Namaz Kılınması Caiz Olmayan Ve
Mekruh Olan Vlkitler :
Kendisine Nafile Namaz Kılmanın
Mekruh Olduğu Dokuz Vakit :
Ezanın Sıfatları Ve Müezzinin Ahvali
Ezan Ve Kametin Kelimeleri,
Özellikleri Ve Müezzine İcabet:
Kendisi İle Avret Mahalli
Örtülebilecek Şeyler :
Dokuz Yerde Namaz Kılmak Mekruhtur :
İstikbâli Kıble (Namazda Kıbleye
Dönmek)
Bilgi Durumları İtibariyle, Namaz
Kılan Kimselerin Dereceleri
Farz mı. Nafile ini Kıldığını
Bilmeyen Kimse:
Namazın Keyfiyyetî (=Nâmaz Nasıl Kılınır?)
Zelletü'l Kârî (Namazda Kur'ân Okuyan Kimsenin Hata
Etmesi)
İmamete Kimin Daha Çok Hak Sahibi
Olduğu
Başkasına İmâm Olması Caiz Olan Ve
Olmayan Kimseler
İktidânın Sıhhatine Manî Olan Ve Olmayan Hâller
İmâmın Ve İmâma Uyan Kimselerin
Yerleri
İmâma Tabi Olunacak Ve Olunmayacak
Yerler
İmamet Ve Cemaat Konusu İle İlgili
Bazı Meseleler
6- NAMAZDA İKEN HADES VÂKİ OLMASI
(=ABDESTİN BOZULMASI)
Binanın ( = Namazın Kalan Kısmım
Tamamlamanın) Şartları
Bu Konu İle İlgili Bazı Meseleler :
7- NAMAZI BOZAN ŞEYLER VE NAMAZIN MEKRUHLARI
:
Namazda Mekruh Olan Ve Mekruh Olmayan
Şeyler
Namazın Mekruhları İle İlgili Bazı
Mes'eleler
Mescidlerle İlgili Bazı 'Meseleler
Abdest Aldıktan Sonra Kılınan Nama:
Gece Namazı (=Teheccüt Namazı):
Nafile Namazlarla İlgili Bazı
Meseleler
Bu Konu İle İlgili Muhtelif
Mes'eleler
Kaç Rek At Kılındığı Hakkında, İmâm
İle Muktedî Arasında Çıkan İhtilaf Ve Şüphe
15- MİSAFİRİN (= YOLCUNUN) NAMAZI
Gemide Ve Hayvan Üzerinde Kılınan
Namazlarla İlgili Hükümler
Hayvan Üzerinde Kılınan Namaz :
Cuma Namazının Vücubunun Şartları :
Teşrik Günlerinde Alınan Tekbirler
Teşrik Tekbirlerinin Adedi Ve
Mahiyeti :
Teşrik Tekbirlerinin Şartları :
Kabir, Defin Ve Ölünün Kabirden Başka
Bir Yere Nakledilmesi
Bu Konu İle İlgili Bazı Meseleler :
Şehidlik Ve Şehidlerle İlgili
Hükümler
Namaz, hükmolunmuş bir
farzdır. Terkedilmesine la ruhsat
yoktur. Namazın farzîyetini inkar eden, kafir olur. Hulâ-sâ'da da böyledir.
Farz olduğunu inkar
etmeksizin, namazı kasden terk eden kimse, Öldürülmez. Ancak, tevbe edinceye
kadar hapsolunur. Mec-mû'atü'l - Bahreyn'de de böyledir.
Bize (mezhebimize)
göre, namazın farz olması, bir namaz kılacak kadar vaktin sonuna taalluk eder.
Bir kafir müslüman
olsa, bir çocuk bulûğa erse, bir mecnûn (deli) ifâkat bulsa (iyileşse), hayızlı
bir kadm temizlense, bu durumda eğer bir namaz kılacak kadar vakit var ise, bu
kimselerin üzerine, namaz kılmak farz olur, Muhtârül - Fetâvâ'da da böyledir.
Bir ebe, namazla
meşgul olunca, çocuğun öleceğinden korkarsa, o ebenin, namazı, vaktinden
sonraya bırakması caiz olur.
Hırsız ve benzeri
sebeplerle de, namaz geriye bırakılabilir. Hulâsa d a da böyledir.
Dinimizin temel direği olan
NAMAZ'in, bütün açıklığı ve tafsilâtı ile anlatıldığı bu KÎTAB'ta 22 bab vardır
: [1]
Sabah namazının vakti,
subhu sâdıktan başlar. Subh-u Sâdık: Güneşin doğacağı vakte kadar, doğu ufkunda
yayılan beyazlıktır. Sub-u kâzıb de : Ufukta, uzunlamasına başlayıp, sonra,
arkasını karanlık takip eden beyazlıktır. Sabah namazının vaktinin girmesi
hususunda, subh-u kâzîb'e itibar edilmez. Bununla, sabah namazının vaktinin
girmediği gibi, oruç tutacak kimsenin de, o anda, bir şey yiyip içmesi, haram
olmaz. Kâfi'de de böyledir:
Âlimler, ikinci fecrin (subh-u sâdık'm) ne
zaman doğmaya başlıyacağı hususunda, görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazıları:
«Doğu ufkundaki beyazlık, dağınık halde iken, ikinci fecir başlar.» dediler.
Muhryt'te de böyledir.
Bazıları da : «Bu
beyazlık dağıldığı zaman, ikinci fecir başlar» dediler. Âlimlerin ekserisi bu
görüştedirler. Muhtârül - Fetâvâ'da da böyledir.
Oruçda ve yatsı
namazının vaktinin sonu hususunda, ihtiyat olarak, birinci fecre itibar
olunur. Namazda ise itibar, ikinci fecredir. Şerhi Vikâye'de de böyledir. [2]
Öğle namazının vakti,
zeval vaktinden başlar ve bir şeyin gölgesi, zeval vaktindeki gölgesinden
başka iki misline vardığı zamana kadar
devam eder. Kâfi'de de böyledir. Sahih olan budur. Serahsi'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Zeval : Her şahsın
gölgesinin, doğu tarafına doğru düşmeye başladığı vakittir. Kâfi'de de
böyjledir.
Zeval Vaktini, doğru
tesbit etmenin yolu şudur : Düz bir ağaç parçasını bir yere ,dikmeli.
Bu -durumda,
gölgesinin boyu noksanlaşip kısaldıkça, güneş yükseliyor demektir.
Gölgenin kısalması
bitip, artmaya başladığı an, bilinir ki, güneş zevale ermiştir. Bu an, hadd-i
irtafâ; yani güneşin en yüksek noktada bulunduğu andır.
Gölgenin uzamaya
başladığı anda yani zeval vaktinde, yere dikmiş olduğumuz, düz ağaç parçasının
ucuna, bir işaret koyalım, işaret koyduğumuz bu yerden, diktiğimiz şeye varana
kadar olan mesafe, fey'i zeval (= zeval
anındaki gölge) olur.
Güneş, batıya dönmüş
olduğuna göre, diktiğimiz şeyin, doğu istikâmetine meyletmiş olan gölgesi,
gittikçe artıp uzayacak demektir.
Diktiğimiz şeyin gölgesinin uzunluğu, fey'i
zevalden o şeyin zeval vaktindeki gölgesinden) başka, dikilen şeyin gölgesinin
iki katı oMuğu zaman, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) 'ye göre, öğle namazının
vakti çıkmış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. Doğru olan yol da, budur.
Zahirîyye'de de böyledir.
«İhtiyata uyyun olan,
öğle namazını gölgenin bir misli olmasından önce kılmak, ikindi namazını ise,
gölgenin, dikilen şeyin iki misli olmasından sonra kılmaktır. Böylece, bu iki
namazın, tam vakitlerinde kılınmış olduklarına, kesin kanâat hasıl olmuş olur.»
demişlerdir. [3]
İkindi namazının
vakti, fey'i zevalden başka, gölgenin, iki misli olduğu zamandan başlar ve
güneşin batmasına kadar devam eder. [4]
Akşam namazının vakti,
güneşin batması ile başlar, şafağın kaybolmasına kadar devam eder.
Şafak : İmameyn'e
göre, güneş battıktan sonra, batıda meydana gelen kızıllıktır. Fetva da
bununla verilir.
Fakat, Vikaye
Şerhi'nde ve Ebû Haııife CR.A.) nm kavlinde Şafak : Kızıllığın kaybolmasından
sonra ortaya çıkan beyazlıktır. Kudûrî'de de böyledir.
İmâmeyn'in kavilleri,
insanlar için daha ruhsatlıdır ve genişliktir.
İmâm-' A'zam (RJV.)'ın
kavli ise, ihtiyata daha muvafıktır.
Namaz hakkında
aslolan, ondaki rüknün ve şartın sabit olduğuna, mutlaka kalbin tam bir
şekilde kanaat etmesidir. Nihâye'de bu husus, Şeyhul - İslâm'ın Möbsût'u üe el
- Esrâr'dan nakledilmiştir. [5]
Yatsı namazının ve
vitir namazının vakti, batıdaki şafağın kaybolması ile başlar; sabah namazının
vaktine kadar devam eder. Kâ-fî'de de böyledir.
Vitir namazı, yatsı
namazından önce kılınmaz. Çünkü burada, tertîb vacibtir. Burada, vitir
namazınm, yatsı namazından önce kılmmaması, vitir namazının bir vaktinin
olmaması demek değildir. Burada tertib, vacib olduğu için böyle denilmiştir.
Hatta, bir kimse
unutarak, vitir namazını yatsı namazından önce kılmış olsa veya her ikisini de
kılsa da, sonradan yatsı namazının, herhangi
bir sebeble sahih ve makbul olarak kılınmış olmadığı ortaya çıksa, bu kimsenin vitir
namazı sahih olur. Sadece, yatsı namazını yeniden kılması gerekir. Bu görüş,
Ebû Hanîfe (R. A.)'ye aittir. Ve O'na göre : Unutmak ve benzeri diğer
özürlerle, burada tertib sakıt olur.
Bir kimse için, yatsı
ve vitir namazlarının vakti girmese, şöyleki : Bir memlekette, batıdan şafak
batar batmaz fecir doğuyor veya batıdan şafak kaybolmadan sabah oluyorsa,
böyle bir memlekette yaşayanlara, yatsı w vitir namazları vâcib olmaz. Tebyîn'de
de böyledir. [6]
Sabah namazını bir
miktarte'hir etmek müstehabtır. Ancak, güneşin, doğup doğmadığında tereddüt
hasıl olacak kadar da, te'hir edilmez.
O Fakat, sabah namazı,
ortalığın tamamen ışımasına kadar te'hir edilir. Şoyleki : Bir kimse, kıldığı
namazın bozulması halinde, onu yeniden müstehab bir kıraatle okuyup
kılabileceği bir zaman kalıncaya kadar te'hir eder. Tebyîn'de de böyledir,
Bu durum, yalnız
hacılar için Müzdelife'de bayram sabahı hariç, bütün zamanlarda böyledir.
Müzdelife'de ise,
bayram sabahı sabah namazını, sabahın karanlığında kılmak efdal'dir. Muhıyt'te
de böyledir.
Yazın, Öğle namazını
geciktirmek, kışın ise acele etmek müstehabtır. Kâfi'de de böyledir. Yalnız
kılınması veya cemaatle kılınması hâllerinde de hüküm aynıdır. Şerhü'I -
Mecmuada da böyledir.
İkindi namazım, her
zaman, güneşin teğayyür etmediği yani sararmaya başlamadığı vakte kadar te'hir
etmek, müstehabtır.
Tegayyürde itibar,
güneşin tegayyürünedir; yoksa ışığının te-gayyürüne değil.... Güneşin teğayyür
(= değişmesi) edip sararması : Bakıldığı zaman göze hararet vermemesi, gözü
yakıp kamaştır-mamasıdır. Böyle değilse, güneş teğayyür etmemiş sayılır.
Kâfî'de de böyledir. Sahih olan da budur.
İkindi namazını
kumaya, güneşin tegayyüründen Önce başlayıp, teğayyür vaktine kadar uzatmak,
mekruh değildir. Gâyetü'l -Beyân'dan naklen Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Akşam namazını, her
zaman, vakti girer girmez kılmak, müstehabtır. Kâfi'de de böyledir.
Yatsı namazını,
gecenin üçte birine kadar; vitir namazını ise, gecenin sonuna kadar,
te'hir etmek müstehabtır. Bu durum,
kesinlikle uyanabilecek olan, bu husustaki sağlam kimseler içindir.
Uyanması kesin olmayanlar, vitir namazını da yatmadan kılarlar. Tebyîn'de, de
böyledir,
Bir kimse, bulutlu
günlerde : Sabah namazım, sanki hava acıkmış gibi, tam aydınlıkta kılar.
Öğle namazım, zevalden
önce kılmış olmamak için tehir eder.
İkindi namazında da,
kerahat vaktinin girmesinden emin olmak için, acele eder.
Akşam namazım, güneşin
batmasından önce kılmak ihtimalinden sakınarak, biraz geciktirir.
Yatsı namazında ise,
yağmur, kar ve sair şeylerin engellememesi için acele eder. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Bulutlu günler için
söylediğimiz şeyler, yaz - kış, bütün zamanlar için geçerlidir.
Seferde olsun, hazerd£
olsun veya herhangi bir özür bulunsun, hiç bir zaman ve vakitte, iki namazın
arasını cem' etmek (yani bir vakitte, iki vaktin namazını kılmak) caiz
değildir!
Ancak» Arafat'da arefe
günü öğle ile, ikindiyi cem' etmekle, MüzdeKfe'de aksam ile yatsıyı cem' etmek,
bu kaidenin dışındadır. [7]
Şu üç vakitte, farz
namazları ile cenaze namazını kılmak ve ti'âvet secdesi yapmak, caiz değildir :
1- Güneş
doğup yükselene kadar,
2- Güneş,
tam tepe noktasında olduğu zaman,
meyledene kadar,
3- Güneşin,
kızarmaya başlamasından batışına kadar. Fakat, o günün ikindi namazı, bu
kaideden müstesnadır. Onun edası, güneş batarken de caizdir. Kâdîhân'da da
böyledir.
Şeyhü'I - İmâm Ebû
Bekr Muhammed bin Fadl : «İnsan güneşi gördüğü müddetçe, işte o tulu'dadır.»
demiştir. Hulâsa'da da böyledir.
Bu, cenaze namazının
ve tilâvet secdesinin mubah olan vakitte yerine getirilmeyip de, tehir edilmiş
bulunduğu zamandır. Aslında, vaktinde edâ edilmeleri mümkünken, bunları teTıir
etmek, katiyyen caiz değildir.
Ancak, cenaze namazını
bu vakitlerde kılmak vacib ise ve o vakitlerde de kılınmış ise, bu da caizdir.
Çünkü o, vacib olduğundan, nakıs olarak kılınmış olur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da
böyledir.
Fakat, efdal olan,
tilâvet secdesini geriye bırakmaktır. Cenaze namazının geciktirilmesi ise,
mekruhtur. Tebyîn'de de böyledir.
Kerahat vaktinde,
vaktinde kılınmayan farz ve vitir gibi vacib namazların kaza edilmeleri de caiz
olmaz. Müstesfâ'da ve Kâ-fî'de de böyledir.
Kerahat vakitlerinde,
nafile namazları kılmak-caizdir, fakat mekruhtur. Kâfî'de ve Tahâvî Şerhi'nde
de böyledir.
Bir kimse, güneş
doğarken veya batarken, nafile namaza başlamış olsa da, namazda iken kahkaha
ile gülse, abdesti bozulmuş olur. Fakat, o gönün ikindi namazını kılmakta olan
kimse, böyle bir sev yapmış olsa, abdesti bozulmaz. Çünkü, farz bir namazı kaza
ederken kahkaha ile gülen kimsenin bu
mekruh vakitte abdesti bozulmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Mekruh olan vakitlerin
haricinde, namazda kahkaha ile gülen kimse, hemen, namazı bırakır ve yeniden
abdest alır ve kılmakta olduğu namazı da yeniden kılar. Zahirü'r - Rivâyede :
«Şayet o namazı, o halde tamamlamış olsa, başlamış olmasından, dolayı, kendisi
yapması gereken şeyi yapmış ve borçtan kurtulmuş olur.» denilmiştir. Fethü'l -
Kadîr'de de böyledir.
Fakat, bu kimse,
gerçekten kötü bir iş yapmış olur. Ancak, abdesti ve namazı yenilemek gibi bir
şey, o adama lazım gelmez. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimse, nafile bir
namazı, kerahat vakitlerinin birinde kaza eylese, namazı caiz olur; fakat bu,
günahtır. Serahsî'nin Mu-hıyt'inde de böyledir.
Mekruh bir vakitte,
namaz kılmayı adamış olan bir kimse, adadığı namazı, o kerahat vaktinde kılsa,
sahih olur; fakat, kendisi günahkar olur. Bu şahıs için uygun olan, o namazı,
mekruh olmayan bir vakitte kılmaktır. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, zaman
belirtmeden veya mekruh vakitlerin dışında kılmak üzere, namaz nezretmiş (adamış)
olsa, bu namazı, mekruh vakitlerin birinde kılması, asla caiz olmaz.
Evceh olan da. budur. Şerh-i Münyetü'l - Musallî li - Eımîril - Hacc'da da
böyledir.
Dokuz vakitte de,
farzlar kıhnabilir, fakat nafileler kılınmazlar. Nihâye'de ve Kifâye'de de
böyledir,
Bu vakitlerde, farz
namazlarının kazası, cenaze namazı ve tilavet secdesi de caiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir. [8]
1- Fecrin
doğuşundan itibaren,sabahnamazının kılındığı vakitten önceye kadarolan vakit.
Nihâye'de ve Kifâye'de de böyledir.
Bu vakitte, sabah
namazından başka, nafile bir namaz kılmak mekruhtur.
Bir kimse, gecenin
sonunda, nafile bir namaz kılmaya başlamış olsa ve bir rek'at kılınca da fecir
doğsa, o namazı tamamlaması efdal olur. Çünkü, bu nafileye fecirden sonra
başlamış değildir; bunu kasden yapmamıştır ve bu namazı, sabah namazının sünneti
niyyeti ile kılmamaktadır. Esahh olan da budur. Tebyîn'de de böyledir.
Bu durumda, bir kimse,
dört rek'atli bir nafile kılmaya
başlamış olsa da, bunun iki rek'ati fecrin tulüundan sonraya kalmış olsa;
fecrin doğuşundan sonra kıldığı bu iki rek'at, sabah namazının sünneti yerine
geçer. Muhtar olan da budur. Hızânetü'I -Fetâvâ'da da böyledir.
2 - Nafile
namaz kılınmayan, dokuz vakitten birisi de : Sabah namazını kıldıktan sonra,
güneşin doğacağı vakte kadar olan zamandır. Nihâye'de de, KSfâye'de de
böyledir.
Bir kimse, sabah
namazının sünnetini ifsâd etmiş olsa da, farzından sonra kaza etse, bu namazı
caiz olmaz. Serahsî'nin Mu-hıyt'inde de böyledir.
3- İkindi
namazını kıldıktan sonra, güneşin battığı zamana kadar geçecek olan vakitte de,
nafile namaz kılınmaz. Nlhâye'de de Kifâye'de de böyledir,
Müstenab bir vakitte,
nafile bir namaz kılmaya başlamış olan kimse, o namazı ifsad etse ve ikindi
namazından sonra, güneşin gurubundan önce bu namazı kaza etmiş olsa, bu caiz
olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
4- Güneş
battıktan sonra, akşam namazını
kılmadan önce de, nafile namaz kılınmaz. Ayrıca :
5- Cüm'a
namazı kılınacağı zaman,
6- Cum'a
hutbesi okunacağı zaman,
7- Bayram
namazlarının hutbeleri okunacağı zaman,
8- Küsûf
namazında, hutbe okunacağı zaman,
9- îstiskâ
namazında, hutbe okunacağı zaman da nafile namaz kılınmaz. Nlhâye'de de,
Kifâye'de de böyledir.
Bunlardan başka :
Hac hutbesi ve nikah
hutbesi vaktinde de, nafile namaz
kılmak mekruhtur. Emûrü I - Hâcc'ın MÜnye ŞerM'nde de böyledir.
Cum'a günü, imâmın
hutbeye çıktığı vakitte, nafile kılmak mekruhtur. Münyetü'l - MusalH'de de
böyledir.
Bir kimse, cum'adân
önce, dört rek'at namaz kılmaya başlasa ve sonra da imâm hutbe için minbere
çıksa, namazını tamamlar. Sahih olan da budur. İmâm Sedrut Ecl Şeh'dül Üstâz
Hüsa-meddîn de bu görüşe meyletmiştir. Zahiriyye'de de böyledir.
Namaz için kamet getirildiği
zaman, sabah namazının sünneti hariç, nafile bir namaz kılmak (kılmaya
başlamak) mekruhtur. Bayram namazından, Önce ve, sonra, nafile namaz kılmak
mekruhtur. Yalnız, bayram namazından sonra, evde camide değil nafile namaz
kılmak mekruh değildir.
Arafatta ve
Müzdelife'de, cem' edilen iki namaz arasında, nafile namaz kılmak mekruhtur.
Bahru'r - Râık'ta da böyledir.
Farz namazların vakti
darlaştığı vakit, o vaktin farzından başka, kılınacak bütün namazlar mekruh olur. Emîrul - Hac-c'ın
Münyetü'l - MusaUî Şerhi'nde de böyledir.
Büyük veya küçük
abdesti sıkışmış olan kimsenin o vaktin namazım, sıkışık halinde kılması da
mekruhtur.
Nefis çektiği zaman,
yemek hazır iken, namaz kılmak da mekruhtur.
Kalp insanı, namazın
huşûundan geri bırakacak şekilde bir şeyle meşgul iken, o meşguliyetle, namaz
kıHmak da mekruhtur.Yattı namazmu. edâsım, gece yansmdan sonraya bırak-mak da mekruhtur. [9]
Cemaat ile kılman beş
vakit namazın, edası için ezan, sünnettir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
«Ezan vacibtir.»
diyenler de olmuştur. Fakat, sahih olan ise, gerçekten ezanın, sünnetli
müekkede oluşudur. KâK'de de böyledir. Bütün meşâyih, bu görüştedir. Muhıyt'te
de böyledir.
Yalnız, farzlar için
okunmakta olan kamet de sünnettir. Bahru'r - Râık'ta da böyledir.
Ezan ve kamet, beş
vakit namazın ve cuma'nm sünnetidir. Bunların dışında kalan, sünnet, vitir,
nafile, teravih ve bayram namazları gibi namazlar için, ezan ve kamet sünnet
değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Keza, nezredilmiş
namazlar, cenaze namazı, istiska, kuşluk, korku, kiisûf ve hüsûf namazları
için de ezan okunmaz. Aynî'de de böyledir.
Kadınlar, namaz için
ezan okumazlar ve kamet getirmezler. Bunlar, kendi aralarında cemaatle namaz
kılsalar bile, ezan okumazlar ve kamet getirmezler. Fakat, bunlar namazlarını
ezanlı ve kametli olprak kılarlarsa, gerçi namazları caiz olur, amma onlar,
günahkâr olurlar, Hulâsa'da da böyledir.
Köleler de,
namazlarını ezansız ve kametsiz olarak kılarlar.
Seferinin veya mukimin,
evlerinde ezan okumaları ise, meilduptur. Tebym'de de böyledir.
Sabah ezanı hariç,
vaktinden önce ezan okumak, bil-ittifak caiz değildir.
İmâmı A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (RjU'e göre, sabah ezanı da böyledir. Ve eğer, Önce
okunursa, vaktinde, yeniden okumak gerekir. Fetva da bunun üzerinedir,
Huccet'ten naklen, Tatarhâı%ye'de de böyledir.
Vakitten önce, kamet
getirmek de, bil-icmâ', caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm, müezzinin
kametinden bir müddet sonra gelir, veya kametten sonra sabah namazının
sünnetini kılarsa, yeniden kamet getirilmesi icab eder. Gunye'de de böyledir.
Ezan okumaya ehil
olabilmek için, namazların vaktini ve kıblenin cihetini bilmek gerekir.
Kâdihân'da da böyledir.
Müezzinin, erkek,
akıllı, salih, muttaki, sünneti bilen bitkisi olması, daha uygun olur,
Nihâye'de de böyledir.
Müezzinin, mehâbetli,
insanların hallerini araştırıp gözeterek, cemaatten geri kalanları, (yeni
namaza gelmeyenleri) bu hallerinden men
edici olması, onun için en uygun haldir.
Müezzin, ezan okuma
görevinde devamı elden bırakmayan, okuduğu ezana inanan ve sevabını Allah'tan
bekliyen bir şahıs olmalıdır. NehruH - Fâık'ta da böyledir.
En güzeli de, namazda
imâm olmaktır. Dİrâye'-de de böyledir.
Efdal olan, müezzinin,
mukim olmasıdır. Kâfi'de de böyledir.
Bir kimse, ezan okusa
da, başka bir kimse de kamet getirse, ezan okuyan kimse - o esnaca, orada yoksa, bu durum, ke-rahatsiz olarak caiz olur.
Fakat, ezan okuyan, orada hazır bulunur ve başkasının kamet
getirmesinden hoşnut olmaz ise, başkasının kamet etmesi, mekruh olur.
Ezan okuyan kimse,
başka bir kimsenin kamet getirmesine razı olursa, bu durumda, başkasının kamet
getirmesi, bize göre mekruh olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Akıllı olan çocuğun
ezanı, zâhiru'r rivâyeye göre, kerahat-siz olarak sahihtir. Fakat, bulûğa ermiş
kimsenin okuması, daha evladır.
Akıllı olmayan çocuğun
ezan okuması sahih değildir. Okumuş olsa bile, başkası tarafından tekrar
okunur. Meçnûn'un, (delinin) hakkındaki hüküm de böyledir. Kâffde de böyledir.
Sarhoşun ezanı
mekruhları; iadesi müstehabdır. Tebyîn'dc de böyledir.
Kadının ezan okuması
mekruhtur, iadesi ise, menduhtur. Kâfirde de böyledir.
Fasıkın, (ilahî
emirlere muhalefet" eden, günahkârın) ezan okuması, mekruhtur. Ancak; ezan
okumuşsa, bu iade edilmez. Zehıy-re'de de böyledir
Cünübün e£am ve
ikameti, rivayetlerin ittifakiyle, mekruhtur. Eşbah olan, onun okuduğu' ezanm
da, ikametin de, iade edilmesidir.
Abdesti olmayanın
ezan. okuması, rivayet-i zâhiriyye'ye göre, mekruh değildir. Sahih olan da
budur. İkamet getirmesi ise, mekruhtur. Fakat, ikamet getirmişse iade olunmaz.
Serahsi'riln Muhıyt'inde de böyledir.
Müezzin, ezan
okuduktan sonra, irtidâdetse (İslam'dan çıksa) , okuduğu ezan iade olunmaz.
Fakat, iade edilmiş olursa, bu daha efdaldir. Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Müezzin, ezan okurken
dinden çıksa, evla olan, ezam baştan başlıyarak bir başkasının okumasidır.
Fakat, başkası yeniden başlayıp ezanı okumaz da, mürted, devam edip ezanı
tamamlarsa, bu da caiz olur. Kâdihân'da da böyledir.
Ezanı oturarak okumak
mekruhtur.
Bir kimsenin, yalnız
başına kılacağı namaz için, oturarak ezan okumasında ise, bir beis yoktur.
Misafirin, (yolcunun)
binili olduğu halde ezan okunîası, mekruh olmaz. Kamet içinse, bineğinden iner.
Fakat, inmeden kamet yapsa, bu da caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.
Kıbleye dönmemiş bile
olsa, misafirin (yolcunun) ezan okumaya, bineğinin üzerinde başlaması caiz
olur. Kâdîhan'da da, Hulâsa'da da böyledir.
Hazerde iken (yolcu
değilken), binek üzerinde ezan okumak mekruhtur. Zahfirü'r -rivâye'de
böyledir. Serahsî'nin Muhıyt'-inde de böyledir. Fakat, ezan bu şekilde okunmuş
olursa, iadesi gerekmez.
Kölenin, köylünün, çöl
ehlinin, veled-i zinanın, kör'ün ezan okumaları caizdir.
Bir kimseye, bazı
namaz vakitlerinde ezan okuması için izin verilse de, bazı vakitlerde ezan
okuması için izin verihnese, o kimsenin okumuş olduğu ezanların hiç birinde
kerahat yoktur. Fakat, izin verilmemiş vakitlerde, ezanı, başkasının okuması
daha evladır. Muhiyt'te de böyledir.
Kör bir kimse ile, beş
vakit namazın vakitlerini bilen bir kimse, beraber bulunduğu müddetçe, kör
kimsenin okuduğu ezanla, gören kimsenin okuduğu ezan müsavidir. Nihâye'de de
böyledir.
Farz namazları,
ezansız ve ikametsiz olarak, mescitte cemaatle kılmak mekruhtur. Fetâvâyi Kâdîhan'da da
böyledir.
Şehirde oturanların
mahallelerinde, ezan okunuyor, kamet ediliyorsa, ister yalnız olsun, ister
cemaatle olsun, ezansız ve ka-metsiz namaz kılmalarında, bir kerahat yoktur.
Tebyîtı'de de böyledir. Fakat :
Efdal olan, bunların namazlarını
ezan ve kametle kılmalarıdır. Timurtâşiye'de de böyledir.
Şehirli bir kimsenin,
oturduğu mahallesinde ezan okun-mazse:, o kimsenin, ezanı ve kameti terketmesi
mekruh olur. Şayet, yalnız ezanı terk etmiş olursa mekruh olmaz. Mııhıyt'te de
böyledir. Fakat :
Bu kimse, kameti terk
ederse, mekruh olur. Timurtaşî'de de böyledir.
Misafirin, (yolcunun)
eğer yalnız ise, ezanı da, kameti de terk etmesi mekmh.olur. Mebsût'ta da
böyledir.
Misafirin, sadece
kameti terk etmiş olması caizdir, fakat mekruhtur. Tehâvî Şerhinde de böyledir.
Misafirin, bu durumda,
hem ezan okuması, hem de kamet getirmesi en iyisidir,
Keza, kamet getirmiş
ve fakat ezan okumamış oba, sefe-rî için, bu da caizdir. Mebsût'ta da böyledir,
Bir kimse, evinde veya
köyünde namaz kılmış olsa, eğer köyünde mescid var da, orada ezan okunup,
kamet getiriliyorsa, bu durumda, bu adam hakkındaki hüküm, şehirde, evinde
namaz kılanın hükmü gibidir. Şemnî'de de böyledir.
Bir kimse, yakm olan,
bağ, bahçe veya arazisinde bulunursa köyünün veya beldesinin ezanı ile iktifa
eder. Fakat, bulunduğu yer, köy veya şehre uzaksa., oraların ezanı i]e
yetinmeyip, kendisinin ezan okuması gerekir.
Burada, yakınlığın
sınırı, okunan ezanın, o şahsa, bulunduğu yerde durulmasıdır. Muhtâru'l - Fetâvâ'da da böyledir.
Fakat, bu durumda olan
kimselerin bile, ezan okumaları daha iyidir. Hulâsa'da böyledir.
Yabanda, cemaatle
namaz kılan kimseler, ezanı terkeder-Ierse/ou mekruh olmaz; fakat, kameti
terketmeleri mekruh olur.Fe-tevâ^i Kâdîhan'da da böyledir.
Ezan okunan ve kamet
getirilen mescit ehlinin, aynı vaktin ezan ve kametini lekrar etmeleri
mekruhtur.
Bir mescid ehli, kamet
getirerek cemaatle namaz kılmış olsa, sonra da, müezzin ve imâm içeri girerek
başka bir cemaatle namaz kılmaları mekruh olmaz; fakat önce kılanların
namazları, mekruh olur. Muzmarât'ta da böyledir."
Şayet, o mescitte,
ehlinden (cemaatinden) başkaları, cemaatle namaz kılmışlar ise, mescid
ehlinin, cemaatle tekrar namaz kılmaları, mekruh değildir. Serahsînin
Muhıyt'inde de böyledir.
Mescid ehlinin bir
kısım cemaati, kimse duymasın diye mescidin içinde gizlice ezan okudukları
zaman, sonra aynı mescid ehlinden diğer bir topluluk gelerek, önceki topluluğun
ne yaptıklarını bilmeden— açıktan ezan okurlarda, sonradan da evvelki topluluğun
gizlice ezan okuyarak cemaatle namaz kıldıklarını öğrenirlerse, bu durumda,
birinci cemaate itibar edilmez. Fetâvâyi Kâdi-hân'ın «Ezan» bölümünde de
böyledir.
Bir mescidin, belli
bir imâmı ve müezzini olmayıp insanlar, o mescidde, bölük bölük, fevc fevc
namaz kılıyorlarsa, efdal olan her topluluğun, ezan okuyup, kamet getirerek
namaz kılmasıdır. Kâ-dihân'da da böyledir.
Bir topluluk, mescitte
cemaatle kaldıkları namazın fesada gittiğini anlasalar bile, o namazı, o
mescidde yeniden kılarlar. Fakat, ezanı ve kameti yenilemezler.
Fakat, bu
namazı,,vakit çıktıktan sonra, o mescidin dışında kılsalar, yeniden ezan
okuyup, kamet getirirler. Zâhidî'de de böyledir.
Bir kimse, kazaya
kalmış bir namazını kılarken, yalnız olsun, cemaatle olsun ezan okur ve kamet getirir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, bir çok
namazını geçirip, kazaya bırakmış olsa, bunları
da peşpeşe kılacak olsa, ilk kılacağı
namaz için, hem ezan okur hem de kamet eder. Diğerleri için de, isterse, hem
ezan okur hem de kamet eder, isterse, sadece kamet etmekle yetinir. Hidâye'de
de böyledir.
Kaza da edanın sünneti
üzere olsun diye, her namaz için ezan okur ve kamet eylerse daha güzel olur.
Kâfî'de de böyledir.
Adamın bu şekilde
serbest olması, kazaya kalmış olan namazları, ancak, bir mecliste ve aynı
yende kıldığı vakittir. Fakat, bu kaza namazlarını ayrı ayrı yerlerde ve ayrı
ayrı vakitlerde kılacak olan kimsenin
her namaz için hem ezan okuması
ve hem de kamet getirmesi şarttır. Bahru'r - Râık'ta da böyledir.
Bize göre, mazbut
olan, gerçekten, kılman farzın, edası olsun, kazası olsun; o farz için, ezan
okumak ve kamet getirmektir. O farzı, yalnız kılması ile cemaatle kılması da,
bu hükümde müsavidir.
Yalnız, cuma günü
şehirde cum'ayı değil de öğle namazını
kılacak olanların, ezan okumaları ve kamet getirmeleri mekruh olur. Tebyîıı'de
de böyledir.
\rafat ve Müzdelife'de
bir arada kılınan namazlarda, Önce kılman için hem ezan okunur ve hem de kamet
getirilir; ikinci namaz içinse; ezan okunmaz.
Ezan ev en veya kamet
getirirken, müezzine baygınlık gelse veya ölmüş . -.a, bu vazifeleri başkası yapar.
Şayet, müezzinin ezan
okurken veya kamet getirirken ab-desti bozulmuş olur ve o, abdest almaya
giderse, ezan ve kameti, ya başkası okur veyahut da dönüp kendisi devam eder.
Fetâvâyi KâdShân'da da böyledir,
Bilginlerimizin çoğu:
«Ezan esnasında veya kamet yaparken abdesti bozula ı müezzinin, onları
tamamlaması, sonra da, gidip abdestini alması evladı demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Müezzin ezanda veya
kamet okumaktan aciz kalsa, orada da kendisine, kaldığı yeri hatırlatıp telkin edecek kimse bur hınmasa, bu işi
başkasının tamamlaması gerekir.
Keza, müezzinin, ezan
ve kamet esnasında, dilinin tutulması halinde de, ezan ve kameti başkası
tamamlar. Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.
Müezzin, ezan okurken
fazlaca, yani fasıla sayılacak kadar duraklarsa, ezanı yeniden okur. Fakat,
boğazını temizleme veya öksürme gibi az bir zaman duraklamışsa, ezanı
yenilemez. Tatar-îıâniyye'de de böyledir.
Ezan okurken, özürsüz
olarak boğaz temizlemek ve tenah-nuh etmek (Öksürük gibi yapmak) mehruktur. Bu
şeylerin bir Özürden dolayı yapılmasında ise, beis yoktur. Sirâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Ezan okurken ve kamet
getirirken, verilen selâma mukabele etmek mekruhtur. Ezan ve kamet bittikten
sonra da, önce verilmiş olan bu selama, mukabelede bulunmak icâb etmez. Sahih
olan dâ budur. Zâhidi'de de böyledir.
Müezzinin, ezan
okurken veya kamet getirirken, konuşması veya yürümesi uygun olmaz.
Müezzin kamet
getirdiği esnada.
(fcad kâmeti's -
saîah)'a vardığı zaman serbestin Dilerse, kametini olduğu yerde tamamlar;
dilerse namaz kılacağı yere giderken tamamlar. Fetâvâyü Kâdtiıân'da da
böyledir. Muhıyt'te de böyledir. [10]
Ezan 15 cümledir. Bize
göre, onun son cümlesi ise «lâ ilahe illallah» cümlesidir.
AHahu Ekber, Allahu
Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber Eşhedü en lâ ilahe illallah, Eşhedü en la
ilahe illallah Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, Eşhedü enne Muham-meden
Resûlullah
Hayya'ale's - Selâh,
Hayya'ale's - Salâh Hayya'ale'l - felah, Hayya'ale'l - felah Allahu ekber,
Allahu ekber Lâ ilahe illallah.
Kamet ise, 17
cümledir. 15 cümlesi ezan cümlelerinin aynıdır. Fazla olan 2 cümlesi de:
Kad kâmeti's - salah,
Kad kâmeti's - salah.) cümlesidir. Fe-âyi Kâdihân'da da böyledir.
Birde, sabah
namazında (=hayya'Ie'l felah)
cümlelerinden sonra, iki defaes-salâtû hayrunmine'n-nevm) denir. .
Ezan, arabca'nm
dışında fârisî veya diğerleri gibi hiç bir lisanla okumaz. Fetâvâyi Kâdİhân'da
da böyledir. Açık ve sahih olan da budur. Cevheretü'n - NeyVire'de de böyledir.
Ezanı ve kameti
açıktan ve sesi yükselterek okumak sünnet"tir. Yalnız," kametin sesi,
ezandan biraz aşağı olmalıdır. Nttıâye'de de, Bedâi'de de böyledir.
Ezam, minarede veya
mescidin dışında okumak, .mescidin içinde okumaktan daha muvafıktır.
Kâdîhân'da da böyledir
Ezanda sünnet olan:
Onu, yüksek bir yerde okuyup sesi de yükselterek, komşulara duyurmak ve kendine
de meşakkat vermemektir. Bahru'r - Râık'ta da böyledir.
Ezan okuyan müezzinin,
sesini, gücünün yettiğinden daha fazla yükseltmeye çalışması mekruhtur,
Muzmarat'ta da böyledir.
Müezzin kameti, yerde
ve mescidin içinde getirir. Gunye'de de böyledir.
Ezanda terci' yoktur.
Yani: İki sehadeti, iki defa alçak sesle okuyup, sonra geri dönerek yüksek
sesle okumak yoktur. Ki-fâye'de de böyledir.
Ezanda acle etmeyip,
harflerine, mahreçlerine, medlerine (uzatmalarına) riayet etmek, kamette ise,
acele etmek müstehabtır. Hidâye'de de böyledir.
Ancak, her ikisini de
acele veya her ikisini de, yavaş yavaş, uzatarak; veyahut da, kameti uzatarak
ve ezanı ise, kısa kısa ve acele okusa, bu da caiz olur. Kâfî'de de böyledir.
Fakat, bazıları: «Böyle okumak mekruhtur» demişlerdir ki, doğru olan da, bu
sözduür.
Teressül: «Allahu
Ekber, AH ahu Ekber» deyip, biraz durmak, sonra yine «Allahu Ekber, AİIahu
Ekber» demek... Böylece, ezanm sonuna kadar, her iki cümleden sonra, biraz
durmaktır.
Hadr İse: Kelimeleri,
birbirlerine bitiştirerek, sür'atli okumaktır. Yenâbî'den naklen
Tatarhânîyye'de de böyledir.
Ezan ve kametin, her
ikisinde de, durulduğu zaman, kelimelerin son hareketleri sakin kılınırlar. Bu
hâl, ezanda hakikaten, kamette de, durmaya niyyet edildiği zamandadır.
Tebyîn'de de böyledir.
Tekbirin baş harfini,
yani «Allah» lafzının elifini, uzatmak küfürdür.
«Ekber» kelimesindeki
be'yi uzatmak ise, fahiş hatadır.
Ezan ve kametteki
cümlelerin ve kelimelerin arası, meşru1 olduğu gibi tertîb edilir. Yâni,
okunurlarken, sıraya riâyet edilerek okunurlar. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Ezan ve kamette
kelimelerin bazısı, bazısına tekaddütm etse (yani) biri diğerinin önüne
(geçse); mesela : «Eşhedü en lâilahe illallah» d -^eden önce, «Eşhedü enne
RSuhammeden Resûlıâlafe»
dense, bu c ida efdal
olan, sırası gelmeden okunanı saymayıp, (okumamış ıv^ûui edip), önceki cümleyi
yerinekoymak ve normal sıra üzerine, ezanı okumaya devam etmektir. Fakat, bir
kimse, böyle yapmayıp da, öylece ezanı bitirmiş olsa bile, yine ezan caiz olur.
Muhıyt'te de böylldir.
Ezan ve kametin
kelimeleri birbirini takip eder.
Okumuş olduğu ezam,
kamet zanneden bir kimse, bitirdikten sonra, durumu fakederse, onun için efdal
olan, ezanı yeniden okuyup, sonra tertibe riayet ederek kamet getirmektir.
Keza bir kimse, kamet
getirse ve fakat ezan okudum zannet-se, sonra da bu durumu farketmiş olsa,
efdâl olan, dönüp kamete yeniden başlamasıdır. Bedâi'de de böyledir.
Ezan ve kamette
kıbleye dönülür. Kıbleye dönülmeden okunmuş olanlar da caizdir; fakat
mekruhtur. Hidâye'de de böyledir.
Müezzin, ezan okurken, «Kayya'ale's - Salâh» cümlesine
gelince, yüzünü sağ tarafa; «Hayya 'aîe'l - feîâh» cümlesine gelince de, yüzünü
sol tarafa çevirir.
Bunları söylerken,
ayaklan, yerinde sabit kalır, (yani yürümez.) Yalnız olsun, cemaatle olsun, bu
husus müsavidir. Sahih olan da budur. Hatta, yeni doğan çocuk için ezan okurken
de, bu cümlelerde sağa ve soîa dönmek,
en uygun olan harekettir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu dönüş, yukarıda
tarif ettiğimiz gibi yapılır.
«Hayya 'ale's - salah»
m birincisini söylerken sağa ve ikincisini söylerken sola; keza, «Hayya 'alel
-.feSâh» m da, birincisini söylerken sağa, ikincisini söylerken sola dönülür;
diyenler de olmuştur. Fakat, doğru olan
Önceki kavildir,
Bir kimse, eğer geniş
olan odasında kamet yapıyorsa, bu cümleleri söylerken, sağa ve sola ıdönmesi
müstahsen (güzel) görülmüştür. Bedâi'de de böyledir.
Müezzin, ezanı
(şerefesi olmayan ve fakat pencereli olan bir) minarede okurken, «Hayya'ale's -
salâh» dediği sırada, başını sağ pencereden; Hayya'alel - felah» dediği sırada
başını sol pencereden çıkarır,
Bu, müezzin yerinde
durduğu zaman, duyurunun, tamam olmadığı vakittedir. Nikâbe Şerhi'nde de
böyledir.
Amma, yalnızca başını
çevirdiği zaman, i'lâm tamam olursa bu hal ile iktifa eder. Ayaklarını
yerlerinden ayırmaz. Şâhânda da böyledir.
Ezan ve kamette teShîn
mekruhtur. Telhîn: Kelimenin bozulmasına sebep olacak şekilde nağme yapmak
demektir. Ezam, güzel sesle okumak güzeldir. Fakat, lahn olmamak kaydıyla...
Şer-hül - VÜcâye'de de böyledir.
Müezzinin, kamet
getirirken, iki şahadet parmağım kulaklarına koyması güzeldir. Çünkü
böyle yapmak, aslî sünnet değildir, ancak, ilamın fazla olması için böyle
yapılır.
Eğer, müezzin iki
elini kulaklarına koyarsa, işte bu güzei olur. Tebyîn'de de böyledir.
Müezzinin, ellerini
kulaklarına koyması kametin aksine sesi yüseltmesi için, ezanın sünnetidir. Gımye'de
de böyledir.
Tesvüb, akşam
namazlarının dışındaki, bütün namazlar için yüzeldir.
Tesvîb: Müezzinin,
ezan ile kamet arasında «Es -. Salâh» diye bağırmasıdır.
Tesvîb, her beldenin
örf ve adetine öredir. Müezzin, tesvîb maksadı ile, yaöksürür veya «Es -
salâh!... es - salâh..» der veyahut da «Kamet!... kamet...» der çünkü bu,
duyurmada bir mübağladır. Bu şekillerin herhangi, biri de, örf olarak bilindiği
vakit, müezzinin o şekli yapması ile maksat hasıl olmuş olur. Kâfî'de de
böyledir.
Müezzin, sabah namazı
için, ezan okunduktan sonra, oturur ve Kur'an-ı Kerîm'den yirmi âyet kadar
okur. Ve sonra tesvîb yapar. Sonra yine oturur, biraz Kur'an okur; sonra da
kalkıp kamet getirir. Tebyîn'de de böyledir.
Müezzin, ezanı ile
kamet arasını, iki rek'at veya dört rek at namaz kılacak kadar ayırır. Buradaki
reVatÜarin ölçüsü, her bir rek'atte, on âyet okuyacak kadar uzun olmalıdır.
Zahidi'de de böyledir.
Ezanla kametin arasım
bitiştirmek, görüş birliği ile mekruhtur. Mî'racü'd - Dirâye de de böyledir.
Müezzinin, farz
namazdan önce, sünnet veya müstehab olarak kılınacak fazla namaz var- ise ezan ile kamet arasında namaz kılması
evlâdır.
Şayet, bu arada namaz kılmaz ise, ezanla kamet arasında
oturur. Ve fakat, akşam namazı olduğu vakit, müstehab olan, ezanla kamet arasında
üç kısa okuyacak kadar, bir süre susmasıdır. NK hâyelde de böyledir.
Akşam namazında,
ezanla kamet arasında, fasıla yapmanın lazım geldiği hususunda, görüş birliği
vardır, Itâbe'de de böyledir.
Ancak bu fasılanın
miktarında görüş ayrılığı vardır, Ebû Hânlfe (R.A.) ye göre müstehab olan:
Ezanla kamet arasında, ayakta durarak bir müddet sükût etmek ve sonra kamet
getirmektir. Sükût miktarı, Ebû Hajıîfe (R.A.) ye göre, üç kısa veya uzun âyet
okuyacak kadardır.
İmâmeyn'e göre ise,
ezanla kamet arasındaki fasıla, hatibin iki hutbe arasında, oturduğu kadar az
bir müdder oturmakla olur.
İmâm Halvâni :
«İhtilâf, fasiin, hangi şeklinin daha faziletli olduğundadır. Hatta, Ebû
Hantfe (R.A.) indinde, şayet müezzin oturmuş ol .a, buda caiz olur; fakat efdal
olan oturmamasıdır, - tmâ-meyne g< ; ise, efdal olan oturmasıdır.»
buyurmuştur. Nihâye'de de böyles r.
Ezan ile kamet
arasında duâ etmek müstehabtır. Sirâcül -Vehhâc'da "da böyledir
Müezzin, insanların
haline bakarak onların, işi acele olanlarının ve zâif bulunanlarının durumunu
göz önüne alarak acele kamet yapar. Yoksa mahallenin başkanının veya
büyüklerinin hatm için, hemen kamet getirmez. Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Müezzine lâyık olan,
vaktin evvelinde ezan okuması ve ihtiyacı olanın kazai hacetini yapması, abdest
almakta olanın ab-destini tamamlaması namaz kılanın namazını bitirmesi için vaktin
ortasında kamet getirmesidir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kamet yapılırken içeri
giren kimsenin, ayakta beklemesi mekruh olur. Bu kimse, oturur, ve müezzin
«Hayya alel - felah» a gelince ayağa kalkar. Muzmarât'ta da döyledir.
Bir mescitte, müezzin
ve imâmdan başka, cemaat da bulunmakta ise, müezzin «Hayya'alel - felah»
demeye başlayınca, imâm ve cemaat ayağa kalkar. Bu imamlarımızın üçüne göre de
böyledir. Sahih olanda budur.
îmâm, mescidin dışında
olduğu zaman, eğer mescide safların bulunduğu taraftan girerse, her safı ileri
geçtikçe o saf ayağa kalkar. Şemsül - eimme Halvâni, Serâhsî ve Şeyhü I - İslâm
Haher Zade bu görüşe yönelmiştir.
Eğer, îmâm, mescide ön
taraftan girerse, cemaat, imâmı gördüğü zaman, hep birlikte ayağ kalkarlar:
Eğer, imâm ile
müezzin, aynı şahıs olur ve mescidin içinde kamet yaparsa, kameti
bitirmedikçe, cemaat ayağa kalkmaz.
Eğer, mescidin dışında
kamet etmiş ise, bu imâm mescide girmedikçe, cemaatin ayağa kalkmıyacağı
hususunda, âlimlerimiz ittifak etmişlerdir.
îmâm, müezzin.«kad
kameti's - salâh» derken tekbirini alır. Şeyhül -İmâm Şemsü'l - eimmeti -
Halvâni: «Sahih olan budur.» demiştir, Muhıyt'te de böyledir. [11]
Ezanı duyan
kimselerin, müezzine icabet etmesi gerekir icabet: Müezzin ne söylemişse, onu
aynen tekrarlayıp söylemektir.
Ancak, müezzin, «Hayya
ale's salâh» ^derken, dinleyen kimsenin (=lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi!
- âliyyü'l- azıym) demesi ve «Hayya'ale'l - felah» derken ise, dinleyen
kimsenin,
(Maşaallahu kane ve
matem yeşa'e lenı yekûn) demesi gerekir. Seralısî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Sahih olan da budur. Fetvâyİ' - GarâlVde de böyledir.
Keza, müezzin sabah
ezamnda «es - salâiü hayrun mineln-
nevm» dediği zaman da,
dinleyen kimse, onun söylediğini aynen söylemez; (sadakte) veya (berarteî der.
Serahsi'riin Muhıyt'inde de böyledir.
Yürürken ezam işitmiş
olan kimse için evla olan, bir müddet durması ve ezana icabet etmesidir. Gunye'de
de böyledir.
Kamete icabet
müstehabtır. Fethü'l - Kadir'de deböyîedir. Müezzin »Kad kameti s - salâh.»
derken, dinleyen kimse
der. Diğer kelimelerde ise, ezanda olduğu gibi - söylediği kemeleri
aynen tekrarlıyarak, müezzine icabet eder. Fetâvâyil - Gar-âib'- de de
böyledir.
