Müslümanların Daru’l-Harb’e Süvari Olarak Girmeleri, Gasp, Kira, Ödünç ve
Hapis Durumlarında Bunlardan Kimlere Pay verileceği
Darulharpte Süvari Payının Geçerli Ve Geçersiz Olduğu Yerler
Ganimetlerin Taksiminde Atın Sahibi İle Taksimi Yapan Yetkilinin Atın Payı
Hakkında İhtilaf Etmeleri
Süvari Payını Almak Şartıyla Atın Başkasına Verilmesi
Kılavuza Ve Başkalarına Bahşiş Verilen Ve Verilmiyenler
Ganimetin Paylaştırılması Ve Ganimet Alındıktan Sonra Gelenlerden Kimlere Verileceği
Darulhapte Yiyecek-İçecek Ve Kullanılacak Eşya
Esirleri Öldürmek Veya Serbest Bırakmak
Yanılma Meydana Gelen Ganimetlerin Taksimi
Devlet Başkanının Sahipleri Adına Sattığı Ganimetlerin Parası:
Beştebir (Humus) Payın Ayrılması:
Taksimden Önce Veya Sonra Ganimette Ortaya Çıkan Kusur
Darulharpten Çıkarken Müslümanın Beraberinde Getirdiği Mallar Hakkında
Ne Zaman Sözü Kabul Edilir, Ne Zaman Kabul Edilmez
Ganimetlerin Taksimi (Dağıtımı)
Hür Ve Köle Esirlerle İlgili Hükümler
Darulharpte Alınanlardan Askerin Ortak Olduğu Ve Olmadığı Şeyler
Tüccarın Ve Başkaların Ganimetten Alabilecekleri Şeyler
Ârtırma Usulü İle Ganimet
Paylarının Alınıp Satılması
Esirler, Masrafları Ve Kimin Himayesinde Olacakları
Fey1 Ve Ganimetler Hakkında Yapılacak Şahitlikler
Müslümanların Ganimet Aldıkları Yiyecek Ve Hayvan Yemlerini Birbirlerine
Satmaları
İhraz (Muhafaza) Etme Sayılan Ve Sayılmayan Durumlar
Kesilen Keresteler, Elde Edilen Tuz Ve Benzeri Şeyler
Esirlerin Ve Müslüman Olan Kişilerin Düşmandan Alacağı Şeyler
Eman Altında Olan Müslümanların Düşmandan Alarak Darulislama Getirdikleri
Mallar
Düşmanın Ele Geçirdiği Malları Değeri İle Veya Değerinden
Fazlasıyla Geri Almak
Esir Düşmüş Köleyi Satın Alan
Kişinin Sahibinden Başkasının
Kölesi Olduğunu Söylemesi
Fidye Vermenin Geçerli Olup
Olmadığı Yerler
Müslümanların Elegeçirmesi
Durumunda Eski Sahiplerine Geri Verilen Ve Verilmeyen Fidyeler
Esir Düşmüş Kölenin Ücretle Satın
Alınması
Savaş Alanında İhraz Edilse Bile Fey1 Olmayan Şeyler
Esir Alınmış Kölenin Fidyesinin Ödenmesinde Vekâlet
1686-
cek sebep delil ile
sabit olmuş olur. Delil ile sabit olan şey görme ile sabit olmuş gibidir.
Ganimetler alınmadan önce atını sattığını iki kişi görecek olsa, o adam artık
süvari payını alamaz.
Ancak Ebu Hanife'den
Hasan'm şaz bir rivayetine göre alır. Bunu Şerhu'l-uhtasar'da belirttik.
İki şahidin asker veya
tüccardan olması aynıdır.
Çünkü taksimden önce
ganimetten ortaklıkları genel ortaklıktır. Zira tak-mden önce onlar ganimetten
bir şeye sahip değildir. Böyle bir ortaklık sebebiyle 2 şahitlikte töhmet
gerçekleşmez. Beytulmal meselesinde olduğu gibi.
1689- Müslüman
kişi darulharbe cihad için gitmek üzere atıyla gelse ve başka bir müslüman
onun atını gasbedip darulharbe soksa, sonra atı gasbedilen kişi atını
darul-harpte görüp delil göstererek atını alsa, kıyasa göre ona sadece piyade
payı verilir.
Çünkü darulharbe
girmekle ganimet almayı hak ettiği zaman piyade idi. htiyaç duyması halinde
üzerinde savaşacak atı da olmayınca piyade kabul edilir. £aten adı piyade
defterine yazılmıştır. Bundan sonra atın eline geçmesi ve üzerin-ie savaşma
imkanı olmasıyla durum değişmez. Sanki darulharpte bir at satın
almış gibi olur.
Ama istihsana göre
süvari payını ahr. Çünkü üzerinde savaşmak için atın masrafını çekmiştir.
Evinden süvari olarak çıkarken ve darulharpten de süvari olarak dönerken atın
masrafını çekmiş bulunmaktadır. Tıpkı atının hastalanması gibi üzerinde
savaşmasını engelliyen bir sebep olarak gasb sebebiyle süvari payından
mahrum edilmemesi
gerekir.
Nitekim başta
darulharbe girmesine yarım km. kadar bir mesafe olduğu bir sırada bir
ihtiyacını gidermek için atından indiği bir sırada bir piyade atı alıp darulharbe
soksa, arkasında atın sahibi darulharbe girip atını ondan alsa, bu kadarlık
mesafeden dolayı süvari payını almaktan mahrum olur muydu?
Yine ihtiyacı için
indiği sırada at başını alıp darulharbe girse ve adam peşinden gidip yakalasa,
süvari payından mahrum olur muydu? Bu kadarlık mesafeden dolayı adamın süvari
payını kaybettiğini söylemek doğru değilmidir. Birinci olayda da durum bu şekildedir.
Ama tesbiti yapan
kişinin yanından piyade olarak geçse ve bu durumu ona bildirmezse, çıkışta
yapılan tesbit sırasında ona anlatsa, söylediği tasdik edilmez ve onu piyade
olarak yazar. Çünkü hakikaten onu piyade olarak bilmektedir. Söylediği şey ise
doğru veya yalan olabilir, böyle bir haber sebebiyle hakikat olan şeyi
bırakamaz.
Birinci tesbitte onu
piyade olarak yazdıktan sonra ikinci tebİtte adam süvari olarak çıkıp "Bu,
sana daha önce haber verdiğim" atımdır" derse, bu sözü tasdik
edilmez. Çünkü bilinmiyen bir sebeple süvari payını hak ettiğini iddia
etmektedir. Halbuki salt kendi söylediğiyle hak etme sabit olmaz. Bu konudaki
iddiasını delil ile ispatlaması lazımdır. Delil gösterirse, o zaman gözle
görülmüş gibi iddiası sabit olur.
1690- Mücahidin altını gaspeden kişi onu darulharbe
sokup üzerinde savaşır ve müslümanlar ganimet alıp çıkarlarsa, kendisine
ganimetten süvari payı verilir.
Çünkü üzerinde
savaşmak için atın masrafını çekmiştir. Bunu savaşla da gerçekleştirmiştir.
Geri vermedikçe gasbedilen malın masrafı gasbeden kişinin üzerine düşer.
1691- Mülk olan at üzerinde savaşma ile gasbedilmiş
at üzerinde savaşma arasında duygu olarak bir fark yoktur. Daha sonra atı
sahibine geri verir ve bir eksiği olmuşsa onu telafi eder.
Çünkü hak ettiği pay
at üzerinde savaştığı içindir. Tıpkı gasbedilen şeyi ücretle tutmuş ve
ücretini almış gibidir. Bu ücret kendisinin olup kendisinden gasbedilen kişiye
bir şey düşmez. Ama ata bir zarar gelmişse, onu telafi etmesi gerekir. Atın
sahibine ise sadece bir piyade payı verilir.
Çünkü darulharbin bir
yerinde at üzerinde savaşmış değildir. Zaten birtek at ile iki kişi tam payı
hak edemez. Gasbeden kişi tam payı almayı hak edince, atın sahibi artık tam
payı hak edemez.
1692- Aynı şartlarda adam darulharbe girdikten
sonra atı gasbetmişse, atın sahibi süvari payını alır.
Çünkü darulhapte atı
üzerinde savaşma imkanına sahiptir. Ama gaspten dolayı bu imkanı kaybolmuştur.
Tıpkı darulharpte savaşmak için yolu geçtikten sonra atı ölen kişi gibi.
Çünkü atın sahibi bu
at sebebiyle süvari kabul edilince, başkası da aynı at sebebiyle süvari
sayılmaz. Nitekim darulharpte bir at satın alacak olursa, süvari payını yine
hak edemez. Satın almakla hak edemediğine göre, gaspetmekle hiç hak edemez.
1693- Yol geçilmeden önce at gaspedilmiş ve at hala
gasbeden kişinin elinde olduğu halde ganimetler alınmış, daha sonra sahibi atı
almış ve tekrar savaşılarak yahut savaşılmadan ganimetler alınmış ise, önce
alınmış ganimetlerden gasbeden kişiye bir süvari payı verilir.
Çünkü darulharbe
süvari olarak girmiş ve ilk ganimetler alınırken süvari olarak savaşmıştır.
Böylece süvari payını alır.
Atın sahibine de
piyade payı verilir. Çünkü belittiğimiz gibi bir atla iki süvari olmaz.
Atın sahibi atını geri
aldıktan sonra alınan ganimetlerden ise, atın sahibine süvari payı verilir.
Çünkü bu çarpışmadan
önce atını geri almıştır. Sanki çarpışma meydana gelmeden önce atını geri
almıştır. Bu ganimetten de ğaspeden kişiye piyade payı verilir. Çünkü bu atla
sahibi süvari olunca, başkası aynı atla süvari olamaz. Zaten darulharbe
girerken hak edilmiş bir hakka sahip olduktan sonra at sahibinden alınmıştır.
Ama satmak gibi, daha sonra ortaya çıkan bir sebeple elinden alınmış olsaydı,
daha sonra alınan ganimetler süvari olarak alınacak payı alma hakkını kaybederdi.
Bu da buna benzer.
Yine, bir çarpışma
meydana gelip atın sahibi atını geri aldıktan sonra önce alınmış ganimetleri
savunsa, kendisine ancak bir piyade payı verilir. Çünkü ilk ganimetlerde onun
hakkı bir piyadenin alacağı kadardı. Yaptığı savunma da ancak o hakkı korumak
içindir. O hakkından fazlasını hak etmeyeceği gibi atını gasbeden kişinin atı
sebebiyle alacağı süvari payını da iptal edemez.
1694-
Atın sahibi darulharbe
girmek için geldiğinde atını bir
müslümana ödünç olarak verse ve "Darulharpte üzerinde savaş yap"
derse, Ödünç alan kişi darulharbe soktuktan sonra ödünç veren adam
ganimetler alındıktan önce veya sonra, atını ondan geri alsa, bütün bu durumlarda
atın sahibi ancak bir piyade payını alır.
Çünkü yol geçilmeden
önce atını kendi eliyle elinden çıkarmıştır. Ganimetten pay alma hakkı da yol
geçildiği sırada oluşmuş ve o sırada kendisi piyade bulunuyordu. Atın satın
alınmasıyla durumu değişmiyeceği gibi atını geri almasıyla da hak ettiği şey
değişmez. Bu, gasb meselesinde yaptığımız istihsanm benzeri değildir. Orada
adam elindekini kendi isteğiyle elinden çıkarmış değildir. İkisi arasında fark
bulunmaktadır.
Nitekim darulharbe
süvari olarak girdikten sonra düşman onun atını alacak olursa, süvarinin payını
alır. Ama atını satacak olursa, süvarinin payını alamaz. Aradaki fark bundan
dolayıdır. İki yerden birincisinde atlı olarak savaşma imkanı isteği dışında
elinden çıkmıştır, ikinci yerde ise kendi isteğiyle elinden çıkarmıştır.
1695- Ödünç
alan kişi atı geri vermeden önce alınan ganimetlerden süvarinin payını alır.
Çünkü pay almanın
sebebi olarak yolu süvari geçtiği için süvari payını hak etmiştir. Ganimetler
de süvari olduğunda alınmıştır. Gasbeden kişi için bunu kararlaştırdığımıza
göre, atı ödünç alan kişi için bu evleviyetle böyledir.
1696- Ama
atın geri verilmesinden sonra
alınan ganimetlerden ancak piyade
payını alır.
Çünkü atı, darulharbe
süvari olarak girmeden önce süvari payını almayı hak eden kişi geri almıştır.
Bu da daha sonra alınan ganimetlerden süvari payını almasını engellemektedir.
1697-
Ödünç alan kişinin
yanında at ölecek olursa, alınan bütün ganimetlerden süvari
payını alır.
Çünkü süvari payını
almasının sebebi oluştuğunda süvari bulunuyordu ve kendisinden haksız olarak
alındıktan sonra at ölmüştür. Böylece kendisi atın sahibi gibi olur.
1698-
Müşrikler ondan alıp
ellerine geçirmiş, daha sonra müslüıııanlar onu alıp kendisine
geri vermişse, at adamın olur. Hatta atı ödünç veren adama geri vermeden Önce
ganimet almış larsa, kendisine bir süvari payı düşer. Ama ödünç veren adama
verdikten sonra ganimetler ahnacak olursa ödünç alan kişiye piyade payı düşer.
Sanki düşman ondan hiç almamış gibi olur.
1699- Atın
sahibi atıyla darulharbe girmiş ve daha sonra başkasına ödünç vermiş, alan
kişi de at telef oluncaya kadar üzerinde savaşmışsa, müslümanlarin daha önce ve
sonra aldıkları ganimetlerden
atın sahibine süvari payı vardır. Atın sahibi darulharbe süvari olarak
girdikten sonra atını başkasına ödünç vermiş ve oda at ölünceye kadar üzerinde
savaşmış, müslümanlar da atın Ölümünden önce veya sonra ganimet almışsa, atın
sahibi hepsinden süvari payını alır.
Çünkü üzerinde
savaşmak üzere darulharbe girmiş ve atın masrafım çekmiştir. Darulharbe
girdikten sonra atı başka birine ödünç olarak vermesi onu, üzerinde savaşma
amacının dışına çıkarmamaktadır. Ama atı satacak olursa, durum değişir. Çünkü
satmakla amacının üzerinde savaşmak değil, ticaret olduğu ortaya çıkmaktadır,
daha önce ve sonra alman ganimetlerden ödünç veren kişinin süvari payı aldığı
kesinleşince, ödünç alan kişiye de piyade payı düşmektedir. Çünkü bir atla iki
süvari olmaz ve darulharpte atın Ödünç alınması satın alınmasından farklı bir
sonuç doğurmaz.
1700- Atın
sahibi darulharbe girmeden, üzerinde
savaşmak için değil, binmek için atını geri alacak olursa, darulharbe
girinceye kadar atına binse, sonra geri verse, bütün bu durumlarda atın
sahibine süvari payı düşer.
Çünkü darulharbe
ihtiyaç duyduğu zaman at üzerinde savaşma imkanına sahip olarak girmiştir.
Dilediği zaman ödünç alan kişiden geri alır. Nitekim geri almış ve süvari
olarak savaşmış olup süvari payını da hak etmiştir.
Bütün bu durumlarda
Ödünç alan kişi piyade sayılır.
Çünkü yolun geçilmesi
sırasında at üzerinde savaşma imkanına sahip değildi. Zaten üzerinde savaşmak
için değil, binmek için ödünç almıştı. Birinci durumda ise böyle değildir.
Orada atın geri verilmesinden önce ve ganimetler alıncaya kadar at üzerinde
savaşa bilir ve süvari payını almaya hak kazanıyordu.
Bu şekilde ödünç
verenin durumu açıklık kazanmaktadır. Ödünç alan kişi bu atla süvari olunca,
ödünç veren kişi süvari olmaz. Burada ise, yani binmek için verilmesi
durumunda, ödünç alan kişi süvari paymı almaya hak kazamanaz. Atı dilediği
zaman alabileceği için atın sahibini süvari saydık.
1701- Ödünç
alan adam darulharbe girdiğinde atın kendisine ait olduğunu iddia ederek
sahibinin hakkını inkar etse ve ganimetler alınıncaya kadar at üzerinde
savaşsa, sonra ödünç veren adam delili gösterip atını geri alsa, bütün bu
durumlarda atın sahibi süvari payını alır.
Çünkü ödünç alan adam
hakkı inkar ettiği için gasbetmiş sayılır. Darulharpte olması gibidir. Bu gasb
olayı sebebiyle atın sahibi piyade olmıyacağmı ve gasbeden kişinin de süvari
sayılmıyacağını belirttik.
1702-
Daruİharbe girdiği sırada atın sahibi binmek için atı başka bir kişiden birkaç
günlüğüne kiralamış olsa ve ganimetler alınmadan yahut alındıktan sonra kira
müddeti bitse, atı kiralayan adam piyade sayılır.
Çünkü darulharbe
girdiği zaman at üzerinde savaşma imkanına sahip değildir. Sadece birkaç
günlüğüne binmek için kiralamıştır. Onun için durumu ödünç verme durumundan
farklıdır.
1703- Süre
bittikten sonra geri verecek olursa, darul-harpte at satın alan hükmünde olup
bununla süvari sayılmaz. Alman bütün ganimetlerden de sadece piyade payım alır.
Çünkü atı üzerinde
savaşmak için kiralamamıştır. Sadece binmek için kiralamıştır. İhtiyaç duyduğu
taktirde bu durumda at üzerinde savaşama imkanına sahip değildir. Sanki
üzerinde yükünü taşımak için kiralamıştır.
1704- Ama binmek veya üzerinde savaşmak için bir ay
yahut daha fazla kiralamış ve bu şartlar devam etmişse, darulislama çıkıncaya
kadar atın sahibi yine piyade payını alır.
Çünkü darulharbe
başkasının hakkı İle girmiştir. At üzerinde savaşma imkanına sahip değildir.
1705-
Kiralayan kişi kira süresi bitmeden önce alınan ganimetlerden süvari payını
alır.
Çünkü hakikaten ve
hükmen üzerinde savaşabileceği bir at üzerinde savaşa girmiş ve bu durmu devam
ederken ganimetler alınmıştır.
1706- Ama
kira müddeti bitiminden sonra alınan ganimetlerden sadece piyade payını alır.
Çünkü darulharbe
girerken sahip olduğu hakkı kendisine sağlıyan at kendisinden alınmıştır. Onun
için süvari olmaktan çıkmıştır.
1707- Atın
sahibi darulharbe atıyla girdikten sonra, ganimetler alınmış, sonra üzerinde
savaşmak veya binmek için bir adama belirli bir müddet için kiralamış, bu durumda
da ganimetler alınmış ve süre bittikten sonra atını geri almış ve o sırada yine
ganimet alınmışsa, bütün bu ganimetlerden kiralayan adam ancak piyade payını
alabilir. Çünkü daruiharbe girdikten sonra atı kiralaması, satın
almasından daha
kuvvetli değildir.
1708- Atın
sahibi ise, atını kiralamadan önce alınan ganimetlerden süvari payım alır.
Çünkü darulharbe
süvari olarak girmiş ve süvari iken o ganimetler alınmıştır. Bundan dolayı
süvari payını almayı hak etmiştir. Atı ondan sonra kiralaması, satılmasından
daha kuvvetli olmaz.
1709-
Kira süresinin bitiminden
sonra alınan ganimetlerden de süvari geçerken süvari
payını alır.
Çünkü kiralamakla at
onun mülkü olmaktan çıkmaz. Zaten süvari olarak savaşa başlamıştır. Yolu süvari
olarak geçerken zaten süvari payını hak etmişti.
1710- Ama
kiraya verdiği süre içinde alınan ganimetlerden ancak piyade payını alır.
Çünkü atı kendi
isteğiyle başkasına vermiş ve sahip olduğu hak bu süre içinde başkasına
geçmiştir. Zaten bu süre içinde atın üzerinde savaşma imkanı kalmamıştır. Bu
süre içinde atı satılmış gibi kabul edilir. Çünkü üzerinde savaşma imkanı
bakımından kiraya vermek satmak gibidir.
1711- Yine
süre bittikten sonra çarpışsa olsa ve alınan ganimetleri savunmak için süvari
olarak çarpışma, drum aynıdır.
Çünkü o ganimetlerde
kendisinin sadece piyade payı vardır. Çarpışması da kendi payını savunmak
içindir. Onun İçin bu çarpışma sebebiyle o ganimetlerde hakkı artmış olmaz.
1712-
Amacı darulharbe girmek olmayan
bir müslü-manııı atını başka bür müslüman ğaspetse ve atla darul-harbe
girse, sonra atın sahibi peşine düşüp atı geri alsa, atı geri almadan önce ve
aldıktan sonra ganimetler alınmış olsa, alınan bütün ganimetlerden atın sahibi
sadece piyade payını alır.
Çünkü darullıarbe
piyade olarak girmiştir. Darulharpte atı geri alması da satınalması
mesabesindedir, Bu, bölümün başında belirtilen istihsandan farklıdır. Çünkü
orada üzerinde savaşmak için darulharbe yakiaşmcaya kadar, atın masrafını
üstlenmiş bulunuyordu. Ondan sonra gasbeden kişi sahibinin isteği dışında
kendisinden almıştır. Atını geri alınca, önüne çıkan engel çıkmamış gibi olur.
Halbuki burada darulharbe girmeden önce üzerinde savaşmak için atın masrafını
çekmiş değildir. Yani atı savaşmak için hazırlamamış ve darulharbe de bu
şekilde girmemiştir. Onun için bu atla asla süvari özelliğini kazanmamıştır.
Üzerinde savaşmak için atın masrafını çekmesi de ancak darulharpte meydana
gelmiş olup sanki o anda atı satın almış gibidir.
1713-
Gasbeden kişi, atın sahibi tarafından geri alınmasından önce alınmış olan
ganimetlerden süvari payını alır.
Çünkü darulharbe
süvari olarak girmiş ve süvari iken bu ganimetler alınmıştır. Onun için bu
ganimetlerden süvari payını alır.
Atın elinden alınmasıyla
daha sonra piyade iken alınan ganimetlerde de piyadelik durumu değişmez.
Çünkü at haklı olarak
kendisinden alınmıştır.
1714- Atın
sahibi üzerinde savaşması için atı ona ö-dünç olarak vermiş, sonra bundan vaz
geçerek kendisi savaşmak istemiş ve darulharpte karşılaşınca atını geri almışsa,
bunun durumu her bakımdan yukarıda belittiğimiz kişinin durumu gibidir.
Çünkü atın sahibi
darulharbe piyade olarak girmiştir. Darulharpten çıkıncaya kadar piyade olur.
Çünkü savaşa girdiği zaman at hiç elinden olmamıştır. Atın masrafını da kendisi
çekmiyordu. Zira ödünç alınan şeyin masrafı geri verilinceye kadar ödünç alan
kişiye aittir.
1715-
Kendisine savaşmak için değil, binmek için ö-dünç vermiş ve aynı şartlar mevcut
olmuşsa, atın sahibi hakkında Önceki ile bunun durumu aynıdır. Ödünç alan kişi
ise burada alınan bütün ganimetlerden ancak piyade payını alır.
Çünkü bu at üzerinde
savaşma imkanına sahip değildi. Onu savaş için değil, binmek için ödünç
almıştır.
1716-
Darulharbe girerken sahibine hiyanet edip atını-um üzerinde savaşırsa, yine
piyade payını alır.
Çünkü üzerinde
savaştığı atı ğaspetmiş olur. Darulharbe girdikten sonra atı ğaspeden ve
üzerinde savaşan kişinin süvari payını alamıyacağını belirtmiştik.
1717- Atın sahibi ise bütün ganimetlerden ancak
piyade payını alır.
Çünkü savaşma amacı
dışında binmek ve savaşmak için atı ödünç vermesi onun İçin aynıdır. Çünkü her
iki durumda da üzerinde savaşmak için atın masrafını ancak darulharbe
girdikten sonra çekmiştir. Bundan dolayı bütün ganimetlerden ancak piyade
payını alır. Sonra, savaşa çıkarken atını bulup bulmayacağını da bilmiyordu.
Darulharbe savaşmak
için girdikten sonra atı başkasına binmesi için ödünç vermesi durumunda,
darulharbe girdikten sonra atı ondan geri aldığı taktirde İs-tihsan yolu ile
onu süvari saydık. Bunu, yürüyemiyecek şekilde olan bir piyadeyi yolda görüp
atı üzerinde kendisini birkaç kilometre bindirdikten sonra darulharbe
girdiklerinde kendisini indirip atını alması gibi kabul ettik. Burada adamın
süvari
olacağı açıktır. Buna
benzer olayda da süvari kabul edilir.
1718- Aynı
şartlarda atı üzerinde savaşsın veya savaşmasın, binmek için onu kiralamışsa,
alman bütün gani-meterden atın sahibi ancak piyade payını alır.
Savaşmak amacıyla
darulharbe girmek istemediği, ondan sonra atı da-mlharbe sokan birine
kiraladığını belirttik. Bu durumda atın sahibinin alınan bütün ganimetlerden
ancak piyade payını alacağı açıktır. Burada da aynı şekildedir. Çünkü at
kiralayan ve bundan dolayı süvari payını haketmiş bulunan kişinin elinde olduğu
zaman savaşmayı kastetmiştir.
1719- Atı
kiralayan kişi binmek için kiralamışsa, piyade
payını alır. Ama savaşmak
için kiralamışsa, kira süresinin
bitiminden sonra alınan ganimetlerden
piyade payını alır.
Çünkü at kendisinden
alınmıştır.
1720- Fakat
atı, sürenin bitiminde sahibine vermeyi
kabul etmemiş yahut
kiraladığını inkar etmişse, alınan bütün ganimetlerden süvari payını alır. Atı ödünç alan kişinin de durumu aynıdır.
Çünkü kiralayan da,
ödünç alan da darulharbe süvari olarak girmişlerdir. At kendilerinden haklı
olarak alınıncaya kadar ikisi de süvari olur. Zaten atı sahibine teslim etmeyi
red etmekle ğaspetmiş sapyılır. Daha Önce de belittiğimiz gibi, üzerinde
savaştığı taktirde ğaspedilmiş at ile de pay almayı hak eder. Yukarıdaki durumda
pay almaları evleviyetle olur.
Çünkü kişinin elinde
atın kalması, başlangıçta gasbedip elinde tutmasından daha kolaydır.
1721- Atın
payı at sahibinin olmak üzere bir adam üzerinde savaşmak için bir at kiralasa,
bu kiralama fasit olur.
Çünkü alınacak ganimetin
cinsi ve miktarı belirsizdir. Sonra, pay atın değil, üzerinde çarpışan
kişinindir. Onun için atı tamamen belirsiz bir bedel ile kiralamış olmaktadır.
Fasit kiralama hükmen
caiz sayılır ve atın payı kira alan
kişinin olur. Atın sahibine de, alınan ganimet neolursa olsun, kira olarak bir ücret
verilir.
Çünkü kira alan kişi
fasit bir akitle üzerine düşeni yerine getirmiştir.
1722-
Bu şartlarda ona
ödünç olarak vermesin
de aynıdır.
Çünkü ödünç alan
kişiye ücret şaıtı koşulmuştur. Ücretin şart koşulması durumunda da kira ile
ödünç verme lafızları arasında fark yoktur.
1723-
Darulharpten ganimet almadan çıkacak olurlarsa, kira alan kişinin misil ücret
vermesi gerekir.
Çünkü üzerinde anlaşma
yapılan şeyi fasit bir kiralama hükmü ile yerine getirmiştir. İster ganimet
alsın, ister almasın misil ücret vermesi gerekir. Fasit ortaklıkla ortak olup
çalışan kişinin durumu gibidir. Kâr olsun, olmasın, çalışan ortak, misil
(benzer) ücreti almayı hak eder.
1724- Süre
belirtilsin veya belirtilmesin, muayyen bir ücretle yerine savaşmak için bir
adamı kiralayacak olsa ve" Bu savaş müslümanların gittiği yere
kadardır" derse, bu antlaşma geçersiz olur.
Çünkü belirttiğimiz
gibi cihad ibadettir. Dinin zirvesidir. îbadet için kiralama batıldır. Farzı
kifaye de olsa, ona başlıyan kişi farzı aynı yerine getirmiş olmaktadır. Farzın
yerine getirilmesi için kiralamak batıldır.
Kira tutan kişi şart
koşsun veya koşmasın, pay kiralık kişinindir.
Çünkü kira batıl
olunca, yok gibi olur. Böylece pay mücahidin olur.
1725- Kira ile tutulan kişi aldığı ücreti geri
verir.
Çünkü anlaşma
geçersizdir. Geçersiz anlaşma ile ücret vacip olmaz. Savaşı da kendisi için
yaptığından başkasından ücret alamaz.
1726- Atını
ve silahını kiralık adama vermiş ve payın kira tutan adama verilmesi, şart
koşulmuş ise, kiralık a-dam atın ücretinin mislini ve ne kadar tutarsa tutsun,
silahın ücretinin mislini kira tutan adama vermesi lazımdır.
Çünkü atm ve silahın
getireceği yarar yanında kendisi için belirsiz bir karşılık şart koşmuştur.
Kiralık adam bu yararı fasit bir akitle yerine getirmiş olup misil ücreti de
ödemesi lazımdır.
1727- Kiraya
veren adam payı kendisi için şart koş-mamışsa, kiralık adamın at ve silah
ücreti olarak birşey ödemesi gerekmez.
Çünkü kiraya veren
adam kendisi için mali bir bedel şart koşmamıştır. Böylece atı ve silahı Allah
yolunda savaşması için Ödünç olarak vermiş olur. Savaşta çalıştırılan kişiden
ücret alma hakkı olmaz.
1728- Belirli müddet binmek veya üzerinde savaşmak için bir at kiralasa yahut belirli
bir karşılıkla belirli bir süre için darulhapte kendisine hizmet etmesi için
bir hizmetçi tutsa, hergün için bir ücret belirlesin veya belirlemesin,
tutması caiz olur.
Çünkü ücret ve süre
belirli olduğundan anlaşmanın konusu da bellidir. Bu itaat etme veya farzı yerine
getirme anlaşması değildir. Onun için kiralama geçerlidir.
1729-
Süreyi belirtmeden şu
yere dönünceye kadar kiralıyorum derse, anlaşma fasit olur.
Çünkü anlaşmanın
konusu belirsizdir. Zira müslümanların nereye kadar gideceklerini ve ne kadar
kalacaklarını bilmemektedir.
1730- Bu
şartla yararı elde edecek olursa, kira tutan adamdan misil ücret alır.
Çünküburada üzerinde
akit yapılan şey mevcut olduğu için akit yapılmış olur. Ama aldanma ve
belirsizlik yüzünden fasittir. Onun için, ne kadar tutarsa tutsun, misil ücreti
gerektirir. Zira ücret belirli ise de, atın sahibi şöyle diyebilir: Ben
gittiğiniz yere kadar bu ücretin verilmesine razı değilim, oraya varmadan Önce
döneceğinizi düşünüyordum" Onun için ne kadar tutarsa tutsun, misil ücreti
hak eder.
1731- Bir
adamın Allah yolunda kullanılmak üzere saklı atları olsa ve Allah yolunda
üzerinde cihad etmek için bazılarını bazı kişilere verse ve bu atlardan
dilediğine dilediği atı vermekte yetkili olsa, bunlar da atları alıp
da-rulharbe girdiklerinde adam atları onlardan alarak başkalarına verse,
ınüslümanlar da atların alınmasından önce ve sonra ganimetler almış olsa, daha
önce alınmış olan ganimetlerden önceki adamlar süvari payını alırlar, atlar
kendilerinden alındıktan sonra alınmış olan ganimetlerden ise piyade payını
alırlar.
Saklı atlardan maksat
Allah yolunda cihad için vakfedilen atlardır. Böylesi caizdir. İmam Muhammedin
görüşüne göre zaten caizdir. Çünkü kendisi menkul şeylerde vakfı caiz
görmektedir. Ebu Yusuf un görüşüne göre de, cenaze elbisesi, ölünün yıkandığı
malzeme gibi açık örf bulunan menkul şeylerde vakfetmek caizdir. Allah yoiunda
üzerinde cihad edilen atlarda da bu şekilde vakıf caizdir.
Bunun temeli. Hz.
Ömer'le ilgili yapılan şu rivayettir: "Öldüğü zaman yanında, üzerinde
"Allah yolunda vakıftır" yazılı üçyüz at bulunuyordu".
Üstelik, bu at
üzerinde cihad eden mücahid, darulharbe at üzerinde savaşma imkanına sahip
olarak girmiştir. Ganimetler alınıncaya kadar bu imkanı sürmüştür. Ödünç alan
kişi gibi süvari payım almayı hak eder.
Ondan sonra haklı
olarak at kendisinden alınmıştır. At kendisinden alındıktan sonra alınan
ganimetlerden süvari payı alamaz. Darulharpte atı ister vakfeden kişi almış
olsun, ister yetkili almış olsun, aynıdır.
Atı geri alan yetkili
veya vakfeden kişi süvari sayılmaz. Çünkü onu darulhapte geri almıştır. Bu da
damlharpte at satın almaktan daha kuvvetli olamaz. Aldığı atı başka bir
piyadeye verecek olursa, o kişi de süvari olmaz. Tıpkı darulhapte atı satın
almış gibi olur.
1732- Bir adanı
kendisine veya başkasına ait
olsun, elindeki vakıf atları üzerinde cihad edilmesi için kiraya verse, kötü
bir iş yapmış olur.
Çünkü vakfeden kişi
onları Allah için tahsis etmiştir. Tıpkı arsasını mescid olarak vakfeden kişi
gibi. Mal kazanmak için ücret vererek onda tasarruf etmek caiz olmaz. Kaldı ki,
sahibi üzerinde savaşılarak ahirette ecir kazanmak için o atları
hatırlamıştır. Yetkilinin dünyada onlarla mal kazanması şaıtı değiştirmek olur.
1733-
Yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Kim işittikten sonra onu (vasiyeti) değiştirirse,
günahı onu değiştirenleredir.[1]
Kiralayanlar onlar
üzerinde savaşacak olursa, süvari payını alırlar.
Çünkü darulharbe
süvari olarak varmış ve atlar üzerinde savaşma imkanına sahip olmuşlardır.
Süvari payını almayı hak etmek de bununla gerçekleşmiş olur. Ancak atların
ücretlerini vermeleri gerekir. Çünkü akdin öngördüğü yararı sağlamış
bulunmaktadırlar. Durumları, ğaspeden kişiden atı kiralayanın durumu gibidir.
Çünkü yetkili yahut vakfeden kişi yaptığı bu işte ğaspeden kişiden daha kötü
bir durumda olamaz. Kiraya veren kişi, akdin gereği olan yararı yememesi ve
tasadduk etmesi gerekir. Çünkü o ücreti çirkin bir sebeple elde etmiştir.
Şeriatın hükmüne göre böyle bir kirayı yapamaz ve aldığı ücreti yiyemez. Onun
için en iyi şey, tasadduk etmektir.
1734-
Kiralayanın altında at telef olur veya düşman öldürürse, vali isterse kiraya
veren kişiden kıymeti (para-sı)ni alır, isterse kiralayan kişiden kiymetini
tazmin eder.
Çünkü ikisi de
haksızlık yapmıştır. Tıpkı ğaspeden kişinin ğaspettiği malı kiraya vermesi ve
kiralayan adamın çalıştırması sırasında telef olması gibi.
1735-
Kiralayan kişi tazmin ederse, ücreti kiraya veren kişiye verir.
Çünkü tazmin akdi
sebebiyle kiraya veren tarafından aldanmış olmaktadır.
Ama kiraya veren
tazminat öderse, kiralayana herhangi birşey vermez. Bu para ile yerine başka
bir at alır ve vakfeder.
Çünkü birincinin
yerine kaim olmaktadır. Nitekim kiymet denilmesinin sebebi başka bir malın
yerine kaim olmasıdır. Mal, Allah yolunda vakıftı, Onun bedeli olan mal da aynı
sıfatla onun yerine ikame edilir. Tıpkı öldürülmüş ve öldürenin kıymeti ödemiş
olması gibi. Bu bedelle atın satın alınması ve vakfedilmesi gerekir. Çünkü at
ve silah, sahibi elinden çıkarmadıkça vakıf olmaz.
Çünkü bu bir vakıftır.
İmam Muhammed'in görüşüne göre vakfın gerçekleşmesi için vakfedilen malın
vakıf mütevellisine teslim edilmesi gerekir. İbn Ebu Leyla'nın görüşü de budur.
1736-
Yetkiliye teslim ettikten sonra geri cayması olmaz. Allah yolunda vakfeden
kişi yetkilinin ölümünden sonra o malın idaresinin kendi elinde olmasını yahut
kendisi ölünceye kadar o mal üzerinde yetkili olmasını şart koşması caizdir.
Çünkü vakfın
gerçekleşmesi İçin malın teslim edilmesi şarttır. Bu şaıt da mevcut olmuştur.
Bundan sonra malın vakfeden kişinin eline dönmesi olmaz.
At ve silahın Allah
yolunda vakfedilmesinin caiz olmasında delil, Hz. Ali, İbn Mesud , Şa'bi,
Nehâî'nin bunu caiz görmeleridir.
1737- Bir
adama üzerinde cihad etmek üzere vakıf malı bir at verse, o da aldığı atla
darulharbe girse ve ganimetler alınsa, ondan sonra atı kendisinden alsa ve
aldıktan sonra da ganimetler alınsa, ilk ganimetten adama süvari payı
verilirken, ikinci ganimetten piyade payı verilir. Çünkü at haklı olarak
kendisinden alınmıştır.
1738-
Darulharbe girdiği sırada yetkilinin elinde başka bir at yoksa, bütün
ganimetlerden ona piyade payı verilir.
Çünkü darulharbe
piyade olarak girmiştir. Mücahidin elinden atı almakla süvari olmaz. Tıpkı bir
at satın almakla süvari olmadığı gibi. Allah en iyi bilir.[2]
1739- Bir
adam darulislamda bir adama bir at bağışlamış, kendisine at bağışlanan adam da
atı almış ve ordu ile beraber darulharbe girmiş ve düşmandan ganimetler almışlar,
daha sonra bağışlayan kişi atını geri almak isterse, buna hakkı vardır. Çünkü
bağışlanan şey kendisine bağışlanan kişinin yanında sağlam olarak
bulunmaktadır.
Bağışlayan kişiye de bağışından dolayı bir bedel ulaşmış değildir.
Bağışı alanın amacında
bir bozukluk meydana geldiği için bağışından vazgeçme
hakkı sabit
olmaktadır.
1740-
Bağışını geri aldıktan sonra ganimetler alınmış ve bağışlayan kişi darulherbe
piyade olarak girmişse, bütün ganimetlerden bağışlayan kişiye sadece piyade
payı verilir.
Çünkü darulharbe
piyade olarak girmiş ve darulharpte atı geri almakla süvari payını almayı hak
etmemiştir.
1741- Atın
kendisine bağışlandığı kişi ise, önce alınmış ganimetlerden süvari payını
alır.
Çünkü darulharbe
süvari olarak girmiş ve ganimetler süvari İken alınmıştır. Diğer ganimetlerden
ise piyade payını alır.
Zira at kendisinden
haklı olarak alınmıştır. Çünkü bedel almadıkça bağışlayan kişi şer'an
bağışından geri dönebilir.
Mülkü olan bir atla
darulharbe girmiş, daha sonra isteği dışında darulhapte mülkü elinden
alınmıştır, nasıl süvarilik hakkını kaybetmiyorsa, burada da hakkın
kaybetmemesi lazımdır, diye itiraz edilirse, söyler deriz:
Atın ondan alınması
şeriata göre gerçekleşmiş bir hak iledir. Bu hak darulharbe girmeden önce
mevcuttu. Böylece at üzerinde mutlak olarak savaşma
imkanı bulunmamış
olmaktadır. At üzerinde savaşma imkanı at sahibinin bağıştan dönmeden önce
vardı.
1742- Onun
için ganimet alınmadan önce atı bağışlayan kişi bağışından vazgeçerse, artık
bağış yapılan kişi süvari sayılmaz. Bazı ganimetler alındıktan sonra da
vazgeçtiği taktirde durum aynıdır.
1743- Bu
miktardan dolayı süvari sayılacak olursa, o zaman şöyle bir durum ortaya çıkar;
On tane atı olup piyade on kişiden her birine bir at bağışlayan ve böylece
da-rulharbe girmelerini sağhyan, ondan sonra atlarım geri alan kişi, bu kadarla
alman ganimetlerden süvari payını almalarını sağlamış olur. Bu ise olmayacak
bir şeydir. Zira bunun aksini söyleyen olursa, o takdirde, atları kendilerinden
aldıktan sonra darulhapte tekrar onlara verecek olursa, bu kişilerin süvari
olacaklarını söylemesi gerekir. Çünkü her iki durumda da atların sahibi onları
geri alıncaya kadar atlar üzerinde savaşma imkanına sahip idiler. Buna göre
fasit bir alış akdiyle bir atı satın alır ve onunla darulharbe girerse, yine
süvari sayılması gerekecektir.
Çünkü satış fasit
olduğundan satan kişinin geri alma hakkı sabittir. Bağışlayan kişinin bağıştan
vazgeçmesindeki hakkı gibi, hatta ondan da daha açıktır. Burada satan kişi
şer'an geri almakla mükelleftir. Halbuki bağışlayan kişinin bağıştan
vazgeçmemesi menduptur. Orada, atı alman kişi sonra alınan ganimetlerden
süvari payını alamadığı gibi, burada da durum aynı şekilde bulunmaktadır.
1744- Satış
sahih olsa, sonra darulhapte delilini göstererek müşteriden atı geri almayı
satan kişi hak etse, bu fasit satış mesabesindedir.
Çünkü darulharbe
girmeden önce sabit olan bir hak ile at kendisinden alınmıştır. Atın haklı
olarak geri alınmasıyla da satm alan kişi atı geri alınca satın alan adam
süvari olmaktan çıkmaktadır.
1745- İki
adamdan biri diğerinden bir katır karşılığında bir at satın almış ve değiş
tokuş yapmışlar, darulharbe girdikten sonra hayvanlardan birinde kusur ortaya
çıksa geri verilse bu, durumda geri
verilmeden önce alınmış olan
ganimetten atın sahibine,
geri veren ister
kendisi olsun veya olmasın, süvari payı verilir. Geri verdikten sonra
alman ganimetten ise piyade payını alır. Çünkü geri veren kendisi ise o zaman
kendi isteğiyle atın mülkiyetini elin-çıkarmış olmaktadır.
1746- Geri
veren kendisi değilse, yani verdiği katır kusurlu çıkarsa,
o zaman at onun elinden haklı olarak alınmış demektir. Katırı alan kişi
ise, iki ganimetten de ancak piyade payını alır.
Çünkü darulharbe
piyade olarak girmiştir.
1747- Buna
göre birbirlerine satış yaptıklarını söyleseler yahut taraflardan biri satın
aldığını görmeyip gördüğü taktirde muhayyer olma şartına dayanarak geri verse,
yahut atı satın alan kişi atı almış ve katırı teslim etmemiş ve teslim etmeden
katır yanında helak olmuşsa, sonra daruhharpte biraz ganimet alındıktan sonra
atı geri ver-mişse, durum aynı olur.
Çünkü mülkü hak edilen
bir sebeple elinden çıkmış ve kendisi bundan sonra alınmış olan ganimetten
süvari payını alma hakkını yitirmiş olmaktadır.
1748- Alacağı
borcu karşılığında bir adamdan darulis-Iamda bir at rehin alsa ve ikisi ordu
ile beraber darulharbe girse, borçlu kişi rehin alan kişiye borcunu ödese ve
atı alıp üzerinde savaşsa, ikisi de piyade sayılır.
Çünkü rehin alan kişi
rehin aldığı atm üzerinde savaşma imkanına sahip bulunmuyordu. Bundan dolayı
da süvari sayılmıyordu. Rehin veren kişi de darulharbe girdiği zaman atı
üzerinde savaşma imkanına sahip değildi.
Zira rehin akdi rehin
alan kişinin mülkiyetini gerektirir. Borcunu ödeyin-ceye kadar rehin veren kişi
rehin üzerinde hakkını ispat etmiş, daha sonra da ganimetler alınmış, ondan
sonra borcu Ödeyip atı geri almış, bundan sonra da ganimet alınmış ise, ilk ve
son ganimette rehin veren kişi süvari, oıtada alman ganimette ise piyade
olmaktadır.
Çünkü mülkiyeti mevcut
iken, kendi isteğiyle atın Üzerinde savaşma imkanım kaybetmiştir. Sanki
darulhapte başkasına kiralamış gibi olur. Kiralama işini bundan önce anlattık
ve hükmünü belirttik. Rehin de onun benzeridir. Çünkü her iki akit de malının
mevcuduyeti durumunda atın sahibinin mülkiyetini gerektirir.
1749- Bazı
ganimetler alındıktan sonra darulharpte atını satacak olsa, daha sonra yeni
ganimet alınsa, sonra satın alan kişi yargı ile yahut yargısız bulduğu bir
kusur sebebiyle atı geri verse, ondan sonra da ganimet alınsa, atın sahibi ilk
ve son ganimetten süvari payını alır, orta ganimetten ise piyade payını alır.
Çünkü atı
mülkiyetinden çıkarmakla üzerinde savaşma imkanını kaybetmiştir. İster her
yönden satış akdinin feshi olan bir sebeple at kendisine iade edilmiş olsun,
İster hakkında fesih olan bir sebeple iade edilmiş olsun, orta ganimet alındığı
sırada at üzerinde savaşma imkanı olup olmadığı açık olmadığından bu ganimetten
ancak piyade payını alır. Üçüncü ganimetten de aynı şekilde piyade payını
alması gerekirdi, çünkü satışla atın masrafını çekmesinin üzerinde cihad etmek
için dğil, ticaret maksadıyla olduğu açığa çıkmaktadır, daha sonra at eline
geçse bile, bundan sonra atı yeni satm almış gibi olur, diye itiraz edilse,
şöyle deriz:
Darulharpte atı
satması ticaret maksadıyla olması veya üzerinde savaşacak daha güçlü biriyle
değiştirmek maksadıyla olması muhtemeldir. İstihkak sebebiyle hak etmiş olduğu
şey bu ihtimal ile iptal olmaz. Ancak kesin olan birşeyle iptal olabilir, O da
atın üzerinde savaşma imkanının ortadan kalkmasıdır. Bu da sadece orta
ganimette mevcut olmuştur.
1750- At
kendisine geri verilmeyip onun yerine başka bir atı satm alsa yahut kendisine
başka bir at bağışlansa, yukarıdaki şartlarda, sadece orta ganimette piyade
sayılır.
Bu ganimet alındığı
gün at üzerinde savaşma imkanına sahip değildir. İlk ve son ganimette ise adam
süvaridir.
Çünkü damlharbe süvari
olarak girip bu payı almayı hak ettikten sonra ilk ve son ganimet alındığı
zaman at üzerinde savaşma imkanına sahip bulunuyordu.
1751-
Müşrikler orta ganimeti
müslümanlardan geri almak için
müslümanlarla çarpışsa ve kendisi de ikinci at üzerinde onlarla çarpışsa, durum
aynı olur.
Çünkü o ganimetten
piyade payı sahibi olarak çarpışmıştır. Bu çarpışma ile o ganimette payı
artmaz.
1752- Satın
aldığı at sattığı at kadar güçlü olmazsa, ama
yine de savaşa elverişli bulunuyorsa, durum aynı olur.
Çünkü başlangıçta bu
at üzerinde darulharbe girseydi süvari payını hak ederdi. Bu at ile süvari
olarak girdikten sonra süvari olarak kalmak daha kolaydır. Bu at ile süvari
payını hak etmesi caiz ise, bu hakkı korumak daha çok caiz olmaktadır.
1753- İki
adam atlarını değiş tokuş yapsa yahut her biri
diğerine birkaç dirhemle
at satsa, ikisi
de süvari sayılır.
Çünkü her biri
darulharbe süvari olarak girmiştir. At üzerinde savaşma imkanı da devam
etmiştir. Bu da ya sattığı at ile yahut satm aldığı at ile olmuştur.
1754-
Darulharbe süvari olarak
girdikten sonra bir m üs 1 uman onun atını öldürse ve
değerini tazmin etse, o da bu para ile ganimetler alınıncaya kadar at satın
almazsa, atın sahibi bütün ganimetlerde süvari sayılır.
Çünkü süvari payını
alma hakkı önce kesinleşmiştir. Daha sonra atı elinden kendi isteğiyle çıkarmış
değildir. Kendisinden kaynaklanmıyan bir sebeple telet olmuştur. Sanki at
ölmüştür.
Alı öldüren adam onun
bedelini ödediğine göre, neden atı kendisi satmış gibi kabul edilmiyor? diye
itiraz edilse, şöyle deriz; kendisi atın bedelini öldüren adamdan almak
suretiyle uğradığı zararı telafi etmek istemiştir, Yoksa temliki
Kasdetmemiştir. Zaten malın kendisini geri almak imkansız olmuştur. Ama bedelde
müikiyetinin gerçekleşmesini şart koşarsa, asıl olan malda mülkiyeti ortadan
kalkar. Böylece birtek mülkte iki bedel toplanmış olmaz. Burada temlik zaruret
yolu ile olmuştur. Yoksa atın sahibinin bir kastı veya fiili sebebiyle
olmamıştır. Onun için bu temlikle hakkı İptal olmaz. Buna göre ona bir müslüman
öldürüp kaçsa ve onu güç yetirmese yahut bir müslüman ondan gasbedip gizlese ve
bedelini ödese yahut üzerine binip kaçarak darulislama çıkarsa, belirttiğimiz
bütün durumlarda birinci adam mesabesindedir.
1756-
Gasbeden kişi onu gizlemiş ve yargıç bedelini Ödemeye mahkum etmiş iken at onun
elinde görülürse, atın gaspedilmesinden önce, gaspedilmesinden sonra ve atın
gaspedenin elinde görülmesinden sonra ganimetler alınmış ise, gaspeden kişi
atın bedelini Ödemeden önce, atın gaspedilmesinden önce ve sonra alınan
ganimetlerden atı gaspedilen kişi süvari payını alır.
Çünkü gasp ile mülkü
zail olmaz. Sadece isteği dışında atın üzerinde savaşma İmkanı yok olmuştur.
Gasbeden kişinin
elinde atıri görülmesinden önce ve sonra, bedelini ödedikten sonra, alınan
ganimetlerden atın sahibi sadece piyade payını alır.
Çünkü bu durumda, yani
bedelini aldıktan sonra atın üzerinde savaşma imkanının kaybolması onun
isteğiyle olmuştur. Atının ortaya çıkıp almasını umarak bedelini almakta acele
etmemesi ve şikayetini devam ettirmesi mümkün idi. Yani bedeli almakta acele
etmeyip at üzerinde savaşama hakkının devamını sürdürebilirdi. Bunu yapmayıp
bedelini isteyince ve yargıç onun lehine hüküm verince, atı satmış hükmünde
olur. Atının üzerinde savaşma imkanını yitirmesi kendi isteğiyle olmuş gibi
olur.
Nitekim bir kişi atı
gündüz bir saat gaspeder ve bedelini öderse, daha sonra at ortaya çıkarsa,
bundan sonra atı gaspedilen kişi süvari olur muydu? Onu kendisi kendi
isteğiyle mülkiyetinden çıkarmıştır. Ama bedeli aldığı zaman ve ganimetler
alınmadan önce o bedelle başka bir at satın almışsa, o zaman at üzerinde
savaşma imkan olduğundan alman bütün ganimetlerden süvari payını alır.
1757-
Darıılharbe süvari olarak girdikden sonra ganimetler ahnsa, sonra atını satıp
başka bir at kiralasa ve üzerinde savaşsa, ondan sonra da ğanimtler alınsa,
önce alınan ganimetlerden süvari
payını, sonra alınan
ganimetlerden ise piyade payını alır.
Çünkü süvari payını
alma hakkı mülkü olan bir at sebebiyle meydana gelmiştir. Kiralık at ise onun
mülkü olmaz. İlk at sebebiyle meydana gelen hakkın devamı için kiralık at
elverişli olmaz. Kiralık olan atla yeni bir sebep de gerçekleşmiş olmaz. Çünkü
kiralama işi darulhapte meydana gelmiştir.
1758- Bir at
ödünç alsa da durum aynı olur.
Çünkü bu da kiralama
gibi veya ondan aşağıdır.
1759- Ama
kendisine bir at bağışlanır yahut tasadduk edilirse ve atı alırsa, bütün
ganimetlerden süvari payını
alır.
Çünkü bağışlanan onun
mülkü olur. Hak etme sebebinin devamı bakımından birincinin yerine kaim olmaya
elverişlidir.
Böyle olduğunu şu
açıklmaktadir. Atın ödünç alınması ve ödünç verilmesiyle ilk atın masrafını
üstlenmekte amacmm ticaret olmadığı açığa çıkmaz. Ama satın almakla maksadının
bu olmadığı anlaşılır. Satın aldığı sattığının yerine ikame edilebilir. Sonra
da kendisine bağış yapılan at, satın olan gibi sayılır. Çünkü her iki sebepde
atın dışında ona mülkü ispat etmektedir.
1760- Başta
kiralanmış bir at üzerinde darulharbe girmiş ve ganimetler alınmış, sonra kira
müddeti bitmiş ve sahibi atını almış, sonra yine ganimetler alınmış, sonra
başka bir at kiralayıp üzerinde savaşmış ve yine ganimetler alınmış, ise, İlk
ve son ganimetlerde süvari, orta ganimette ise piyade olur.
Çünkü hak etmenin
sebebi, üzerinde savaşabilecekve mülkü olan bir atla darulharbe girdiği için
gerçekleşmiştir. İkincisi bu konuda birinci gibidir. Sözko-nusu İstihkakın
devamı bakımından onun yerine kaim olur. Tıpkı satın alman atın rnülkü olan
atın yerine kaim olduğu gibi. Ama atın üzerinde savaşma imkanı olmadığı sırada
alman orta ganimetten sadece piyade payını alır.
Bunda sürenin
bitmesiyle kiraya veren kişinin ölmesi yahut süre içinde kira sözleşmesinin
feshedilmesi arasında fark yoktur.
1761- Bu
şartlarda adam bir at ödüç almış olsa, ondan sonra alman ganimetten sadece
piyade payını alır.
Çünkü istihkak
bakımından Ödünç alma, kiralamanın altındadar. Zira kiralama ile yarar hakkını
kazanması sabit olurken, ödünç alma ile bu hak sabit olmaz. Kiraladığı at sebebiyle
kazandığı hakkın ödünç aldığı at sebebiyle devam etmesi mümkün değildir.
1762- Kira
süresi bittiğinde bir at satın almış olsa veya ona at bağışlanmış olsa, alınan
bütün ganimetlerden süvari payını alır.
Çünkü kiraladığı zaman
süvari olunca, satın alsa veya kendisine bağışlansa evleviyetle süvari olur.
Çünkü süvari olmak hakkını sağlıyan sebep, İkinci durumda da fazlasıyla mevcut
olmuştur.
1763- Ordu
darulharbe girdiği zaman at onun elinde ödünç olsa ve ganimetler alınsa, sonra
ödünç veren adam atı geri alsa ve bu durumda da ganimetler alınsa, sonra
üzerinde savaşmak için başka bir at ödünç alsa ve ganimetler alınsa, ona atı
ödünç veren kişi verdiği at sebebiyle süvari payını almaya hak kazanan biri
ise, savaşmak için atı ödünç vermesinin kendi hakkını iptal etmiyeceğini belirttik.
Çünkü atı üzerinde
savaşma imkanı kaybolmaz. Bu at sebebiyle payı almaya hak kazanmış olmaya
devam ediyorsa, ödünç alan kişi bu at sebebiyle birşey hak etmez. Çünkü bir
atla iki kişi süvari payı alamaz. Sadece Ödünç alan kişiye ilk ganimetten
süvari payı verilir.
1764- Ödünç
veren adamın çok atları olup süvari payını ödünç verdiği atın dışında hak
ediyorsa, ödünç alan kişi ilk ve son ganimetlerden süvari payını alır. Orta ganimetten
sadece piydade payını alır.
Çünkü ikinci hakkı
birinci hakkın sebebinin benzeri ile gerçekleşmiştir. Benzen sebebin devamı ile
o da devam etmiş sayılır. Zaten birincisinde sebep olan at ikincisinde de devam
etmektedir. Nitekim sözkonusu atın kendisini ikinci defa ödünç alıp üzerinde
savaşsaydı, süvari sayılırdı.
1765-
Bir at satın alması yahut kendisine bir atın bağışlanması veya bir at
kiralaması durumunda da hüküm aynı olur.
Çünkü İstihkak
sebebini oluşturması bakımından ikincisi birincinin üstün-
dedir. Onun için
gerçekleşen İstihkak aynen devam etmektedir.
Atı kendisine
kiralayan adamın bu atla süvari sayılıp sayılmaması aynıdır.
Çünkü ödünç vermenin
aksine, kiralama ile atın sahibi süvari olma özelliğini kaybeder. Zira
kiralama ile atın sahibi üzerinde savaşma imkanını yitirmekte ve bu hak
kiralayan kişiye geçmektedir. Halbuki ödünç vermede bu hak kay-bolmamaktadır.
Nitekim darulharpte
bir müddet için kendini hizmet etmek üzere kiralasa, bir pay hak etmez. Ama bir
mücahide yardım edip darulharpte ona hizmet etse, payı iptal olmaz. Atı
hakkında da hüküm bu şekildedir.
1766-
Darulislamda bir at satın alsa ve darulharbe girinceye kadar onu teslim
almazsa, sonra parayı verip atı alırsa, bütün ganimetlerde alan ve satanın
ikisi de piyade sayılır.
Satıcı piyade sayılır.
Çünkü darulharbe girilmeden Önce satmakla mülkiyet hakkını kaybetmiştir.
Darulharbe atı olmadan girmiştir. Satın alan da atın üzerinde savaşma imkanı
olmadan darulharbe girmiştir. Çünkü satan kişinin yanında alıkonulmuştur.
Rehin bırakılmış gibi. Darulharpte parasını verdiği zaman ilk defa at üzerinde
savaşma imkanı doğmuş olmaktadır. Sanki atı o anda satın almıştır.
1767- Parayı
darulharbe girmeden önce vermiş, ama girinceye kadar atı teslim almamışsa yahut
paranın ödenmesi için belirli bir süre belirtilmişse, kıyasa göre satın alan
kişi alınan ganimetlerden piyade payını alır.
Çünkü atın üzerinde
savaşmak tasarruftur. Tasarruf hakkı da satın alan için atı teslim aldığı anda
başlamış olmaktadır. Darulharpte atın üzerinde savaşma hakkı da ancak atı
teslim aldıktan sonra olur.
Şöyle ki, satın alan
kişi parasını vermiş olsa bile at satıcının mülkiyeti altındadır. Nitekim bu
süre içinde at helak olursa satıcı hesabına hellak olmuş olur. Satıcı paranın
sahte olduğunu görüp geri çevirdiği taktirde, paranın ödenmesine kadar atı yanında
tutabilir. Böylece anlıyoruz ki satın alan kişi darulharbe girdiği zaman at
Üzerinde savaşma imkanına mutlak olarak sahip değildi. Atın parasını ödemeden
Önce nasıl olma hakkına sahip değilse, bununla da süvari olma hakkına sahip
olmaz.
İstihsana göre satın
alan kişi süvari payını alır.
Çünkü süvari payını
almayı hak etmesi, darulharbe girerken atın üzerinde savaşma İmkanına sahip
olmasından ötürüdür. Bu da mülkü bulunması ve başkalarına borcunun bulunmaması
itibariyle ve satıcının ikrarıyla dilediği zaman atını alabilmesi sebebiyle
sabittir. Atı teslim almakla da bu kesinleşmiş olmaktadır. Onun için süvari
payını almaya hak kazanmış olmaktadır. Tıpkı binmek için atını başkasına ödünç
vermesi veya yanında emanet bırakmasında olduğu gibi.
1768- İki
müslüman darulharbe üzerinde sıra ile savaşacağı ortak bir atla girse, bütün
ganimetlerden ancak piyade payını alırlar.
Çünkü her biri arkadaşının izni olmadan atın
üzerinde savaşma imkanına sahip değildir. Bu itibarla süvari olamazlar.
1769-
İkisinden biri atı diğerinden kiralamış veya ö-dünç almışsa, ödünç alan ve
kiralayan kişi süvari sayılır.
Çünkü darulharbe atın
üzerinde savaşma imkanına sahip olarak girmiştir.
Ama ödünç veren kişi
payını alır veya kira süresi biterse, ondan sora alman ganimetlerden ödünç
alan ve kiralayan kişi piyade payını alır.
Çünkü darulhrabe
girmeden önce sabit olan bir hak ile onun at üzerinde savaşma imkanı zail
olmuştur.
1770-
Aralarında ortak iki atla girseler ve her biri muayyen olan veya olmayan bir
at üzerinde savaşma konusunda darulharbte diğeriyle anlaşsa, ikisi de piyade
olur.
Çünkü her biri atın
Üzerinde savaşma imkanına sahip olmadan darulharbe girmiştir. Bu imkanı ancak
darulharpte meydana gelen bir olay sebebiyle bulmuştur. Bu da sahibinin
kendisine izin vermesidir ki bu kendisine yarar sağlamaz.
1771- Ama
darulharbe girmeden önce her biri diğerine izin vermişse, her biri arkadaşına
verdiği izinden dönün-ceye kadar, ikisi de süvari sayılır.
Çünkü her biri atın
üzerinde savaşama imkanına sahip olarak darulharbe girmiştir. Bu imkanı devam
ettiği sürece bu hakka sahip olur. Ama bu izin bozulursa. İmkan da bozulmuş
olur ve ondan sonra her biri piyade olur.
1772-
Darulharbe girmeden önce binmek üzere anlaşır ve ittifak ederlerse, hüküm yine
aynı olur. Çünkü anlaşmak ve ittifak etmek yararın paylaşılmasıdır.
Şerhu'l Muhtasar
kitabının sulh bölümünde iki hayvana binme konusunda anlaşmanın durumunu
belitmiştik.
Şüphe yok ki ikisinden
biri bunu İster, diğeri ise red ederse, savaşmak için atlara binmek üzere anlaşmaya
hiçbiri zorlanmaz.
Çünkü bunda dengeleme
mümkün değildir. Onun için burada zorlama olmaz.
Ama bu konuda ittifak
ederlerse, aralarında razı olmaları durumunda yapabilirler. İmanı Muhammed'e
göre ; savaştan başka iş için
binmek üzere ittifaka zorlanırlar.
Çünkü bunda dengeleme
mümkündür. Birisi isterse, malın bölünmesiyle yararın bölünmesi gözü önünde
bulundurularak diğeri buna zorlanır.
Bununla hiçbiri süvari
payını almaya hak kazanamaz. Çünkü binmek üzere yapılan anlaşma ile taraflardan
biri at üzerinde savaşma imkanına sahip olmaz.
1773- Her
biri arkadaşına atlardan dilediğine binmesi için izin vermiş ve ona muayyen bir
at vermemişse, ikisi de piyade sayılır. Bu izin ister darulharbde verilmiş olsun,
ister darulîslamda olsun, aynıdır.
Çünkü arkadaşından
alacağı payı ödünç almak, kendisine teslim edilinceye kadar mücerred izinle
gerçekleşmez.
1774- Bir
müslüman darulharbe birkaç atla girse ve biri dışında hepsini satsa, yine
süvari payını alır.
Çünkü elinde kalan
atla süvari olarak savaşma imkanına sahip bulunmaktadır. Yaptığı satıştan
anlaşılmış oluyor ki adam ticareti kastetmiştir. Bu itibarla sattığı atlar
sebebiyle alacağı pay düşmüş olup darulharbe sanki elinde kalan atla girmiş
sayılır. Zaten birden fazla olan atlar fazla olup onlara muhtaç olmaz. Hangi
payı almayı hak edeceği ancak muhtaç olduğu şeye göre belirlenir.
Nitekim şahitlerden
kimileri vazgeç enlerse, vazgeçerlenden dolayı şahitlik nisabı azalmış olmaz.
Böyle bir durumda yargıç yapılan şahitlikle hüküm vermekten alıkonulamaz.
Yargıç hüküm verdikten sonra şahitlerden bazıları vazgeçerlerse, vazgeçenlerin
herhangi bir tazminat ödemeleri gerekmez.
1775-
Onlardan biri darulhapte telef olur veya ölür, diğerlerini de satacak olursa,
adam süvari sayılır.
Çünkü isterse biri
öldükten önce, ister sonra bazılarını satarsa yine süvari kalır. Zira sattığı
atlar hiçyokmıış gibi olur. Sanki darulharbe birtek atla girmiş, savaştan önce
veya sonra üzerinde savaşırken at telef olmuştur. Bundan dolayı da süvari
payını almayı hak kazanmıştır.
1776- Ergin
bir kişi darulharbe süvari veya piyade olarak girse ve ganimetler alınsa, ona
yaptığımız yoruma göre bahşiş düşer. Bu kişi baliğ oluncaya kadar müslüman-lar
darulislama çıkmaz ve ganimetleri taksim etmezlerse, ona, süvari olduğu
taktirde süvari payı, piyade olduğu taktirde de piyade payı düşer. Darulislama
çıkmadıkları ve ganimetleri
paylaşmadıkları süre içinde savaş yapmış veya yapmamış olmaları aynıdır.
Çünkü yolu geçtiği
zaman pay alma sebebi tahakkuk etmiştir. İstihkak eline geçmeden önce de durumu
tamamlanmıştır. Engel gibi görünen durum da tam pay almayı hak etme sebebiyle
beraber ortaya çıkan şey mesabesinde sayılır. Mesela zimminin müslüman olması
gibi. Daha Önce bunu açıklamıştık.
1777- Ancak
alimlerden bazıları baliğ olmasa da ona pay verilir, tıpkı müslüman olmasa da
zimmîye verileceği gibi, demektedir. Buluğdan ve is la nidan önce tam payı hak
etmedeki ihtilafları, baliğ ve müslüman olduğu takdirde tam pay alacakları
hakkında aynı zamanda bir ittifaktır. Şüphesiz tam payı almak için diğer
şartlar mevcut olduğu zaman gerçekleşir. Allah en iyi bilir.[3]
1778- Bir
mücahid darulharpte atını satsa, satıştan önce alınan ganimetlerden süvari
payını alır. Satıştan sonra alman ganimetlerden ise piyade payını alır. Taksimi
yapan yetkili ona "Atını ganimet alınmadan Önce sattın" derse,
mücahid de ona "Ganimet alındıktan sonra sattım" derse, taksimi yapan
yetkilinin dediği olur. Halbuki mücahidin dediği olması gerekirdi. Çünkü yolu
geçmekle istihkakın sebebi onun için gerçekleşmişti. Satmak
da sonra olan bir
şeydir. Meydana geldiği tarih delil ile sabit olmazsa, en yakın
zamanda meydana
geldiği kabul edilir.
Süvari payını
alamamasının sebebi kendi itirafıyla sabit olmuştur. O da atı satmasıdır. Ondan
sonra ancak bir delil ile istihkakı sabit olur.
1779- Mesela
müslüman bir kardeşi bulunan bir müslüman ölse, ondan sonra da oğlu mürted
olarak gelip babasının Ölümünden sonra irtidat ettiğini iddia etse, miras onun
olur. Müslümanın kardeşi de babasının sağlığında irtidat ettiğini söylerse,
irtidadı hakkında geçmiş bir tarih iddia ediyorsa, kardeşin dediği olur.
Çünkü mahrum olmasının
sebebi açık olup ondan sonra istihkakı ancak bir delil ile sabit olur.
1780- Yine
oğlu hirisitiyan olup babasının ölümünden önce müslüman olduğunu iddia etse,
durum aynıdır.
Çünkü mahrum olmasının
sebebi olan din değişikliği bilenen bir şeydir. Hak etmesi ancak bir delil ile
sabit olur.
Şöyle ki; savaş maksadıyla
yolun geçilmesi zamanında atın masrafının sahibi tarafından çekilmiş olması
istihkakın sebebidir.
Darulharpte atı
satmakla üzerinde cihad etme amacı şüpheli duruma düşmüş olur. Süvari payını
almaya hak kazanabilmesi için cihad amacını beslediği kanaati olması lazımdır.
Kendisi biliyor ki atı savaştan ve ganimetler alındıktan sonra satmıştır. Bu
durumu delil ile sabit olmadıkça, süvari payını almayı hak etmesi de sabit
olmaz.
1781-
Satışın en yakın zamanda olduğunun kabul edilmesi, bir bakıma görünüşe bakarak
karar vermektir ve böyle bir karar ile istihkak önlenir ve subut bulmaz.
1782-
Ganimetlerin alınmasından sonra
atı sattığına dair askerlerden
delil (şahit) getirirse, bu delili ithamdan
uzak olduğu için kabul edilir.
1783-
Bu konuda birtek
kişi şahitlik yaparsa, onun
şahitliği ile delil
gerçekleşmez. Lehine şahitlik
yapılan adam "Payından bana
verileceğini bile bile
bu kişinin yaptığı şahitliğe
katılıyorum" derse, sözüne itibar
edilmez.
Çünkü taksimattan önce
her ikisinin de ganimetten belirli bir şeyi yoktur. Şahitliği red edilen
kişinin itirafı ise mülkü hakkında olursa veya kendi mülkünde başkasının hakkı
olduğunu itiraf ederse, muteber olur. Burada böyle birşey sözkonusu değildir.
Onun için onun payına oıtak olmaz.
1784- Süvari
"Atım öldü veya
Öldürdüldü" derse ve taksimi yapan
yetkili de "Hayır, sen sattın" derse, sü-/ varinin dediği olur ve süvari payını
alır.
Çünkü istahkakın
sebebi malumdur. Hakkını iptal edecek olan atın satışı ise ihtilaflıdır. Taksimi
yapan yetkili sattığını iddia ediyor, o ise bunu red ediyor. Süvari yemin
ettiği taktirde sözü kabul olur. Tıpkı müslüman kardeşin, yeğeninin, babasının
sağlığında irtidat ettiğini ve Ölümünden sonra müslüman olduğunu iddia etmesi,
yeğeninin ise hiçbir zaman irtidat etmediğini söylemesindeki gibi. Burada
yeğenin (oğlun) dediği olur ve miras onundur.
1785- Adam,
bir atla girdim, o da öldü, derse, taksimi yapan yetkili de atla girdin mi,
girmedin mi? derse, atla girdiği ortaya çıkıncaya kadar adam piyade sayılır.
Çünkü burada mücahid
süvari payını hak ettiğini iddia etmektedir. O ise malum değildir. Delil
olmadıkça bu payı alamaz. Tıpkı bir kadının ölen birine varis olduğunu ve
hayatta iken onunla evli bulunduğunu iddia etmesi gibi. Delil göstermedikçe bu
kadının dediği tasdik edilmez.
1786- Hem
paylaşımı yapan yetkili, müslümanlar onun iyi süvari olduğunu bilse ve satmak yahut
bağışlamak surene tiyle atını
ganimetlerin bir kısmının alınmasından sonra elinden çıkardığını, ancak bundan
önce ve sonra hangi ganimetleri aldıklarını bilmeseler, adam bu ganimetten
piyade payını alır. Ama ganimetlerin atını elinden çıkarmasindan önce alındığı
belli olursa, aksini alır.
Çünkü burada ganimetin
bir kısmından alacağı hakkı iptal eden sebep malumdur. Kendisine ancak kesin
olan miktar verilir. Ganimetten alınan her kısmın atı elinden çıkarmasından
sonra alınmış olması muhtemel olduğu gibi, önce alınması da muhtemeldir.
İhtimal ile istihkak sabit olmaz. Burada her kısım, bu bölümün ilk meselesinde
geçen ganimetlerin tümü gibi olmaktadır.
Burada taksimatı yapan
yetkiliye yemin düşmez.
Çünkü hasım değil,
sadece hakim mesabesindedir.
1787- Atını
satmış ve başka bir at satın almışsa, atını sattıktan sonra ve yeni atı almadan
önce alınan ganimetler dışında, alınmış ganimetlerden süvari payını alır.
Burada ihtilaf olursa,
o zaman adama bütün ganimetlerden sadece piyade payı verilir. Çünkü alınmış
ganimetin her kısmı hakkında atı satmadan önce ve yeni atı aldıktan sonra
alınıp alınmadığı ihtimali bulunmaktadır. İhtimal olduğu taktirde, hakkı ancak
delil ile sabit olur.
Çünkü darulharpte
adamın bir zaman piyade olduğunu biliyoruz. Ganimetin o vakitten başka vakitte
alındığı kesin olmadıkça bu adam süvari payını alamaz. Tıpkı bir zaman
hıristiyan olduğu bilinen ve babasının ölümünden sonra onun sağlığında
müslüman olduğunu iddia eden oğul gibi. Bunun dediği ancak bir delili ile
tasdik edilir. Aynı şekilde mürted olduğu bilinen bir çocuğun "Babamın
ölümünden önce müslüman oldum" demesi, babanın kardeşinin ise
"hayır, ölümünden sonra müslüman oldun" demesi gibi. Babasının
ölümünden önce müslüman olduğu delil ile sabit olmadıkça bu çocuk mirası almaya
hak kazanamaz.
1788- Atım
elindeki atla değiştirdiğim itiraf etse ve
'" ! taksimi yapan yetkili "Atını sattığını ve bu atı satın
aldığını sanıyorum" derse, mücahidin dediği olur ve yemin ettirilir.
Çünkü herhangi bir
vakitte darulharpte piyade olduğu bilinmemektedir. Atın başka bir atla
değiştirilmesi de onu piyade hükmünde kılmaz. Taksimi yapan yetkili burada
adamm hakkını iptal edecek sebebi iddia etmektedir. Adam ise bunu inkâr
etmektedir. Onun İçin, öncekinin aksine, adama yemin ettirilerek dediği kabul
edilir.
1789- Bir
tüccar veya darulharpte müslüman olan bir düşman yahut efendisine hizmet
ederken azad ettiği bir , köle islam
ordusuna katılacak olursa, katıldıktan sonra
. alınan ganimetlerden pay
sahibi olduğunu belirtmiştik. Katılmadan önce alınmış
ganimetten ise birşey alamazlar. Ama darulharpte düşmanla çarpışma olur ve
alınmış ganimetleri savunmak için çarpışmışsa, durum değişir. Orduya katılmadan
önce vekatıldıktan sora
bir çarşıpma meydana gelmemişse,
katıldıktan sonra şu ganimetin alındığına dair delil getirmedikçe,
ganimetlerden birşey alamazlar.
Çünkü alınmış bütün
ganimetlerde ihtimal mevcuttur ve ihtimal ile istihkak başta sabit olmaz.
1790- Bu
konuda şahitliği caiz olmayan biri şahitlik yapsa ve alacağı payda şahitlik
yapan kişiyi ortak etmek isterse, o kişiye ganimetten birşey düşmez.
Çünkü bu şahitlik,
mülkü olmuş herhangi birşey hakkında yapılmamaktadır. Nitekim şahitlik kabul
edilecek olsa da ganimetler taksim edilmeden önce birşeye malik olmaz. Ortaklık
hakkı da özel olan şeyde mülk üzerinde olur.
Mesela, bir ordu
ganimet taksimi yapsa ve bir adam onlarla beraber olduğunu iddia etse ve
askerlerden bazıları bunu ikrar etse, lehine ikrar edüen kişi ikrar eden
askerlerin payına ortak olmaz. Bu apaçık bir şeydir. Çünkü ordu ile beraber
olduğu bilinse, istihsan hükmü ile, her birinin aldığı ganimet payından kendisi
birşey alamaz. Ama ganimetten arta kalan birşey varsa, devlet başkanı ona payım
ondan verir. Birşey kalmamışsa, beytulmaldan bedelini verir. Bu belli değilse,
askerlerin paylarından bir şey almaması evleviyetle olur. Bu bir itihsan
türüdür. Zira zarar ganimetle karşılanır. Taksimi ganimeti alanlar arasında mümkün
olmayan birşey kalmışsa, beytulmala verilir. Aynı şekilde bir hata ortaya çıkarsa,
beytulmaldan karşılanır.
1791- Bu
adam kendilerine katıldıktan sonra müslü-manların çarpışma yaptıklarını ve
kendisinin de alınmış ganimetleri savunarak çarpıştığını, müslümanlar da çarpışmanın
meydana geldiğini bildikleri halde bunun adamın : kendilerine katılmasından
önce veya sonra olduğunu bilmese, adam, müslümanlara bir delil getirmedikçe,
alınmış ganimetlerde ortak olmaz.
Çünkü burada onlara
ortak olmasının sebebi ganimeti savunmak için onlarla beraber çarpışmasıdır.
Bu da adamın iddiasıyla ortaya çıkmamaktadır. Onun için delil göstermesi gerekmektedir.Allah
en iyi bilir.[4]
1792-
Mücahid, darulharbe süvari olarak girdikten sonra atın payı sahibine ait olması
şartıyla üzerinde savaşmak için atını başka birine vermesi caizdir.
Çünkü şeriatın hükmüne
uygun bir şarttır. Darulharpte atın ödünç verilmesi, mücahidin süvarilik
payını iptal etmediğini belirtmiştik. Bu şartı koşmasa da süvari payını alır,
koştuğu şart ancak onu pekiştirir.
1793- Atın
ve onun üzerinde savaşacak olan piyadenin paylarının hepsi atın sahibine
verilmesi şart koşulursa, bu şart fasit olur.
Çünkü atın üzerinde
savaşacak kişinin hakkını kendisi için şart koşmuş olur. Koştuğu bu şartla
atını kiralamış olmaktadır. Halbuki bu, bedel (ücreti) belirsiz olan bir
kiralamadır.Üzerinde savaşan kişiye misil ücret verilir veata pay verilmez
Üzerinde savaşan kişi
darulharpte fasit bir kiralama yapmıştır. Kiralama sahih olsaydı veya satın
olsaydı, yine birşey almaya hak kazanamaz olduğu gibi burada da hak kazanamaz.
Çünkü fasit akid hükmen caiz sayılır. Zaten atın sağlayacağı yarar karşılığında
misil ücret almayı hak etmiştir. Onun yanında ayrıca pay alma hakkı olmaz.
1794- Atın
sahibinin yanında bundan başka bir at varsa, atı elinde kalsın veya telef
olsun, bu ikinci at sebebiyle süvari payını alır.
Çünkü bu sıfatla
kiraya verdiği at yokmuş gibi olur.
1795-
Darulharbe girmeden Önce atın payının sahibine verilmesi şartıyla kişi atını
bir piyadeye verecek olsa, bu-rada atın payı onu darulharbe sokan kişinin olur.
Çünkü süvari payını
almayı hak etmesinin sebebi olarak darulharbe süvari olarak girmesidir.
Atın sahibi burada
belirsiz bir bedel ile atını kiralamış olduğundan sadece misil ücretini almaya
hak kazanır veatın payından birşey alamaz.
Çünkü piyade olarak
darulharbe girmiştir. Aynı Şartlarda iki tane atı olsaydı ve biri için bu
şekilde davransaydı süvari payını alırdı. Çünkü elinde bir at kalmış olurdu.
Ama diğer atın payı üzerinde savaşan kişiye ait olur ve atın sahibi de İmam
Muhammede göre sadece misil ücreti alır. Aynı zamanda Ebu Hanife'nin kıyası da
budur. Çünkü iki imama göre mücahid ancak bir atla süvari payını ha-keder. Çok
atla girse bile sadece bir atla bu hakkı kazanır. Bu şartta belittiğimiz gibi,
atı kiralama sözkonusudur.
Ama iki at için pay
hakkını kabul eden Ebu Yusuf un kıyasına göre şartın sahih olması ve payın
tamamının atın sahibine ait olması gerekir. Çünkü bu şart olmadan iki atın
payını hak ediyordu ve şart ancak onu pekiştiriyordu.
1796-
Ancak bu
darulhapte vermesinin bu
şartlarla olması durumundadır. Ama darulîslamda olursa, atın payı onun
üzerinde savaşan kişinin olur ve atın sahibine iki durum da da misil ücret
verilir.
Çünkü atın sahibi için
bununla darulislamda istihkakın sebebi gerçekleşmiş olmaz. Sadece ata binen
kişi için darulharbe girmesiyle gerçekleşmiştir. Onun için burada aralarında
kiralama durumu meydana gelmiş olmaktadır.
1797-
Adamlardan her birinin, bu şartla arkadaşına verdiği atın dışında başka bir atı
varsa, Ebu Hanife ve İmam Muhammed'in görüşüne göre, bu ata pay verilmez
ve atı
ondan alan kişinin sahibine
birşey vermesi gerekmez.
Çünkü darulharbe
girerken ikisi de diğer atla girmiş olmaktadır. Ama Ebu Yusuf un görüşüne göre
atın üzerinde savaşan kişiye iki süvari payı vardır. Çünkü darulharbe İki atla
girmiştir. Bu bakımdan atın sahibine, darulislamda aralannda koşulan şarta
göre, misil ücret vermesi lazımdır.
1798-
Müslüman adam darulharpte atını bir müslüman veya zımminin yanına bıraksa,
sonra bir seriyye içinde piyade olarak çıkıp ganimet alsalar ve karargaha
dönseler yahut başka bir yerden darulislama çıksalar, atın sahibi iki durumda
da süvari payını alır.
Çünkü süvari payını
almayı hak etmesinin sebebi onun için gerçekleşmiştir. Karargahta atını
dilediği zaman alıp üzerinde savaşma imkanına sahip birinin yanında emanet
olarak bırakması bu sebebi iptal etmez. Tıpkı ödünç bırakması gibidir.
Tıpkı karagahta
hizmetçisinin yanında bırakması gibidir. Burada payı nasıl iptal olmuyorsa,
orada da iptal olmaz.
Nitekim düşman askeri
saldırsa ve atına muhtaç olduğu halde, onu korumak amacıyla terkederek
düşmanla çarpışmaya çıksa, yine süvari payım alır. Aynı şekilde bir seriyye
içinde çıkıp atını karargahta bakımını yapması ve muhafaza etmesi için bir
arkadaşının yanında bıraksa, ona ihtayacı olsun veya olmasın, süvari payı yine
iptal olmaz.
1799- Devlet
başkanı bu seriyyede çıkan süvarilere ganimetten bir pay vadetmişse, bu adam
bundan bir şey alamaz.
Çünkü pay vadetmekle
onları görderdiği yere atlarını alarak gitmelerini teşvik etmek istemiştir.
Karagahta atını bırakıp yanına almayan kimse vadedilen bu paydan birşey alamaz.
Hatta çıkanların atlarım karargahta bırakıp piyade olarak gitse, süvariler için
vadedilen bu ganimet payından birşey alamazlar.
1800- İslam
ordusu düşmanın korunmakta olduğu bir kaleye uğrasa ve müslümanlardan biri
kalede bulunan ve akrabalığı olan eman altındaki bir müslümanlardan biri kalede
bulunan ve akrabalığı olan eman altındaki müslümana veya zimmiye veya esire
veya düşmana atını emanet olarak bıraksa, sonra kalenin kapısına yakın veya
uzakta piyade olarak çarpışsa, alınacak ganimetten sadece piyade payını alır.
Çünkü düşmanın
korunduğu biryerde atını bırakmakla onu yitirmiş olup sanki atını elinden
çıkarmış gibidir. Çünkü istediği zaman atı üzerinde savaşma imkanını kendi
iradesiyle elinden çıkarmıştır. Düşman atı ona vermiyecek olursa, ne kendi gücü
ne de devlet başkanının gücüyle onun sahibi olduğunu isbatlı-yamaz ve düşmandan
alamaz. Çünkü düşmanın savunması altında olan şeyin üzerinde bir velayeti
yoktur. Halbuki yukarıdaki durumda böyle değildir. Orada, atı karargahtaki
müslüman askerlerden birine emanet olarak vermiştir. Dilediği zaman onu geri
alabilir. Böyle olduğu için üzerinde savaşma imkanı da kaybolmuş sayılmaz.
1801-
Ganimetler alındıktan sonra onlara dönüp atını geri alsa, ondan sonra çarpışmaya
girsinler veya girmesinler, o ganimetten sadece piyade payını alır. Çarpışma
meydana gelmemişse, bir problem yoktur. Adamın durumu, atını satan ve
ganimetler alındıktan sonra bir at satın alan adam dibidir. Amaç çarpışma
olmuşsa, o takdirde adamın alınmış ganimetten bir piyade payını alır. O
ganimet payını savunmak için çarpışmış olduğu için payında bir artma olmaz.
1802- Aynı
şekilde atıyla beraber onların şehirlerinden birine eman ile girse,
müslümanlar da ganimet alsalar, ondan sonra karargaha çıkıp gelse, alınan
ganimetlerden pay alamaz.
Çünkü eman ile sahalarına
girdiği için savaşçı olmaktan çıkmış olur. Hakikaten veya hükmen çarpışmaya
katılan kişilerden olmaz.
Onun durumu, o şehirde
eman atında olan müslüman kişinin durumu gibidir. Çıkıp orduya katılmadan önce
alınmış ganimetlerden pay alamaz. Ama bir çarpışma olmuş ve o da onlarla
beraber düşmana karşı savunmak için çarpış-mışsa, daha Önce alınmış olan
ganimetlerden süvari payını alır.
Çünkü alınmış olan
ganimetten ancak onu savunmak için çarpışması sonucu pay almayı hak etmiştir.
Bu çarpışma sebebiyle pay alma hakkı sabit olur. Müslümanlara süvari olarak
katıldığı için süvari payını alır. Ama daha önceki böyle değildir.
1803-
Aynı şartlarla, atı
üzerinde esir alınmış
ise, müslümanlara ister süvari
olarak, ister piyade
olarak katılmış olsun, süvari payını alır.
Çünkü savaşmak için
onlarla beraber darulharbe girince pay alma hakkı gerçekleşmiş olmaktadır.
Ondan sonra bu hakkını iptal edecek bir durumda olmamıştır. İradesi dışında
esir düşmüştür. Bu da onu savaşçı olmaktan çıkarmaz.
Nitekim gücü yettiği
taktirde düşmanı öldürmesi ve mallarını almaı caiz olur. Ama önceki böyle
değildir. Orada kendi iradesiyle çarpışmayı terketmiştir. Nitekim bu kişi eman
altında olduğu sürece onları öldürmesi ve mallarını alması caiz değildir.
1804- Devlet
başkanı müslümanların bazı
ihtiyaçları için onlara bir elçi görderse ve elçi eman ile onların yanma
geldiği sırada müslümanlar ganimet alsa, ondan sonra elçi çıkıp gelse,
düşmanın yanına süvari veya piyade olarak nasıl giderse gitsin, süvari olarak
savaşa katılmışsa süvari payını alır.
Çünkü elçi düşmanla
savaşı terketmemiş, belki savaş işlerini düzenlemek için yanlarına gelmiştir.
Durumu tıpkı karargahta olan askerin durumu gibidir. Ama kendi ihtiyacı İçin
onlardan eman alan kişinin durumu böyle değildir.
Nitekim yukarıdaki
durumdan dolayı iki tarafın elçisi eman almaksızın eman altında olur. Çünkü
elçi düşmana ancak müslümanların savaş konularını görüşmek için gelmiştir.
Müslümanların yararı için çalışan kimse, hükümde onlardan farklı olmaz veya
onlardan ayrılmış sayılmaz. Şahsı için eman alarak düşmana giden kişi kişisel
yararı İçin gitmiş olur ve hükmen askerlerden ayrılmış sayılır.
Bu konuda temel, Hz.
Peygamberin Talha İbn Ubeydillah'a Bedir ganimetlerinden vermiş olmasıdır.
Müslümanların yararı için onu Şam taraflarına göndermiş ve Talha savaşa
katılmış değildi. Yine Muhayyasa el-Ensari'yi Fedek halkına gönderdiği, o
sırada Hayber'i muhasara ettiği ve Muhayyasa'nın yokluğunda Hayber'i
fethettiği, ona da ganimetten pay verdiği rivayet edilmiştir.
Bütün bunlardan
anlıyoruz ki müslümanların yararı için çalışan kişi, onlarla beraber sayılır.
1805-
Müslümanlardan veya zimmet ehlinden iki adam darulharbe savaşmak için girse ve
müslümanlarm yanında savaşsa, fakat müşriklerden eman alıncaya kadar bir ganimet
alınmasa, sonra savaşmak istemiyen iki kişi
ile karargaha dönseler, bu arada da müslüman askerler ganimetler alsa,
bu kişilerin ganimetten payı olmaz. Çünkü düşmandan eman alınca, onlarla
savaşmayı terketmiş olurlar. Ondan sonra bunların durumu, eman ile düşman
arasında ticaret yapan ve savaşmak amacıyla orduya katılan kişinin durumu gibi
olur. Savaşmak amacı olmaksızın askerlerin karargâhına dönen kişiler için bu
böyle olunca, darulhapte eman altında bulanan kişiler için evleviyetle böyle
olur.
Nitekim o ikisi
düşmandan eman almayıp sadece savaşmayı terketse ve karargahta ticaretle
uğraşsa, bunu da müslümanlar öğrense, ondan sonra müslü-manlar ganimetler alsa,
alman ganimetlerden ikisi pay alamazlar. Onlara eman verildikten sonra alınan ganimetlerden
pay almamaları evleviyetle olur.
1806- Bir
müslüman islam ordusu ile beraber süvari olarak girdiği halde tesbit defterinde
adı bulunmazsa ve ganimetler alındığında Allah rızası için savaşmak üzere
darulharbe girdim, derse, müslümanlar da tüccar olarak girdi, derse, yemin
ettirilerek onun dediği kabul edilir.
Çünkü müslüman temel
olarak müşriklerin düşmanıdır. Zira din ve vatanda onlara muhalif oluşu temel
olarak onlara düşman olmaya götürür. Bunun aksi kendisinden sadır olmadıkça
onlarla savaşan kabul edilir. Müslümanların ona "Tüccar olarak
girdin" demeleri, ganimetten pay alamıyacağını iddia etmeleri demektir ki
o bunu kabul etmemektedir. Onun için adamın dediği olur ve yemin ettirilir.
1807- Aynı
şartlarda darulharbe giren kişi bir zimmi veya köle veya çocuk yahut kadın
olursa, kadının yaralıları tedavi etmek ve diğerlerin savaşmak için darulharbe
girdikleri bilinmedikçe hiçbirine pay verilmez.
Çünkü temel olarak
bunlar savaşan kişiler değildir. Kadının ve çocuğun savaşmak için açık delili yoktur.
Köle de efendisinin iznine bağlı olduğu için bu özelliğe sahip olmaz. Zimmi de
zaten gayri muslimlerle aynı inancı taşımaktadır,
Bu bakımdan düşmanla
savaşmaktan onu inancı alıkoymaktadır. Delil ile bunların savaşmak için
geldikleri veya bizzat savaştıkları sabit olmadıkça, yukarıdakinin aksine,
alınan ganimetten bunlara bir pay düşmez.
1808- Bunun
delili şudur; düşmandan durumu meçhul olan kişi ergin ise, öldürülmesi caizdir.
Savaşçı olduğu için öldürülebilir. Ama bizzat savaşmayan çocuk veya kadınların
öldürülmeleri caiz değildir.
Temel olarak savaşan
kişi ganimetten pay almayı hak eder. Bunlar ise, pay almayı değil, sadece
bahşiş hak ederler. Savaşacak olurlarsa da, biliyoruz ki bunlar temelde
savaşan kişiler değildirler.
1809- Bir
süvari darulharpte atını bir tüccara veya komutanın halifeye
gönderdiği bir elçiye
ödünç olarak verse, alan kişi de
ata binip darulislama gitse ve ondan sonra askerler ganimet alsa, bakılır.
Ödünç alan kişi ganimetler alınmadan önce darulislama çıkmış ise, ödünç veren adama sadece piyade
payı düşer.
Çünkü kendi isteğiyle
atını darulislama çıkarmıştır. Bundan dolayı da hakikaten ve hükmen atının
üzerinde savaşma imkanı kalmamış olur. Darulîslam-daki atı ile kendisinin
darulhapte süvari olması da mümkün değildir. Nitekim hiz-metçisiyle beraber
atını darulislama geri gönderse ve o da ailesine götürse, sahibi süvari
sayılmaz. Bu da onun gibidir.
1810- Ama
ödünç alan kişi ganimetler alınıncaya kadar darulislama çıkmamişsa, sahibi
süvari payını alır.
Çünkü darulharbe
süvari olarak savaşmak için çıkması süvari payını alması için sebeptir. Atı
darulharpte olduğu sürece bu hakkı veya sebebi de baki sayılır. Kendisinden
uzakta olduğu için hakikaten üzerinde savaşma imkanı olmasa da, bu sebep
ortadan kalkmış olmaz.
Nitekim Karargahta
birine ödünç olarak verse ve piyade olarak seriyye içinde çıksa ve karagahtan
uzaklaşsa, alınan ganimetten süvari payını alır. Onlara geri gelmese bile,
hüküm budur. Yukarıdaki de bunun gibidir.
Yine, atı ödünç alan
kişi darulislama çıkmadan önce karargaha dönmek isterse ve at sahibine geri
verilse, atın dönmesinden önce alınan ganimetten süvari payını alamaz mıydı?!
Bütün bu durumlarda süvari sayıldığı için süvari payını alır.
Gerçek şu ki, ganimet
almayı hak etmek bakımından darulharb bir tek yer hürmündedir. Onun için
ihtiyat askerler ve ordu darulhapte seriyyedekilere kavuştukları zaman alman
ganimette ortak olurlar.
Burada da adamın atı
darulhapte olduğu sürece, kendisi ile beraber mevcut gibi kabul edilir. Ama
darulislama çıktıktan sonra durum böyle değildir. îmama uymanın sıhhati
bakımından mescidin durumu gibidir. Mescidin içindeki saflarda da, dışındaki
saflarda da imama uymak sahih olur.
1811- Atı
ödünç alan kişi darulislama çıktıktan sonra karargâha dönse, ödünç alan kişinin
darulharbe girdikten sonra alman ganimetten atın sahibine süvari payı düşer.
Atı ödünç alan kişi darulhapten çıkmadan önce alman ganimetten de atın sahibi
süvari payını alır. Ama ödünç alan kişi darulislama çıktıktan sonra alınan
ganimetten sadece piyade payını alır.
Ganimetin ne zaman
alındığı belli olmayıp atın darulislama ne zaman vardığı belli ise, atın
sahibine sadece piyade payı düşer.
Çünkü atın darulislama
varmasından sonra alınmış olması muhtemel olan ganimetten atın sahibine sadece
piyade payı verilir.
1812- Atın
sahibi atın darulharpten çıkmadığını söylerse ve bu konuda atı ödünç alan kişi
de onu tasdik etse yahut yalanlasa, atın sahibinin sözü geçerli olur.
Çünkü süvari payını
almayı hak ettiği kesin, ama bu hakkı iptal edecek durum, yani atın darulislama
çıkışı belli değil, hatta inkar edilmektedir. Onun için atın sahibinin dediği
kabul edilir. Atın sahibinin hakkını iptal edecek şeyde taksimi yapacak
kişinin sözü tasdik edilmediği gibi, ödünç alan kişinin sözü de bu meselede
tasdik edilmez. At onun yanında da olsa, ödünç alan kişinin sözü hüccet
değildir. Hüccet yoksa, kesinleşmiş olan hakkın İptali de olmaz.
Ödünç alan kişi ister
darulislama çıksın ister çıkmasın, bu atla ganimetten süvari payını alamaz.
Çünkü üzerinde
savaşmak için değil, binmek için ödünç almıştır ve hiçbir zaman bu atın
üzerinde savaşma imkanına sahip olmamıştır.
1813-
Darulislama çıkmadan önce at ödünç alan kişinin elinde telef olsa, atın sahibi
bütün ganimetlerden süvari payını alır.
Çünkü darulharpte
ödünç alanın elinde telef olması sahibinin elinde telef olması gibidir. Zira
ödünç vermekle süvarilik payını iptal etmiş olmaz.
1814- Ama
darulislamda telef olursa, darul İslama çıkmadan önce
alınmış bütün ganimetlerden süvari payını alır.
Çünkü kendi isteğiyle
atının darulislama çıkması, at sebebiyle hak ettiği hakkın iptaline sebep olur.
Ama ondan Önce hak ettiğini İptal etmez. Atı darulislama çıktıktan sonra
sahibi piyade olarak sayılır.
1815- Ödünç
alan kişi atı darulharbe geri getirdikten sonra at telef olursa, darulharbe
getirildikten sonra alınan ganimetten sahibi süvari payını alır.
Çünkü bunu engelleyen
engel ortadan kalkmıştır.
Atın ödünç alan
kişinin elinde ölmesi, ödünç veren kişinin elinde ölmesi gibidir. Sahibine
geri verdikten sonra at ölecek olursa, at darulislamda olduğu süre içinde
alınmış ganimetlerin dışında kalan ganimetlerden kendisi süvari payım alır. Bu
da onun gibidir.
1816- Ödünç
alan kişinin payına gelince; Darulislama elçi olarak gönderilirse, darulharbe
geri gelsin veya gelmesin, darulislama çıkmadan Önce alınmış olan ganimet-ten
pay alır.
Çünkü askerlerden
uzaklaşmış da olsa darulharpte sayılır. Askerin yaran için gitmiştir. Onların
yanına dönsün veya dönmesin, onlarla beraber hükmündedir.
1817-
Darulislama girdikten sonra alman ganimetlerden payına gelince; alınan
ganimetler taksim edilmeden veya satılmadan önce darulharbe dönecek olursa,
takviye asker gibi, o ganimetlere ortak olur. Ama dönmese yahut ganimetler
taksim edildikten veya satıldıktan sonra dönecek olursa, ganimetlerde ortaklığı
olmaz.
Çünkü darulislama
girdikten sonra darulharbe girmemiş ve böylece alınan ganimetlerden pay
alamıyanlara katılmış olur. Kendisi eşi ve çocuklanyla beraber bulunurken
alınmış olan ganimetlerden nasıl pay alsın ki?!
1818- Elçi
değilse, askerlerle beraber veya yardım istedikleri taktirde yardımlarına
koşabilecek şekilde onlara yakın olduğu sırada alınmış olan ganimetten payım
alır. Ama onlardan uzaklaştıktan veya darulislama çıktıktan sonra alınan
ganimetten, onların yanma, dönmedikçe, pay alamaz.
Çünkü onlara yarar
sağlama amacı olmaksızın onlardan ayrılmış ve hükmen savaşa katılmış olma
özelliğini yitirmiştir.
Ticaretle uğraşıp
savaşı terketmiş olması gibi. Ama ganimetlerin taksiminden ve satışından önce
askerlerin yanma dönerse, durum değişir. O takdirde gelen kuvvet hükmünde olup
ganimetlerin tümünde onlara ortak olur. Elçi hakkında kıyas budur. Ancak
akerlerin yararı için onlardan uzaklaştığını gözönünde bulundurarak istihsan
yaptık. Düşmanın korunduğu ve savunduğu yere kendi ihtiyacı için elçi olarak
yahut eman alarak girmesi durumunda yaptığımız istihsamn benzeridir. Orada iki
durum arasındaki fark, buradaki İki durum arasındaki farkın aynısıdır.
1819- Mücahid,
düşmanın himayesinde olan birinin yanına atını ödünç olarak bıraksa, bu
yaptığıyla atını yitirmiş olacağını ve bundan sonra alınan ganimetlerden ona
sadece piyade payının verileceğini belirttik. Bu kişi atını satmış gibi olur.
Müslümanlar onun atını
ganimet olarak alıp taksimden önce karşılıksız olarak ona geri verseler yahut
devlet başkanı atı satsa ve kendisi ücretini vererek onu satın alsa, ondan
sonra akserler ganimet alsa, bu adam atını aldıktan sonra alınan ganimetlerden
süvari payını alır. Ama ondan önce alınan ganimetlerden piyade payını alır.
Tıpkı yeni bir at satın almış gibi olur.
