikrar etmesi, kendisine yaptığı ilk temliki değildir. Ancak bundan sonra bir tasarrufu meydana gelmişse, onu geçersiz saymak mümkün değildir. Azat ile ilk efendinin alma hakkının iptal olması gibi. Ama geçersiz sayılması mümkün olan bir tasarruf meydana gelip ilk efendisinin hakkını iptal etmiyorsa, bu tasarrufu geçersiz sayar ve ilk efendisine geri verir. Efendisi de ondan para ile alır. Çünkü alanın hakkı malik olmayandan değil, malik olandan fidye ile sabit olur.

2644- Alan kişi cariyeyi azat etmiş veya gebe bırakmış, ondan sonra onun mülkü olmadığı ve haksız bir şeyi id­dia etmiş olduğu konusunda birbirlerini tasdik etmişlerse, bakılır. Elinde olan kişi onun tasdiki olmadan kendisine vermişse, alan kişinin onun üzerindeki tasarruflarını yar­gıç iptal eder. Geçersiz sayılabilen ve sayılamıyan ta­sarrufları burada aynıdır.

Çünkü hak onlarındır. Maliki olmadığı hususunda da birbirlerini tasdik etmişlerdir. Birbirlerini tasdik etmeleriyle bütün tasurruflan geçersiz olur. Ancak cariye ile yatan kişiden istihsan yolu ile çocuğun nesebi sabit olur. Sabit olduktan sonra nesep iptal olmaz. Çünkü nesep çocuğun hakkı olup onun hakkında bir­birlerini tasdik etmelerine itibar edilmez.

2645- Başkasından satın almış ve ilk müşteri ile ikinci müşteri bu konuda birbirlerini tasdik etmiş, ikinci müşteri yahut azat edildikten veya hamile bıraktıktan sonra cariye yalan söylemişse, burada alan kişinin hiçbir tasarrufunu geçersiz saymaz.

Çünkü birbirlerini tasdik etmeleri, ikinci müşterinin hakkını iptal konu­sunda hüccet olmadığı gibi, cariyenin azat olması ve doğum yapması hakkını da iptal etmede hüccet değildir. Sadece alan kişi haksız olarak onu aldığını itiraf et­miş olur, tasarrufu ile de onu istihlak etmiş olduğundan kıymetini tazminat olarak öder. İtirafı kendi aleyhinde hüccet olup verdiği para kadar ceza ödemesi gerekir.

2646- Cariye ile yattığı için mehir   Ödemesi gerekmez, cariyenin çocuğu da kiymet karşılığı olmadan hür olur.

Çünkü teslim aldığı andan itibaren ganimeti tazmin etmek onun borcu olmuştur. Onda mülkünün meydana gelmesinin sebebi de budur. Böylece an­laşılıyor ki kendi mülkü olarak onu hamile bırakmıştır.

2647- Kendisine verdiği zaman elinde olan kişi (zil-

yed) onu tasdik etmiş sonra iddia edene ait olmadığı ko­nusunda birbirlerini tasdik etmişlerse, alan kişinin azat etmesi, hamile bırakması ve geçerli bulunan bütün ta­sarrufları geçerli olur.

Çünkü başta o tasarrufun hakkında geçerli olduğunda birbirlerini tasdik etmişlerdir. İptal olmaya elverişli olmayan bu tasarrufun geçerli olmasından sonra birbirlerini tasdik etmeleri de geçersiz olmaz. Ancak davacı olan kişi cariyenin kıymetini tazminat olarak öder. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi onu haksız olarak aldığım İtiraf etmiştir. Cariye yanında alıkonulmuş olup ikisini de ya­lanladığı taktirde, yukarıda geçtiği gibi kıymetini tazminat olarak verir.

2648- Alan kişi satmış veya sözleşmeli (mükâteb) yap­mışsa, sonra hepsi birbirlerini tasdik etmişlerse, hepsinin söylediği   geçersiz olur ve cariye daha önce kimin elinde olmuşsa ona geri verilir.

Çünkü bu tasarruf iptal olmaya elverişlidir. Bu tasarrufta bulunan kişinin de ona malik olmadığında birbirlerini tasdik etmişlerdir. Bu da sözkonusu ta­sarrufun geçersiz olduğuna dair ittifak etmeleri demektir.   Hak da onların olup başkasına geçmez

2649- Köle olup onunla sözleşme yapmış ve sözleş­menin bir kısmının bedelini köle ödemiş olduktan sonra birbirlerini tasdik etmişlerse, onu düşmandan satın alan kişi köleyi ve sözleşme yapan kişinin köleden aldıklarını geri alır.

Çünkü bu da kölesinin kazancıdır. Bu konuda birbirlerini tastık edip onu almaya kendisinin daha layık olması gibidir.

Köle öngörülen bütün bedeli ödedikten sonra birbirlerini tasdik edecek olurlarsa, geçerli olan azat olma bozulmaz. Çünkü meydana geldikten sonra geçersİz olmaya elverişli değildir. Ancak kendisi hakkında ikrarda bulunduğu için sözleşmeyi yapan efendisi sözleşme bedelinin ödendiği günkü miktarı geri öder. Çünkü köleyi düşmandan alan kişinin mülkünü tüketmiş (istihlak etmiş) olur. Bu durum sözleşme bedelinin ödendiği zaman meydana gelmiştir. Onun için artmış olma durumunda kıymeti, bedelin ödendiği günkü miktarla öder. Sözleşme bedeli de azat olan kölenin değil, kendisinden alman kişinin olur. Çünkü kölesinin ka­zancı olduğu ve tazminat vererek ona mal olmasından önce onu kazandığını ken­disi ikrar etmiştir.

Çünkü sözleşme bedelinin ödendiği günkü kadar kiymeti ödeyecek olması o vakitten itibaren ona malik olması sebebiyledir. Kölenin kazancı ise ondan önce olmuştur ve onu kendisinden alınan kişiye geri verir.

2651- Sözleşme bedeli ödenmeden önce kıymet azal­mış ve ondan teslim aldığı gün kiymetini ondan tazminat olarak almak istemişse, alabilir.

Çünkü sözleşmeyi yapan efendisi hakkı olmadığı halde köleyi kendine aldığını ikrar etmiştir. İddiasına göre onu gaspetmiş gibi olur.

2652-  Ondan sonra sözleşme, burada sözleşme yapan kölenin olur.

Çünkü burada kabzettiği andan itibarentazminat ile ona malik olmuştur, Kazanma ondan sonra meydana gelmiştir ve ona ait olur. Çünkü kazancı, aslın tazminat olarak ödenmesiyle o da mülk olur. Zira ona tabidir.

2653- Sözleşme yapmadan Köle mal kazandıktan son-ras özleşme yapmadan ölürse, sonra söylediğimiz konuda birbirlerini tasdik etmişlerse, kendisinden alınan kişi alan kişiden kabzettiği günkü kiymet üzerinden tazminat ala­bilir. Kölenin kazandığı   da yanında öldüğü kişinin olur. Ölmeden Önce burada kiymeti artmışsa ve kiymeti artmış olarak ondan almak isterse, alamaz.

Çünkü adamın elinde gaspedilmiş mesabesindedir. Gaspeden kişi gas-pettiği kişinin ölmesi halinde kabzettiği andan itibaren tazminatı Öder. Çünkü öl­mesinde bir rolü yoktur. Yukarıda geçen ise böyle değildir. Çünkü orada sözleş­me bedeiini almakla kişi onu istihlak etmiş (tüketmiş) olur. İstihlak ettiği için kiy­metini ondan tazminat olarak alabilir. Çünkü gasptan sonra İstihlak gerçekleşinektedir. Her ikiside kiymeti tazminat olarak ödemenin sebebidir. İki sebepten hangisi ile isterse ondan tazminat alabilir.

2654- Bu da para etmiyen içki, ölü hayvan gibi birşey karşılğında bir adamdan bir köle satın alarak teslim aldık­tan sonra kölenin ölmesi mesabesindedir.

Kan ve ölü hayvan karşılığında satın alman bir şey kabzedildiği andan iti­baren , mülk olmuyorsa da tazminatı ödenir, şeklinde bir rivayet vardır. Halbuki Mebsut'ta belirtilen bunun aksidir. Orada akdin asla gerçekleşmediğini söylemek­tedir. Kabzetme de malın teslimiyîe olur.

Bu ise kabzeden kişinin tazminat ödemesini gerektirmez. Ama içki karşı­lığında satın alan böyle değildir. Doğrusu, burada belirtilendir. Çünkü kendi malı olarak onu kabzetmektedir. Sahibinin izni ile meydana gelmiş olsa bile, böyle bir kabzetme, kiymetini tazminat olarak çıkarıp değerini tayin etmesinden sonra yapılan kabzetmeden aşağı değildir. Kabzeden kişinin mülkü olmasa da orada kabzedilen şeyin kiymeti tazminat olarak ödenir.

2655- Ölmesi halinde kölenin azat olacağını söylemiş ve bundan sonra köle mal kazanmış, daha sonra taraflar birbirlerini tasdik etmişlerse, azat etme gibi ölüm halinde azat olma sözü de iptal olmaya elverişli olmayan bir ta­sarruftur. Sonra kendisinden alman kişi ölmesi halinde azat olacağını söyleyen kişiden bunu söylediği veya kab­zettiği günkü kıymetin fazlasını tazminat olarak alır. Çünkü ölümle azat olacağını söyleyerek onu istihlak etmiş sayılır. Kölenin azat olacağı bir tasarmfta bulunmuştur. Böylece köleyi kendisi ölünceye kadar yanında alıkoymuş olmaktadır. Beliıltiğimiz gibi istihlak etme, kabzetttkten sora tazminat Ödemeyi gerektirir. İki sebepten hangisiyle ondan tazminat almak isterse, alabilir.

2656- Kölenin kazancı tazminat ödeyen kişinin olur.

Çünkü efendisinin ölümü ile hür olacağı söyledikten sonra meydana gel­miştir. Tazminat ödeyerek kabzettiği veya ölümle hür olacağını söylediği andan itibaren ona malik olmuştur.

