KÖLE AZAT ETMEK.. 1

Köleyi Azat Etmenin Hükmü. 1

VELAYET.. 2

Tedbir. 3

Tedbir (Efendinin Ölümüne Bağlı Azad) 3

İslamda Kölelik Müessesine Bakış. 4

 

 

 

KÖLE AZAT ETMEK

 

Köleyi Azat Etmenin Hükmü

 

Mülkünde tasarruf edebilmesi caiz olan herkesin kölesini azat etmesi sahihtir.

Köleyi azat etmek sarih olabileceği gibi, niyetle birlikte kinayi de olur. Kölesinin bir kısmını azat ederse, köle tamamıyla azat olur.

Itk, lügat anlamı serbest olmak demektir. Şeriatta ise Cenabı Allah'a yaklaşmak için bir kölenin üzerindeki efendisi olan sahibine ait mülkiye­tini kaldırmaktır.

Köle azat etmek sünnettir.

Azat; sarih olarak yani "Seni azat ettim." demesi ile azat olabileceği gibi kinaye olarak ta azat edebilir.

Kinayede niyet şarttır. Yani kalbinde azat edip o manada başka bir söz­le mesela,

"Sen hürsün." veya "Sen serbestsin." gibi sözlerle de köle azat edil­miş olur.

Delil olarak, Kuran-ı Kerim köle azadını insanın ahiret yolu üzerinde­ki sarp yokuşları aşmanın yollarından biri olarak tavsiye etmekte, yetimi doyurmak, fakir ve muhtaç kimseye sadaka vermekle eş tutmaktadır.

Yüce Allah şöyle buyurur:

"O (sarp yokuşu aşmak), köle azad etmek, yahut sıkıntılı bir günde ye­timi doyurmak veyahut hiç bir şeyi bulunmayan fakir ve miskinlere yar­dımcı olmaktır." (Beled: 90/11-13)

Özellikle kadın köle olan cariyeler hususunda şu noktaya Kuran-ı Ke­rim dikkatimizi ne güzel çekmektedir.

"Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceğiz diye namusu ile yaşamak isteyen cariyelerinizi asla fuhşa zorlamayın. Fuhşa zorlanan kö­le ve cariye hür olur." [1]

Dikkat edilirse (ileride işleyeceğimiz Ümmül veled konusunda da de­ğineceğimiz gibi) cariyeler ile cinsel ilişkiye girilince onlar (cariyeler) için bir azat yolu açılacak, doğumu gibi durumlarda artık onlar otomatikmen hür olacak. Efendileri hayatta olduğu sürece hizmet devam etmek kaydıyla artık satılamazlar, hibe edilmezler. Burdan anlaşılıyor ki kadın köle olan cariyelere fuhuş yapılma gözüyle bakılmayacaktır...

Hz. Peygamber (s.a.v.) çok sayıdaki hadisleri ile, müslümanları elleri altında bulunan köleleri azad etmeye teşvik etmiştir. Hadisi şerifte peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Hangi mümin, bir köleyi azat ederse, Allah da azat ettiği kölenin her uzvuna karşılık kendisinin bir uzvunu cehennem ateşinden azad eder." [2]

Başkası ile ortak olan bir kölesini azat ederse ve zengin biriyse ortağı­nın hissesinin bedelini ödeyerek köleyi tamamıyla azatlığına kavuşturur. Eğer zengin değilse kendisine ait olan payı azat olunur, diğer pay devam eder.

Bir kimse anne babasından veya çocuklarından herhangi birini başka­sından temellük ederek köle edinirse bunlar azat edilmiş olur. Zira dini­mizde herhangi birisi anne babasını veya çocuklarından birini köle edine­mez.

İmam Malik, İmam Şafii ve İman Ahmed'in görüşlerine göre başkası ile ortak olan bir kölesini azad eden efendi eğer zengin biri ise diğer orta­ğın hissesi de azatlanmış olur. Ancak ortağına ödemek zorundadır. Eğer hissesini azatlayan fakir ise ona herhangi bir şey lazım gelmez, köle sade­ce bir kısmı azatlanmış diğer kısmı devam eder.

