Tedbir (Efendinin Ölümüne Bağlı Azad)
İslamda Kölelik Müessesine Bakış
Mülkünde tasarruf
edebilmesi caiz olan herkesin kölesini azat etmesi sahihtir.
Köleyi azat etmek
sarih olabileceği gibi, niyetle birlikte kinayi de
olur. Kölesinin bir kısmını azat ederse, köle tamamıyla azat olur.
Itk, lügat anlamı serbest olmak demektir. Şeriatta ise
Cenabı Allah'a yaklaşmak için bir kölenin üzerindeki efendisi olan sahibine ait
mülkiyetini kaldırmaktır.
Köle azat etmek
sünnettir.
Azat; sarih olarak
yani "Seni azat ettim." demesi ile azat olabileceği gibi kinaye
olarak ta azat edebilir.
Kinayede niyet
şarttır. Yani kalbinde azat edip o manada başka bir sözle mesela,
"Sen
hürsün." veya "Sen serbestsin." gibi sözlerle de köle azat edilmiş
olur.
Delil olarak, Kuran-ı
Kerim köle azadını insanın ahiret yolu üzerindeki
sarp yokuşları aşmanın yollarından biri olarak tavsiye etmekte, yetimi
doyurmak, fakir ve muhtaç kimseye sadaka vermekle eş tutmaktadır.
Yüce Allah şöyle
buyurur:
"O (sarp yokuşu aşmak), köle azad
etmek, yahut sıkıntılı bir günde yetimi doyurmak veyahut hiç bir şeyi
bulunmayan fakir ve miskinlere yardımcı olmaktır." (Beled: 90/11-13)
Özellikle kadın köle
olan cariyeler hususunda şu noktaya Kuran-ı Kerim dikkatimizi ne güzel çekmektedir.
"Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde
edeceğiz diye namusu ile yaşamak isteyen cariyelerinizi asla fuhşa zorlamayın.
Fuhşa zorlanan köle ve cariye hür olur." [1]
Dikkat edilirse
(ileride işleyeceğimiz Ümmül veled
konusunda da değineceğimiz gibi) cariyeler ile cinsel ilişkiye girilince onlar
(cariyeler) için bir azat yolu açılacak, doğumu gibi durumlarda artık onlar otomatikmen hür olacak. Efendileri hayatta olduğu sürece
hizmet devam etmek kaydıyla artık satılamazlar, hibe edilmezler. Burdan anlaşılıyor ki kadın köle olan cariyelere fuhuş
yapılma gözüyle bakılmayacaktır...
Hz. Peygamber (s.a.v.) çok sayıdaki hadisleri ile, müslümanları elleri altında bulunan köleleri azad etmeye teşvik etmiştir. Hadisi şerifte peygamberimiz
(s.a.v.) şöyle buyurur:
"Hangi mümin, bir köleyi azat ederse, Allah da
azat ettiği kölenin her uzvuna karşılık kendisinin bir uzvunu cehennem
ateşinden azad eder." [2]
Başkası ile ortak olan
bir kölesini azat ederse ve zengin biriyse ortağının hissesinin bedelini
ödeyerek köleyi tamamıyla azatlığına kavuşturur. Eğer zengin değilse kendisine
ait olan payı azat olunur, diğer pay devam eder.
Bir kimse anne
babasından veya çocuklarından herhangi birini başkasından temellük ederek köle
edinirse bunlar azat edilmiş olur. Zira dinimizde herhangi birisi anne
babasını veya çocuklarından birini köle edinemez.
İmam Malik, İmam Şafii
ve İman Ahmed'in görüşlerine göre başkası ile ortak
olan bir kölesini azad eden efendi eğer zengin biri
ise diğer ortağın hissesi de azatlanmış olur. Ancak
ortağına ödemek zorundadır. Eğer hissesini azatlayan fakir ise ona herhangi bir
şey lazım gelmez, köle sadece bir kısmı azatlanmış
diğer kısmı devam eder.