2657- Cariye olup hamile kalmışsa, cevap ölüm halin­de hür olacağı söylenen cariye ile    ilgili cevap gibidir. Kendisine ait olduğunu tasdik etmeksizin ilk olarak onu vermiş, o da ölüm halinde hür olacağını söylemiş yahut hamile bırakmış yahut sözleşme yapmışsa, ondan sonra cariye sözleşme bedelini ödeyip mal da kazanmışsa, daha sonra alan da veren de başta kendisine ait   olmadığı ko­nusunda birbirlerini tasdik ettikleri halde cariye ikisini de yalanlanıişsa, onların birbirlerini tasdik etmeleri, cariye­nin sabit olmuş bulunan azat olma hakkı   konusunda mu­teber  olmaycağını  belirtmiştik.  Tazminat  ödeme hükmü ikisi arasında kalır. Veren kişi alan kişiden iki kiymetten daha çok olanı tazminat olarak alabilir.

Çünkü efendisinin ölümü halinde hür olacağını söyleyerek yahut hamile bırakarak onu yanında alı koymuş ve istihlak etmiş bulunmaktadır.

2658- Ondan sonra cariye ne kazanırsa, tazminat veren kişiye ait olur.

Çünkü tazminat vermesi kesinleştiği andan itibaren onun karşılığı olarak ona malik olmuştur. Ondan sonra cariyenin yapacağı kazanç da adamın olur. Veren kişinin cariyesi olduğu ve kazancının o adama ait bulunduğunu ikrar ettiği halde kazancı nasıl onun olur? diye sorulursa, şöyle deriz:

Evet ama yargıç onun bu ikrarını yalanlamıştır. Çünkü kıymetini Ödeme­sine karar vermiştir. İkrar eden kişinin ikrarı yalan çıkınca, İkrarının hükmü de iptal olur. Nitekim kendisi lehine ikrar edilen kişi ikrar eden kişiyi yalanlıyacak olursa onun ikrarı iptal olur. Yargıcın onu yalanlamasında ise evleviyetle iptal olur. Ancak sözleşme meselesinde bununla önceki arasında fark bulunmaktadır. Orada, sözleşmeyi yapan kişi ikisini tasdik ettiği halde azat ettikten sonra Ödemeye imkanı olmazsa, kabzettiği sözleşme bedelini geri vereceğini be­lirtmiştik. Ama burada İkisini yalanladığı halde sözleşmeyi red etmesi mümkün olmazsa, kıymeti tazminat olarak ödemek yanında sözleşmeyi red etmesi de ge­rekmez. Çünkü azat edilmesi geçerli olmasaydı, tasdiki bulunduğu için o ka­zançta kendisinden alınan kişinin hakkı sabit olurdu. Böylece anlıyoruz ki geri vermenin mümkün olmaması, o konuda yargıcın kendisini yalanlaması sebebiyle değil, iptal olmaya elverişli olmayan bir tasarruf bulunduğu içindir. Onun için hüküm, iptal olmaya elverişli olmayan tasarrufun bulunduğu mahal ile sınırlı olur. Bu da kabzedilen sözleşmede mevcut değildir. Burada ise sözleşmeden sonra kölenin kazandığı şeylerde onun hakkı sabit değildir. Çünkü sözleşmeli köle bu

konuda ikisini yalanlamaktadır.

2659- Birbirlerini tasdik etme, bedelin ödenmesinden önce olmuşsa, artık efendisinin sözleşmeli köle ve onun kazanacağı üzerinde bir hakkı olmaz. Onun için burada sözleşmeyi ona geri çevirmesi gerekmez. Sonra bu ikra ile kiymetin artmış olması halinde bedelin ödendiği günkü miktarla değil, sözleşmenin yapıldığı günkü miktarla kıy­meti ondan tazminat olarak alacağı ortaya çıkmıştır. Zira sözleşmenin yapılmasıyla köleyi alıkoyma gerçekleşmiş olup bedelin ödenmesiyle bunun tekerrür etmesi mümkün değildir.

Burada bedel ödendiği halde köleyi alıkoyma meydan gelmektedir. Bu bakımdan tazminat olarak ona verir.

2660- Bu açığa çıkınca birinci fark da onunla    açığa çıkmış olmaktadır. O da kıymeti tazminat olarak ödemesi kesinleştiği andan itibaren tazminat ile ona malik olma­sıdır. Burada ise kıymeti tazminat olarak ödemesi ancak sözleşmeden   sonra   kesinleşmektedir.   Ondan   sonra   sö­zleşme bedeli olarak verilen şeyler yeni bir kazançtır.

Nitekim ticaret yapmasına izin verilen borçlu köle ile efendisi bir sözleşme yapsa ve köle borcunu ödeyip azat olsa, borçlular, azat olduğu günkü kiymeti kadar ona tazminat Öderler. Çünkü borçlan karşılığında kölenin maliyetine sa­hiptirler. Sözleşmenin bedelini aldığı için istihlakedilmiş olmuştur. Bunu kabul ederse,tazminat Ödeyecek kişiler onu tekrar köle yapar ve alacakları için satarlar.

2661-  Kıymeti borçlarını karşılamazsa, sözleşme para­sını alabilir.

Kölenin maliyetinde hakları devam ettiği için bu kazançta da haklan sa­bittir.

2662- Bin (dirhem) kiymetinde bir köleyi gaspettikten sonra köle elinde iken ikibin dirhem ediyorsa, sonra gas-peden kişi başkasının olduğunu bilmeden onunla sözleşme yapsa, sonra kiymeti üçbin dirheme çıkarsa, sonra köle borcunu ödeyip azat olursa, sonra gaspeden ve kendisin­den gaspedilen kişiler aralarında olup biten hakkında bir­birlerini tasdik ederse, ama köle ikisini de yalanlarsa, yargıç gaspeden kişiden kölenin kiymetini, ödeyip azat olduğu günkü miktar kadar değil, sözleşmeyi yaptığı günkü miktar ile tazminat olarak alır.

Çünkü bizzat sözleşme ile alıkoyma ve istihlak meydana gelmiş olmaktadır. Nitekim sözleşme bedelini ödemeseydi, sözleşmeli köle hakkında birbirlerini tas­dik etmeleri etkili olmazdı. Kendisinden gaspedilen kişinin de onun üzerinde bir hakkı olmazdı. Kendisiyle sözleşme yaptığı günkü kiymetini tazminat olarak ödeyeceği sabit olunca, o vakitten itibaren ona malik olduğu da sabit olur. Böylece sözleşme, gaspeden kişi hakkında geçerli olur. Yani onun olur. Çünkü tazminat ödemesi kararlaştınldiktan sonra meydan gelen kazançtan almıştır. Bu yukarıdakinin de izahıdır.

Başarı Allahtandır.[56]

 

Savaş Alanında İhraz Edilse Bile Fey1 Olmayan Şeyler

 

2663- Bir müslüman başka müslümandan bir köle gas-petmiş, daha sonra irtidat etmiş ve darulharpte köleyi de ihraz etmiş, sonra müslümanlar mürtedde galip gelmiş ve öldürmüşlerse, yanında olan şeyleri ganimetin taksimin­den  Önce  ve  sonra  karşılıksız  olarak  kendisinden  gas-bedilen kimseye geri verirler.

Çünkü alan kişi onun tazminatını verir ve ihraz etmesi onun için tazminat ödemekten kurtarmaz. Tazminatından kurtulamadığına göre onu ihraz etmiş de olmaz. Bu ifadenin iki yönü bulunmaktadır.

a- Gaspedilen şeyin tazminatı, gaspeden kişiye bırakılması halinde onun mülkü olmasını gerektirir. Mülkiyet sebebiyle ona ait sayılan bir şeyi de istila etmiş olmadığı gibi galebe yolu ile başkasından temellük etmiş de sayılmaz.

b- Gaspettiği için gaspedilen şeyin kendisini geri vermesi gerekir. Bu mümkün olmadığı zaman kıymetini tazminat olarak Öder.

2664- İrtidat etmek ve darulharbe iltihak etmekle, geri vermesi  gereken  şeyin tazminatını  vermekten  yahut bu mümkün olmadığı zaman onun yerine geçecek kıymetini ödemekten kurtarmaz.

Çünkü bu onun zimmetinde vaciptir. Darulharpte ihraz da kişinin zim­metinde olan şeyde tahakkuk etmez.

2665- Efendisi ganimetin taksiminden sonra karşılıksız olarak aldığı taktirde taksim sırasında payına düşen kişiye bedeli beytulmaldan ödenir, çünkü onun payı olmuştur. Gaspedilmeden önce irtidat etmiş olsa ve mesele aynı ise, yine bu şekilde uygulama yapılır. Çünkü darulİslamda bulunduğu müddetçe müslüman kişi gibi İslamm hükmü ile muhataptır. Gaspedildiği için tazminatını da ödemesi gerekir.

2666- Gaspedilen    kadın olup irtidat etmişse, bu hü­kümde erkek gibidir. Zimmî de gaspedilmeden önce veya sonra zimmîlik ahdini bozarsa, bu hükümde müslüman gi­bidir.

Çünkü tazminatı üstlenmiştir. Bunun burada belirtilmesinin sebebi, zim­met ahdini zimmînin bozması halinde fey' olacağ gibi darulharbe iltihak eden mürteddin de fey1 olacağıdır. Bununla beraber gaspedilen kişi sahibine geri ve­rilir. Çünkü onlar gaspedilen kişiyi ihraz ettikleri zaman onu temellük etmiş ol­mazlar. Zira onu tazminatını verirler. Müslümanlar galip gelerek alıncaya kadar müslümamn mülkü olarak devam ederse, elinde olan kişi fey' de olsa sahibine geri verilir.

2667- Darulharbe iltihak eden mürted yahut zimmet ah­dini bozan zimmî darulharpten çıkıp bir müslümandan ve­ya zimmîden bir mal gaspeder ve onu darulharbe götürür­se, daha sonra müslümanlar götürdüğü malı zaptederse, o mal fey' olur.