Ezan ve kameti
dinleyen kimsenin, bunların arasında konuşması, icabetten başka bir şeyle
meşgul olması ve Kur'an-ı Kerim okuması uygun olmaz. Ezan ve kamet esnasında,
Kur'an-ı kerim o-kumakta olan kimse için, münasip olan, okumayı kesip, ezan ve
kameti dinlemek ve usulünce onlara icabet etmekle meşgul olmaktır. Bedâi'de de
böyledir.
Kamet yapılırken, dua
ile meşgul olmakta bir beis yoktur. Hulâsa1 da da böyledir.
Bir mescidde, birden
çok müezzin olduğu zaman, onlar, tek tek ve biri diğerini takiben ezan okurlar;
cemaat ise, ilk okuyana icabet -eder. Küfâye'de de böyledir. [12]
1- Hadeslerden
taharet. (=-abdesti olmayanın abdest alması cünüb olanın gusletmesi),
2- Necasetlerden
taharet. (—Her türlü pisliklerden temizlenmek.)
3- Setrü'I -
avret. (=Avret yerlerini örtmek.)
4- İstİkbâl-i
Kıble, (=Yönünü kıbleye dönmek.)
5- Vakit.
(Namazı vaktinde kılmak.)
6- Niyyet.
(Kılınacak namaz için, usulünce niyyet etmek.)
7- Tahrime (=Namaza
başlama (=iftitah) tekbirini almak), Zahidî'de de böyledir.
Bu bab, namazın
şartlarının incelendiği, şu dört bölümden me-dana gelmektedir.
1- Taharet
ve setrü'i - avret,
2- Kendisi
ile Avret Mahalli Örtülebilecek şeyler,
3- İstikbâl-i
Kıble,
4- Niyyet, [13]
Namaz kılan kimsenin,
bedeninden, elbisesinden ve namaz Julacağı yerden, pislikleri temizlemesi
farzdır. Zâhidî'de de böyledir.
Temizlenecek olan bu
pislik, suç, işlemeden temizlenip giderilmesi mümkün olan ve namaza manî olacak
kadar bulunan pisliktir.
Pisliğin giderilmesi,
avret mahallini, diğer insanlara göstermeden mümkün olmuyorsa, o pislikle
beraber namaz kılınır. Bir kimsenin, pisliği temizlemek için, avret yerlerini
açması fâsikhk-tır, büyük bir günahtır. Bahru'r - Râık'.ta da böyledir.
Bedenin, dışında
bulunan pisliğe i'tibar olunur; içte bulunana değil. Hatta bir kimse gözlerini
pis sürme ile sürmelemiş olsa, gözlerini yıkamak, o kimseye vacip olmaz.
Sirâcü'I - Vehhac'da da böyledir.
Pislik, eğer necâset'i
galize ise, onun - dirhem miktarından fazla olması halinde yıkanması farzdır.
Bu miktardaki necaseti, yıkamadan kılınmış olan namaz bâtıldır.
Pislik, dirhem
miktarında ise, onu temizlemek de vacibtir. O-nunla kılınmış olan namaz ise
caizdir.
Eğer, pislik, dirhem
miktarında az ise, onu yıkayıp temizlemek de sünnettir,
Eğer pislik, necaset-i
hafife ise, çok olsa bile, namazın cevazına mâni değildir. Muzmarât'ta da
böyledir.
Gücü yeten kimsenin,
örtünmesi, (setrül - avret) namazın sıhhati için şarttır. Serâhsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Avret: Erkekler
için göbeğin altından, dizkapağım geçene
kadar olan yerdir.
Erkeğin göbeği,
imamlarımızın her üçüne göre de avret değildir. Diz kapağı ise, hepsinin
yanında da avrettir. Muhıyt'te de böyledir.
Hür olan kadının,
yüzü, elleri ve ayakları hariç, bütün bedeni avrettir, Mütüûn'da da böyledir.
Kadının, başı üzerinde
olan saçı avrettir. Uzamış olan saçında ise, iki rivayet vardır. Esahh olan
kavle göre, o da avrettir. Hulasâ'da da böyledir, En sahih olan da buduv. Fakih
Ebü'I - Leys de bu görüşü almıştır. Fetavâ da bunun üzerinedir. Mi'râcü'd -
Dirâye'de de böyledir.
Cariye olan kadın,
erkek gibidir. Ancak, onların karınları ve sırtları da avrettir.
Bu hükme, ümmü veled,
müdebbire ve mükâtebe gibi vasıflı cariyeler de dahildir. Tebyin'de de
böyledir.
Müstesat t=bir nev'i
cariyeler) de, Ebû Hanife (R.A.) in dinde, mükâtebe gibidir. Zahiriyye'de de
böyledir.
Hünsâ-i müşkil, köle
olduğu zaman, onun avreti cariyenin avreti gibidir. Şayet hür ise,, ona, bütün
bedenini örtmesi emredilir. Şayet, göbeği ile diz kapağı arasını kapatır ve bu
şekilde namaz kılmış olursa, bazıları: «O namazı iade eder» demişler; bazıları
ise: «..iade etmez.» demişler. Sirâcü'I - Vehhac'da da böyledir.
Murâhika ( = dokuz
yaşında olan, fakat henüz bulûğa ermiş olmayan kız) çıplak veya abdestsiz
namaz kılsa, ona bu namazı yeniden kılması emredilir. Eğer namazını baş
örtüsüz kılmışsa, namazı tamam sayılı)-.
Serâhsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Setrül - avret,
itifakla farz namazın dışındaki namazlarda da farzdır.
Namazda, avret mahallini, başkalarına karşı kapatmak farzdır. Bu
hususta ihtilâf yoktur.
Bütün âlimlerimize
göre, bir kimsenin kendi nefsi için setri avret etmesi, farz değildir. Şâhân'da
da böyledir.
Sadece bir entari ile
namaz kılmakta olan bir kimse, en- yakasından bakınca avret yerini görecek
olsa, âlimlerim izin umumuna göre, o kimsenin namazı, bozulmuş olmaz. Doğru
olan da budur.
Bir kimse, temiz
elbisesi olduğu halde, karanlık bir odada cıblak olarak namaz kılsa, namazı
bil-icmâ caiz olmaz. Siracü'l -Vehhâc'da da böyledir.
Altını gösterecek
kadar, ince bir elbise ile namaz kılmak caiz değildir. TebyhVde de böyledir..
Bir kimsenin, üzerinde
bir entarisi bulunsa, o kimsenin üzerinde başka bir giysisi de olmasa, bu
kimse secde ettiği zaman, hiç bir kimse avret yerini gormese; fakat, bir insan,
o entarinin altından bakacak olunca, onun avret mahallini görecek olsa, işte
bu, (mahzuru olan) bir şey değildir. Az açıklık bağışlanmıştır. Çünkü, bunda
zaruret vardır. Çok ve büyük açıklık, belvâ tzorunluk) değildir ve
ba-ğişlanmarriıştır. —Bir uzvun— dörtte biri ve daha fazlası çok açıklık
hükmündedir. Dörtte birden aşağısı ise, az açıklık hükmündedir. Sahih olan da
budur. Muhiyt'te de böyledir.
Esahh olan kavle göre,
gerçekten, ağır ve hafif avrette Ölçü, uzvun dörtte biridir. Hulâsa'd a da
böyledir.
Dörtte birden az olan
açıklık, tek uzuvda bulunduğu vakit bağışlanmıştır. Eğer, iki uzuvda olur veya
bir uzuvda dörtte birden fazla açıklık bulunursa-veya avret olan uzuvlardan her
birinde dörtte birden az olan yerler toplandığı zaman, bir azanın dörtte biri
kadar olursa, bu hal, namazın cevazına manî olur. İbni'l - Melek in Mecma'
Şerhi'nde de böyledir.
Hatta, bir kadının,
kulağının dokuzda biri ile, bacağının dokuzda biri açılmış olsa, bu hal, onun
namazına mani'dir. Çünkü, açılmış olan yerlerin toplamı, kulağın dörtte
birinden fazladır. Gun-ye'de de böyledir.
Bir kimsenin, namaz
kılarken, avret mahalli açılırsa, onu hemen kapattığı takdirde, bil-icmâ'
namazı caiz olur.
Eğer, o kimse, o
açıklıkla bir rükün edâ ederse, yine, bil-icmâ', namazı fesâde gider.
Şayet, bu durumda, bir
rükün edâ etmez de, o kadar zaman açık halde beklerse Ebû Yûsuf (R.A.) indinde,
yine namazı fesada gider.
İmâm Muhammedi (RA.)
ise, bu görüşe muhalefet etmiştir. îmâm-ı A'zam Ebû Hanife (R.A.) 'den ise, bu
hususta bir rivayet gelmemiştir. Gunye ŞerKİ'nde de böyledir,
Bir cariye, baş
Örtüsüz namaz kılarken azad edilse, hemen başını örter. Eğer, başını hemen
Örtmezse, namaza fesada gider. Eğer başını örtmek için, aynı süre içinde, az
bir amel (amel-i kalîl) işleyerek başını örtmüşse, namazı caiz olur.
Serahsî'nin Mulnyt'inde de böyledir.
Burada, amel-i kalîl,
onu bir elle tutmaktır. Siracü'l - Veh-hâc'da da böyledir.
Mu'teber olan,, başın
örtüldüğü esnada, bir elin kullanılmasıdır. Keza, bir elle fakat bir hareketle
bunu yapmak da böyledir. Sahih olan da budur. HUdâye'de de böyledir.
Husyelerin (erkeğin
yumurtalarının) her biri, bir avrettir. Dübür de bir avrettir. Sahih olan da
l?udür. İbnVI - Mdlek'in Mecma' Şerhî'nde de böyledir.
Diz kapağı, uyluğun
nihayetine kadar bir uzuvdur. Hatta, bir adam, diz kapaklan açık ve fakat
uylukları kapalı olarak namaz kusa, namazı sahih olur. Esahh olan da budur.
Tecnîs'de de böyledir.
Kadının topuğu, dizi
ile birlikte, bir tek "uzuvdur. İbnİ'l -Meflek'iİn Mecma' Şerhi'nde de
böyledir.
Göbekle kasık arası da
bir uzuvdur. İrade olunan, bütün bedenin etrafında olanlardır. Artık, onlardan
birinin dörtte biri açılırsa, namaz fesada gider. Hulâsa'da da böyledir.
Sırt, karın ve göğüs,
yalnız başlarına birer avrettirler. Ta-tarhâniyye'de de böyledir.
Yan, karna tabiidir.
Gunye'de de böyledir.
Kadının memesi, küçük
olur ve göğüse yapışık bulunursa, işte o meme, kadının göksüne tâbi'dir. Eğer,
meme büyük olursa, ö, yalnız başına bir uzuv'dur. Hulâsa'da da böyledir.
Bunların, herbirinin,
yalnız başlarına avret olduklarına itibar edilir.
Kulaklar da böyledir.
Hatta, bir kadının kulaklarından birisinin dörtte biri açılmış olsa, bu kadının
namazı, bozulmuş olur. Zâhidî'de de böyledir.
Bir kimse, giyecek
elbise bulamazsa» namazını, arduğu yerde; rükû ve sücûdunu, imâ yaparak kılar.
Veya, ayakta rükû, ve secdelerle kılar. Efidâl olan ise, önceki kavildir.
Kâfide de böyledir.
Bu hüküm, gece olsun
gündüz olsun; o kimse, evde olsun veya sahrada bulunsun, aynıdır, değişmez.
Sahih olan da budur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Örtünmeye kudreti
bulunmasından maksad, namaz kılacağı elbiseyi giymenin, kendisi için mubah
olması demektir. Esahh olan ise, kullanmasının, üzerine vâcib olmasıdır.
Cevheretü'n - Neyyire'-de böyledir.
Çıplak bir kimsenin
yanında, elbisesi olan bir kimse bulunsa, ondan namaz kılmak için elbiseyi
ister; şayet o adam vermezse, namazını çıplak kılar.
ÇıpJak namaz kılan
kimse, namaz esnasında, bir elbise bulmuş olsa, o elbiseyi giyerek namaza
devam eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Elbise bulacağını ümid
eden çıplak kimse, namazını, vaktin çıkmasından korkmayacağı vakte kadar tehir
eder. Temiz yer bulma ümidinde olan kimsenin, tehir etmesi de böyledir.
Gunye'de ide böyledir.
Çıplak kimseler,
namazlarım yalnız başlarına kilacaklarsa, birbirlerinden uzakta kılarlar,
Eğer cemaatle
kılacakîarsa, imâmı aralarına alıp, onun etrafına otururlar; ayaklarını da
kıbleye doğru uzatırlar. erini, uyluklarının üzerine korlar. Ve, namazlarını
îmâ ile kılarlar. Eğer, ayakta ve îmâ üe kılıyorlarsa, rükû1 ve secdeleri
yaparlar. Fakat, oturdukları yerden kılmaları da caiz olur. Zâhidî'de de
böyledir.
Hüccette : «Çıplak bir
kimse, hasır veya yaygı bulursa, —çıplak olarak değil de— onların içinde namaz
kılar» denilmiştir. Keza, avret yerlerini, otla Örtmeye gücü yetenin de, öyle
yapması gerekir. Tatar-isâniyye'de de böyledir-
Çıplak bir kimsenin,
çamura gücü yeterse, avret yerlerini onunla sıvar. Ancak, o çamurun,
—çıkmayıp^- üzerinde kalacağım bilirse, caiz olmaz; değilse olur. Üzerini,,
ağaç yaprağı ile kapatmaya gücü yeten kimse gibi... Gunye'de de böyledir.
Bir kimse, iki avret
mahallinden sadece jbirisini örtecek kadar bir örtü bulsa, bazıları : «Onunla
arka tarafını Örter; çünkü o, rükû' hâlinde en fahiş yerdir.» demişler; bazıları
ise : «Onunla ön tarafını örter; çünkü o, kıbleye yöneliktir.» demişlerdir.
Sirâçiil-Vehhâc'da da böyledir.
Erkeklerin, ipek
elbise ile namaz kılmaları caiz değildir. Kadınların, ipek elbise ile namaz
kılmaları ise sahihtir.
Şayet, bir erkek,
ipekten başka giyecek bir şey bulamazsa, namazını—çıplak olarak değil de— o
ipek elbise ile.kılar. Fethü'1-Ka-cuVde de böyledir.
Bir kadın, ayakta
namaz ;kıldığı takdirde, avret mahallinden, namazına mani' olacak kadar bir
yer açılacak olduğunda, otu--rarak kılınca, böyle bir açılma olmayacaksa, o
kadın, namazını oturarak kılar. Tebyîn'de de böyledir.
Itâbiye'de : «Bir
kimse, secdeye vardığı zaman, avret yerlerinin dörtte biri açılıyorsa, o kimse
secdeleri terk eder.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Erkeğin, namazını, şu
üç elbise iie kılması müstehâbtır : Kamıys, gömlek), izâr belden aşağı tutulan
peştemal, don) ve imame (= sarık).
Fakat, erkek, tek bir
elbise ile namaz kilsa da, o elbise, örtünmeyi sağlamış olsa, o kimsenin
namazı, kerahatsiz olarak caiz olur.
Eğer erkek, sadece
izar'm içinde namaz kılmış olsa, bu da ke-rahatle caiz olur.
Kadına gelince, ona
müstehab olan da, şu üç elbise ile namaz kılmasıdır : (Gömlek, izâr ve baş
örtüsü.)
Kadının, başını ve
bütün bedenini tamamen örten iki elbise ile ve hatta aynı şartları taşıyan bir
elbise ile namaz kılması da caiz olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
îki kişi, bir elbise
içinde namaz kılmış olsalar, eğer, onlardan her biri, o elbisenin birer tarafı
ile örtünebiüyorlarsa, namazları caiz olur.
Keza, elbisenin bir
kısmı, uyuyan bir kimsenin üzerine atılmış olsa, bir kısmı ile de namaz kılan
kimse örtünmüş bulunsa, bu kimsenin namazı da caiz olur. Cevheretti'n -
Neyyire'de de böyledir.
Eğer, bir kadının,
bedenini ve başının dörtte birini örtecek kadar elbise olsa da, kadın, başını
Örtmeyi terk etse, namazı caiz olmaz. Şayet, bu elbise, bedenden sonra başın
dörtte birinden azım örtecek kadar olursa, onu örtmemek zarar vermez. Fakat, bu
durumda efdal olan, mümkün olan kadarını örtmektir. Tebyîn' de de böyledir.
Çıplak bir kimse,
avret yerlerinden en küçüğünün dörtte b; rine Örtecek kadar bir parça bulsa ve
fakat onu örtmese,. namazı fâsid olur. Onu örterse, namazı fâsid olmaz.
Çıplak bir kimse,
suyun içinde namaz kılsa, eğer su bulanık ise, namazı sahih olur. Fakat, eğer
su berrak olurda, o kimsenin avret yerlerini görmek mümkün olursa, namazı
sahih olmaz. Vehhâc'da da böyledir. [14]
Dörtte biri temiz olan
bir elbise bulabilen kimse, çıplak olarak namaz kılsa, bu caiz olmaz.
Eğer, teiniz yeri,
dörtte binden az veya .tamamı pis ise; bu durumda, çıplak vaziyette oturarak
ve ima ile namaz kılmakla; tamamı pis olan bir elbisenin içinde, ayakta, rükû,
ve süçud ile namaz kılmak arasında muhayyer bırakılan kimse için, efdal olan,
pis elbise ile namaz kılmaktır. Kâfî'de de böyledir.
Bir adam,
boğazlanmamış bir İaşe derisinden başka bir şey bulamamış olsa, o adamın, o
deri ile avret yerin örtmesi ve onunla namaz kılması caiz olmaz, Sirâcül -
Vehhâc'da da böyledir.
Bir adamın yanında,
iki elbise olmuş olsa da, her birinin üzerinde de dirhem miktarından fazla
necis bulunsa; bu durumda, o kimse, serbest bırakılır. Çünkü, onlardan her
birisinin dörtte birine pislik ulaşmadıkça, men'etme hususunda, ikisi de müsavi
olmaktadır. Tebyîn'de de böyledir.
Namazın müstehabı, o
iki elbiseden pisliği en az olanı ile kılınmasıdır. Hulâsa'rîa da böyledir.
O elbiselerden birine
bulaşmış olan kan, dörtte bir miktarında, diğerine bulaşmış olan kan da daha
az ise, o kimse, kam az olan elbise ile namazım kılar; aksini yaparsa caiz
olmaz.
Bulunan iki elbisenin
her birinde kendi büyüklükleri nisbe-tinde dörtte birleri kadar pislik bulunsa;
veya birindeki pislik daha fazla, mesela elbisenin dörtte üçü kadar olsa;
fakat, bu elbisedeki dörtte üç nisbetindeki pislik, diğer elbisedeki dörtte
bir miktarına yetişmese yani ondan daha az olsa, o kimse, bu elbiselerden
hangisini isterse, onunla namaz kılar.
Şayet, o iki elbiseden
birinin, dörtte biri temiz olsa da, diğerinin, dörtte birden azı temiz
bulunsa, dörtte biri temiz olanla kılar-aksini yaparsa namazı caiz olmaz.
Tebyîn'de de böyledir.
Kan, elbiselin dış
tarafında bulunsa da, iç kısmı temiz olsa; eğer, o elbiseyi açmak mümkün ise,
onunla namaz kılmak caiz olmaz. Ancak, namazı, o temiz olan kısmın içinde
kılmak caiz olur Çünkü, temiz elbise ile avret mahallini örtmek mümkündür. Onun
bir tarafını kımıldatınca, diğer tarafının hareket etmesi ile, etmemesi
arasında da bir fark yoktur. Serahsî'nftn Muhıyt'inde de böyledir.
Elbisenin, iki
tarafından birim yere sermek mümkün ise, öyle yapılarak kılınan'.namaz caiz
olmaz : Bu durumda, elbisenin diğer tarafının hareket edip etmemesi müsavidir.
Hulâsa'da da böyledir.
Bu gibi meselelerde
aslolan şudur :
Gerçekten, bir kimse,
iki müsavi beliyye (= zahmet, mihnet) ile imtihan olursa, onlardan istediğini
alır. Eğer, aralarında bir farklılık Olursa, onlardan, en ehven ve en kolay
olanını seçer. Bah-ru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, iki
elbiseden, hangisinin temiz, hangisinin pis olduğunu ayıramazsa, araştırır;
zann-ı galibi ile namazını kılar. Namazı, pis elbise ile kılmış olsa bile zann-ı galibi ile onu temiz sandığı için,
namazı fasid olmaz'. SSrâciyye'de de böyledir.
Bir adam, bu durumda
araştırma yapsa da, bir elbisenin temiz olduğuna kanaat getirse ve o elbise ile
öğle namazını kusa; sonra da araştırması sonucu, diğer elbisenin temiz olduğuna
kanaat getirse ve bu elbise ile de ikindi namazım kılsa, bu kıldığı ikindi
namazı fasiddir.
Yanında, iki elbisesi
bulunan bir kimse, bu elbiselerden, hangisinin pis olduğunu bilmeyerek
onlardan biri ile Öğle namazını, sonra da, diğeri ile ikindi namazını kusa;
öğle namazını kıldığı elbise ile akşam, ikindi namazını kıldığı elbise ile de,
yatsı namazım kılmış olsa; daha sonra da, bu elbiselerin birinde, dirhem miktarından
fazla necaset görse; fakat, birinci elbise (yani, öğle ve akşamı kıldığı) ile
ikinci elbiseyi (yani, ikindi ile yatsıyı kıldığı) birbirinden ayıramazsa; bu
durumda, kılmış olduğu öğle ile akşam namazları caiz, ikindi ile yatsı
namazları ise, fasiddir.
Keza, bir adam,
araştırması sonucu olarak, öğ!e namazını birinci elbise iJe, ikindiyi ikinci elbise ile; akşamı birinci elbise ile ve yatsıyı da
ikinci elbise ile kılsa; öğle ile akşam namazları, sahih; ikindi ile yatsı
namazları ise fasiddir, İmâm Serahsî'de, böyle-zikretmiştir. Hulâsa'da da
böyledir.
Bir kimse, bir beze
bürünerek veya çar (çarşaf) giyinerek namaz kıîsa ve bu esnada onun, iki
tarafından birisi pis olsa ve o pis olan tarafda yerde bulunsa; eğer, namaz
kılanın, hareket edip kımıldamasiyle, o pis tarafda hareket ediyorsa, o adamın
namazı, caiz olmaz; eğer hareket edip kımıldamıyorsa namaz, caiz olur.
Bir kimse, kendi
zannina göre, pis olan bir elbise ile namaz kıldıktan sonra, o elbisenin temiz
olduğu açığa çıksa, kıldığı namaz caiz olmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Çıplak olan kimsenin
yanında, hem ipek bir elbise, hem de dirhem miktarı pis olan bez bir elbise
bulunduğu zaman, namazını ipek elbise ile kılar. Hulâsa'da da böyledir.
Namaz kılan bir kimse,
namaz içinde, elbisesinde dirhemden az miktarda pislik görmüş olduğundan;
vakitte genişlik olursa, efdal olan, o pisliği yıkayıp namazına devam
etmesidir.
Fakat, eğer cemaatle
namaz kılmayı kaçırmasına rağmen, başka yerde cemaat bulacak olursa,.yine öyle
yapar. (Yani, pis elbiseyi yıkar ve sonra başka cemaate gider.)
Şayet, bu pisliği
yıkaması halinde, cemaat bulamayacağından veya vaktin çıkacağından korkarsa,
namazına devam eder. Zehıy-re'de de böyledir.
Söylediğimiz bu durum,
kişinin, namazda olduğu vakittir. Eğer namazda oİmaz fakat, o pisliği yıkayana
kadar, cemaatin, namazı tamamlayacağından korkuyorsa yıkama işini bırakıp, o
hali ile cemaatle namaz kılması, daha evladır. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse,
elbisesinde, dirhem miktarından fazla necaset-i galîza bulur da, onun, ne zaman
bulaştığını bilemezse; bil - icmâ, o kimsenin, önce kıldığı namazlardan hiç
birini iade etmesi gerekmez. Esahh olan da budur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de;
Cevheretü'n- Neyyire'de de böyledir.
Bir kimse, tâbi olduğu
imâmın elbisesinde, dirhem miktarından az, necaset görmüş olsa; eğer, o
muktedînin (imâma uyan kimsenin) mezhebine göre, az necaset namaza mani olmayıp
imâ-mm mezhebine göre, bu miktar necaset, namaza mani olur. Ve imâm da,
elbisesinde, o necasetin olduğunu bilmeyerek namaz kılıyorsa, muktedînin
namazı caiz olur; imâmın namazı caiz olmaz. Eğer mezhebleri, söylediğimizin
aksine ise, ikisi hakkındaki hüküm de söylediğimizin aksinedir. Yani,
muktedînin namazı caiz değildir; imâmın namazı ise, caizdir. Fetâvâyl Kâdîhan'da
da böyledir.
Nusayr : «Biz, bu
görüşü alırız, demiştir. Fetâvâyi Kâdi-hân'da da böyledir.
Hem mestlerin hem de
elbisenin üzerinde, dirhem miktarından az pislik bulunsa, fakat bu pislikler
bir araya getirildikleri zaman, ctjrhem miktarını geçecek olsa, bu hâl, namazın
cevazına manî olur.
Namaz kılan kimsenin,
elbisesinin ayrı ayrı yerlerinde bulunan necaset, toplandığı zaman dirhem
miktarını geçerse, yine, bu durum, namazın cevazına mâni' olur. Hulâsa'da da
böyledir.
Tek kat bir gömlekle
namaz kılan bir kimsenin, bu gömleğinin üzerinde bir dirhemden az pislik
bulunsa ve bu necaset de, gömleğin diğer tarafına nüfuz ettiğinde, bu iki
tarfta bulunan necasetin toplamı, bir dirhemden fazla gelse, yine, namazın
cevazına maniî olmayacağı söylenmiştir. Çünkü, bu, tek elbisedeki dağınık
necaset gibi değildir.
Bir kimse, iki kat
elbise ile namaz kılmış olsa ve bu elbiselerin her birinde, dirhem
ağırlığından az necaset bulunsa; bunlar toplanınca, dirhem miktarından fazla
olursa, namaz caiz olmaz.
Bir kimse, astarlı bir
elbise ile namaz kılsa da, necaset, astarın bir yüzüne bulaşarak ikinci yüzüne
de geçse; İmâm Ebû Yûsuf (R.AJ 'a göre, bu, bir elbise gibidir; namaza mâni'
olmaz. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, namaza manî olur. Ebû Yûsuf (R.A.) 'm
sözü, genişliktir. İmâm Muhammed (R.AJ 'm sözü ise, ihtiyata daha uygundur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, üzerinde,
bulunan bir dirhem pislikle namaz kılsa ve o necaset de diğer tarafı
pislendirmiş olsa; muhtar olan görüş, bunun, namaza mani' olmayışıdır. Sahih olan da budur.
rünkü, bunların hepsi,
tek bir dirhemdir. Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.
Bir kimsenin namaz
kılacağı zaman, burnunu koyacağı yer is, ainım kovacağı yer temiz olursa,
—ihtilafsız olarak namazı caiz olur.
Eğer, burnunun da, alnının
da veri, necis olursa, bu durum hakkında, ez - Zendûyesti, Nazm'ında : »Ebû
Hanîfe (R.A.) alnının haricinde burnu üzerine secde etti ve namazı caiz oldu.
Ancak, eeer-alnında bir özrü yoksa, îmâmeyn'e göre namazı caiz olmaz.; ancak,
özrü olursa, o zaman caiz olur.» demiştir. Muhıyi'tr de böyledir.
Hiç bir özrü yokken,
alnının ve burnunun geldiği yer necis olur ve bu iki uzvunun ikisi üe de secde
ederse, namazı caiz olmaz. Serahsî'nin Mııhryt'inde de böyledir.
Eğer necaset, namaz
kılan kimsenin ayaklarının altında ise, namaza mani'dir. Vecîzil - Kerderî'de
de böyledir.
Ayaklarını koyacağı
yerin tamamı-pislik olanla, ellerini koyacağı yerin tamamı pislik olan
kimselerin durumlarında, bir ayrı-hk, farklılık yoktur.
Bir kimsenin, ayağının
birini koyacağı yer temiz, diğerini koyacağı yer de pis olur ve fakat bu kimse
iki ayağını da yere koymuş bulunursa, âlimler bu şahsın durumu hakkında
ihtilaf etmişlerdir. Fakat, bu durumda esahh olan, gerçekten o kimsenin namazının
caiz olmayacağıdır.
Bir kimse secde
ederken, ellerinin ve dişlerinin altında necaset olursa, o necaset, namazı
ifsad etmez. Zahiru'r - rivâye budur.
Fakîh Ebû'I-Leys ise;
bu durumun, namazı ifsad edeceği görüşünü seçti ve Uyun da bunu sahihledi.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, temiz bir
yer (toprak) üzerinde namaz kıldığı ve oraya secde ettiği zaman, elbisesi,
üzerinde kuru necaset olan on- yere dokunsa, veya pis bir elbiseye değse, o
kimsenin namazı caiz olur. Muhıyt'tc de böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
her iki ayağının altında, dirhem ağırlığından az necaset olur da> bunlar
toplandığı zaman, dirhem miktarından çok olursa; gerçekten bu pislik, namazın
cevazına mani' olur- Fetâvâyi Kâdîhân'da «Elbiseye isabet eden necaset» bölümünde
de böyledir. Muzmarât'ta da : «muhtar olan budur» denilmiştir.
Itâbiyye'de : «Secde
yerinde ve ayakların yerlerinde bulunan necaset, toplandığı vakit, bir dirhem
ağırlığından fazla olursa, namaz caiz olmaz.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
elbisesinde bir dirhemden az ve ayaklarının altında da yine bir dirhem
ağırlığından az necaset oı-duğu vakit, bunlar toplandıkları takdirde dirhem miktarından çok
olsalar bile toplanmazlar. Hulâsa'da da böyledir.
Namaz kılan bir kimse,
namaza temiz yerde durup, sonra pis olan bir yere gitse; sonra da yine temiz
olan yere dönşej eğer temiz olmayan yerde, en kısa bir rüknü edâ edecek kadar
.durmamış ise, namazı caizdir. Aksi taktirde, namazı caiz değildir. Fetâvâ-yii
Kâdîhân'ın «Elbiseye ve bir yere isabet eden necaset» bahsinde de böyledir.
Bir kimse, necîs bir
yerde namaza başlamış oîsa da, sonra temiz olan bir yere geçse, o kimse, necis
olan o yerde, namaza başlamış sayılmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, eğerinin
üzerinde kan ve kazurat gibi bir pislik olan hayvanına binmiş olarak namaz
kılsa; eğer, pislik dirhem miktarından ağır ise, namazı fasid olur. Sahih olan
da budur. Serahsî'-nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, her hangi
bir yerinde necaset bulunan bir sergide (hasırda, bezde ve benzeri şeylerin,
üzerinde) namaz kılsa, eğer o pislik, ayaklarının altında veya secde ettiği
yerde değilse; bu necaset» o kimsenin namazını edâ etmesine maniî değildir.
Serginin büyük veya küçük olması da müsavidir. Muhtar oîan görüş de budur.
Hulâsa'da da, Sîrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Hüccet'de : «Bir yere
necaset bulaşmış olsa da nereye bulaşmış olduğu kesin olarak bilinmese;
araştırılır. Böyle bir durumla karşılaşan kimse, araştırması sonucu, kalben,
temiz olduğuna kanaat ettiği yerde namazını kılar.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir çarşafın üzerinde
veya çarşafın serili bulunduğu şeyin üzerinde, necaset olsa; bunların üstünde
namaz kılmak caizdir. Fakat, bu durumda, bunların birbirlerine dikilmiş veya
yapıştırılmış olmamaları gerekir.
Ancak, İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre, bunlar, birbirlerine dikilip yapıştırılmış olsalar bile,
üzerlerinde namaz kılmak yine caizdir. Çünkü, dikilmekle veya yapıştırılmakla
onlar, tek bir örtü veya tek bir elbise olmuş olmazlar.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bunların üzerinde namaz kılmak caiz olmaz. Ebû Yûsuf (R.A
J'm görüşü, ihtiyata daha yakındır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Yaş olan necasetin
üzerine, bir bez atılarak namaz kılın-sa, eğer sahan altlığı gibi genişliğinden
iki bez yapmak mümkün olursa, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bunun üzerinde
kılınan namaz caiz olur. Fakat, şayet iki bez yapmak mümkün değilse; namaz da
caiz olmaz.
Pislik kuru
olduğundan, bu örtünün üzerinde namaz kılmak, namaz kılacak şahsa, uygun ve
güzel görünürse, namaz kılması caiz olur.
Fetvalarda : «Eğer,
bez iki kat ise, altı temiz olmasa bile, bezin üstü temiz olduğu zaman, o bezin
Üzerinde, namaz kılmak caizdir.» denilmiştir. Mübteğî'de de böyledir.
Ayağında, ayakkabısı
veya çorabı olduğu halde, pisliğin üzerinde durarak namaz kılan kimsenin,
namazı caiz olmaz. Serah-sî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bu durumda,
ayakkabısını çıkartıp, onların üzerine basarak namaz kılan kimsenin namazı
ise, caiz olur. Ancak, yerinden kayarak, yakınma vardığı yerin, temiz olması
gerekir. Kayıp, aya-ğm yanma gelen toprağın, pis olması ile temiz olması
müsavidir.
İki yüzünden biri pis,
biri temiz olan bir kiremidin, temiz tarafına durarak namaz kılan kimsenin,
namazı caiz olur. Kiremit, ister yere döşenmiş (sabit) olsun, ister iğreti
konulmuş (taşınabilir) olsun, fark etmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R..A.)
'e göre, altında pislik bulunan bir değirmen taşının veya bu durumdaki bir
kapının veyahut aynı durumdaki kahn bir yaygının veyahut da içi pis dışı temiz
olan bir şeyin üzerinde namaz kılan kimsenin namazı caiz olur.
Şeyh Ebû Bekr el -
İskâf da bununla fetva vermiştir. Tercihe elverişli olan da budur. Muhıyt'te de
böyledir.
Keçe ve kaim tahta da
böyledir. Yani, alfı temiz olmasa bile bunların üst taraflarında namaz kalmak
caizdir. Hulâsa'd a da böyledir!
Bir kimse, üzerinde
necaset bulunan bir yerde namaz kılacak olsa, kıldığı namazın caiz olması
için, o yerin üzerine, çok miktarda toprak olması lâzımdır.
Toprak attıktan sonra,
eğer, kokladığı zaman alttaki necasetin kokusu geliyorsa, o toprak azdır;
şayet, koklayınca alttaki necasetin kokusu gelmiyorsa, o toprak çoktur.
Tatariıâmyye'de de böyledir.
Serili bir bezin
üzerinde necaset olduğu zaman, pislik bulunan yerin üzerine toprak atılarak,
üzerinde namaz kılınması caiz olmaz. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimsenin,
gömleğinin yakasını, pislik bulunan bir yerin üzerine sererek, onun üzerine
secide etmesi caiz olmaz. Sahih olan budur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, palto,
pardesü gibi astarlı olan bir cübbe ile namaz kılmış olsa, sonra da, onun
içinde Ölmüş ve kurumuş bir fare bulsa; eğer, cübbede delik veya yırtık var ise
farenin yeni girmiş olduğu düşüncesi ile
üç günlük namazım yeniler. Şayet, delik ve
yırtık gibi bir şey yok ise, o cübbe ile kılmış olduğu bütün namazları iade
eder. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Cebinde, sarı kısmı
bozulduğu için kan haline, dönüşmüş olan veya içinde ölü civciv bulunan bir
yumurta olduğu halde namaz kılan kimsenin, kıldığı bu namaz caiz olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.
Nısab'da : «İçinde
idrar bulunan bir şişe, cebinde olduğu halde namaz kılan kimsenin, namazı caiz
oîmaz. Şişenin, tam dolu olması ile olmaması aynıdır. Çünkü bu idrarla, şişenin
ma'deni ayni değildir; aynı zannedilecek bir şey de değildir. Fakat, bozuk yumurta
bunun hilafınadir. Çünkü, o bozukluk önün madenindendir. ve onunla aynıdır.
Fetva da bunun üzerinedir.» denilmiştir. Muzma-rât'ta da böyledir.
Sırtında, elbisesi çok
kanlı bir şehîd taşıyan kimsenin, bu durumda, yani şehîd sırtında iken kıldığı
namaz sahih olur. Fakat, bu kimse, sırtında şehidin kendisi değil de kanlı
elbisesi olduğu halde namaz kılmış olsa, bu namazı caiz olmaz.
Bir kimse, cebinde sağ
bir civciv olduğu halde namaz kılsa, namazı tamamlayınca da, o civcivin öJmüş
olduğunu görse, eğer o civcivin namaz kılarken öldüğü hususunda zann-ı galibi
bulunursu. kıldığı namazı iade eder. Fakat, bu hususta galip zanm olmaz ise. o
namazın, iadesi lazım gelmez. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimsenin, cebinde,
ağırlıkları toplamı bir dirhemi geçen çekilmiş insan dişleri bulunarak namaz
kılması caizdir. Zahi-rü'r - rivaye üzerine, âlimlerimiz arasında bu hususta
görüş ayrılığı yoktur. Sahih olan da budur. Çünkü, insan oğlunun dişleri
temizdir. Kâfî'de de böyledir.
Boğazmdaki gerdanlıkta
köpek dişi bulunan bir kimsenin, onunla namaz kılması caiz olur.
Bir kimse, üzerinde
fare, kedi veya yılan bulunarak namaz kılmış olsa, namazı caiz olur. Fakat bu
kimse günahkâr olur.
Üzerinde, artığı temiz
olan bir hayvan bulunan bir kimsenin kıldığı namaz caiz olur.
Fakat cebinde, tilki,
köpek veya domuz yavrusu olduğu halde namaz kılan kimsenin namazı caiz olmaz.
Çünkü, onların artığı necistir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Namaz kılan kimsenin
elbisesinin eteğine, üzerinde namaza mani olacak kadar necaset bulunan ve
kendiliğinden tutunamı-van bir çocuk konmuş olduğunda; eğer, bu çocuk, bir
rükün eda edecek kadar durmuş olursa, o kimsenin namazı fasid olur. Bu miktar
durmamışsa, namazı fasid olmaz.
Bu durumun aksine,
kendiliğinden rutunabilen bir çocuk, dana uzun müddet durmuş bile olsa, namazı
ifsad etmez.
Pislenmiş olan bir
güvercinin, namaz kılan kimsenin üzerine konması halinde de hüküm yine
aynıdır. Hulâsa'da da böyledir.
Sırtında, abdestsiz
veya cünüp bir kimse bulunduğu halde namaz kılan kimsenin, kıldığı namaz
caizdir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir. [15]
1- Yol
üzerinde,
2- Deve
ağıllarında,
3- Çöplüklerde,
4- Deve
boğazlanan yerlerde,
5- Dışkı
atılan gübreliklerde,
6- Gusledilen
yerlerde
7- Hamamlarda,
8- Kabirlerde
ye
9- Kabe'nin
üzerinde namaz kılmak mekruhtur.
Ot, hasır, yaygın ve
kalmış hasır üzerinde namaz kılmakta bir beis yoktur. Fetâvâyi Kâdihân'da da
böyledir.
Başının üstünde
pislenmiş bir elbise asılmış olan kimse, namaz kılarken ayağa kalktığı vakit;
bu pis elbise, omuzlarının üzerine gelir ve bu durumda namazın bir rüknünü eda
ederse, o kimsenin namazı fasid olur.
Keza, namaz kılarken,
üzerine pis bir elbise konan ve onunla bir rükün edâ eden kimsenin namazı da
fasid olur. Hulâsa'da da böyledir.
Başkasının
elbisesinde, dirhem miktarı pislik gören bir kimse, eğer, kalbinde «ben bunu
söylersem bu şahıs elbisesini temizler» diye bir duygu varsa, derhal haber
verir.
Şayet, kalbinde, «o
kimsenin kendisinin sözüne iltifat etmi-yeceği -duyusu varsa, bu durumda, o
kimsenin haber vermemesi için bir genişlik, bir ruhsat vardır, Emr-i ma'rûf
bunun üzerinedir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
İmâm Serahsî ise :
«Emr-i ma'rûf mutlaka vacibiir. Böyk" bir ayırım yoktur.» demiştir. [16]
Farz, vâcib ve nafile
namaz kılan, tilâvet secdesi yapan, cenaze namazı kılan kimselerden hiç
birisinin, bu namazların edaları ve kazaları esnasında, kıble istikametinin
dışında başka bir yere dönmeleri caiz olmaz. Ancak, kıble istikametine
dönerler. Sirâcü'l -Vehhâc'da da böyledir.
Mekke'de bulunanlar
için kıble, bizzat Ka'be'dir. Bu hu-hususta ulemanın ittifakı vardır.
Ka"be'nin, bizatihi kendisine dönmeleri lazımdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir,
Mekke şehrinde namaz
kılan kimse ile Ka'be arasında, duvar gibi bir hâilin olmasında veya
olmamasında bir fark yoktur. Tebyîn'de de böyledir.
Evinde namaz kılan bir
Mekkelinrn, namazı, tam Ka'be'ye dönerek kılması gerekir. Hatta, o kimse ile
Ka'be arasındaki duvarlar kaldırılacak olsa, Ka'be'nin, o adamın karşısına
çıkması gerekir. Kâfi'de de böyledir.
Bir kimse, Ka'be
dahilinde, yüzünü Hâtim'e çevirerek namaz kılmış olsa, o kimsenin namazı caiz
olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Mekke'nin dışında olan
kimse de, yönünü, Ka'be cihetine çevirir. Ammenin görüşü budur. Sahih olan da
budur. Tebyîn'de de böyledir.
Ka'be ciheti işaretle
bilinir : Şehirlerde işaret ve köylerde alâmet mihrablardır. Sahralarda deül
ile yıldızlardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İstikbâl-i kıblede
mu'teber olan şekil : Kâ'be binasının di şında, beytin mekanına (Kabe'nin yerne
doğru) dönmektir.
Fetâvâyi Huccet'de :
«Kabe'nin bulunduğu yere dönmek, derin kuyularsa, yüksek dağlarda ve Ka'be'nin
dışında da caizdir. Çünkü Ka'be, yedi kat yerin altından, yedi kat semanın
üstüne, tâ arşa varıncaya kadar Ka'be'nin hizasıdir.» denilmiştir. Muzmarât'ta da böyledir.
Ka'be'nin içinde veya
damında namaz kılan bir kimse, namaz kılarken, hangi tarafa dönmüş olursa,
olsun kıldığı namaz caiz olur.
Bir kimse, Ka'be'nin
duvarında namaz kılmış olsa, eğer yüzü Ka'be'nin tavanına dönük olursa, namazı
caiz olur; değilse caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Yatalak bir hastanın,
kıbleye dönmeye gücü yetmez ve yönünü döndürecek bir kimse de bulunmasa, o
yatalağın, yüzünü, istediği tarafa çevirmesi caiz olur. Huİâsa'da da böyledir.
Keza, bu kimsenin,
yüzünü Kıble'ye çevirecek birisi bulunsa fakat döndürülmek hastaya zarar
verecek olsa; bu kimsenin yüzünü, islediği tarafa çevirmesi caiz
olur.ZahîrSyye'de de böyledir.
Korkan bir kimse,
gücünün yettiği tarafa dönerek namazını kılar. Burada korkmak, ister düşmandan
ister yırtıcı hayvandan, ister hırsızdan olsun müsavidir; aralarında bir fark
yoktur.
Kıbleye döndüğü zaman
denizde boğulacağından korkan kimse de, yönünü Kıbleye çevirmeden namaz
kılabilir.
Bir özür sebebi'iîe
farz namazı veya özürsüz olarak nafile bir namazı, hayvan üzerinde kılacak olan
kimse, de yönünü kıbleye çevirmeden namaz kılabilir. Münyetü'l - Musafll'de de
böyledir.
Gemide, farz veya
nafile namaz kılmak isteyen bir kimsenin Kibleyedönmesi lâzımdır. Gemide
bulunan bir kimsenin, yönünü istediği tarafa çevirerek namaz kılması caiz, olmaz.
Kıbleye dönüp, gemide
namaz kılan bir kimsenin, yönü, geminin dönmesi ile kıbleden ayrılmış olsa; o
kimse, namaz içinde Kıbleye dönerek
namazım tamamlar. Şerh-i Münye'de de böyledir.
Kıblenin hangi tarafta
oMuğu hususunda şüpheye düşen bir kimse, soracak bir kimseyi de bulamazsa,
araştırır; kalbinin kanaat ettiği yöne dönerek namazını kılar
Hidâye"de de böyledir.
Bu kimse, namazım
kıldıktan sonra, kıble hususunda hatâ
ettiğini anlamış olsa bile, namazını iade elmez. Fakat, hatasini namaz
esnasında anlarsa, namaz içinde hemen kıbleye dönerek namazını tamamlar.
Zâhidi'de de böyledir.
Bir kimsenin yanında,
bulunduğu yerin halkında birisi olduğu halde, ona sormadan fakat kıble istikametini araştırarak namaz kılması
caiz olmaz.
Bu durumda,
yanında kıble istikâmetini sorabileceği bir kimse bulunduğu halde, ondan
sormadan, kendi araştırması ile namaz kılan kimse, şayet kıbleye dönmüşse
namazı caiz olur. Fakat kıbleye dönmemişşe, namazı caiz olmaz Münyetü'l -
Musallî'de de böyledir.
Saharda, kıble
istikameti hususunda şüpheye düşen bir kimse, araştıması neticesi, bir
istikamet üzerinde kanaat hasıl edip, o yöne yönelmiş olarak namaza başlasa;
sonra iki kişi gelip, kıblenin başka tarafta olduğunu haber verseler, eğer, o
adamlar misafir (yo'cu) iseler, sözlerine iltifat edilmez.
Fakat haber veren o,
iki kişi, o beldenin halkından iseler, sözlerini kabul etmek gerekir. Aksi
halde namaz caiz olmaz. Hulâsa1 da da böyledir.
Bir kimse, kıble
istikâmetini araştırır da, vardığı kanaatin haricinde bir yöne dönerek namaz
kılarsa, bu namaz caiz olmaz. Hatta, kıbleye isabet etmiş olsa bile... Münyetü'l
- Musallî'de de böyledir.
Bir kimse, kıble
olduğu hususunda şüphesi bulunmayan bir yöne dönerek namazını kılmış, olsa
sonra da, kıble istikâmeti hususunda şüpheye düşse, bu kimsenin kılmış olduğu
namaz caizdir.
Fakat, bütün kalbi
ile, namazın fasid olduğuna kanaat ge-Urmiş olursa, namazı iade etmesi vacib
olur. Huİâsa'da da böyledir.
Bir kimseye, bu
husustaki şüphe namaz içinde «durduğum kıblede gerçekten isabet yok» şeklinde
gelirse, o kimsenin, hemen kıbleye dönmesi lazım gelir.
Fakat, bu şekildeki
şüpheye .rağmen, kıbleye isabeti durmuş olduğu açığa çıkarsa, bu durumda, görüş
ayrılığı vaki olmuştur. Sahih olan ise, o kimsenin kılmakta olduğu namazı bozup
yeniden kılmasıdır. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Kıble istikâmetinde
şüphesi bulunan bir kimse, araştırır yapmaksızın namaz kılmaya başlamış ve
namazın içinde de, kıble istikametine isabet ettiği veya isabet etmediği
hususunda, kesin bir kanaate varıp şüphesi gitmiş olsa, bu kimse kıble istikametinde
namazına' devam eder.
Eğer, hatası namazdan
sonra meydana çıkarsa, veya kıble istikametinde, isabet edip etmediği,
hususunda hiç bir şey ortaya çıkmazsa, o
kimse, bu şekilde kılmış olduğu namazı iade eder.
Namazı bitirdikten
sonra, kıbleye isabet etmiş olduğu ortaya çıkarsa, namazı tamam olmuş olur.
Hulâsa'd a da böyledir.
Araştırma yapmış
olmasına rağmen, kıble istikâmetinin hangi taraf olduğu hususunda, hiç bir
kanaat sahibi olmayan kimse için:
— «Bu kimse, namazı tehir eder.» denilmiştir.
Veya:
— «Dört tarafa da
dönerek ayrı ayrı namaz kılar.»
denilmiştir. Veya:
— «İstediği yöne dönerek namaz kılar.»
dlnilmiştir. Bahru'r -Râık'ta da böyledir. En isabetli olanı ise, son kavildir.
Bu kimse, eğer, bir
yöne dönerek namaz kılarsa, kıbleye isabet ettiği belli olunca, namazı caiz
olur.
İsabet etmediği, belTi
olunca veya bir şey belli olmayınca, namazını iade eylemez. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir beldeye giren ve
orada mihrablar gören bir kimsenin, kıble istikametini araştırmasında bir mana
yoktur. Mihrabların yönüne durup namazını kılar.
Çölde olan bir kimse
de, gece açık havada, yıldızlara bakıp kıble cihetini tayin etme ilmini
biliyorsa, araştırma yapmaz. Serah-si'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Mihrabının
bulunmamasından dolayı, kıblesi belli olmayan bir mescide giren bir kimse,
araştırma yaparak namazını kılmış oîsa, sonra da hatası meydana çıkmış bulunsa,
bu kimse, namazını iade eder: Çünkü o kimsenin kıble istikametini sorma imkânı
vardı.
Bu kimse, araştırması
soncu, kıble istikametim .doğru tayin etmişse, namazı caiz olur. Fetâvâyi
KâdÜhâıı'da da böyledir.
Bu dununda, bu kimse,
kıbleyi sormuş olsa da, haber ver memiş bulunsalar; sonra da bu kimse, araştırma
yapıp namazını kılmış olsa sonradan hatası açığa çıkmış olsa bile bu kimsenin
kılmış olduğu namaz caizdir. Serâhsfnin Muhkyt'inde de böyledir.
Karanlık bir gecede
mescidde, kıble istikametini araştırarak namaz kılan bir kimse, daha sonra
namaz kılarken kıble istikametine dönmemiş olduğunu anlamış olsabüe, kılmış
olduğu namaz caizdir. Çünkü, onun, kıble istikametini sormak için, insanların
kapılarını çalması gerkmez.
Kıblenin istikametini
araştırarak namaza başlamış olan bir kimse, bir rek'at kıldıktan sonra,
kıblenin başka istikamette olduğu kanaatine varsa, o tarafa dönerek ikinci
rek'ati kılar. Sonra tekrar, kıblenin birinci rek'atta yöneldiği istikamette
olduğu kanaatine varırsa, bu durumda ne yapmasının gerektiği hususunda,
meşayih arasında görüş ayrılığı meydana gelmiştir. Bazıları: «Bu kimse, namazı
bozar ve birinci rek'ati kılmış bulunduğu istikâmete dönerek yeniden kılar.»
demişlerdir! Bazıları ise : «...namazına bozmadan devam eder; ancak birinci
rek'ati kıldığı tarafa döner.» demişlerdir. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Kıble istikametini
araştırarak, çölde namaz kılmakta olan bir kimseye, kıble istikametini
araştırmamış olan.biş başka kimse, uymuş olsa; eğer, imam olan şahıs, kıble
konusunda isabet etmişse, ikisinin de namazı caizdir.