Anne babasından ya da çocuklarından herhangi birinin köle olması du­rumunda bunlardan herhangi birisi başkasından mülk edinerek satın alın­dığı takdirde bunlar azad edilmiş olur. Zira İslam dininde herhangi birisi ana babasını ya da çocuğunu köle edinemez.

Delili. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Hiçbir çocuk, baba veyahut annesinin üzerindeki hakkını ödeyemez, meğer onu, herhangi bir kimsenin elinde köle olarak bulup da satın alıp azatlarsa...." [3]

 

VELAYET

 

Velayet azat olunan köleden sonra oluşan bir haktır. Vela, asabelerde oluşan veraset hükmü gibi oluşan bir hukuktur. Vela konusu olan hak, asabelerden erkek olanlara nakledilir. Velada oluşan asabelerdeki tertib, irste oluşan tertib gibidir.

Vela hakkının alım-satımı caiz değildir, hibe de edilemez.

Vela;yakınlık, sahiplik ve yardımlaşma manalarına gelen vela, ıstılahta köle azat eden kişinin azatlık olayından sonra oluşan bir haktır. Bazı İs­lam alimleri neseb akrabalığından sonra gelen ve azad eden kişiyi azad edilene varis kılan bir akrabalık bağıdır, demişlerdir. Bu görüşler çerçeve­sinde Feraiz bölümünde de görüldüğü gibi Erkeklerden varis olanlardan son sınıf olan "Mü'tik" (Köle azad eden erkek) vela hakkına sahiptir, bu velayet hakkı asabelerden erkek olan varislere nakledilerek devam eder. İşte köle azad eden efendi veya onun ölümünden sonraki asabeleri azat ettiği kölenin varisi olabilir hükmü burdan çıkmaktadır.

Delil, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Vela, köleyi azad edene ait olan bir haktır." [4]

Vela, yukarıda da ifade edildiği gibi satılamaz ve hibe edilemez.

Sahihi Müslim'in Şerhinde şöyle bir ifade vardır: Hz. Peygamber velanın satılmasını, alınmasını ve hibe edilmesi nehyetmiştir. Şafii alimlerin­den İmam Nevevi de bu konuda şöyle demiştir:

"Velanın alım satımı ve hibe edilmesi haramdır." [5]

 

 

Tedbir

 

Efendini kölesine, 'Ben ölünce sen hürsün' demesiyle artık o köle müdebber olur.

Müdebbir, azatlığı sahibinin ölümüne bağlı olup efendisinin malının üçte birinden çıkar. Sahibi hayatta olduğu sürece kölesinden tasarruf ede­bilir. Kölesi için aldığı o tedbir henüz hükümsüzdür. Müdebbir olan köle­nin hükmü efendisi hayatta olduğu sürece diğer köleler gibidir. [6]

 

Tedbir (Efendinin Ölümüne Bağlı Azad)

 

 Tedbir, efendinin kölesine "Ben öldükten sonra sen hürsün" anlamında bir söz söylemesidir. Kölesine bu sözü söyleyen kimseye Müdebbir, kendisine bu söz söylenen köleye de Müdebber denir.

Tedbir lugatta, bir işin yürütülmesi ile ilgili zorlukların çaresini önce­den düşünme ya da bir işin sonunu hesaplama gibi manalara gelir.

Istılahta ise, köle sahibi olan efendinin, kölenin hürriyeti kendi ölümü­ne bağlamaktadır. Şu halde efendi kölesine, 'Ben öldüğüm zaman sen hür­sün.' demesi tedbirdir.

Bütün İslam alimleri kişinin kölesini tedbir etmesini caiz olarak gör­müşler. Ama tedbirin vasiyet mi yoksa vasiyetten ayrı bir şey mi olduğun­da ihtilafa düşmüşlerdir. Bazı alimler tedbirin vasiyet ile aynı şey olduğu­nu söylemişse de, bir kısım alim de tedbirin vasiyetten daha da ayrı bir şey olduğunu ve "Tedbir, bozulması caiz olmayan bir tasarruftur. Vasiyet ise sahibi tarafından istendiği zaman iptal olunabilir." demişlerdir.