Çünkü mürted olarak veya zimmet ahdini bozarak düşmana iltihak edince düşman olmuştur. Düşman kişinin müslümamn malını tüketmesi de tazminatını ödemesini gerektirmediği gibi, gasptan dolayı da gerekmez. Ama yukarıda geçen böyle değildir. Orada gaspederken bu kişi darulİslam halkındandi ve malı tükettiği taktirde tazminatını vermesi gerekirdi. Gaspettiğinde de durum aynı şekildedir. Gaspettiği malın tazminatını vermek veya malı iade etmekle mükellef olmadığına göre, ihraz etmesiyle o mal onun mülkü olur. Müslümanların düşmanın malını zaptetmesi de malı ganimet olması için sebeptir. Sahibi ganimetin taksiminden önce bulursa, karşılıksız olarak alır. Taksimden sonra bulursa kıymetini vererek alır. Sanki o malı düşmandan başka biri ihraz etmiş gibidir.

Nitekim bu durumda iken müslüman olursa, mal onun olur. Ama daha önceki durumda müslüman olduğu taktirde malı sahibine geri vermesi gerekir. Malı tüketme meselesinde de düşman olduktan sonra o malı tüketecek, sonra müslüman olacak olursa, tazminat ödemesi gerekmez. Ama düşman olmadan önce malı tüketip ondan sonra müslüman olursa, sahibine tazminat ödemesi ge­rekir. Aynı şekilde bir düşman darulîslama eman ile girse ve bir müslümandan yahut antlaşmalı birinden bir mal gaspedip darulharbe götürdükten sonra   müslüman olursa o malı geri vermesi gerekir. O mal ganimet olarak alınırsa ganimetin taksiminden Önce de, sonra da sahibine karşılıksız geri verilir.

2668- Ama düşman kişi eman alarak değil, saldırarak çıkmışsa, durum başka olur.

Çünkü eman alarak çıkmış olursa kendisinden gaspettiği mahn tazminatını sahibine ödemesi gerekir. O malı tüketmiş olması halinde de durum aynıdır. Zira malı ihraz etmiş olmaz ama saldırarak çıkarsa aldığı malın tazminatım ödemez. Çünkü o malı tüketmiş olsaydı tazminat ödemezdi. Böylece malı ihraz etmiş sayılır.

2669- Aldığı malın tazminatını ödemesi gereken gâsıb gaspettiği kişi ile beraber darulharbe girdikten sonra onu kendisinden başka biri de gaspederse ve ikisi hükümdar­larına  davayı  götürseler, hükümdar  ikinci  gâsıb  lehine karar   vererek   gaspeden  birinci  şahsın   gaspeden   ikinci şahsa  ilişmesini  yabaklasa ve düşman  ülke halkı müs­lüman olsa, o kişi gaspeden ikinci şahsın olup kimsenin onun üzerinde hakkı olmaz.

Çünkü ona galip gelmesi itibariyle his bakımından malı ihraz etmiş sayılır. Hükümdarlarının kuvvetiyle de hükmen ihraz etmiş olur. Çünkü hükümdarları bi­rinci gasıpçının artık o mal üzerinde hakkı olmadığım kararlaştırmıştır. İkinci gasıpçınm mülkü olmuştur artık. Zira alırken düşmandı ve gaspettiği için tazmi­nat ödemez. İstihlak etmesi halinde de tazminat ödemez. Nitekim bu nitelikle onu sahibinden almış olsaydı darulharpte ve hükümdarları kuvvetiyle onu ihraz etmiş olurdu. Sahibinin elinden gaspeden kişinin elinden aldığı zaman da aynı olur.

2670- Gaspeden  birinci   kişi sahibine kiymetini tazmi-nat olarak öder.

Çünkü artık ikinci kişi ona malik olduğundan onu tekrar geri vermek mümkün olmamıştır. Malın kendisini geri vermek mümkün olmadığı zaman kiy­metini vermek onun yerine geçmektedir.

2671- Müslümanlar darulharbi zaptederlerse, sahibi ga­nimetin taksiminden önce karşılıksız olarak, taksimden sonra da isterse kiymetini vererek alır.

Çünkü bu mal da ikinci gasıpçıdan alman diğer mallar gibi ganimet ol­muştur. Temelde müslümamn mülkü olup ganimet olan şeylerin hükmü ise söylediğimiz gibidir.

2672- Eman altındaki iki müslüman veya darulharpteki iki esirden biri diğerinden birşey gaspetse ve*gaspeden kişi irtidat etse ve gaspedilen şeyi geri vermese, o ül­kenin hükümdarı da yaptığını onaylasa, daha sonra hepsi müslüman olsalar, gaspeden kişi gaspettiğini sahibine geri vermesi lazımdır. Müslümanlar o ülkeyi zaptedecek olursa, ganimetin taksiminden önce ve sonra sahibine karşılıksız olarak verilir.

Çünkü gaspeden kişi gaspettiğinin tazminatını verir. Eman altında olanla­rın meselesi kapalı değildir. Çünkü onlardan biri diğerinin malım tüketecek olur­sa, onu öldürmesi durumunda olduğu gibi, ona tazminatını verir. Aynı şekilde gaspettiği şeyin de tazminatını öder. Esirler meselesinde ise ashabımızdan kimisi bu cevabın İmam Muhammed'in olduğunu söylemektedir. Çünkü ona göre müs­lüman onu öldürdüğü taktirde öldürme tazminatı bakımından esir, tıpkı eman altındaki kişi gibidir. Malının tazminatı hükmünde de bu şekildedir. Ama Ebu Ha-nife'ye göre iki esirden biri diğerini öldürecek olursa, canına karşılık hiçbir taz­minat vermez. Malını da gaspettiği zaman ona hiç bir tazminat ödemez.

Şöyle demektedir: En doğrusu, hepsinin görüşü budur. Çünkü müslüman nerede olursa olsun İslamın hükmüne inanır. Bu inanç da gaspedilen malın ken­disini geri vermesini gerektirir. Gaspedilenin kendisini geri vermek mümkün de­ğilse, kıymetini tazminat olarak ödemeyi gerektirir. Yani gaspedilen malın ken­disini veya mümkün olmadığı taktirde malın kiymetİni sahibine Ödemek, müslü­man üzerine borçtur. Esir olmakla onun malı korunur ve değerli olmaktan çıkmaz. Yine müslüman esir de olsa, darulîslam halkmdandır. Nitekim darulîslamda bu­lunan karısı ondan boşanmış olmaz. Malı üzerindeki ihraz, sahip olması (zilyed olması) bakımından hükmen bakidir. Onun için gaspeden kişinin ona tazminat ödemesi gerekir. Tazminat ödemesine rağmen yine de mal kendisine geçmez.

2673- ikisi darulharpte müslüman olsa ve mesele aynı ise, bakılır. O ülkenin halkı müslümanlar zaptetmeden ön­ce müslüman olursa gaspedilen mal kendisinden gaspe-dilmiş kişiye geri verilir. Çünkü belirttiğimiz gibi müslüman olduğu için İslamın hükümlerine bağlı olmuştur. İs-lamın hükümlerine göre de gasbedilmiş bir şey sahibine geri verilir. Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Aldığını geri vermesi kişinin üzerinde borçtur". Gaspettiği malın ken­disini sahibine geri vermesi gerektiğinden o malı ihraz et­miş de olmaz. Ama gaspeden kişi irtidat eder ve hüküm­darlarının kuvveti ile galip olursa, o taktirde müslümanlar onları mağlup edinceye kadar İslama girmezlerse, gas­peden kişiyi kim zaptederse onun olur.

Çünkü daruIİşlamda canını ihraz eden kişi irtidat ederek düşman haline gel­dikten sonra artık esir ve köle olarak alınabilir.

2674- Halbuki daruIİşlamda irtidat edip darulharbe git­se durum başka olur. Çünkü bu durumda darulharp halkı olduğu için düşmanlığı kesinleşmiş olur. Bundan sonra hiçbir şekilde iptal olmaya ihtimali olmaz. Taksimden Önce ve sonra kendisinden gaspedilmiş kişinin malı üze­rinde hiçbir hakkı da kalmaz.

Çünkü sadece İslama girmekle malı hakikaten veya hükmen ihraz edilmiş olmaz. Ancak ülke zaptedilir ve mal da elinde olursa, sahibi olması itibariyle önce kendisi İhraz etmiş bulunduğundan almaya layık olur. Fakat bu düşman ol­muş birinin kendisinden gaspettiği şeyde mevcut olmaz. Çünkü o mal ne hakika­ten ne hükmen elinde değildir. Onun için müslümanlara ganimet olur ve üze­rinde hiçbir hakkı kalmaz. Ashabımızdan kimisi, bu meselenin gaspeden kişinin malı gaspettiği zaman düşman kimliğini taşıyorsa onunla ilgili olduğunu söy­lemektedir. Ama, birinci meselede olduğu gibi, müslüman iken sonra irtidat ederse, cevabı bu şekilde olmaz,

Nitekim, gaspeden kişi ganimet alan kişi için fey' olur, demiştir ama İs­lama girmeye mecbur edilir, dememiştir. Eğer kastettiği durum gasbederken müs­lüman kimliğini taşıyor olması, olsaydı o zaman İslama girmeye mecbur edilirdi. Öyleyse (ashabımızın yukarıda) söylediklerine ilişkin denilebilir ki bu katibin yaptığı bir hatadır yahut başta yanlışlıkla müslümanlar hakkında söylenmişken, sonra darulharpte müslüman olan bir kişiden gaspeden bir düşman bölümünde yazılmıştır, onun  için böyle cevap vermiştir.  Çünkü hürriyeti İslam ile kesinlik kazanır ve artık hiçbir şekilde iptali mümkün değildir. Gaspeden kişi müslüman

olmazsa öldürülür, ama fey yapılması yanlış olur.