Fakat, eğer imâm kıble
konusunda isabet etmemişse, bu durumda, imâmın namazı caizdir; muktedînin
namazı caiz değildir. Hulâ-sa'da da böyledir.
Mahpus olduğu için,
Mekke'de kıble hususunda şüpheye düşen bir insanın yanında, kıbleyi
sorabileceği bir kimse olmasa; kıble istikametini araştırıp, namazını kılmış
bulunsa; sonradan da —kıble hususunda— hata etmiş olduğu ortaya çıksa, İmâm
Muham-med (RA.) 'e göre, bu kimsenin namazını iade etmesi gerekmez. En doğru
kıyas budur. Aynı durum, Medine'de meydana gelmiş olsa, hüküm yine aynıdır.
Zahîriyye'de de böyledir.
Kıble cihetinde
şüpheye düşüp, araştırma ile bir rek'at namaz kılan kimse, ikinci rek'atte
rey'i, o tarafa dönmüş olduğu için bu rek'ati de o tarafta kılmış olsa; hatta,
(her rek'ati kıldıkça kibk jstikameti hususundaki kanaat ve) rey'ini
değiştirdiği için dört rek'ati, dört ayn istikamete dönerek kılmış olsa İmâm
Muhammed (R,A.) den gelen bir rivayette, bu kimsenin namazı 'şüphesiz caiz
olur. Fetâvâyî Kâdûhân'da da böyledir.
Bir kimse, kıble
istikametini araştırmış olarak, bir yöne dönüp, bir rek'ati kıldıktan sonra,
rey' ve kanaati başka bir yöne dönmüş~olduğu için, ikinci rek'atide o tarafa dönerSk
kılmış olsa-fakat, bu arada, birinci rek'atin secdesini unutmuş olduğunu hatırlarsa
bu kişinin durumu hakkında, meşayih arasında görüş ayrılığı olmuştur. Sahih
olan kavil ise: «Bü kimsenin namazının, fa-sid olmuş olduğudur. Gunye'de de
böyledir.
Bİr kimse; araştıma
yaparak namaza başlamış olsa ve bilmeyerek kıble istikameti hususunda hata
yapış bulunsa; sonra da, namazda hatasını anlayıp yönünü kıbleye çevirmiş olsa;
bu kimsenin namazı kılmaya başladığı zamanki halini bilen, başka bir kimse de,
gelip ona uyarak namaz kılmaya başlamış olsa, bu durumda,
namaza ilk başlamış olan kimsenin namazı caiz, ikinci şahsm namazı ise, fasid
olur.
Kör bir adam, kıblenin
aksi istikametine dönerek namaza başlamış olsa, başka bir adam da gelerek onun
yönünü kıbleye çevirerek ona uysa; eğer, kör olan şahıs, namaza başlayacağı
vaki Kible istikametini sorabileceği bir kimse bulduğu halde, ona sormadan
namaza durmuş olursa; hem, îmâm olan kor şahsın, nem de kendisine cemaat olmuş
bulunan şahsın, namazı fasid olmuş olur.
Fakat eğer kör şahıs,
kıble istikametini sorabileceği kimseyi bulamamışsa, kendisinin namazı sahih
olur; ona uyan şansın namazı ise, fasid olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Karanlık bir gecede,
karanlık bir evede bulunan kimseler, kıble istikametinde şüpheye düşerek
sorabilecekleri bir kimse de bulamasalar ve kıble istikametine delil olabilecek
bir alametde olmasa; veya bu şahıslar, aynı1 şartlarla bir sahrada bulunuyor
olsalar; hepsi de, araştırma yaparak, ayn ayn istikametlere dönüp namaz kılmış
olsalar; kıbleye isabet etmiş olsalar da, olmasalar da namazları caiz olur.
Bunlar, bu namazı
cemaatle kılmış olurlarsa; ancak, imâmdan ileri durmayan ve aynca,
imâmın.kıblesine muhalif bulunmayanla-namazları caiz olur. Aksi durumda
olanlann, — cemaatle kıl-malan halinde — namazlan caiz olmaz.
Bir cemaat, sahrada,
kıble istikâmetini araştırmış olarak namaz kılmış olsa, ve bu cemaat içinde,
musbûk ve lâhık olanlar da bulunsa, imâm namazını bitirince, o ikisi ayağa kalkıp, geçirdikleri
rek'atleri kaza ederlerken, kıblenin, imâmın dönmüş olduğu taraf olmadığı
açığa çıksa, mesbûkun yönünü kıbleye çevirip namazını tamamlama imkânı vardır.
Lâhık içinse, bu imkân yoktur.
Tilâvet seödesi için
de, aynı şekilde kıble istikameti araştırılır. Namaz kılacak kimsenin kıbleyi
araştırmasının caiz olduğu gibi tilâvet secdesi yapacak kimsenin de kıbleyi
araştırması caizdir. Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.[17]
Kâ'be'nin içinde, farz
olsun veya nafile olsun, namaz kılmak sahihtir.
Şayet, Kâ'be'nin
içinde cemaatle namaz kılınacak olunursa, imâmın etrafında daire olunur. Kimin
sırtı, imâmın sırtına veya yüzü imâmın sırtına jgeîmişse, onun namazı caiz
olur. Yüzünü imamın yüzüne çeviren kimsenin namazı da caiz olur; fakat, bu durumda,
imâmla bu şahıs arasında, bir sütre bulunmazsa, namazı mekruh olur.
Fakat, bu durumda,
akasını imâmın yüzüne döndüren kimsenin namazı caiz olmaz. Cevheretü'n -
Neyyire'de ve Sirücü'I - VeH-hâc'da da böyledir.
Kâ'be içinde, cemaatle
namaz kılınırken, imâmın sağında ve solunda bulunan kimselerden, imâmın
yöneldiği duvara imâmdan daha yakın olmayanların namazları caiz olur. ez -
Zâd'da ve îmâm Serâhsî'nin Mebsut Şerhi'nde de böyledir.
fi tmâm, Harem-i Şerif
de namaz kıldırdığı zaman, insanlar Kâ'be'nin etrafında halka olurlar ve imâmın
kıldırmakta olduğu namazı kılarlar.
Cemaatten her hangi
biri, imâmın bulunduğu tarafta olmamak şartıyle, Kâ'be'ye imâmdan daha yakın
bulunsa bile, namazı caiz olur. Hidâye'de de böyledir.
îmâm, Kâ'be'nin
içinde, cemaat de Kâ'be'nin etrafında bulunsa; bu durumda, eğer Kâ'be'nin
kapısı açık olursa, namazları caiz olur. Tebyin'de de böyledir.
Eğer, bir kadın,
imâmın hizasına durmuş olur ve imâm da ona,
imâm olmaya niyyet- etmiş
bulunursa; bu durumda, kadın, imâmın yönelmiş olduğu tarafa dönmüş bulunursa,
imâmın namazı fasid olur. Fakat, kadın başka tarafa^ yönelmiş bulunursa, imâmın
namazı fasid olmaz. Zahİrîyye'de de böyledir.
Kâ'be'nin içinde namaz
kılian bir kimse, bir rek'ati bir tarafa, diğer rek'ati de başka bir .taraf a
dönerek kılmış olsa, namazı caiz olmaz. Çünkü o kimse, zaruretsiz olarak,
yakîni olan kıbleden dönmüş olur. Bedai'de de böyledir. [18]
Niyyet, namaza girmeyi
dilemektir.
Niyyetin şartı, hangi
namazı kıldığını bilmektir. Hangi namazı kıldığını bilmenin en yakın delili
îse; bu husus, kendisine sorulduğunda, o kişinin, hemen cevap verebilmesidir.
Eğer o kimse, düşünmeden bu sorunun cevabım veremezse, namazı caiz olmaz.
Aslında, itibar, bunun
dil ile söylenmesine değildir. (Yani kalben bilmesi kâfidir.) Fakat, dili ile
de söylerse, bu hâî kalbinin azimetini topladığı için, daha güzel! olur.
Kâfi'de de böyledir.
Kalbini hazırlamadan
aciz olan kimsenin, bunu, dille söy^ lemesi de kâfi gelir. Zâhfcft'de de
böyledir:
Nafile, sünnet ve
teravih namazları için, mutlak niyyet kâfidir. Sahih olan da budur. Bu, açık
bir cevap ve âlimlerin umumunun seçtiği görüştür. Tecnls'de de böyledir.
Teravih namazını
kılarken, ihtiyata uygun olanı, şu şekilde niyyet etmektir: «Niyyet ettim
teravih namazını kılmaya», diyerek, teravih namazı kılmaya veya «niyyet ettim
vaktin sünnetSnt kumaya» diyerek, vaktin sünnetim klimaya veyahut da «niyyet
etttm gecendh kıyamına» diyerek, geceyi ikame etmeye niyyet etmelidir.
Münyet&l - MusaUî'de de böyledir.
Sünnet namazları
kılarken: «Allah'ın Resulüne uyarak namaz kılmaya, rüyyet ettim.» şeklinde
niyyet etmek, ihtiyata daha münasip olur. Zehıyre de de böyledir
Vacipler ve farzlar,
mutlak namaz niyyeti ile edâ olunmazlar; bu icmaen böyledir. Gıyâsiye'de de
böyledir.
Bunlarda, muhakak tayin
yani hangi namazı kılacağım belirtmek lâzımdır. «Niyyet ettim bu günkü öğle
namazının forana» veya »...İkindi namazına», veyahut «...Vaktin Sanana», veyar
hut da ...vaktin Öğle namazına», gibi... niyyet edilinŞerhu'l - Mok-addiim'de
de böyledir.
Sadece, «farza nflyyet
ettim» demek kâfi gelmez. Fakat, bir kimse «...vaktin farzını kılmaya» diye
niyyet ederse, cum'a hariç, bu niyyeti caiz olur. Cum'a gününden başka
günlerde, Öğle vaktinde «vaktin farzına...» diyerek niyyet, caiz olur. Sahih
olan da budur.
Vakti içinde kılınmış
olan bir namazın, sadece, o vaktin farzı niyyetiyle kılınması caiz olur.
Fakat, bir kimse
vaktân çıktığını bilmeden, vaktin farzı niyyeti ile — çıkmış olan vaktin
farzını — kılmış olsa, bu caiz olmaz. Si-râcü'l Vehhâc'da ıda böyledir.
Fakat, bir kimse «bu
günün Öğle namazına.» diye niyyet ederse, namazı kıldığı zaman, vakit geçmiş
bile olsa, kıldığı namaz caiz ölür. Bu, vaktin çıkması konusunda, şüphe
taşımayan kimse içindir. Tebyîn'de de böyledir.
Cenaze namazında
«Allah için namaza, meyyit için duaya» diye niyyet edilir.
Bayram namazında
«Bayram namazını kılmaya», vitirde ise «Vitir namazını kılmaya» diye niyyet
edilir. Zâhidî'de de böyledir.
Gaye isimli kitabta :
Vitir namazının vücubiyeti hususunda ihtilaf olduğu için, ona «vacib» diye
niyet edilmez.» denilmiştir. Tebyîn'de de böyledir
Adanmış olan tavaf
namazını kılarken, nezredilmiş olan namazın kılındığını, niyeytle belirtmek de
şart kılınmıştır. BahruV - Raık'ta da böyledir.
Niyyet ederken, rek'at
adedini belirtmek şart kılınmamıştır. Şerhul -yikâye'de de böyledir.
Bir kimse, beş rek'at
diye miktar belirtmiş olsa da, dört rek'at tamamlanınca oturmuş bulunsa, bu
namazı caiz olur. Çünkü, beş rek'at niyyeti boştur; bir değer taşımaz.
MünyetüU - Musal-lî'de de böyledir.
Kabe niyyeti (Niyyet
esnasında kıbleye döndüğünü belirtmek) de şart değildir; Fetva da bunun
üzerinedir. Muzrarât'da da böyledir.
Kaza namazlarında,
ta'yine (hangi namazı kılacağın» belirtmeye) ihtiyaç vardır. Fethu'l Kadlr'dc de böyledir.
Kazaya kalmış namazlar
çok olduğu zaman, bunları kaza etmekle uğraşan kimsenin, kıldığı kaza namazını,
öğle, ikindi... gibi hangi vakti kılıyorsa, onu belirtmesine ihtiyaç vardır,
«...günün öğlesi», «...günün ikindisi», şeklinde niyyet edilir. Fetâvâyi
Kâdî-lıânVia da böyledir. Esahh olan da budur.
Bu kimse, şayet,
işinde kolaylık istiyorsa, «üzerimde en önce (veya en sonra) kazaya kalan öğle
namazını kılmaya...» diye veya buna benzer bir şekilde niyyet etmelidir.
Fetâvâyi Kâdîhân -da da böyledir.
Bir kimse, başladıktan
sonra bozmuş bulunduğu nafile bir namazı kaza ederken, niyyetinde, bu namazı
kaza etmekte olduğunu belirtmesi şarttır, Tebyîn'de de böyledir.
Bir kaza namazına
niyyet edildiği esnada, «Cumartesi... namazına» diye niyyet edilse de, kazaya
kalan namaz, Pazar gününün namazı veya durum bunun tersine olsa, bu hususta,
ine-şayih ihtilaf etmiştir;
Böyle bir durum, vakit
namazlarında caiz olur. Gunye'de de böyledir.
Bir kimse, farz namazı
kılmaya başlasa da, sonra onu, nafile zannetse ve nafile diye devam etse ve
namaz bitene kadar da bu niyyetde olsa; kıldığı bu namaz, farz namaz (olarak
caiz) dir. Şayet, iş bunun aksine olmuş olsaydı, hüküm de tersine olurdu.
Yani, nafile diye başlanılan namaz, farz niyyeti ile bitirilmiş olsa bile o
namaz, nafile namazdır; farz namaz değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, öğle
namazına başladıktan sonra, nafileye niyyet eylese veya ikindi namazına
veyahut kaza namazına veyahut da cenaze namazına niyyet edip başlamış olsa
ve bu ikinci niyyetin-den sonra tekbir
aîsa; ilk başladığı namazdan çıkmış, niyyet edip tekbir alidığı ikinci namaza başlamış olur. Şayet, tekbir
almamışsa, tekbirsiz niyyetle Önceki namazdan çıkmış sayılmayacağından, ilk
başlamış olduğu namazı bitirmiş olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, Öğle
namazından bir rek'at kıldıktan sonra, tekbir alır ve yeniden kalbinden öğle namazına niyet ederse,
kalbi İle niyyet ettiğinden, kılmış
olduğu ilk rek'at da caizdir.
Fakat,
ikinci defa tekbir
aldığı esnada dili ile, «niyyet ettim Öğle namazına» diyerek niyyet etmişse
ilk başladığı öğle namazı bozulur ve ilk kıldığı rek'at caiz olmaz. Hulâsa'da
da böyledir.
Nafile için tekbir
alan bir kimse, sonra, tekrar tekbir alarak, bu ikinci tekbirle de farza
niyyet etse, o kimse farza başlamış olur,
Yalnız başına namaz
kılmakta olan bir kimsenin, namazı-nızLcaiz olması için, şu üç şeye, niyyet
etmesi gerekir :
1- Namazı
Allah için kıldığına,
2- Hangi
namazı kılmakta olduğuna,
3- Kıbleye
dönmeye.
îmâm da, yalnız kılan
kimse gibi niyet eder. îmâm olmak için, ayrıca niyyet etmesi ihtiyâç değildir.
Hatta, imâm olan kimse, «felan adama imâm olmamaya» niyyet etmiş bulunsa da, o
adam da, gelip bu imâma uymuş olsa, bu bile caiz olur. Kâdîhân'da da böyledir.
Fakat, bir imâm,
kadınlar için, imamlığa niyyet etmiş olmazsa, ona uyan kadınların, namazları
sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
îmâma uyan kimse de,
yalnız kılan kimse gibi niyyet eder ve aynca imâma uymaya da niyyet eder.
Çünkü, niyyetsiz olarak, imâma uymak caiz değildir. Kâdîhân'da da böyledir.
İmâma uyan kişinin
«İmâmın başladığı ve kıldığı namaza» veya «... ve imâmın namazına iküdâya» diye
niyyet etmesi caiz olur. Keza, «başkasına değil ona iktidâya» niyyet etse bu da
caiz olur. Esahh olan da budur. Mi'râcü'd IMrâye'de de böyledir.
Ancak, imâma uyan kimse,
«imâmın farzına...» veya «imâmın namazına...» diye niyet etse, bu caiz olmaz.
Tebyîn'de de böyledir.Bu hususta, efdal olan, imâm «Allahu Ekber» dedikten
son-ra, «imâma uymaya» niyyet etmektir. Böylece, namaz kılan kimseye uymuş
olur. îmâm yerine durunca, ona iktida edilmiş olsa, bu da caizdir.
Alimlerimizin hepsi bu görüştedir. Fetva da buna göredir. Şeyhu'l - İmâmü'z -
Zalıid İsmail ve Hakim Abdurrahman el - Kâtib de bununla fetva vermişlerdir.
Kuvvetli olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.
îmâmın, henüz namaza
başlamadığım bilen bir kimse, «imâmın namazına» başlamaya niyyet etse, imâm
namaza başladığı vakit, o adam da namaza başlamış olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, imâmın
namazına başlamaya niyyet etmiş olsa da imâm namaza başladı zaniiı ile kendisi
namaza başlamış bulunsa, bu kimsenin, o niyyeti caiz olmaz. Kâdîhân'da bu
görüsü seçmiştir. Şerhul - Münye'de de böyledir. îmânım, öğleyi mi, cum'ayı mı
kıldığını bilmediği halde, bir kimsenin «imâmın namazına» niyyeti ile imâma
uyarak kıldığı namaz, imâm hangi namazı kılmışsa, o namaz olarak caiz odur.
Fakat, imâma uymaya
niyyet eden kimse, «imâmın namazına)» niyyet etmese de, «öğle namazına» diye
niyyet etse; eğer, imâmın kıldığı namaz, cum'a namazı olursa, bu durumda, o
kimsenin niyyeti caiz olmaz.
îmâma uyan kimse, eğer
işin kolayım istiyorsa, «imâma uymaya ve onun namazını kılmaya» veya «imâmla
birlikte onun kıldığı namazı kılmaya» diyerek niyyet etmesi münasip olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Cum'a namazı kılmak
için imâma uyan kimse, öğle ve cu-ma'nın ikisine birden niyyet etse, bazı
âlimler bunu caiz görmüşler ve iktidarım hükmü sebebi Üe cum'ayı tercih
etmişlerdir.
Bir kimse, imâma
uymaya niyyet etmiş olsa da, imâmın Zeyd mi Amr mı olduğunu hatrlamasa veya
imâmı Zeyd olarak görse, halbuki imâm Amr olsa, bu durumda da, o şahsın, imâma
iktidâ-sı caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.İmama uyan kimse, imamın
şahsını görse ve «ben, bu imâm olan Abdullah'a uydum» dese; veyahut da, imâmın
şahsını görmese ve fakat «Ben mihrabda duran imâm Abdullah'a uydum» dese, imâm
ise Abdullah değil de Ca'fer olsa; yine, o şahsın iktîdası caiz olur.
Muktedî, Zeyd'e uyduğu
zaman, imâm, Amr ise, niyeti caiz olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Cemaat çok olduğu
zaman, imâma uyan kimse için, en münasip yol, imâmı ta'yin etmemektir. (Niyyet
esnasında, kime uyduğunu belirtmemektir.
Cenaze namazında da
ölüyü tayin etmemek (niyyet esnasında kimin cenaze namazını kılacağını
belirtmemek) daha uygun olur. Zahîriyye'de de böyledir. [19]
Bilgi durumları
itibariyle, namaz kılan kimseler, şu altı gruba ayrılırlar :
1- Namazın
farzlarını ve sünnetlerini bildikleri
gibi, farzın mânasını da bilen kimseler.
Bu kimseler, namazı
kılmakla, gerçekten sevaba hak kazanırlar. Terketmeleri sebebi ile ide azaba
müstehak olurlar.
Bu gibi kimseler,
sünneti yapmakla da sevaba müstehak olurlar; sünneti terketmekten dolayı ise
azap görmezler.
Bilgi seviyesi yüksek
olan bu kimseler, «Öğle namazına», «ikindi namazına» veya «sabah namazına)
niyyet ettikleri zaman, ne yaptıklarını
bildiklerinden dolayı niyyetleri caiz
olur.
2- Bazı
kimseler de hangi namazın farz, hangisinin sünnet olduğunu bilir ve farza.farz
olarak niyyet eder; ancak, kıldığı namazdaki f arzların, sünnetlerin neler olduğunu
bilmez; işte bu gibi kimselerin de niyyeti (ve namazı) caiz olur.
3- Bir
kimse, farza niyyet eder fakat farzın manasını bilmezse, o kimsenin niyyeti
(ve namazı) caiz olmaz.
4- Bir
kimse, diğer insanların kıldığı gibi farzları ve nafileleri kılıyor fakat
farzları nafilelerden ayıramıyor bulunsa, onun da niyyeti (ve namazı) caiz
değildir.
5- Kıldığı
namazın, hepsinin de farz olduğuna inanan kimsenin, namazı caizdir.
6- Bir
kimse, Allahu Teâlâ'nm, kuÜarına
beş vakit namazı farz kıldığını bilmese
fakat kendisi, bu namazları vaktinde
kılıyor olsa; bu şahsın kıldığı namazlar da caiz değildir. Gunye'de de böyledir. [20]
Bir kimse, farzı
nafileden ayırmayı bilmiyor ve kıldığı namazların hepsine farz diye niyyet
ediyor olsa; kendisinden önce, mü-ekked sünnet olmayan ikindi, akşam ve yatsı gibi namazlarda, o kimseye uymak caiz olur.
Sabah, öğle gibi, kendisinden önce, sün-net-i müekkede bulunan namazların hiç
birisinde, bu kimseye ifcti-dâ eylemek caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Niyyetin, namaza
başlarken yapılmasının efdal olduğu hususunda, âlimlerimiz ittifak
etmişlerdir. Kâdîhân'da da böyledir,
Tekbirden önce niyyet
etmek, tekbir esnasında niyyet etmek gibidir. Ancak, niyyetle tekbir arasında,
namaza uymayan bir iş yapmamak gerekir. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, namazı
kılmak için niyyet etse ve sonra da abdest alıp mescide gitse ve tekbir getirip
—önce niyyet ettiği namaza başlamış olsa, bu caizdir ve niyyetine bir zarar
vermez.
Tekbîr aldıktan sonra
niyyet etmek ise, âdetten değildir. Hulâsa1 da da böyledir.
Farzda Riya Olmaz:
Farz'da riya
(gösteriş' olmaz, Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, Allah rızası
için namaza başladıktan sonra, kalbine riya duygusu girse, o namaz, başladığı
hal üzeredir.
Riya diye, insanların
yanında namaz kıümayıp da, görsünler diye onların yanında namaz kılan
kimselerin haline denir.
insanların yanında
olduğu zaman, namazı güzel kılıp, yalnız bulunduğu zaman güzel kılmayan
kimselere de, —ihsan hâriç namazın aslî sevabı verilir. Mıızmarât'ta da
böyledir.
Bir kimse, öğle
namazını kılmak için mescide girse ve imâmı —tahiyyata— oturmuş bulsa ve onun
birinci oturuşta mı, ikinci oturuşta mı olduğunu da bilemese, hemen niyyet edip
imâma uyar. Fakat, niyyet esnasında, şayet : «îmâm birinci oturuşta ise, ona uydum,
eğer ikinci oturuşta ise ona uymadım.» demiş olursa, bu kimsenin imâma
iktidâsı, caiz olmaz.
Keza, bu durumda, bîr
kimse «îmâm birinci oturuşta ise farza, ikinci oturuşta ise nafile kılmaya
nîyyet ettam.» dese, o kimsenin farza iktidası, caiz olmaz.
Bir kimse, mescide
varsa ve kılınan namazın, yatsı namazı mı, yoksa teravih namazı mı olduğunu
bilemese ve imama uyup niy-yet ederken de : «eğer kıldığı farz ise, ona uydum!
teravih ise uymadım.» dese, bu kimsenin namazı sahih olmaz.
Fakat, bu durumda, bu
kimse :«Kıldığı farz ise de, teravih ise de imâma uydum.» dese ve namazın
teravih olduğu meydana çıksa, iktidası sahih olur. TeciüVde de böyledir.
Bir kimse, mescide
girdiğinde, imâmı namaz kıldırmakta iken görse ye kıldıkları namazın yatsı
namazı mı, teravih namazı mı olduğunu bilemese ve : «Eğer yatsı ise iktida
eyledim, teravih ise ik-tida etmiyorum.» dese; kılınan namaz ister yatsı olsun,
ister teravih olsun, o kimsenin iktidası sahih olmaz.
Fakat, bu durumda, bu
kimse : «Yatsıda İse de, teravinde ise de imâma uydum.» demiş olsa; kılınan
namaz ister yatsı olsun, ister teravih olsun, bu şahsın iktidası sahih olur.
Hulâsa'da da böyledir. [21]
Namazın birinci farzı,
tahrî-me (iftitâh tekbîri) dir.îftitah tekbiri, bize göre şarttır.
Hatta bir kimse,
farzlar için .tekbir alsa, o tekbirle, nafile bir namazı eda edebilir.
Ilidâye'de de böyledir. Fakat, böyle yapması, farz için aldığı iftitah
tekbirini, selâmla tamamlamayı terk etmiş olduğu için, mekruh otur.
Fakat, bir farzın
tekbîri üzerine, başka bir farzı bina etmek, bil - icmâ caiz olmaz.
Keza, nafile bir
namazın tahrîmesi üzerine, farz bir namazı bina etmek de caiz değildir.
Bir kimse, üzerinde
necaset bulunduğu halde tekbir alsa da, tekbirden sonra o pisliği atmış
bulunsa; veya, tekbir aldığı zaman, açık bulunan bir yerini kapatmış ve bunları
da amel-i yesîr ile yapmış olsa; veyahut da, zevalin belli olmasından önce,
tekbir almış olsa da, tekbir aldıktan sonra, zeval ortaya çıksa; veya yönü
kıblede değilken tekbir almış olsa da, tekbirden sonra, yönünü kıbleye çe-^
virmiş bulunsa, bütün bunlar caizdir. Bahru'r - Râık'ta da böyledir. 0 Bir
kimsenin, «Sübhanallah» diyerek veya «Lâ ilahe illailâh» diyerek başlaması
sahih olur; fakat evlâ olan, namaza «Allahu Ekber» diyerek başlamasıdır.
Tefeyîn'de de böyledir.
Tekbîr'den başka bir
lafızla, namaza başlanıp, başlanama-yacağı hususunda, meşayih arasında ihtilâf
vâkiî olmuştur. Bazıları; «Namaza, tekbirden başka bir lafızla başlamak mekruh
olur.» demişlerdir. Esahh olan da budur. Zehıyre'de de, Muhıyt'te de böyledir.
İmâmı A'zara Ebu
Hanîfe (R.A.)'ye göre : «Bir kimsenin, Allahu ilâh", subhânallah, Jâüâhe
illallah gibi, Allahu Teâlâ'mn isimlerinden birini, ta'zîm kasdı ile
söyleyerek, namaza başlaması caiz olur. Tebyîn'de de böyledir.
Keza, elhamdü lillah,
Iâilâhe gâyrihû, tefcârekallâh lafızları ile de, namaza başlanması caizdir.
Muhıyt'te de böyledir.
Keza, İmâmeyn'e göre,
bir kimsenin, Allahu ecsll veya Allahu a'zam veya er-Rahmanu Ekber lafızları
ile de namaza başlaması caizdir. Fakat, başta eceli veya a'zam veya ekber
lafızlarını söyler ve bunların hemen akabinde AHah lafzını anmazsa, bu
sıfatlarla namaza başlamak bil-icma caiz olmaz. Cevheretü'n - Neyyire'de de,
Sîrâ-cül Vehhâc'da da böyledir.
Keza, bir kimse,
namaza başlarken «Allahumme» demiş olsa, fâkihlerimize göre, namaza başlamış
olur. Hulâsa'da ve Fetevâyi Kâdîhân'da da böyledir. Esahh olan da budur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, sıfatı zikretmese
de, sadece «Allah», er-Ral-man, er -
Rab ve benzeri gibi, Cenab-i
Hakkın isimlerinden birini zikretmiş olsa ve bu isimîere de hiç bir
sıfat eklenmemiş bulunsa, İmâm-ı A'zam (R.AJ'a göre, bu kimse, namaza başlamış
olur. Teb-yîn'de de böyledir. Sahih olan da budur.
Namaza, Allahu
Teâlâ'nın sadece kendisine mahsus isimleri ile mi başlanır; yoksa, başkalarına
da isim olmuş bulunmaları itibariyle müşterek bulunan isimleri ile de
başlanabilir mi, hususunda âlimler arasında çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır.
Bu hususta, zahir ve
esahh olan, Allahu Teâlâ'nin isimlerinin her biri ile namaza
başlanabileceğidir. Bu kavili, el-Kerhî de zikretmiştir. İmâm Mergînânî de
bununla fetva vermiştir. Zâhidî'de de böyledir.
«Allahümme ğfirlî»
lafzı ile namaza başlanması sahih olmaz. Çünkü, bu lafız, sadece tazim için
değildir; bu lafızda, kulun ihtiyacı şaibesi vardır. SerahsS'nin Muhıyt'inde de
.böyledir.
Esteğfiruİlah,
eözübillah, mnâ lillah veya lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh veyahut da
mâşâellan.lafızları ile de namaza başlanmış olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, ta'zim
kasdetmeden veya müezzine cevap vermek niyyeti ile ve şaşkınlıkla tekbir almış
olsa; bu arada niyyet.de etmiş bulunsa, bu tekbirle namaza başlamak caiz olmaz.
Tatarhâniy-ye'de de böyledir.
Bismİilâhirrahmânirrahîm
lafzı, ile de namaza başlanmış olmaz. Tebyîn'de de böyledir..
AlSahu Ekfoer lafzı,
başına bir istifham (soru) elifi getirilerek söylenmiş olsa, bu şekilde namaza
başlanmış olmayacağı hususunda ittifak vardır. Sıyrfîyye'den naklen
Tatarhâniiyye'de de böyledir.
Allahu Ekber lafzını,
kâf-ı fârisî ile Allahu Egber şeklinde okumuş oba, namaza başlamış olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Tekbir ile namaza
başlanabilmesi için de, tekbirin ayakta veya ayakta olmaya yakın bir şekildeki
rükû' halinde söylenmiş olması gerekir. Aksi ıalde, tekbirle bile namaza
başlanılmış olmaz. Zâhidî'de de böyledir.
Hatta, oturduğu yerden
tekbir alıp da, sonra ayağa kalkmış olan kişi de, namaza başlamış oîmaz.
Fakat, bir kimsenin,
ayakta durmaya gücü yettiği halde, nafile namazları oturduğu yerde kılması ve
tekbîrini de oturduğu yerde alması caiz olur. Serâhsi'nin Muhıyt'mde de
böyledir.
İmânı-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) 'ye göre, muktedî'nin tekbirinin, imâmın tekbirine (bitişik
gibi) yakın olması gerekir. îmâmeyne göre, muktediî, imâm tekbir aldıktan
sonra, tekbir alır. Fetva da İmâmeyn'm kavli üzeredir. Maden'de de böyledir,
«Bu iki durumun da
caiz olduğunda ihtilaf yoktur. Sahih olan da budur. İhtilaf, sadece hangisinin
daha efdal ve daha evla olduğu hususundadır.» denilmiştir. Tebyîn'de de
böyledir.
Muktedî'nin
tekbirinin, imâmın tekbirine«,yakm olması sözü, parmağı hareket ettirince
üzerindeki yüzüğün de hareket etmesi -gibi iki tekbirin de bir anda alınması
demektir.
tmâmeyn'e göre,
uzaklıktan kasıt ise, muktiedînin, Allah lafzının başındaki elifi, imâmın
söylediği AJlahu Ekber lafzının sonundaki re harfine ilave edip
bitiştirmesidir. Musaffa'da da böyledir.
imâma uyan kimse,
imamla birlikte tekbir alır ve Allah lafzını imâmla birlikte söylemiş olmasına
rağmen, ekber lafzını Ondan önce bitirmiş olursa, Fakîh Ebû Ca'fer'e göre, o
kimse, namaza başlamış olmaz ve esahh olan da budur.
Keza, imâma rükû'da
yetişen bir kimse, Aliahu Ekber der; fakat Allah lafzını ayakta iken, Ekber
lafzını da rükû'a varınca söylemiş olursa, bu kimse namaza başlamış olmaz.
İmâma uyan kimsenin,
henüz imâm tekbir almadan önce Allah demesi halinde, Zahİrü'r-Rivâye'de, namaza
başlamış olmayacağı hususunda icma' vardır.
Bir kimse, imâmdan
önce tekbir almışsa, sahih olan kavle göre, eğer o kimse, alidığı tekbirle
imâma iktidaye niyyet etmiş ise, namaza başlamış olmaz.
Fakat, bu kimse, o
tekbirle imâma uymaya niyyet etmemiş ise, kendisi, tekbaşına kılacağı namaza
başlamış olur. Serahsf'nin Mu-hıytfSnde de böyledir.
îftitah tekbiri
hususunda efdal olan, bir kimsenin, imâma yetiştiği zaman tekbir almasıdır.
Sahih olan kavle göre,
imâma birinci rek'atte yetişmiş olan kimse, imâmın iftitâh tekbirinin
faziletine yetişmiş olur. Hasr'da, Ebû Yûsuf babmda'da böyledir.
îmânı rükû'da iken,
ona yetişen bir kimse, ayakta tekbirini İthr da,, onunla rükû' tekbirini de
irâde eylerse namazı caiz olur. Bu niyyeti de gereksiz olur. Serahsî'nîn
Muhıyt'inde ide böyledir.
bir kimsenin farsca alması mekruh olur. Muhıytfte
de böyledir.bibleri muşturmuştur.
Keza, bu ihtilâf,
sadece arabca üe farsça arasında değildir; Türkçe, Zenciceğ,Habeşce, Nabtîce ve
benzeri... arabca dışındaki bütün diller arasında geçerlidir. Kâdîhân'da da
böyledir.
Mebsût-u Veb'iî'de :
«Ahras ve ümmî, hiç bir şey söyüyemez iseler, niyyetleri ile namaza başlamış
olurlar. Dillerini oynatmaları lazım değildir.» denilmiştir. Tebyîn'de de
böyledir. [22]
Kıyam, farz ve vacib
namazlarda farzdır. Cevheretü'n-Ney-ytoe ve Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Ayakda durmanın
(kıyanım) haddi; bir kimsenin, iki elini uzattığı zaman, dizlerine yetişemez
olması halidir.
Kıyam esnasında,
özürsüz olarak ayaklardan birinin üzerinde
durmak mekruhtur. Özürlü olan kimsenin, böyle sadece bir ayağının üzerine
durması, mekruh olmaz ve namazı caiz olur. Cevheretü'n - Neyyire ve Sfoacül -
Vehhâc'da da böyledir. [23]
Ebû Hanife İRA.) 'ye
göre, farz olan kıraat, kısa da olsa bir âyet okumaktır. Muhiyt'te de böyledir.
Hulâsa'da : «esahh olan budur.» denilmiştir. Tatarhâniiyye'de de böyledir.
Kısa bir âyet okumakla
iktifa eden, günahkâr olur. İkâ-ye'de de böyledir.
Ebû Hanîfe'ye göre,
Cenâb-ı Hakkin, iki kelimeden meydana gelen
(=Süımne kirtile), keyfe kadde-Sümme nazara) gibi, âyetti celilerini
okumanın caiz olması hususunda, âlimler arasında ihtilâf vardi
Bir kimsenin, nıüd
hâmmetânî gibi bir keii-meden veya (=sâd), û (= nûn), J (=kâfJ gibi bir harften
meydana gelmiş olan âyetleri okuması hakkında da, meşâyih arasında ihtilâf
vardır. Musaffa'da da böyledir. Esahh olan ise, bunların caiz olmamasıdır. Ibn4
Melik'in Şerhü'I - Mecma'ında M böyledir. Keza, Zahiriyye'de de, Slrâcıi'I -
Vehhâc'da da, Fethül -Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, iki
rek'atte de, âyete'I - kürsî veya müdâyene âyeti gibi uzun bir âyet okumuş
olsa, bu kimsenin namazı, bütün âlimlere göre caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Esahh plan da budur. Kâfî'de de, Münyetü'l - Musallî'de de böyledir.
Kıraatin haddine
gelince, bize göre, harfleri tashih, (güzel telaffuz etmek' elbette yapılması
gerekli bir iştir. Bir kimse, şayet harfleri lisanı ile tashih ederek okur
fakat bunu kendisi bile işitmezse, o kıraatle namazı caiz olmaz. Bu, meşâyihin
umumunun alıp benimsediği görüştür. Muhıyfte de böyledir. Muhtar olan da budur.
Sirâciyye'de de böyledir. Sahih olan da budur. Nikâye'de de böyledir.
Hayvan keserken
besmele çekme, yeminde istisna, talak, (boşama), ıtak (köle azadı), karısına
karşı yemin etme ile alış - veriş gibi hususlarda da yukarıdaki kaide
geçerlidir. Yani, söylediğini kendisi işitmezse, bunlar geçersizdir.
Farz namazlarda.
Kıraatin yeri iki rek'attır. Muhıyt'te de böyledir.
Bu iki rek'atm, ük iki
rek'at, son-iki rek'at veya değişik rek'atler olması müsavidir. Namazın iki
rek'atli, üç rek'atli veya dört rek'atli olması da müsavidir. Şeyh Ebi'I - Mefcârim'in Nfikâye
Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimse, namazda,
hiç bir rek'atte kıraat etmese veya yalnız bir rek'atte kıraat etmiş (Kur'ân
okumuş) bulunsa, kimsetnin namazı fesada gider. Şemnî'de de böyledir.
Vitir namazının ve
nafile namazların bütün rek'atlerinde kir'aat (Kur'ân okumak) farzdır.
Muhıyt'te de böyledir.
Namaz içinde, uyuyarak
Kur'ân okumuş olmak, caiz olmaz. ZahîHyye'de de böyledir.
Farsça kıraatte
bulunmak caiz olmaz. Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A. ve İmâm Muhammed (R.A.3 'e
göre, bir özre dayalı olarak bu caiz olur. Şeyh Ebî'l - Mekârim'in Nikâye
Şerhi'nde de böyledir.
İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, farsca ve diğer dillerle kıraat etmek caizdir ve sahihtir.
Ancak, İmâmı A'zam'm da sonradan İmâmeyn'in kavline rücû' ettiği rivayet
olunmuştur. Buna da itimad edilir. Hidâye'de de böyledir. Esrâr'da : «îhtiyânm
budur.» denilmiştir.
Tahyık'ta : «Muhakkik
âlimlerin hepsinin seçtiği de budur. Fetva da bunun üzerinedir.» denilmiştir.
Şeyh Ebil - Mekârîm'in Nikâye ŞerhS'nde de böyledir. Sahih olan budur Mecma'u'l
- Bahreyn'de de böyledir. [24]
Rükû'da vacib olan had
: Kişi, eğilmesini tamamlayınca, ona, rükû' ediyor denilebilmesidir. ŞÖyleki, o
kimse, ellerini uzattığı zaman, diz kapaklarını tutabilmelidir. Sürâcül -
Vehhâc'da da böyledir.
Tam bir rükû'
yapmadan, deve çöker gibi, kıyamdan secdeye gitmek yanlış ise de, rükû'dan
bedel olarak yinede caiz olur. Kambur olan bir kimsenin kamburluğu, rükû'
derecesine erişmişse, rü-kû'u yerine getirmek için başı ile işaret eder.
Hulâsa'da da, Tecnîs'-de de böyledir.
Rükû'nun vakti, kirâti
bitirdikten sonradır: Sahih olan budur. Muhıyt'te de böyledir. [25]
İkinci secde de,
birinci secde gibi, icmâ'ı ümmetle farzdır. Zâhid'î'de de böyledir.
Secdeyi, sünnete tam
uygun olacak bir şekilde eda edebilmiş olmak için, alnı ve burnu birlikte yere
koymak gerekir. Bunlardan birini, bir özür sebebi ile yere koyamamış olmak,
mekruh değildir. Bir kimse, hiç bir özrü olmadan, almm yere koymuş fakat burnunu
koymamışsa, bu da, bil - icmâ' caizdir; fakat mekruhtur.
Bir kimse, bunun aksini
yapmışsa, yani, burnunu yere koymuş fakat alnını koymamışsa İmâm Ebû Hanîfe
(R.AJ göre, yine böyledir. Yani caizdir, fakat mekruhtur. İmâmeyn'e göre ise,
bu kimsenin namazı caiz değildir. Fetvâ'da bunun üzerinedir.
Bir kimsenin, secde
ederken, bir Özrü olsun veya olmasın, yanağını veya çenesini yere koyması caiz
olmaz.
Şayet, namaz kılan
kimse, Özürlü bulunduğu için, alnını ve burnunu yere koyamıyorsa, o kimse
secde yapmaz; namazını imâ iîe kılar. Hazânetü'l - Müftîyn'de de böyledir.
Bir kimse, sadece
burnu ve burnunun sert olan kemiği üzerine secde ettiği zaman, namazı caiz
olur; fakat, burnun yumuşak olan uc kısmı üzerine secde edildiği zaman, namaz
caiz olmaz. Sirâ-cü'I - Vehhâc ve Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Bir kimse, ot, saman,
pamuk, yumuşak döşeme veya kar üzerine secde ettiği zaman, alnı ve burnu
istikrar bularak, sabit durur ve sertliği hissederse, secdesi caiz olur.
Fakat, bu uzuvları istikrar bulmaz da, bastırdıkça aşağı doğru inmeye devam
ederse, secdesi caiz olmaz.
Çamur üzerine secde
edilmiş olsa, eğer çamur yerde ise, caiz olur, değilse caiz olmaz.
Serîr, yani koltuk,
kanepe ve benzeri şeyler üzerine secde edilmez.
Çuval üzerine secde
etmek caizdir. Hulâsa'd a da böyledir. Buğday ve arpa üzerine secde yapılınca,
bu caiz olur.
Darı, sarı darı veya
dühn denilen bir cins darı ile pirinç üzerine secde edilirse, bu caiz olmaz.
Fakat, şayet bu saydığımız şeylerle atılmış
pamuk, çuval içine konmuş olursa, üzerlerine secde yapmak caiz olur. Sfcrâcüfl
- Vehhâc'da da böyledir.
Namaz kılmakta olan
bir kimsenin üzerine, secde edilmiş olsa, bu secde caiz olur. Fakat, üzerine
secde edilen şahıs, namaz kılmamakta veya secde eden kimsenin kıldığı namazı
kılmamakta ise, Üzerine yapılan secde caiz olmaz.
Bir kimsenin, özürsüz
olarak; uyluğunun üzerine secde etmesi caiz olmaz. Fakat, bir özürden dolayı,
uyluğu üzerine secde etmek caizdir.
Bir kimsenin,
dizlerinin üzerine secde etmesi, özürlü de olsa, özürsüz de olsar caiz
değildir. Hulâsa'da da böyledir.
El, yerde bulunduğu
takdirde, avucun üzerine secde etmek caiz olur. Esahh olan budur. TebyînMe de
böyledir.
Bir kimse, ölünün
sırtı üzerine secde etmiş olsa, eğer ölünün üzerine keçe veya yün örtülmüş ve
secde eden kimse de ölünün bedenini hissetmezse, bu secde caiz olur. Eğer,
ölünün vücudunu hissederse, secde caiz olmaz. Serahsî'riin Muluyt'inde de
böyledir.
Bir kimsenin secde
ettiği yer, ayaklarının bulunduğu yerden bir kerpiç boyu veya iki kerpiç boyu
yüksek, olursa, o kimsenin secdesi caiz olur; daha^fazla yüksek olursa, secdesi
caiz olmaz. Zâ-hidt'de de böyledir.
Bir kerpicin
yüksekliği ise, dörtte bir arşındır. SirâciTl -Vehhâc'da da böyledir.
Hüccet'de : «Sesde
edilen yerde, çokça, diken veya cam kırıkları olsa da secde eden kimse, başını
oradan kaldırıp, başka bir yere koysa, bu şekikle yapılmış olan secde caiz
olur. Ancak, bu ikinci bir secde sayılmaz, bilakis bu iki hareket tek bir
secde olur, Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, secde
esnasında, ellerini ve dizilerini yere koy- i mayı terk etmiş olsa, ittifakla
namazı caiz olur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Secde eden bir kimse,
secde esnasında, ayaklarını yere koy-masa, secdesi caiz olmaz. Şayet, özürsüz olarak, secde esnasında, ayaklarının birini yere
koymuş olsa, bu idurumda, secdesi kerahatle caiz olur. Münye Şerhi'nde de
böyledir.
Ayağı yere koymak,
ayak parmaklarını yere koymak demektir. Bir kimse, tek bir parmağını yere
koymuş olsa bile secdesi caiz olur.
Parmakları değil de,
ayağının üst kısmını yere koyan kimsenin secdesi de caiz olur. Bir kimse, yerin
dar olmasından dolayı, secde esnasında, sadece ayağının birini yere koymuş
olsa, bir ayağının üzerinde ayakta durmasının caiz olduğu bu durumda da,
secdesi caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, uyuyarak
secde yapmış olsa, o secdeyi iade eder. Fakat, rükû ve secde esnasında uyumuş
olan kimsenin, hiç bir şeyi iade etmesi
gerekmez. Serahsî'nin Muhıyfünde de böyledir.
Secde esnasında,
alnını, küçük bir taşın üzerine koymuş olan kimsenin secdesi, eğer, alnının
çoğu yere değiyorsa caiz olur; alnının çoğu yere değiniyorsa, o kimsenin
secdesi caiz olmaz. TecmSs' de de böyledir. [26]
Son ka'dede, teşehhüd
miktarı oturmak farzdır.
Teşehhüd : et -
Tahıyyâtü föÜâhi. yi, sonuna kadar okumaktır. Sahih olan budur.
Hatta, imâma uymuş olan
bir kimse, imâmdan önce, et - Tahiy-yatfı bitirerek konuşmuş olsa, yine namazı
tamamdır, Cevheretü'n -Neyyire'de de böyledir.
Son ka'de, farz
namazlarda da, nafile namazlarda da farzdır. Hatta, bir kimse, iki rek'at
namaz kılsa da sonunda oturmasa ve kalkıp gitse, bu kimsenin namazı fasid olur.
Hulâsa'da da böyledir.
Fakat, bir kimsenin,
namazdan kendi isteği ile çıkması, farz değildir. Sahih olan da budur.
Tebyîn'de, Aynî, Şerhu'l - Kenz'de ve fıkıh kitablarının ekserisinde de
böyledir. [27]
Farz olan, üç ve dört
rek'atii namazlarda, kıraati, ilk iki rek'ata tayin etmek vacibtir.
Hatta, bir kimse, dört
rek'atii farz namazda, Kur'ân'ı unutarak ilk iki rek'atte değil de son iki
rek'atte veya ilk iki rek'atin biri ile son iki rek'atin birinde okumuş
bulunsa, o kimsenin, sehiv secdesi yapması vacib olur. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir.
Namazda, Fâtihâ ve
zamm-ı sûre okumak vacibtir.
Zamm-ı sûre veya onun
yerini tutacak üç kısa veya bir uzun âyeti, farz namazın ilk iki rek'atında ve
fâtihâ'dan sonra okumak da vacibtir. Nehrül - Fâık'ta da böyledir.
Vitir Namazının ve
nafile namazların her rek'atinde, kıraat (- Kur'ân okumak) vacibtir. Bahrü'r -
Râıfc'ta da böyledir.
Fatihayı, sûre'den
önce okumak vacibtir. Nehrül-Fâık'ta da böyledir.
Birinci veya ikinci
rek'atte, Fâtihâ'yı unutup, zamm-ı sûreyi okuduktan sonra, bu durumu
hatırlayan kimse; zahirü'r- rivâyeye göre, Fâtihâ'yı okur ve arkasından yeniden
zamm-ı sûre okur. Mu-hıyt'te de böyledir.
Yatsı namazının ilk
iki rek'atinde, Fâtihâ'yı okumayıp zamm-ı sûre okuyan kimse, son iki
rek'atinde bunları iade etmez.
Fakat, eğer bu kimse,
Fâtihâ'yı okumuş olur fakat zamm-ı sûre okumamış bulunursa, bu durumda, son iki
rek'atte, Fâtihâ'yı ve zam-ı sûreyi okur. Ve o kimse, bunları açıktan okur.
Sahih olan da budur. Hİdâye'de de böyledir.
Bir kimse, yatsı
namazında ilk iki rek'atte, hiç bir şey okumadığı zama, son rek'atlerde Fâtihâ
ve zamnı-ı sûreyi okur. Ve bunları açıktan okur. Ayrıca da sehiv secdesi yapar.
FetâvâyÜ Kâdî-hân'ın, Sehiv Secdesi Bölümü'nde de böyledir,
ilk iki rek'atte
Fâtihâ'yı iktisar edip, her rek'atte yalnız birer defa okumak da vacibtir.
Münye'de de böyledir.
îlk iki rekatte veya
onların sadece— birinde, Fâtihâ'yı arka arkaya iki defa okuyan kimsenin, sehiv
secdesi yapması lazım gelir.
Bir kimse, Fatihâ'dan
sonra zamm-ı sûre okur ve ondan sonra da tekrar Fâtihâ'yı okursa, o kimsenin,
sehiv secdesi yapması gerekmez. Zahîriyye'de ve Tecnîs'de de böyledir. Esahh
olan da budur. Zahidî'de de böyledir.
Her rek'atta
tekrarlanan fiillerin, her birinde tertibe riayet etmek de vacibtir. .Secdeler
gibi... veya, bütün namazlarda rek'atle-rin sayısı gibi... Hatta, birinci
rek'atteki secdelerden birini unutan kimse, o secdeyi namazın sonunda kaza
etmiş olsa, caiz olur.
Keza, mesbûk (imâma
sonradan uyan kimse>, imâm namazım bitirdikten sonra, namazının kalan
kısmım kendisi keza eder. Bize göre bu böyledir. Şayet, tertib vacib değiî de
farz olsaydı, o, tehir edilmiş olurdu. Yani, imâma sonradan uyan kimsenin,
yetişmediği rek'atJeri sonradan kaza ettiği gibi, tertibe riayeti unutan kimsenin,
de bunu namazın sonunda kaza etmesi gerekir.
Fakat, her rek'atte
kıyam (=ayakta durmak), rükû ve her namazın ka'de-i ahîresiı (=son oturuşu)
gibi tekrarsiz olarak meşru' kılınmış olan fiillerde; tertib farzdır. Hatta,
kıyâm'dan Önce rükû' etmiş olan veya rükû'dan önce secde etmiş bulunan
kimselerin namazı caiz olmaz
Keza, bir kimse,
teşehhüd miktarı oturduktan sonra, üzerinde, secde bulunduğunu veya benzeri bir
durum olduğunu hatırlasa, o oturuşu batıl olur. Tebyin'de de böyledir.
Rükû'dan doğrulma
sırasındaki kıyamda, itidalin farz olmadığında icma' vardır. İmâm Ebû Hanife
İRA.) ve İmâm Muham-mede lR.A.)e göre böyledir. Zahirîyye'de de böyledir.