Çünkü başta yaptığı iş
sebebiyle atın üzerinde savaşma imkanını kaybetmiş ve dolayısıyla süvari payını
iptal etmiş olur. Eline at dönmedikçe onun üzerinde savaşma İmkanı da olma^z.
1820- Ama
atı kimsenin yanına emanet olarak bırakmayıp müşrikler onu ganimet olarak
almışsa ve aynı şartlar mevcut ise, ondan sonra alman ganimetlerden süvari
payını alır.
Çünkü atın üzerinde
savaşma imkanını kendi isteğiyle gidermiş değildir. Elinde at telef olmuş
mesabesindedir.
1821- Satın
alan düşman kişiden ücretle atını satın almayı red etmesi durumunda da ondan
sonra alınan ganimetten pay almada hükmen süvari gibidir.
Çünkü atı ancak
ücretle elde etmesi mümkündür ve ücret vermek mecburiyetinde değildir.
Tıpkı darulhapte
atının telef olması ve imkânı olduğu halde yeni bir at satın almaması durumunda
olduğu gibi.
1822- Atını
bir müslümana ödünç olarak verip onu darulislama götürmesi ve ailesine teslim
etmesini isterse, ödünç alan kişi de atı darulislamdan tekrar alıp darulharbe
geri gelse, atın sahibi at eline geçmeden önce alınan bütün ganimetlerden
piyade payını alacağı gibi, darulislamda veya darulhapte askerin yanına
döndükten sonra ödünç alan kişi de piyade payını alır.
Atı darulislamda iken
alınan ganimetin hükmünü belirtmiştik. Döndükten sonra alınan ganimetten atı
ödünç alan kişinin alacağı pay ise, bu at sebebiyle süvari payıdır. Çünkü
gasbedilmiş bir at üzerinde orduya katılan destek kuvvettir. Geri dönmekle bu
adam atı gaspetmiş sayılır ve sahibine teslim etmedikçe tazminat ödeyecektir.
1823- Ödünç
alan kişi bu atla süvari olursa, ödünç
veren kişi süvari olmaz. Atın sahibi atını teslim aldıktan sonra alınan ganimetten ödünç alan kişi sadece piyade
payını alır.
Çünkü at kendisinden
haklı olarak alınmıştır. Atın sahibi de tekrar at üzerinde savaşma imkanına kavuştuğu
için, başka bir at satın almış gibi, süvari olur.
1824- Ödünç
alan adam atı sahibine vermeyip darul-is-lama saldıran düşman onu kendisinden
alsa, at darul-is-lamda olduğu süre içinde alınan ganimetten sahibi piyade
payını alır. Düşman onu aldıktan sonra alınan ganimetten de aynı şekilde piyade
payını alır.
Çünkü atı kendileri
almış ve sahibinin onun üzerinde savaşma imkanı kalmamıştır.
1825- Ama
müslümanlar onu ganimetler arasında alıp ganimetlerin taksiminden önce ücretsiz
olarak veya ganimetler satıldıktan sonra ücretle kendisine geri verse, o andan
itibaren alınacak ganimetlerden süvari payını alır.
Çünkü atın üzerinde
tekrar savaşma imkanına kavuşmuştur. Onu danılislama göndermeden önceki
durumunda olduğu gibi.
1826-
Mücahid darulislamda atının arkasında olup ordu ile beraber darulharbe piyade
olarak girse, sonra orada atını düşman elinden alsa, ondan sonra müslümanlar
atı onlardan alıp kendisine geri verseler, sahibi piyade sayılır.
Çünkü darulharbe
girerken piyade olarak girmiş ve hak ettiği pay bu şekilde gerçekleşmiştir.
Darulhapte atın eline geçmesiyle bu değişmez.
Piyade olarak girdiği
darulharpte bir at satın alması gibi. Ama önceki öyle değildir. Orada süvari
olarak pay alma sabebi gerçekleşmiş, daha sonra kendi isteğiyle bir engel çıkmış
ve atın üzerinde savaşma imkanı yok olmuştur. O engel kaybolunca tekrar eski
hakkını kazanır. Sanki engel ortaya çıkmamış gibi.
1827- Aynı
şekilde darulharbe piyade olarak girip ailesine atını göndermelerini yazsa ve
onlar da gönderseler, alınan bütün ganimetlerden ancak piyade payını alır. Sanki
başka bir at satın almış gibi.
Çünkü atm üzerinde
savaşma imkanının doğması gerçekleşen sebebin değişmesini gerektirmez. Yani
daha önceki hak alma sebebini ortadan kaldırmaz. Ancak o sebebin geçerliliğini
sağlar ve sebebin kesinleşmesinden sonra hükmün ortaya çıkmasını engelliyen
engelin kalkmasını sağlar.
1828-
Darulharbe süvari olarak girdikten sonra atını danılislama geri gönderse ve
başka bir at satın alsa, alınan bütün ganimetlerden süvari payını alır.
Çünkü pay alma sebebi
gerçekleştikten sonra at üzerinde savaşma imkanına
sahip olmuştur.
1829-
Kendisiyle taksimi yapan yetkili arasında anlaşmazlık çıkıp "Atım
darulislama varmadan bu atı satın aldım" derse, taksimi yapan yetkili de
"Bilmiyorum, belki de atın darulislama vardıktan ve bu ganimetleri almamızdan
sonra bu atı satın almışsın" derse, yemin ettirilerek mücahidin söylediği
kabul edilir.
Çünkü atı darulislama
varmadıkça piyade hükmünde olmaz.
1830-
Taksimi yapan adam onun hakkında süvari payını
iptal edecek bir şeyi iddia etmektedir. Kendisi ise bunu inkar
etmektedir. Onun için
mücahide yemin ettirilerek söylediği kabul edilir. Tıpkı
atını satıp başka bir at satın aldıktan sonra "Atımı satmadan önce bu atı
satın aldım veya atımı bu atla değiştirdim" demesi gibi. Bu durumda onun
söylediği kabul edilir.
Çünkü hiçbir zaman
darulharpte piyade olduğunu kabul etmemektedir. Süvari payını iptal edecek
iddiaları da red etmektedir.
1831-
Askerlerle beraber piyade girip
ganimetler alsalar, sonra tek başına darulislama döndükten sonra atına binerek
tekrar askerin yanına dönse, darulislamda iken alınan ganimet adişında, alınmış
bütün ganimetlerden süvari payını alır. Darulislamda iken alınmış ganimetten
ise ancak piyade payını alır.
Çünkü ilk girişte
piyade payını almaya hak kazanmıştır, İkinci girişle tahakkuk etmiş bulunan o
durum değişmez.
Kendisi orduya destek
olup askerlere katılsa bile durum aynıdır.
Çünkü orduya takviye
kuvvetin katılması savaşmaktan daha kuvvetli olmaz. Bir ganimetten piyade
payını alacak olan bir kimsenin süvari olarak o pay için savaşması, süvari
payım almaya müstehak kılmaz.
1832-
Hakkı olmayan bir
ganimeti savunmak için süvari olarak savaşsa, süvari payını
almaya hak kazanır. Orduya katılmasının hükümü de bu şekildedir. Darulîs-lama
çıktıktan sonra alınan ganimetten pay hakkı yoktur ki bu katılma ile süvari
payını almaya hak kazansın. Çıkmadan
önce alınan ganimetlerden
piyade payını haketmişti. Bu hakkı değişmez.
1833-
Müslümanlardan onunla beraber bir adam süvari olarak girse, bu ikinci adamın
bütün ganimetlerden süvari payı vardır.
Çünkü orduya
katılmadan önce o ganimetlerde hakkı yoktu. Süvari olarak orduya katılınca,
belirttiğimiz şekilde birincinin aksine, bütün ganimetlerden süvari payını
alır. Birincisi, ortak olduğu şeyi savunmak için geri dönmüştür. Bu ise,
ortaklığı bulunmayan şeyi elde etmek için gelmiştir. Şimdi ilk olarak ortak
olmaktadır. Ortaklığın şeklinde şu andaki durumu gözönünüde bulundurulur. .
1834-
Mücahid darufİslama çıkıp ihtiyacını görmek ve geri dönüp vermek üzere atını
bir müslümana ödünç olarak verse, ama ödünç alan kişinin darulislama girdikten
sonra tekrar darulharbe girme imkanı bulamayıp, onun yerine sahibine
ulaştırması için atı başkasına vermesi ve getiren adamın da atı sahibine
ulaştırması durumunda bakılır. Atı getiren kişi ödünç alan kişinin aile
fertdlerinden biri ise, ne ona ne de ödünç alan kişiye tazminat düşer.
1835- Atı
ödünç alan kişi atı kendisi getirecek olursa, at darulislamda bulunduğu süre
içinde atın sahibi alınan ganimetin dışında, bütün ganimetlerden süvari payını
alır. 8u da onun gibidir.
1836- Atı
geri getirmesi için görevlendirilen kişi ödünç alan kişinin
aile fertlerinden değilse, atın
darulislama çıkmasından darulharbe dönmesine kadar geçen süre içinde
alınan ganimetlerden atın sahibi piyade payını alır.
Çünkü atı geri getiren
kişi atı gaspetmiştir. Darulhapte atın sahibi gibi olmaz. Nitekim geri
getirenin elinde at telef olacak olursa, sahibi dilerse ödünç alan kişiden
tazminat alır ve kimseye birşey vermez, dilerse getiren kişiden tazminat alır
ve ödünç alan kişiden aldıklarını geri verir.
Çünkü onun elinde bir
emanet gibidir.
Bu bakımdan ödünç alan
kişinin atı başkasına emanet edemiyeceği bundan anlaşılmaktadır. Başkasına
emanet bırakacak olursa, onun için tazminat ödemesi gerekir. Halbuki Ödünç
almada durum farklıdır.
Ödünç alan kişi
insanların kendisinden eşit yararlandığı şeyden ödünç verme hakkı vardır.
Şerhu'1-Camii's-Sağîr'de imamların bu konudaki ihtilaflarını açıkladık. Ödünç
alan açısından ödünç alma ile emanet bırakma arasındaki farkı belirttik.
1837- Atı
geri getiren kişi, amacı savaşmak da olsa, bütün ganimetlerden ancak piyade
payını alır.
Tazminat ödemesi
açısından atı ğaspedilmiş adam gibi süvari olması gerekirdi.
Ancak o atı üzerinde
savaşmak için darulharbe getirmemiştir. Sadece sahibine geri vermek için
getirmiştir.
Sonra, tazminat ödemek
de onun nihai borcu değildir. Yani ödediği tazminatı atı ödünç alan kişiden
tahsil eder. Başkasının tazminatını ödediği bir attan dolayı bu adam nasıl
süvari olabilir?! Nitekim mücahidlerden piyade olan bir kişiye bir adam bir at
emanet bıraksa ve o mücahid atla beraber darulharbe girse, ondan dolayı süvari
sayılmaz. Bu da onun gibidir.
1838-
Yukarıdaki şartlarda, ödünç alan kişi atı üzerinde savaşması için geri getiren
adama vermişse, getiren adam ganimetlerden süvari payını alır. Ancak at
darulis-lîinıa çıkmadan önce alınmış ganimetlerden alamaz.
Çünkü getiren adam
burada atın telef olması halinde nihaî tazminat ödeyecektir. Yani ğaspeden
kişi hükmündedir. At üzerinde savaşmak için süvari olarak darulharbe
girmiştir. Buna göre bütün ganimetlerden süvari payını alması gerekir. Ancak
at darulislama gelmeden önce alınmış olan ganimetten ödünç veren kişi bu at
sebebiyle süvari payını hak ettiği için aynı atla ğaspeden kişinin de süvari
olması mümkün değildir. Çünkü aynı atla iki kişinin süvari payını hak etmesi
imkansızdır.
1839- Ödünç
alan kişi askerlerden uzaklaşmadan önce alınmış ganimetlerden piyade payını
alır.
Çünkü ordu ile beraber
piyade olarak darulharbe girmiştir.
Bunun dışındaki
ganimetlerde hakkı yoktur. Çünkü askerlere dönmemiş, ganimetlerin alınmasında
ve korunmasında onlara hakikaten veya hükmen katılmamıştır.
1840- Devlet
başkanı onu m üs 1 umanların bir işi için darulislama göndermek istese ve bir
süvariye atını ona vermesini söylese, atın sahibi de bunu isteyerek yapsa ve
at darulislamda iken
askerler ganimetler alsa, atı
kendisine geri gelsin veya gelmesin, atı veren kişi bu ganimetlerin
tümünden ancak piyade payını alır.
Çünkü kendi iradesiyle
atın üzerinde savaşma imkanını yitirmiştir.
1841- Ama
atı vermeyi kabul etmeyip devlet başkanı onu kendisinden alıp müslümanlar için
ortaya çıkan bir zaruretten dolayı elçiye verme durumunda kalırsa, atı ondan
zorla almasında bir sakınca yoktur.
Çünkü görevli olarak
görevlendirilmiştir. Zaruret halinde, darda kalan kişinin durumunda olduğu
gibi, tazminat ödemek şartıyla başkasının malını alması caizdir.
Ödünç veren kişi
burada bütün ganimetlerden süvari payını alır.
Çünkü atın üzerinde
savaşma imkanını kendi iradesiyle gidermiş değildir. Aksine, at iradesi dışında
kendisinden alınmıştır ve atı kendisi yitirmiş sayılmamaktadır.
Tıpkı müşrikler atı
almış gibidir. Belki ondan da evleviyet vardır.
Çünkü müşriklerin
almasında müslümanlann biryararı yoktur. Ama burada yararlan bulunmaktadır.
Orada imkanı kaybolduğu zaman süvarilik payı düşmediği gibi, burada da
evleviyetle düşmemesi lazımdır.
Allah en iyi bilir.[5]
1842- Asker, darulharbe zimmet ehlinden savaşmayıp
sadece yol gösteren bir kaç kişi ile beraber girse, alınan ganimetten o
kişilere devlet başkanının süvari ve piyade payı gibi pay vermeyip bahşiş olarak vermesi gerekir. Çünkü hükmen
mücahid olmadıkları gibi his olarak da müslümanların yanında
savaşmamaktadırlar. Sadece müs-lümanlara yarar sağlıyan bir iş için
gelmişlerdir. O da yol gösterip kılavuzluk yapmaktır. Her zaman böyle bir işe
teşvik edilmeleri için müslümanların malından onlara bahşiş verilmesi lazımdır.
Hatta müsiümanlar için büyük bir yarar sağladıkları taktirde, piyade ve süvari
payından fazla da olsa, onlara uygun görülecek bahşiş verilir.
Çünkü burada
ganimetten pay almalarının sebebi mücahidlerin sebebi gibi değildir. Sebep
müslümanlann yarandır. Kılavuzlukları .sebebiyle sağladıkları yarardan doiayı
onlara bahşiş verilir.
1843-
Kılavuzluk sebebiyle onlara ganimetten belirli bir pay vadetmişse, bunun
verilmesinde bir sakınca olmaz.
Çünkü pay vadetmek,
temelde müslümanların yaran olan şeye teşvik içindir.
1844-
Ganimet alacak olurlarsa, taksimden önce onlara vadedilen payı verir.
Çünkü ganimetten
yapılan pay vaadi, ölünün bıraktığı maldan verilecek vasiyet gibidir. Mİras
taksiminden önce vasiyet çıkarılır.
1845- Ancak
vadediln miktar kadar ganimet alınmışsa, bu ganimet onlara verilir.
Çünkü ölünün
mirasından ödenecek borç gibi bütün ganimetten önce o ödenir.
1846- Hiç
ganimet alınmamışsa, onlara da birşey verilmez.
Çünkü haklan olmaz.
Tıpkı miras olmadığı zaman kendisine vasiyet yapılan ve tazminat ödenen kişinin
alacağının olmaması gibi.
1847- Başka
bir gazaya çıkıp onlara kılavuzluktan dolayı ganimetten pay vadinde bulunsalar
ve ganimet alsalar, vadedilen birinci paydan
değil, ikincisinden onlara verilir.
Çünkü pay almayı hak
etmeleri ikinci vadetme ile olmuştur. Birincisinden almaları sözkonusu olmaz.
Çünkü ganimet alınmadığından verilecek yer de kalmamış olur.
1848- Ama
vadedilen birinci ve ikinci paylardan onlara vermeyi şart
koşmuşlarsa, şartı yerine
getirip vermek lazımdır.
Çünkü bu şartta
ganimet bütün olarak belirtilmiştir. Bu belirtmeden dolayı hepsinden almaya hak
kazanırlar.
1849- Zimmi,
düşman ve eman verilen kişilere kılavuzlukları için ganimetten vadetmek
suretiyle pay verilmesinde ordu ile beraber gidip gitmemelerine değil,
müslümanlar için istenen yararın sağlanmasına bakılır. Kılavuzluk yaparak
haber verdikleri şeylerin söyledikleri şeylerin çıkması ve müslümanların
yararının gerçekleşmesi önemlidir.
Zira onlara kılavuzluk
sebebiyle payın verileceği belirtilmiş, kılavuzluk da hayra delaletle
gerçekleşmiş olmaktadır.
1850- Ama
askerle beraber gitmeden ve istenen kılavuzluğu yapmadan önce alınmış
ganimetten onlara bahşiş veya vadedilen pay vermek doğru olmaz.
Çünkü pay vadetmeden
önce ganimetten onlara pay vermek yoktur. Bundan ancak ücret vermek caiz olur.
Hayra delalet için kılavuzluk yapmaya gitme olmadığından ücret de tahakkuk
etmez.
1851-
Müslümanlar bu kişilere
paylarından vermeye razı olurlarsa, beşte bir payından değil, onların
paylarından verilir.
Çünkü onların kabul
etmeleri, beştebir payı sahipleri hakkında değil, onların hakkında geçerli
olur.
1852- Devlet
başkanı bu kişilerden kılavuzluk yapmak üzere birini ücretle tutsa, o da devlet
başkanı ile beraber gitmeyip olduğu yerde kılavuzluk yapsa, ona ücret verilmez.
Belirttiğimiz gibi
ücreti hak etmek çalışmakla olur, söylemekle olmaz. Bu kişi de müslümanlar için
herhangi bir iş yapmamış, sadece bir haberi vermiştir.
1853-
Belirtilen yerde müslümanlar ganimet alıp devlet başkanı kılavuzluk yapan kişiye
o ganimetten bahşiş vermeyi uygun görürse, bir
sakıncası olmaz. Sanki ücret şartı olmaksızın onlara kılavuzluk
yapmış gibi olur.
Devlet başkanının
kılavuzluğu için ganimetten uygun göreceği kadar o kişiye bahşiş verebileceğini
belirtmiştik.
1854- Devlet
başkanı ona "Bizimle beraber şu yere kadar gelirsen, sana şu kadar ücret
vardır" derse ve adam söylenen yere kadar onlarla beraber giderse,
belirlenen ücreti alır.
Çünkü kendisine şart
koşulan işi yapmıştır.
Devlet başkanı
kılavuzluğundan önce veya sonra alınan ganimetten ona ücretini verir. Ama
bahşiş veya vadedilen payın ödenme şekli farklı olur.
Çünkü burada ücreti
hak etmek kira akdiyle gerçekleşen lazım bir akitle olmaktadır. Ganimetin bir
kısmı ile sınırlı değildir. Tıpkı büyük ve küçük baş hayvanları gütmek için
birtakım kişilerin ücretle tutulması gibi.
Müslümanlara sağlıyacağı
yarar itibariye verilecek
bahşiş ve vadedilen
payın ödenebilmesi için bunu alacak kişinin kılavuzluk ve istenen işi yapması
lazımdır.
Çünkü alacağı şey
çalışmasının ücretidir.
1855- Hiç
bir ganimet alamazlarsa, devlet başkanının ücretle tutulan
klavuzun ücretini beytulnıaldan vermesi lazımdır.
Çünkü bu ücretle
çalıştırmada müslümanlar adına iş yapmıştır. Müslümanlar için yaptığı
akitlerden dolayı yapılacak ödemeleri şahsi malından değil, müslümanlann malı
olan beytulmaldan yapar.
1856- Kendileriyle
beraber darulharbe girip yolu göstermesi için bir muslüman, bir zinımi veya
düşmandan birini ücretle tutması fasit bir akit olur. Halbuki ganimetten pay
vermeyi vadetmesi böyle değildir.
Çünkü ücretle tutmada
mutlaka üzerinde akit yapılan miktarın belirtilmesi lazımdır. Üzerinde anlaşma
yapılan miktar belirtilmiyorsa, ücret belirli olmaz. Halbuki teşvik için
yapılan pay vadinde miktarın belirtilmesi şartı yoktur.
1857- Fasit
ücret akdiyle onlarla beraber gidecek olsa, muslüman kişi de olsa, ganimetten
ücret alamaz.
Çünkü savaşmak
amacıyla darulharbe girmiş değildir.
Fakat misil ücreti
alır ve alacağı misil belirtilen miktarı geçemez.
Çünkü kendisne şart koşulan
işi yapmıştır. Belirtilen miktara razı da olmuştur. Verilecek misil ücret daha
fazla da olsa, belirtilen miktarı geçemez.
1858- Zimmet
ehlinden veya eman verilenlerden ücretle tutulan kişi müslümanlara istedikleri
yer için kılavuzluk yapmak yerine düşman üzerine saldirtırsa, onlarla beraber
darulharbe gitsin veya gitmesin, ücret alamaz.
Çünkü kendisine şart
koşulan işi yapmış olmaz.
1859- Bu
kişi belirttiğimiz işi kasten yapsa bile, devlet başkanı onu öldüremez.
Çünkü muslüman kişi
bunu yapacak olursa, imandan çıkmış sayılmaz. Antlaşmalı olan kişi de yaptığı
zaman eman ahdi dışına çıkmış olmaz.
Ama devlet başkanı
bunu bile bile yaptığına kanaat getirdiği taktirde, muslüman kişinin tedip
edildiği gibi uygun göreceği şekilde onu tedip edebilir.
Çünkü müslümanlara
zarar vermeye çalışmıştır.
1860- Ama
düşmandan olan kişi daha önce eman altında olmayıp bu şartla kendisine eman
verilmişse, devlet başkanı öldürebilir.
Çünkü eman şartını
bozduğu için bu ceza verilebilir. Eman bu şartla verildiği için bundan önce
eman mevcut sayılmaz.
1861- Devlet başkanı, kendisiyle beraber gösterilen yere gidip
kılavuzluk yapmak şartıyla müslümanlann aldığı
bir ganimetten kılavuza,
pay vermeyi vadetse
ve kılavuz bunu yerine getirse, müslümanlann rızası olmasa da ganimetten
ona vermesinde sakınca olmaz
Çünkü bu ücretle tutma
mesabesindedir. Belirli bir ücretle belirli bir iş için onu tutmuştur.
Ganimetten ona vadedilen ücreti verir. Çünkü müslümanlann yaran için tutmuştur.
1862-
Kendisiyle beraber gitmeyip sadece haber ver-
mekle yetînse,
müslümanlann rızası olmadan daha önce alınmış olan ganimetten ona pay vermesi
doğru olmaz. Onların rızası halinde de kendisine beşte bir paydan değil,
onların paylarından verir.
Çünkü onlarla beraber
gitmeden sadece haber vermekle ücret almaya hak kazanmıştır,
1863-
Komutan, düşmana yaptıklarını bildirecek bir müjdeciyi devlet başkanına
gönderse ve bunu ganimetler alındıktan sonra yapsa, gönderilen müjdeciye,
süvari veya piyade olarak ganimetten ajacağı payın dışında bir şey veremez.
Çünkü ganimet
alanların hakkı olmuştur. Müslümanların rızası olmadan ondan kimseye birşey
vermesi doğru değildir.
1864- Bunun
delili Hz. Peygamberin hadisidir. Rasu-lullah o adama "Ondan bana düşen senin olsun"
buyurmuştur. Adamın ihtiyacı ve istemesine rağmen, Rasulullah o adama kıl
yumağı vermekten sakınmıştır. Halbuki kendisinden birşey istiyeni geri
çevirmediğini biliyoruz. Bu da gösteriyor ki rasulullahtan sonra kimsenin böyle
bir şey yapması caiz değildir. Ama müjdeci kişi muhtaç ise, devlet başkanı
ihtiyacını gidermek için
ona beşte bir payından verebilir.
Çünkü beşte bir payı
muhtaçlar için sarfedi İm ektedir. O adam da muhtaç olmuştur. Müjdeci olarak
göndermeden önce ihtiyacını gidermek için ona vermesi caiz iken, görevli gönderdikten
sonra vermesi evlevİyetle caiz olur.
1865- Müjdecilere devlet başkanının ganimetten vermesine müslümanların razı
olması durumunda bakılır; Müjdeciler muhtaç kişilerden ise,
onlara ganimetin tümünden vermesinde bir sakınca yoktur. Ama zengin iseler,
beşte bir payı dışında kalan dört paydan onlara verir.
Çünkü müslümanların
razı olmaları, beşte bir payı (humus) dışında saede
sadece kendi paylan
İçin geçerlidir.
1866- Bunlar
muhtaç isele, ganimeti alanların rızası olmaksızın zaten beşte bir payından
kendilerine verebilir. Razı olmaları da kendi paylarından da verebilir,
demektir.
1867-
Müjdeciler halifeye geldikleri zaman onlara kendi içtihadı ve kararı ile
beytulmaldan bir ödül vermek isterse, bir sakıncası olmaz. Çünkü Hz. Peygamber
yanına gelen heyetlere ve elçilere ödül veriyordu.
Zaten beytulmal
müslümanların zararlarını gidermek için vardır. Müslümanların yararı olan
şeylere de ondan verilir. Ama ganimet böyle değildir. O sadece alanların
hakkıdır.
Nitekim ganimetler
alanlar arasında taksim edilir, ama beytulmal zengin müslümmanlar arasında
taksim edilmez. O sadece müslümanların ihtiyaçlarını gidermek için mevcuttur.
1868- Aynı
şekilde düşman ülkenin devlet başkanından ordu komutanına bir elçi geldiğinde,
müslümanların rızası olmadan ona ganimetten bir ödül vermesi caiz olmaz.
Ganimetten bazı
müslümanlara özel bir şeyler vermesi caiz değilken, bir düşmana ondan birşeyler
vermesi evlevİyetle caiz olmaz.
1869-
Müslümanlar buna razı olurlarsa, beşte bir payı dışında, onların paylarından
verir.
Çünkü düşman kişinin
beşte bir payında hakkı yoktur. Onların rızaları da sadece kendi paylan
hakkında geçerlidir.
1870-
Komutan kendi içtihadıyla müjdeci ve elçilere ganimetten Ödül verir ve bu durum
müslmüman yargıçlardan birine şikayet edilirse, yargıcın görüşüne aykırı da
olsa, komutanın uygulaması onaylanır.
Çünkü bu fatihlerin
ihtilaf ettiği konulardandır. îçitihadıyla bunu yapmıştır. Ondan sonra başkası
onu iptal edemez. Ganimetlerin alınmasından sonra yapılan pay tahsisi kısmında
bunu belirtmiştik.
Komutan, pay tahsisi
olmaksızın öldürülen düşmanın malından mücahidlere verse ve bu
uygulaması aksini düşünen bir yargıca şikayet edilse, uygulaması iptal
edilmez. Çünkü içtihadıyla hakkında ihtilaf olan bir meselede uygulama
yapmıştır. Bundan daha önemli olan ırz meselesinde bile içtihadıyla hüküm veren
yargıcın hükmü yerine getirilir. Onun görüşüne aykırı düşünse bile, yargıcın bu
kararını kimse iptal edemez. Mesela koca, eşine "Sen bain veya ricî olarak
boşsun" derse, Hz. Ömer ve İbn Mesud'a göre bu ricî bir boşama olur. Hz.
Ali ise, üç boşama olur, demiştir. Bir yargıç hükümlerden biriyle karar verse,
sonra aksini düşünen bir yargıca dava götürülse, önceki yargıcın hükmü iptal
olmaz. Çünkü ihtilaflı olan bir konuda meydana gelmiştir. İçtihad konusu olan
şeylerde hükmün iptali de içtihad olur. O hüküm, ancak ima' ile iptal olur.
Düşünüp taşınmaya ve detaylı değerlendirmeye dayalı olduğu halde ırz konusunda
bu sabit olunca, ganimetten pay vededilmesi konusunda evlevİyetle sabit olur.
Allah en iyi bilir.[6]
1871- Savaş,
müslümanlarla düşman arasında
darul-islamda meydana gelse, alınan ganimet savaşa katılanların olur ve
savaş bittikten sonra gelenlere birşey verilmez.
Çünkü darulislamda
ganimet koruma altına alınmış ve sahiplenilmiş olur. Ondan sonra gelen takviye
kuvvet orduya ne ganimetin alınmasında, ne de korunmasında iştirak etmiş olur.
1872- Aynı
şekilde müslümanlar düşman toprağından bir
yeri fethedip ellerine
geçirse ve sahipleri
oradan kaçsa, orası ganimet olarak savaşa katılanların olur.
Çünkü orada islam
ahkamının egemen olmasıyla orası darulislama katılmış, ganimet de darulislamda
destek kuvvet gelmeden önce sahiplerini bulmuş olur.
1873- Yine
ganimetler alıp onları destek kuvvet gelmeden önce darulislama çıkarsalar,
ganimetler alan kişilerin olur.
Çünkü ele geçirilip
sahiplenmekle ganimette hak kesinleşmiş olur. Onun için mücahidlerden birileri
ölecek olursa, payı varislerine geçer.
1874- Ama
ganimetleri darulharpte alıp onları taksim etmeden, satmadan ve sahiplenilmeden
önce takviye kuvvet gelip onlara yetişse, bize göre alınan ganimette onlara
ortak olurlar.
Çünkü salt ganimeti
almakla onda hak kesinleşmez. Zira ganimette hakkın kesin olmasının sebebi
üstünlük ve galibiyettir. Bu ise bir yönden var, bir yönden yoktur. Çünkü galip
ve üstün olmakla beraber, henüz bu ganimetler darulharptedir.
Nitekim o toprakta
yerleşemiyor ve orayı darulislam yapamıyorlar. Ganimetleri almaları destek
kuvvet gücü ile olmuştur. Onlar da onların ortağıdırlar. Onun için bu durumda
onlardan Ölenlerin payının miras olmayacağını söyledik. Bu da Hz. Ali'nin
görüşüdür. Çünkü ölenin terkettiği mala varis olmak ancak mal sahibinin
vefatından
sonra olur. Zayıf olan
hak ise, kişinin ölümünden sonraya kalmaz ki terkedilmiş mal olsun.
Hz. Ömer'in görüşüne
göre ise, onun payı varislerine kalır. Çünkü varisi, kesin hakkı olan şeyde
onun yerine geçer. Bunun delili de şudur.
Hz. Ebu Bekir, İkrime
İbn Ebi Cehl'i beşyüz kişinin başında Ebu Umeyye ve Ziyad İbn Lebid el
Beyazî'ye takviye olarak göndermiş ve Necir denilen yeri fethederken onlara
yetişmişlerdir. Bunun üzerine onları ganimete ortak yapmıştır. Şam
alimlerinden, takviye kuvvet fetihten sonra da yetişse, ganimete ortak
olur, diyenlerin
delili budur.
Ama biz diyoruz ki,
en-Necir şehre tabi olan bir köyün adıdır. Şehir fet-
hedilmedikçe köy
darulislam olmaz. Belki de orada islamın hükmü uygulanmadan
önce fetih ardından
onlara yetişmişlerdir.
Bize göre böyle bir
durumda ortaklık sabit olur. Ama fetih tamamlandıktan sonra ganimette ortaklık
olmaz. Nitekim Tarık İbn Şihab'dan şöyle rivayet edilmiştir. Mahu Dinar
(Nihavend) fethedildiği sırada Ammar'ın başkanlığında Küfe ehli takviye kuvvet
olarak gittiler. Ammar, gelenlerin de ganimete ortak yapılmasını istedi. Bunun
üzerine Beni Utarid'den bir adam ayağa kalktı ve şöyle dedi :Ey kulağı kesik
adam, ganimetlerimize ortak mı olmak istiyorsun? Ammar, kulaklarımın en
hayırlısı kesik olanıdır dedi. Böyle demesinin sebebi, kulaklarından birinin
Rasulullahın yanında cihad ederken kesilmiş olmasıdır.
Bu durumu Hz. Ömer'e
yazı ile sordu. Ömer şu cevabı verdi: Ganimet savaşa katılanlarındır.
Böyle demesinin
sebebi, Nihavend'in islam ahkamının uygulanmasıyla darulislam olmasıdır.
Nitekim Hz. Ömer'in
Sad İbn Ebi Vakkas'a şöyle yazdığı rivayet edilmiştir: Öldürülenlerin
cesetleri bozulmadan önce sana katılan askerleri ganimete ortak et. Yahut
müslümanların şehitleri gömülerek kafirlerin ölülerinden ayırdedilinceye kadar
sana katılan askerleri ortak et. Başka rivayette ise, ölüleri bırakıp
darulislama çıkmadan önce sana katılan askerleri ortak et, şeklindedir. En
meşhuru birinci şeklidir. Çünkü kullanılan kelime seçmek ve çatlamak anlamına
gelir. Fakih kelimesi de buradan gelmektedir. , ;
Çünkü sahih olan ile
olmayanı birbirinden ayırmaktadır. Şiirde de "Uyuzdan vücudu çatlayan
kurt çılgına döndü" denilmektedir ki çatlama anlamına geldiği de buradan
anlaşılmaktadır.
Abdullah İbn Ebi Bekr
İbn Hazm'den şöyle nakledilmiştir: Rasulullah Cafer İbn Ali İbn Ebi Talib ve
gemide onunla beraber bulunanlara ve Devs kabilesinden olanlara pay verdi.
Aralarında Ebu Hureyre, Tufayl İbn Amr olup Hayber ganimetlerinden pay
alacaklar arasında idi. Hayberin fethedilmesinden sonra gelmişlerdi.
Rasullullah onların da haklarına dahil edilmesi (ortak yapılması) için
müslümanlarla konuştu. Ve onlara pay verdi. Rivayet bu şekilde açıklamalah
olarak kaydedilmiştir. Bu da gösteriyor ki fetihten sonra gelenlere ganimetten
pay yoktur. Çünkü ortaklığı olsaydı Rasulullah onlara da pay vermek için
müslümanlan razı etmek amacıyla onlarla konuşma ihtiyacını duymazdı.
Rasulullahın Eban İbn
Said'i Necid tarafına Medineden bir seriyye başında gönderdiği ve Hayberde
fetihten sonra geldikleri, Eban'm Ya Rasulullah, bize de pay ver, dediği,
Rasulullahın ona "Otur ey Eban" deyip pay vermediği rivayet
edilmiştir. Bu da fetihten sonra gelenlere pay verilmediğinin delilidir. Ama
askerin bazı ihtiyaçları için devlet başkanının gönderdiği elçi olması durumu
hariçtir.
Elçi olarak giden
kişinin hüküm bakımından mevcut olanlar gibi olduğunu belirtmiştik. Muhayyasa ve
arkadaşlarına Hayber
ganimetlerinden pay verdiği de rivayet edilmiştir.
Çünkü Hayber'i
kuşattığı zaman bunları Fedek'e göndermiş ve fetihten
sonra dönmüşlerdi.
Gözcülük ve
bekçilikten dolayı onlara
pay verdi ve ayrıca bir ihsanda
bulundu.
Beşte bir paydan da
onlara maaş bağladı (veya bu paydan onlara bir miktar ihsanda bulundu).
Bu şöyle de izah
edilmiştir.-O da Hayber halkının ganimetleri Hudeybiye'ye katılanlara Allanın
vadettiği bir lutfdur. Yüce Allah buyuruyor: "Allah size,
alacağınız çok
ganimetler vadetti, bunu size acele verdi"[7]
Hudeybiye'de olup
Hayber fethinde bulunan ve bulunmayan
herkese Rasululllah Hayber
ganimetlerinden pay vermiştir.
Osman İbn Affan'a da
Bedir ganimetlerinden Rasulu-llahın pay verdiği belirtilmiştir. Halbuki Hz.
Osman Medine'de Rasulullahin kızı Rukayye'nin tedavisiyle ilgilenmek için
Medine'de kalmıştı.
Talha İbn Ubeydillah
ve Said İbn Zeyd'e de pay vermiştir. Bu ikisini Kureyş kervanlarının durumunu
gözetlemek için Şam tarafına göndermişti. Kitapta adları geçen Ensar'dan beş
kişiye daha pay vermiştir. Münafıklarla ilgili duyduğu bir haber için onları
Medineye geri göndermişti.
Bunun birkaç yönden
açıklaması vardır. Şöyle ki:
a-
Rasulullah ve ashabı çıktıktan sonra İçindeki yahudi ve münafıkların
çokluğundan dolayı Medine'nin darulîslam hükmü kalmamıştır. Hepsi darulhapte
müslümanlarm yararına olan ve Rasululullahın gönlünü rahatlatan işle meşgul idilir.
b- Bedir
ganimetleri hakkında yetki RasululLahındı. Ondan dilediğine verir, dilediğine
vermezdi .Zaten Yüce Allah "Deki, ganimetler, Allahm ve
Rasulü-nündür" [8]buyurmaktadır.
Onun için Rasulullah onlara pay vermiştir.
Sonra, deniliyor ki,
Huneyn günü yenik olanlar Mekke'ye
varmış, sonra zafer gelmişti. Bunun üzerine Rasu-lullahın yanına dönmüşler ve
Rasulullah onlara pay vermiştir. Huneyn savaşı da Mekke'nin fethinden sonra olmuştur.
Yenik olanlar darulislama vardıktan sonra Ra-sulullahın
yanına dönmüş, o da onlara pay vermiştir. Bu da gösteriyor ki ganimetler
darulislamda ihraz edilmeden önce destek kuvvet gelirse, ganimetlerde ortak
olur.
1875- Devlet
başkanı ganimetleri darulislama çıkarmadan satmamalı ve paylaştırmamalidır.
Çünkü taksim etmekle
gelecek takviye kuvvetin ganimette ortaklığı kalmaz. Böylece takviye kuvvetin
orduya yetişip destek verme şevki azalır. Sonra, müslümanlarm mağlup
olmalarına da sebep olabilir. Çünkü ganimetlerden sonra her biri kendi payı ile
meşgul olur ve düşman onlara saldırabilir. Zaten taksim etmek ve satmak bir
tasarruftur. Tasurruf etmek ise ancak hakkm kesinlikle kazanmasından sonra
olur. Bu da ancak darulislamda ganimetlerin ihraz edilmesi ile olur.
1876- Ama
darulhapte paylaştırsa da caiz olur.
Çünkü hakkında ihtilaf
edilen bir meselede içtihadıyla hüküm vermiş olur.
Delil olarak da Rafi1
İbn Hadîc hadisi gösterilmiştir. Rasulullah Bedir'de ve Nahle'de alınan
ganimetleri Medine'de taksim etti. Nahle halkından ganimet Bedir'den önce
alınmıştı. Rasulullah taksim etmeden Bedre çıkmış, sonra döndüğünde iki
ganimeti taksim etmiştir. Bir rivayette Rasulullah o ganimeti Seyer'de taksim
etmiştir. O da es-Safra' geçidinde bir yerdir. Taksim Medinede olmuşsa,
söylediğimiz gibi, darulişlamm o gün için Rasulullahm bulunduğu yer olmasındandır.
Çünkü müslümanlarm o gün bundan başka korunacakları yer yoktu. Hayber'in
ganimetlerini de ancak Ci-rane'de taksim edmiştir.
Ganimetleri taksim
etmesi için ısrar ettikleri, hatta dikenli çalıya götürecek kadar etrafında
toplandıkları, cüb-besinin eteği çalıya takıldığı ve yırtıldığı rivayet edilir.
Bunun üzerine, cübbemi bırakın, Allah'a yemin ederim bu dikenli çalı deve,
sığır ve koyun olsaydı aranızda taksim ederdim, ben korkak veya cimri değilim,
demiştir. Israrla istemelerine rağmen ganimetin taksimini darulislama gelinceye
kadar ertelemiştir. Cirane Mekke'nin köylerinden bir köy olup Mekkenin fethiyle
o da fethedilmiştir.
Bu da ganimetin
darulharpte dağıtıldığını gösterir.
1877- Hasta
veya sağlam olsun, savaşsın veya savaşmasın, savaşta hazır bulunan herkes
ganimette ortak olur. Bunun delili, Sad b. Ebi Vakkas hadisidir. Şöyle demiştir:
Ey Allah'ın Rasulü! Bir kişi arkadaşlarını savunur ve insanlara muhafızlık
yaparsa başkaları gibi ganimetten pay alır mı? "Ey anasının oğlu Sa'd!
Anan seni doğurmaz olaydı! Muzaffer olmanız ve rızıklanmanız zayıflarınız sebebiyle
değil midir?"
Rasulullahtan
nakledilen kutsi bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Süt emen çocuklar
ve rukuya giden (beli bükülmüş) yaşlılar olmasaydı azabı üzerinize yağdırırdım".
Rasulullahın şöyle
buyurduğu da rivayet
edilmiştir: "Müminin en temiz kazancı, Allah yolunda savaşırken kazandığı
ganimet, el emeği ve topraktan ürettiğidir". Bu da gösteriyor ki zengin
veya fakir olsun, payı az veya çok olsun, mücahidin payına düşem' almakta
istekli olması gerekir. Çünkü bu ganimet, Allahm dininin aziz ve Allanın
sözünün üstün olduğu bir yolla alınmıştır. Bu da malların kazanıldığı en
şerefli yoldur.
Eliyle kazandığından
maksat, emaneti gözetmek ve şeriatın ölçülerine riayet etmek şartıyla yapılan
ticarettir. Yerin ürettiğinden maksat da, tarım ürünleridir .O da bir nevi
ticarettir .Çünkü Rasulullah, "Çiftçi Rabbı ile ticaret yapmaktadır"
buyurmuştur.
1878- Devlet
başkanı ganimetleri taksim edeceği zaman bu işe müslümanlardan adaletli,
güvenilir ve işlerin nasıl olup bittiğini bilen ve tecrübesi olan birini
görevlendirmesi lazımdır. Beşte bir payı ayırdıktan sonra da onun başına
güvenilir, alim, katip ve dikkatli bir adam görevlendirmesi gerekir.
Çünkü işlerinin
çokluğu sebebiyle bu İşi yürütmesi zor olup onu başkasının yardımıyla yapar.
Bunun, için de taksimden ve korumaktan amacı
en iyi şekilde gerçekleştirecek kişiyi seçer. Bu da sayılan şartlan
kişinin benliğinde top-lamasıyla gerçekleşir.
Bunun dayanağı şudur:
Rasulullah Beni
Mustalik'ten alman ganimetlerin beşte bir payları için Mahmiyye İbn Cez'
el-Zubeydî'yi görevlendirdi. Beşte bir paylan ona geliyordu. Sadakalar da bir
tarafa ayrılıp ehline veriliyordu. Feyr de ehline veriliyordu. Sadakadan
yetime, zayıfa ve miskine veriyordu. Yetim buluğ yaşına gelince üzerine cihad
vacip olur ve fey1 kısmına aktarılıyordu. Cihad etmek istemezse, ona sadakadan
birşey verilmez ve kendi geçimini kendisinin kazanması emredilirdi.
Rasulullah birşey
istiyen kimseyi geri çevirmezdi. İki adam kendisine gelerek Beni Mustalik beşte
bir payından istediler. Onlara, isterseniz size ondan veririm, ama onda zengin
ve gücü yetip kazanabilen kişilerin payı yoktur, buyurdu.
Ubeyde es-Selmani'nin
kabilesinin paylarını taksim ettiği rivayet edilir. İki adam arasında bir
dirhem fark kaldı. Bunun üzerine kur'a atın, dedi. Bir adam Ubeyde'nin yanina
geldi ve gizlice birşeyler söyledi. Bunlardan hangisine arkadaşının payını
almasını söylersin, dedi. Bunun üzerine onlara, gidiniz, onunla aranızda birşey
satın alınız ve bölüşünüz, dedi.
Biz de buna dayanarak
diyoruz ki almayı hak eden kişiyi kur' ile belirlemek caiz değildir. Ortak
olan şey bölünmeyecek türden ise, ortaklar ya onu aralarında ortak olarak
alacaklar veya taksim edilen bir şeyi onunla satın alıp bölüştüreceklerdir. Bir
şeyin, iki kişiden hangisine ait olduğu bilinmediği zaman da izlenecek yol
budur. Hak etme sebebinde ikisi eşit olduğu için aralarında iki eşit kısma
bölüştürülür.
Ahnef İbn Kays'ın
şöyle dediği söylenir: Ömer İbn el-Hattab'ın kapısında bulunuyorduk. Bir cariye
geçti. Oradakiler hareket edip yol verdiler. Ve herhalde müminlerin emirinin
hanmılarmındır, dediler. Cariye şöyle dedi: Ben emir için helal olmam. Ben
Allanın malının beşte birin-denim. Aramızda, müminlerin emirine AUahın malından
ne helal olur dedik. Nihayet Ömer şöyle dedi: Ben AUahın malından iki şeyi
helal görürüm; biri kışın, biri de yazın. Üzerinde hac ve umre yaptığım binit,
ailemin yiyeceği, yiyeceğim Kureyş'ten bir adamın yiyeceğidir, ne eksiltir, ne
çoğaltırım, onun dışında ben müslümaıılarm ortağıyım. Bu da devlet başkanının
müslümanlann malından (ganimetlerden veya bey-.tulmaldan) yetecek kadar malı
alacağını gösterir. Bunun dışındaki mallarda onlarla eşittir.
Çünkü devlet başkanı
yetimin malı üzerinde vasi gibidir. Yüce Allah buyuruyor: " Zengin (veli)
almamaya çalışsın, yokul olan da ihtiyacı kadar yesin"[9]
1879-
Rasulullahın Hayber'de akrabaların payını Beni Haşim ve Beni Abdulmuttalib
arasında paylaştığı belirtilmiştir. Hatta bu konuda Osman İbn Affan ve Cubeyr
İbn Mut'im kendisiyle konuşmuşlardır. Bu olayın tamamını es-Siyeru's-Sağir'de
belittik.
Rasulullah o ikisine
şöyle buyurdu: Muttalib oğulları bizimle beraber boykota uğradılar. Cahiliyyede
de bizimle oldular ve ayrılmadılar. Zaten Muttalib oğulları ve Haşi-moğulları
aynı şeydir.
Bu da gösteriyorki
maksat, kendisiyle beraber olmak suretiyle destek yakınlığıdır. En yakın
akrabalar için bile insanların gözetmediği bir durum. Hz. Peygamberin bu konuda
Cebrail'e danıştığı ve Haşim oğulları ile Muttalib oğulları arasında
bölüştürmesini soyledği rivayet edilir.
Mücahid'in "Beşte
birin beşte biri" yakınlar içindi. Çünkü onlar sadaka yemezlerdi, dediği
zikredilir. Birincisi doğrudur.
Çünkü sadakanın onlara
yasaklığı onlara İkram içindir. Zira bunun karşılığına muhtaç olmazlardı
.Kaldı ki sadakanın yasağı sadece Haşim oğulları içindir. Rasullulah Muttalib
oğullarına da vermiştir. Bundan da anlaşıhyorki sebep destek yakınlığıdır.
Allah en iyi bilir.[10]
1880-
Müslümanların darulhapte aldıkları ganimetlerden yiyecek ve içecek dışında
kendilerinin ve bineklerinin yararlanması caiz değldir. Beştebir pay ayırımı
yapılmadan yemek için büyük ve küçük baş hayvanları kesmelerinde bir sakınca
yoktur.
Kendileri ve
hayvanları için yiyecek ve içecek ihtiyacı zaruri bir ihtiyaçtır. Bu
ihtiyaçlarını gidermek için darulislamdan gerekli şeyleri getirmeleri de mümkün
değildir. Darulhapte para ile de satın almaları mümkün değildir. Aldıkları
şeyler ganimet olur. İhtiyaçtan dolayı kullandıkları bu şeyler ortak ganimetten
olup ganimet alınmadan önceki durumu gibi mubahtır.
Mufavada ortaklığı
gibidir. Bu ortaklıkta ortaklardan her birinin kendisi ve aile fertleri için
satın alacağı giyecek, yiyecek ve içecek istisna edilir. Ortaklık süresi içinde
bu ihtiyacın bulunması taraflarca bilinir.
Bunun delili Hz.
Ömer'in hadisidir. Bu konuda kendi-
sine yazıp cevap soran
valisine mücahidlerin yiyip içmekte ve hayvanlarına yedirmekte serbest
olduklarını yazmış, ganimetten kim birşey satarsa, beşte bir payından ve müslümanlann
paylarından borçlanmış olacağını bildirmiştir.
Bu mefhum Fudala îbn
Ubeyd'den de rivayet edilmiş olup bizim de görüşümüz budur. Daruihapte ganimet
malından ticaret dışında ihtayaç için almak serbesttir. Ama ticaret maksadıyla
satılan şeylerin bedelini satan kişi Öder ve hiçbir kimse kendine özel muamele
yapıp birşey satamaz.
Nihavend günü
hizmetçisinin kendisine bir sepet getirdiğini anlatan Selman hadisi
zikredilerek şöyle denilmiştir: Getir, dedi. İçinde mal varsa, onlara veririz,
yiyecek varsa yeriz. Baktılar içinde ekmek, peynir ve bıçak vardır. Selman
arkadaşlarına o ekmekten ve peynirden dağıttı, yediler. Onlara peynirin nasıl
yapıldığını anlatmaya başladı.
1881- İbn
Abbas'm ganimetten darulhapte yemeyi serbest bıraktığı zikredilir. Kişiler
ondan darulislama birşey getirirlerse, tasadduk ederler, demiştir.
Ganimet taksim
edildikten sonra yanlarında birşey kalmışsa, onu tasadduk ederler. Ama
taksimden önce olursa, onu geri veririrler. Çünkü taksimden önce ganimetlere
katmak suretiyle alacak kişilere onu ulaştırmak mümkündür. Taksimden sonra ise
bu mümkün olmaz. Bulunmuş bir eşya gibi tasadduk edilir. Ama muhtaç ise, onu
yer. Zengin olduğu halde yerse,
buîuntu malda olduğu
gibi, kıymetini tasadduk eder. İbn
Ömer'in böyle dediği
rivayet edilmiştir.
1882- Hz.
Peygamberin Hayber günü "İğneyi, ipliği geri verin, yiyin, hayvanlarınıza
yedirin, ama götür-meyin" buyurduğu Abdullah İbn Ömerden nakledilmiştir.
Yiyecek ve içecek
dışındaki şeylerin ganimet olup kimsenin onu şahsına almasının caiz olmadığına
bu bir delildir. Yiyecek ve içecek ise, müstesnadır. Yiyecek ve içecek
müstesna olup eşyada tasarruf hükmüne tabi değildir. Onun için Süleyman İbn
Yesar darulhapten çıktıktan sonra yiyecek mallan satmak zimmete geçirmek olur,
demiştir. Darulhapte satıp kiymetini geri vermediği taktirde zimm-mete geçirmek
olur. Bu da yasaktır.
İbn Ebi Evfa'nın "Hayber günü yiyecekten beşte bir
pay alınmadı, kişi ondan
istediği kadar alırdı." dediği
kaydedilir.
Bu da yiyeceğin
ganimetin aslından müstesna olduğuna delildir. Nitekim onda beşte bir pay vacip
değildir. O yerde çok bulunan ile nadir bulunan yiyecekler aynıdır. Ama Şam
ehlinden bazıları, bu hükmün orada bolca bulunan yiyecekler hakkındadır, ama
dışardıdan oraya getirilen yiyecekler orada çok kiymetlidir, demektedir.
Bu konuda dayandığımız
Mekhul hadisidir. Bizans ülkesinde bir adam bir deve kesti. Sonra insanlara
seslenip bu etten almalarını söyledi. Mekhul, Ğassa-nilerden bir adama, kalkıp
şu devenin etinden bize getirmezmisin? dedi. Adam, o yağmalıktır, yani beşte
bir payı alınmamıştır, dedi. Mekhul ona, serbest olan şeyler yağmalık değildir,
dedi.
Bilindiği gibi deve
Bizarısın ülkesinde olmıyan bir şeydir. Bununla beraber kesilmesi ve ondan
yenilmesini caiz görmüştür. Bu da yiyecek olan ganimetten yemenin caiz olduğunu
ve bütün yiyeceklerin aynı hükümde olduğunu gösterir.
Yine Mekhul şöyle
demiştir: Darulhapte kiymeti olmayıp kişilerin kendi ihtiyaçları için yüklenip getirdikleri şeyler onlara ait
olur. Bize göre bu, darulislamda da kiymeti olmayan şeyler için doğru olur.
Ama darulislamda kıymeti varsa, onu ganimete geri vermesi lazımdır. Çünkü bir
yerden başka bir yere nakletmekle mal değişmez. O malı rnüşlümanların kuvveti
ile getirebilmiştir. Onun
için gelen ganimetler kapsamındadır.
Mekhul, sözkonusu
eşyayı taşımayı, imal edilen mal gibi,
sahiplenilmiş ve mülkiyete geçmiş mal gibi saymıştır. Nitekim düşman
ağaçlarından kişinin kesip sopa, kap, kepçe şeklinde yaptığı şeyler
kendisinindir, önce yapılmış şeylerden bulduklarını ganimete geri verir,
demiştir. Bizim de görüşümüz budur. Çünkü mamul şey, yapılmasıyla değer kazanmış
ve mülk olmuş bir şeydir. Ama yapılmadan önce bu değere sahip bir mülk
değildir. Kendisi yaparak değer ve mülkiyet kazandımsa, ona mahsus olur. Tıpkı
testiyi başkasının toprağından yapan kişi gibi. Ancak yapma ile taşıma arasında
fark olduğunu söylüyoruz. Çünkü yapma ile mal değişir vedeğer kazanarak
mülkiyete geçen başka bir mal olur. Yapımıyla yeni bir mal olarak bilinir. Ama
taşıma İle bu durum sözkonusu değildir.
1883-
Rasulullahın şöyle buyurduğu rivayet edilir: Hi-yanet faizinden sakının. Mesela
fey' olan maldan bir ata binip zayıflattıktan sonra ganimete geri vermek veya
bir elbise giyip eskitince ganimete geri vermek yahut hayız görmeden önce bir
cariyeyi nikahlamak.
Bizim de görüşmüz
budur. Çünkü ganimet taksiminden önce bu gibi mallan kişinin şahsına almaya
hakkı yoktur. O mallardan da aynı şekilde yararlanamaz. Kullanmaktan dolayı
meydana gelen zararı tazmin etmesi lazımdır.
1884-
Ebu'd-Derda'nın şöyle dediği kaydedilir: Seriy-yenin aldığı yiyeceklerden
yemeleri, hediye vermeleri ve aile fertlerine getirmelerinde bir sakınca
yoktur. Ama satmak doğru değildir.
Hediye getirmeyi yemek
gibi ihtiyaç kapsamında saymış gibidir. Biz ise bunu kabul edmiyoruz. Çünkü
yemek temel ihtiyaçtır ve zaruretin gereğidir. Hediye getirmek ise temei
ihtiyaç olmayıp diğer tasarruflar gibidir.
1885- Bera
İbn Malik'in Zerat günü ganimetten bir kılıç alıp onunla çarpıştığı
kaydedilir.
Kılıcının kırılması
gibi ihtiyaç halinde biz de bunu tasvip ediyoruz. Ama kılıcını bırakıp
düşmandan ganimet olarak alınan kılıçla savaşmak isterse, zimmet faizi türünden
olur. Çünkü aldığı silah ganimettir, ancak zaruret halında savaşta kullanmak
şartıyla kullanılmasında bir sakınca yoktur. Nitekim' müşrik kendi kılıcıyla
mücahidi vursa ve mücahid o kılıcı alıp müşriki onunla vursa, bir sakıncası
olmaz-
1886-
Atını ganimetten nallaması ve yemek için yağ kullanması caizdir.
Yani zeytinyağı ve
diğer yağlardan yararlanması caizdir. Yemek suretiyle bu mallardan
yararlanabilir. Aynı şekilde başka bir yolda bu mallardan yararlanabilir.
Ama bunun dışındaki
değerli koku maddelerinden alıp kullanması caiz değildir.
Çünkü bu yenilecek
şeylerden değildir. Nitekim karışık ve güzel kokular gördüğü zaman onları
kullanamaz. Çünkü bu yemek değildir. Ama yağı yemek için veya lambayı yakmak
için veya başka bir yolla kullanmasında bir sakınca yoktur.
1887- Hayber
günü bir adamın bir izbede dirhemler bulduğu ve Rasulullahm ondan beşte bir pay
aldığı zikredilir. Bizim de görüşmüz budur.
Ganimeti alan
kişilerden biri darulhapte define veya maden görürse, o bulduğu ganimet olur.
Çünkü oraya ancak müslümanların kuvvetiyle varmış ve onu ancak onların
desteğiyle bulmuştur.
1888- Devlet
başkanı, orduya büyük küçük baş havanları ve başka hayvanlardan yemeyi
yasaklasa ve ganimeti paylaştırıncaya kadar bunu yapmamaları için onlardan yemin
alsa, ona itaat etmeleri lazımdır. Söylediği şeylerden yemeleri haram olur.
Çünkü devlet başkanı
askerlerden söz aldığı konuda müçtehittir ve yasak mallan belirtmesiyle anık o
mallardan yararlanmak yasak olur. Sözkonusu malların hükmü diğer mallar gibi
olur.
1889- Ancak
devlet başkanının onları gözetmesi lazımdır. Bu şeylere ihtiyaçları gördüğü
taktirde, ondan beşte bir payını alır ve herkes kendi payından alabilmesi için
eeri kalanı aralarında taksim eder. Çünkü buna duyulan ihtiyaç gerçekleşmiş
olup zaruret halinde ganimeti darul-harpte taksim etmek caiz olur.
Allah en iyi bilir.[11]
1890- Devlet
başkanı düşman esirleri isterse öldürür, isterse beştebri payını alarak geri kalanları
ganimet olarak alanlar arasında paylaşır. Hasan, düşmanı ürkütmek ve korkutmak
amacı dışında harp esirlerinin öldürülmesini istemezdi. Hammad İbn Ebi Süleyman
da savaş bittikten sonra esirlerin öldürülmesini tasvip etmezdi. Öldürmesinin
mubah olması onların müslümanlara karşı savaşmalarını önlemek içindir. Yüce
Allah buyuruyor: " Onlar sizinle savaşırlarsa siz de onlan öldürün.[12]
Fakat onlann esir
edilmeleri ve savaşın bitmesi sebebiyle bizimle savaşmaları durumu kalmamış
olur. Onların öldürülmeleri müslümanların onlarda gerçekleşen haklarını
iptaldan başka birşey değildir. Bu da caiz olmaz.
Buna delil oharak şu
olay nakledilirken, Abdullah İbn Amir öldürmesi için İbn Ömer'e bîr esiri
göndermiş, o ise Allaha yemin derim ki bağlıdır ve onu öldürmem, demiştir.
Yani onu bağlayıp esir aldıktan sonra öldürmem. Yüce Allah buyuruyor; "Kafirlerle karşı karşıya geldiğiniz
zaman boyunlarını vurun. Onları yakaladığınız zaman sıkı bağlayın. Sonra ya
bağışlarsınız veya fidye karşılığında salıveririsiniz."[13]
onları esir alıncaya
kadar savaşmamız emredilmiş, esir aldıktan sonra salıvermek veya fidye
karşılığında bırakmak hükmünü Allah koymuştur.
Esir aldıktan sonra
öldürmenin caiz olduğuna dair delil, Beni Kureyza olayıdır. Rasulullah esir
aldıktan ve savaş bittikten sonra onları öldürmüştür. Yine Bedir esir-lermdeıi
Ukbe İbn Ebi Muayt ve Nadr ibn el-Haris'i Esil' de öldürmüştür. Ömer İbn
el-Haltab da Ebu Burde İbn Neyyâr'ın Bedir günü esir aldığı Mabed İbıı Vehb'i
öldürmüştür. Mabed, "Ey Ömer! Galip geldiğinizi mi sanıyorsunuz? Lat ve
Uzza'ya yemin ederim ki hayır! diyordu". Hz. Ömer ona "Sen elimizde
iken mi bunu söylüyorsun? dedi. Sonra Ebu Burde'den aldı ve boynunu vurdu.
Öldürülmekten kurtulmak, ancak eman veya iman etmekle olur. Sırf esir olmakla
eman hiç sabit olmaz. Onun için esir alınmadan önce olduğu gibi esir kanı mubah
olarak devam eder. Sonra, esir olmakla düşman olmaktan çıkmış olmaz. Ne varki
elimizde mecalsiz ve güçsüz kaldığı için bizimle savaşmaktan aciz olmuştur.
Halbuki din farklılığından doğan sebep esir düştükten sonra da'savaş için devam
etmektedir.
Elimizde mağlup olan
mürted gibi öldürülmesi caizdir. Yüce ÂUahın "Ya bağışlarsınız veya fidye
karşılığı salı-veririsiniz"[14] sözü
mensuhtur.
es-Süddi'nin bunu
"Müşrikleri nerede görürseniz öldürün"[15]
ayetinin nes-hettiğini söylediği nakledilmiştir.
1891- İbn
Ömer hadisinin izahı şudur; Elimizde tutsak ve eli kolu bağlı olarak bulunan esirin
öldürülmesini hoş görmemiştir. Yoksa esir alındıktan sonra öldürülmez, demek
değildir.
Bizim görüşümüz şudur:
Kaçmasından veya kimi müs-lümanları öldürmesinden korkulmuyorsa, esirin
öldürül-memesi evladır. Esir alındıktan sonra ve darulislamda zaptedildikten
sonra durum aynıdır.
Çünkü kanlarının
haramlığmı gerektiren sebep mevcut değildir.
Darulhapte sadece ele
geçirmekle esirlerde müslüman-ların hakkı kesınleşmez.
Zira devlet başkanı
onları ve topraklarını serbest bırakabilir, kendilerinden cizye ve topraklarından
da haraç alabilir. Halife Hz. Ömer'in ırak toprakları ve halkı hakkında yaptığı
gibi.
1892-
Esirlerde hak kesinlik kazanmamışsa, onlar hakkında ele geçirmenin sonrası ile
öncesinde verilecek hüküm aynıdır. Devlet başkanı müslüman olanların
koruyu-cusudur. Esirlerin taksim edilmesinin yararlı olduğunu görürse, taksim
eder, öldürülmelerinin yararlı olduğunu görürse öldürür.
Onların fitnesini
ortadan kaldırmak için öldürülmelerim gerekli görürse, Öldürür.
Yüce Allah buyuruyor:
"Fitne olmaması için onlarla savaşın"[16]
onlardan müslümanların ödürülmesi haramdır. Yüce Allah buyuruyor:
"Vazgeçerlerse, artık saldırı ancak zalimlere olur"[17]
Müslüman olmakla kişi zalimlerden olmaktan çıkmış olur. Rasulullah buyuruyor:
"Lailahe illallah, sözünü söyledikleri taktirde benden canlarım ve mallarını
korumuş olurlar". Ancak İslama girenler de müslüman mücahidler arasında
taksim edilirler.
Çünkü islam onu
öldürülmekten emin kılar, ama müslümanların onda sabit olan hakkını iptal
etmez. Devlet başkanı dilerse* öldürür, dilerse mücahidler arasında taksim
edebilir. İslama girmekle seçeneklerden biri olan ölüldürme ortadan kalkınca,
diğer seçenek kalır.
1893-
Herhangi bir müslüman, İslama girmeden veya satılmadan veya paylaştırılmadan
önce bir esiri öldürürse, ona birşey gerekmez.
Çünkü dökülmesi mubah
olan bir kanı dökmüştür. Mürted veya recm cezasıyla cezalandırılan kişiyi
öldüren hükmündedir.
Ama böyle davranması
mekruh olur.
Çünkü esir başkasının
olursa, o zaman o kişinin onda hakkını yitirmesine sebep olur. Bu da yasaktır.
Cabir hadisinde
Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Biriniz başkasının esirini önce alıp
öldürmesin. Ama öldürecek olursa, ona bir şey gerekmez".
Çünkü hak oluşundan
dolayı korunmayan bir şeye sahipliğini gidermiştir. Alkolleşmesi için bir müslümanın
sakladığı içkiyi döken kişi gibidir.
1894-
Öldürdüğü kişiyi kendisi esir almışsa, o zaman devlet başkanının kararını
çiğnemiş ve sabit olan tercihini iptal
etmiş olur. Bu
da mekruhtur. Rasulullah
buyurmuştur: "Kişi ancak
devlet başkanının tasvip ettiğini yapabilir."
1895- Ama
esir çaresine bakıp elinden kurtulmak isterse ve kendisini devlet başkanına götürmekten aciz bırakırsa,
o taktirde öldürmesinde bir sakınca yoktur. Ashaptan bunu çok kişi yapmıştır.
1996- Elinde
müslüman olursa, öldürülmekten kurtulmuş olur. Hz. Ömer şöyle buyurmuştur.
"Müslümanların elinde esir müslüman olursa, öldürülmekten kurtulur ve köle
olur".
1897- Devlet
başkanı esirleri taksim eder veya dağıtırsa, artık öldürülmeleri haram olur.
Çünkü yaptiğıyla
onlara eman vermiş olur. Paylarına düştükleri kişilerin mülkiyetine vermiştir.
Mülk de sahibi gibi dokunulmaz olur.
1898- Ondan
sonra yanlışlıkla kini onlardan Öldürürse, müslüman kölelerden
öldürülenlerin hükmünde olduğu gibi, öldürdüğünün parasını Öder ve
keffaret verir. Ama taksim etmeden ve
satmadan önce öldürürse, kendisine
birşey gerekmez.
Çünkü esiri elinde
tutan kişinin mülkiyeti onda henüz gerçekleşmemiştir. Başkası onu öldürürse ona
birşey gerekmez. Gerçi müslümanm sahipliğinden dolayı bu da mekruh görülmüştür.
Bedir günü Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Sad'a kardeşinin öldürüldüğünü
söylemeyin, yoksa, elinizdeki bütün esirleri öldürür.
1899-
Muhammed İbn İbrahim
et-Teymi'nin şöyle dediği
zikredilir "Bedir günü ganimetler
bir araya toplandı, esirler onları alanların eline verildi ve düşmandan alman
mallar onları Öldürenlere kaldı."
Böyle olmasının
sebebi,Rasullulah (s.a.v) in daha önce ganimetten pay vaadinde bulunmasıdır.
Şöyle buyurmuştur; "Kim düşmandan birini öldürürse eşyası onundur, kim bir
esir alırsa onundur." Ama devlet başkanının böyle bir pay vadetmesi
olmamışsa, alman bütün şeyler ortak ganimet olur.
1900- Devlet
başkanı esirleri öldürmeyi uygun görürse, onlara susuzluk ve açlıkla eziyet
etmemesi lazımdır. Onları işkence etmeden öldürür.
Onların organlarını
kesmemesi ve işkence yapmaması gerekir. Çünkü Rasulullah yaralı bir köpek de
olsa organlarının kesilmesini yasaklamıştır.
Rasulullah bir yaz
günü hava iyice ısındıktan sonra gördüğü Beni Kureyza hakkında şöyle buyurmuştur:
"Onlara silahın ve günün sıcaklığını tattırmayın, serinle-yinceye kadar
öğleden sonraya bırakın". Serinlemeleri için öğleden sonraya bıraktılar ve
kalanları öldürdüler. Rasulullah hurma sepetlerinin onların önüne bırakmalarını
emretti, onlar da eşeğin ısırdığı gibi hurmaları ısırırlardı.
1901- Devlet
başkanının esiri öldürmeyip salıvermesi yahut taksim etmeyip bırakması caiz
değildir.
Çünkü esiri
müslümanlardan sadece birine verip diğerlerinin haklarını iptal etmek istemesi
doğru olmaz. Durum böyle olunca, bütün müslümanlarm esirdeki haklarını iptal
ederek onu salıvermesi evleviyetle doğru değildir. Çünkü onu salıvermesi demek,
tekrar müslümanlara karşı savaşmaya gitmesine müsaade etmesi demiktir ki bu da
mağlup ve tutsak olduktan sonra caiz olmaz.
1902- Yüce
Allanın "Ondan sonra ya serbest bırakır veya fidye karşılığı
salıveririsiniz" hükmünün "Müşrikleri öldürün" hükmü ile mensuh
olduğunu belirtmiştik. Bedir günü Rasulullahın şair Ebu Azze'yi salıvermesi bu
hükmün neshedilmesinden önce idi.[18]
Nitekim uhud günü esir
düşüp Rasulullahtan salıvermesini isteyince, Rasulullah red etmiş,ve
"Araplara Muhammedi iki defa aldattım" demiyeceksİn, buyurmuş, sonra
öldürülmesini emrederek öldürülmüştür.[19]
İmam Muhammed hadisin
başka bir izahım yaparak şöyle demiştir:
RasuluIIah Araplardan
putperestlerle savaşıyordu. Bunlar esir alma hükmünün dışında bulunuyordu.
Esirlerden bazılarını serbest bırakmasının sebebi, onlarda müs-lümanlarm sabit
olmuş haklarının bulunmamasıdır.
Biz de İslama
girmeleri veya öldürülmelerinden başka seçenekleri olmayan putperest araplardan
benzerleri ve mürted hakkında aynı görüşü benimsiyoruz. Bunlar müs-lüman
olursa, hür olur, olmazlarsa öldürülürler.
1903- Devlet
başkanı, esirleri serbest bırakmanın müs-lümanların daha çok yararına olduğunu
görürse, bunda da bir sakınca olmaz. Çünkü Rasulullahın müslümanların esir
tutup mescidin direklerinden birine bağladıkları Sü-mame İbn Essâl el-Hanefi'yi
serbest bıraktığı ve kendisine şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Şimdi
ne yapacaksın ey Sümame? Şöyle dedi: Cezalandırırsan, suçiu-yum, salıverirsen,
sana teşekkür ederim, mal istersen bende istediğin kadar var", dedi.
RasuluIIah onu
Mekkelilerden desteği kesmesi şartıyla salıverdi. O da kesti ve Mekkelüer
kıtlığa uğradılar. Bunun delili de devlet başkanının esirleri ve topraklarını
serbest bırakma yetikisine sahip olmasıdır. Çünkü cizye ve haraç bakımından
bunda müslümanların yaran bulunmaktadır. Müslümanların yararı bulunması
halinde bunun caiz olduğunu anlıyoruz.
Cabir'in(r.a.) şöyle
dediği rivayet edilir: Rasulullahla beraber Huneyn savaşma çıktık, öğleden
sonra dinlenmek için bir yerde konakladık. RasuluIIah beni çağırdı. Gittim.
Yanında bir adam oturuyordu. Rasulullah"Ben uyurken bu adam geldi,
kılıcımı çekti ve şöyle dedi: Ey Muhammed, bugün seni elimden kim kurtarır?
Allah, dedim. Tekrar sordu. Ben yine Allah, dedim. Sonra kılıcı yere bıraktı,
işte oturuyor, dedi. RasuluIIah ona ne birşey söyledi, ne cezalandırdı.
Bunun izahı şudur:
Kılıç elinden düşüp gerçek ona görününce adam müslüman oldu. Onun için
RasuluIIah onu cezalandırmadı. Yahut RasuluIIah ona müslümanların desteğiyle
değil, Allanın yardımı ile galip olmuş ve müslüman olmasını umarak serbest
bırakmayı uygun görmüştür.
1904- Devlet
başkanı "Kim bir esir alırsa
onundur." derse ve iki adamın elinde bir esir bulunup her biri kendisinin
olduğunu iddia ederse, ikisi onda ortak oiurlar. Çünkü hak etmede ikisi
eşittir.
Ama onlardan biri
kendisini yaralamış, diğeri de almışsa, bakılır. Şayet yürüyemiyecek kadar
yaralanmışsa, yaralayanın olur. Çünkü onun bu yapağıyla esir tutulmuş olur.
Ama yaraya rağmen
kaçabiliyorsa, o zaman yakalayan
kişinin olur.
Çünkü yaralayan
kişinin yaptığıyla yakalanmış değildir. Av da bunun gibidir. Biri ona vurup
yaralar, başkası da onu alırsa, alan kişinin olur.
Sad İbn Ebi Vakkas
şöyle diyor: Bedir günü Süheyl İbn Amr'ı bacağından vurdum. Kan izini
takipettim ve Malik İbn edDahşem'in yakaladığını gördüm. Başından saç
kırpmıştı. Hakkında Rasullahın yanında hasımlaştık. RasuluIIah onu bizden aldı.
Rasulullahın onlardan
alması, belirttiğimiz gibi, Bedir ganimetlerinin diğer ganimetlerden farklı
oluşundandır. Çünkü ganimetler hakkında Rasullah mutlak yetki sahibi idi.
Onlardan dilediğine verir, dilediğine vermez. Yahya İbn Ebi Kesir'in şöyle
dediği zikredilir:
1905- Hasan
el-Basri'ye sordum; Müslüman bir kimse müslüman bir esir satın alıp onda kâr
etmesi uygun olur mu? Hayır, dedi.
Bizim de gorüşmüz
budur. Çünkü müslünıan, esir de düşse, hürdür. Düşmandan satın alan kimse de
ona malik olmaz. Böyle iken nasıl satıp kâr edebilir! Ancak esirin emretmesi
olmaksızın satın almışsa, fidye olarak verdiği miktar sadaka olur ve onu
serbest bırakması lazımdır. Ama satın almasını esir emretmişse, satın alırken
ödedği parayı esirin kendisine ödemesi gerekir.
İstihsana göre
böyledir. Kıyasa göre ise, bizzat şart koşmadıkça parayı kendisine geri vermez.
Çünkü emir, değişik
amaçlar için olabilir. İyilik ve güzel ahlak örneği olması için emir yapılmış
olabilir. Borç olması için yapılmış olabilir. Ancak burada borç olması
katedilmişür. Çünkü bu durumda âdet böyledir. Tıpkı kendi malından kendi aile
fertlerine harcamada bulunması İçin başkasına birinin emretmesi gibidir.
Bu meselede alimler
ihtilaf etmiştir. Devlet başkanı bir hayvan yükünü müsadere etse ve yükün
sahibi başkasına o malı kendisine Ödemesini emretse, alimlerimizden bazısı o
malın kendisine ancak bir şartla sabit olacağını söylemiştir. Çünkü mal
emredenin üzerinde vacip değildi. Sadece o malda hasız-lığa uğramıştı.
Başkasından zulmü, isteği üzerine gideren kişiye mazlum birşey geri vermez.
Ancak doğrusu, ona
geri vermesidir. Çünkü düşmanlar, müslüman esirleri hapsetmekle
zulmetmişlerdir. Onları satın alan kişi düşmanın zulmünden onları kurtarmış
olur. Bununla beraber onların emriyle satın almışsa, ona ücretini geri
vermeleri gerekir. Bİşr b. Galib'in şöyle dediği rivayet edilir:
1906- Hz.
Hasan'a sordular; Doğan çocuğa ne zaman mirastan pay vermek gerekir? Doğarken
ağlayınca, dedi.
Yani mirastan doğan
çocuğa ne zaman verileceğini belirtiyor. Annesinden canlı olarak doğunca pay almayı
hak eder.
1907-
Esirin kurtarılması kendisine soruldu. Savunduğu toprakta, dedi.
Yani savunduğu
toprağın haracıyla kurtarılır. Çünkü esir alınmadan önce o toprağın halkını
savunuyordu. Zararın kârın karşılığı olması için o topraktaki halkın kurtarması
öncelikle olmalıdır. Haraç gelirinden kurtarılmasının sebebi ise, haracın,
müslümanlann musibetleri ve muhtaçların ihtiyaçları için toplanmış olmasıdır.
Müslüman esirin kurtarılması da o türden bir durumdur.
1908- Ayakta
içecek içmenin hükmü soruldu. O da bir deveyi sağdı ve ayakta sütünü içti.
Bizzat yaparak bunda
sakınca olmadığını göstermek istedi. Bu konuda babası Hz. Ali'ye uymuştur. Bazı
kişilerin ayakta su içmeyi tasvip etmediklerini öğrenince Kufe'de mescidin
avlusunda abdest aldı, sonra kabı alıp kalan sudan ayakta içti. Amacı da ayakta
içmenin mekruh olduğu anlayışını red etmekti.
1909- Sıffîn
günü Hz. Ali'ye bir esir getirildiği ve esirin ona "Beni öldürme"
dediği, Hz. Ali de ona "Sabret, seni öldürmeyeceğim, ben Allahtan
korkarım" dediği ve silahını
getiren adama verdiği kaydedilir.
Silahını getiren adama
vermesi, düşmana k#rşı güçlü olması içindir. Savaş bitince o silah, adam
yaşıyorsa kendisine, Ölmüşse, varislerine geri verilir. Bu aynı zamanda
eş-Şa'bi'nin "Ali Cemel vakasına katılanlardan sadece silah ve atları
ganimet almıştır" sözünün de açıklamasıdır. Aldığı bu mallan düşmanlarına
karşı güçlenmeleri için arkadaşlarına yermiş, ama onlara mülk olarak
vermemiştir. Çünkü müslümanın malı hiçbir şekilde müslümana ganimet olmaz.
Nitekim o ganimetlerden
beştebir pay diye birşey de almamıştır. Taraftarlarının alman malları
aralarında taksim etmesini İstctiğinde onlara "Hanginiz Aişe'yi
alır?" demiştir. Yani bu mallan alamıyacaklanni belirtmiştir. Bundan da
anlıyoruz ki silahı o kişiye vermesi, ihtiyacı olduğundandır. Onunla savaşıp
savaş durduktan sonra sahibine geri vermesi içindir.
1910- Arap
müşriklerinden bir topluluk yenilecek olursa, erkeklerinin ya İslama girmeleri
ya da öldürülmelerinden başka seçenek olmadığını belirtmiştik. Kadın ve
çocukları ise fey' olup İslama girmeye zorlanamazlar. Ra-sulullah şöyle
buyurmuştur:
"Müşriklerin
büyüklerini öldürün, kadın ve çocuklarını
bırakın"
Bırakmaktan maksat
köleleştirilmesidir. Yüce Aliah buyuruyor: "Kadınlarınızı diri
bırakırlar"
Bunların durumunun
mürtedlerin durumu gibi olduğunu belirtmiştik. Mür-ted kadın ve çocuklar da
düşman olduktan sonra köle olurlar. Ama erkekler İslama girmeye zorlanırlar.
Çünkü islamın hükmü altına girmişlerdir. Ama arap putperestleri İslama
girmemişlerdir. Onun için köleleştirilen kadın ve çocuklan İslama girmeye
zorlanamazlar.
1911-
Erkeklerden k öl el eştir ilmesi caiz olanların zimmet ehli yapılarak cizye
vergisine tabi tutulmaları caizdir. Ehli kitap ve Arap olmıyanlardan putperest
olan erkekler gibi. KÖleleştirilmesi caiz olmayanlardan cizye almak da caiz olmaz.
Mürtedler ve Araplardan putperest olanlar gibi. Çünkü her birinde mal
bakımından müslümanlarm bir yaran kafirin hayatının bağışlanması vardır.
Bunun delili şu iki
hadistir: Biri ez-Zuhri hadisidir. Şöyle diyor: Putperest Araplardan
Rasulullahın cizye kabul ettiğini duymadık. Onlar için ya İslama girmek ya da
öldürmek seçenekleri vardır.
Diğeri de Muaz
hadisidir. Rasulullah Huneyn günü şöyle buyurmuştur: Araplardan biri için
köleleştirme veya mevali olma mümkün olsaydı, bugün olurdu. Ama onlar için
sadece fidye veya öldürülme vardır.
Fİdye hükmünün
nesholduğunu belirtmiştik. İslama girmeyince öldürme hükmü kalır.[20]
1912- Esir
alman kişi müslümanlardan birinin payına
düşse ve esirin
yanında daha önce bilinen bir mal çıksa, payına düşen kişi o malı ganimete
vermesi lazımdır.
Çünkü devlet başkanı
ona esiri vermiştir, yanında olan malı vermemiştir. Çünkü bu mal devlet başkanı
tarafından bilinmiyordu. Yöneticinin görevi de taksimde adaletli olmaktır.
Taksimde adelet de ancak bilinen ve açık olan şeylerde gerçekleşir.
1913-
Ganimeti alanlar dağılmış ve sözkonusu kısmı da az olduğu için dağıtılması
imkanı yoksa, miskinlere sadaka olarak verir.
Çünkü onu sahiplerine
ulaştırmak mümkün değildir. Buluntu mal gibi olup onu tasadduk eder.
Mekhul'un bu durumda
olan biri için "Onu tasadduk etmesinden daha iyisini bilmiyorum"
dediği kaydedilir. Ab-durrahman b. Halid b.Velid'in böyle bir tutsağı, esir
alan kişiye verdiği de rivayet edilir.
Bunun izahı şudur; Ona
vermesinin sebebi, ganimeti taksim eden kişinin bunu bilmediğini bilmemesİdir.
Ganimeti taksim eden kişinin onu verdiği esir ile beraber kendisine verdiğini
sanmıştır.
1914- Bir
adamın ganimetten bir cariye satın aldığı ve cariye o adama ait olduğunu
görünce beraberinde bulundurduğu bir süs eşyasını çıkardığı ve adamın bunu
bilmiyorum, dediği, bunun üzerine Sad İbn Ebi Vakkas'a gelip haber verdiği ve
onu ganimetler arasına geri vermesini söylediği rivayet edilir.
Yine bir başka adam
yıkanmaya gitmiş, yıkanırken suyun altın bir külçeyi ortaya çıkardığını
görmüş, bunun üzerine Sad'a gelerek durumu haber vermiş, o da müslümanlarm
ganimetlerine katmasını söylemiştir. Bizim de görüşümüz budur.
Esirin yanında olan
mal ganimettir. Devlet başkanının sattığı sadece esirin kendisi olup malı
satamaz. Onun için mal ganimet olarak kalır.
1915- Ordu
ile beraber girenlerden kim darulhapte bir define bulursa, o ganimettir.
Çünkü onu ancak
müslümanlarm kuvveti sayesinde elde etmiştir.
1916-
Esirlerden bir cariye adamın payına düşüp "Ben zimmi bir
cariyeyim, düşmanlar beni
esir almış, daha sonra müslümanlar esir almıştır"
derse ve bu ancak onun ifadesiyle bilinebiliyorsa, söylediği kabul edilmez.
Çünkü düşman
ülkesinden esir alınınca cariye olmuştur. Cariyelikten kurtulmasında onun
söylediği kabul edilmez.
Söylediğinin doğru
olduğu delil ile sabit olununcaya kadar onu mülk edinen kişinin onda tasarruf
etemesiııde bir sakınca yoktur.
Çünkü her müslüman
zahire uymakla mükelleftir. Aksi delil ile sabit olmadıkça zahirden ayrılamaz.
Hz. Hüseyin'in şöyle dediği zikredilir:
Bu olayı soran kişiye
"Onunla yatma ve sat" diyerek onunla yatmamasının daha iyi olduğunu
tavsiye etmiştir.
Onu adama helal
görmediği için değildir. Zaten satmasını emretmiştir. Yoksa onun idda ettiği
gibi hür olarak kabul etseydi, satmasını enıretmezdi.
1917- Devlet
başkanı müşriklerin bir toprağını fethederse, dilerse onun ve sahiplerinin
beşte birini alır, geri kalan dört payını da mücahidler arasında paylaştırır.
Ra-sulullahın Hayber'de yaptığı
gibi. Böyle yaparsa arazi öşür arazisi olur.
Çünkü müslüman haraç
değil, öşür yükler. Zira onda sadaka anlamı bulunmaktadır.
Dilerse onu ve
sahiplerini dağitmayıp haraca bağlar. Hz. Ömer'in Irak ve Şam topraklarında
yaptığı gibi. Hz. Ömer'in bu uygulamasına ancak birkaç kişi muhalefet etmiştir
ki muhalefetleri de kabul edilmemiş ve onlar aleyhine beddua ederek şöyle
demiştir: "Allahım, beni Bilal ve arkadaşlarından kurtar". Ertesi
yıla kadar hepsi Ölmüşlerdir. Yani hepsi salgın hastalıktan öldüler. Bunu es-Siyeru's-Sağir'de
belittik.
1918- Hz.
Ömer'in Sad İbn Ebi Vakkas'a şöyle yazdığı belirtilmektedir. "Mücahidlerin
ganimetleri aralarında paylaştırmak
istediğini belirten
mektubunu aldım. Ganimet olarak
aldıkları silah ve atları hazır olan müslümanlar arasında paylaştır. Toprağı
ve nehirleri ise, çalıştıran sahiplerine bırak.
Bizim de görüşümüz
budur. Bunlar sadece fetihten ve galibiyetten önce alınmış olanlardır.
Bu malların, toprak
sahiplerinin elinden çıktığı kesinleşmiş olup müslümanlar arasında bunun
paylaştırılması gerekir.
Toprağın fethedilmesi
ve sahiplerinin sahverilmesiyle bu hak iptal olmaz. Anneyi yavrusundan
ayırmamaya bak!
Yani küçük yavruyu
annesinden ayırma. Ganimetler arasında yavrusu için sızlayan bir cariye
gördüğünde Hz. Peygamberin de böyle buyurduğu belirtilmiştir. Buna ne
olmuştur? diye sorduğunda, çocuğu satılmıştır, cevabını alınca, şöyle
buyurmuştur: "Anneyavrusundan ayrılmaz".
Hayızdan çıkıncaya
kadar esir hiçbir kadınla kimse yatmasın.
Gebe kadınlara da
doğumdan sonra hayız görüp temizleninceye kadar dokunu İm amasını söylediği
belirtilmiştir.
Müslümanlar için
müşriklerden kimseye katiplik yaptırma. Çünkü onlar rüşvet almakta dinlerine
göre sakınca görmezler. Allahın dininde ise rüşvet yoktur." Bizim de
görüşümüz budur.
Valinin müslüman
olmayanlardan katip edinmesi yasaktır. Çünkü Yüce Allah "sizin
dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin"[21] buyurmuştur.
Zimmi ve müslümandan
öşür alınmaz. Öşür ancak ülkemizde izinle ticaret yapan düşmandan alınır,
dedi. Bu tartışmalıdır. Hz. Ömer'in valilerine zimmet ehlinden yarım Öşür almalarını
emrettiği meşhurdur.
Yukarda söylenen
rivayet doğru ise, o zaman anlamı şudur: Zimmet ehli ticaret mallarından öşür
menfuruna öşür verecekleri zaman sadece yarım öşür verirler. Ticaret mallarından
tam Öşür vermek ülkemizde ticaret yapan düşmanlar içindir. Ama zimmet ehli
yarım Öşür vergi verir.
1919- Mücahidin
şöyle dediği kaydedilir: Hangi şehir fethedilir ve taksim edilmeden önce halkı
müslüman olursa, o halk hür olur.
Bunun izahı şudur:
Bunlar mürted veya Arap putperestlerinden olursa yahut devlet başkanı onları
topraklarında bırakıp kendilerinden haraç almayı uygun görürse, durum böyle
olur.
Ama devlet başkanı
onları ve topraklarm taksim etmek isterse, mağlup ve teslim olduktan sonra
müslüman oldukları için köle olurlar. Müslmüman olmaları onları ölümden
kurtarır ama müslümanlarm onlarda gerçekleşen haklanın iptal etmez.
Allah en iyi bilir.[22]
1920-
Darulhapte devlet başkanının ganimetleri satmasının ve taksim etmesinin caiz
olmadığı, ancak müslüman-ların ihtiyaç duymalarından dolayı taksim edecek
olursa kararının uygulanacağını belirtmiştik. İhtiyaç halinde beşte bir payı
ayrıldıktan sonra giyecek ve silahlar mücahid-ler arasında taksim edilebilir.
Çünkü taksime benziyen
işi ihtiyaç halinde ganimet alınmadan Önce de yapması caizdir. O da ganimetten
pay vadetmedir. Ganimet alındıktan sonra ve ihtiyaç halinde bu taksimi yapması
evleviyetle caiz olur. Zaten ganimetin tümünü taksim edememesinin sebebi,
orduya katılma arzularının azalmaması ve gelecek destek kuvvetin paylarının
kaybolmaması içindir. İhtiyaç halinde orduda hazır olanların durumunu gözetmesi
evleviyetle olması gerekir.
1921-
Esirlerin dahupharpte taksim edilmesine ihtiyaç olmaz. Zaten darulhapte onlarda
hak kesinlik kazanmaz. Onun için devlet başkanının onları öldürmesi caizdir. Bu
bakımdan darulislamda ihraz etmeden önce esirleri taksim etmesi doğru değildir.
1922-
Ganimetleri üzerinde taşıyacak hayvan yoksa bakılır. Ganimetler arasında
hayvanlar varsa, onlar üzerine yükler. Yoksa, orduda mücahidlerin yanında fazla
hayvanlar varsa onlara yükler.
Çünkü ganimetler
onların hakkı, hayvanlar da onların hayvanlarıdır. Onlara yüklemek kendilerinin
yararını gözetmek olur. Beşte bir payından dolayı bu engellenmez. Çünkü o da
ganimet sahiplerinin hakkına tabidir. Yani onların ganimeti almasıyla beşte
bir hakkı gerçekleşir. Satışta hükmün subutu asılda subutu gibidir.
Fazla hayvan bazıların
yanında varsa ve kendi rızaları olursa, ganimetler onlara yüklenir. Ama
rızaları yoksa, onları buna zorlayamaz.
Çünkü hayvanlar hususi
kişilerin olup ganimetler hepsinindir. Hayvan sahibi olmiyanların yararını
gözetmek, hayvan sahiplerinin rızası dışında hayvanlar yüklenmesini engeller.
Zaten bazıların hakkı diğer bazıların hakkına bağlı değildir. Onun için
askerlerin bazısını diğerlerinin hayvanlarına bindirmek isterse, rızaları
dışında yapamaz. Ganimetlerin yüklenmesinin hükmü de bu şekildedir.
1923-
Ganimetlerin yüklenmesini kabul
etmedikleri taktirde, yükü aralarında bölüştürmesi gerekir ki her biri
kendisi için mümkün olan yolla payını yüklemenin yoluna bakar.
Zira ihtiyaç
gerçekleşmiş olup bu durumda taksim etmiyecek olursa, ganimetleri terketmeye
mecbur kalır. Bu da mücahidlerin hakkını tümden iptal eder.
1924- Orada
bunları satın alan tacirler varsa, onları satmasında bir sakınca yoktur.
Çünkü bu durumda
ganimeti taksim etmek caiz olunca, satmak da caiz olur. Zira her iki tarafın hakkının
kesinleşmesine dayanan bir tasarrufu bulunmaktadır.
Satıştan sonra parayı
ganimeti alanlar arasında taksim eder. Bu taksim işi darulhapten çıkıncaya
kadar ertelenmez.
Çünkü satışın meydana
gelmesiyle ganimeti alanların hakkı kesinlik kazanmış ve gelecek destek
kuvvetin parada ortak olma imkanı kalmamıştır. Da-mlislamda ihraz ettikten
sonra taksimi ertelemenin anlamı olmadığı gibi, satıştan sonra da değeri taksim
etmeyi erlelemenin anlamı olmaz.
1925- Devlet
başkanı ganimetleri sahipleri yerine belirli bir ücretle bir tüccara taşıtmak
isterse, bir sakıncası olmaz. Taşıtma ücreti beşte bir payı ayrılmadan önce ganimeti
alanlardan alıp öder.
Çünkü bu taşıtmada
ganimeti alanların yararı bulunmaktadır. Büyük ve küçük baş hayvanları gütmek
için ücretle birini kiralaması gibidir.
Çünkü ihraz etmeden ve
taksim yapmadan önce o ganimetlerde bunların mülkü henüz mevcut değildir.
Kiralamanın sıhhatine, beytulmalda olduğu gibi, hakkın ortaklığı değil,
mülkiyetin ortaklığı engel olur.
Yük hayvanı olanlar
zengin oldukları taktirde, kiralama
işinden razı olup
olmamaları durumu değiştirmez.
Çünkü razı olmamaları
güçlük çıkarmaları demektir. Halbuki bu kiralama işinde onların yararı
bulunmaktadır. Çünkü bu kiralama olmadan yararları gerçekleşmiş olmaz. Aynı
zamanda ganimeti alanların da yararınadır.
Taşımayı red ettikleri
taktirde güçlükler çıkarmış olurlar. Yargıç ise, güçlük çıkaranların
engellemelerine bakmaz.İhtiyaç olması durumunda komutandan başka kişilerin kira
ile bu işi yapması ve ücret ödemeye devam etmesi doğru ise, ihtiyaç halinde
komutanın kira ile bu işi yaptırmsı evleviyetle doğru olur.
İhtiyaç halinde
belirli bir müddet için bir gemi kiralama Örneği ile bunu açıklayalım; Henüz
gemi denizde iken kira müddeti biter veya geminin sahibi ölürse, bu kira devam
eder. Yine içinde su taşımak için belirli bir müddetle kaplar kiralama. Çölde
geçilirken kira müddeti biterse, aynı durum olur. Aynı şekilde bir yerden başka
yere malları taşımak için belirli bir süre ile hayvan kiralama ve çölden
geçerken kira süresinin bitmesi durumu yahut hayvan sahibinin ölmesi de
böyledir.
Bütün bu durumlarda
süre bittikten sonra sözleşme yine başlar ve ölümden sonra hepsinde de misil
ücret ödenir. Akdin devamı halinde ise, belirtilen ücret verilir. Bu durum
ihtiyaçtan dolayı olur. Ganimetleri taşımak için ihtiyaç olması halinde de
durum aynıdır.
1926- Ama
devlet başkanı fazla hayvanı olan kişileri zorlamadan ganimeti taşıtabiliyorsa,
o taktirde onları zorlamaz.
Çünkü ihtiyaç meydana
gelmemiş olur. Rasulullah buyuruyor: "Müslüman kişinin malı ancak rızası
ile helal olur."
1927-
Ganimet, yürütülebilecek esirlerden ise, onları yürütür ve hayvan sahiplerini
mecbur etmez.
Çünkü bu durumda olsa
olsa esirler yürürken yorulacaklardır. Bundan dolayı hayvan sahiplerini
rızaları olmayan bir işe zorlaması caiz olmaz.
1928-
Ganimet taşıtamıyor ve fazla yük hayvanı da bu-lanııyorsa, o zaman canlılar
dışında ateşte yanan ganimetleri yakar, demir gibi ateşte yanmıyanı düşmanın
göremiyeceği bir yerde gömer. Yürümeyen esir erkeklerin boynunu vurur. Kadın ve
çocukları da kaybolacaklarını bildiği bir yerde salıverir. Hayvanları da keser,
sonra ateşte yakar. Ganimetten canlı hiçbir şeyi yakması caiz değildir.
Çünkü canlı yakmak
işkencedir ve organ kesmedir. Rasulullah bunu yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
"Ateşte ancak Allah cezalandırır".
Netice olarak eline
geçenler hakkında şu iki şeyi yapması gerekir: Müşriklerin ondan
yararlanmalarını tamamen önlemek. Müslmümanların ondan yararlarını
gerçekleştirmek. Bu iki şeye gücü yeterse, yapar. Birine gücü yeterse, onu
yapar. Burada da birini yerine getirmekten aciz olup diğerini yerine getirmeye
gücü yetmektedir. O da müslümanlara karşı düşmanın ondan yararlanmasını
önlemektir.
Sonra, düşmanı zelil
ve hakir etmekle görevlidir. Söylediğimiz bütün bu işlerde düşmanı kızdırmak ve
zelil etmek vardır. Kadın ve çocukları kaybolacakları yerde bırakmakla onları
kendisi telef etmiş olmaz. Sadece meskun yere taşıyarak onlara iyilikte
bulunmamış olur. İyilikte bulunmamak kötülük yapmak değildir.
Nitekim çölde bir kadın
veya çocuk görüp onu meskun yere taşıyabildiği halde taşımazsa, onun bedelini
tazminat olarak ödemesi gerekmez. Müslümanların hayvanları ve ağır gelen
eşyaları için de aynı şeyi yapar.
1929- Bir
adam darulislamda üzerinde cihad etmek için bir hayvan satın alır, sonra
darulhapte onda bir kusur görse, bakılır. Satan kişi orduda onunla beraber
bulunuyorsa, muhakeme olur ve geri verir.
Çünkü kusurun
gizlenmesi suretiyle o kişi tarafından haksızlığa uğramış olur. Ondan hakkını
alabilir.
Ama hazır değilse o hayvana
binmemesi gerekir. Da-rulhapten çıkarıp geri vermek için beraberinde sürüp getirir.
Çünkü kusuru gördükten
sonra binmek, ona razı olmak demektir. Bundan sakınması lazımdır.
1930-
Ama su
vermek, yemlendirmek ve
yemlerini üzerinde taşımak için binmesi caiz olur ve ona razı olduğu
anlamına gelmez.
Çünkü geri verebilmesi
için onu yedirmesi ve içirmesi lazımdır. Olabilir ki bunu yapmak için binmesi
gerekir. Bu da ona razı olması demek değildir. Ama kendi ihtiyacı için binmesi
veya eşyasını yüklemesi ona razı olması demek olur. Çünkü onun mülkünden
yararlanma sayılır ki ona razı olduğunu ifade eder.
1931- Bu
durumda başka bir hayvan bulması veya bul-maması aynıdır.
Çünkü satanın hakkı
konusunda özrü muteber değildir, İhtiyacı için binmesi de razı olduğunun
delili olur. Sanki razı olduğunu açıkça belirtmiş gibidir.
1932- Devlet
başkanına gelip durumu bildirse ve devlet başkanı ona binmesini söylerse, o da
devlet başkanının emriyle binerse, sahibine geri veremez.
Çünkü devlet
başkanından aldığı emirle binen kendisidir. Emir vermeden önce binmeyebilirdi.
Kendi isteğiyle emre itaat ederek bindikten sonra hüküm
değişmez.
1933- Helak
olmasından korkarak devlet başkanı onu binmeye zorlarsa ve binmesinden dolayı
hayvanda bir kusur meydana gelirse, cevap yine aynı olur. Tıpkı henüz elinde
iken semavi bir musibetle kusurlu olması gibi. Ama binmekten dolayı bir kusur
meydana gelmemişse, daha önceki kusurundan dolayı geri verebilir.
Çünkü zorlama halinde
zorlanan kişi o işi yapmamış gibidir. Zorlama Ö-lümle tehdit şeklinde olmuşsa,
zorlanan kişi zorlayanın elinde bir alet gibi olur. Hapsetmek ve bağlamak
suretiyle olmuşsa, o taktirde de rıza ortadan kalkar. Bindikten sonra geri
veremeyişinin sebebi, razı olduğuna dair delilin bulunmasıydı. Zorlama altında
binmekle bu delil yok olunca, hayvanı geri vermesi mümkün olur.
1934- Onu
zorlamadan sadece "Bin, ondan sonra
da verebilirsin" derse, o da binse, artık geri veremez. Devlet başkanının
bu sözü de geçersiz olur.
Çünkü şeriatın hükmüne
aykırı bir fetvadır. Kendi verdiği bir hüküm değildir. Çünkü hüküm hasım İki
tarafı gerektirir.
1935- Ondan sonra bir yargıca şikayette bulunsa ve
yargıç komutanın ona söylediğini göz önünde bulundurarak içtihad yolu ile
kusurdan dolayı geri verdirse, daha sonra önceki yargıcın görüşünün yanlış
olduğunu düşünen başka bir yargıca götürürlerse, birinci yargıcın kararı
uygulanır ve red edilmez.
Çünkü birinci karar
içtihad konusu olan bir konuda verilmiştir. Yani bir içtihad sonucudur.
Yöneticiye itaati gerektiren hükümler, ata binmesinin kusura razı olduğunu
göstermez. Yani kusura razı olduğu için değil, uluemre itaattan dolayı binmiş
sayılır.
1936-
Komutanın "Geri verebilirsin" demesi, binmesi durumunda kusura
razı olduğu gibi
bir delili geçersiz kılmaktadır.
Çünkü delil, aksi
belirtilmediği zaman muteber olur.