2675- Bir müslüman başka bir müslümana bir şey ema­net bıraksa ve kendisi hazır olmadığı zaman   onu berabe­rinde çıkarmasına müsaade etse, daha   sonra   adam irtidat edip     darulharbe gitse, arkasından arkadaşı yetişip onu ondan istese ve o da vermeyi red etse, onun hakkında ikisi darulharbin hükümdarı yanında  muhakeme olsa, o da onu müslümana  vermemesini  söylese, sonra  darulharp  halkı müslüman olsa, emanet onu emanet veren kişinin olup o anda elinde bulunduranın onun üzerinde bir hakkı olmaz. Çünkü damlİslamda onun için tazminat ödemezdi. Darulharpte de verme­diğinde kendisi düşman olup istihlak ettiği taktirde tazminat ödemezdi. Üstelik vermemekle gaspeden kişi  hükmünde  olur. Sanki şimdi ondan gaspetmiştir ve hükümdarın gücü İle ihrazı da tamam olmuştur.

2676- Ondan sonra   müslüman   olursa,   ona mahsus olur. Ganimet olursa taksimden önce karşılıksız olarak, taksimden sonra da kıymeti verilerek sahibine iade edilir. Darullslamda gaspetmiş olsaydı ve mesele aynı olsaydı, her halükârda kendisinden gaspedilen kişiye geri verilirdi. Çünkü darullslamda onun için tazminat öderdi. Darulharpte ise talepten sonra vermemesi sebebiyle tazminat ödemezdi. Çünkü gasiptan sonra gaspetmek, birincisi devam ederken tahakkuk   etmez. Bu bakımdan bu vermeme   olmamış gibi kabuledilir.

2677- Darulharpte gaspeden kişiden istediği zaman ona verseydi, sonra ikinci defa ondan alsaydı ve hükümdar da kendisinden gaspedümiş olan kişiye teslim edilmesini en-gelleseydi, sonra ülke halkı müslüman olsaydı, o kişi gas­peden kişinin olurdu.

Çünkü sahibine geri verme ile birinci gaspın hükmü sona ermiştir. Malını kendisine geri verme borcu da düşmüştür. Onu şimdi ilk olarak gaspetmiş sayılır.

Bu da kendisine tazminat ödemesini gerektirmez. Çünkü bu durumda kendisi düşmandı ve hükümdar vermesini engelleyince bu gasp ile onu ihraz etmiş olur.

2678- Gaspeden kişinin geri vermemiş olması da bu şekildedir. Ama kendisinden gasp edilen kişi güç yetirip onu kendisinden alsa, sonra ikisi onun hakkında muha­keme olsa ve darulharbin hükümdarı onu kendisine geri verse, durum yine aynı olur.

Çünkü ondan almıştır. Bu ile birinci aynıdır. Çünkü kendisinden gaspe-dilmiş olan kişi malını gaspedenden alınca tazminatını ödeme borcu da kalmamış olur. Bu mal kendisiyle beraber darulharbe soktuğu başka bir mala iltihak etmiş olur. Gaspeden kişi hükümdarın gücü ile galebe çalarsa onu ihraz etmiş olur.

2679- İki adam darulharpte müslüman olsa, sonra biri diğerinden birşey gaspedip inkâr etse ve ikisi o ülkenin hükümdarına şikayet etse, hükümdar elinde bulunduğu için o malı gaspeden kişiye teslim etse, iki adam müslü­man olarak devam ederken ülke halkı müslüman olsa, gaspedilen şey kendisinden gaspedümiş olan kişiye geri verilir.

Çünkü inancı gereğince gaspedümiş şeyi kendisine iade etmek vaciptir. Ülke halkının İslama girmesi bunu ancak pekiştirmiş olur. Düşmanın hükümdarı gücü ile de müslüman başka müslümanın malını ihraz etmiş olmadığı gibi mülk de edinmiş olamaz. Çünkü ikisi darulîslamda olsalardı müslüman hükümdarın hükmü ile onu mülk edinmiş olmazken, düşman halkın hükümdarı gücü ile nasıl mülk edinmiş olur?

2680- Müslümanlar o ülkeyi zaptedinceye kadar halk müslüman olmazsa, gasbedilen şey onu ele geçiren için fey1 olur ve kendisinden gaspedümiş olan kişi delil de gösterse onun üzerinde hakkı olmaz. Çünkü gaspetmiş kişi bu malı asla ihraz etmiş olmaz. Kendisinden gas­pedümiş olan kişi sahip olması sebebiyle ihraz etmiş sa­yılır. Onun için gayri menkul mülkünü ihraz etmiş olmaz dedik.

Çünkü sahipliği kesin değildir. Bir düşmanın yanına emanet bıraktığı şeyi de Ebu Hanife'ye göre ihraz etmiş olmaz. Sadece elinde olan yahut bir müslü-mana veya antlaşmalıya emanet bıraktığını ihraz etmiş olur. Çünkü zilyed ihraz edebilecek nitelikte muhterem ve muteberdir. Bu sebeple zilyedin sahipliği asıl kişinin sahipliğinin yerine kaimdir. Bu mefhum kendisinden gaspedilmiş bulu­nan kişinin sahipliğinde mevcut değildir. Çünkü muhterem de olsa, onun sahip­liği yerine kaim değildir. Onun için bu mal kimsenin sahipliğini yapmadığı mal gibi olup fey sayılır.

Nitekim müslüman olduktan sonra darulîslama çıkıp gelse ve malım da-rulharpte bıraksa ve müslümanlar da darulharbi zaptetse, bir müslüman veya bir antlaşmalınm yanında emanet bıraktıkları dışında, o malın tümü fey olur. Ga­nimetin taksiminden önce ve sonra o malın üzerinde bir hakkı olmaz. Çünkü bu darulîslamda malı ihraz etmeye dayanan bir hüküm olup mevcut değildir. Bütün bunlar Ebu Hanife'nin görüşüne göredir.

İmam Muhammed'in görüşüne göre ise, bütün mallar ganimet taksiminden önce ve sonra ona geri verilir. Sadece düşman birinin kendisinden gaspedip inkar ettiği ve o Ülke hükümdarının kendisine verilmemesini söylediği şeyler kendisine geri verilmez. Çünkü düşman kişinin o malı ihraz etmesi hükümdarın gücü ile de tamamlanmış olup onun mülkü olur. Müslümanın bunun dışında kalan malları, ister onun elinde olsun, ister gaspeden müslümanın elinde olsun, ister düşman i-ken emanet bırakan kişinin elinde olsun, kendisine verilir. Bu meselenin açık­laması geçmişti.

En iyi Allah bilir.[57]

 

Esir Alınmış Kölenin Fidyesinin Ödenmesinde Vekâlet

 

2681- Kölesi esir alınmış kişinin bunu düşmandan sa­tın alan kişiden para ile   alacak birini vekil yapması caiz olur.

Çünkü kendisi onu alma hakkına sahip olduğu gibi, kendi yerine bu işi görecek birini tayin etme hakkına da sahiptir. Hatta parasını vererek esir köleyi alıncaya kadar mahkeme duruşmalarına da katılabilir.

2682- Aldığı zaman düşmandan satın alan kişiye üc­retini vermek, vekilin borcudur.

Çünkü köleyi alma hakkı elinde bulunduğu gibi verilecek fidyeyi teslim etmek de onun görevidir. Çünkü akdi yapan kendisidir. Akdin haklan akdi yapan kişiye aittir. Akdin hakları konusunda akdi yapan kişi kendisi için akit yapmış gi­bidir. İlk olarak satın almada vekalet gibi.

Satın alma konusunda bu doğru olabilir. Çünkü vekil yeni başlayan bir mülkiyetin sebebini meydana getirmektedir. Başta mülk kendisinden sabit olmuş yahut akdinin gereği vekil bırakan kişiye hilafet yolu ile sabit olmuş gibi kabul edilir. Halbuki bu durum burada mevcut değildir. Çünkü köle kendisinden esir alınmış ilk kişinin mülkiyetine dönmektedir. Burada vekil, getirip götüren aracı kişi gibi sayılıp akdin haklan ona taalluk etmemesi gerekir, diye itiraz edilirse, şöyle deriz:

Kendisinden esir alınmış kişinin eski mülkiyetini İade etme konusunda bu doğrudur. Ama düşmandan satın alan ile vekil hakkında ise, bu ilk olarak satın alma mesabesindedir. Çünkü vekil akdi kendine izafe etmiştir. "Bu köleyi satın aldığın fiyatla bana ver" demiştir. Yahut bu köleyi falan için ver, demiştir. Bu durumda akdi kendisine izafe etmiş olsa bile, akdin izafesinden müstağni olma­yacak bir yerde ondan söz etmiş olmaz. Çünkü "aldığın fiyatla falanı ver" de­miştir. Bu durumda malı verecek kişi vekillik yapandır, vekil de köleyi teslim alır.

Bu akit iki şeye benzemektedir. İlk olarak yapılan satın almaya benzer. Çünkü başkasına izafetten müstağni olur. Bir de düşmandan alan kişi başta alacağı bedelle (ivazla) mülkiyetini izale etmektedir. Mal karşılığında kocadan bo­şanma ve kasten Öldürme halinde kan diyetinde sulh durumlarına da benze-mekdedir. Akdi kendine izafe ettiği zaman alıma benzediği için bedeli kendisinin ödemesi lazımdır. Köleyi teslim alma hakkı da onun olur. Mal karşılığında bo­şanma ve kan diyetinde sulh olaylarına benzediği için de akdi eski efendisine izafe ettiği taktirde kendisi ondan sözetmiş, yani onun elçisi olmuş olur ve ücreti verecek olan da vekalet veren kişi olur. Köleyi teslim alma hakkı da onun olup vekilin üzerinde birşey olmaz.

2683- Vekil parayı verip köleyi teslim alırsa ve vekil tayin eden  kişiye verirse, sonra vekil tayin eden kişi  esir düştükten sonra kölede bir    kusurun meydana geldiğini görürse, bu kusurdan dolayı dava edilecek kişi vekil olur.