İmam Malik ve İmam-ı Şafii tedbirin vasiyet gibi olduğunu, efendinin istediği zaman vasiyet gibi onu bozabileceğini ifade etmişler ise de İmam Ebu Hanife ise tedbir hakkında şöyle görüş bildirir:

"Açık olan şudur ki efendi kölesine, ben ölünce sen hürsün, derse bu tedbirdir ve tedbirden artık dönüş yapılamaz. Efendinin ölümüyle köle azat olur." İmamı Malik'in tabilerinden İbnü'l Kasım, ve Eşheb gibi bü­yük alimler de bu görüştedirler. [7]

Tedbire delil olarak Peygamberimiz (s.a.v.)'in şu hadisi şerifi göstere­biliriz:

"Tedbir edilen köle malın üçte birinden çıkarılır." [8]

Tedbirin hibe gibi olduğunu söyleyen alimler de vardır.

Kölelik müessesesinin İslamın öngörmüş olduğu bu temel prensiplerle köleliğin menbaının çürütülmesi akıl sahibi kimseler için ibretlerle dolu düşünceler mevcuttur. [9]

 

İslamda Kölelik Müessesine Bakış

 

İslam hukukunda köleliğe bakış tarzı diğer batı hukuklarından tama­men farklıdır. Kölelikle ilgili romanları okuyan veya daha değişik şekilde kölelik ile ilgili bilgisi olan bir kimseye sorulduğu zaman hemen 'Ayakla­rına zincirler ellerine kelepçeler takılan, sopalarla dövülerek hayvan sürü­sü gibi bir yerden bir yere sevkedilen, bir kuru ekmeğe muhtaç, evi barı­nağı olmayan hep esarette yaşayan insanlar' gelir.

Suudi Arabistan cahilliği devrinde, cehalet o kadar yaygın hale gelmiş­ti ki hüküm sürebilen zenginler fakir ve kimsesizleri hep esaretleri altına alıp köleliği geliştirmekteydiler.

Bu hal öyle bir vaziyete geldi ki neredeyse bir yerde yaşayan insanla­rın yarısı köle idi. Bu kölelik bahsi geçince herkes Suudi köleliğini algı­lar. Halbuki Asr-ı Saadet'ten önce Suudi Arabistan'da yaygın olduğu gibi kölelik, dünyanın her tarafında vardı.

İslam dini, bu zulmü elbette gözardı etmemiş olmakla birlikte köleliği hemen kaldırabilecek bir durum da sergilemedi. Çünkü böyle bir işe he­men tevessül edilseydi, köle sahipleri açısından da bazı sorunlar sözkonusu olacaktı. Fakat olduğu gibi de bırakmadı.

Tedrici olarak köleliğin kaldırılması rçin menbaını, yani kökünü kurut­maya, kölelik izlerini azaltmaya, o günlerde yaygın olan hükümlere göre kölelere normal insan gibi bakmaya teşvik etmiştir.

İslam dini, köleliğin menbaını kurutmak için daha sonra müeyyide yo­luna da başvurarak bu büyük belayı kısmen de olsa yavaş yavaş kaldırma­yı başardı. Burada bîr hakikati ifade etmekte yarar görüyoruz.

İslam hukukunda hükümler iki kısımdır:

Birincisi,

İslamın doğrudan doğruya va'zettiği ve daha önceki hukuk sistemle­rinde bulunmayan hukuki hükümler. Bu durumda olan hükümler dini da­ha da tesirli hale getirerek hakim hale getirdi ki, burda bütün insanlar için maslahat olmuştur. İslam hukukçularımızın izahlarına göre bu çeşit hü­kümler tamamen insanlığın menfaati gereğidir. Bunların en başında Zekat müessesesi gelmektedir.