Anne babasından ya da çocuklarından herhangi birinin köle olması durumunda
bunlardan herhangi birisi başkasından mülk edinerek satın alındığı takdirde
bunlar azad edilmiş olur. Zira İslam dininde herhangi
birisi ana babasını ya da çocuğunu köle edinemez.
Delili. Peygamberimiz
(s.a.v.) şöyle buyurur:
"Hiçbir çocuk, baba veyahut annesinin üzerindeki
hakkını ödeyemez, meğer onu, herhangi bir kimsenin elinde köle olarak bulup da
satın alıp azatlarsa...." [3]
Velayet azat olunan
köleden sonra oluşan bir haktır. Vela, asabelerde oluşan veraset hükmü gibi oluşan bir hukuktur. Vela konusu olan hak, asabelerden
erkek olanlara nakledilir. Velada oluşan asabelerdeki tertib, irste oluşan
tertib gibidir.
Vela hakkının alım-satımı caiz değildir, hibe de edilemez.
Vela;yakınlık, sahiplik ve yardımlaşma manalarına gelen vela, ıstılahta köle azat eden kişinin azatlık olayından
sonra oluşan bir haktır. Bazı İslam alimleri neseb
akrabalığından sonra gelen ve azad eden kişiyi azad edilene varis kılan bir akrabalık bağıdır,
demişlerdir. Bu görüşler çerçevesinde Feraiz
bölümünde de görüldüğü gibi Erkeklerden varis olanlardan son sınıf olan "Mü'tik" (Köle azad eden
erkek) vela hakkına sahiptir, bu velayet hakkı asabelerden erkek olan varislere nakledilerek devam eder.
İşte köle azad eden efendi veya onun ölümünden
sonraki asabeleri azat ettiği kölenin varisi olabilir
hükmü burdan çıkmaktadır.
Delil, Peygamberimiz
(s.a.v.) şöyle buyurur:
"Vela, köleyi azad edene ait olan bir haktır." [4]
Vela, yukarıda da ifade edildiği gibi satılamaz ve hibe
edilemez.
Sahihi Müslim'in
Şerhinde şöyle bir ifade vardır: Hz. Peygamber velanın satılmasını, alınmasını ve hibe edilmesi nehyetmiştir. Şafii alimlerinden İmam Nevevi
de bu konuda şöyle demiştir:
"Velanın
alım satımı ve hibe edilmesi haramdır." [5]
Efendini kölesine,
'Ben ölünce sen hürsün' demesiyle artık o köle müdebber
olur.
Müdebbir, azatlığı sahibinin
ölümüne bağlı olup efendisinin malının üçte birinden çıkar. Sahibi hayatta
olduğu sürece kölesinden tasarruf edebilir. Kölesi için aldığı o tedbir henüz
hükümsüzdür. Müdebbir olan kölenin hükmü efendisi hayatta olduğu sürece diğer
köleler gibidir. [6]
Tedbir, efendinin kölesine "Ben öldükten
sonra sen hürsün" anlamında bir söz söylemesidir. Kölesine bu sözü
söyleyen kimseye Müdebbir, kendisine bu söz söylenen köleye de Müdebber denir.
Tedbir lugatta, bir işin yürütülmesi ile ilgili zorlukların
çaresini önceden düşünme ya da bir işin sonunu
hesaplama gibi manalara gelir.
Istılahta ise, köle
sahibi olan efendinin, kölenin hürriyeti kendi ölümüne bağlamaktadır. Şu halde
efendi kölesine, 'Ben öldüğüm zaman sen hürsün.' demesi tedbirdir.
Bütün İslam alimleri
kişinin kölesini tedbir etmesini caiz olarak görmüşler. Ama tedbirin vasiyet
mi yoksa vasiyetten ayrı bir şey mi olduğunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazı
alimler tedbirin vasiyet ile aynı şey olduğunu söylemişse de, bir kısım alim
de tedbirin vasiyetten daha da ayrı bir şey olduğunu ve "Tedbir, bozulması
caiz olmayan bir tasarruftur. Vasiyet ise sahibi tarafından istendiği zaman
iptal olunabilir." demişlerdir.