Çünkü kusurdan dolayı geri vermek akdin haklarındandır. Bu akdin hak­lan bakımından vekil, akdi kendisi yapan kişi mesabesindedir. Netice olarak, ilk olarak satana kusurdan dolayı geri vermek nasıl meşm ise, burada da geri vermek akdin haklarındandır. Ancak vekil tayin eden kişi ile köleyi satan kişi arasında dava sözkonusu olmaz. Vekil hazır olsun, olmasın, satan kişi ile muhatap ve­kildir. Dava edilecek kişi vekil olduğu gibi kusurdan dolayı köleyi geri verecek ve ücreti alacak da odur.

2684- Kölesi esir alınan kişi kusurun esir alındıktan sonra meydana geldiğini söylerse, yemin ettirilerek sözü kabul edilir.

Çünkü zahir ona şahitlik etmektedir. Olay, aksine bir delil olmadıkça, mey­dana geldiği en yakın vakte izafe edilir.

Vekil tayin eden kişi köleyi teslim aldıktan sonra artık onun izni olmadan vekilin köleledeki kusur sebebiyle dava açma hakkı olmaz.

Çünkü köleyi geri vermek için dava etmektedir. Geri verebilmesi için vekil yapan kişinin elinden köleyi çıkarması lazımdır. Onun emri olmadan da bunu ya­pamaz.

2685- Köle vekilin elinde ise ve vekil yapan kişinin emri olmaksızın onu geri verme imkanına sahip iken ku­surlu görmesi durumunda onu vekil yapan kişiye vermez.

Geri verdikten sonra müvekkilin bunu kabul etmemesi olmaz. Çünkü satın almak için vekil yapılan kişi me­sabesindedir. Bu hüküm satın almada vekalet bahsi ile il­gilidir. Şerhu'l-Muhtasar'da satışlar meselesinde bunu açıkladık.

2686- Kendisinden alınan adam köledeki kusurun esir düşmeden önce müvekkilin yanında   iken mevcut olduğu­nu iddia ederse, vekilin söylediği   kabul edilir ve yemin ettirilir.

Çünkü kendisinden alınmış kişi kölenin kusuru konusunda daha eski bir tarihi iddia etmiştir ve delil göstermedikçe söylediği kabul edilmez. Bu bakımdan bu iddiayı red eden kişinin söylediği kabul edilir, ancak yemin ettirilir.

2687- Vekil yemin ederse kusurdan dolayı köle geri verilir.  Müvekkilin  hazır   olup   olmaması  aynıdır.  Ama kendisinden   alınan   kişi  iddiasını   delil   ile   ispatlarsa   o zaman delille sabit olan şey iki tarafın ittifakıyla sabit olan hükmündedir. Yani onun dediği kabul edilir. Ancak kendisinden  alınan  kişi köleyi kendisinden  alındığı şe­kilde iade etmesi gerekir. Kendisinden alınan kişinin de­lili yoksa vekilin yemin etmesi istendiğinde   vekil yemin etmeyi   kabul   etmese,  o   zaman      vekil   yapan   kişinin üzerinde kalır.

Çünkü vekil buna gitmek zorundadır. Zira müvekkilin yanında iken köle­nin kusurlu olduğunu bildiği halde yalan yemin etmesi imkanına sahip değildir. Yemin etmesi başkası yerine yaptığı bir işten dolayı sözkonusu olmuştur. Satması için vekil yapılan kişi gibidir. Kusur bulunduğu taktirde ve kusursuz olduğuna dair yeminden kaçınması durumunda sattığı mal vekile geri verilir.

2688- Vekil, kusurun müvekkilinin yanında iken mev­cut olduğunu ikrar eder, fakat müvekkili inkar ederse, vekili ilzam edebilir.

Çünkü bu kararı vermek zorunda değildir. Zira yemin teklifi yapılıp ken­disinin caymasına karar verilinceye kadar susma imkanına sahiptir.

Satması için vekil yapılan kişi de böyledir. İkrarı ile meydana geldiği anla­şılan bir kusurdan dolayı malın kendisine geri verilmesi bakımından satmak için vekil yapılan kişinin durumu da bu şekildedir.

2689- Vekil kusurun daha önce müvekkilin yanında i-ken mevcut   olduğuna dair delil getirse, köle müvekkilin olur.

Çünkü delil ile sabit olan, müvekkilin ikrarı ile sabit olan gibidir. Bunun ispat edilmesinde vekil kendini sorumluluktan kurtarmak için davada taraftır.

2690- Vekil, kölenin kendisinden alındığı kişiyi    ya­nında meydana gelmiş kusurdan ibra ederse, ibrası onun hakkında sahih olur.

Çünkü bu, kusur meselesinde dava ile ilgili olarak kendisi için akit yapan kişi mesabesindedir.

Ondan ibra hususunda da böyledir. Ancak müvekkil serbest olup isterse vekilin razı olduğu şeye o da razı olur ve köleyi alır, isterse onu vekilde bırakır. Muamele ettiği kişi hakkında söylediği geçerli olup vekil bırakan kişi hakkında geçerli değildir. Bu meselede satın almada vekil olan kişinin satın aldıktan sonra ortaya çıkan kusura razı olması, ama vekil yapan kişinin razı olmaması gibidir. Çünkü müvekkilin vekile geri verme hakkı vardır, vekilin de düşmandan satın alan kişiye geri verme hakkı vardır. Onun için vekilin razı olması, vekil yapan kişinin hakkını düşürmede değil, kendi hakkını düşürmede rolü olabilir.

Bu akdin hükmü, ilk olarak onun kimin mülkü olduğunun isbatıyla ilgili değil, kendisinden esir alman kişinin mülkü ile ilgili olduğu halde, vekil onu ücretle nasıl mülk olarak alabilir? diye sorulsa, şöyle deriz:

Akdin hükmü olan şeyler tamamlanmıştır. Çünkü efendinin eski mülki­yetine dönmüştür. Ancak vekil yapan kişinin kusuru kabul etmemesi ve vekilin ona razı olmasıyla müvekkil, vekilin vereceği tazminat ile vekilden mülk edinmiş gibi olur. Onun için mülk müvekkilindir. Satın almak için vekil yapılan kişinin durumunda da böyledir. Zira vekil onu satıcıdan değil vekil yapan kişiden mülk edinmiş olur.

2691- Müvekkil köleyi alıp gitmiş,  sonra vekil kusur­dun dolayı geri vermek için köleyi getirmişse ve kendisin-

den alınan adam "müvekkil kusurdan dolayı geri vermeni emretmedi" derse, vekil de emrettiğini söylerse, kölenin kendisinden alındığı adamın söylediği olur.

Çünkü geri vermesini emretmesi vekilin iddia ettiği sonradan çıkan bir durumdur. Hasmı olan kişi de bunu red etmekte ve asıl ne ise ona sarılmaktadır. Onun için red eden kişinin dediği kabul edilir, ancak bunu bilip bilmediği ko­nusunda yemin ettirilir. Çünkü başkasının fiili hakkında yemin ettirme olur.

2692- Kendisinden   alınmış   adam   "müvekkilin   bunu emrettiğine dair vekilin yemin etmesini istiyorum" derse, vekilin yemin etmesi gerekmez.

Çünkü kendisi bir şeyi iddia etmektedir ve delil getirmesi lazımdır. İnkar eden tarafın yemin etmesi lazımdır. Bunların yerlerini değiştirmek caiz değildir.

2693- Kölenin kusurlu olduğu sabit olup kendisinden alman adam "müvekkil kusurlu olmasına razı olmuştur" derse ve vekil onu yalanlarsa, vekilin dediği olur.

Çünkü kendisinden alınan kişi burada arızî (sonra ortaya çıkan) bir şeyi iddia etmektedir. O da vekil yapan kişinin kusura razı olmasıdır.

2694- Vekilin razı olduğunu iddia ederse, o zama ve­kilin dediği olur. Çünkü vekil   bunu reri etmektedir. Mü­vekkilin razı olduğunu iddia etmesi de aynı şekilde   olup vekilin yemin etmesi gerekmez.

Çünkü müvekkilin razı olduğu iddia edilmektedir.

2695- Vekilin yemin etmesini isterse naib olarak yemin ettirilmiş olur. Halbuki yeminde niyabet (başkasının yeri­ne geçme) yoktur. Çünkü mevcut olması halinde müvek­kil bu iddia ile yemin etmez.

Çünkü kendisinden alınan kişi ile bir iş yapmamıştır ki müvekkil yemin etsin. Razı olduğu iddia edilen kişi yemin etmiyorsa, başkası bunun için nasıl yemin eder?

2696- Ama vekilin razı olduğunu iddia etse yahut ye­min etmesini isterse, bunu isteme hakkına sahip olur.

Çünkü ikrar ettiği taktirde üzerinde kalacak birşeyi hakkında iddia etmiştir. Bu davada kendisi için akit yapan mesabesinde olduğunu belirttik.

2697- Hakkında yapılan bu iddiadan   sonra razı oldu­ğunu inkar etse, yemin ettirilir. Cayarsa köle onun kalır ve müvekkil muhayyer olur.

Çünkü caymasıyla kusura razı olmuştur. Ya bedel yolu ile yahut kusuru itiraf etmesi yolu ile kusura razı olmuştur. Kendisinden alman kişi, müvekkilin gıyabında kusura razı olduğuna dair delil getirirse, delili kabul edilir. Çünkü delil ile sabit olan, müşahade veya tarafların ittifakı ile sabit olan gibidir. Müvekkil gelip razı olmadığını söylerse, sözüne iltifat edilmez. Çünkü vekil onun yerine işe bakmaktadır. Vekilin karşısında razı olduğu delil ile sabit olduktan sonra, onun inkar etmesine İltifat edilmez.

2698- Vekil köleyi aldığı zaman kusuru biliyor idiyse, kusur ister körlük gibi köleyi müstehlik (değerini hepten yok  etmiş) olsun, ister müstehlik  olmasın, vekil yapan kişinin üzerinde kalır.