İkincisi,

İslamın doğrudan doğruya va'zetmediği belki daha önceki hukuk sis­temlerinde vahşi bir tarzda bulunan ve İslamiyetin onları medeni bir kalı­ba soktuğu hükümlerdir. Bunların da başında kölelik geliyor. İslam, köle­liği tasvib etmemekle beraber hemen yasak etmedi. Çünkü şart getirdiği kardeşlik müessesesi ile bu köleliği önce medeni bir kalıba sokup daha sonra tedrici olarak kaldırdı. Nitekim rnüslümanlar içerisinde öyle bir za­man geldi ki zekat alacak kimse kalmadığı gibi kölelik de haliyle ortadan kalkmış oldu.

İslam kardeşliği ve insanların birbirine şefkatle yaklaşmasını emret­miştir. Kuran-ı Kerim'deki bir çok ayeti kerimede bu konuda Yüce Allah,

"Eliniz altındakilere iyi davranınız." buyurmuştur.

Mükatebe durumuna giren (azat olabilmesi için imkânlara sahip olan) kölelere zekat verilip bu sistemin tasviye edilmesi.

Zıhar, yemini bozma, Ramazan ayında eşiyle cinsel birleşme dahi ve buna benzer bazı suçlardan dolayı dini bir müeyyide olarak konulan keffaretlerin birinci alternatifi olarak köle azat etmeyi şart koşması bunlara verilecek en bariz misallerdir. O halde İslam hukukunun köleye bakış açı­sı müsbet ve olumlu olarak bilinmelidir. Köleliği sistem olarak içten hezi­mete uğratır ve bu müesseseyi kölelikten hürriyete geçiş safhası olarak vasıflandırabiliriz. [10]

 

 

 

 

KİTABET

 

Kitabet, sahih olup aynı zamanda sünnettir. Bu şekildeki kitabet mik­tarı bilinen belirli bir değerle sahihtir. Bu değer peşin olduğu gibi vadeli yani tecilli olan borç ile de olur. Vadeli durumu olunca borcun süresi belli ve en az iki taksit olması gerekir.

Bu anlaşma seyyidi cihetinde lazım olup feshedilmez. Mukateb (azat­lığı şarta bağlanan köle) cihetinde de dilediği şekilde fesh hakkı vardır. Mukateb durumuna giren köle, taksit veya parasının kalan kısmını seyyidine ödedikten sonra elinde kalan parasından tasarruf hakkına sahiptir.

Kitabet konusunun eda edilebilmesi için seyyidin elinde olan kölenin mal ve parasını çalıştırıp onun yardımına sunmak vaciptir.

Mukateb durumuna giren köle borcun hepsini ödemeyene kadar azat olunmayarak, köleliği devam eder.

Kitabet; lugatta, usulüne göre bir şeyi yazmak manasındadır. Istılahta­ki anlamı ise, belirli bir zaman içerisinde ödenen paraya karşılık kölenin azat edilmesidir.

Kitabet, kazanabileceğinden emin olan bir kölenin seyyidine;

'Ben sana şu kadar para veririm beni azat et' ya da efendi kölesine, mesela; 'İki ay içerisinde iki bin dirhem getirsen artık hürsün.' demesi ile köle bu şartları yerine getirir getirmez hürriyetine kavuşur.

Kitabete delil, Peygamberimiz (s.a.v.)'ın şu hadisi şerifidir:

"Mukatib üzerinde (Kitabet anlaşması üzerinde) olan kölenin malın­dan bir dirhem dahi kalsa (ona da ödeyinceye kadar) köledir." [1]

Burdan anlaşılıyor ki kitabet caizdir. Köle ile efendisi arasında böyle bir mukaveleye girişmeleri dinimizce uygun görülmüştür. Yalnız efendi­nin dekölesini daha evvel bir ücret ile elde ettiği hesabı yapılarak kölenin üzerindeki kitabet parasının hepsini ödemedikçe hürriyetine kavuşmaz.