İmam Malik ve İmam-ı
Şafii tedbirin vasiyet gibi olduğunu, efendinin istediği zaman vasiyet gibi onu
bozabileceğini ifade etmişler ise de İmam Ebu Hanife ise tedbir hakkında şöyle görüş bildirir:
"Açık olan şudur
ki efendi kölesine, ben ölünce sen hürsün, derse bu tedbirdir ve tedbirden
artık dönüş yapılamaz. Efendinin ölümüyle köle azat olur." İmamı Malik'in
tabilerinden İbnü'l Kasım, ve Eşheb
gibi büyük alimler de bu görüştedirler. [7]
Tedbire delil olarak
Peygamberimiz (s.a.v.)'in şu hadisi şerifi gösterebiliriz:
"Tedbir edilen köle malın üçte birinden
çıkarılır." [8]
Tedbirin hibe gibi
olduğunu söyleyen alimler de vardır.
Kölelik müessesesinin İslamın öngörmüş olduğu bu temel prensiplerle köleliğin menbaının çürütülmesi akıl sahibi kimseler için ibretlerle
dolu düşünceler mevcuttur. [9]
İslam hukukunda
köleliğe bakış tarzı diğer batı hukuklarından tamamen farklıdır. Kölelikle
ilgili romanları okuyan veya daha değişik şekilde kölelik ile ilgili bilgisi
olan bir kimseye sorulduğu zaman hemen 'Ayaklarına zincirler ellerine
kelepçeler takılan, sopalarla dövülerek hayvan sürüsü gibi bir yerden bir yere
sevkedilen, bir kuru ekmeğe muhtaç, evi barınağı
olmayan hep esarette yaşayan insanlar' gelir.
Suudi Arabistan
cahilliği devrinde, cehalet o kadar yaygın hale gelmişti ki hüküm sürebilen
zenginler fakir ve kimsesizleri hep esaretleri altına alıp köleliği
geliştirmekteydiler.
Bu hal öyle bir
vaziyete geldi ki neredeyse bir yerde yaşayan insanların yarısı köle idi. Bu
kölelik bahsi geçince herkes Suudi köleliğini algılar. Halbuki Asr-ı Saadet'ten önce Suudi Arabistan'da yaygın olduğu gibi
kölelik, dünyanın her tarafında vardı.
İslam dini, bu zulmü
elbette gözardı etmemiş olmakla birlikte köleliği
hemen kaldırabilecek bir durum da sergilemedi. Çünkü böyle bir işe hemen
tevessül edilseydi, köle sahipleri açısından da bazı sorunlar sözkonusu olacaktı. Fakat olduğu gibi de bırakmadı.
Tedrici olarak
köleliğin kaldırılması rçin menbaını,
yani kökünü kurutmaya, kölelik izlerini azaltmaya, o günlerde yaygın olan
hükümlere göre kölelere normal insan gibi bakmaya teşvik etmiştir.
İslam dini, köleliğin menbaını kurutmak için daha sonra müeyyide yoluna da
başvurarak bu büyük belayı kısmen de olsa yavaş yavaş
kaldırmayı başardı. Burada bîr hakikati ifade etmekte yarar görüyoruz.
İslam hukukunda
hükümler iki kısımdır:
Birincisi,
İslamın doğrudan doğruya va'zettiği
ve daha önceki hukuk sistemlerinde bulunmayan hukuki hükümler. Bu durumda olan
hükümler dini daha da tesirli hale getirerek hakim hale getirdi ki, burda bütün insanlar için maslahat olmuştur. İslam
hukukçularımızın izahlarına göre bu çeşit hükümler tamamen insanlığın menfaati
gereğidir. Bunların en başında Zekat müessesesi gelmektedir.
İkincisi,
İslamın doğrudan doğruya va'zetmediği
belki daha önceki hukuk sistemlerinde vahşi bir tarzda bulunan ve İslamiyetin onları medeni bir kalıba soktuğu hükümlerdir.