Ebu Hanife'nin görüşünü göre böyledir. Ebu Yusuf ve Muhammed'İn gö­rüşüne göre ise, kusur müstehlik olmadığı taktirde cevap yine aynıdır. Ama kö­leyi müstehlik İse, vekil yapan adam serbest olur. Bu da satın almaya vekalet ve­rilmiş bir vekilin, piyasa fiyatı ile kör birisini satın almasına benzer. Bu konudaki ihtilaf meşhurdur. Ancak Ebu Hanife satın alma vekaletinde ücretin piyasa fiyatı olmasını şart koşmuştur. Çünkü satın almada fahiş aldanmanın bulunduğu du­rumda vekilin tasarrufu müvekkili bağlamaz. Burada İse ücret bellidir. O da düş­mandan satın alan kişinin verdiği ücrettir. O ücretle satın aldığı taktirde ne olursa olsun vekil yapan kişiyi bağlar.

Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ise satın alma vekaletinde müvekkil hakkında gerçekleşmesi mümkün olmaması halinde akit, vekil hakkında geçerli ölür. Burada ise vekil hakkında geçerli olmaz. Çünkü düşmandan satın alan ki­şinin razı olması durumunda müvekkil vekili sorumlu tutar. Bu da kendisinden bir bedel karşılığı ilk olarak temlik etmesi mesabesinde olur.

2699- Düşmandan satın alan kişiye bir adam "Efendisi onu senden ücretle almak için beni vekil tayin etti" derse ve ona yargı ile yahut yargı kararı olmadan verirse, sonra efendisi gelip bunu inkar ederse, onun sözü kabul edilir ve yemin ettirilir.

Çünkü müvekkil hakkında bir iddia yapılmıştır. Oysa bunu nikar etmek­tedir. İnkar ettiği için de onun dediği olur. Kabul edecek olursa vekilin köleyi ona teslim alması gerekecektir. İnkar ederse, yani vekil tayin etmediğini söylerse, yemin ettirilir.

2700- Yemin ederse, köle düşmandan satın alan adama döner  ve vekilin   "Ben  onu  kendime  alıyorum"   demeye hakkı olmaz.

Çünkü başta mülk edinmek için almamıştır. Aksine fidyesini vererek eski efendisinin mülküne iade etmek üzere almıştır. Bu mümkün olmayınca alması da geçersiz olur. Ama şufa hakkı ile almak İçin kendisine vekalet verildiğini iddia eden adam malı aldıktan sonra vekil tayin ettiği söylenen kişi onu vekil tayin et­mediğini söylerse, alman mal o ücretle alan vekilin olur. Çünkü başta bir bedel karşılığı mülk edinmek üzere almıştır. Şufa ile almak ilk olarak alma mesabe­sindedir. İnkar ettiği için müvekkil hakkında geçerli olmazsa, vekil için geçerli olur.

2701- Alan kişi, kendisinden   alınan kişinin onu almak Üzere kendisi vekil tayin ettiğine    dair delil    gösterse, müvekkilden delille sabit olan şey hasmın ikrarı ile sabit olan gibidir. Böylece köle, vekil tayin eden kişinin olur.

Zimmet hükmünde daha önce belirttiğimiz gibidir.

2702- Bir yabancı, esir   düşmüş köleyi düşmandan sa-

tin alan kişiden satın almak için bir adamı vekil yapsa ve

onu belirli bir ücretle   satın alsa, sonra efendisi gelse, ikinci satışı   bozma hakkı olmaz. Sadece verilen ikinci üc-

retle alır veya almaz.

Çünkü daha önce meydana gelen ve kölenin alınmasıyla sonuçlanan bir ta­sarrufu iptal etmeksizin fidye vererek alma hakkını ona tanımıştır.

2703- Satın almak için  vekil yapılan kişinin elinde gö­rürse, vekil yapan kişi mevcut olmasa da ücreti vererek alabilir.

Çünkü vekil, elinde köle olduğu sürece kendisi için alan ve müvekkil olan kişiye satan hükmündedir. Onun İçin kendi malından   vererek almışsa ücretini vererek   de ona teslim etmez. Müvekkilin görüşünü   almadan, kusur  sebebiyle geri verme hakkı da vardır.

2704- Vekil köleyi vekil yapan   kişiye vermışse, artık eski efendisinin onun   üzerinde bir hakkı olmaz.   Sadece vekil  yapan  kişiye  gidip  ücretini vererek  köleyi ondan alabilir.

Çünkü vekil yapan kişiye teslim etmekle vekilin yetkisi son bulmuştur. Onun için bir kusur meydana çıkacak olursa, vekil yapan kişinin rızası ile geri verebilir. Bundan sonra ücretini vererek de vermemezlik edemez. Almak için davacı olan kişi ile mahkemede hasım olur. Bu kişi onu ancak elinde bulunduran

kişiden alabilir.

2705- Düşmandan   satın alan kişiden teslim    almadan Önce  ve vekil satın aldıktan sonra gelirse bile bile vekilin satın  almasını  geçersiz  kılamaz. Sadece vekilin  verdiği ücret ile isterse onu   düşmandan satın alan kişiden   ala­bilir.

Çünkü onun elinde görmüştür. Ondan alabilir. Tıpkı satan kişinin, elinde şufa hakkı olan kişinin malı müşteriye teslim etmeden önce alabileceği gibi. Ancak şuf ada müşterinin hazır olma şartı vardır. Çünkü müşterinin mülkü olan birşeyi alarak baştan mülk edinmektedir.

Burada ise efendi onu mülk edinmemektedir. Sadece eski mülkiyetine iade etmektedir. Almak için sadece zilyedin hazır bulunması şart koşulmaktadır. Onun elinden alırsa zimmeti de onun üzerinde olur. Çünkü almasıyla vekil ile diğeri arasında meydana gelen akitle hak edilen teslim alma ortadan kalkmış olur. Aldığı için ikisi arasında o akit artık temelde geçersiz olur. Bu da vekilin satın almasın­dan önce kendisi satın almış gibidir. Satıcının elinden aldığı zaman şufa hakkı olan kişinin hükmü de budur.

Ama vekil teslim almışsa ve o da onun elinden teslim almışsa zimmeti de onun üzerinde olur. Aynı şekilde vekil yapan kişiye teslim etmiş ve oda elinden almışsa, zimmeti onu üzerinde olur.

2706- Kendisinden  esir alındıktan sonra onda meyda­na gelmiş bir kusur görürse ve yargıcın kararı ile geri ve­rirse, o zaman vekil  yapan  kişiye geri verilir.

Çünkü bu geri verme ile teslim alması bozulmuştur. Hüküm de teslim al­madan önceki şekle döner.

2707- Düşmandan  satın  alan  adamdan   almışsa,  geri verme ile kendisine döner ve alınmasında ne   vekilin ne de müvekkilin bir hakkı olmaz.

Çünkü belirttiğimiz gibi aralarında meydana gelen akit, hak edilen teslim almanın gerçekleşmemesiyle bozulmuştur. Ancak yenileme ile meydana gelebilir. Şufa da bunun gibidir.

2708- Yargıcın  kararı olmadan vekile geri vermişse, vekilin olur.

Çünkü bu, vekil yapan kişi hakkında yeni yapılan bir alma mesabesindedir. Onun için hükmü onu bağlamaz.

2709- Eski efendisi düşmandan satın alan kişiden ücret vererek almak için birini vekil yapmışsa, o da aldıktan sonra   ve vekil yapan kişiye teslim etmeden   önce elinde helak olmuşsa, helak olması vekil yapan kişiye aittir.

Çünkü vekil onun için teslim almakta ve vekaletten ayrılmadıkça, eli onun eli mesabesindedir. Vekil teslim almadan önce düşmandan satın alan kişinin elin­de helak olmuşsa o almanın hükmü bozulmuş olur ve vekil yapan kişiye verir. Kendi malından vermişse, malından teslim etmiş olur. Verdiği kişide ücret helak olursa müvekkilden bir şey isteyemez. Çünkü ücreti kendi malından vermesi o-nun için çalışması demektir. Kendisi sorumluluktan kurtulmak için kendine çalış­mış olur. Zira ücretten sorumlu olması müvekkile değil, kendisine yüklenmiştir.

2710- Bu şekilde teslim aldığı taktirde kendisi için üc­reti ondan alıncaya kadar müvekkile teslim etmeyebilir. Alıkoyduktan sonra helak olursa vekilin malından helak olmuş olur ve vekil yapan kişi de ücret ödemez.

Çünkü alıkoyunca sanki ücreti ona kendisi vermiş gibi olmaktadır. Satın almak için vekil tayin edilen kişinin hükmünde bu durum anlatılmıştı. Bu da onun benzeridir.

2711- Müvekkile teslim etmedikten sonra vekilin elinde iken kusurlu hale gelirse, eski efendisi muhayyer olur. İsterse, bütün ücreti vererek alır, isterse ücretini alarak vekile bırakır.

Çünkü vekil, kendisine mani olduktan sonra kendi hakkında, düşmandan satınalan makamında olmuştur. Onun için vekilin yaptığı sebebiyle kusurlu hale gelmiş olsun, başkasının yaptığı sebebiyle kusurlu hale gelmiş olsun, hüküm aynıdır. Düşmandan satınalan kişi hakkında da hüküm aynıdır. Ama bu meselede satın almak için vekil yapılanın hakkında hüküm farklıdır. Çünkü kendisine mani olduktan sonra onda bir kusur meydana getirirse, kusurun karşılığı olan ücret, müvekkilin ödeyeceğinden düşer. Çünkü burada vekil, satıcı makamında olmuş­tur. Aradaki fark şudur;

Müvekkil burada eski mülkiyetine geçirmek için onun fidyesini vererek al­maktadır. Onun için kusurlu halinin değil, sağlam şeklinin ücretini vermektedir. İster biri tarafından ayıplı hale getirilsin, ister kendiliğinden ayıplı hale gelmiş olsun, fidyesinde herhangi bir eksiltme meydana getirmez. Halbuki ilk defa satın almada durum böyle değildir. Alındığı taktirde onun sağlamlığı veya sakatlığı, ücretin belirlenmesinde hesaba katılır.