İki secde arasındaki
oturuşta da durum aynıdır. Yani, tama-ninet farz değildir. Kâfi'de de böyledir.
Rükû'da, secdelerde ve
bütün rükünlerde itidal farzdır. Bunlarda, itidal, binefsihi farzdır. İmâm
Kerhî'de, İmâmı A'zam (RA) ve İmâm Muhammed CR.A.) 'in sözleri üzerine,
bunların farz olduğunu söylemiştir. Zahîriyye'de de böyledir. Sahih olan da budur,
îbnî Emirul - Hac'm Mtinye Şerhİ'nde de böyledir.
Ta'dil-i erkân: Bütün
azaların sakinleşmesi, mafsalların (= bedendeki eklem yerlerinin^ muHamin
olması (= yani her uzvun bütün hareketlerinin durması) demektir.
Ta'dil-i erkân'm en az
miktarı ise, bir defa «Sübhânallah» diyecek kadar durmaktır. Ayni Şerhül -
Kenz'de ve Nehrü'l - Fâık'ta da böyledir.
Ka'deiûlâ (—birinci
oturuş) da, teşehhüd miktarı oturmak da vaoibdir. Bu, dört ve üç rek'aîüi
namazlardadır. Ve müddet, ikinci secdeden, başın kaldırılması ile başlar.
Esahh olan da budur. Zâhîrtyye'de de böyledir.
Ka'de-i ûlâ'da olduğu
gibi, ka'de-i ahire'de de teşenhütde bulunmak (=et - Tahiyyat'ı okumak)
vaciptir. Sirâcül VehhAc'a göre, sahih olan budur. Serâhsî'nin Muhıyt'ine göre
ise, bu esahhtır. Teşehhüd, et- Tahiyyat'ı okumaktır, ki şöyledir.
Zahidî'de de böyledir.
Bu, teşehhüd, bize,
Abdullah bin Mes'ûd tarafından nakledilen teşehhüddür. Bu teşehhüdü okumak,
Ibn'i Abbâs'm (R-A*~ hümâ) naklettiği teşehhüdü okumaktan evladır. Hidâye de de
boy-
Teşehhüd'ün lafzı ile,
elbette, teşehhüd'de olan manaları kasdetmek gerekir. Sanki, o kimseyi AİIahu
Teâlâ diriltiyor o da, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'e, kendi nefsine ve
evliyaıülaha lAi-lah Dostlarına) selam veriyor... Zâhîdfde de böyledir.
Selamın lafzı da
(yani: «es-selâmü aîeyküm ve rahmetul-lah» demek) vacibtir. Kenz'de de
böyledir.
Vitirde Kunut
Dualarını okumak vaciptir. Bayram Namaz-Ianndaki tekbirler de vacibdir. Sahih
olan dâ budur. Hatta, bunların îerkedilmesi halinde, sehiv şeddeleri vacib
olur.
Aşikar okunacak yerde,
açıktan okumak; gizliden okunacak yerlerde, gizli okumak da vacibdir.
Tebyin'de de böyledir.
Sabah namazının iki
rek'at farzında, akşam namazının ilk iki rek'aünde ve yatsı namazının da ilk
iki rek'atinde, imâm açıktan okur. îlk iki rek'atten sonraki rek'atlerde İse,
imâm gizlice okur. Zâhidi'de de böyledir.
Öğle ve ikindi
namazlarında, imâm Arafad'da olsa bile gizli
okur. Cum'a ve Bayram Namazlarında ise, imâm açıktan o-kur. Hîdâye'de de
böyledir.
İmâm olan kimse,
ramazanda, terâhvih ve vitir namazlarında açıktan okur.
Ancak, yalnız başına
namaz kılan kimse, kıldığı namaz gizli okunacak bir namaz ise, onun gizli
okuması vacibdir. Sahih olan da budur.
Fakat, eğer namaz
açıktan okunacak bir namaz ise, bu durumda tek başına namaz kıüan kimse muhayyerdir. Dilerse, açıktan okur ki bu daha
efdâldir. Ancak, bu durumda, da açıktan okuması, imâm gibi mübâlağlı olmalıdır.
Çünkü, onu dinleyen biri bulunmamaktır. Tebyîn'de de böyledir.
Açıktan okurken, imâm
kendisini yormaz. Bahrü'r - Raik'ta da böyledir.
İnsanların duyma ihtiyacından fazla sesini yükselten imâm
günahkar olur. Çünkü, imâmın açıktan okumasının sebebi, ancak, dinleyen
cemaatin kalplerinde huzur hasıl olması, tedeb-bür ve tezekkür meydana gelmesidir.
Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Namaz için lüzumlu
olan zikir de açıktan söylenir. İftitah tekbiri gibi ...iftitah
tekbiri, farz olmamasına rağmen, namazın başladığına bir alamet olsun
diye vaz' olunmuştur.
İntikâl tekbirleri de
böyledir. İmânı olan kimse, bu tekbirleri her eğriliş ve .doğruluşfa, açıktan
getirir. Fakat, namazı yalnız kılan kimselerle, bir imâma uymuş olan kimseler,
bu tekbirleri açıktan almazlar.
Bayram namazlarındaki
tekbirler gibi bazı namazlara mahsus olan tekbirler açıktan söylenir. Irak
ulemâsının mezhebinde, kunut tekbiri de açıktan alınır. Hidâye Sahibi ise, bu
tekbiri gizli söylemeyi İhtiyar etmiştir.
Teşehhüd okumak,
«âmin» demek ve teşbihleri söylemek gibi, yukarıda söylediğimiz zikirlerin
dışında kalan şeylerse, açıktan okunmaz. Bahrü'r- Râık'ta da böyledir.
Gece kılacağı bir
namazı unutarak terk eden kimse, onu gündüz kaza etmek için, imâm olur ve gizli
okursa; sehiv secdesi yapması gerekir.
Fakal, bu kimse,
gündüz kılınacak bir namaz için, imâm olarak kıidınrsa, gizli okur; açıktan
okumaz. Şayet ununtur da açıktan okursa, sehiv secdesi yapması lazım gelir
Fetâvây* Kâdlhân'ın, sehiv Secdeleri Bölümü'nde de böyledir.
Münferidin, bu
namazları kaza ettiği zaman, açıktan okunması gereken namazlarda, nasıl
okuması gerektiği hususunda me-sâyih arasında ihtilaf doğmuştur. Esahh olan
ise, bu gibi namazlarda açıktan okumanın ehdal olduğudur. Muhıyt'te ve Kâfi'de
de böyledir. Şemsü'I - eimme ve Farü'l islâm da bunu ihtiyar etmiştir. Kâdihân
da: «Sahih olan budur.» demiştir. Zehıyre'de de: «Bu esah-hdır..» denilmiştir.
Tebyin'de de böyledir.
Hulâsa'da, Asıl'dan
naklen: «Bir kimse, yalnız başına namaz kılarken, Fâtiha'yı veya zamm-ı
sürenin bir kısmını okuduktan sonra, bir başka şahıs gelir ve o kimseye uyarsa,
imâm Fatihâ'yı ikinci defa ve açıktan okur.» denilmiştir. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir.
Fakat, gündüz kılman
nafilelerde, gizli okumak vacibdir.
Gece nafile kılan
kimse ise, muhayyerdir. (Dilediği gibi okur.) Zâbidi'de de böyledir.
Açık ve gizili
okumanın hududunda da itilaf edilmiştir. Fakıyh Ebû Ca'f er ve Şeyhü'l - İmâm
Ebû Bekir Muhammed bin Fadl: «Açık okumanın en aşağı derecesi, başkasına
duyurmak; gizli okumanın en aşağı derecesi ise kişinin kendi duyacağı kadar
oku-masıdır.» demişlerdir. İtimatta bu kavledir. Muhıyt'te de böyledir. Sahih
olan da budur. Vikaye'de ve Nikâye'de de böyledir. Alimlerin ekseriyetinin
almış olduğu görüş debudur. Zahidi'de de böyledir.
Bir kimsenin,
dudakları oynasa ve bir başka kimse de ona iyice yaklaşıp, kulağını onun ağzına
tuttuğu halde, onun sesini ancak işitiyorsa fakat onun okuduğunu anlamasa,
buna, Mücemcek ( = pek anlaşılmayan söz, açıklık kazanmıyan haber,) denir. [28]
İftitah tekbiri için
elleri kaldırmak, Elleri kaldırırken parmakların arasını açmak, İmâm olan
kimsenin tekbiri açıktan alması, Sübhânekeyi gizli okumak, Eüzüyü ve Besmeleyi
gizüi okumak, Fâtihâ'dan sonra «âmin»i gizli söylemek, Sağ eli sol el üzerine
koyarak, elleri göbek altında bağlamak, Rükû'a giderken tekbir almak,
Teşbihleri üçer defa söylemek,
Rükû'da elleri ile diz
kapaklarını tutmak ve bu sırada, parmaklan açık bulundurmak,
Secdeye giderken
tekbir almak, Secdede dirsekleri yere koymamak, Secdede, karnını uyluğu üzerine
koymamak, Secdede, üç defa teşbih etmek, , Secdede, elleri ve dizleri yere
koymak, Otururken, sol ayağı yere yayıp sağ ayağı dikmek, Rükû'dan tam
doğrulmak (kavme
İki secde arasında
tanı oturmak (celse), Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Kavme'de ve celse'de
tamaninet de sünnettir. Tamanînet: kavme ve celse esnasında, bedenin
sakinleşmesi ve «sübhanallah» diyecek kadar, bu şekilde durması demektir.
İbn-i Emîrü'l - Hâc'ın MÜn-ye Şerhi'nde de böyledir.
Peygamber (S.A.Vi
Efendimize salavat getirmek. Ve o'na dua-olmektir. [29]
Ayakta iken secde
yerine bakmak, Rükû'da iken ayakların üstüne bakmak, Secdelerde iken burnun
ucuna bakmak. Otururken kucağına (uylukların üstüne) bakmak,
Sağına selâm verirken,
sağ omzuna; soluna selam verirken, sol omzuna bakmak,
Esnerken ağzını
kapamak.
Güç yettiği kadar
öksürmemek. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir. [30]
Namaza başlamayı murad
eden kimse, önce tekbir alır ve baş parmakları, kulak yumuşaklarının hizasına
varıncaya kadar ellerini kaldırır. Tebyin'de de böyledir.
Tekbir alırken başını eğmez.
Hulâsada da böyledir.
Fakîh Ebû Câ'fer: «Bu
kimse, ellerinin içini kıbleye karşı çevirir; parmaklarının arasını açar;
ellerini kaldırır ve başparmakları, kulak yumuşakları hizasında istikrar
bulduğu zaman tekbirini
alır.» demiştir.
Şemsü'I - Eimme Serahsî
ise: «Meşâyih'in âmmesi bu görüştedir.» demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Namaza başlayacak olan
kimse, ellerini tekbirden önce kaldırır. Esahh olan da budur. Hfdâye'de de
böyledir.
Vitir'deki Kunut
Tekbiri ile Bayram Namazlanndaki tekbirler de böyledir. Bunlardan başka, hiç
bir tekbirde eller kaldırılmaz, el - ihtiyar Şerhü'l - Muhtâr'da da böyledir
Sahih olan kavil
üzere, bize göre, namaza girmeyi murad eden kimse, şayet ellerini kaldıracak
olsa, yine namazı fasid olmaz. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Kadınla bu tekbirler esnasında ellerini, omuzları hizasına kaldırırlar. Sahih
olan budur. Hfdâye'de ve Tebyîn'de de böyledir.
Erkekler, tekbir
esnasında ellerini kaldırdıkları zaman parmaklarım tam bir şekilde birbirine
bitiştirmedikleri gibi, tam bir şekilde açmazlar da. Bilakis, hali üzere
bırakırlar ve parmaklar kapalılıkla açıklık arasında kalır. Nihâye'de de
böyledir. İtimad edilen kavil de budur. Muhıyt'te de böyledir.
Tekbir aldığı halde,
ellerini kaldırmış bulunan kimse, tekbiri bittikten sonra, artık ellerini
kaldırmaz. Fakat, bu hali tekbir alırken hatırlarsa-, ellerini kaldırır.
Bir kimsenin,
kaldırılması sünnet olan yere kadar ellerini kaldırmaya gücü yetmezse,
ellerini gücünün yettiği yere kadar kaldırır.
Bir kimsenin, sadece
bir elini kaldırmaya gücü yeterse, o elini kaldırır.
Eğer, bir kimsenin,
ellerini sünnet olan yere kadar kaldırmaya gücü yetmez fakat daha yukarıya
kaldırmaya gücü yeterse, öylece k?3dırııvTebyin'de de böyledir.
Mebsût'ta: «Bir kimse,
«Allah» lafzının başındaki elifi medde-derse ( — uzun okursa' namaza başlamış
olmaz. Bunu, kasden yaparsa, o kimsenin, kâfir olmasından korkulur.» denilmiştir.
Keza, ('Ekber»
lafzının «elifi» ni veya «Be» sini uzatırsa, o kimse, yine namaza başlamış
olmaz.
Bir kimsenin «Allah»
lafzının «He» sini ve «Ekber» lafzının «Re» sini uzatması da hatadır.
«Allah» lafzının «lam»
mı uzatmak sevaptır.
«Allahu Ekber» de «He»
cezm edip «Allah Ekber» şeklinde okumak da hatadır. Fethü'l - Kadîr'de de
böyledir.
Bir kimse, Allahu
Ekber lafzının hemzelerini uzattığı zaman, bu hal şek ( = şüphe) yerinde
olduğundan, namazı bozulur.
Ekber lafzında «Be»
ile «Ra» arasında bir elif getirerek birazcık uzatmak, bazılarına göre, namazı
ifsad eder; bazılarına göre ise, ifsad etmez. Nihâye'de de böyledir.
Namaz kılan
kimse, sağ elini sol elÜnftı üstüne koyarak, ellerini göbeği
altında bağlar.
Muhıyt'te, İmâm
Hâzerzâde'den naklen: «Namaz kılan kimse, tekbir aldıktan sonra, sağ elini sol
elinin üzerine kor ve ellerini göbeğin altında bağlar.» denilmiştir. Nihâye'de
de böyledir.
Kadın, ellerini
göğüslerinin üzerine koyar. Münye'de de böyledir.
Kendisinde sünnet olan
zikir bulunan her kıyamda, elleri bağlamak da sünnettir. Sübhâneke'yi, Kunut
dualarını okumak ve cenaze namazını kılmak gibi...
Bayram tekbirlerim
almak gibi... kendisinde sünnet olan zikir bulunmayan kıyamlarda ise, elleri
bağlamayıp salıvermek sünnettir. Nihâye'de de böyledir. Sahih olan da budur.
Hidâye'de de böyledir. Şemsü'l - Eimme Scrahsî, Sadrü'l - Kebir Bürhânü'l -
Eim-me ve Sadrü'ş - Şehid Hüsâmü'd - Dîn de bunla fetva vermişlerdir. Muhıyt'te
de böyledir.
întd'kâl'da sünnet
olan zikir söylendiği sırada, rükû' kaymesinde, ellerin salıverilmesi
gerektiğinde, ulemânın ittifakı vardır. Ebî Mükânim'in Nikâye Şerhi'nde de
böyledir.
Âlimlerimizin
ekserisi, ellerin bağlanmasını istihsân etmişlerdir. (Güzel görmüşlerdir.)
Hulâsa'da da böyledir. Musaffâ'da da «Bu sahihtir» denilmiştir. Ebî Mükârîm'm
Nikâye Şerhi'nde de böyledir.
El bağlamanın şekli
şudur: Sağ avucun içi, sol elin dışına konur; bas parmak ve küçük parmak ile
sol bilek tutulur; geri kalan parmaklar ise, kol üzerinde serbest bırakılır.
Ayakta dururken,
münasip olan, iki ayağın arasını dört parmak kadar açmaktır. Hulâsa'da da
böyledir.
Namaz kılan kimse,
ellerini bağiadıktan sonra «Sübhaneke» yi okur:
Hidâye'de de böyledir.
İmâm da, muktedi de,
münferîd de «Sübhaneke» yi okur. Tatarhâniyye'de de böjdedir.
Asıl'da ve Nevâdîr'de
«ve celle senâük» zikredilmemiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Tahrîmeden (= iftitah
tekbirinden) sonra da, senâ'dan (sübhâneke'yi okumaktan) sonra da tevcih
edilmez. (Yani: «Alla.-hümme innî veccehtü...»' duası okunmaz.) Şeyh Ebî
MekârimUn Nikâye Şerhi'nde de böyledir.
Evlâ olan, bu duayı
tekbirden önce de okumamaktır. Böylece o duâ, niyyete ilave edilmemiş olur.
Sahih olan da budur. Hidâye'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
sonra «eûzü çeker.
Eûzü'nün şekil şudur.
(Eûzü billahi min
eş-şeytânirracîm)
Muhtar olan da budur.
Hulâsa'da da böyledir. Fetva da böyle verilir. ZâhÜdî'de de böyledir.
Alimlerimizin görüşüne
göre, eûzü'yü gizlice çekmek sünnettir. Zehıyre'de de böyleedir.
İmâm Ebû Hanife (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, eûzü çekmek, senâ'nm (sübhâneke'nin)
haricindedir ve kıraate tabidir. Hatta, mesbûk (eûzü'yü, yetişemediği
rek'atlerin kaza etmi-ye kalkınca çeker. Namaza, imâm ile başlayan kimseler
ise, böyle değildir.
Bayram namazları
kılınırken, mesbûk eûzü'yü tekbirlerden sonraya bırakır. Hidâye'de ve ekseri
metinlerde böyledir.
Eûzü, ancak namazın
başlangıcında çekilir. Namaza başladığı halde, eûzü'yü çekmeyi unutarak.
Fâtiha'yi okumaya başlayan kimse, artık dönüp eûzü çekmez. Hulâsa'da da
böyledir.
Namaz kılan kimse,
sonra «Besmele» çeker.
«Bismillâhi'r -
Rahmâni'r - Rahîm» Kur'ân-ı Kerîm'den bir âyettir. Sürelerin aralarını ayırmak
için indirilmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.
Besmele'yi, namazda,
zamm-ı sûre yerine okumak mekruhtur.
Farz olan kıraat,
sadece Besmele çekmekle eda edilmiş
olmaz, Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Besmele, her rek'atin
başında okunur. Bu, Ebû Yûsuf (R. A.) 'un kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.
Huccet'de: «Fetva bunun üzerinedir.» denilmiştir. Tatarhâriiyye'de de böyledir.
Fâtihâ ile sûıe
arasında besmele çekilmez. Vikâye'de ve Ni-kâye'de de böyledir. Sahih olan da
budur. Bedâi ve Cevheretü'n -Neyyire'de de böyledir.Sonra Fâtihâ
okunur.Sirâc'ül - Vehhâc'da da böyledir.
Namaz kılan kimse,
Fâtihâ'yı bitirdikten sonra «âmin» der. Sünnet olan, âmn'i gizli söylemektir.
Muhıyt'te de böyledir.
Âmîn kelimesinde, iki
lügat vardır: Med ve kasr C=uzat-mak ve kısaltmak). Âmîn kelimesinin manası:
îstecib I duamızı - kabul et) demektir.
Âmin kelimesinde, mim
harfini şeddeliyerek «âmmîn» şeklinde okumak, fahiş bir hatadır. Fakat, bu
kelimeyi şeddeli olarak «am-mîn» şekiiııde okuyan kimsenin de namazı bozulmaz.
Fetva ıda bunun üzerinedir. Çünkü bu lafız, Kur'ân'da mevcudtur. Tebyîn'de de
böyledir.
Münferîd, İmâm ve
İmâma uyan kimselerin hepsi de, «âmin»'i i, gizli söylemek hususunda
müsavidirler. Zâhidî'de de böyledir.
İmâma uyan kimse, öğle
ve ikindi namazları gibi açıktan okunması gereken bir namazda,, imâmın
«veleddâlîn» dediğini duyarsa bazı meşâyihimiz: «O kimse âmin demez»
demişlerdir. Fakflı Ebû Ca'fer el - Hîndivânî ise: «O kimse âmin der.»
demiştir. Muhiyt-te de böyledir.
Cum'a ve bayram
namazlarında, imâma uyan bir kimse, imâma uyan başka kimselerin âmin dediği
işitirse, kendisi de âmin der. İmâm Zahîrü'd - Dîn de: Âmîn der» demiştir.
Fetâvâ'dan naklen, Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Sonra, namaz kılan
kimse Fâtihâ'ya, bir sûre veya üç âyet zammeder:
îbn-i Emiri'l -
Hâcc'm, Miinye Şerhi'nde de böyledir.
Uzun bir âyet de, bir
sûrenin veya üç kısa âyetin yerini
tutar. Tebyîn'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
kıraatten sonra rükû'a varır:
Sahih mezheb de budur.
Hulâsa'da da böyledir.
Câmius - Sagir'dc :
«Namaz kılan kimse, eğilirken tekbir alır.» denilmiştir. Hidâye'de de böyledir.
Tahâvî ise: «Bu sahih'dir. demiştir. Mî'racü'd - Dirâye'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
rükû için eğilmeye başladığı esnada, tekbire de başlar; eğilmesini tamamladığı
sırada, tekbirini de bitirir. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm, rükû' ve
diğerlerinin tekbirlerini açıktan alır. Bu «zâhirü'r - rivâyedir.
Tatarhâniyye'de de böyledir. Hulâsa'da
da:
«Esahh o] an budur,
denilmiştir.
Namaz kılan kimse,
tekbirdeki «ra» harfini cezm eder Ç=yani Harekesiz okur.) Nihâye'de de böyledir.
Namaz kılan kimse, iki
eli ile dizlerine dayanır. Hidâye'de de böyledir. Sahih olan da budur.
Bedâ'ı'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
rükû'da dizlerine dayanırken, parmaklarının arasını açar, Bu halin halicinde
parmakları açmak, menduh değildir. Secde halinin haricinde ise, parmakların
arasını kapatmak da mendup değildir. Bu iki halin dışında, parmaklar, kendi
hallerine terkedilrüer. Hidâye'de de böyledir.
Rükû'a varan kimse,
sırtını dümdüz eder. Hâttâ, sırtının üzerine bir bardak su konulmuş olsa, orada
dökülmeden durur. Rükû'a varan kimse, başını eğmez ve kaldırmaz. Başı ile belif
aynı hizada dümdüz dtrur. Hulâsa'da da böyledir.
Rükû' esnasında,
dizleri de yay gibi bükmek mekruhtur.
Kadın, rükû'a az
eğilir; dizlerine dayanmaz; parmaklarını açmaz ve parmaklarını kapalı bir
şekilde, uyluklarının üzerine koyar Dizlerini büker ve dirseklerini böğründen
uzaklaştırmaz. Zahidi de de böyledir.
Rükû'a varan kimse, üç
defa «Sübhane Rabbiye'l azim» der Bu, teşbihin en az söyleneceği miktardır.
Aslında, bir kimse, teşbihi tamamen terk etse veya sadece bir defa söylemiş
olsa; bu da caizdir fakat mekruhtur.
Namaz kılan kimse,
bütün azaları mutmain olduktan sonra başıjni rükû'elan kaldırır.
Ancak, bu durumda,
azaların sakin olmasını terk eden kimsenin namazı da, İmâm-ı A'zam (R.A.) ve
İmâm Muhammed (R.A.)'e göre. caizdir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, imâm olup
namaz kıldırmakta ise, rükû'dan doğrulunca, bil- icam' «Semî'allahü limen ha m
i deh' der.
Namaz kılmakta olan
kimse, muktedi ise, «Semi'allahû li men hamiden» demez; «Atiahümme Rabbena
Iekel - hamd» der; bunda ihtilaf yoktur.
Namaz kılmakta olan
kimse münferid ise, esahh olan kavle göre, bunların her birisini de söyler.
Muhıyt'te de böyledir. İ'timâd edilen de budur. Tatarhaniyye'de de böylddir
Esahh olan da budur. Hidâye'de de böyledir,
Sonra, başka bir
rivayette de: «bu iki teşbihi cem eden kimse, tesmi'ci doğmlurken okur.
doğrulunca da «Rabbena lekel -hamd» der. denilmiştir. Zahidi'de de. böyledir.
Sahih olan da budur.
Kınye'de de böyledir.
Muhammed bin
Yûsuf'dan, «Rükû'dan doğrulurken semi'al - lahü limen hamideh demeyen kimsenin
durumundan sorulunca, O: «Kalktıktan sonra bunları söylemez» demiştir.
Keza intikal
hallerinde zikredilmesi gereken teşbihler, bu -durumlarda söylenmemiş olursa,
başka yer ve durumda da söylenmezler. Rükû'dan secdeye -inerken, kiyâm'dan
rükû'a eğilirken söylenmesi gereken tekbirleri söylememek gibi... Veya, secde
teşbihlerini, başını secdeden kaldırdıktan sonra söylemek gibi.
Hasılı, her şeyi kendi
yerinde yapmaya riâyet etmek gerekir. Yetime'den naklen Tatarhaniyye'de de
böyledir.
Namaz kılan kimse,
«semi'allahû ti men hamideh» dediği zaman,
en sonraki «he» harfini cezm eder; bu «he» deki harekeyi belli etmez.
Hüccet'ten naklen Tatarhaniyye'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
rükû'dan doğrulup, dümdüz olduğu zaman, tekbir allir ve secdeye gider.
Hidâye'de de böyledir.
Tekbire, eğilmeye
başladığı sırada başlar ve secde de iken Üç defa «sübhâne Rabbiye'l - a'la»
der; ki, bu en az miktardır Mu-hıyt'te de böyledir.
Bu gibi teşbihleri,
rüku da ve secdelerde üçten fazla söylemek müstehabtır. Bu fazla teşbihleri,
tek sayıda bitirmek de müste-habtır. H3dâye'de de böyledir,
Rükû' ve sücûddaki bu
teşbihlerin, en azı üç, ortası beş ve en mükemmeli de yedi defa söylemektir.
ez-Zâd'de de böyledir.
Ancak, imânı olan
kimse, cemaati usandırmamak için fazla miktarda söyleme?. Hidâye'de de
böyledir.
Bir kimse, secdeye
varmayı murad ettiği zaman, önce yere, en yakın olan uzvunu kor. Şöyle ki: O
kimse, evvela iki dizini, sonra iki elini, sonra da burununu ve daha sonra
alnını yere kor.
Secdeden kalkmak
istediği zaman ise, önce alnını, sonra burnunu, sonra da ellerini ve daha
sonra da dizlerini kaldırır.
Namaz kılan kimse,
normal olduğu zaman böyle yapar; fakat, buna gücü yetmiyecek durumda ise,
mümkün olanı yapar; meselâ: Önce ellerini, sonra dizlerini koyar. Veya sağ
dizini önce, sol dizini sonra koyar.
Tebyin'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
secde esnasında, ellerini kulaklarının hizasına koyar. Parmaklarının uçları
kıble istikametinde olur. Ayak parmaklarının uçları da kıble istikametinde
olur.
Secde esnasında,
ellerin ayasına dayanılır. Dirsekler ise, böğürlerden ayrı tutulur. Kollar
yere serilmez. Hulâsa'da da böyledir.
Namaz kılan kimse,
karnını dizlerinden uzak tutar. Hidâye'de de böyledir.
Kadınlar, rükû'da ve
secdelerde, kollarını yanlarından uzak-laştırmazlar; secdelerde, karınlarını
uyluklarının üzerine koyarlar. Hulâsa'da da böyledir.
Bu hususlarda, cariye
de hür kadın gibidir. Ancak, cariye iftitah tekbîrinde, ellerini erkekler gibi
kaldırır. SÜrâcü'İ - Vehhâc' da da böyledir.Sonra, başım kaldırır ve tekbir
alır.
Burada sünnet olan,
oturması tamam olana kadar, nama? kılan kimsenin başım kaldırması dır. Bize
göre, bu oturuşta, sünnet olan bir zikir yoktur. Cecheretü'n - Nfeyyire'de de
böyledir.
Bir kimse, oturmasını
tamamlamadan ikinci secdeyi yapmış olsa, İmâm-ı A'zam (R.A.) ve îmâm Muhammed
CR.AJ'e güre bu da caiz o3ur. Hidâye'de de böyledir.
Secdeden başım
kaldırmak, bir rükû'n değildir. Aslında, rükû'n itikâlidir. Çünkü itikâl
olmayınca, ondan sonrakinin olması da mümkün değildir. Ve, bu intikâl de, ancak
başı kaldırmakla mümkün olur. Bundan dolayıdır ki, başın kalması gerekir.
Hatta, başı kaldırmadan intikâl mümkün olmuş olsaydı, o kimsenin namazı caiz
olurdu. Meselâ : Yastık üzerine secde eden kimsenin önünden yastık kaldırılınca
alnının yere dokunması gibi... Nİhâye'de de böyledir.
Bası kaldırmanın
derecesi hakkında ihtilâf edilmiştir. Ebû Hanife (R.A.) dan rivayet edildiğine
göre: Doğrulmuş olma hali, eğer oturuş durumuna yakınsa, bu caizdir. Fakat
durumu yere daha yakınsa, bu caiz değildir. Tebyin'de ide böyledir. Esafih olan
da budur. Hidâye'de 4e böyledir.
Ebû Yûsuf (R.A.) tan
rivayet edildiğine göre: Bir kimse, başını kaldırdığı zaman, o kimseye «başım
kaldırdı» deniüebilirse, bu miktar kaldırmış olması caizdir. Muhıyt'te :«Bu
esahhtır» denilmiştir. Tebyîn'de de böyledir. Sahih olan da budur. Bedâf de de
böyledir.
Sonra tekbîr alır ve
İkinci secde içfcn eğilir.
İkinci secde de,
birinci secdedeki gibi teşbih eder, Muhıyt' te de böyledir.
Sonra, secdeyi
tamamlayınca ayağa kalkar.
Bu kalkış esnasında
oturmaz. Elleri ile, yere de dayanmaz. Ancak, eHeri ile dizlerine dayanır,
Muhıyt'te de böyledir. Bize göre, bir özrü olmayan kimsenin bu dayanmayı terk etmesi müste-habtır. Meşhur
olan kitablarm çoğunda da böyledir. Bahrü'r -.Râık' ta da böyledir.
Bir kimsenin, bu
kalkış esnasında oturmasında veya yere dayanmasında da şafii mezhebinde' olduğu gibi bir beis yoktur.
Zchîriyye'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
ikinci rek'ati de birinci rek'at gibi kılar. Yalnız, bu ikinci rek'atte,
iftifah tekbiri almaz ve eûzü çekme/.. KudrûH'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
ikinci rek'atm ikinci secdesinden başını kaldırdığı zaman, sol ayağını yere
serer.
Ve namaz kılan kimse,
yere serdiği bu sol ayağının üzerine oturur. Sağ ayağını da dikerek, parmak
uçlarını kıbleye doğru çevirmiş olur. Ellerini uyluklarının üzerine koyar.
Ellerinin parmaklarını ise yayar. Hidâye'de de böyledir. Diz kapaklarını
tutmaz. Esahh olan da budur. Hulâsa'da da böyledir.
Kadın ise, sol
kalçasının üzerine oturur. Ve iki ayağım da sağ tarafından çıkarır. Hidâye'de
de böyledir.
Ve İbni Mes'ud'ım
Rivayet ettiği Teşehhüdü okur. Kâîi'de de böyledir.
Namaz kılan kimse, bu
teşehhüdden sonra, hiç bir şey okumaz. Serahsînin Muhıyt'inde de böyledir.
Tahiyyat'ı okuyan
kimse, «eşhedü en lâ ilahe illallah» lafzına varınca, şehadet parmağı ile
işaret eder. Muhtar olan kavle göre ise, işaret etmez. Hulâsa'da da böyledir.
Fetva da bunun üzerinedir. Müzmerât, Kübrâ'dan böyle nakledilmiştir. Âlimlerin
çoğu da bu işareti doğru görmemişlerdir.
Münyetü'l - Mü Eti ise, bu işareti mekruh saymıştır. Tebyîn'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
Teşehhüd'ü okuduktan sonra ayağa kalkar.
Muhıyt'te de
böyledir.Cellâbî'de: «Oturur vaziyette iken ayağa kalkmak, secde halinden ayağa
kalkmak gibidir.» denilmiştir. Tahâvi ise: «Kalkarken, elleri ile yere
dayanmasında bir beis yoktur.» demiştir. Zâhî-dî'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
ayağa kalktığı zaman, son iki rek'atde de, ilk iki rek'atte yaptığı gibi kıyam,
rüku' ve secde fillerini yapar. Muhıyt'tc de böyledir.
Son rek'atlerde, secde
Fâtihâ okunur. Kâfi'de de böyledir.
Son rek'atlerde,
Fâtihâ'dan sonra, ilave olarak bir şey okumak mekruhtur. El - İhtiyar Şerhü'l
- Muhtardan naklen, Sirâcül -Vehhâc'da da böyledir.
Namaz kılan kimse, bu
son iki rek'atte, bir şey okumayı ve teşbihi terk etmiş olsa, o kimse üzerine
bir şey lazım gelmez. Bunları sehven okumamış olsa da, sehiv secdesi gerekmez.
Fakat, bunları okumak daha efdaldır. Sahih olan rivayet de.budur. Zehıyre'de de
böyledir. îtimad edilen kavil de. budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Esahh olan da budur. Muhiyt'in Kıraat Bölümü'nde ide böyledir. Bu kavil
şahindir ve zâhirü'r - rivâyedür. Beda'i'de de böyledir.
Bu son iki rek'atte
susmak mekruhtur. Hulâşa'da da böyledir.
Namaz kılan kimse,
ka'de-î ahire de oturur.
Bu oturuş, birinci
oturuş gibidir. Hidâye'de de böyledir.
Bu oturuşta da,
teşehhüd'ü okur. Teehhüdden sonra da Peygamber (S.A.V.) Efendimize salavat
getirir. Muhıyt'te de böyledir.
İinâm Muhammed (R.A.J
'den : «Peygamber (S.A.V.) Efen-diımz'e nasıl salavat getirileceği» soruldu, O
da : «Salavât getirecek kimse der.» dedi.
Bazıları, demeyi kerîh
görmüşlerse de, sahih olan bunun kerîh olmadığıdır. Tebyîn'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'e salât-ü selâmı tamamladıktan sonra; kendisi, ana
- babası ve bütün mü'min-leriçin istiğfar eder. Hulâşa'da da böyledir.
Namaz kılan kimse,
kendisi için ve başkaları için ruâ eder. Sadece nefsi için dua etmesi doğru
olmaz. Sünnet olan da, hem kendisine ve hem de başkalarına dua etmektir.
Tebym'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
daha sonra «Rabbena âtinâ...» duasını, sonuna kadar okur. Hulâşa'da da
böyledir.
Namaz kılan kimse,
insanların sözlerine benziyen sözlerle dua etmez. Ve kullardan isteme manâsını
içine alan, bir şekilde, de duA etmez. Meselâ : «Allah'ım!... Benî filân
kadınla evlendir.» diye
duâ etmez. Çünkü bu,
insanlarm sözüne benzemektedir.sözü ise, insanların sözüne benziy eni erden
değildir.sozu birinci cinstendir. Hidâye'de de böyledir.
Bu gibi lafızlarla duâ
etmek caiz değildir. Sahih olan da budur. Hidâye Şerhi Aynî'de de böyledir.
Bir kimse, namazda
(=AtDah'un, benî büyük bir mal ile rızklandır.l diye duâ etse, namazı fasid
olur.
Fakat, eğer = Allah'ım beni ve hada rıziklandır) demiş olsa veya buna
benzer bir şeyle duâ mîş bulunsa namazı fasid olmaz. Müzmarât'ta da böyledir.
Velvâliciyye Kitabında
: «Bir kimsenin, namazda, ezberlemiş olduğu duâ ile duâ etmesi münasip olur.
Çünkü, —aksi takdirde— duâ eden kimsenin lisanına, insanların söylediklerine
benzeyen şeylerin gelmesiyle, namazının bozulmasından korkulur,» denilmiştir.
Tatarhaniyye'de de böyledir.
Bu zikrettiğimiz
şeylerin hepsi de namazı ifsad eder.
Namazın sonunda en az
teşehhüd miktarı oturmamak, namazı bozar. Fakat, teşehhüd miktarı oturmuş
bulunan kimsenin, namazı artık tamamdır. Bu kadar oturmakla namazdan çıkmış
olur. Tebyîn'de de böyledir.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'den rivayet edilmiştir : Hz. Ebû B»-klr (R.A.), Peygamber (S.A.V.)
Efeııdimiz'e :
«Yâ Rasulaİlah!...
Bana bir duâ öğretiniz de, onu namazda okuyayım.» deyince : Peygamber (S.A.V.
Efendimiz, O'na : diye duâ et.»
buyurmuştur.
İbn-i Mes'ûd (RA'(o duadan şu kelimelerle duâ ederdi.
Nihâye'de de böyledir.
Namaz kılan kimse
namazın sonunda; diye duâ etmesi de müstehab olur. Huccet'ten naklen,
Tatarhâniyye'-de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
bundafn sonra, iki tarafına selâm verir.
Selamın birini sağ
tarafından, diğerini de sol tarafından verir. Birinci selamda, yüzünü, sağ
yanağının beyazlığını görünceye kadar, sağ tarafa çevirir.
İkinci selamda ise,
yüzünü, sol yanağının beyazlığım görünceye kadar sol tarafına çevirir. Kınye'de
: «Esahh olan da budur.» denilmiştir. Şeyh Ebîl - Mekârim'in, Nikâye Şerhi'nde de böyledir.
Namaz kılan kimse,
selâm verirken : «Es-selamü aleyküm ve rahmetttllâh» der. Mufuyt'te de
böyledir.
Muhtar olan, es-selâm
lafzının başında, elif ve lâm (= harf-i ta'rif) bulunmasıdır. Teşehhüd'de de böyledir. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bize göre, bu selâmın
sonunda «... ve berekâtüh» dememek gerekir.
Selâm verirken sünnet
olan, ikinci selamda, birinci selâma nisbeten sesi biraz azaltmaktır.
Muhıyt'te de böyledir. En güzeli de budur. Tebyîn'dc de böyledir.
Namaz kılan kimse,
eğer sağma selam verdikten sonra, ayağa kalkar ve bu durumda da konuşmaz ve
mescidden de çıkmamış bulunursa, oturup soluna da selam verir. Hüccet'den
naklen Tatar-hâniyye'de de böyledir. Sahih olan, yönünü kıbleden dönmüş olan
kimsenin, selam lafzım söylememesidir. Kınye'de de böyledir.
Bir kimse, önceden sol
tarafına selam vermiş olursa, o kimse konuşmadan sağ tarafına da selam verir.
Sol tarafına vermiş olduğu selamı ise yenilemez. Fakat, bu kimse, Önce önüne
selam vermiş olursa, sol tarafına da selam verir. Tebyîn'de de böyledir.
Muktedî'nin selam
vermesi hususunda, ihtilaf edilmiştir, Fakîh Ebû Ca'fer : «Muhtar olan,
muktedînin, imâm sağma selam verinceye kadar beklemesidir. İmâm, sağma selam
verince, muktedî de sağma selam verir. İmâm soluna selam verince de muktedî
solu-lıa selam verir.» demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Selam veren kimse,
selam verdiği tarafla bulunan, meleklere ve mü si umanlara —selam vermeye—
niyyet eder. Zâhidî'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
selam esnasında, zamanımızın kadınlarına ve kendisi ile birlikte namaz kılmakta
olmayan kimselere niyyet etmez. Sahîh olan da budur. Hidâye'de de böyledir.
İmâma uyan kimse,
selam esnasında, yukarıda zikrettiklerimizle birlikte, imâma selam vermeye de
niyyet eder. Eğer, imâm muktedî'nin sağ tarafında ise, sağ tarafında
bulunanlarla birlikte, imâma selam vermeye de— niyyet eder. İmam eğer, muktedînin
sol tarafında ise, sol tarafında bulunanlar içinde, imâma da niyyet eder.
İmâm eğer, muktedî'nin
önünde ise, sağ tarafmdakilerin içinde, önadaselam vermeye niyyet eder. Bu,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'tın kavlidir. İmâm Muhammed (R.A.) 'e göre, muktedî, her
iki tarafına selam verirken de imâma selam vermeye niyyet eder. Muhıyt'te de
böyledir. Bu kavil, Ebû Hanîfe (R.A.) den de rivayet edilmiştir. Câfî'dc de
böyledir. Fetvalarda da sahih olan budur. Tatar-hâniyye'do de böyledir.
Münferîd (= yalnız
başına namaz kılan kimse sadece melekleri selamlamaya niyyet eder. Ve bu
niyyetinde, meleklerin sayısını belirtmez. HSdâye'de de böyledir.
Öğle, akşam ve yatsı
namazlarında selam verdiği zaman, imâmın oturup beklemesi mekruhtu; sünnetleri
kılmak için ayağa kalkar. Ve, âmâm olan bu kimse, nafileyi, farzı kıldığı yerde
kılmaz; Sağ.tarafında, sol tarafında veya arka tarafında kılar. îmâm dilerse,
sünnetleri evine dönüp orada kılar. Münferîd veya muktedî olan musallînin, farz
namazı kıldığı yerde durup, nafileleri orada kılması ve duâ etmesi caizdir.
Keza, bu kimselerin, nafileleri kılmak için, yerlerinde kalmaları, arkalarına
çekilmeleri veya sağ veya sol taraflarına çekilerek —oralarda namaz kılmaları
müsavidir ve bunların hepsi de caizdir.
Sabah ve ikindi gibi,
sonunda nafile olmayan namazlarda, imâmın, yönü kıbleye karşı olduğu halde,
bulunduğu yerde beklemesi mehruhtur. Bu durumu, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bid'at olarak isimlendirmiştir.
İmâm, bu gibi hallerde
muhayyerdir. Dilerse, güneş doğana kadar oturur, ki bu efdâldir Şayet,
hizasında, sonradan gelip de namaz/kılmakta olan kimse yoksa, bu oturuş
esnasında, imâm yönünü cemâate döndürür. Fakat, böyle bir kimse var ise, imâm,
sağ tarafına veya sol tarafına döner. Bu hüküm, yazın da kışın da aynıdır. Sahih
olan da budur. Hulâsa'd a da böyledir.
Huccet'de ; «İmâm,
öğle, akşam ve yatsı namazlarında, gecikmeden sünneti kılmaya başlar; uzun
uzun duâ ile meşgul olmaz.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir. [31] [32]
Seferde, ıztırar
halinde, kıraatin sünnet olan miktarı, tat-maz kılan kimsenin Fâtihâ'yı ve
dilediği bir sureyi okumasıdıi*. Iz-tirar : Yolculukta, acele etmek; hazerde
ise, vaktin dar olması ve nefsi veya malı hakkında, bir korku taşımak gibi
hallerdir. Bu durumlarda, vakti geçirmeyecek veya —korkudan—emîn olacak kadar
okumak gerekir. Zâhidî'de de böyledir.
Seferde ve ihtiyar
halinde kıraatin, sünnet olan miktarı ise : -Sabah namazında Bürûc Sûresini ve
emsallerini okumaktır. İhtiyar halinde maksat, vakitte genişlik bulunması,
emniyet ve karar halinin olması demektir. Mezkûr sureler okumakla, seferde kısa
okumaya verilen ruhsatlarla, kıraatte sünnet olan miktarın gözetilmiş olması
hallerinin, arası cem edilmiş olur. İbnî Emîri'I - Hâc'ın Münye-tül - Musallî
Şerhi'nde de böyledir.
Öğle namazında,
kıraatin sünnet olan miktarı da, sabah namazı gibidir. İkindi ve yatsı
namazlarında ise, bundan biraz daha kısa okunur. Akşam namazında ise, cidden
kısa süreler okunur. Zâhidî'de de böyledir.
Hazerde Kıraatin
sünnet olan miktarı : Sabah namazında, Fâtihâ'dan sonra, iki rek'atte kırk veya
elli âyet okumaktır. Câ-miü's - Sağîr'de zikredüdiğine göre. Öğle namazındaki kıraat
miktarı da sabah namazı gibidir. Asü'da ise : «Ondan daha aşağıdır.» denilmiştir.
Kıraatin sünnet olan
miktarı, ikindi ve yatsı namazlarında, Fâtihâ'dan başka yirmi ayettir.
Akşam namazında ise,
Fâtihâ'dan sonra ilk iki rek'atin her birinde, bir kısa sûre okumak sünnettir.
Muhiyt'te de böyledir.
Hazerde, sabah ve öğle
namazlarında, tıvâl-i mufassalı (= uzun sûreleri), ikindi ve yatsı
namazlarında, evsât-ı Mufassalı t = Orta uzunluktaki sûreleri), akşam namazında
ise, kısâr-ı muJa»-sah (kısa sûreleri) okumak sünnettir. V'kâye'cle de böyledir
Uzun sûreler,
Hııcurât'tan Bürûc Sûresine kadar olan sûrelerdir.
Or.ta uzunluktaki
sûreler, Büruc'dan Lem Yekun'e kadar olan sûrelerdir.
Kısa sûreler ise, Lem
YekünMen Kur'ân'm sonuna kadar olan sûrelerdir. Muhiyt'te, Vikâye'de ve
Münyetü'l - Musallfde de böyledir.
Yetîme'de : «Bir
kimse, ikindi namazını, mekruh vakitte kılıyor cisa bile, uygun olan, sünnet
olan miktarda kıraat etmektir.» denilmiştir. Tatârbâniyye'de de böyledir.
Vitir namazında,
Fâtîhâ'dan sonra, hangi sûrelerin okunması gerektiği konusu üzerinde
durulmamıştır. Mi'râcü'd - Dftrâyede de böyledir.
Vitir namazını kılan
kimsenin Fatihadan sonra dilediği sûreyi
okuması, güzel görülmüştür. Muhıyt'te de böyledir.
Fakat, Peygamber
(S.A.V) Efendimiz, vitir namazım «Seb-bihâ'sme Rabbikel - a'la», »Kul Yâ
Eyyühe'î - Kâfirûn» ve «Kul hü-ve'Hahü ehad» ile kılardı. Sen de, bazı
günlerde, teberrüken vitir namazını bu sûreleri okuyarak kıl, bazan da,
Kur'ân'm diğer sûrelerinden ayrılmış olmaktan kaçınmak için, diğer sûreleri de
oku. Teh-zîb'de de böyledir.
İmâm olan kimsenin,
müstehab olan kıraatin üzerine, bir miktar daha ilave ederek onu
ziyadeleştirmesi uygun olmaz. Cemaate ağırlık vermemelidir. Kıraat, müstehab
olan miktara ulaşıp tamamlandıktan sonra, imâm onu hafifletir. Tahavî'den
naklen Muz-marât'ta da böyledir.
Sabah namazının
birinci rek'atında, ikinci rek'atinden daha uzun okumak, bil'icmâ' sünnettir.
İmâm Muhammed
(R.A.3 : «Bütün namazların ilk
rek'atle-rinde, ikinci rek'atlermden daha uzun okumak, bana daha sevimlidir.»
demiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Z&hı'dî'de ve Mi'râcû'd -Dirâye'de de
böyledir. Huccet'de de, fetva için bu kavil alınmıştır. Tatarhâriiyye'de de
böyledir.
Cunı'a ve Bayram
Namazlarında, iki rek'at arasındaki kıraat Farkı üzerinde ihtilâf edilmiştir.
Bedâi'de de böyledir.
Bu hususta bazı
âlimler : «Bu iki rek'at arasındaki fark, üçde bir ve üçde iki nisbetinde
olmalıdır : Üçde iki, birinci rek'atte; üçde bir de, ikinci rek'atte
okunmalıdır.» demişlerdir.
Tahâvî Şerhü'nde ise :
«Uygun olan, birinci rek'atte otuz âyet, ikinci rek'atte ise, on veya yirimi
âyet okumaktır.» denilmiştir Muhıyt'te de böyledir.
Bu ölçü, yukardaki
«üçde bir, üçde iki» kavüni açıklamaktadır. Ev!â olan da budur. Aslında,
birinci rek'atte okunan miktar ile ikinci rek'atte okunan miktar arasındaki
farklılık, daha fazla olsa; meselâ : Bir kimse, birinci rek'aîte uzun bir
sûre, ikinci rek'atte de üç âyet okumuş olsa, bunda da hüküm bakımından bir
beis yoktur. Zahîrîyye'de de böyledir.
Câmiü's - Sağîr'in
bazı şerhlerinde : «îkinci rek'atte, birinci rek'atten üç veya daha fazla bir
miktarda uzun âyet okuma ha-linde, bunun caiz olacağında hilaf yoktur; ancak bu
mekruhtur. Ancak, aradaki fark, üç âyetten az olursa, bu durum mekruh da değildir.»
denilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.
Murgînânî ise : «Eğer,
âyetlerin uzunluğu birbirlerine yakın ise, âyetlerin sayısına itibâr olunur.
Ancak, âyetler uzunluk bakımından birbirlerinden farklı iseler, bu durumda,
kelimelerinin —veya— harflerinin sayısına itibâr olunur.» demiştir. Tebyîn'de
de böyledir.
Namazlara, muayyen
sûre veya âyetler tahsis ederek, —o namazlarda, sadece o sûre veya âyetleri—
okumak mekruhtur.
Tahâvî ve İsücâbî :
«Bu durumun mekruh olması, böyle yapan kimsenin yaptığı şeyi vacib görüp, başka
sûre veya âyetleri okumanın caiz olmayacağım sanması, veya başkalarım okumayı
mekruh görmesi halindedir. Böyle olmada, bu süreleri, kendisine kolay geldiği
için veya teberrüken (yani, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz onları okumuş olduğu
için) okursa, bunda bir kerahat yoktur. Yine de, zaman zaman, —câhil kimseler,
başkalarının okunmasının caiz olmayacağını sanmasınlar diye— başka âyet veya
sûreleri de okumak şarttır. Tebyîn'de de böyledir.
Efdal olan, farz olan
namazların her rek'atinde Fâtihâ'yı ve ilk iki rek'atte— bir sûrenin tamamım
okumaktır.
Âciz olan kimse, bir
sûreyi, iki rek'atte de okuyabilir. Hulâ-m'da da böyledir.
Bir sûrenin,
âyetlerinden bir kısmını, bir rek'atte, diğer kısmını da başka bir rek'atte
okumak hususunda «bu mekruh olur» da denilmiştir; «mekruh olmaz» da
denilmiştir. Sahih olan ise, bunun mekruh olmayışıdır. Zahîriyye'de de
böyledir. Mekruh olmamakla beraber münasip olan, böyle yapmamaktır. Böyle
yapılmış olmasında da bir beis yoktur. Hulâsa'da da böyledir.
Hüccet'de : «Birinci
rek'atte bir sûrenin sonunu, (mesela : Âmene'r - resulü'yü), ikinci rekatte de
kısa bir sûreyi (meselâ ; (Kul hüvellahü ehad'i okumak mekruh olmaz.»
denilmiştir. Tatar-hâmyye'de de böyledir.
Eğer, suretim sonu
okunan kısa sürenin tamamından daha uzun ise, heı iki rek'atte de, sûre
sonlarından okumak, kısa sûrenin tamamını okumaktan efdâidir. Ancak, tamamı
okunan sûre, —bu sûre sonlarından— daha uzun ise, onu okumak efdâidir.