Bunların da başında kölelik geliyor. İslam, köleliği tasvib
etmemekle beraber hemen yasak etmedi. Çünkü şart getirdiği kardeşlik müessesesi
ile bu köleliği önce medeni bir kalıba sokup daha sonra tedrici olarak
kaldırdı. Nitekim rnüslümanlar içerisinde öyle bir zaman
geldi ki zekat alacak kimse kalmadığı gibi kölelik de haliyle ortadan kalkmış
oldu.
İslam kardeşliği ve
insanların birbirine şefkatle yaklaşmasını emretmiştir. Kuran-ı Kerim'deki bir
çok ayeti kerimede bu konuda Yüce Allah,
"Eliniz altındakilere iyi davranınız." buyurmuştur.
Mükatebe durumuna giren (azat olabilmesi için imkânlara sahip
olan) kölelere zekat verilip bu sistemin tasviye edilmesi.
Zıhar, yemini bozma, Ramazan ayında eşiyle cinsel birleşme
dahi ve buna benzer bazı suçlardan dolayı dini bir müeyyide olarak konulan keffaretlerin birinci alternatifi olarak köle azat etmeyi
şart koşması bunlara verilecek en bariz misallerdir. O halde İslam hukukunun
köleye bakış açısı müsbet ve olumlu olarak
bilinmelidir. Köleliği sistem olarak içten hezimete uğratır ve bu müesseseyi
kölelikten hürriyete geçiş safhası olarak
vasıflandırabiliriz. [10]
Kitabet, sahih olup
aynı zamanda sünnettir. Bu şekildeki kitabet miktarı bilinen belirli bir
değerle sahihtir. Bu değer peşin olduğu gibi vadeli yani tecilli olan borç ile
de olur. Vadeli durumu olunca borcun süresi belli ve en az iki taksit olması
gerekir.
Bu anlaşma seyyidi cihetinde lazım olup feshedilmez. Mukateb (azatlığı şarta bağlanan köle) cihetinde de
dilediği şekilde fesh hakkı vardır. Mukateb durumuna giren köle, taksit veya parasının kalan
kısmını seyyidine ödedikten sonra elinde kalan
parasından tasarruf hakkına sahiptir.
Kitabet konusunun eda
edilebilmesi için seyyidin elinde olan kölenin mal ve
parasını çalıştırıp onun yardımına sunmak vaciptir.
Mukateb durumuna giren köle borcun hepsini ödemeyene kadar
azat olunmayarak, köleliği devam eder.
Kitabet; lugatta, usulüne göre bir şeyi yazmak manasındadır.
Istılahtaki anlamı ise, belirli bir zaman içerisinde ödenen paraya karşılık
kölenin azat edilmesidir.
Kitabet,
kazanabileceğinden emin olan bir kölenin seyyidine;
'Ben sana şu kadar
para veririm beni azat et' ya da efendi kölesine, mesela;
'İki ay içerisinde iki bin dirhem getirsen artık hürsün.' demesi ile köle bu
şartları yerine getirir getirmez hürriyetine kavuşur.
Kitabete delil,
Peygamberimiz (s.a.v.)'ın şu hadisi şerifidir:
"Mukatib üzerinde
(Kitabet anlaşması üzerinde) olan kölenin malından bir dirhem dahi kalsa (ona
da ödeyinceye kadar) köledir." [1]
Burdan anlaşılıyor ki kitabet caizdir. Köle ile efendisi
arasında böyle bir mukaveleye girişmeleri dinimizce uygun görülmüştür. Yalnız
efendinin dekölesini daha evvel bir ücret ile elde
ettiği hesabı yapılarak kölenin üzerindeki kitabet parasının hepsini ödemedikçe
hürriyetine kavuşmaz.
Kitabet akdi kölenin
kendini ve malını, çalışıp kazanacağı bir miktar mal karşılığında efendisinden
satın almasıdır. Buna göre kitabet akdinin rükünleri şunlardır:
1. Köle,
2. Kitabet
bedeli.