2712- Vekilin, düşmandan satın alan kişi ile yapılan akdi feshetmesi müvekkili bağlamaz.

Çünkü onun almasıyla müvekkilin eski mülkiyetine dönmüştür. Onun rızası dışında yapacağı bir akitle köleyi onun mülkünden vekilin çıkarmaya hakkı yoktur. Yapacağı akit feshi yeni yapacağı satış mesabesindedir.

2713- Düşmandan satın alan kişinin köleyi efendisine ücretle   vermesi   için   bir   adamı   vekil   yapması   caizdir. Köleyi ona teslim edinceye kadar vekil köleden sorumlu olur. Satışta vekil yapılan kişi gibi, efendisinden ücreti alacak da vekilin kendisidir.

Düşmandan satın alan kişinin mülkünü bir bedel karşılığı gidereceğine dair söylediğimizi bu hüküm açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Onun hakkında bu tasarruf yeni yapılan satış mesabesindedir. Ancak efendisi hakkında fidye karşı­lığı eski mülkiyetine iade etmek olmaktadır.

2714- Düşmandan satın alan kişi, köleyi bir kişiye bir cariye karşılığında satsa ve ikisi teslim almadan Önce eski efendisi çıkıp gelse elinde bulunduran kişiden cariyenin kıymeti ile alma hakkına sahiptir.

Çünkü tasarrufu iptal etme hakkına sahip değildir. Sadece ikinci ücretin benzeri ile satın alır. Cariye emsalden olmadığı için onu kıymeti ile satın alır. Tıpkı şuf a hakkına sahip olan kişinin durumu gibi. Sonra satıcı ile diğer müşteri arasında satış iptal olur. Çünkü hak edilen teslim gerçekleşmemektedir. Böylece cariye diğer müşterinin mülkü olarak kalır. Kıymeti de düşmandan satın alan kişiye ait olur. Efendinin zimmeti de düşmandan satınalan kişinin üzerindedir. Karşılıklı teslim aldıktan sonra veya cariyeyi teslim etmeden köleyi teslim aldıktan sonra hazır olmuşsa, köleyi diğer müşteriden cariyenin kıymeti ile alır ve zimmeti de üzerinde olur. Cariye de düşmandan satın alan kişiye ait olur. Çünkü ara­larında satış geçerli olup kölenin teslim alınmasıyla bitmiştir.

2715- Düşmandan satın alan kişi cariyede bir kusur gö­rürse, diğer müşteriye geri verir ve aldığı cariyenin kiy-metini ondan  alır. Başka alacağı olmaz.

Çünkü düşmandan satın alan kişinin hakkı cariyenin kiymetindedir. Ni­tekim kölenin efendisi onu kendisinden alacak olursa cariyenin kıymeti ile alır. Diğer müşteriden köleyi almadan önce cariyeyi geri verecek ve köleyi alacak olursa, sonra da efendisi gelecek olursa, köleyi cariyenin kıymeti ile alabilir. Geri verme yargıcın karan olmaksızın meydana gelmişse, satışın karşılıklı iptal olması efendisinin köleyi cariyenin kiymeti ile alma hakkını iptal etmez. Bundan da anlıyoruz ki hakkı cariyenin kiymetindedir ve müşteri cariyenin kıymetini ona tes­lim etmeye muktedirdir. Başka bir şey de ona gerekmez.

Bunun benzeri şufadır. Evin bedelinin şufa hakkına sahip olan kişinin almasından önce cari olduğunu yerinde belirtmiştik. Onu cariyenin kıymetine tah­vil ederek alır. Şufa hakkına sahip olan kişinin evi almasından sonra cariyenin bedeli de burada bunun gibidir.

2716- Efendisi köleyi almadan önce cariyeyi yargıcın kararı ile geri verip köleyi almışsa, sonra efendisi gel­mişse, onu düşmandan satın alan kişiden birinci ücretle alır.

Çünkü yargıcın karan ile ikinci satış iptal olunca, hiç olmamış gibi oldu. Halbuki şufada böyle değildir. Şufada alan ile satan arasında meydana gelen satışı hiç olmamış gibi sayarsak, şuf a hakkına sahip olan kişinin hakkı iptal olur. Halbuki alma hakkı sabit olduktan sonra şuf a hakkına sahip olanın hakkını ikisi iptal edemezler. Burada da eski efendisinin hakkı iptal olmaz. İkinci satış hiç olmamış gibi sayarsak ve diğer müşterinin kendisi kölede kusur bulup geri ve­rirse, hükmü belirttiğimiz şekilde olur.

2717- Satış akdi onlar tarafından isteyerek bozulursa (ikâle), efendisi kölesini isterse cariyenin kıymeti ile alır.

Çünkü onun hakkında satışın feshedilmesi yeni yapılan bir satış gibidir. Herhangi bir tasarrufu iptal etmeden alma hakkının bulunduğunu belirtmiştik. Onu da ücretlerin en sonuncusu ile alır.

2718- Diğer müşteri   köleyi teslim almış ve onu kendi­si görmemişse yahut muhayyer olma şartını kendisi koş-muşsa, ondan sonra efendisi gelirse, köleyi onun elinden cariyenin kiymeti ile alabilir.

Çünkü elinde görmüştür. Alacak olursa, diğer müşteri muhayyer olur. İsterse düşmandan satın alan kişiye cariyeyi teslim eder ve efendisinden alınan kiymet onun olur. İsterse kıymeti ona teslim eder ve şart muhayyerliği karşılığı olarak cariyeyi ondan alır. Görme muhayyerliği halinde cariye düşmandan alan kişiye teslim edilir ve kıymeti de diğer müşterinin olur.

Çünkü görme muhayyerliği halinde kendisi malik ve akde razı bulunu­yordu. Ancak üzerinde akit yapılan şeyin vasıflarını bilmediği için red etme im­kânına da sahiptir. Efendisi elinden alınca onu geri verme imkanı da kalmamış olup muhayyerliği de düşmektedir. Şart muhayyerliği ise cariyenin elinden çıkmasına manidir. Çünkü cariye hakkında muhayyerliği satıcı muhayyerliğidir. Cariyeyi ona mülk yapmakla rızası ortadan kalkar. Köleyi elinden aldıktan sonra kendisi muhayyerlik hakkına sahip olarak devam eder. İsterse cariye hakkında akti yerine getirerek onu kendisine teslim eder, isterse cariye hakkında akdi fes­hederek cariyenin kiymetini geri verir. Çünkü eski efendisinin köleyi almasıyla cariyenin kıymetinde düşmandan satın alan kişinin hakkı kesinleşmiş olur.

2719- Muhayyerlik süresi geçinceye kadar muhayyer­liğini kullanmazsa, cariye düşmandan satın alan kişinin olur.

Çünkü sürenin geçmesiyle muhayyerlik hakkı düşmüş olur ve cariye hak­kında satış tamamlanmış bulunur. Cariyeyi teslim etmesi gerekir. Kıymeti de di­ğer müşterinin olur.

2720- Karşılıklı ikisi satmış, ama teslim almadan Önce diğer müşteri görme muhayyerliği yuhut şart muhayyerliği veya  kusur  muhayyerliğiyle  köleyi  geri  vermiş, ondan sonra eski efendisi hazır olmuşsa, onu düşmandan satın alan kişiden düşmana verdiği ücretle alabilir.

Çünkü bu sebeplerle red edilince ikinci satış temelden bozulmuş ve hiç meydana gelmemiş gibi oldu.

2721- Eski efendisi gelip düşmandan satınalan kişiden köleyi cariye kiymetiyle satın alıncaya kadar diğer müşteri akdi feshetmezse, kıymeti düşmandan satın alan    kişiye ait olur ve teslim almışsa cariyeyi diğer müşteriye geri vermesi gerekir.

Çünkü hak edilen teslim alma gerçekleşmediği için ikinci akdin iptal ol­duğunu belirtmiştik. Bu akitte ister muhayyerlik olsun ister olmasın, aynıdır. Yar­gıç kölenin efendisine cariyenin kiymetiyle verilmesine karar vermiş, teslim al­dıktan önce veya sonra kölede bir kusur ortaya çıkıp geri vermişse, diğer müş­terinin köle üzerinde bir hakkı olmaz. Çünkü kölenin efendiye cariyenin kiy­metiyle verilmesine karar verilmesiyle ikisi arasındaki ikinci satış iptal olmuştur. Ancak yeniden yapılmasıyla meydana gelebilir. Bu mesele de şuf a gibidir. Sa­tıcının aleyhine yargıcın şuf a hakkına sahip kişiye karar vermesi, satıcı ile alıcı arasında satışın iptal olmasını kapsar. Böylece şuf a hakkına sahip olan kişi kusur sebebiyle malı geri verse bile geri dönmez.

2722- Eski efendisi   düşmandan satın alan kişiden kö­leyi- para ile almak için bir adamı vekil yapmış ve vekil müşteriye "Falan kişiye ücreti karşılığında ver" demiş, o da  "Verdim" demişse, burada ücreti vekil değil, sadece müvekkil verir.

Çünkü burada "Bana ver" yerine "ona ver" diyerek kendini akit yapan değil, elçi mesabesinde görmüştür.

2723- "Falana ücretle ver, ben sana    ücreti tekeffül ederim" yahut "Ücreti malımdan olmak üzere onu ona ver" derse, ücreti vekil verir.