1937-
Kusurlu hayvanı geri vermek mümkün olmazsa, bakılır. Bu, alanın razı olduğunu
gösteren delilden dolayı olursa, kusur payını geri vermez. Meydana gelen bir kusurdan
dolayı ise, mesela zorlayarak binmiş olması gibi, satanın geri verilmesine razı
olması dışında, kusur payını geri verir.
Çünkü razı olduğunun
delili, sarih delil gibidir. Kusura razı olması için açıkça zorlama yapmışsa,
red ederken hakkı kaybolmaz. Razı olduğuna dair delil olacak şeye zorlanmasında
da durum budur. Razı olması sözkonusu değilse, o zaman kusurun dikkate alınması
kalır. Bu da kimsenin eliyle meydana gelmiş değildir. Satıcı geri vermesine
razı olduğu taktirde, alıcı kusur noksanıyla geri vermesini sağlar.
1938-
Müslümanların aldıkları ganimetler arasında içindeki yazının Tevrat, İncil,
Zebur veya Küfür şeyler olduğu bilinmiyen bir cilt kitap bulunsa, devlet başkanının
onu müşriklere satması doğru olmaz. Çünkü onunla tekrar sapma ve küfürde ısrar
etmelerine sebep olabilir. Bunu yapmak da caiz değildir. Bir müslünıana satması
da caiz değildir.
Çünkü onu kendilerine
tekrar satması ve sapmalarına sebep olması ihtimali bulunmaktadır.
Ganimeti alanlar
arasında da taksim edilmez. Çünkü payma düşen kişinin de onu tekrar müşriklere
satması ve bu sebepten küfürde ısrarlarına y olaçması muhtemel olabilir.
Ateşte de yakmaması lazımdır.
Çünkü İçinde Allanın
kelamından bir şeylerin bulunması mümkündür. Ateşte yakmak ona değer vermemek
olur.
Hz. Osman'ın halkı
birtek Kur'an üzerinde birleştirdiği zaman diğer Kur'-an nüshalarını yaktığı
haberi doğru değildir. Aksine Allah'ın kitabına olan sonsuz saygısı, gece
gündüz okumaya devam etmesi, bu konudaki rivayetin asılsız olduğunun delilidir.
Ganimet olarak alınan
nüshaya bakılır. Kağıdı değerli ise, yazı silinir ve kağıt ganimet olarak
kalır. Kağıdı değerli değilse, yaprakları su ile yıkanıp yazısı giderilir ve
yapraklar istenirse ateşte yakılır.
Çünkü yazısı kalmaz.
Hatta içindeki yazı su ile silindikten sonra yapraklarının yakılması
müşrikleri kızdırabilir. Bunda da bir sakınca yoktur.
Yazısı silinmeden önce
toprağa gömmek doğru olmaz. Çünkü müşrikler onu arayıp çıkarabilirler.
İçindekilerle amel edip sapıklıklarında fazla ısrar edebilirler.
Ancak müşriklerin onu
arayıp bulmalarından emin olunursa, toprağa gömmesi caiz olur. Bu da yapraklan
yırtılan Mushaf in temiz bir yerde gömülmesinin caiz olduğunu söyleyen
ashabımıza delil teşkil etmektedir; Ne varki su ile yazıyı silmek yolların en
güzelidir.
Müslümanlardan
güvenilir ve müşriklere satmıyacağı kesin olan biri satın almak isterse, ona
satılabilir.
Çünkü değerli bir
maldır. Onun için satılması caizdir. Zaten satılmasının mekruh olması fitne
korkusundandır. Bu durumda fitne korkusu kalmamaktadır. İçki yapmıyacağından
emin olunan kişiye meyve suyunu satmak gibidir.
Üstadlanmız şöyle
demektedir: Müslümanın bulacağı Batınıyye ve sapık fırka mensuplarının
kitapları hakkındaki hüküm de bu şekildedir. Bu kitapların sapıklık ehlinin
eline geçmesi ve onunla sapıklığın devam etmesi korkusu varsa, onlara satılması
yasaklanır. Bu konuda söylediğimiz uygulama yapılır.
1939-
Ganimetler arasında altın veya gümüşten haç yahut heykeller yahut üzerinde
heykel resimleri bulunan dinar veya dirhemler bulunsa, devlet başkanının bütün
bunları kırıp külçe haline getirmesi lazımdır.
Bu şekliyle satsa veya
taksim etse, esir düşen ve köleleştirilen kimi müşrikler tapmak veya takmak
maksadıyla alan veya payına düşen kişiden onu aşın bir ücretle satın alabilir.
Heykel ve haçların kırılmasıyla devlet başkanı böyle birşeyin önüne geçmiş
olur.
Muaviye'nin böyle
şeyleri satılması için Hindistan'a gönderdiği rivayetini İmam Muhammed'in
Kitabu'l-îkrah'ında belirttiğine göre, Mesruk, yadırgamış ve uzak görmüştür.
Sözkonusu rivayetin izahını Şerhu'l-Muhtasar'da belirttik. Dinar ve
dirhemlerin külçe haline
getirilmeden önce
taksim edilmesi ve
satılmasında bir sakınca yoktur.
Çünkü bunlar
giyilıniyen ve takılmayan şeylerdir. Sadece alış verişlerde kullanılır. Nitekim
müslümanlar, üzerinde taçlı kıral heykeli resimlerinin bulunduğu yabanet paralarla
alış veriş yapmaktadırlar. Onlardan kimse bu işten çekinmemektedir. Böyle
birşey giyilip takılan veya Allahtan başka tapılan şeyler için yasaktır.
1940- Bir
karakolda bir çalgı aleti bulmaları halinde de hüküm şudur: Devlet başkanının o aleti kırması, sonra
satması veya odun olarak taksim etmesi gerekir. Ancak odun olarak kullanacağı
ve haram bir şeyde kullanmayacağı bilinen güvenilir bir müslümana satmasında
bir sakınca yoktur.
Çünkü yararlanılan bir
maldır. Şeriatın mubah gördüğü bir yolla ondan yararlanılması için satılması
caizdir.
1941-
Ganimetler arasında bulunan av köpeği, arslan ve kartal gibi hayvanların ganimet olarak müslünıanlar arasında taksim edilmesinde bir
sakınca yoktur.
Çünkü değeri olan bir
mal olup şeriatın Öngördüğü şekilde mubah bir yolla ondan yararlanmak caizdir.
Onun için alimlerimiz bu şeylerin satışını caiz görmüşlerdir.
Bunun delili de
ibrahim (en-Nehai) hadisidir; şöyle diyor: Rasulullah yerleşim biriminin
kenarlarında bulunan ev sahibinin köpek edinmesine izin vermiştir.
Yani evini beklemesi
için izin vermiştir.
Köpek, kediye
benzetilmiş olup kedinin satışı caizdir.
Çünkü kendisinden
yararlanılan bir hayvandır. Eti yenmiyorsa da, köpek yarar sağlıyan bir
varlıktır.
1942-
Gazilerden darulhapte kim sahipsiz arslan, kartal
veya doğan bulup
darulislama çıkarırsa, ganimete ilave edilir.
Çünkü çıkarıldıktan
sonra bunlar korunan ve sahiplenilen mallardır. Bunları almış olduğu yere de
ancak müslümanlann kuvveti ile ulaşmıştır. Onun için bunları ganimete İlave
etmesi lazımdır.
Sanki bazı
müşriklerden almış gibidir.
Darulharpte bir define
veya maden bulup ondan mal çıkarması olayı gibidir.
1943- Aynı
şekilde darulharp olan bir denizden anber, inci gibi şeyleri çıkarıp getirse,
onları da ganimete ilave etmesi lazımdır.
Çünkü o yere ancak
müslümanlann kuvvetiyle varmıştır.
1944- O
yerden alacağı balıklar da ganimettir.
Ancak balıklan
kendisinin ve arkadaşlarının yemesinde bir sakınca yoktur. Ganimet yiyeceklerde
olduğu gibi.
1945- Yine
ganimet olan pars, köpek ve kartal gibi hayvanlarla avlanacak
olsa, avladığı şeyler de
ganimet olur.
Ancak diğer ganimet
yiyecekler gibi avdan yemelerinde bir sakınca olmaz.
1946- Şam
ehli ganimet olarak alınan şeyin düşmanın mülkü olması ve olmamasını ayrı ele
alırlar. Düşmanın mülkü olmayan şeyin alan kişiye ait olacağını söylerlerler.
Çünkü peygamber efendimizin "Av,
avlıyanındır" sözünün zahiri bunu
gerektirir, derler.
Nitekim ganimet. Allah
sözünün üstün tutulduğu ve dinin yüceltildiği bir amaçla düşmandan alınan malın
adıdır. Bu da müşriklerden galebe ve kuvvet yolu ile alınan maldır. Ama
insanlar arasında değersiz olan ve kuvvetle alınmayan şeyler ganimet olmaz. Bu
ölçü ile halk arasında kiymetsiz olan şeylerle altın, gümüş, inci, anber gibi
kiymetli olan şeyleri birbirinden ayırmaktadırlar.
Nitekim darulislamda
bulunan ot, odun, av gibi kiymetsiz şeylerden beşte bir pay alınmaz. Ama altın,
gümüş gibi madenlerden çıkarılan kiymetli şeylerden bu pay alınır. Balığın
aksine, inci ve anber de bu şekilde kiymetli maldır. Ama biz diyoruz ki darulhapte
askerin gücü sayesinde
alınan herşey
ganimettir. Sahipli olan ile sahipsiz olan
mal bunda aynıdır.
Çünkü darulharp
düşmanın hakim ve sahip olduğu yerdir. Onların hakim ve sahip olduğu yerde bu
şeyleri almak onları kızdırmak demektir. Bu alış askerin gücü sayesinde
olmuşsa, o zaman hükmü ganimetin hükmü gibi olur.
Nitekim mücahidler
düşman dağlarından yakut ve turkuvaz gibi mallar çıkarsalar, bunlar ganimet
olurlar. Halbuki müslüman kişi bunları darulislam dağlarından çıkarsa, ona
beşte bir pay düşmez. Çünkü Rasulullah "taşın zekatı yoktur"
buyurmuştur. Bunların tümü taştır. Sadece bazısı bazısından daha parlaktır.
Bundan da anlıyoruz ki darulharpte bulunup çıkarılanlar darulislamda bulunanlar
gibi değildir.
1947-
Mücahid ganimet olan bir köpek, pars veya kartal ile avlanmak isterse, mekruh
olur.
Çünkü ihtiyaç
olmaksızın ganimet olan bir maldan yararlanmaktadır. Ganimet hayvana binmek ve
elbiseyi giymek gibidir.
Av için
gönderdiği hayvan gidip gelmezse, tazminat ödemez.
Çünkü göndermekle onu
tüketmiş sayılır. Ganimetten darulharpte kim
birşey tüketirse,
tazminat ödemez. Ama komutanın izni dışında yapmışsa, tedip edilir.
Bu da onun gibidir.
1948-
Ganimetler arasında üzerinde "Allah için vakif-tır" yazılı bir at
bulunsa, bakılır. Bunu müslüman askerlerin karargahında veya müslümanlara ait
olduğu galip zan ile sanılacak şekilde karargahın yakınlarında bulmuşlarsa, bu
at buluntu(iukata) hükmündedir ve teşhir edilerek sahibi aranır .Tıpkı
darulislamda bulunması gibi. Üzerindeki alametten dolayı vakıf olmaz.
Çünkü alamet sağlam
bir hüccet değildir. Nitekim bununla ne mülkiyeti ne de sahipliği hak ediyor.
Ama onu darulharpte
düşmanın elinde ve düşmana ait olduğu sanılacak bir şekilde görseler, diğer
ganimetler gibi bu da ganimet olur.
Çünkü bu alametle bir
şey hakkında hüküm sabit olmaz. Varlığı yokluğu gibidir. Olabilir ki düşman,
müslüman ileri gözetleyicilerini aldatmak için böyle bir şey yapmıştır. İhtimal
da hüccet olmaz.
Delili de şudur; Böyle
bir at darulislamda adamın elinde olup satmak ise-terse, bu alametten dolayı
satması engellenemez. Bu da gösterîyorki alamet ahkamda hüccet olmaz.
Ancak müslümanlardan
bir cemaat bu atın vakıf atlardan olduğuna şahitlik etse ve elinde bulunan
adam ha-zır olsa, devlet başkanı taksimden önce de, sonra da ona geri verir.
Çünkü vakfı caiz
görenlere göre vakıf at da hükümde vakıf gibidir, satılmaz, bağış yapılmaz,
miras kalmaz, ne müşriklerin ne de onlardan geri alan müs-lümanların malı olur.
Elinde tutan ve bakan kişiye geri verilmesi lazımdır. Payına düştüğü kişiye de
beytulmaldan kıymeti ödenir. Devlet başkanı satrmşsa, satın alan kişiye de
ücreti geri verilir. Bunun hükmü, ordudan geri kalıp düşmanın esir aldığı ve
sonra müslümanların kurtardığı kişinin hükmü gibidir.
Ebu Hanife'nin
görüşüne göre ise, bunun hükmü, müşriklerin elegeçirdiği müslümanların diğer
atlarının hükmü gibidir.
Çünkü Ebu Hanife'ye
göre bu, satış ve miras yolu ile mülk olabildiği gibi, ganimetle de mülk
olabilir.
1949- Devlet
başkanı ganimetleri darulislamda taksim edip beşte bir payı ayırdıktan sonra
düşman saldırıp ayrılan bu payı ele geçirse, sonra müslümanlar tekrar onlardan
alsa, taksimden önce tanındığı ve bilindiği taktirde, önceki gibi beşte bir pay
olarak ayrılır.
Çünkü beşte bir pay
sahiplerinin hakkı onda kesinleşmiştir. Ganimetin diğer dört kısmında ganimet
sahiplerinin hakkının kesinlik kazandığı gibi. Ganimet olarak
alanlar arasında tanınmayıp
taksim
edilse, onlara ait
olur.
Çünkü devlet başkanı
beşte bir pay sahipleri için mücahitlerden onu para ile satın alacak olursa,
sahiplerinin yararı olmaz.
1950-
Taksimden önce satmış ve sonra beşte bir paydan olduğunu anlamışsa, bakılır.
Şayet değeriyle veya değerinden fazla ücretle satmışsa, satınalan kişiye ait
olur.
Çünkü onun elinden
alacak olursa ücretle geri alacaktır. Bunda da beşte bir pay sahiplerinin
yararı olmaz.
Ama değerinden aşağı
bir ücretle satmışsa, o zaman değeriyle geri alabilir.
Çünkü burada almak
beşte bir pay sahiplerinin yararmdadır. Değerini o paydan verir ve geri kalanı
sahipleri arasında paylaştırır.
1951-
Müslümanların deniz sahilinde bulduğu mallar yahut fırtınanın karaya oturttuğu
ve içinde mal bulunan bir gemi bulunsa, bakılır; Bulunan yer düşman ülkesi ise,
bu mallar fey'olur ve beştebir payı alınır. O mal müslümanların veya
müşriklerin kullandığı mal olması aynıdır. Çünkü o yere ancak ordunun
kuvvetiyle varmışlardır. Onun için alınan
şeyler ganimet olur.
Bu malın müslümanların eşyasından olması onu ganimet olmaktan çıkarmaz.
Onu kalelerinden
birinde bulmuş gibidirler.
Düşmanın bu malları müslüman
tacirlerden satın almış veya zorla onlardan almış ve ele geçirmiş olmaları akla
gelebilir.
1952- Malı,
sahilin müslümanlara ait olan bir yerinde bulsalar, hükmü buluntu malın hükmü
gibidir. O malın müslümanlarm veya gayri müslimlerin kulladığı mallardan olması
aynıdır. Ama zaıını galiple düşmana ait olduğuna kanaat getirilse, o taktirde
beşte bir payı alınır ve geri kalanı mücahidlere ait ganimet olur.
Çünkü o yerin üstünde
bulunan şeyler, altında bulunanlar hükmündedir.
1953-
Darulharp olan bir yerden bir define çıkarsalar, ganimet olur.
1954- Darulislamdan bir
yerden çıkarsalar, çıkarılan şeyden beştebir payı alınır ve geri
kalan çıkaran kişiye ait olur.
Bulunan şeyler ister
yabancı paralar olsun, ister başka şey olsun, aynıdır. Ama
bunu düşmanın koyduğu kanaati hasıl olursa, o taktirde durum değişir.
Çünkü hakikate göre
hüküm vermek mümkün olmayan yerlerde zahire göre hüküm verilir. Başka bir
delil ile ispatı mümkün olmayan şeylerde zannı galip kesin bilgi gibidir.
1955-
Müslümanlar darulharbe girdikten sonra onlara silah ve
malların gömülü bulunduğu
düşman kabirleri gösterilse,
kabirleri açıp içindeki mallan çıkarmalarında bir sakınca olmaz. Yiğitlerini
silah ve kişisel eşyasıyla gömmek bazı düşmanların adetierindendir. O şeylerin
çıkarılması da müslümanlarm yararınadır. O silahlarla düşmana karşı
savaşırlar. Sonra, kabirlerinin mahremiyeti evlerinin mahremiyetinin üstünde
değildir. İçindeki malları almak için evlerine saldırmak ve girmek caiz olunca,
kabirlerine girmek ve eşyasını almak da caiz olur.
Çünkü bu mallar kayıp
mallardır. Malların gömüldüğü yer de kabir değil, define olur. Fakat Ölülerin
kefenlerini soymak için kabirleri açmaları bundan farklıdır. Çünkü ölünün
kefeni kayıp mal değil, ölünün ihtiyacı için yapılmış bir harcamadır.
Bu mallardan kim
birşey çıkarırsa, o ganimet olur ve
beştebir payı alınır.
Çünkü oraya ancak müslümanlarm
kuvveti ile
ulaşabilmiştir.
1956- Kamçı,
ayakkabı, ip gibi mü si umanların veya müşriklerin düşmüş mallarından bulunan
şeylerden zengin kişilerin yararlanması helal olmaz. Ancak müşriklerin
mallarından ise, ganimet olur.
Müslümanların malı ise
buluntu mal olur. Bulan kişi o şeye muhtaç ise, ondan yararlanır, sahibinin
ortaya çıkması halinde eşyadan eksik olan miktarı tazminat olarak öder. Tıpkı
o mal darulislamda bulunmuş gibidir. Kitabu'l-Lukata'da kaydedildiğine göre,
İbn Mabed ed-Dabbî'nin hadisinde olduğu gibi kamçı ve benzeri şeylerde ruhsat
vardır, denilirse, şöyle deriz: Bu durum kiymeti olmayan ve yitirdikten sonra
sahibinin aramadığı kırık kamçı ve benzeri şeyler içindir. Ama kiymeti olan ve
sahibinin atmayıp kaybettiği bir mal ise, buluntu mal hükmündedir.
Nitekim Rasulullahm
"İğneyi ve ipliği geri verin" demesi üzerine, ona falan kişi iki
terlik askısı aldı, denildi. O da bunun üzerine "Ateşten iki askı"
dediği hadisini biliyoruz. Bu hüküm ganimet olarak alınmış şeyler hakkında
böyle ise, müslümanlarm malt olan şeyler hakkında nasıl olacağını düşünün!
Yalnız bu meselede
başka şekilde düşünenler de vardır. Bunlar da Şam ehlidir. Bunlar kamçı ve
benzeri şeyler için ruhsat tanırlar. Ancak onların bu görüşleri şöyle tenkid
edilmiştir:
Acaba çaldığı taktirde
eli kesilecek olan on dirhemlik bir kamçı olsa da ruhsat olur mu? Acaba bu
nitelikte yirmi kamçı olsa, olur mu? Anlıyoruz ki sakıncası olmayan şey
sahibinin aramadığı ve değer taşımayan şeydir. Çekirdek, nar kabuğu, deve
tersi, ölü kayun derisi ve benzeri şeyler. Ama sahibinin aradığı bilinen şey
buluntu mal gibidir.
1957-
Sahibinin terkettiği zayıf hayvanı biri alıp çıkarsa, geri vermesi lazımdır.
Sahibinin attığı kamçı mesabesinde sayılmaz.
Hepsinde kıyas
aynıdır. Ancak kamçı hakkında istihsan yaptık. Çünkü sahibi kendi isteğiyle
atmıştır. Onu taşıyabilirdi. Ama atı istemediği için bırakmamıştır. Sadece
çıkaramadığı için terketmiştir. Bununla da onun mülkü olmaktan çıkmaz.
Mesela adamın
çıkarmaktan aciz olduğu hasta bir cariyesi olsa, biri onu alıp çıkarsa ve güzel
bir tedavi ile iyileştirse, acaba onu mülk edinme yollarından biriyle mülk
edinmeden onunla yatabilir mi? Bu ve benzerinden dolayı hayvan hakkında kıyasa
gittik.
1958-
Hayvanı elinde tutan kişi, sahibine "Onu bıraktığın zaman, kim alırsa
onundur" dedin derse, sahibi ise bunu red etse, yemin ettirilerek
sahibinin söylediği kabul edilir. Alan kişi delil gösterir veya sahibi yemin
etmeyi kabul etmezse hayvan alan kişiye teslim
edilir. Sahibi böyle söylerken alan kişinin hazır olup olmaması aynıdır.
Rivayet ettiğimiz hadiste Rasulullah hediyeler hakkında şöyle buyurmuştur: "İsteyen
bir parça ayırır". Bu tür meselelerin açıklaması daha önce geçti. Bağış
yapılan şey bağış alan kişinin yanında düzelip sağlığına kavuştuktan ve güçlendikten
sonra bağışlayan kişinin geri alma hakkı yoktur. Çünkü meydana gelen ilave ve
gelişme, bağış yapılan şeyi geri almağa engel olur. Allah en iyi bilir.[23]
1959-
Ganimetleri taksim eden kişi mücahidler arasında ganimetleri taksim ederken
her birine ganimetten bir çeşit vermek isterse, maliyette dengeyi bozmamak
üzere, caiz olur.
Çünkü ganimeti
alanların hakkı malın kendisinde değil, kiymetindedir. Nitekim ganimetleri
satıp kiymeti aralarında taksim edebilir. Bu nevi taksimde gözönünde
bulundurulması gereken, mücahidler arasında adalet ve dengenin
gerçekleşmesidir.
1960- Ancak
miras kalan ve satın alman ortak malda durum böyle değildir. Bu malda cins
farklılığı varsa, o zaman bu şekildeki taksim caiz olmaz.
Çünkü bu mallarda
ortaklık malın kendisindedir. Nitekim malı satıp parasını taksim etmek,
tarafların rızası olmadıkça, caiz olmaz. Şöyle ki, bu mallarda herkes malın
bütün cinslerinde ortaktır. Onun için kim azad etmek isterse, onun payında
kararı yerine getirilir. Böylece bütün cinslerde bedel karşılığı gerçekleşmiş
olur.
1961- Ama
burada taksimden önce ganimeti alanların mülkü yoktur. Onun için kimileri
esirlerden bazısını azad edecek olursa, yaptığı yerine getirilmez. Mesela biri
cariye ile yatıp ondan çocuk doğacak olursa, onun ümmül-veledi olmaz ve ondan
neseb de sabit olmaz. Sadece şüpheden dolayı had cezasına çarptırılmaz.
Burada mülkiyet,
herkesin ilk olarak alacağı şeyle başlar. Onun için alacağı bu şeyde tek cins
ile değişik cinsler aynıdır.
Ganimetten bir adamın
payına bir cariye düşse, o da müşriklerin kendisini zorla aldıkları zimmi ve
hür olduğuna dair delil getirirse, bakılır. Şahitleri zimmet ehlinden ise,
şahitlikleri kabul edilmez.
Çünkü bu şahitlik bir
müslüman hakkında ve mülkiyetinin iptali için yapılmaktadır.
Ama şahitleri müslüman
kişiler ise, şahitlikleri kabul edilir ve hür olduğuna karar verilir.
Kıyasa göre kaybetmiş
olduğu payını askerlerin yapından alır. Miras taksiminde olduğu gibi.
Varislerden biri payını alamadığı zaman onu bütün ortakların payından alır.
Ancak istihsana göre durum şöyle olur:
Devlet başkanı adamın
payına düşen cariyenin kiyme-tini beytulmaldan Öder ve yapılan dağıtımı bozmaz.
Sahibinin ölmesiyle hür olacağı bilinen (Müdebber) veya onun ümmülveledi
olduğuna dair delil olduğunda da durum aynıdır.
Sözkonusu adamın
payını askerlerin paylarından almak zordur. Çünkü çok olup memleketlerine
dağılmışlardır. Zor olan da imkansız gibidir. Diğer taraftan zarara uğrayan
kişinin zararını gidermek vaciptir. Bu da kıymetin ancak beytulmaldan
ödenmesiyle olur. Çünkü böyle bir şey müslümanların başına gelen musibetlerden
sayılır. Diğer taraftan ganimetten .taksimi imkansız birşey kaldığı zaman o da
bey-tulmala verilir. Bir zarar karşılama icabettiği zaman da beytulmaldan
karşılanır. Zira zarar, yarar karşılığıdır. Zaten bu, devlet başkanının
müslümanlar hakkında işlediği hatadır. Bunun telafisi de müslümanların beytu
İmal inden olur.
1962- Aynı
şekilde, beytulmala açıkça zarar gelmiye-cek şekilde iki, üç ve buna yakın
cariye hür olduğunu ispat ederse, kiymeti böytülmaldan karşılanır. Yine taksim
sırasında bir veya iki kişi unutulursa, onların da payları beytulmaldan
verilir.
Ama bin ve daha yukarı
kişinin zimmet ehlinden olduğuna dair delil gösterilip yargıç hür olduklarına
karar verse, pay alamıyanların zararını beytulmaldan almalarını isteyemez. Onun
yerine onlara "Askerlerden bana getirebildiklerinizi getirin, ganimetten
paylarınız için onlarla ortak edeyim" der.
Çünkü hakkı koybolanın
zararını telafi etmek vacip olduğu gibi, bütün müslümanların da zarardan
korunması lazımdır. Hak alacakların çokluğu halinde zararın beytulmaldan
ödenmesi, bütün müslümanların beytulmaline zarar vermek olur. Belki de ödenecek
miktar beytulmalın çoğunu veya tümünü bitirecektir. Hatta fazla bile olabilir.
Onun için alacaklı az kişi olduğu zaman istihsana göre hüküm verilmiş, ama
alacaklı çok sayıda olduğunda kıyasa dönülmüştür.
1963-
Ganimetten fazla aldığı tesbit edilen kişinin payından fazlalık geri alınır ve
askerlerin paylarına eklenir. Beştebir payı da fazlalıktan alınır ve taksim
henüz yapılmamışsa, sahiplerine verilir. Taksim yapılmışsa, onların paylarını
zekat mallarından verir. Beytulmalda zekat mallarından birşey yoksa, gelecek
mallardan ödenmek üzere borç olur.
Çünkü beşte bir payı
olarak verdiği ve başkalarına pay olarak dağıttığı şeylerde onların hakkı sabit
olmuştur ve paylarına düşen kısmın başka yerden sağlanmasıyla ancak bu hak
yerine gelir. Aksi halde hakları devam eder.
1964-
Ganimet alanlardan büyük bir topluluk getirip devlet başkanına "Dağıttığın
ganimetlerde bizi onlarla eşit kıl, çünkü şer'an biz ve onlar eşitiz"
derlerse, devlet başkanı böyle bir şeyi yapamaz. Sadece getirdikleri kişilerin
aldıkları paya bakar ve onlara da eşit olacak şekilde verir. Çünkü devlet
başkanının taksim suretiyle yaptığı
temlik her biri için
gereçekleşmiştir.
Bundan kesin bir sebeple iptal olacak kısmı ancak iptal edebilir. O da
alacakların alacağı kadarıdır. Bunun dışında kalanı ganimeti alanların elinde
olup onlardan almaları sözkonusu değildir.
1965- Ama
aralarında paylaştırılan şey ölçü ve tartı bakımından aynı cins ise,
getirilenlerin elinde bulunan miktar hepsi arasında paylaştırılır.
Ganimetin tümü ondan
ibaret ve ganimeti alanların da
sadece onlar imiş gibi
işlem yapılır.
Çünkü ölçü ve tartıda
taksim kesin ayırmadır. Nitekim bu şeyleri her biri ayrı ayrı alır. Sonra,
ortaklar arasında yapılan bu paylaştırma, her birinin payına düşeni kâr ile
satmaktan alıkoymaz. Kendilerinden geri alamadığı kişiler onu fazfa olarak
almışlardır. Alınan fazlalık eşit olarak dağıtılır. Ama eşyada ve değişik
cinslerin taksiminde muaraza mefhumu bulunmaktadır.
Zira ortaklardan
birine özel işlem yapılmaz ve her biri ödediği ücretin üstünde taksimden sonra
payını kârla satamaz. Onun için getirdikleri kişilerin elinde bulunan bu tür
ganimetlerden hak edilen pay miktarı gözününde bulundurulur ve o miktar ile
onlara geri verir.
1966-
Mesela, Ölen bir adamın üç kölesi ve üç oğlu olsa ve yargıç köleleri çocuklar
arasında bölüştürüp her birine bir köle düşse, sonra onlardan birinin
kölesinin hür olduğu ortaya çıksa, kardeşlerden her biri asıldaki payından,
yani elindeki kölenin üçte birinden fazlasını almış olmaz.
Aynı şartlarda
aralarında bölüştürülen şey tartı veya ölçü olsa, elindekinin yarısını ondan
alır. Aralarındaki fark, belirttiğimiz gibidir. Başta temliki içermeyen ve
mülke
dayanan taksimde
-hüküm bu ise, hakka dayanan ve başta malı temlik etmeyi
İçeren taksimde hüküm
evleviyetle böyle olur.
1967-
Köleleri alan diğer askerler bu istihkakı duysa-lar, ellerinde bulunanları
satabilirler. Aynı şekilde her biri payına
düşen cariye ile
yatabilir. Ama payından
ötürü başkasından alacaklı olduğuna yargıcın karar verdiği kişilerin
alacağı bundan müstesnadır.
Çünkü devlet
başkanının temlik etmesi suretiyle taksim ile ona malik olmuştur. Sözkonusu
temlik yargıç tarafından iptal edilmedikçe ondan hiçbir şey iptal olmaz.
Halbuki mirasta böyle değildir.
Çünkü orda başkasının
payı sözkonusu olduğu müddetçe taraflardan birinin cariye ile yatması veya onu
satması helal olmaz. Zira burada taksim başta temlik değil, mülkü birbirinden
ayirmakdır. Sonra, burada muavaza anlamı da mümkündür. Çünkü taraflardan her
biri aldığının bir kısmını ondaki payından dolayı, bir kısmını da arkadaşının
aldığı payının ivazı (bedeli-karşılığı) olarak almıştır.
1968-
Önceden hür olduğu veya onlardan birinin payında istihkak delil ile sabit
olsa, o taksim iptal olur ve hakkındaki hüküm taksimden önceki gibi olur. Onun
için aldığı cariye ile yatması veya ortağının ondaki payını satması helal
olmaz. Aradaki bu farkın sebebi şudur;
Ganimetin taksiminden
önce ganimeti alanların ganimette mülkü olmaz. Onun için biri ganimetten bir
cariyeyi azad edecek olursa, hükmü geçersiz olur. Gebe de bırakmak isterse,
yaptığı kabul edilmez.
Bundan anlıyoruz ki
mülk başta taksim ile sabit olur. Ama mirasta mülk ortaklar için sabit olup
taksimden önce de azat etme ve gebe bırakma geçerli olur. İstihkak ile taksim
geçersiz olunca, hakkını alamıyan kişi arkadaşının payından hakettiği payı
yargıcın kararından önce alır. Taksimden önce olduğu gibi. Halbuki ganimette
taksimin geçersiz olmasından sonra yargıcın kararı olmadan elindeki şeylerden
birine malik olmaz.Taksimden önce malik olmadığı gibi.
Şöyle ki; Ganimette
devlet başkanı taksimin iptal olmamasını tercih edip payını alamıyan kişiye
alacağının kıymetini beytulmaldan ödemek isterse, yapabilir.
Mirasta İse, yargıç bu
şekilde davranmak isterse, yapamaz. Devlet başkanı istese de, istemese de
haksızlığa uğrayan kişi ortağının payından payını istemesi gerekir.
1969-
Ganimetleri taksim eden yetkili, beşte bir payı ve diğer dört payı birbirinden
ayırıp bir tarafa bıraksa ve sahiplerine vermeden önce
beşte bir payı çalınsa yahut telef olsa veya diğer dört pay çalınsa, kalan
miktarı taksim eder ve çalınan yahut telef olan kısmı yok gibi sayar. Çünkü
teslim etmeden Önce mallan birbirinden ayırmakla paylaştırma tamam olmaz. Kişi
kendi kendisiyle paylaşmış olmaz. Taksim ancak iki ve daha fazla kişi arasında
olur. Onun için mallan birbirinden ayırmadan önce mevcut olmayan ile
ayırdıktan sonra yok olan aynı hükümde olur.
1970- Beşte
bir payını miskinlere verdikten sonra geri kalan dört pay çalınacak olsa,
miskinlere haklarını vermiş olur. Ganimet alan kişilere miskinlerin birşey geri
vermeleri gerekmez. Yine önce dört payı dağıtmış ve beşte bir payı henüz
elinde iken çalışmışsa, dört payı alanlar beştebir payı sahiplerine birşey geri
vermeleri sözkonusu olmaz.
Çünkü burada paylarını
kendilerine vermek suretiyle kendisi ile beştebir payı sahipleri arasında
taksim tamamlanmıştır. Zira taksimi yapan kişi, ganimeti alan mücahidler ile
beşte bir payı sahiplen arasında bir vekil gibidir. İki tarafın yerine naiplik
yapması uygundur.
Şöyle açıklayalım;
Adam malının üçte birini miskinlere vasiyet etse ve yargıç taksimi yapıp
mirastan iki payı varislere verdikten sonra üçüncü pay elinde iken kaybolsa,
yahut miskinlere üçte birini verdikten sonra elinde kalan varislerin payı
kaybolsa, yapılan paylaştırma tamamlanmış ve yerini bulmuş olur. Taraflardan
birinin diğerine geri vereceği birşey olmaz. Çünkü yargıç, paylan elinde kalan
tarafın vekili (naibi) sayılır. Payların vekilleri olan kişiye ulaşmış olması
onlara ulaşması demektir. Ondan sonra kaybolması onların aleyhine olur. Çünkü
kendileri kaybetmiş gibidirler.
1971- Dört
payı ayırıp süvari ve piyade sayısına göre taksim ettikten sonra henüz kimseye
birşey vermeden bu payların bir kısmı kaybolsa, paylaştırma bozulur ve geri
kalan kısmı müstakil bir şekilde aralarında taksim eder.
Çünkü taksim
tamamlanmıştu\ Zira ayırmasıyla onlara dağıtmış olmaz. Telef olan miktar
hepsinin ortak malından telef olmuş olur ve kalan da hepsine kalmış olur.
1972- Piyadelere
paylarını verip henüz süvarilerin paylarını ve beşte bir payı vermeden
süvarilerin payı kaybolacak olursa, piyadelerin aldıkları kendilerinin olur.
Çünkü devlet
başkanının süvariler adına naip olması itibariyle piyadeler hakkında paylaşma
tamamlanmış olur.
1973- Elinde
kalan beşte bir payı ve süvarilerin paylarını vermesi gerekir.
Çünkü taraflardan
birine payını vermediği müddetçe beşte bir payı sahipleri ve süvariler arasında
paylaştırma tamamlanmış sayılmaz. Kaybolan, iki taraf arasında ortak kayıp
olduğu gibi, kalan da iki taraf arasında ortaktır.
1974-
Kaybolan kısım, beşte bir payı
ise, süvariler için
ayırdığını onlarla beştebir
payı sahipleri arasında paylarına göre paylaşır ve
piyadelere bir şey geri vermez.
Çünkü paylarını
almakla haklarında taksim tamamlanmıştır. Bu meseleler ile birilerin payının
hürriyet veya başka bir sebeple elinden çıkması meselesi arasında fark vardır.
Şöyfeki; İstihkak ile taksimi yapan kişinin hata ettiği anlaşılır ve taksim
fasit olur. Ama burada bir miktarın helak olmasıyla taksimi yapa kişinin hata
ettiği ortaya çıkmaz. Onun için hakkında taksim yapılan kişi için yapılan
paylaştırma tamamlanmış ve gerçekleşmiş olur.
Allah en iyi bilir.[24]
1975- Devlet
başkanının ganimetleri daruiharpte satması
veya taksim etmesinden sonra gelen takviye kuvvetin ganimeti alanlara ortak
olamayacağını belirtmiştik.
Çünkü taksim ile her
birinin alacağı payda mülkü sabit olmuştur. Gelen takviye kuvvetin ortaklığı
olursa, ganimet yolu ile olur. Halbuki müslümanın mülkünde başka müslümanın
hakkı ganimet yolu İle sabit olmaz.
Satıldıktan sonra
satın alan kişinin mülkü sabit olunca, satılan şeylerde de gelen takviye
kuvvetin ortaklığı mümkün değildir. Satılanın parasına da ortak olmazlar.
Malın parası alıcıdan alınmış olsun veya olmasın, ortaklıkları sözkonusu
değildir.
Çünkü ganimeti
alanların alacakları ücret satışla gerçekleşmiştir. Ortaklıklar!, akit İle hak
ettikleri şeyde değil, ganimettedir. Sonra, akit, mülkte iki bedelin
karşılıklı olmasını gerektirir. Satılan şeyde satın alan kişinin mülkü gerçekleştiği
gibi, ganimeti alanların da parada gerçekleşmektedir. Ortaklığın kesilmesinde
bu, ihraz İle haklarının kesinleşmesinden daha kuvvetlidir. Sonra, devlet
başkanı satışta onların vekili (naibi) dir. Sanki kendileri satmışlardır.
Kendileri açısından satışın gerçekleşmesi, onda haklarının kesin olduğunun
delilidir. Sanki ganimeti onlar arasında paylaşmış ve her biri kendi payını
satmış gibidir.
1976- Satın
alanlar parayı ödemeden malı almış, daha sonra da düşman onlara ıılaşmışsa.
komutan da müslü-manların düşmana karşı koyacak güçleri olmadığını bilip
"Bizden kim birşey satın almışsa, yere atsın, toplanın, da-rulislama
çıkınca eman altındasınız" diye ilan etse, onlar da bunu yapsalar, darulislama çıktıktan sonra komutan
onlardan malların ücretini istese, "onlar da malları bıraktık, sana
borcumuz yoktur yahut o malların bedelini bize tazminat olarak
ödemelisiniz" derlerse, bakılır. O malları istiyerek ve itaat ederek
atmışlarsa, komutandan alacakları olmaz, borçlandıkları parayı da vermeleri
gerekir.
Çünkü malın teslimiyle
satış hükmü tam al an m ıştır. Satılan mal diğer mallarına katılmış
olmaktadır. Onlar kendi mallarını kendi istekleriyle telef etmiş olmaktadırlar.
Komutan onlara sadece akıl vermiştir ve bu onlara tazminat ödemeyi gerektirmez.
Aynı zamanda ödemeleri gereken borçlarını da düşürmez.
1977- Onları
yok edecek bir tehditle bu işe zorlamışsa, halife bakar. Onların yararlarını
düşünerek bunu yaptığını tesbit ederse, attıkları mallar için hiçbir tazminat
ödemez.
Çünkü kendi açısından
onların yararını gözetmekle görevliydi. Bunu da yapmıştır. Sonra, onların
şer'an yapmaları gereken işe zorlamıştır. Çünkü müslü-man zaruret halinde
malını canına bir kalkan yapmakla mükelleftir. O da bundan başkasını onlara
emretmemiştir. Haklı olarak zorlayan kişi iyilik yapıyor demektir. İyilik
yapanlara da bir ceza olmaz.
1978- Ama
onların yararlarını gözetmek amacı olmaksızın zorlamada bulunduğunu anlarsa, attıkları malların parasını onlara
tazminat olarak öder.
Çünkü zorladığı konuda
halifenin emrine muhalefet etmiş olur ve zorlama meydana geldiğinden sonra
onlar bir araç durumunda olurlar. Sanki malı onlardan alıp atmıştır. Onun için
onlara tazminat ödemesi gerekir.
Her iki durumda da
satın alanların ücreti Ödemeleri gerekir.
Çünkü borç olarak
onların zimmetine geçmiştir. Değer belirlendikten ve akit gerçekleştikten sora
satılan malı telef etmek borcu düşürmez. Telef etme ister satın alan, ister
satan tarafından meydana gelsin, durum değişmez.
1979-
Komutan "Her biriniz benden satın aldığını at-sm, ücretten de
muaftır" yahut "Atarsa ondan
ücret almam" derse ve onlar da istiyerek yahut zorlanarak aldıklarını
alsalar, ücretini ödemeleri gerekir.
Çünkü kamutanın
söylediği bu fazlalık geçersizdir. Çünkü ganimeti alan kişilerin ücretinden
satın alan kişileri muaf tutamaz. Ebu Yasuf a göre, bu açıktır. Çünkü bu konuda
baba, vasi veya vekil gibidir. Ebu Hanife ve Muhammede göre ise, bu tasarrufta
kendisine kişisel yükümlülük düşmez. Çünkü bu vermiş olduğu bir hüküm
mesabesindedir. Satışta elçi gibi olup ücretten muaf tutma yetkisine
sahip değildir.
1980- Gemide
olsalar ve geminin yükünü hafifletme ihtiyacını duyup malı gemiden suya
atmalarını emretse, be-littiğimiz bütün durumlarda yukarıdaki gibi olur.
1981- Gemide
lokantacı veya yiyecek maddeleri satan kişi kendi kendine tasarruf sahibi olup
onlara "Kim benden satın aldığı mallardan denize birşey atarsa, ücret ödemeyecektir"
veya" atınız, ücretten muafsınız" diye seslenirse, bu geçersiz olur.
Ona aldıklarının ücretini ödemeleri gerekir. Ne var ki burada ücretin gerekli
olmaması gerekirdi.
Çünkü ücretten muaf
tutma yetkisine sahiptir. Ancak ücretten muaf tutmayı şarta bağlamıştır.
Halbuki muaf tutma akit gibi şarta bağlanmayı kabul etmez.
1982- Başka
bir adam onlara "Atınız, ücretini ben ve-ririrm" yahut' parası sizin
olsun" derse, bu geçersiz olur ve bundan dolayı da o adama birşey
gerekmez. Satıcı da aynı şekilde söylerse, geçersiz olur.
Çünkü satılan mal
onların mülkü ve borcu olmuştur. Bundan sonra kim atmalarını söylerse,
mülklerinde yapacakları şeyi onlara göstermiş olur. Bu da yapılan iş için
tazminat ödemeyi gerektirmez. Çünkü kişinin kendi isteğiyle mülkünde yaptığının
cezası ona sözkonusu işi yapmasını telkin eden kişiye geçmez. Onun için
ücretten muaf tutma veya akit şarta bağlı olmaya devam eder. Buda geçersizdir.
Böylece komutanın ganimeti satmasının hükmü hakkında durum açıklık kazanmış
olmaktadır .
1983-
Komutan tellala "Ey insanlar! Müşterilerin bizden satın aldıkları
mallarla iligili akdi bozduk. Kim birşey satın almışsa bıraksın "diye ilan
etmesini emretse ve onlar da aldıklarını bırakırlarsa, aldıklarının ücretini
ödemezler.
Çünkü satış akillerini
iptal etmiştir. Satış akdini kurabileceği gibi bu akti feshetmesi de caizdir.
Nitekim baba ile vasi
yetimin mallarından sattıkları şeylerle iligili akitleri bozma yetkisine
sahiptirler. Akdİn bozulmasından sonra satın alankişinin ücret borcu da kalmaz.
Satılan mal da ganimet olarak eskisi gibi olur. Zaten komutanın emri ile malı
bırakmışlardır. Sanki kendisi malı atmıştır. Ondan dolayı bırakanlara birşey
gerekmez.
Bir elbise satın
alacak kişiye satıcının "Satış akdini bozdum, onu gömlek olarak bana
kes" demesi ve satıcının bunu yapması, gibidir. Yahut satılan mal yiyecek
olup satıcının "Bunun satış akdini bozdum, benim yerime miskinlere sadaka
olarak dağıt" demesi ve alıcının da yapması gibidir. Bu durumlarda satış
akdini bozmak sahih olup satıcının ücreti geri vermesi lazımdır.
Çünkü satış akdini
bozmak akit hükmü ile muteberdir.
"Bu yiyeceği
senden şu kadar paraya satın aldım, benim yerime onu ta-sadduk et, yahut bu
elbiseyi şu kadar paraya satın aldım, onu bana gömlek olarak kes" derse ve
adam bunu yaparsa, aralarındaki satış sahih olur. Böyle yapılmasını emreden kişinin
de ücreti ödemesi gerekir.
Yine müşteriler
satılan malda bir kusur bulsa ve komutan yargının hükmü olmadan onlardan bunu
kabul etse, bu geçersiz olur. Kusurdan dolayı ve yargının hükmü olmadan malı
geri vermek, onun satış akdini bozmak gibi olur. Böylece anlaşılıyor ki
komutanın mücahidler adına satın alan kişilerle satış akdini bozması geçerli
olur. Zaten ganimeti alanların hakkı ücrette kesinlik kazanmıştır. Ancak
taksimden önce mülkleri belirli olmamıştır. Bu ise darulhapte ihraz edilen ganimetlerde
olduğu gibi komutanın tasarruf yetkisini bozmaz. Haraç malı olarak devlet
başkanının elbise alıp satması ve müşterinin bu mallar hakkındaki satış ak-dini
bozmayı uygun görmesi halinde yapılan uygulama gibi. Yukardaki durum da bu
şekildedir.
1984- Sesi duydukları
zaman ellerindeki eşyayı atma-yıp bir veya iki konak mesafelik yol gittikten ve
o yerden ayrıldıklarına delil olabilecek başka bir iş yaptıktan sonra eşyayı
bırakacak olurlarsa, yine malların ücretini öderler.
Çünkü satış akdini
bozmak satışın aslı ile muteberdir. Satışın meydana gelmesi kabulden önce
meclisten ayrılmakla geçersiz olacağı gibi, satış akdinin feshedilmesinin
kabulü de böyledir. Orada satış akdinin bozulduğunu kabul ettiklerinin delili
eşyayı bırakmalarıdır. Mecliste bulundukları süre içinde bunu yapmadıklarına
göre satış akdini bozmaları da sabit olmaz ve malİarın ücretini ödemeleri
gerekir.
1985- Satın
alanlar sesi duydukları anda eşyayı bıraktıklarını iddia
etse, ama böyle
yaptıklarını sözlerinden başka
gösteren bir delil yoksa, başka delil getirmedikçe söyledikleri kabul edilmez.
Çünkü ücreti
ödemelerini gerektiren sebebin kesinleşmesinden sonra ücreti düşürecek bir işi
yaptıklarını sözlerinden başka gösteren bir delil yoksa, delil getirmedikçe
söyledikleri kabul edilmez.
1986-
Tellallara "Benden satın aldığı malı bırakan kişinin satış akdini bozmuş
sayacağım" diye ilan etmelerini emretmişse, kıyasa göre sahih olmaz.
Çünkü satış akdinin
bozulmasını şaıta bağlamıştır. İstihsana göre ise sahih olur.
Çünkü maksat satış akidinin
bozulması ve malı atmalarını teşviktir.
1987- Yine,
malları atmanız şartiyle satış akdini bozdum
veya satış akdini
sizin bozmanız şartıyla
malları ir a km, derse, durum
aynıdır. Komutandan başkası
da malını satacak olursa aynı hükümlere tabi olur.
Kıyasın benzeridir.
Satış konusunda istihsan ise şöyle olur: Bana şu kadar dirhem elbise parası
verirsen onu sana satarım, der ve o da mecliste iken parayı öderse,istihsana
göre bu sahih bir satış olur. Satış akdini bozmak da bu şekildedir.
1988-
Tellalın sesini halktan bazıları
işitmiş ve işitme-yenlere duyurmuş olsa, hepsi tellaldan duymuş
gibidirler.
Çünkü komutan sözünü
duymayan herkese duyurulmasını söylemiş ve buna izin vermiştir. Bu konuda
tellala da İzin vermiştir. Ama satıcı tüccar olup malını gemide satmişsa, durum
değişir. Satış akdinin bozulduğuna dair komutanın dediğini bazı müşteriler
işitmemiş ve işitenler bunu kendisine haber vermiş, o da onlarla beraber
mallarını bırakmışsa, ücreti ödemesi lazımdır. Çünkü bunu haber veren kişiyi
satıcı ne göndermiş ve ne sarahaten, ne delaleten tebliğ etmekle
görevlendirmiştir. Onun için bu adam söylenenleri hiç işitmemiş gibi olur. Komutan
sadece delaletle tebliğin yapılmasını emretmiştir. Çünkü komutanın halkına
seslenirken konuşmasında esas olan bunun yayılması ve duyulmasıdır. Böyle bir
şey kendi kendine tasarruf eden tüccarın konuşmasında mevcut olmaz. Sonra,
satış akdinin bozulması akit ile muteber olur.
Tüccar, şu kölemi şu
kadar ücretle şu kişiye sattım, derse ve elçi olarak görevlendirmediği birisi
bu sözü ona tebliğ etse ve o da kabul etse, satış akdi meydana gelmiş olmaz.
Ama, ey falan kişi, sen ona bildir, derse ve o da gidip ona tbliğ ederse,
sözkonusu kişinin kabul etmesi halinde bu sahih bir satış olur.
Başka bir adam gidip bildirse,
durum yine aynıdır. Çünkü ey falan, git ona bildir, deyince, ona tebliğ
edilmesini istediğini ifade etmiş olur. Kim ona tebliğ eder ve o da satışı
kabul ederse, satış sahih olur. Satış akdinde bu sabit olunca, satış akdinin
bozulmasında da sabit olur. Tellala bu şekilde seslenmesini emreden komutanın
durumu da bu şekilde açıklık kazanmaktadır. Çünkü tellalın seslenerek tebliğ
etmesini açıkça söylemiş olup onun ve başkasının tebliğ temiş olması aynıdır.
1989-
Komutanın kendisi "Satış akdinizi bozdum, benden satın aldıklarınızı
bırakın, burada bulunanlarınız bulunmayanlara
bildirsin" derse, durum
yukarıdaki gibi olur.
Çünkü tebliğin
yaplmasım bizzat emretmiştir. Tebliğ eden herkesin sözü onun sözü mesabesinde
olur.
1990-
Komutan bu fazlalığı belirtmezse, kıyasa göre, kendi kendine satış yapan kişi
de olduğu gibi, ancak ko-nutanin
sözünü işitenler ücret vermekten muaf olurlar. Ancak istihsana
göre komitanın sözü kendilerine ulaştığında malları bırakırlarsa, ücret
ödemekten muaf olurlar. Çünkü belittiğimiz gibi komutanın söylediği söz
yayılması ve duyulmak
İçindir. Adet budur.
Mutlak sözün sınırlandırılmasında âdet muteberdir. Onun İçin bu ile açıkça
söylediği "Burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin" sözü aynıdır.
Allah en iyi bilir.[25]
1991-
Darulhapte devlet başkanı beşte bir payı ile diğer dört payı birbirinden
ayırıp kimseye bir şey vermeden Önce başka bir ordu destek olarak
çıkıp gelse, onları ortak yapar.
Çünkü belittiğimiz
gibi, komutan kendi kendine taksim yapmaz. Bu yaptığı ayırma ile de kimseye
mülk sabit olmaz. Nitekim beşte bir pay için ayrılan pay
çalınacak olsa, geri
kalan kısım beşte bir payı sahiplen ile diğer askerler arasmda ortak olup beş
kısma bölüştürülür. Sanki taksim yapmadan önce ganimetin bir kısmı çalınmış
gibi işlem yapılır.
Bunun taksim olmadığı
sabit olunca, destek kuvvetin taksimden ve satıştan önce onlara yetiştiği ve
diğer dört payda askerlerle ortak oldukları da sabit olur.
1992- Devlet
başkanı beşte bir payını miskinlere dağıttığı halde diğer dört payı
sahiplerine dağıtmadan destek kuvvet gelip yetişse, kalan bu dört payda destek
kuvvetin ortaklığı olmaz.
Çünkü beşte bir
payının sahiplerine teslim edilmesiyle taksim gerçekleşmiş ve İki tarafın da
mülkü sabit olmuştur. Nitekim ondan sonra diğer dört pay telef olacak olursa
beşte bir pay sahiplerinin dört pay sahiplerine bir şey geri vermesi sözkonusu
olmaz. Taksimden sonra gelen takviye kuvvetin ganimette ortaklığı olmadığını
belittik.
Destek kuvvetin
ortaklığı beşte bir payda değil, dört payda olur ve ortak olacakları dört pay
da henüz dağıtılmamıştır, sadece ortak olmadıkları bir payın sahiplerine
verilmesinden dolayı destek kuvvetin ortaklığı nasıl yok olur? diye itiraz
edilse, şöyle deriz:
Böyle değildir. Çünkü
taksimin iki taraf olmadan tek tarafla yapılması mümkün değildir. Beşte bir
payı sahiplerine verilen payda taksimin meydana gelmesi zaruretinden dolayı
diğer dört payda da taksim gerçekleşmiş sayılır. Şöyle ki; Destek kuvvet
ortaklığı hak etseydi ancak ganimet yolu ile hak ederdi. Paylan başta ganimet
gibi olmuşsa, o takdirde ondan beşte bir payı alınması gerekir. Çünkü bu pay
ganimet olarak alman her şeyde vacip olur. Halbuki burada böyle birşey
sözkonusu değildir. Sonra, burada olsa olsa, kalan bu dört pay tenfil (ganimetten
pay vadetme) olarak sayılabilir. Çünkü bu dört paydan destek kuvvete verilecek
kısımda beşte bir pay vacip olmamaktadır. Onun için ancak ganimet tahsisi
mesabesinde sayılabilir.
1993- Devlet
başkanı bir seriyyeye alacakları ganimetin bir
kısmını pay olarak vadetse, ondan
sonra seriyyeye destek kuvvet gelip yetişse, vadedilen payda destek kuvvet
ortak olmaz. Burada da durum budur. Beşte bir payı sahiplerine verildikten
sonra geri kalan dört payda gelip yetişen destek kuvvetin ortaklığı olmaz.
1994- Yine
devlet başkanı dört payı sahiplerine taksim edip henüz beşte bir payı
sahiplerine dağıtmadan destek kuvvet gelip
yetişse, yahut pay sahiplerinden
birkısmı paylarını alsa ve beştebir pay ile paylarından bir kısmı
alınmamışsa, bu durmda gelip yetişen destek kuvvetin ortaklığı olmaz. Çünkü
devlet başkanının bu uygulamasıyla taksim hükmü gerçekleşmiştir.
1995- Böyle
yapmayıp askerlerden bir, iki kişiye ganimetten alacakları paylarını erken
verse, ondan sonra başka bir ordu gelip yetişse, gelenler ganimette ortak
olurlar.
1996- Ama
çok kişiye erken verecek olursa, o zaman sonra gelen destek kuvvet ganimette
ortak olmaz. İki halde de kıyas aynıdır.
Gelen destek kuvvetin
ortaklığı olmaz. Çünkü bir nevi taksim meydana gelmiştir. Ancak az kişiye
verilmesi ile çok kişiye verilmesi istihsan yolu ile ayrı kabul edilmiştir.,
Yukarıda geçenin benzeridir. İstihkak bir veya iki kişi için ortaya çıkınca,
taksim iptal olmaz. Zarara uğrayan bir iki kişinin payı beytulmaldan
ödenir. Ama bir
topluluğun alacağı kaybolsa, durum değişik olmaktadır. Yani onların kaybı
beytulmaldan ödenmemektedir. Hak edenlere taksimmatı yaparken, taksimatın
başında da azsayıdaki kişiler ile çok sayıdaki kişilere vermeyi birbirinden
ayırmak gerekir. Bir veya iki kişiye acele pay verdiği gibi çok sayıdaki topluluğa
vermekte acele etmemelidir. Çünkü ganimetteki ortaklık genel ortaklıktır. Bir
iki kişiye yaptığı uygulama ile bu ortaklık değişmez. Ama çok kişiye bu uygulamayı
yapacak olursa, o zaman bu genel ortaklık değişir. Çünkü yaptığında umum anlamı
gerçekleşmektedir.
Mesela süvarilerin
payını verip piyadelerin payı kalsaydı yahut askerlerden çoğunun paylarını
verip elinde yüz kadar kişinin payı kalsaydı, ondan sonra gelecek olan destek
kuvvetin ortaklığı olur muydu? Bunu hiçbir kimse söylemez.
1997- Destek
kuvvet taksimden önce darulharbe girmiş, ama devlet başkanı ganimeti alanlar
arasında taksim ettikten sonra orduya ulaşabilmişlerse destek kuvvetin ortaklığı
olmaz.
Çünkü destek kuvvetin
ortaklığı orduya katıldıkları anda başlar. Nitekim darulharbe girip askerler
başka bir yerden darulislama çıkıncaya kadar onlara ulaşmamışlarsa, yine
ganimette destek kuvvetin ortaklığı olmaz. Bundan da anlaşılıyor ki muteber
olan darulharbe girişlerinin anı değil, askerlere ulaştıkları andır. Askerlere
ulaştıkları zaman da ganimeti alanların mülkü olmuş şeylerde değil, sadece
yeni alınan ganimette ortak olurlar. Burada askerlere ulaşmadan önce yapılan
taksim ile fertlerin mülkü belirlenmiş ve kesinleşmiştir.
1998-
İhtiyaç duyulması durumunda yardıma gelebilecek kadar yakın bir yerde
konaklamış, ama askerlere ka-nşmamışlarsa, destek kuvvet ganimette ortak olur.
Ordu onlardan destek
aldığı için destek kuvvet ganimette ortak olur. Bu durumda onlara karışmaları
ile yakınlarında bulunmaları arasında fark yoktur.
1999-
Ganimet askerler arasında taksim edilip takviye askerlere birşey vermez ve
takviye askerler de durumu
halifeye şikayet etse,
yapılan uygulama bozulmaz.
Çünkü savaşa
katılmadıkları durumlarda destek kuvvetin askerlere ganimette ortaklığı
alimler arasında ihtilaflı bir konudur. Taksimi yapan yetkili hakim
mesabesindedir. İçtihad konusu olan şeylerde hakimin içtihadı geçerlidir. Aksini
düşünen başka bir hakime dava edilecek olursa, o hükmü bozmaz. Burada da
taksimi yapan yetkilinin durumu böyledir.
2000- Devlet
başkanı ganimetleri darulhapte satmış ve satın alanlar muhayyer olduklarını
şart koşmuşlarsa yahut şart muhayyerliği veya görme muhayyerliği sebebiyle malları
geri verseler yahut malı teslim almadan önce veya aldıktan sonra ortaya çıkan
bir kusur sebebiyle geri verseler, ondan sonra destek kuvvet gelip yetişse, o
ganimette ortaklıkları olmaz.
Çünkü ganimet malları
satılmış ve yetkilinin ona uyması gerekli olmuştur. Nitekim görme veya kusur
tesbitinde muhayyerlik şartı ile beraber satın alanların o mallarda mülkiyeti
sabit olmuştur. Görme ve kusur muhayyerliği ile hepsi tarafından, şart
muhayyerliği ile de İmam Ebu Yusuf ve Muhammed tarafından satın alanların
mülkiyeti sabit kabul edilmiştir. Ebu Hanife'ye göre de satın alanlar mülk
edinmiş olmasalar bile, satın alma hükmü ile o mallarda tasarruf hakkına daha
çok sahip olmuşlardır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki artık mallan ganimet
olmaktan çıkmış ve müslümanların diğer mülklerine katılmıştır. Ondan sonra destek
kuvvetin o mallarda ortaklığı olmaz.
Nitekim onlara
yetiştiklerinde muhayyer olan müşteriler almaktan vazgeçmezlerse, satış
karşılığında alınacak parada da ortak olmazlar. Aynı şekilde müşteriler
alıştan vazgeçer ve mallar devlet başkanının eline dönerse o mallarda ortaklıkları
olamaz. Bu sebeplerden biri ile müşteriler alış akidini bozabilirler. Tiki
müşterilerin devlet başkanından istemeleri durumunda satış akdini bozabilmesi
gibi.
2001- Devlet
başkanı beşte bir payı sahiplerine verdikten sonra kalan dört payı satıp
parasını mücahidlere taksim etmek isterse, yapabilir.
Çünkü mücahidler ve
beştebir payı sahipleri arasında taksim meydana gelmiş ise de, aralarında
taksim yapılmadan önce mücahidlerin mülkü henüz sabit olmamıştır. Nitekim
mücahidler bunu satacak olurlarsa satamazlar. Mülkiyetleri sabit olmadığı
sürece devlet başkanının taksim etme veya satıp parasını taksim etme yetkisi
devam ediyor demektir.
Nitekim aralarında
dört payı taksim edip beştebir payı satması caiz olur. Diğer payları da satıp
parasını taksim etmesi caiz olur.
2002- Devlet
başkanı satışta kendisi üçgünlük muhayyerlik şartını koşmuş ve satışın
bozulmasından önce veya sonra
destek kuvveti gelip
yetişmişse, paradan dolayı satışın bozulması
halinde malda ortak
olacakları gibi, satışın
gerçekleşmesi durumunda da parada ortak olurlar. Çünkü satıcının muhayyerlik
şartı olduğu sürece müşterinin malda mülkiyeti gerçekleşmez. Aynı şekilde
satılan malda tasarruf hakları da gerçekleşmez. Dolayısıyla yapılan bu satışla
mal ganimet olma hükmünün dışına çıkmış olmaz. Halbuki yukarıdaki böyle
değildir. Çünkü hüküm konusunda satıcının satış hakkında muhayyerlik şartı,
şarta bağlı olmak gibidir. Şarta bağlı olan da şartın gerçekleşmesinden önce
yok gibidir. Muhayyerliğin kaldırılmasıyla satış hükmü başta sabit olur. Bu
bakırhdan müşteri daha önce ganimet olarak aldığı esirleri azad edecek olursa,
karan uygulanmaz. Destek kuvvet geldikten sonra satış yapan gibi olur.
2003- Devlet
başkanı beştebir payı ayırıp sahiplerine verse ve bir adam ganimetten bir
cariyeyi azad edinceye yahut gebe bırakıncaya kadar diğer dört payı taksim etmese,
bu adamın yaptığı sahih olmaz.
Çünkü bu taksim ile
ganimetleri alanlar için mülk sabit olmaz. Mülk sabit olmadan da azad etme veya
ele geçirme olmaz. Bu durumda yetişecek destek kuvvetin de ganimette
ortaklığının olmaması onların mülkiyetinin sabit olduğuna delalet etmez.
Taksimden önce darulhapte ihraz etme durumu gibidir. Onların mülkiyeti sabit
olmadığından azad etme ve gebe bırakma da caiz olmaz.
2004- Destek
kuvvet onlara yetişecek olursa, ganimette ortak olmazlar. Onun için cariyeyi
gebe bırakan adamın şüpheden dolayı misil mehir (tazminat olarak) ödemesi lazım
gelir.
Çünkü devlet
başkanının bu uygulamasıyla hakkının onda kesinleşmesi bakımından darulhapte
ihraz edilen ganimet gibi olur. Cariyeyi gebe bırakan adama şüpheden dolayı
zina cezası uygulanmaz. Sadece misil mehir (veya tazminat) ödemesi gerekir.
Çocuğu ile beraber cariye de ganimet olup mücahidler arasında
taksime tabi olur.
Bu durumda diğer dört
pay vadedilen pay mesabesinde olur. Pay vadedilen kişilerden birinin cariyeyi
gebe bırakması veya azad etmesi sahih olmaz. Destek kuvvetin onlarla ortaklığı
olmasa da, durum budur.
2005- Devlet
başkanı dört payı bölük ve tabur komutanları arasında paylaşsa, sonra bazıları
bir köle azad etse, azat etmenin burada istihsana göre gerçekleşeceğini
belirtmiştik. Azad edilenin hükmü, ortak olup ortaklardan birinin azad ettiği
köle gibi olur. Buna göre beştebir payı sahiplerine verildikten sonra, bu taksimattan
sonra ganimet alacak kişilerden biri ölecek olursa, payı miras olarak kalır.
Çünkü hakkın
kesinleşmesi konusunda taksimin gerçekleşmesi satış veya darulhaıpte ihraz etme
mesabesindedr. Mülkte varis olmak meydana geldiği gibi,
kesinleşmiş olan hakta
da meydana gelir.
2006-
Müşrikler dört payı ele geçirip darulhapte ellerinde tutsa, ondan sonra başka
bir ordu ele.geçirse, taksimden önce birinci ordu ele geçirecek olursa, onlar
almaya daha layıktırlar. Ama taksimden sonra ele geçirecek olursa almaya
hakları olmaz. Taksimden Önce darulharpte ihraz edilen ganimetlerde olduğu gibi
Çünkü ikinci ordu
taksim ile malik olmuş,birinci ordu ise daha malik olmamıştı. Onun için ne para
ile ne de parasız olarak alma hakkına sahip olmazlar. Çünkü bu onlara bir yarar
sağlamaz. Taksimden önce ise ikinci ordu ona sahip değildir. İhraz etmekle
haklan onda kesin olmakla beraber taksimden önce sa-hiplikeri yoktur.
Öncekilerin hakkı onda kesinlik kazanmış olduğu için öncelikten dolayı tercih
edilirler.
2007-
Birinci ordu devlet başkanının beştebir payı sahiplerine taksim etmesinden
sonra gelmişse, diğer dört paya onlar daha layık olurlar.
Çünkü bu taksim ile
ikinci ordunun mülkü olmamıştır. Beştebir payı sahiplerinin aldıklarından da
bir şey alamazlar. Çünkü o onların mülkü olmuştur.
2008- Devlet
başkanı dört payı askerler arasında taksim etmiş ve beştebir payı kalmışsa,
birinci ordu bu payı karşılıksız alırlar, ama diğer dört payı alamazlar.
Çünkü ikinci ordunun
mülkü olmuştur.
Devlet başkanı
bunlardan hiçbirini yapmayıp ganimetlerin tümünü ihrazdan Önce veya sonra
satmış, daha sonra birinci ordu gelmişse o ganimetlerden birşey alamazlar.
Çünkü satmakla
müşterilerin mülkü olmuştur. Ondan azad edecekleri kişiler de azad olurlar.
Öncekilerin kesinlik kazanmış mülkü iptal etme yetkisi yoktur.
2009- Devlet
başkanı beştebir payını ayırdıktan ve ganimetleri de sancak sahiplerine ve
birinci ordunun askerlerine taksim ettikten sonra düşman üstünlük sağlayıp ganimetleri
ele geçirse, daha sonra da başka bir ordu onlardan kurtarıp darulislama
çıkardığında ilk sahipleri gelirlerse, bakılır. Taksimden Önce gelirlerse
karşılıksız alırlar. Taksimden sonra gelirlerse isterlerse parasıyla alırlar.
Çünkü kişiler veya sancak sahipleri arasında taksim yapmakla onların
mülkiyeti sabit olmuştur.
Öyle ki o paylarda yapacak oldukları tasarruflarda da bu mülkiyet geçerlidir.
Ondan sonra uğradığı istila diğer mallarının istilası gibidir. Allah en iyi
bilir.[26]
2010- Devlet
başkanı beştebir payı bir tarafa, diğer dört payı da bir tarafa adaletle
ayırdıktan sonra hak sahiplerine
paylarım teslim etmeden
önce bir tarafa verilen esirlerin birinde bir kusur
tesbit etse, bakılır. Bu basit bir kusur ise, paylaştırmayı olduğu gibi
yürürlüğe koyar ve sahiplerine verir.
Çünkü ganimetlerin
taksimi ölçüyü geniş tutmaya dayanmaktadır. Mehirde ve muhalaa bedelinde olduğu
gibi ölçünün geniş tutulduğu (ufak şeylerin hesaba katılmadığı) şeylerde basit
kusur muteber değildir.
2011- Ama
bir kişide bulduğu fahiş bir kusur veya
birçok kişide tesbit ettiği ve bir araya getirildiğinde fahiş kusur gibi olacak
basit kusurlar şeklinde ise, yine yaptığı taksimi bozmaz. Sadece bu kusuru
telafi etmek için diğer paydan o oranda alır ve adeletin sağlanması için kusurlu
tarafa verir.
Çünkü fahiş kusur hem
ölçünün geniş tutulduğu, hem de hassas tutulduğu şeylerde zarar meydana getirir
ve yaran Önler. Ancak bundan dolayı yaptığı taksimi bozmaya gerek yoktur.
Amaç, adelettir. Bu da karşı taraftan alıp kusurlu tarafa ilave etmekle
gerçekleşmektedir. Onun için ihtiyaç olmadığı halde yapılan taksimi bozmaz.
Teslim etmeden Önce
taksim gerçekleşmiş olmaz, onun için iki taraf arasında adelet sağlanacak
tarzda yeniden taksim yapması gerekir, diye itiraz edilirse, şöyle deriz:
Taksim işi
tamamlanmamış olsa bile, diğer taraftan gerekli miktarda almak da taksimin
içindedir. Fahiş kusurun ortaya çıkmasıyla taksim işinin bir kısmını yaptığı,
bir kısmım da henüz yapmadığı anlaşılmaktadır. Onun için tamamladığı şeyi
bozmak değil, henüz yapmadığı işi yapmakla işe başlar.
2012-
Beştebir payına düşen esirlerden bazıların hür veya müslüman yahut cariyelerden
birinin oğlu müslüman olan ümmülveled
olduğunu görse, yine yaptığı
taksimi bozmaz. Sadece dört paydan hür gördüğü bu esirler yerine alır,
beştebir payına ekler.
Çünkü dengeleme
bununla meydana gelmektedir. Ancak bu cevap tartışma götürür. Hür olduğunu
tesbit ettiği bu miktar ile dört paydan alacağı ve beştebir payına ekleyeceği
miktar, taksimden önce olduğu gibi, ganimet sahiplerinin paymdandir. Taksim
yapmak bunu etkilemez. Dört paydan bu miktarı aldığı zaman beştebir payı
sahiplerinin payı artar ve denge bozulur, denilirse; Cevap olarak şöyle deriz:
Alacağı payı beştebir payı sahiplerinin payına eklemesi, onun beşte birini bu payın
sahiplerine vermesi demektir. Çünkü haklarının aslı budur. Dört payı da
mücahidlerin payına vermiştir. Kısaca, mücahidlerin paylarından ayrı ayrı
almayıp humus payından eksik olan miktar kadar alıp beştebir payına
ekleyeceğinden dengenin bozulması sözkonusu değildir.
2013-
Mücahidlerin paylarını ayırıp onlara dağıttıktan sonra yanlışı tesbit ederse
yahut beştebir payını sahipleri arasında taksim edip henüz dört payı dağıtmadan
Önce bu yanlış ortaya çıkarsa, yine taksimi bozmaz. Yanlışın fazla vermesi şeklinde
olduğunu tesbit ederse, o fazlalığı alır. Ama eksik vermesi şeklinde olduğunu
ve bu eksikliğin mücahidlerin aldığı dört payda meydana geldiğini görürse,
aldığı fazlalığı onlara verir, yeterli olmazsa, beytul-maldan tamamlar.
Eksiklik beştebir payında meydana gelmişse, mücahidlerin payından alıp
tamamlar. Bu aldığını isterse eksik almış kişilere verir, isterse bir miskine
verir. Çünkü hür olduğunun açığa çıkmasıyla artık onun verilmesi sahih olmaz.
Onun yerine başka
şekilde verir. Fahiş kusurun telafisinde de durum bu şekildedir.
Allah en iyi bilir.[27]
2014-
Taksimi yapan yetkili ganimetleri darulharp veya darulislamda değerinden aşağı
bir fiyatla satmışsa, bakılır. Eksik miktar insanların aldanabileceği (basit)
bir miktar ise bu satış caiz olur. Ama normal olarak
aldana-bileceklerın üstünde ise bu satış geçersizdir. Çünkü taksimi
yapan yetkilinin yaptığı, devlet başkanının yaptığı gibidir. İkisinde de mana
birdir. O da ganimetin onu alan kişilerin hakkı oluşudur. Onların yararı
gözününde bulundurularak yapılan satışın geçerli olabilmesi için bu satışın
zararlarına olmaması lazımdır. Ama satışta aldanma basit bir şey ise, onların
yaran gözetilmiş sayılır. Çünkü normalde bu gibi şeylerden kaçınmak mümkün
olmamaktadır.
Nitekim baba ve vasi
olan kişi küçük çocuğun malını basit bir aldanma ile satabilme yetkisine
sahiptir, ama büyük bir aldanma ile satamazlar.
Satışı yapan kişinin
ganimetten payı vardır ve payını satma yetkisi de mutlak olup payı hakkındaki
satışın mutlak olarak gerçekleşmiş olması gerekmez mi? diye İtiraz edilirse,
şöyle deriz:
Taksim yapılmadan önce
onun ganimette hiçbir mülkü yoktur. Nitekim devlet başkanı ona bu yetkiyi
vermemişse, satış işlemi hiçbir şeyde geçerli olmaz. Böylece anlıyoruz ki
ganimetin tümü hakkındaki satış işleminin geçerli olması ganimet sahiplerinin
yararını gözetmesine bağlıdır. Mesela bağış yapma yetkisine sahip olmayan
kişinin fahiş kayırmada bulunması, hakkı olmadığı halde bağış yapması gibidir
ki böyle mallardan bağış yapacak olursa bağışı geçersiz olur.
Fahiş bir aldanma ile
sattığında da durum aynıdır. Bunun delili de Sad b. Ebi Vakkas hadisidir.
Irak'ı fethedince Sad, Misver İbn Mahreme'ye bin dirheme bir leğen satmış, o
da bunu iki bin dirheme satmıştır. Bunun üzerine Sad ona "Beni suçlama,
leğeni geri ver, bunu Ömer'in duyup seni kayırdığımı düşünmesinden
korkarım" dedi. O da leğeni geri verdi. Sonra bu olay Ömer'e anlatılınca,
şöyle dedi: "Dünyanın her tarafında halkımın benden çekinmesini sağlayan
Allaha hamdolsun". Bana bu kadar anlattı. Bu satış caiz olsaydı Ömer
leğenin Misver'e geri verilmesini emrederdi.
2015-
Yetkili ganimetten herhangi bir şeyi değerinin üstünde veya altında satın
alacak olursa, bu caiz olmaz.
Çünkü kendinden satın
alamadığı gibi kendine de satıcı olamaz.
Çünkü kişi iki
taraftan akdi üstlenemez. Zira ahkama aykırıdır. Ashabımızdan kimileri bu
cevabın İmam Muhammed'in olduğunu söylüyor. Ebu Hanife'nin kıyasına göre ise,
değerinin üstünde bir fiyatla satın almasının caiz olduğunu ve bunun açıkça
mücahidlerİn yararına olduğunu söylüyor. Tıpkı vasi olan kişinin yetimin
malından kendine satın alması gibi.
Doğrusu, hepsinin
söylediğidir. Çünkü bu satışı hüküm verme mesabesindedir. Bundan dolayı da
kendisinin tazminat ödemesi gerekmez. Yani kendi hakkında kendisinin verdiği
bir yargı kararı olur. Halbuki hepsine göre kişinin kendi hakkında yargı kararı
vermesi olmaz. Bu durum olmasaydı, açıkça bir yarar sağlamıyorsa, hepsine göre
bu satış caizolurdu. Çünkü vasi olan kişi kendi kendinden satın almaz. Çünkü
bu durumda zimmet altma girer ve ahkamda çelişkiye yol açar. Bu da caiz
değildir.
2016- Satın
aldığı bir cariye olsa ve onun belirlediği bir ücretle kendine satın aldığını
söylese, cariye de ondan gebe kalıp doğum yapsa, cariyeyi, mehir tazminatı ile
beraber ganimete geri verir.
Çünkü satış geçersiz
olup şüphe bulunduğundan zina cezası düşer, ama cariye ile münasebet kurduğu
için mehir tazminatı ödemesi lazımdır.
2017- Kıyasa
göre çocuk da ganimete geri verilir ve o kişiden nesebi sabit olmaz.
Tıpkı bu işi satın
almadan önce yapmasındaki gibi
2018- Ama
istihsana göre çocuk kıymeti ile hür olup nesebi de ondan sabit kabul edilir.
Çünkü zahir itibariyle
aldanma olduğu sabittir. Yahut şüpheler birbirne kıyas edilmişir, ki bu
tasarrufta adam kendisi çocuğu kendi malından satın alan baba mesabesinde kabul
edilir. Her ikisinin satış yapma yetkisi velisi olduğu karının yararım gözetme
itibariyledir. Bu kadarı da aldanma hükmünün sabit olması için yeterlidir. Onun
için adamın oğlu kiymeti ödenerek hür olur.
2019-
Ganimeti taksim etmemişse bütün bunlar ganimete katılır. Ama hem ganimeti hem
de mehir olarak tazminatı taksim etmişse devlet başkanı ona çocuk ve mehir
için ödediği tazminat parasını verir
Çünkü bu ganimeti
alanlar için onun üzerinde bir borçtur ve satış iptal oldğu için ganimete
ödediği para onundur. Böylece biri diğerinin yerine geçmiş olur.
2020- Ödenen
miktar verdiği parayı karşılamazsa, cariye satılır ve parası tamamlanır ve
artan parayı da bey-tulmala verir.
Çünkü bu ganimetten
olup dağıldıkları için ganimet alanlar arasında paylaştırmak mümkün olmamıştır.
Yektilinin kendisi için birşey satın almak istediği taktirde olabilecek
şeylerin belirtilmesine şöyle devam edilmektedir:
2021- Onun
güvendiği birine en yüksek fiyatla satıp daha sonra aynı kişiden daha ucuz bir
ücretle satın almak isterse, paranın tümünü aldıktan sonra onu kendisinden
satın alır. Ama aynı veya daha fazla ücretle satın almak işitiyorsa ücreti
kabzetmesine gerek yoktur.
Bu durumu, yetimin
malından kendisi için birşey satın almak istiyen hakimin durumu gibidir.
Halbuki kendisi için kendisinden birşey satın alamayacağına Hz. Osman'ın şu
hadisini delil getirmektedir: Zekat develerinden bir deve Osman'a getirildi.
Hoşuna gitti. Çarşıda satışa arzetti. En yüksek fiyatını bulunca kendisi satın
aldı. Halk Abdurrahman İbn Avfa gelip Osmanm yaptığını anlattılar. Abdurrahman
Osmana gelerek ona Ömer İbn el-Hattab'ın böyle birşey yaptığını gördün mü? dedi
ve deveyi geri vermesini söyledi. Osmanın eleştirildiği birinci şey bu idi.
Böyle bir şey Osman için tasvip edilmiyorsa, taksim eden yetkili için
evleviyetle tasvip edilmez.
2022-
Taksimi yapan yetkili ganimetleri bölümlere ayırıp payları belirlese ve kur'a
atarak sahiplerine verse, kendisine de bu paylardan biri çıksa, kendi payını
alabilir. Başkasının kendi payını alaması caiz olduğu gibi, taksimi yapan
kişi olarak kendisinin de kendi payını alması caizdir.
Çünkü kur'a atmakla
kendi payını özel seçmiş olması gibi bir itham söz-konusu olmaz. Zaten itham
başkaları gibi pay aldığı zaman değil, şahsına mahsus bir şey ayırdığı zaman
sözkonusu olur.
Satma ile taksim etme
arasındaki fark şudur: Tek başına kişinin yaptığı bu işle taksim tamamlanmış
olmaz. Belki müslümanlarla beraber yaptığı zaman taksim tamanlanmış olur.
Kendisi payım aldığı gibi onlar da paylarını alırlar. Bilindiği gibi herkesin
payını kabzetmesi (teslim alması) İle taksim tamamlanmış olur. Taksim hepsi ile
beraber olup herkes hakkını alınca bu taksim doğru olur. Ama satış sahih olduğu
zaman tek başına onun satmasfyla meydana gelir. Bilndiği gibi satış için iki
taraf lazımdır.
Nitekim varislerden
biri mirası diğer varislerin de rızası ile taksim edip kur'a attıktan sonra
herkes payına düşeni alırsa, caiz olur. Alma varislerden biri diğer bütün
varislerin paylarını onların rızası ile kendisi için kendinden satın alacak
olursa, caiz olmaz. Yani kendisi hem alıcı, hem satıcı olmaz. Ganimetleri taksim
etmekle görevli kişinin durumu da budur.
2023-
Taksimi yapan yetkili birkaç atı ahıra kapatsa, sonra onlardan birini satıp
parasını alsa ve müşteriye "Ahıra girip alabilirsin" derse ve müşteri
içeri girip tutmak isterken at kaçıp ahırın kapısından çıksa, müşteri satan
kişiden parasını geri alır.
Çünkü müşteri atı
teslim almadı. Bu nevi meselelerde esas, satılan malın kabzedilmesidir. Bazan
alıcının kabzetmesi için salıverilir, bazan da satıcı doğrudan müşteriye
teslim eder. Satıcı hayvanı salarken, alıcının yakalayabilmesi kesin olmalıdır.
Ama doğrudan doğruya alıcının eline teslim ederse, yakalamama kehlikesi
sözkonusu olmaz. Çünkü bu hakikaten teslim etmektir. Bir şeyin hakikati de
varolmasıyla sabit olur. Salıverme durumu hükmen teslim etmektir ve müşterinin
kabzedebilme imkanını gerektirir. Yani müşterinin kesin olarak yakalayabilmesi
ve malı teslim alması gerekir
2024-
Müşteri tutabilecek şekilde at ahırda ise, durum budur. Ama ancak kemend gibi
bir şeyle yakalayabilecek ve kapı açılmadan Önce çıkamıyacak durumda ise, müşteri atı teslim almış sayılır.
Çünkü müşterinin
teslim alması için satıcı ona salıvermiştir.
2025- Fakat
at yakalanamıyacak veya ondan kurtulabilecek ve zaptedemîyecek bir yerde ise,
müşteri onu kabzetnıiş sayılmaz.
Çünkü salıverme hükmen
mevcut olmamıştır. Bu sadece kabzetmek için tanımadır, ama imkan tanımak ayrı,
bir şeyi yapabilmek ayrıdır.
2026-
Müşterinin tek başına gücü yetmeyip ancak başkaların yardımı ile buna gücü
yetecek durumda ise, atı
kabzetmiş sayılmaz
Çünkü kabzetme
imkanına sahip olmamıştır. Ancak yardımcıları vasıtasıyla bir kişinin bir şeye
imkanı olması, tek başına olduğunda da imkanı olduğunun delili değildir.
Nitekim kişi
yardımcıları vasıtasıyla ağır bir kalası kaldırabilir, ama bu o işe yalnız
başına güç yetirdiğini göstermez.
Aynı şekilde ip ile
yakalayabimesi, ip olmadan yakalayabilmesinin delilidir. Onun için bu malı
teslim almak olmaz. Çünkü bir araçla bir şeye insanın gücünün yetmesi, araç
olmadığı zaman da gücünün yetmesine delalet etmez.
2027-
Yardımsız ve kementsiz yakalayabiliyorsa yahut hazır olan ip ve yardımcılarla
yakalayabiliyorsa, müşterinin parayı ödemesi lazımdır.
Çünkü kabtezme
imkanına sahip olmuştur. Yakalamadığı için kaçıp gitmişse, kabzettikten sonra
yitirmiş gibi olur ve kendi malından kaybolmuş olur. Kısaca müşterinin atın
parasını ödemesi gerekir.
2028- At
satıcının elinde olup müşteriye "İşte at" derse ve onun eline verse,
artık müşterinin malı olur.
Çünrkü eline teslim
etmekle hakikaten tasarrufu altına vermiştir. Kısa bir süre için de olsa malı
kabzettıği için de müşterinin ücreti Ödemesi gerekir. Satıcıya düşen görev,
malı müşteriye teslim etmek olup onu da yerine getirmiştir.
2029- Hem
satıcının hem müşterinin elinde iken satıcı "Artık sana bıraktım, malın
olduğu için değil, senin tutman
için tutuyorum" derken
at kaçıp kurtulursa, yine müşteri kabzetmiş sayılır.
Çünkü satıcı sağlam
yakalamıştır ve yakalamaya devam etemsi de müşterinin yakalaması ve teslim
almasına yardımcı olması içindir. Yoksa atı ona teslim etmemesi için değildir.
Bu da müşterinin kabzetmiş olmasının sıhhatini engellemez.
At sahibinin elinde
idi ve elinde olması, başkasının eline alıp sağlam yakalamasını
engellemektedir, gaspedilmiş bir at gibi. Sahibinin elinde olduğu sürece
gaspeden kişinin eline geçmiş sayılmaz, diye itiraz edilse, deriz ki;
Sahibinin elinde
olmaya devam etmesi, ancak anlaşmazlık ve çatışma durumunda başkasının eline
geçmesini engeller. Ama başkasına teslim edip yakalamasına yardımcı olmak için
elinde tutmaya devam etmesi böyle değildir. Sonra, gaspde tazminatın vacip
olması, gaspeden kişinin malı sadece elinde bulundurması ile değil, mal
sahibinin elinden çıkarmasıyla olur. Burada ise, müşterinin eline geçip onun
elinde devam etmesi itibariyle onun zimmetine girmiş olur. Onun için satış
hükmüne göre nakilden Önce tahliye etmekle müşterinin zimmetine girdiği halde,
gasp hükmüne göre tahliye etmekle zimmetine girmiş olmaz. Hatta nakilden Önce
helak olsa, sonra hakkı olan biri çıkıp gelse, müşteri hiçbir tazminat Ödemez.
2030- At
satıcının elinde olup müşterinin eline ulaşmadan, satıcı "Serbestsin,
yakalıyabilirsin, senin için tutuyorum", derse, alıp zaptetme gücü olsa
bile, onu teslim almış sayılmaz.
Çünkü satıcı hakikaten
elinde tutmaktadır. O hükmü de ancak benzeri bir durum ortadan kaldırır.
Salıverilerek müşterinin yakalayabilme imkanı satıcının hakikaten elinde
tutması gibi değildir.
2031- Ama
satıcı atı biraz uzakta olan müşterinin önüne bırakır ve
"alabilirsin" derse, ondan sonra at kaçıp giderse, alıcı atı teslim
almış sayılır.
Çünkü artık satıcının
at üzerinde hakikaten sahipliği kalmamıştır. Müşteri de yakalayabilme imkanına
sahip olmuştur. Satıcı elinde tutup alıcıya "yakahya-bilirsin,
tutabilirsin" demesi müşterinin kabezetmiş olması için yeterli değilidir.
Teslim almış olması için, onun eline ulaşması lazımdır. O zaman eli hakikaten
satıcının eli yerine geçmiş ve atı kabzetmiş sayılır.
2032- Satıcı
elbiseyi alıcıdan uzak bir yere koyup ona "alabilirsin" diye
seslenecek olsa, müşteri elbiseyi eli ile alabilecek yakınlıkta olmadıkça onu
teslim almış sayılmaz.
Çünkü bu ona imkan
tanıma yolu ile teslimdir. Almanın gerçekleşmesine kadar kabzetme sayılmaz.
Kabzetme imkanı da ancak mala yakın olmasıyla olur. Bundan önce malı serbest
bırakma ile bırakmama arasında fark yoktur.
2033- Yetkili
ahırdaki bütün atları satıp müşterinin teslim almasını söylerse ve atlar da
kapı açıldıktan sonra çıkabiliyorsa, müşteri bazılarını almak için kapıyı
açtığında atlar bastırıp ahırdan kaçsa, müşteri ahıra girdiği zaman ister
teslim alabilsin ister almasın, hepsinin parasını vermesi lazımdır.
Çünkü kapalı bulunan
kapı ile koruma altında tutuluyorlardı. Satış hepsini de kapsamıştır. Müşteri
kapıyı açmakla onları helak etmiş sayılır. Müşterinin üzerinde anlaşma yapılan
bir şeyi helak etmesi onu kabzetmesi gibidir.
Ashabımızdan kimileri
bunun İman Muhammed'in görüşü olduğunu söylüyor. Ona göre kapının açılması
sebep olma yolu ile helak etmedir. Öyle ki ağılın kapısını açar açmaz içindeki
hayvan kaçacak olsa, müşteri, belirttiğimiz sebepten parasını ödemesi lazımdır.
Ebu Hanife'nin
görüşüne göre ise müşterinin ücreti vermemesi gerekir. Çünkü kapının açılmsı
helak değildir. Hayvanın helak olmasını yine hayvanın fiilene bağlamaktadır.
Onun için başkasının mülkünden dolayı tazminat ödemez. Doğrusu, bu hepsinin
görüşüdür. Çünkü Ebu Hanife adamın yaptığı işi sebep kabul etmektedir. Ancak
tazminat hükmü konusunda şöyle demektedir: Bu sebep olma muteber olmasa bile,
tazminatı gerektiren sebebin izalesinde muteber olur.
Nitekim yolda sürdüğü
bir hayvan sağa sola sapar ve süren kişi de be-raberende olmazsa ve hayvan bir
şeye zarar vererse, süren adam onun için tazminat ödemez. Çünkü hayvan bunu
kendi iradesiyle yapmıştır, yoksa süren kişinin sürmeliyle meydana gelmemiştir.
Kapıyı açması hayvanın
telef olmasında sebep olduğu sabit olunca, akit hükmü ile onun parasını ödemesi
de kesinlik kazanmış olur. Zaten hayvanın yaptığı iş bunun giderilmesine
elverişli değildir. Onun için tazminatı her halükârda ödemesi gerekir.
2034- Kapıyı
başka bir adam açmış olsa ve müşteri kapıdan içeri girecek olduğunda hayvanı
tutabilecek durumda ise, o zaman hayvanın parasını ödemesi gerekir. Ama kapı
açıldığında hayvanı tutabilecek durumda değilse, o zaman parayı ödemez.
Çünkü ne kendisi
doğrudan doğruya telef etmiş, ne de telef olmasına sebep olmuştur. Parayı
ödemesinin gerekli olabilmesi için satıcının kapıyı açıp hayvanı alabileceğini
söylemesi ve kendisinin de hayvanı tutabilecek konumda olması
lazımdır.
Nitekim kapıyı
satıcının kendisi açmış ve müşteri hayvanı şu veya bu şekilde yakalıyabilme
durumunda değilse, parayı ödemez. Kapıyı müşteri değil de, başka bir yabancı
açtığında da durum aynıdır. Mesela büyük bir evin içinde olan bir kuşu satsa ve
müşteriye tutmasını söylese, müşterinin kendisi kapıyı açtığında kuş uçffiuşsa,
o zaman parasını öder. Ama kapıyı başkası veya rüzgar açtığında kuş uçup
gitmişse müşterinin parayı ödemesi gerekmez. Çünkü kuşu kabzetme imkanına sahip
olmamıştır. Atın durumu da bu şekildedir. Bunlar birbirine yarın şeylerdir. Her
mesele için itsihsana başvurulur.
2035-
Yetkili ganimetleri satıp parasını henüz almamış ve devlet başkanı müşterinin
yerine parayı kendisinin Ödemesini istemiş, o da ödemişse, bu caiz olur. Ama
satış vekilinin müşteri yerine vekil olan kişiye parayı Ödemesi durumu
başkadır.
Çünkü akit hükümleri
konusunda vekil, akdi yapan kişinin kendisi gibidir. Onun için isihkak veya
kusur oıtaya çıkacak olursa, o dava edilir. Müşteri yerine parayı ödeyecek
olursa, hükümde başkasının yerine kendisi için ödemiş olur. Bu da caiz olmaz.
2036- Bu
akitte yetkili olan kişi sadece bir naibdir. Akit hukukunda ona hiçbir şey
terettüp etmez. Elçi gibidir. Müşterinin yerine parayı Ödemesi başka yabancı
biri gibidir ki emri ile ödeyecek olursa, ödemenin yapılması halinde verdiği
para kendisine geri verilir. Ama emri dışında ödeme yapmışsa, ödemenin
yapılması durumunda ona birşey geri verilmez.
Farklı oluşun delili
şudur; Yetkili kişi müşterinin borcu olmadığını söyleyip ibra ederse, bu ibrası
sahih olmaz. Satma işinde vekil olan kişi ise müşterinin borcu olmadığını
söyleyip ibra ederse, ibrası sahih olur. Sadece vekil yapan kişiye müşterinin
vereceği parayı kendisi verir.
Bu satışta yetkili
kişi yetimin malını satmada hakim mesabesindedir. Vekil de yetimin malını
satmada vasi gibidir. Bir hakim yetimin malını sattıktan sonra görevden alınıp
yerine gelen başka bir hakime başvurulsa ve birinci hakim ikinci hakime
müşterinin yerine parayı ödese, yahut yetim büyüdüğünde birinci hakim parayı
ona ödese ve hakim olarak devam etse, bu ödemişi caiz olur.
Yetimin malını vasinin
kendisi satmış, ondan sonra müşteri yerine parayı hakime veya büyümüş yetime
Ödemiş olsa, bu ödemesi geçersiz olur. Satan ve parayı ödeyen babanın kendisi
de olsa, durum aynıdır.
İki taraf arasındaki
fark şudur; Baba ile vasiye zimmet gerekir. Kusur ve istihkak durumunda
müşterinin hasımları bunlar olur. Halbuki hakime zimmet terettüp etmez ve bu
işlerde müşterinin onunla hasımiaşması olmaz. Hakimin sekreteri de kendisine
zimmet terettüp etmemesi bakımından hakim gibidir. Onun da müşteri yerine parayı
ödemesi sahihtir.
Satmakla görevli
yetkili de hakkı olan şeyi ondan parayı almak İçin satar. Kusurun ortaya
çıkması halinde de, yetkilinin istemesi durumunda devlet başkanı müşteriye
hasım olarak belirlenir, görevli İsterse başkasını hasım olarak görevlendirir.
Müşterinin hakkı sabit olursa müslü marjların ganimetlerinden parayı geri
verir. Ama dağitmışsa, müşteriye bu parayı beytulmaldan verir. Satışı yapan
kişiye bütün bunlardan dolayı bir zimmet terettüp etmez. Onun için parayı
tazmin etmesi sahih olur.
Allah en iyi bilir.[28]
2037-
Darulharpte eman altında bulunan bir
müslü-nıan İslâm ordusuna bir miktar mal ile beraber katılsa ve düşmanın
kendisine meşru sebeblere dayanarak bazı şeyler verdiğini veya o malları daha
önce darulîslamdan getirdiğini iddia etse, sözü tasdik edilir.
Çünkü mal elindedir ve
dokunulmazlığı bulunmaktadır. Zaten zahir dumm ona şahitlik etmektedir. Düşmanla
ticaret yapmak için gelmiştir. Normalde tüccar mal ile beraber başka ülkeye
gelir.
2038- Onların mallarından yanında bulunan şeyler ancak
karşılıklı rıza ile eline geçmiş mallardır.
Çünkü eman akdi bunu
gerektirmekte olup zahirin kendisine şahitlik kişinin sözü geçerli olur .
2039-
Düşmandan gaspettim, derse, malı fey' olur ve komutanın onu kendisinden alıp
düşmana geri vermesi gerekir.
Çünkü onu kuvvet yolu
ile onlardan almıştır. Bu da ancak katıldığı ordunun gücü ile gerçekleşmiştir.
O malın elde edilmesinde de askerler kendisine yardımcı olmuşlardır.
Nitekim düşman
arasında eman altında olmasaydı getirdiği mal askerler arasında ganimet
olurdu. Askerin o malda hakkı sabit olduğu gibi, komutanın yetkisi de sabit
olur. Malı da şer'an haram bir yolla elde etmiştir ki, o da eman ahdine hiyanet
etmesidir.
Çünkü onlardan eman
alması onlara hıyanet etmemesini gerektirir ve rızaları dışında onların
mallarından da birşey almaması lazımdır.
2040- Meşru
olmayan yolla hasıl olan şeyin geri verilmesi lazımdır. Onun için devlet
başkanının o malı onlara geri vermesi gerekir. İster onlar darulharpte
olsunlar, ister ordan çıktıktan sonra onlara verir. (Düşmanın emanı altındaki
müslüman gasbederek) getirdiği kölelerden bazıları müslüman olursa devlet
başkanı onları satar ve parasını onlara gönderir yahut gelip parayı almaları
için onlarla yazışır.
Çünkü İslama girmekle
köleyi düşmana geri vermek imkansız ol-muştur. Onun için satılıp parasının
onlara geri verilmesi lazımdır. Darulİslamda eman altında olan kişinin kölesi
İslama girecek olsa kendisi darulİslamda bulunsa yahut dönmüş olsa köle yerine
parası ona verilir.
2041- Ama
getirdiği kişiler hür olup adam onları zorla almış ve çıkarmışsa, bakılır.
Bunlar İslama girerlerse, hür olurlar ve kendilerine hiç bir zarar verilmez.
Çünkü eman sebebiyle
onları alma hakkına sahip olmadığından zor kullanarak alması da gerçekleşmez.
O adam açısından onların durumu darulİslamda eman altında olan kişilerin durumu
gibidir ki, bunlar kuvvetle mülk yapılmazlar. İslama girecek olurlarsa,
İslâmdan dolayı hürriyetleri kesinleşmiş olar.
2042- İslama
girmez veya zimmî olacağız derlerse, yine bakılır. Bunlar hür iseler,
darulİslamda bulunduktan sonra hürriyet sıfatına sahip olmaya devam ettikleri
için bu hakka sahiptirler. Ama düşmanın köleleri iseler, sözlerine itibar
edilmez.
Çünkü onlar
efendilerinin mülküdür ve efendilerine geri vermek lazımdır. Durumları diğer
mallar gibi olup aynen onlara geri verilir.
2043-
Müslümanlar için bu mümkün olmazsa veya onlardan bazısının kaybolmasından
korkulursa, o mal satılır ve parası sahiplerine gönderilir. Yahut sahibi gelip
alıncaya kadar tutulur. Eman altındaki bu kişi düşmanın müstumanlardan aldığı
mallardan bazısını almışsa,
hüküm yine aynıdır.
Çünkü düşman malı
ihraz etmekle ona sahip olmuştur. Nitekim İslama girecek olsalar o mal
onlanndır. Diğer malları gibidir. Ancak köle ise darulİslamda satılır. Çünkü
köle darulîslam ehlinden idi. Kölelerin kendileri onlara geri verilmez. Zaten
onları zorla almışlardır. Köle satılır ve parası onlara gönderilir.
2044-
Müslümanlardan kuvvetle alınmayan bir şey ise, olduğu gibi geri verilir.
Çünkü kuvvetle onu
almamışlardır. Hatta İslama girdikleri takdirde o şeylerden el çekmeleri
gerekir. Bundan da anlaşılıyor ki bu adam iyi yapmıştır. Çünkü onlara
zulmetmemiştir. Daha önce bulundukları yere onları iade etmesi gerekir. Bu da
hiç bir şekilde eman ahdine hiyanet olmaz.
2045- Eman
altında olan bu kişi darulİslamda onlardan gaspedilerek alınan şeye sahip olsa
ve mesele aynı olsa bakılır: Düşmanın
malik olmadığı şeylerden bir şey ise yukarıdaki ile aynı hükümde olur.
Çünkü onların mülkü
olan ve ancak kuvvetle alınabilen şeylerini ihraz etmek suretiyle temellük
edebilir.
2046- Bu
onların mülkü olan ve İslama girdikleri takdirde onlara bırakılacak olan bir
şey ise, devlet başkanı onlara bunu geri vermesini tavsiye eder, ama bunun için
zorlamaz.
Çünkü onu darulîslamda
ihraz ettiği için mülkiyet sebebi tamamdır. Müslümanların onda hakkı sözkonusu
olmaz. Devlet başkanının yetkisi, onda müslümanların hakkının bulunmasına
dayanır. Bu sabit olmayınca, onu geri vermeye zorlaması da olmaz. Ama bundan
önceki maddede durum farklıydı.
2047- Fakat
bu mal şer'an haram bir yolla elde edilmiştir ve devlet başkanı kendisi ile
Allah arasında olan bir işde (yani hukuken değil, diyâneten) onu geri vermesini
söyler.