Zehıyre'de de böyledir,
Namaz kılan kimse,
«Müdâyene âyeti» gibi uzun. bir âyet okumak isterse, böyle uzun bir âyet
okumasından, kısa bir sûre miktarına baliğ olan, üç âyet okuması, daha
sahihdir. Tatarhâniyye' de de böyledir.
Aralarında bir veya
iki sûre bulunan, iki sûreyi bir rek'atte cem etmek (yani, bu iki sûreyi bir
rek'atte okumak) mekruhtur.
Fakat, aralarında
sûreler bulunan bu iki sûreyi, iki ayrı rek'atte okumak mekruh değildir.
Bazıları : «Bu iki
sûre arasında, tek bir sûre var ise, bunları, birbirini takip eden iki rek'atte okumak
mekruhtur.» demişlerdir.
Bazıları da : «—Bu iki
sûrenin aralarında bulunan sûre uzun
ise, aralarında iki kısa sûre bulunduğu
halde bunları okumak mekruh olmadığı gibi bu durumda da mekruh değildir.» demişlerdir.
Muhıyt'te de böyledir. Hulâsa'da da böyledir.
Bazıları ise :
«Rek'atin birinde bir sûre, diğerinde ise baş-. ka sûre okunursa, asla mekruh
olmaz. Fakat, ikinci rek'atte, birinci rek'atte okuduğu sûrenin üst tarafında
bulunan bir sûreyi okumak mekrûtur.» demişlerdir.
Keza, namaz kılan kimsenin, ikinci rek'atte, birinci1 rek'atte okuduğu âyetten daha üst
tarafta bulunan bir âyeti okuması da mek-. ruhtur. Aynı rek'atte, önce bir âyet
okuyup, ondan sonra da, daha üst tarafta bulunan başka bir âyeti okumak da
mekruhtur.
Aralarında bir veya
iki âyet bulunan âyetleri, bir rek'atte veya iki rek'atte cemstme (yani bu
durumda olan âyetleri bir rek'atte okuma) halinde de sûreler hakkında
söylediğimiz —hükümler— geçerlidir. Muhıyt'te ide böyledir.
Yukarıda söylediğimiz
hükümlerin tamamı, farz namazlarla ilgilidir. Bu durumlarda, sünnet namazlarda
kerâhat yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Namaz kılan bir kimse,
birinci rek'atte bir sûre okusa, ikinci rek'atte ise, bu sûre ile aralarında
—rsadece— bir sûre bulunan başka bir sûreyi okumaya başlasa veya bu kimse
ikinci rek'atle, birinci rek'atte okuduğu sûrenin üst tarafında bulunan bir
sûreyi okumaya başlamış olsa; muhtar olan kavle göre, o kimse, başladığı sûreyi
okumaya devam eder; onu okumayı kesmez. Zehıyre'de de böyledir.
Nomaz kılan kimse, bir
sûreyi okumaya başladıktan sonra, başka bir sûreyi okumak istediğinde; eğer,
başladığı sûreden bir veya iki âyet okumuşsa, bu sûreyi bırakıp, istediği
sûreyi okumaya laması, mekruhtur. Keza, başladığı sûreden bir âyetten az, hatta
bir harf bile okumuş olsa, bunu bırakıp başkasını okuması mekruhtur.
Namazda, rükû' için
tekbir almış olan kimsenin, rükû'a varmadıkça, bunu terkedip, okumaya devam
etmesinde beis yoktur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimsenin, namazda
yalnız Fatihayı okuması veya Fatiha ile birlikte —sadece-— bir veya iki âyet
okuması mekruhtur. Muhıyt'te de böyledir.
Namazda, Kur'ân'i
hatmeden kimse, birinci rek'atte muav-veneteyn'dcıı (Kul eûzü bi Rabbîl-Felak
ve Kul eûzü bi Rabbi'n- Nas'dan) sonra rükû'a gider. İkinci rek'ate kalkınca, Fâtihâ'yi ve Bakara Sûresi'nin ilk
âyetlerini okur. Iîulâ?a'da da böyledir.
Hüccet'dc : «Kuram
Kırâat-i seb'a ile ve rivayetlerin hepsi ile okumak caizdir. Fakat ben, acib
kıraatlerle, imâlelerle ve garîb rivayetlerle okumamayı doğru görüyorum.
denilmiştir. Tatarhânly-ye'de dc böyledir.
Bir kimse, nafile namazları,
oturduğu yerden kılabilir. Bu kimse, rükû' etmek istediği zaman, ayağa kalkar
ve rükû'unu yapar. Ancak, efdai olan, rükû' için ayağa kalktığı zaman, o
kimsenin bir miktar Kur'an okumasıdır. Eğer, bu durumda, okumazsa veya rükû'
için ayağa kalkmazsa veyahut da kalktığı halde, okumadan rükû'a varırsa,
bunlarda caizdir. Fakat, rük'û için kalkmak isteyen kimse, tam doğrulmadan
rükû1 yaparsa, caiz oîmaz. Hulâsa'da da böyledir. [33]
Bir keKmenin son
harftni, diğer kelimenin ilk harfine bitiştir-ırek, okuyucunun hatasmdandır.
Namaz kılan kimse,
Kur'an okurken, bir kelimenin son har-fini, diğer kelimenin ilk harfine
bitiştirirse, bunu kasden yapmış clsa bile, o kimsenin namazı sahih olan kavle
göre fasid olmaz. Meselâ :
İyyake na'büdü'dc, kef
harfini, mm harfine bitiştirerek okumak, veya,
Ğayri'l - mağdübi
'aleyhim'de, be harfini, 'ayn harfine bitiştirerek okumak, veya,
SemiTalIahü İbnen
hamideh'de, Allah lâfzının he'sini,, Iâm'a bitiştirerek okumak gibi... Bu gibi
haller, kasden yapılmış olsa bile namaz bozulmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kelime yerine
başka bir kelimeyi okumak da okuyanım ha-tasmdandir.
Bir kimse, bir kelime
yerine başka bir kelimeyi okur ve bu durumda, eğer mana değişmemiş olursa,
namazı bozulmaz :
«İni'I - müslimîne»
yerine «imıe'z - zâlimine» okumak veya benzerleri gibi...
Bir kimse, birinden
diğerini meşakkatsiz ayırma imkânı olan iki harften birini diğerinin yerine
okursa ve bu durumda da maıia bozulursa, o kimsenin namazı, bütün âlimlerimize göre faşid ulur :
Sad yerine ti ile,
salihât'ı tâllhât okumak gibi...
Fakat, Zı ile Dad, Sad
ile sin, Ti ile te harflerinde olduğu
ihi bu iki harfin arası meşakkatsiz ayırdedilemezse, bu durumda ler ihtilaf
etmişlerdir; ekserisi ise «bu durum namazı bozmaz.» demişlerdir.
Kadı İmâm Ebû'ı -
Hasan ve Kadı İmâm Ebû Asım : «Eğer, bunu kasdcn yaparsa yani kasden böyle
okursa kimsenin namazı bozulur; fakat, düzgün okumak istemesine rağmen, bu iki
harfin aralarını ayırd edemezse, namazı bozulmaz.» demişlerdir. Bu kavil
kavillerin en adaletlisidir. Vecîzü'l - Kerderî'nin ihtiyar ettiği kavil de bu
kavildir.
Bazı harfleri düzgün
okuyamıyaıı kimse, bu harfleri güzel okumaya gayret sarf etmelidir; uygun oî an
budur. Bu gayreti göstermezse, mazur sayılmaz.
Bir kimse, bazı
harfleri teleffuz edemez ve bu harflerin bulunmadığı âyet de olmazsa, o
kimsenin namazı eaiz olur. Ancak, bu kimse, başkalarına imâm olamaz. Fakat
içinde, o kimsenin okuyamadığı harf bulunmayan âyet var ise, namazda o "âyeti
okur. Ve namazı caiz olur. Fakat, böyle bir âyet bulunmasına rağmen,
okuyamadığı harfin bulunduğu âyeti okursa, bazıları : «Bu kimsenin namazı caiz
olmaz.» demişlerdi". Kâdîhân'da da böyledir. Sahih olan da budur.
Muhıyt'te de böyledir.
Harfi hazfetmek de,
zelle-î kâridendir :
Hazf, icaz ve tcrhıyn
yoluyla olur, mana da değişmezse, bütün âlimlere göre namazı bozmaz. Yâ
mâlik'i, yâ mâli okumak gibi.
Eğer hazf, îcâz ve
lerhıym yönünden olmaz ve mana da bozulmazsa, yine namazı bozmaz; : Ve lekad
ca'ehüm rusülünâ bi'I - bey-jiinat lafzında ca'et'ten te'nin hazfedilmiş olması
gibi...
Eğer hazf ten dolayı
mana değişirse, bütün alimlere göre namaz bozulur : Femâ Iehüm yü'minûn'da
Iâ'nın hazfedilmesi gibi... Ki, bu lafzın aslı lâ yü'minûn'dur. Muhıyt'te de böyledir.
Itabiyyede : «Sahih olan budur. » denilmiştir. Tatarhaniyye'de de böyledir.
Bir kimse, ve hüm lâ
yuzlemûn fereeyete şeklinde okuyarak, efereeyte'nin eÜf'ini hazf etmiş ve
yuzlemım'un mm'unu efereeyte'-nin fe'sine bitiştirirse;; veya yahsebûne nehüm
yuhsinüne sım'an şeklinde okuyarak, eniıehüm'ün elifini hazfetmiş ve nun'u
nun'a bitiştirerek okumuş olsa, namazı bozulmuş olmaz. Zehıyre'de böyledir.
Bir harf ziyâde ederek
okumak da zelle-i kâridendir :
Namazda Kur'ân okuyan
kimse, bir harf ziyâdeleştirerek okur ve bu durumda mana da bozulmazsa,
âlimlerin tamamına göre, namazı fasid olmaz : Bir ye ilâve ederek ve enhâ 'anil
münker şeklinde okumak gibi. Hulâsa'da da böyledir.
Hümüllezîne keferû'nun
hüm'ünün mün'ini cezmedip ellezî' nin elifini izhar ederek okuyan kimsenin
namazı bozulmaz.
Ve mâ haîaka'z -
zekere ve'1-ünsâ lafzında da yukarıdaki gibi hazfedilerek okunması gereken
elifi izhâr edip, zefde i d gam olunmuş bulunan lâm'ı da izhar ederek okumuş
olan kimsenin namazı da bozulmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir harf ilave etmekle
mana değişmiş olursa, namaz bozulur :
yerine okumak veya,Yenne okumak gibi... Veyahut da
lafızlarında birer vav
ilavesi ile mananın ve namazın bozulması gibi... Hulâsa'da da böyledir.
Bir kelimeye bedel
olarak, başka bir kelime okumak da, namazda, Kur'ân okuyan kimse için hatadır
:
A Başka bir kelimeye
bedel olarak okunan kelimenin manası, yerine okunduğu kelimenin manasına
yakınsa ve okunan kdlime Kur'ân' da da varsa, bu şekilde okuyan kimsenin,
namazı bozulmaz: el- 'alîm yerine el-hakîm lafzının okunması gibi...
O İmâmı A'zam CR.AJ ve
İmâm Muhammed CR.A.)'e göre, bir kelimeye bedel olarak, Kur'ân'da bulunmayan ve
fakat manası yerine okunduğu kelimeye yakın olan başka bir kelimeyi okuyan kimsenin
namazı da bozulmaz. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) buna muhaliftir. O'na göre, bu
kimsenin namazı bozulur :
yerine okumak gibi...
Kur'ân'da bulunmayan
ve manaca da yakınlığı olmayan bir kelime, Kur'ân'd an bir kelimeye bedel
olarak okunursa, namazı bozar. Bu hususta ihtilaf yoktur. Fakat, bu kelimenin
tesbîh, tahmîd veya zikir kelimelerinden olmaması da gerekir.
Kur'ân'da bulunmasına
rağmen, mana bakımından aralarında yakınlık olmayan ve değişik okunduğu zamandaki manasının doğruluğuna inanmanın
insanı kafir edeceği kelimelerden birini diğerinin yerine okumak, bütün
âlimlere göre namazı bozar :
yerin okumak ve benzerleri gibi..
Sahih olan budur. İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.) 'un görüşü de budur. Hu-lâsa'da da böyledir.
Bir kimse, bir şahsın
nesebini yanlış okumak suretiyleNisbet ettiği isim Kur'ân'da bulunursa, İmâm
Muhammedi (R. A.) 'e göre, bu durumda o kimsenin namazı bozulmaz :
veya gibi...
Alimlerimizin tamamı bu görüştedir. Fakat, bir kimse şeklinde okursa namazı
bozulur. diye okuyunca namazı bozulmaz. Çünkü :
Hz. îsâ'nm babası yoktur;
Hz. Musa'nın ise babası vardır. Bu durumda, sadece isimde hata etmiş olur.
Vecîzü'l - Kerderf de de böyledir.
Bedel olmadan bir
kelime ekliyerek okumak da hatadır:
Fazla olarak okunan
kelime, manayı bozuyorsa ve bu kelime Kur'ân'da da bulunmakta ise, bu okuyuşun
namazı bozduğunda hilaf yoktur:
okumak gibi...
Fazla olarak okunan
kelime, Kur'ân'da bulunmuyor ve manayı da bozuyorsa, bunu okuyan kimsenin
namazı da ihtilafsız bozulur :-şeklinde okumak gibi...
Fazla olarak okunan
kelime, eğer manayı bozmazsa ve bu kelime Kur'ân'da bulunmakta ise, bil-icrna'
namazı bozmaz : şeklinde okumak gibi...
Bu durumda, fazla
olarak okunan fakat manayı bozmayan kelime Kur'ân'da bulunmasa bile
âlimlerimizin ammesine göre yine namaz bozulmaz : okumak gibi şeklinde Muhıyt'te
de böyledir.
Bir harfi veya bir
kelimeyi tekrarlayarak okumak : 9 Bir
harf, şeddelenmek sureti ile tekrar okunmuş olursa, bu okayuş namazı bozmaz :
diye okumak gibi...
Fakat, el-hamdü liUah
lafzı, üç lâm ile şeklinde okunursa, namaz bozulur.
Bir kelimenin .tekrar
okunmasından dolayı mana bozulmaz, namaz da bozulmaz. Fakat bir kdlimenin
tekrar okunmasından dolayı mana bozulursa, sahih olan kavle göre, namazın
bozulacağında şüpheyoktur
seklinde okumak
gibi... Zahîriyye'de de böyledir. Takdim veya Tehir :
Namaz kılan kimse, bir
kelimeyi başka bir kelimeden öne alarak dursa veya başka bir kelimeden daha
sonraya bıraksa ye bu durumda da mana bozulmazsa, namaz da bozulmaz :lafzını
okurken, şehıyk kelimesini Öne geçinpek gibi..; Hulâsa'da daböyledir.
Takdim veya te'hîr
yapılması halinde, mana bozulursa, âlimlerin ekserisine göre, bu durumda namaz
da bozulur :
şeklinde okumak
gibi... Zahîriyye'de de böyledir.
Namaz kılan bir kimse,
iki kelimeyi, diğer iki kelime üzerine takdim eder ve bu durumda da mana
bozulursa, o kimsenin namazı da bozulur :âyetini, şeklinde okumak gibi...
îki kelimenin takdim
veya te'hiri halinde mana bozulmazsa, namaz da bozulmaz :
ayetim şeklinde okumak gibi...
0 Bir harfin, diğer
bir harfin önüne geçmesi halinde manâ bozulursa, namaz da bozulur : ui'r-f-
yerine ru*it okumak gibi...
Fakat, bu durumda mana
bozulmazsa, namaz da bozulmaz : O»J/'*ti£ yerine ^J^l <Ûc okumak gibi.
Muhtar olan kavil de budur. Hulâsa'da da böyledir.
B'r âyet yerine, başka
bir âyeti okumak :
0 Namaz kıtan kimse,
bir âyet yerine başka bir âyeti okumuş olsa; şayet, bu durumda, önceokuduğu
âyeti okuduktan sonra tam bir duruş ile durmuş olur ve sonra başka âyete
başlamış bulunursa.
Veya okuduğu âyetin
bir kısmınd dedikten sonra, demiş olsa; veya
lafzını okuduktan sonra âyetini okursa; veya lafzını okuduktan sonra dese, bu kimsenin namazı bozulmaz. Bu
âyetlerin ilkinde durmayıp âyetleri birleştirmiş olan kimsenin, bu okuyuşunda,
mana bozulmazsa, namaz da bozulmaz: »veli yerine âyetini okumak gibi...
âyetini okumak gibi...
Bir âyet yerine, başka
bir âyet okunduğu zaman, mana bo-. zulursa, âîimllrimizin ekserisine göre namaz
da bozulur:
şeklinde okumak
gibi... Salih olan da budur. Huîâsa'da da böyİedİr. Kur'ân okurken, lüzumsuz
yerde durmak, geçmek veya yersiz başlamak:
Namaz kılan kimse,
durulmaması gerek.en yerde durduğu veya başlanmaması gereken yerden başladığı
zaman, bu durumda eğer mana fazla bir şekilde bozulmuyor ise, o kimsenin
namazı, biMcmâ' bozulmaz :
âyetini okuyup, duran
kimsenin diye başlaması gibi... Mumyt'te de böyledir. Keza, veya gibi kavillerde
durmayıp geçmek halleri de namazı bozmaz. Fakat, bunlar çirkin görülmüştür.
Hulâsa'da da böyledir.
Namaz kılan kimse,
durulmaması gereken yerde durur ve-va başlanmaması gereken yerden başlarsa ve
bu durumda da mana bozulursa, âlimlerimizin âmmesi yanında, namazı bozulmaz1
Namaz kılan kimse.
deyip durur, sonra 've okursa, namazı bozulmaz. Bazı âlimlere göre ise, bu
durumda namaz bozulur. Fakat, fetva, bu durumlarda na-mazın bozulmayacağı
üzerinedir. Muhıyt'te de böyledir.
Kâdî İmâm Sa'id Necîb
Ebû Bekir: «Namaz kılan kimse, kıraati tamamlayıp rükû' için tekbir almayı
istediği zaman, eğer bitim sena ile ise, Allahü Ekber'e vasi etmek
(bitiştirmek, geçmek) evlâdır. Şayet sena ile <deği2se, fals etmek (arasını
ayırmak) evladır» demiştir.
kavli gibi...
Tatarhâniyye'de de böyledir.
İ'rabda Lahn yapmak:
Namaz kılan kimse,
lahn yaptığı zaman, mana değişmez-se, namazı bil-icmâ' fasid olmaz. fzmi
okurken te harfinin sesini yükseltmek gibi...
Eğer lahn, manayı fazlaca
bozar ve namaz kılan kimse, bunu kasden yapmış olursa, kâfir olur: âyetini mim
harfinin nasbi ve Rab
kelimesinin ref'i ile okumak ve benzerlerinde olduğu gibi...
Fakat, bu okuyuş
kasden olmaz da, hataen olursa, mütekaddi-mîn'in kavillerine göre, bu kimsenin
namazı bozulur. Müteahhirîn ise, bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Muhammed Wn
Mukâtil, Ebu Nasr Muhammed bin Selâm, Ebû Bekir bin Sa'îdi'I-Belhî Fakîh, Ebû
Ca'fer el-Hindivânî, Ebû Bekir Muhammed bin Fadl, Şeyhü'l-İmânı Zahidi ve
Şemsü'I-Eimme Halvâıü: «Bu kimsenin namazı bozulmaz.» demişlerdir.
Mutekaddimîn'in
kavilleri, ihtiyata daha uygundur. Çünkü, bu durumda küfür kasdı vardır. Küfür
olan ise, Kur'ân'dan değildir. Müteahhirîne gelince, ontann kavillerinde de bir
genişlik vardır. Çünkü insanlar, i'râbm inceliklerini bilip ayırdedemezler.
Mu-hryt'te de böyledir. Fetvada bunun üzerinedir. Itataiyye'de ve Zahîriyye'de
de böyledir.
Şeddeyi ve medeti
terketmek :
Namaz kılan kimse
âyetinde şeddeyi terk etse veya âyetineki Rabb
kelimesinin be'sini şeddesiz okusa, her ne kadar, bazı âlimler namazı
bozulur demişlerse de muhtar olan kavle göre, o kimsenin namazı bozulmaz.
Eğer manayı bozmazsa,
meddi terk etmek namazı bozmaz: lafızlarını rnedsiz okumak gibi...lafızlarında
medleri terk etmek manayı bozsa bile, namaz bozulmaz; Şeddenin terke-dilmesinde
bozulmadığı gibi... Hulâsa'd a da böyledir. Fetva da buna göredir. Itâbe'de de
böyledir.
İdgâmı terketmek veya
olmadığı yerde idgâm yapmak:
Bir kimse,, hiç bir
kimsenin idgâm yapmadığı yerde idgâm yaparsa, ibareyi çirkinleştirmiş olur.
Böyle yapan kimse, kelimenin manasını anlaşılmaz hale getirmiş olursa, namazı
bozulur.
lafzındakî ğayın
harfini lâm harfine idgâm ife okumak gibi...
Bir kimse, hiç bir
kimsenin idgâm yapmadığı yerde idgâm yapar ve bu durumda da mana bozulmazsa,
yani idgâmsız okunduğu zamandaki mana anlaşılırsa, o kimsenin namazı, bozulmaz:
lafzında, lâm'ı sîn'e
idgâm ederek okumak gibi...
Namaz kılan kimse,
idgâm yapılacak yerde, idgâmı terk etmiş olsa ve bu durumda da ibare yönünden
fazlalık bulunsa, yine de, o kimsenin
namazı bozulmaz : Lafzında olduğu
gibi... Muhiyt'te de böyledir.
Uygun olmayan yerde
Smâle yapmak :
Namaz kılan kimsenin,
imale yapılabilecek yerlerin dışında imale yapması da kıraat hatalanndandır.
Namaz kılan kimse,
besmele'de, maliki yevmi'd-din'de ve bunlara benziyen lâfızlarda, imale
yaptığı zaman namazı bozulmaz Mumyt'te de böyledir.
Kur'ân'da olmayanı
okumak:
Emîrü'l-Müminîn Hz.
Osman (R.A.)'m toplamış bulunduğu Kur'ân'da bulunmayan bir lafzı, okumak da
kıraat hatalarm-dandir. Bazı âlimler : «Bir kimse, bilinen mushafta bulunmayan
ve manası da yerinde olmayan bir lafzı, kendi nefsi hakkında duâ ve sena kasdı
da olmadan okursa, ittifakla o kimsenin namazı bozulur.» demişlerdir.
Ancak bu kimse, manası
yerinde olan bir kıraati okursa, İmâ-meyn'in kavli üzere, namazı bozulmaz. İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.) : «Bu kimsenin namazı bozulur.» demiştir.
Bu hususta, sahih olan
kavil şudur: Bir kimse, İbn-i Mes'ud"-un veya diğerlerinin sahifelerinde
bulunan bir lafzı okuduğu zaman, bu okuduğu, namazda okunması mûtad olanlardan
olmasa bile, namazı bozulmaz. Namazın caiz olacağı miktarda, ammenin
sahifeîerinde bulunanı okusa bile, o kimsenin namazı caiz olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kelimenin bazı
harflerini okumamak :
Kelimenin bazı harflerini
okuyup diğerlezini bırakmak da kıraat hatalarındandır. Bu hal, ya nefesin
kesilmesinden veya kelimenin kalan kısmının unutülmasından meydana gelir.
Unutan kimse, sonra hatırlarsa, kalan kısmı okur.
Meselâ: Elhamdülillah
lafzım okumak isteyen kimse, el deyip, nefesi kesilebilir veya kalan kısmı
unutabilir. Sonra hatırlarsa, hamdülülah der. Veya, bu kimse kalan kısmı
hatırlamıyabilir.
Fâtihâ'yı veya sûreyi
okumak isteyen bir kimse, bunları unutabilir.
Bir kimse, fâtihâ'yı
okumak ister, el diye başlar ve onu okuduğunu hatırlayarak, okumayı terkeder
ve rükû'a varır veya bazı kelimeleri hatırlar ve okudum diye bunları terkeder
ve başka kelimeleri okur... Bu durumların hepsinde ve bunlara benziyen bütün
durumlarda, âlimlerimizin bazılarına göre namaz bozulur. Şemsü'l-Eimme Halvâttî
de, bununla felvâ vermiştir.
Bazı âlimlerimiz :
«Namaz kılan kimse, bir kelimenin ya-rısmı hatırlar ve okursa, eğer bu
kelimenin tamamını okuyunca namaz bozulması gerekirse, o kelimeyi
okuyunca namazı bozulmuş olur. Kelimenin yarısını okuyan kimse, o kelimenin
tamamının okunması, namazın bozulmasını gerektirmiyorsa; o kimse kelimenin
kalan yarışını da okur. Namazı bozulmuş olmaz.» demişlerdir. Zehiyre ve
Muhıyt'te de böyledir. Yarım (kelinîe) hakkında, tüm kelimenin hükmü vardır.
Sahih olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhanda da böyledir.
Bazı âlimler : Bir
kimse, «Lağv olmaksızın, lügatta sahih olan vecihle, bir kelimenin yarısını
okumuş olsa ve bu durumida da mana bozulmasa; uygun olan, o kimsenin namazının
fesadının gerekmemesidir.
Fakat, okunan o yarım
kelimenin bir manası yoksa, boş bir söz ise veya boş bir söz olmamakla beraber,
bu okuyuş manayı bozucu ise, namazın fesadını icâb ettirir. Meşâyihin ammesi
ise, bu durumun namazı bozmadığı görüşündedirler; çünkü bu hâl, namaz içindeki
tenahnuh gibi, kaçırılması mümkün olmayan şeylerdendir. Zehiyre ve Muhıyt'te de
böyledir.
Namazda Kur'ân okuyan
kimse, kelimelerin bazı harflerini —elinde olmadan— alçaltıp gizlediği zaman,
bu durumda namazı bozulmaz. Sahih olan budur. Ve bunda, umumî belvâ vardır.
Mu-hıyt'te de böyledir.
$ Np.mazda, Kur'ân'ı,
kelime bozulacak şekilde îâhinlerle okuyan kimsenin namazı bozulur. Fakat, bu
lahn, med harflerinde veya lîn harflerinde olursa, namaz bozulmaz; ancak, lahn
fahiş olursa, bu hallerde namaz bozulur.
Namaz haricinde Kur'ân
okuyan kimsenin durumu hakkında, âlimler ihtüâf etmişler ve bu hâli kerih
görmüşlerdir. Hulâsa'da da böyledir. Sahih olan da budur. Kerderî'nin
el-Vecîz'inde de böyledir Lahn ile okunan Kur'ân'ı dinlemek de kerih görülmüştür.
Hulâsa'da da böyledir.
Ebû'l-Kâsım
es-Saffâri'1-Buhârî'mn, şöyle dediği nakledilmiştir ; «Namaz, bazı yönlerden
caiz, fakat bir cihetten fasid ise, ihtiyaten, fesadı ile hükmolunur. Yalnız,
kıraat tokuma) babı, bundan müstesnadır; çünkü, bunda insanlar için umûmî belvâ
vardır.» Zalıîriyye'de de böyledir.
Cenabı Hakkın
isimlerine te'nis getirmek :
Allahu Teâlâ'nın
isimlerine, te'nis ifade eden bir harf ilave etmek de, kıraat hatalarındandir.
Mu hanım e d bin Ati
bin Muhammedü'1-Edfh :
âyetini, namazda
te'nis te'si ile okuyan kimsenin namazı bozulur. Çünkü, Allahu Teâlâ'nın
isimlerine te'nisin duhûlü caiz değildir.» demiştir.
ve Sibi lafızlara te'nis te'sinin duhûlü caiz
olmaz.
Şeyhü'l - İmâm Ebu Bekir Muhammed bini'I - Fadl'ın:
«...Te'nisin duhûlü
namazı bozmaz. Çünkü, onu buraya getirmek ve söylemek, Allahu Teâlâ'dan
başkasının işidir.» dediği rivayet olunmuştur. Âlimlerimizden bazıları, bu
kavli sahih görmüşlerdir. Muhiyt'de ve Zehıyre'de de böyledir.
Fetvâid'de : «Bir
kimse, namazda, fahiş bir hata ile okuduktan sonra, dönüp doğrusunu okusa,
bana göre namazı caizdir. Durum i'rabda da böyledir: ref'in yerine nasb, nasb
yerine ref veya ref ve nasb yerine cerr okumuş olsa, yine namazı bozulmaz.»
denilmiştir. [34]
Cemaat, sünnet-i
müekkededir. Mütûn'de, Hulâsa1 da, Mu-hiyt'dc ve Serahsî'nin Muhiyt'inde de
böyledir.
el-Ğâyede:
«Âlimlerimizin âmmesi, gerçekten cemaat, vacîb-tir, dediler.» denilmiştir.
Müfîd'de ve onun
tesmiyesinde : «Cemaat, sünnetle vacib olduğu için sünnettir.» denilmiştir.
Bedâi'de : «Cemaat,
akıllı, erginlik çağma gelmiş, cemaatle namaz kılmaya —zahmetsiz— gücü yeten
erkekler üzerine va-cibtir.» denilmiştir.
Bir kimse, cemaate
yetişemediği zaman, başka bir nıescid araması gerekmez. Bu hususta ihtilaf
yoktur. Ancak, cemaatle namaz kılmak için, başka bir mescide gitmek daha
güzeldir.
Cemaate yetişemiyen
kimsenin, namazı, kendi kavminin mahallesinin mescidinde kılması en güzelidir.
Kudûrî: «Cemaate
yetişemiyen kimse, ehiini toplayıp, namazı onlarla beraber kılar.»
demiştir.
Şemsü'l-Eimme de :
«Zamanımızda evlâ olan, kişinin kavminin mescidine girmediği zaman ailesi
fertleri ile cemâat olması eğer girer ise, namazını orada kılmasıdır.»
demiştir.
Cemaat, bazıözürlerle
düşer :
Hastaya, kötürüme,
topala, eli - ayağı çaprazvari kesilmiş olan kimseye; ayağı kesilmiş olana,
yürümeye gücü yetmeyen felçliye, aciz olan ihtiyara ve E'bû Hatiife CR.A.)
indinde kör olana, cemaat vacib olamaz.
Sahih kavle göre,
cemaat; yağmur çamur, şiddetli soğuk ve fazla karanlık sebebiyle de düşer.
Tebytn'de de böyledir.
Karanlık gecede, esen
rüzgar sebebiyle de cemaate gidü-meyebilir.
Fakat, gündüz esen rüzgar özür
değildir.
Bir kimsenin, büyük ve
küçük abdestinin veya bunlardan birinin daralması; cemaatle namaz kılmaya
çıkarsa, borçlu olduğu kimsenin kendisini hapsetme tehlikesi; setere ( =
yolculuğa) çıkması, seferde namaz kılıncaya kadar kafilenin kaybolacağından
korkması, hasta olan bir kimseye bakmakta olması; malının kaybolacağından
korkması; yemek hazır olup, namaz kılana kadar nefsinin onu arzu etmesi; yemek
vaktinin dışında da, hazır olan yemeği canının çok istemesi, cemaate gitme
vazifesini düşürür. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Belli bir imâmı olan
ve belli bir cemaatı bulunan bir mahalle camiinde cemaatle namaz kıldıktan
sonra, ikinci defa ezan okuyarak orada tekrar cemaatle namaz kılmak mühab
olmaz. Fakat, ezan okumadan cemaatle namaz kılmak, icmaen mubah o-lur. Bu
konuda, yol üzerindeki mescidin hükümü de aynıdır. Şerhü'il - Mecmu'da da böyledir.
Cemaat olabilmek için,
iki kişinin bir arada obnası gerekir. İkinci kişi, akılı bir çocukda olabilir.
Sirâcıyyede.de böyledir.
Bir topluluğun,
birbirlerini çağırarak, bir araya gelip, nafile bir namazı cemaatle kumaları
mekruhtur.
Sadrii'ş - Şehid'in,
eİ - Asi isimli kitabında : «Mahalle mescidinde ezansız ve kametsiz, cemaatle
nafile namaz kılmak mekruh olmaz» denilmiştir. Şemsül - Eimtne Halvâıfl ise :
«... imâmdan başka üç kişi olursa, biî-Mifak mekruh olmaz.» demiştir Fakat,
dört kişinin nafileyi cemaatle kılmaları, Esahh olan kavle göre mekruhtur.
Hulâsa'da da böyledir. [35]
Namazla ilgili
hükümleri en iyi bilen kimsenin, imamete geçmesi evladır. Muzmarât'ta da
böyledir. Zahir rivayet de budur. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir. Bu hüküm,
namazla ilgiii hükümlerin en iyi bilen kimsenin, sünnet yerini bulacak kadar
Kur'ân okumayı bilmesi halindedir. Teby'n'de de böyledir. Ve bu kimse, dinden
(—amelindeki noksanlıktan dolayı) ta'n olunmaz, (ayıplanmaz) Kifâye'de ve
Nitoâye'de de böyledir.
İmâm olan kimse, başkaları haramdan daha fazla sakınmakta ise zahiri kötülüklerden kaçmahdir. Muhiyt'te ve
Zâbidî'de de böyledir.
Bir kimse, namazla
ilgili bilgilerde mütebahhir olur, fakat başka bilgilerden nasibsiz bulunursa;
bu kimse, — başka sahada daha çok bilgi sahibi olan kimselere göre imamlığa
daha evlâdır; daha layıktır. Hulâsa'da da böyledir.
İlimde müsavi olan
kimseler arasında, imamlığa daha ehil o'an, kıraat Kur'an okuma) ilmini daha
iyi bilen ve daha güzel Kur'an okuyan kimsedir. Bu kimse, Kur'an okuma
esnasında durulacak yerde durur, geçiüecek yerde geçer; kelimelerin şeddesini,
tahfifini ve kıraatle, ilgili diğer hususları bilir. K'fâye'de de böyledir.
İmâm olacak kimseler,
kıraat hususunda da müsavi olurlarsa, aralarında, haramdan en çok kaçınan
kimse imâm o!ur. Bunda eşit iseler, en yaşlı olanları olur. Hidâye'de de
böyledir.
İmâm olacak kimseler,
bu hususlarda da müsavi iseler, ahlâkı en iyi olan, hangisi ise, o imâm olur.
Bunda da eşit iseler, soyu sopu iyi olan imâm olur. Bu durumda da eşitlik
varsa, yüzü güzel olan imâm olur. Fethü'l : Kadir'de de.böyledir. İmâm olacak
kimseler, bütün bu hususlarda müsavi iseler, daha çok gece namazı — krlmiş —
olanlar imâm olmaya hak kazanmış olur. Kâfi'de
de böyledir. Bu hususta da
eşitlik varsa, neseb yönünden şerefli
olan imâm olur. Fethü'l - Kadir'de de böyledir.
En mükemmel imâm, en
faziletli kimsedir. Çünkü, maksud olan, cemaatin çok olması ve imâm olan
kimseye insanların çoğunun rağbet etmesidir. Tebylh'de de böyledir.
Yukarıda saydığımız
vasıfların hepsi de iki kişide eşit-olarak bulunursa, hangisinin imamlık
yapacağı Kur'a ile tesbit edilir; veva imâm cemaat tarafından seçilir.
Hulâsa'da da böyledir.
Ziyafet verilen bir
evdeki cemaate ev sahibinin imamlık yapması daha uygundur. Ancak, burada sultan
veya kâdi (=hâ-kim1 bulunmakta ise, onlar imânı olurlar.
Hükümdar varsa onun
veya ev sahibinin, misafirlerinden herhangi birini imamlık için öne geçirmiş
olmaları halinde, bu kimsenin tekbir alıp namaza başlaması efdâldir.
Misafirlerden birinin, kendi başına ileri geçip namaz kıldırması da caizdir.
Bir evde, o evde
oturan kiracı, o evin sahibi ve misafir olan kişiler bulunmakta olsa; imamlık
için izin vermeye ve kendisinden izin istenilmeye hak sahibi olan, o evde oturan kiracıdır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Keza, öndüç alman
imameti, ödünç verene göre, daha evladır. Siracü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Mahallenin imamından
daha ehil bir kimse, o mahallenin mescidine girmiş olsa, mahallenin
imamının namaz kıldırması diğer
kimsenin kıldırmasından daha evladır. Kunye'de de böyledir.
= Ahras ( = dilsiz)
bir kimse, diğer dilsiz kimselere imamlık yapmış olsa, hepsinin de namazları
caiz olur. -
Âlimlerimiz: «Bazı
yerlerde, ümmî'nin imamlığı caiz değildir» demişledir.
Şeyhü'l- İslâm,
Kitâbü's-Salât Şerhinde : «Ahras (= dit siz) iîe ümmî (sokuma yazma bilmeyen,
cahil) bir arada bulundukları sırada, namaz kılmak isteseler, ümmî'nin imamlık
yapması daha uygundur. Bu durumda, ikisinin de namazlarının caiz olduğu hususunda
ihtilaf yoktur.» demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Menyetü'I - Musallî'de
: «Cünüplükten teyemmüm etmiş olan kimsenin imamlığı, hadesten ( = abdestsizlikten) teyem müm etmiş olan kimsenin imamlığından
daha evladır » denilmiştir Nehrül - Fâık'ta da da böyledir.
Mescidin dışında bir
topluluk, içinde de bir topluluk oturmakta iken, müezzin kamet getirse ve bunun
üzerine dışardaki cemaaten biri kalkıp imâm oiur; aynı şekilde, içerdeki
topluluktan da biri kalkıp imâm olur ve namaz kıldırmaya başlarsa, namaza önce
baş-hyaîıa uyup, namaz kılmakta kerahat yoktur. Hulâsa'da da böv ledir.
Fıkhi bilgi ve sâlih
olma bakımından müsavi fakat Kur'an okuma bakımından biri diğerinden daha üstün
olan iki kişiden, iyi okuyamıyam, cemaatin imamlığa geçirmesi doğru değildir,
şüphesiz ki, böyle yapan cemaat, bir kötülük yapmış olur.
Cemaatin bir kısmı iyi
okuyanı, bir kısmı da diğerini seçerse, bu durumda, seçenlerin sayısının çok
olduğu tarafa itibâr edilir! Siracü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bir mahallede imamlık
yapmaya elverişli sadece bir kişi bulunsa, illâ da onun imâm olması gerekmez. O
kimse, bu mahallenin imamlığını terketmekle de günahkar olmaz. Gunve'de de
böv-ledir. [36]
MürgSnânî: «Heva ve
bid'at sahibi olan kimsenin arkasında, namaz kılmak caizdir.
Rafızî'nin cüheminin,
kaderenin müşebbehenin ve Kur'ân yaratılmıştır, diyenin arkasında, namaz
kılmak caiz değildir.
Yalnız, hevâ ve bid'at
sahibi olan kimse, bu hallerinden dolayı kâfir olmuyorsa, arkasında namaz
kılmak maal - kerâhe (=mekruh olmakla beraber' caiz olur; aksi taktirde caiz
olmaz.» demiştir. Tebyin'de ve Hulâsa'da da böyledir. Sahih olan da budur.
Bedai'de de böyledir.
Mi'râcı inkar eden
kimseye bakılır; eğer o kimse, esrâ'yı yani Mescid-i Haram'dan (Mekke'den)
Mescid-i Aksa'yâ (Kudüs'e? kadar olan bölümü inkar ediyorsa kâfir olur; ancak,
Beyt-i mukaddesten sonrasını inkâr ediyorsa, kâfir olmaz.
Bid'at sahibinin veya
fasıkın ardında namaz kılan kimse, cemaat sevabını alır. Fakat, bu sevap,
mütteki bir kimsenin ardında kılan namazın sevabı kadar olamaz. Hulâsa'da da
böyledir.
Şaf'i mezhebinden olan
bir imâma uymak, muhakkak ki sahihtir. Ancak —arkasında, Hanefi mezhebinden
olan bir kimsenin namaz kılma ihtimali olan— Şafi'î bir imâm ihtilaflı
yerlerden sakınmalıdır. Meselâ : Bir yerinden kan çıkınca abdest almalı; kıble
istikâmetinden fazla dönmemen ve bunlar gibi diğer ihtilafı hususlara dikkat
etmelidir. Nîhâye'de ve Klfâye'nin Vitr Babı'nda da böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
batıya yönelmesi fahiş bir hatadır. Fetâvâyî Kadihân'da da böyledir.
Kendisine, Hanefi
mezhebinden bir kimsenin uymakta olduğu Şafi'î imâm, inancında (amelinde)
mütaasıb, şüpheci olmamalı; az olan ve durgun bulunan bir sudan abdest almamış
olmalı; el-bisesine bulaşmış olan meniyi
yaş ise yıkamış kuru ise
ovala-lamış olmalı; vitrin arasını kesmemeli; geçmiş namazların kazasında
tertibe riâyet etmeli; başının dörtte birini meshetmeli ve benzeri husus'ara
riâyet etmelidir. Nlhftye'de ve Kifâye'nin Vitir Babı'nda da böyledir.
Bu durumdaki Şafi'î
imâm, içine pislik düşmüş bulunan az bir suda abdest almaz. Fetevâyî Kâdıhân'da
da böyledir.
Bu imâm, mâ-i
müste'meîle (kullanılmış su ile) de abdest almaz. Sîrâciyye'de de böyledir.
İmâm Tlmurtâşî'nin
zikrettiğine göre, Şeyhü'l - İslam Hâ-herzâde: «Aslında, bu imâmın, bu gibi
durumlarını bilmeyen bir kimsenin, bu imâma uyması caizdir fakat mekruhtur.»
demiştir. Kifâ-ye'de ve Nihâye'de de böyledir.
Şâfi'î bir imâma uyanHanefi bir kimse, imâmın — Şâfi'î
mezhebine göre namazını ifsad eden bir halini bilse ve fakat imâm bu durumu
bilmemekte olsa, âlimlerin kavillerine göre, namazı caiz olur; bazıları ise
«caiz olmaz» demişlerdir. Sahih olan ise birinci kavildir. Meselâ: Şâfi'î
imâmın kadına dokunması, zekere (tenasül uzvuna) dokunması ve benzeri durumlar
gibi...
Bu durumda, muktedinin
görüşü, (rey'i, mezhebi) imâmın namazının caiz olduğu şekilde ise, kendi
görüşüne (mezhebine) itibar olunur ve o kimsenin namazının, caiz olduğunu
söylemek gerekir. Tebyin'de de böyledir.
Fazlî : «İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.'in görüşlerine göre, Hanefi mezhebinden oüan
bir kimsenin, vitir namazında da Şâfi'î bir imâma uyması sahihtir.» demiştir.
Hulâ-sa'da da böyledir.
İmâm Ebû Hanife (R.A.)
ve İmâm Yûsuf (R.A.) a göre, teyemmümle namaz kılan kimsenin, abdest almış olan
kimseye imâm olması caizdir. Hîdâye'de de böyledir.
Şeyü'l - İslâm; «Bu
durum, abdestli olarak namaz kılan kimselerin yanında, su bulunmadığı zamandır.
Eğer, abdest alan kimselerin, yanında su varsa, bu durumda, teyemmümlü olan
kimsenin imamlığı caiz olmaz» demiştir. Nihâye'de de böyledir.
Cenaze namazında,
abdesti olan kimsenin, teyemmümlü olan imâma uymasında, hiçbir ihtilaf yoktur.
Hulâsa'da da böyledir.
Özürlü bir kimsenin,
özürlü diğer bir kimseye uyması, ö-zürleri aynı olduğu takdirde caizdir;
özürleri aynı değilse caiz değildir. Tebyin'de de böyledir.
Yellenen kimselerde,
idrarını tutamıyan kimselerin arkalarında namaz kılmak caiz değildir. Bahrü'r
- Râik'ta da böyledir.
İdrarını tutamıyan bir
kimse hem yellenen hem de yarası bulunan bir kimseye uyamaz. Çünkü, bu
durumda, mukte-dîniiı Özrü bir, imâmın özrü
ise, iki olmaktadır. Cevheretü*n -Meyyire'de de
böyledir.
Temiz olan bir kimse,
idrarını tutmıyan kimseye uyamaz. Temiz kadınlar da, kendisinden istihâza kanı gelen kadınlara uya- r mazlar.
Bu hüküm, hadesin abdeste yakın olduğu
zamandadır. Zâhidi'de de böyledir.
Abdest alırken
ayaklarım yıkamış bulunan bir kimse, mestleri üzerine meslietmiş olan kimseye
veya yarası üzerine mes~ hetmiş bulunan kimseye uyabilir. Keza, neşterle kan
aldırmış o-lan kimseye, sağlam kimseler, — kanın çıkmasından emin iseler uyabilirler.
Hayvanına binmiş
olan bir kimse, kendisi gibi
hayvanlarına binmiş olan ve yakınında bulunan kimselere imâm olabilir; bunlar
namazlarını imâ ile kılarlar. Çıplak olan bir kimse de, çıplak olan
diğer kimselere imamlık yapabilir. Hulâsa'da da böyledir.
Ef'dal olan ise,
çıplakların, tek tek ve birbirlerine uzak yerlerde oturup, namazı imâ ile
kılmalarıdır. Bunlar şayet, cemaatle namaz kılacaklarsa, kadınlar gibi imâm
aralarında durur. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir. Bu durumda, imâmın, cemaatin
önür.de durması da caiz olur. Nihâye'de de böyledir.
Çıplakların cemaatle
namaz kı'malan mekruhtur. Cev-heretü'n - Nteyyire'de ye Sirâcü'î - Vehhâc'da da
böyledir.
Ayakta durarak namaz
kılan kimsenin, oturduğu yerde, rük-û'lu ve secdeli namaz kılan bir kimseye
uyması caizdir.
Rükû' ve secde ile
namaz kılan kimseler, imâ ile namaza kılan kimseye uymazlar. Fetâvâyfi Kadîhân'da
da böyledir.
Oturan kimsenin
imamlığının olduğu gibi, kamburun da, ayakta imamlık etmesi caizdir. Zehıyre'de
ve Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kamburun ayakta durma
hâli ile rükû' hali farklı ise, imâ-metli itifakla caizdir. Bu iki hali
arasında fark yoksa, tmâm-ı A'zam (R.A. ve İmâm Yûsuf (R.A.) 'a göre, yine
namazı caizdir. Âlimlerin ammesi, bu kavli almışlardır. Bu kavle, İmâm Muhammed
(R.A.) muhaliftir. Kîfâye'de de böyledir.
Ayağı aksak olan
imâmın ayağının bir kısmına basıp ayakta durarak imamlık yapması caizdir.
Fakat, bu durumda, sağlam olan bir kimsenin imamlık yapması evladır. Tebyin'de
de böyledir.
Nafile namaz kıTmaktâ
olan bir kimse, farz namaz kılanın arkasında kılabilir. HSdâye'de de böyledir.
Ancak, bu kimse, son iki rek'atte kur'ân okumaz. Câmiu 1 - Cevâmİ'den naklen
Tatarîıâniy-ye'de de böyledir.
Farz kılan bir kimseye
uyup, nafile kılmakta olan kimse, namazını bozsa, sonra yine o şahsa uyarak,
bozduğu namazın kazasına niyyet etse, bize göre, bu kazası caiz olur. Kâfi'de
de böyledir.
Mecnûna ve sarhoşa
uymak caiz olmaz. Cinnet getirip, sonra da iyleşen kiseye, bu iylik zamanında
iktida etmek (=uymak) caiz olur. Fetâvâyi Kâdihan'da da böyledir.
Fakih, zahiri1
rivayetlerde: «Cinnetten kurtulmuş olan kimsenin, bilinen bir zamanda iyileşmiş
olması ile başka bir zamanda iyleşmiş olması arasında bir fark yoktur.
İyleşmiş olduğu zamanda, sağlam kimse durumundadır. Biz de bu görüşü alırız.»
demiştir. Tatarhânflyye'de de böyledir.
Mukîmin misafire,
vaktin içinde olsun, dışnda olsun uyması caizdir.
Misafirin yerliye
uyması ise, vaktin içinde olursa caiz olur; dışında olursa caiz olmaz.
Mukîm (=yerli>
ikindi namazının iki rek'atini kılınca güneş batsa ve bu sırada bir misafir
gelip ona iktidâ etmiş =-uymuş) olsa, bu misafirin, o mukime uyması sahih
olmaz.
Öğle namazım iki
rek'at kılan kimsenin, öğleden önce dört rek'at namaz kılan kimseye uyması caiz
olur. Hulâsa'da da böyledir.
A'râbi'nin âmânın,
kölenin veled-i zinanın, fasikın imametleri caizdir. Hulâsa'da da böyledir.
Ancak, bu gibi kimselerin imamlık yapmaları mekruhtur. Mütûn'de de böyledir.
—Kadına da imamlık
yapmaya niyyet etmesi halinde, erkeğin kadına imameti caizdir. Ancak, imam
havlette (=kadınla tek başlarına kapalı bir yerde) olmaması lâzımdır. Fakat,
imâm halvette olup, kendisine uyan kadınların tamamına veya bir kısmına mahrem
ise, bu durumda bu şahsın imameti, yine caizdir fakat mekruhtur. Tahâvî
şerhi'nden naklen NShâye'de de böyledir.
Kadınların cum'a
namazında, imâm, kadınlara imamete niyyet etmemiş olsa bile erkeğe uyması caizdir,
Bayram namazları için de hüküm aynıdır. Sahih olan da budur. Hulâsa'da da böyledir.
Erkeğin kadına uvması
caiz değildir. Hidâye'de de böyledir.
Kadının kadınlara,
farz olsun nafile olsun, bütün namazlarda, imâm olması mekruhtur. Cenaze
namazı, bu hükümden müstesnadır. Nfihâye'de de böyledir.
Şayet, kadın imâm
olursa, kendisine uyan kadınların ortalarında durur. Aslında, böyîe,
ortalarında durması da kerâhati gi-dermez. Bu durumda, imâm olan kadın öne
geçse bile namazları bozulmaz. Cevheretü'n - Neyy&re'de de böyledir.
Kadınların, tek tek
namaz kılmaları daha efdâldır. Hulâsada da böyledir.
Kadınların önlerine
geçmesi halinde, hünsa-i müşkil'in kadınlara imameti caizdir. Hünsâ-i müşkil
kadınların arasında dururur ve imâm da erkek olursa, hünsâ'nm erkek olma
ihtimali bulunduğu için — namazı bozulur. Serâhsî'nin Muhiyt'irude de
böyledir.
Hünsâ'nm, erkeklere
imâm olması caiz değildir.
Mürahik sabinin,
kendisi gibi sâbîlere imameti caizdir. Hu-îâsâ'da da böyledir.
Belh îmâmlarmin
kavline göre, çocuklara (=sabilere* teravih namazında ve mutlak sünnetlerde
iktida etmek (=uymak) sahihtir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Muhtar olan kavil,
çocukların bütün namazlarda imamlıklarının caiz olmamasıdır. Hidâye'de de
böyledir. Sahih olari da budur. Muhıyt'ta da böyledir. Ammenin kavli de budur;
zahirü'r rivâyet'de budur. Bahrür - Râık'ta da böyledir.
Okuyabilen bir kimseye
uyma imkânı olan ahrasın = dilsizin) yalnız başına kıldığı namazı da caizdir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Ümmînin diğer ümmîlere
imameti caizdir. Slrâciyye'de de böyledir.