Çünkü akdi kendi malına izafe etmesi yahut kendisinin tekeffül ettiğini be­lirtmesi akti kendi şahsına izafe etmesi kadar, hatta ondan kuvvetlidir. Sulh yap­mak için vekil yapılan kişinin akdi şahsına izafe etmesi mesabesinde oluşun izahı ise şöyledir:

"Bu evden falan kişi ile bin dirhem karşılığında sulh yap, ben onu tekeffül ederim, yahut malımdan bin dirhem karşılığında sulh yap" demişse, malı ödemek müvekkilin değil, vekilin borcu olur. Tıpkı "Benimle sulh yap" demesi me­sabesindedir. Akdin daha kuvvetli oluşunun sebebi ise şudur: Mal karşılığında kadını boşa yahut bin dirhem karşılığında boşa, ben onları tekeffül ederim" derse, malı vekilin ödemesi gerekir. Akdin burada vekile izafe edilmesi malı üzerine borç yapmamaktadır. Bundan da anlıyoruz ki tekeffülün şart koşulması yahut akdin malına izafe edilmesi bedeli Ödeme gereği bakımından akdi şahsına izafe et­mesinden daha kuvvetlidir. Vekil üzerinde vacip olunca, düşmandan satın alan kişinin müvekkil üzerinde hiçbir alacağı olmaz.

2724- Düşman, bir adamın ikiyüz dirhem ağırlığında bir ibrikini alsa ve sanat ile güzelliğinden   dolayı müslü-man bir adam düşmandan onu ikiyüz elli dirheme satın alsa, eski sahibi isterse onu ikiyüz elli dirheme   alabilir. Çünkü düşmandan satın alan kişi almak için bu kadarını vermiştir. Eski sahibinin düşmandan alan kişinin verdiği ücretle alacağını belirtmiştik. Böylece doğru işlem yapıl­mış olur.

Çünkü ilk olarak bir bedel karşılığı mülk edinmemekte, aksine fidyesini vererek eski mülkiyetine iade etmektedir. Onun için bu muamelede faiz sözko-nusu olmaz.

2725- Bu  miktarı  vererek  alabildiğine  göre,  alması için başkasını vekil de yapabilir.

Çünkü vekil aslın yerine kaim olmaktadır.

2726- Karşılıklı teslim almadan önce taraflar ayrılacak olursa, satış akdi bozulmaz.

Çünkü bunun fidye ile malı kurtarmak olduğunu belirtmiştik. Yeni yapıl­mış bir satın alma değildir. Onun için ayrılmadan malı teslim alma şartı aranmaz.

2727- Vekil fidyeyi malından verip malı teslim alsa, verdiği miktarı müvekkilden alıncaya kadar malı ona teslim etmeyebilir. Teslim etmediği süre içinde vekilin elinde helak olursa müvekkilin ödemesi gereken fidye de düşer. Çünkü vekil, mah müvekkiline teslim etmeyince onu düş­mandan satın alan kişi yerine kaim olmuş olur. Yani düşmandan alan kişi gibi olur.

Bunu şöyle açıklayalım: Bir adam bir ton hurma karşılığında hurmalık bir araziyi kendisine satın alması için vekil yapmış, vekil araziyi satın almış ve ücreti kendi malından ödeyerek araziyi teslim almış, verdiği ücreti kendisine ödeyinceye kadar müvekkile teslim etmemiş, hurmalık vekilin elinde iken bir ton hurma mah­sul vermiştir. Bu durumda müvekkil bir ton ücretini ödeyerek araziyi ve verdiği ürünü alabilir. Meydana gelen fazlalık sebebiyle aralarında faiz de meydana gel­memiştir. Çünkü burada vekil, satanın yerine kaim olmuştur. Teslim almadan Önce satıcının elinde bir ton hurma ürün verdiğinde satış iptal olmayacağı gibi, vekilin elinde iken ürün vermesiyle de satış iptal olmaz. Aynı şeklide, vekil satılan malda bir kusur görüp ona razı olması ama müvekkilin ona razı olmaması halinde vekilin bir tonluk ücreti ödemesi gerekir ve bunda da faiz olmaz. Çünkü bu ara­larında yeni yapılan bir satış değildir. Faiz ise aynı malın mukabele şeklinde değiştirilmesinde meydana gelir.

Nitekim vekil, arazide kusur görüp sahibine geri verseydi, araziyi, hur­mayı ve bir ton hurmayı bir ton hurma karşılığında geri vermiş olacaktı ki bu da caizdir. Tabiki geri verme, vekilin teslim almadan önce satıcının elinde iken ürün vermesi halinde olursa doğru olur. Ama teslim aldıktan sonra ürün verecek olur­sa, artık vekilin geri verme hakkı olmaz. Çünkü teslim aldıktan sonra meydana gelen fazlalık kusur sebebiyle geri vermeyi önlemektedir.

Bunu yine şöyle açıklayalım; vekil, müvekkili adına değeri binbeşyüz dir­hem olan bir köleyi bin dirheme satın alsa ve o köleyi vekilin elinde iken bir adam öldürmüş olsa, cevabı ürün veren hurmalık hakkında verdiğimiz cevabın aynısı­dır. Çünkü her iki yerde de bu sebepten gelecek satışında olduğu gibi gerçek ma­nada faiz mevcut olmaz. İbrik meselesi de bunun gibidir. Vekil ibrikte kusur gö­rüp düşmandan satın alan da, müvekkil de o kusura razı olmasalar, ibrik verdiği ücret karşılığı olarak vekilin olur. Verdiği ücret (fidye) ibrikte tartısından fazla da olsa sakıncası olmaz. Çünkü aralarında meydana gelen işlem, her bakımdan ye­ni yapılmış bir akit değildir ve faiz hükmü mevcut olmaz. En iyi Allah bilir.[58]

 

 

 

 

 

 



[1] Bakara. 181

[2] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/1-16

 

[3] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/17-28

 

[4] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/29-33

 

[5] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/35-51

 

[6] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/53-59

 

[7] Fetih. 20.

[8] Enfâl, 1.

[9] Nisa, 3/6.

 

[10] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/61-68

 

[11] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/69-73

[12] Bakara, 2/191.

[13] Muhammed,47/4.

[14] Muhammed.47/4

[15] Tevbe.9/5.

[16] Bakara. 2/193.

[17] Bakara, 2/195.

[18] Hükmün nesh edildiği görüşü isabetli değildir. Çünkü hükümlerden her birinin yeri ve şartı bu­lunmaktadır. Yerine göre şartları oluştuğunda ikisi de uygulanır. Aralarında nesh durumu yoktur. Çünkü Kuı'an'm tümünde bu anlamda nesh sözkonusu değildir. Bkz. Doç. Dr. M. Saîd Şimşek, "Kıır'an'ın Anlaşılmasında îki Mesele". Yöneliş Yayınlan, İstanbul, 1992. (Çeviren)

[19] Ibn İshak, şair Ebû Azze'nin öldürüldüğünü söylüyorsa da İbn Sellâm el-Cumahî bunun doğru olmadığını söylemektedir. Aksine daha sonra cüzzama yakalandığını ve müslüman olup Allah'a daha iyi kul olduğunu belirtmektedir. Bkz. İbn Sellâm el-Cumahî, Tabakatü Fuhuli'ş-Şuarâ, 1/254-256. Matbaatü'I-Medehî, Kahire, tarihsiz, (Çeviren)

[20] İslama girmeleri için insanları zorlamak Kur'an'ın kesin ifadeleri ile yasaklanmıştır. Bu ifa­delerde Arap veya Arap olmayan ayrımı da yoktur. Kur'an "Dinde zorlama yoktur" (Bakara, 256)-"Rabbin elileseydi yeryüzünde bulunanların tümünü inandırırdı, öyleyken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?!" (Yunus. 99) demekledir. (Çeviren)

[21] ÂI-iİmrân,3/118.

[22] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/75-87

 

[23] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/88-102

 

[24] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/103-108

 

[25] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/109-114

 

[26] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/115-121

 

[27] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/123-124

 

[28] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/125-133

 

[29] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/135-154

 

[30] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/155-158

 

[31] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/159-166

 

[32] Ayetin açık ve kesin hükmünü bırakıp bir insanın şüpheii sözünü tercih ederek karar vermek yanlışlıktır. Ayetlerin neshedildiği belirtilerek kişilerin görüşleri ile karar verildiği bütün yerlerde aynı yanlış yapılmaktadır. (Çeviren)

[33] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/167-177

 

[34] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/179-182

 

[35] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları: 3/183-198

 

[36] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/199-202

 

[37] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/203-204

 

[38] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/205-207

 

[39] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/209-210

 

[40] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/211-220

 

[41] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/221-226

 

[42] Müslüman olmadan önceki Türklerden sözedilmcktedir. (Çeviren)

[43] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/227-231

 

[44] Talâk, 65/2.

[45] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/233-243

 

[46] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/245-250

 

[47] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/251-266

 

[48] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/267-270

 

[49] İslam hukukunda bu konu ile ilgili olarak farklı iki bakış açısı bulunmaktadır. Şafiî, Mâliki, Hanbelî. Zahirîler ile Evzâî ve Hanefilerden Ebû Yûsuf mûslUmanların gayr-i miisl imlerle de faizli maumeic yapmasını haram saymaktadır. (Ebû Yûsuf. er-Rad ala Siyeri'l-Evzâî. s. $6-97; Mâlik. Müdevvene, IV/97: Ahmet Özel. İslam Hukukunda Ülke Kavramı, s. 263; Zuhaylî, Asâru'1-Harb. s. 182 Ebû Hanîfc ve Muhammed'e göre ise yapılan işlemde müslümanın kesin kârlı çıkması şartıyla gayr-i müslemlerle faizli işlem yapması caizdir. Bkz. el-Fctâva'l-Hindiyye. IH/248. (Editör)

[50] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/271-276

 

[51] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/277-281

 

[52] Bazı kaynaklar, kitabın telif edildiği sırada İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed'in arasının açık olduğunu ve bu sebeple İmam Muhammed'in o dönemde yazdığı kitaplarında Ebû Yûsuf'un görüşlerine: yer vermediğini söyler

[53] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/283-288

 

[54] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/289-295

 

[55] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/297-318

 

[56] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/319-332

 

[57] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/333-340

 

[58] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları, Cilt: 3/341-355