Çünkü müslümanların
değil, sadece kendi zimmetini çiğnemiştir. Zira düşman müslümanların emanında
değil, onun emanmda bulunuyordu.
Nitekim ondan başka
müslümanların da bu malı onlardan alması mübahdı. Bundan da anlıyoruz ki adam
müslümanların zimmetini çiğnemiş değildir ki devlet başkanı onu, emanın gereği
olarak geri vermeye mecbur etsin. Sadece kendi zimmetini çiğnemiş olup kendisi
ile Allah arasında olan bir durumdur. Böyle bir durumda iadesi yönünde fetva
verilir, ama zorlanmaz. Çünkü yargısal zorlama mahkemede dava açmaya dayanır.
Bu konuda kimsenin ona karşı açılmış bir davası da yoktur.
2048-
Müslümanlardan kimsenin onu kendisinden satın almaması lazımdır. Çünkü helal
olmayan bir kazançtır. Ondan satın
almak, haramlığını kabullenmek demektir.
Ondan satın
almazlarsa, böyle bir şeyi bir daha yapmaması için ona bir uyan ve ceza olur.
Geri vermesi İçin de bir teşvik sayılır.
2049- Bir
kişi ondan bunu satın
alırsa, kötü birşey olmasına
rağmen, alması caizdir.
Çünkü adamın mülküdür.
Çünkü sebebin kötülüğü, temellük ettikten sonra mülkün sübutuna engel değildir.
Bu alışın yasaklanması da bizzat malm kendisindeki kötülükten dolayı değildir.
2050-
Satınalacak kişinin de satan kişi gibi geri vermesi lazımdır.
Çünkü geri vermeyi
gerektiren hususiyet bu alışla zail olmaz. Ama fasit bir akitle satın alınan
birşeyi satın alan kişinin başka birine sahih bir satışla satması böyle
değildir. Satan ikinci kişinin alan kişiye geri vermesi emredilmez. Ama satan
kişiye bu emredilir. Çünkü başkasına satmakla onu geri vermeyi gerektiren
Özellik oıtadan kalkmış olur.
Satışın fasitliğinden
dolayı geri vermenin gerekliliği müşterinin mülkü ile sınırlı bir hükümdür.
Başkasına satmakla da mülkü bitmiştir. Burada geri vermenin gerekliliği o
malda mülkiyetlerinin gözetilmesi sebebiyledir. Eman ahdine hıyanet
sebebiyledir. Bu hususiyet müşterinin mülkünde mevcut olduğu gibi onu çıkaran
ve satan kişinin mülkünde de mevcuttur. Onun için satıcıya geri vermesini
söylediği gibi alıcıya da geri vermesini söyler. Bu da başkasından ikrah
altında alınmış şeyin satın alınması gibidir. Zorla kendisinden alınan kişi o
malı satın alan ikinci kişiden geri alabilir. Nitekim satın almadan önce
de onundu. Çünkü satın alan kişinin
almasıyla onun hakkı değişmez. Geri alma hakkı da rızası dışında kendisinden
alınmış olmasındandır.
2051- Bu
adam darulîslamda veya müslümanların karargahında onlara eıııan vermişse ve
mesele aynı ise o mal kendisinden alınır ve onlara verilir.
Çünkü müslümanların
yararı açısından onun verdiği eman müslüman cemaatin verdiği eman gibidir.
Eman verilmiş kişilerin mallarını zorla almıştır. Halbuki eman verilen
kişilerin mallan zorla alınmaz. Bu bakımdan aldığını geri vermesi için mecbur
edilir. Yukarıdaki meselede eman altında olanların mallarını kendisi almamış,
aksine kendisi onlar arasında eman altında yaşıyordu. Kendisi de onlara eman
vermiş değildi. Onun için o emana hiyanet etmesi şer'an kendisi için haram bir
işti. Bu sebepten yaptığı işe de kötülük girmiştir. Ne var ki mala sahip olması
mümkündür. Çünkü sözkonusu yer zorla malik olma yeridir. Hükme göre onu geri
vermeye mecbur edilmez. Sadece müslümanların emanına hiyanet etmiştir.
Sözkonusu emanın hükmü
bütün müslümanlan bağlar. Onun için hiçbir müslümanm onların mallarından bir
şey alması helal olmaz. Müslümanların emanına hiyanet eden kişiyi devlet
başkanı engelleme yetkisine sahiptir. Kendisi onlar arasına girmişse, sadece
kendi emanına hiyanet etmiş olur. Zaten bütün müslümanların emandan önce bu
malı onların ellerinden alma hakkı vardı. Onun için geri vermesini söyler, ama
buna zorlayamaz.
2052- Eman
altında olan bu kişinin çıkarıp getirdiği mal
düşmanın zorla alıp sahip oldukları müslümanların malı ise ve o malın
asıl sahibi, malı kendisinden parasını vererek
almak istiyorsa, devlet
başkanı ona bu
hakkı tanımaz.
Çünkü bu hakkın
tanınması mülkiyetinin kabulü demektir. Zira kıymetin kendisine verilmesi ancak
malın yerine geçmesi içindir. Halbuki malı onlara şer'an geri vermekle mükellef
olduğu sürece mülkiyeti kabul edilmiş olmaz. Devlet başkanının kararı ile bu
mülkiyeti kararlaştırma yetkisi yoktur.
Nitekim malı onlara
verdikten sonra onlar müslüman veya zimmî olurlarsa, mal onların olur ve eski
sahiplerinden bir alacağı da olmaz. Ama malı ona hibe ederlerse, o başkadır.
Çünkü o takdirde mülkü şer'an kararlaştırılan bir mülk olur. Onun için eski
maliki hakimin kararı ile parasını vererek alabilir. Eski sahibi onu satın
almakla da eski mülküne katmış olur. Vereceği para da mülkünü kurtarmak için
verdiği bir fidye olur. Tıpkı cinayet işleyen köleyi, efendisinin fidye ile
kurtarması gibi. Mülküne iade etmekle de onların hakkını kesin olarak iptal
etmiş olur. Aynı zamanda emana hiyanet ettiği de kararlaştırılmış olur.
2053-
Kendisi bir müslümana satsaydı bu caiz olurdu. Bundan dolayı mahkemeye şikayet
edilecek olursa hakim bu satışı onaylar.
Çünkü bunda
mûslürnanlârin hakkını iptal yoktur. İkinci adam onu yeni bir mülk olarak
temellük etmektedir. Mülkiyetinde bulunan kişiye de geri vermesi emredilir.
Satıcıya emredildiği gibi. Eski sahibi ise sadece onu eski mülkiyetine
katmaktadır. Bu da o malda haklarının bulunmasından öncedir. Bundan da anlıyoruz
ki, buna karar vermek onların hakkını iptal etmek olur. Sonra, eski sahibi
ikinci müşteriden onun kıymeti veya parası ile almak isterse, devlet başkanı
ona bu kararı vermez. Çünkü bu kararla onu, belirttiğimiz gibi, eski
mülkiyetine tekrar katmak olur.
2054-
Getirdiği bir köle veya müslüman bir cariye ise efendisinin onu kıymeti ile
satın alması caiz değildir.
Çünkü belirttiğimiz
gibi düşmanın hakkı onda devam etmektedir. Zorla alınan şeyde hakları
kesilmedikçe, eski sahibinin alma hakkı da sabit olmaz.
Nitekim zorla alınan
kişi eman ile daruiîslama o köle ile beraber girse, müslüman olduğu için onu
satmaya mecbur edilir. Eski efendisinin de onu kıymeti veya parası ile satın
alma hakkı olmaz.
2055- Eman
altında olan bu kişi sözkonusu malı da-rulharpte İslam ordusunun himayesi ile
elde etmişse, eski sahibinin onu değeri
veya parası ile
geri alma hakkı olmaz. Çünkü onda hakları kesilmiş
değildir. Fakat devlet başkanı köleyi
satar ve gelip alıncaya kadar kiymetini yahut parasını alıkoyar.
Çünkü burada
haklarının devam etmesi bundan önceki durumdakinden daha açıktır. Burada devlet
başkanı geri vermesi için mecbur eder. Bundan önceki durumda ise sadece geri
vermesi için fetva verir ve mecbur etmezdi. Orada efendinin kiyrnet ile alma
hakkı sabit olmuyorsa, burada evleviyetle olmaz.
2056- Darulharpten çıkan
müslüman düşman elinde olan bir esir ise ve mesele aynı ise
bakılır. Darulİslama çıkmışsa, getirdiği bütün şeyler onundur.
Çünkü onlar arasında
eman ile bulunmuyordu. Belki mağlup ve mecburdu. Gücünün yetmesi halinde onları
hem öldürebilir, hem de mallarını alabilirdi. Onun için mallarından ne almışsa,
ona helâl olur.
2057-
Getirdiği şeylerden bazısı müslümünlarm alınan mallarından ise, eski sahibi
dilerse kıymeti ile satın alabilir.
Çünkü onun sahip
olmasıyla düşmanın hakkı onda bitmiştir. Onun özel mülkü olmuştur. Ganimetten
payına düşen malın içinde bulunan malı gibi olur ve efendisi dilerse kıymeti
ile satın alır.
2058-
Darulharpte bulunan İslâm ordusu karargahına getirip "Onu düşman bana hibe etti veya onlardan
satın aldım" derse, sözü tasdik edilmez ve getirdiği mal asker-ler için
rey' olur.
Çünkü zahir durum
söylediğinin doğru olmadığını gösterir. Zira kendisi düşman elinde mağlup
olarak bulunuyordu .Normalde düşman bu muamele ile esirlere muamele etmez. Onun
için söylediği tasdik edilmez.
2059-
Getirdiği mal gaspedilmiş mal gibi
sayılır ve fey' olur.
Çünkü darulîslamda
ihrazda orduda bulunan askerler ona ortak olurlar. Mağlup etme de onlarla tam
gerçekleşir.
Ama iddia ettiği şeye
dair müslümanlardan adaletli bir delil getirirse o zaman dediği olur. Çünkü
delil ile sabit olan müşahade ile sabit olan gibidir.
2060-
Düşmanın ona birşey hibe edip serbest bıraktıklarını görürsek, askerlerin ona
hiç bir ortaklığı olmaz.
Çünkü karşılıklı rıza
ile mülkü sabit olmuştur. Aynı şekilde kuvvetle alman şeylerde de mülkü sabit
olur. Çünkü o takdirde iş ordunun kuvveti ile sabit olmuş olur. Ama hibe ve
satın alma, ordunun kuvveti ile olmaz.
2061-
Askerlerin yanına çıkıp gelen kişi esir veya e-man altında biri olup mesele
aynı olursa, eman altında oian kişini getirdiği malın hibe olduğunu veya satın
aldığını söylemesi kabul edilir ve yemin ettirilir. Ama esirin dediği ancak
müslümanlardan bir delil ile tasdik edilir. DarulİsIamdan birlikte girdik
deseler bile her birisinin durumu ve statüsü değişiktir. Eman altında olan
kişi yemin ettiği takdirde söylediği tasdik edilir. Ama esir, ister delil
getirsin, ister getirmesin, söylediği tasdik edilmez. Çünkü onu ve
beraberindeki malı yurtlarında ihraz etmişlerdir. Bu ihraz ile temlik mahalli
olan şeye malik olurlar ve bu mal aslında
onlara ait olan mala iltihak eder.
2062- Esir o
malı askerlerin himayesi ile ihraz ederse, mal fey1 olur. Ama inci gibi askere gizli kalan birşey olup esir "ağzımda idi, yahut yutmuştum"
derse, kıyasa göre bu sözü tasdik edilmez.
Çünkü yine temlike
elverişli bir maldır. Kendisi düşman elinde esir olduğu ve ihrazı gerçekleştiği
zaman onunla beraber bulunarak diğer mallar gibi artık onun mülkü olarak
kalmaz. Ancak istihsana göre, darulİslamdan beraberinde ge-tirdi-ğini ispat
ederse, o mal kendisine teslim edilir. Çünkü ihraz etmeleri kuvvet sayesinde
meydana geliyor. Bu da hükmen değil, his ile sabit olur. Zira da-rulharp hüküm
yurdu değildir. His bakımından da galip gelmeleri bilmedikleri şeylerde değil,
ancak bildikleri yeşlerde gerçekleşir. Ağzında veya karnında olan şeyleri de
bilemezler. Galebe yolu ile o malda mülkiyetleri sabit olmayıp daha önce onun
mülkü olduğu sabit olduğuna göre, onun mülkiyeti devam eder ve daha önce mülkü
olan şeyde askerin ona ortaklığı olmaz.
Sözkonusu malın
ağzında veya karnında olduğunu ispat ettiği zaman ancak bu böyle olabilir, diye
itiraz edilirse, deriz ki muhtemel olan ve zahirin yalanlamadığı şeylerde
söylediğine itimat edilir.
2063-
Askerin yanına çıkıp
gelen adam darulhapte müslüman olmuş bir adam ise
beraberinde getirdiği malı düşmanın kendisine bağışladığı veya daha Önce
kendisine ait olduğuna dair söyleyecekleri tasdik edilir.
Çünkü elinde olan bir
şey hakkında verdiği muhtemel haberde kendisine güvenilen ve itimad edilen bir kişidir. Verdiği haberle
sabit olan, görme ile sabit olan gibidir. Bunu gözümüzle görseydik o mal sadece
ona ait olur ve askerin onda ortaklığı
da sözkonosu olmazdı.
2064-
Düşmandan gaspettim, derse mal askerlere fey' olur. Düşmana geri verilmez. Ama
eman altında olan kişinin durumu başkadır.
Çünkü eman altında
olan kişinin onlara hıyanet etmesi yasaktı. Onların rızası dışında mallarından
birşey alması da yasaktı. Ama onlardan müslüman olan kişi için bu yasaklar
yoktur. Çünkü onlar arasında daha öneç, olduğu durum üzerinde kalmaktadır. Yani
onlar arasında müslüman olarak bulunmaktadır. İs-lâmdan önce birbirlerine karşı
eman altında bulunmuyorlardı. Sadece din birliğinden dolayı birbirlerine
dokunmazlardı. Onun için, o kişinin onların mallarından gaspederek alacağı
şeylerde onlar arasında bulunan bir esir gibi olur.
Esirin tasdik
edilmediği gibi onun da "Bana hibe ettiler" sözünün tasdik edilmemesi
gerekirdi, denilirse, şöyle deriz: Aralarında mağlup olarak bulunması
itibariyle söylediği şeylerde zahir, esiri yalanladığı için söylediği tasdik
edilmez. Ama onlar arasında olduğu halde müslüman olan kişiyi söylediği
şeylerde zahir yalanlamamaktadır.
Çünkü onların elinde
makhur ve mağlup değildi. Müslüman olduğunu da bilmiyorlardı. Belki
birbirlerine davrandığı gibi ona da davranırlardı. Onun için söylediği şeylerde
kendisini tasdik ettik.
2065- Bu
adam darulislama çıkmışsa, getirdiği bütün şeyler onundur.
Çünkü darulîslamda
mülkü olduğu kesinleşmiştir.
2066-
Getirdiği şeyler arasında düşmanın daha önce aldığı bir müslümanm malı varsa,
sahibi isterse onu kıymeti ile satın alır.
Çünkü galibiyetle o
malı temellük etmesi başka bir müslümanm temellük etmesi gibidir. Ama o malı
kendisi zapt etmiş ve ele geçirmişse, o takdirde mal sadece ona halis olur.
Çünkü Rasulullah şöyle buyurmuştur: "İslama giren kişinin malı
kendisinindir." Zaten müslüman olmakla hakkı kesinleşmiştir. Daha önce de
belirttiğimiz gibi malı zapteden kişinin hakkı ortadan kalktığı zaman ancak
önceki sahibinin hakkı sabit olur.
Bu adam ile esir
arasındaki fark şudur: "Bu adamın çıkıp gelmesinden önce müslümanlar
darulharbi istila etseler, müslüman kişinin elinde olan mal onun olarak kalır,
ama esirin elinde olan mal müslümanlara ganimet olur. Çünkü düşman zaptetmek
suretiyle ona malik omuşlardır. Onun malı da onlann diğer malları gibi olur.
Aralarında müslüman olan kişiyi zorla köleleştirecek olurlarsa, belirttiğimiz
bütün durumlarda durumu, esirin durumu gibi olur.
2067- Darulharpte ordudan bir topluluk yemcilerle
beraber çıkıp gelirken yanlarında
eşya getirseler ve "Düşmandan satın aldık, yahut onlar bize hibe
ettiler" deseler, söyledikleri tasdik edilmez ve o mallar fey1 olur.
Çünkü zahir onları
yalanlamaktadır. Onlar düşman yurdundaki halkın düşmanıdırlar. Onlarla
işbirliği yapmak için değil, onlara saldırmak için oraya gelmişlerdir.
Söylediklerine dair müslümanlardan adaletli bir delil getirip şahitler de
düşmana saldırmadıkları halde, düşmanın onlara bunu verdiğine şahitlik ederse,
o mallar kendilerinin olur. Çünkü delil ile sabit oldu ki bu malları karşılıklı
rıza ile elde etmişlerdir.
2068- Onlara düşmanın saldırma ihtimali varken bunu
yaptılar, derlerse, ellerindeki mal fey1 olur.
Çünkü onlann saldın
ihtimali/imkanı varken galebe yolu ile o mallan almışlardır. Orduda bulunan
diğer askerlerin de o malda ortaklığı gerçekleşmektedir. Ondan sonra o malı
onların bağışlamasıyla bu değişmez.
2069- Onlar
"düşman savunma halinde iken biz onlara eman vermiştik, daha sonra bunları
bize hibe ettiler veya sattılar"
derlerse, delil getirmedikçe söyledikleri
tasdik edilmez.
Çünkü düşmanca bir şey
yapmıyorken eman verdiklerini iddia etmeleri, tasallut altında iken
kendilerine hibe yaptıkları iddiaları gibidir. Delil olmadıkça bu
söylediklerinin tasdik edilmeyeceğini söyledik.
2070-
Askerin ehlinden bir cemaat onlara bu konuda şahitlik yapar ama fasıklikları
sebebiyle şahitlikleri kabul edilmezse,
mal fey' olur.
Çünkü davalarını delil
ile ispatlayamamışlardır.
2071-
Şahitlik yapan kişilerin eline o mallardan bir şey geçecek olursa kendilerine
şahitlik yapılan kişiler onu geri alırlar.
Çünkü başkasının mülkü
olduğunu söyledikleri şeye kendileri malik olmuşlardır. Çünkü bir malın
başkasına ait olduğunu itiraf eden ve aynı malı daha sonra ele geçiren kişiye o
malı sahibine vermesi emredilir. Çünkü itirafı aleyhine hüccet olur.
2072- Bu mal
daruIİslamdan gelirken beraber getirdiğimiz malımızdır, derlerse bakılır. Bu
durum, müslümanlar için kapalı olup doğru söylemiş olmaları muhtemel ise
yemin ettirilerek söyledikleri tasdik edilir.
Çünkü zahir durum
söylediklerini yalanlamıyor. Nitekim mücahid ihtiyacı için daruiharbe giderken
yanına bazı şeyler almaktadır.
2073- Ama
müslümanlar için müşkil birşey değilse, ganimet olur.
Söyledikleri konuda
zahir onları yalanlamaktadır. Zira deve ve benzeri şeyleri gizlemek mümkün
olmaz.
2074-
Yemcilerle beraber çıkmadan önce o şeyler onların yanında olsaydı müslümanlar
onu bilirdi. Zahirin yalanladığı birşeyi söyleyen adam tasdik edilmez.
Getirdikleri şeyler arasında köle varsa ve durum kapalı ise, kölenin sözüne
bakılır. Onların söylediğini tasdik ederse, iddiaları tasdik edilir.
Çünkü onların elinde
olup getirenlerin kendilerini daruIİslamdan getirdiklerini iddia edince onlann
sözüne başvurmaktan başka çare yoktur. Nitekim aynı şeyi darulîslamda iddia
edecek olurlarsa, yine kölenin sözüne başvurulur.
2075- Biz
düşmandan hür kişileriz, bunlar bizi
esir aldılar, derlerse, sözleri tasdik edilir ve müslümanlar için fey1
olurlar.
Çünkü sahipleri
olduğuna dair söyediklerini yalanladılar.
2076- Aynı
şeyi daruIİslamda iddia edip köleler onları yalanlar ve hür olduklarını
söylerlerse, sözleri kabul edilir. Aynı şekilde darulhapte onlar için böyle
bir iddiada bulunurlarsa ve söyledikleri gibi düşmandan hür kişiler
olduklarına dair sözleri
sabit olursa, müslümanlar için fey' olurlar.
Çünkü eman olmaksızın
elimize geçmiş mağlup kişiler konumundadırlar.
2077- Biz
düşmanların kolesiydik, bunlar bizi
aldılar, derlerse, onları getiren kişilerin sözü kabul edilir.
Çünkü köle olduklarını
itiraf etmiş ve başkalarının mülkü olduklarım söylemişlerdir. Getirenlerin
elinden çıkıp başkalarına verilmesi için kölelerin söyledikleri şeyler tasdik
edilmez. Mesela, durumu meçhul olan ve o sırada elinde bulunan kişinin kendi
mülkü olduğunu iddia etse ve durumu meçhul kişi "Ben falanın
kölesiyim" derse, sözü tasdik edilmez. Onu elinde tutan kişinin sözü kabul
edilir. Ama ben hürüm deseydi, sözü tasdik edilirdi. Bu da onun gibidir.
Aradaki fark şudur;
Söyledikleri şey iki taraftan da malum olsaydı ve devlet başkanının karşılıksız
salıvermesi kararı olsaydı, birinci maddeye göre bunlar hür olurlardı, ama bu
maddeye göre köle olup efendilerine verilirler.
2078-
Aralarında henüz erginlik çağma gelmemiş bir çocuk varsa, bakılır. Şayet
meramını ifade edebiliyorsa, söylediği kabul edilir. Ama meramını ifade
edemiyorsa, onu getiren kişinin sözü kabul edilir ve adama yemin ettirilir.
Başka mallarda olduğu gibi. Küçük çocuğun yanında babası varsa ve ebeveyninden
biri olduğu biliniyorsa, bakılır. Çocuk meramım ifade edebiliyorsa, kendisi
hakkında söyleyecekleri tasdik
edilir, ama meramını ifade edemiyorsa, babasının sözüne itibar
edilir.
Çünkü babasının elinde
olup hükmen ona tabidir. Nitekim babası ile beraber esir alınacak olursa,
müslüman olduğuna hükmedilmez.
2079- Ama
meramını ifade edip bir şey söylerse, sonra onu değiştirip başka birşey
söylerse, birinci söylediğine bakılır. Çünkü ikinci söylediği ile çelişkiye
düşmektedir.
Önce ben Özgürüm
derse, askerin onda hakkı sabit olur. Ondan sonra haklarını iptal edecek
sözleri tasdik edilmez. Ama ben köleyim, derse, onu elinde bulunduran kişinin
mülkü olur ve bu mülkiyeti iptal ederek daha sonra söyliyeceğİ şeyler kabul
edilmez.
2080- Malı
getiren kişiler "bunu düşmanın elinde esir olan veya eman altında bulunan
yahut müslüman olmuş bir kişiden satın aldık" derlerse, delil getirmedikçe
söyledikleri tasdik edilmez.
Çünkü zahirin şahitlik
yaptığına aykırı iddiada bulunmuşlardır. Çünkü bunlar düşmanla alışveriş
yapmak için değil, savaşmak için gitmişlerdir. Sonra, orada kendileriyle alış
veriş yaptıklarını söyledikleri kişilerin varlığı belli değildir. Onun için
delil getirmedikçe sözleri tasdik edilmez.
2081-
Sözkonusu malı eman altında olan
veya müslüman olan bir kişiden
satın aldıklarına dair müslüman-lardan delil getirseler, o mal kendilerinin
olur.
Çünkü delil ile bunun
sabit olması, görmekle sabit olması gibidir.
2082- O malı
esirden satın aldıklarını iddia etseler, mal asker ehline fev'olur.
Çünkü bu malın
çıkarılmasında satın alanlar iki durumda da satan kışı yerine geçmişlerdir.
2083-
Müslüman kişiler veya esirler yahut düşmandan İslama girmiş kişilerle
karşılaştık, bu malı bize emanet bırakarak darulîslama çıkarmamızı emrettiler,
derlerse ve beraberlerinde bulunan köleler onları tasdik ederse, söyledikleri
kabul edilmez.
Çünkü köleler köle
olduklarını itiraf etmişlerdir. Ondan sonra söyedikleri geçerli olmaz. Onları
getirenler de zahirin kendilerini tasdik etmediği birşeyi söylemektedirler.
Delil getirmedikçe sözleri kabul edilmez.
2084- Söylediklerine
dair delil getirseler, eman altında olan veya darulharpte İslama girmiş bulunan
kişilerden ödünç veya emanet olarak aldıkları şeylerde asker ehlinin bir hakkı
olmaz.
Çünkü delil ile sabit
olan, görme ile sabit olan gibidir. Şüphe yok ki askerlerin eman altında
olanların mülkünde hakkı olmaz. Darulhapte İslama girmiş olan kişinin mülkünde
de hakkı olmaz. Çünkü o malı emanet bırakan kişi malın sahibi olup onu ihraz
etmesi müslümanlann ihraz etmesinden öncedir. Ama esirin veya düşmanın yahut
mürteddin darulharpte emanet bıraktığı şeylerin tümü fey' olur. Zira emanet alan
kişi emanet bırakan kişi gibidir. Aynı kişi askerin himayesi ile o malı ihraz
edecek olursa, mal fey' olur. Emanet bırakan kişi getirdiğinde de durum
aynıdır. Ama karşı koyarken şahitler ona eman verdiklerini söyler, ondan sonra
malı onlara emanet bıraktığını ifade ederlerse, o takdirde müslümanlann mala
dokunmaları doğru olmaz. Çünkü eman altında olan birinin malı olduğu delil ile
sabit olmuştur. Zaten eman altında olan biri olarak bize çıkıp gelseydi malına
dokunmaya hakkımız olmazdı. Emanet bıraktığı kişi de getirdiğinde durum
aynıdır.
2085- Onu
kendilerine verdiği zaman eman veren
müs-lüman esir ise, o fey olur.
Çünkü mağlup ve makhur
bir vaziyette iken esirin ona eman vermesi geçersizdir. Varlığı ile yokluğu
arasında fark yoktur. Hüküm bakımından bu malı sanki esirin kendisi gelmiş,
onlara vermiş ve dönmüş gibidir.
2086- Malı
getiren kişiler onu eman altında olan bir
müslümandan veya
müslüman olan birinden yahut bir düşmandan gaspettiklerini söyleseler ve buna
dair delil getirseler, eman altında olan kişiden gaspedilen şeyler ona geri
verilir.
Çünkü onun malı
müslümanların üstün gelerek alacakları ve mülk edinecekleri birşey değildir.
Düşmandan gaspedilen şeyler fey' olur. Darulharpte İslama giren kişiden
gaspedilenler de Ebu Hanife'nin kıyasına göre fey' olur. Çünkü onun prensibine
göre onun müslüman olması, ahkâmda değil, sadece günahlarda can ve malının
dokunulmaz olmasını gerektirir.
Nitekim hata ile biri
onu Öldürecek olursa, Öldürene sadece keffaret gerekir. Darulharpte bir kişi
onun malını telef edecek olursa, tazminat ödemesi gerekmez. Faiz ve başka
muamelelerinde de bu hüküm kendini göstermektedir.
Yine müslümanlar
düşman ülkesini zaptetseler, o kişilerin gayri menkûlü fey' olur. Kendisinin veya kendisi yerine kaim
olacak başka birinin elinde bulunmiyan menkûl mal da yargı bakımından fey olur.
Ama elinde bulunan veya müslümanın elinde bulunan yahut anlaşmalı olduğu
birisinin yanında bıraktığı menkul ma! fey' olmaz. Kendi mülkü olması
itibariyle onu daha Önce ihraz etmiştir. Ama kendisinden gaspedilen ve
başkasının elinde bulunmayan mal fey' olur. Gaspeden kişi müslüman veya
anlaşmalı da olsa, aynıdır. Çünkü ihraz hükmü bakımından gaspedenin sahipliği
kendisinden gaspedilenin sahipliği gibi değildir. Müslümanın veya antlaşmalınm
kendisinden gaspetmiş olduğu mal hakkındaki hüküm bu olunca, darulharpte
kendisiyle karşılaşan müslümanların da ondan ga.spettiği malın hükmü budur. Ama
kendilerinin himayesine girdikten sonra gaspetmişlerse, o zaman kendisine geri
verilir, çünkü onların himayesi sayesinde o malı ihraz etmiş olmaktadır. Onun
sözkonusu mala sahipliği başkasının sahipliğinden öncedir. Tıpkı müslümanlar
darulharbi zaptettiklerinde elinde bulunan ve bazı müslümanların onun elinden
aldığı mal gibi ki o mal kendisine iade edilir. Bütün bu hükümlerde ilke şudur:
Malların dokunulmazlığı din sebebiyle değil ona malik olma sebebiyledir. Mala
malik olmak da müslümanlann gücü veya onların ülkesinde bulunmak sayesinde
gerçekleşmiştir. İşte bu dokunulmazlık olmadan mal ganimet malı olma özelliğini
kaybetmez.
İmam Muhammed'e göre
ise, malının dokunulmazlığı konusunda, darulharpte müslüman olan kişinin
durumu düşmanın yanında eman altında olan kişinin durumu gibidir. Onun için
müslümanların onunla faiz muamelesi yapması caiz olmaz. Yemcilerle beraber
çıkan kişilerin ğaspettikleri şeylerde askerin hakkı olmaz. Aksine gaspedilen
şeyleri onlara geri vermek gerekir. Darulharpte müslüman olmuş kişiden
ğaspettikleri malların durumu da bu şekildedir.
Aynı şekilde
müslümanların damlharbi zaptetmeleri halinde darulhapte müslüman olmuş kişinin
elinde olan menkul veya müslüman yahut anlaşmalı kişinin ondan gaspettiği mal,
kendisine geri verilir. Ama düşmanın ondan ğaspettikleri mallar fey' olur.
Çünkü onu kendisinden galip gelerek almışlardır. Nitekim alan kişiler müslüman
olurlarsa, ondan aldıkları mallar onların olur. Ama müslü-mana, antlaşmalıya
veya düşmandan birine emanet olarak bıraktığı mal ise onların mülkü olmaz. Ve
darulharbin sahipleri müslüman olacak olurlarsa, emanet mallan ona geri verilir.
Müslümanlann darulharbi işgal etmelerinde de durum bu şekildedir.
Darulharpte müslüman
olmuş, sonra çıkıp mailarını terketmiş ve müslümanlar orayı işgal edinceye
kadar düşman onun malına dokunmamış ise, İmam Muhammed'e göre bütün malı
müstümanların olur. Ama darulİslama eman ile çıkıp müslüman olduktan sonra
müslümanlar onun malını alırsa, malı fey' olur.
Çünkü malını
darulislamda İslâm ile ihraz etmemiştir. Malı üzerinde velayeti olmadan İslama
girmiştir. Velayet olmadan da malını ihraz etmiş olmaz, İslama girdiği zaman
malı velayetinin altında bulunmuyordu. Ama daha önce malında dilediği gibi
tasarruf imkanına sahipti. Nitekim darulislamda İslama girdiği zaman mal,
velayetinin altında bulunuyordu. Malında da dilediği gibi tasarruf imkanına
sahipti.
Nitekim darulislamda
İslama girince, darulharpteki küçük çocukları ona bağlı olarak müslüman
sayılmazlar. Müslümanlar onları zaptedecek olursa, fey' olurlar. Ancak İslama
girmeye mecbur edilirler. Çünkü darulislamda bulununca babalarına bağlı olarak
İslama girmeleri gerekmektedir.
2087-
Darulharpte İslama girmiş olsaydı, küçük çocukları da ona tabi olarak müslüman
olurlardı. Müslümanlar onları zaptetmeleri halinde hür olurlar ve onlara hiç
bir zarar verilmez.
Darulharpte onun
malını telef eden kişiye tazminat ödemesi gerekmemesi, canı gibi malını
müslüman olmakla ihraz etmediğine delalet etmez. Onu kasten veya hata ile
Öldüren kişiye kısas ve diyet düşmez ama İslama girmekle canını ihraz etmiş
(korumuş) olur. Zaptedilmesi halinde mülk (köle) olmaz.
İslam devletine karşı
isyan eden siyasi isyancılar (bağiler) İn mal ve canlarını meşru yönetim ve
onu destekleyen müslümanların ele geçirmesi halinde, o mallar müslümaniarm
mülkü olmaz. Sadece onlardan birşey telef edecek olurlarsa, bir tazminat
ödemezler. Müslüman olduktan sonra darulharpte ikamet eden kimsenin suçu
İsyancılar ve meşru yönetime başkaldıranlardan büyük olmaz.
Söylediklerimizin
hepsini Rasuluüahm şu sözü teyit etmektedir: "Kim darulharpte İslam
girer, sonra malı ile beraber müslümanların yanına çıkarsa, malı onundur.
" Burada malından maksad, kölesidir. Müslüman olmakla onu ihraz etmemiş
olsaydı, ondan sonra çıktığı takdirde kölesi hür olurdu. Tıpkı kendisi İslama
girmeden önce kölesi ona rağmen müslüman olarak çıkıp geldiği zaman hür olacağı
gibi.
Ebu Hanife
belirttiğimiz şekilde İmam Muhaınmed'e cevap vermekte ve şöyle demektedir:
Mallarda temellükün ortadan kalkması, malın yasak ihrazı ile olur. Bu da dîn
ile değil, yurt ile olur. Halbuki canlar için böyle değildir. Çünkü can temelde
temellük için değildir. Sadece işlediği suçlan dolayı temellüke maraz kalır.
İslama girmekle bu suç da kaybolur. Bu kişi İslama girmekle malını ihraz ediyorsa,
o malı telef eden kişinin kendisine tazminat Ödemesi gerekirdi. Tıpkı darulharpte
eman altında olan birinin malını başkasının helak etmesi gibi.
Malın helak
edilmesinde İmam Muhammed eman altında olan kişi ile darulharpte İslama giren
kişiyi birbirinden ayrı saymaktadır. Kişinin öldürülmesinde de hepsni
birbirinden ayrı görmektedir. Darulharpte eman altında olan bir kişinin bile
bile veya hata ile bir adam öldürmesi, kişinin kendi malından diyet ödemesini
gerektirir. Çünkü onunla beraber diyet vermesi gerekenler (âkilesi),
darulharpte olan İçin vermezler. Kısasda şüphe bulunduğu için darulharpte olan
öldürmeler için uygulanmaz. Zira can ve malın dokunulmazlığı, yurtta ihraz ile
olur. Çünkü din inanan için önleyicidir, inanmiyan için önleyici değildir.
Ülkenin koruyuculuğu (mene'a) inanmayanları değil, İnananları kapsar.
Müslümanın onlara eman İle girmesi yurtta canın ve malın ihraz etme sebebini
yok etmez. Da-ralharpte müslüman olan kişinin darulislamda can ve malı ihraz
etmesi gerçekleşmemiştir. Bu mana göz önünde bulundurularak istihlak halinde
tazminat ödenip ödenmemesi konusunda aralarında fark meydan gelmektedir.
2088-
Askerlerden biri darulharbe saldırıp orada müslüman olan kişinin malından alsa
ve malı alman kişi daha sonra
müslümanlara katılsa, malı taksimden
önce kendisine geri verilir. Taksimden sonraya kalırsa, hiçbir ücret
istenmeden verilir.
Zira o eman altında
olan biri gibidir ve müslümanlar istila ederek malını mülk edinmezler. O malı
helak etmek veya sarfetmekten kesinlikle sakındırılırlar. Takı sahibi gelir ve
onu alır.
2089- Sahibi
müslümanların ordu karargahına geldikten
sonra bir kişi onun malını helak edecek
veya sar-fedecek olursa, tazminat olarak ona öder.
Çünkü sahibi
müslümanların himayesinde olunca canı dokunulmazlık kazanmıştır. Nitekim biri
onu öldürecek olursa, askerlerden birini öldürdüğünde tazminat ödediği gibi tazminat
öder. Malını tüketecek olduğunda da malı için tazminat öder. Ama İslâm
ordusuna katılmadan önce biri Öldürecek olursa hiçbir tazminat ödemez. Malı da
tüketilecek veya helak edilecek olursa tazminat ödenmez.
Ancak Ebu Hanife şöyle
demektedir: İslâm ordusuna katılmadan önce malı dokunulmazlık içinde olduğuna
göre onu telef eden kişi tazminat olarak ödemesi gerekir. Tıpkı canına İslâm
ile dokunulmazlık kazandırdığı gibi. Malı kendisi ihraz etmemişse, zaten
askerler için ihraz edilmiş olur. Bu durumda malın askerlere fey1 olması
lazımdır. Kıyasa göre göre doğru, Ebu Hanife'nin söylediğidir. Ancak İmam
Muhammed istihsan yolundan hareketle müslümanın malının, müslü-manlara hiçbir
zaman fey' olamıyacağını söyleyerek şöyle demiştir.
2090- İslama
girdikten sonra şartları oluştuğunda malı-nm zekatını vermekle mükelleftir.
Öldüğünde de inüslü-man varisleri ona varis olur. Bir mal nasıl hem müslüman
varislere miras olur ve zekatı verilir, hem ganimet olur?
2091- İslam
devlet başkanının bir elçisi düşman askerlerinin yanına gitse ve mallarından
bazı şeyleri veya bir köleyi
gaspederek alıp darulharpte
bulunan İslâm ordusunun yanına çıkarsa, devlet başkanı
onu alıp sahiplerine geri verir.
Çünkü elçi onlar
arasında eman altındaki gibidir. Ordunun himayesi ile eman altındaki birinin
aldığı malların hükmünü belirttik.
2092-
Getirilen mal veya köle
ganimetlerle beraber taksim
edildikten sonra devlet başkanı
bunu öğrenirse, onu alır ve geri verir.
Çünkü malın geri
verilmesine sebep olan emana hiyanet durumu taksimattan sonra da ortadan
kalkmış olmaz.
2093- Payına
düşen kişi köleyi azad etmişse, bakılır. Onu çıkarıp getiren hür bir kimse ise
azat etme geçersiz olur ve köleye istediğin yere git, denilir.
Eman antlaşmasına
hiyanet ettiği için köle üzerindeki mülkiyeti de geçersiz olur ve mülk edinmesi
engellenir. Nitekim taksimden önce bu durumu bilindiği takdirde köle eman
altında ve hür olur, memleketine dönmesi için serbest bırakılır. Bu durum
taksimden veya azat etmekten sonra bilindiğinde de durum böyledir. Mülk
olmadığından azat edilmesi veya pay olarak verilmesi de geçersiz olur.
2094- Onu
getiren kişi müşriklerin kölelerinden biri ise payına düştüğü kişinin azat
etmesi geçerli olur.
Çünkü devlet başkam
taksim ile onu mülk yapmış ve üzerinde velayeti meydana gelmiştir. Nitekim
durumunu bilseydi başkasına mülk olarak satabilir ve parasını efendisine
gönderebilirdi. Durumunu bilmeden Önce de durum aynıdır. Başka birine satarak
veya pay olarak verildiği takdirde, bu temlik sahih olur ve mülkiyetinde
bulunan kişinin azat etmesi de geçerli olur. Eman ahdini gözetmek için
parasını alır ve efendisine gönderilir.
2095- Böyle
yapar ve efendisi parayı alırsa, azat edilen kişinin darulharbe dönmesine
müsaade edilmez.
Çünkü azat olmakla
müslümanın mülkü onda kesinleşmiş bulunmaktadır. Ücreti de darulharbe
gitmiştir. Darulharpte kendisinin geri gönderilmesi gibi parası gönderildiği
için emana hiyanet durumu da ortadan kalkmıştır.
2096-
Efendisi onun parasını almayı red ederse, azat olan köleye "istersen burada
kal, istersen darulharbe git" denir.
Çünkü eman sebebiyle
darulharbe geri gönderilmesi uygundur. Onun yerine geçen karşılık sebebiyle
darulharbe gönderilme işi iptal olmamıştır. Ancak müslümanın onu azat etmesiyle
hür olmuştur. Darulharbe artık dönüp dönmemekte serbesttir. Nitekim azat
edilmeden önece efendisi parasını almayı kabul etmezse, devlet başkanı onun
satılmasını veya taksim edilmesini İptal eder ve darulharbe geri gönderir.
Azat edildikten sonra da darulharbe dönüp dönmemekte serbest olur.
2097- Elçi
onu askerlerin himayesi ile elde etmeksizin daruIİslama çıkarıp getirmişse, o
kendisinin olur. Darulharbe geri göndermeye hüküm ile zorlanmaz ama göndermesi
için fetva verilir. Yani göndermesi tavsiye edilir ama zorlanmaz.
Çünkü düşman nezdinde
eman altında gibidir ve sadece kendi zimmetini
çiğnemiştir.
2098- Geri
gondermeyip satacak olursa satışı kerahetle caiz olur. Çıkarılan kişi ister
hür, ister köle ve vister kadın,
ister erkek olsun, aynıdır.
Çünkü kendisi ihraz
etmiştir. O da temellük mahallidir. Onun için çıkarıp getiren adamın mülkü
olur. Ama yukarıda böyle değildi. Orada
devlet başkanı darulharbe gönderme yetkisi ve otoritesine sahipti. Bu da
tamamen ihrazı önlemektedir.
2099-
Çıkaran kişi veya satın alan kişi azat
ederse, mülkü olduğu için azat etmesi geçerli olur. Azat olan kişi de isterse
darulharbe dönebilir.
Çünkü şer'an geri
gönderilmesi gerekirdi. Onun için çıkaran veya satan kişi azat etmeden önce
geri göndermesi gerekirdi, Yargı bakımından mecbur tutulmazsa da, fetva olarak
geri gönderilmeliydi. Azat olan kişi hürriyetine kavuşunca. İsterse daruiharbe
dönebilir.
2100- Hür
olması sahibinin ölümüne bağlanmış veya azat etmek için sözleşme yapmış köle (mükâteb)
yahut kendisinden çocuk sahibi olan cariye (ümmülveled) da-raulharbe
geri dönmek isterse, müslümanlar ona engel olmazlar. Efendisi engel olursa,
müslümanlar ona da karışamazlar.
Çünkü bu
tasarruflardan sonra da adamın mülkü devam etmektedir. Ama azat ettikten sonra
onda mülkiyeti kalmaz. Onun darulharbe dönme isteklerine karşı çıkmakla ona
zulmetmiş olur ve müslümanarın onun bu zulmüne engel olmaları lazımdır.
2101- Cariye
çocuğu ile beraber darulharbe gitmek isterse, ona müsaade edilmez.
Çünkü çocuk babasının
dini üzere olup müslümandır.
2102- Bütün
bu konularda kural şudur: Darulharpte
bulunan efendisine bedeli ulaştığı bütün durumlarda kölenin artık darulharbe
dönme hakkı kalmaz. Ama bedelin darulharpteki efendisine ulaşmadığı durumlarda
köle darulharbe dönme hakkına sahip olur. Hukuken engel olmayacağı yerlerde
efendisinin söylediğine itibar edilmez. Hukuken geri
göndermeğe zorlanamadiğı yerlerde
de, mülkiyetini korumak için,
kendisine baskı yapılmaz. Mülkiyeti son bulduktan sonra
kölenin darulharbe dönmesini
engelleyemez. Çünkü bu durumda köle, hür
insanlar gibidir.
Allah en iyi bilir.[29]
2103- Devlet
başkanı ganimetleri taksim edip çok asker arasında bölünmesi imkansız olan
basit birşey kalırsa, devlet başkanı onu miskinlere tasadduk eder ve beytül-mala
göndermez.
Daha önce bazı
meseleleri İzah ederken müellif bunun beytülmala bırakılacağını söylemişti.
Bilelim ki konu değişik olduğu için cevap da değişik olmuştur. Orada
ganimetten beşte biri hiç almaması durumu vardı, burada ise önce bütün ganimetten
beşte birin alınması ve askerin hakkı olan ganimetten dağıtıla-mıyacak kadar az
bir miktarın artması durumu bulunmaktadır. Artan bu kısım ganimet kapsamında
olup özellikle askerin hakkı olmuştur. Askerlere bunu vermek mümkün olmayınca
yolda bulunan mal (lukata) hükmünde sayılır ve devlet başkanı onu tasadduk
eder. Ancak buluntu mal için bir yıl beklenir. Çünkü sahibinin bulunması
sözkonusu olabilir. Ama burada böyle bir şey sözkonusu değildir. Onun için
tasadduk etmeyi ertelemenin veya tanıtımı ile uğraşmanın anlamı yoktur. Onun
için derhal onu tasadduk eder.
2104- Bir
topluluk ganimeti taksim eden yetkiliye gelerek, evlerimiz uzak ve dağıtım
yapılıncaya kadar bek-
leme imkanımız yoktur,
ganimetten paylarımızı göz kararı ve tahmin ile ver, biz hakkımızı sana helâl
ederiz, derse, o da kendilerine verse ve gitseler, sonra alacakları payların
daha çok olduğu taksim sırasında ortaya çıksa, bakılır. Onların paylarından,
taksimi yapan yetkilinin elinde kalan miktar buluntu (lukata) mal mesabesinde olur.
Devlet başkanı isterse, onu yetkilinin elinde bırakır, isterse alır ve bir
sene tanıtır ve bunu müslümanlara duyurur. Umulur ki sahiplerine haber ulaşır.
Çünkü artan bu miktarın hazır olmayan kişilerin pay
artığı olduğu bilinir ve kendilerine haber ulaştığı taktirde gelip almaları
umulur.
2105-
Tanıtma bakımından hükmü buluntu malın hükmü gibi olur ve üzerinden bir yıl
geçip sahibi ortaya çıkmadiği zaman tasadduk edilir. Bu konuda karar, taksimi yapan
yetkilinin değil, devlet başkanmindır.
Çünkü devlet başkanı
ona sadece taksim yetkisi vermiştir. Taksimin bitmesiyle de yetkisi sona
ermiştir. Ganimeti alanlardan bazılarının payından elinde kalan kısımda devlet
başkanı ona halktan biri gibi muamele eder. Kalan kışımı yetkilinin kendisi
tasadduk edemez.
2106- Ama
devlet başkanı ona bu konuda izin verirse, yapabilir. Devlet başkanının izni
olmadan tasadduk edecek olursa, devlet başkanı isterse tazminat olarak ona
Ödetir.
Çünkü bu mal, devlet
başkanı tarafından yanında bırakılmıştır. Ona emredilenin dışında kalan
kısımda bir uygulama yapacak olursa, bu yetkiyi veren kişinin hakkma hiyanet
etmiş ve tazminat ödemesi gereken biri olur. Tıpkı emanet bırakılan malı telef
eden kişi gibi. Sahibi gelmeden önce telef etmişse, emanet bırakan kişi ondan
tazminat alabilir. Devlet başkanının onu yetkiliden alıp tasadduk etmesi
caizdir.
2107- Ondan
sonra sahipleri gelecek olursa, devlet başkanından onun benzeri bir malı
tazminat alabilirler. Devlet başkanı bu tazminatı beytulmaldan Ödeyemez.
Çünkü bu konuda durumu
yolda malı bulan kişinin durumu gibidir. Bulduğu malı tasadduk ettikten sonra
malın sahibi çıkıp gelirse, sahibi iki şeyden birini tercih eder, isterse
Ücretini alır, isterse benzerini tazminat olarak alır. Bu da onun gibidir.
Beytulmala veremez.Çünkü onu tasadduk edememesi, hüküm şeklinde değildir.
Sadece malı yolda bulan kişinin bulduğu malı tasadduk etmesi şeklindedir.
2108- Hüküm
suretiyle olursa, onu asla tasadduk edemez. Sahibi gelip alıncaya kadar
beytulmalda muhafaza eder yahut sahibi gelmezse, ebedî olarak beytulmalda
kalır.
Anlıyoruz ki onu
tasadduk etmesi hüküm suretiyle değildir. Hüküm suretiyle yapmadığı işlerde de
müslümanlar için çalışmış olmaz. Ondan dolayı tazminat ödeyecek olursa,
beytulmaldan ödemez.
2109- Devlet
başkanı onu müslümanlara borç vermek veya aralarında dağıtmak isterse, caiz
olur.
Çünkü borç vermede o
payın sahiplerinin çıkarını gözetmiş ve korumuş olmaktadır. Zaten müslümanlann
çıkarını gözetip korumakla görevlidir.
2110- Ondan
sonra biri kendisinden istiyecek olursa, miskinlere verecek
olduğundan elinde kalanları
isteyen kişiye verir.
Çünkü tasarrufu
yetkiye dayanarak gerçekleşmiştir. Bu konuda taksim yetkilisi, buluntu mal
eline ulaştığı zaman yargıç gibidir. Fakat bu takdirde tasadduk etmesi yargı
yoluyla olmadığından malın sahibi ona tazmin ettirir. O da tazmin ederken kendi
parasından öder ve hiç kimseye yüklemez. Devlet başkanı verdiği hükümlerde
yargıç gibidir. Ama taksimi yapan yetkili böyle değildir. Yaptığının sadaka ile
ilgisi yoktur. Çünkü devlet başkanı onu almak için yetkili kılmamıştır,
2111-
Çok sayıda asker biraz ganimet alıp
çıktıktan sonra ganimetin azlığına bakarak askerlerin bir kısmı da-ğılsa, diğerleri
orada kalsa, devlet
başkanı orada kalanların payını verir, gidenlerin payını
bir yıl bekletir.
Çünkü ganimet
kapsamında olup elinde buluntu mal (lukata) hükmündedir. Hüküm yukarıda
belirttiğimiz gibidir.
2112-
Hakkında bilinen hükmü uygulamak isterse kime ait olduğu, mahiyeti ve olayı üzerine yazıp beytulmala bırakır ve sahibinin gelmesini
bekler. Sahibi gelinceye kadar orada kalır. Bulunan mal hakkında da yanı
şekilde uygulama yapması asıldır.
Çünkü tanıtımı
yaptıktan sonra bulunan malı tasadduk etmesinin caiz oluşu ruhsattır. Azimet
olan İse başkalarını malına ilİşmemektİr veya kendi yahut varisleri gelip
alıncaya kadar o malı korumaktır.
2113- Ama
bozulmasından korkulan bir şey ise, satar ve parasını bekletir.
Çünkü onu korumak
ancak bu yolla mümkündür. Sözkonusu malı satması mahkeme karan ile olmuştur.
Öyleki sahibi geldiği takdirde bir hakkı olmaz. Ama sadaka olarak verirse,
sahibi ondan tazminat alabilir. Çünkü satılması , imkanlar ölçüsünde sahibinin
mülkiyet hakkını korumak olur. Malı tasadduk etmek ise, sahibinin malı
olduğunu kararlaştırmak olmayıp razı olması halinde sevabının ona
ulaştırılmasıdır. Onun için bu kendisinin verdiği bir hüküm değildir.
2114- Bir
adam ganimetlerden bazı şeyleri alıp hıyanet etse ve sonra pişman olsa, taksim
yapıldıktan ve askerler dağıldıktan
sonra onu devlet
başkanına getirse, devlet başkanı isterse
o adamı yalanlar
"Ve ben senin
doğru söylediğini bilmiyorum,
iddia ettiğin şeyle vebal altına girmişsin ve ne yaptığını sen daha iyi
biliyorsun, hakkı sahibine vermen lazım"
der, isterse malı ondan alır ve beşte birini Allah'ın verilmesini
istediği yere verir. Çünkü malı onun
elinde görmüştür. Malın sahibi de malı elinde gördüğü kişi hakkında
söylediklerinde şer'an tasdik edilir. Doğru söylediği için de beşte bir
miktarını ondan alır ve ilgili kişilere verir. Elinde geri kalan kısım da
buluntu mal mesabesinde olur. Sahiplerine ulaştırabiliyorsa, hükmü
belirttiğimiz gibidir. Ama ulaştırma umudu yoksa, isterse miskinler arasında
paylaştırır, istemiyorsa, beytulmala bırakır ve üzerine gerekli bilgileri
yazar.
2115- Hiyanet
eden kişi aldığı fazla malı devlet başkanına getirmeden tevbe eder ve
ganimetten haksız yere aldığı mal (veya kişi) de elinde duruyorsa, sahiplerine
ulaştırma imkanı yoksa onu tasadduk edebilir. Sahiplerine ulaştırabiliyorsa,
bütün hükmü buluntu mal hakkındaki hüküm gibidir. Devlet başkanına verdikten
sonra devlet başkanı isterse onu tasdik eder. Ne var ki beşte birini elinde
bırakmaması lazımdır.
Çünkü elindekinin
beşte bîrinin Allanın belirttiği kişilere ait olduğunu itiraf etmiştir. Elinde
bulunanlar hakkındaki itirafı da
sahihtir. Onun için kendisinden beştebir payın alınması ve verilecek yerlere vermesi lazımdır.
Böylece beştebir payı sahiplerinden hiç kimsenin hakkını kaybetmemiş olur.
Allah en iyi bilir.[30]
2116- Alındıktan
sonra ve taksim edilmeden önce esir-lerin
hükmü, ihraz edildikten önce
ve ihraz edildikten sonra kölelerin hükmü gibidir.
Çünkü yenmekle onlar
hakkında kölelik sabit olmuştur. Sadece kimin mülkü oldukları henüz belli
değildir. Kölelik zayıflığın ifadesidir. Onlar ahn-madan önce zayıf
bulunuyorlardı. Çünkü mülk edinilmeye maruz idiler. Fakat kendilerini savunma
gücünün bulunması bakımından mülkiyet gerçekleşmemişti. Ama esir düşmekle bu
kuvvet yok olmuştur. Onun için haklarında kölelik sabit olmuştur.
2117- Kimin
mülkü olacakları taksime veya satışa bağlı kalmış ve müslümanlardan Öldürülmüş
biri bulunup onlardan bir grup kendilerinden birinin onu kasten kılıçla
Öldürdüğüne şahitlik ederse, şahitlikleri kabul edilmez.
Çünkü köle şahitlik
yapacak kişilerden değildir. Zira şahitlik bir nevi velayettir ve kölelik
velayeti yok etmektedir.
2118- Ancak
devlet başkanı aleyhinde şahitlik
yapılan kişiyi öldürebilir.
Çünkü emanı bulunmayan
bir esirdir. Ama taksimi yaptıktan veya sattıktan sonra artık öldüremez. Tıpkı
aleyhinde kimse şahitlik etmemiş gibi olur.
2119-
Onlardan bir kadın aleyhine bu şekilde
şahitlik yapacak olurlarsa, şahitlikleri kabul edilmez.
Çünkü onun aleyhine de
şahitlik edemezler. Bu şahitlikten sonra durumu şahitlikten önceki durumu gibi
olur. Ebu Hanife'den nakledilen şu olay bunu açıklamakladır; Askerlerden biri
esirlerden payına düşen bir köleyi veya cariyeyi azat etse yahut onu gebe
bıraksa, kıyasa göre bu geçerli olur, ama istihsana göre geçerli olmaz. Onlar
köle olmasalardı, azat etmenin ve gebe bırakmanın onlar hakkında geçerliliği
konusunda kıyas ve istihsanın bir anlamı olmazdı.
2120- Devlet
başkanı darulharbi istila edip darulİslam haline getirse, isterse ganimet
olarak alanlar arasında orayi taksim eder ve beştebir payını alır, isterse
oranın halkını serbest bırakarak zimmet ehli yapar ve onlardan cizye,
topraklarından da haraç alır. Hz. Ömer'in Irak topraklarında yaptığı gibi.
Haklarında henüz karar vermeden onlardan bazıları kendilerinden bir adamın yine
kendilerinden bir kadını kasten veya hata olarak öldürdüğüne şahitlik etse,
sonra yukarıda belirtilen iki şıktan biriyle onlara muamele yapmaya karar
verse, önce yaptıkları şahitlik geçersiz olur.
Çünkü mağlup
olup köle durumunda
oldukları bir sırada
şahitlik
yapmışlardır.
2121- Aynı
şahitliği yapacak olurlarsa, bakılır. Devlet başkanı onları taksim etmişse,
şahitlikleri yine kabul edilmez.
Çünkü taksim etmekle
onların kimin mülkü oldukları, yani kölelikleri tahakkuk etmiştir.
2122- ikinci
şahitliklerinden önce onları serbest bırak-mışsa, şahitlikleri kabul edilir.
Onları serbest
bırakmakla hürriyetler oıtaya çıkmıştır. Onları hür kişiler yapmıştır. Köle
köleliği sırasında şahitlik yapıp şahitliği red edilmiş, daha sonra hürriyete
kavuştuğunda tekrar aynı şahitliği yapmışsa, şahitliğini kabul etmek vacip
olur. Sonra katilin ve öldürülen kadının malından daha az bir mal ile öldüren
kişiden tazminat alınır. Kasten veya hata olarak öldüren kişiden bu tazminat
alınır ve öldürülen kadmın velilerine verilir. Öldürdüğü zaman kanının helâl
olduğu şüphesi hala mevcut olduğundan bu öldürmeden dolayı kısas uygulanmaz.
Kadının öldürüldüğü sırada durumu belirsiz olduğundan kısasın gerekliliğine
şüphe karışmış olur.
Öldürme sırasında
katilin ve maktulun durumu sözleşmeli (mükâteb) kölenin durumu gibidir. Çünkü
ikisinden her birinin durumu belirsiz ve ikisi de köledir. Durumu belirsizdir,
diyoruz, çünkü taksimden sonra köle mi kalacaklar, yoksa devlet başkanının
serbest bırakmasıyla hür mü olacaklardı, belli değildir. Onun için durumları
sözleşmeli köle gibi olur. Sözleşmeli köle başka bir sözleşmeli köleyi kasten
öldürecek olursa ona kısas vacip olmaz. Sadece katilin ve maktulun kıymetinden
az bir miktar fidye gerekir. Bu da katilin kazancından sözleşmede öngörülen bedelin
ödenmesi suretiyle maktulun hürriyetine karar verildiği takdirde diyet
maktulun varislerine verilir. Burada da durum aynıdır.
Onlardan biri hata ile
hür müslümanlardan birini öldürse, eğer devlet başkanı onları taksim etmişse
onu teslim eder. Zimmet ehli kabul ederek dağıtma-mışsa, katil kıymetini
(diyetini) maktulun varislerine verir. Hata ile hür bir kimseyi Öldüren
sözleşmeli kölenin durumunda olduğu gibi.
2123-
Onlardan öldürülen erkek
ise, katile bir
şey düşmez.
Çünkü kanının dökülmesi
helâl olup böyle birini öldüren kişiye birşey gerekmez.
2124- Hangi
uygulamanın yapılacağına karar vermeden önce onlardan bir cemaat müslüman olur
ve bir şahitlik yaparlarsa, kimse hakkında bu şahitlikleri geçerli olmaz.
Çünkü mağlubiyetle
kazandıkları kölelik statüsü İslama girmekle değişmez. Nitekim İslama girdikten
sonra devlet başkanı onları taksim edebilir. Durumları sözleşmeli müslüman
kölenin durumu gibidir. Onun da şahitliği bu şekildedir. Devlet başkanı onların
şahitliğini red ettikten sonra topraklarında kalıp haraç ödeyecek olurlarsa bu
caiz olur. Çünkü İslama girmelerinden önce onlar hakkında bunu düşünmesi caiz
olunca, İslama girdikten sonra evleviyetle caiz olur. Topraklarından nasıl
haraç alabilir, halbuki müslümana ilk olarak haraç ile muamele yapılmaz? diye
itiraz edilirse şöyle deriz:
O topraklan taksim
edecek olursa, mücahidlere mülk yapmış olur. Bu da toprağı hakkında başlangıçta
müslümana yükümlülük yüklemek olur. Ama sahiplerini serbest bırakırsa, o
topraklarda eskiden gelen sahipliklerinin devam etmesini kararlaştırmış
demektir. Bunlar müslüman olmadan önce topraklarından haraç alma hakkına
sahipti. Bu uygulaması da sabit olmuş hakkın devam ettirilmesi olur.
Müslümanın toprağı hakkında haracın devam ettirilmesi de sahihtir. Nitekim
topraklarını haraç arazisi yaptıktan sonra bunlar müslüman olurlarsa, kelle
vergisi (cizye) onlardan düşer, ama toprak haracı düşmez. Bu da böyledir.
2125- Aynı
şahitliği yapacak olurlarsa, devlet başkanı onu kabul eder.
Çünkü hürriyetleri
kabul edilmiştir. Onları taksim ettikten sonra sahipleri azat eder ve bunlar da
aynı şahitliği yaparsa, şahitliklerinin kabul edildiği gibi olur.
2126-
Haklarında nasıl uygulama yapacağına karar vermeden önce bazıları İslama girer
ve İslama girenler arasında babası darulîslam ehlinden olan müslüman bir adam
varsa, ikisinden biri
ölür ve arkadaşındım başka da varisi yoksa, bu arada devlet başkanı onları
zimmet ehli yapmaya karar verirse, bakılır. Onlardan ölen kişi esir olan biri
değilse, esir ona varis olmaz. Ama ölen esir ise ona müslüman olan diğeri varis
olur. Çünkü esirin durumu kölelik ile hürriyet arasında durumu belirsiz olan
sözleşmeli köle
gibidir. Sözleşmeli köle kimseye varis olmaz, ama ona müslüman
yakım varis olur. Bu
da öldükten sonra hürriyetine karar verildiği taktirde olur.
Tıpkı sözleşmesinin
gereğini yerine getiren ve hürriyetine karar verilen sözleşmeli
kölenin vefat
etmesindeki durum gibi.
2127- Müslüman
olan esirlerden biri ölür ve yine müslüman esirlerden biri ona varis olduktan
sonra devlet başkam onları serbest bırakmayı uygun görürse, ölenin malı
müslüman varisine miras olur.
Çünkü hem varis olanın
hem de ölenin hürriyeti kararlaştırılmıştır. Tıpkı ölen ve sözleşmeli olduğu
süre içinde bir oğlu olan sözleşmeli köle gibidir. Öldükten sonra sözleştiği
borcunu öder. Ama yukarıda geçen böyle değildir. Orada darulîslârn ehlinden
olan kişi öldüğü zaman, zaten hür olan bir kimse idi. Halbuki esirin durumu
belirsizdir. Onun için ona varis olması imkansızdır. Ondan sonra hüriy'eti
oıtaya çıkmış olsa bile aralarında veraset cari değildir.
Zaten o malda
verasetin hükmü ölüm ile cari olur. Burada ise ölen kişi ölüm sırasında varis
gibi durumu belirsiz bir kişidir. Ölenin malı ve varis olan ile malına varis
olunan kişilerin hakkında hürriyetin hükmü bir anda ve ölüm sırasında meydana
gelir.
Sözleşmeli köle için
hürriyet, yaşamasına dayanır veya sözleşmede öngörülen ücreti ödeyinceye kadar
hükmen hayatta kabul edilir. O durumun burada tahakkuk etmesi mümkün değildir.
Aralarında veraset nasıl meydana gelebiliyor? diye itiraz edilirse, şöyle
deriz:
O durum burada daha
açıktır. Çünkü burada onları zimmet ehli yaparsa zaten daha önce mevcut olan
hürriyeti onlara tanımış olur. Ama orada eda esnasında, sözleşmeli kölenin
daha Önce sahip olmadığı bir hürriyet sabit olmuştur. İhtiyacı olduğundan
dolayı başlangıçta ona hürriyet kazandırmak için hükmen hayatta sayması sahih
oluyorsa, hürriyet hükmünü ona tanıması için burada o durumun sahih olması
evleviyetle olur. Aynı şekilde bu esirle beraber darulîslam ehlinden onun
müslüman varisleri varsa, miras aralarında paylarına göre taksim edilir. Tıpkı
biri hür, biri de sözleşme kapsamında iki oğlu bulunan sözleşmeli kölenin
ölmesinde olduğu gibi.
2128-
Müslüman olan esirlerden birini bir müslüman kasten veya hata olarak
öldürdükten sonra devlet başkanı esirleri zimmet ehli sayarsa, kasten
öldürülenin diyetini katil kendi malından öder. Hata olarak öldürmüşse, akrabaları
öder.
Çünkü İslama girmekle
artık kanının dökülmesi haram olmuştur. Sözleşmeli köle mesabesindedir. Ancak
şüphe bulunduğu için öldürene kısas gerekmemektedir. Devlet başkanı onları
zimmet ehli yaparsa, sahipleri varis olur. Ama taksim edecek olursa kısas
uygulamada varislerinin hakkı olmaz. Hak sahibinin belirsiz oluşundan dolayı
kısas vacip olmaz, ama Öldürme kasten yapılmışsa, öldürenin akrabalarının
malından diyeti ödenir. Bu da bütün varislerine miras olur. Çünkü canının
bedeli miras bakımından diğer mallar mesabesindedir.
2129-
Darulîslam ehlinden olan
bazı varisleri onun ölümünden sonra ölse ve yine onun
ölümünden sonra esir varislerinden bazısı ölse, daha sonra devlet başkanı
onları zimmet ehli yapsa, birinci esirin bıraktığı mal, esirlerden ve
darulîslam halkından varis olan kişilere
kalır.
Çünkü o öldüğünde bu
hayatta bulunuyordu. Hürriyetine karar verildikten sonra gerçekleşen miras, o
zamana dayanır.
2130- Daha
sonra ölen esir darulİslamdaıı ise ölen kişiye varis olmadığı gibi,
darulîslamdan olan kişi de ona varis olmaz.
Çünkü darulîslamdan
olan kişi ondan önce ölmüştür. Ona nasıl varis oa-bilir? Öldüğü sırada esir
hayatta da olsa, kölelik ile hürriyet arasında durumu belirsiz olduğu için,
ölümü sırasında hür olan kişinin malından bir şeye varis olamaz. Sözleşmesinin
gereğini yerine getirdikten sonra Ölen ve biri hür, diğeri sözleşme kapsamında
olan iki çocuk bırakan sözleşmeli köle gibidir. Sözleşmeli köle, çocuklarına
mal bırakır. Sonra hür olan çocuğu Ölür sonra da sözleşme kapsamında olan
diğer çocuğu ölür. Sonra sözleşmesinin gereği olan borç Ödenir. Babanın
malından arta kalan İki çocuğa miras olarak kalır. Ama çocuklardan biri
belirttiğimiz sebepten diğerine varis olmaz. Çünkü biri hür, diğeri köledir.
2131-
Esirlerden biri kölesi ile sözleşme yapar veya onu satarsa, uygulaması şartlı
olur.
Çünkü mülkiyetin
serbest bırakılması veya taksim edilmesi arasında mütereddittir. Yani şerbet
bırakılırsa, malı onun olur. Ama taksim edilirse, malı onun olmaz. Mülkü
belirsiz olduğu için tasarrufu da bekler. Malı hakkında tasarrufu bakımından
niçin sözleşmeli köle gibi sayılmıyor? denilirse, şöyle deriz: Çünkü sözleşmeli
kölenin efendisi malı hakkında tasarrufta önceliği ona vermiş ve tasarrufu
serbest bırakmıştır. Burada ise mağlup ve esir olduğu için canı hakkında
tasarrufu kısıtlı olduğu gibi malı hakkında da kısıtlıdır. Onunu için malı
hakkındaki tasarrufu tevakkuf eder (uygulamaya konmadan bekler), devlet başkanı
onları zimmet ehli yaparsa, o zaman tasarrufu geçerlilik ve işlerlik kazanır.
2132-
Sözleşmeli köle borcunu ödemiş olduktan sonra devlet başkanı onları zimmet ehli
yaparsa bakılır. Ödenen mal (veya bedel) hâlâ efendisinin elinde olup istihlak
etmemişse, köle hür olur.
Çünkü kabzetmesinin
hükmü mevkuf (şartlı) olup devlet başkanının onları zimmet ehli yapmasıyla
yürürlük kazanmıştır.
Nitekim kabzedîlen mal
ona teslim edilir ve serbest bırakıldıktan sonra kendisinden almış gibi kabul
edilir ve kölenin azatlısına karar verilir.
2133- Ama
kabzedilen malı efendisi istihlak etmişse, sözleşmeli köle şart koşulan malı
ancak bir daha ödediği taktirde azat olur.
Çünkü sözleşme ancak serbest
bırakıldıktan sonra yürürlük kazanmıştır. Bu durumda sözleşme bedelini akdin
hakikaten veya hükmen yürürlük kazanmasından sonra almak gerekmektedir.
Sözleşme bedeli kabzedilmediğine göre, istihlaktan sonra tevakkuf (bekleme)
hükmü kabzedilen bedel üzerinde devam etmez.
Çünkü bedel olmadan
geçmiştir. Onun İçin kabzeden kişiden tazminat olarak geri alınmaz. Devlet
başkam ister esirleri taksim etsin, ister zimmet ehli
yapsın, değişmez.
2134- Köleyi
azat etmiş veya Ölüm halinde azad olacağını (müdebber) söylemiş veya sadaka
olarak başkasına vermişse, ondan sonra devlet başkanı onları zimmet ehli
yapmışsa, onun yaptığı bütün bu şeyler geçersiz olur.
Çünkü tasarruf
bakımından sözleşmeli köle veya ondan aşağı durumda idi. Sözleşmeli kölenin bu
tasarruflarının geçersiz olacağı bellidir, zira bu tür tasarruflar, gerçekten
malik olunduğunda yapılabilecek tasarruflardır. Oysa bu kişi elindekilerin
gerçek sahibi değildir. Esirin de durumu budur. Ama satma ve sözleşme yapma
başkadır.
2135- Devlet
başkanı ayrı iki düşman ülkeyi zaptetse ve biri ölünceye kadar halkını zimmet
ehli yapmasa, ölen kişinin hem kendi ülkesinden hem diğer ülkeden varisleri
olsa, ondan sonra devlet başkanı hepsini zimmet ehli yapsa, ölen kişinin
mirası sadece kendi ülkesinin fertlerinin olur.
Çünkü darulharp
ehlinden iki halk birbirine varis olmaz. Zira aralarında velayet kalmamıştır.
Bu özellik devlet başkanı onları zimmet ehli yapıncaya veya dağıtıncaya kadar
devam eder.
2136- Bu
durumda onların durumu sözleşmeli kölelerin durumu gibidir. Onlar kardeş olup
sözleşmeleri de birdi. Ancak birinin de sözleşmesi ayrı olan bir oğlu vardı. Baba
mal bırakarak ölmüş, sonra sözleşmeli oğlu sözleşme bedelini ödemiş ve azat
olmuş, sonra ölenin sözleşme bedeli
ödenmişise, ölenin
kardeşleri ona varis
olur, ama oğlu varis olmaz.
Çünkü oğlu ayrı olarak
sözleşme yapmıştır. Hürriyeti babasının dayandığı şeye dayanmamaktadır. Devlet
başkanının zapttettiği iki ayrı düşman ülkesi halkı için de durum bu
şekildedir.
2137- Adam
ölmeden önce devlet başkanı onları zimmet ehli yapmışsa, hepsi birbirine varis
olurlar.
Çünkü hepsi dam 1
İslam halkı olurlar.
2138- İki
ülkeden birinin halkını devlet başkanı zimmet ehli yaptıktan sonra diğer ülke
halkından biri ölse, ondan sonra da onları zimmet ehli yapsa, her iki ülke
halkından ölünün bütün varisleri ona varis olurlar.
Ölünün vatandaşı
olanların ona mirasçı olmaları açıktır. Diğer ülkenin halkından olanların ona
mirasçı olmaları ise, onun Ölümünden önce hür vatandaşlarımız olmalarındandır.
Onun için kendisine mirasçı olurlar.
Allah en iyi bilir.[31]
2139- Devlet
başkanı darulîslamdan iki seriyye gönderip biri bir kaleye girse ve kalede
bulunanları ve mallarım ganimet olarak alsa, diğer seriyye de onlara uğradıktan
sonra bir kaleye gidip halkını ve mallarını ganimet olarak alsa ve darulîslama
çıkıncaya kadar iki seriyye karşılaş-masa, birinci seriyyenin aldığı ganimete
her iki seriyyede bulunanlar ortak olduğu halde, ikinci seriyyenin aldığı ganimet
sadece bu seriyyede bulunanlara mahsus olur. Çünkü damlharpte ganimet
alındıktan sonra ikinci seriyyenin birinci seriye ile buluştuğu zaman birinci
seriyyenin aldığı ganimette ortaklığı sabit olmuştur. Zİra onlara bir nevi
destek kuvvet mesabesindedir. Ondan sonra damlharpte ilerlemeleri bu ortaklığı
iptal etmez. Birinci seriyyenin onlardan Önce darulîslama çıkması da bu
ortaklığı iptal etmez. İkinci seriyyenin aldığı ganimet İse tek başlarına
alınmış ve İhraz edilmiş bir ganimettir. Damlharpte birinci seriyye bunlarla
artık karşılaşmamıştır. Onun için aldıkları ganimette ortak olmazlar.
2140-
Darulharpte karşılaşmışlarda, bütün ganimetlere ortak olurlar.
Çünkü darulîslamda
ganimetleri ortak olarak ihraz emişlerdir. Her iki ganimeti birlikte almış
gibi sayılırlar.
2141- Devlet
başkanı ikinci seriyyeyi Bizansla değil, başka bir düşmanla savaşmak için
göndermiş ve yolu Bizans topraklarından geçiyorsa ve mesele aynı ise, iki seriyye aldıkları
ganimette ortak olmazlar. Darulharpte kar-ş.ılaşıp karşılaşmamaları aynıdır.
Çünkü ikinci seriyye
Bizansla savaşmak için gitmemiştir. Bizansla savaşmak için gönderilen birinci
seriyyeye destek kuvvet hükmünde sayılmazlar. Her iki seriyye de diğerinin
aldığı ganimet konusunda damlharpte ticaret yapan insanlar gibidir ve ganimete
ortak olmazlar. Damlharpte bir araya gelselerde durum değişmez.
Yukarıdaki meselede
her iki seriyye de aynı düşmanla savaşmak için gönderilmiştir. Onun için
damlharpte bir araya geldikleri takdirde birbirine destek kuvvet olurlar. Sonra
bir ülkenin halkından bir kısmı mağlup düşerse bunun etkisi geri kalanlar
üzerinde de olur. Ama ayrı iki Ülke halkından birinin mağlup olması diğeri
üzerinde bu şekilde etki yapmaz. Aksine, belki daha çok kuvvet kazanırlar.
2142- İki
seriyye de aynı ülke halkına karşı savaşmak için gönderilse, beraber bir araya
gelse ve Bizanslı askerlerle karşılaşıp daha önce ayrı ayrı aldıkları
ganimetlerini korumak için onlarla savaşsa ve Bizans askerlerini yenip
mallarını ganimet alsalar, ondan sonra daruIİslama çıksalar, ikisi de bütün
ganimetlerde ortak olurlar. Çünkü mal hepsinin savaşması ve dayanışması ile
ihraz edilmiştir. Burada durumları, darulharpte mücahİdlere yetişip ganimetleri
savunmak İçin düşmana karşı savaşan tüccarın durumu gibidir.
İkinci seriyyenin
Bizans olmayan düşmandan aldıkları ganimette birinci se-riyenin oıtak olmaması
gerekirdi, çünkü o ganimetleri birinci seriyye kendilerine gelip yetişmeyen o
ülkeden çıkarmışlardı. Onun İçin o ganimetlere ortak olmamaları gerekir. Tıpkı
ihrazdan sonra destek kuvvetin darulİslamda orduya katılması, ondan sonra o
ganimetleri savunmak için düşmana karşı onlarla beraber savaşmaları gibidir,
diye İtiraz edilirse, şöyle deriz:
Durum öyle değildir.
Çünkü darulharpte oldukları sürece darulİslama çıkarılmamış olan ganimetlerde
haklan olmaz. Hakları ancak damlîslamda ihraz etmekle gerçekleşir. Çünkü yurt
farklılığı hükmü kendi aralarındadır. Ama müslü-manlann hakkında ise hepsi bir
yerin hükmündedirîer. Çünkü müslümanların hakkı ancak sebep tamamlandığı
taktirde gerçekleşir. Bu da yuıt olarak ve galibiyet olarak üstün olmalarıyla
olur. Bu mana da, ganimeti darulİslamda ihraz etmedikçe, başka bir yurda da
çıkarsalar gerçekleşmez. Nitekim devlet başkanı Bizans'ın ötesinde bulunan bir
düşmana ordu gönderse, sonra uzun süre onlardan haber alamayıp onları
desteklemek için başka bir ordu gönderse, onları gittikleri ülkeden beraber
getirdikleri ganimetlerle Bizans ülkesinde görseler, onlara ortak olurlar.
Yukardaki durumda da böyle olur.
2143- Bizans
ülkesine gönderdiği seriyye onlardan ganimet
alsa, Bizans ülkesinin
ötesinde bulunan düşman üzerine de başka bir seriyye gönderse
ve iki seriyye bir araya gelse, ama kış geldiği için gönderildikleri yere
gi-demeseler ve devlet başkanı onlara destek olmalarını ve diğerleriyle beraber
geri gelmelerini yazsa ve hepsi birinci seriyyenin aldığı
ganimetlerle çıkıp gelseler, ikinci seriyye onlarla ortak
olmaz.
Çünkü onlara yardım
için gitmediler. Onlar açısından tüccar gibidirler. Ama darulharpten çıkmayan
ve birinci seriyye gitmeden önce düşmanla savaşacak olurlarsa, o zaman,
tüccarın durumunda olduğu gibi onlara ortak olurlar.
2144- Ama
ikinci seriyye de Bizarısın başka bir yerine gönderilmişse, durum değişir.
Çünkü her iki seriyye
de Bizansa karşı savaşmak için gönderilmiş olmaktadır. Bulundukları yeri
bilseler veya bilmeseler, her biri diğeri için destek kuvvet mesabesindedir.
2145- Darulharpte
bir araya gelirlerse, alınan ganimet-
te ortak olurlar.
2146- Devlet
başkanının gönderdiği bir seriyye ganimet alıp başına bazı kişiler bıraksa ve
birkaç gün gidip bir daha ganimet alsa, ondan sonra gönderilen bir seriyye bırakılan
ganimetleri alıp daruIİslama çıkarsa, onda ilk ganimeti alan seriyye de ortak
olur.
Çünkü birinci seriyye
almış, ikinci seriyye de darulİslamda ihraz etmiştir.
2147- İkinci
ganimet ise sadece birinci seriyyenindir ve
ikinci seriyyenin ortaklığı
olmaz. Birinci ganimetin başında
bekliyenler de ortak olmazlar.
Çünkü o ganimetleri
alan ve darulharpte ihraz eden onlardır. Başkaları bu ganimette onlara ortak
olmaz.
2148- Devlet
başkanı bir seriyye gönderir ve onlar da ganimet alırlarsa, sonra darulharpte
bir adam müslüman olsa ve düşmandan birkaç kişiyi öldürüp mallarını alsa ve seriyyeye
katılsa, ondan sonra savaş olmadan darulİslama çıksalar, adamın aldığı
ganimette seriyye ortak olur.
Çünkü onların himayesi
ile malı ihraz etmiş, darulîslamda da o malı ihraz etmede kendisine ortaklık
yapmışlardır.
2149- Ama seriyyeııin
aldığı ganimete adam
ortak olmaz.
Çünkü düşmandan
kurtulmak amacıyla onlara katılmıştır. Ganimet alındıktan sonra seriyyeye
katılan tüccarın durumundadır.
2150-
Adam onlara katıldıktan sonra savaş
meydana gelirse, alman bütün ganimetlere ortak olurlar.
Çünkü adam onların
ganimetleri için savaşmıştır ve ganimete ortak olur.
2151- Onlara
katılan adam bir zaman önce darulharpte esarete düşmüş bir esir olduğunda da
durum aynıdır.
Çünkü onun da durumu
onlardan müslüman olan adamın durumu gibidir. Onlarla beraber istihkak sebebi
meydana gelir. Ancak onlara katılmakla kurtulmayı amaçlamışsa, ortak olmaz.
2152- Bu
seriyyeden esir alınmış ve mesele
olduğu gibi ise, savaş meydana
gelmese de aldıkları ganimete ortak olur. Çünkü onlarla beraber
istihkak sebebi meydana gelmişti, fakat daha sonra o sebebi bozmayan bir engelle
karşılaşmıştır. O engel ortadan
kalkınca, yokmuş gibi olur.
2153-
Darulİslama seriyye çıkıncaya kadar esir onlara katılmazsa, esirin aldığı
ganimete seriyye ortak olmaz.
Çünkü ne
ganimet alınmasında, ne
ihraz edilmesinde ona ortak
ol-
muşlardır.
2154-
Kendisi esir düştükten sonra onların aldığı ganimete de kendisi ortak olmaz.
Çünkü ne ganimetin
alınmasında, ne ihraz edilmesinde onlara ortak olmamıştır.
2155-
Ama esir düşmeden
önce aldıkları ganimete ortak olur.
Çünkü ganimetin
alınmasında onlara ortak olmuş ve ganimettte hakkı sabit olmuştur.
2156-
Esir düşmekle sabit
olmuş olan hakkı
İptal olmaz.
Burada onun durumu
ganimetin alınmasından sonra darulhapte ilerlemeye devam eden seriyyenin durumu
gibidir.
2155- Bir
seriyye, kalelerinin dışında kiliseleri bulunan bir kale halkını muhasara etse
ve kiliseleri yıkmak isterse, sahipleri "Size bin dinar vereceğiz,
yıkmayın" derlerse, onlarda dinarları alıp Bizans topraklarında
ilerlemeye devam etse,ondan sonra gelen başka bir seriyye kiliseleri yıkmak
isterse kale halkı ile birinci seriye fertleri arasında meydana gelen olayı
öğrenmiş olsalar bile kilese-leri yıkmalarında bir sakınca yoktur. Çünkü
birinci seriyenin kiliseleri yıkmasını önlemek ve kendilerinden çekip
gitmelerini sağlamak
için dinarları vermişlerdir. Bu maksatları da gerçekleşmiştir.
Gelen ikinci seriyye
ise yıkma konusunda serbesttir.
2158- Ama
ikinci seriyye ile de barış yaparlarsa, olur. Onlarla da bin dinar üzerinde
barış yaptıktan sonra iki seriyye darulharpte bir araya gelse, bütün
ganimetlerde ve almanan paralarda ortak olurlar.
Çünkü fidye olarak
alınan şeyler, fey' olur. Düşmandan galebe ve üstünlük yolu ile alınmaktadır.
Zaten kale halkı ancak seriyye fertlerinin üstünlük ve galibiyetlerini Önlemek
için vermişlerdir. Bu yolla alınan mallar ganimet olur.
2159- İki
seriyye de tekrar o kalenin yanından geçecek olursa, darulİslama çıkmadıkça
yıkmaya hakları olmaz. Daha önce bunu belirtmiştik. Şöyle ki; her seriyyenin yaptığı mutlak (süresi belirli
olmayan) barış anlaşması, darulharpte kalma süresiyle sınırlıdır. Çünkü düşmana
verilen korku (veya düşmanın korkudan emin olması) bu sebeple olmaktadır.
Darullslama çıktıktan sonra tekrar mücahit olarak dönecek olurlarsa, o
kiliseleri yıkmalarında bir sakınca olmaz.
Çünkü darullslama
çıkmakla o barışın hükmü sona ermiştir. Zaten dönüşü halinde onların durumu
başka bîr ordunun gelişi gibidir. Onun için güçlerinin yettiğini yıkmalarında
bir sakınca olmaz.
2160- Fakat
düşman tekrar fidye verirse, tabii ki yıkmaları olmaz.
Darullslamdan çıkıp darulharbe
girerken düşman kiliselerin yanına çıkmış, savunmak için müslü-manlarla
savaşmış, müslümanlar da onlarla savaşıp oradan kendilerini
sürmüşse, seriyye fertleri
veya başka müslümanlarin o
kiliseleri yıkmasında bir sakınca olmaz. Çünkü savunmak için müslümanlarla
savaşınca, kiliseleri müslümanlardan korumaya çalışmış ve bu ihraz (savunma)
ile kiliseleri için verilen eman da bozulmuş olmaktadır.
2161- Bu
şuna benziyor; Başta mancınık kullanmamak ve kalelerinden uzak durmak üzere
müslümanlarla barış yapsalar ve böyle davransalar, daha sonra müslümanlar
döndüklerinde kalelerinden çıkıp müslümanlarla savaştıklarını ve yenilgiye
uğrayıp tekrar kalelere girdiklerini görseler, müslümanların onlarla savaşması
ve kaidelerini yıkması helâl olur. Ama kaleden çıktıktan sonra müslümanlarla
savaşmazlar ve müslümanlar da geçip gitseler, bakılır. Kalelerinde oldukları
sürece kendileriyle savaşmamak üzere müslümanlara fidye ödemişlerse onlarla savaşmaları
helâl olur. Çünkü kaleden çıkmalarıyla barış antlaşması sona ermiştir. Ama
kendilerine ve kalelerine ilişmemek üzere fidye verip barış yapmışlarsa,
kendileri müslümanlarla savaşmadıkça müslümanların onlara dokunmaları caiz
olmaz. Ama hükümdarları kuvvet gönderip kaleye yerleştirmiş ve gelen kuvvet
müslümanlarla savaş-mışsa, müslümanların kale halkı ile savaşması, kaleyi ve
kiliseleri yıkması caiz olur.
Çünkü gelen kuvvet
onlardandır. Onlara destek vermek için kalelerine gelmişlerdir. Onların
savaşması kale halkının savaşması gibidir.
2162-
Seriyye darulharpte ordu tarafından gönderilmiş ve kale halkından kiliseleri için fidye almış ve gitmiş, daha
sonra ordu gelip kiliseleri yıkmak istemiş ve seriy-yenin yaptığını öğrenmişlerse, bakılır. Barış
yapıldığı zaman ordu kalenin yakınlarında olup seriyye yardım istediğinde ona
yardım edebilecek durumda ise, askerlerin kiliseleri yıkmaları caiz olmaz.
Çünkü bunlar
seriyyenin destekçisi olup savaş işlerinde destek olan, işi yapan gibidir.
2163-
Barış yapıldığı zaman
seriyye ile beraber
olsalardı, malı geri vermeden seriyyenin kiliseleri yıkması caiz
olmadığı gibi onların da yıkmaları caiz olmaz. Barış yapıldığı yere yakın bir
yerde bulunmaları halinde de durum aynıdır. Ama uzakta iseler durum başka
olur. Şimdi durumları İslâm ülkesinden gelen başka bir ordunun durumu gibidir.
Nitekim orduya
katılmadan Önce seriyye darul İslama çıkacak olsa, birinci meselede ordu fidye
olarak alınan paralara ortak olur, ikinci meselede ise ordu ortak olmaz.
Böylece durum anlaşılmış olmaktadır.
2164-
Darullslamdan gönderilen seriyye
ganimetler alıp ücretle tutulan kişilerin yanında bırakıp darullslama
çıksa, daha sonra ikinci bir seriyye gelip ücretle tutulan kişilerle karşılaşsa
ve ganimetleri aldıktan sonra onlarla beraber darullslama çıksalar, birinci
seriyyenin ganimetinde iki seriyye de ortak olur. Çünkü onlardan biri ganimeti
almış diğeri ihraz etmiştir. Ama ikinci seriyyenin aldığı ganimete birinci
seriyye ortak olmaz.
Çünkü ne ganimetin
alınmasında ne de ihrazında onlara ortaklık yapmamıştır.
2165-
Birinci seriyye ganimetleri kiralık kişilerle beraber darullslama gönderse,
daha sonra gelen ikinci seriyye de ganimetler alsa ve iki seriyye darulharpte
bir araya gelip çıksalar, ikinci
seriyyenin birinci seriyyenin
ganimetlerinde ortaklığı olmaz.
Çünkü ne ganimetlerin
alınmasında, ne de ihrazında onlara ortak olmuşlardır.
2166- Ama
birinci seriyye ikinci seriyyenin aldığı ganimetlere ortak olur.
Çünkü darulharpte bir
araya gelip beraber çıktıklarında ganimetlerin darulharpte ve darulİslamda
ihraz edilmesinde onlara ortak olmuşlardır.
2167-
Karşılaşmazlarsa, ortaklıkları olmaz.
Çünkü ikinci seriye
tek başına ganimeti almış ve ihraz etmiştir. Zaten birinci seriyyenin fertleri
savaş sırasında onlarla beraber olmadıkları gibi kendilerinden yardım
isteyecek olursa yardımlarına
gelebilecek kadar yakın da olmamışlardır.
2168-
Birinci seriyye ganimetlerini darulharpte bırakıp yoluna devam etse ve ikinci
seriyye ile birleşip ganimetler alsa, daha sonra ganimetlerin başında bıraktıkları kişilerle karşılaşmadan önce
darulharpten birlikte çıksalar birinci ganimet sadece birinci seriyyenin olur.
Çünkü ikinci seriyye
ne ganimetin alınmasında ne de ihraz edilmesinde onlara ortak olmuştur. Ama
ikinci ganimeti ihraz eden iki seriyye arasında ortak olur.
2169- Giden kişiler
ganimetlerin başında bıraktıkları kişilere yakın bir yerde ikinci seriyye ile
karşılaşsalar, hepsi alman ganimetlerin tümüne ortak olur.
Çünkü yardım
istedikleri takdirde birbirlerine yardım edecek kadar yakın bir yerde iseler,
birbirine destek bir tek ordu gibi sayılırlar. Birbirlerinden uzakta olsa,
düşman ülkesinin iki ayrı yerine giren bir ordunun iki kolu gibidirler.
2170- Bir
kaleyi kuşatıp içinde esirlerin bulunduğu bir ganimeti alan seriyye daha sonra
kaleyi fethetmeye güç yetirmezse, ondan sonra kale halkı kendilerine fidye vermeyi
teklif ederse, müslümanların onlardan fidye almaları mekruh olur. Çünkü Yüce
Allanın "Sonra ya serbest bırakırsınız veya fidye alırsınız" ay-
eti Siiddî'nin
belirttiğine göre "Müşrikleri Öldürünüz" ayeti ile nesh olmuştur.[32]
2171- Ama
alırlarsa, caiz olur.
Çünkü almaları bir
İctihad neticesidir. Esirin mal ile salıverilmesi meselesi alimler arasında
ihtilaf konusudur. es-Siyeru's-Sağîr kitabında bunu açıkladık. -
2172- Başka
bir seriyye girip birinci seriyye ile birleşecek olursa, kiliseler için
verilen fidyelerin aksine, esirlerin fidyelerine ortak olmazlar.
Çünkü esirlere
karşılık olarak aldıkları, ücret mesabesindedir. Esirleri zap-tetmişjerdi ve
düşmandan aldıkları karşılığında onları düşmana teslim etmişlerdi. Aldıkları
ganimeti darulharpte taksim ettikten veya sattıktan sonra kendilerine destek
kuvvet gelen ordu mesabesinde olur. Ama kiliseler müslümanların satabilecekleri
tarzda ellerine geçmemiştir. Dolayısıyla fidye olarak aldıkları şeyler başta
aldıkları ganimet mal hükmündedir. Aradaki farkı şu şekilde açıklayabiliriz:
Devlet başkanı darulharpte esirleri müslüman tacirlere satarsa, caiz olur. Ama
kiliselerin bulunduğu ülkeyi darullslama çevirmeden önce kiliseleri satacak
olursa, bu caiz olmaz.
2173- Seriyye
darulharpte ordu tarafından gönderilmiş ve ardından da ordu ona yetişmiş olup
mesele olduğu gibi ise, bakılır. Seriyye esir alırken ordu onların yakınlarında
ise, esirler için alacakları fidyelere ortak olurlar. Tıpkı onlarla beraber
bulunmuş gibi. Ama uzakta ise, onlara ortak olmazlar. Ancak ordu komutanı
seriyye başkanını esirleri satmak veya fidye ile salıvermekten nehyetmişse, o
taktirde esirler için alacakları fidyeye hepsi ortak olurlar.
Çünkü satması
yasaklandıktan sonra satma yetkisi olamaz. Yaptığı iş satış olmaz, sadece
esirleri onlara geri vermek olur. Sanki onları karşılıksız geri vermiş ve ivaz
yolu ile onlardan mal almış gibidir. Durum böyle olursa, asker de alman mala
ortak olur. Halbuki birinci durumda böyle değildir. Orada seriyyenin işleri
mutlak olarak başkanına bırakılınca, esirleri satma yetkisi de sabit olmuş
olur. Alacağı fidye de ücret yolu ile alınmış olur. Ondan gelenlerin bunda
ortaklığı varsa, o zaman ücrette ortak olur. Bu ortaklığın nasıl olabileceğini
yukarıda açıkladık.
2174- Kale
halkı seriyyeye "Size sadaka olmak üzere bin dinar veriyoruz, siz de çekip
gideceksiniz" der ve bin dinar verirlerse, ondan sonra ordu gelip
seriyyeye yetişirse, alınan mala askerler de ortak olur.
Çürkü bırakıp
gitmelerini şart koşunca, fidye olarak alınmış olur. Nitekim mallarını geri
vermedikçe, malı aldıktan sonra onlara saldırmaları doğru olmaz.
2175- Ama
malı onlara şartsız verseler ve askerler de çekip gitse, durum farklı olur.
Çünkü orada mal sadece
bağış olarak veya karşılıklı rıza ile verilmiştir. Nitekim verdikleri o mal
karşılığında seriyyeden birşeyler satiri alacak olurlarsa, seriyyenin elindeki
yine ganimet olmaz.
2176-
Seriyye onlara bin dinarlık birşey satsa ve onlar da alırken şartsız olarak
seriyyenin çekip gitmesini şart koşsa, seriyyeye bundan sattıkları malın
karşılığı kadar kalır, fazlası askerlerle ortak olacakları ganimet olur.
Çünkü satılan malın
parasından fazlasını çekip gitme karşılığında vermişlerdir. Bu da ganimet
olur. Ama satılan şeyin parası seriyyeden aldıklarının karşılğı olarak
verdikleri bedeldir ve bu para sadece seriyyeye mahsustur.
2177-
DarulİsIamdan gönderilen seriyye ganimetler ve esirler alsa, ganimetleri
kiliselere bırakıp esirleri de kiliselerde
bağlayıp kapıyı kapatsalar
ve malları yere
gomseler ve darulharpte ilerlemeye devam etseler, daha sonra başka bir seriyye
gelip kilisenin kapısını açsa ve esirleri alsa, malları çıkarsa ve hepsini
darulîslama götür-seler, daha sonra birinci seriye çıkıp gelse, bu mallarda iki
seriyye de ortak olur.
Çünkü biri ganimet
olarak almış, diğeri de daruIİslamda ihraz etmiştir.
2178-
Birinci seriyye başka bir taraftan darulislama çıktıktan sonra ancak ikinci
seriyye sozkonusu kiliseye varırsa ve mesele aynı ise, bütün mallar ikinci
seriyyenin olur.
Çünkü birinci seriyye
mensupları o malları darulharpte bırakıp çıkınca her yönden ellerinden çıkmış
olur ve iki seriyyenin de elinde bulunmayan darulharbin kayıp diğer mallarına
katılmış sayılır. Ondan sonra ikinci seriye fertleri almış ve ihraz etmişlerdir.
2179-
Birinci seriyye darulislama çıkmayıp düşman o kilisenin durumunu Öğrenerek
gelse ve malları kiliselerden alsalar, sonra ikinci seriyye gelip malları
onların ellerinden alsa ve birinci seriyye ile buluşmadan önce darulislama çıkarsalar,
bütün mallar
yine ikinci seriyyenin olur.
Çünkü düşman o mallan
alarak sahiplenmiştir. Ellerinde bulunan diğer mallarına katılmış olur. O
mallan da sadece ikinci seriye almış ve ihraz etmiştir.
2180-
Birinci seriyye fertlerinden biri sozkonusu kilisede özel
eşyasından birşey bırakmış
ve onu düşman almayıp gelen
ikinci seriye almışsa, taksimden önce sahibine geri verilir. Taksimden sonra
ise ücret karşılığında kendisine verilir.
Çünkü adam malının
kendisini bulmuştur. Düşman o malı bilmediği ve alıp ihraz etmediği için adamın
mülkü olmaktan çıkmış değildir. Ama düşman alıp ihraz etmiş ve daha sonra
sahibi ikinci seriyyenin aldığı mallar arasında görmüşse, taksimden önce
karşılıksız geri alır, ama taksimden sonra görmüşse kıymetini ödeyerek alır.
Çünkü düşmanın kendisi onu kendi yurdunda bularak sahiplenmiştir.
Allah en iyi bilir.[33]
2181-
Askerlerden biri darulharpte bal, inci, mücevherat, altın veya gümüş maden
bulsa, hepsi fey' olur.
Çünkü darulharpte
ordunun gücü ile alabildiği bir maldır. Ordu darulharbe girdiği zaman amaçlan
Allah'ın sözünü üstün kılmak, dinini de aziz yapmaktı. Ordu kuvveti ile kimin
eline darulharpte bir mal geçerse, fey' olur.
Herşeyden önce oraya
gitmeseydi, sözkonusu malı zaptedip elinde tutması mümkün olmazdı. Oraya da
ancak ordunun kuvveti ile varmıştır. Onun için malı alırken ordu kendisine
destek ve koruyucu olmuştur.
2182- Devlet
başkam farketmeden Önce malı bir tüccara satmış ve parasını almışsa, devlet
başkanı bu satışı onaylayıp parasını
alarak ganimet yapar.
Çünkü satıştan önce
askerler satılan malda ortak idiler. Malın parasına da ortak olurlar.
2183- Ot
toplayıp satmışsa, satış caiz olur ve parası sadece onun
olur. Sırtında veya
hayvanı üzerinde su taşıyıp satmışsa, parası yine onun olur.
Çünkü su ve ot mubah
olup ganimetten değildir. Rasulullah "İnsanlar üç şeyde ortaktır. Su, ateş
ve ot" demekle müslümanlann bunlarda ortaklığını belirtmiştir. Ot ve su
ganimet hükmü kapsamında olmadığı için kendisi sadece onu ihraz etmiş ve mülkü
olmuştur. Satacak olursa parası sadece onun olur.
2184-
Kereste veya odun
kesip orduda bir
tüccara satmişsa, devlet başkanı
parayı ondan alır
ve ganimet yapar.
Çünkü odun ve kereste
mülk olan bir maldır. Nitekim darulİslamda bir adam başkasının arazisinden ot
veya kuyusundan su alırsa onun olur. Satacak
olursa parası da helal
ve onundur. Darulharpte bunu alacak olursa evleviyetle onun olur. Kimsenin
yetiştirmediği bir araziden odun veya kereste alıp satacak olursa, arazi sahibi
onu almaya daha layık olup alan adamın satması da caiz olmaz. Tüketecek olursa
parasını arazinin sahibine Öder. Bundan da anlaşılıyor ki odun veya kereste bir
yerde elde edilen diğer mallar gibi bir maldır. Ot ve suda ise bu durum yoktur.
Otu ve suyu kim alırsa onun olur.
2185- Odunu
yakmak için bir askere satmış ise parasını geri vermesi için emredilir.
Çünkü sattığı şey
ganimettendir. Alan da satan da ondan yararlanmada eşittirler. Onun parasını
geri vermesi lazımdır. Ama tüccara satacak olursa,durum farklı olur.
2186-
Sattığı mal bal ve buğday gibi yahut arpa, yonca saman gibi hayvan yemi olsa,
hepsi ganimetten sayılır ve ganimet alanların herbiri ondan yararlanma hakkı
vardır.
Bundan anlaşılıyor ki
yonca ot türünden değil, ağaç türündendir. Başkasının arazisinden alacak
olursa, arazi sahibine bedelini ödemesi gerekir. İmamımız Şemsu'l-Eimme'ninot
olduğuna fetva verdiği söylenir. Alınmadan önce değersiz bir bitkidir çoğu
yerlerde. Fakat İmam Muhammed'in söydiği daha doğrudur. Ot, yerde biten ve
gövdesi olmayan bitkidir. Ağaç ise gövdesi olan bitkidir.Yonca da gövdeli
olarak biten bitkidir.