Bir, ümmî, ümmî
olanlarla güzel Kur'ân okuyabilenlere imâm olmuş olsa, İmâm-i A'zam
Ebû Hanife (R JU 'ye göre hepsinin
de namazı fasid olur.
Diğer imamlar ise: «Secde kârinin (=Kur'ân
okuyanın) namazı
fasid olur.» demişlerdir. Mecma'ul - Bahreyn
Şerhi'nde de böyledir.
«Ümmi namaza
başladıktan sonra, Kur'ân okuyabilen bir kimse gelse ümmî'nin namazı bozulur.»
denilmiştir. Kerhî ise; «Bu durumda, ümmînin namazı bozulmaz.» demiştir.
Güzel Kur'ân
okuyabilen bir kimse var iken, ümmînin, ona uymadan namaz kılması hususunda
ihtilaf vardır. Esahh olan kavil ise, o ümmî'nin namazının caiz olmayışıdır.
Mescidin kapısında
veya yanında, güzel Kur'ân okuyabilen birisi varken, bir ümmînin yalnız başına
mescidin içinde namaz kılması, caizdir ve bu hususta ihtilaf yoktur.
Güzel Kur'ân okuyan
kimse ile ümmînin kılmakta oldukları namaz başka başka namazlar ise, ümmînin
yalnız başına namaz kılması caizdir. Bu durumda ümmi, güzel Kur'ân okuyanın
namazını bitirmesini beklemez. Bu hususta ittifak vardır.
îmâm Timurtâşî: «Gece
gündüz çalışarak, namazı caiz olacak miktarda Kur'ân okumayı öğrenmesi,
ümrnîye vacib olur. Ümmî kıraatte kusur
ederse, Allah indinde
mazur sayılmaz.» demiştir. Nihâye'de de böyledir,
0 Kur'ân okuyabilen
kimsenin, ümmîye ve ahrasa uyması caiz olmaz. Ümmînin, ahrasa uyması da caiz
değildir.
Elbiseli bir kimsenin,
çıplak bir kimseye uyması da caiz değildir.
İmama sonradan yetişen
bir kimsenin, yetişmediği rek'atleri tamamlamak üzere kalktığı zaman, kendi
durumunda, olan kimselere uyması caiz değildir. Fetâvâyî Kâdihân'da da
böyledir.
Lâhık (— imâma
uyduktan sonra, bazı sebeplerle ondan ayrılan ve sonra yine ona uyan kimse),
bir başka lâhık'a; bir şeye bin-ili olmayan, binili olana uyamaz. Huîâsa'da da
böyledir.
Öğleyi kılan, ikindiyi
kılana; bu günün öğlesini kılan, dünkü öğleyi kılana, cum'ayı kılan öğleyi
kılana ve bu saydıklarımızın tersini yapanlar, birbirlerine uyamazîar.
Farz kılan, nafile
kılana; nezreden nezredene uymaz. Yalnız, birbirlerine uymayı nezredenler,
uyabilirler ve bu hâl sahih olur.
Kılmakta olduğu nafile
namazı bozan bir kimse, nafilesini bozan diğer bir kimseye uyamaz. Ancak, aynı
nafileyi bozmuş olurlar ve sonra da biri diğerine iktida etmiş bulunurlarsa bu
caiz ve sahih
Yemin eden, yemin
edene uyabilir. Nezreden, yemin edene uya-elbisellerin ise namazları caiz
değildir. Bu, bü-icma böyledir, Hulâ-sa'da da böyledir.
Çıplak bir kimse,
çıplak kimselere elbiseli kimselere imâm olduğu zaman, çıplak imâmın ve çıplak
cemaatin namazları caizdir; elbiselilerin ise namazları caiz değildir. Bu,
bil-icmâ' böyledir. Hul-âsa'da da böyledir.
Elbisesinde necaset
bulunduğu halde, onu yıkamaya Özrü bulunan sahih bir kimsenin, devamlı özrü
bulunan bir kimseye uyması caiz değildir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Pelteğin (—bazı
harfleri okuyamryamn> imamlığı caiz olmaz. Ancak, kendisi gibi pelteklere
imamlık yapması caizdir.
Pelteğin okuyamadığı
harflerini okuyabilen bir kimse bulunursa, imâm olan pelteğin de diğerlerinin
de namazları fesada gider. Yerlerinin dışında duran, yerlerinde durana uyamaz.
Namazda çok tenahnuh
eden öksürük gibi yapan,) temteme eden ( = dilini te harfine alıştırıp te...
te... te... deyip duran), veya fe'fee yapan fe, fe fe... deyip duran) kimseler,
imamlık yapmazlar.
Harflerin bazılarını
ancak zorlukla çıkarabilen bir kimse, eğer temteme'si ve fe'fee'si yoksa ve
zorluk çektiği harfleri de çikarabili-yorsa, o kimsenin imâm olmasında kerahat
yoktur. Muhıyt'in Zelle-tü'İ - Kâri Bölümü'nde de böyledir.
Kârî (= güzel Kur'ân
okuyan kimse,) ümmîye uyduğu zaman, namaza başlamış olmaz. Ancak, kıldığı
namaz nafile bir namaz olursa, kazası icabetmez. Sahih olan budur.
Ümmîye uymakla namazı
bozulan kimsenin durumu ile; bir erkeğin, kadına, çocuğa, abdestsize, cünübe
uyması ile namazın bozulması durumu, aynıdır.
Bu meselede aslolan:
İmâmın hali, müktedînin hali gibi veya ondan daha üstünse, hepsinin de namazı
caizdir. Ancak, imâmın hali, müktedînin halinden aşağı ise, bu durumda, imâmın
namazı caizdir; fakat, cemaatin namazı caiz değildir. Afuhiyt'te de böyledir.
Ancak, imâm ümmî
muktedî kârî (—Kur'ân okuyabilen> ise veya imâm ahras ( = dilsiz), muktedî
ümmî ise, bu durumda, imâmın da namazı sahih olmaz. Fetâvâyi Kâdİhan'da da
böyledir.
Faldh Ebû Abdullah el
- Cürcânî: «...Bu durumda, ancak ümmînin ve ahrasın namazları, Elbû Hanife
(R.A.) ye göre bozulur. Diğer iki imamımızın kavillerine göre ise; ümmî eğer
arkasında kâ-ri'nin bulunduğunu bilirse, namazı bozulur; fakat bu durumu bilmezse
namazı sahihtir.» demiştir.
Zahirü'r -
rivâyedeise: «...bilme hali ile bilmeme hail arasında bir fark yoktur.»
denilmiştir. Nihâye'de de böyledir.
İki kişi, birbirine
imâm olmak niyetiyle, aynı anda namaza başlasalar, ikisinin namazları da caiz
olur. Ancak, namaza birbirine uymak niyyeti ile başlarsa, ikisinin namazları da
fasid olur. Serâh-sî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Üzerinde, elbisesi ile
Örtülmüş resim bulunan bir erkeğin, başka kimselere imâm olmasında bir beis
yoktur.
Keza, parmağındaki
yüzükte veya cebindeki parada, küçük resim bulunan kimsenin, bu resimlerle
namaz kılmasında da bir beis yoktur. Çünkü bunlar, küçük resimlerdir. Fetâvâyi
Kâdihan'da da böyledir.
Kendi mahallesine imâm
olabilecek bir kimse başka bir mahalleye imâm olmuş olursa, o kimsenin,
ramazanda', yatsının vakti girmeden önce, imâm olduğu mahalleye gitmesi uygun
olur.
Yatsının vakti
girdikten sonra, imâm olduğu mahalleye gitmiş olması mekruhtur. Hulâsa'da da
böyledir.
Fâsık bir kimse,
cum'ada imâm olsa da, cemaatin ona mani olmaya gücü yetmese, bazılarının
kavline göre; cum'ada ona uymak ve onun
yüzünden cum'ayı terk etmemek gerekir. Cum'a namazından başka namazlarda, ona
uymayıp, başka bir mescide gitmeye cevaz vardır. Zahîrîyye'de de böyledir.
Bir kimse, kendisinden
hoşnut olmayan bir cemaate imâm olsa, eğer bu hoşnutsuzluk imâmın fesadından
veya kendisinden daha evla bir imâmın mevcudiyeti sebebinden kaynaklanıyorsa,
o kimsenin, — bu cemâate — imamlık yapması mekruhtur. Fakat, aynı imâm
imamlığa daha müstehak ise, — imamlığı — mekruh olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
İmâmın namazı uzatması
mekruhtur. Tebyin'de de böyledir.
İmâmın, sünnet olan
miktardan fazla namazı uzatmaması ve cemaatin haline riayet etmesi münasip
olur. Cevheretü'n -Ney-yire'de de böyledir.
Bir kavme, bir
aylığına imâm olan bir kimse, bu müddet dolduktan sonra: «Ben mecusî idim.»
dese, o kimsenin sözü kabul edilmez; müslüman olmaya zorlanır ve ona iyice bir
dayak atı'ır. O kavmin kılmış bulunduğu namazlar, caizdir.
Keza, bir kimse : «Ben
size uzun müddet abdestsiz namaz kıldırdım.» dese, o kimsenin de sözü kabul
edilmez. O kimsenin cinnet getirmiş olması veya bu sözü ve ramdan söylemiş
bulunması muhtemeldir. O adamın arkasında namaz kılmış olanlar, ihtiyaten bu
namazlarını iade ederler.
Keza, bu imâm: «
elbisemde pislik vardı.» dese, yine yukarıdaki gibi davranıhr. Hulâsa'da da
böyledir. [37]
Bir kimseyi, iktidâdan
imâma uymaktan) şu üç şey men eder:
1. Yük
taşıyan hayvanların ve arabaların geçtiği umûma afit yol.
Tahâvî'de de böyledir.
İmâm ile muktedî iinâma uyan kimse) arasında yol bulunur ve
eğer bu yol dar olur ve araba veya yüklü hayvan geçemezse bu yol, ik'tidâya
imâma uymaya' mani olmaz. Ancak, bu yol, geniş olur da arabalar ve yüklü
hayvanlar geçebilirse, bu yol, iktidâya mani olur. Fetâvâyi Kâdihân'da ve
Huîâsa'da da böyledir.
Bu hüküm, yola bitişik
saflar olmadığı zamandır. Fakat, saflar yola bitişmiş kavuşmuş) olduğu zaman,
bu yol imâma uymaya mani değildir. Yolun üzerinde namaz kılan bir kişi bulunmuş olsa, onunla ittisal
bitişik olma hali) sabit olmaz. İttisal üç kişi ile bil-ittifak sabit olur. iki
kişi de ise, görüş ayrılığı vardır. İmânı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, iki kişi ile
ittisal sabit olur; İmâm Muhammed (R.A.) e göre ise, sabit olmaz.
İmam, yolda durmuş
cemaat de yolun uzunlamasına imâmın arkasında saf tutmuş olsa; imâmla,
arkasındakiîerin arasında, yoldan araba geçecek kadar mesafe bulunmazsa,
namazları caiz olur.
Keza, sona varıncaya
kadar, birinci safla ikinci&i saf arasında, araba geçecek kadar mesafe
bulunmasa, namazları caiz olur. Fetâvâyi.Kâdihân'da da böyledir.
-üide, imâma iktidâden
men eden hâl ise, iki saf miktarında olan boşluktur.
Bayram namazlarında
ise, bu iki saf miktarındaki veya daha fazla miktandaki boşluk, ik ti daya mani
değildir.
Cenaze namazlarında
ise, meşâyih arasında, ihtilaf vardır. Nevâ-ziî'de cenaze namazı kılman yer
mescid gibi kabul edilmiştir. Huîâsa'da da böyledir.
2.
Kendisinden geçmek, ancak kayık gibi bir vaista ile mümkün olan nehir C =
Irmak' da, imâma iktidâya manidir.
Tehâvi Şerhi'nde de böyledir.
Şayet, imâmla
muktedirim arasında, içinden gemi veya motor geçen bir nehir varsa, bu nehir,
imâma iktidaya, mani olur. Eğer nehir küçük olurda, ondan kayık geçmezse, bu
nehir, imâma iktidaya mani olmaz. Muhtar olan görüş buldur. Huîâsa'da da
böyledir. Sahih olan da budur. Cevâhürü'l-EhÜlatiy'de de böyledir.
Eğer, nehir üzerinde
köprü bulunur ve onun üzerinde de imâma varana kadar saf bulunursa, bu durumda,
nehrin arkasında kalan kimselerin, imâma uymasına mâni bir hal kalmamış olur.
Üç kişinin bir saf
oluşturacağı hususunda icmâ' vardır. Tek kişinin saf olmayacağına da icmâ'
vardır. İki kişi hakkında ise ihtilaf vardır.
Eğer, imâmla
muktedinin arasında, su vakuru veya havuz bulunur ve bunların içinde de bulanan
suyun bir tarafına bırakılan ner caset, diğer tarafını dapis'endirirse,bu su
veya havuz, iktidaya mani olmaz. Fakat, eğer bir tarafına bırakılan pislik
diğer tarafım pislendi rmiyorsa, iktidaya mani olur. Muhıyt'te de böyledir.
3. Kadınlardan meydana gelmiş olan tam bir saf
da imâma İk-t'daya mânidir.
Tâhâvî Şerhi'nde de
böyledir.
İmâmın arkasında,
kadınlardan tam bir saf bulunursa, onların arkasında bulunan erkek safların
tamamının namazları fesada gider Muhıyt'te de böyledir.
A Mescidde fevkânenm (
= mahfilin) üstünde ve altında, erkek cemaat namaz kılıyor olsa da, önlerinde,
ya kadınlar veya bir yol bulunsa, bu erkek cemaatin, namazları caiz oîmaz.
Bu kadınlar üç'tane
İseler, zâhirü'r rivâyede kadınlardan itibaren, geriye doğru erkeklerden, üç safta
bulunanların, hepsinin namazları fasid olur. Daha geride kalanların namazları
sahihtir, caizdir. Fakat, eğer kadınlar tam bir saf iseler, bunların arkasında
bulunan bütün erkek saflarının namazları fasid olur.
Fovkânede bulunan
erkeklerin, tam alt hizalarında kadınlar varsa, fcvkânede bulunanların
namazları caizdir. Fetâvâyi Kâdihân-tla da böyledir.
Şeyh Zâhid Ebû'l -
Hasen er - Rüstağfinî'nin Fevâid'inde «Bir mescidde bulunan fevkâne'de kadınlar
imâma uyarak namaz küsalar fevkânenin altında da erkekler saf tutup namaz
kılsalar, bunların namazları fasid olmaz.» denilmiştir.
Bir imâm, erkeklere ve
kadınlara namaz kıldırmakta olsa da, kadınların saffı, erkeklerin sarfının
hizasında bulunsa, sadece kadınların
saffmm yanında bulunan bir erkeğin namazı fasada gider. Ve bu adam, kadınlarla
erkeklerin arasında, bir sütre veya bir duvar gibi olur. Görmüyormusun ki,
kadınlarla erkeklerin arasında, semerin gerişi kadar bir sütre bulunsa, bu
sütre sayesinde, hiç bir erkeğin namazı,fasid olmaz.
Kadınlarla erkeklerin
arasında, bir arşın yüsekliğinde bir duvar bulunsa, bu bir sütre sayılır. Şayet
bu duvar, bir arşından noksan ise, ondan sütre olmaz.
Eğer, kadınlar, bu
auvarm üzerinde iseler, bu durumda da, o duvar, sütre değildir. Fakat, duvarın
yüksekliği bir adam boyu ise, o duvar, yerde olan erkekler için sütredir;
duvarın üzerinde o-' lan, erkeler için ise, sütre değildir. Muhıyt'te de
böyledir.
Muktedi ile imâm
arasında bir duvar var ise, iktida, sahih, olmaz. Ancak, bu durumda, iktidâdın
sahih olmaması için, duvarın büyük olması ve muktedi imâma varmak isteyince o
duvarın mani olması gerekir. îmânım halinin, o adamca, bilinip veya bilinmemesi
arasında da bir fark yoktur. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer, duvar küçük olur
veya duvar büyük olduğu halde, onda bir deîik, bir pencere bulunur ve bunlar
nıuktedinin imâma ulaşmasına manî olmazsa, imama iktida sahih olur.
Keza, duvardaki delik
küçük olur, imâma varmaya müsait bulunmaz ancak, bu delik imâmın hali ile onu
dinleme, görme hususunda şüphe bırakmazsa, iktida sahih olur.
Duvar küçük olur ve
imâma varmaya mani bulunur; lâkin imâmın hali, muktedilere gizli kalmaz ise,
yine iktida sahih olur. Sahih olan kavil de budur. Muhıyt'te de böyledir.
«Duvarda örtülmüş kapı
varsa, iktida sahih oimaz.» denilmiştir. Çünkü o, vusule manidir. «Bu durumda
iktida sahih olur.» diyenlerde vardır. Çünkü o
kapı vüsûl için konulmuştur ve onun kapalı olması ile açık olması
arasında bir fark yoktur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Mescid çok büyük olsa
bile, içindeki fasıla, ifctidâya mani değildir. Yani, bir mescid içersinde,
imamla muktedi arasında, ne kadar boş yer bulunursa bulunsun, iktida sahih
olur. Vecizü'î - Ker-derî'de de böyledir.
İmânı mihrabda iken,
muktedi, mescid içinde, ne kadar uzakta bulunursa bulunsun, iktisadi caizdir.
Tahavî Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimsenin, mescide
bitişik olan evinin üzerinden imâma uyması
imâmın hâli ona şüpheli ( = meşhûl) olmasa bile caiz olmaz. Hulâsa'da da
böyledir. Sahih olan da budur. Yalnız, bu kimse, mescidin duvarının başında olursa,
iktidası caiz olur. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, eğer mescid
ile evinin arasındaki duvarın üzerinde durur, imâmın hali hususunda da bir
şüphesi bulunmazsa, kimsenin iktidası
sahih olur.
Mescide bitişik
sekilerden, imâma iktida, seki camin'in dışında bulunsa bile safların imâma ulaşması şartıyla, caizdir.
Hulâsa'da da böyledir.
= Aralarında, umuma
ait yol olmadıkça, câmi'e komşu olanın, kendi evinden imâma uyması caizdir.
Arada, umuma ait yol bulunsa bile, eğer o yolu, saflar kapatmişsa, bu durumda,
yine evden camiin imâmma uymak caiz olur. Tatarhanîyye'de de böyledir.
Bir kimse, mescidin
damından imâma uymuş olsa; eğer mescidin dama açılan bir kapısı varsa ve imâmın
halinden de bir şüpheye düşülmüyorsa, o kimsenin iktidası sahih olur. Eğer,
imâmın hali şüpheli bulunursa, o kimsenin iktidası sahih olmaz. Fetâvâyî
Kâdİhan'da da böyledir.
Mescidin dama açılan
kapısı olmadığı halde, damdaki kimse, imâmın haline tam vakıf oluyor ve bir
şüphesi bulunmuyorsa, o kimsenin, imâma iktida etmesi caiz olur. Keza, bu
şekilde minareden iktida da caiz olur. Hulâsa'da da böyledir. [38]
tmâm ile birlikte, bir
erkek veya aklı eren bir çocuk bu. lunduğu zaman, — bu kişi — imâmı sağ
tarafına durur. Muhtar olail da budur.
Bu kimse, imâmdan
geriye durmaz. Zâhirü'r - rivâye de budur. Muhiyt'te de böyledir.
Bu kimsenin, ^imâmın
arkasına durmuş olması da caizdir. Fakat, o kimse kötü bir şey yapmış olur.
Serahsî'nm Muhıyt'inde de böyledir.
Bu kimsenin, imâmın
arkasına durmuş olsa da caizdir. İmâm Mu h amme d, İRA.) nassan bir kerahat
zikretmem iştir. Âlimler, bu hususta görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazıları:
«Bu durum mekruhtur» demişlerdir. Sahih oîan da budur. Bedâi'de de böyledir.
İmâma uyan iki kişi
olduğu zaman, onun arka tarafında dururlar. Bunlardan birisi çocuk olsa bile,
hüküm aynıdır.
İmâma uyanlar, bir
kadınla bir erkekten ibret olursa; erkek, imâmın sağına durur, kadın ise,
imâmın arkasında durur.
İmâma uyanlar, iki
erkekle bir kadın olursa; erkekler, imâmın arkasına kadın da erkeklerin
arkasına durur.
İmamla birlikte namaz
kılanlar, iki erkek olsa da, imâm, onların arasına durmuş bulunsa, bu durumda
namazları caiz olur.
İki adam saharda namaz
kılarken, biri diğerinin sağ tarafına durur; üçüncü bir adam gelince namaza
başlamadan önce, imâma uymuş olan kimseyi geriye çeker.
Şeyhü'l - İmâm Ebû
Bekir Turhal'ın: «İmâma uymuş olan kimsenin, üçüncü şahsın geriye çekmesi ile
namazı bozulmaz. Üçüncü kişi, o kimseyi isterse tekbirden önce çeksin, isterse
sonra çeksin,
hüküm değişmez.»
dediği rivayet olunmuştur. MııhıyVte de böyledir. Fetâvâyi ltâbiyye'de de
böyledir. Sahih olan da budur. Tatarhâniy-ye'de de böyledir.
Sahrada, bir yerde,
iki kişiden birisi diğerine imâm olsa, üçüncü bir şahıs da gelip, bunların namazlarına
^ıhil olsa ve bu şahıs imâmla imâma Önce uymuş oîan kimsenin arasındaki mesafede
ve fakat önceki şahıstan daha ileride dursa, bu durumda namaz bozulmaz.
Bu kimse, ayaklan
imâmdan geride olduğu halde, imâmın secde ettiği yerden daha ileriye secde
-etmiş olsa, yine ö namazı bozulmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Erkekler, çocuklar,
hünşâlar, kadınlar, mürahıklar, yaşı dokuzdan yukarı olan kız çocuklar, namaz
için toplanmış olsalar; imâmın tam arkasına erkekler, sonra erkek çocuklar,
sonra hün-sâlar, sonra kadınlar ve daha sonra da kız çocuklar dururlar. Ta-hâvî
Şerhi'nde de böyledir.
Kadınların cemaate
gelmeleri mekruhtur. Ancak, yaşlı kadınlar, sabah, akşam ve yatsı namazına
gelebilirler. Bu güne göre fetva işe, fesadın zuhura çıkmış olmasından dolayı,
kadınların, bütün namazlara gelmeleri mekruhtur. Muhtar olan da budur.
Tebyin'dc de böyledir.
Cemaate münasip olan,
namaza kalktıkları zaman sıkışarak, aralarında hiç bir açıklık bırakmadan,
saflarında, omuzları bir hizada, dümdüz durmaktır. Bunu, imâmın emretmesinde de
bir beis yoktur. Bahrü'r-Râık'ta da böyledir.
İmâma layık olan da,
cemaatin tam orta hizasında durmaktır. İmâm, eğer ortanın sağında veya solunda
durursa, sünnete muhalefetten dolayı günahkâr olur. Tebyîn'de de böyledir.
Namaz kılarken, imâmın
tam arkasına, en faziletli bir kimsenin durması da münasip olan hususlardandır.
Tahâvî Şerhi'n-dc de böyledeir.
Cemaatle namaz
kılarken, birinci safda durmak, ikinci saf da -durmaktan; ikinci safda durmak
da üçüncü safda durmaktan daha efdaldir.
Birinci safda açıklık
bulunursa, orası ikinci safda bulu-nanJarca kapatıüır ve açıklık ikinci safda
kalır. Kunye'de de böyledir.
İmâma uyan kimseler
için, en faziletli yerler, imâma en yakın olan yerlerdir.
Şayet, yerler imâma
uzaklık bakımından müsavi iseler, bu durumda, imâmın sağ tarafı daha efdaldir.
Ahsen (=en güzel) oıan da budur. Muhıytte de böyledir.
Kadınla erkeğin bir
hizada bulunması, erkeğin namazım ifsad eder.
Bunun için aşağıdaki
şartîar vardır :
1- Bir
hizada bulunan kadının cima'ya elverişli ve iştah çekici kimselerden olması
gerekir. Bu hususta yaşa itibar edilmez. Sahih olan da budur. Tebyîn'de de
böyledir.
Namaz kılan erkeğin
yanında fakat ayrohizada, iştah çekmiyen bir sabiye kız çocuğu bulunsa ve bu
kız çocuğunun, namaza da a k-lıyetiyor olsa, o erkeğin namazı bozulmaz. Kâfİ'de
de böyledir.
2- Namazın,
ruku'İu ve secdeli bir namaz olması gerekir. Bu namazı imâ ile kılıyor oisalar
bile, kadının yanındaki erkeğin, namazı bozulur.
3- Edâ ve
namaza başlama bakımından, namazın, erkekle kadın arasında müşterek olması
gerekir. Bu sözümüzle, tahrîme namaza iftitah tekbiri ile başlama cihetinde müşterek olmayı
ve tahrîmelerini,
imâmın fcahrîmesi üzerine bina etmelerini kasdediyoruz.
Eda yönünden
ortaklıkla da, takdîren ve tahkîken,
imâmın eda ettiği namazı eda etmelerini kasdediyoruz.
Burada, müdrîk'in
t=baştan itibaren imâma uymuş olan kimsenin) tahrîmesi, imâmın tahrîmesi ile,
edası da imâmın edası ile beraber olursa, tahrîken tahrîme ve tahkîken eda
olur. Lâhık'-ın tahrîmesi de hakikaten imâmın tahrîmesi ile beraberdir. İmâmın
eda ettiği bölümü, lahık'ın kaza etmesi "ise takdiridir. Mes-muk'un
(simama sonradan uyan kimsenin) tahrîmesi, yalnız basına namaz kılan kimsenin
(.= münferidin) tahrimesi gibidir.
Bukimsenin, noksanlarını kaza ederken, kadınla erkeğin bir hizada bulunmaları,
erkeğin namazını ifsad eylemez. Tebyîn'de de böyledir.
4- Kadınla
erkeğin bir hizada bulunmalarının, erkeğin namazını bozması için, ikisinin de
bir yerde bulunmaÜan gerekir. Hatta, erkek sekide olsa da, kadın da yerde
bulunsa, eğer seki bir adam boyu yüksekte ise, erkeğin namazı bozulmaz.
5- Bu
durumda, erkeğin namazının bozulması için, aralarında bir engelin, bir
perdenin bulunmaması lazımdır. Meselâ : Kadınla erkek bir yerde bulunsalar da,
bu yer (veya seki) de aralarında bir direk bulunsa, bu durumda da, erkeğin
namazı fasid olmaz.
Bu engelin en aşağısı,
yüksekliği bir semerin arkası, (yaklaşık bir arşın) kadar, kalınlığı da parmak
kalınlığı kadar olmalıdır. Açıklık da, hail (mani) yerine geçer. Aradaki
açıklığın en aşağı derecesi de, araya bir erkeğin durabileceği kadardır.
Tebyîn'de de böyledir.
6- Kadınla
erkeğin bir hizada namaz kılmasından
dolayı, erkeğin namazının bozulması için, kadının kıldığı namazın sahih olması da
gerekir. Şayet, kadın deli olursa,
onunla aynı hizada bulunması, erkeğin namazını ifsad etmez. Kâfi'de de
böyledir.
7- Kadınla
erkeğin aynı hizada bulunmasının, erkeğin namazını bozması için, imâmın namaza başlamadan önce sonra
değil kadınlara da niyyet etmesi
gerekir. Niyyetin sahih olması için, niyyet esnasında kadınların hazır olmaları
şart değildir.
8- Kadınla
aynı hizada bulunmaktan dolayı erkeğin namazının bozulması için, aynı hizada
bulunmanın, tam bir rükün müd-detince devam etmesi de gerekir. Hatta, bir
kadın, bir safta tekbir almış olsa, ikinci bir safta da rükû' yapsa ve üçüncü
bir safta da secde etse, buralarda sağında, solunda ve arkasında namaz
kılanların hepsinin namazları da bozulur.
9- Kadınla
aynı hizada namaz kılmaktan dolayı erkeğin namazının bozulması
için, kadınla erkeğin
yönlerinin aynı olması gerekir. Şayet, yönleri değişik olursa, erkeğin namazı bozulmaz. Namaz kılan bu kimselerin,
yönlerinin değişik olması, ancak Kâ'-be'nin içinde namaz kılındığı zaman
düşünülebilir. Veya bu hâl, çok karönhk bir gecede, her biri kendi taharrisinin
kıble isti kametini araştırmasının)
neticesine göre namaz kılarken vuku bulabilir.
10- Aynı
hizada bulunmakta mu'teber olan ölçü bacak
ve topuklardır. Sahili olan da budur. Tebyîh'de de böyledir.
11- Bir kadın,
ancak üç erkeğin namazını ifsad eder. Bunlar : Sağındaki, solundaki ve
arkasındaki erkeklerdir. Bir kadın, bunlardan daha fazla erkeğin namazını ifsad
etmez. Tebyîn'de de böyledir. Fetva da bunun üzerinedir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
12- Bu durumda,
iki kadın, dört erkeğin namazını fesada verir: Birisi, sağ taraflarında olan,
diğeri sol taraflarında bulunan. İkisi de arkalarında bulunanlardır.
13- Eğer üç
kadın olursa, sağ taraflarından üçer, sol taraflarından üçer; arkalarından da
son safa kadar, kendi hizalarında bulunan kimselerin hepsinin namazlarını ifsad
ederler. Bu cevap açıktır. Tebyîn'de de böyledir.
14- Hunsâ-i
müşkilin, aynı hizada bulunmasından
dolayı, erkeğin namazı bozulmaz. Tatarhâniyye'nin İmamın ve Ona Uyanların
Yerleri BÖliimü'nde de böyledir. [39]
Bir kimse, imâma
teşehhüd'de yetiştiği zaman, imâm, muktedî teşehhüdü (=et-Tahiyyat'ı) okumayı
bitirmeden ayağa kalkarsa veya namazın sonunda, muktedî et Tahiyyât'ı okumayı
bitirmeden imâm selam verirse, bu durumda muhtar olan görüş, muktedînin imâma
uymaması ve teşehhüdü tamamlaması d ir,
Fakat, bu durumda,
muktedînin teşehhüdü tamamlamaması da
caizdir.
İmâm, muktedî
teşehhüdü tamamlamadan önce konuşmuş
olsa, bu durumda muktedî, —imâmın selam verdiği zamanda olduğu gibi teşehhüdünü tamamlar.
Muktedî, teşehhüdünü
bitirmeden önce, imâm kasden ab-destini bozmuş olsa/bu durumda, muktedînin
namazı bozulmuş olur. Hulâsa'da da böyledir.
Birinci ka'dede, imâm
teşehhüdünü okuyup, üçüncü rek'-ate kalkmış bulunsa, arkasında bulunanlardan
bazıları da teşehhüdü okumayı unutmuş ve ayağa kalkmış olsalar, dönüp yeniden
teşehhüdü okurlar ve imâma bundan sonra tabi olurlar. Üçüncü rek'ate
yetişemiyeceklerinden korksalar biîe,
böyle yaparlar. Ki-. fâye'de de böyledir.
Muktedî, teşehhüdden
sonra veya salavâtlardan önce o-kunan duaları okumadan imâm selam verecek olsa,
bu durumda muktedî, o duaları okumayı terk eder ve imâmla birlikte selam
verir.
Muktedî, teşbihlerini üçer defa söylemeden önce, imâm başım rükû'dan veya secdeden kaldırmış olsa, bu durumlarda muktedî, imâma tabi olur.
Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Muktedî, imâmdan Önce
başını rükûdan veya secdeden kaldırmış olsa, geri döner. Ve bu, iki rükû' veya
iki secde olmuş olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
îmâm secdeyi fazla uzatmış olduğundan, muktedî başını kaldırsa
ve ikinci secde zannı ile de imâmla birlikte tekrar secde etse; birinci secdeye
niyyet etmiş olsa da, olmasa da, yaptığı bu secde, birinci secdeden olur.
Keza, bu durumda, ikinci secdeye niyyet etse de imâma tâbi olsa, bu secdesi de
ikinci secdeden olur. Bu secde de imâma iştirak etmesi caiz olur. Tebyîn'de de
böyledir.
Muktedî'nin,,imam
alnım yere koymadan, basını ikinci secdeden kaldırması caiz olmaz. Bu
muktedî'nin, o secdeyi yeniden yapması gerekir. Eğer, o secdeyi iade edip
yeniden yapmaz ise, namaz bozulmuş olur. Fetâvâyî Kâdİhan'da da böyledir.
Muktedî birinci secdeyi
uzatsa da; imâm ikinci secdeyi yapsa, muktedî başmı kaldırsa ve imâmı birinci
secdede zannederek, ikinci defa secdeye varsa, bu secdesi ikinci secdeden
olur. İkinci defa secdeye varırken, birinci secdeye niyyet etmiş olsa bile, bu
hüküm değişmez. Çünkü, bu durumda niyyet, yerine isabet ermemiş olmaktadır. O
kimsenin fiiline ve imâmın fiiline i'tibâr olunmaz, Serahsî'nin Muhiyt'inde de
böyledir.
Şu beş şeyi imâm
terk ederse, muktedî de imâma tabi
olur ve bu beş şeyi terk eder :
1- Bayram
tekbirleri,
2- Birinci
oturuş,
3 - Tilâvet
Secdesi,
4- Sehiv
Secdesi,
5 - Kunut.
îmâm, kunutu, bir
rüknün fevt olmasından korktuğu zaman terkedebilir. Eğer böyle bir korkusu
olmazsa, kunut eder ve son ra rükû'a varır. Hulâsa'da da böyledir.
1- îmâmin
namazda fazla secde yapması,
2- Bayram
tekbirlerini, sahâbîlerin
kavillerinde bulunan miktardan daha
fazla getirmesi.
3- Cenaze
namazında beş defa tekbir alması,
4- Unutarak,
fazla rek'ate kalkması. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
İmâm, şayet fazla
rek'ati, secde ile kayıtlamamış olursa, geri dönüp selam verir. Bü durumda,
muktedî de imâmla birlikte selam verir. Fakat, eğer imâm beşinci yani fazla
rek'ati secde ile kayıtlamış olursa, muktedî kendi başına selam verir.
îmâm, son oturuşta
oturmayıp, fazla rek'ate kalkarsa, muktedî teşehhüdü okur ve selam verir. Fakat
imâm, kalktığı fazla rek'atm secdesini yaparsa, hepsinin de namazı bozulur.
Hulâsa'da da böyledir.
Şu dokuz şeyi imâm
terketse bile, muktedî bunlan yapar:
1- İmâm,
tahrîmede (=iftitâh tekbirinde) ellerini
kaldırmayı terkederse,
2- İmâm, senâ'yı
(=Sübhâneke'yi okumayı) terkederse; bu durumda imâm ister Fâtihâ'da
olsun, ister zamm-ı sûre'de olsun, muktedî, sübhânekeyi okur. İmâm Muhammed
(R.A.), ikinci
şıkka muhaliftir
3- îmâm,
rükû' tekbirini terkederse,
4- İmâm,
secdelerin tekbirlerini terkederse,
5- İmâm,
rükû' ve secdelerin tekbirini terk ederse,
6- îmâm,
«semi'allahü Iimen hamideh» demeyi terk ederse,
7- îmâm,
et-Tahiyyatü'yü okumayı terk ederse,
8- îmâm,
selam vermeyi terk ederse,
9- îmâm,
teşrik tekbirlerini terk ederse,
muktedî, bunların
hepsini de yapar; yani, bunları terk
etmekte imâma uymaz . Vecîzü'ft-Kerderî'de de böyledir.
Muktedî, imâmdan önce
secde etmiş olsa da, imâm da ona yetişmiş bulunsa, bu caiz olur. Fakat böyie
yapmak, muktedî için mekruh olur. Muhıyt'te de böyledir. [40]
Mesbûk : İmâma birinci
rek'atte yetişemeyen kimsedir. Mesbûk hakkında pek çok hükümler vardır.
Eahrü'r-Râık'ta da böyledir.
Mesbûk, imâma, açıktan
okunan rek'atte yetişirse, sena'-yi {= sübhâneke'yi) okumaz. Hulâsa'da da
böyledir. Sahih olan da budur. Tecnîs'de de böyledir. Esahh olan kavil de
budur. Vecî-zül-Kerderî'de de böyledir. Bu hükümde, mesbûk'un imâma yakın
olması iîe uzak bulunması veya imâmın kıraatini işitmemesi müsavidir.
Hulâsa'da da bbyledir.
Ancak, bu durumda
mesbûk yetişemediği rek'ati kılmaya kalktığı zaman, sübhaneke'yi okur ve kıraat
için eûzü-besmele'yi çeker. Fetâvâyi Kâdîhân'da, Hulâsa'da ve Zâhiriyye'de de
böyledir.
Mesbûk, imâma gizli
okunan rekatte yetişmiş olursa, se-nâ'yı t=
sübhaneke'yi) okur.
îmâma uyan kimse, imâm
okumaya başlayınca susar, sübhaneke'yi okumaz. Sahih olan budur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
İmâma rükûda veya
secdelerde yetişen kimse, taharri eder yani araştırır. Eğer, senayı okuyunca,
rükû'a veya secdeye yetişeceğine kanâat getirirse, sübhaneke'yi ayakta okur.
Bu kanâate varmazsa, senayı okumayı terk eder ve imâma tâbi olur.
Mesbûk, imâma, rükû'da
veya secdede yetişemezse, bunları yapmaz.
îmâma, oturuş
esnasında yetişen bir kimse, sübhaneke'yi okumaz, hemen tekbîr alır, sonra da
eğilerek oturur. Bahrti'r-Râik'ta da böyledir.
Mesbûk, yetişebildiği
rek'atleri imâmla birlikte kılar; sonra da yetişemediği rek'atleri —tek
başına— kaza eder. Serahsî'nin Mumyt'inde de böyledir.
«Mesbûk, önce,
yetişemediği rek'atleri kaza etmeye başlarsa namazı fasid olur.» denilmiştir.
Sahih olan da budur. Zâhiriyye'de de böyledir.
Camii Fetavâ'da :
«Önce yetişemediği rek'atleri kaza etmesi müteahhirîn'den bazılarına göre
caizdir. Fetva da bunun üzerinedir.» denilmiştir. Sözün açığı ise, bu halin
namazı bozduğudur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Mesbûk, —bazı yerler
müstesna teşehhüdden sonra ve selamdan
önce kalkmaz.
Şu hallerde mesbûk,
teşehhüdden sonra ve selamdan önce kalkabilir :
Meshetmiş olan mesbûk,
mesh müddetinin çıkmasından korktuğu zaman,
Özür sahibi bir
mesbûk, vaktin çıkmasından korktuğu
/aman,
Mesbûk, cum'ada-
ikindi vaktinin girmesinden korktuğu zaman,
Bayram namazlarında,
Öğîe vaktinin girmesinden korktuğu
zaman,
Sabah namazında,
güneşin doğmasından korktuğu zaman,
Kendisine hades sebkat
edeceğinden yâni abdestinin bozulacağından korktuğu zaman, imâmın namazı
bitirmesini ve sehiv secdesini beklemez. Fakat, vaktin çıkması iîe namaz
bozulmaya-caksa, mesbûk imâma tabi olur.
Mesbûk, imâmın selam
vermesini beklediği takdirde, insanların önünden geçmesinden korkarsa, yine
teşehhüdden sonra kalkabilir. Vecîzüll-Kerderî'de de böyledir.
Saydığımız bu hallerin
dışında da mesbûk, teşehhüd miktarı oturduktan sonra kalkmış olsa, bu durumda
da namazı caiz olur ve fakat bu namaz kerâhat-ı tahrîmiyye ile mekruh olur.
Fethü'î-Kadîr'de de böyledir.
Mesbûkun, teşehhüd
miktarı oturmadan kalkması caiz olmaz. Mesbûk, namazdaki noksanlarını
tamamladıktan sonra, imâm henüz sedam vermemişse, mesbûk selamda imâma tabî
olur. Bazdan': «Bu durumda, mesbûk'un namazı fasid olur.» demişlerse de;
bazıları da: «...fasid olmaz.» demişlerdir. Fetva da «fasid olmaması»
üzerinedir. Hulâsa'da da böyledir.
Mesbûk, imâmı bekler;
imâm iki tarafına selam vermeden, yetişemediği rek'atleri kaza etmek için
kalkmaz. Bahrür-Râik'ta da böyledir.
Mesbûk, imâm devamında
nafile bir namaz olan, bir namazı kıldırmakta ise, imâm ayağa kalkana kadar
bekler. Veya bu namazın devamında nafile bir namaz yoksa, mesbûk imâm
mihrab-dan dönene kadar veya yerinden ayrılana kadar veyahut da bir miktar
vakit geçene kadar bekler. Ki şayet, sehiv secdesi varsa, imâmla birlikte onu
yapsın. Timurtâşî'de de böyledir.
Bazı rek'atlere
yetişemeyen veya imâma son teşehhüdde yetişmiş bulunan mesbûk, teşehhüdü
tamamlayınca, ondan sonraki dualarla meşgul olmaz.
Mesbûk, bundan sonra
ne yapar, ne söyler? Bu hususta, Îbnü's-Şücâ' şöyle demiştir: «Mesbûk, bu
durumda, teşehhüdü tlekrar eder, yaafi, tekrar tekrar «eşhedü enlâ iiîâhe
illallah» der.» demiştir. Muhtar olanda budur. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bu durumda sahih olan,
mesbûk'un imâm selam verinceye kadar, teşehhüdde teressül etmesi, yanî, yavaş
yavaş, harflerinin mahreçlerine, medlerine riayet ederek onu ©kumaşıdır.
Ve-dzü'l Kerderî'de, Fetâvâyi Kâdîhân'da, Hulâsa'da ve Fethül-Kadîr-de de
boyladir.
Mesbûk, unutarak
imâmla birlikte veya imâmdan önce selam vermiş olursa, sehiv secdesi yapmaz.
Fakat, eğer bu şeklîde
imâmdan sonra selam verirse, sehiv secdesi yapar. Yani, ona sehiv secdesi lazım
olur. Zahîriyye'de de böyledir. Muhtar olan da budur. Cevahirü'l-Ahlâtî'de de
böyledir.
Eğer mesbûk, imamla
biriikte selam vermenin kendisine îâzım olduğu zannı ile, onunla beraber selam
vermiş olursa, bu sclam kasden verilmiş bir selam olduğundan dolayı, masbûkun
namazını ifsat eder. Zahireyye'de de böyledir.
Mesbûk olan bir kimse,
unutarak, imâmla birlikte selam verir ve namazım bozuldu zannı ile —tekrar—
tekbir alıp namazına devam ederse, o mesbûk namazdan çıkmış olur. Münferîd
(=yalnız basma namaz kılan kimSe) bunun hilafınadır. Münferîd, şüpheye düştüğü
zaman, tekbir alır ve niyyet eyliyerek namazına devam eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Mesbûk, kazaya kalan
rek'atleri kılarken, önce kırâaatîi olan rek'atleri kaza eder.
Hatta mesbûk, akşam
namazının son bir rek'atine yetişmiş olsa, yetişemediği iki rek'ati kılarken,
oturmakla onların aralarını ayırır. Bu şekilde, akşam namazındaüç defa oturmuş
dur. Ve, yetişemediği için kaza ettiği her rek'atte, Fatihayı ve zamm-ı sureyi
okur. Bu rek'atierden birinde, kıraati terk etmiş olsa, namazı bozulur.
Mesbûk, dört rek'atli
namazlarda, son bir rek'ate yetişmiş olsa, imâmdan sonra kıldığı ilk rek'atte
FâtÜıâ ve zamm-ı sûre kouması gerekir. Sonra .oturur ve teşehhüdü okur. Sonra
kalkar ve bu rek'atte de Fâtihâ ve zammı sûre okur. Bundan sonraki rek'atte
ise muhayyerdir. Dilerse kıraatte bulunur; dilerse bulunmaz. Efdal olan ise
kıraat etmesidir. Hulâsa'da da böyledir.
Mesbûk, dört rek'atli
namazlarda, iki rek'ate yetişmiş olursa, yalnız kıldığı ifei rek'ati kıraatle kılar.
Şayet, bunların birinde kıraati terk ederse, namazı fasid olur.
Hatta, imâm, ilk iki
rek'atin kıraatini son iki rek'atte okurken, mesbûk kendisine yetişmiş ve
uymuş olsa, bu durumda bile, yetişemediği iki rek'ati kılmaya kalkınca, yine
kıraat eder. Eğer kıraati terk edecek olursa, namazı fasid olur.
Vecîzü'I-Kerderî'de de böyledir.
Mesbûk, yetişemediği
rek'atleri kılarken, Münferîd gibidir.
Ancak, şu dört hususta
mesbûk, münferîd ( = namazı tek başi-ruı kılan kimse' gibi değildir :
1- Bu
durumda, ne mesbûk başka bir imâma'
uyabilir; ne de mesbûk'a uyulabiJir.
Bunlar caiz değildir.
Mesbûk, diğer bir
mesbûk'a uymuş olduğunda, okusa da oku-znasa da uyan mesbûk'un namazı fasid
olur; imâm olanın namazına ise, bir şey olmaz. Bahrür-RâıVla da böyledir.
Aynı halde olan iki
mesbûk'tan birisi, yetişenıeyip kazaya bıraktığı miktarın kaç rek'at olduğunu
unutmuş olsa da, diğer mes-bûka uymadan, onun yaptığım yapsa namazı sahih olur.
Hulâsa'-da da böyledir.
Mesbûk, secde eden
imâma, sehiv secdesi yapıyor zannı ile, o secdede tâbi olsa, sonradan da onun
sehiv secdesi olmadığını anlasa, bu husustaki iki rivayetten meşhur olanı, bu
mesbûkun r\mnsmniT% bozulmuş olduğudur. Çünkü, münferid yerinde iken, iktidâ
etmiş olmaktadır. Fakîh Ebûll-Leys ise : «Bu zamanda, bu halden dolayı namaz
bozulmaz.» demiştir.
Fakat, mesbûk bu
durumda, o secdenin sehiv secdesi olduğunu anlamazsa, namazı fesada gitmez.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. Muhtar olan da budur ve fetva da buna göre
verilir. Kabul edilmiş o'an da budur. Guyasiyye'de de böyledir.
İmâm beşinci rek'ate
kalkmış, mesbûk da bu halde imâma uymuş olsa, eğer imâm dördüncü rek'atin başmda
oturmuş ise, mesbûkun namazı fesada gitmiştir; eğer imânı oturmamışsa, imâm
beşinci rek'ati secde ile kayıtlamadıkça, mesbûkun namazı fesada gitmez. Bu
durumda imâm, besinci rek'ati secde ile kayıtlayınca, hepsinin namazı da fesada
gider. .Fetevâyi Kâdîhân'da da böyledir.
2- Mesbûk,
kılmakta olduğu namazı kesmek niyyeti ile yeniden tekbir alsa, katiyyetle
—önceki namazı bozmuş ve yeni bir namaza başlamış olur. Münferîd ise böyle
değildir.
3- Mesbûk,
kılmadığı rek'atleri kılmak için ayağa kalkmış olsa, imâmın da üzerinde o
namaza başlamadan önce sehiv secdesi bulunsa da, ondan dolayı secde etse;
mesbûk, kıldığı rek'ati secde ile kayıtlamadan önce, döner ve ijnâmla birîikte
o secdeleri yapar. Eğer dönmez ise, namazının sonunda, o sehiv secdelerini yapması
lâzım gelir. Münferîd ise, bunun
hilafına, başkasının sehvinden dolayı
secde etmez.
4- Mesbûkun,
teşrik tekbirlerini getireceği hususunda ittifak vardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.AJ
'ye göre, münferîd bu tekbirleri getirmez. Fethü'I-Kadîr'de de böyledir.
Mesbûk, sehiv
secdelerinde, imâma tabi olur; selam da tabi olmaz. Teşrik tekbffcrüerinde ve
telbiyede de tabi olmaz.
Mesbûk, selamda ve
telbiyede imâma tabi olursa, yani bu hallerde ona uyarsa, namazı bozulur. Eğer
tekbirde, mesbûk olduğunu bildiği bir imâma tabi olursa namazı bozulmaz.
Şemsül-Eim-nre Serâhsî bu görüşe meyletmiştir. Burada tekbirden murat, teşrik
tekbirleridir. Bahrü'r-Râik'ta da böyledir.
İmâm, tilavet
secdesini hatırlar ve onu kaza etmek için dönerse, eğer mesbûk rekatinü secde
ile kayıtlamamişsa, öylece bırakır ve imâma tabolarak, tilavet secdesini yapar.
Mesbûk, sonra kazasına
devam etmek için kalkar. Eğer dönüp imâmla birlikte o secdeyi yapmazsa,
mesbûkun namazı fesada gider.
Ve eğer mesbûk,
rek'atini secde ile kayıtladıktan sonra, imâma tabi olursa, bir rivayete göre
namazı fasid olur; diğer bir rivayete göre ise, imâma tabi olmazsa, namazı
fasid olur. Asi isimli ki-tabda ise : «Namazı fasid olur.» rivayeti vardır. Bu
husus, Fethül-Kadîr'de, Bedâi'de, Tatarhânivye'de, Tahâvî'de, Muzmarât'ta,
Se-rahsî'nih Mebsût Şerhi'nde, Sirâcü'l-Vehhâc'da ve Hıüâsa'da da böyledir.
İmâm, tilavet
secdesini iade etmemiş olsa, mesbûkun namazı sahihtir. Bu durumda mesbûk için
lâzım olan namazının, kazaya kalan kısmını tamamlamaktır. Tatarhânivye'de de
böyledir.
İmâm, secdemi
sulbiyeyi (=namazın unutmuş bulunduğu secdesini) hatırlasa ve onu yapmak için
dönse, mesbûk. da ona tabi olur. Mesbûk, bu durumda imâma tabi olmazsa, namazı
bozulur.
Eğer mesbûk, rek'atini
secde ile kayıtlamış olursa, bütün ri-vâyetlsrde namazı bozulur; dönsün veya
dönmesin fark etmez.
Bu hususta asîolan :
Mesbûk, infirâd ( = tek başına olma) yerimle imâma uymuş veya iktfdâ ( = imâma
uyma) yerinde infîrad eylemişse namazı bozulur. [41]
Lâhık : Önce imâma
uyup, sonra uyku, abdestinin bozulması ve, izdiham gibi sebeplerle, namazının
bir kısmını kılmayıp da, sonra yine imâma iltihâk eden kimse demektir.
Bu kimse, zayi ettiği namazı
kılarken, sanki imâmın arkasında imiş gibi, okumadan kılar. Sehvetse de, sehiv
secdesi yapmaz. Vecizül-Kerderî'de de böyledir,
îmâm, sehvinden dolayı
secde yapsa, lâhık, mesbûkun hüâfma, üzerinde olanı kaza etmeden imâma tabi
olmaz. Hulâsa'-da da böyledir.
Lâhık, abdestini
tazeledikten sonra geri dönse, ona layık olan, evvela namazının kazaya kalan
kısmı ile meşgul olmasıdır. Bu esnada, kıraat etmez ve fakat kıraat edecek
kadar durur. Rükû' ye secdelerde de, imâmın durduğu kadar durur. Ancak, imâmdan
daha fazla veya daha noksan durmuş olması da zarar vermez. Tahâvî .ŞerM'nde de
böyledir,
Bir kimse (lâhık
imâmla birlikte tekbir aldıktan sonra, imâm bir rek'at kılana kadar uyuşa fakat
sonra uyansa, o lâhık, artık birinci rek'ati kılar. Her ne kadar, imâm ikinci
rek'ati kılıyor ise de. Zehiyre'de de böyledir.