3. Vade,
4. Kitabet
akdinin deyimleri. [2]
Kitabet akdi için
yapılan anlaşmanın en az iki taksit ile oluşması kölenin lehine olan bir
durumdur. Çünkü peşin olması veya bir taksite bağlanması köle için hayli zorluk
teşkil edecektir.
Bilindiği gibi İslam
dininin kölelik müessesesine bakış açısı diğer hukuk dallarının (!) bakış
açılarından çok farklıdır. İslamın hukukla ilgili
konularda teşri etmiş cezalardan en önemlilerinin 'köle azat etme' gayet
düşündürücüdür.
Yapılan kitabet
akdinde kendi malından köleye yardımcı olması vaciptir. Böyle bir durumda
efendinin kölesine yardımcı olması gerektiğine de Ayeti Kerime de delil olarak
gösterilebilir:
"Köle ve cariyelerinizden sizinle mükatebe akdi yapmak isteyenlerle, eğer onlar hakkında
hayırlı olacağına kani iseniz, onlar ile mükatebe akdi
yapınız ve bedeli ödemede yardımcı olmak gayesiyle Allah'ın size verdiği
maldan onlara veriniz." (Nur:
24/33) Bu ayeti kerimeden hareket eden bir kısım İslam hukukçularına göre, mükatebe isteğinde bulunan köleler için böyle bir akdi
yapmak, köle için bir hak ve efendisi için bir dini görevdir.
Yukarıdaki ayet-i
kerimenin zahiri anlamına bakılırsa bir vücubiyet
yani bir gereklilik söz konusu olmaktadır. [3]
[1] Süneni Ebu Davud-Itk. 23/1 No. 3927.
[2] Bidayet'ül Müctehid, 4/183.
[3] Kadı Ebu Şuca’,
Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 608-609.
Toplumumuzda cariyelik
ve kölelik kavramları çok değişik şekilde algılanmaktadır. Hatta üzülerek
ifade edelim ki özellikle cariye kelimesinin çok yanlış manalarda kullanıldığın
ifade edilmesi gereken husus şudur:
Cariye tabiri ile köle
tabiri arasında hukuki muhteva itibarıyla hiç bir mana farklılığı yoktur. Yani
ikisi de kulluğa maruz kişiler olup erkeğine köle, kadınına ise cariye tabiri
kullanılmaktadır.
Daha evvel de ifade ettiğimiz
gibi İslamın köleliğe bakış açısı, müeyyide ve
medeni olacak şekilde haklar kalıbına yerleştirmek idi. Cariye için ise de
hüküm aynen geçerlidir. Toplumda yerleşen mana ile cariye denilince 'sahibinin ve
efendisinin istediği zaman cinsi arzularını tatmin için bir zevk aleti olarak
kullandığı kadınlara cariye denir' şeklindedir ki bu mana İslam hukuku
açısından tamamıyla yanlıştır. [1]
Cariye denilen kadın
köleler ile efendilerinin İslam hukukunun aradığı şartlara uymak kuralıyla
karı-koca münasebetlerine girmeleri ve meşru bir zemin ile bunu bir evlilik
müessesesi gibi yürütmeleri mümkündür.
Şu Ayet-i Kerime köle
ve cariyelerin de meşru bir şekilde bu haklarının verilmesi gerektiğini ve
onların da insan yerine konulup medeni kalıpta olduğunu belirler.
"Aranızda bekârları, erkek kölelerinizden ve cariyelerinizden
durumu müsait olanları evlendiriniz. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfundan onları zenginleştirir." (Nur: 24/12) Şimdi bu hükmü görünce sormak gerekmiyor
mu?
Eğer her cariye
efendisinin cinsi münasebetleri için kullandığı bir zevk aleti ise, bir efendi Kur'an'ın bu emri gereği başkasıyla hür veya erkek bir köle
olabilir farketmez evlendirdiği cariyesi ile nasıl
cinsi münasebetini sürdürecektir. Haşa İslamda böyle
bir hüküm kesinlikle yoktur.