2187-
Bitkiler ve ağaçlar secde ederler"
ayetinin tefsirinde şöyle
denilmiştir:
Bitkiler yerin
yüzeyinde yayılan, ağaç ise gövdesi üzere bitendir. Yonca da gövde üzerine
biten türdendir, onun için ağaç mesabesindedir.
2188-
Askerler düşmanın toplayıp yığdığı ve koruduğu otu ele geçirse, bir adam da onu
alıp satsa ve müşteri onu tüketse, bakılır. Müşteri tüccar ise alınan para
ganimet olur, askerlerden biri ise verdiği para geri verilir.
Çünkü düşman bunu
ihraz edip mülk edinmişlerdir. Askerler elde edip alacak olursa ganimet gibi
olur. Ama kimsenin ihraz etmediği otu satan kişinin alıp ihraz etmesi
farklıdır.
2189- Orduda
tüccar biri olup daruihapte gördüğü keresteden yemek tahtası ve çanaklar
yaparak onları darul-İslama çıkarsa, devlet başkanı bunları alır satar. Kereste
ve işlenmiş olarak bunun fiyatina
bakar, ona göre ücretini taksim ederek adamın emeği karşılığı payını verir.
Geri kalanı da ganimete kadar.
Çünkü işlenmeden önce
aldığı kereste şer1 an kullanılması helal olan ve sahiplenilen bir maldır.
Onun için gaspeden kişi asıl sahibinin malında bir şeyler yapacak olursa,
tazminat ödeyerek ona sahip olur. Ancak burada gaspeden kişinin tazminat
ödemesi mümkün değildir. Çünkü darulharpte ganimetlerin tüketilmesi tazminat
ödemeyi gerektirmez. Tazminat ödemediğine göre kerestenin aslına da sahip
olamaz. İşlerken verdiği emek ve sanatkârlık ise ganimetle ilgisi yoktur.
Kerestenin kendisi ise ganimettir. Taksim ile birini diğerinden ayırmak da mümkün
değildir. Onun İçin mal satılır. Buna şöyle bir örnek verelim; mesela bir rüzgar
esip bir adamın elbisesini başkasının boya kazanına atsa ve elbise boyansa,
elbisenin sahibi de boya sahibine tazminat ödemeyi red etse, elbise satılır.
Yine kesilen koyunların derilerini alıp kürk yapsa yahut balık avlayıp konserve
yapsa durum aynıdır. Belirttiğimiz prensip bütün bunları kapsamaktadır.
2190- Ganimetler
daruIİslama çıkarıldıktan sonra bunu adam yapacak olursa ve mesele aynı ise
kerestenin parasını tazminat olarak öder ve yaptığı eşya kendisinin olur.
Çünkü ihrazdan sonra
maldan tüketilen miktar için tazminat öder. Ödediği tazminat ile işlemeden önceki
malı temellük etmiş olur. Ondan sonra işlenen şeyi de elde etmiş olur.
2191- Buna
göre ganimetler darulharpte taksim edilip keresteyi payına düşen kişiden alır
işlerse, durum aynı
olur.
Çünkü gaspetmiş ve
bundan dolayı tazminat ödemiş olur. İşlemekle de bir bakıma tüketmiş olur. Bu
bakımdan malın kıymetini sahibine tazminat olarak ödemesi gerekir. Mesela bir
adamdan temiz deriler alsa ve tabakladıktan sonra ta-saffufta bulunsa kürk onun
olur, ama parasını sahibine öder. Çünkü gaspedilen şey işlenmeden önce
sahipliği belli ve korunan bir maldır.
2192-
Ölen hayvanların derilerini
alıp tabaklasa ve kürk yapsa kürkler işlenmemiş deri
olarak, bir de işlenmiş olarak değerlendirilir, İşleyen kişi isterse sahibine
temiz derisinin parasını deri kıymeti üzerinden verir, İsterse kürkler satılır
ve parası işlenmemiş temiz deri üzerinden yahut kürk fiyatı üzerinden sahibine
ödenir.
Çünkü gaspeden kişi
burada deri için tazminat vermez. Zira tabaklamadan önce şer'an kullanılabilen
bir mal değildi. Tabaklamak deriye birşey kazandır-miyorsa, sahibi onu
karşılıksız alır. Ama kıymeti olan bir şeyle tabaklamış ama durumu
değişmemişle, deri sahibi deriyi alabilir ve tabaklamanın sağladığı fazlalılığı
tabaklayan adama verir. Fakat derinin parasını tazminat olarak ondan alamaz.
Çünkü tabaklamadan önce tükecetecek olsaydı, onun için tazminat ödemezdi.
2193- İhraz
edilmeden önce ganimetlerden birşey alıp işliyecek olursa, hükmü aynı
şekildedir.
Mesela askerden biri
düşman bir ülkede Ölmüş samur görse, derisini yüzüp tabakladıktan sonra ondan
bin dinar değerinde kürk yapsa ve onu darulîs-lama çıkarıp getirse, bu şahsına
mahsus olmaz. Çünkü buna ancak ordunun kuvvet ve himayesi İle İmkan bulmuştur.
Onun İçin kendisine ait olmaz. Belirttiğimiz şekilde satılır.
2194- Yine
düşman ülkesinde bakır veya kalay madenî yahut altın ve gümüş madeni bulup
ondan ibrikler yapsa, durum aynıdır.
İmam Muhammed'in
görüşüne göre durum budur. Ama Ebu Hanife'ninin kıyasına göre altın ve ibrikler
ondan alınır ve ganimete katılır, sanatkarlığından dolayı da kendisi ayrıca
birşey alamaz. Çünkü Ebu Hanİfe altın ve gümüşte sanata itibar etmemekte ve
sanatla mal, tüketilen mal hükmünde olmadığını söylemektedir. Bir büyük kazanı
ğaspedip onu kuyu yapanın durumunda olduğu gibi.
Allah en iyi bilir.[34]
2195- Ganimetten
pay veya bahşiş alamıyan kişilerin ganimetten
yemek ve hayvan yemi
alması helal olmaz. Çünkü bunlar
mücahidler kapsamında değildirler. Müca-hidlere bu gibi şeyleri almak zaruret yolu
iledir. Çünkü bu gibi şeyleri darulİslamdan taşıyıp
getirmeleri mümkün değildir.
Para ile de darulharpten almaları mümkün olmamaktadır.
Çünkü düşmanla ticaret
ve iş ilişkisi için değil, savaşmak için gelmişlerdir.
2196-
Tüccarın hakkında zaruret gerçekleşmemektedir.
Çünkü satın alarak bu
şeyleri sağlayabilirler.
2197-
Nitekim mücahidler yedikleri şeylerle güç kazanır ve dini üstün kılmak,
ileride ganimetler almak için atlarına yem verirler. Tacirler ise, böyle
değildir. Bununla beraber tacirler darulharpte tükettikleri bu şeyler için tazminat
ödemezler.
Çünkü bu gibi şeyleri
yararlanmak amacı olmaksızın tükettikleri takdirde tazminat ödemezlerse,
yararlanmak için tüketmelerinde ise evleviyetle ödemezler.
2198-
Mücahidler ganimetten kendileri için alabilecekleri gibi, geçimlerini
sağlamakla yükümlü oldukları eş, çocuklar ve köleleri için de darulharpte
beraberlerinde bulundukları takdirde almaları caizdir.
Çünkü bu
insanların geçini ihtiyacı mucahidlerin
geçim ihtiyacı gibidir. Ganimetten onlara yediımiyecek olurlarsa, o zaman
geçimlerini sağlamak için ka-
zanç temin etme yoluna
gideceklerdir.
2199-
Ama savaşmayan kiralık
biri için ganimetten almak olmaz.
Çünkü onun ganimetten payı yoktur. Zaten kiralıyan
kişi üzerinde geçimini sağlama mecburiyeti yoktur. Sadece ücretini alır.
2200-
Ganimetlerin taksiminden ve satışından önce orduya katılan destek kuvvet ganimetten yiyecek ve hayvanları için
yem alabilirler. Çünkü
onlara katıldıktan sonra
ganimette ortak olurlar.
2201-
Ganimet satıldıktan veya taksim edildikten sonra kimsenin artık
ganimetten bir şey
alması caiz olmaz. Ancak kişilerin kendi paylarından
onların izni ile almak caiz olur. Kişilerin paylarından alınacak
olursa, onlara karşılığı tazminat olarak ödenir- Diğer mallarından alınması
gibi. Bir asker ganimet yiyeceklerden birşey alır ve savaşmayan ordudaki bir
tüccara hediye ederse, tüccarın onu yemesi hoş olmaz.
Çünkü ondan ancak
askerlere verilebilir. O da hediyeyi kapsamaz. Nitekim yemesi serbest olan
kişi, hediye etme hakkına sahip değildir, Asker İçin serbest olması
zorunluluktandır. Başkasına hediye etmek ise, zorunluluk değildir. Hediye
edememesi, tüccarın kendi kendine alması gibidir. Hediye edilen şeyi, hediye
eden askerin sığınaktan getirmiş olması ile başkasının getirmiş olması aynıdır.
Çünkü her İki durumda da getirilen şey ganimettir.
2202- Ama
asker ot toplar veya su getirir, daha sonra da onu yararlanması için tüccara
gönderirse, tüccarın bundan yararlanmasında bir sakınca olmaz.
Çünkü bu ganimetten
değildir, Onu ihraz eden kişinin özel mülkü olmuştur. İstediği kişiye hediye
edebilir. Zaten onun rızasını almadan muhtaç da olsa, kimsenin ondan birşey
alması caiz olmaz. Halbuki yemek öyle değildir. Zira yemek ganimeüendir.
Nitekim onu getiren kişi ona muhtaç değilse, mücahidler-den başka birinin
ihtiyacı kadar ondan almasında bir sakınca olmaz.
2203- Alan
kişi o şeye muhtaç ise, rızası dışında kimsenin ondan bir şey alması doğru olmaz.
Çünkü onu İhtiyacı
için almaktadır. Sahibinin ihtiyacı için tahsis edilmiştir. Mana bakımından
ikisi aynı olunca, tercih öne geçmekle olur. O kişi onu daha Önce almıştır ve
Rasulullahm şu buyruğuna göre o kişi ona başkasından daha layık olmaktadır.
"Mina'da konaklamak Önce gelenin hakkıdır". Camiye geüp namazı
bckiiyerek oturan kişiyi kimsenin o yerde oturmak için uzaklaştırması veya
rahatsız etmesinin doğru olmaması bunun delili olabilir.
2204-
Yiyecek ile ot
arasındaki farkın delili
şudur; Otu, kişi sahibinden
alıp tüketecek olsa,
parasını ona verir. Ama yiyeceği
bir asker veya bir tacir alsa, tazminat Ödemesi gerekmez.
Çünkü yiyecek
ganimettendir. Darulharpte ganimetten yapılan tüketim için
tazminat ödenmez.
2205-
Askerlerden biri ganimetten bir koyunu
kesip derisini yüzse ve etini pişirse
yahut yine ganimetten buğday alıp öğütse ve ekmek pişirse, sonra bir tüccarı yemeğe davet
etse ve beraber yese yahut yemeği ona hediye etse, bunda bir sakınca olmaz.
Çünkü bu yaptığıyla
ganimet olan yiyeceği tüketmiş olmaktadır. Nitekim gaspeden kişi bunu
başkasının malında yaparsa,mah gaspedilen kişiye tazminat ödemesi gerekir ve
gaspedilen mal onun olur. Ganimetten alacağı malın onun olması evleviyetle
oSur. Mülkü olması da ona hediye etme ve kullanma serbestisini verir. Fakat yiyeceğin
ke, durum başka olur.
Aradaki farkı şöyle
açıklayabiliriz; Yemeğin konumunun değişmesinden sonra bir kişi gelip onu itlaf
ederse, tazminat ödemesi gerekir. Ama bundan önce itlaf edecek olursa, tazminat
ödemez. Zaten yemek için hazırlanmış bulunan yiyecekte aslolan genişliktir.
Nitekim İzin verilen bir köle bir yemek hazırlayıp efendisinin izni olmadan
ona başkasını davet aderse, kazancı efenedisine ait olduğu halde davet edilen
kişini o yemekten yemesinde bir sakınca olmaz. Kimsenin mülkü olmayan bir şeyde
bu kişinin yaptığında durum elbette daha kolaydır.
2206-
Tüccardan biri bir askerle beraber ordu karargahından uzak bir yiyecek
deposuna gitse ve ondan yiyecek getirse, hem kendisinin ondan yemesinde hem de
hayvanına yedirmesinde bir sakınca olmaz.
Çünkü onu alan
kendisidir. Diğer askerlerin onda hakkı ancak onun ge-tirmesİye sabit olur.
Onda haklarının bulunması ondan getiren kişinin yararlanmasına engel olmaz.
Nitekim bir başkası
bir mal alacak olursa, bu malda askere ortak olur. Ama kendisi dışında askerin
elde ettiği mala kendisi ortak olmaz. Onun için malı uzak biryerden getirmiş
olması şartı aranır. Çünkü askerin yakınında olan mal onların kuvveti ve
himayesi sayesinde alınmış sayılır. Kendisi dışında askerin elde ettiği mal
mesabesindedir.
2207- Büyük
ve küçük baş hayvanlar yiyecek kapsamındadır. Ganimet alanlardan herkesin,
darulîslama çıkıncaya kadar darulharpte ihtiyacı için ondan almasında bir
sakınca yoktur. Ama darulîslama çıktıktan sonra ancak kesin zaruret
ve bedelini ödemek şartıyla
yararlanması mümkündür.
Çünkü darulİslamda
ihraz etmekle ganimette hak kesinleşmiş olur. Yiyecek ve hayvan yeminde
ortaklık hakkı, hakkın kesinlik kazanmasıyla gerçekleşir. Taksim ile mülkiyet
ve satışla hakkın kesinleştiği gibi.
2208- Darulharpten
çıkıp henüz yolda ve müslüman-Iarın ancak ordunun himayesi sayesinde emniyette
olabilecekleri, düşmanın da oturmaya güç yetiremiyecekleri bir-yerde iseler,
yiyecek ve hayvan yemi almanın mübahlığı bakımından bu durumlarıyla darulharpte
oluşları arasında fark yoktur. Yani bu durumda iken yiyeceklerden ve hayvanları
için yemlerden yararlanabilirler.
Çünkü bu yerler
düşmanın elindedir. Müslümanların İkamet edemediği ve emniyette olamadığı her
yer darulharp Özelliğini taşımaya devam eder. Diğer taraftan burada da ihtiyaç
için alma zarureti mevcut olup ganimetten almak mubahtır. Çünkü burada da
ancak satın almakla yiyecek ve hayvan yemi temin etmek mümkün olmaktadır.
2209- Müslümanların
emin olabilecekleri yere gelince, artık ihtiyaç ortadan kalkar ve bundan sonra
ganimetten yemek ve yem alamazlar.
2210- Daruiharpte
bulundukları süre içinde yiyecek alan kişinin yanında aynı cinsten yiyeceğin az
veya çok bulunması, mübahlık bakımından aynıdır.
Çünkü ihtiyaç
sebebiyle yiyecek ganimetteki ortaklıktan istisna olmuştur. Darulharpte
bulundukları sürece ondan almak mubahtır. Mubah olarak devam ettiği için de
ondan alan kişinin ona muhtaç olup olmaması arasında fark yoktur.
2211- Yemek
için koyun ve sığır kestikleri
taktirde derilerini ganimete vermeleri lazımdır.
Çünkü bu yeme amacı
kapsamında olmayan bir şeydir. Bilhassa kuruduktan sonra artık bu amacın
dışında olmaktadır. Yani deri yenilecek birşey değildir. Normalde yenilecek
şeylerin yenilmesi mubahtır. Bu şeyler ister orada bulunan şeylerden olsun,
ister oraya başka yerden getirilen şeyler olsun, aynıdır. Bu konuda Şam
alimlerinden bazıların muhalif olduğunu belirtmiştik.
2212- Yemeklere
katılan baharat da yiyecek gibidir.
Çünkü halk arasında
normal olarak yenilmektedir.
2213-
İhtiyaç duyacakları yakacak meselesinde cevap, yemek meselesindeki gibidir.
Çünkü ona ihtiyacın
olduğu kesindir. Yakacak olmadan da yemek pişirmek mümkün değildir.
2214- Yemek
pişirmeleri için yapmaları caiz olan her-şcyi ısınmak için de yapmaları
caizdir.
Çünkü bu da temel
ihtiyaçlarındandır. Zaten yemeği pişirmek içn ateş yaktıkları zaman onunla
ısınmaktan alıkonulmazlar.
2215- Başta
ısınmak için yaktıkları ateş de
böyedir. Yenmesi mubah olan her çeşit
yağdan yiyebilir ve aydınlatmak için
kullanabilirler.
Çünkü iki alanda tüketilen
ve kendisinden yararlanılan bir maldır. Kandili yakmak için kullanılan yağ,
yemek için kullanılan yağ hükmündedir. Çünkü her ikisine de ihtiyaç olmaktadır.
Onun için ikisi de ganimetteki ortaklıktan müstesna olmaktadır.
2216-
Zambak, menekşe ve şebboy çiçeğini aydınlatmada kullanmaları doğru değildir.
Çünkü bu normalde yenen şeylerden değildir. Zaten ondan sürünmeleri helal olmaz.
Çünkü sürünme temel ihtiyaçlardan değildir. Koku ve esans gibi olup ganimet
olan bu gibi şeyleri sürmeleri caiz olmaz.
Çünkü bunlar temel
ihtiyaç değildir. Bunları sürmek helal değilse, aydınlanmak için onları
kullanmak evleviyetle helal olmaz.
2217-
Zencefil gibi maddelerden
yapılan şeyleri ve düşmanın yaptığı ilaçları da almaları
doğru olmaz. Çünkü bunlar halkın temel yiyeceklerinden değildir.
Yani temel
ihtiyaçlardan ve hayatın bağlı bulunduğu şeylerden değildir. Yemek gibi
ganimetteki ortaklıktan müstesna olmazlar. Mesela kadına nikah akdiyle
kocasının nafaka vermesi, yani geçimini sağlaması vacip iken ilaç vermesi bu
şekilde değildir.
2218- Ama
devlet başkanı ganimetteki bu şeylerden bazısını satar ve biri onu alırsa,
kullanması serbest olur.
Çünkü satın almakla
mülkü olur.
2219-
Düşman ülkesinde yetişen bir ilaç
bulunup alınırsa, bakılır. Alınan şeyin o bölgede kıymeti varsa ganimet
kapsamında olur ve kişiler ondan yararlanamazlar.
Çünkü onun ve
başkasının ganimetten alınması aynıdır.
2220- Ama o
bölgede kiymeti olmayan birşey ise, ilaç olarak kullanmasında bir sakınca
yoktur.
Çünkü bu yerde
kendisinden yararlanma bakımından ot gibidir.Başka yere götürdüğü zaman değerli
olabilir, ama burada değerli değildir.
2221- Belirttiğimiz
durumlarda hayvanların yemi insanların yiyeceği gibidir.
Çünkü mücahidin
hayvanına yem verme ihtiyacı temeldir. Tıpkı yemeğe kendisini ihtiyaç duyması
gibi.
2222-
Yenmesi caiz olan şeyi hayvanına yedirmesi de caizdir. Mesela yemesinin caiz
olduğu yağdan atının tırnaklarına sürmesi de caizdir. Aynı şeklide sirkeden de
yararlanabilir. Zaten yemek katığıdır. Bazı yemeklere katkı olarak kullanılması
bakımından baharat gibidir. Elbise, kap ve diğer mallardan ise, kişilerin özel
yararlanmaması gerekir.
Çünkü bunlardan
yararlanma ihtiyacının olması belirsizdir. Onun İçin ganimetle ortaklıktan
müstesna olmadığı gibi onlardan yararlanma da mubah olmaz. Ama kesin zaruret
ortaya çıkarsa, mubah olur. Zaruret halinde başkasının mülkünden yararlanma
caiz İse. ganimetten yararlanmak evleviyetle caiz olması gerekir.
2223-
Zaruret ortadan kalkınca ganimetten
aldığını geri verir ve tazminat ödemez. Ama başkasının mülkünden
tükettiği zaman tazminat ödediği gibi meydana gelen zarar veya eksiklikten
dolayı da tazminat
öder. Fakat da-rulharpte ganimetten tükettiği
şeyler için tazminat ödemez. Ama
ihtiyaç olmadan kişi tüketmişse, devlet başkanı onu tedip eder, gerekirse
cezalandırır. Elbisede zaruret, kişinin üşümesi ve hastalıktan korkmasıdir.
Tabaklarda da zaruret yeme ve içmede kullanılması ve bu şeylere şahıs olarak
sahip olmamasıdır. Habere göre ganimet olan ata binmek, hıyanet olur. Kendisinin
bineği varsa veya yürümekten eziyet
çekmiyorsa, ganimet olan at, eşek, katır gibi hayvanlara binmesi de doğru
olmaz. Ama bunlardan birine su ve yem vermek yahut üzerinde yük taşımak için
binecek olursa, sakıncası olmaz.
Çünkü bu ganimet olan
malın bir ihtiyacıdır. Hayvanın kendisi ganimet olup zaruret olmadan kişisel
ihtiyacı İçin binemez.
2224- Şahsî
eşyası veya şahsî hayvanlarının yemini onun üzerinde taşıyamayıcağı gibi
zaruret ortaya çıkmadıkça onun üzerinde savaşması da doğru değildir.
Bu ölçülere uymamak
hıyanet olur.
2225-
Binmede zaruret yorulmuş olmakve
binmediği taktirde düşmandan korkmak veya düşmandan korku olmadiği halde
binmiyecek olursa mahvolmaktan korkmak veya atı öldürülmüş olup piyade olarak
savaşma gücü bulunmamak gibi durumlardır. Bu durumlarda ata binmesinde bir
sakınca yoktur. Ganimetten bindiği at telef olacak olursa, ne Allah huzurunda
ne de yargı karşısında herhangi bir cezası ve tazminat Ödemesi sözkonusu olmaz.
Çünkü bu durumlarda ata binmesi şeriata göre mübahdır.
2226- Ama
ihtiyaç olmadan tüketilen şeyler böyle değildir. Kendisinde hak kesinleşmediği
için yargı bakımından tazminat ödemez, ama kendisi ile Allah arasında onun
kıymetini ödemesi gerekir.
Çünkü tükettiği İçin
günahkar olmuştur ve fetva olarak tazminat ödemesi
2227-
Belirttiğimiz bütün durumlarda ganimet silahlardan yararlanmasının hükmü de
bu şekildedir. Zaruretten dolayı mubah olduğu zaman telef ettiğinden dolayı yargı bakımından
tazminat ödemez. Kendisi
ile Allah arasında da, yani
takva olarak da birşey ödemesi gerekmez. Ama kullanmaktan dolayı günahkar
olduğu, yani zaruret olmadığı halde kullanıp telef ettiği zaman kendisi ile
Allah arasında bedelini Ödemesi lazımdır. Ancak yargı bakımından buna mecbur
edilmez. Çünkü telef olan malda hak henüz tam kesinleşmiş değildir.
Böyle bir durumda
tevbe etmesi gerekir. Tevbenin en iyisi de ganimetten telef eltiği şeyin
bedelini (parasını) ödemesidir.
2228-
Hayvanlar için semer, insanlar için elbise mesabesindedir. Hayvanların gem ve
eğerleri de insanların silahları mesabesindedir. Darulharpte sabun ve sabun otu
gibi temizlik maddesi bulup zaruret olmadan kullanacak olursa, mekruh olur.
Çünkü bu temel
ihtiyaçlardan değildir. Zira ganimetten müstesna sayılmayan şeylerdendir.
2229- Ancak
sabun otu değer taşımayan bir bölgede
bitmişse ondan yararlanmak için kişinin almasında bir sakınca olmaz. Ama değer
taşıdığı bir bölgede bitmişse ganimet olur ve
düşmanın evlerinde sakladığı diğer malları gibi zaruret olmadan alıp
kullanmak caiz olmaz.
Bulunduğu bölgede
değer taşıdığı halde odunun yakılmasında sakınca olmadığı beliıtildiği halde
elbise ve başın sabunla yıkanmasına neden ruhsat verilmedi? diye itiraz
edilirse, şöyle deriz: Çünkü yakacak temel ihtiyaç olan yemeğin pişirilmesi
İçindir. Bu İtibarla ganîmettten müstesna olur. Ama bu şeylerde bu özellik
bulunmadığı için ganimetten müstesna olmazlar.
2230-
Buhurdanlık veya mangal
görse, kullanması caiz olmaz.
Çünkü bu temel
ihtiyaçlardan değildir.
2231-
Mangalda ateş de yakamaz.
Çünkü halkın ateş
yakmak için kullandığı birşey değildir.
2232- Düşman
ülkesinde ve yaktığı düşman odunu ise mangalda ateş yakmasında bir sakınca
yoktur.
Bu durumda içinde
yaktığı ateşten evleviyetle ısınır.
2233-
Kazıklar, tahta sofra ve çanaklar, zaruret olmadıkça yakacak için
onlardan yararlanmaları doğru değildir.
Çünkü bunlar eşya
mesabesinde olup normalde yakacak değildir.
2234-
İşlenmemiş kerestenin o bölgede değeri varsa, yakacak dışında ondan yararlanmak
helal olmaz. Ama değer taşımıyorsa, yakacak
olarak kullanılabilir. Ağaçtan yapılmış çanak ve tasların
darullslama çıkarıldıktan sonra hükmünü yukarıda belirtmiştik. Darullslama
çıkarılmadan önce bunlardan sahibi yararlanmak isterse bir sakıncası olmaz.
Çünkü işlenmeden Önce
yararlanması mubahtı. Zira bu yerde herkesin kullanması mubah olan bir şeydi.
İşlenmesi ondan yararlanmasına engel değildir.
2235- Devlet
başkanı ganimetleri darulharpte taksim etmek isterse, işlenmiş ve yapılmış olan
malzemeleri işliyen kişiden alır ve ganimete katar. Ona da parasını verir.
Kereste için işlenmiş ve işlenmemiş olarak değeri biçilir, satmışsa, işleme
ücretini parasından Öder. İşlenmiş kerestenin darulharpte ve daruIİslamda bir
değeri yoksa, işliyen kişiye ait olur.
Çünkü İşlemesiyle
şer'an kulanılabilir bir mal olup şahsî kazancı haline gelmiştir. Nitekim
başkasının toprağından bir testi yapan kişi testiye mülk olarak sahip olur.
Testi ve benzeri araç yapımında kullanılan toprak, çanak ve kap yapımında
kullanılan kereste gibidir.
2236-
Ganimet toplamak için giden bir topluluk düşmana ait atlar, yiyecekler ve
esirler getirseler, bütün bunları getirdikleri atlar üzerinde karargaha kadar
yüklemelerinde bir sakınca olmaz.
Çünkü hepsi ganimet
alanlar içindir. Atlar da, diğer şeyler de askerler içindir. Bu sebeple hüküm
eşya hakkında sabit olunca, yiyecekler hakkında da sabit oku-. Çünkü
yiyecekleri bütün askerlerin yararlanması için getiriyorlar.
2237-
Buldukları az miktarda yiyecek ve hayvan yemini kendi ihtiyaçları için
alsalar, zaruret olmadıkça onları düşmandan aldıkları atlar katır ve eşekler,
arabalar üzerine yüklemeleri hoş olmaz.
Çünkü o yiyecekler
ancak ihtiyaçlarına yetiyorsa, başkalarından önce almaya daha layıktırlar.
2238- Onun
hükmü, ihtiyaçları için darulİslamdan beraber getirdikleri yiyeceklerin hükmü
gibi olur. Buldukları sığır ve deve üzerine kendi ihtiyaçları için aldıkları
yiyecekleri yüklemelerinde bir sakınca yoktur.
Çünkü bu da yiyecekler
cümlesindendir. Nitekim yemek için onları kesebilecekleri gibi ancak
ihtiyaçlarına yetecek İse sadece onlara mahsus olur. Aynı şekilde kendi
ihtiyaçları için aldıkları yiyecekleri onlara yüklemekte de bir sakınca yoktur.
2239- Atlar
üzerinde ancak ihtiyaçlarına yetecek kadar az yiyecek bulurlarsa, o yiyecekleri
atlardan alıp kendi hayvanlarına yüklemeleri ve atları ordu karargahına sürmeleri
gerekir.
Çünkü sürekli onlara
yüklemek ganimet malını haksız yere kullanmak demektir.
2240-
Darulİslamdan beraberlerinde getirdikleri yiyecekleri ganimet malı olan deve ve
sığırlara yüklemek isterlerse, zaruret olmadıkça helal olmaz.
Çünkü bunlar yiyecek
de olsa ganimettendir. Zaten ihtiyaçları fazlası olan kısım diğer bütün
mücahidlerindir. Taşınan şey ise özel mülktür. Kimse ondan yararlanamaz.
Ganimetten olmayan bir şey için ganimetten olan bir şeyden yararlanmaları
helâl olmaz. Halbuki ihtiyaçları için aldıkları yiyecekler böyle değildir.
Zaten yiyeceklerini ve içeceklerini onlara yüklemeleri, binmeleri
mesabesindedir.
2241-
Düşmana ait içinde yiyecek bulunan çuvallar da üzerinde yiyecek bulunan düşmanın
atları hükmündedir.
Çünkü çuvallar içine
eşya konan şeyler olup atlar gibi yiyecek değildir. Buldukları atları kesip
yemek isterlerse, ancak zaruret halinde buna izin verilir. Ebu Hanife'nin
prensibine göre bu açıktır. Çünkü İbn Abbas'ın da görüşünde olduğu gibi atların
eti ona göre mekruhtur. Atlar ganimette yemek cümlesinden olmaz. Ama iki
imam'ın görüşüne göre sahibi için etinin yenilmesi mubah ise de, ganimet
cümlesinden olan ve herkesin yiyebileceği yiyecek kapsamında sayılmaz. Böyle
olması için öıf olarak bu iş için kullanılmış olması yahut şeriatta belirtilmiş
olması lazımdır.
Hayvanlardan yemenin
yararı Kur'anı Kerim'le belirtilmiştir. Yüce Allah: "Ondan
yiyorsunuz" buyurumaktadır. Atlar hakkında ise, hüküm belirtilmemişir.
Genellikle de halkın yemeği adet edinmediği şeydir. Umumiyetle binmede kullanılır.
Onun için zaruret olmadıkça atların kesilmesi ve etinin yenilmesi mekruhtur.
2242- Devlet
başkanı bunların zengin olduklarını düşünerek ictihad yolu ile onları yemekten
ve yemlendir-mekten alıkoyabilir. Nitekim
darulharpte atları satmak veya taksim etmek isterse, hükmü
geçerli olur ve yemenin mübahlığı hükmü de bununla sona erer. Onları yemekten
alıkoymaya karar vermesi de bu şekildedir. Ama muhtaç iseler, o zaman tümden
onlara yasaklanması mekruh olur. Fakat ücret karşılığı yararlanmasına müsaade
edebilîlir. Çünkü insanların ihtiyacına rağmen şer'î bir ruhsatı kaldırmaya
çalışmaktadır ve buna hakkı da yoktur. Tıpkı kamu malı olan sudan
yararlanmalarım
veya yoldan
geçmelerini engellemeye çalışması gibidir.
2243- Onlara
ücretle müsaade edip aldığı ücreti ganimete ilave ettikten sonra bu kararı
aksini düşünen başka bir yargıca götürülse, onun verdiği karar uygulanır.
Çünkü bu uygulama onun
bir içtihadı olarak yapılmıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi ictihad konusu
olan yerlerde devlet başkanının kararı geçerlidir.
Kimileri de devlet
başkanının, halkın ona ihtiyacı olmasa bile, o malları yasaklaması doğru
olmaz, demiştir.
Muhalif olan bu
"kimilerin" kim olduğu belirtilmemiştir. Devlet başkanının serî bir
ruhsattan dolayı onları menedeceğini anlamış gibidir. Ama alimlerimiz, ihtiyaç
halinde ruhsatın olacağını söylemişlerdir. İhtiyacın bulunması halinde onları
ruhsatlardan menetmesi onlara yarar sağlamak yerine, zarar vermektir. Bunda
müslümanlar için açık bir yarar mevcut olsa bile onların zararını kastetmiş olmaktadır.
Bunu da aynı şekilde yapabilir. Ama zaruret bulunmadığı zaman müslümanların
yararını gözetmek durumundadır ve gözetme yetkisine de sahiptir. Serbest
bırakması halinde yiyeceklerden aşın almaları ile yasaklama halinde israftan
kaçınmaları hususu dışında bir durum olmasa da, bu bile yasaklamak için ictihad
serbestisi için yeterli bir sebep olur.
2244-
Düşmanların yıkanmak veya
ilaç olarak kullanmak için evlerinde hazırlanmış çamuru
ihtiyaç olmadan askerlerin alıp kullanmaları uygun değildir.
Çünkü düşmanın olan
mal ganimet olur ve bu tür şeyler temel ihtiyaç olmadığı için kullanılması
uygun değildir.
2245- Ama
düşmanın evlerinde mallan olmayan çamur bulsalar ve bu çamurun o bölgede değeri
varsa, onun kullanılmasında bir sakınca olmaz.
2246-
Yakacaklardan başka yüzerlik otu gibi şeyleri buldukları takdirde
düşmanın malı da
olsa, ondan yararlanabilirler.
İstihsana göre
böyledir. Ama kıyasa göre ancak ihtiyaç halinde ondan yararlanabilirler.
Yakacak da temel ihtiyaç olan şeyler için geçerli olur.
2247-
Düşmanın çadır direği veya kazıkları da şer1 an kullanılabilen ve ganimet olan
mallardan olur. İhtiyaç olmadan kimsenin ondan yararlanması doğru değildir.
Aynı şekilde düşmanın yakacak maksadı dışında topladığı bir kısmı kazık, bir
kısmı da çanak yapılmış keresteden de kimsenin yararlanması doğru olmaz.
Çünkü işlenmesinde
ganimet hükmü sabit olmasa bile, asıl maddesinde ganimet hükmü sabittir.
Nitekim devlet başkanının o malı satıp işlenmiş ve işlenmemiş olarak parasını
taksim etmesi gerekir. İşliyen adama işlemesinin karşılığı verilir ve gerisi
ganimete katılır. Yahut işlemesinin karşılığı olacak kadar ondan pay verir ve
gerisini ganimete katar.
2248-
İşliyen sanatkar keresteyi kendisi onların ağaçlarından almış ve kerestenin o
bölgede değeri varsa, yukarıda anlatıldığı şekilde işlem yapılır. Değeri yoksa
darulharpte ondan yararlanmasında bir sakınca olmaz, darul-İslama çıktığında
ise hükmü yukarıda belirtildiği gibidir. Çünkü iki durumda da maddesi
ganimettir. Burada ganimet olması da
alınmasıyla olmuştur.
Alırken de adam ancak ondan yararlanmayı kastetmiştir. Maksadı gözönünde
bulundurularak ondan yararlanması birinci planda kabul edilmiştir. Halbuki
yukarıda geçtiği yerde kerestesi müşriklerin ihraz edilmiş bir malı olması
hasebiyle olmuştu. İhtiyacı olmadan ondan yararlanamazdı. Sonra Abdullah b.
Amr b. el-Âs'ın hadisi zikredilmiştir ki o, askerlerle yola koyuldukları zaman
çadır kazıklarını ganimet içine dahil etmelerini emretmitir.
2249-
Darulharpte düşmandan aldıkları yağ ve iç yağı ile eğerlerini ve hayvanlarının
sırtına koydukları derileri yağlamasında bir sakınca yoktur. Ama savaş için
değil de, ticaret için getirdikleri bu malzemelerini bu mallarla yağlamaları
doğru olmaz.
Hepsinin kuralı
aynıdır. Çünkü aldıkları bu şeyler ganimettir. Ancak is-tihsana göre şöyle
denilmiştir:
2250-
Savaşma gücünü kazanmak için ondan yiyebilirler. Savaşta
kullanacakları malzemelerin de
bunlarla yağlanması mümkündür. Ama ticaret için getirdikleri şeyler
onların savaş gücünü artıran şeyler değildir.
Askerlerle beraber
bulunan tüccar gibidir. Ganimetten birşey almaları doğru
değildir.
2251- Devlet
başkanı darulharpte bir nıüslümanm yanına birşey biraksa, o da bunu tüketse, kendisine tazminat
gerekmez.
Çünkü ihrazdan önce o
malda hak kesinlik kazanmamıştır. Emanet bırakılmadan önce ve bırakıldıktan
sonra onu tüketmenin hükmü aynıdır. Çünkü emanet bırakmak hiçbir şekilde ihraz
etmek değildir.
Ama devlet başkanı onu
tedip edebilir.
Çünkü emanete hıyanet
etmiştir.
2252-
Emanete bırakılmadan önce
tükettiği takdirde tedip
ediliyorsa, emanet bırakıldıktan sonra tükettiği için tedip edilmesi
evleviyetle olur. Ama yiyecek olup yemişse ve ganimet alanlardan ise, o zaman
bundan dolayı tedip etmez.
Sanki emanet
bırakılmadan önce yemiş gibi olur. Ona "Tüketirsen paranı ödersin"
demişse, bu şart geçersiz olur.
Çünkü şeriatın hükmüne
aykırıdır. Çünkü emanet bırakılan kişiye böyle şart koşulamıyacağı gibi ihraz
edilmeden önce birşey için böyle şart koşmak geçersizdir.
2253- Kendisine
verdiği zaman "Parasını ödersin veya bin dirhem ödersin" deyip alan
kişi de razı olmuşsa, bu bir satış olur.
Çünkü sahih veya fasid
bir satış ifade edilmiştir. Satış ister sahih, ister fas-id olsun, devlet
başkanı tarafından ihraz mesabesindedir. Ya payı olduğu için, ya da taksim İle
mülkü ona ait olur.
2254- Devlet
başkanı gönderdiği bir seriyyeye beştebir payı çıkarıldıktan sonra ganimetin
dörtte birini vadetse, ondan sonra bir yiyecek bulsalar, zengin veya fakir olsunlar
ondan yemelerinde bir sakınca
yoktur. Bunda se-riyye fertleri ile
diğer askerler aynıdır.
Çünkü ganimetten pay
vaadetme (tenfil), yeme ve hayvanları yemlendirme hükmünde etkili olmaz. Zira
pay vadedilenlerin hakkı ganimeti alanlaran paylan mesabesindedir. Ganimet
paylarında süvarilerle piyadelerin paylan da farklıdır. Bu da ganimetten yemede
iki tarafın eşit hakka sahip olmasına engel değildir. Ganimetten pay vaadetme
de bu şekildedir.
2255- Pay
vaadettiği seriyyeye alacağı bütün malları vaadetse, seriyye
fertlerinin aldıkları yiyeceklerde yemelerinde bir sakınca olmaz.
Çünkü paylarıyla onda
ortaktırlar. Ama diğer askerler bundan alamazlar. Çünkü onda paylan yoktur. Pay
vaadedildikten sonra seriyye fertlerinin getirdiği mallarda durumları ganimet
konusunda tüccarın durumu gibidir.
2256-
Devlet başkanı seriyyeye " Sizden
kim birşey alırsa, sadece onundur" derse, arkadaşının aldığı yiyecekten
hiçbiri ücretini vermeden yiyemez. Yiyebilmesi için alan kişiye ya ücretini
verecek veya arkadaşı ona bağışlayacaktır.
Çünkü pay vaadetme bir
nevi taksimdir. Bu karardan sonra kim bir şey alırsa, onun mülkü olur. Gönül
hoşnutluğu olmadan müslümamn malı da başkasına helal olmaz. Malı alan kişinin
rızası olmadan ondan birşey alan kişi tazminat öder. Tıpkı taksimden sonra
ganimetler hakkındaki hüküm gibi.
Nitekim biri bir
cariyeye rastlasa ve onu payından para ile satın alsa, onunla yatabilir. Bu
İmam Muhammed'in görüşüdür. Ebu Hanife'ye göre İse, onunla yatması mekruhtur. Bunu
es-Siyeru's-Sağîr'de belirttik.
2257- Devlet
başkanı seriyyeye pay vaadetmese ve se-riyye komutanı ganimet olarak alınan
sürüleri ordu karargahına ücretle kişiler tutup getirse, ücretlerini aldıkları
ganimetten verebilir.
Çünkü devlet başkanı
onları savaşmak ve ganimet ihraz etmek için göndermiştir. Bu da ihrazı
kanıtlayacak olan sürüleri sürme işi İçin bir izin olmaktadır. Çünkü bu
sarahaten olmasa bile delalet yolu ile anlaşılmaktadır.
2258- Devlet
başkanı ücretle tutulan
kişilerin ücretlerinin
ödenebilmesi için getirilen mallardan satışa izin
vermesi ve askerlerin
başka ganimet almamış olması halinde ondan yemelerine müsaade etmesi lazımdır.
Ama askerler başka ganimet almışlarsa ücretli kişilerin ücretini ondan verir
ve seriyyenin getirdiği yemek ve hayvan yemlerinden ihtiyaçları kadar
yararlanmasına izin verir. Satılmadan Önce askerler getirilenlerin hepsini
yiyecek olursa, ücretlilere ücretleri kadar verilir ve kimseden de yediğinin
karşılığı tazminat alınmaz.
Ama darulislama çıkmadan önce başka ganimet alacak
olurlarsa, ücretlilerin ücretini ondan verir. Yoksa ücretlerini beytulmaldan
verir. Çünkü bütün müslümanlar üzerine bu vacip olan bir borçtur ve onu da beytulmaldan
öder. Zaten zarar yararla karşılanır. Allah en iyi bilir.[35]
2259- Bir
kişinin yükünde ganimetten çaldığı mal çıkarsa, dayak atılır, vurulan kamçılar
kırkı geçmemelidir.
Çünkü hakkında belrili
bir ceza miktarı olmayan bir suç işlemiştir. Ondan dolayı tazîr edilir. Tazîr,
belirli ceza (had) miktarına ulaşmaz. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
" Had dışındaki cezalarda had kadar ceza vermek haksızlıktır."
2260.
Yaptığından dolayı yükü yakılmaz.
Çünkü haindir ve
hainlik yükün yakılmasını gerektirmez. El kesme cezası da verilmez.
Çünkü kendisinin de
payı bulunan bir maldan çalan kimseye el keme cezası şüpheden dolayı
uygulanmaz.
2261-
Fakihlerden cumhurun görüşü budur. Şam ehli ise ganimetten çalan kimsenin
yükünün yakılacağını söylerler. Hz. Hasan'm
şöyle dediğini de
rivayet ederler: Çaldığı mal
yükünden alınır ve yük yakılır.
Yükünde Kur'an varsa yakılmaz. Hz. Hasan'ın ashabı bunu kendisinden mevkuf olarak rivayet ederler. Evzâî bu
hadisi Hasandan merfû olarak kaydetmiştir ancak fakihler bu hadisin sahih
olduğunu kabul etmemişlerdir. Çünkü şaz olup meçhul kişi rivayet etmiştir. Zira
Evzâî kendisi ile Hasan arasındaki adamın
adını zikretmemiştir. Zaten meşhur haberlere de aykırıdır.
2262-
Rasulullah ganimetten çalan herkese tehditlerde bulunmuştur. Ama kimsenin
yükünü yakmamıştır. Mesela buna dair hadislerden biri
Rifâa b. Zeyd'in Rasulullaha
bağışladığı kölesi Mid'am'm
hadisidir. Rasulullahm
yakınında bulunduğu bir sırada bir ok isabet etmiş ve Öldürmüştür. Halk
"Ne mutlu ona, cennetlik oldu" dediler. Rasululullah ise şöye
buyurdu: Hayır, Allah'a yemin ol- sun ki
Hayber günü taksim edilmeden Önce ganimetten aldığı Örtü üzerinde ateş olarak
yanmaktadır." Halk bunu duyunca bir adam bir ve iki nalın tasması getirdi.
Ra-sulullah ona da "Ateşten tasma" dedi. Rasulullah'a "Falan
kişi şehid oldu" denilince, şöyle dedi: " Hayır, ganimetten
çaldığı bir aba ile ateşe
sürüklendiğini
gördüm." İbn Abbas şöyle
dedi. Ganimetten çalan bir topluluk yoktur ki kalblerini korku kaplamış olmasın.
İçlerinde faiz yayılmış bir topluluk yoktur ki ölümleri artmasın, ölçü ve
tartıda hile yapan bir topluluk yoktur ki rızikları kesilmesin, birbirlerini
haksız olarak mahkum eden bir topluluk yoktur ki aralarında kan davaları
yayılmış olmasın, ahdi bozan bir topluluk
yoktur ki Allah onlara
düşmanı musallat etmiş olmasın.
Bir adam Selmân'a
şöyle dedi: Ganimetten bir iplik alıp elbisemi diktim. Selman ona şöyle dedi:
her şeyin bir karşılığı vardır. Bütün bunlar ganimetten haksız yere almanın ne
büyük günah olduğunu göstermesine rağmen yükü yakma cezasının bulunmadığını da
göstermektedir.
Çünkü beyanı İhtiyaç
anından sonraya bırakmak caiz değildir. Yani ihtiyaç olduğu zaman gerekli
bilgiyi vermek lazımdır. Vaktinde söylenmezse anlamı kalkmaz. Câbİr de
ganimetten çalmada el kesme ve ceza yoktur, demiştir. Bu da çalanın yükünü
yakma cezasının bulunmadığının delilidir. Çünkü yakmak en büyük cezadır.
2263-
Çalan kimsenin yükü
yakilmadığı gibi, ganimetten payı ve bahşişi de kesilmez.
Çünkü payı bulunmayan
bir mal çalacak olursa payından mahrum edilmez. Payı bulunan bir maldan
çalmasında ise mahrum edilmemesi evleviyetledir. Yükünün yakılmasını savunanlar
mushaf, hayvan ve silahın yakılmayacağını söylüyorlar. Diğer eşya da buna kıyas
edilir.
Canlıya işkence ve
eziyet olmaması İçin hayvan yakılmaz, derlerse, bunun önüne geçmek için önce
kesmeleri ve sonra yakmaları gerekir. Savaş için gerekli olduğunu söyleyerek
silahın yakılmayacağını söylüyorfarsa, diğer mallar da onun gibidir. Çünkü
mücahid normal olarak savaşta ancak kendisine lazım olacak şeyleri yanında
bulundurur.
2264- Bu
konuda rivayet edilen hadisin zayıflığının delili şudur; ganimetten mal çalma
bildiğimiz kadarıyla en fazla
Resulullah zamanında olmuştur.
Sebeb de onunla beraber savaşan münafık ve bedevilerin çokluğudur. Bunlar
ganimetten mal çalarlardı. İnsanların nasıl inanacaklarını ve ne yapacaklarını
öğreten vahiy iniyordu. Meğâzî yazarları
da Rasuluilahm bütün
yaptıklarını kaydetmişlerdir.
Bir kimsenin yükünü yaksaydı bunu ayrıntılarıyla anlatırladı. Meşhur kitaplarda
böyle birşey bulun-madı-ğma göre, sözkonusu hadisin asılsız olduğunu anlarız.
Diğer taraftan böyle
şâz bir hadisle had ispatı yapılmaktadır, şüpheli durumlarda bu gibi şâz
hadisle ispatı caiz olmayan temel hükümler ispat edilemezken, şüphe halinde
red edilen birşey böyle bir hadisle nasıl sabit olabilir!
Giydiği elbisesi de
yakılacak mı? Elbisesi yakılıp çıplak bırakılacak olursa, acaba soğuktan ölmez
mi? ya adamın yükü yoksa? Serhad bölgesinde bulunan evindeki eşyası mı
yakılacak, yoksa birilerinin yanına emanet veya ödünç bıraktığı eşya yükü de mi
yakılacaktır? İki adam düşünün, herbiri diğerine bir mal ödünç vermiştir, her
birinin diğerinin yanındaki eşyası yakılacak mı? Aralarından birinin eşyasını
çalmış ve arkadaşları bunu bildikleri halde haber vermemiş bir kişinin sadece
eşyası mı yakılacak yoksa bildikleri halde haber vermedikleri için
arkadaşlarının da eşyası yakılacak mı?
Ganimetten çalan
kişinin yükünün yakılmasını savunan kişilerin görüşlerinin tutarsızlığını
göstermek için bu kadar örnek getirilmiş ve istihsan bölümünde belirttiğimiz
temel kural belirtilmiştir.
2265-
Ashabın ileri gelenleri başkasının takviye etmediği veya ravisinin
yemin etmediği ahad haberle amel etmezlerdi. Miras ve hakkında bağlayıcı hüküm bulunmayan istizan (izin alma) gibi
sabit oluşu şüpheli olan konularda ashabın tavrı bu ise, ganimetten mal çalan
kişinin yükünü yakmak gibi büyük bir cezanın uygulanmasında şâz bir hadise
nasıl itimad edilir? Halbuki böyle bir şeyin şüphe halinde kabulü caiz
değildir. Yani şüphe halinde böyle büyük bir cezanın uygulanması doğru olmaz.
Nitekim ashap içkinin cezası üzerinde ittifak etmiş olmasına rağmen Hz.
Ali şöyle demiştir:
İçki cezasından dolayı birinin ölmesinden duyduğum sıkıntı
kadar başka bir
cezanın uygulanıp suçlunun Ölmesinden sıkıntı duymam. Çünkü
Rasulullah ve Ebu
Bekir böyle birşey yapmamışlardır.
Böylece anlaşılıyor
ki ganimetten mal
çalanın yükünün yakılmasını söyleyen kişilerin görüşü gerçekten zayıftır. Allah en
İyi bilir.[36]
2266-
Ganimetlerin artırma usulü île satılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü
Rasulullah bir kap ve bir leğeni artırma usulü ile satmıştır. Bunu
belirtmemizin sebebi, bazılarının artırmayı tasvip etmemesi ve müzayede (açık
artırma) satışları, başkasının
pazarlığı üstüne pazarlık saymasıdır. Böyle düşünenler
Rasulullah "Kimse kimsenin
pazarlığı üstüne pazarlık yapmasın" hadisini de delil getirirler.
Halbuki durum böyle
değildir. Pazarlık üstüne pazarlık alıcı ve satıcının aralarında fiyat
kesmelerinden veya karşılıklı anlaşmalarından sonra olur. Artırma ise bundan
önce olur. Mesela malın sahibi bağırıp malını satıyor ve biri bir fiyat verdiği
zaman susmayip satış için bağırmaya devam ediyorsa başka birinin fiyat
artırmasında bir sakınca yoktur. Ama önceki, fiyat verdiği zaman satıcı susmuş
ve buna razı olmuşsa o zaman kimsenin artırması caiz olmaz. Çünkü bu başkasının
pazarlığı üstüne pazarlık olur.
2267- Satıcı
dellal ise malın sahibine kesin fiyatı haber vermediği sürece
başkasının artırmaya gitmesi
caizdir. Ama sahibine haber verip sahibi de razı olmuşsa, artık fiyatı
artırmak helal olmaz. Rasulullahın taksim edilmeden payların satılmasını
yasakladığı Meklıul'dan
kaydedil-mştir. Biz de bunu benimsiyoruz. Mücahidin taksimden önce
payını satması geçersizdir.
Çünkü malik olmadığı birşeyi satmış olur. Nitekim
taksimden önce ganimetten köleyi azad edecek olursa, geçersiz olur. Satışın
geçeriz olması evlevİyetle olmalıdır. Çünkü payının hangisi ve ne olacağını bilmiyor. Darulharpte olduğu
süre içinde de sağ kalıp pay alacağını veya öleceğini de bilmiyor.
2268-
Rasulullah'n taksim edlimeden ganimetlerin satışını yasakladığına dair
Ömer İbn Abdulaziz'in rivayet ettiği haberden maksat budur.
Taksimden önce devlet
başkanının ganimetleri satmasının caiz olduğunu belirtmiştik. Bu durumda
satışın yasaklanmasından maksat, taksimden önce kişinin payını satmasidır.
2269-
Ganimetten satın aldığı cariyenin hastalıklı olduğunu gören adam hakkında
eş-Şa'bî'nin geri vereceğini söylediği
kaydedilir. Biz de bunu benimsiyoruz. Çünkü ister ganimetten satın
alsın, ister başka yerden alsın, müşteri mutlak akitle üzerinde akit yapılan
şeyin sağlamlığını hak etmektedir. Yani bu olmazsa, alınan şeyi geri verir,
ganimet taksim edilmernişse, alınan şeyin parasını verir. Taksim yapılmışsa
cariye kusuru söylenerek satılır. Satan kişiye de bu paradan ücreti verilir.
Artan birşey olursa beytulmala konur.
İkinci ücret birinci ücretten az olursa, eksiklik yine
beytulmaldan tamamlanır.
Kusurdan dolayı malın
geri verilmesiyle ilgili burada bir bölüm zikredilmiş, ancak
Şerhu'z-Ziyâdât'ta bunu açıkladığımız için buraya almaya gerek görmedik.
Allah en iyi bilir.[37]
2270- Düşman
bir adamın aile fertleri esir alınıp bir adamın payına düştükten sonra düşman
adam eman ile gelerek "Sana onların
ücretini vereyim ve
darulîslamda bırakayım" derse ve İslama girse yahut zimmî olmayı kabul
ederse, müslüman adam da ona evet derse,
esirler payına düştüğü kişinin olur. Çünkü kendisi ile düşman olan adam
arasında bir akit meydana gelmemiştir. Aralarında sadece pazarlık yahut söz verme olmuştur. Bununla da
düşmanın sözkonusu kişilerde mülkiyeti sabit olmadığı gibi müslüman kişinin de
bu şahıslarda tasarruf yetkisini engellemez. Ancak söz vermişse, sözüne bağlı
kalması uygun olur.
Çünkü söze bağlılık
müminlerin ahlakındandır. Sözde durmamak da münafıkların özelliklerindendir.
Hadis bu şekilde belirtmektedir.
2271- Düşman
kişi sözünden dönmedikçe müslümamn azat
etme yolu dışında
onları elinden çıkarması
doğru değildir. Ancak düşman kişi gelmeden önce azat edip elinden
çıkarmasında bir sakınca olmaz.
2272- Düşman
kişinin karısı dışında hepsini azat edecek
olursa sözünde durmamış
sayılmaz. Ama düşman kişinin karısını,
kocası sözünden caymadığı
müddetçe azat etmemesi gerekir.
Çünkü düşman kişi
satın alırsa azat olmaz ve onun cariyesi olur. Ama çocuktan Öyle değildir.
Kocası gelmeden önce karısını azat etmesi sözünde durmamak olur. Bu Karısını
ve ondan olma çocuklarını satın alan sözleşmeli kölenin durumuna benzer.
Efendisinin çocuklardan birini azat
etmesi geçerli olur ama karısını
azat etmesi geçerli olmaz. Çünkü çocuğu azat etmesinde sözleşmeli kölenin amacı
gerçekleşmiş olur, karısının azat edilmesinde amacı gerçekleşmiş olmaz. Çünkü
sözleşme bedelini ödedikten sonra onun mülkü olur ve sahibi bulunduğu için
onun eşi sayılır.
2273- Düşman
kişi sözünde durmazsa müslümanın onlarda dilediği gibi tasarruf etmesinde bir
sakınca yoktur. Çünkü onun sözünde durmaması ile sözkonusu sözün hükmü kalkmış
olur. Bu da belirlenen vakitte gelmemesiyle ortay çıkar. Bunun için bir vakit
belirlenmişse, o zaman gidip gelecek kadar ortalama bir vakit ve istenen malı
toplaması için gerekli olduğu kabul edilen günler kadar gün kabul edilir.
Çünkü içyüzüne vakıf
olmanın mümkün olmadığı şeylerde zahire göre hüküm vermek ve uygulama yapmak
vaciptir.
2274- Parayı
getirmek için
düşman kişi gittiğinde müslüman kişiye "Bunları onlara masraf et"
deyip dinarlar veya dirhemler vermiş ve o da harcamışsa, daha sonra düşman
kişi geldiğinde onları ücretten saydırmak isteyip "Ben sana borç olarak
verdim" derse, düşman kişinin
sözü kabul edilir ve yemin ettirilir.
Çünkü malı veren odur.
Verilen şey konusunda veren kişi tasdik edilir. Sonra mutlak vermekle ancak
kesin olan en az miktar sabit olur. Bu da borç verilen miktardır. Onun için bu
konuda düşman kişinin dediği kabul edilir.
2275-
"Bunun borç olduğunu
sana söyledim" veya "Bunu düşündüm" demesi
aynı şekildedir. Yine
birik-tirilebilen
yiyeceklerden bir miktar
verip onlara harcamasını söylemiş olması da aynıdır. Ama
ekmek, et ve tirit gibi
biriktirilmesi mümkün olmayan
yiyeceklerden ver-mişse, kıyasa göre yine düşman kişinin söylediği kabul
edilir.
Çünkü bütün bunlar
onun mülküdür. Ancak istihsana göre:
Müslümanın dediği olur ve düşman kişiye bir şey düşmez.
Çünkü zahire göre
böyle durumlarda vermek borç olarak değil, hediye için olur. Zahire göre hüküm
vermek de vaciptir.
Bu istihsan ve kıyas
evlenme konusunda söylenenlerin benzeridir. Şöyleki, kendisiyle beraber olmadan
önce erkek karısına birşey gönderip daha sonra bunu mehir olarak gönderdiğini
iddia etmesi, kadının ise bunun hediye olduğunu söylemesi durumunda, kocanın
dediği olur. Ama biriktirilmesi ve saklanması mümkün olmayan yiyeceklerde
istihsan yolu ile kadının dediği olur.
2276- Onlara
giydirmesi için düşman kişinin müslü-mana
elbise vermiş olması da aynı şekildedir.
Netice olarak bunlar
müslümanın mülküdürler. Masrafları ve giyimleri için bu şeylerin onlara
verilmesi kendisine masraf etmesi için kişiye verilmesi mesabesindedir. Açıkça
belirtilmedikçe, onlar için verdiği kabul edilmez.
Allah en iyi bilir.[38]
2277-
Müslümanlar, hür olanlara
eman vermek ve kölelerini almak üzere kale sahibi
düşmanla barış yapsa, kaleyi fethettikten sonra onlardan bazıları için
"Bunlar sizin kölelerînizdendir." dese, onlar da "Hayır,
biz hür olanlardanız" diye itiraz
etse, onların söylediği kabul edilir ve yemin ettirilir.
Çünkü söz hakkına
sahip olan kişinin hürriyet konusunda iddiası geçerlidir. Tabi ki delil ile
köleliği sabit olmadığı sürece.
Bu bir galibiyettir,
müslümanlar onlara galip geldikten sonra onların istihkakı bununla zail olduğu
halde, kendileri hakkında istihkakları sabit olmaz, diye itiraz edilse, şöyle
deriz.
Bu galibiyetle
kendileri hakkındaki istihkakı önlemiş olmaktadırlar. Çünkü onlara galibiyet
barış ve eman kapsamında olmayan kişilerde hakkı gerektirmektedir. Barışın
kapsamında bulunmayan kişilerden oldukları sabit olmadıkça onlar hakkında
istihkak da sabit olmaz. Böylece kendilerinde İstihkakı önledikleri yani
onlarda kimsenin hakkı olmayacağı anlaşılmış olmaktadır, onun için söyledikleri
kabul edilir, ancak yemin ettirilirler.
2278-
Kölelerinden olduklarına dair müslümanlardan adaletli şahitler veya zimmet
ehlinden kişiler şahitlik yaparsa, şahitlikleri kabul edilir.
Çünkü adaletli delil
ile sabit olan şey, hasmın itirafı ile sabit olan gibidir.
2279-
Şahitlerin, hakkında şahitlik yapılan şeyde pay veya bahşiş sahibi olmaları,
şahitliğin kabul edilmesi için engel değildir.
Çünkü bu mülk ortaklığı
değildir. Böyle bir ortaklığın şahitliğe engel olmadığını belirtmiştik.
Nitekim ganimette alacağı olmayan kişilerden bir topluluk
şahitlik yapacak olursa, yargıç,
ganimette pay sahibi kişilerden de olsa, onların şahitliklerine göre hüküm
verebilir. Bilindiği gibi şahitlik velayeti yargıçlık velayetinin altındadır.
Bu yolla yargıcın pay alması onun hakkında yargıda bulunmasının sıhhatini
engellemiyorsa, ganimetten pay alacak kişinin şahitliğine engel olmamaması
evleviyetledir. Buna dair örnekler getirerek şöyle demektedir:
2280-
Mücahitlerden bir bölük, aralarından birinin ganimetten çaldığına dair
şahitlik yapsa, şahitlikleri kabul edilir. Halbuki ikisi de hakkında şahitlik
yapılan şeyde pay sahibidirler. Pay sahibi
olmalarından dolayı şahitlikleri kabul edilmezse, baba ve
çocuklarının da aynı konuda şahitliklerinin kabul edilmemesi lazımdır. Çünkü
mülk ortaklığı onun baba ve çocuklarının şahitliğine de engel olur. Bundan
dolayı bu adamın şahitliği geçersiz olursa, savaşa katılmayan fakir ve miskinlerin
de şahitliklerinin geçersiz olması gerekir. Çünkü beştebir payı bakımından
onların da bunda payları bulunmaktadır. Beytulmaldan çalan kişi hakkında
müslümanlann şahitliğinin de geçersiz olması lazımdır. Çünkü hakkında şahitlik
yapılan kişinin de beytul-malda hakkı bulunmaktadır. Bunu hiç bir kimse söylememektedir.
Bundan da anlıyoruz ki, genel ortaklık şahitliğe engel değildir. Ancak malikin
ortaklığı itibariyle şahitliği kabul edilmez. Çünkü şahit kendi şahitliğiyle
mülkü kendisi için ispat
etmektedir. Ama kendisine
mülkü değil, genel bir hakkı ispat
eden kişinin şahitliği makbul olur. Nitekim iki müslüman, bir adamın evini
müslümanların ortak yoiunda inşa ettiğine dair şahitlik yapsa, eskiden olduğu gibi tekrar yol
yapması için devlet başkanı ona yıkmasını emreder. Bilindiği gibi yolda
herkesin hakkı vardır. Bu açıdan şahitlik yapan kişi şahitliğinden
yararlanmaktadır. Çünkü şahitlik,yapılan konuda mülkiyeti ve sahipliği
olmayınca, şahitliği makbul olur. Yukarıda geçen olay da aynıdır.
En iyi Allah bilir.[39]
2281-
Ganimeti alan mücahidlerden her birinin darulls-lamda ganimetin ihrazından önce
yiyecek ve hayvan yemlerinden alma hakkının bulunduğunu, birinin bunlardan çok
miktarda alması halinde ihtiyacı kadarını alıp
geri kalanı arkadalaır arasında taksim etmesi gerektiğini belirtmiştik.
Çünkü kendisinin önce
alması sebebiyle ihtiyacı kadar ondan önce yararlanma hakkına sahiptir,
ihtiyacından fazlasını da muhtaç olan arkadaşlanna ulaştırması gerekir.
2282-
Fazlasını başka bir eve götürmek isterse, bakılır. O evde başka bir şey elde edemiyeceğini biliyorsa, bunda bir
sakınca olmaz.
Çünkü o ihtiyacı
cümlesindendir. Her evde yiyecek ve hayvan yemi ihtiyacının tekerrür edeceği
de malumdur. Zahir yolu ile varlığı bilinen bir şey, hakikaten mevcut gibidir.
Mesala yolda ihtiyaç duyacağı azık, binek ve çoluk çocuğa bu süre içinde
bırakılacak şeylere sahip olmayan kişiye hac gerekmemektedir. Kendisi önce sahip
olduğu için ihtiyacını önce düşünmesi uygun olup başkasına onu vermemekte haklı
olur.
2283- Ama
gideceği evde aynı şeyi bulacağını biliyor,
fakat zor olacağını
mülahaza ederek aramaktan hoşlanmıyorsa, fazlasını muhtaç olan arkadaşlarına
vermesi lazımdır.
Çünkü gideceği evde
ihtiyacını karşılama imkanı bulunduğundan bu kısım, ihtiyacından fazla sayılır.
Elinde bulunan şeylere arkadaşlarının ihtiyacı ise kesindir.
2284-
Kendisi rahat olmak veya emin olmak için arkadaşlarını ondan mahrum bırakması
veya onlara vermemesi doğru değildir. Onlara vermeyi kabul etmeyip kendisinden
zorla alacak olurlarsa birinci fasıl için mekruh, ikinci fasıl için ise
sakıncası olmaz.
Çünkü şeriata göre
onları engelleme hakkına sahip değilse, onlar kendisinden alabilirler, demektir.
Tıpkı hakkının benzerini alabilen borç sahibi kişi mesabesindedir. Ama şeriata
göre onları menetme hakkına sahip ise, kendisinden alarak onun hakkını iptal
etme hakkına sahip olamazlar. Çünkü mal onun elindedir.
2285- Her
iki durumda da ona tazminat ödemezler.
Çünkü ihtiyacı olduğu
halde ondan almak haksızlık olur ve devlet başkanının haksızlığı gidermesi
lazımdır.
2286- Eğer
ele geçirdiği bu şeyi başkaları ondan olsa ve
aldıklarını tüketmeden önce
o kişi mahkameye başvursa, bakılır:
Eğer bu kişi aldığı o mala muhtaç birisi ise, mal kendisine iade edilir.
Zira ihtiyacı olduğu
halde elinden alınması bir zulümdür. Devletin de bu zulmü ortadan kaldırması
gerekir.
2287- İki
taraf da zengin olduğunda durum aynıdır.
Çünkü bu şeyler önce
onun elinde idi. Ondan almak ancak ihtiyaç bulunması halinde caiz olur.
2288- Alan
kişi bu şeylere muhtaç değilse, o zaman ona haksızlık etmiş olur. ama birincisi
muhtaç olmayıp ikinci şahis muhtaç ise, o zaman devlet başkanı bu şeyleri ondan
geri almaz.
Çünkü ondan alma
hakkına sahiptir ve devlet başkanı hakimin hakkını alması gerekir.
2289- Ama
ikisinin de ona ihtiyacı yoksa, o zaman devlet başkanının o şeyleri alıp
başkalarına vermesi lazımdır.
Devlet başkanının
ikinci şahıstan geri alma yetkisi olduğuna göre, gönlünü kırmamak için birinci
kişiye de geri verme yetkisine sahip demektir. Kendisinden almadan önce
huzurunda muhakeme olmaları halinde olduğu gibi.
Bu hüküm sınır
karakolunda konaklamak, namazları bekliyerek camilerde oturmak, hac için Mina
veya Arafat'ta konaklamak gibi müslümanlarm hakkı bulunan şeyler hakkında da
böyledir. Mesela, daha önce başkaların gelip konakladığı bilinen bir yerde
biri gelip çadır kursa, bakılır. Kim önce gelip orada çadır kurmuşsa, o hak
onundur. Sonra gelen kişinin onu oradan çıkarma hakkı yoktur. Çünkü Önce o kişi
işgal etmiştir. Mubah olan şeylerin ihrazı önce sahiplenmekle olur. Av, ot ve
odun gibi şeylerde durum böyledir. Ama orada ihtyacının üstünde biryer
tutmuşsa, ihtiyacı dışında kalan bir bölümü başkasının alma hakkı vardır, onu
alır ve yerleşir. Zaten önce sahiplenmesi, ihtiyacı oranındadır. Bu da ihtiyacına
binaendir. Orayı tutmuş bîr kişiden konaklamak için iki kişi gelip İs-tiyecek
olsa, onlardan sadece birine verebilir. Çünkü verdiği kişinin ihtiyacı da kendi
ihtiyacı gibidir. Kendisinin ihtiyacı varsa, onu gidermeye daha layıktır. Tercih
ettiği kişinin ihtiyacının bulunması halinde de durum böyledir. Zira insanlardan
kiminin komşuluğunu isterken, kiminin de komşuluğunu istemiyebilir. Bunu da
insan ihtiyaçlarından sayabilir. Bunun delili, Zubeyr'in hadisidir. Kendisi
konak yerlerine başkalarından önce gider, her yere bir işaret bırakır ve arkadaşları
geldiğinde zapttetİğİ yerleri onlara verirdi.
İki kişiden biri önce
varıp konaklasa ve başta sahiplenmiş olan kişi, ihtiyacından fazla olduğu için
onu çıkarıp başkasına vermek isterse, yapma hakkına sahip olmaz. Çünkü bunu
ancak sahiplendiği için yapıyordur. Fakat muhtaç olan başka bir kişi bunu hak
etmişir. Bu kişinin sözkonusu yerdeki velayetini iptal etme yetkisine sahip
değildir.
Burayı emri üzerine şu
diğerine almıştım, kendim için değil, derse, yemin ettirir. Çünkü muhtemel
birşeyi haber vermektedir. Karşı taraf reddettiği için bunun üzerine yemin
eder. Yeminden sonra daha önce alan kişinin elinden alabilir. Çünkü bu yer
üzerinde sahipliği bunu kendisine emreden kişinin sahipliği gibidir. Emreden
kişinin ihtiyacının bulunması başkasının sahiplenmesini engellemektedir.
Sahiplenmesinin haksızlık olduğu açığa çıkarsa, vazgeçmesi emredilir. Bu aynı
zamanda emri üzerine başkası için aldım denilen ve ihtiyaç fazlası olan yiyecek
ve hayvan yemi hakkındaki hükümdür.
2290- İki
askerden biri arpa, diğeri de yonca alsa ve değiş tokuş yapsa, her ikisi de
aldığı şeye muhtaç ise, her biri arkadaşından aldığı şeyi alabilir, bu satış
değildir.
Çünkü herbiri hayvan
yeminden ihtiyacı kadar alabilir. Ancak arkadaşının o şeye ihtiyacı, rızası
dışında almaktan kendisini alıkoymaktadır. Bu değiş tokuşla her biri diğerinin
rızasını almış ve mubah olarak almış olur. Tıpkı bir sofrada bulunan
misafirler gibi.
Her biri diğerinin
önündeki yemekten alması nasıl satış değilse, bu da satış olmaz. Halbuki her
biri önünden yemek ve elini başkasının önüne uzatmamakla yükümlüdür. Karşılıklı
rıza olunca her biri ev sahibinin mülkünden ihtiyacına göre mubah olarak
alabilir.
2291-
Birbirine verdikleri şeylere kendileri de muhtaç ve ikisinden biri yaptığım
bozmak isterse, yapmaya hakkı olmaz.
Çünkü bunu hak eden
bir başkası ortaya çıkmıştır. Sahibi onu gönül rızası ile almıştır. İhtiyacının
bulunması onu kendisinden almasını engellemektedir. Tıpkı başta kendisi onu
almış gibi.
2292- Satan
kişi verdiği şeye muhtaç ise ve müşterinin de ona îhtiaycı yoksa, satan kişinin
verdiği bedeli alma ve aldığı şeyi geri verme hakkı vardır.
Çünkü ihtiyacı
olmadığı halde arkadaşı onu önce almış olsaydı, ihtiyacından dolayı onu
kendisinden alma hakkına sahip olurdu. Tıpkı ona kendisi onu teslim etmiş gibi.
Ancak o durumda kendisine birşey vermeden ondan alır. Burada ise onun
karşılığında aldığını ona geri vermektedir. Çünkü bunu kendisine geri vermezse,
aldatma olur. Aldatma da haramdır. Hatta kendisine bağışlamış olsa bile bağışı
alan kişinin ihtiyacı yoksa, İhtiyacından dolayı ona geri vermesi gerekir ve
karşılığında ondan birşey almaz.
2293-
Arkadaşına verdiğini geri almak istediği zaman, arkadaşı da onu daha muhtaç
olan birine vermişse ondan geri alması doğru değildir.
Çünkü başkasına
vermeye iten odur. Sanki kendisi bu muhtaç kişiye vermiş sonra da geri almak
istemiştir. Böyle durumlarda kendisinden alınacak kişinin muhtaç olması geri
almaya engel olmaktadır.
2294- İkisi
zengin veya fakir ise yahut onlardan biri zengin diğeri fakir olduğu halde
birbirlerine satsalar ve parasını
kabzetmeden önce onladan biri bu işten cayacak olsa, cayma hakkına sahip olur.
Çünkü bu karşılıklı
satış şer'an geçerli değildir. Çünkü yerinde yapılmış bir alışveriş değildir.
İşlem olarak sonraki durum ile, işlem yapılmadan önceki durum farksız olmuştur.
Zira ikisi de parayı teslim almamıştır. Bu hüküm teslim almaya bağlıdır. Teslim
almadan önce yapılan salt karşılıklı satışla malın mülkiyeti birinden diğerine
geçmez.
2295-
Kendisi de aynı şeyi yapmak üzere biri diğerine birşey borç verse, ikisi de buna muhtaç değilse veya
ikiside buna muhtaç ise borç alan kişiye birşey gerekmez.
Çünkü ganimet
yiyeceklerden kabul ederek almıştır. Halbuki verilen borç, arkadaşının gönlünü
memnun etmek içindir. Bu bakımdan borç verilen şeyi tüketecek olursa tazminat
ödemesi gerekmez. Ama henüz tüketmemişse, borç veren kişi almak istediği
taktirde almaya daha layıktır. Çünkü sözkonusu malın el değiştirmesine ancak
benzerinin kendisine geri verilmesi şartıyla razı olmuştur. Bu şartın yerine
getirilmesi imkansızlaşınca, artık onun rızası da ortadan kalkar ve arkadaşının
kendisinden rızası dışında almış olması gibi olur.
2296- Veren
kişinin ihtiyacı yoksa, ama alan kişinin ihtiyacı varsa, veren kişinin ondan
almaya hakkı yoktur.
Çünkü rızası dışında
ondan alacak olursa, kendisi ona daha muhtaç olduğu ve arkadaşının ona ihtiyacı
bulunmadığından almış olacak ki bunu yapabilir, fakat rızası ile alması daha
evladır.
2297-
Borç verirken ikisi
de ona muhtaç
değilken, sonra tüketilmeden önce ona muhtaç olurlarsa, veren kişi onu
almaya daha layıktır.
Çünkü amaç
gerçekleşmeden önce ihtiyaçları ortaya çıkarsa, sanki o şey verilmemiş gibi
olur. Şart yerine getirilmediği için de veren kişinin rızası yerine
gelmemiştir. Onun için geri almaya daha layıktır.
2298- Alan
kişi önce, veren kişi de sonra muhtaç olursa yahut veren kişi ihtiyaç
duymazsa, alan kişiden geri alamaz.
Çünkü alan kişi muhtaç
olması itibariyle gerçek yerini bulmuş
olur. Başkası buna muhtaç olsa bile, rızası dışında bu gerçeği kimse izale
edemez.
2299- İki
kişiden biri kendi dirhemlerine karşılık arkadaşının ganimet buğdayından satın
alsa ve parasını verip buğdayı teslim alsa, muhtaç olması durumunda onu almaya
daha layıktır.
Çünkü arkadaşının
rızası ile onun sahibi olmuştur, ihtiyacı olduğu için de sahipliği kesinlik
kazanmıştır.
Taraflardan biri
satışı bozmak isterse ve buğday olduğu gibi duruyorsa, bozabilir.
Çünkü aralarında
meydana gelen şey gerçekten satış değildir. Çünkü ganimet olan yemeği almada ikisi de eşittir.
2300-
ikisinin de ihtiyacı yoksa, müşteri buğdayı geri verir ve parasını alır. Satan
kişinin muhtaç ve alan kişinin muhtaç olmaması halinde de durum aynıdır.
Müşterinin kendisi muhtaç ise satan kişinin parasını geri vermesi gerekir.
Çünkü şeriatta muteber
ve sahih bir sebep olmadan parayı almıştır.
2301-
Buğday, satın alan kişinin olur.
Çünkü muhtaç olduğu
için buğday gerçek sahibini bulmuştur. Yoksa satan kişini kendisine vermesinden
dolayı değil. Zira satan kişinin buğdaya ihtiyacı yoksa, rızası olmadan da
ondan alabilir.
2302-
Müşteri tüketmişse, satan kişinin parayı ona geri vermesi gerekir. Müşterinin
tükettiği de kendisinin olur. Müşteri gitmiş ve satan kişi parayı ona verme
imkanı bu- • lamamışsa, para onun
elinde garanti altında olarak buluntu mal gibi olur.
Çünkü kendisi
sahiplenmek üzere parayı almıştır. Hükmü, buluntuyu mülk edinmek için alan
kişinin hükmü gibidir. Ondan sonra yanında tutma, duyurma ve duyurmadan sonra
tasadduk etme safhaları vardır.
2303- Durumu
ganimetlere bakan ve taksimle yetkili olan kişiye götürse, o da kendisine
"Satışın caizdir, parayı
getir" derse, parayı ganimetlere bakan kişiye vermesi caizdir.
Çünkü buluntu malı
bulan kişi devlet başkanının istemesi halinde o malı ona teslim etmesi
lazımdır. Bu da onun gibidir.
2304- Ondan
sonra dirhemlerin sahibi gelecek olsa,
bakılır. Ganimetlere bakan kişinin satışı onaylamasından önce buğdayı tüketmişse,
dirhemler kendisine geri verilir.
Çünkü satışın
onaylanması, üzerinde akit yapılan şeyin müşterinin elinde kalmasını
gerektirir. Zira mal üzerinde müşterinin mülkiyetinin kesinleşmesi bakımından
satışın onaylanması, akdin yapılması gibidir. Onaylama olmazsa, paranın
sahibine geri verilmesi lazımdır.
2305-
Satışın onaylanmasından sonra buğday tüketil-mişse, dirhemler ganimete katılır.
Çünkü ganimetlere
bakan kişinin bu satışı onaylaması, akdin yeni kurulması gibidir. Ganimeti
alan kişilere yiyecekleri kendisinin satması da caiz olur Yaptığı iş kötü
olmakla birlikte, para da ganimete katılır. Bu da onun gibi dir.
2306-
Müşteri "Satışın onaylanmasından önce buğdayı yedim, parayı bana geri
ver" der ve yemin ederse, tasdik edilmez ve satışın onaylanmasından önce
yediğine dair delil getirmedikçe para da kendisine geri verilmez.
Çünkü dayanıklı olan
maddeler de asıl, tüketilinceye kadar kalmasıdır. Za ten tüketme sonra olan bir
olaydır. Meydana gelmesinde en yakın zamai gözönünde bulundurulur. Geçmiş bir
vakitte meydana geldiği iddia edilirse, an cak bir delil ile tasdik edilr
2307- İki
adamdan biri buğday, diğeri de elbise ganimet alsa ve karşılıklı satmak
isterse, bunu yapamazlar.
Çünkü elbiseyi alan
adam zaruret olmadıkça kullanmaz. Aynı zamand. onda tasarruf da edemez. Halbuki
yiyecek böyle değildir.
2308- İkisi
de bu işi yapar ve arkadaşından
aldığını darulharpte tüketirse, hiçbirine tazminat Ödemek gerekmez.
Ancak elbiseyi satan kişi satmakla kötülük etmiştir.
Çünkü ganimette
tasarruf hakkı devlet başkanın indir. Bu tasarrufu ile devlet başkanının
yetkisini çiğnemiştir ve kötü bir iş yapmış olmaktadır. Elbiseyi istihlak eden
kişi de ihtiyacı olmadığı halde ganimetten bir malı istihlak etmiştir.
2309-
Darulİslama girinceye kadar bu şeyleri tüketme-mişlerse, her
birinin elindeki şeyleri
geri vermesi lazımdır.
Çünkü aralarında
meydana gelen karşılıklı satış geçersizdir. Her ikisinin elinde bulunan ve
ganimeti alan kişilerin ihraz ile haklarının kesinleştiği mallardan elinde
kalanı geri vermesi gerekir. Tüketirse tazminat olarak öder. Yiyecek, mülkiyete
geçme yönünden diğer mallardan ayrılmakladır. Ama hak kesinleştikten sonra
diğer mallar gibi olup ganimeti alanlar arasında taksim edilmesi gerekir.
Zaruret olmadan kimsenin ondan alması helal olmaz. Onun için her biri tükettiğinin
karşılığını tazminat olarak ödemesi lazımdır.
2310- Henüz
darulharpte olup sözkonus şeyleri de tü-ketmemişlerse, elbiseyi teslim alan kişinin onu geri vermesi lazımdır. Onu başta ganimet olarak kendisi almış gibi. Buğdayı alan kişinin
hükmü de ikisinin veya birinin zengin yahut fakir oluşları durumundaki hüküm
gibidir.
2311-
Buğdayı satın alan kişi götürmüş ve izi bulunamıyorsa ganimetlere bakan kişi
elbiseyi elinde bulunduran adamdan, kendisi başta almış gibi alır. Elbiseyi alan kişinin izi
bulunamıyorsa, darulharpte
bulundukları sürece ganimetlere bakan kişi buğdayı satın alan kişiye
ilişmez. Onu başta kendisi ganimet almış gibi bırakır. Buğdayı tüketmeden önce
çıkarmışsa, ganimetlere bakan kişi ondan alır ve ganimete katar.
2312-
Askerlerden biri atına yem vermek için bir adam kiralasa ve adam bazı depolara
gidip atma yem getirse,daha sonra "Bunu sana vermemek ve kendime alıp
ücretini geri vermek istiyorum" derse, kiralayan kişi de yemi almakta ısrar ederse, bakılır.
Ücretli kişi ücreti almak için getirdiğini itiraf ederse, ikisi de ona muhtaç
olsa da, olmasa da, kiralayan kişiye geri vermeye mecbur edilir. Çünkü kiralık
kişinin sahipliği kiralayan kişinin sahipliği gibidir. Bu kiralama akdi de
sahih olmuştur Çünkü kiralık kişi akdi çıkarma uygun yapmıştır. Ücretle
çalıştırıldığı iş de hiçbir şekilde cihad değildir.
2313-
Kiralık adam buna muhtaç olup kiralayan kişi muhtaç değilse, ona mani olabilir.
Çünkü getirdiği şeyi
almaktan alıkoyunca üzerinde akit yapılan şeyi ona teslim etmemiş olur.
2314- Kendisine ot toplamak için kiralamış ve mesele de aynı ise,
kiralık adam muhtaç, ama kiralayan
adamın ota ihtiyacı olmasa bile, otu ondan alabilir. Yalnız otu onun için topladığını itiraf etmesi
lazımdır.
Çünkü ot ganimet
kapsamında değildir.
2315-
Kiralayan adam kendisi için toplamışsa,
başkası ona muhtaç olsa bile,
ondan almaya hakkı olmaz. Bu meselede daruIİslam ile darulharp aynıdır. Başkası
için topladığı taktirde de durum aynıdır.
Çünkü kiraladığı
kişinin sahipliği kendi sahipliği gibidir. Yemek ise böyle değildir. Çünkü
yemek ganimet cümlesindendir. Hatta yemek taksim zamanına kadar kalırsa taksim
edilir. Kiralık kişi ona muhtaç olup kiralayan kişinin ihtiyacı yoksa, o zaman
muhtaç kişinin alması evleviyetle olur.
2316-
Kiralık kişi yemeği getirdiği zaman kiralayan kişilere teslim ettikten sonra
ihtiyacı olduğu için kendisi onu
almak isterse ve
kiralayan kişi de
ihtiyaç göstermezse, kiralık
adam alabilir.
Ot ile yemek arasındaki
fark bu şekilde anlaşılmaktadır.
2317- Yemeği
burada alırsa, kira ücreti düşmez.
Çünkü malı kiralayan
adama teslim etmekle akdin hükmü yerine gelmiş olur. Ücret hakkı da
kesinleşmiştir. Bundan sonra bu yolla almak gasp yolu ile almaktan daha büyük
birşey değildir. Bu ücret hakkını düşürmediğine göre, bu da onun ücret hakkını
düşürmez.
2318- Bazı
depolardan kendisine hayvan yemi getirmesi
için kiralamış ve belirli bir depoyu ona belirtmemiş-se, kiralık kişi
ondan sonra yemi
getirirse, ona misil (benzer) ücret
verilir ve kendisine
belirtilen ücreti geçemez.
Çünkü üzerinde akit
yapılan şey, yani gitmesi ve gelmesi belirsiz olduğundan akit de fasit
olmuştur. Fasit akidle yapılan ticarette hüküm, üzerinde anlaşma yapılan şey
yerine getirildikten sonra, misil ücret olduğu için kendisine misil ücret
verilir. Kiralık kişi bir şey bulamadan eli boş döndüğü taktirde de hüküm
aynıdır. Çünkü yapması için kiraladığı, yani gitme ve gelme işini adam
yapmıştır. Onun için misil ücret alır. Ama sahih akitte böyle değildir.
Kendisinin getirdiği şeyden kiralayan kişiyi mahrum bırakırsa, ondan misil
ücret alamaz. Çünkü mahrum bırakmakla sadece kendisi için çalışmış olur. Bundan
dolayı da başkasından ücret alma hakkını kazanamaz. Hatta orada birşey bulmasa
da, gitme hakkına sahipti. Çünkü gidişte onun için çalıştığı halde gelişte ona
çalışmamıştır. Zira yiyecek ve hayvan yemini ona getirmemiştir.
Her iki yerde de
getirdiği malı ona vermediği taktirde ücret alamryacağı anlaşılmaktadır. Bu
konuda sahih akitte belirlenmiş ücreti gidişten dolayı alır. Fasit akitte ise
misil ücretten alır. Ama dönüş ücretini alamaz.Çünkü gönderen adam için
çalışmış değildir.
En iyi Allah bilir.[40]
2319- Düşman
hükümdarı ordu komutanına bir hediye gönderse, onu almasında ve müslümanlar
için fey' yapmasında bir sakınca yoktur.
Çünkü Rasulullah
başlangıçta müşriklerin hediyelerini kabul ederdi. Rivayete göre Ebu Süfyan,
Rasulullaha bir tür hurma hediye etmiş, o da kendisine bir post hediye
etmiştir. Daha sonra karşılığı isteme arzularını farkedince onlardan hediye
almayı red etti ve "Biz müşriklerin değersiz şeylerini hediye
almayız" buyurdu. Bu da gösteriyor ki sorumlular hediye konusunda kendi
görüşlerine göre hareket etme hakkına sahiptir. Zaten kabul etmede bir nevi
ülfet vardır, red etmede ise sertlik ve düşmanlık bulunmaktadır.
2320-
Müslüman olmalarını ümit
ediyorsa, onların gönlünü hoş
etmek için kendilerinden hediye alması ve hediye vermesi
mendup olur. Rasulullah "Hediyeleşin, birbirinizi
seversiniz" buyurmuştur. Ama müslümanlıkla-rmı ummuyorsa, hediyeleri kabul
etmiyerek onlara şiddet ve sertlik gösterebilir. Hediylerini kabul ederse,
müslü-manlara fey1 olur.
Çünkü hediye şahsına
değil, onun ve müslümanların kuvvet ve gücüne verilmiştir. Tıpkı müslümanların
gücü sayesinde alınmış mal gibidir.
2321-
Rasulullahın hediyeleri ise böyle değildi. Çünkü onun güç
ve kuvveti müslümanlarla
olmamıştır. Zaten Yüce Allah "Allah seni insanlardan
korur" buyurmuştur. Onun için
gelen hediye, şahsına mahsus geliyordu. Zaten müşriklerin ona hediye vermesinin
sebebi ondan korkmaları, kendilerine ve aile fertlerine yahut hemşehrilerine
yumuşak muamelede bulunma arzuları ve Rasulullahın askerleriyle bu imkana
sahip olmasıdır. Bu seviyeye askerleri sayesinde gelmişse, hediye kendisine ve
askerlerine veriliyor demektir.
Müslüman komutanlardan birine verilen hediye bu şekildedir.
Çünkü ondan duyulan
korku ve hemşehrilerine yumuşaklıkla muamele etme arzusu ancak sahip olduğu güç
sebebiyledir. Bu da komutası altında bulunan askerler ve diğer bütün askerler
sayesinde olmaktadır.
2322- Ama
mübareze (düello) yapanlardan birine yahut sıradan bir askere hediye
verilmişse, bu ona mahsus olur.
Çünkü böylelerine
verilen hediye ondan duyulan korku ve yumuşak muamele isteği İçin verilmiş
olmaz. Böyle bir korku beslense bile bu kişinin bizzat kendisinin kuvvetli
olmasındandır. Çünkü onun başka gücü ve kuvveti yoktur. onun için kendisine
verilen hediye şahsına mahsus olur.
2323- Buna
göre bir müftüye yahut bir vaize bir hediye
verilecek olursa, onun şahsına mahsus olur.
Çünkü böyle kişilere
hediye vermeye sevkeden özel bir manadır. Ama yöneticilere vermek böyle
değildir. Çünkü o rüşvet olur. Çünkü hediyeyi veren kişiyi ona vermeye iten
sebep, sahip olduğu otoritedir. Bu da devlet başkanını verdiği yetkidir. Bu
konuda devlet başkanın müslümanlar yerine naiptir.
2324- Bu
konuda temel Rasulullahın şu buyruğudur.
"Yöneticilerin
hediye alması hırsızlıktır." Yani verilen hediyeleri yöneticilerin
kendilerine almaları hırsızlıktır.
Çünkü verilen
hediyeler ganimet mesabesindedir. Rasulullahın özellikle yöneticileri
belirtmesi sıradan bir vatandaşın alacağı hediyenin hırsızlık olmadığını bize
ifade etmektedir.
Hadiste anlatıldığına
göre Rasulullah bir zekat memurunu göreve göndermiş, o da dönüşte getirdiği
malın bir kısmına "Bu sizindir" , bir kısınmada "Bu da bana
hediye verildi" demiştir. Bunun üzerine Rasulullah yaptığı konuşmada
"Acaba biriniz ana babasının evinde otururken kendisine hediye geliyor mu?"
buyurmuştur. Bunda da söylediğimize işaret bulunmaktadır. Hz. Ömer, Ebu
Hu-reyre'yi Bahreyn'e görevli göndermiş, biraz mal getirdiğini görünce, ona
"Ey AI-Iahın ve kitabının düşmanı! Allah'ın malını çalmışsın"
demişti. Ebu Hureyre de "Ben ne Allah'ın düşmanı ne kitabının düşmanıyım,
ne de Allanın malım çaldım.
Atlarım çoğaldı ve
oklarım toplandı" dedi. Ama Hz. Ömer onun dediğine iltifat etmedi ve malı
alıp beytulmala verdi. Aynı şekilde devlet başkam bir bölgeye vali gönderdiği
birine hediye verilse ve halife ona i"stiyerek hediye verildiğini anlasa,
kendisinden hediyeleri alır ve beytulmala verir.
Çünkü devlet
başkanının kendisine yüklediği görev ve verdiği yetki sebebiyle hediye
verilmiştir. Bu konuda müslümanlarm naibidir. Onun için bu hediyeler
müslümanların hakkıdır ve beytulmala verilir.
2325-
Hediyelerin zorla alındığı anlaşılırsa alan kişiden alınır ve sahiplerine geri
verilir. Verme imkanı yoksa beytulmala verir ve buluntu malda olduğu gibi sahipleri gelinceye kadar
saklar. Ömer İbn Abdulaziz halife olunca daha önce beytulmalda toplanmış
bulunan malların sa-
hiplerine geri
verilmesini bu yolla emretmiştir.
Çünkü kendisinden önce
gelen Mervan ailesinin bunları halktan zorla aldığını biliyordu,
2326- Buna
göre düşman hükümdarı serhad hükümdarına veya komutanlarından birine hediye
verecek olursa, hediyeyi alan kişinin ondan birşey eksiltmesi veya telef etmesi
doğru olmaz. Halife hediyeyi ondan alır ve beytulmala verir. Ama hediye
müslümanlardan cesur birine verilmişse, ona mahsus olur.
Çünkü serhad
komutanından yumuşak muamele beklemeleri müslümanlar sayesinde sahip olduğu güç
ve kuvvet itibariyledir. Ama düello yapan kişiden istemeleri, şahsî güç ve
kuvveti itibariyledir.
2327- İslam
ordusu komutanı düşman hükümdarına hediye verse ve o da aynı şekilde karşılığını
verse, verdiği hediyeye bakılır. Ordu
komatanının verdiği gibi
veya azçok ona yakın birşey ise ordu komutanına ait olur.
Çünkü düşman
hükümdarının hediye vermesinin sebebi, ordu komutanının daha önce vermiş olduğu
hediyedir. Bunda da kendi şahsı adına davranmıştır.
2328- Ama
düşman hükümdarının gönderdiği hediye aldığı hediyeden fazla yahut insanların
birbirlerine geçen haklarından çok daha fazla ise, komutan bundan verdiği
hediyenin kıymeti kadarını alır, gerisi de beraberinde bulunan müslümanlar
için fey' olur. düşmana önce kendisi hediye veren ve zararından korkulup yararı
umulan komutanlara verilen hediyelerin durumu da bu şekildedir. Önce verdiği
hediyeden çok farklı bir hediye gelmişse, verdiği hediyenin kıymeti kadarını
alır ve gerisini fey yapar.
Bu konuda delil, Hz.
Ömer'in hadisidir. Eşi, Bizans hükümdarının eşine koku gibi birşey hediye
vermiş, hükümdarın hanımı da ona hediye vermiştir. Hz. Ömer hanımına gelen
hediyeden verdiği hediye kadarını ona vermiş ve geri kalanı beytulmala vermiştir,
Abdurrahman b. Avf beytulmala vermesini yadırgayarak kendisiyle konuşunca,
Hz.Ömer ona şöyle demiştir: "Eşine söyle, ona hediye versin ve baksın,
böyle bir hediyeyi kendisine verecek mi?"
2329- Düello
yapan kişi düşmandan bir komutana veya hükümdara bir hediye verecek olursa,
verdiği hediyenin kat kat fazlası kendisine verilse, bir sakıncası olmaz.
Çünkü bu fazalık
başkasının kendisini desteklemesi değil, onların kendi istekleriyle verdikleri
bîr maldır. Onun için kendisine mahsus olur.
2330- Müslümanlar
bir kaleyi kuşatıp komutan onlara bir yiyecek satsa, bakılır. Satılan mal
kıymeti ile veya insanların az çok aldanabilecekleri basit bir farkla
satmışsa, parası onundur.
Çünkü mülkünün
parasıdır.
2331- Ama
fahiş bir aldanma ile satmışsa, mülkünün kıymeti kadar parasından alır, gerisi
de askerler için fey' olur.
Çünkü kale halkı bu
fazlalığı komutandan korktukları için veya kendilerine yumuşakça davranmasını
sağlamak için vermişlerdir. Taki onların ağaçlarını kesmesin, evlerini
yıkmasın veya onlardan kuşatmayı kaldırsın. Bütün bu şeylere
imkan bulması da askerin gücü iledir,
onun için fazlası ganimet mesabesindedir. Söylediğimiz bu husus herkesin aklına
gelen açık bir şeydir. Hakikatine vakıf olmanın
mümkün olmadğı şeylerde zahire göre hüküm vermenin vacip olduğunu
belirtmiştik.
2332- Satan
kişi askerlerden biri İse, parası az
veya çok ne olursa olsun, onundur.
Çünkü bu fazlalığı
ondan korktukları veya ondan hayır umdukları için vermemişlerdir. Sadece
onları aptal yerine koymuş ve kendi istekleriyle verdikleri mallarını almıştır.
Onun verdiği şey karşılığında kendi istekleriyle fazla vermişlerdir. Onun için
verdikleri onun olur.
2333-
Müslümanların düşmana yiyecek,
giyecek ve benzeri şeyleri
satmasında bir sakınca yoktur. Ama
silah, at ve esirleri satamazlar. Bunlar müslümanların yanına emanla veya eman
almadan gelmiş olsunlar, aynıdır.
Çünkü bu şeylerle
müslümanlara karşı savaşma gücünü kazanırlar. Müslümanlara karşı güçlendirecek
şeyleri müsîümanların onlara vermesi caiz olmaz. Ancak yiyecek ve giyecek gibi
şeylerde bu mana mevcut değildir.
2334-
Bu hüküm, kalelerinden
bir kaleyi kuşatmadıkları zaman olur. Ama kalelerini
kuşatmışlarsa onların daha çok direnmelerine yadımcı olacak şeyleri onlara satmak
veya vermek doğru değildir.
Çünkü yiyecek ve
içeceklerinin tükenip teslim olmaları ve AHahm hükmüne boyun eğmeleri için
onları kuşatmışlardır. Onlara yiyecek, içecek ve giyecek gibi şeylerin
satılması daha çok direnmelerine yardımcı olur.
Halbuki yukarıdaki
maddede durum böyle değildir. Düşman evlerinde iken güçlendirecek yiyecek ve
içecek gibi şeyleri müsliimanlardan satın almanın dışında yollarla
kazanabilirler.
Kale halkının ise
müslümanlan kuşatmasından sonra başka yollarla bunu sağlamaları mümkün
değildir. Onun için müslümantardan kimsenin bu gibi şeyleri onlara satması
helal olmaz.
2335- Bunu
yapan kişileri devlet başkanı helal olmayan birşeyi işlediği için tedip eder.
Komutan elçi olarak birini bir ihtiyaç için düşman hükümdarına gönderse ve hükümdar ona bir
hediye verse, elçi de hediyeyi karargaha veya darulİslama çıkarıp getirse, bu
sadece onun olur.
Çünkü elçiye verilen
bu hediye, ondan korktukları veya birşey bekledüeri için değil, insanlık ve
şeref için verilmiştir. Nitekim Rasulullah kendisine gelen elçi ve heyetlere hediye
verirdi ve kendisinden sonra da bu şekilde yapılmasını tavsiye etmiştir. Bunun
Rasulullahtan korku veya umut için olduğunu kimse zannetmez.
2336-
Elçinin verdiği hediyeye düşmanın
hükümdarı fazlasıyla karşılık verse veya elçi düşmana yiyeceklerini
kıymetinin kat kat fazlasıyla satsa, aldığı şeylerin tümü onundur. Tıpkı eman
ile darulharbe girip onlarla iş yapmış ve kendi istekleriyle onlardan mal
almış kişi gibidir.
2337-
Düşman hükümdarı ordu
komutanına hediye verse ve
komutan ona ganimetten karşılığını vermek isterse, kıyasa göre bunu yapmaya
hakkı olmaz.
Çünkü ganimeti
alanların hakkı onda sabit olmuştur. Hatta ganimetler alındıktan sonra
askerlerden birine pay vadetme hakkına da sahip olamaz. Böyle iken düşman
hükümdarına nasıl ganimetten verebilir? Ancak istihsana göre şöyle olabilir:
2338-
Kendisine verilen hediye ganimet olursa,
ona karşılık olarak da ganimetten vermesi caiz olur.
Nitekim kendisine
verilen hediyeyi geri vermek isterse, yetkisi vardır. Bunda ganimeti alanların
hakkı da olsa yapabilir. Aynı şekilde hediyeyi kabul etmek ve müslümanların
yararını düşünerek vermek isterse, yapabilir. Ancak aldığı hediyeden fazla
ganimetten veremez. Şayet fazla verecek olursa, fazlasını kendi malından verir.
Çünkü bu fazlalığa karşı müslümanlara verecek fazlalık gelmemiştir. Başta
ganimetten onlara hediye vermek gibidir. Netice olarak hediyeden karşılık
beklenir. Bu da şart koşulan şey gibidir.
2339- Müslümanların fahiş aldanması sözkonusu olmayacaksa ganimet malından onlarla muamele
yapmasında sakınca yoktur. Bu da hediyelerine karşılık olur.
En iyi Allah bilir.[41]
2340-
Düşmanlar darulİslama saldırıp mallar ve esirler aldıktan sonra bunları
darulharbe götürmeden önce İslama girseler, devlet başkanı onların bütün aldıklarını
alır ve sahiplerine geri verir.
Çünkü yurtlarında
ihraz etmedikleri için aldıkları şeylere sahip olmamışlardır. Malik olmak
tamamen yenmeyi gerektirir. Bu da ihrazdan önce gelmez. Onun için bunlar
ihrazdan önce gaspeden kişiler mesabesindedir ve aldıkları şeylerin geri
verilmesi istenir.
2341-
Darullslamda ister müslüman olsunlar, ister zimmet ehli olsunlar, durum
aynıdır.