Lâhık, imâmla
kılmadığını kaza ile meşgul olmasa da, önce imâma tabi ve sonra da imâm selam vermeden Önce kazaya kaüanlarla
meşgul olsa, bize göre namazı caizdir. Tahâvî Şer-hVnde de böyledir.
Lâhık olan misafir,
imâmla birlikte kılamadığını kılarken, ikâmetle niyyet etse veya abdesti
bozulsa da kendi şehrine girmiş olsa, o kimse, misafir namazını tamamlar. İmâm
Züfer (R. A.) t buna muhaliftir. Ve bu hal, imâm namazını bitirdikten sonra
olmuşsa, bu kaide geçerlidir. Fakat, bu
halin meydana geldiği sırada imâm daha
namazını bitirmemişse, o kimse bu namazı ittifakla dört rek'at kılar Musaffa'da da böyledir.
İmâm, dört rek'alit
bir namazın ilk oturuluşunu unutarak terk ettiği zaman, arkasındaki lâhık,
uyumuş olur ve uyanır, veya abdesti bozulur ve sonra da gidip abdest alıp geri
dönerse, bu sırada imâmda, bir rek'ati sebkat etmişse t=ileri geçmişse), bize
göre, lâhık, oturulacak yerde oturmaz. İmâm Züfer (R.A.) ise, buna muhaliftir.
Mesbûk da bu hükmün hilafmadir. Hulâsa'-da da böyledir.
Şu altı şeyin
kazasında Mesbûk, Lâhik'a Muhal-ftir:
1- Kadınların
erkeklerle aynı hizada olmasında,
2- Kırâatde,
3- Sehiv
secdelerinde,
4- Ka'de-i
ûüâda, birinci
oturuşta), imâm bu oturuşu terk
ettiği zaman,
5- Selam
verirken, imâmın dıhk ile gülmesinde,
6- imâm,
ikamete niyyet edince, mesbûk rek'atini secde i'e kayıtladığı zaman.
Zahırivye'de de
böyledir.
Dört rek'atli bir
namazda, birinci rek'ate yetişememiş o-lan bir kimse, kalan üç rek'atte de
uyumuş olsa ve sonra uyansa', uyumuş olduğu halde geçen rek'aüeri kırâatsiz
olarak kılar. Sonra imâma mütâbaaten (=tâbi olarak* pturur ve kalkıp yetişe-memiş olduğu ilk rek'ati, kıraat ederek kılar; sonra da
oturup ' namazını tamamlar.
Bu kimse, iki rek'atte
uyuşa da, bir rek'atte imâma yetişip yetişemediği hususunda şüphe etse,, şüphe
ettiği o rek'ati, namazın arkasında kılar. Hulâsa'da da böyledir. [42]
İmâmla cemaat
arasında, namazın kaç rek'at kılındığı hususunda ihtilaf edilse ve cemaat: «Üç
rek'at kıldırdın.» dese; İmâm'da : «Dört rek'at kıldırdım., dese; îmâm'm
kanaati çok kuvvetli ise, cemaatin sözüne uyarak namazı iade etmez. Ancak, bu
hususta yakîni yoksa, cemaatin sözüne uyup, namazı yeniden, kılar. ( = kıldırır.)
Bu hususta, cemaat
arasında görüş ayrılığı çıksa ve bir kısmı : «üç rek'at...», bir kısmıda
«...dört rek'at kıldı.» deseler, bu durumda, imâm hangi tarafta ise, tarafını
tuttuğu adam bir kişi bile olsa, imâmın sözü alınır. Muhıyt'te de böyledir.
Bu durumda, imâmla beraber bir kişi bile
olmadığı vakit, imâm da, cemaat de namazı iade ederler. Cemaat yine imâma uyar
ve bu iktidal&n sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.
Cemaatten birisi:
«imâm üç rek'at kıldırdı.», başka birisi de : «...dört rek'at kıldırdı.» dese,
imâm da, cemaat de bu hususta şüphe içinde bulunsalar, bu durumda, imâma da,
cemaate de yapacak bir şey- yoktur. Hulâsa'da da böyledir.
Bu durumda, noksan
olduğu inancı ile, imâmın o namazı iade eylemesi, yani yeniden kılması
(=kıldırmâsı) nıüstehap olur.
İrr-âm, üç rek'at
kıldırdığı kanaatinde ûlsa da, cemaatten bir kimse de tam kıldırdığı kanaatinde
bulunsa, bu durumda imâmın cemaatle namazı yeniden kılması.gerekirken, tamam
kılındığı kanaatinde olan kimsenin, bu namazı iade etmesi gerekmez. Muhıyt'te
de böyledir.
Cemaatten biri,
namazın noksan kılındığı kanaatinde olsa da, imâm ve cemaat bu hususta şüpheye
düşseler; vakit varsa, ihtiyaten bu namazı iade ederler. Yeniden kılmasalar da
üzerlerine bir şey lâzım gelmez. Ancak, cemaatten, iki kişi, namazın noksan
kılındığına kanaat getirirler ve bunu böyle haber verirlerse, imâm ve cemaat,
bu namazı yemden kılarlar. Hulâsa'da da böyledir.
İmâm, cemaatle namazı
kılıp gittiği zaman, cemaatten ba-zuarı : «...bu öğ"e namazı...», bazıları
da : «...ikindi namazı...» derlerse, eğer bu namaz öğle vaktinde kılınmışsa,
Öğledir; ikindi vaktinde kıhnmışsa ikindidir. Eğer, hangi vakit olduğu
belli değilse, her iki taifenin namazları da caizdir. Zahîriyye'de de
böyledir. [43]
Bir kimsenin namazda
abdesti bozulursa, yeniden abdest a ir ve Önceki kıldığı kısım üzerine, kalan
kısmı bina eder. (= kalan kısmı kılar.1 Kenz'de de böyledir.
Bina t=namazın kalan
kısmım tamamlama) hususunda, erkekle kadın müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.
Namazda iken, abdesti
bozulma adeti olmayan kimse, namazını yeniden (ve baştan) kılar. Hidâye'de ve
Kâfi'de de böyledir.
Namaz esnasında abdest
bozulunca, isti'nâf (=namazı baştan başlayıp, yeniden kılmak) daha efdaldir.
îsti'nafın efdal
oluşu, bazı alimlere göre, herkes hakkındadır. Bazıları ise: «Kat'iyyetie,
yalnız başına namaz kılan kimseler için isti'nâf daha efdaldir.» demişlerdir.
Fakat, imâm ve
muktedî, eğer yeni bir cemaat bulabilirler ise, isti'naf etmeleri (=baştan
başlayıp yeniden kılmaları) daha efdaldir.
Eğer cemaat
bulamazlarsa, önceki cemaatın sevabını korumuş olmak için bina
etmeleri, t=namazın kalan kısmını tamam-lamaları daha efdaldir ve üstündür.
Fetvalarda sahih görülen kavil de budur. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir. [44]
1- Binanın
caiz olması için, lıades'in abdest afmayı gerektirmesi; bu halin nadirâttan
olmaması, semavî olması; kulun, bu ha-derte ve bu hadesin meydana geliş sebebinde
kend' isteğinin bu-hvnmanıasi şarttır. Bahrü'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimsenin namaz
içinde abdesti, idrarla, gâitle (=bü-yük abdestle), yellenmekle veya burun
kanaması ile bozulduğu vakit, eğer bunlar kasden olmuşsa, namazı fesada
gitmiştir. Bu namazda bina yapılamaz. (Yanî, abdest, yenilenip, namazın kalan
kısmı tamamlanamaz.)
Eğer bu kimse, abdesti
kasden bozmamış olduğu halde, ab-destin bozulma şekli, guslü de gerektiriyorsa,
Cşehvetle meninin çıkması gibi), o kimse, yine namazı bina edemez.
Abdeslin bozulma
şekli, guslü değil de sadece abdesti icab ettirdiği halde, bu bozulma, inşânın
kendi iradesi ile olursa, yine, namaz bina edilemez. Buna, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.
muhalefet etmiştir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, kendi kastı
olmaksızın, kendisine, ağız dolusu kusuntu galebe çalarsa, o kimse, konuşmadan
abdestini tazeler ve namazını bina eder. Kendi isteği ile kusarsa, namazım bina
edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Namaz kılan bir
kimseye, kendi fiilinin haricinde hades vaki1 os!a, (yani abdesti bozulsa);
basma bir fındık değmesi veya başka birisinin attığı taş veya benzeri . bir
şeyin değip başını yarması veyahut da birisinin yarasına dokunup kanatması
gibi) — Jmâm-ı A'zam (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, o kimsenin
namazını bina etmesi caiz olmaz. Tahâvî Şerhinde de böyledir.
Bir kimse namaz
kılarken, damdan tuğla veya tahta düşse ve bu kimsenin başı yarılsa; eğer
bunların düşmesi damdan birisinin geçmesi sebebi ile olursa, o kimse abdest
alıp namazına devam eder. (Yâni, bina eder.) İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), bu görüşe
muhaliftir. Fakat, bu şeyler, bir kimsenin geçmesi sebebi ile düşmemişse,
âlimlerimizden bir kısmı: «Bu kimse, yine namazını hi'âfsız olarak bina eder.» demişler; bir kısmı ise: «Muhayyerdir,
dilerse bina eder; dilerse baştan kılar.» demişlerdir. Sahih olan .da budur.
Bir kimse, bir ağacın
altında bulunmuş olduğunda, ağaçtan bir meyve düşerek, bu şahısta bir yara
açsa, hüküm yine böyledir.
'.
Namaz kılan kimsenin
ayağına veya secde ederken alnına diken batsa ve bunda, kendisinin bir kastı
olmadığı halde-, diken batan yerden kanç çıksa, bu durumda, namazını bina
eylemez.
Bİr kimseyi, eşek
ansı soksa ve bundan dolayı o kimseden kan çıksa, hüküm yine böyledir.
(Bir kimse, hapşırmiş olsa da bu sebeple
abdesti bozu!sa veya öksürse de, öksürüğün şiddeti ile kendisinden yel çıkmış
olsa, bu durumda yine namazını bina etmez.» denilmiştir. Sahih olan da
budur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kadının taharet
bezi, onu yerinden oynatması sebebi ile düşmüş ve kendi isteği olmadan bu bez
ıslanmış olsa, âlimlerimizin hepsinin kavillerine göre, bu kadm namazım bina
eâer. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre, bu kadın bezi yerinden oynatması
sebebiyle, namazım bina eder. Diğer imamlara göre, bu durumda namaz bina
edilmez. Tebyîn'de de böyledir.
Eğer, bir kimsenin
çıbanından kan akarsa, o kimse, abdest alır, kanı yıkar ve namazını bina eder.
Bir kimse, kanı akana
kadar çıbanını sıkmış olsa veya .diz kapağında çıban olsa da, secde ederken
dizlerine çöktüğü için, bu çıban parçalanıp açılsa; bu hâl, kasden abdest bozma
yerinde olduğu için, o kimse, kıldığı namazının üzerine, kalan rek'atleri bina
edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse namaz
kılarken bayıldığı veya cinnet getirdiği, delirdiği veyahut da kahkaha ile
güldüğü ve yine namaz içinde bu hallerden kurtulduğu zaman, abdest alır ve namazına kaidığj yerden devam eder.
Kczâ, namazda uyuyup,
ihtilâm olan kimsenin; namazım guslettikten sonrabina etmemesi müstahsen
görülmüştür.
Bir kimse, namaz
içinde kadının fercine baktığı vakit,
inzal vaki olursa gusledip namazım bina edemez.
Veya, namaz kılan bir
kimsenin elbisesine dirhem miktarından fazla sidik saçılsa, o kimse hemen
dönüp onu yıkar. Bu durumda, zâhirü'r-rivaye'ye göre, namaz bina olunamaz.
Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
2- Binanın
caiz olmasının şartlarından biri der namaz da abdesti bozulan kimsenin, hemen
dönüp hiç beklemeden abdest almaya g'.tmesidir.
Hatta, namaz kılan bir
kimse, abdestsiz bir rükün eda etse v>j-ya olduğu yerde, bir rükün eda.
edecek miktarda beklese, o kimsenin namazı bozulur.
Namaz içinde abdesti
bozulan kimse, abdest a!maya giderken Kur'ân okumuş olsa, namazı bozulur; fakat
abdest aldıktan sonar, geri dönerken Kur'ân okusa, namazı bozulmaz. Bunun
aksini söy-liyenler de vardır. Yanî bunlar: «Abdest almaya giderken Kur'ân
okusa, namazı bozulmaz da, gelirken okursa bozulur.» demişlerdir. Sahih olan
ise, herîki durumda da, bu kimsenin namazının bozulacağıdır.
Abdest almaya
giderken, teşbih ve tehlîî etmek (^sübhâna1-lah ve Iâüâhe illallah demek) esahh
olan kavle göre, binaya manî değildir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir imâmın, rükû'
esnasında abdesti bozulmuş olsa ve bu durumda, başını kaldırıp «semi'allahü
limen hamiden» dese; veya secdede abdesti bozulunca, başını kaldırırken «Allahü
Ekber» 'dese; eğer, namaz kılan kimse, bunları söylemekle., rüknün edasını
kasdediyorsa, onun namazı tamamen bozulur. Bunları söylemekle, rüknün edasını
kasdetmemesl halinde ise, bu hususta, Ebıı Hanîfe CR.A.) 'den iki rivayet vardır. Kâfî'de de
böyledir.
İmâmın, secdede
abdesti bozulur ve «Allahü Ekber» diyerek, başım secdeden kaldmrsa, namazı
bozulur. Fakat, tekbir getirmeden doğrulursa, namazı tamamen bozulmaz; kendi
yerine birisini imâm olarak geçirir. Vecîzü'l-Kerderî'de de böyledir.
Bir kimse, namazda
uyuşa ve uyurken abdesti bozulsa ve o kimse abdesti bozulur bozulmaz uyansa ve uyanınca hemen abdest alsa namazını bina eder.
Uyanınca, bir müddet
bekleyip, hemen abdest almaya gitmeyen kimsenin namazı, tamamen bozulur.
Mi'râcü'd-Dirâye'de de böy-ledeir.
3- Binanın
caiz olmasının şartlarından biri de, abdesi bozulunca, namaza mani bir
harekette bulunmamaktır.
Çünkü, namaz kılan
kimsenin, şayet abdesti bozulmamış olsaydı, namaza mani olan bu işlerin hiç
birini yapamazdı.
Veya, namazda abdesti
bozulan kimsenin yapacağı iş, yapılması zarurî olan işlerden olmalıdır.
Namaz içinde abdesti
bozulan bir kimse, konuştuğu veya abdesti kasden bozduğu veya kahkaha Üe
güldüğü veya yiyip içtiği veyahut da bunlara benzer şeyler yaptığı zaman, o
kimsenin namazını bina etmesi caiz olmaz.
Keza, namaz içinde
aklî muvâzenesini kaybeden veya üzerine baygınlık gelen veya cünüp olan bir
kimsenin, bu durumlarda, namazını bina etmesi caiz olmaz.
Keza, namaz içinde bir
kadının fercine bakmasından dolayı menisi gelen kimsenin de, namazını bina
etmesi caiz olmaz. Tehâ-vî Şerhi'nde de böyledir.
Namaz içinde abdesti
bozulan kimse, muhtaç olduğu suyu isteyerek veya kuyudan su çekerek abdest
alır ve namazını bina eder,
İstincâ ederken avret
mahalli açılan bir kimsenin, namazını bina etmesi batıl olur. Fakat bu kimse,
istincâsım, elbisesinin altından gizlice yaparsa, namazını bina edebilir,
Bedâi'de de böyledir.
Namaz kılan kimsenin
abdesti bozulduğu zaman, hemen abdest almaya gider. Bu esnada, abdest alan
kimse, avret mahallini açar veya avret yeri o kimsenin kasdı olmadan açılırsa,
bu durum hakkında Ebû Ali en-Nesefi: «Bu kimse, eğer örtünme. imkanı
bulamamışsa, namazı tamamen bozulmaz.» demiştir. Ni-hâye'de de böyledir.
Bacaklarım abdest için
açan kadının namazı, batıl oku-. Sahili olan da budur.
Namaz içinde abdesti
bozulan kimse, abdest aldığı zaman, abdest azalarını üçer defa yıkayarak,
başını kaplama meshe-derek, nıazmaza, istüışak ve diğer sünnetlerini yerli
yerinde yaparak abdestini alır. Sahih olanda budur.
Fakat bu kimse, abdest
azalarını dörder defa yıkarsa, namazı yeni baştan kılar. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Namazda iken abdesti
bozulan bir kimseye, su, uzakta veya su kuyusu, yakında bulunursa, bu kimse
muhayyerdir; zahmeti en az olanını seçer; dilerse suya gider, dilerse kuyudan
su çekerek abdestîni tazeler. Kuyudan su çektiği zaman, namazını bina etmez; yeniden kılar. Sahih olan budur.
Muzmarât'ta da boyîeçlir. Muhtar olan da budur.
Namaz kılarken abdesti
bozulan bir kimse, evinde su var iken onunla abdest almayıp, abdest almak için
havuza gider ve bu durumda, evi de havuzdan yakın olursa; eğer, aralarındaki
mesafe iki saf miktarı ise, namaz —tamamen bozulmuş olmaz. Fakat, havuz ile
ev arasındaki uzaklık farkı, iki safdan- fazla ise, bu kimsenin namazı tamamen
bozulur; onun üzerine, namazın kalan kısmım bina edemez.
Bu kimsenin evinde su
olsa da, abdestini havuzdan almak bu kimsenin âdeti olsa, veya bu kimse, evde
su olduğunu unutarak havuza gitse ve orada abdestini alsa, namazını bina eder.
Hulâsa'-da da böyledir.
Namazda abdesti
bozulan kimse, havuzun başında yer olduğu halde oradan, daha ileriye
geçtiğinde eğer bu geçiş, yerin dar olması gibi bir sebepten dolayı olmuşsa,
namazını bina eder; aksi takdirde bina edemez. Vecîzü'l-Kerden'de de böyledir.
Namazda abdesti
bozulan kimse, abdestini aldıktan sonra, başına mesh .etmediğini hatırlayarak
gidip başını meşhetse, bu durumda, namazım bina etmesi caiz olur. Fakat, Önce
hatırîaya-maz da namaza durduktan sonra hatırlarsa, gidip başını mesheder ve
namazım yeniden kılar. Hulâsa'da böyledir.
Bir kimse, elbisesini
unutmuş olsa da, dönse ve eibisesi-ni giyse, namazı yeniden kılar.
Tatarhânlyye'de de böyledir.
Bir kimsenin, mescitte
abdesti bozuüsa ve dışarı çıkıp içinde su olan bir kaptan abdestini alsa ve o
kabı da namaz kıldığı' yere götürse, eğer kabı bir eliyle götürmüşse, namazını
bina eder. Muhıyt*te de böyledir.
Namazda iken abdesti
bozulan kimse, abdest almak için evine gelse de, kapıyı kilitli bulsa, onu açıp
abdestini alır. Çıkınca da,'hırsız korkusundan dolayı kapıyı kitlerse, namazım
bina etmesi caiz olur; böyle bir korku yoksa, bina etmesi caiz olmaz.
Tstarhâniyye'de de böyledir.
Namazda abdesti
bozulan kimse, abdest alacağı kabı doldurur ve onu tek eliyle taşırsa,,
namazını bina eyler. îki e'iyle taşırsa, bina etmesi caiz olmaz.
Cevheretü'n-Neyyitre'de de böyledir.
Namaz kılan kimseye,
namazın cevazına mani bir pislik isabet ederse, onu yıkar. Şayet o pislik,
hariçten isabet etmişse, o kimse namazı bina eylemez. Buna İmânı Ebû Yûsuf
(R.A.) muhaliftir. Pislik -eğer kendisinden isabet etmişse, o kimse namazım
bina eder. Tebyîn'de de böyledir.
Elbisesine pislik
bulaşan, kimse, o saat onu çıkarıp başka bir elbiseyi giyme imkânına sahipse, o
kimsenin öyle yapıp, namazını bina etmesi caiz olur.
Eğer, o saat çıkarıp,
başka elbiseyi giyme imkânı olmaz ve o pis elbise ile bir rükün eda ederse,
bil-iemâ namazı bozulur. Eğer, namazdan bir cüz eda etmeden, öylece bir müddet
beklemiş olsa bile namazı bozulmaz. O saat çıkarma mümkün olduğu ve başka bir
elbisesi de bulunduğu halde çıkarmamış ve bu durumda, namazdan da bir cüz
kılmamışsa, bu hal hakkında, arkada şiarımızın ihtilâfı vardır. Ebû Hanîfe
(R.A.) ile Ebû Yûsuf (R.AJ: «Bu kimsenin namazı bozulur.» demişlerdir.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimsenin namazda
abdesti bozulmuş olsa, hemen döner abdest alır. Bu abdestini kasden bozarsa,
bu kimsenin, namazı bina etmesi caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
4- Binanın
caüz olmasının şartlarından biri de, iük abdesti-. nin bozulması üzerine
alacağı ikinci abdestinin bozulmasını gerektiren bir halin bulunmamasıdır.
Bahrü'r-Râık'ta da böyledir.
Mestlerinin üzerine
meshetmiş olan bir kimsenin, namaz içinde abdesti bozulsa da, abdest almak için
gitse ve abdest a[ır-ken mesh müddeti bitse, namazını yeniden kılar. Sahih olan da budur.
Teyemmümle namaz
kılmakta olan bir kimsenin, abdesti namaz içinde bozulsa, abdest almaya
gidince de su bulsa, bu kimse de namazını bina edemez. Özürlü kadın da
böyledir; yani, özürlü kadın namaz kılarken abdesti bozulsa da, abdest almaya
gidince özrü bitse, bu kadın da namazını bina eyîiyemez. SeraJısî'nin
Mu-hıyt'inde de böyledir.
Sargısının üzerine
meshetmiş ol anın, yarası iyileşir veya yarası kanayanın, namazının vakti
çıkarsa, bunlar da namazlarını yukarıdaki
gibi bina edemezler. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Binnm caiz olmasının
şartlarından biri de, imâma iktida etmiş olan kimse, namazda abdesti bozulduğu
vakit, abdestini yeniler ve imâm namazını bitirmeden ve arallannda iktidaya
mani bir hâl olsa bile imâma dönmesidir.
Eğer, imâm namazı
bitirmişse,, bu kimse, kendi başına namazını bina eder; imâma dönmez. Bu
durumda imâma dönerse, namazının bozulup bozulmayacağı hususunda ihtilâf
vardır. Eğer, imâmla aralarında bir mani yoksa, dönmeksizin olduğu yerden
imâma uyar. Bahrû'r - Râık'ta da böyledir.
Namazı yalnız başına
kılan kimse, abdest aldıktan sonra, namazı tamamlama hususunda, evi ile namaz
kıldığı yer arasında muhayyerdir; fakat, namaz kıldığı yere dönmesi efdâldir.
Kâfî'de de böyledir.
îmâm da, yalnız kılan
gibidir. Yerine geçirdiği imâm, namazı bitirmemişse, dönüp ona uyar;
bitirmişse, kendi başına namazını bina eder. Vikaye Şerhi'nde de böyledir.
5- Binanın
caiz olmasının şartlarından biri de, abdesti bozulan kimse, sahibi tertfb
ise, abdesti bozulduktan sonra, üzerinde bulunan kaza namazını
hatırlamamasıdır. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir.
6 - Binanın
ceÜz olmasının şartlarından biri de, namaz kıldırmakta olan imâmın abdesti
bozulursa, kendi yerine (imamlığa) ehil
olmayan bîrini geçirmemesidir.
Bu imâm, şayet yerine
bir kadını veya bir çocuğu geçirmiş o-lursa, namazını yeni baştan kılar.
Bahrü'r-Râık'ta da böyledir. Bina eyliyemez. [45]
İstihlâf : Namaz
içinde, her hangi bir sebepten dolayı, imâmın kendi yerine, başka birini
geçirmesi demektir.
Namazın binasının eaiz
olduğu her yerde imâmın da yerine bir başkasını geçirmesi caizdir.
Namazın binasının
sahih olmadığı yerlerde ise, istihlâf yoktur.
Başlangıçta, imâm
olmaya elverişli olan her şahsın, imâmın abdesti bozulunca, onun yerine geçip
imâm olması da elverişlidir.
Başlangıçta, imameteelverişli
olmayan kimsenin, imâmın ha-desi halinde, onun yerine geçmesi de doğru olmaz.
Muhryt'te de. böyledir.
İstühlâfın Şekli:
Namazda abdesti
bozulan imâm, burnunun kanadığı zannını vermek için, elini burnunun üzerine koyarak
ve eğilerek geriyo çekilir; arkasındaki saftan birini, öne geçirir. Ve bu işi,
konuşarak değil de, işaretle yapar. Sahrada, safları geçmeden; camide ise,
daha dışarı çıkmadan, imâmın, yerine bir başkasını geçirme hakkı vardır.
Tebyîn'de de böyleedir.
imâmın abdesti
bozulduğu zaman, yerine, safları birbirine muttasıl olduğu halde, mescidin
dışından birini geçirmesi sahih olmaz. Ebû Hanîfe (R.A.) ve Ebû Yûsuf (R.A.)un
görüşlerine göre, bu durumda, cemaatin namazı bozulur, imâmın namazının,
bozulup bozulmayacağı hususunda ise, iki rivayet vardır. Esahh olan, onun da
namazının bozulacağıdır. Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.
îmâm için evla olan,
mesbûku yerine geçirmemesidir. Şayet imâm, mesbûku yerine geçirmek isterse,
münasip olan, onun kabul etmemesidir. Kabul etmiş olursa, bu da caizdir.
Za-hîriyye'de de böyledir.
İmâm, mesbûku öne
geçirirse, mesbûk da imâmın bıraktığı yerden başlar. Selâm verme vaktine
gelince, mesbûk, bir mü4riki öne geçirir. Müdrik, cemaatle birlikte selâm
verir.
Namazı tamam olduğu
zaman imâm, kahkaha ile güler, kas-den abdestini bozar, konuşur veya mescidden
çıkarsa, hem kendisinin hem de cemaatin namazı tamamen bozulur. Birinci imâma
gelince eğer o namazım kılıp bitirmiş ise, onun namazı bozulmaz, şayet
bitirmemiş ise, onun da namazı bozulur. Sahih olan da budur. Hidâye'de de
böyledir.
İmâmın abdesti, namaz
içinde rükûda bozulmuşsa, yerine geçirdiği imâma, parmağını, dizinin üstüne
koyarak işaret eder.
Eğer, namazı secdede
bozulmuş ise, parmağını alnına koyarak işaret yapar. Eğer, okurken bozulmuş
ise, parmağını ağzına kor.
Şayet, geride bir
rek'ati kalmışsa, bir parmağı ile; iki rek'at kalmışsa iki parmağı ile
işaret" eder.
Tilavet secdesi için,
parmağını, alnına ve ağzına koyarak işâ-rette bulunur. Sehiv secdesi için ise,
parmağım, kalbinin üzerine koyar. Zahîrüyye'de de böyledir.
îmâm, bu işaretleri,
yerine geçirdiği adam durumu bil-catyorsa yapar; şayet durumu bilen birisi ise,
bu işaretleri yapmasına hacet kalmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, dört
rek'atli bir namazda bir imâma uysa, imâmın da abdesti bozulsa ve yerine bu
kimseyi geçirse; eğer bu şahıs, imâmın kaç rek'at kıldığını ve geride kaç
rek'at kaldığını bilmezse, bu kimse, bu durumda, dört rek'at namaz kılar ve
ihtiyaten her rek'atte de oturur. Fetâvâyi Kâdîhan'm Mesbûk Bölümünde de
böyledir.
Namaz içinde abdesti
bozulan imâm, yerine bir lâhıkı geçirmiş olsa; lâhık, cemaate işaret ederek
noksanını tamamlar ve sonra cemaatle namaza devam eder. Şayet böyle yapmaz ve
kendi üzerinde bulunanı tehir edip, imâmın bıraktığı yerden devam ederse; selam
verme yerine kadar varır ve burada, yerine başka birini geçirir; bu yeöi imâm
da cemaatle selam verir. Bu, bize göre caizdir. Muzmarât'ta da böyîedeir.
Namazda abdesti
bozulan imâm, mescidden çıkmadıkça veya yerine başka birini getirip de, o
kimse, imâm makamında ce-caate imâm olmaya niyyet etmedikçe veya cemaat, bir
başkasını imâmın yerine geçirmedikçe, imamlık hakkına sahiptir. Hatta, bu
hallerden biri bulunmasa da. abdesti bozulan imâm, mescidin bir tarafında
abdest alsa ve cemaatte onu beklemiş olsa, imâmın yerine dönüp, onlarla
beraber namazını tamamlaması caiz olur.
Eğer, yerine bir imâm
geçirmez, cemaatte bu işi yapmaz ve imâm mescidden çıkarsa, cemaatin namazı
fesada gider. îmâm ise, abdestini alıp, namazım bina eder; çünkü imâm, kendi
nefsinde, rnünferîd (tek başına namaz kılan) gibidir. Mumyt'te de böyledir.
Şayet, bir kimse,
kendiliğinden, abdesti bozulan imâmın yerine geçer ve imâm mescidden
çıkmadan Önce, imâmın yerine durursa,
bu da caiz olur. Fakat, o şahıs, mihraba varmadan, imâm mescidden çıkarsa, o
şahsın da, cemaatin 'de namazı bozulur; önceki imâmın namazı ise bozulmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâmın ardında tek bir
şahıs olduğu zaman, imâmın abdesti bozulmuş olsa, imâm tayin etse de, etmese
de, o şahsın imam olacağı açıktır.
Abdesti bozulan imâm,
bir şahsı, cemaat de, başka bir şahsı ileri geçirse, asıl olan, imâmın ileri
geçirdiği şahıstır. Ancak, cemaat, imâmın öne geçirdiği şahıstan daha önce,
kendilerinin öne geçirmiş oldukları imâma uymuşlarsa, bu durumda imâm, cemaatin
Öne geçirdiği imamdır.
Eğer, cemaatten ayrı
ayrı topluluklar, ayrı ayrı birer imâ- , mı öne geçirmişlerse, bu durumda,
sayıca çok olan topluluğun ileri, geçirdiği imâma itibar olunur. Topluluklar
sayıca müsavi iseler, hepsinin de namazları bozulur.
Öne, iki kişi geçecek
olsa, hak, daha önce imâmın yerine varanındır. Bu iki kişi, imâmın, yerine aynı anda varır ve cemaatin bir kısmı birine,
diğer kısmı da-öbürüne iktida ederlerse, cemaat-. ten, daha çoğunun uymuş
olduğu tarafın namazı sahih olur; az olan tarafın ise, namazı fasid olur.
Cemaat, sayıca müsavi olduğu takdirde, tercih mümkün olmadığından, her iki
tarafın namazları da sahih olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Abdesti bozulan bir
imâm, son safta bulunan bir şahsı yerine geçirse ve sonra mescidden çıksa;
eğer, imâmın yerine geçirdiği kimse, o esnada imamete niyyet ederse; imâm
olmuş olur. Bu durumda, önceki imâmın durduğu yerle, yeni imâmın arasında
olanlarla, sağ ve sol tarafında bulunanların namazları bozulur. Fakat, bu
kimse önceki imâmm makamına varınca, imamete niyyet eder ve bu şahıs mihraba
varmadan, önceki imâm mescidden çıkmış olursa, hepsinin de namazı bozuümuş
olur.
Bu durumda, imâmın
yerine geçen şahsin ve cemaatin, nanıazlaıının caiz olmasının şartı, imâmın
yerine geçen şahsın, imâm mescidden çıkmadan önce mihraba varıp, imâmın yerine
clurmasıdır. Bahrü'r-Râik'ta da böyledir.
Abdesti bozulan imâm,
yerine birini geçirdiğinde, o şahsın da abdesti bozulur ve o da yerine bir
başkasını geçirirse, bu durum hakkında Fudalî : «Önceki imâm mescidden çıkmamış
ve üçüncü imâm da imâmın yerine varmamışsa, bu caiz olur. Durum, sanki o şahıs
kendi nefsini öne-geçirmiş veya önGeki imâm onu öne geçirmiş gibi olur; böyle
olmaz ise caizâ olmaz.» demiştir. Hulâsa* da da böyledir.
Bir imâmın, namazda
abdesti bozulsa ve yanında da hiç kimse bulunmasa, bu durumda bir adam gelip
cemaat olana kadar, o imâm mescidden çıkmaz. Ve sonra çıkar. İkinci adam, arkadaşlarımıza
göre, birincinin halifesi C= yerine geçirdiği kimse) olur. Zahiriyye'de de
böyledir.
Bir imâm, namazda
kıraatten (= Kur'ân okumaktan) aciz kaldığı zaman, yerine birini geçirir. Bu,
namaz caiz olacak kadar okuyamadığı veya utanmak veyahut korku arız olduğu
zaman olur; unutmaktan dolayı böyle yapılmaz. Fakat, imâm, namaz caiz olacak
kadar okumuşsa, yerine hiç kimseyi geçirmez; rükû'a varır ve namazına devam
eder. Şayet, bu durumda yerine başkasını geçirmiş olursa, namaz fasid olur.
Çünkü, böyle yapmaya ihtiyaç yok-U*ı\ Tebyîn'de de böyledir.
îmâm, okumayı unuttuğu
zaman, yerine birini geçirmesi asla caiz olmaz. Bunda icmâ' vardır. Aynî'de de
böyledir.
Bir misafir, diğer bir
misafire uyduğunda, imâm olan misafirin abdesti bozulur ve yerine, bir mukimi
imâm olarak geçirirse, arkasındaki misafir, namazını dörde tamamlamaz; iki
rek'atte sslam verir. Şayet yerine, misafir olan birini geçirir ve bu şahıs da
ikâmete niyyet ederse, arkasındaki cemaat içinde bulunan misafirler,
namazlarını tamamlamazlar. Serâhsî'nin Mıüuyt'inin Müsafİ-rin Namazı BÖlümü'nde
de böyledir. [46]
Abdestim bozuldu zannı
ile mescidçlen çıkan bir kimse, sonra abdestinin bozulmadığını anlasa, namazını
kılmaya yeniden baştan başlar. Bu şahıs, mescidden çıkmamışsa, namazını bina
eder, (Geride kalanını kılar.) Hidâye'de de böyledir.
Yukarıdaki durum,-bir
kimsenin, namaza abdestsiz başla-dığmı veya mesh müddetinin bittiğini sanmasmm
veya teyemmümlü iken serabı görüp de su zannetmesinin veya tertib sahibi
ise, öğle namazında iken sabah namazını kılmadığını sanmasının veya elbisesinde
bir kırmızılık görüp de onu pislik zannetmesinin hilâfınadır; bu hallerde
hakikati anlayıp geri dönse, namazı bozulur; bina caiz olmaz.
Ev, namazgah ve cenaze
namazı kılman yerler de mes-cid hükmündedir. Sahradaki saflar da mescid
hükmündedir.
Bir kimse, imamlık
için öne geçmiş olsaf eğer önünde sütre yoksa, arkasındaki safların mesafesine
itibar olunur. Eğer önünde sütre varsa, hudut sütredir. T&byîn'de de
böyledir.
Bir kimse, yalnız
başına namaz kılıyorsa, secde yeri, mes-citldc olduğu gibidir. Sağı, solu ve
arkası da böyledir. Yani, bu mesafeler kadar olan mesafe, mescid hükmündedir.
Muhıyt'te de böyledir.
Kadının,
musallada namazgâhda) abdesti bozulsa,
namazı fasid olur. Çünkü, musallanın mescid hükmünde olması sadece erkekler hakkındadır. (Yani kadın burada
namazını bina edemez.) Tebyîn'de de
böyledir.
Namaz kılan bir kimse,
abdestinin bozulacağından korkup, namaz kıldığı yerden ayrılsa ve sonra da
abdesti bozulsa, o kimsenin, namazım bina etmesi hakkı yoktur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir. [47]
1- Sabah
namazını kılarken güneşin doğması,
2- Cum'a
namazını kılarken, Ükndi vaktinin girmesi,
3- Yara
iyileştiği için sargının düşmesi,
4- Özürlü
bir kimsenin namaz içinde— özrünün sona
ermesi,
5- Ümmîniıı,
imâmın yerine geçmesi,
6- İmâ ile
namaz kılanın, rükû' ve secdelere gücü yetmesi,
7- Mestleri
üzerine meshetmiş olarak, namaz kılmakta olan bir kimsenin, namaz içinde mesh
müddetinin bitmesi,
8- Teyemmümle
namaz kılmakta olan kimsenin namaz esmişinda su bulması,
9- Ayaktaki
mestlerin, amel-i yesirle (kolaylıkla çıkması,
10- Üromî'nin,
bîr sûreyi düşünerek okuyabilmesi,
11- Ümmî'nin namaz içinde dinleyerek, Kur'ân ezberlemesi, gibi hallerde
namaz bozulur.
Teyemmümle namaz
kılmakta iken, su bulan bir kimse, onu kullanmaya gücü yetmezse veya onu
kullanmaya imkân bulamazsa namazı bozulmaz,
Bir kimsenin, mestleri
geniş olduğu için, zahmetsiz çıkarsa, abdesti bozulur. Fakat, mestler zor bir
fiil ile çıkarsa, namazı tamamdır.
Ümmî, Kur'ân okuyan
bir kimseden, fazla meşgul olmadan
Kur'ân okumayı hakikaten öğrenirse, namazı tamamdır. Bu hüküm, ümmînin, namazı
münferiden kıldığı veya imâm olduğu zaman geçerlidir. Böyle okursa, ümmînin
imameti caiz olabilir.
Fakat, ümmî, güzel
Kur'ân okuyan bir kimsenin arkasında namaz kıldığı zaman, —Kur'ân öğrenirse—
umuma göre namazı fa-sid olur. Ebû'I - Leys ise, o ümmînin, namazının
bozulmadığı görüşünü seçmiştir: Tebyîn'de de böyledir. Sahih olan da budur.
Zahl-rîyye'de de böyledir.
12- Çıplak bir
halde namaz kılan kimse, temiz ve kendisi ile namaz kılmak aciz olacak kadar
elbise bulursa, namazı bozulur.
13- Pis bir
elbise ile namaz kılmakta olan bir kimse, o necaseti temizleyecek bir imkân
bulur veya bu imkânı bulamaz fakat elbisesinin dörtte biri veya daha fazlası
temiz olur ve bununla örtünmesi mümkün olduğu halde, o şahıs bunları yapmazsa,
namazı bozulur.
14- Teyemmümlü
olarak namaz kılmakta olan bir kimse, namaz esnasında su bulur ve kullanmaya
da gücü yeterse, namazı bozulur.
15- Sahib-i
tertib olan bir kimse, namaz kılarken,
geçirmiş olduğu bir namazı hatırlarsa namazı bozulur.
16- Abdestli
bir kimse, teyemmümiü bir imamın
arkasında namaz kılarken suyu görürse veya bu kimse, imâmın sahib-i tertip
olduğunu ve onun da bir fâitesi (= kazaya kalmış namazı) bulunduğunu hatırlarsa, sadece, o
muktedîniıı namazı bozulur; bâlıl olur. Tebyîn'de de böyledir.
Bu durumlarda, naınaz
batıl olduğu zaman, bu namaz, nafileye çevrilmiş olmaz. Yalnız, şu üç yerde
btı namazlar, nafileye çevrilmiş olur'
Tertip-sahibinin,
«--namaz esnasında™ kilau^viığı bir na-mazi hatırlaması hailinde,
Sabah namazını
kılarken güneşin doğması halmd'e/
Cum'ayı -kılarken
ikindi vaktinin girmesi halinde, Cevheretü'n - NeyyâreMe de böyledir.
Pis elbise İle namaz
k»J arken, onu temizleyecek bir şey bulan kimsenin namazı bozulur.
Bir kisfse, keza
namazı kılarken tulü'., zevfcl, gurup gibi kerahat vakti girerse, o namaz
bozulur,
Bir cariye, baş
örtüsüz namaz kılarken azad edilir ve :
anda başmı Örtmezse, namazı bozı$m\
Bu mes'e!elerden
herhangi biri, namaz kılan bir kimseye, —teşehhüd miktarı oturduktan sonra veya
sehiv secdesi yaparken bile arız olursa, o kimsenin namazı bâtıl olur. Eğer bu
İr-imâm ise, arkasındaki cemaatin namazları da batıl ölür.
Namazdan, selâmla
çıkmış olan bir kimsenin üzerinde, i
eecdesi bulunsa ve bu esnada mezkûr hallerden -birisi anz tâz: bu kimse, eğer
sehvinden dolayı secde ederse, namazı batıl old^ sehiv secdesi yapmazsa, namŞzi
batıl olmaz
Cemaatten, olan bir
kimse, teşehhüd miktarı oturdukta sonra, imâmdan Önce selam verip namazdan
çıkmış sonradan da bu şahsa, saydığımız haÜerden birisi arız olsa, sadece bu
şahsın namazı batıl olur. Cemaatin —ve imâmın namazına bir şey ol-
Keza, imâm, sehiv için
secde ettiği zaman, cemaatten olanlar, .sehiv secdesi yapmasalar; imâma da bu
hallerden birisi, arız olsa, bu durumda, imâmın namazı bozulur; cemaatin namazı
ise bozulmaz. Tebyîn'de de böyledir. [48]
Namazda unutarak, kasden,
hatâen veya bilerek, a/ veya çok
konuşan kimsenin namazı bozulur,
Muktedînin, namazın
ıslâhı için, oturacağı yerde, kalkan imâma : «Otur», kalkacağı yerde, oturan
imâma da : «Kalk» demesi veya namazın ıslâhı için olmayan, insanların
sözlerinden herhangi biri iüe konuşmasa, bize göre namazı bozar. Ve bu
namazların yeni baştan kılınması gerekir. Muhiyt'te de böyledir
Bu hâl (konuşma), son
oturuşta, teşehhüd miktarı oturmadan Önce olursa, namazı bozar. Fetâvâyi
Kâdihân'da da böyledir.
Konuşmakla namaz;
konuşmanın duyulacak kadar olması ile bozulur. Konuşma, başkaları tarafından
duyulmasa, fakat sadece konuşan tarafından duyulsa yine namazı ifsad eder,
bozar. Mu-Jııyt't'e de böyledir.
Şayet, bir kimsenin
konuştuğu, kendisi tarafından bile duyulmazsa, harfler sıhhatli olsa bile, o
kimsenin namazı bozulmaz. Zahidi'de de böyledir.
«Namazda, uyur halde
de olsa, konuşunca namaz bozulur. Muhtar olan da budur.» denilmiştir.
Muhıyt'te de böyledir.
Namaz kılan kimse,
başkasına selam verirse namaz bozulur.
Bu kimse, namaz bitti
zannı ile selam verse yine namazı bozulur.
Bu kimse, namazda
olduğunu unutarak selâm vermiş olsa, yine namazı bozulur.
Namaz kılan kimse, bir
adamın verdiği selama, selamla mukabele etmiş olsa yine namaz bozulur. Ebûl -
Mekârim Şerhi'nde de de böyledir.
Bir mesbûk, imâmla
birlikte selam verilir zannı ile» seSam verirse, namazı bozulur. Bu selam,
kasden verilmiş olduğu için- de, namazım bina eylîyemez. Hulâsa'da, da
böyledir.
Mesbûk, imâmla
birlikte selam vermişse bakılır, eğer üzer rinde kalan rek'atleri hatırladığı
halde selam vermişse, bu mes-bûkun namazı bozulur. Fakat, eğer üzerinde kalan
rek'atleri unutarak selam vermişse, bu mesbûkun namazı bozulmaz. Çünkü, unutarak
selam vermek, sahibini namazın hürmetinden Çıkarmaz. Ta-havî Şerhi'nde de
böyledir.
Yatsı namazını kılan
kimse, .teravih zannı ile Üd, rek'aj tamamlanınca selam verse; veya bîr kimse,
cum'a namazı zannı ile öğle namazının ikinci rek'atinde selam verse; veya mukim
olan bir kimse, misafir olduğu zannı ile iki rek'ati tamamlayınca selam verse
namazı bozulur; yeniden kılması gerekir.
Bir kimse, dördüncü
rek'at zannı ile, ikinci rek'atte selam vermiş olsa, bu kimse namazına devam
eder. Sonunda da sehvi için secde eder. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Selamı unutmak, eğer
selam namazın aslında vaki' ise, namazın bozulmasını gerektirir; ve eğer,
selam namazın vasfında vaki ise fesadını gerektirmez.
Bir kimse,
namazdaunutarak, bir adama selam vermeyi kasdetse ve «es-selam» der demez,
namazda olduğunu hatıriasa, o kimsenin selam vermesi, gerçekten münasip olmaz;
bu kimse he-men susar. Fakat, yine de Bu kimsenin namazı bozulur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, selam
niyyeti ile namazda müsafaha etse (= el sıksa), namazı bozulur. Çünkü o, manen
konuşmaktadır. Bir kim-katriv karşıfok vereme?. Ancak,
Her iki ?Uucu duaya kui'-ı üTuw
'zşohböyiedu"
\Uu kirrısv:. bu iie.
söylemiş oİsi aP Ki-'-rki göre, o
km^ kui na
küan kilise ai-^sa dü
peşi sıra «ol flos'. bo^uhnaz. ;!uüu.. k»'!biiiden'demesi daha Îiîi fViaktu". Hulâss'da da böy
us ona demesi,.olur,
am;îzda
,aksıraii,. «elhamdülillah» demezse, namazdan sonra ıi sahihtir.
Namaz kılan
kimse,.r.;iktedî ise, imâma uymuş-t.aaks:i-'dığînda, gizli o.l-uak Jciıi olarak
da «elhamdülillahdeme/. AiirnJerin kaviller: lİTnufrtöşî'de de böyledir.
Namaz kılan iki
kişito;: bu-;, aksırsa da, namazın hanemden bir kimse de «y^riıansüke; bu
duaya, namaz kılanla-t'îrt ikisi do'-âiîiin» we-e:er, ;jkiiran şahsın namazı
Kus: diğcdniuki bozu^:rtaz. kendisi için duâ etine-
kişiden, birisi, namaz
dışında
namni' kıîan diğr.-
şahıs danbozulmaz. Çünkü bu .-':ucumda,
kendi jıofsine dua değildir» denilmiştir. Sirâcü'I-
Müktedî'nin, imâm
tutulur tutulmaz, hemen o dakikada, onu açması mekruhtur. Çünkü, imâmın
hatırlaması ve okumaya devam etmesi mümkündür..Bu durumda ise, muktedî, ihtiyaç
olmadan, imâmın arkasında okumuş olur. Serahsî'nin Mühıyt'inde de böyledir.
İmâmın, kendisini
başkasının açmasına meydan vermesi uygun değildir. Çünkü bu hâl,
iurkasıhdakinin Kur'ân okumasına yol açmak olur ki, bu da mekruhtur. Eğer imâm,
kifayet miktarı okumuşsa hemen rükû'a varmalıdır veya başka âyete intikai etmelidir.
Kâfî'de de böyledir
Bir âyeti tekrar
tekrar okumaya veya susup durmaya ilcâ denir. Nihâye'de de, böyledir.
Namazda olmayan bir
kimse, imâma karşı kıpırdamış ve ona yol açmış
ise, imâm da düşünüp
hatırlamışsa, eğer imâm, onun yol açışı tamam olmadan okumasına devam
ederse, namazı bozulmaz. Fakat, o kimsenin okuyuşuna uyarsa, imâmın namazı bozulur. Çünkü—burada—
hatırlamak açışa izafe edilir. Mürâhıkm yol açışı da baliğin yol açışı gibidir.
Namaz dışında olan kimseyi, imâma uyan birisi dinlemiş olsa ve bu muktedî,
dinJlediği şeyle imâma yol açsa, bu
durumda, hepsinin namazı da bâtıl olur. Çünkü, telkin dışarıdan gelmiştir.
Bah-rüRâık'ta da böyledir.
Namaz kılan kimseye,
kötü bir haber verilse de o da : «in-nâ liUahi ve innâ ileyhi râci'ûn» dese
veya sevinçli bir haber verilse de : «elhadü lillah» dese; bu kimse, eğer
bunlarla, haberi getirene cevap vermeyi kasdederse, namazı bozulur; fakat, cevap
vermek kasdı ile değil de namazda olduğunu bildirmek kasdi ile bunları
söylemişse, namaz bozulmaz. Bunda icmâ' vardır. Serah-dfrtin Mühıyt'inde de
böyledir.
Namaz kılmakta olan
bir kimseye, hayreti mucip bir haber verilse ve o da : «Sübhânallahi velhamdülıllahi
ve lâ ilahe il-lallahü' vellahü ekber.» dese, eğer bununla, haberi getirene
cevap vermeyi kasdetmemişse, namazı bozulmaz. Bu, herkese göre böyledir. Fakat
bununla haberi getirene cevap vermeyi kasdetmişse. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve
tnıâm Muhammed (R.A.) 'e göre, namazı bozulur. «Bu durumda namazı bozulmaz!
çünkü —söylediği
insan kelâmı
değildir.» diyenler de olmuştur, Nisab'da : «Fetvbuna göredir.» denilmiştir.
Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Namaz kılan bir kimse,
hilâli görse ve : «Rabbî ve Rabbü-keHâh» dese, İmâmı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, namazı bozulur.
Âlimlerimize göre,
hummadan veya benzeri bir hastalıktan Allah'a sığınmak maksadı ile namazda Kur'ân okuyan kimsenin namazı
bozulur. Zahîriyye'de de böyledir.
Namaz kılan hasta,
ayağa kalkarken veya eğilirken : «Bismillah» dese, kendisine isabet eden
meşakket, ağrı veya acıdan dolayı böyle demişse, namazı bozulmaz. Fetva da
bunun üzerinedir. Muzmarât'ta da böyledir.
Sadrü'ş - Şehîd'in
Câmiü's - Sağîri'nde : «Bir kimse, (innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn' u
cevap kasdı ile söylerse, herkesin yanında namazı bozulur.» denilmiştir.
Namaz kılan, kimse,
başkalarına cevap kasdı olmadan «Al-îahümme salli aiâ Muhammed» veya «Allahû
Ekber» dese, bil-ic-mâ' namazı bozulmaz. Fakat bunları, cevap kasdiyle söylemiş
olursa, bazıları : «Bu durumda, herkese göre bu kimsenin namazı bozulur.»
demişlerdir. Zahir olan kavil de budur.
Namaz kılan bir kimse,
birine cevap vermeyi kasdetme-<den, Peygamber Efendimiz üzerine salavât
getirmiş olsa, namazı bozulmaz. Fakat, Peygamber (SA.V.) Efendimiz'in -ismini
işitince cevap olarak selavat getirirse, namazı bozulur.
Bir kimse âyetini
okusa da, namaz kılan kimse, Peygamber (S.A.VJ Efendimiz'e se-lavât getirse, namazı
bozulmaz.
Keza, bir kimse
şeytandan bahsetse de, namaz kılan kimse : «Allah ona lanet etsin», dese,
namazı bozulmaz.