Kitabet akdi kölenin kendini ve malını, çalışıp kazanacağı bir miktar mal karşılığında efendisinden satın almasıdır. Buna göre kitabet akdinin rükünleri şunlardır:

1. Köle,

2. Kitabet bedeli.

3. Vade,

4. Kitabet akdinin deyimleri. [2]

Kitabet akdi için yapılan anlaşmanın en az iki taksit ile oluşması köle­nin lehine olan bir durumdur. Çünkü peşin olması veya bir taksite bağlanması köle için hayli zorluk teşkil edecektir.

Bilindiği gibi İslam dininin kölelik müessesesine bakış açısı diğer hu­kuk dallarının (!) bakış açılarından çok farklıdır. İslamın hukukla ilgili konularda teşri etmiş cezalardan en önemlilerinin 'köle azat etme' gayet düşündürücüdür.

Yapılan kitabet akdinde kendi malından köleye yardımcı olması vacip­tir. Böyle bir durumda efendinin kölesine yardımcı olması gerektiğine de Ayeti Kerime de delil olarak gösterilebilir:

"Köle ve cariyelerinizden sizinle mükatebe akdi yapmak isteyenlerle, eğer onlar hakkında hayırlı olacağına kani iseniz, onlar ile mükatebe ak­di yapınız ve bedeli ödemede yardımcı olmak gayesiyle Allah'ın size ver­diği maldan onlara veriniz." (Nur: 24/33) Bu ayeti kerimeden hareket eden bir kı­sım İslam hukukçularına göre, mükatebe isteğinde bulunan köleler için böyle bir akdi yapmak, köle için bir hak ve efendisi için bir dini görevdir.

Yukarıdaki ayet-i kerimenin zahiri anlamına bakılırsa bir vücubiyet yani bir gereklilik söz konusu olmaktadır. [3]

 

 



[1] Süneni Ebu Davud-Itk. 23/1 No. 3927.

[2] Bidayet'ül Müctehid, 4/183.

[3] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 608-609.

 

CARİYELİK KAVRAMI

 

Toplumumuzda cariyelik ve kölelik kavramları çok değişik şekilde al­gılanmaktadır. Hatta üzülerek ifade edelim ki özellikle cariye kelimesinin çok yanlış manalarda kullanıldığın ifade edilmesi gereken husus şudur:

Cariye tabiri ile köle tabiri arasında hukuki muhteva itibarıyla hiç bir mana farklılığı yoktur. Yani ikisi de kulluğa maruz kişiler olup erkeğine köle, kadınına ise cariye tabiri kullanılmaktadır.

Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi İslamın köleliğe bakış açısı, müey­yide ve medeni olacak şekilde haklar kalıbına yerleştirmek idi. Cariye için ise de hüküm aynen geçerlidir. Toplumda yerleşen mana ile cariye denilince 'sahibinin ve efendisinin istediği zaman cinsi arzularını tatmin için bir zevk aleti olarak kullandığı kadınlara cariye denir' şeklindedir ki bu mana İslam hukuku açısından tamamıyla yanlıştır. [1]

 

İslam'ın Cariyeliğe Bakış Açısı

 

Cariye denilen kadın köleler ile efendilerinin İslam hukukunun aradığı şartlara uymak kuralıyla karı-koca münasebetlerine girmeleri ve meşru bir zemin ile bunu bir evlilik müessesesi gibi yürütmeleri mümkündür.

Şu Ayet-i Kerime köle ve cariyelerin de meşru bir şekilde bu hakları­nın verilmesi gerektiğini ve onların da insan yerine konulup medeni ka­lıpta olduğunu belirler.

"Aranızda bekârları, erkek kölelerinizden ve ca­riyelerinizden durumu müsait olanları evlendiriniz. Eğer bunlar fakir ise­ler, Allah kendi lütfundan onları zenginleştirir." (Nur: 24/12) Şimdi bu hükmü gö­rünce sormak gerekmiyor mu?