Çünkü ele geçirdikleri
şeylerin onların mülkü olduğunu kararlaştırır, ancak daha önce mülkleri olmayan
şeylerde mülkiyetlerini gerektirmez.
2342- Ele
geçirdikleri şeyleri darullslamda aralarında paylaşmış olmaları veya
paylaşmamış olmaları aynıdır.
Çünkü gaspedilen
şeyler taksim ile gaspedenierin mülkü olmaz. Müslümanların darulharpte ganimetleri
taksim etmeleri o ganimetlerde haklarının kesinlik kazanmasında ihraz
mesabesinde değil midir? Onların da yaptıklan taksim niçin ihraz mesabesinde
olmasın? diye itaraz edilirse, şöyle deriz:
Taksimin ihraz yerine
geçmesi müslümanlar için sözkonusudur. Çünkü müslümanlar arasında hükmü
uygulayan bir emir bulunmaktadır. Ama düşmanın hakkında bu mevcut değildir.
Onlar için sadece duygu olarak sebebin tamamlanması geçerli olur. Ele
geçirdikleri şeyleri taksim etmekle sözkonusu sebep his ve
kuvvet olarak artmaz.
2343- Çünkü
ihrazdan önce o mallara malik olmamışlardır. Satın atan kişi de onlara malik
olamaz. Yaptığı bu işle, başkasının emri olmaksızın fidye vererek malını kurtarırken
bir nevi teberruda bulunmuş olur.
Çünkü ihraz etmeden
önce o mallara malik olmamışlardır. Dolayısıyla satın alan da onlardan mülk
olarak alamaz.Başkasının izni olmadan malım fidye olarak verince, o malı
bağışlamış sayılır.
2344- Ama
düşman, darulharbe girdikten sonra müslü-man olmuşlarsa, o taktirde ele
geçirdikleri şeyler onların mülkü olur.
Çünkü ihraz etmekle
malik olmanın tam sebebine malik olmuşlardır. O da galibiyettir. Sonra, İslama
girmekle o şeyler artık onların mülkü olur. Çünkü Ra-sulullah "Müslüman
olurken kişinin sahip olduğu mallar onundur" buyurmuştur. Zimmî olmaları
da aynı şekildedir. Çünkü mülkiyetin gerçekleşmesinde zimmîlik İslamın yerine
geçmekte ve aynı işlevi görmektedir.
2345- Ele
geçirdikleri mallar ellerinde iken müslüman-iardan eman istemeleri de aynı
şekildedir.
Çünkü kendileri ve
mallan hakkında eman sahibi olmuşlardır.
2346- Ama
malları onlardan bir müslüman satın alırsa, eski sahibi ondan parasını vererek
alabilir.
Zira onların ele
geçirmeleriyle eski sahibinin mülkiyeti bitmişti. Başkasına geçmedikçe artık o
mülkte hakkı geri gelmez. Satın alma ile mülk müsiümana geçmiş olur ve eski
sahibinin mülkü ortaya çıkar. Ancak müşteriye de zarar getirmemesi gerekir. Bu
da ücretinin verilmesiyle önlenmiş olur. Ama bunlar müslüman olur veya zimmet
ehli olur yahut eman alarak gelirlerse, onların mülkiyeti başkalarına geçmez.
Onun için bu durumlarda eski sahibinin geri alma hakkı ortaya çıkmaz.
2347-
Müslümanlar darulharbe girip hür düşmanlardan esirler alsa ve İslama girdikten
sonra onları çıkarıp getirseler, müslüman olmakla onlar ölümden emin olur,
fakat köle sayılırlar. Çünkü mağlup olmakla onlar hakkında esaret
gerçekleşmiştir. İslam müslüınanın başlangıçta köle olmasını yasaklar, ama
İslamdan önceki köleliği ortadan kaldırmaz. Bu yukarıda geçenin aksidir.
Çünkü müslümanlar
onları yendiği zaman düşman hissen ve hükmen mağlup olur. İslama girmekle
hükmen mağlubiyetleri yok olmaz. Darulîslamda mağlubiyetin ve köleliğin
onlardan kalkması hükmen değil, ancak hissen olur. Hissen mağlubiyet de
ihrazdan önce olmaz.
Şöyle ki: Galip taraf
müslüman ise, Allanın hakkı olan şeylerde İslam ile İhraz etmiş sayılır. Onun
için onların elinden esirleri kimsenin alması helal olmaz. Düşmanın galibiyeti
de din ile değil, elle olur. Nitekim onlardan her birinin onu ellerinden alması
helaldir. Zimmet ehli de galip oldukları zaman bu konuda müslümanlar
mesabesindedir. Şeriatın hakkı konusunda ihrazın meydana gelmesi bakımından
zimmîlik İslam gibidir. Onun İçin zimmîlerin aldıkları şeylere kimsenin
dokunması helal olmaz. Müslümanların aldığı ganimetin beştebİr payı alındığı
gibi zimmet ehlinin aldıklarından da beştebir pay alınır.
2348-
Türklerden bir kuvvet Bizansa
girip hür olan kişilerden esir alsa ve
henüz yurtlarına gelmeden esirler müslüman olsa, müslüman olanlar hür olurlar.[42]
Çünkü onları din ile
ihraz etmiş değildirler. Çünkü dinleri yoktur. Kuvvetle yurtta ihraz etmeden
önce de galibiyet tamam olmaz.
2349-
Esirler müslüman olursa, hürriyetleri gerçekleşir. Hatta ondan
sonra ülkelerine götürmenin
ardından müslüman askerler zaptetse, bunlar hür olurlar. Ama ancak
darulharbe girdikten sonra esirler müslüman olmuşlarsa, o zaman onların
köleleri olurlar. Darulİslama sığınmacı olarak gelirlerse hür olurlar.
Düşmanın müslüman olan kölesi hakkındaki hüküm gibi.
Çünkü daruîharpte ve
kendi üstünlükleriyle onları ihraz edince, tam galibiyetleri ve hakimiyetleri
meydana gelmiş olur. Mülkiyet ve kölelik de sabit olur. Sonra, mülk olan
kişinin müslüman olması üzerindeki mülkiyeti yok .etmez, isterse bu mülkiyet
müslümanm olsun, isterse, kafirin olsun, aynıdır.
2350- Esirleri
yurtlarına sokmadan önce düşman kendisi müslüman olsa, sonra da esirleri müslüman olsa, esirler onların
köleleri olur.
Çünkü İslama girmekle
onları ihraz etmiş olurlar. Bununla ve esir alırken düşmanın müslüman olması
aynıdır, onları darulislama çıkaracak olurlarsa onlardan beştebir payı alınır.
Tıpkı devlet başkanının izni olmadan darulharbe saldıran kuvvetli
müslümanların aldıkları esirlerden beştebir payı alındığı gibi. Bunların
aldıkları ganimetten beştebir alınıp gerisi onlara bırakıldığı gibi bunların da
aldığı şeylerden beştebir payı alınır ve gerisi onlara bırakılır.
2351- iki
taraf da darulharbe girdikten sonra müslüman olmuş, sonra darullslama çıkıp
gelmişlerse, esir alan kişilerin köleleri olurlar ve onlardan beştebir payı
alınmaz.
Çünkü İslama girmeden
önce kendi yurtlarında ihraz ederek onlara malik olmuşlardır. Onlarda ganimet
hükmü sabit olmamıştır. Müslüman olmaları sebebiyle de ondan sonra sabit
olmaz. Yukarıdaki ise böyle değildir.
Orada
müslümanlıklarmdan önce onlara malik olmamışlardır.
2352-
Onların üzerinde hakları sabit olsa bile, mülkiyet ancak darulislamda ihraz ile
sabit olur ve ihraz edilen şeylerde ganimet hükmü de sabit olur. Esirler
onları esir alan Türklerden önce Bizans ülkesinde müslüman olursa, ondan sonra
da Türkler müslüman olursa, esirler hür olurlar. Çünkü ihraz ile kölelikleri
sabit olmadan önce İslama girmekle hürriyetleri
kesinleşmiştir.
2353- İki
taraf birlikte müslüman olsa yahut hangi tarafın önce müslüman olduğu
bilinmezse, esirler yine hür olurlar.
Çünkü hürriyetleri
malumdur. Köleliklerini gerektiren sebep ve Türklerin onlardan önce
müslümanlığı da malum değildir. Şüphe halinde de kölelik sabit olmaz.
Türklerin onları hakimiyetleri altına alması malumdur, bu da hürriyetlerini
iptal etmektedir, denilirse, şöye deriz: İhrazdan önce olmaz. Söylenen şey
illetin bir kısmıdır ve illetin bazısı hükmün ispatı için yeterli değildir.
2354-
Türkler Bizanstan bir kadını esir alıp kadın onların elinde iken müslüman olsa
ve kocası da Bizansın şehirlerinden birinde bulunuyorsa, kocasından boşanmış
sayılmaz. Türkler onu
kendi ülkesine getirse
de durum aynıdır.
Çünkü müslüman olmakla
hürriyeti kesinlik kazanmıştır. Esir alan tarafın fertlerinden olmaz ama
darulharpte müslüman olan bir düşmandır. Üç aybaşı görmeden yahut darulİslama
çıkmadan kocasından boşanmış sayılmaz. Darulîslama çıkacak olursa hakikaten ve
hükmen iki yurt ayrı olduğu için kocasından boşanmış sayılır.
2355-
Kadının kendisi müslüman olmadan önce esir alan Türkler müslüman olsa, onların
müslümanlığından önce veya sonra müslüman olduğu için kocasından boşanmış
olur. Çünkü burada esir alan Türkler darulharbe giren İslam ordusu
konumundadır. Böyle bir durumda bir kadın müslüman olup orduya katılırsa, hür
olur ve müslüman-ların himayesiyle kendini ihraz ettiği için kocasından boşanmış
olur. Bir kadın esir düştükten sonra müslüman olursa kocasından boşanmış olur.
Çünkü esir alınmakla esir edenlerin ganimeti
olur ve taksim edilir. Hükmen müslüman olduğu taktirde de
kendisi ile kocası arasında ülke farklılığı gerçekleşir. Burada da hüküm bu
şekildedir. Esir alan taraf müslüman olsa yahut onlar veya kendisi müslüman
olmadan önce kadım ülkelerinde ihraz etseler, kadın kocasından boşanmış olur.
Çünkü onların cariyesi
olmuştur. Böylece ülkelerinin halkından da olmuştur. Daha Önce de
belirttiğimiz gibi düşmanların kuvvet ve savunmaları farklı olduğu için
yurtları da farklıdır. Kadın ile kocası arasında yurt farklılığı ortaya
çıkınca, kocasından boşanmış olur. Zaten ülkelerinde ihraz ederek esir almakla
ona malik olmuşlardır.
2356-
Kocasını esir almaksızın müslümanların sadece ona malik olmaları ile Türklerin
malik olmaları aynıdır. Bu durumda kadın kocasından boşanmış olur. Esir alan
taraf müslüman olur ve ganimet taksim edilirken onlardan birinin payına
düşerse, bir hayız gördükten sonra payına düşen kişinin onunla beraber olması
helal olur. Çünkü ehli kitap olup kocası da yoktur. En iyi Allah bilir.[43]
2357- Devlet
başkanının izniyle bir seriyye ağaç kesmek için gidip müslümanlarm korktuğu
bir yere varsa ve ağaç kesip dönseler, kesilen ağaçlar ganimet olup beştebir
payı alınır.
Çünkü müslümanlarm
emin olmadığı yer darulharp cümlesindendir. Darul-İslam ise, müslümanlarm
hakimiyetinde olan yerdir. Bunun da alameti müslümanlarm orada emniyet içinde
olmalarıdır. Bu yerde müslümanlarm emniyette olmadıkları gibi düşman da
emniyette olmaz, denilirse, şöyle deriz: Evet ancak bu yerler düşmanın elinde
olup her yönden düşman kontrolü ve hakimiyeti dışına çıkmadıkça darulîslam
olmaz.Çünkü sabit olan şey, bazı niteliklerinin devam etmesiyle devam eder ve
ancak onun gibi veya onun üstünde olan bir anlamla ortadan kalkar. Buranın
düşman topraklarından olduğu sabit olunca, orada bulunan kereste ve ağaçlar da
düşmanın elinde ve malı olan şeyler olduğu sabit olur. Onun için müslümanlar
bunu düşmandan kuvvet ve galibiyet yolu ile almış olup ganimet bir mal
hükümündedir.
2358- Devlet
başkanı kesip getirecekleri ağaçlarla müslümanlar için gemi yahut mancınık yapmak için onları
göndermiş ise ve mesele aynı ise, getirdikleri şeyleri alıp ganimete katar.
Çünkü aldıkları
şeylerde devlet başkanının emrini yerine getirmişlerdir. Bu ganimet almakla
gerçekleşmektedir. Aldıkları şeyleri ganimet olsun diye almamış-larsa o şeyler
ganimet olmaz. Zaten devlet başkanı müslümanlarm yaran olan şeylerde görüş ve
ictihad sahibidir. Mesela ganimet alınmadan önce ictihad ederek ganimetten pay
vadetmesi de sahih olur. Aynı şekilde ganimet alınmadan öne alınacak şeyleri
belirli bir yarar için tahsis etmesi de sahihtir. İhtiyacına yetecek kadarını
aldıktan sonra artan olursa, onu da ganimet yapar. Çünkü hepsinde ganimet
almayı gerektiren sebep mevcut olmuştur Ancak müslümanlarm ihtiyacı için
belirlenen kısım devlet başkanının görüşü muvacehesinde ayrılır, artan kısım da
ganimet olur. Tıpkı borç ve vasiyyetten sonra mirastan kalan kısım gibi.
2359- Aynı
şekilde karargahtan darulharbe kereste yahut yiyecek veya hayvan yemi gibi
müslumanların bir yararı için göndermişse, getirdikleri şeyler o yarar için
sar-fedilir. Artan birşey olursa, seriyye fertleri ve askerler için ganimet
olur.
Çünkü ganimet almayı
değil, o yaran sağlamayı amaçlamışlardı. Devlet başkanının emrine itaat ederek
gittikleri için getirdikleri şeylerden artanlar da ganimet olur.
2360- Kıtlık
bulunan bir serhad şehrinde halka yiyecek ve hayvan yemi getirmeleri için
onları göndermiş ve istenilen şeyleri onlar da yapmışlarsa, getirilen şeylerde
beşte bir payı almadan hepsini şehir halkı arasında taksim e-der. Seriyye
fertlerine ise taksim etmez. Bütün bunlar gönderdiği zaman niçin gönderdiğini
bilmeleri şartına bağlıdır. Çünkü devlet başkanının hangi amaçla gönderdiğini
bildikleri taktirde ganimet amaçları ortadan kalkar. Müslümanların ihtiyacı
giderildikten ve yiyecek ihtiyaçları kalktıktan sonra yiyecek getirmişlerse, bu
ganimet gibi olur.
Çünkü şehir halkını
onlardan önce tutmayı gerektiren sebep, ihtiyaçlarıdır. Bu İhtiyaç da ortadan
kalkmıştır. Bu ile ganimetten artanlar aynı hükümde olur.
2361-
Yukarıdan beri sayılan durumlarda devlet başkanı onlara getirecekleri
şeylerden bir pay vaadetmişse, bu sahih olur. Çünkü getirecekleri şeylerin
bazısını müslü-manların yararı için harcamış ve bazısını da pay vadetme yolu
ile onlara harcamış olmaktadır. Her ikisinde de devlet başkanının gözetimi ve
yarar düşüncesi bulunmaktadır. Çünkü alınan ganimetten paylan olmadığı zaman
çıkmaları nadir olur. Ganimetten pay vaadetme de çıkmaya teşvik içindir.
Darulislamdarr gönderilen bir seriyye için ganimetten pay vadetme nasıl sahih
olabilir? diye itiraz edilirse, şöyle deriz: Süvarinin piyadeden farklı pay
aldığı ganimette bu sahih olmaz. Çünkü bu pay vadinde beştebir payını ve
süvarinin piyadeye üstünlüğünü İptal etmekten başka birşey yoktur. Halbuki bu
durum burada yoktur. Çünkü getirdikleri şeyler, getirenler
için ganimet olmaz. Belki müslümanların yararlarına sarfedilir. Onun
için getirene bu şeylerden pay vaadetme caiz olmuştur.
2362-
Müslümanların ihtiyacı geçtikten sonra malları getirirlerse, vadedilen payı
alamazlar.
Çünkü getirdikleri
şeyler ganimet olmuştur. Darulislamdan gönderilen seriyye İçin ganimetten
yapılan pay vadetme de sahih olmaz.
2363- Sizden
kim birşey alırsa, yarısı onundur, derse ve mesele aynı ise vadedilen pay,
sahipleri için caiz olur.
Çünkü bu başkalarından
ayrı olarak hususî bir pay vaadetmedir. Teşvik ve alma amacını
gerçekleştirmektedir. Bu da ganimetlerde sahihtir.
2364-
Müslümanların yararları dışında, seriyye ağaçları kesmek için darulislamdan
çıktığında devlet başkanı onları belirttiği bir yarar için göndermişse, getirdikleri şeyler o yararın
gerçekleşmesi için harcanır, getirdiklerinin bir kısmını onlara pay olarak
vaadetmişse, vadedi-leııi verir ve artanı o yarar için sarfeder. Devlet başkanının kendilerini
gönderdiği ihtiyaç giderildikten
sonra gelmişlerse, kim ne getirmişse ona mahsus olur.
Çünkü getirdikleri
şeyler burada ganimet değildir. Onu darulîslamda aldılar. Darulîslamda ele
geçiren herkes için mubah olan şey, av mesabesindedir.
2365- Hepsi
ortaklaşa getirmişlerse aralarında eşit olarak taksim edilir.
Çünkü süvarinin
piyadeden fazla alması ganimetlerde olur. Bu ise ganimet değildir. Öyleyse
devlet başkanının onun için pay vaadetmesi nasıl sahih olur? diye itiraz
edilirse, şöye deriz: Pay vaadetme suretiyle değil, tahsis suretiyle olmuştur.
Mubah olan maldan alan kişiye aldığının bir kısmını tahsis etme ve geri kalanı
da belirtilen yarar için kullanma şeklinde olmuştur.
2366- Devlet
başkanının izni dışında seriyye ağaç kesmek için darulharbe veya korkunun
bulunduğu bir yere gidecek olsa, getirecekleri şeyler ganimet olur.
Çünkü himaye ve
savunma yani silah ve güç sahibidirler. Darulharpten galebe ve üstünlük yolu
ile mal getirmişlerdir. Böyle bir durumda getirilen şeyde devlet başkanının
izninin olup olmaması aynıdır.
2367-
Bunu müslumanların emniyette
olacakları bir yerden almışlarsa,
kim ne almışsa onun olur.
Çünkü mubah olup av,
odun ve ot gibi darulİslamda alındığı zaman mülk olan birşeydir.
2368-
Gittikleri yerde düşmanla karşılaşmış ve oradan çıkaracak kadar
savaşmışlarsa yine kim
ne getirmişse onun olur.
Çünkü darulİslamdan
olan birşey düşmanın oraya girmesiyle darulharp hükmünü almaz. Oradan düşmanı
çıkarınca o şeyler eskisi gibi darullslam hükmü üzere kalır, onlardan kim ne
alırsa kendisinin olur.
2369-
Düşmanın kestiğini, ama henüz ihraz etmediğini gördüklerinde de durum aynıdır.
Çünkü darulİslamda
ihrazdan önce aldıkları şeylere malik olamazlar. Onun için almadan önceki
durumu üzere kalır.
2370- O
malları darulharpte ihraz ettikten
sonra müs-lümanlar onlara yetişip almışlarsa, o zaman ganimet olur.
Çünkü ihraz etmekle
ona malik olmuşlardır. Seriyye fertleri onların mülkünü galibiyet ve kuvvet
yolu İle ihraz ettikleri için ganimet olur.
2371-
Tuzcuların da hükmü bu şekildedir.
Tuzla, darulîslamda veya
darulhapte tuzun bulunduğu yerdir. Onun hükmü darulİslamda kereste hakkındaki
hüküm gibidir. Çünkü bu da odun gibi mubah olup kim alırsa onun mülkü olur.
2372- Aynı
şekilde seriyyenin almak için gittiği altın, gümüş ve mücevherat gibi mallardan
da darulİslamda buldukları ganimet olmaz.
Ancak bundan beştebir
payı alınır. Çünkü Rasulullah "Definede beştebir
payı vardır" buyurmuştur.
2373- Yine
bu malları düşman çıkarmış ama henüz ihraz etmemiş vaziyette bulduklarında da
onlardan beştebir payı alınır ve gerisi bulan kişilerin olur.
Çünkü ihrazdan önce
ona malik olmamışlardır. Onun için aldıktan Önce ve
aldıktan sonraki hüküm
aynıdır.
2374-
Seriyye bunu darulharpte almışsa, alınan şeylerin beştebir payı alınır ve geri
kalan da ganimet paylarına göre aralarında taksim edilir.
Çünkü onu kuvvet ve
galibiyet yolu ile darulharpten çıkarmışlardır. Zira kuvvet ve savunma sahibi
idiler.
2375-
Savunma ve kuvvet sahibi olmayıp mesele de aynı ise alınan şey alan kişilerin
olur ve bütün bu bölümlerde ondan beştebir pay alınmaz.
Çünkü bunu
darulharpten hırsızlık yolu ile almışlardır, yoksa dini yüceltmek için almış
değildirler.
2376- Ama
devlet başkanının izni ile gitmişlerse, o zaman aldıkları şeyler ganimet
hükmünde olur.
Çünkü bu durumda
devlet başkanı onlar için destek gibi olup desteklemesi gerekir.
2377-
Onların kuvvetli olduğunu bilmiyorsa göndermesi doğru olmaz. Böyle iken
göndermiş ve mal almışlarsa, o zaman alman şeyler dinin güçlendirilmesi amacıyla alınmış olur ve ondan beştebir
payın alınması vaciptir.
Çünkü ganimette
beştebir payın vacip olması onun şerefini açığa çıkarmak içindir ki en şerefli
yolla (din yolunda) kazanılmış bir kazanç olduğu anlaşılsın.
2378-
Seriyyeyi ağaç kesmek ve tuz almak için serhad bölgesinin emiri göndermiş ve
bundan onlara pay va-adetmişse, devlet başkanının pay vaadetmesi gibi bu
va-adetmesi de sahih olur.
Çünkü serhad
bölgesinin işlerini idare etmeyi ona bırakması, kendisine görev verme yetkisini
de tanımak demektir. Pay vaadetmesi yasaklanmadıkça devlet başkanının yapacağı pay
vadetme gibi onun da yapması sahih olur. Ondan sonra devlet başkanının pay vadetmeyi kendisine veya
başkasına tahsis etmesinden söz etmektedir. Bunun hükmünü yukarıda
belirtmiştik. Şöyle diyor:
2379- Devlet
başkanının, oğluna veya babasına pay va-adetmesi, başkasına vaadetmesi gibi
sahih olur. Çünkü baba ile oğul arasındaki mülkiyet farkı vardır. Ama köle ile
sözleşmeli köle böyle değildir. İslam cemaatinin tümünü kapsayarak kendisi
için pay vaadetmesi sahih olursa, bu
evleviyetle sahih olur.
Çünkü oğlu ve babası
için meydana gelen şeylerde yararı kendisi için meydana gelen şeylerdeki
yararının altındadır. Ondan sonra Salim bin Eb'i'1-Ca'd hadisini
zikretmektedir.
2380-
Eşca'dan bir adam Rasulullah'a geldi ve muhtaç olduğunu söyledi. Rasulullah ona
"sabret", dedi. Sonra adam gitti ve düşmandan ganimet alarak
Rasulullaha getirdi. Rasulullah alabileceğini söyledi. Bunun üzerine Yüce
Allah şu ayeti indirdi: "Kim Allahtan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu
ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir"[44]
Devlet başkanının izni olmadan hırsızlık yapmak için darulharbe birer,
ikişer giren
kişilerin aldığı şeyler hakkında
alimlerimizin verdiğ hükmün temeli
budur. Devlet
başkanının gönderdiği ve kuvvetin koruması altında giden kişinin
durumu bunun dışındadır.
Alınan şeylerin
ganimet sayıldığı bütün yerlerde, alan ile başkası eşittir.
Alınan şeylerin
ganimet sayılmadığı bütün yerlerde de o şeyler alan kişeye ait
olur. Mallan hep
birlikte almışlarsa süvari ve piyade ayırımı olmadan hepsi eşit
olarak paylaşırlar.
Çünkü pay vaadetme, beştebir payı gibi, ganimete
mahsus bir şeydir. Bu
ise ganimet değildir.
Dinin izzeti ile değil, hırsızlık yolu ile yapılmış bir ihrazdır.
Onun için ot toplama
ve avlama mesabesinde olur.
2381-
Onlardan biri aldığı bir şeyi muhafaza etmesi için arkadaşına verse, o da
darulîslama çikarıncaya kadar muhafaza etse, alan kişinin olur.
Çünkü önce almakla ona
sahip olmaya daha layık olmuştur. Zaten arkadaşının korumasını emrettiği için
darulîslama çıkarıncaya kadar koruması, kendisi için koruması gibidir.
2382-
Arkadaşı onu yenmiş ve elinden zorla almışsa, o zaman darulîslama çıkaran
kişinin olur.
Çünkü birincisi sadece
almakla ona malik olmamıştır. Müslümanların himayesi ve koruması altında
olmadığı için alınmakla ihraz edilmiş olmaz. İhraz edilmiş olması için
darulislama çıkarılması gerekir. Bu da arkadaşından zorla gas-peden kişi
yapmıştır. Aldıktan sonra müslümamn onun için arkadaşına baskı yapmasını uygun
görmüyorum.
Çünkü daha önce
kendisi almıştır. Müslümanlar için müslümamn sahipliği de muhteremdir. Sonra
adam din yolunda ihraz etmiştir. Daha Önce de belirttiğimiz gibi din ile ihraz
günahkar hakkında sabit olur. Ancak mülkiyet ve şer'an kullanabilme konusunda
bu muteber değildir.
2383-
Düşmandan bir topluluk mallan onlardan almak için gelip
çarpışmış ve m ü s lü m anları yenerek
oradan uzaklaştırmışlarsa, mal yine alan kişilerin olur.
Çünkü alan kişi onu
almaya daha layık olmuştur. Meydana gelen çarpışma sebebiyle bu hüküm değişmez.
Onu savunmak için çarpıştıklarına göre neden kuvvet ve savunma sahipleri
hükmünde sayılıp aldıkları mallar ganimet kabul edilmemiştir, diye sorulacak
olursa, şöyle deriz: Çünkü bu planlanarak meydana gelmiş bir şey olmayıp
tesadüfen olmuştur. Bununla hükmen galip ve hakim olmuş sayılmazlar.
Nitekim düşmandan
uyuyan bir topluluğa rastlayıp öldürseler ve mallarını alsalar, kim ne almışsa
onun olur. Alınan şeyler ganimet olmaz. Bunu da onun gibidir. Şöyle ki, kuvvet
ve savunma sahibi olmaları halinde de savunma ile çarpışarak aldıkları şeyler
hakkındaki hüküm değişmez. Çünkü çarpışmanın olması veya olmaması hükmü
değiştirmez. Kuvvet ve savunması olmayanların aldıkları şeyler için de durum
böyledir. Kuvvet ve savunması olmayan bu kişilere her biri malı aldıktan sonra
darulharpte müslümah ordusu yetişse aldıkları mallarda onlara ortak olurlar.
Zira askerler savaş için darulharbe girmişlerdir. Ama bu adamlara yetişmeden
önce askerlerin aldıkları ganimetlerde onların ortaklığı yoktur, ancak bir
savaş olur ve bu ganimetleri savunmak için onlarla beraber savaşırlarsa o zaman
onlar da ortak olurlar.
Bir kere bu adamlar
darulharbe savaş için gelmemişlerdir. Öyle olunca, askerlere destek kuvvet de
sayılmazlar. Onların durumu darulharpte ticaret yapan yahut esir olan yahut
müslüman olup ganimet alındıktan sonra orduya katılan kişinin durumu gibi
olur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir savaş meydana gelmedikçe bunların
ganimette ortaklıkları olmaz. Alınan bütün şeylerde beşte bir payın vacip
olmasının sebebi ise askerlerin kuvveti sayesinde ihraz etmiş olmasıdır. Onda
dinin izzeti manası gerçekleşmektedir.
2384- Devlet
başkanının izni ile veya izni dışında bazı askerler girdikten sonra yine
edevlet başkanının izni dışında bir, iki asker girse ve devlet başkanı girişi
daha önce yasaklamışsa, sonra girenler önce girenlerin malları almasından sonra
yetişmişlerse, ortak olurlar. Ama malları almalarından sonra yetişmişlerse,
ortak olmazlar. Ancak daha sonra bir çarpışma meydana gelir ve onlarla beraber
çarpışırlarsa, ortak olurlar.
Çünkü devlet başkanının
izni dışında girerken hırsızlık yapmak için girmiş gibidirler. Onlarla beraber
savaşmadıkça orduya destek kuvvet olmazlar. Zaten orduya destek kuvvet, mücahid
iken olur, bunlar hırsız gibi girdikleri için hükmen mücahid sayılmazlar.
Onlarla beraber düşmana karşı savaşmadıkça hakikaten mücahid olmazlar.
2385- Devlet
başkanının izni ile onlara yetişmişlerse, alınan şeylere ortak olurlar.
Çünkü girmekle şimdi
mücahid olmuşlardır. Orduya destek oldukları için daha önce askerin aldığı şeylerde oıtak olurlar.
2386-
Darulharpte mürted olanlardan bir topluluk müslüman olup orduya katılırsa,
durumları, düşmandan müslüman olanların durumu gibidir.
Çünkü darulharbe
mürted olarak girince onlar da düşman olmuşlardır. Ondan sonra müslüman olup
orduya katılsalar da mücahid sayılmazlar. Ordunun almış olduğu ganimetleri
savunmak için onlarla beraber savaşmadıkça destek kuvvetin ortak olamadığı
gibi bunlann da ortaklıkları olmaz.
2387-
Savunması olmayan bir grup devlet başkanının izni olmadan darulharbe girip bazı
mallar alsa, ondan sonra yine savunması olmayan bir grup devlet başkanının
izni ile gidip her iki taraf bir takım mallar aldıktan sonra bir araya gelse,
buna rağmen yine de savunma ve kuvvet
sahibi olmuyorlarsa, bunların bir araya gelmeden Önce ve geldikten sonra
aldıkları mallar onlara
mahsus olur ve ondan beştebir pay
alınmaz.
Çünkü bir araya
gelmekle aldıkları malların hükmü değişmemiştir. Bir araya gelmekle savunma ve
kuvvet sahibi olmadıkları için bir araya geldikten Önce ve sonra aldıkları şeylerin
hükmü de değişmemiştir. Kim ne almışsa ona mahsus olur. Ama onlara katılanlar
silahlı iseler o taktirde aldıkları malın hükmü değişir ve ihraz etme durumu da
farklı olur.
2388- Bir
araya gelmeden önce ve geldikten sonra dev-let başkanının izni ile girmiş
olanların aldıkları mallardan beştebir payı alınır ve geriye kalanlar, ganimet
esasına göre aralarında taksim edilir. Bir araya gelmeden önce almış oldukları
mallar hakkındaki hüküm gibi.
Çünkü biraraya
gelmekle durumları değişmediğinden, hırsızlar onlara destek kuvvet hükmünde
olmazlar.
2389- Bir
araya geldikleri zaman kuvvet ve savunma sahibi olup her iki taraf bundan önce ve sonra mallar almışlarsa, iki tarafın da aldığı mallardan beştebir payı allnır. Bir
araya gelmeden önce her grubun aldığı diğer paylar aralarında
ganimet dağılımı esasına
göre taksim edilir. Bir araya geldikten sonra aldıkları mallar da hepsine
ganimet taksimi esasına göre taksim edilir.
Çünkü kuvvet ve
savunma sahibi olunca alman malların ihrazı galibiyet ve üstünlük esasına göre
meydana gelmiş olur. Onun için hepsinden beştebir payın alınması lazımdır.
2390- Ancak
bir araya gelmeden Önce her tarafın aldıkları şeylerde diğerine destek kuvvet
hükmü meydana gelmez. Çünkü ayrı ayrı her iki tarafın kuvvet ve savunması
yoktur. Onun için her iki tarafın aldığı mallar ayrı
ayrı taraflar arasında taksim edilir ve
düşmana karşı ortak bir çarpışmaya girmişlerse, o zaman alınan bütün mallarda
ortak olurlar. Çünkü ikinci tarafın aldığı malları iki taraf ortak olarak
savunmuş olurlar.
İki taraf da devlet
başkanının izni dışında girmiş ve mesele aynı ise yukarıdaki ile aynı hükümde
olur. Ancak biraraya gelmeden önce her tarafın almış bulunduğu mallar hepsi
arasında ve ganimet esasına göre ortak olur. Yukarıdakinin aksidir. Çünkü
orada bir araya gelmeden önce aldığı mallarda hüküm aynı olmuştur.
Hükümde ihraz ile
hakkın kesinleşmesi göz önünde bulundurulur. O durumda bunlar kuvvet ve
savunma sahibi olup kuvvetleriyle ihraz gerçekleşmiş olduğundan bütün
mallardan beştebir payı alınır ve geri kalan aralarında taksim edilir. Ancak
burada heitarafın aldığnın hükmü farklı olmuştur.
Çünkü devlet
başkanının izni ile girenlerin aldığı mallar ganimet hükmündedir ve onlarla
beraber savunmak için çarpışmadıkça izinsiz girenlerin hükmünde değildir ve
devlet başkanının izni ile girenler o malları savunmak için onlarla beraber
çarpışmadıkça o mallarda ortaklıkları olmaz. Böyle yapmışlarsa, o zaman alman
bütün mallar ganimet olur. Ve hepsi de onların kuvveti ile ihraz edilmiş
sayılır.
2391-
Taraflardan birinin kuvveti var iken diğerinin kuvveti yoksa ve mesele aynı
ise, kuvveti olmayanlar bir araya gelmeden önce kuvveti olanların aldığı
mallarda onlarla ortak olmazlar. Ama biraraya geldikten sonra alınan mallan
savunmak için beraber çarpışırlarsa, o zaman ortak olurlar. Ama kuvveti olan
taraf daha sonra bir çarpışmaya girmeseler de, kuvveti olmayan tarafın aldığı
mallarda onlarla ortak olur.
Çünkü o malı
kuvvetleriyle ihraz etmiş olurlar. Kuvvet sahibi olan taraf diğer taraf için
destek kuvvet mesabesinde olur. Halbuki yukarıdaki durumda devlet başkanının
izni dışında giren taraf, devlet başkanının izni ile giren tarafın kuvvetiyle
mallan ihraz etmiş değildir. Çünkü kuvvetleri yoktur.
2392- Kuvvet
sahibi olan taraf devlet başkanının izni olmadan girmiş, kuvveti olmayan taraf
ise devlet başkanının izniyle girmişse alınan bütün mallarda ortak olurlar.
Çünkü her iki taraf
girmekle mücahid olmuştur. Biri kuvvet sahibi olduğu için, diğeri de devlet
başkanının izni ile girdiği için. Onun için taraflardan her biri alınan mallar
konusunda diğerine destek kuvvet hükmünde olur.
2393-
Kuvveti olmayan iki taraf da devlet başkanının izni ile girer ve bir araya
gelmeden önce ikisi de bazı mallar almışsa, alman bütün malardan beştebir payı
alınır ve geri kalanı aralarında ganimet esasına göre taksim edilir. Bir araya
gelmekle kuvvet sahibi olsunlar veya olmasınlar, aynıdır.
Çünkü devlet
başkanının izni hepsini kapsamıştır. Devlet başkanının izni ile girdiği için
her İkİ taraf da mücahiddİr. Bir araya gelmeden önce alman mallarda iki taraf
da birbirine destek kuvvet mesabesindedir.
Her tarafın aldığı ve
ihraz ettiği diğer tarafın kuvveti ile olmamıştır, birbirlerine nasıl ortak
olurlar? diye itiraz edilirse, şöyle deriz: Devlet başkanının izni sebebiyle
darulhaıpte hepsi mücahid sayılırlar. Damlharpte mücahidler kuvvet şartı
aranmaksızın birbirlerine destek sayılırlar.
Nitekim ordu girip
ganimetler almış ve daha sonra devlet başkanının izniyle giren bir veya iki
kişi gelip onlara katılmışsa, onlara destek kuvvet olup kendi başlarına
kuvvetleri olmasa da alınmış ganimette ortak olurlar. Ama savunma sahibi olup
devlet başkanının izni dışında girmiş ve darulharpte bir araya gelmişlerse,
bütün aldıklarından beştebir payı alınır ve geri kalan, ganimet esasına göre
taksim edilir. Çünkü burada iki taraf da kuvvet ve savunma sebebiyle mücahid
olmuş ve bir araya gelmekle de birbirlerine destek kuvvet olmuşlardır. Alman
mallar da iki taraf ile ihraz edilmiş sayılır. Onun için alınan mallarda
ganimet esasına göre ortak olurlar. En iyi Allah bilir.[45]
2394- Esir,
düşmanın elinden kurtulup birlikte daruf-harbe girdiği orduya darullslama
çıkmasından önce katılırsa, esir iken ordunun aldığı ganimete ortak olur.
Çünkü savaş amacıyla
ordu ile beraber girmekle ganimetten alma hakkı meydana gelmiştir. Ganimetlerin
ihrazında da onlara ortaklık yapmıştır. Bu arada meydana gelen esirlik sanki
hiç olmamış gibi kabul edilir. Tıpkı asker iken hastalanması gibidir. Başta
devlet başkanının izni ile veya izni dışında girmiş olması aynıdır. Çünkü her
iki durumda da ordunun yanında düşmana karşı savaşmak için girince mücahid
sayılır.
Nitekim ordu ile
beraber ticaret İçin girmiş ve daha sonra ticareti bırakıp onlarla beraber
savaşırken esir düşmüş ise yahut düşman İken İslama girip orduya katılmış ve
esir düşmüş İse ve ordu darullslama çıkmadan Önce katılmışsa, savaşmak için
devlet başkanının izni olmasa bile, ordunun aldığı ganimette ortak olur. Çünkü
ganimetler ihraz edilmeden, satılmadan ve taksim edilmeden önce orduya
katılmıştır.
2395-
Kendisi esirken beraber girdiği ordu darulislama çıkar ve kendisi de esaretten
kurtulup ganimet almış başka bir orduya katılırsa, meydana gelecek bir
çarpışmada onlarla beraber savaşa katılmadıkça, almış bulundukları ganimete
ortak olmaz.
Çünkü o ana kadar
onlarla beraber hak alma sebebi meydana gelmemiştir. Onun durumu darulhaıpte
müslüman olup orduya katdan kişinin durumu gibidir. Sadece katılma ile orduya
destek kuvvet de sayılmaz. Çünkü amacı düşmanın elinden kurtulmaktır. Ama
alınmış olan ganimeti savunmak İçin onlarla beraber düşmana karşı savaşırsa, o
zaman ortak olur. Çünkü bu onun orduyu desteklediğine dair delil olur.
2396-
Düşmanın elinden kurtulurken onlardan bazı kişileri Öldürüp mallarını alsa ve
darulislama çıkarsa o mal-
lar kendisine ait olup
beştebir payı alınmaz. İslama giren ve bu işleri yapan düşmandan biri
mesabesinde olur. Çünkü o malları bîr nevi hırsızlık yolu ile almış gibidir.
Zira amacı dini yüceltmek suretiyle savaşmak değil, düşmandan kurtulmaktır.
Çünkü kendisi mağlup ve savunma gücü de yoktur.
2397-
Müslüman olan esirler kuvvet ve savunma sahibi olup mesele de aynı ise,
aldıkları bütün mallardan beştebir payı alınır ve geri kalan da aralarında
ganimet esasına göre taksim edilir. Onlardan ganimet alan ve almayan aynı
seviyede olur. Bir araya gelmeden önce veya geldikleri anda her iki tarafın
kuvvet ve savunma sahibi olup olmaması aynıdır.
Çünkü iki taraf da
savaşçıdır. Malı da galibiyet ve üstünlük yolu ile ihraz etmişlerdir. Onun için
aldıkları şeylerde dini yüceltme amacı gerçekleşmektedir. Dolayısıyla aldıkları
şeyler ganimet olur,
2398- Esirlerin düşmandan bazı kişileri habersiz
öldürüp mallarını almalarında bir sakınca olmaz.
Çünkü onlarla
savaşmaktadırlar. Aynı zamanda mağlup ve makhur bulunmaktadırlar. Kendilerine
zulmeden kişilerden imkan bulurlarsa intikam alabilirler.
2399- Bunu
yaptıktan sonra kuvvet ve savunmaları olmadan darulisalma çıktıkları taktirde
kim ne almışsa kendisinin olur. Alan iki kişiden biri süvari, diğeri piyade
ise, aldıkları şeyleri eşit olarak paylaşırlar.
Çünkü bir araya
geldikten sonra kuvvet ve savunma sahibi olmadıkları için
aldıkları mallar ganimet hükmünü almaz.
2400- Alan
kişi taşıması için arkadaşına vermişse mal, alan kişinin olur.
Çünkü onu taşıyan ve
yurda çıkaran kişi, alan kişinin yerine naip olmuştur. Ona bu malı emanet etmiş
sayılır. !
2401- Ama
ondan zorla alıp darulİslama çıkarırsa, o zaman çıkaran kişinin olur.
Bunu daha önce
belirttik.
2402- Kuvvet
ve savunma sahibi olduktan sonra esirler bunu yapmışsa, İslama girenler de
kuvvet ve savunmadan yoksun olarak bunu yapmış, daha sonra darulharpte bir
araya gelip darulİslama
çıkmışlarsa alman bütün
mallardan beştebir payı alınır.
Çünkü kuvvet ve savunma
sahibi olan bir topluluk tarafından darulislamda ihraz edilmiştir. Onun İçin
ganimet olur.
2403-
Kuvvet ve savunması
olmayanların aldıkları mallar
hepsi arasında ganimet esasına göre taksim edilir.
Çünkü bunu diğer
tarafın kuvvet ve savunması ile ihraz etmişlerdir. Kuvvet ve savunma sahibi
oldukları için de diğer taraf onlara bir nevi destek olmuştur.
2404- Bir
araya gelmeden önce kuvvet ve savunma sahibi tarafın aldığı mallara silahsız
diğer taraf ortak olmaz.
Çünkü bunu kuvvet ve
savunmalarıyla ihraz etmemişlerdir. Diğer taraftan kuvvet ve savunması olmadığı
için bunlara destek kuvvet olarak sayılması da sözkonusu olmaz.
2405- Ama
bir araya geldikten sonra çarpışma olur ve ganimet alırlarsa, o zaman ortak
olurlar.
Çünkü alınan bütün
şeylerin savunulmasında birlik olmuşlardır. Alman mallara da ortak olurlar.
2406-
Onlarla karşılaşan ve savaşan düşman, kuvvet ve savunma sahibi ise, bunlar
ortak olurlar. Ama kuvvet ve savunma sahibi değilse, meydana gelen çarpışma sebebi
ile hüküm değişmez.
Çünkü hükmün
değişebilmesi için çarpıştıkları düşmanın malları alıp götürebilecek kuvvet ve
savunma gücüne sahip olması lazımdır. Düşmandan bir veya
iki kişi ile karşılaşıp çarpışma meydana
gelmişse, hüküm değişmez. Çünkü kuvvet ve savunma sahibi değildirler.
2407- İki
taraf malları aldıkları zaman kuvvet ve savunma sahibi olmayıp bir araya
geldikten sonra kuvvet ve savunma kazanınışlarsa, alman bütün mallara ortak
olurlar.
Çünkü bir araya
gelerek kuvvet ve savunma sahibi olmaları ile bundan Önceki durumları eşittir.
Çünkü biri diğerine destek kuvvet olmuştur. Her biri diğerinin gücü sayesinde
aldığı mallan ihraz etme imkanına sahip olmuştur. Çünkü bir araya gelince
kuvvet ve savunma sahibi olmuşlardır.
2408- Devlet
başkanı iki tarafa da öldürebildiklerini
öldürüp mallarını almalarını söylemiş, onlar da kuvvet ve savunmaları olmadığı
halde bunu yapmış ve darullslama çıkıncaya kadar iki taraf bir araya
gelmemişse, iki tarafın da aldıklarından beştebir payı kesilir ve geri kalan
aralarında ganimet esasına göre taksim edilir.
Çünkü devlet
başkanının izni onlara ulaşınca mücahid olmuş sayılırlar. Tıpkı kuvvet ve
savunmaları bulunmadığı halde devlet başkanının izni ile darul-harbe giren
kişiler gibidirler. Çünkü durumlarını öğrendiği takdirde devlet başkanının
onları desteklemesi lazımdır. Zaten bu işi yapmalarını kendisi söylemiştir.
Bundan dolayı kuvvetle galip gelerek mallan almış sayılırlar.
2409- Yine
darulharpte bir araya geldiklerinde kuvvet sahibi olsunlar veya olmasınlar
yahut taraflardan birinin kuvveti olup diğerinin olmaması durumunda da hüküm
aynıdır.
Çünkü devlet
başkanının izni hepsini İçine almıştır. Başta devlet başkanının izni ile bu
şeklide girecek olsalardı, bir araya geldiklerinde alman malarda ortak
olurlardı. Devlet başkanının izniyle darulharpte bunu yapmaları ve sonra bir
araya gelmeleri halinde de durum aynıdır.
2410-
Ganimet almaları için devlet başkanı darulîslam-dan kuvvet ve savunması olmayan
bir topluluğu gönderse ve diğer taraftan Islama girmiş bir topluluk esirlerle
beraber yanlarına çıksa ve her iki taraf da mallar almış olsalar, bakılır. Bir
araya geldikleri halde yine kuvvet ve savunmaları meydana gelmemişse, sonra
düşmanla yapılan çarpışmada ganimet alsalar, devlet başkanının izni ile giren
tarafın aldığı bütün ganimetlerden beştebir payı alınır, geri kalan,
aralarında ganimet esasına göre taksim edilir. Çünkü devlet başkanının izni
İtibariyle galip duramdadırlar.
2411- Diğer
tarafın aldığı mallar süvari ve piyadeye eşit miktarlarda verilmek üzere onlara
mahsus olur. Kim
ne almışsa kendisinin
olur.
Çünkü bunlar hırsız
gibidirler. Zira devlet başkanının izniyle çıkmamışlardır. Bir araya gelmeden
önce ve sonra galip ve kahir olacakları bir savunma ve kuvvetleri de yoktur.
Devlet başkanının izniyle girenler onlar için destek kuvvet olarak niçin kabul
edilmedi? diye itiraz edilirse, şöyle deriz: Kuvvet ve savunma sahipleri
aldıkları mallan kuvvet ve savunmaları İle ihraz etmeleri bakımından onlara
destek kuvvet olmuşlardır. Bu ise burada mevcut değildir. Ganimet hükmü ancak
devlet başkanının izniyle girenlerin aldıkları mallarda sabit olur. Çünkü
hükmen izni mevcuttur. Bu ise diğer tarafın aldıklarını kapsamayıp sadece
onların aldıklarına mahsustur.
2412- Kuvvet
ve savunma sahibi iseler aldıkları şeylerin
ganimet olması his bakımından kuvvet ve savunmaları sebebiyledir. Bu da, kuvvet
ve savunmalarıyla ihraz ettikleri için diğer taraftan aldıkları mallara da
şamil olur. Biraraya geldikten sonra kuvvet ve savunma sahibi oluyorlarsa,
ondan sonra savaş meydana gelsin veya gelmesin aldıkları bütün mallardan
beştebir payı alınır ve geriye kalanlar, ganimet esasına göre aralarında taksim
edilir.
Çünkü biraraya
gelmekle durumları değişmiş, kuvvet ve savunma sahibi olmuşlardır. Onun için
her tarafın aldığı mallar için hüküm değişik olmuştur.
2413- Devlet
başkanının izni ile girenlerin kuvvet ve savunmaları yoksa, diğer tarafın ise
kuvvet ve savunması varsa, aldıkları bütün mallardan beştebir payı alındıktan
sonra geri kalanın tümünde birbirlerine ortak olurlar.
Çünkü devlet
başkanının izni ile girenler bundan dolayı mücahid sayılırlar. Diğerleri de
kuvvet ve savunma sahibi oldukları için mücahid sayılırlar. Bir araya geldikten
sonra durumları, kuvvet ve savunmaları bulunmayıp devlet başkanının izniyle
darulharbe girerek ganimet alındıktan sonra orduya katılan topluluğun durumu
gibi olur. Alınan ganimetlerde birbirlerine ortak olurlar.
2414- Kuvvet
ve savunma sadece devlet başkanım izniyle girenlerde olup mesele de aynı ise,
kuvvet ve savuma sahipleri bir araya
gelmeden önce esirlerin aldıkları şeylerde
ortak olurlar. Ancak
taksimden önce beştebir payının alınması lazımdır.
Çünkü bu malları
onların kuvvet ve savunmalanyla ihraz etmişlerdir. Kuvvet ve savunma
sahiplerinin aldıkları mallarda ise esirlerin ortaklığı olmaz. Ama bir araya
geldikten sonra bir çarpışma olup beraber savaşmışlarsa o zaman ortaklıkları
meydana gelir.
2415- Her
iki taraf da kuvvet ve savunma sahibi ise aldıkları mallarda iki taraf da ortak
olur.
Çünkü kuvvet ve
savunmalanyla iki taraf da birbirine destek kuvvet olmuşlardır. Kuvvet ve
savunma sahiplerinin aldıkları mallarda devlet başkanının izni olup olmaması
aynıdır. Hepsi darullsiama girmiş gibi olur.
En iyi Allah bilir.[46]
2416- Eman
altında bulunan müslümanın düşman malından rızaları dışında alıp darulîslama
getirdiği şeyleri geri vermesinin emredileceği, ancak yargı yoluyla buna mecbur
edilmiyeceğini belirtmiştik.
Çünkü şahsî zimmetini
çiğnemiştir, Yoksa devlet başakının ve müslüman-ların zimmetini değil. Buna
delil olarak da muğire İbn Şube'nin şu olayı gösterilmiştir:
2417- Muğîre
müşriklerden bir toplulukla beraber olmuş, dalgınlık anında onları öldürüp
mallarını alarak Ra-sulullaha getirmiş ve beştebir payının alınmasını istemiştir.
Ama Rasulullah bunu red etmiş, ancak geri vermesi için de zorlamamıştır. Bu
nevi meselelerde bu esastır. Mal sahibi müslüman olarak veya antlaşmalı olarak
yahut e-man ile gelip müslümanlardaıı da adaletli şahitler gösterse veya malı
elinde bulunduran kişi bunu itiraf etse, devlet başkanı malı ona geri vermeye
mecbur eder ve bu iş için fetva vermez.
Çünkü malı aldığı
zaman o malın sahibine ne kendisi ne de malı için eman verilmiş değildi. Ne
varki onlar arasında eman ile bulunan müslüman onlara hıyanet etmemesi
gerekirdi. Yalnız bu kadarlık bir sebeple devlet başkanı, hükmü altında
olmadığından malı geri vermeye onu mecbur etmez. Nitekim onlardan birinin
gözünü çıkarsa veya birini Öldürse yahut bir malı telef etse ve kaçıp darulîslama
gelse, ondan sonra hak sahibi gelip onunla muhakeme olsa, yargıç hak sahibine
bir şeyin verilmesine hüküm vermez. Onlara ait bir mal çıkarıp getirdiği zaman
da durum aynıdır.
2418- Bu işi
yapan eman altında olanlar bunu yaparken kuvvet ve savunma sahibi olup
aldıklarım darulîslama çıkarsalar, malı bir kişinin çıkarmasıyla aynı hükümde
olurlar. Yani bu işi bir kişi yaptığında hüküm ne ise bu durumda olan
topluluğun yaptığında da hüküm odur.
Çünkü bu işi devlet
başkanının kuvvet ve himayesi ile değil, kendi güç ve imkanlarıyla
yapmışlardır.
2419-
Biraraya gelerek kuvvet ve savunma sahibi olup düşmana savaş ilan ettikten
sonra, daha önce ganimet almış bir askeri birliğe katılsalar ve bundan sonra
da beraberce yeni ganimetler ele geçirseler, onlar kendilerine katılmadan önce
o askeri birliğin
olduğu bütün ganimetlerden beştebir payı alnır ve gerisi
tüccara birşey vermeden sadece birliğe dağıtılır.
Çünkü tacirler onlara
destek kuvvet olmaz ve daha sonra bir düşmana karşı ortaklaşa savaşmadıkça
sadece katılma ile mücahid hükmünde de olmazlar.
2420- Bir
araya geldikten sonra alınan ganimet hepsi arasında gaıımet esasına göre taksim
edilir.
Çünkü almada ve ihraz
etmede ortak olmuşlardır.
2421- Eman
altında iken tacirlerin düşmandan aldıkları şeyleri sahiplerine geri vermeleri
istenir. Ancak hüküm bakımından mecbur edilmezler.
Çünkü o malları kendi
kuvvet ve savunmalarıyla ihraz etmişlerdir. Ordunun kuvvet ve savunmasıyla
değil. O malı daruIİslama veya ordunun yanma çıkarmaları aynıdır.
2422- Ama
ordu ile bir araya geldikten sonra düşmanla savaş olup birlikte malları
savunmak için savaşmişlarsa o zaman tacirler alman bütün ganimetlerde ordu ile
ortak olurlar. Devlet başkanı tacirlerin aldığı malları onlardan alarak sahibi
gelip teslim alıncaya kadar saklar.
Çünkü burada malların
ihrazı hem ordunun kuvveti ile hem de ortak savunmalarıyla meydana gelmiştir,
Onun için devlet başkanının o mal üzerinde velayeti vardır. Nitekim o mallar hiyanet yolu ile alınmamış
olsaydı ganimet hükmünde olurdu. Devlet başkanı beştebir payını aldıktan sonra
askerler ve tacirler arasında taksim ederdi. Malın üzerinde velayeti sabit
olduğu için onu sahiplerine ulaştırmak suretiyle hiyaneti gidermesi lazımdır.
Nitekim o malların
kendilerinden alındığı kişiler kuvvet ve savunma sahibi olarak orduya gelip
"Ya bizi tacirlerle başbaşa bırakırsınız, onlarla savaşıp mallarımızı
alırız ya da sizinle savaşırız" derlerse tacirleri onlara bırakma hakkınız
yoktur. Aksine onları koruma borcunuz vardır. Bu da tacirlerin haksızlıkla ele
geçirdikleri malları alıp sahiplerine vermekle olur. Malların esas sahipleri
değil de başkaları aynı amaçla gelseler biz de yine aynı şekilde davranırız.
2423- Eman
altında olan kişilerin savunma ve kuvveti olmayıp mesele de aynı ise, aldıkları
malları askerlerin sahiplerine geri vermeleri gerekir.
Çünkü bu malları
kuvvetleriyle değil, askerlerin kuvvet ve savunmalarıyla ancak ihraz
etmişlerdir. Onun için onlara katıldıktan sonra bir çarpışma meydana gelmese
bile, bu mallar ganimet olsaydı, askerlerin hakkı onda sabit olurdu.
2424-
Askerin kuvvet ve savunmasıyla ihraz edildiği için mallarda devlet başkanının velayeti sabit
olmuştur. Onun için sahiplerine geri vermesi lazımdır. Kendisinin onlara
göndermesi gerekmeyip sahibine eman ile girip malını alması için haber
gönderir.
Çünkü sahibinin
elinden kendisi çıkarmamış, sadece dolaylı olarak eline geçmiştir. Tıpkı rüzgar
esip bir elbiseyi başka bir adamın avlusuna düşürmesi olayı gibidir. Avlu
sahibinin elbiseyi sahibine alıp götürmesi gerekmez, sadece ona haber verip
gelip almasını söyler.
2425-
Darulharpte eman altında olan biri darulharp halkından habersiz olarak
daruIİslama çıkar ve haber vermeden tekrar oraya döner, onlar da emanınin
devam ettiğini zannetseler, onları öldürüp mallarından alabildiğini almasında
sakınca olmaz. Çünkü daruIİslama çıkmakla onlarla kendisi arasındaki eman hükmü
sona ermiştir. Kendileri bunu bilseler de bilmeseler de aynıdır. Yeni bir eman
almadan girdiği zaman emanı olmadan giren kişi gibi olur.
Nitekim onlar da bunun
farkına varsalar onu öldürüp malını alabilirler. Onlar bilmeyince kendisi
tarafından da onlar için eman sözkonusu olmaz. Hıyanetten sakınması zarurî
olduğu için darulîslama çıkmadan önce bunu yapması helal olmadığına göre
onların farkında olmadığı zaman da bunu yapmaması gerekirdi, diye itiraz
edilirse, şöyle deriz:
Öyle değildir. Çünkü
çıkışını onlara bildirmesi gerekmez. Onların, bu kişi hakkında gafil olmaması
ve çıkıp çıkmadığını bilmeleri lazımdır. Darulîslama çıkmakla eman bittiği
andan itibaren kendisi onlarla düşmandır. Savaş da hiledir. Hala ilk emana
sahip olduğunu sanmaları, bir düşmanın başka bir düşmana yapabileceği şeyleri
yapmaktan onu alıkoymaz.
2426-
Darulharpte müslümaıılarııı askerî
karargahına çıktığı zaman da durum aynıdır.
Çünkü müslümanlann savunma
ve himayelerine girdiği andan itibaren düşmanla kendisi arasındaki eman
bitmiştir. Tıpkı darulîslama döndüğünde bitmiş sayıldığı gibi. Tekrar
döndüğünde düşman nerede olduğunu sordukları zaman, henüz darulîslama gittik
yahut kim olduğunu sordukları zaman "ben aranızda eman İle bulunan
biriyim", derse onlar da kendisine dokunmazsa, ondan sonra herhangi bîr
şekilde zarar vermesi helal olmaz. Onlarla yaptığı bu konuşma yeni bir eman
mesabesindedir. Nitekim o ana kadar eman ile damlharbe girmemiş olup kendisini
yakahyarak sorduklarında "Ben aranızda eman ile bulunuyorum" derse,
onlar da kendisine dokunmazlarsa, eman altında olmuş olur. Artık onlara herhangi
bir şekilde hıyanette bulunması helal olmaz.
2427- Bu
adam devlet başkanının ileri gözetleyici olarak darulharbe gönderdiği ve
kuvveti olmayan bir topluluğun yanına gitse ve mesele aynı ise düşmanın her
hangi bir şeyine zarar vermesi helal olmaz.
Çünkü onlara düşman
olduğunu açıklamadıkça yahut müslümanlarm himayesine girmedikçe kendisi ile
düşman arasındaki birinci eman hâlâ geçerlidir.
2428- Eman
altında olan kişiler darulharpte bir araya gelir ve kuvvet sahibi olsalar, sonra eskisi gibi dağılıp
kuvvetleri kayboluncaya kadar düşmana aradaki ahdi bozduklarını bildirmeseler,
yine düşmanın herhangi birşeyine zarar vermeleri helal olmaz.
Çünkü düşmana
antlaşmayı bozduklarını bildirmedikçe eski eman üzere bulunurlar. Darulharpte
madem ki kuvvet sahibi oldular, neden diğer müslümanlar gibi olup sözkonusu
eman sona ermedi? diye itiraz edilirse, şöyle deriz:
Çünkü emanın son
bulması düşman olan bu insanların düşmana karşı kuvvet ve savunmaya sahip
olmaları itibariyledir. Eman altında olanlar ise savaşmak için girmemişlerdir.
Eman ahitlerini bozduklarım bildirmedikçe bir arada toplanma ile düşman halini
almazlar. Ama askerlerin durumu bunun aksinedir.
2429-
Esirlerden ve darulharpte müslüman olmuş kişilerden bir toplulukla bir araya
gelip kuvvet ve savunma sahibi olsalar bile eman ahitlerini bozduklarını
düşmana bildirmedikçe sonuç aynıdır.
Çünkü esirler zaten
onların elinde mağluptur. İslama girenler de onlarla savaş halinde değildir.
Düşmana savaş ilan ettiklerini ve eman ahitlerini bozduklarını onlara
bildirmedikçe savunma ve kuvvet sahibi olmama sebebiyle sırf iltihak ettikleri
için eman altında olan kişilerin emanlan da sona ermiş olmaz.
2430-
Esirler düşmana savaş ilan etiklerini bildirmiş ve mesele aynı ise eman altında
olan kişilerin düşmana döndüklerinde güç yetirebildiklerini öldürmelerinde bir
sakınca olmaz.
Çünkü düşmanla savaş
halinde olan ve kuvvet sahibi bulunan müslüman-lara katılmışlardır. Bununla
eman hükmü son bulmaktadır. Tıpkı İslam ordusuna katılmış olmak gibi.
2431- Düşman
onları farkedip geri geldiklerinde kendilerine "Niçin onlara
gittiniz" dedikleri zaman "Onların askerleriyle ticaret yapmak için
gittik ve yaptıklarına engel olmak
için geldik" derlerse, düşman da onlara ilişmezse artık
düşmanın herhangi bir
şeyine zarar veremezler.
Çünkü bu söz onların
eman vermesi gibidir. İlk eman üzere olduklarını onlara söylemiş, onlar da
bunlara ilişmemişlerdir. Darulharpte askerin yanına ticaret için gittiklerini
veya bir ihtiyaç için gittiklerini söyledikleri zaman dokunmamiş-larsa , sonuç
aynı olmaktadır.
2432- Eman
altında olanlar düşmandan birşeyler alıp bir araya gelseler ve kuvvet sahibi
olup düşmana eman ahitleriııi bozduklarını ve kendileriyle savaşacaklarını
bil-dirseler, ondan sonra savaşarak veya savaşmıyarak ganimetler alıp
darulîslama çıkarsalar, eman ahdini bozduklarını bildirdikten sonra aldıkları
mallardan beştebir payı alınır ve gerisi ganimet esasına göre aralarında taksim
edilir. Ama eman ahitlerin! bozmadan önce aldıkları mallar, alan kişilere ait
olup ondan beştebir payı alınmaz. Çünkü bu mallan aldatarak ele geçirmiş, İslam
idaresinin ve müslümanların
gücü ile değil kendi
güçleriyle ihraz etmişlerdir. Devlet başkanı o malları iadeleri
yönünde fetva verir ama yargı yoluyla
zorlayamaz.
2433- Eman
altında olan kişilerin yerinde esirler veya düşmandan müslüman olmuş kişiler
olup mesele de aynı ise, devlet başkanı alınan bütün şeylerden beştebir payını
alır ve gerisi ganimet taksimi esasına
göre taksim edilir.
Çünkü aldıklarını
helal olarak almış ve sonra kuvvetle ihraz etmişlerdir. Onun için ganimet
hükmünde olur. Eman altında olanlar ise düşmana eman ahirlerini bozduklarını
bildirmeden önce almış oldukları İçin alınan mallar onlara haramdır. Meydana
gelen kuvvet sebebiyle de o mallarda kendileri için ganimet hükmü sabit olmaz.
Nitekim o mallan
ordunun kuvveti sayesinde almış olsalardı, devlet başkanı onu alır ve ganimet
usulü ile taksim etmeden sahiplerine geri verirdi. Ama esirler aldıkları mallan
ordunun kuvveti sayesinde ihraz etmişlerse, o zaman mallan esirler ve askerler
arasında ganimet esasına göre laksim edilir. Kendi kuvvet ve savunmalanyla
ihraz ettikleri taktirde de durum aynıdır. Eman altında olanların aldıkları
mallan devlet başkanı sahiplerine gönderme hakkına sahip değildir.
2434- Eman
altında olanlar darulharpte kuvvet ve savunmaları olmayan ve devlet başkanının
izni dışında girmiş bulunan hırsız bir topluluğa katılsalar ama bu katılmadan
sonra yine de kuvvet ve savunma sahibi olmazlarsa, hüküm bir araya gelmeden
önce her iki tarafın aldığı şeyler hakkında ne ise, bir araya geldikten sonra
da odur.
Hırsızların aldığı
şeyler alan kişilere ait olur. Ama eman altında olan kişilerin aldıkları
şeyleri sahiplerine geri vermeleri emredilir, ama zorlama yapılmaz. Bir araya
geldiklerinde kuvvet sahibi olup düşmana savaş ilan ettiklerini bildirir ve
darulîslama çıkarlarsa, hırsızların aldıkları şeylerden devlet başkanı
beştebir payını alır.
Çünkü almışlardır ve
almak onlar için helaldir. Meydana gelen kuvvetle de üstün bir şekilde ihraz
etmişlerdir. Onun için ele geçirdikleri mallardan beştebir payı alınır. Geri
kalanı da esirlerle beraber aralarında ganimet takismi esasına göre taksim
edilir.
Bir araya geldikten
sonra o malları düşmana karşı savunmak için savaşmadıkları halde esirler bu
mala nasıl ortak olabilirler? Diye itiraz edilirce, şöyle deriz: Çünkü meydana
gelen kuvvet sayesinde o mallar ihraz edilmiş sayılır ve bu itir-barla ganimet
hükmü kapsamına girer. Bu da o malları savunmak İçin çarpışmaktan daha tesirli
olur.
2435- Eman
altında olan kişilerin aldıkları şeyleri
geri vermeleri emredilir, fakat mecbur tutulmazlar.
Çünkü almaları haram
olduğu halde almışlardır. Darulislama çıkarmakla o mallar ganimet olmaz. Başka
müslümanların kuvveti sayesinde de ihraz etmiş değildirler. Onun için geri
gönderme konusunda devlet başkanının zorlama yetkisi olmaz.
2436- Darulislama
çıkıncaya kadar düşmana eman ahit-lerini bozduklarını bildirmemiş ise ve mesele
de aynı ise .aldıkları mallardan beştebirpayı kesilmez.
Çünkü hırsızlık yolu
ile almış ve çıkarmışlardır'. Darulharpte düşmanla savaşmayı izhar
etmemişlerdir. Kuvvet ve savunmanın olabilmesi İçin de savaşın izhar edilmesi
lazımdır. Savaşı izhar etmemeleri bir araya geldikten sonra kuvvet ve savunma
sahibi olmalarıyla hüküm bakımından aynıdır. Hırsızların aldıkları mallar
ganimet olmayınca sadece alan kişilerin olur ve eman altında olanların onda bir
ortaklıkları olmaz.
Aradaki farkı şöyle
açıklamak mümkündür: Eman ahitlerini bozmadan önce düşmana dönselerdi ilk eman
üzere devam ederlerdi ve- düşmanın
hiçbir şeyine dokunamazlardı.
Ama eman ahitlerini bozduklarını bildirdikten sonra düşmana yeni bir eman
almadan dönselerdi güç yetirebildikleri kişileri öldürmeleri helal olurdu.
2437- Eman
altında olanlar bir araya geldikleri zaman kuvvet ve savunma sahibi olup onlara
katılanlar ise kuvvet ve savunmadan yoksun iseler, durum yine aynı olur.
Çünkü eman altında
olanlar düşmanla savaş halinde değil, onlardan eman altında bulunuyorlardı.
Eman ahdini bozduklarını düşmana bildirmedikçe yahut kuvvet ve savunma sahibi
müslümanlara iltihak etmedikçe sahip oldukları emanm hükmü sona ermez.
2438- Eman
altında olanlar değil de hırsız gibi girenler kuvvet ve savunma sahibi iseler,
eman altında bulunanların onlara katılmas.ı devlet başkanının izni ile giren
askerlere katılmaları mesabesindedir.
Çünkü hırsız gibi
girenler düşmanla savaş halindedir. Kuvvet ve savunma sahibi olmaları halinde
devlet başkanının izni ile veya izni dışında darulharbe girmiş olmaları
aynıdır.
2439- Kuvvet
sahibi olan hırsızlara katılmadan önce bir araya geldiklerinde eman altında
iseler ve mesele de aynı ise, bir durum dışında mesele yukarıdaki gibi olur. Bu
durumda devlet başkanı eman altında olanların aldıkları şeyleri ellerinden
almaz, sadece geri vermeleri içi fetva verir.
Çünkü almaları
hırsızların kuvvet ve savunmasıyla değil, kendi kuvvetleriyle olmuştur. Onun
için aldıkları malları onlardan almak için devlet başkanının velayeti olmaz.
Halbuki yukarıdaki durumda kuvvet ve savunma sahibi olan hırsızların kuvveti
ile aldıkları için askerlerin hükmünde olurlar.
2440- ikinci
durumda düşmanla bir çarpışma meydana gelmişse, devlet başkanı eman altında
olanların aldıkları malları alır ve sahiplerine geri verir.
Çünkü hırsızlar o malı
savunarak çarpıştıkları için devlet başkanının o mal üzerinde velayeti sabit
olmuş olur. Tıpkı askerin o malı savunmak için çarpışması halinde velayetinin
sabit olması gibi.
2441- Eman
altında olanlar devlet başkanının izniyle darulharbe girmiş müslüman topluluğa
katılsa ve iki tarafın da kuvvet ve savunması daha önce olmadığı gibi bir
araya geldikten sonra kuvvet ve savunmaları meydana gelmiyorsa, eman altında
olanların aldıkları malları geri vermeleri emredilir, ama zorlama yapılmaz.
Diğerlerin aldıkları mallardan ise beştebir payı alınır ve geri kalan sadece
onların olur. Yani eman altında olanlara ondan bir şey verilmez.
Çünkü eman altında
olanlar onlarla bir araya geldikten sonra geri dönselerdi emanları devam
edecekti. Zaten eman altında iken darulîslama çıkmışlardır. Böylece anlıyoruz
ki devlet başkanının izni ile girenlere destek kuvvet olmadıkları gibi,
darulharpte de düşmanla savaşmam ıslardır.
2442- Yine
biraraya geldikten sonra kuvvet sahibi o-hırlarsa, ama eman altında olanlar
düşmana eman ahitlerini bozduklarını bildirmemişlerse, biraraya gelmeden önce
hırsızların aldıkları mallarda ortak oldukları gibi, eman ahdini bozduktan
sonra alınmış olanlarda da ortak olurlar.
Çünkü düşmanla
kendileri arasındaki eman ahdi bozulmuştur. Hırsızlarla bir araya gelince de
kuvvet ve savunma sahibi olmuşlardır. Bu da alınmış olanları savunmak için
düşmanla savaşmak gibidir veya ondan daha kuvvetlidir.
2443- Eman
altında olanların aldıkları malların geri verilmesi için fetva verilir, ama
mecbur edilmezler.
Çünkü bunu başka
müslümanların kuvvet ve savunması sayesinde ihraz etmediklerinden devlet
başkanının onun üzerinde velayeti sabit olmaz.
2444- Kuvvet
ve savunmadan yoksun olan eman altındaki kişiler esir bir topluluğa yahut
darulharpte müslüman olup kuvvet ve savunması olan bir topluluğa katılır ama
e-nıan ahitlerini bozduklarını düşmana bildirmezlerse, eman altındakilerin
katılmasından önce esirlerin aldıkları mallardan beştebir payı alınır, gerisi
de sadece onların olur. Çünkü bunu almış ve almaları da helaldir.
2445- Onlara
katılan enıan altındaki kişiler ise onlara destek kuvvet olmamışlardır.
Çünkü malı savunmak
için onlarla beraber savaşmamışlardir. Onlara katılmakla kuvvet ve savunma
sahibi de olmamışlardır, onlar bundan önce kuvvet ve savunma sahibi
bulunuyorlardı.
2446-
Eman altında olanların
kendilerine katıldıktan sonra
aldıkları mallar da böyledir.
Çünkü eman altında
olanlar eman ahitlerini bozduklarını bildirmedikleri için onlarla savaş halinde
olmamışlardır. Alınan malların kendilerine mahsus olması bakımından bu konuda
hırsızlar gibidirler. Nitekim eman akında olanlarla düşman arasındaki eman,
bozulduğu bildİrilmedikçe, kuvvet sahibi olanlara katılmalarından sonra da
devam etmektedir. Eman olduğu sürece de alınan mallarda onlara destek ve
koruyucu olmaları mümkün değildir. Onun için alınan mallarda eman altında
olanlar ortak olmazlar. Kuvvet ve savunma sahibi olmaları sebebiyle de
diğerlerin aldıkları mallardan beştebir payı alınır ve geri kalanı ganimet
taksimi esasına göre aralarında taksim edilir.
2447-
Düşmana eman ahdini bozduklarını bildirmiş iseler ve mesele aynı ise, iki
tarafın da aldığı mallar hepsi arasında ortak olarak fey' olur.
Çünkü onlara
katılmakla eman altındakilerin emanı sona erince, düşmanla savaş halinde olan
müslümanlardan kuvvet ve savunma sahibi olan bir topluluğa katılmış sayılırlar.
Onlara katıldıktan sonra alman mallar konusunda onlara destek ve takviye mesabesinde
olmuşlardır.
2448-
Katılmadan önce eman altında olanların aldığı malları devlet başkanı ellerinden
alır ve sahiplerine geri verir.
Çünkü müslümanlardan
kuvvet ve savunma sahibi bir topluluk kuvveti ile ihraz ettiklerinden devlet
başkanının onu geri gönderme konusunda zorlama ve mecbur etme yetkisi sabit
olmuştur. Halbuki yukarıda böyle değildi. Zira orada esirler düşmana savaş ilan
etmedikleri için kesinlikle mücahid değildirler. Onların kuvveti sayesinde malı
ihraz etmiş olsalar bile eman altında olanların ihraz ettiği malları geri
göndermek için mecbur etme yetkisi sabit olmaz. Sadece geri göndermeleri için
fetva verir.
2449-
Düşmana savaş ilan eden esirlere katılmadan önce eman
altındakiler kuvvet ve savunma sahibi olursa, devlet başkanı aldıkları
malları geri vermeleri için onları mecbur etmez.
Çünkü o malları
mücahidlerin kuvveti sayesinde değil, kendi kuvvetleriyle ihraz etmişlerdir.
Böyle mallan geri göndermeleri için devlet başkanının mecbur etme yetkisi
bulunmaz. Ama daha sonra bir savaş meydana gelmişse mücahidlerin o malı
savunmak için mecbur etme yetkisi olur. Malı alır ve sahiplerine geri gönderir.
2450- Eman
altında biri darulharpte bir düşmanın malını hiyanet
ederek darulislama çıkardıktan
sonra aynı düşman kişi esir olursa,
mal daha önce alan kişinin olur ve kendisine helal olur.
Çünkü malı çıkardığı
zaman onun mülkü idi. Ancak kendisinden alınan kişinin hakkı üzerinde
bulunduğundan alan kişiye helal değildi. Düşman kişi esir düşüp köleleşince mal
üzerindeki hakkı da iptal oldu ve alan kişiye helal olma engeli de oltadan
kalktı. Esir eden kişi esirin şahsına malik olduğu gibi hakkı olan şeylerde de
onun yerine malik olur, diye itiraz edilirse, şöyle deriz: Evet ama galibiyet
ve kuvvet yolu ile temellük mahalli olan şeylerde bu sözkonusudur. Müs-lümanın
mülkü olan mal ise kuvvet ve galibiyet yolu ile temellük mahalli değildir. Onun
için esirin o malda hakkı sabit olmaz. Nitekim, daruIİslamda eman altında olan
bir düşman müslüman birine borç verdikten sonra darulharbe dönüp esir düşerse,
alacağı borç da iptal olur ve fey' olmaz. Çünkü zimmette olan borç kuvvetle
temellük mahalli olmaz. Borç böyle ise mal evleviyetle olmaz. Çünkü borç,
borçlunun zimmetinde olup esirin mülkü idi. Burada ise mal müslümamn elinde
esirin mülkü değildir.
Nitekim darulharpte
esir düşmeden darulislama dönüp borcunu isteyecek olsa, borçlunun onu ödemesi
için mecbur edilir. Ama burada esir düşmeyip darulislama çıkarak malı istyecek
olsa, kendisine vermesi için müslüman kişi mecbur edilmez. Mal isterse alan
kişinin elinde olduğu gibi mevcut olsun, isterse tüketmiş olsun farketmez.
Bu hakta, şayet ölmüş
olsaydı niçin varisleri onun yerine geçmesin? Kölelik hali hakkı kaldırmışsa,
bu hak neden varislerine geçmesin? diye itiraz edilirse, şöyle deriz:
Varis olmak ictîhad
ile değil nas iledir. Sonra, mirasçı Ölen kişinin ancak ihtiyaç fazlası
şeylerine varis olur. Halbuki kölelikle o kişinin statüsü değişmiş ol-maka
beraber ihtiyaçları tükenmiş olmaz. Onun için mülkünde ve haklarında varisin
onun yerine geçtiğini kabul etmek mümkün değildir.
2451- Yine,
düşman olan kişi
esir düşmeyip devlet başkanı onun ülkesini zaptetse ve
malın sahibini de Öldürse, sonuç aynıdır.
Çünkü ölmesiyle hakkı
düşmüş olup varisleri de mağlup oldukları için ona varis olmazlar. Zaten
varisleri de köle olmuşlardır. Varis olan kişinin köle olması, ölenin yerine
malına sahip olmayı önler. Tıpkı Ölen kişinin köle olması gibi. Alan kişiye bu
malın helal olmamasının sebebi, düşmesi kesinleşmiş olan başkasının hakkının o
malda mevcudiyetidir.
2452-
Düşman kişi öldürülüp
evi zaptedilmezse, ele geçirilmiş
olan mallarının alan kişiden alınıp varislerine geri verilmesi için fetva verilir.
Çünkü Öldükten sonra
onun mülk ve haklarında onlar varistirler. Tıpkı yatağında öldüğü zaman ona
varis oldukları gibi. Onların hakkı da kendisinden malın alındığı kişi hakkı
gibidir. Bu bakımdan alan kişi için o mal helal olmaz.
2453- Alan
kişi malı darulharpte bulunan askerlerin yanına çıkarmış sonra askerler o
malın sahibini esir almışlarsa, mal ile beraber sahibi de fey olup beştebir
payı alındıktan sonra geri kalanı
askerler ve enıan altında olan kişi arasında ganimet taksimi esasına
göre taksim edilir.
Zira, kendisinden
alınan kişinin hakkı mevcut olmasaydı askerlerin bu maldaki hakkı, caydırıcı
kuvvete sahip bulunmalarından dolayı sabit olurdu. Zaten devlet başkanının malı
geri vermesi için onu mecbur etme yetkisi bulunmaktadır. Bu da ancak o malda
askerlerin hakkının sabit olması sebebiyledir. Esir düşmekle de düşmanın
engelleyici hakkı ortadan kalkmış bulunmaktadır.
Sonra bu mal hüküm
bakımından esire geri verilmesi gereken bir mal olduğundan elinde olan başka
bir mal mesabesinde olur. Böylece kuvvetle temellük mahalli olur. Mağlup
edilerek alındığı için de fey1 olur. Halbuki yukarıdaki böyle değildir. Orada
hüküm bakımından mal kendisine geri verilmesi gereken bir şey
değildir. Aksine, alan kişinin o malda
mülkiyet hakkı hüküm bakımından öndedir. Bu da düşmanın esir edilmesiyle
müslümanlarm onu tamamen ele geçirmelerini önlemektedir.
2454- Düşman
olan kişi öldürülüp evi zaptedildiği taktirde de durum aynıdır. Ama evi
zaptedilmezse, devlet başkanı o malı alır ve varislerine geri verir.
Çünkü onlar bu malda
onun varisleridir. Bu da daruIİslamda eman altında olan birinin bir adama mal
emanet ettikten sonra daru]harbe döndüğünde esir düşmesi durumu gibidir.
Bıraktığı emanet, şahsı gibi esir eden kişiler için fey' olur. Çünkü hüküm
bakımından o mal kendisine geri verilmesi gereken bir maldır. Emanet bıraktığı
kişi de onun gibidir. Esir olunca, emanet malı da kendisi gibi zaptedilmiş
sayılır.
2455- Aynı
şekilde, adam öldürülüp evi de zaptedilir-se, durum aynıdır. Ama evi
zaptedilmez ve mal da emanet
bırakılan kişinin
elinde olduğu gibi duruyorsa, durum yine aynı olur. Fakat varisi gelip alabilir.
Yukarıdaki de bu
şekildedir.
Eman altında olan
kişinin daruIİslamda ihraz ettiği ile ordunun kuvveti ile ihraz ettiği
arasındaki fark şudur: Alman şey cariye olup darulislama çıkardıktan sonra onu
azad edecek olursa azat etmesi geçerli olur. Ama ordunun yanına çıkardıktan
sonra azad edecek olursa azad etmesi geçerli olmaz.
Böylece darulislama
çıkardıktan sonra hala mülkü olduğu halde, askerin gücü ile ihraz ettiği
takdirde mülkünün olmıyacağı anlaşılmış olmaktadır. Mülkün mahallinde mülk
mevcut olduğundan galibiyetle alma sabit olmamıştır.
2456-
Esirler bir araya gelip kuvvet ve savunma sahibi olsalar ve mallar alıp
darulislama çıkarsaiar, mallarından beştebir payı alınır.
Çünkü almaları
mubahtır. Kuvvet ve savunma sahibi oldukları için de ihraz anında galip ve
üstündürler.
2457- Ama
eman altında olup eman ahdini bozduklarını düşmana bildirmemişlerse, aldıkları
mallardan beştebir payı alınmaz ve aldıklarını geri vermeleri tavsiye edilir.
Çünkü hiyanet
olduğundan malı almaları haramdır. Nitekim alınan mal esirlerin elinde olup
müslümanlar o ülkeyi zaptedinceye kadar da çıkarmam ıslarsa bütün maldan
beştebir payı alınır. Yine müslümanlar o ülkeyi zaptederken mal hala eman
altında olan kişilerin elinde olup düşmana da eman ahdinin bittiğini
bildirme-mişlerse, mal müslümanlar için fey' olur ve eman altında olan kişiler
ondan bir şey alamazlar. Zira eman altında olan kişilerin emanı devam ettikçe
mal da onların elinde olur. Çünkü sahibinin elinde sayılır. Diğer mallan gibi
zaptedildiği taktirde fey1 olur. Eman altında olanlar ise ondan bir şey
alamazlar. Çünkü mücahid değildirler. Ama esirler böyle olmayıp düşmanla savaş
halinde bulunuyorlardı. Müslümanların kuvveti sayesinde ele geçirdiklerinden
ondan beştebir payı alınır ve geri kalan onlarla esirler arasında ganimet
taksimi usulüne göre taksim edilir.
2458- Eman
altında olanlar o malları aldıkları zaman kuvvet sahibi olup düşmana eman
ahdinin bittiğini bil-dirseîerdî, durumları esirlerin durumu gibi olurdu.
Çünkü emandan çıkmış
ve düşmanla savaş halinde olmuşlardır. Nitekim düşman müslüman olur veya
zaptedilmeden önce zimmet ehli olursa eman altında olan kişilere aldıkları
mallan geri vermeleri İçin emredilmez. Halbuki yukarıda geri vermeleri için
emrediIİrdi.
2459- Düşman
ülkesine başka bir ordu girip eman altında olanlar o orduya katılacak olursa,
o malın hiçbir şeyine dokunulmaz.
Çünkü eman altında
olanlar ordunun kuvveti ile değil, kendi kuvvtleriyle ihraz etmişlerdir. Ama
düşmana eman ahdinin bittiğinin bildirmemişlerse o zaman ancak ordunun
kuvvetyİle ihraz etmiş sayılırlar. Devlet başkanı malı alır ve sahiplerine
geri verir.
2460- Düşman
ülkesine giren ordu evi zaptedip malın sahibini de öldürse veya esir alsa mal,
askerlerle eman altında olanlar arasında fey olur. Ama evi zaptetmeyip sadece
malın sahibini öldürürlerse eman altında olanların aldıkları mala dokunmazlar
ve onu mal sahibinin varislerine geri vermeleri için emredilir.
Bu farkı daha önce
belirttik.
2461-
Darulharpte eman altında olan müslüman, düşman köylerinden birinde konaklasa,
sonra kuvvet ve savunma sahibi bir İslam ordusu oradan geçip köyün erkeklerini
öldürüp diğerlerini de esir alsa ama eman altında olan kişiye dokunmazlarsa, düşman ile kendi
arasındaki işlerde o kişi eman altında olarak devam eder ve onlara herhangi bir
şekilde zarar veremez.
Çünkü kendisi ile köy
halkı arasında emanın son bulmasını gerektiren bir durum olmamıştır. Birkere
köy damlİslam olmamıştır. Çünkü köyler şehirlere tabidir. Sonra, müslümanlar
geçip köyü terkedince, orayı darulîslam yapmak istemediklerini anlıyoruz. Eman
altındaki müslüman da müslümanların kuvveti ile kendini ihraz etmiş değildir.
Müslümanlar kendileri oraya girmiş sonra geçip gitmişlerdir. Hatta onların
gelip gitmesini farketmeden uykuda da olabilir. Onun için eskisi gibi emanı da
devam etmektedir.
2462-
Askerler köyün yakınlarında konaklamış ve kendisi askerlerin yanına gitmişse,
kendisi ile düşman arasında eman son
bulmuş olur.
Çünkü bu durumda
kendini ordunun kuvveti ile ihraz etmiş olur. Böylece düşmanın emanından çıkmış
olmaktadır. Tekrar dam İha rbe dönecek olursa onları hem öldürebilir, hem de
mallarını alabilir. Nitekim askerle beraber düşmanla savaşsa yahut günlerce
onlarla beraber bulunsa düşman da bunu bilmese yine emandan çıkmış olur. Aynı
şekilde askerin yanına kendisi gittiği taktirde de emandan çıkmış sayılır.
2463-
Müslümanlar köyün erkeklerini öldürdüğü zaman müslüman kişiyi zorla götürüp
ordu karargahına soksa ve müslüman olduğunu anladıklarında serbest bı-raksa,
kendisi de darulharbe dönüp gelse, kıyasa göre ar-tık düşman ile emanı kalmaz..
Çünkü kendi iradesiyle
olmasa da askerin kuvveti ile ihraz edilmiş oldu. Böylece düşmanın emanı dışına
çıkmış sayılır. Kendisi istemediği halde onu da-rulislama götürdükleri zaman da
böyle olur. Ancak istihsana göre şöyle olur:
2464-
Askerin konakladığı yer darulharp kapsamında olan biryerdir. Müslümanlardan
eman altında olan kişi de darulharpte olduğu sürece düşmandan eman altındadır.
A-ma eman ahdini bozduğunu gösten bir iş yapmışsa o zaman emanı biter. Halbuki
asker tarafından iradesi dışında ve zorla götürüldüğü için böyle bir işi de
olmamıştır.
Çünkü zorlama öldürme
tehdidi ile olursa, artık yapacağı hiçbirşey kalmaz. Ama onun dışında bir
tehditle olmuşsa o zaman da rızası dışında olduğu için eman ahdini bozduğunu
gösteren bir iş yapmış olmaz.
2465- Ama
darulİslama çıkarılacak olursa, o zaman kesinlikle düşmanın emamnda olmaz.
Çünkü darulislanıda müslüman düşmanın emanı altında olmaz.
Mesela bir yıl
akrabası arasında kalıp darulharbe tekrar dönmesine müsaade etmezlerse, yine düşmanın
emanı altında olur muydu? Bunu hiçbir kimse söylemez. Aynı şekilde darulİslama
çıkarıp serbest bıraktıktan sonra darulharbe döndüğünde de artık eman altında
olmaz ve düşmandan istediğini öldürebilir. Ama eman ahdini onlarla tazelerse,
hiçbir şekilde onlara zarar veremez.
En iyi Allah bilir.[47]
2466- Müslümanların
mallarından düşmanın darulharpte ihraz ettiği şeylerin onların mülkü olduğunu
daha Önce belirtmiştik. Müslümanlar
tarafından geri alındığı
zaman düşmanın malları
gibi onlara ganimet olur. Kendisinden daha önce malı alınmış olan kişi malını
ganimet arasında bulduğu taktirde, dağıtımdan önce onu karşılıksız alır,
dağıtımdan sonra bulduğu taktirde isterse parasını vererek alır.
Çünkü haksızlığa
uğramıştır. Müslümanların onu desteklemesi ve zulme uğramasını önlemesi
gerekirdi. Zaten darulîslamda ikametlerinin mümkün olması için birbirlerine
destek olması ve haksızlığa uğramasını önlemeleri lazımdır. Onu da bu
haksızlıktan kurtarmak darulîslamı savunan ve bunun için gerekli şeylere sahip
olan mücahidlerin görevidir. Haksızlığa uğramış kişinin malı mücahidlerin eline
düştüğü zaman taksimden önce hepsinin hakkı olur. Haksızlığı önlemek de onlar
üzerine vaciptir. Haksızlığı önlemek de malının geri verilmesiyle olur. O-nun
için malını karşılıksız geri vermeleri gerekir. Ama taksim yapıldıktan sonra
artık özel kişilerin malı olmuştur. Payına düşen kişinin mülkiyetine geçmiştir.
Nitekim devlet başkanı ganimetleri satıp parasını mücahidler arasında taksim
edebilirdi. Fakat malın sahibinin hakkı malın kendisindedir. Böyle bir durumda
iki tarafın da hakkını gözetmek lazımdır. Bu da malın kendisinin eski sahibine
verilmesiyle olur. Bunun için taksimden sonra payına düştüğü kişiye de maliyetinin
verilmesi gerekir.
Sonra, taksimden önce
mücahidler için sabit olan şey, mülkiyet değil, haktır; zapteden hakkında sabit
olan şey de yine haktır. Ama zaptedenin hakkı önce olduğu için taksimden önce
karşılıksız olarak onu alır. Ama taksimden sonra payına düşen kişi için sabit
olan şey mülktür. Zapt edenin hakkı ise hakdır. Hak daha Önce ise de, şer'an
kesinleşen mülke aykırı olmaz. Onu gözetmek lazımdır. Bu da eski sahibinin
istemesi halinde parasını vererek almasıdır.
2467- Bir
müslüman darulharbe girip müslümamn düşman tarafından ele geçirilmiş eşyasını
para ile satın alıp darulîslama çıkarsa, sahibi isterse parasını vererek alabilir.
Çıkarıp getiren kişiye onlar bağışlamış da olsa durum aynıdır. Sahibi yukarıda
belirttiğimiz iki durumdan dolayı isterse kıymeti île ondan alabilir.
Kitapta bunun için
delil olarak bazı hadisler belirtilmiştir. Bunlardan biri Temim îbn Tarfe
hadisidir. Bu hadise göre müşrikler bir müslümamn devesini almışlaı-, başka bir
müslüman onlardan satın almış, bunu Rasulullaha götürmüşler, Ra.sulullah şöyle
buyurmuştur: "Satın alırken verdiği parasını ver, yoksa almasına müsaade
et". Sonra Zeyd b. Sabit ve Said b. Müseyyeb'in görüşü belirtilmiştir.
2468-
Kendisinden malı alınmış kişi o malı taksimden sonra bulduğu takdirde alamaz.
Yani parasını vermeden
alması mümkün değildir. Ama parasını verirse, almaya daha layıktır. el-Hasan
ve ez-Zührî'nin şöyle dedikleri zikredilir:
2469-
Taksimden önce ve sonra sahibine geri verilmez. Ashabın ileri gelenlerinin üzerinde ittifak ettiği görüşe
aykırı olduğu için de bu görüşle amel edilmez. Hz. Ebu Bekr'in şöyle dediği
rivayet edilir. Delil ile sabit olursa taksimden Önce veya sonra sahibine geri
verilir. Bizim de görüşümüz budur.
Hakkı delil ile sabit
olmadıkça sahibi onu alamaz. Sabit olmasının yolu da delil getirmesidir. Hakkı
sabit olduktan sonra taksim yapılmadan Önce karşılıksız olarak, taksim
yapıldıktan sonra ise parasını vererek geri alır. Hz.Ebu Bekr'in maksadı,
taksimden sonra kıymetini vermek isterse geri almaya daha layık olur, demektir.
2470- Bu
konuda zimmet ehli de müslümanlar gibidir.
Çünkü onların malları
ve canları darulîslamda dokunulmazdır. Onun için müslümanlar gibi
zaptedildikleri taktirde köleleştirilmezler. Zaptedildiği taktirde mallan
hakkındaki hüküm müslümanlann malları hakkındaki hüküm gibidir.
2471-
Düşmandan bir adamın İslam ordusuna şöyle dediği Mekhûl'dan zikredilir: Size
bir müslüman getirirsem bana fidyesini verir misiniz? Evet, dediler. Malum
birşey üzerine onlarla anlaştı ve müslümam getirdi. Ancak düşman kişi asker
arasında iken öldü. Bunun Üzerine o müslümamn fidyesi, getiren kafir kişinin
yakınlarına ödenir, denildi. Çünkü onun yerine onlar geçmektedir. Sağlığında
ona şart koştuğumuz şeyi yerine getirip fidyesini vermemiz icabettiği gibi,
ölümünden sonra da bu şartı üzerine alan kişinin varislerine sözkonusu fidyeyi
vermesi lazımdır. İbrahim'in düşmandan hür bir müslüman satın alan
müslüman kişi hakkında
"Parası, hür kişinin üzerinde olur" dediği kaydedilir. Yani onun emri
ile satın aldığı taktirde, demek istemektedir.
Çünkü hür kişi köle
yapılmaz. Gerçekte bu satın alma bîr akit değildir. Sadece müslüman için
verilmiş bir fidyedir.
2472- Emri
olmadığı halde almışsa, o zaman verdiği parayı sadaka olarak vermiştir. Onun
emri ile almışsa o zaman verdiği para onun üzerine borç olur.
Çünkü fidyesini
vermesini kendisine emredince, ondan borç almış gibi olur. Nitekim üzerindeki
bir borcu ödemesini emredecek olursa onu kendisine vermesi lazımdır. Ama onun
emri olmadan borcu ödeyecek olursa, kendisine ödemez. Borçlu kişi borcun
sahibinin esiri mesabesindedir. Esir gibi olan bir kişi hakkında bu hüküm sabit
olursa, esir hakkında evleviyetle sabit olur.
2473-
Düşmana kaçan köle veya cariyeyi galip gelen müslümanlar zaptedecek olursa,
taksimden önce sahibine karşılıksız
olarak verilir.
Ebu Hanife'nin
görüşüne göre taksimden sonra da böyledir. Halbuki onlara geri döndüğü
taktirde at böyle değildir. Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ise, taksimden önce
sahibi karşılıksız olarak alır, taksimden sonra ise kıymetini ödeyerek alır.
Ebu Hanife ise, ikisini birbirinden ayırarak şöyle der: Kaçan köleye saygın bir
el sahip olup ihraz ettiği için köle hiçbir zaman ihraz yetkisine sahip olmaz.
At ise böyle değildir. Bu malum bir meseledir. Buna delil olarak da Hz.Ömer'in
hadisini getirmiştir.
2474- Hz.
Ömer bu meselenin cevabı olarak şöyle yazmıştır. Cariye'den beştebir payı
alınıp taksim edilmiş ise, payına düştüğü kişinindir, ama beştebir payı alınıp
taksim edilmemişse, sahiplerine geri ver.
Ebu Hanife'ye göre
cariye isyan edip kaçmıştır. Müslümanlar gelip onu zaptedinceye kadar
darulharbe girmemiştir.
İbn Ömer'in bir kölesi
Yermûk günü düşmana kaçmıştır. Atı ise geri gelmiştir. Müslümanlar da atı
zaptetmiştir. Halid taksimden önce onu kendisine geri vermiştir.
Ebu Yusuf ve İmam
Muhammed bütün bunların taksimden sonra karşılıksız sahibine verilmiyeceğini
gösterdiğini söylerler. Köle ile atı aynı ölçüde tuttuğunu belirtirler. Ebu
Hanife ise, köleyi ihraz etmedikleri delil ile sabit olmuştur. Bundan da
anlıyoruz ki taksimden sonra da gelseydi karşılıksız sahibine geri verilirdi,
demektedir.
En iyi Allah bilir.[48]
2475-
Müslümanlar sanatından dolayı değeri ağırlığından daha büyük olan ve müslümana
ait bulunan altın veya gümüş bir ibriki ganimet olarak zaptetse, taksimden Önce
sahibi bulursa, ücret ödemeden alır, ama taksimden sonra bulursa, isterse
kıymetini vererek alır. İbrik altın ise, dirhem para vererek kıymetiyle alır.
Gümüş ise, dinar para vererek kıymetiyle alır. Çünkü faizin sÖzkonusu olduğu
mallarda aynı cinslerin değişimi esnasında kalite ve işçilik ayrıca
değerlendirilmez. İbriki cinsiyle değerlendirmeye kalkışırsak, işçiliği değerlendirmemiz
asla mümkün olmaz. Böylece ibrikte adamın hakkı karşılıksız kalmış olur ki bu
da doğru değildir. Onun için cinsinden başka bir şeyle (mesela altınsa gümüşle)
değerlendirilir, diyoruz. Böylece maliyetin tamamını almış olur. Tıpkı bir
kişinin bileziğini bir kişi kırsa veya yok etse, bu sebepten dolayı kiymetini
cinsinden başka bir şeyle öder.Yargıç ona kiy-metinin verilmesine karar vermiş
yahut mahkemesiz ayrılmadan aralarında anlaşmış iseler, işlem caiz olur.
Çünkü kıymet olarak
vereceği şey ibrikin kendisi için bedel değildir. Nitekim ibriki zapteden kişi
onu eski sahibine geri verir. Yine müşteri olup onda bir kusur görse kusurundan
dolayı sahibine geri verir. Kâr etmek istiyerek satmak isterse kendisinden
aldığının altında ilk değeri ile satar. Birisi tarafından kendisine hibe
edilmişse hibe eden kişi cayıp geri alabilir. Boynunda cinayet borcu bulunan
bir köle ise, köleyi teslim etmek veya fidyesini vermekle muhatap olur.
Bütün bunlardan
anlıyoruz ki kimin payına düşmüşse ilk olarak onun mülkü olmaz; belki vereceği
bir fidye ile eski sahibine geri verir. Aralarında sarraflık (mal değiş
tokuşu) meydana gelmediği için taraflar ayrılmadan malı kabzetme şartı da söz
konusu olmaz. Alimlerimizin, bir kişinin ibriki mahvettiği için sahibine
kıymetini başka bir cinsten ödemesi kararlaştırılan ve kıymeti kabzet-meden
önce ayrılmalarının bu karan evleviyetle iptal etmiyeceğini söyledikleri
meseleye benzemektedir. Çünkü orada gaspedip mahveden kişi o malı temellük
ediyordu. Fakat bu kendisiyle mukabele şeklinde olmayıp kıymet ile ödenmesi
şartına bağlı olarak sabit olmuştur. Orada aralarında sarraflık meydana gelmediğine
göre burada da meydana gelmemektedir. Payına düştüğü kişi de onu temellük
etmez, aksine eski sahibine geri vermesi evleviyetle olur.
2476- Aynı
şekilde ibriki bir müslümana hibe etseler veya onlardan içki karşılığında satın
alıp darulislama çıkarsa, durum aynıdır.
Çünkü bu satın alma
geçerli ve sahih bir alış değildir. Sadece ibriki onların rızası ile onlardan
almaktır. Çıkarıp getirdiği taktirde eski sahibi onu isterse kry-metiyle geri
alabilir. Birinci kısımda olduğu gibi.
2477-
Onlardan ibriki içki karşılığında satmalan kişi hıristiyan veya elbise
karşılığında satın alan müslüman o-lup darulislama getirirse, müslüman olan
eski sahibi hı-ristiyandan içki kıymeti ile, müslümandan da elbise kıymeti ile
alabilir.