Yukarıdaki hüküm ve
açıklamadan sonra anlamamız gerekir ki, nasıl olacak. Efendi cariyesini
evlendirecek, cariyesi başkasının karısı olacak. Kendisi de istediği gibi
şehevi arzularını tatmin edecek, olmaz böyle şey.
Ancak bugün tıpkı
olduğu gibi özellikle evlerde çalışan hizmetli kadınlar gibi, ama kölelik
statüsünde olarak efendisinin evine gelip hizmetlerini görmeye devam edecek.
Efendisinin kölesi ve kocasının da karısı olacak. Demek ki cariye demek, kölenin
kadını demektir. Efendisiyle istediği gibi karı-koca hayatı yaşayan ortalık
kadını demek değildir.
Acaba cariyelik
kavramında efendisi ile karı-koca hayatı yaşayan cariye yok mudur? Elbette o da
vardır. Ama nasıl, açıklayalım:
İslam hukukunda cariye
ile karı-koca hayatı yaşama şeri şartlar ve hükümler
çerçevesinde ve bu statüde olan cariyeler de vardır. Bu durumdakiler evli
kadınların hükmüne tabi tutulurdu. Yani hemen hemen
çok az hükümlerle evli kadınlarından ayrılmaktadır. Sadece efendisi ile yatıp
kalkmakta ve bunun için belli sınırlar bulunmaktadır.
Bu mana ayırımı
hakkında Rasulullah (s.a.v.)'den bir misal verelim.
Hz. Peygamberin kadın köleleri vardı. Bunlar iki kısım
idi:
Birinci Kısım:
Hz. Peygamberin karı-koca yaşadığı cariyelerdir. Bunlara
misal olarak önce yahudi olan ve sonradan İslamı kabul eden Reyhane Bint-i Zeyd'dir. Hz. Peygamber kendisine hürriyeti ve evliliği teklif
etmesine rağmen, O cariye olarak Hz. Peygamber ile
yaşamayı tercih etmiştir. Bu nedenle Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanında kalmaya
devam etmiştir.
Bir diğer cariye de
Peygamberimiz (s.a.v.)'in çocuklarından İbrahim'in annesi olan Kıpti asıllı Mariyye Bint-i Şemun'dur. Bu iki cariye de peygamberimiz (s.a.v.)'in diğer
hanımları gibi muamele görmüşlerdir.
İkinci Kısım: Peygamberimiz
(s.a.v.)'in yanında bulunan ikinci kısım cariye ise başkaları ile evlendirdiği
cariyelerdir. Yani bunlar Rasulullah'ın evinde hizmet
ederlerdi. Ancak başka erkeklerle evli idiler. Bunlara misal olarak yine Rasulullah'ın erkek kölelerinden Zeyd
ile evlendirdiği Ümmü Eymen'i
ifade edebiliriz.
Burda anlamamız gerekir ki İslam, köle ve cariyeye müsbet bir bakış ile onları rahata kavuşturmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.) vefat etmeden önce, bütün erkek kölelerini ve karı-koca
hayatı yaşamadığı cariyelerini hürriyetlerine kavuşturmuş ve azad etmiştir. [2]
[1] Nur suresi, 33- Hukuk-u İslamıye
Ö. Nasuhi Bilmen 4/33.
[2] Buhari, ıtk
c. 3/117, Müslim, ıtk. No 21-1509.
[3] Müslim- Itk, 20/6 No. 1510; Tirmizi - Birr, 28/8 No. 1906.
Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 601-603.
[4] Buhari ve Müslim.
[5] Kadı Ebu Şuca’,
Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 604.
[6] Kadı Ebu Şuca’,
Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 605.
[7] Bidayet'ül-Müctehid, 4/203.
[8] İbni Mace
- Itk, 19/1 No. 2514.
[9] Kadı Ebu Şuca’,
Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 605-606.
[10] Kadı Ebu Şuca’,
Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 606-607.