Eğer her cariye efendisinin cinsi münasebetleri için kullandığı bir zevk aleti ise, bir efendi Kur'an'ın bu emri gereği başkasıyla hür veya erkek bir köle olabilir farketmez evlendirdiği cariyesi ile nasıl cinsi münasebeti­ni sürdürecektir. Haşa İslamda böyle bir hüküm kesinlikle yoktur.

Yukarıdaki hüküm ve açıklamadan sonra anlamamız gerekir ki, nasıl olacak. Efendi cariyesini evlendirecek, cariyesi başkasının karısı olacak. Kendisi de istediği gibi şehevi arzularını tatmin edecek, olmaz böyle şey.

Ancak bugün tıpkı olduğu gibi özellikle evlerde çalışan hizmetli ka­dınlar gibi, ama kölelik statüsünde olarak efendisinin evine gelip hizmet­lerini görmeye devam edecek. Efendisinin kölesi ve kocasının da karısı olacak. Demek ki cariye demek, kölenin kadını demektir. Efendisiyle is­tediği gibi karı-koca hayatı yaşayan ortalık kadını demek değildir.

Acaba cariyelik kavramında efendisi ile karı-koca hayatı yaşayan cariye yok mudur? Elbette o da vardır. Ama nasıl, açıklayalım:

İslam hukukunda cariye ile karı-koca hayatı yaşama şeri şartlar ve hü­kümler çerçevesinde ve bu statüde olan cariyeler de vardır. Bu durumda­kiler evli kadınların hükmüne tabi tutulurdu. Yani hemen hemen çok az hükümlerle evli kadınlarından ayrılmaktadır. Sadece efendisi ile yatıp kalkmakta ve bunun için belli sınırlar bulunmaktadır.

Bu mana ayırımı hakkında Rasulullah (s.a.v.)'den bir misal verelim.

Hz. Peygamberin kadın köleleri vardı. Bunlar iki kısım idi:

Birinci Kısım: Hz. Peygamberin karı-koca yaşadığı cariyelerdir. Bun­lara misal olarak önce yahudi olan ve sonradan İslamı kabul eden Reyhane Bint-i Zeyd'dir. Hz. Peygamber kendisine hürriyeti ve evliliği teklif etmesine rağmen, O cariye olarak Hz. Peygamber ile yaşamayı tercih et­miştir. Bu nedenle Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanında kalmaya devam et­miştir.

Bir diğer cariye de Peygamberimiz (s.a.v.)'in çocuklarından İbrahi­m'in annesi olan Kıpti asıllı Mariyye Bint-i Şemun'dur. Bu iki cariye de peygamberimiz (s.a.v.)'in diğer hanımları gibi muamele görmüşlerdir.

İkinci Kısım: Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanında bulunan ikinci kısım cariye ise başkaları ile evlendirdiği cariyelerdir. Yani bunlar Rasulullah'ın evinde hizmet ederlerdi. Ancak başka erkeklerle evli idiler. Bunlara misal olarak yine Rasulullah'ın erkek kölelerinden Zeyd ile evlendirdiği Ümmü Eymen'i ifade edebiliriz.

Burda anlamamız gerekir ki İslam, köle ve cariyeye müsbet bir bakış ile onları rahata kavuşturmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) vefat etmeden önce, bütün erkek kölelerini ve karı-koca hayatı yaşamadığı cariyelerini hürriyetlerine kavuşturmuş ve azad etmiştir. [2]

 



[1] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 611-612.

[2] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 612-613.



[1] Nur suresi, 33- Hukuk-u İslamıye Ö. Nasuhi Bilmen 4/33.

[2] Buhari, ıtk c. 3/117, Müslim, ıtk. No 21-1509.

[3] Müslim- Itk, 20/6 No. 1510; Tirmizi - Birr, 28/8 No. 1906.

Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 601-603.

[4] Buhari ve Müslim.

[5] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 604.

[6] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 605.

[7] Bidayet'ül-Müctehid, 4/203.

[8] İbni Mace - Itk, 19/1 No. 2514.

[9] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 605-606.

[10] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 606-607.