Çünkü bu satın alma
sahihtir. Müşterinin verdiğinin mislini vererek eşyasını alabilir. Elbise
mislî mallardan değildir. Onun için kıymetin misli olur. Müs-lümanın içki
temlik etmesi yasak olup mislini temlik edemediği için kıymetini vermesi
gerekir. Elbisenin ve içkinin ibrikin cinsinden bir şeyle değerlendirilip onun
karşılığında alınmasında bir sakınca yoktur. Bu misil isterse ibrikin ağırlığı
kadar olsun, ister az veya çok olsun aynıdır. Çünkü başta verilen ile onu
temellük etmemiştir. Sadece verilen fidye karşılığında eksik sahibine
vermektedir. Tıpkı yaralaması karşılığında köle için fidyenin verilmesi ve
eskiden olduğu gibi mülkü, olarak kalması gibi. Kurtuluşu ona bağlı da olsa,
verdiği fidye karşılığında köleyi temellük etmesi anlamında değildir. Temelde
mübadele mevcut değilse, faiz mefhumu da meydana gelmemiş olur. Aynı şekilde
darulharpte ibriki cinsinin ağırlığından fazlasıyla bir müslüman veya bir
hıristiyan satın alıp darulislama çıkarsa sahibi, ağırlığının kat kat fazlası
da olsa, verilen miktarın mislini vererek alabilir. Çünkü bu, satın alma değil,
fidye vermedir.
Bilindiği gibi
darulharpte müslüman ile düşman arasında faiz sözkonusu olmaz. Onun için
Ödediğinin mislini kendisine vermedikçe alma hakkı olmaz.[49]
Bir müslüman içki
karşılığında alıp darulislama çıkardığında niçin böyle olmamaktadır? diye
sorulsa, şöyle deriz: Çünkü müslaman için içki şer'an değerli olan bir mal
değildir. İçkinin kıymetini vererek verdiğini ondan alması mümkün değildir.
Onun için ibrikin kıymeti ile almıştır. Ama satın alan kişi hıristiyan ise,
onun için içki değeri olan bir maldır. Burada verilen paralar ise her ikisi
hakkmdada kullanılabilen şeylerdir.
Ama şııf'ada böyle
değildir.
Yani içinde gümüş
kaplar ve altın zincirler bulunan bir evi köle karşılığında satın alsa ve şufa
hakkı olan kişi bunu kiymeti ile satın almak isterse, müşteri ile şufa hakkı
olan kişi arasında faiz hükmü, kapların payında da sarraflık hükmü meydana
gelmektedir. Bunu ez-Ziyâdât'ta belirtmiştik.
Çünkü şufa hakkı olan
kişi verdiği kölenin kiymeti ile başta evi temellük etmektedir. Bu yeni
başlanmış bir satın alma olur. Halbuki yukarıdaki şey, ibrik sahibinin ilk
mülkü olan şeyi fidye ile kurtarmasıdır. Nitekim onu zapt eden kişi yapılan
akitlerden hiçbirini bozmadan karşılığını alır. Hatta satın alan kişi başkasına
satacak olsa o akdi bozma hakkı olmaz. Ama şufa hakkı olan kişi böyle değildir.
Müşterinin tasarruflarını bozma hakkı vardır.
2478- Esir
olmuş bir köleyi darulislama çıkaran kişi gözlerini gözünü çıkarmış ise, sahibi
isterse bütün kiymeti ile alabilir. Müşteri şufa konusu olan evi yıkacak olsa,
şufa hakkı olan kişinin kalan kısmı kıymetten payı-na düşen hissesi ile
alabilir. Söylediğimiz bütün şeylerde murabaha hükmü de bu şekildedir.
Şufa hakkı olan
kişinin verdiği şeyin ücret, eski sahibin verdiğinin de fidye olduğuna işte bu
hüküm delildir. Bu bölümün birinci meselesinde niçin bunun fidye olması halinde
cinsin hilafına kıymetlendirmeye gidileceğini ve ivazın meydana gelmiyeceğini
söylediniz? diye itiraz edilirse, şöyle deriz:
Çünkü cinsi ile
kıymetlendirme olduğu takdirde sanatın, yani işçiliğin değeri açığa çıkmaz.
Zira onun kıymeti yoktur. Sanatın maliyetini ortaya çıkarma ihtiyacından dolayı
cinsin hilafı ile kıymetlendirmeye gittik. Yoksa bunun mübadele olmasından
dolayı değildir. Müşterinin hıristiyan olması durumunda elbise ve içkinin
kiymetlendirilmesinde ise buna ihtiyaç yoktur. Bundan dolayı ibriki
kiymetlendirmenin caiz olduğunu söyledik.
2479- Düşman, bir zimmînin kölesini esir alsa ve
başka bir zinımî darulharbe gidip esiri birkaç şişe içki karşılığında satın
alıp çıkarsa, eski sahibinin aynı şeyi vererek alma hakkı vardır.
Çünkü içki, benzeri
olan mallardandır. Müslümanlar için hurma ve meyve suyu kullanıldığı ve değerli
olduğu gibi, zimmîler için de içki değerlidir.
2480- Yargıç
bunun için sahibinin lehine karar verse, ama onlardan biri müslüman oluncaya
kadar teslim almazsa, yargıcın kararı bozulmaz ve sahibi içkinin kiymetini vererek
alabilir.
Çünkü belirttiğimiz
gibi bu bir fidyedir ve teslim almadan önce müslüman olmakla iptal olmaz.
2481- Ama
başta köleyi içki ile satın alma böyle değildir. Yine evi şuf'a yolu ile içki vererek satın alma da böyle
değildir. Yargıcın hükmü iptal olmazsa, içkinin kıymetini vermesi lazımdır.
Çünkü teslimini
gerektiren sebep hala mevcuttur. Malın kendisini verme imkanı da olmamıştır.
Müslüman olan kendisi ise müslümanın içki temlik etmesi yasaktır. Müslüman olan
sahibi ise, içkiyi kendisinin temellük etmesi yasaktır. Onun için iki durumda
da kıymetini vermesi gerekir.
2482-
Yargıç, köle sahibinin lehine kölesini düşman-dan satın alan müşteriden bedeli
karşılığında alabilmesine karar verirse, müşterinin bedeli ele geçirinciye
kadar köleyi elde tutma hakkı vardır.
Çünkü kölesi ancak
müşterinin ödediği ile yapabilmiştir. Ödediğinin karşı-' lığında köleyi
tutabilir. Tıpkı kaçan köleyi sahibine geri vermek için yakalayan kişinin bir
ücret istemesi gibi. Burada sahibi verdiği ücret karşılığında ikinci defa
köleye malik oluyor değildir.
2483- Köle
adamın elinde iken ölürse, sahibinden de fidye düşer.
Çünkü kölenin
kendisine teslim edilmesi için fidye veriyordu .Teslim de olmamıştır.
2484-
Kölenin gözü kör olsa, sahibi istediği taktirde bütün kıymetle alabilir. Gözün
kör olması isterse müşterinin vurmasıyla olsun, isterse başka bîr sebeple
olsun, aynıdır. Sanki bu iş yargıcın karar vermesinden önce meydana
gelmiş gibidir.
Çünkü fidye İle
kurtarma, nitelikler için değil, aslın kurtarılması içindir. Nitekim suç
işlemiş kölenin gözü kör olacak olsa, isterse bu fidyeyi vermeyi kabul
etmesinden önce veya sonra olsun, sahibinin vereceği fidyede bir eksilme meydana
getirmez.
2485-
Müşteri köleyi öldürecek olursa, fidye iptal o-lur. Sanki kendiliğinden Ölmüştür ve öldürenin de tazminat ödemesi
gerekmez.
Çünkü yargıcın karar
vermesinden önce veya sonra öldürmesi aynıdır. Elinde bulundurduğu için
hapsetme yetkisinden dolayı öldürdüğü taktirde tazminat ödemesi
gerekmemektedir. Tıpkı satılan canlıyı müşterinin teslim almasından önce
satıcının öldürmesi eibi.
Zaten köle müşterinin
mülkü idi. Sahibinin verecek olduğu fidye ile müşterinin köle üzerindeki
mülkiyetini ivaz karşılığında kaldırmaktadır. Malı teslim almadan önce
satıcının sattığı malı öldürmesi gibi olur. Ama kaçan köleyi getiren kişinin
ücreti almadan önce köleyi öldürmesi yahut efendinin fidye vermeyi kabul
etmesinden sonra maktul sahibinin öldüren köleyi öldürmesinin aksinedir. Çünkü
orada katil, köleye malik olmamıştır ki sahipliği itibariyle mülkiyetinin
tazminatı olarak alsın. Burada ise düşmandan satın alan kişi kölenin malikidir
ve sahibi olmaya devam ettiği için mülkünün tazminatı da devam etmektedir. Bu
da öldürmesi halinde kıymeti ödemesi gerektiğine mani olmaktadır.
2486- Esir
cariye olup düşmandan satın alan kişiden çocuk dünyaya getirse, sahibi onu da
çocuğunu da kıymetini vererek alabilir.
Çünkü çocuk onun bir
parçası olup fidye halinde ona tabi olur.
2487-
Müşteri çocuğu öldürse veya çocuk yargıcın
kararından önce veya sonra ölürse, sahibi istediği taktirde annesini
bütün kıymeti ile alabilir.
Çünkü fidye durumunda
çocuk annesine tabidir. Çocuğun Ölmesiyle ücrette bir azalma meydana gelmez.
Diğer organlardan birinin kaybolması mesabesinde olur.
2488- Anne
ölür ve çoucuk kalırsa, Ebu Yusuf'un görüşüne göre cevap yine aynı olur. Sahibi
istediği taktirde çocuğu bütün kiymetle alır. İmam Muhammed'e göre ise anne
ve çocuk ayrı kiymetlendiriidiği taktirde ücretini vererek çocuğu alır. Çünkü
bu fidyede asıl, çocuk değil, annedir. Asıl kaybolduktan sonra fidyenin tamamının
devam etmesi mümkün değildir. Fidyenin kıymete göre tevzi edilmesi lazımdır. Ve
çocuğu alırken vereceği de onun kıymeti kadar olur. Çocuğu alma hakkı sabit
o-lursa, aslın mülkiyetinin onu da kapsamasından dolayı, mülkiyeti itibariyle
aslı (annesini) alma hakkı da sabit bulunmaktadır. Annesi için böyle
olduğundan çocuk için de böyledir. Ebu Yusuf'a göre çocuğu alma hakkı devam ettiği
için fidyenin tamamını vermesi gerekir. Çünkü fidye asla ve ona tabi olana
(anne ve çocuğa) göre tevzi olması mümkün değildir. Şerhu'I Câmî'de
yazdıklarımız arasında bu meselelerin açıklaması geçmiştir. Onun için burada
kesiyoruz. En iyi Allah bilir.[50]
2489-
Düşmanın eline esir düşmüş köleyi bir müslü-man satın alıp darulİslama
çıkardıktan sonra eski sahibi para ile almaz ve alan kişi, esir düşmeden önce
kölenin başka birinin kölesi
olduğunu söylerse, kölesi
olduğu söylenen kişi de bunu tasdik ettiği halde eski sahibi ya-lanlasa,
kölesi olduğu söylenen kişinin köle üzerinde hiçbir hakkı olmaz, bilinen
sahibi de parasını ödeyerek almaya daha layık olur.
Çünkü esir düşmeden
önce açıkça mülkü olduğu için onda hakkı sabittir. Düşmandan satın alan kişi
ise bu hakkın başkasına ait olduğunu söylemektedir. Hakkı olan birşeyde onun
söylemesi sahih olur. Ama başkasının hakkı olan bir şeyde geçersiz olur. Köleye
malik olmasına rağmen eski sahibinin hakkını iptal etme ve bu hakkı başkasına
verme yetkisi de yoktur.
Şöyle ki, kölesi esir
alınmış kişinin hakkının subutu, mülkiyeti itibariyledir. Kendisine ait olduğu
söylenen kişinin mülkü ise sadece bunu iddia eden kişinin hakkında sabit olur.
Çünkü ikrar ancak ikrarda bulunan kişinin hakkında hüccet oiur. Ama eski
sahibinin mülkü hem kendisine ait olduğu iddia edilen kişinin hakkında, hem de
düşmandan satın alan kişinin hakkında sabittir. Hakkında ortaya çıkmayan bir
mülkiyet itibariyle kendisine ait olduğu iddia edilen kişi, bilinen efendisine
rakip olamaz.
2490- Eski
sahibi (efendisi ) onu almak
istemiyorsa, kendisine ait olduğu iddia edilen kişi isterse parasını vererek
alabilir.
Çünkü ikrar eden
kişinin alma hakkı kendi ikranyla sabit idi. Fakat bilinen asıl sahibinin daha
öncelikli olması sebebiyle ortaya çıkmıyordu. Eski sahibi almayınca, yani onun
hakkı ortadan kalkınca, kendisi için iddia edilen kişi alabilir.
2491-
Bilinen sahibi parasını vererek esiri alacak olursa, düşmandan alan kişi
üzerinde hakkı olduğu söylenen kişinin hiçbir hakkı olamaz.
Çünkü onun elinden
kendi isteğiyle alınmamış olup kendisi almaya daha layık olduğu için almıştır.
2492- Kendi
isteğiyle mülkiyetinden çıkaracak olursa, evleviyetle bir hakkı olmaz.
Çünkü düşmandan satın
almakla sahih bir mülk ile malik olmuştur. Onun için verdiği para da aynı
şekilde sahih bir mülkü idi. Verdiği ücret mukabili burada alacağı ücret de
onun olur. Ama eski sahibi elinden çıkardığı zaman onun mülkü olup kimsenin de
ondan tazminat alma hakkı olmaz.
2493-
Müşteri, esir düşmeden önce sahibinin ölmesi ile özgür kalacağı kararlaştırılan (müdebber) bir
kölesi olduğunu ikrar etse ve mesele aynı ise, kendisine ait olduğu iddia edilen kişinin
ölmesi halinde kölenin Özgür olacağı kabul edilir, eski sahibinin alacağı olmaz
ve köle üzerinde hakkı kalmaz.
Çünkü burada müşteri,
kölenin kendisine ait olduğunu söylediği adama aidiyetinin olduğunu ikrar
etmiştir. Satarak veya hibe ile ilk olarak ona malik olma haki da vardır.
Kendisine ait olduğunu iddia ettiği adamın mülkü olduğunu ikrar etme hakkına da
sahiptir.
2494- İki
taraf da efendinin ölmesi halinde kölenin özgür (müdebber) olacağı konusunda
birbirini tasdik etmişlerdir. Müşteri başta böyle bir şart koşsaydı, şartı
sahih olurdu. Başkası tarafından Ölüm halinde özgür olacağı ikrar edilip
kedisine ait olduğu söylenen kişi de bunu tasdik edince, köle yine efendinin
ölmesi halinde özgür olur. Ölmesi halinde özgür olacağı kesiııleşince, eski
sahibinin para ile alma hakkı da kalmaz. Tıpkı müşterinin Ölümü halinde Özgür
olacağını söylemesi halinde olduğu gibi. Bu ikrar ile eski sahibinin bir
mülkünü iptal etmediği için ona bir tazminat ödemesi de sozkonusu olmaz.
2495- Bu
şuf'aya benzemez. Evi satın alan kişinin onun bir kişiye mevkuf olduğunu ikrar
etmesi, şuf'a hak-kına sahip kişinin şuf'a ile alma hakkını iptal etmez.
Çünkü şuf a hakkına
sahip olan kişinin şuf a ile satın alan kişinin tasarruf hakkını iptal etme
yetkisi vardır. Bu sebepten onun hakkındaki ikrarı sahih olmaz. Mesela evi bir
mescid yapılan eski sahibinin onu geri alarak müşterinin tasarrufunu iptal
etme hakkı olmaz.
Nitekim, köleyi azad
edecek veya ölümü ile hür olacağını söyleyecek olursa, hakkını bozma yahut
alma hakkı olmaz. Başkası tarafından ölümle hür olacağını (müdebber) ikrar
etmesi kendi hakkında da sahih olur. Tıpkı fasit bir alışla alan kişinin teslim
aldıktan sonra kölenin efendisinin ölümü ile hür olacağını irkar etse ve
kedisine ait olduğu söylenen kişi de onu tasdik etse, satışın fasit oluşundan
dolayı satan kişinin geri alma hakkı olmaz. Ancak satıcı malı kabzettiği için müşteri
parayı tazminat olarak alır. Ama burada eski efendisi müşteriye tazminat
vermez. Çünkü ondan ne kabzetmİş, ne onun yerine temellük etmiştir. Her iki
durumda da tedbire (ölüme bağlı hürlüğe) başvurması gibi olur. Yani ölümle
kölenin hür olacağını belirtmesi gibidir.
2496-
Kendisine ait olduğu idda edilen kişi "Bu benim kölemdir ve ölümüm iie
hiçbir zaman hür olacağını söylemedim"
derse, iki taraftan birinin almaya hakkı olmaz. Köle efendisinin Ölümü
ile hür olur ve serbest kalır.
Çünkü düşmandan satın
alan kişi ölümü ile hür olacağını itiraf etmiştir. Eski sahibi de satın almakla
malik olduğunu ikrar etmiş olup onun hakkında ikrarı geçerli olur.
2497-
Kendisine ait olduğu iddia edilen de böyle olup ikisinin ittifakı ile ölümü halinde köle hür olur. İki
taraf da kendisine ait olmadığını söyleyince, köle hem serbest olur, hem de
kendisine ait olduğu iddia edilen kişinin ölümü halinde hür olur.
Çünkü müşteri, kölenin
hür olmasının sahibinin Ölümüne bağlı olduğunu ikrar etmiştir. Kendisine ait
olduğu ikrar edilen kişi de müşterinin onun hakkındaki ikrarının geçerli
olduğunu ikrar etmiştir. Dolayısıyla kendisine ait olduğu ikrar edilen kişinin
ölümü ile hepsi hür olacağında İttifak etmiş olurlar.
2498-
Kendisine ait olduğu iddia edilen kişi Ölmeden Önce müşterinin tasdikine
dönerse, ölüm halinde hür olması kaydıyla onu alır.
Çünkü feshe ihtimali
olmayan bir şeyle ona ikrarda bulunmuş olur. O da ölüm ile hür olmasının sabit
oluşudur. Artık onun yalanlamasıyla bu iptal olmaz.
2499-
Ancak yalanladıktan sonra
onu tasdik etmesi hüküm bakımından başta onu tasdik etmesiyle aynıdır. Köle
bir cinayet işleyince kölenin cinayeti Ebu Hanife'nin görüşüne göre tevakkuf
eder (yani kölenin gerçek sahibi belirleninceye kadar cinayet hükmü
işletilmez).
Çünkü efendisinin
ölümü ile hür olacağı söylenen kölenin cinayet yükü efendisine aittir. Ve
burada kölenin efendisinin kim olduğu belli değildir. Kıyas budur. Ama İmam
Muhammed istihsan yolu ile şöyle demektedir: Kıymetinin asgarisi veya diyeti
efendisi tarafından ödenir. Çünkü kazancı efendisinindir. Kazancı efendisinin
olduğu için yaralama diyetini de o öder
Nitekim sözleşmeli
kölenin kazancı kendisinin olduğu için işlediği cinayetin cezasını da kendisi
çeker. Kazancının asgarisi kadarını ödemesi gerektiğini söylediğimizde,
efendisi hakkında da kesin olan birşeyle karar vermiş oluruz. Bu meselenin aslı
Şerhu'l-Muhtasar'da belirttiğimiz gibidir.
Orada iki adamdan her
biri,cariyenin doğurduğu çocuğun babasının kendisi değil, arkadaşı olduğunu
itiraf etmektedir.Ebu Yusuf un bu konuda iki görüşünün olduğu belirtilmektedir.
2500-
Kendisine karşı bir cinayet işlenirse, şahsının mülkü, (esas sahibi) belirsiz
olduğu için yaralama diyeti de mevkuf olur. Masrafını ve ihtiyacını kazanma
gücü de olmazsa, yaralama diyetinden kendisine masraf edilir.
Çünkü efendisinin
kesin malıdır. Kölenin kazanmaktan aciz olması halinde nafakası efendisine
aittir. Çalışıp kazanmaya muktedir ise ve yaralama diyeti de alamamışsa,
nafakasını kendisi karşılar. Ama çalışmayacak durumda ise ona sadaka olarak
verilir. Tıpkı kazanmaya gücü olmayan ve nafaka vermesi vacip olacak bir
akrabası da bulunmayan hür bir hasta mesabesinde olur.
2501- Bir
adam fasit bir akidle bir cariye satın alıp kabzetse ve ölümü halinde hür
olacağını söylediği (mü-debber) başka birine ait olduğunu ikrar etse, o da kendisinin
cariyesi olduğunu kabul etmekle beraber ölümü halinde hür olacağını
söylemediğini belirtse, cariyeyi kendisine cariye olarak alır. Çünkü alan kişi
onun mülkü olduğunu ikrar etmiştir. Ölümü halinde hür olacağına da şahitlik
etmiştir, onun için yaptığı ikrar sahih olur. Çünkü tasdik görmüştür Aleyhinde
şahitliği de kabul edilmez. Çünkü şahitliğini yalanlamıştır. Bu esir düşen
köleye benzemez, Çünkü orada kendisine ait olduğu iddia edilen kişi Ölümle hür
olacağını inkar etmekle kölesinin esir alındığını ve müşterinin onu mülk
edindiğini iddia etmiştir. Malik olduğu halde ölümle hür olacağını da ikrar
ettiğini söylemiş olmaktadır. Müşterinin ikrarı onun hakkında geçerli olduğu
için artık köleyi para vererek alma hakkı da kalmamış olur. Burada ise kölenin
kendisine ait olduğu iddia edilen kişi kölenin kendisine ait olduğunu ve müşterinin
satın almasının geçersiz olduğunu söylüyor. Ölümle hür olacağını söylemesi de
saçmadır. Çünkü mülk olmamıştır. Onun için cariyeyi kendi ikrarı ile ondan
almış olur. Cariye, ölümle hür olması sözkonusu olmadan onun mülkü olur. En iyi
Allah bilir.[51]
2502-
Düşmanın elinde esir düşmüş köleyi biri satın alıp darulislama çıkardığı ve
efendisi hazır olduğu zaman
bakılır. Cinsinden benzeri
olan bir şeyle
satın almışsa efendisi o şeyin
misli ile onu alabilir. Ama elbise ve yiyecek gibi mislî olmayan şeylerden
biriyle almışsa, efendisi parasını vererek alabilir. Çünkü efendisi, müşteriye uğradığı zararı gidermek
için verdiği şeyi vermektedir. Bunun tamamı da şekil ve mana olarak mislini
vermektir. Bunun gözetilmesi lazımdır. Ama şekil olarak misli mümkün olmazsa,
o zaman maliyetteki misliyet kabul edilir. Gaspedilmiş ve tüketilmiş şeylerin
bedelinde olduğu gibi.
2503- Şöyle
ki; efendisi onu almak istediğine göre müşterinin yaptığını tasvip etmiş
demektir. Baştaki bu izni sonunda kendi malından onu fidye karşılığında kurtarmasına
izin vermesi demek olur. Başta ona izin vermiş olursa, onun hükmü belirttiğimiz
şekilde olur ki ölçü ve tartı maddeleri gibi benzerleri olan şeylerin borç
verilmesi caiz olur. Kölenin efendisi kendisinden borç alınmış gibi olmuştur.
Onun için mislini ona Öder. Ama elbise ve yiyeceklerde borç verme caiz olmaz.
Sadece fasid borçlanma hükmüyle kiymet olarak ödenir.
2504-
Kıymetinin miktarında ihtilaf ederlerse, fidye ile kurtaran kişinin sözü kabul
edilir ve yemin ettirilir.
Çünkü efendisi
asgarisinin verilmesi sırasında onu alma hakkının bulunduğunu iddia
etmektedir, diğeri ise iddia edilen şeyin azamisi ödenmedikçe bunu red
etmektedir. Bu durumda red eden kişinin sözü kabul edilir ve yemin ettirilir.
Sonra, fidye olarak verdiği zaten mülküdür. Düşmana verinceye kadar onun elinde
idi. Böylece eski efendisi değil, kendisi kıymetinin ne kadar olduğunu daha iyi
bilmektedir. Çünkü o miktar eski efendisinin eline hiç geçmemiştir. Öyle
anlaşılıyor ki kıymeti hakkında iddia ettiği şeyde ölçü ile konuşmamaktadır.
2505- Fidye
olarak verdiği ölçüsü ve tartısı olan malın miktarında yahut güzelliğinde
ihtilaf ederlerse, fidye ile alan kişinin dediği olur ve yemin ettirilir.
Yukarıda belirttiğimiz
iki durumdan dolayı.
2506-
Efendisinin delil göstermesi lazımdır.
Çünkü karşı tarafın
ikrar etmediği bir miktar ile mülkünü alma hakkını iddia etmektedir. Temelde
onda hakkının bulunmadığını söyleseydi, bunu da delil ile ispat etmesi
gerekirdi. İki maldan asgarisinin hazır bulundurulması anında hakkının varlığım
inkâr etmesi de bu şekilde olur. İki müslüman veya iki zimmî kişiyi şahit
olarak gösterirse ve düşmandan alan kişi de zimmî olursa, hasmına karşı hücet
olacak delil ile iddiasını ispat etmiş olur. Adaletli delil kendisiyle amel
etme bakımından gerçek dışı yeminden daha layıktır.
2507-
Düşmandan alan kişi darulîslamda eman ile bulunan veya
emanı olmayan bir
düşman olup eman
ile çıkarmışsa. efendisinin ondan alma hakkı yoktur.
Çünkü mülkünde
müşteri, satıcı makamında olur. Satıcı olan, yani çıkarıp getiren kişi
damlîslama eman ile çıkmış ve yanında sözkonusu köleyi getirmişse efendisinin
ondan alma hakkı yoktur. Müşterinin de aynı şekilde alma hakkı yoktur.
2508- Çünkü
haksızlığa uğramış olması itibariyle onu alma hakkı sabit olur ve müşterinin
ona yardım etmesi gerekir. Köleyi çıkaran kişi bir düşman veya eman altında
olan bir kişi olduğu taktirde bu durum mevcut olmaz.
Çünkü vatandaşımız
değildi ve vatandaşımız olan birinin ona yardım etmesi lazım olmaz.
2509- Ama
zimmî böyle değildir. Ancak zimmî de satmaya mecbur edilir.
Çünkü bu köle
vatandaşımızdi ve düşmanın tekrar onu damlharbe götürmesine müsaade edilmez.
2510- Köle
müslüman ise problem olmaz.
Çünkü daha önce kölesi
olup müslüman olursa satması için mecbur edilir. Burada da satmaya mecbur
edilmesi evleviyetle olur.
2511- Satın
alan bu düşman, köleyi yanına alarak çıktığı zaman, eman altında veya müslüman
olarak çıkmışsa, efendisinin onun üzerinde bir hakkı olmaz. Satan kişinin müslüman veya zimmî olarak çıkması
mesabesinde olur. Bunun dayanağı Rasulullahm
"Müslüman olunca kişinin malı kendisinindir" buyruğudur. Ama
kendisi zimmî olduğu halde köle müslüman ise, müslümanlara satmaya mecbur
edilir.
Çünkü müslüman bir
köle kafirin elinde köle olarak terkedilmez. Zira bu müslüman için zillettir.
2512- Esir
olan kişi hür, ölüm ile azad olacak veya sözleşmeli (mûkâteb) köle yahut
ümmülveled gibi mülkiyeti birinden ötekine geçmiyen yahut temellükü mümkün
olmayan bir kişi ise, önceki durumuna irca edilir. Bunlar ister müslüman
olsunlar veya zimmet ehli olsunlar yahut darulİslama eman ile çıkmış olsunlar,
aynıdır.
Çünkü bunlar esir
olarak alınmayan ve hiçbir zaman ihraz edilmeyen kişilerdir. İslamdan önce
onların mülkü değilse, İslam ile de onların mülkü olmaz. Sadece onu zulümden
kurtarmaları lazımdır. Verilen malın miktar yahut cinsinde, eski efendisi ile
fidye verip kurtaran düşman müşteri arasında bir ihtilaf olursa, fidye verip
kurtaran kişinin sözü kabul edilir. Sebebini yukarıda açıkladık. Ama efendisi
delil gösterirse o zaman delili kabul edilir. Çünkü davasını delil ile ispatlamıştır.
Mana bakımından red ediyor olsa bile, zahirde ziyadeyi idda etmektedir. Ancak
delilin kabulü için zahirde iddia yeterli olmaktadır. Yanında emanet bırakılan
kişinin emaneti geri verdiğini iddia etmesi ve buna delil göstermesi gibi. İki
taraf da delil gösterirse efendisinin delili kabul edilir.
Ebu Hanife ve İmam
Muhammed'in görüşü budur. Ebu Yusufa göre ise düşman olan müşterinin delili
kabul edilir. Ancak kitap yazıldığı zaman ikisi arasındaki bir sebepten dolayı
Ebu Yusufun görüşünü müellif burada zik-retmemiştir.[52]
Bu meselenin temeli,
ücret konusunda müşteri ile şuf a hakkı olan kişi arasında anlaşmazlık olup
ikisi de delil ortaya koymaları olayıdır. Ebu Hanife ve
İmam Muhammed'e göre
şufa hakkı olan kişinin delili kabul edilir. Burada da eski efendisi, şufa hakkı
olan kişi mesabesindedir. Ebu Yusuf a göre ise müşterinin delili kabul edilir.
Çünkü ziyadeyi delil ile İspatlamaktadır ve burada da durum aynıdır.
2513-
Belirli bir elbiseyi vererek kurtardığı konusunda anlaşıp bu elbisenin kiymeti
hakkında ihtilaf etseler ve iki taraf da delil getirseler, düşmandan satın alan
müşterinin delili ittifakla kabul edilir.
Ebu Yusufa göre burada
bir problem yoktur. Zİra iki kısımda da ziyadeyi kabul etmektedir. Ebu Hanife
ve İmam Muhammed'e göre ise birinci kısımda müşteri delil ile kendi fiilini
ispatlamaktadır, efendisi ise delil ile müşterin fiilini ispatlamaktadır. Ancak
kişinin kendi aleyhindeki fiili delil ile sabit olur, yoksa kişinin kendi
fiilini delil ile ispatlaması değil. Bu açıklama şufa meselesinde söylediğinin
benzeridir. Müşterinin iki ikrarı meydana gelmiş olup şufa hakkına sahip olan
kişi de onun aleyhinde olanı alabilir. Ama kıymette İhtilaf etmiş olmaları
halinde bu mana mevcut olmaz. Çünkü fiilin aslında İkisi arasında ihtilaf
yoktur, o da müşterinin köleyi kurtarmak için elbiseyi vermesi konusudur.
İhtilaf sadece bu elbisenin kiymeti hakkındadır. Bu konuda ziyadeyi ispat
edenin delili daha makbuldür.
2514- Satın
alan düşman kişi onu helal olmayan içki, domuz veya murdar hayvan eti
gibi bir şeyle almışsa, bakılır:
Şayet müşteri müslüman ise eski efendisi onu kiy-metini vererek alabilir.
Çünkü İkisi arasında meydana gelen şey, satın alma
değildir. Sadece kafirin malını gönül rızası ile almıştır. Hatta ona hibe
etmiş gibidir.
2515-
Müşteri zimmî olup ölü eti vererek satın almışsa,
cevap aynı olur.
Çünkü onlar için ölü
eti mal değildir. Nitekim bizde de böyledir. Aralarında olan şey satın alma
değildir. Çünkü satın alma iki malı mübadele etmektir.
2516- İçki
veya domuz vererek satın almışsa, bu işlem
satın alma olur.
Çünkü onlara göre
domuz ve içki, kullanılabilen mallardır.
2517- Eski
sahibi zimmi ise, verdiği içkinin benzerini vererek, domuz yerine ise kıymetini
vererek alır. Müslüman ise, verilen iki şeyin yerine parasını vererek alır.
Çünkü müslümanın
ikisini de temlik etmesi yasaktır. Vermeyi gerektiren sebeb bulunup içkiyi
teslim etmek mümkün olmadığı taktirde, kıymetini ödemek vacip olur.
2518- Esir
düşmeden önce köle müslüman ile hiris-tiyan arasında ortak olup daha sonra bir zimmî düşmana içki vererek satın
almışsa, hıristiyan onun yansına verilen içki miktarı kadarını vererek alır,
müslüman ise yarısının karşılığı olan içkinin kıymetini vererek alır. Burada
yansı tümü şeklinde itibar edilir. Sonra, hıristiyan mislini öde-yebildiği halde,
müslüman bunu ödemekten acizdir. Yani müslüman ücret olarak içkiyi veremez.
2519-
Düşmandan satınalan bir müslüman ise, iki efendisi kıymeti ile alırlar.
Çünkü müslümanın bu
yaptığı bir satın alma değildir. Çünkü müslüman için içki şer'an kullanılabilir
bir mal değildir.
2520-
Düşmandan biri müslüman, biri de hıristiyan iki kişi satın almışsa, ilk
efendisi müslüman ise, onun yarısını müslüman müşteriden kıymetini vererek alır.
Çünkü ondan payına
düşen, satın almak değil, soygun mesabesindedir.
Diğer yarısı da
içkinin kiymeti verilerek hıristiyandan alınır.
Çünkü ondan payına
düşen kısım gerçek bir satın almadır. Zira onun için içki kullanılabilir bir
maldır.
2521-
Efendisi hıristiyan ise
belirttiğimiz sebepten,
müslümandan yarısının kıymeti verilerek
alınır, diğer yarısı da içkinin misli verilerek hıristiyandan alınır.
2522-
Başta kölenin hıristiyan
ve müslüman olmak üzere iki efendisi varsa, sonra da
düşmandan içki vererek müslüman ve hıristiyan iki kişi satın almışsa,
müslümanın satın aldığı yarıyı iki
efendisi, kölenin kıymetinin yarısım vererek alırlar. Çünkü satın alarak
hakikaten temellük etmez. Hıristiyanın satın aldığı diğer yarıyı da miislüman
efendisi verdiğ içkinin kıymetinin yarısı ile alır. Hıristiyan ise misil
vererek alır.
Çünkü burada her yan
tam bir köle mesabesindedir. İki tarafta da cüz'ün hükmü bütünün hükmü ile
muteberdir.
2523-
Domuzlar vererek satın almışlarsa, kölenin kıymetinin yarısını vererek
miislüman müşteriden yarıyı satın alırlar.
Çünkü hakikaten satın
alma ile almıştır. Belki bu onun İçin hibe gibidir. Diğer yarıyı da domuzların
kıymetinin yarısını vererek hıristiyandan alırlar.
Çünkü satın alarak o
yarıyı temellük etmek hakikatendir. Hiçbiri için de domuz kullanılabilir mal
değildir. Yani mislî bir mal değildir.
2524- İki
efendiden biri köledeki payını satın almak isterse, belirttiğimiz şekilde
alabilir. Çünkü önceki mülkiyeti sebebiyle taraflardan her birinin yarıdaki
payını alma hakkı sabittir. Taraflardan biri hakkını iptal edecek olursa,
diğerinin hakkını yerine getirmesi engellenmiş olmaz. Çünkü hakkını iptal
etmesi arkadaşının payı hakkında geçerli değildir. En iyi Allah bilir.[53]
2525-
Düşmanlar müslümanların mallarını zaptedip da-rulİslamda ordu karargahlarında
ihraz etseler, sonra İslam ordusu onlarla savaşıp malları darulharbe
götürmelerine fırsat vermeden ellerinden
kurtarsa, mallar sahiplerine geri verilir.
Çünkü gaspetmiş, ama
temellük etmemişlerdir. Kimin eline geçerse sahibine geri vermesi gerekir.
Çünkü müslamanm malı müslümanlara ganimet olmaz.
2526-
Devlet başkanı müslümanlarm malı
olduğunu bilmeden mücahidler arasında taksim ederse, bu taksim geçersiz olup
mal sahiplerine geri verilir.
Çünkü taksimin yerini
bulmadığı anlaşılmış olmaktadır. Zira bu taksirr devlet başkanının malı temlik
etmesini ifade eder ve herkesin payına düşen onur mülkü olmasını gerektirir.
Halbuki sahibinin rızası olmadan devlet başkanı müs-lümanın malını kimseye temlik
edemez.
2527-
Zapteden düşman, müslüman veya zimmet ehli olursa, yine aynıdır.
Çünkü o mallan
gaspetmişlerdir ve İslama girmekle sahiplerine geri vermeleri vacip olmuştur.
2528-
Rasululllah şöyle buyurmuştur.
"Kişi aldığını geri vermesi
gerekir." Devlet başkanı durumu bilip ordu karargahlarında tam ihraz
ettiğine kanaat getirererk müşriklerden almış olan diğer ganimetlerle beraber
o malları da beştebir payını aldıktan sonra mücahidler arasında taksim ederse,
daha sonra bunun ihraz olmadığına kanaat getiren başka bir yargıca dava
edilse, devlet başkanının yaptığı
uygulama caiz olup yargıç iptal edemez.
Çünkü hakkında ihtilaf
meydana gelen bir meseleyi içtihadıyla çözüp uygulama yapmıştır.
2529- Düşman
taraf İslama girer veya zimmet ehli olursa, devlet başkanı içtihadı ile bu
malların onlara ait olacağına karar verse, kararı geçerli olur.
Bu icma değil, bir
ictihad kararıdır, Alimler bu meselede iki görüştedirler: Kimileri düşman kendi
yurdunda ihraz etse bile o mallara malik olmayacağını söylemektedir, kimileri
de ihraz ettikten sonra malik olacaklarını söylmektedir, ancak kendi
yurtlarında ihraz etmeden malik olacaklarını kimse söylememektedir, diye itiraz
edilirse, şöyle deriz:
Alimler arasında iki
meselede ihtilaf bulunmaktadır, biri üstünlük ve galibiyetle alınmış olan
müslümanların mallan darulharpte ihraz edilirse temlik mahalli olur mu? Diğeri
de galibiyet ve üstünlükle alınıp temlik mahallî olan darulharpte ihraz
edilmeden sadece zaptedilmekle ihrazı meydana gelir mi?
Yargıç ictihad edip
müslüman malının galibiyet ve üstünlükle temellük mahalli olduğuna ve
üstünlüğün darulharpte ihraz olmadan da sadece ordu karargahında ihraz ile
gerekleşeceğine kanaat getirip kararını uyguladığı takdirde, bu yerinde olmuş
bir içtihadı olur ve hükmü geçerlidir. Tıpkı fasık kişilerin şahitliğiyle karar
vermesi yahut hazır olmayan hakkında hüküm vermesi yahut hazır olmayanın nikahı
hakkında bir erkek ve iki kadın şahitliği ile hüküm vermesi durumlarında
hükmünün geçerli olması gibi. Hazır olmayan kişi hakkında hüküm vermenin caiz
olduğunu söyleyenler ise fasıklann ve nikah konusunda erkeklerin yanında
kadınların şahitliğinin olmayacağım söylemektedir. Ne var ki her İki meselede
de yargıcın İctihad edip karar verdiği ve kararının geçerli olduğu söylenmektedir.
Çünkü müctehid delile uyar, söylentilere değil.
Bu, yukarıda geçen
meseleden farklıdır. Çünkü orada yargıç taksim için içtihadıyla karar
vermemiştir. Bu kararı vermesinin sebebi bu malın müslüman-lardan alındığını
bilmemesidir. Malın müslü mani ardan alındığını bildiği anda karan geçersiz
olur. Tıpkı kıbleyi içtihadıyla arayan kişinin durumu gibi. Namazı kıldıktan
sonra kıblede yanıldığı anlaşılsa namazı tekrar kılmaz. Ama kıble konusunda
ictihad etmeyip bir tarafa yönelerek namaz kıldıktan sonra kıblede yanıldığı
anlaşılan kişi namazı tekrar kılar. Yani namazı iade eder. Çünkü normal
şartlarda bir fiil, yanlış olduğu anlaşılıncaya kadar doğru sayılır. İctihad
ile yapılan işler de aksi
sabit olmadıkça doğru kabul edilir. Hüküm, ictihad mahalli olan bir meselede
olunca, doğruluk İmkanı da mevcut demektir.
Nitekim öldüğü zaman
bir kölesi ve çok borcu bulunan bir kişinin borcunu ödemek için yargıç köleyi
satsa, daha sonra da adamın ölümü halinde kölenin azat olacağını söylediğine
dair delil ortaya çıksa, yargıcın satışı geçersiz olur.
2530-
Yargıç, adamın ölümü halinde kölenin hür olacağını söylediğini bilse ve vasi
olması sebebiyle ölen adamın bu kararını iptal edip borcu ödemek için köleyi
satsa, daha sonra bunun yanlış olduğunu düşünen başka bir yargıç meseleye
bakacak olsa, bu özellikten dolayı ilk yargı İcın kararını uygular. İkinci yargıç birincinin
buna ictihadla karar verdiğini biliniyorsa yahut duruma vakıf değilse, yine
belirttiğimiz sebepten birinci yargıcın kararını uygular. Çünkü birinci
yargıcın kararı mümkün olduğu sürece doğru kabul edilir.
Zaten yargıç hakkında
hüsn-i zanda bulunmak gerekir. Yüce Allah " En iyisine uyarlar"
buyurmaktadır. İki şıktan en iyisi bunu, ictihad ile ve bilerek karara
vardığını kabul etmektir. Onun için aksi açığa çıkıncaya kadar onun verdiği
karar uygulanır.
2531-
Darulİslamda bulunan düşman ordusu karargahına müslüman bir tacir girip
zaptettikleri malları fidye ile kurtarıp getirse, sahiplerine geri vermesi
gerekir. Sahiplerinin emri olmadan fidye verdiği için de o fidye sadaka olur.
Düşman kendi yurtlarına dönmeden müslümanlar onlara galip gelip fidye olarak
verilen şeylerin bizzat kendisini ele geçirseler, tüccar alamaz. İster
ganimetler taksim edilmeden önce bulsun, ister edildikten sonra bulsun,
aynıdır.
Çünkü düşman, ele
geçirmekle ona tamamen malik olmuştur. Nitekim müslüman olur veya zimmet ehli
olurlarsa bu fidye onların olur. Zira bu malı galibiyet ve üstünlük yolu ile
ele geçirmiş değiller ki kendi yurtlarında onu ihraz etmeleri şartı aransın.
Aksine malın sahibi istiyerek onu kendilerine vermiş ve temlik etmiştir. Bu da
müslüman tacirlerden satın alıp satıştan sonra müslüman tacirlerin hiçbir hakkı
kalmayan mal mesabesinde olur. Aradaki fark, fidye vererek aldığı şeyler daha
önce müslümanların hakkı olan şeylerdir. Ancak müslümanlar arasında sebep
meydana geldiği ve teslim gerçekleştiği taktirde hak olan bedeli temellük
edilmiş olur. Müslümanlar arasında böyle olunca, müslümanlar ve gayri müsîimler
arasında bu evleviyetle olur. Sonra, kendi isteğiyle düşmana verince, onlara
bağışlamış gibi onların kabul edilir.
Nitekim bunlar bir
müslümanı öldürüp cesedini alsalar, daha sonra Ölünün ailesinden bazı kişiler
onların yanına gidip cenazeyi defnetmek istediklerini ve geri almaları
gerektiğini söyleyip onlara biraz mal verseler, bunlar da daha sonra müs-lüman
veya zimmet ehli olsa, aldıkları mallar onların olur. Damlharpte ihraz etmeden
önce müslümanlar onları yenerek alsalar, alan mücahidlere ganimet olur. Bu da
onun gibidir.
Yİne müslüman veya
zimmet ehlinden hür kişileri esir alıp darulharbe götürseler, sonra esirlerin
yakınları gelip onları fidye ile kurtarsalar, fidye olarak verilen bu mal,
düşmanlar, müslüman veya zimmet ehlinden olmaları halinde onların olur. Yine
müslümanlarm zaptetmesi halinde mücahidlere ganimet olur. Malı kendi
yurtlarında ihraz ettiler, demenin burada hiçbir anlamı yoktur. Çünkü böyle
olsaydı, şöyle demek gerekirdi: O mallar ganimet içinde olup sahipleri taksimden
önce görürse, kuvvet ve üstünlükle alıp ihraz ettikleri mallarda olduğu gibi,
karşılıksız olarak alma hakkına sahip olurlar.
2532- İtiraz
eden kişi "Ben böyle diyorum"
derse, biz de ona şöyle deriz: Bu uzak bir şeydir. Mesela, bazı müs-lümaniar
düşmanın kendilerini öldürmesinden korkup bîr yıl kendilerine saldırmamaları
karşılığında onlara Herat kumaşından bin takım elbise vermeyi kabuledip onlarla barış
yapsa ve düşman elbiseleri teslim alsa, bir yıl geçtikten sonra müslümanlar
onları mağlup edip o elbiselerin kendisini ganimet olarak alsalar, elbiseler
taksimden önce ve sonra alan mücahidlere ganimet olarak verilir.
Çünkü düşman
elbiseleri sahiplerinin gönül rızasıyla almışlardı. Taksimden önce sahibine
geri verilen şey, üstünlük ve galibiyetle alınmış olan şeydir.
2533- Yine
bu barış darulİslamda, şehir halkı müslümanlar ile düşman askerleri arasında
meydana gelse, daha sonra müslümanlara destek kuvvet gelerek malı düşman darulharpte ihraz
etmeden Önce onların elinden kurtarsa, bu mal mücahidlere ganimet olur.
Sebebini yukarıda
açıkladık. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki sahiplerinin rızası ile alınmış olan
şeylerde darulİslam ve darulharb aynıdır. Müslümanların böyle bir barış
yapmalarının caiz olması ise düşmanın çoluk çocuk hepsini soykırıma tabi
tutması korkusudur. Mallan bunun için fidye yapmaktadırlar. Hz. Peygamber de
ashabından bazılarına şöyle diyerek bunun olabileceğini buyurmuştur:
"Malını kendine feda et". Nitekim Hendek günü bazı müslümanlarda
zayıflık hissetmesi üzerine böyle bir şeyi yapmaya yönelir gibi olmuştur. Ama
iki Sa'd'm belirttikleri gibi müslümanlarda kuvvet görünce bu işten
vazgeçmiştir. Bu da müslümanlarm çoluk çocukları hakkında bir tehlike sözkonusu
olduğunda böyle davranılabileceğİne dair örnek olmuştur.
2534- Esir
aldıkları bir müslüman onlara atını yahut silahını fidye verip kurtulsa, daha
sonra müslümalar o malın kendisini zaptetseler, bakılır. Düşman o malları ihraz
etmemişlerse ganimet taksiminden Önce ve sonra sahibine karşılıksız geri
verilir. İhraz etmişlerse, taksimden önce sahibi karşılıksız, taksimden sonra
ise istediği taktirde, parasını vererek alabilir.
Çünkü düşmanlar bu
malı galibiyet ve üstünlük yolu ile almışlardır. Esiri ellerinde tuttukları
gibi onun malını da tutarlar. Galebe yolu ile alındığı için de hakkında ganimet
hükmü meydana gelir. Halbuki yukarıdaki böyle değildir. Orada fidyeyi ellerinde
bulundurmaları ancak mal sahibinin rızası ile olmuştur.
2535-
Ganimet olduğu zaman devlet başkam bu malı satmış olsa ve düşman da darulharpte
ihraz etmişse, satışı geçersiz olup sahibine geri verilir. Ama sahibinin yararını
korumak için satmışsa o başkadır.
Çünkü malın
kaybolmasından endişelenmiş olabilir. Sahibinin de ne zaman geleceğini
bilmiyor. Bu durumda malı satması geçerli olur. Tıpkı buluntu (lukata)
malı,yargıcın satması, sonra da sahibinin çıkıp gelmesi gibi.
2536-
Hangi gerekçe ile sattığı bilinmiyorsa,
satışı geçersiz olur.
Durumun hakikatine
vakıf olmak mümkün olmadığından zahire
göre hüküm vermek lazımdır. Zahirde onu ganimet malı olarak satmıştır. Aksi
anlaşılıncaya kadar bu şekilde kabul edilir. Efendisinin ölümünden sonra Ölümle
hür olacağı söylenen kölenin satışı hakkında şöyle denilmişii: Hangi gerekçe
ile sattığı bilinmiyorsa, satışı geçerli olur. Çünkü bunu bilerek yaptığı kabul
edilir. Ancak aksi ortaya çıkınca bu bozulur.
Ashabımızdan kimileri,
ikisi arasında fark olmadığını söylemektedir. İki fasıl konusunda iki rivayetin
olması gerekir. Kimisi de fark olduğunu söyleyerek şöyle demektedir. Hazır
olmayan sahibinin çıkarını korumak için malın satılması, yargıç üzerinde bir
borç değildir. İsterse yapar, isterse yapmaz. Ama borcun sahibi istediği
taktirde borcu Ödemek için ölünün terikesini satmak yargıcın görevidir. Onun
için orada satışı görev kabul ettik. O da ölüm halinde hür olacağı sözünü
ictihad ile iptal etmektir. Çünkü muaraza (çelişme) görevli olan ile görevli
olmayan arasında olmaz. Burada ise iki taraf eşit olmuştur. Mutlak satışı zahir
üzerine hamlettik.
2537-
Esir düşmüş kişi
yakınlarından birine haber gönderip kendi malından veya onun malından fidye vererek
düşmanın elinden kurtarmasını istemiş ve sözkonusu yakını eman ile darulharbe
girip malı fidye vererek kur-tarmişsa, ondan sonra müslümanlar malı zaptederse,
mal fey' olur ve sahibinin o mal Üzerinde bir hakkı olmaz. Çünkü burada mal
düşmanın eline galibiyet ve üstünlük yolu ile geçmeyip sahibinin onlara teslim
etmesiyle geçmiştir.
2538- Esire
"Ya seni Öldürürüz yahut fidye verip kendini kurtarırsın"
demişierse, durum aynı olur.
Çünkü malı yanında
olmadığı için onlara malını vermeyebilirdi. Anlıyoruz ki malı üstünlük ve
galibiyetle ele geçirmemişlerdir. Ama esir olduğu zaman mal onunla beraber ise
malı onlara vermeme imkanına sahip olmaz. Nitekim malı vermeyip onu
öldürselerdi, mal onlara kalırdı. Ama malı yanında olmadığı taktirde kendisini
öldürürlerse, darulîslamdaki malı onların eline geçmiyeceğİ gibi, ' malından
fidye vererek kurtarmasını istediği kişinin malı da onların eline
geçmiyecektir.
Fidye olarak verilen
bu mal ganimet olduktan sonra geri verilecek olursa, acaba esir olan kişiye mi,
yoksa kurtarmak için fidye veren kişiye mi verilir? ikisine de verilmez. Bir
müslüman düşmanla çarpışırken onların arasına düşse ve savunma içinde olduğu
halde atını ve silahını verip eman alması karşılığında onlarla barış yapsa,
sonra müslümanlar o malı zaptetse, mal fey' olur. Çünkü düşman o mala, ancak
sahibinin istiyerek vermesiyle sahip olmuştur. Onlarla savaş halinde ve savunma
içinde iken malını onlara vermiştir. Kendisini düşman yakalamış olmadığı gibi,
malını da almış değildir. Ama esirin durumu ayrıdır.
2539-
Düşman, müslümanların şehirlerinden birini
ku-şatsa ve onlardan almış oldukları ve halen zimmet ehlinden
bazılarının kölesi olan belirli esirleri
kendilerine teslim etmek üzere birkaç gün müslümanlara saldırmamak
üzere barış yapsalar, zimmet ehlinden olan kişiler de kölelerini istiyerek
onlara teslim etse, daha sonra müslümanlara gelen destek kuvvetle müslümanlar
onlarla savaşıp galip gelerek verdiklerini geri alsalar, köleler fey1 olurlar.
Çünkü müşrikler, köleleri kendi istekleriyle vermişlerdir
2540- Şehrin
valisi, o köleleri rızaları dışında alıp düşmana vermişse ve mesele aynı ise,
darulharpte düşman ihraz etmeden önce müslümanlar onları yenerek köleleri geri
alırsa, taksimden önce ve sonra sahiplerine karşılıksız verilirler. Ama
ihrazdan sonra geri alırlarsa, taksimde önce ücretsiz, taksimden sonra
sahipleri isterse ücretle sahiplerine verilirler.
Çünkü köleler rızaları
dışında alınmıştır. Devlet başkanının onları rızaları dışında alıp düşmana
vermesiyle, düşmanın galip gelerek onları alması arasında birfarkyoktur.
2541- Sahipleri
taksimden sonra ücret vererek köleleri almayı kabul etmezse, devlet başkanı
kiymetlerini tazminat olarak onlara öder.
Çünkü sahiplerinden
gaspetmiştir. Gaspedilen şey sahibine verilmedikçe, gaspeden kişi onun için tazminat
öder. Bunlar sanki rızası dışında alınmış mülkü giidir. Kiymetini ödeyerek geri
alabilir. İsteyerek düşmana teslim ettiği için onları ganimetten tekrar alamaz,
denilse, deriz ki: Kendisinin mülkü olarak değil, sahiplerinin mülkü olarak
isteyerek teslim etmiştir. Ancak şu anda kendisinin mülkü haline geldikleri
için onun rızası ve isteği artık aranmaz. Ondan zorla alınmış gibidirler.
En iyi Allah bilir.[54]
2542- Adamın
biri bîr köle gaspetmiş, sonra müşrikler onu zaptetmiş, daha sonra da
müsiümanlar onu ganimet olarak almışlar. Sahibi onu taksimden Önce bulup
alırsa, ücret ödemeden alabilir, taksimden sonra almak isterse, ücretini
ödeyerek alabilir.
Çünkü köle hala onun
mülküdür.
2543-
Kölenin kendisinden veya
gaspeden kişiden alınması
arasında fark yoktur.
Çünkü önceden mülkü
olup her iki durumda da alma hakkına sahiptir.
2544-
Taksimden önce ücret ödemeden alırsa, gaspeden kişiden tazminat alınmaz.
Çünkü sahibinin malı
ücretsiz eline geçmiştir.
2545- Taksimden
sonra üretle alırsa, gaspeden kişiden tazminat alabilir.
Çünkü maliyeti kadar
ücret ödedikten sonra ancak malına kavuşabilmiştir. Böylece gaspeden kişiden
ödediği ücret kadar tazminat alabiIİr.Tıpkı gaspedenin yanında iken işlediği
bir cinayetin bedelini ödemesi veya gaspedenin elinde iken bir borç
karşılığında satıldıktan sonra borcun ödenerek kurtarılması gibi.
2546-
Kiymeti karşılığında almayı kabul etmezse, gaspeden kişiden ğaspettiği günkü
parası kadar tazminat alabilir.
Çünkü kiymetini
ödemeden alma imkanı bulunmadığından gaspedenin elinde iken helak olmuş gibi
ondan tazminat alır.
2547-
Gaspeden kişi kıymetini öderse, köleye de sahip olur. Ganimetten payına düşen
kişiden ücretle alıp almama arasında serbest olması yönünden sahibi durumunda
olur. Müslümanlar onu ganimet olarak almadan önce veya aldıktan sonra gaspeden
kişi kiymetini tazminat olarak vermesi aynıdır.
Mesela, onlardan bir
tüccar satın alarak darulislama çıkarsa, sahibi gaspeden kişiden tazminatını
almamışsa, isterse ücretini vererek tüccardan alır ve gaspeden kişiye
gaspettiği günkü ücretinden ve onun için ödediğinden az miktarı öder. Çünkü ona
sahip olmayı hak etmesi az miktardadır. Sanki sahibine geri verdikten sonra
köle borç karşılığında satılmış gibidir.
2548-
İsterse almaz ve gaspeden kişi gaspettiği günkü ücretinin tamamını tazminat
olarak Öder.
Çünkü onu ücret
ödeyerek alabiliyor ve ücret ödemesi gerekmiyordu. Sanki onun elinde helak
olmuş gibidir.
2549- Satın
aldıktan önce veya sonra kiymetini ödemişse, satın alandan ücret karşılığında
almakta serbesttir.
Çünkü tazminatını
ödeyince, mülkü olur.
2550- Satın
almadan önce gaspeden kişi kıymetini tazminat olarak ödeyince, sahibi gaspeden
kişinin iddiası ve yemini üzerine kiymetini alır, sonra köleyi satın alan
kişinin elinde görürse ve sahibinin dediği şekilde kıymetini öderse, isterse
gaspeden kişiye kiymetini geri verir ve köleyi ücretle alarak gaspeden kişiye
en azını verir, isterse köle için ödenen parayı alır. Bu durumda gaspeden kişi
isterse ücretini vererek alabilir. Çünkü sahibinin istediği kadar para
etmediğini görünce, maliyetin tamamını karşılamaz. Bu durumda gaspeden kişi
zarardan kurtulmak için tercih hakkına sahip olur. Sahibi alman ücreti
geri vermek istemez ve ücret farkını
gaspeden kişiye veririm derse, bu isteği kabul edilmez.
Çünkü ğaspedildiği
zamanki kadar kiymet alma hakkına sahiptir. Şimdiki kiymeti, ğaspedildiği zaman
kiymetinin bu kadar olduğunu göstermez. Bu ancak zahire göre anlaşılır. Halbuki
zahir ile istihkak sabit olmaz. Onun için alınan ücreti geri vermeyi red
ederse, ücretin fazlasını almayı hak etmez.
el-Kerhi delil olarak
bunu göstermiş ve görüş olarak benimsemiştir. Kendisinden ğaspedilen kişi,
gaspeden kişinin iddiasına göre kiymeti aldığı taksimde sahibinin ifadesine
dayarak kölenin ücretinin aynı olduğunu söylemiştir. Bu konuyu
Şerhu'l-Muhtasar'da gasp bölümünde açıklamıştık.
2551- Köle
ganimetin içinde iken sahibi, gaspeden kişi ile beraber gelse, sahibinin tercihine öncelik
verilir. İsterse aldığı ücreti geri verir ve köleyi ücret ödemeden alır. Ama
ücreti geri vermeyi red ederse, köleyi alamayacağ igibi, gaspeden kişiden de
bir şey alamaz. Gaspeden kişi ücret ödemeden köleyi alır. Çünkü gaspeden kişiye
ücreti geri vermeyi kabul etmeyince kendisine ödenen ücrete razı olmuş olur. Sanki gaspeden kişi
başlangıçta ücreti ona vermiş, sonra köle ganimet olmuş ve kiymeti artmış olur.
2552- Köle
ganimet olup birinin payına düştükten sonra sahibi gelirse, isterse gaspeden
kişiye ücretini geri verir ve ücretini ödeyerek payına düşen adamdan köleyi
alır. Gaspeden kişiye de gaspettiği
günkü asgari ücreti ve payına düşmüş adama ödenen ücretin asgarisi üzerinden ödeme yapar.
İsterse aldığı ücreti geri vermez ve köle üzerinde hakkı kalmaz. Bu
durumda gaspeden kişi isterse kiymetini ödeyerek satın alabilir.
Efendisi, bir delile
dayanarak veya bir itiraf ile veya gaspeden kişinin yemin etmeye yananşmaması
yahut aralarında anlaşması sonucu gaspeden kişiden kıymetini almışsa, bütün bu
durumlarda köle üzerinde bir hakkı kalmaz ve gaspeden kişi isterse kiymetini
ödeyerek köleyi alabilir.
Çünkü ödediği ücret
karşılığında gaspeden kişi köleye sahip olmuş ve sahibinin köle üzerinde
hiçbir hakkı kalmamıştır.
2553- Bir
adamın yanında kiralık olarak çalışan bir köleyi düşman ele geçirdikten sonra
nıüslümanların eline ganimet
olarak düşse, kiralayan
kişi onu ganimet
taksiminden önce bulursa, kendisi
üret ödemeden alır ve Önceden
olduğu gibi kiralık olarak çalıştırır.
Çünkü kiraladığı için
sahibinden önce onun üzerinde hak sahibidir. Hatta sahibi ondan almak isterse,
alamaz ve kira sözleşmesi belirtilen sürenin sonuna kadar geçerli olur. Onun
için kiralayan adamın kendisi köle hakkında muhataptır.
2554-
Müşriklerin elinde kaldığı
süre kadar üret ödemez.
Çünkü bu süre içinde
kölenin ona yararı olmamıştır.
2555-
Kiralık olarak elinde bulunduğunu ispat ederse, yargıç ona geri verir. Ondan
sonra sahibi gelip kira işini inkar eder ve
elinde ödünç yahut emanet olduğunu iddia ederse, sahibinin dediği kabul edilir ve kiralayan
adam iddisını yeniden delille ispatlaması gerekir.
Çünkü köleyi kendisine
geri verirken yargıç kira sözleşmesi kararını vermemiştir. Zaten bu delil,
hazır olmayan bir hasım hakkında ileri sürülmüştür. Geri almada kiralamayı
ispat etme ihtiyacı da yoktur. Geri alma hakkı da ancak elinden alındığı için
sabit olmaktadır. Bu konuda elinde kira olarak yahut emanet veya ödünç olarak
bulunması aynıdır. Onun için kölenin kiralayan adama geri verilmesine dair
yargıcın kararı, hazır olmayan sahibi aleyhinde kiralamış olmaya karar vermeyi
içermez.
2556-
Ganimeti, taksiminden sonra bulursa yargıç ona şunu söyler: İstersen kiymetini
vererek geri al, verdiğin fidye sadaka olarak gider. Böyle yaparsa yargıç onu
kendisine verir ve tekrar kiralık olarak elinde hizmet etmeğe devam eder.
Fidyesinin sadaka
olarak gitmesi, ihtiyacı olmadığı halde başkasının mülkünü fidye ile
kurtarmaya çalışmasıdır. Zira kiralayan kişinin ona karşı bir kefaleti yoktur.
2557- Fidye
vererek almayı kabul etmezse, sahibinin ona birşey ödemesi gerekmez. Fidye ile
kendini yükümlülükten kurtarmıyorsa, fidyesi sadaka olur. Efendisi gelip
kiraya verdiğini inkâr ederse, sözüne itibar edilmez. Gösterilen delil ile
aleyhinde hüküm devam eder. Çünkü sadece sahipliği sebebiyle taksimden sonra
alma imkanı olmazdı.
Nitekim adamın elinde
ödünç veya emanet olarak bulunsaydı, taksimden sonra hiç alamazdı. Alması için
karar verilince, ortaya konulan delil ile hazır olmayan kişi hakkında
kiraladığına dair karar verilmiştir. Payına düşen kişi de kiralamayı inkâr
eden sahibine hasım olmuştur. Ama taksimden öncesi için böyle değildir. Çünkü
orada köle esir düşmeden önce de sadece sahipliğini ispat ile onu alma imkanına
sahiptir. Sebebi de taksimden sonra alma hakkı, kendisine ait olan bir mülkün
esir olmadan önce kendisine veya yararını ihya eden için sabit olmasıdır. Kira
alan kişi de yarardaki mülkünü ihya etmektedir. Emanet bırakan veya ödünç veren
kişi ise esir olmadan önce kendisine ait olan bir mülkü ihya etmektedir ki
geri alması kıymeti mukabilinde olur. Tıpkı bir ivaz karşılığında mülkün yeni
başlaması gibidir. Esir için fidye de vermez. Ama taksimden önce sahibine
olduğu gibi geri vermek için karşılıksız olarak alır. Burada emanet veren veya
ödünç verenler kiralayan kişi gibidirler. Kiralayan adamın kiymetini vererek
kurtarmayı veya müşteriden para ile almayı kabul etmezse ve efendisi gelip
kıymeti yahut parası ile alırsa kiralayan kişi tekrar ücretli kılmak için ondan
alabilir. Ondan itibaren de kira ücretini vermesi lazımdır. Ama geçmiş süre
için üzerine kira borcu terettüp etmez. Zira ikisi arasındaki kira sözleşmesi,
geriye kalan zaman dliminde bakidir. Meydana gelen yarar bakımından kira akdi
tekerrür eden müteaddit bir akit hükmündedir, yahut bir bütün olarak akit
yapılmış olmaktadır. Ancak üzerinde akit yapılan bazı şeylerin gerçekleşmemesi
geri kalan kısım için akdi iptal etmez.
Sahibinin kiralayan
adama "Fidye vererek ben kurtardım, verdiğim fidyeyi bana ödemedikçe sana
teslim etmem" demeye hakkı yoktur. Çünkü malın tazmin sorumluluğu
kiralayanı bağlamaz. Malına fidye vermesi üzerine düşmediği içinde bu sebebten köleyi ona vermemezlik
edemez. Köleyi almakla eski mülkiyetine iade etmiş olur. Kiralayan için eski
mülkünde kazanılmış bir hak varmış gibi olur. Tıpkı kiralayan adamın elinde
iken kölenin bir cinayet işlemesi ve sahibinin cinayetin fidyesini vermesi
gibidir.
2558-
Kendisinden esir alınan kişinin elinde köle rehin olarak bulunuyorsa ve mesele
aynı ise, taksimden Önce rehin alan kişi ganimet içinde köleyi bulursa
elinde olması sebebiyle onu almaya daha layıktır. Rehin bırakan
kişiden alacağı zaten
vardır. Kendisinden aldığına dair rehin bırakan kişinin delil getirip
hazır olması için beklenmez. Rehin bırakan kişi hazır olup borcu ve rehni
kabul etmezse, söylediği kabul edilir. Ama rehin alan kişi delil getirip onun
delilini iptal ederse, onun dediği olur.
Çünkü onu red etmek,
elinde nasıl bulundurduğunu ispatla değil, mücerred olarak onun elinden almanın
subutu ile olmaktadır.
2559- Rehin
alan kişi taksimden sonra gelirse, isterse kiymetini vererek alır, isterse
almaz. Kıymetini vererek alırsa eskiden olduğu gibi tekrar rehin olur. Sonra
efendisi gelip borcu Ödedikten sonra rehin köleyi almak isterse, bakılır.
Borç ile rehinin kıymeti eşit ise yahut borç daha fazla ise, bütün Hanefi
imamlarına göre efendisi istediğini yapar.
Çünkü rehnin bütün
maliyeti, rehin alan kişi üzerine borçtur, (zimmetindedir) Zimmette olan şeyin
fidyesi de zimmetinde bulunan kişinin üzerindedir. Bunu başkasına yükleyemez.
Borç, rehinin kıymetinin yarısı kadar ise Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre
cevap aynı olur. Ebu Hanife'ye göre ise, rehin alan kişinin rehin bırakan
kişiye fidye miktarının yarısını iade etmesi gerekir. Rehin bırakan kişi bu
miktarı teslim almadıkça köleyi ona teslim etmez. Rehin bırakan kişi mevcut
olmaması halinde rehin alan kişinin kölenin cinayeti için fidye vermesi ve
fidyenin alacağı borç miktarından fazla olması gibidir. İki İmamın görüşüne
göre rehin alan kişi verdiği fazla miktarı sadaka olarak vermiş olur. Ebu
Hanife'ye göre ise verdiği fazla miktar sadaka olmaz ve rehin bırakan kişiden
alır. Esirlikten sonra fidye vermenin hükmü de bu şekildedir. Rehin bırakan
kişirehni ve borcu inkâr edecek olursa, belirttiğimiz sebepten delil getirmeye
de ihtiyaç yoktur. Çünkü burada yargıç rehin akdiyle hak etmiş bulunduğu bir
mülkü ihya ettiği için rehin alan kişinin kıymet mukabilini vererek almasına
karar vermiştir.
Rehin bırakan kişinin
iddialarını ispat meselesinde de hasmı, ganimet taksiminde payına düşmüş olan
kişi olur.
2560- Rehin
bırakan ile rehin alan ikisi de hazır olup rehin bırakan kişi fidye ile kurtarmayı kabul etmez
ve rehin alan kişi fidyesini vererek kurtarırsa, köle eskiden olduğu gibi yine
rehin olur. İmamların hepsine göre rehin
alan kişinin verdiği fidye sadaka olur.
Tıpkı kölenin cinayetini ödemek gibi olur. Rehin bırakan kişinin hazır
bulunması halinde rehin alan kişinin verdiği fidye sadaka olur. Verdiği miktar
ister borçtan fazla olsun, ister olmasın, aynıdır. Rehin alan kişi mevcut olmayıp rehin bırakan kişi hazır ise ve falan
kişinin yanında şu miktar karşılığı olarak
rehin bırakılan kölesi olduğuna dair delil getirse, ganimetin
taksiminden önce bulursa, söylediği kabul edilir ve onun lehine hüküm verilir.
Çünkü eski mülkü
olduğundan karşılıksız alma hakkı vardır. Mülkünü delil ile de ispatlamıştır.
Ancak falan kişi borcu karşılığında rehin bıraktığını itiraf ettiği için o
adamın borcunu ödeyinceye kadar köle kendisine teslim edilmez. Rehin alan
kişinin hakkını gözönünde bulundurarak yargıç köleyi ona teslim etmez. Çünkü
kendisi, hakkını alamıyan herkesin adına iş yapmaktadır. Rehin alan kişi
gelip köleyi teslim
alıncaya kadar adaletli bir kişiye teslim eder.
2561- Ganimetin
taksiminden sonra gelir veya duşmandan satın alan kişinin elinde bulursa ve
parasını vererek kurtarmak isterse, istediği yapılır.
Çünkü bu alma ile eski
mülkünü ihya etmektedir.
2562-
Verilen fidye rehinin kıymeti kadar veya daha fazla ise, yargıç köleyi ona
verir ve adaletli kişiye teslim etmez.
Çünkü burada fidye
verme rehin alan kişiye aittir. Çünkü kiralamanın aksine rehnin maliyeti onun
zimmetindedir. Rehin veren kişi rehin alan kişiden fidye miktarını alma hakkı
batıl olunca fidyeyi rehin veren kişi, alan kişiye ödemedikçe köle üzerinde
hak sahibi olmanın hükmü kalkmış olur. Onun için yargıç köleyi fidyeyi veren
kişiye teslim eder. Ama taksimden önce köleyi alır ve rehin alan kişi gelince,
kendisine "İstersen fidyeyi öde ve köleyi rehin olarak al, istersen alma,
artık borcun sona ermiştir" denir. Çünkü rehin veren adam ancak fidye
vererek alabildiği için kölenin maliyeti de rehin veren kişinin zimmetiyle yok
olmuştur. Böylece fidyeyi veren adam borcunu ödemiş gibi olur. Rehin veren
adamın verdiği fidyenin sadaka olarak sayılmamasının sebebi, kendi mülkünü
onunla ihya etmeyi kastetmiş olmasıdır. Ama rehin alan (mürtehin) böyle
değildir. Onun ödediği fazlalık teberru sayılır. Kiralayan (müste'cir) de
böyledir. Çünkü ödediği şeyle kendi mülkünü ihya ediyor değildir. Zira o mal
kendisinin değildir. Rehin veren adamın verdiği fidye rehin malın kıymetinden
az ise, yargıç onu adaletli birine verir ve rehin veren adama teslim etmez.
Çünkü olsa olsa, rehin veren kişi borcundan ödediği fidye miktarıyla borç
alacaklısına borcunu ödemiş olur. Zaten borcunu ödediği taktirde köleyi geri
alma hakkına sahiptir. Ancak borcun bir kisımını Ödemekle rehin alan kişinin
köle üzerindeki hakkı tamamen kalkmış olmaz. Onun için adaletli birine
vermiştir. Rehin alan kişi geldiği zaman isterse verilmiş fidyeyi öder ve köle
borcun tümü karşılığı yanında rehin olur. Tıpkı esir düşmeden önce olduğu gibi.
Ama verilmiş fidyeyi ödemeyi kabul etmezse, o zaman borcun kalan kısmı
karşılığında yanında rehin kalır. Çünkü fidyeyi ödemediği İçin kısas yolu ile
yani fidyenin borcuna mahsup edilmesi yolu ile borcu ödenmiş olur. Böylece
rehin veren kişi köleyi geri alma hakkına sahip olur, rehin alan kişinin de
rehin veren üzerinde o kadar alacağı vardır. İkisi birbirine mahsup edilerek ödeşmiş
olurlar. Ondan sonra köle rehin alanın elinde iken ölürse, rehin alan kişi
fidyeyi veren sahibine ödediği fidyeyi öder. Çünkü kölenin (rehinin) ölmesiyle
alacaklı bütün borcunu almış sayılır. Fidye miktarı konusunda da alacağını ıkı
defa tam almış olur.
Borç dinar, yiyecek
veya başka birşey olduğu halde fidye olarak dirhemler verilmişse, rehin veren
de alacağı olan borçtan fidye payı kadar ona geri öder. Çünkü ödeşme yolu ile
borcun alınması hakikaten alınması mesabesindedir. Ama hakikaten alınmış olsaydı,
rehinin yok olmasından sonra alınan miktar geri verilir. Çünkü rehinin zimmeti malın kendisi itibariyle
değil, maliyeti itibariyledir.
Zira bu borcun tahsil
edilmesi zimmetidir. Tahsil de aynı cinsle olur, başka cinsle değil. Mallar
arasındaki aynı cinsiyet de malların sıfatı itibariyledir. Onun için bu miktarı
geri alırken fidye cinsinden değil borç miktarından tahsil eder.
2563- Hibe
edilmiş köleyi düşman esir alıp yurtlarında ihraz etse, sonra müslümanlar onu
ganimet olarak alsa ve taksimden önce hibe eden ve hibe alan kişiler de hazır
olsalar, alma hakkı hibe alan kişinindir.
Çünkü mülkü olan
birşey zaptedilmiştir. Alma hakkı da mülkiyetin önceliği veya sahiplik
bakımındandır. Esir alındığı zaman köle hibe verilen kişinindi.
2564 -
Alırsa, hibe veren kişi hibelikten vazgeçer.
Çünkü almakla eski
mülkiyetine iade etmiş olur. Hibe eden kişinin de eski mülkü hakkında cayma
haki bulunuyordu.
2565-
Kendisine hibe edilen kişi hazır değilse, hibe eden kişinin köle üzerinde bir
hakkı olmaz.
Çünkü mülkiyetinde
hakkı onunla sınırlıdır. Eski mülkiyetine dönmedikçe hakkı olduğu açıkça
çıkmaz.
2566- Hibe
alan kişi hazır olduğunda "Benim ona ihtiyacım yoktur" derse, sözüne
iltifat edilmez, yargıç geri
vermesine karar
verdiği gibi, hibe eden kişinin de hibeden
vazgeçmesine karar verir.
Çünkü hibe eden
kişinin hakkı ve mülkü olmuştur. Hibe eden kişi de hakkını istemektedir.
2567- Hibe
alan kişi kabul etmemekle hakkı kabul etmemiş olur. kendisini zarardan korumak
için değil, hibe edilen şeye zarar verme peşindedir.
Çünkü onu ücretsiz
almaktadır. Yargıç haksızlık yapanın sözüne iltifat etmez. Sonra, hibe edenin
hakkı ona taalluk edince, hibe alan kişinin kendisi ona vermiş gibi olur.
2568-
Ganimetin taksiminden sonra hazır olmuşlarsa yahut onu müşterinin elinde
bulmuşlarsa, hibe alan kişi kiymetini veya parasını vererek alırsa, hibe veren kişi hibeden
vazgeçebilir.
Çünkü hibe alanın
elinde olduğu gibi eski durumuna dönmüştür.
2569- Hibe
alan kişi "Hibe eden kişi fidyeyi geri versin" derse, sözüne iltifat
edilmez.
Çünkü kendi mülkünü
fidye ile kurtarmıştır. Başkasının zimmetinde değildi ki o zimmetin hükmü İle
ona geri versin,
2570- Hjbe
alan kişi "Ben almak istemiyorum" derse almaya mecbur edilmez.
Çünkü bu almayı red
edişte haksızlık yapmamaktadır. Belki kendisi için yararlı olmayacak bir
tazminatı yüklenmek istemiyor. Kişi tazminattan imtina edebilir.
2571- Bir
yararı bulunduğu taktirde almaktan imtina edebiliyorsa, yararı bulunmadığı
zaman imtina etmesi ev-leviyetle olur.
Hibe veren adam" Ben onun fidyesini ve-riyorum" derse, kabul edilmez.
Çünkü esirlik mülkünde
olmamıştır. Yani mülkü olan bir şey esir olmamıştır. Fidye verme hakkıninm
kendi mülkünü ihya eden için olduğunu belirtmiştik. Burada hibe veren kişi
vereceği fidye ile hibe alan kişinin mülkünü ihya etmektedir. Sonra, mülkünden
dolayı alması gerekmektedir. Hibe alan kişi ise bu fidyeyi vermekten imtina
etmektedir. Hakkı olan kişi imtina ettikten sonra artık hibe veren kişinin bu
imkanı kalmaz.
2572- Esir,
cinayet işlemiş bir köle olup efendisi onu ganimetin taksiminden
önce bulursa, karşılıksız
olarak alır. Zira Önce olduğu gibi eski mülküne dönmüş olur. Cinayetin bedelini veya fidyeyi
vermekle muhatap, yani mükellef olur. Efendisi olmadan cinayetin sahibi hazır olacak olursa, köle üzerinde bir hakkı olmaz.
Çünkü esirlik ne
mülkü, ne de sahipliği üzerinde meydana gelmiştir. Hakkı sadece efendinin
mülkündedır ve hakkı olduğu kişi ortada olmayınca davasına itibar edilmez
2573-
Efendisi gelip köleyi almayı red ederse, ona "ya cinayetin bedelini veya
fidyeyi verirsin, birini seç" denir. Çünkü eski mülküne döndürme imkanına
sahiptir. Cinayet sahibinin hakkı gozönünde bulundu mi arak bu imkanı mülkün
hakikaten kendisine dönüşü mesabesinde kabul edilir.
2574-
Cinayetin bedelini vermeyi tercih ederse, bedeli ona verir.
Çünkü verme
muhayyerliği yanında köleyi almaktan imtina etmesi haksızlık olur ve cinayetin
sahibine zarar vermeyi amaçlamış sayılır.
2575-
Yaralama bedeline (erş) mukabil fidye vermişse, ona "istersen bunu kendine
al" denir.
Çünkü cinayetin sahibi
hakkını almıştır. Alma hakkı da sadece efendisine ait olmuştur. İsterse kendi
yararını tercih ederek alır, isterse almaz.
2576-
Ganimetin taksiminden önce hazır bulunurlarsa, efendisi kiymetini
vererek kurtarabilir. Fidye
ile kurtardıktan sonra efendisi
isterse cinayetin bedelini öder, isterse yaralama cinayetinin bedelini öder.
Çünkü eski mülkiyetine
dönmüştür.
2577-
İsterse fidyesini vermez.
Çünkü kendisine ondan
yarar gelmiyeceğini düşünerek tazminatını ödemeyi yüklenmekten imtina
etmektedir. Bu durumda cinayetin sahibi onu kendisinden alır.
2578- Ondan
sonra cinayet sahibinin onun üzerinde hakkı kalmaz.
Çünkü hakkı sona
ermiştir.Bu da efendinin fiiliyle de olmamıştır. Onun hakkında kendisi ne
muhayyer, ne de tüketici olur. İmkanı olduğu halde almaktan imtina edince,
neden onun hakkında müstehlik (tüketici) sayılmıyor? diye sorulursa, şöyle
deriz: Ücretsiz buna imkan bulduğu taktirde olabilir. Ama ancak tazminatını
ödedikten sonra buna imkan buluyorsa, o zaman olmaz. Çünkü istese veya
istemese, kölenin cinayeti sebebiyle tazminat Ödemeye mecbur edilmez.
2579- Köle
borçlu olup mesele de aynı ise, ganimetin taksiminden önce bulunursa efendisi
onu ahr ve borcu ona tabi olur.
Çünkü alacaklının
hakkı, onun maliyetinde de sabit olur.
2580-
Alacaklı geldiği haide efendisi gelmemişse, gelinceye kadar köleyi alma hakkı
ofmaz.
Çünkü esirlik ne mülkü
üzerinde, ne de sahipliği üzerinde olmuştur.
2581- Ancak alacaklı alacağı için delil getirirse,
efendisi gelinceye kadar yargıç köleyi tutar ve ganimet arasında taksimini
yaptırmaz.
Çünkü bedeli ile
alacaklının borç karşılığında onun maliyetini almaya hak kazandığı sabit
olmaktadır. Onun için taksimi ile meşgul olunmaz. Halbuki cinayet sahibi ve
hibe verenin hakkı bundan farklıydı. Bu sadece efendinin mülkü ve hibe alanın
mülkü ile sınırlıdır. Mülkiyetleri geri gelmeden açığa çıkmaz. Kölenin borcu
İse, nereye giderse onunla beraber gider. Efendisi alsın veya almasın, burada
maliyeti alma hakkı sabittir.
2582-
Efendisi gelip borcunu ödemeyi kabul edip borç karşılığında köleyi satmayı red
ederse, köle onun olur.
Çünkü kölenin boynunda
görülen borç, kimin mülkü olursa olsun, satıldığı zaman maliyetinden alınır.
2583-
Alacaklı gelmeyip köle ganimet olarak taksim e-dilirse yahut düşmandan satın
alan kişinin elinde görülürse, efendisi kiymetini vererek almakta serbesttir.
Alırsa, kendisi fidye verip kurtarmadıkça borç için satılır. Almazsa,
alacaklının mülkiyetinde bulduğu kişinin mülkü o-larak borç için satılır. Mülkü
olan kişi isterse borcunu ödeyerek kurtarabilir.
Çünkü maliyetinin
birinden diğerine geçmesiyle borcu maliyetinden düşmez. Nitekim borçlu köle
azad edilecek olursa, alacaklı ondan borcunu istİyebilir. Ama cinayet işlemiş
köle böyle değildir. Azat edildikten sonra cinayetin sahibi onu hiçbir şey
karşılmğıhda satamaz.
2584- Borç
için satılır ve parasından birşey artmazsa, payına düşen kişiye bunun karşılığı
beytulmaldan verilir.
Çünkü kendisinden
kaynaklanan bir sebeple maliyeti başkasının hakkı olmuştur. Taksim edilmiyecek
bir kölenin kiymetinin kendisine verildiği anlaşılmış
olmaktadır.
2585-
Ücretinden üçte bir artarsa, borç için geri kalan kiymetinin üçte ikisi ivaz
olarak ödenir. Efendisi gelmeden önce alacaklı gelip borcunu ispat ederse
yargıç onu borç için satar .
Çünkü alacaklının
hakkı maliyetine taalluk etmektedir. Bu satışta efendisinin hakkını iptal
etmek de yoktur. Efendisi gelinceye kadar satışını ertelemek ise alacaklı için
zarardır. Onun için yargıcın alacaklının zararını önlemesi lazımdır. O da borç
için satmasıyla olur.
2586-
Efendisi gelirse, satın alan ikinci adamdan
aldığı fiyatla alma hakkına sahip olur. Çünkü kimin elinden alınıp esir
edilmişse, tasarrufu bozmakla meşgul olmadan elinde bulduğu kişiden alma
hakkına sahiptir.
Nitekim ücretsiz alması
ganimetin taksimini bozmaz. Sadece eski mülkiyetine iade etmek için ikinci
satış ücreti ile satın alır. Böyle yaptığı taktirde alacaklı borcunun geri
kalan kısmını artık ondan istiyemez. Çünkü hakkı kölenin maliyetinde idi. Bu
da bir defa ona ulaşmıştır. Köleyi azat etmek için başka birşey isteme hakkı
yoktur. Tıpkı efendisinin mülkü olarak esir düşmeden önce satılmış olması gibi.
2587-
Birinci müşteri "Kölenin ücretinden alacaklının benden aldığı miktarı
benden satın alan kişiye veriyorum" derse, kabul edilmez.
Çünkü mülkünün
karşılığını bir defada almıştır. Kölenin borcundan dolayı ondan almayı hak
ediyorsa, ikinci defa değiştirerek ondan dönme hakkı mevcut olmaz.
2588- Ancak
birinci müşteri köleyi borcu karşılığında aldığı ile satabilir. Fakat efendisi
bu borcu öderse, satamaz
Çünkü köle efendinin
eski mülkiyetine dönmüştür. Mülkiyetinde maliyetinin alacaklı tarafından
alınabilmesi borcu sebebiyle mümkün oluyordu. Borcu da ödenmiştir. Nitekim köle
satılmamış olsaydı, borç Ödenmedikçe yine satılırdı. Bir defa satılır ve
birinci müşterinin hakkı olan ücreti alacaklı kişiye verilince, birinci
müşterinin onu maliyetine irca etme hakkı olur. Çünkü efendinin mülkiyetine
irca etmesi bakımından alacaklının yerine kaim olmuştur. Zira ödediği şey
sadaka değildir. Belki hüküm bakımından onu vermeye mecburdur. Kendi mülkünden
başkasının borcunu ödemeye mecbur tutulan kişi de onu geri alma hakkına sahip
olur Bu ise kölenin kendisi sebebiyle satıldığı başka bir borçtur.
Belirttiğimiz açıdan efendisi hakkında vacipliliği de açık olmuştur. Ancak
efendisi fidyesini verirse, durum başka olur.
2589-
Düşmandan satın alan kişi onun borcunu da ö-derse, sonra efendisi gelir onu
para ile alırsa, ona şöyle denir: Borcu ödenen köle azat edilirken borçtan ve
kıymetten asgarisi verilir. Bu şekilde ödersen olur, bunun için satılacaktır.
Çünkü müşteri o
fidyeyi vermeğe mecburdur. Onun için verdiği fidye sadaka olmaz. Ancak zaruret
kıymetinin asgarisini alır. Netice olarak, efendinin mülkiyetine döner ve
üzerinde borç varsa, olduğu gibi döner. Borcunu ödemedikçe efendisine ücretsiz
olarak teslim edilmesi caiz olmaz.
2590-
Düşmandan satın alan kişi onu başkasına satsa veya hibe etse yahut sadaka
olarak verse, sonra alacaklı kişiler (borcu olanlar) çıkıp gelseler, onun
tasarruflarını iptal edebilirler.
Çünkü düşmandan satın
alan kişinin mülkünde onların borcu bulunmaktadır. Esir düşmeden önce
efendisinin mülkünde olduğu gibi. Alacaklı kişilerin rızası olmadan efendisinin
onu satması da geçersizdir.
2591- Bunlar
satış işlemini iptal etmeden efendisi gelir ve satın alan ikinci müşteriden
ücretini vererek yahut hibe alan kişiden kıymetini iptal etmek isterlerse, bunu
yapmaya hakları olmaz.
Çünkü alacakları
olduğundan ancak ikinci satışla ortaya çıkan mülkiyeti iptal edebilirlerdi. Halbuki
efendisi alınca, ortaya çıkan yeni her mülkiyet ortadan
kalkmıştır. Çünkü köle efendisinin eski
mülkiyetine dönmüştür. Alacaklı kişilerin hakkı konusunda da esir düşmeden
önceki haline dönmüştür. Efendisi adamların borçlarını ödemediği taktirde borçların
tahsili için köle satılır.
2592- Esir
olan köle emanet veya ödünç verilmiş iken esir düşmüş ve emanet bırakan yahut
ödünç veren kişi ganimetin taksiminden önce bulmuşsa, delil gösterdikleri
taktirde ikisi de onu alabilirler.
Çünkü onların elinde
İken esir olmuştur. Ganimetin taksiminden Önce esir alma hakkı da elinde
bulundurana aittir. Onun için esir düşmeden önceki gibi onlara verilir.
2593-
Ganimetin taksiminden sonra gelip kiymetini vererek almak isterlerse yahut
düşmandan satın alan kişinin elinde
bulurlarsa, onu alamazlar.
Çünkü fidye vererek
alma hakkı ancak eskiden kendisine ait olan bir mülkü ihya eden kişinin olur.
Emanet veya ödünç tutan kişilerin bundan önce böyle bir mülkiyetleri yoktur.
Fidye vererek alırlarsa, bu ilk olarak verdikleri bedel karşılığında onu
temellük etmek olur. Elinde bulunduran kişi İse ivaz (bedel) Ödeyerek başkasına
temlik etmeye mecbur değildir.
2594- İkisi
de "Biz ilk efendisi için fidyeyi sadaka olarak veriyoruz" derlerse,
geçersiz olur,
Çünkü almadan önce eski
efendisinin onda mülkiyeti yoktur, ki mülkiyetinin fidyesi olarak sadaka
versinler. Yine eski efendisinin üzerinde bir (zimmet) borç yoktur ki onun
yerine ödeyerek teberruda bulunsunlar.
2595-
Ancak eski efendisi gelirse, fidyesini vererek alabilir.
Çünkü almakla eski
mülkünü ihya etmektedir.
2596- Esir
düşmüş köleyi bir adam düşmandan satın alsa ve köle ganimet taksiminde bir
adamın payına düşse, sonra ticaret yaparken kötü tasarruftan yahut birşeyi
telef etmesinden dolayı
köle borç altına girse, sonra eski efendisi çıkıp gelse, fidyesini vererek
alabilir.
Alacaklıların
hakkından dolayı almaktan engellenmez. Aldığı taktirde borcu da ona tabi olur
ve efendisi borcunu ödemediği taktirde borç için satılır.
Çünkü kölenin
maliyetinde alacaklıların hakkı sabittir. Maliyeti nereye giderse onunla
beraber gider. Tıpkı cinayet işlemiş ve borçlu bir kölenin cinayet karşılığı
olarak verilmesi ve cinayet sahibi ödemediği taktirde borcu karşılığında
satılması gibi.
2597-
Kölenin borçlu efendisi ölse ve köle, varislerine miras olarak kalsa, borç için
köle satılır. Yukarıdaki de böyledir.
Efendisi, borcundan dolayı fidyesini
vererek almak istemiyorsa, hakkı geçersiz olur ve köle kimin mülkünde
bulunuyorsa, borcunu ödemediği taktirde borç için satılır. Efendisi
alırken borcu olduğunu
bilmiyorsa ve borcu sonra
ortaya çıkarsa, efendisi istediği
gibi davranmakta serbesttir.
Çünkü borç bir
kusurdur. Alındıktan sonra bu kişide ortaya çıkması müşterinin yanında meydana
gelen başka bir kusurun ortaya çıkması mesabesindedir. Bu kusurdan dolayı geri
verme hakkı olur. Zaten eskiden olduğu gibi kendisine ait olmayacağı açığa
çıkmıştır. Maliyetinin üzerinde bir hakkı yoktu, ama şimdi maliyetini alma
hakkı olan biri ona sahiplenmiştir.
2598- Köleyi
geri verir ve verdiği de alırsa, köleyi geri alan kişinin yanında köle borç
için satılır. Efendisi tutarsa yine borç için satılır.
Çünkü kusuruna razı
olmuştur. Aldığı zaman kusurunu bilmiş gibi olur.
2599-
Alacaklılar borçlarını ispat ettikleri zaman kendisinden alman kimse hazır
değilse ve efendisi "Ben onu geri veriyorum" derse, bunun için yargıç
ona iki veya üç gün mühlet verir, satan adam gelirse, ona geri verir, gelmezse,
alacaklılara satar.
Çünkü köle üzerindeki
borçlan sabittir. Uzun süre erteleme de onlara zarar verir. Kısa süre için ise
onlara fazla zarar olmaz. Aynı zamanda efendisi de gözetilmiş olur. Nitekim
yargıç onlara, sizin için satacağım kişi varsa getirin derse, müşteri bulmak
için yine bu kadarlik süreye ihtiyaç duyacaklardır.
2600-
Efendisinin mülkünde iken yargıç köleyi
satmak isteyip efendisi satılması veya fidyesinin verilmesinden hangisi kendisi
için daha yararlı olduğunu düşünmek için iki veya üç gün mühlet isterse, yargıç
kabul eder. Burda da aynıdır. Verilen
mühlet sona erer ve satmış olan kişi gelmezse borç için satılır, ondan sonra
kendisinden alınan adam gelirse, arık efendisinin onun üzerinde hakkı olmaz.
Çünkü satılmışsa, zaten köle mülkiyetinden çıkmıştır. Kusurdan dolayı
dava etmesi de köle
elinde bulunduğu süre için geçerlidir. Ama mülkiyetinden çıktıktan sonra bu
hakkı kalmaz.
2601-
Fidyesini vermişse artık kusur da ortadan kalkmış olur ve kusur kalktıktan
sonra artık kusurdan dolayı dava etme hakkı kalmaz. Kendisinden esir alınan
kişi gelmeyip alacaklılar ondan borçlarını isterse ve elinde bulunduran kişi
onun borcunu öderse, daha sonra kendisinden esir alınan kişi gelirse, fidyesini
vererek alabilir.
Çünkü borçtan
kurtulmuş ve borçsuz olduğu eski durumuna dönmüştür.
2602-
Kendisinden esir alınan kişi onu aldıktan sonra borcunu ödeyen kişinin ona bir
şey geri vermesi sözko-nusu olmaz. Yukarıdakinin aksinedir.
Çünkü orada mülkünde
ortaya çıkan bir borç fidyesini verip kurtarmıştır. Bu borç da hakkı olan
maliyetidir. Onu kimseye geri vermez. Orada fidyesinin verilmesi mülkünden önce
geliyordu. Alınması hak edilen maliyeti de eski efendisinin mülkü idi. O
maliyet ortaya çıkınca onu geri verebilir.
2603- Aynı
şekilde borcu için satmayı tercih ettikten sonra kendisinden esir alınan kişi
gelerek ikinci ücretle satın alsa birinci müşterinin ona birşey geri vermesi
sÖz-
konusu olmaz. Ama borç
kendisinden esir alınan kişinin
mülkünde ise, durum
başka olur.
Aradaki fark şudur:
Borç kusur mesabesindedir. Mülkünde meydana gelmişse, o kusurun zimmeti de ona
düşer. Yani o kusuru telafi etmek onun borcu olur. Nitekim kendisinden esir
alman kişi bu kusuru bilmiş olsaydı ona geri verirdi. Birinci kusur
kendisinden esir alınan kişinin mülkünde iken, bu itibarla kendisinden esir
alınan kişiye nasıl birşey geri verir. Zaten kendisinden esir alınan kişi bu
kusur sebebiyle köleyi ona geri veremez. Onun için bu kusur sebebiyle ödediği
tazminat karşılığı düşmandan satın alan kişi onu satabilir. Esir düşmeden önce
köle borçlu ise, yargıç düşmandan satın alan kişinin mülkünde iken borç
karşılığı satar ve parasını alır, ama parayı alacaklı kişilere ödemeden önce
para kaybolursa, sonra kendisinden esir alman kişi gelip fidyesini vererek
alırsa, alacaklı kişiler azat edilinceye kadar köleden birşey alamazlar. Çünkü
belirttiğimiz gibi borç karşılığı olarak onlar için bir defa satıldı. Bu
satışta yargıç onlar için çalıştı. Onun
elinde paranın yok olması onların
elinde paranın yok
olması gibidir.
2604- Onun
için köleyi azat edilinceye kadar artık birşey karşılığında satamazlar. Köleyi
satma işi bozulan kişi burada kendisinden esir alınan köleyi satamaz.
Çünkü ücret alacaklı
kişilere ulaşmayınca, kölenin üzerindeki borçlarından bir şey düşmemiş oldu.
Borcunu mülkü ile ödediği için cayma hakkı kölenin boynunda olur. Hüküm
bakımından zaten borcunu Ödemesi zorunluydu. Burada birşey ödemiş olmayınca,
kölenin alacak bir şeyi kalmaz.
Nitekim ikinci
müşteriden parayı aldıktan sonra alacaklı kişiler kölenin borcu olmadığını
söylerlerse, satış işi bozulan birinci müşteri parayı olduğu gibi alır. Malı
yargıcın elinde yok oldu, ondan köleye artık birşey vermez yahut borcu olmadığı
söylendikten sonra kölenin borcundan birşey ödemediğine göre ona birşey geri
vermez, borçlulara ödenmeden önce alman ücretin yok olması da bu şekildedir,
diye itiraz edilirse, birincisinin daha doğru olduğunu belirtelim.
2605- Birine
kölesinin veya katırının Ömür boyu hizmet etmesini vasiyet ettikten sonra
sözkonusu adam ölse, köle ve katır varisine raci olur. Yine birine kölesinin hayatında
hizmet etmesi veya hayatında atına binmesini vasiyet etse, vasiyeti, bıraktığı
mirasın üçte biri kadar olursa yerine getirilir. Düşman köleyi yahut atı zaptetse ve
bunlar ganimet içinde alınsa ve kendisine
hizmet için vasiyet edilen kişi gelip buna dair delil gösterse, kölenin sahibi
hazır olmasa bile, davada o taraf olur.
Çünkü elinde iken esir
alınmıştır. Ganimetin taksiminden önce onu alma hakkına sahiptir.
2606-
Kölenin sahibi gelip vasiyeti inkar
etse, ona "Hasmına karşı delilini
getir, aksi halde sana bir şey yoktur" denir.
Çünkü vasiyetinin
sabit oluşu itibariyle değil, kölenin elinde iken esir düşmüş olması itibariyle
delilini gösteren kişinin lehine yargıç hüküm vermiştir. Onun için kölenin
sahibi, hasmına karşı vasiyet konusunda delil getirmesi gerekir. Benzeri bir
durum kiralama konusunda geçmişti.
2607- Gelen
kişi kölenin sahibi ise yargıç onun
lehine hüküm verir.
Çünkü delil ile mülkü
olan bir şeyin esir alındığını ispat etmiştir. Alma hakkını ispatında
mülkiyetin etkisi elinde bulundurmanın etkisinden daha büyüktür. Bununla beraber
yargıç köleyi sahibinin eline vermez.
2608- Hizmet
sahibinin gelip almasına kadar adaletli kişiye teslim eder.
Çünkü başkasının da
üzerinde hakkı olduğunu ikrar etmiştir. Yukarıda geçen rehin meselesi gibidir.
İkisinden biri
gelmeyip ganimetin arasında taksim edilirken yahut düşmandan bir adam satın
aldıktan sonra zimmetin sahibi gelip delilini gösterirse, fidyesini vererek
alabilir.
Çünkü almakla hak
ettiği bir hakkı ihya etmektedir. Kendisine hizmet edeceği vasiyet edilen
kişinin üzerinde kimsenin iptal edemiyeceği ayrılmaz bir hakkı bulunmaktır.
Halbuki ödünç alan kişi böyle değildir.
2609-
Zimmetin sahibi onu aldıktan sonra
kölenin sahibi gelerek vasiyyeti inkâr ederse, inkar etmesine iltifat edilmez.
Çünkü fidye vererek
alma hakkının olduğuna hüküm vermenin zaruretlerinden biri de vasiyyet
hakkında hüküm vermektir. Hak edilmiş bir hak olmaksızın sadece elinde
bulundurmak, alabilmesine hüküm vermek için yeterli değildir. Böylece
anlıyoruz ki elinde bulunduran adam vasiyetin ispatı konusunda kölenin
sahibine hasım (davacı taraf) olmuştur.
2610- Köle,
esir düşmeden önce olduğu gibi şimdi de ölünceye kadar hizmet etmesi için
vasiyet edilen kişinin elinde olur.
Ölürse, köle sahibine döner ve hizmet sahibinin varisleri hizmet için vasiyet
edilen kişinin ödediği fidyeyi onun malından kendisine verirler. Kölenin sahibi
fidye ile kurtarmadıkça, bunun için köle satılır.
Çünkü o fidyeyi vermek
zorundadır. Ancak onunla hakkını ihya etme imkanına kavuşurdu. Onun için
verdiği fidye sadaka olmaz. Fidye vermedikçe de köle onun ne mülkü, ne de
zimmetinin altında olurdu.
2611-
Vasiyet geçersiz olup köle sahibine dönünce, verdiği sadaka olmayıp mülkünü
kurtarmak için verdiği ortaya çıkar ve kölenin maliyetinden onu almayı hak
eder.
Çünkü bu fidye ile
kendisi için ihya olmuştur. Ölümünden sonra da varisi bu konuda onun yerine
geçer ve hayatında herhangi bir sebeple vasiyet geçersiz olduğu taktirde
değiştirme hakkı bulunduğu şeyi o da değiştirir.
2612-
Hizmetin sahibi fidyesini vermeye kölenin sahibi ile beraber
gelse, hizmetin sahibi fidyesini
verip kurtarmak isterse, buna
daha layıktır.
Çünkü hakkı kölenin
hakkından öncedir.
2613-
Fidyesini vermek istemiyorsa,
kölenin sahibi fidyesini verir.
Artık hizmet sahibinin onun üzerinde bir hakkı kalmaz.
Çünkü fidyesini
vermeyi red edince hakkındaki vasiyetini de iptal etmiş olur. Çünkü vasiyet
edenin mülkü ile smırlı bulunuyordu. Bu mülkün iptal olmasına kendisi razı
olmuştur. Hakkının mahalli iptal olduğu için vasiyeti de iptal olur. Hizmet
sahibinin vasiyeti iptal olduktan sonra, kölenin sahibi köleyi almaya daha
layık olur.
2614-
Hizmetin sahibi gelmeyip kölenin sahibi gelirse, fidyesini vererek
köleyi alabilir. Aldığı
zaman adaletli kişiye değil,
kendisine verilir.
Çünkü hizmetin
sahibinin hizmet için alma hakkı kalmamıştır. Ama verilen fidyeyi ona ödese,
hakkı devam eder. Halbuki bunu isteyip istemediği bilinmemektedir. Onun için o
anda bir hakkı kalmaz.
2615-
Ama ganimetin taksiminden
önce olan böyle değildir.
Çünkü taksimden önce
hizmette hakkı sabittir ve birşey ödemesi de gerekmez, aradaki fark bundan
dolayıdır.
2616-
Hizmetin sahibi hazır
olursa, tercihte serbest
bırakılır. İsterse kölenin sahibine verdiği fidyeyi öder ve ömrü boyunca kölenin
kendisine hizmet etmesine daha layık olur. Sanki kendisi önce gelmiş ve
fidyesini vermiş gibi olur.
Çünkü kölenin sahibi
fidye ile mülkünü ihya etmektedir ve verdiği sadaka değildir.
2617-
Hakkından daha öncelikli bir hak ortaya çıkarsa, onu hak sahibine verebilir.
Çünkü fidyeye razı
olmadığı için başkası ondan yararlanamaz olmuştur. Hizmet için vasiyet edilen
kişinin mülkünde vasiyet olursa, vasiyet eden kişinin mülküne avdet etmektedir.
2618-
Kendisine hizmet için vasiyet edilen kişi bunu vererek köleyi aldıktan sonra
kendisine vasiyet edilen kişi ölürse, köle, sahibinin olur, ancak o fidye için
satılır. Tıpkı kendisine vasiyet edilen kişinin düşmandan satın alan kişiden
kendisini fidye ile alması gibi.
2619- Fidye
sebebiyle satılır ve parası fidyeyi karşılamazsa vegünün birinde köle azat
edilirse, geçmiş fidyeden dolayı hiçbir borcu olmaz.
Çünkü köle, borcun
zimmetinde olmasını gerektirecek birşey yapmamıştır ve azat edildikten sonra
bundan dolayı bir boru olmaz. Sadece köle sahibinin bu fidyesi sebebiyle
maliyet ihya olmuş olup üzerindeki borcu sadece maliyetin miktarı kadar olur.
Bu da sahibinden kaçmış köleyi biri geri getirir ve belirlenen bir
ücret karşılığında satılıp parası
belirlenen ücreti karşılamaması durumunda azat olduktan sonra karşılanmıyan
miktardan kölenin bir borcunun olmaması gibidir.
2620- Yargıç
kendisine teklif ettikten sonra hizmetin sahibi kölenin sahibine fidyeyi
vermeyi red ederse, bakılır. Red etmesi sebebiyle yargıç vasiyetini iptal
etmeden önce fidyeyi vermek isterse, verebilir. Ama red ettiği anda yargıç
vasiyetini iptal ederse, fidyeyi ondan sonra vermek istese de, kölenin
üzerinde bir hakkı kalmaz. Çünkü red etme, yargıcın hükmünü izlediği taktirde
kesinleşir. İnkar eden kişinin yemin etmeyi red etmesi yahut eşlerden biri
müslüman olduktan sonra diğerinin müslüman olmayı red etmesi gibi. En iyi Allah
bilir.[55]
2621- Esir
düşmüş köleyi bir müslüman düşmandan bir dirhem ve bin rıtıl (309 gr. ve 128
mg. olan bir ölçek) içki vererek satın aldıktan sonra efendisi onu almak isterse,
kölenin kiymeti bin veya daha az ise, ona " bin dirhem vererek al, yoksa
bırak1 denir.
Çünkü müşteri alırken
verdiği ve şer'an kullanılabilen bin dirhem karşılı-almaktadır. Zira müslüman
için içki kullanılabilen bir mal değildir.
2622-
Kıymeti bin dirhemden fazla ise, efendisi bütün kıymetini vererek alır.
Çünkü akit müslüman
için sahih değildi. Düşmandan sadece gönülleri rızası ile almıştır. Sanki
köleyi ona hibe etmişlerdir.
Sonra içki vererek
alırsa, dirhem olarak ödenen kiymetinden az bir miktarla alamaz. Dirhemlerle
beraber içki de vererek almışsa, o zaman daha az kiymetle alamaması evleviyetle
olur. Bin dirhem.ve bin rıtıl içki ile kölesini müslümanın azat etmesi ve
kölenin bunu kabul ederek hür olması gibidir.
2623-
Kıymeti bin veya daha az ise
efendisinin bin ödemesi lazımdır.
Çünkü azat olma ile
birlikte bunu istiyerek yüklenmiştir.
2624-
Kiymeti binden fazla
ise tamamını vermesi lazımdır.
Çünkü azat eden kişi
sadece bine razı olmamıştır. İçki karşılğı azat edince zatının kıymetini
ödemesi gerektiğine göre, binin yanında içkiyi de şart koşarsa bu evleviyetle
olur.
2625- Bin
yirmi ölü koyun veya yirmi kova kan karşılığı satın almışsa, efendisi, kiymeti
az veya çok olsun, onu bin dirheme alır.
Çünkü kanın ve ölü
hayvanın bine ilavesi anlamsızdır. Ama bine içkinin ilave edilmesi böyle
değildir. Çünkü müslümanlar için kiymeti geçersiz ise de başkaları için
kullanılabilen bir maldır. Hatta Zimmînin içkisini döken bir kişi ona tazminat
öder. Ama kan ve Ölü hayvan böyle değildir. Müslüman olmayanların yanında da
kıymeti yoktur. Nitekim müslümanın içki vererek satın aldığı şeyi kabzedince
mülkü olur ve azat etmesi de geçerli olur. Ama kan ve ölü hayvan karşılığı
aldığı böyle değildir.
2626- Bîr
miislüman kölesini kan veya ölü hayvan karşılığı azat etse, köle ücretsiz
olarak azat olur.
Ama içki karşılığında
azat ederse, böyle olmaz.
2627- Bir
müslümanın elinde olan kölenin kendisine ait olduğuna dair başka bir miislüman delil getirip mülkü
altında dünyaya geldiğini iddia etse, elinde bulunduran nıüslüman da onu
ganimetten veya ganimet olarak payına düşmüş kişiden satın aldığına dair delil
getirse, kölesi olduğunu iddia eden kişiye karşılıksız verilmesine hükmedılır.
Çünkü kölenin mülkü
olduğunu delil ile ispatlamıştır. Elinde bulunduran kişi ise mülkiyetini
ispatlamamıştır. Sadece ganimetten veya payına düşen kişiden satın aldığını
İspatlamıştır. Bu da mülkü olmasını gerektirmez, ama düşmanı kendisinden esir
alıp ihraz ettiği ortaya çıkarsa o zaman mülkü olur. Çünkü onu esir alıp ihraz
etmeden müslümanlar onlardan ganimet olarak almış olabilirler. Yahut köle kaçıp
düşmana gitmiş ve müslümanlar onu ganimet olarak almış olabilirler.
2628- Elinde
olan kişi (zilyed)'in mülkü olduğunu ispatlayan delil diğer kişinin deliline
aykırı değilse, mülkü olduğunu ispatlamadığı taktirde ona aykırılığı
evleviyetle olmaz. Elinde olan kişi düşmanın bu köleyi alıp ihraz ettiğine
sonra ganmiet olup payına düşen kişiden satın aldığına dair delil getirse,
yargıç elinde bulunduran kişinin lehine karar verir.
Çünkü elinde olan
kişinin delili iddia sahibinin mülkünün elinden çıktığını ispat etmektedir. O
da buna muhtaçtır ve ihtiyacından dolayı mutlaka kabul edilmesi gerekir. İki
delil de hüccet olduğuna göre iki durum arasında bir çelişki de yoktur. İki
deli! ile amel etmek mümkün olursa ikisi ile de amel etmek vacip olur.
2629- Delil
ile sabit olan, iki hasmın ittifakıyla sabit olan gibidir. İddia eden kişiye
"İstersen parasını vererek al, istersen bırak" denir.
Çünkü düşman onu mülk
edinmiştir. Öyleki İslama girseler veya zimmet ehli olsalar yahut onlardan
kimileri darulîslama eman ile girse ve köle esiri yanında getirse, İddia
sahibinin köle üzerinde bir hakkı olmaz. Ama düşman onu ihraz etmeden önce,
durum böyle değildir.
2630-
Darulîslama eman ile giren kişi onu başka bir nıüslümana satacak olsa, eski efendisinin onun
üzerinde yine hakkı olmaz.
Çünkü müşteri bu
kodunda satanın yerine kaim olmuştur. Efendisinin almasına İmkan olmayan bir
yolla damlİslamda olunca, mülkiyeti başkasına da intikal etse, onu alma hakkına
sahip olmaz.
2631-
Müşteriden para ile satın alıp azat ederse yahut sözleşmeli yaparsa yahut
birine satarsa yahut ölümü ile hür (müdebber) olacağını söylerse, sonra
mülkiyeti hakkında şahitlik yapan şahitlerin bu işe ehil olmadığı anlaşılsa,
bütün bu işlerden dolayı aldığı para geçersiz olup köle de elinde olduğu kişiye geri verilir.
Çünkü delilsiz hüküm
verdiği ortaya çıkınca, mülkü olduğuna dair yargıcın verdiği hüküm de geçersiz
olur. Onun için adam mülkü olmayan bir şeyde tasarruf etmiş olur.
Yargıç onu para ile
temlik etmesine mecbur etmiştir, kararın geçersiz olduğunu farzetse bile bu
devletin birini köleyi başka birinden satın alıp teslim almasına mecbur
etmesinden daha aşağı olmaz, böyle bir durumda müşteri kab-zetmekle köleye
malik olur ve azat etme, ölümle hür olmasını söyleme gibi tasarrufları geçerli
oluyorsa, burada da geçerli olması lazım gelmez mi? diye itiraz edilirse, şöyle
deriz:
Orada yeni meydana
gelen bir satışa mecbur etmiştir. Bu da mülkiyeti gerektiren bir sebeptir.
Fasit bir akit meydana gelmiştir. Razı olma şartı bulunmadığı
için caiz olma şartı da mevcut
olmadığından akit fasit olmuştur. Onun için ondan alan kişi kabzetmekle ona
malik olur. Ama burada ilk olarak temellük etme sebebini gerçekleştirmeye onu
mecbur etmemiştir. Sadece eski mülkiyetine iade etmiştir. Halbuki bundan önce
onda mülkiyetinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Sebep olmadan mülk ilk olarak
sabit olmaz. Onun için azat etmesi geçersiz olur. Nitekim ganimetin taksiminden
önce gelip kölesi olduğuna dair delil getirse ve ücretsiz alıp azat etse, daha
sonra şahitlerin köle olduğu anlaşılsa, köleyi tekrar ganimete verir ve bu
sebepten azat etmesi geçersiz olur. Aynı şekilde ganimetin taksiminden sonra
kıymeti ile satın alsa yahut müşterinin elinden parasıyla alsa durum aynıdır.
Çünkü verilen şey mülkü için fidyedir, yoksa kendisi için ispatlayacağı bir
mülkün ivazı (bedeli) değildir. Halbuki müşterinin ikrah yapılan kişiye
vereceği böyle değildir.
2632-
Kölenin yerinde bir cariye olup kendisi lehine karar verilen kişi onu hamile
bıraksa, cariyenin kendisi ve mehri ganimete verileceği gibi, çocuğu da köle
olarak ganimete geri verilir.
Çünkü mülkü olmayan
biriyle yattığı ortaya çıkmıştır. Ancak yargılama şeklinden (şüphesinden)
dolayı zina cezası ondan düşer. Ama mehir vermesi gerekir. Çocuk da aslının
mülk olmasıyla mülk olur. Yani çocuk da annesine tabi olur.
2633- Kıyasa
göre çocuğun nesebi sabit olmaz.
Çünkü çocuğun
nesebinin sübutu , mahalde hükümle İlgili bir şüphenin
varlığın, gerektirir. Bu ise mevcut
olmamışıtr.
2634-
İstihsana göre o adamdan nesebi sabittir.
Çünkü yargıcın
kararıyle onun mülkü olarak onunla yatmıştır. Nesep mahallinde bu kadarının
bulunması nesebin subutuna yeterlidir. Zira nesep en ufak bir şüphe ile sabit
olur. Niçin aklanmışın çocuğu gibi çocuk kiymetle hür kabul edilmemektedir?
diye sorulursa, şöyle deriz: Çünkü aldanma, mahalde hükmen veya hakikaten
kendisine sabit olan bir mülkün sebebine istila terettüp ettiği zaman meydana
gelir. Burada ise böyle bir şey mevcut olmamıştır. Çünkü yargıç ona ilk olarak
temlik etmemiştir. Sadece eski mülkiyetine iade etmiştir. Daha önce onun mülkü
olmadığı da ortaya çıkmıştır. Çocuğun azat edilmesi de ondan nesebin subutunun
zaruretlerinden değİldir.Tipkı başkasının cariyesi ile kesin olmayan hukukî bir
gerekçe var iken yatması ve ondan çocuk dünyaya getirmesi gibi.
Ancak bir adamın
üzerinde delil ile bir borç ispat edip yargıç borçluyu cariyesini satmaya
mecbur etmesi, o da sattıktan sonra müşterinin onu azat etmesi veya ölüm halinde
hür olacağını söylemesi veya hamile bırakması yahut satması, sonra borç
konusunda şahitlik yapan kişilerin köle olduğunun anlaşılması durumunda yargıç
müşterinin bozulabilecek tasarruflarını iptal eder, bozulamıyacak olan
tasarruflarını iptal etmez. Çünkü orada yeni başlayan bir temlike zorlamıştır.
Bu da satış için geçersiz olan ikrah mesabesinde olur. Burada ise alan kişiden
İlk olarak temlik için elinde olan kişi mecbur edilmemiştir.
Şöyle açıklayalım;
Orada, müşteri daha sonra tasarruf ettiği taktirde yargıcın onu satmaya mecbur
etmesi malikin bizzat aynı tasarrufa mecbur edilmesi mesabesindedir. Bozulma
ihtimali olmayan tasarrufları, reddedilmeyecek tarzda ikrah edilen kişi yapsa
bu geçerli olur. Ama bozulma ihtimali olan işlemler böyle değildir. O satışta
yargıcın kendisi veli veya emin kişi olarak görev yapmışsa ve mesele de aynı
ise, burada müşterinin bütün tasarruflarını nakzeder. Çünkü satışın mevkuf
sahibinin onayına bağlı olduğu açığa çıkmıştır. Mevkuf satış ise mülkiyeti,
gerektirmez. Malikin izninden önce onda müşterinin tasarrufları geçerli olmaz.
Birincisinde ise satış
fasitti. Çünkü malik bunu yapmış, ama ona razı olmamıştır. Satışın sahih olması
için razı olmak şarttır. Rıza bulunmadığı zaman satış fasit olur. Müşteri
cariyeyi hamile bırakıp çocuk doğurmuşsa mehrini ve çocuğun kıymetini öder.
Çocuk da hür olur. Çünkü yargıcın kendisi satmıştır. Şekil olarak satışı da
şahitlerin şahitliğinin geçersizliği açığa çıkmadıkça, geçerli olmuştur. Burada
müşteri aldanan kişi hükmündedir. Aldanan kişinin çocuğu da kıymet karşılığında
hür olur. Halbuki kendisinden esir alınmış kişinin durumu bundan farklıdır.
Kendisinden esir alman kişinin durumu, ancak, bir adamın e-linde olan bir
cariyeyi kendisinin ona hibe ettiğini ve şimdi hibeden vazgeçtiğini İddia
ettiği, yargıcın da ona ait olduğuna hükmettiği, ondan sonra azat ettiği veya
hamile bıraktığı, sonra şahitlerin köle olduklarının açığa çıktığı ve cariyenin
daha sonra mehri ve çocuğu ile beraber kendisinden alınan kişiye iade edildiği
istih-san yolu ile çocuğun nesebinin iddia eden kişiden sabit olduğu duruma
benzer.
Zira yargıç hibeden
caymaya hüküm verdiği zaman onu eski mülküne iade etmiş olup yeni bir temlik
yapmamıştır. Bu ile kendisinden esir alınmış kişi aynı durumda olur.
2635- Elinde
olan kişi esir düşmüş esiri ganimetten veya payına düşen kişiden satın almış,
sonra bir adam gelip başlangıçta esirin kendisine ait olduğuna dair delil
göstermiş, aralarında anlaşarak ve yargıç hüküm vermeden önce elinde olan kişi
(zilyed) esiri satın aldığı ücretle ona vermiş ve azat etmiş olduğu kölesi
olduğunu ikrar etmemiş olsa, yahut cariye olup
ondan çocuğu dünyaya gelmiş, sonra bir adam kendi kölesi olduğuna dair
delil göstermiş ve birincinin delili
kabul edilmediği halde
onun delili kabul edilmiş olsa,
yargıç, iddia eden kişinin bütün yaptıklarını
bozar ve elindeki kişiye onu geri
verir. Delili kabul edilen kişinin de birincinin aldığı ücretle çocuğu ile
beraber almasına karar verir.
Çünkü elinde olan ile
iddia sahibi ilk kişi arasında meydana gelen şey, ilk olarak yapılan bir temlik
değil, sadece eski mülkü için verilen bir fidye şeklindedir.
2636- Eski
mülkünü ispat edemezse, iptal olmuş olur. Mülk sdelil olmadan da sabit olmaz.
Mahalde mülkiyet bulunmadığı için tasarruflarından herhangi biri geçerli olmaz.
Ancak mehri öder ve o da elinde olan (zilyed)e kalır.
2637-
Davacının delil kabul
edilmeden önce çocuğu öldürmüşse ve mesele aynı ise, hem
mehir, hem de çocuğun kiymeti elinde olan (zilyed)e kalır.
Çünkü kıymet, mehir
gibi dinar ve dirhemdir. Bu ikisi itibariyle eski malikten alınacak ücretten
hiçbir şey düşmez. Çünkü ödemesi gereken şey fidyedir. Fidye de mülkün aslı
için olur. Cariyeyi alınca o mülkün asimi almış olur.
2638- Ama
bir evde şufa hakkını iddia edip iddiası üzerine onu elinde bulunduran
kişi (zilyed) ona teslim e-der, daha
sonra o evde şufa hakkının bulunmadığı
ortaya çıkarsa, durum farklı olur.
Çünkü şufa ile almak
ilk olarak satın almak gibidir. Aralarında karşılıklı rıza ile almak ilk olarak
yapılan temliktir. Ama esiri para ile alması ilk olarak temlik olmaz. Sadece
verilen fidye karşılığında eski mülküne iade etmek olur.
2639- Elinde
olan kişi cariyenin ona ait olduğuna dair iddiasını tasdik etse ve mesele aynı
ise, delili kabul edilse bile, yargıç ikinci adam için bir hüküm vermez ve alan
kişinin cariye konusunda bütün yaptıkları geçerli olur.
Çünkü elinde olan kişi
onun mülkü olduğunu ikrar edince, azat etme ve ele geçirme bakımından onun
hakkında yaptığı tasarruflarının da geçerli olduğunu ikrar etmiş demektir.
2640- Bu işi
kendisi yaparsa, onun mülkü olduğunu delil ile ispat eden kişinin artık
cariye üzerinde hiçbir hakkı olmaz. Elinde olan kişinin cariye hakkında
bunun geçerli olduğunu ikrar etmesi halinde de durum aynı olur. Çünkü bu ikrar
ile cariye hakkında bu tasarruflarda bulunmasına imkan
vermiştir. Tasarrufuna imkan
verilen kişinin yaptığı, bu imkanı veren kişinin yaptığı gibidir.
Yukarıda geçen ise böyle değildir. Orada herhangi bir iş için imkan vermemiştir.
Sadece esir düşmeden önce mülkü olduğu iddiasına bakarak davacı olmayı
bırakmış ve cariyeyi ona teslim etmiştir. Bunun geçersiz olmadığı da ortaya
çıkmıştır.
2641- Burada
lehine ikrar edilen kişi cariyeyi satmış veya rehin bırakmış olmasıyla, esir
düşmeden önce mülkü olduğuna dair delil gösteren kişinin hakkını iptal etmez.
Çünkü elinde olan
(zilyed) bu tasarrufu kendisi yapsaydı, kendisinden esir alınmış kişinin
hakkını İptal etmezdi.
2642- Onun
hakkında bu tasarrufun geçerli olduğunu ikrar etmeside bu şekildedir. Yalnız azat
etme ve hamile bırakma böyle değildir. Sadece burada yargıç kendisi lehine
ikrar edilen kişinin tasarrufunu iptal eder ve davacı kişinin ilk ücretle ondan
alması için elinde olan (zilyed)e eeri verir. Ama elinde olan kişi kendisi
ondan satın al-mışsa, durm farklı olur.
Çünkü bu taktirde
satış ona malik olan kişi tarafından yapılmış olur.
2643-
Kendisinden esir alınmış kişi herhangi bir tasarrufu geçersiz kılmadan kiymet
veya para ile alma hakkına sahiptir. Burada ise, cariyeye hakikaten malik olmayan
kişi tarafından satış yapılmıştır.
Çünkü elinde olan kişi
(zilyed)'in ilk davacının ona malik olduğunu ikrar etmesi, kendisine yaptığı
ilk temliki değildir. Ancak bundan sonra bir tasarrufu meydana gelmişse, onu
geçersiz saymak mümkün değildir. Azat ile ilk efendinin alma hakkının iptal
olması gibi. Ama geçersiz sayılması mümkün olan bir tasarruf meydana gelip ilk
efendisinin hakkını iptal etmiyorsa, bu tasarrufu geçersiz sayar ve ilk
efendisine geri verir. Efendisi de ondan para ile alır. Çünkü alanın hakkı
malik olmayandan değil, malik olandan fidye ile sabit olur.
2644- Alan
kişi cariyeyi azat etmiş veya gebe bırakmış, ondan sonra onun mülkü olmadığı ve
haksız bir şeyi iddia etmiş olduğu konusunda birbirlerini tasdik etmişlerse,
bakılır. Elinde olan kişi onun tasdiki olmadan kendisine vermişse, alan kişinin
onun üzerindeki tasarruflarını yargıç iptal eder. Geçersiz sayılabilen ve
sayılamıyan tasarrufları burada aynıdır.
Çünkü hak onlarındır.
Maliki olmadığı hususunda da birbirlerini tasdik etmişlerdir. Birbirlerini
tasdik etmeleriyle bütün tasurruflan geçersiz olur. Ancak cariye ile yatan
kişiden istihsan yolu ile çocuğun nesebi sabit olur. Sabit olduktan sonra nesep
iptal olmaz. Çünkü nesep çocuğun hakkı olup onun hakkında birbirlerini tasdik
etmelerine itibar edilmez.
2645- Başkasından
satın almış ve ilk müşteri ile ikinci müşteri bu konuda birbirlerini tasdik
etmiş, ikinci müşteri yahut azat edildikten veya hamile bıraktıktan sonra
cariye yalan söylemişse, burada alan kişinin hiçbir tasarrufunu geçersiz
saymaz.
Çünkü birbirlerini
tasdik etmeleri, ikinci müşterinin hakkını iptal konusunda hüccet olmadığı
gibi, cariyenin azat olması ve doğum yapması hakkını da iptal etmede hüccet
değildir. Sadece alan kişi haksız olarak onu aldığını itiraf etmiş olur,
tasarrufu ile de onu istihlak etmiş olduğundan kıymetini tazminat olarak öder.
İtirafı kendi aleyhinde hüccet olup verdiği para kadar ceza ödemesi gerekir.
2646- Cariye
ile yattığı için mehir Ödemesi
gerekmez, cariyenin çocuğu da kiymet karşılığı olmadan hür olur.
Çünkü teslim aldığı
andan itibaren ganimeti tazmin etmek onun borcu olmuştur. Onda mülkünün meydana
gelmesinin sebebi de budur. Böylece anlaşılıyor ki kendi mülkü olarak onu
hamile bırakmıştır.
2647- Kendisine
verdiği zaman elinde olan kişi (zil-
yed) onu tasdik etmiş
sonra iddia edene ait olmadığı konusunda birbirlerini tasdik etmişlerse, alan
kişinin azat etmesi, hamile bırakması ve geçerli bulunan bütün tasarrufları
geçerli olur.
Çünkü başta o
tasarrufun hakkında geçerli olduğunda birbirlerini tasdik etmişlerdir. İptal
olmaya elverişli olmayan bu tasarrufun geçerli olmasından sonra birbirlerini
tasdik etmeleri de geçersiz olmaz. Ancak davacı olan kişi cariyenin kıymetini
tazminat olarak öder. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi onu haksız olarak
aldığım İtiraf etmiştir. Cariye yanında alıkonulmuş olup ikisini de yalanladığı
taktirde, yukarıda geçtiği gibi kıymetini tazminat olarak verir.
2648- Alan
kişi satmış veya sözleşmeli (mükâteb) yapmışsa, sonra hepsi birbirlerini
tasdik etmişlerse, hepsinin söylediği
geçersiz olur ve cariye daha önce kimin elinde olmuşsa ona geri verilir.
Çünkü bu tasarruf
iptal olmaya elverişlidir. Bu tasarrufta bulunan kişinin de ona malik
olmadığında birbirlerini tasdik etmişlerdir. Bu da sözkonusu tasarrufun geçersiz
olduğuna dair ittifak etmeleri demektir.
Hak da onların olup başkasına geçmez
2649- Köle
olup onunla sözleşme yapmış ve sözleşmenin bir kısmının bedelini köle ödemiş
olduktan sonra birbirlerini tasdik etmişlerse, onu düşmandan satın alan kişi köleyi
ve sözleşme yapan kişinin köleden aldıklarını geri alır.
Çünkü bu da kölesinin
kazancıdır. Bu konuda birbirlerini tastık edip onu almaya kendisinin daha layık
olması gibidir.
Köle öngörülen bütün
bedeli ödedikten sonra birbirlerini tasdik edecek olurlarsa, geçerli olan azat
olma bozulmaz. Çünkü meydana geldikten sonra geçersİz olmaya elverişli
değildir. Ancak kendisi hakkında ikrarda bulunduğu için sözleşmeyi yapan
efendisi sözleşme bedelinin ödendiği günkü miktarı geri öder. Çünkü köleyi
düşmandan alan kişinin mülkünü tüketmiş (istihlak etmiş) olur. Bu durum
sözleşme bedelinin ödendiği zaman meydana gelmiştir. Onun için artmış olma
durumunda kıymeti, bedelin ödendiği günkü miktarla öder. Sözleşme bedeli de
azat olan kölenin değil, kendisinden alman kişinin olur. Çünkü kölesinin kazancı
olduğu ve tazminat vererek ona mal olmasından önce onu kazandığını kendisi
ikrar etmiştir.
Çünkü sözleşme
bedelinin ödendiği günkü kadar kiymeti ödeyecek olması o vakitten itibaren ona
malik olması sebebiyledir. Kölenin kazancı ise ondan önce olmuştur ve onu
kendisinden alınan kişiye geri verir.
2651-
Sözleşme bedeli ödenmeden önce kıymet azalmış ve ondan teslim aldığı gün
kiymetini ondan tazminat olarak almak istemişse, alabilir.
Çünkü sözleşmeyi yapan
efendisi hakkı olmadığı halde köleyi kendine aldığını ikrar etmiştir. İddiasına
göre onu gaspetmiş gibi olur.
2652- Ondan sonra sözleşme, burada sözleşme yapan
kölenin olur.
Çünkü burada
kabzettiği andan itibarentazminat ile ona malik olmuştur, Kazanma ondan sonra
meydana gelmiştir ve ona ait olur. Çünkü kazancı, aslın tazminat olarak
ödenmesiyle o da mülk olur. Zira ona tabidir.
2653-
Sözleşme yapmadan Köle mal kazandıktan son-ras özleşme yapmadan ölürse, sonra
söylediğimiz konuda birbirlerini tasdik etmişlerse, kendisinden alınan kişi
alan kişiden kabzettiği günkü kiymet üzerinden tazminat alabilir. Kölenin
kazandığı da yanında öldüğü kişinin
olur. Ölmeden Önce burada kiymeti artmışsa ve kiymeti artmış olarak ondan almak
isterse, alamaz.
Çünkü adamın elinde
gaspedilmiş mesabesindedir. Gaspeden kişi gas-pettiği kişinin ölmesi halinde
kabzettiği andan itibaren tazminatı Öder. Çünkü ölmesinde bir rolü yoktur.
Yukarıda geçen ise böyle değildir. Çünkü orada sözleşme bedeiini almakla kişi
onu istihlak etmiş (tüketmiş) olur. İstihlak ettiği için kiymetini ondan
tazminat olarak alabilir. Çünkü gasptan sonra İstihlak gerçekleşinektedir. Her
ikiside kiymeti tazminat olarak ödemenin sebebidir. İki sebepten hangisi ile
isterse ondan tazminat alabilir.
2654- Bu da
para etmiyen içki, ölü hayvan gibi birşey karşılğında bir adamdan bir köle
satın alarak teslim aldıktan sonra kölenin ölmesi mesabesindedir.
Kan ve ölü hayvan
karşılığında satın alman bir şey kabzedildiği andan itibaren , mülk olmuyorsa
da tazminatı ödenir, şeklinde bir rivayet vardır. Halbuki Mebsut'ta belirtilen
bunun aksidir. Orada akdin asla gerçekleşmediğini söylemektedir. Kabzetme de
malın teslimiyîe olur.
Bu ise kabzeden
kişinin tazminat ödemesini gerektirmez. Ama içki karşılığında satın alan böyle
değildir. Doğrusu, burada belirtilendir. Çünkü kendi malı olarak onu
kabzetmektedir. Sahibinin izni ile meydana gelmiş olsa bile, böyle bir
kabzetme, kiymetini tazminat olarak çıkarıp değerini tayin etmesinden sonra
yapılan kabzetmeden aşağı değildir. Kabzeden kişinin mülkü olmasa da orada
kabzedilen şeyin kiymeti tazminat olarak ödenir.
2655- Ölmesi
halinde kölenin azat olacağını söylemiş ve bundan sonra köle mal kazanmış, daha
sonra taraflar birbirlerini tasdik etmişlerse, azat etme gibi ölüm halinde azat
olma sözü de iptal olmaya elverişli olmayan bir tasarruftur. Sonra kendisinden
alman kişi ölmesi halinde azat olacağını söyleyen kişiden bunu söylediği veya
kabzettiği günkü kıymetin fazlasını tazminat olarak alır. Çünkü ölümle azat
olacağını söyleyerek onu istihlak etmiş sayılır. Kölenin azat olacağı bir
tasarmfta bulunmuştur. Böylece köleyi kendisi ölünceye kadar yanında alıkoymuş
olmaktadır. Beliıltiğimiz gibi istihlak etme, kabzetttkten sora tazminat
Ödemeyi gerektirir. İki sebepten hangisiyle ondan tazminat almak isterse,
alabilir.
2656-
Kölenin kazancı tazminat ödeyen kişinin olur.
Çünkü efendisinin
ölümü ile hür olacağı söyledikten sonra meydana gelmiştir. Tazminat ödeyerek
kabzettiği veya ölümle hür olacağını söylediği andan itibaren ona malik
olmuştur.
2657- Cariye
olup hamile kalmışsa, cevap ölüm halinde hür olacağı söylenen cariye ile ilgili cevap gibidir. Kendisine ait
olduğunu tasdik etmeksizin ilk olarak onu vermiş, o da ölüm halinde hür
olacağını söylemiş yahut hamile bırakmış yahut sözleşme yapmışsa, ondan sonra
cariye sözleşme bedelini ödeyip mal da kazanmışsa, daha sonra alan da veren de
başta kendisine ait olmadığı konusunda
birbirlerini tasdik ettikleri halde cariye ikisini de yalanlanıişsa, onların
birbirlerini tasdik etmeleri, cariyenin sabit olmuş bulunan azat olma
hakkı konusunda muteber olmaycağını
belirtmiştik. Tazminat ödeme hükmü ikisi arasında kalır. Veren kişi
alan kişiden iki kiymetten daha çok olanı tazminat olarak alabilir.
Çünkü efendisinin
ölümü halinde hür olacağını söyleyerek yahut hamile bırakarak onu yanında alı
koymuş ve istihlak etmiş bulunmaktadır.
2658- Ondan
sonra cariye ne kazanırsa, tazminat veren kişiye ait olur.
Çünkü tazminat vermesi
kesinleştiği andan itibaren onun karşılığı olarak ona malik olmuştur. Ondan
sonra cariyenin yapacağı kazanç da adamın olur. Veren kişinin cariyesi olduğu
ve kazancının o adama ait bulunduğunu ikrar ettiği halde kazancı nasıl onun
olur? diye sorulursa, şöyle deriz:
Evet ama yargıç onun
bu ikrarını yalanlamıştır. Çünkü kıymetini Ödemesine karar vermiştir. İkrar
eden kişinin ikrarı yalan çıkınca, İkrarının hükmü de iptal olur. Nitekim
kendisi lehine ikrar edilen kişi ikrar eden kişiyi yalanlıyacak olursa onun
ikrarı iptal olur. Yargıcın onu yalanlamasında ise evleviyetle iptal olur.
Ancak sözleşme meselesinde bununla önceki arasında fark bulunmaktadır. Orada,
sözleşmeyi yapan kişi ikisini tasdik ettiği halde azat ettikten sonra Ödemeye
imkanı olmazsa, kabzettiği sözleşme bedelini geri vereceğini belirtmiştik. Ama
burada İkisini yalanladığı halde sözleşmeyi red etmesi mümkün olmazsa, kıymeti
tazminat olarak ödemek yanında sözleşmeyi red etmesi de gerekmez. Çünkü azat
edilmesi geçerli olmasaydı, tasdiki bulunduğu için o kazançta kendisinden
alınan kişinin hakkı sabit olurdu. Böylece anlıyoruz ki geri vermenin mümkün
olmaması, o konuda yargıcın kendisini yalanlaması sebebiyle
değil, iptal olmaya elverişli olmayan bir
tasarruf bulunduğu içindir. Onun için hüküm, iptal olmaya elverişli olmayan
tasarrufun bulunduğu mahal ile sınırlı olur. Bu da kabzedilen sözleşmede mevcut
değildir. Burada ise sözleşmeden sonra kölenin kazandığı şeylerde onun hakkı
sabit değildir. Çünkü sözleşmeli köle bu
konuda ikisini
yalanlamaktadır.
2659-
Birbirlerini tasdik etme, bedelin ödenmesinden önce olmuşsa, artık efendisinin sözleşmeli köle ve
onun kazanacağı üzerinde bir hakkı olmaz. Onun için burada sözleşmeyi ona geri
çevirmesi gerekmez. Sonra bu ikra ile kiymetin artmış olması halinde bedelin
ödendiği günkü miktarla değil, sözleşmenin yapıldığı günkü miktarla kıymeti
ondan tazminat olarak alacağı ortaya çıkmıştır. Zira sözleşmenin yapılmasıyla
köleyi alıkoyma gerçekleşmiş olup bedelin ödenmesiyle bunun tekerrür etmesi
mümkün değildir.
Burada bedel ödendiği
halde köleyi alıkoyma meydan gelmektedir. Bu bakımdan tazminat olarak ona
verir.
2660- Bu
açığa çıkınca birinci fark da onunla
açığa çıkmış olmaktadır. O da kıymeti tazminat olarak ödemesi
kesinleştiği andan itibaren tazminat ile ona malik olmasıdır. Burada ise
kıymeti tazminat olarak ödemesi ancak sözleşmeden sonra
kesinleşmektedir. Ondan sonra
sözleşme bedeli olarak verilen şeyler yeni bir kazançtır.
Nitekim ticaret
yapmasına izin verilen borçlu köle ile efendisi bir sözleşme yapsa ve köle
borcunu ödeyip azat olsa, borçlular, azat olduğu günkü kiymeti kadar ona
tazminat Öderler. Çünkü borçlan karşılığında kölenin maliyetine sahiptirler.
Sözleşmenin bedelini aldığı için istihlakedilmiş olmuştur. Bunu kabul
ederse,tazminat Ödeyecek kişiler onu tekrar köle yapar ve alacakları için
satarlar.
2661- Kıymeti borçlarını karşılamazsa, sözleşme
parasını alabilir.
Kölenin maliyetinde
hakları devam ettiği için bu kazançta da haklan sabittir.
2662- Bin
(dirhem) kiymetinde bir köleyi gaspettikten sonra köle elinde iken ikibin
dirhem ediyorsa, sonra gas-peden kişi başkasının olduğunu bilmeden onunla
sözleşme yapsa, sonra kiymeti üçbin dirheme çıkarsa, sonra köle borcunu ödeyip
azat olursa, sonra gaspeden ve kendisinden gaspedilen kişiler aralarında olup
biten hakkında birbirlerini tasdik ederse, ama köle ikisini de yalanlarsa,
yargıç gaspeden kişiden kölenin kiymetini, ödeyip azat olduğu günkü miktar
kadar değil, sözleşmeyi yaptığı günkü miktar ile tazminat olarak alır.
Çünkü bizzat sözleşme
ile alıkoyma ve istihlak meydana gelmiş olmaktadır. Nitekim sözleşme bedelini
ödemeseydi, sözleşmeli köle hakkında birbirlerini tasdik etmeleri etkili
olmazdı. Kendisinden gaspedilen kişinin de onun üzerinde bir hakkı olmazdı.
Kendisiyle sözleşme yaptığı günkü kiymetini tazminat olarak ödeyeceği sabit
olunca, o vakitten itibaren ona malik olduğu da sabit olur. Böylece sözleşme,
gaspeden kişi hakkında geçerli olur. Yani onun olur. Çünkü tazminat ödemesi
kararlaştınldiktan sonra meydan gelen kazançtan almıştır. Bu yukarıdakinin de
izahıdır.
Başarı Allahtandır.[56]
2663- Bir
müslüman başka müslümandan bir köle gas-petmiş, daha sonra irtidat etmiş ve
darulharpte köleyi de ihraz etmiş, sonra müslümanlar mürtedde galip gelmiş ve
öldürmüşlerse, yanında olan şeyleri ganimetin taksiminden Önce
ve sonra karşılıksız
olarak kendisinden gas-bedilen kimseye geri verirler.
Çünkü alan kişi onun
tazminatını verir ve ihraz etmesi onun için tazminat ödemekten kurtarmaz.
Tazminatından kurtulamadığına göre onu ihraz etmiş de olmaz. Bu ifadenin iki
yönü bulunmaktadır.
a-
Gaspedilen şeyin tazminatı, gaspeden kişiye bırakılması halinde onun mülkü
olmasını gerektirir. Mülkiyet sebebiyle ona ait sayılan bir şeyi de istila
etmiş olmadığı gibi galebe yolu ile başkasından temellük etmiş de sayılmaz.
b-
Gaspettiği için gaspedilen şeyin kendisini geri vermesi gerekir. Bu mümkün
olmadığı zaman kıymetini tazminat olarak Öder.
2664-
İrtidat etmek ve darulharbe iltihak etmekle, geri vermesi gereken
şeyin tazminatını vermekten yahut bu mümkün olmadığı zaman onun yerine
geçecek kıymetini ödemekten kurtarmaz.
Çünkü bu onun
zimmetinde vaciptir. Darulharpte ihraz da kişinin zimmetinde olan şeyde
tahakkuk etmez.
2665-
Efendisi ganimetin taksiminden sonra karşılıksız olarak aldığı taktirde taksim
sırasında payına düşen kişiye bedeli beytulmaldan ödenir, çünkü onun payı
olmuştur. Gaspedilmeden önce irtidat etmiş olsa ve mesele aynı ise, yine bu
şekilde uygulama yapılır. Çünkü darulİslamda bulunduğu müddetçe müslüman kişi
gibi İslamm hükmü ile muhataptır. Gaspedildiği için tazminatını da ödemesi
gerekir.
2666-
Gaspedilen kadın olup irtidat etmişse,
bu hükümde erkek gibidir. Zimmî de gaspedilmeden önce veya sonra zimmîlik
ahdini bozarsa, bu hükümde müslüman gibidir.
Çünkü tazminatı
üstlenmiştir. Bunun burada belirtilmesinin sebebi, zimmet ahdini zimmînin
bozması halinde fey' olacağ gibi darulharbe iltihak eden mürteddin de fey1
olacağıdır. Bununla beraber gaspedilen kişi sahibine geri verilir. Çünkü onlar
gaspedilen kişiyi ihraz ettikleri zaman onu temellük etmiş olmazlar. Zira onu
tazminatını verirler. Müslümanlar galip gelerek alıncaya kadar müslümamn mülkü
olarak devam ederse, elinde olan kişi fey' de olsa sahibine geri verilir.
2667-
Darulharbe iltihak eden mürted yahut zimmet ahdini bozan zimmî darulharpten
çıkıp bir müslümandan veya zimmîden bir mal gaspeder ve onu darulharbe götürürse,
daha sonra müslümanlar götürdüğü malı zaptederse, o mal fey' olur.
Çünkü mürted olarak
veya zimmet ahdini bozarak düşmana iltihak edince düşman olmuştur. Düşman
kişinin müslümamn malını tüketmesi de tazminatını ödemesini gerektirmediği
gibi, gasptan dolayı da gerekmez. Ama yukarıda geçen böyle değildir. Orada
gaspederken bu kişi darulİslam halkındandi ve malı tükettiği taktirde
tazminatını vermesi gerekirdi. Gaspettiğinde de durum aynı şekildedir.
Gaspettiği malın tazminatını vermek veya malı iade etmekle mükellef olmadığına
göre, ihraz etmesiyle o mal onun mülkü olur. Müslümanların düşmanın malını
zaptetmesi de malı ganimet olması için sebeptir. Sahibi ganimetin taksiminden
önce bulursa, karşılıksız olarak alır. Taksimden sonra bulursa kıymetini
vererek alır. Sanki o malı düşmandan başka biri ihraz etmiş gibidir.
Nitekim bu durumda
iken müslüman olursa, mal onun olur. Ama daha önceki durumda müslüman olduğu taktirde
malı sahibine geri vermesi gerekir. Malı tüketme meselesinde de düşman olduktan
sonra o malı tüketecek, sonra müslüman olacak olursa, tazminat ödemesi
gerekmez. Ama düşman olmadan önce malı tüketip ondan sonra müslüman olursa,
sahibine tazminat ödemesi gerekir. Aynı şekilde bir düşman darulîslama eman
ile girse ve bir müslümandan yahut antlaşmalı birinden bir mal gaspedip
darulharbe götürdükten sonra müslüman
olursa o malı geri vermesi gerekir. O mal ganimet olarak alınırsa ganimetin
taksiminden Önce de, sonra da sahibine karşılıksız geri verilir.
2668- Ama
düşman kişi eman alarak değil, saldırarak çıkmışsa, durum başka olur.
Çünkü eman alarak
çıkmış olursa kendisinden gaspettiği mahn tazminatını sahibine ödemesi gerekir.
O malı tüketmiş olması halinde de durum aynıdır. Zira malı ihraz etmiş olmaz
ama saldırarak çıkarsa aldığı malın tazminatım ödemez. Çünkü o malı tüketmiş
olsaydı tazminat ödemezdi. Böylece malı ihraz etmiş sayılır.
2669- Aldığı
malın tazminatını ödemesi gereken gâsıb gaspettiği kişi ile beraber darulharbe
girdikten sonra onu kendisinden başka biri de gaspederse ve ikisi hükümdarlarına davayı
götürseler, hükümdar ikinci gâsıb
lehine karar vererek gaspeden
birinci şahsın gaspeden
ikinci şahsa ilişmesini yabaklasa ve düşman ülke halkı müslüman olsa, o kişi gaspeden
ikinci şahsın olup kimsenin onun üzerinde hakkı olmaz.
Çünkü ona galip
gelmesi itibariyle his bakımından malı ihraz etmiş sayılır. Hükümdarlarının
kuvvetiyle de hükmen ihraz etmiş olur. Çünkü hükümdarları birinci gasıpçının
artık o mal üzerinde hakkı olmadığım kararlaştırmıştır. İkinci gasıpçınm mülkü
olmuştur artık. Zira alırken düşmandı ve gaspettiği için tazminat ödemez.
İstihlak etmesi halinde de tazminat ödemez. Nitekim bu nitelikle onu sahibinden
almış olsaydı darulharpte ve hükümdarları kuvvetiyle onu ihraz etmiş olurdu.
Sahibinin elinden gaspeden kişinin elinden aldığı zaman da aynı olur.
2670-
Gaspeden birinci kişi sahibine kiymetini tazmi-nat olarak
öder.
Çünkü artık ikinci
kişi ona malik olduğundan onu tekrar geri vermek mümkün olmamıştır. Malın
kendisini geri vermek mümkün olmadığı zaman kiymetini vermek onun yerine
geçmektedir.
2671-
Müslümanlar darulharbi zaptederlerse, sahibi ganimetin taksiminden önce
karşılıksız olarak, taksimden sonra da isterse kiymetini vererek alır.
Çünkü bu mal da ikinci
gasıpçıdan alman diğer mallar gibi ganimet olmuştur. Temelde müslümamn mülkü
olup ganimet olan şeylerin hükmü ise söylediğimiz gibidir.
2672- Eman
altındaki iki müslüman veya darulharpteki iki esirden biri diğerinden birşey
gaspetse ve*gaspeden kişi irtidat etse ve gaspedilen şeyi geri vermese, o ülkenin
hükümdarı da yaptığını onaylasa, daha sonra hepsi müslüman olsalar, gaspeden
kişi gaspettiğini sahibine geri vermesi lazımdır. Müslümanlar o ülkeyi
zaptedecek olursa, ganimetin taksiminden önce ve sonra sahibine karşılıksız
olarak verilir.
Çünkü gaspeden kişi
gaspettiğinin tazminatını verir. Eman altında olanların meselesi kapalı
değildir. Çünkü onlardan biri diğerinin malım tüketecek olursa, onu öldürmesi
durumunda olduğu gibi, ona tazminatını verir. Aynı şekilde gaspettiği şeyin de
tazminatını öder. Esirler meselesinde ise ashabımızdan kimisi bu cevabın İmam
Muhammed'in olduğunu söylemektedir. Çünkü ona göre müslüman onu öldürdüğü
taktirde öldürme tazminatı bakımından esir, tıpkı eman altındaki kişi gibidir.
Malının tazminatı hükmünde de bu şekildedir. Ama Ebu Ha-nife'ye göre iki
esirden biri diğerini öldürecek olursa, canına karşılık hiçbir tazminat
vermez. Malını da gaspettiği zaman ona hiç bir tazminat ödemez.
Şöyle demektedir: En
doğrusu, hepsinin görüşü budur. Çünkü müslüman nerede olursa olsun İslamın
hükmüne inanır. Bu inanç da gaspedilen malın kendisini geri vermesini
gerektirir. Gaspedilenin kendisini geri vermek mümkün değilse, kıymetini
tazminat olarak ödemeyi gerektirir. Yani gaspedilen malın kendisini veya
mümkün olmadığı taktirde malın kiymetİni sahibine Ödemek, müslüman üzerine
borçtur. Esir olmakla onun malı korunur ve değerli olmaktan çıkmaz. Yine
müslüman esir de olsa, darulîslam halkmdandır. Nitekim darulîslamda bulunan
karısı ondan boşanmış olmaz. Malı üzerindeki ihraz, sahip olması (zilyed
olması) bakımından hükmen bakidir. Onun için gaspeden kişinin ona tazminat
ödemesi gerekir. Tazminat ödemesine rağmen yine de mal kendisine geçmez.
2673- ikisi
darulharpte müslüman olsa ve mesele aynı ise, bakılır. O ülkenin halkı
müslümanlar zaptetmeden önce müslüman olursa gaspedilen mal kendisinden
gaspe-dilmiş kişiye geri verilir. Çünkü belirttiğimiz gibi müslüman olduğu için
İslamın hükümlerine bağlı olmuştur. İs-lamın hükümlerine göre de gasbedilmiş
bir şey sahibine geri verilir. Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Aldığını
geri vermesi kişinin üzerinde borçtur". Gaspettiği malın kendisini
sahibine geri vermesi gerektiğinden o malı ihraz etmiş de olmaz. Ama gaspeden
kişi irtidat eder ve hükümdarlarının kuvveti ile galip olursa, o taktirde
müslümanlar onları mağlup edinceye kadar İslama girmezlerse, gaspeden kişiyi
kim zaptederse onun olur.
Çünkü daruIİşlamda
canını ihraz eden kişi irtidat ederek düşman haline geldikten sonra artık esir
ve köle olarak alınabilir.
2674-
Halbuki daruIİşlamda irtidat edip darulharbe gitse durum başka olur. Çünkü bu
durumda darulharp halkı olduğu için düşmanlığı kesinleşmiş olur. Bundan sonra
hiçbir şekilde iptal olmaya ihtimali olmaz. Taksimden Önce ve sonra kendisinden
gaspedilmiş kişinin malı üzerinde hiçbir hakkı da kalmaz.
Çünkü sadece İslama
girmekle malı hakikaten veya hükmen ihraz edilmiş olmaz. Ancak ülke zaptedilir
ve mal da elinde olursa, sahibi olması itibariyle önce kendisi İhraz etmiş
bulunduğundan almaya layık olur. Fakat bu düşman olmuş birinin kendisinden
gaspettiği şeyde mevcut olmaz. Çünkü o mal ne hakikaten ne hükmen elinde
değildir. Onun için müslümanlara ganimet olur ve üzerinde hiçbir hakkı kalmaz.
Ashabımızdan kimisi, bu meselenin gaspeden kişinin malı gaspettiği zaman düşman
kimliğini taşıyorsa onunla ilgili olduğunu söylemektedir. Ama, birinci
meselede olduğu gibi, müslüman iken sonra irtidat ederse, cevabı bu şekilde
olmaz,
Nitekim, gaspeden kişi
ganimet alan kişi için fey' olur, demiştir ama İslama girmeye mecbur edilir,
dememiştir. Eğer kastettiği durum gasbederken müslüman kimliğini taşıyor
olması, olsaydı o zaman İslama girmeye mecbur edilirdi. Öyleyse (ashabımızın
yukarıda) söylediklerine ilişkin denilebilir ki bu katibin yaptığı bir hatadır
yahut başta yanlışlıkla müslümanlar hakkında söylenmişken, sonra darulharpte
müslüman olan bir kişiden gaspeden bir düşman bölümünde yazılmıştır, onun için böyle cevap vermiştir. Çünkü hürriyeti İslam ile kesinlik
kazanır ve artık hiçbir şekilde iptali
mümkün değildir. Gaspeden kişi müslüman
olmazsa öldürülür, ama
fey yapılması yanlış olur.
2675- Bir
müslüman başka bir müslümana bir şey emanet bıraksa ve kendisi hazır olmadığı
zaman onu beraberinde çıkarmasına
müsaade etse, daha sonra adam irtidat edip darulharbe gitse, arkasından arkadaşı
yetişip onu ondan istese ve o da vermeyi red etse, onun hakkında ikisi
darulharbin hükümdarı yanında muhakeme
olsa, o da onu müslümana
vermemesini söylese, sonra darulharp
halkı müslüman olsa, emanet onu emanet veren kişinin olup o anda elinde
bulunduranın onun üzerinde bir hakkı olmaz. Çünkü damlİslamda onun için
tazminat ödemezdi. Darulharpte de vermediğinde kendisi düşman olup istihlak
ettiği taktirde tazminat ödemezdi. Üstelik vermemekle gaspeden kişi hükmünde
olur. Sanki şimdi ondan gaspetmiştir ve hükümdarın gücü İle ihrazı da
tamam olmuştur.
2676- Ondan
sonra müslüman olursa,
ona mahsus olur. Ganimet olursa taksimden önce karşılıksız olarak,
taksimden sonra da kıymeti verilerek sahibine iade edilir. Darullslamda
gaspetmiş olsaydı ve mesele aynı olsaydı, her halükârda kendisinden gaspedilen
kişiye geri verilirdi. Çünkü darullslamda onun için tazminat öderdi. Darulharpte
ise talepten sonra vermemesi sebebiyle tazminat ödemezdi. Çünkü gasiptan sonra
gaspetmek, birincisi devam ederken tahakkuk
etmez. Bu bakımdan bu vermeme
olmamış gibi kabuledilir.
2677-
Darulharpte gaspeden kişiden istediği zaman ona verseydi, sonra ikinci defa
ondan alsaydı ve hükümdar da kendisinden gaspedümiş olan kişiye teslim
edilmesini en-gelleseydi, sonra ülke halkı müslüman olsaydı, o kişi gaspeden
kişinin olurdu.
Çünkü sahibine geri
verme ile birinci gaspın hükmü sona ermiştir. Malını kendisine geri verme borcu
da düşmüştür. Onu şimdi ilk olarak gaspetmiş sayılır.
Bu da kendisine
tazminat ödemesini gerektirmez. Çünkü bu durumda kendisi düşmandı ve hükümdar
vermesini engelleyince bu gasp ile onu ihraz etmiş olur.
2678-
Gaspeden kişinin geri vermemiş olması da bu şekildedir. Ama kendisinden gasp
edilen kişi güç yetirip onu kendisinden alsa, sonra ikisi onun hakkında muhakeme
olsa ve darulharbin hükümdarı onu kendisine geri verse, durum yine aynı olur.
Çünkü ondan almıştır.
Bu ile birinci aynıdır. Çünkü kendisinden gaspe-dilmiş olan kişi malını
gaspedenden alınca tazminatını ödeme borcu da kalmamış olur. Bu mal kendisiyle
beraber darulharbe soktuğu başka bir mala iltihak etmiş olur. Gaspeden kişi
hükümdarın gücü ile galebe çalarsa onu ihraz etmiş olur.
2679- İki
adam darulharpte müslüman olsa, sonra biri diğerinden birşey gaspedip inkâr
etse ve ikisi o ülkenin hükümdarına şikayet etse, hükümdar elinde bulunduğu
için o malı gaspeden kişiye teslim etse, iki adam müslüman olarak devam
ederken ülke halkı müslüman olsa, gaspedilen şey kendisinden gaspedümiş olan
kişiye geri verilir.
Çünkü inancı gereğince
gaspedümiş şeyi kendisine iade etmek vaciptir. Ülke halkının İslama girmesi
bunu ancak pekiştirmiş olur. Düşmanın hükümdarı gücü ile de müslüman başka
müslümanın malını ihraz etmiş olmadığı gibi mülk de edinmiş olamaz. Çünkü ikisi
darulîslamda olsalardı müslüman hükümdarın hükmü ile onu mülk edinmiş olmazken,
düşman halkın hükümdarı gücü ile nasıl mülk edinmiş olur?
2680-
Müslümanlar o ülkeyi zaptedinceye kadar halk müslüman olmazsa, gasbedilen şey
onu ele geçiren için fey1 olur ve kendisinden gaspedümiş olan kişi delil de
gösterse onun üzerinde hakkı olmaz. Çünkü gaspetmiş kişi bu malı asla ihraz
etmiş olmaz. Kendisinden gaspedümiş olan kişi sahip olması sebebiyle ihraz
etmiş sayılır. Onun için gayri menkul mülkünü ihraz etmiş olmaz dedik.
Çünkü sahipliği kesin
değildir. Bir düşmanın yanına emanet bıraktığı şeyi de Ebu Hanife'ye göre ihraz
etmiş olmaz. Sadece elinde olan yahut bir müslü-mana veya antlaşmalıya emanet
bıraktığını ihraz etmiş olur. Çünkü zilyed ihraz edebilecek nitelikte muhterem
ve muteberdir. Bu sebeple zilyedin sahipliği asıl kişinin sahipliğinin yerine
kaimdir. Bu mefhum kendisinden gaspedilmiş bulunan kişinin sahipliğinde mevcut
değildir. Çünkü muhterem de olsa, onun sahipliği yerine kaim değildir. Onun
için bu mal kimsenin sahipliğini yapmadığı mal gibi olup fey sayılır.
Nitekim müslüman
olduktan sonra darulîslama çıkıp gelse ve malım da-rulharpte bıraksa ve
müslümanlar da darulharbi zaptetse, bir müslüman veya bir antlaşmalınm yanında
emanet bıraktıkları dışında, o malın tümü fey olur. Ganimetin taksiminden önce
ve sonra o malın üzerinde bir hakkı olmaz. Çünkü bu darulîslamda malı ihraz
etmeye dayanan bir hüküm olup mevcut değildir. Bütün bunlar Ebu Hanife'nin
görüşüne göredir.
İmam Muhammed'in
görüşüne göre ise, bütün mallar ganimet taksiminden önce ve sonra ona geri
verilir. Sadece düşman birinin kendisinden gaspedip inkar ettiği ve o Ülke
hükümdarının kendisine verilmemesini söylediği şeyler kendisine geri verilmez.
Çünkü düşman kişinin o malı ihraz etmesi hükümdarın gücü ile de tamamlanmış
olup onun mülkü olur. Müslümanın bunun dışında kalan malları, ister onun elinde
olsun, ister gaspeden müslümanın elinde olsun, ister düşman i-ken emanet
bırakan kişinin elinde olsun, kendisine verilir. Bu meselenin açıklaması
geçmişti.
En iyi Allah bilir.[57]
2681- Kölesi
esir alınmış kişinin bunu düşmandan satın alan kişiden para ile alacak birini vekil yapması caiz olur.
Çünkü kendisi onu alma
hakkına sahip olduğu gibi, kendi yerine bu işi görecek birini tayin etme
hakkına da sahiptir. Hatta parasını vererek esir köleyi alıncaya kadar mahkeme
duruşmalarına da katılabilir.
2682- Aldığı
zaman düşmandan satın alan kişiye ücretini vermek, vekilin borcudur.
Çünkü köleyi alma
hakkı elinde bulunduğu gibi verilecek fidyeyi teslim etmek de onun görevidir.
Çünkü akdi yapan kendisidir. Akdin haklan akdi yapan kişiye aittir. Akdin
hakları konusunda akdi yapan kişi kendisi için akit yapmış gibidir. İlk olarak
satın almada vekalet gibi.
Satın alma konusunda
bu doğru olabilir. Çünkü vekil yeni başlayan bir mülkiyetin sebebini meydana
getirmektedir. Başta mülk kendisinden sabit olmuş yahut akdinin gereği vekil
bırakan kişiye hilafet yolu ile sabit olmuş gibi kabul edilir. Halbuki bu durum
burada mevcut değildir. Çünkü köle kendisinden esir alınmış ilk kişinin
mülkiyetine dönmektedir. Burada vekil, getirip götüren aracı kişi gibi sayılıp
akdin haklan ona taalluk etmemesi gerekir, diye itiraz edilirse, şöyle deriz:
Kendisinden esir
alınmış kişinin eski mülkiyetini İade etme konusunda bu doğrudur. Ama düşmandan
satın alan ile vekil hakkında ise, bu ilk olarak satın alma mesabesindedir.
Çünkü vekil akdi kendine izafe etmiştir. "Bu köleyi satın aldığın fiyatla
bana ver" demiştir. Yahut bu köleyi falan için ver, demiştir. Bu durumda
akdi kendisine izafe etmiş olsa bile, akdin izafesinden müstağni olmayacak bir
yerde ondan söz etmiş olmaz. Çünkü "aldığın fiyatla falanı ver" demiştir.
Bu durumda malı verecek kişi vekillik yapandır, vekil de köleyi teslim alır.
Bu akit iki şeye
benzemektedir. İlk olarak yapılan satın almaya benzer. Çünkü başkasına
izafetten müstağni olur. Bir de düşmandan alan kişi başta alacağı bedelle
(ivazla) mülkiyetini izale etmektedir. Mal karşılığında kocadan boşanma ve
kasten Öldürme halinde kan diyetinde sulh durumlarına da benze-mekdedir. Akdi
kendine izafe ettiği zaman alıma benzediği için bedeli kendisinin ödemesi
lazımdır. Köleyi teslim alma hakkı da onun olur. Mal karşılığında boşanma ve
kan diyetinde sulh olaylarına benzediği için de akdi eski efendisine izafe
ettiği taktirde kendisi ondan sözetmiş, yani onun elçisi olmuş olur ve ücreti
verecek olan da vekalet veren kişi olur. Köleyi teslim alma hakkı da onun olup
vekilin üzerinde birşey olmaz.
2683- Vekil
parayı verip köleyi teslim alırsa ve vekil tayin eden kişiye verirse, sonra vekil tayin eden
kişi esir düştükten sonra kölede
bir kusurun meydana geldiğini görürse,
bu kusurdan dolayı dava edilecek kişi vekil olur.
Çünkü kusurdan dolayı
geri vermek akdin haklarındandır. Bu akdin haklan bakımından vekil, akdi
kendisi yapan kişi mesabesindedir. Netice olarak, ilk olarak satana kusurdan
dolayı geri vermek nasıl meşm ise, burada da geri vermek akdin haklarındandır.
Ancak vekil tayin eden kişi ile köleyi satan kişi arasında dava sözkonusu
olmaz. Vekil hazır olsun, olmasın, satan kişi ile muhatap vekildir. Dava
edilecek kişi vekil olduğu gibi kusurdan dolayı köleyi geri verecek ve ücreti
alacak da odur.
2684- Kölesi
esir alınan kişi kusurun esir alındıktan sonra meydana geldiğini söylerse, yemin ettirilerek
sözü kabul edilir.
Çünkü zahir ona
şahitlik etmektedir. Olay, aksine bir delil olmadıkça, meydana geldiği en
yakın vakte izafe edilir.
Vekil tayin eden kişi
köleyi teslim aldıktan sonra artık onun izni olmadan
vekilin köleledeki kusur sebebiyle dava
açma hakkı olmaz.
Çünkü köleyi geri
vermek için dava etmektedir. Geri verebilmesi için vekil yapan kişinin elinden
köleyi çıkarması lazımdır. Onun emri olmadan da bunu yapamaz.
2685- Köle
vekilin elinde ise ve vekil yapan kişinin emri olmaksızın onu geri verme
imkanına sahip iken kusurlu görmesi durumunda onu vekil yapan kişiye vermez.
Geri verdikten sonra
müvekkilin bunu kabul etmemesi olmaz. Çünkü satın almak için vekil yapılan kişi
mesabesindedir. Bu hüküm satın almada vekalet bahsi ile ilgilidir.
Şerhu'l-Muhtasar'da satışlar meselesinde bunu açıkladık.
2686-
Kendisinden alınan adam köledeki kusurun esir düşmeden önce müvekkilin yanında iken mevcut olduğunu iddia ederse, vekilin
söylediği kabul edilir ve yemin
ettirilir.
Çünkü kendisinden
alınmış kişi kölenin kusuru konusunda daha eski bir tarihi iddia etmiştir ve
delil göstermedikçe söylediği kabul edilmez. Bu bakımdan bu iddiayı red eden
kişinin söylediği kabul edilir, ancak yemin ettirilir.
2687- Vekil
yemin ederse kusurdan dolayı köle geri verilir.
Müvekkilin hazır olup
olmaması aynıdır. Ama kendisinden alınan
kişi iddiasını delil
ile ispatlarsa o zaman delille sabit olan şey iki tarafın
ittifakıyla sabit olan hükmündedir. Yani onun dediği kabul edilir. Ancak
kendisinden alınan kişi köleyi kendisinden alındığı şekilde iade etmesi gerekir.
Kendisinden alınan kişinin delili yoksa vekilin yemin etmesi istendiğinde vekil yemin etmeyi kabul
etmese, o zaman
iş vekil yapan
kişinin üzerinde
kalır.
Çünkü vekil buna
gitmek zorundadır. Zira müvekkilin yanında iken kölenin kusurlu olduğunu
bildiği halde yalan yemin etmesi imkanına sahip değildir. Yemin etmesi başkası
yerine yaptığı bir işten dolayı sözkonusu olmuştur. Satması için vekil yapılan
kişi gibidir. Kusur bulunduğu taktirde ve kusursuz olduğuna dair yeminden
kaçınması durumunda sattığı mal vekile geri verilir.
2688- Vekil,
kusurun müvekkilinin yanında iken mevcut olduğunu ikrar eder, fakat müvekkili
inkar ederse, vekili ilzam
edebilir.
Çünkü bu kararı vermek
zorunda değildir. Zira yemin teklifi yapılıp kendisinin caymasına karar
verilinceye kadar susma imkanına sahiptir.
Satması için vekil
yapılan kişi de böyledir. İkrarı ile meydana geldiği anlaşılan bir kusurdan
dolayı malın kendisine geri verilmesi bakımından satmak için vekil yapılan
kişinin durumu da bu şekildedir.
2689- Vekil
kusurun daha önce müvekkilin yanında i-ken mevcut olduğuna dair delil getirse, köle müvekkilin
olur.
Çünkü delil ile sabit
olan, müvekkilin ikrarı ile sabit olan gibidir. Bunun ispat edilmesinde vekil
kendini sorumluluktan kurtarmak için davada taraftır.
2690- Vekil,
kölenin kendisinden alındığı kişiyi yanında
meydana gelmiş kusurdan ibra ederse, ibrası onun hakkında sahih olur.
Çünkü bu, kusur
meselesinde dava ile ilgili olarak kendisi için akit yapan kişi mesabesindedir.
Ondan ibra hususunda
da böyledir. Ancak müvekkil serbest olup isterse vekilin razı olduğu şeye o da
razı olur ve köleyi alır, isterse onu vekilde bırakır. Muamele ettiği kişi
hakkında söylediği geçerli olup vekil bırakan kişi hakkında geçerli değildir.
Bu meselede satın almada vekil olan kişinin satın aldıktan sonra ortaya çıkan
kusura razı olması, ama vekil yapan kişinin razı olmaması gibidir. Çünkü
müvekkilin vekile geri verme hakkı vardır, vekilin de düşmandan satın alan
kişiye geri verme hakkı vardır. Onun için vekilin razı olması, vekil yapan
kişinin hakkını düşürmede değil, kendi hakkını düşürmede rolü olabilir.
Bu akdin hükmü, ilk
olarak onun kimin mülkü olduğunun isbatıyla ilgili değil, kendisinden esir
alman kişinin mülkü ile ilgili olduğu halde, vekil onu ücretle nasıl mülk
olarak alabilir? diye sorulsa, şöyle deriz:
Akdin hükmü olan
şeyler tamamlanmıştır. Çünkü efendinin eski mülkiyetine dönmüştür. Ancak vekil
yapan kişinin kusuru kabul etmemesi ve vekilin ona razı olmasıyla müvekkil,
vekilin vereceği tazminat ile vekilden mülk edinmiş gibi olur. Onun için mülk
müvekkilindir. Satın almak için vekil yapılan kişinin durumunda da böyledir.
Zira vekil onu satıcıdan değil vekil yapan kişiden mülk edinmiş olur.
2691- Müvekkil
köleyi alıp gitmiş, sonra vekil kusurdun
dolayı geri vermek için köleyi getirmişse ve kendisin-
den alınan adam
"müvekkil kusurdan dolayı geri vermeni emretmedi" derse, vekil de
emrettiğini söylerse, kölenin kendisinden alındığı adamın söylediği olur.
Çünkü geri vermesini
emretmesi vekilin iddia ettiği sonradan çıkan bir durumdur. Hasmı olan kişi de
bunu red etmekte ve asıl ne ise ona sarılmaktadır. Onun için red eden kişinin
dediği kabul edilir, ancak bunu bilip bilmediği konusunda yemin ettirilir.
Çünkü başkasının fiili hakkında yemin ettirme olur.
2692- Kendisinden alınmış
adam "müvekkilin bunu emrettiğine dair vekilin yemin etmesini
istiyorum" derse, vekilin yemin etmesi gerekmez.
Çünkü kendisi bir şeyi
iddia etmektedir ve delil getirmesi lazımdır. İnkar eden tarafın yemin etmesi
lazımdır. Bunların yerlerini değiştirmek caiz değildir.
2693- Kölenin
kusurlu olduğu sabit olup kendisinden alman adam "müvekkil kusurlu
olmasına razı olmuştur" derse ve vekil onu yalanlarsa, vekilin dediği
olur.
Çünkü kendisinden
alınan kişi burada arızî (sonra ortaya çıkan) bir şeyi iddia etmektedir. O da
vekil yapan kişinin kusura razı olmasıdır.
2694-
Vekilin razı olduğunu iddia ederse, o zama vekilin dediği olur. Çünkü
vekil bunu reri etmektedir. Müvekkilin
razı olduğunu iddia etmesi de aynı şekilde
olup vekilin yemin etmesi gerekmez.
Çünkü müvekkilin razı
olduğu iddia edilmektedir.
2695-
Vekilin yemin etmesini isterse naib olarak yemin ettirilmiş olur. Halbuki
yeminde niyabet (başkasının yerine geçme) yoktur. Çünkü mevcut olması halinde
müvekkil bu iddia ile yemin etmez.
Çünkü kendisinden
alınan kişi ile bir iş yapmamıştır ki müvekkil yemin etsin. Razı olduğu iddia
edilen kişi yemin etmiyorsa, başkası bunun için nasıl yemin eder?
2696- Ama
vekilin razı olduğunu iddia etse yahut yemin etmesini isterse, bunu isteme
hakkına sahip olur.
Çünkü ikrar ettiği
taktirde üzerinde kalacak birşeyi hakkında iddia etmiştir. Bu davada kendisi
için akit yapan mesabesinde olduğunu belirttik.
2697-
Hakkında yapılan bu iddiadan sonra razı
olduğunu inkar etse, yemin ettirilir. Cayarsa köle onun kalır ve müvekkil
muhayyer olur.
Çünkü caymasıyla
kusura razı olmuştur. Ya bedel yolu ile yahut kusuru itiraf etmesi yolu ile
kusura razı olmuştur. Kendisinden alman kişi, müvekkilin gıyabında kusura razı
olduğuna dair delil getirirse, delili kabul edilir. Çünkü delil ile sabit olan,
müşahade veya tarafların ittifakı ile sabit olan gibidir. Müvekkil gelip razı
olmadığını söylerse, sözüne iltifat edilmez. Çünkü vekil onun yerine işe
bakmaktadır. Vekilin karşısında razı olduğu delil ile sabit olduktan sonra,
onun inkar etmesine İltifat edilmez.
2698- Vekil
köleyi aldığı zaman kusuru biliyor idiyse, kusur ister körlük gibi köleyi
müstehlik (değerini hepten yok etmiş)
olsun, ister müstehlik olmasın, vekil
yapan kişinin üzerinde kalır.
Ebu Hanife'nin
görüşünü göre böyledir. Ebu Yusuf ve Muhammed'İn görüşüne göre ise, kusur
müstehlik olmadığı taktirde cevap yine aynıdır. Ama köleyi müstehlik İse,
vekil yapan adam serbest olur. Bu da satın almaya vekalet verilmiş bir
vekilin, piyasa fiyatı ile kör birisini satın almasına benzer. Bu konudaki
ihtilaf meşhurdur. Ancak Ebu Hanife satın alma vekaletinde ücretin piyasa
fiyatı olmasını şart koşmuştur. Çünkü satın almada fahiş aldanmanın bulunduğu
durumda vekilin tasarrufu müvekkili bağlamaz. Burada İse ücret bellidir. O da
düşmandan satın alan kişinin verdiği ücrettir. O ücretle satın aldığı taktirde
ne olursa olsun vekil yapan kişiyi bağlar.
Ebu Yusuf ve
Muhammed'e göre ise satın alma vekaletinde müvekkil hakkında gerçekleşmesi
mümkün olmaması halinde akit, vekil hakkında geçerli ölür. Burada ise vekil
hakkında geçerli olmaz. Çünkü düşmandan satın alan kişinin razı olması
durumunda müvekkil vekili sorumlu tutar. Bu da kendisinden bir bedel karşılığı
ilk olarak temlik etmesi mesabesinde olur.
2699-
Düşmandan satın alan kişiye bir adam "Efendisi onu senden ücretle almak
için beni vekil tayin etti" derse ve ona yargı ile yahut yargı kararı
olmadan verirse, sonra efendisi
gelip bunu inkar ederse, onun sözü kabul edilir ve yemin ettirilir.
Çünkü müvekkil
hakkında bir iddia yapılmıştır. Oysa bunu nikar etmektedir. İnkar ettiği için
de onun dediği olur. Kabul edecek olursa vekilin köleyi ona teslim alması
gerekecektir. İnkar ederse, yani vekil tayin etmediğini söylerse, yemin
ettirilir.
2700- Yemin
ederse, köle düşmandan satın alan adama döner
ve vekilin "Ben onu
kendime alıyorum" demeye hakkı olmaz.
Çünkü başta mülk
edinmek için almamıştır. Aksine fidyesini vererek eski efendisinin mülküne iade
etmek üzere almıştır. Bu mümkün olmayınca alması da geçersiz olur. Ama şufa
hakkı ile almak İçin kendisine vekalet verildiğini iddia eden adam malı
aldıktan sonra vekil tayin ettiği söylenen kişi onu vekil tayin etmediğini
söylerse, alman mal o ücretle alan vekilin olur. Çünkü başta bir bedel
karşılığı mülk edinmek üzere almıştır. Şufa ile almak ilk olarak alma mesabesindedir.
İnkar ettiği için müvekkil hakkında geçerli olmazsa, vekil için geçerli olur.
2701- Alan
kişi, kendisinden alınan kişinin onu
almak Üzere kendisi vekil tayin ettiğine
dair delil gösterse,
müvekkilden delille sabit olan şey hasmın ikrarı ile sabit olan gibidir.
Böylece köle, vekil tayin eden kişinin olur.
Zimmet hükmünde daha
önce belirttiğimiz gibidir.
2702- Bir
yabancı, esir düşmüş köleyi düşmandan
sa-
tin alan kişiden satın
almak için bir adamı vekil yapsa ve
onu belirli bir
ücretle satın alsa, sonra efendisi gelse, ikinci
satışı bozma hakkı olmaz. Sadece
verilen ikinci üc-
retle alır veya almaz.
Çünkü daha önce
meydana gelen ve kölenin alınmasıyla sonuçlanan bir tasarrufu iptal etmeksizin
fidye vererek alma hakkını ona tanımıştır.
2703- Satın
almak için vekil yapılan kişinin elinde
görürse, vekil yapan kişi mevcut olmasa da ücreti vererek alabilir.
Çünkü vekil, elinde
köle olduğu sürece kendisi için alan ve müvekkil olan kişiye satan hükmündedir.
Onun İçin kendi malından vererek
almışsa ücretini vererek de ona teslim etmez. Müvekkilin
görüşünü almadan, kusur sebebiyle geri verme hakkı da vardır.
2704- Vekil
köleyi vekil yapan kişiye vermışse,
artık eski efendisinin onun üzerinde
bir hakkı olmaz. Sadece vekil yapan kişiye gidip
ücretini vererek köleyi ondan
alabilir.
Çünkü vekil yapan
kişiye teslim etmekle vekilin yetkisi son bulmuştur. Onun için bir kusur
meydana çıkacak olursa, vekil yapan kişinin rızası ile geri verebilir. Bundan
sonra ücretini vererek de vermemezlik edemez. Almak için davacı olan kişi ile
mahkemede hasım olur. Bu kişi onu ancak elinde bulunduran
kişiden alabilir.
2705-
Düşmandan satın alan kişiden
teslim almadan Önce ve vekil satın aldıktan sonra gelirse bile
bile vekilin satın almasını geçersiz
kılamaz. Sadece vekilin verdiği
ücret ile isterse onu düşmandan satın
alan kişiden alabilir.
Çünkü onun elinde
görmüştür. Ondan alabilir. Tıpkı satan kişinin, elinde şufa hakkı olan kişinin
malı müşteriye teslim etmeden önce alabileceği gibi. Ancak şuf ada müşterinin
hazır olma şartı vardır. Çünkü müşterinin mülkü olan birşeyi alarak baştan mülk
edinmektedir.
Burada ise efendi onu
mülk edinmemektedir. Sadece eski mülkiyetine iade etmektedir. Almak için sadece
zilyedin hazır bulunması şart koşulmaktadır. Onun elinden alırsa zimmeti de
onun üzerinde olur. Çünkü almasıyla vekil ile diğeri arasında meydana gelen
akitle hak edilen teslim alma ortadan kalkmış olur. Aldığı için ikisi arasında
o akit artık temelde geçersiz olur. Bu da vekilin satın almasından önce
kendisi satın almış gibidir. Satıcının elinden aldığı zaman şufa hakkı olan
kişinin hükmü de budur.
Ama vekil teslim
almışsa ve o da onun elinden teslim almışsa zimmeti de onun üzerinde olur. Aynı
şekilde vekil yapan kişiye teslim etmiş ve oda elinden almışsa, zimmeti onu
üzerinde olur.
2706-
Kendisinden esir alındıktan sonra onda
meydana gelmiş bir kusur görürse ve yargıcın kararı ile geri verirse, o zaman
vekil yapan kişiye geri verilir.
Çünkü bu geri verme
ile teslim alması bozulmuştur. Hüküm de teslim almadan önceki şekle döner.
2707-
Düşmandan satın alan
adamdan almışsa, geri verme ile kendisine döner ve alınmasında
ne vekilin ne de müvekkilin bir hakkı
olmaz.
Çünkü belirttiğimiz
gibi aralarında meydana gelen akit, hak edilen teslim almanın
gerçekleşmemesiyle bozulmuştur. Ancak yenileme ile meydana gelebilir. Şufa da
bunun gibidir.
2708-
Yargıcın kararı olmadan vekile geri
vermişse, vekilin olur.
Çünkü bu, vekil yapan
kişi hakkında yeni yapılan bir alma mesabesindedir. Onun için hükmü onu
bağlamaz.
2709- Eski
efendisi düşmandan satın alan kişiden ücret vererek almak için birini vekil
yapmışsa, o da aldıktan sonra ve vekil
yapan kişiye teslim etmeden önce elinde
helak olmuşsa, helak olması vekil yapan
kişiye aittir.
Çünkü vekil onun için
teslim almakta ve vekaletten ayrılmadıkça, eli onun eli mesabesindedir. Vekil
teslim almadan önce düşmandan satın alan kişinin elinde helak olmuşsa o
almanın hükmü bozulmuş olur ve vekil yapan kişiye verir. Kendi malından
vermişse, malından teslim etmiş olur. Verdiği kişide ücret helak olursa
müvekkilden bir şey isteyemez. Çünkü ücreti kendi malından vermesi o-nun için
çalışması demektir. Kendisi sorumluluktan kurtulmak için kendine çalışmış
olur. Zira ücretten sorumlu olması müvekkile değil, kendisine yüklenmiştir.
2710- Bu
şekilde teslim aldığı taktirde kendisi için ücreti ondan alıncaya kadar
müvekkile teslim etmeyebilir. Alıkoyduktan sonra helak olursa vekilin malından
helak olmuş olur ve vekil yapan kişi de ücret ödemez.
Çünkü alıkoyunca sanki
ücreti ona kendisi vermiş gibi olmaktadır. Satın almak için vekil tayin edilen
kişinin hükmünde bu durum anlatılmıştı. Bu da onun benzeridir.
2711-
Müvekkile teslim etmedikten sonra vekilin elinde iken kusurlu hale gelirse,
eski efendisi muhayyer olur. İsterse, bütün ücreti vererek alır, isterse
ücretini alarak vekile bırakır.
Çünkü vekil, kendisine
mani olduktan sonra kendi hakkında, düşmandan satınalan makamında olmuştur.
Onun için vekilin yaptığı sebebiyle kusurlu hale gelmiş olsun, başkasının
yaptığı sebebiyle kusurlu hale gelmiş olsun, hüküm aynıdır. Düşmandan satınalan
kişi hakkında da hüküm aynıdır. Ama bu meselede satın almak için vekil
yapılanın hakkında hüküm farklıdır. Çünkü kendisine mani olduktan sonra onda
bir kusur meydana getirirse, kusurun karşılığı olan ücret, müvekkilin
ödeyeceğinden düşer. Çünkü burada vekil, satıcı makamında olmuştur. Aradaki
fark şudur;
Müvekkil burada eski
mülkiyetine geçirmek için onun fidyesini vererek almaktadır. Onun için kusurlu
halinin değil, sağlam şeklinin ücretini vermektedir. İster biri tarafından
ayıplı hale getirilsin, ister kendiliğinden ayıplı hale gelmiş olsun,
fidyesinde herhangi bir eksiltme meydana getirmez. Halbuki ilk defa satın
almada durum böyle değildir. Alındığı taktirde onun sağlamlığı veya sakatlığı,
ücretin belirlenmesinde hesaba katılır.
2712-
Vekilin, düşmandan satın alan kişi ile yapılan akdi feshetmesi müvekkili
bağlamaz.
Çünkü onun almasıyla
müvekkilin eski mülkiyetine dönmüştür. Onun rızası dışında yapacağı bir akitle
köleyi onun mülkünden vekilin çıkarmaya hakkı yoktur. Yapacağı akit feshi yeni
yapacağı satış mesabesindedir.
2713-
Düşmandan satın alan kişinin köleyi efendisine ücretle vermesi
için bir adamı
vekil yapması caizdir. Köleyi ona teslim edinceye kadar
vekil köleden sorumlu olur. Satışta vekil yapılan kişi gibi, efendisinden
ücreti alacak da vekilin kendisidir.
Düşmandan satın alan
kişinin mülkünü bir bedel karşılığı gidereceğine dair söylediğimizi bu hüküm
açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Onun hakkında bu tasarruf yeni yapılan
satış mesabesindedir. Ancak efendisi hakkında fidye karşılığı eski mülkiyetine
iade etmek olmaktadır.
2714-
Düşmandan satın alan kişi, köleyi bir kişiye bir cariye karşılığında satsa ve
ikisi teslim almadan Önce eski efendisi çıkıp gelse elinde bulunduran kişiden
cariyenin kıymeti ile alma hakkına sahiptir.
Çünkü tasarrufu iptal
etme hakkına sahip değildir. Sadece ikinci ücretin benzeri ile satın alır.
Cariye emsalden olmadığı için onu kıymeti ile satın alır. Tıpkı şuf a hakkına
sahip olan kişinin durumu gibi. Sonra satıcı ile diğer müşteri arasında satış
iptal olur. Çünkü hak edilen teslim gerçekleşmemektedir. Böylece cariye diğer
müşterinin mülkü olarak kalır. Kıymeti de düşmandan satın alan kişiye ait olur.
Efendinin zimmeti de düşmandan satınalan kişinin üzerindedir. Karşılıklı teslim
aldıktan sonra veya cariyeyi teslim etmeden köleyi teslim aldıktan sonra hazır
olmuşsa, köleyi diğer müşteriden cariyenin kıymeti ile alır ve zimmeti de
üzerinde olur. Cariye de düşmandan satın alan kişiye ait olur. Çünkü aralarında
satış geçerli olup kölenin teslim alınmasıyla bitmiştir.
2715-
Düşmandan satın alan kişi cariyede bir kusur görürse, diğer müşteriye geri
verir ve aldığı cariyenin kiy-metini ondan
alır. Başka alacağı olmaz.
Çünkü düşmandan satın
alan kişinin hakkı cariyenin kiymetindedir. Nitekim kölenin efendisi onu
kendisinden alacak olursa cariyenin kıymeti ile alır. Diğer müşteriden köleyi
almadan önce cariyeyi geri verecek ve köleyi alacak olursa, sonra da efendisi
gelecek olursa, köleyi cariyenin kıymeti ile alabilir. Geri verme yargıcın
karan olmaksızın meydana gelmişse, satışın karşılıklı iptal olması efendisinin
köleyi cariyenin kiymeti ile alma hakkını iptal etmez. Bundan da anlıyoruz ki
hakkı cariyenin kiymetindedir ve müşteri cariyenin kıymetini ona teslim etmeye
muktedirdir. Başka bir şey de ona gerekmez.
Bunun benzeri şufadır.
Evin bedelinin şufa hakkına sahip olan kişinin almasından önce cari olduğunu
yerinde belirtmiştik. Onu cariyenin kıymetine tahvil ederek alır. Şufa hakkına
sahip olan kişinin evi almasından sonra cariyenin bedeli de burada bunun
gibidir.
2716-
Efendisi köleyi almadan önce cariyeyi yargıcın kararı ile geri verip köleyi
almışsa, sonra efendisi gelmişse, onu düşmandan satın alan kişiden birinci ücretle
alır.
Çünkü yargıcın karan
ile ikinci satış iptal olunca, hiç olmamış gibi oldu. Halbuki şufada böyle
değildir. Şufada alan ile satan arasında meydana gelen satışı hiç olmamış gibi
sayarsak, şuf a hakkına sahip olan kişinin hakkı iptal olur. Halbuki alma hakkı
sabit olduktan sonra şuf a hakkına sahip olanın hakkını ikisi iptal edemezler.
Burada da eski efendisinin hakkı iptal olmaz. İkinci satış hiç olmamış gibi
sayarsak ve diğer müşterinin kendisi kölede kusur bulup geri verirse, hükmü
belirttiğimiz şekilde olur.
2717- Satış
akdi onlar tarafından isteyerek bozulursa (ikâle), efendisi kölesini isterse
cariyenin kıymeti ile alır.
Çünkü onun hakkında
satışın feshedilmesi yeni yapılan bir satış gibidir. Herhangi bir tasarrufu
iptal etmeden alma hakkının bulunduğunu belirtmiştik. Onu da ücretlerin en
sonuncusu ile alır.
2718- Diğer
müşteri köleyi teslim almış ve onu
kendisi görmemişse yahut muhayyer olma şartını kendisi koş-muşsa, ondan sonra
efendisi gelirse, köleyi onun elinden cariyenin kiymeti ile alabilir.
Çünkü elinde
görmüştür. Alacak olursa, diğer müşteri muhayyer olur. İsterse düşmandan satın
alan kişiye cariyeyi teslim eder ve efendisinden alınan kiymet onun olur.
İsterse kıymeti ona teslim eder ve şart muhayyerliği karşılığı olarak cariyeyi
ondan alır. Görme muhayyerliği halinde cariye düşmandan alan kişiye teslim
edilir ve kıymeti de diğer müşterinin olur.
Çünkü görme
muhayyerliği halinde kendisi malik ve akde razı bulunuyordu. Ancak üzerinde
akit yapılan şeyin vasıflarını bilmediği için red etme imkânına da sahiptir.
Efendisi elinden alınca onu geri verme imkanı da kalmamış olup muhayyerliği de
düşmektedir. Şart muhayyerliği ise cariyenin elinden çıkmasına manidir. Çünkü
cariye hakkında muhayyerliği satıcı muhayyerliğidir. Cariyeyi ona mülk yapmakla
rızası ortadan kalkar. Köleyi elinden aldıktan sonra kendisi muhayyerlik
hakkına sahip olarak devam eder. İsterse cariye hakkında akti yerine getirerek
onu kendisine teslim eder, isterse cariye hakkında akdi feshederek cariyenin
kiymetini geri verir. Çünkü eski efendisinin köleyi almasıyla cariyenin
kıymetinde düşmandan satın alan kişinin hakkı kesinleşmiş olur.
2719- Muhayyerlik
süresi geçinceye kadar muhayyerliğini kullanmazsa, cariye düşmandan satın alan
kişinin olur.
Çünkü sürenin
geçmesiyle muhayyerlik hakkı düşmüş olur ve cariye hakkında satış tamamlanmış
bulunur. Cariyeyi teslim etmesi gerekir. Kıymeti de diğer müşterinin olur.
2720-
Karşılıklı ikisi satmış, ama teslim almadan Önce diğer müşteri görme
muhayyerliği yuhut şart muhayyerliği veya
kusur muhayyerliğiyle köleyi
geri vermiş, ondan sonra eski
efendisi hazır olmuşsa, onu düşmandan satın alan kişiden düşmana verdiği
ücretle alabilir.
Çünkü bu sebeplerle
red edilince ikinci satış temelden bozulmuş ve hiç meydana gelmemiş gibi oldu.
2721- Eski
efendisi gelip düşmandan satınalan kişiden köleyi cariye kiymetiyle satın
alıncaya kadar diğer müşteri akdi feshetmezse, kıymeti düşmandan satın
alan kişiye ait olur ve teslim almışsa
cariyeyi diğer müşteriye geri vermesi gerekir.
Çünkü hak edilen
teslim alma gerçekleşmediği için ikinci akdin iptal olduğunu belirtmiştik. Bu
akitte ister muhayyerlik olsun ister olmasın, aynıdır. Yargıç kölenin
efendisine cariyenin kiymetiyle verilmesine karar vermiş, teslim aldıktan önce
veya sonra kölede bir kusur ortaya çıkıp geri vermişse, diğer müşterinin köle
üzerinde bir hakkı olmaz. Çünkü kölenin efendiye cariyenin kiymetiyle
verilmesine karar verilmesiyle ikisi arasındaki ikinci satış iptal olmuştur.
Ancak yeniden yapılmasıyla meydana gelebilir. Bu mesele de şuf a gibidir. Satıcının
aleyhine yargıcın şuf a hakkına sahip kişiye karar vermesi, satıcı ile alıcı
arasında satışın iptal olmasını kapsar. Böylece şuf a hakkına sahip olan kişi
kusur sebebiyle malı geri verse bile geri dönmez.
2722- Eski efendisi düşmandan satın alan kişiden köleyi- para
ile almak için bir adamı vekil yapmış ve vekil müşteriye "Falan kişiye
ücreti karşılığında ver" demiş, o da
"Verdim" demişse, burada ücreti vekil değil, sadece müvekkil
verir.
Çünkü burada
"Bana ver" yerine "ona ver" diyerek kendini akit yapan
değil, elçi mesabesinde görmüştür.
2723-
"Falana ücretle ver, ben sana
ücreti tekeffül ederim" yahut "Ücreti malımdan olmak üzere onu
ona ver" derse, ücreti vekil verir.
Çünkü akdi kendi
malına izafe etmesi yahut kendisinin tekeffül ettiğini belirtmesi akti kendi
şahsına izafe etmesi kadar, hatta ondan kuvvetlidir. Sulh yapmak için vekil
yapılan kişinin akdi şahsına izafe etmesi mesabesinde oluşun izahı ise
şöyledir:
"Bu evden falan
kişi ile bin dirhem karşılığında sulh yap, ben onu tekeffül ederim, yahut
malımdan bin dirhem karşılığında sulh yap" demişse, malı ödemek müvekkilin
değil, vekilin borcu olur. Tıpkı "Benimle sulh yap" demesi mesabesindedir.
Akdin daha kuvvetli oluşunun sebebi ise şudur: Mal karşılığında kadını boşa
yahut bin dirhem karşılığında boşa, ben onları tekeffül ederim" derse,
malı vekilin ödemesi gerekir. Akdin burada vekile izafe edilmesi malı üzerine
borç yapmamaktadır. Bundan da anlıyoruz ki tekeffülün şart koşulması yahut
akdin malına izafe edilmesi bedeli Ödeme gereği bakımından akdi şahsına izafe
etmesinden daha kuvvetlidir. Vekil üzerinde vacip olunca, düşmandan satın alan
kişinin müvekkil üzerinde hiçbir alacağı olmaz.
2724-
Düşman, bir adamın ikiyüz dirhem ağırlığında bir ibrikini alsa ve sanat ile
güzelliğinden dolayı müslü-man bir adam
düşmandan onu ikiyüz elli dirheme satın alsa, eski sahibi isterse onu ikiyüz
elli dirheme alabilir. Çünkü düşmandan satın
alan kişi almak için bu kadarını vermiştir. Eski sahibinin düşmandan alan
kişinin verdiği ücretle alacağını belirtmiştik. Böylece doğru işlem yapılmış
olur.
Çünkü ilk olarak bir
bedel karşılığı mülk edinmemekte, aksine fidyesini vererek eski mülkiyetine
iade etmektedir. Onun için bu muamelede faiz sözko-nusu olmaz.
2725-
Bu miktarı vererek
alabildiğine göre, alması için başkasını vekil de yapabilir.
Çünkü vekil aslın
yerine kaim olmaktadır.
2726-
Karşılıklı teslim almadan önce taraflar ayrılacak olursa, satış akdi bozulmaz.
Çünkü bunun fidye ile
malı kurtarmak olduğunu belirtmiştik. Yeni yapılmış bir satın alma değildir.
Onun için ayrılmadan malı teslim alma şartı aranmaz.
2727- Vekil
fidyeyi malından verip malı teslim alsa, verdiği miktarı müvekkilden alıncaya
kadar malı ona teslim etmeyebilir. Teslim etmediği süre içinde vekilin elinde
helak olursa müvekkilin ödemesi gereken fidye de düşer. Çünkü vekil, mah
müvekkiline teslim etmeyince onu düşmandan satın alan kişi yerine kaim olmuş
olur. Yani düşmandan alan kişi gibi olur.
Bunu şöyle
açıklayalım: Bir adam bir ton hurma karşılığında hurmalık bir araziyi kendisine
satın alması için vekil yapmış, vekil araziyi satın almış ve ücreti kendi
malından ödeyerek araziyi teslim almış, verdiği ücreti kendisine ödeyinceye
kadar müvekkile teslim etmemiş, hurmalık vekilin elinde iken bir ton hurma mahsul
vermiştir. Bu durumda müvekkil bir ton ücretini ödeyerek araziyi ve verdiği
ürünü alabilir. Meydana gelen fazlalık sebebiyle aralarında faiz de meydana gelmemiştir.
Çünkü burada vekil, satanın yerine kaim olmuştur. Teslim almadan Önce satıcının
elinde bir ton hurma ürün verdiğinde satış iptal olmayacağı gibi, vekilin
elinde iken ürün vermesiyle de satış iptal olmaz. Aynı şeklide, vekil satılan
malda bir kusur görüp ona razı olması ama müvekkilin ona razı olmaması halinde
vekilin bir tonluk ücreti ödemesi gerekir ve bunda da faiz olmaz. Çünkü bu aralarında
yeni yapılan bir satış değildir. Faiz ise aynı malın mukabele şeklinde
değiştirilmesinde meydana gelir.
Nitekim vekil, arazide
kusur görüp sahibine geri verseydi, araziyi, hurmayı ve bir ton hurmayı bir
ton hurma karşılığında geri vermiş olacaktı ki bu da caizdir. Tabiki geri
verme, vekilin teslim almadan önce satıcının elinde iken ürün vermesi halinde
olursa doğru olur. Ama teslim aldıktan sonra ürün verecek olursa, artık
vekilin geri verme hakkı olmaz. Çünkü teslim aldıktan sonra meydana gelen
fazlalık kusur sebebiyle geri vermeyi önlemektedir.
Bunu yine şöyle
açıklayalım; vekil, müvekkili adına değeri binbeşyüz dirhem olan bir köleyi
bin dirheme satın alsa ve o köleyi vekilin elinde iken bir adam öldürmüş olsa,
cevabı ürün veren hurmalık hakkında verdiğimiz cevabın aynısıdır. Çünkü her
iki yerde de bu sebepten gelecek satışında olduğu gibi gerçek manada faiz
mevcut olmaz. İbrik meselesi de bunun gibidir. Vekil ibrikte kusur görüp
düşmandan satın alan da, müvekkil de o kusura razı olmasalar, ibrik verdiği
ücret karşılığı olarak vekilin olur. Verdiği ücret (fidye) ibrikte tartısından
fazla da olsa sakıncası olmaz. Çünkü aralarında meydana gelen işlem, her
bakımdan yeni yapılmış bir akit değildir ve faiz hükmü mevcut olmaz. En iyi
Allah bilir.[58]
[1] Bakara. 181
[2] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/1-16
[3] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/17-28
[4] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/29-33
[5] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/35-51
[6] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/53-59
[7] Fetih. 20.
[8] Enfâl, 1.
[9] Nisa, 3/6.
[10] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/61-68
[11] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/69-73
[12] Bakara, 2/191.
[13] Muhammed,47/4.
[14] Muhammed.47/4
[15] Tevbe.9/5.
[16] Bakara. 2/193.
[17] Bakara, 2/195.
[18] Hükmün nesh edildiği görüşü isabetli değildir. Çünkü
hükümlerden her birinin yeri ve şartı bulunmaktadır. Yerine göre şartları
oluştuğunda ikisi de uygulanır. Aralarında nesh durumu yoktur. Çünkü Kuı'an'm
tümünde bu anlamda nesh sözkonusu değildir. Bkz. Doç. Dr. M. Saîd Şimşek,
"Kıır'an'ın Anlaşılmasında îki Mesele". Yöneliş Yayınlan, İstanbul,
1992. (Çeviren)
[19] Ibn İshak, şair Ebû Azze'nin öldürüldüğünü söylüyorsa
da İbn Sellâm el-Cumahî bunun doğru olmadığını söylemektedir. Aksine daha sonra
cüzzama yakalandığını ve müslüman olup Allah'a daha iyi kul olduğunu
belirtmektedir. Bkz. İbn Sellâm el-Cumahî, Tabakatü Fuhuli'ş-Şuarâ, 1/254-256.
Matbaatü'I-Medehî, Kahire, tarihsiz, (Çeviren)
[20] İslama girmeleri için insanları zorlamak Kur'an'ın
kesin ifadeleri ile yasaklanmıştır. Bu ifadelerde Arap veya Arap olmayan
ayrımı da yoktur. Kur'an "Dinde zorlama yoktur" (Bakara,
256)-"Rabbin elileseydi yeryüzünde bulunanların tümünü inandırırdı,
öyleyken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?!" (Yunus. 99)
demekledir. (Çeviren)
[21] ÂI-iİmrân,3/118.
[22] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/75-87
[23] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/88-102
[24] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/103-108
[25] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/109-114
[26] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/115-121
[27] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/123-124
[28] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/125-133
[29] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/135-154
[30] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/155-158
[31] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/159-166
[32] Ayetin açık ve kesin hükmünü bırakıp bir insanın
şüpheii sözünü tercih ederek karar vermek yanlışlıktır. Ayetlerin neshedildiği
belirtilerek kişilerin görüşleri ile karar verildiği bütün yerlerde aynı yanlış
yapılmaktadır. (Çeviren)
[33] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/167-177
[34] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/179-182
[35] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş Yayınları:
3/183-198
[36] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/199-202
[37] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/203-204
[38] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/205-207
[39] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/209-210
[40] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/211-220
[41] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/221-226
[42] Müslüman olmadan önceki Türklerden sözedilmcktedir.
(Çeviren)
[43] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/227-231
[44] Talâk, 65/2.
[45] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/233-243
[46] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/245-250
[47] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/251-266
[48] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/267-270
[49] İslam hukukunda bu konu ile ilgili olarak farklı iki
bakış açısı bulunmaktadır. Şafiî, Mâliki, Hanbelî. Zahirîler ile Evzâî ve
Hanefilerden Ebû Yûsuf mûslUmanların gayr-i miisl imlerle de faizli maumeic
yapmasını haram saymaktadır. (Ebû Yûsuf. er-Rad ala Siyeri'l-Evzâî. s. $6-97;
Mâlik. Müdevvene, IV/97: Ahmet Özel. İslam Hukukunda Ülke Kavramı, s. 263;
Zuhaylî, Asâru'1-Harb. s. 182 Ebû Hanîfc ve Muhammed'e göre ise yapılan işlemde
müslümanın kesin kârlı çıkması şartıyla gayr-i müslemlerle faizli işlem yapması
caizdir. Bkz. el-Fctâva'l-Hindiyye. IH/248. (Editör)
[50] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/271-276
[51] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/277-281
[52] Bazı kaynaklar, kitabın telif edildiği sırada İmam Ebû
Yûsuf ile İmam Muhammed'in arasının açık olduğunu ve bu sebeple İmam
Muhammed'in o dönemde yazdığı kitaplarında Ebû Yûsuf'un görüşlerine: yer
vermediğini söyler
[53] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/283-288
[54] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/289-295
[55] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/297-318
[56] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/319-332
[57] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/333-340
[58] İmam-ı Serahsi, İslam Devletler Hukuku, Eğitaş
Yayınları, Cilt: 3/341-355