Bir kimse : «Yüksek
sesle fatiha okuyun, mühim, çok mühim şeyle,r içi'n.» dese, mesbûk da okusa,
namazı bozulur. Fetva da bu kavle göre verilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.
N;u~az ju-lan bir
inı'ns^, öh şairin kasth iîe okumuş
o'lsa, namazı yeleri, ş:;r okuyorum kasdı İta namaz:
Cinde de boy.i-..:nşa
- ; nu dili 'ie söyîem.:? bo?:uîrorîZ ?:vo'. îyünak -Mıısallfde de i--öyi3tîır.
Fetvalarda : rims'?,
nzr hu be v;tva bir ineseîe düş:- ruh olur,» deiîîimîştir ğirkde, r. si'cerevru:'
absniVolime ise, nam-ayA bomiuv, Fak;-1. iH;"jh değilse, a kimsenin rtamiA
Knr;iaVur. Serâhd'nfo Mubiyt'kıde böyi
Kcslii ılaiı bir kim^,
insanlarda-!hâl f= imhjolan bir şeyederek,-namaz içiucir- AÜaİ eâlâ'j-a dup
edrıre. namazı k gibi , gibi Allah'ım, filan .kariu;- r;zsk oîarak ban Buyur
AHahım- Buyur, buyur.,. Emrine amadeyim. Senin ortağın yoktur. Buyur... Hamd
ve ni'met ancak Senin içindir. Mülk de Senindir. Senin ortağın yoktur.) dese,
namazı bozulur. Hulâsa' da da böyledir,
Bir kimse, teşrıyk
günlerinde (Kurban bayramının arefe-sinden itibaren dört gün) namazın içinde,
«Allahu Ekber» demiş olsa, namazı bozulmaz. Fetâvâyl Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, namaz
içinde, isteyerek ezan okusa Ebû Hanî-fe'ye (R.A.> göre, namazı bozulur.
Muhıytte de böyledir.
Namaz kılan kimse,
ezanı işittiği zaman, müezzine cevap vermeyi isteyerek, onun söylediğini'
tekrarlarsa, namazı bozulur; bu niyyetle söylemezse, namazı bozulmaz. Müezzinin
söylediği ezan lafızlarını tekrarlarken, hiç bir niyyeti bulunmazsa, yine
bozulur. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Namazda şeytan vesvese
verse de, Gücü yetme, yalnız ve yalnız pek yüksek ve çok büyük olan Allah
iledir.) dese, eğer bunu âhiretle ilgili bir iş için yapmışsa namazı bozulmaz;
şayet dünya ile ilgili bir iş için yapmışsa, namazı bozulur. Tunurtâşî'de de
böyledir.
Bir kimse, namazın
sonunda, teşehhüdü unutarak selam verir
ve sonra da bunu hatırlar ve teşehhüd okumakla meşgul olur /fakat bunu
tamamlamadan selam verirse, îmâm Ebû Yûsuf (R.A.)-'a göre namazı bozulur. Çünkü
bu kimse, teşehhüde dönüşü sebebi ile, birinci oturuşu terketmiş olur ve bu
durumda teşehhüdü tamam lamadan önce selam verirse namazı bozulur. İmâm
Muhammed (R. A.) 'e göre ise, bu kimsenin namazı bozulmaz. Çünkü, kimsenin birinci
oturuşu, teşehhüde dönmesi üe tamamen terkedilmiş olmaz. Ancak, teşehhüdden
okuduğu miktarı terkedilmiş olur; veya; hiç terkedilmiş olmaz. Çünkü teşehhüdün
okunacağı yer, oturulan zamandır. Onun
terkine zaruret yoktur. Fetvada bunun üzerinedir.
Hakkında bir rivayet
bulunmayan şu mes'ele de, âlimlerin ihtilâf ettiği mes'eîelerdendir :
Bir kimse, namazda
Fatihayı ve zanım-ı sûreyi okumayı unuttuğu
zaman, bunu riikû'da hatirlasa ve onları okumak için ayağa kalksa ve sonra da
doğrulduğuna pişman olsa ve hemen akabin-'de secdeye varsa, rükû', tamamen veya
hiç terketmiş olmaz. Çünkü o, rükû'u kıraat için terk etmiştir. Kıraatte .
bulunmadığı vakit, snaki o kıraat yokmuş gibıi olur. Fetâvâyl Kâdîrhân'da da
böyledir.
Bir kimse, namaz
içinde inîese, âh dese veya ağlasa, ağ-İarken de sesini yükseltse ve bu sesden
harfler meydana gelse; eğer bu ağlama, cennet veya cehennemin anılmasından ve
onları hatırlamış olmasından dolayı olmuşsa, o kimsenin namazı tamamdır. Fakat
bu kimse, bir ağrıdan veya bir musibetten dolayı ağUf • mış olursa, namazı
bozulur. Âh-u enîni, günâhının çokluğundan dolayı ise, yine namazı bozulmaz.
Namaz kılan kimse,
sessizce ağlasa ve gözlerinden yaş aksa, namazı bozulmaz.
Enîn : Âh! Âh!.,
demektir. Teevvüh ise : Eyvah!... Eyvah-... demektir. Tatarhânİyye'de de
böyledir.
Bir kimse, namazda
«âh!., «âh!..» dese, bü-icmâ namazı bozulur. Fakat, bu «âh!» çekmesi
duyulmazsa, namazı bozulmaz. ancak mekruh olur. Çünkü bu, bir söz değildir. Muhıyt'te
de böy-Üedir.
Namaz kılan kimse, sec.de
yerinde bulunan toprağa üfürmüş oîsa, eğer üfürürken sesi duyulmaz ise, namazı
bozulmaz. (Nefes alıp verme gibi...) Fakat, bu durumda, kasden üfürmek mekruhtur.
Bu üfürme, hece
harfleri şeklinde duyulursa, bu hal konuşma mevkiinde olduğundan, üfüren
kimsenin namazı bozulur. Hulâsa' da da böyledir.
Namaz kılan kimse,
«hoo, veya hâst» diyerek yanına gelen hayvanları sürse veya «hoşt» diyerek
köpeği kovsa, namazı bozu-itur, fakat, hece harfleri olmayan bir sesle kovarsa,
namazı bozulmaz.
Keza, bir kimse, hece
harfleri ile kedi çağırsa, namazı bozulur. Hece harfleri olmayarak çağırırsa,
namazı bozulmaz. Keza, kediyi hece harfleri olan bir sesle kovarsa, yine
namazı bozulur. Ze-hıyre'de de böyledir.de
Namaz kıiu'i >,
Çünkü, oksi:ro.1ü.nce
Sahi iütidür.
Bâzı alimler Bakarak
okunan k, böyle okuyan kimsenin ntrnıszi
Bazıları ise
"Fâtihâ ımdeğilse bozulmaz.»' d'-;rrıîşierdir,, Vibym'de âr
N'tc.ii.-: kısan kin^ Maiü
bulunsa cia. o. ve bakan şah)s iç bir hrroin görijş ay-nîmi <.jiniac'on— o
khiîserün :
İs i U bina bakıp bir
şev.oti- de-liitrniştir. Tatarhâuîyi'O'dö
da namaz jalan o-
ve'anlar.a (R. A.}1a-göre, bov'e vaptijViseiiiı?." namazı bu görüşü kabvl
curuşievdir.
İmâm-Muhaımned ^RA.j'e
göre is; mi;-i0juif t^rm" lur. Sahih alan ise, bil-icma. bu kimsenin
naınazmin hnvsidir. Bu hususta okuduğunu
an lava- iîe anlamayan ar;'fark yoktur. TebySn'de de böyledir.
Namaz kılan kimi. e,
olsy. bü okuduğu şeyle,-
ma
kesir olur.
Tek ,iif YRpii.uA ;si-!'
ise, -iki elle yapılmış olsalar bile anıcl-i kailidir. Gömlek çıkamıa,
pantolonun-düğmelerini çöz-eik:. bahiri''. k;.'ar:;Ai, takkesini giyme veya onu
çıkarma gibi işler bu cıiiisiccîeiKİir.--
Mükerrer (=
tekrarlanmış) olmayan ve bir elle yapılma makamında olan işlerin hepsi, iki
elle yapılsa bilamel-i ka-lîl (= amel-i yesîr) sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
2) Amel-i
kesîr üe amel-i yesîr ( = amel-i kalîl) arasındaki fark, namaz kılanın re'yüıe
görüşüne) bırakılmıştır. Namaz kılan kimse, şayet yaptığı -işi çok görürse, o
iş, ameli kesirdir ve eğer yaptığı işi az görürse, o da amel-i kaîîldir. Bu
kavil, Ebû Ha-nîfe (R.A.) nin kavillerine çok yakındır.
3' Namaz
kılan kimseye, uzaktap. bakan birisi, onun yaptığı işleri görünce, onun namaz
kılmamakta olduğunda şüphe etmezse iş> amel-i kesirdir. (= çok işdir.) Ve bu
iş, namazı bozucudur. Fakat, eğer şüphe ederse, yani o kimsenin namazda olup
olmadığını farkedemezse, o iş, amel-i kalîl (= az iş, amel-i yesîr = kolay iş)
dir ve bu iş namazı bozmaz. Esahh olan da budur. Tebyîn'de de böyledir.,En
güzel olan kavil de budur. Serahsî'nin Muhıyt'inde böyledir. Âmmenin ihtiyarı
da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da ve Hu-İâsa'da de böyledir.
Namaz kılan kimse,
kılıcını kınına koysa veya onu kınından çıkarsa, namazı bozulmaz.
Keza, namaz kılan
kimse, peştemalınm eteğini omuzuna atsa veya bir eli ile taşıyabileceği bir
şeyi yüklense veya bir çocuğu sırtına alıp taşısâ veya elbisesini omuzuna alıp
taşısa namazı bozulmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, taşıması
zor oîan bir şeyi, namazda zoraki taşısa namazı bozulur. Zahîıiyye'de
de böyledir.
Namaz kılan bir kimse,
ister kasden olsun, ister unutarak olsun, bir şey yer veya içerse namazı
bozulur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Dişlerinin arasında,
yiyecek parçalan kalmış olan bir kimse, namaz esnasında bunları çiğnese ve
yutsa, eğer bunlar nohuttan küçükse, o kimsenin namazı bozulmaz; fakat mekruh
olur. Şayet bu şey, nohut kadar —veya ondan büyük ise bu kimsenin namazı
bozulur. Sİrâcül - Vehhâc'da da böyledir. Bu, Tebyîn'de, Ta-hâvî Şerhi'nde de
böyledir. Bekâlî de : «Bu esahhtır.» demiştir. Bürcendiy"de de böyledir,
Namaz kılan kimse,
dişlerinin arasındaki kanı yutsa, —bu kan tükrüğüne galebe etse bile, — namazı
bozulmaz. Shâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Nısab'da : «Bir kimse,
namaza başlamadan önce yiyip içse, sonra da namaz kılmaya başlasa; ağzında
yemek artıkları veya su artığı kalsa ve onları namazda yese ve içse, namazı
bozulmaz. Fetva da bunun üzerinedir.» denilmiştir.
Keza bir kimse dişleri
arasında kalmış olan şeyi, namaz esnasında yutsa, —eğer bu şey nohut kadarsa—
İmâm Ebû Hanîfe (R. A.) ve Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre, bu kimsenin namazı
bozulmaz. Mıızmai'ât'ta da böyledir.
Namaz kılan kimse,
dişlerinin arasından çıkan kanı yutsa, bu kan, ağız dolusu olmadıkça, namazı
bozulmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da ve Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, dışardan
susam alsa da, onu yutsa, namazı bozulur. Sahih oîan da budur.
Tatlı bir şey yiyen
bir kimse, sonra namaza durduğunda, ağzında kalmış olan tadı yutsa, namazı
bozulmaz.
Namaz kılan kimse,
ağzına fâniz (= bir nevî şeker, peynir sekeri, ham şeker) veya şeker alsa da
yutmasa, fakat tadı mîdesi-ıe inse, namazı bozulun Hulâsa'da da böyledir.
.Muhtar olan budur. Zahîriyye'de de böyledir.
Namazda sakız
çiğnemek, sakız çok olursa namazı bo-zar. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Namaz kılan kimse, çok
miktarda fevfele çiğnediği zaman, ondan bir şey kopup ayrılmasa bile o, amel-i
kesîr olduğu için, o kimsenin namazı bozulur.
Eğer ondan bir şey
kopup ayrılır ve boğazına girerse, az da olsa, yine o kimsenin namazı bozulur.
Fakat, o çiğnenmediği zaman, feükrüğünc girmekle, o kimsenin namazı bozulmaz.
Namaz esnasında ağzına
yağmur, dolu veya kar parçası düşen kimse, onu yutarsa, namazı bozulur.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Namaz kılan kimse,
lambanın fitilini kaldırmış olsa, namazı bozulmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.."
.kat., vürü,.;.
Bu 'iüüv:, kiMcy3 arkasını doudüâu zc-jn^ı,
naynazı bozu-
içinde, b.: miıâari
yuriir-
bir detada
af yürür, bivaz durur
ve son-
zi bozulmaz. Fetâvâyi
Kâdflıân'
Etleri k«ldınnak
namazı bozmaz.
Fakat, ayaklan
uzatarak hım an (= eşeği) sürmek namazı
bo-. zar. Bu iş, binili iken bir ayakla yapılırsa, namazı bozmaz. Huîâsa'
ds da böyledir.
ivuutda iken, havyarı
c-rindnüı olarak hır ayağı syllamak bu
di inimde iki ayağım sal-mayapruak, iki elle pnyakmak gibidir. Ba';fi
bozulmaz.» dtayguiî: Olan da budur.
Namazda İken, göğsünü
kıbleden çeviren kimsenin namazı bozulur. Fakat, kıbleden göğsünü değil de,
yüzünü çevirmiş olan kimsenin-namazı bozulmaz. Zahidî'de de böyledir. Bu, bir
an dönüldüğü zasmndn*.
Namazda İken, hayvana
binmek, namazı bozar. Çünkü bu, ancak iki elle yapılır. Fakat, namazda iken,
hayvandan inen kimsenin namazı bozulmaz. Fetâvâyi Kâdflıân'da da böyledir.
Bir kimse, namaz kılan
bir şahsı, yerinden kaldırıp sonra tekrar yerine koyduğunda, eğer, yönünü
kıbleden döndürmemiç-se, o şahsın namazı bozulmaz. Fakat, o şahsı yerinden
alır, hayvan üzerine korsa, namazı bozulur. SirâcüH - Vehhâc'da da böyledir.
Namaz kılan kimse,
özürsüz olarak, imâmın önüne geçmiş olursa, namazı bozulur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Fadlî'nin Fetâvâsi'nda
: «Sahrada namaz kılan kimse, secde
yeri kadar (ayağı ile secde ettiği yerin mesafesi kadar) geri-, lerse namazı
bozulmaz. Bu durumda, secde miktanna, arkasında, sağında ve solunda bulunan
yerlere i'tibâr olunur. Kıble tarafında olduğu gibi, diğer taraflarda da bu
kadar mesafe mescid hükmündedir. Namaz kılan kimse, işte bu kadar yerlerden
çıkmaz ise, o kimse mescidden çıkmamış demektir. Bu hususta çizgiye itibar edilmez. Hatta bir
kimse, etrafına çizgi çekmiş olsa ve o çizgiden çıkmasa, fakat bizim dediğimiz
kadar olan mesafeden ayrılmış olsa, o kimsenin namazı bozulur.» denilmiştir.
Muhıyt'te de böyledir.
Safta açık bir yer
olsa, namaz kılan kimse hemen oraya girer Yanında namaz kılan kimse, yerini
genişletene kadar ilerlerse, namazı bozulur. Hizânetü'l - Fetâvâ'da da
böyledir.
Bir kimse, evinde
akşam namazı kılarken, başka biri gelip ona uysa; imâm, unutarak, üçüncü
rek'atte oturmadan, dördüncü rek'ate kalksa, muktedî de ona uysa, bu durumda,
her ikisinin de namazları bozulur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Namaz içinde akrep ve
yılan öldürmek, namazı bozmaz. Bir vurmakla bir kaç defa vurmak arasında bir
fark yoktur. Ez-her ( = en açık) olan kavil de budur.
Nevâzil'de : «Bu hâl,
muktedî için olursa, ayakkabısını alır ve ona doğru yürür, İmâmdan ileri geçmiş
olsa bile, namazı bozulmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bu meslede, yılanların
her çeşidi müsavidir. Sahih olan da budur.» denilmiştir. Hidâye'de de böyledir.
Namaz içinde, akrebin
ve yılanın Öldürülmesinin, namazı bozmaması, onların, namaz kılanın Önünden
geçmesi ve kendisine eziyet etmelerinden korkması halindedir. Fakat, böyle bir
korku yoksa, —namaz içinde— onları öldürmek mekruh olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, namaz
içinde, üç taşı arka arkaya atarsa veya üç biti arka arkaya öldürürse veya üç
kılı arka arkaya koparırsa veya sürme çekerse, namazı bozudur, Zahîriyye'de de
böyledir.
Huccet'de :
«Âlimlerden bazıları : Namaz kılan kimse, taşı, kolunu açıp uzatarak; gücünün
yettiği kadar havaya doğru atarsa, tek bir taş atmış olsa bile namazı
bozulur.» demişlerdir, denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Hasen'in : «Hayvan
üzerinde namaz kılan kimse, hayvan yürüsün diye ona vurursa, namazı bozulur.»
dediği nakledilmiştir.
Bazıları da : «Bir
defa veya iki defa vurursa, namazı bozulmaz; faJcat üç defayı bir rek'atte
vurursa, namazı bozulur.» demişlerdir. Burada, vurmaktan murad, arka arkaya
vurmaktır. Muhıyt'te de böyledir.
Namaz kılan kimse, başka
bir şahsa, bir eliyle veya kamçı ile vurursa namazı bozulur. Münyetü'I -
MusafiTde de böyledir.
Namaz kılan kimse, bir
kuşa taş atsa, namazı bozulmaz, fakat mekruh olur. Hulâsa'da da böyledir.
Namaz' kılan kimse,
geniş olan mestini ayağından çıkarmış o.Isa, namazı bozulmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Namaz kılan kimse, üç
kelime kadar yazı yazarsa, namazı bozulur. Fakat, daha az yazarsa, namazı
bozulmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Namaz kılan kimse,
havaya veya elbisesine bir şey yazsa fakat ondan bir şey anlaşılmasa bu yazı
çok bile olsa, yazan kimsenin namazı bozulmaz. Sirâcü'I - Vehhâc'da da
böyledir.
Namaz kılan bir kimse,
açık bir kapıyı kapamış olsa, namazı bozulmaz. Fakat, bu kimse, kapalı bir
kapıyı açarsa, namazı bozulur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Sabî çocuk, namaz
kılan kadının memesini emer ve me-, meden de süt çıkarsa, kadının namazı
bozulur; süt çıkmazsa, kadının namazı bozulmaz Çünkü, süt çıktığı zaman, kadın
süt emzir-miş hükmünde olur; süt çıkmazsa, bu hükümde olmaz. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Çocuk, namaz kılan
kadını üç defa emerse, süt çıkmasa bile, kadının namazı bozulur. Hulâsa'da da
böyledir,
Namaz kılmakta olan
bir kadının iki uyluğu arasına kocası cima' eylese, yaşlık gelmese bile,
kadının namazı bozulur.
Namaz kılan kadını,
kocası şehvetle veya sehvetsiz olarak öpmüş olsa; veya kadım şehvetle tutsa,
yine kadının namazı bozulur.
Fakat bir kadın, namaz
kılan erkeği öpmüş olsa ve bu durumda erkekte iştah olmasa, erkeğin namazı
bozulmaz,
Namaz kılaiı bir erkek,
talâk-ı ric'i ile boşamış bulunduğu karısının fercine şehvetle baksa, kadına
müracaat etmiş olur, fakat namazı bozulmaz, Muhtar olan da budur. Hulâsa'da da
böyledir.
Bir kimse, namazda,
eline şişeyi alıp başını veya sakalını yağlasa veya başına gül suyu dökse, bu
kimsenin namazı bozulur. Fakat, elindeki yağı, başına ve sakalına sürerse, bu
durumda namazı bozulmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, namaz
esnasında sakalını tararsa, namazı bozulur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Namaz kılan kimse, bir
rükünde üç defa bir yerini kaşırsa, namazı bozulur. Bu hüküm, her defasında
elini kaldırdığı zamandır. Fakat, her defada elini kaldırmasada, elini bir
defa kaldırınca, tekrar tekrar kaşırsa, namazı bozulmaz. Hulâsa'da da böyledir..
Namaz kılan kimsenin,
önünden geçilse, namazı bozulmaz, fakat, önünden geçen kimse günahkâr olur.
Geçilmesi mekruh olan
yer hakkındaki kavillerin en sahih olanı, kişinin namaz kıldığı yerde
ayağından itibaren, secde ettiği yere kadar olan mesafedir. Tebiyn'de de
böyledir.
Âlimlerimiz: «Bir
kimse, namaz kıldığı zaman, secde yerin kadar o!an mesafenin Önünden geçeni
görmezse, bu geçiş mekruh olmat.» demişlerdir. Sahih olan da budur. Hulâsa'da
da böyledir. Esahh olan da budur. Bedâi'de de böyledir. Ve dokuya en yakın
olan da budur. Bu, sahraya ait bir hükümdür.
Bir kimse, mescidde
namaz kıldığında, önünden geçen şahısla kendi arasında, insan gibi bir hâil
duvar direk gibi bir mani bulunuşa, Önünden geçÜirniş olmasında; bir kerahat
yoktur.
Fakat, arada bir. hail
olmaz ve mescid de küçük olursa, nereden geçerse geçsin mekruhtur. Bu hususta,
büyük mescid sahra gibidir. Kâfi'de de böyledir.
Namaz kdan kimsenin
önünden, aynı hızda iki kişi geçmiş olsa, kerahat, namaz kılana yakın
olanadır. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Namaz kılan bir
kimsenin Önünden geçme mecburiyetinde olan bir binicinin,.günahkar olmamasının
çaresi şudur: O -binici, hayvanın Öbür tarafına geçerek, hayvanını sütre yapar.
Nihâye'de . de böyledir.
Namaz kılan kimsenin
Önünden, iki kişi geçecek olsa, onlardan biri, namaz kılanın önünde durur,
öteki geçer. Sonra da diğeri aynı şeyi yapar. Böylece, ikisi de geçmiş olur.
Guırye'de de
böyledir.
Sahrada namaz kılan
kimsenin, önüne bir arşından uzun, parmak kalınlığında bir sütre dikmesi uygun
olur. Sütreyi, secde edeceği yerin az ilerisine ve sağ kaşının hizasına diker;
sol. kaşının hizasına da dikebilir. Fakat, sağ kaşının hizasına dikmesi daha
efdaldır. Tebiyin'de de böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
önüne, ağaç bir sütre koymasında bir sakınca olursa, o zaman bunu koymaz. Kâfi
de de böyledir. Bir topluluk bu kavli sahih görmüştür. Hulâsa'da da: «Bu
esahhtır.» denilmiştir. Gımye'de de: «Muhtar olan budur.» -denilmiştir.
Namaz kılan kimse,
önüne sütre koyacaksa, onu uzunlamasına koyar, enine koymaz. Tebylin'de de
böyledir.
Bir kimse,
yanında," böyle sütre olacak bir ağacı olmadığı veya dikecek başka bir şey
bulamadığı veya Önüne koyacak. bir şey olmadığı zaman, önüne bir çizgi çizer
mi, çizmez mi?... Bu hususta, âlimlerimizin bir kısmı:: «Çizmez.» demişlerdir. Bu kavil, İmâm Muhammed (RA)'den rivayet edilmiştir. Bazı âlimlerimiz
de: «Çizilir.» demişlerdir. Bu kavil de,
îmâm Muhammed CRJU'-
dejı rivayet
edilmiştir.
Sütre yerine çizgi
çekilir diyenler, çizginin nasıl olabileceğinde de görüş ayrılığına
düşmüşlerdir.. Bazıları: «Uzunlamasına çizilir,» demişler; bazıları da: «Mihrab
gibi çizilir.» demişlerdir. Muhıyt'-te de böyledir.
Namaz kılman yer, yola
karşı değil ve gelip geçme korkusu yoksa, sütreyi yapmayıp, terk etmede bir
beis yoktur. Tebyin'-de de böyledir.
î-mâmın sütresi, cemaat için ide sütre olarak
kâfidir.
Namaz kulan kimse —
eğer önünde sütre yoksa — önünden geçecek olanı, işaretle veya «sübhânellah»
diyerek uyarır. Bu h&k erkeklere aittir. Kadınlar ise, el vururlar. El
vurmanın şekli: Sağ el ile sol el üzerine vurmaktır. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir.
Bu durumda, işaretüe
teşbihi bir arada cem etmek, (yani hem işaret etmek hem de «sübhanellah»
demek) mekruhtur. İşaret kaşla, gözle veya başka uzuvlarla yapılır. KAfi'de de
böyledir.
Namazda, rükû' ye
secdeleri uzatmak, zahirü'r - rivâyeye göre, namazı bozmaz.
Keza, namazda, fazla
secde rükû' yapmak da namazı bozmaz.
Fakat, bir kimse,
namaz bitmeden tam bir rek'at fazla kılarsa, namazı bozulur.
îmâm, fazla olarak
rükû'u ve secdedintn de birini yapsa ve celse (—oturma) için başını kaldırdığı
zaman biri gelip, bu imâma uysa da rükû ve iki secde yapsa, imâmın namazı,
fazla rek'at kıldığı için bozulur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, öğle
namazını kılarken, tekbir alsa da ikindi veya nafileye niyyet etse, namazı
bozulur. Çünkü, bir kimsenin, içinde bulunduğu namazdan başka bir namaza niyyet
etse, nafile olur; ikindiye niyyet etse ikindi olur.
Bir kimse; tertib
sahibi veya kazasının çokluğu sebebi iSe sa-hib-i tertiblikten düşmüş veya
vakit dar ise, zaruretten dolayı kıldığı namazdan çıkar.
Keza, bir kimse,
nafile kılarken, tekbîr alıp farz kılar. Veya cum'a kılarken tekbir alır,
öğleyi kılar veya zikrettiğimiz yerlerde bunların tersini yaparak, içinde
bulunduğu namazdan çıkar Teb-yln'de de böyledir.
Bir kimse, öğle
namazından bir rek'atı kılmış olsa da, aynı namaza yeniden başlamak niyyeti
ile tekbir alsa, kıldığı bir rek-'at. bozulmaz; yani o kimse, o bir rek'ati
kılmış sayılır. Hatta, kalan rek'atleri kılarken, kılmış bulunduğu o rek'at itibariyle,
son oturuşa oturmamış olsa, namazı bozulur. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir.
Bu hüküm, niyyeti,
kalbi ile yaptığı zaman geçerlidir. Yoksa, dili ile: «Niyyet ettim Öğle'namazım
kılmaya derse, kılmış bulunduğa, o ilk rek'at, batıl olur. Kâfi'de de böyledir.
Bir kimse yalnız
başına namaz kılarken, birisi gelip ona uysa, o da uyan kimseden dolayı İkinci
bir tekbir alsa, bin kimse, birinci tekbiri üzeredir. Yani, o ana kadar kıldığı
namaz, namaz oflarak sayılır. Ve imâm olan kimse, buna göre hareket eder:
Sonradan uyan,
kadınsa, imâmın önce kılmış bulunduğu Jo» sim sayılmaz. Nihâye*de de böyledir.
Bir kimse öğJe
namazına başlamış olsa da, sonradan imâma uymak niyyeti ile tekbir alsa, Önce
kılmış olduğu kısım batıl olur.
Şayet, bir kimse>
öğle namazım evde kılsa da, sonra cemaatle — aynı namazı yeniden — kılsa, Önce
kılmış olduğu namaz batıl olmaz Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, öğle
namazını dört rek'at kılsa, selam verince, unutarak bir secdeyi yapmadığım
hatırlasa, sonra da kalkıp yeni baştan dört rek'at daha kılsa ve salam verse, —
bu — namazı bozulur. Çünkü, ikinci defa öğleye niyyet faydasıdır; boştur. Bu
durumda, bir rek'at kıldığı zaman, farz namaza, farz namaz bitmeden Önce,
nafileyi katmış olur. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir.
Bir kimse, akşam
namazından iki rek'at kıldıktan sonra, teşehhüd miktarı otursa ve namaz bitti
sanarak selam verse, sonra kalkıp tekbir alarak akşam namazının sünnetine
niyyet etse, sünnet için secde etsin veya etmesin, akşam namazı bozulmuş olur.
Çünkü, farz tamam olmadan, farzdan nafileye dönüş mümkün olur. Fakat, selam
verdiği zaman, akşam namazını tamamlamadığını hatırlar ve bu durumda da
namazının da bozulduğunu sanırsa, artık kalkıp, ikinci defa, akşam namazı
niyyeti ile üç rek'at kılar.
Bir kimse, akşam
namazına başlar, bir rek'at kılar ve iftitâh tekbirini almadığını zannederek
tekbir alır ve üç rek'at kılarsa, namazı caiz olur.
Şayet, iki rek'at
kılar ve iftitâh tekbirini almadığını sanarak tekbir alır ve üç rek'at kılarsa,
caiz olmaz.,
Rezzîn isimli kitabta:
«Bu kaide, o kimsenin tekbir alıp bir rek'at kıldıktan sonra oturmaması halinde
böyledir. Çünkü, o. ka'de-i ahîreyi terketmiş olmakta ve farz tamam olmadan
nafileye dönmüş bulunmaktadır.» denilmiştir. Huîâsa'da da böyledir. [49]
Namaz kılan kimsenin,
elbisesi sakalı ve bedeni ile oynaması veya secdeye giderken, elbisesini
korumak maksadı ile Önden veya arkadan çekip kaldırması mekruhtur. Mi'râcü'd -
Dirâ-ye'de de böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
rüku'a varınca, sırtına yapışmaması için, elbisesini sarkıtmasında bir beis
yoktur.
Namaz kılan kimsenin,
namaz bittikten sonra, altındaki toprakları veya otları silmesinde bir beis
yoktur.
Namaz esnasında
kendisini meşgul edip, — namazına — zarar verme ihtimali olunca, secde edeceği
yeri, namazdan Önce silmesinde de bir beis yoktur. Zararı yoksa, namazın
ortasında bunları silmek mekruhtur. Teşehhüdden ve selamdan önce silmek ise,
mekruh değildir. Fetâvâyî Kâdihân'da da böyledir. Ancak, bu durumda, silmeyi
terketmek daha efladır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
alnının terini silmesinde bir beis yoktur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir,
Namaz kılan kimsenin,
kendisine fayda veren bir ameli işlemesinde bii- sakınca yoktur. Peygamber
(SA.VJ Efendimiz, namaz esnasında, alnındaki teri silerdi; secdeden
doğrulurken de elbisesini, sağma soluna silker, sarkıtırdı.
Namaz kılan kimsenin,
kendisine faydalı olmayan bir şeyi yapması ise mekruhtur. Sahih olan da budur.
Hulâsa'da ve NShâye'de de böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
burnundan akan şeyi silmesi, onu yere damlatmaktan daha evladır. Gunye'de de
böyledir,
Namaz kılan kimsenin, okuduğu
âyetleri ve teşbihleri parmaklan ile sayması mekruhtur. Bu, İmâm Ebû Yûsuf a
göredir. İmâm Muhammed'e göre ise, bu şekilde
saymak mekruh değildir. Bu konudaki
ihtilaf farz namazlardadır. Nafile namazlarda ise, bu şekilde sayarak bil-icmâ' caizdir. «Bu hususta, nafilelerde
de ihtilaf vardır.» denilmiştir. Farzlarda ise bu şekilde saymak bil-İcmâ caiz almaz. Fakat, bu hususta
hepsinde de — yani' farzlarda da nâfileüer de de ihtilaf vardır; zahir olan budur. Teb-yîn'de
de böyledir.
Âlimlerimiz : «Eğer
namaz kılan kimse, sayma ihtiyacı hissederse, sözle söyliyerek değilde, işaret
ederek sayar. Zaruret var ise, söyliyerek de sayabilir.» demişlerdir. Nîhâye'de
de böyledir. «Parmakların ueu ile saymak mekruh olmaz.» da demişlerdir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Namaz dışında
teşbihleri saymak konusunda da ihtilaf vardır. Müstesfâ'da : «Namaz haricinde,
teşbihleri saymak mekruh değildir. Sahih olan budur.» denilmiştir. Tebyiiı'de
de böyledir.
Sureleri saymak,
—namaz amelinden olmadığı için— mekruhtur. Hîdâye'de de böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
secde yerinde bulunan çakılları döndürüp düzeltmesi mekruhtur. Ancak, bu
çakılların üzerine secde etme imkânı yoksa, onlan.bir defada veya iki defada
düzeltmek mekruh olmaz. Zâhirür - rivâyede ise : «Bir defada düzeltilir»
denilmiştir. Münye'de de böyledir. Fakat, onu düzeltmemek, daha sevilen bir
haldir. Hulâsa'da da böyledir.
Namazda, parmaklan
birbirine geçirmek ve çıtlatmak da mekrûhdur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Parmaklan çıüatmak,
insanların çoğuna göre, namaz haricinde de mekruhtur. Zâhîdî'de de böyledir.
Çözülmesin diye, saçın
tamamını toplayıp, bir şeyle başın üzerine bağlamakda mekruhtur. Tefeyîn'de de
böyledir.
Âlimler, saçın
bağlanış şekli pususunda ihtilafa düştüler; bazıları : «Saçı, başın ortasında
toplayıp, sonra bağlamak.», bazıları da : «Saçı, kadmlann yaptığı gibi, başın
iki tarafına toplamak.», bazıları ise : «Saçı toplayıp, başm arka tarafına,
iple veya kordela gibi bir bez parçası ile yapıştırır gibi bağlamak...»
demişlerdir. Fakat hangi şekilde olursa olsun, erkeklerin saçlanm bağlamaları mekruhtur. Gâyetü'I -
Beyân'dan naklen Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Namazda elini böğrüne
koymak da mekruhtur. Fetâvây! Kâdîhân'da da böyledir.
Namaz dışında da böyle
elini böğrüne koymak mekruhtur. ZAhUlİ'de de böyledir.
Namazda, baş kıbleden
dönecek şekilde, sağa sola dönmek, sallanmak mekruhtur. Fakat, başı
çevirmeksizin göz ucuyla bakmakta bir beis yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Namazda, bakışlarını
semaya dikmek mekruhtur. Tebyîn'-de de böyledir.
Teşehhüdde veya iki
secde arasında, kalçalarını yere koyup oturmak mekruhtur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir. Keza, bu durumda, kalçaları yere koyup dizleri dikmek de
mekruhtur. Sahih olan da budur. Hidâye'de de böyledir, Esahh olan da-budur.
Kâfö'de ve Mebsût'dan naklen Nihâye'de de böyledir.
Buradaki mekruh olan
oturuş şekli : «Ayak parmaklarının ucuna oturmak...», «ökçelerin üzerine oturmak...», dizleri
göksüne. toplayarak oturmak...», «elleri yere dayıyarak oturmak...'»,
«köpek oturuşuna benzer bir şekilde oturmak...» gibi oturuş şekilleridir. Ve
bunların hepsi de mekruhtur. Zâhidî'de de böyledir.
Namazda, el ile selam
almak mekruhtur.
Namazda, özürsüz
olarak, bağdaş kurup oturmak da mekruhtur. Tebyîn'de de böyledir.
Namazda, secde
ederken, kolları yere sermek; rükû'a eğilirken ve rükû'dan doğrulurkeh
ellerini kaldırmak; elbisesinin bir ucunu, başına veya omuzuna atıp, diğer
tarafını salıvermek de, mekruhtur. Münye'de de böyledir.
Namaz içinde,
kollarını giymeden, elbiseyi omuzuna atmak mekruhtur, Tebyîn'de de böyledir. Bu
durumda, elbisenin altında gömlek bulunması ile bulunmaması müsavidir.
Nihâye'de de böyledir.
Hulâsa ve Nisâb'da :
«Namaz kılan kimse, elbiseyi, yırtık veya sökük yerinden giyse ve ellerini yakasına sokmasa, bu durumun, mekruh olup
olmadığı hususunda, müteahhirûn ihtilaf etmişlerdir. Muhtar olan kavil ise, bu
durumun mekruh olmamasıdır.» denilmiştir. Muzmarât'ta da böyledir.
«Kaftan içinde namaz
kılacak olan kimsenin, ellerini kaftanın yakasına girdirmesi ve düşmesin diye
kaftanı bir kuşakla bağlaması uygun olur.» demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Namaz haricinde,
elbiseyi omuza atmak hususunda., âlimler ihtilafa düşmüzlerdir. D&râye'de
de bu gibi ihtilaflar zikredilmiştir. Kunye'nin Kerâhat Babi'nda da bunun
mekruh olmadığı tashih edilmiştir. BahrttV - Râık'ta da böyledir.
Başına giyecek bir şey
bulduğu zaman, bir kimsenin, erinip veya tenbelEk edip, bunu giymeden, başı
açık namaz kılması mekruhtur. Fakat bunu, gönül alçaklığından veya huşu'dan
dolayı yaparsa mekruh olmaz. Aksine bu, daha güzeldir. Zehıyre'de de böyledir.
Yanında, gömleği
bulunduğu hal!de, bir kimsenin, sadece don ile namaz kılması mekruhtur.
Hulâsa'da da böyledir.
Fetâvâyi İtabiyye'de :
«Bornos (denilen uzun bir elbise) ile namaz kılmak mekruhtur. Bunun, harbte
giyilmesinde kerahet yoktur.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de ide böyledir.
Bîr kimsenin,
elbisesinin, kollarını dirseklerine kadar sıvayıp, kollan açık namaz kılması
mekruhtur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Namazda sama
mekruhtur. Sama : Vücudu, baştan ayağa kadar,elleri bile bir taraftan
çıkaramıyacak şekilde bütünü ile bir giyeceğe sarmak demektir. Tebyîn'de de
böyledir.
Bir kimsenn, namazı
-sağ omuzunu açık bırakıp bir ucunu, sağ
koltuğun altından, sol omuzunun üzerine atarak, giymş bulunduğu bir elbise ile
kılması da mekruhtur. Fetâvâyi KâdShta'-
da da böyledir.
Namazda, i'ticâr da
mekruhtur. İ'ticâr : Sarığı, başın etrafına sarıp, başın ortasını açık
bırakmaktır. Tebyîn'de de böyledir.
İmâm Velyâlîcî : «Bu
hâl, namaz içinde olduğu gibi namaz dışında da mekruhtur.» demiştir. Bahrü'r -
Râık'ta da böyledir.
Yenisi ve güzeli
varken eski ve kötü elbise ile namaz kılmak
mekruhtur. Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Namazda, telessüm de
mekruhtur. Telessüm : Namaz içinde ağzı ve burnu kapatmaktır.
Namazda, esnemek
mekruhtur. Bir kimseye esneme hali galebe ederse, namaz kılan kimse, gücünün
yettiği kadar yutmaya ve onu defetmeye çalışır. Fakat, esneme hali, daha fazla
galebe ederse, namaz kılan kimse, elini veya yenini, ağzının üzerine kor.
Tebyîn'dede böyledir. Esnerken ağzını kapatmamak mekruhtur. Hızânetül-Fıkh'da
da böyledir. Namaz kılan kimse, esnediği zaman, ağzına elinin dışını kor.
Muhtârütü'l - Nevâzil'den naklen Bahrü'r - Râık'ta ida böyledir.
Bir kimse, namazda
iken esnediği vakit, kıyamda sağ eliyle, onun dışında ise, sol elinin içi ile
ağzım kapatır. Zâhidİ'de de böyledir.
Namazda, gözleri
yummak mekruhtur.
Büyük veya küçük
abdest darlığı var iken, namaza girmek mekruhtur. Bu durum, namaz kılan
kimseyi fazlaca rahatsız ederse, o kimse namazı keser. Yellenmekle ilgili hüküm
de böyledir. Bîr kimsenin, bu durumlarda da namaz kılması caiz olur; fakat bu
günahtır. Şayet, vakit dar olur da, âbdest almakla meşgul olmak, namaz
vaktinin geçmesine sebep olacak bulunursa, o kimse, namazım bu halde kılar.
Çünkü, kerâha'tüe kılmak, kaza etmekten evlâdır.
Namaz esnasında, bir
kimsenin, kendisini yelpaze ile veya elbisesinin yakası bir şeyle serinletmesi
mekruhtur. —Çok olmaması halinde böyle yapmakla namaz bozulmaz. Tebyîn'de de
böyledir.
Kasiden yapılmaları
halinde namaz içinde Öksürmek ve boğaz temizlemek mekrûtur. Fakat, bunlar,
—gayrete rağmen de-fedilemedikleri takdirde mekruh olmaz. Zâhddî'de de
böyledir.
Namazda tükürmek
mekruhtur.
Keza, rükû'dave
secdelerde tumânîneti terk etmek de mekruhtur. Tumânînet : Namaz kılan
kimsenin, belini tam doğrultması ve azalarının sakin olması demektir. Muhıyt'te
de böyledir.
= Keza, kavme'yi terk
etmek de mekruhtur. Kavme : îki secde arasında, azalar sakin olacak şekilde
oturmaktır. îbni Emîrül -Hâcc'ın Münyetü'l - Musallî Şerhi'nde de böyledir.
Münferîd'in (= yalnız
basma namaz kılan kimsenin)), cemaatin saflarının arasında,onların oturma ve
kalkmalarına muhalif bir şekilde namaza durması mekruhtur.
Keza, muktedînin (=
imâma uyarak namaz kılmakta olan kimsenin) , tek başına, arkada namaz kılması
da mekruhtur. Muham-med bin Sücâ ve.Hasan bin Ziyâd'm Ebû Hanife (R.A.)'den
rivayet ettiklerine göre : Şayet, saf arasında boş yer yoksa, muktedînin bu
şekilde namaz kılması mekruh olmaz. Fakat, bu durumda, muktedînin saftan
birisini kendi yanma çekip, onunla birlikte idurması daha güzeldir. Muhıyt'te
de böyledir.
Muktedînin, bu
durumda, çekeceği şahsın âlim olması uygun olur. Tâ ki, durumu anlasın ve
namazı fasada vermesin. Hızâ-netü'l Fetâvâ'da da böyledir.
Hâvi'de : «Bir
kimsenin, arka tarafında mezar olduğu halde namaz kılması mekruh değildir.
Çünkü bu durumda, namaz kılan kimse ile kabir arasında bir miktar mesafe
vardır. Fakat, bu durumda namazın mekruh olmaması için, şayet, mezardaki namaz
kılmakta olsa idi, namaz kılan kimse üe mezardakânin arasından, geçilebilecek
bir yerin oltmâsı gerekirdi.)) denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimsenin, önünde,
başı üzerinde, sağında, solunda veya elbisesinde resim varken namaz kılması,
mekruhtur.
Üzerinde namaz kılınan
yaygıda resim bulunması halinde, iki rivayet vardır; sahih oian, suret üzerine
secde edilmedikçe bunun mekruh olmamasıdır. Bu, resimlerin, bakan kimsenin
zahmetsiz olarak görebileceği kadar büyük olması halindedir. FetâvâyÜ Kâdîhân'
da da böyledir.
Resim, bakan kimsenin
dikkatle bakmayınca ve düşünmeyince göremiyeceği kadar küçük olursa,
namaz mekruh olmaz.
Resmin başı kesilmiş
olursa, onda bir beis yoktur. Başın kesilmesi, o başın üzerinin iplikle
Örülerek başın görülmez olması ile olur. Böylece, baştan bir eser kalmamış
olur. Şayet sadece baş ile beden arası, bir iplikle dikilip örülürse, buna itibar edilmez. Çünkü, kuşlardan boynu böyle
süslü olanlar vardır.
Mekruh olma bakımından
en şiddetli hâl, resmin ön tarafta olmasıdır; sonra başın üzerinde, sonra
sağda, sonra solda ve sonra da arkada olmasıdır. Kâfi'de de böyledir.
Tehzîb'de : «Resim,
idayalı bir yastıkta bulunsa da o yastık, namaz kılan kimsenin önünde olsa, o
kimsenin namazı mekruh olur. Ancak, yastık yere atılmışsa, namaz mekruh olmaz.»
denilmiştir. Tatarhântyye'de de böyledir.
Canlı olmayanların
resimleri mekruh değildir. Nihâye'de de böyledir.
Farz namazlarda, bir
rek'atte, bir sûreyi tekrar okumak mekruhtur. Nafile namazlarda ise, böyle
yapmak mekruh değildir. Fetâvâyi Kâdâhân'da da böyledir.
Bir kimsenin,, yalnız
başına nafile bir namaz kılarken, bir âyeti tekrar tekrar okuması mekruh olmaz.
Fakat, farz namaz kılan kimsenin, ihtiyarî olarak bir âyeti tekrar tekrar okuması mekruhtur.
Özür veya unutmak sebebi ile, bir âyetin farz namazlarda da tekrar edilmesinde
bir beis yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Cum'a namazında,
içinde secde bulunan bir sûreyi okumak veya secde âyetinin okunulmasından
korkulan herhangi bir namazda, yine içinde secde âyeti bulunan bir sûreyi
okumak mekruhtur. Hulâsa'd a da böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
secdeye giderken, ellerini, dizlerinden önce yere koyması, secdeden kalkarken
de dizlerini, ellerinden önce kaldırması mekruhtur. Özür müstesnadır. Mümye'de
de böyledir.
Muktedî'nin, imâmdan
önce rükû' ve secde yapması ve başını imâmdan önce kaldırması mekruhtur. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
Açıktan besmele
çekmesi ve açıktan âmin demesi;
Kıraati rükû'da
.tamamlaması;
Zikirlerin, intikâlin
tamamlanmasından sonra olması;
Farz kılarken, özürsüz
olarak asaya (= bastona) dayanması; mekruhtur. Nafile namazlarda, bu şekilde
dayanmak mekruh olmaz. Zâhidi'de de
böyledir.
Sırtında sabi bir
çocukla namaz kılmak caizdir, fakat mekruhtur. Şayet, çocuğu koruyacak kimse
olmaz ve çocukda ağlasa, bu durumda mekruh olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Namazda, gömlek veya
takke çıkarmak veya bunları giymek, mestleri çıkarmak —amel-i yesîr ile olsa
bile— mekruhtur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin, namazda
sangını başından alıp yere koyması veya yerden kaldırıp başına koyması; namazı
bozmaz, fakat bunlar mekruhtur. Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimsenin, sangının
büklümü üzerine secde etmesi mekruhtur. Zehıyre'de de böyledir.
Bü halin mekruh
olması, hacminin, o kimsenin secdesine mani' olmaması, şartına bağlıdır. Eğer,
secdeye mani' oluyorsa, namaz asla caiz
olmaz. Bürcendîye'de de böyledir.
Bir kimsenin, yüzüne
toprak değmesin diye, yenini serip üzerine secde etmesi mekruhtur. Fakat bunu,
sangına ve elbisesine toprak değmesin diye yapmışsa, mekruh olmaz. Bahrü'r -
Râık'ta da böyledir.
Yer (toprak) üzerinde
namaz kılan bir kimse, sıcaklık dokunmasın diye serdiği bir bezin, üzerine
secde ederse, bu mekruh olmaz. Zahîrıyye'de de böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
secdede, ayaklanni örtmesi mekruhtur. Hulâsa'da da böyledir.
Yalnız başına nafile
namaz kılmakta olan bir kimsenin, rahmet âyeti okunduğu zaman rahmet
dilemesinde veya azâb âyeti okununca bundan Allah'a-— sığınmasında ve
istiğfarda bulunmasında bir beis yoktur. Farz namaz kılmakta olan bir kimsenin,
bunları yapması ise, mekruhtur. Fakat, imâmın, farz olsun, nafile oîsun, hiç
bir namazda böyle yapması doğru olmaz. Münye' de de böyledir.
Nanıaz kılan kimsenin,
bir sağına bir soluna meyletmesi (.= eğilmesi) mekruhtur. Zehıyre'de de
böyledir.
Namazda, özürsüz olarak ayaklar arasında terâvuh mekruhtur. Terâvuh :
Ayağın biri üzerine, biraz çöküp dayanmak; biraz da diğerine çöküp dayanmaktır.
~
Keza, tek ayağın
üzerine dayanarak namaz kılmak da mekruhtur. Zahîriyye'de de böyledir.
Namaz esnasında
kalkarken, ayağın birini ileri atmak mekruhtur. Tebyîn'de de böyledir.^
Namaz kılan kimsenin,
koku veya reyhan koklaması mekruhtur. Zehıyre'de de böyledir.
Namaz kılan bir
kimsenin, el ve ayak parmaklarını, secde esnasında ve diğer hallerde, kıble
istikametinden başka [tarafa çevirmesi mekruhtur. Fetâvâyı Kâdîhân'da da
böyledir.
İmâm olan kimsenin,
tek başına ve tamamen, nührab oyuğunun içine girmiş olarak namaz kılması
mekruhtur. Fakat imâm, mihrabın dışında durur ve mihraba secde ederse, bu
mekruh olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Mescit, imâmın
arkasında bulunan cemaate dar gelirse, imâmın tek başına mihrabda namaz kılması
mekruh olmaz. Fetâ-vâyî Burhâmyye'de de böyledir.
Namaz esnasında,
imâmın, .tek başına seki gibi yüksek bir yerde bulunması mekruhtur. Zahirü-'r -
rivâye budur. Hîdâye'de de böyledir.
Bu durumda, imâmın
yanında, cemaatten bazı kimseler bulunursa, o zaman mekruh olmaz. Serahsî'nin
MuhıytUnde de böyledir.
Bu hususta, sekinin
yüksekliğinin miktarı bir adam boyudur. Bundan aşağısına itibar olunmaz.
Sürenin yüksekliği göz önünde tutularak, yüksekliğin bir arşın olduğu da
söylenmiştir. îtimatl edilen de budur. Gâyetü'l - Beyfin'da : «Sahih olan
budur.» denilmiştir. Bahrü'r Râık'ta da böyledir.
Kâ'be'nin üzerinde
namaz kılmak, Kâ'be'ye olan ta'zimin terk edilmiş olmasından dolayı mekruhtur.
Bir kimsenin, kendisi
için, mescidde özel yer ayırması mekruhtur. Tatarhânliyye'de de böyledir.
Bir kimsenin, başka
bir insanın yüzüne karşı namaz kıt ması mekruh olur. Maden'de de böyledir.
Bir kimse, başka bir
insanın yüzüne karşı namaz kılsa ve bu sırada aralarında, sırtı namaz kılana
dönük bir başka şahıs bulunsa, bu durumda namaz mekruh olmaz. Timurtâşî'de de
böyledir.
Namaz kılan bir
kimseye karşı durmak mekruhtur. Namaz kılan kimsenin, ön safta veya son safta
olması müsavidir. Münye'de de böyledir.
Yakında olsa bile,
konuşan bir kimsenin arkasında namaz kılmak mekruh değildir. Ancak, konuşan
kimseler, seslerini yükselttikleri zaman, namaz kılan kimse okumasında
şaşıracaksa bu durumda, —konuşan kimsenin arkasında namaz kılmak— mekruh olur.
Hulâsa'da da böyledir.
Uyuyan kimselerin
arasında namaz kılmak, mekruh olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İçinde ateş yanan
tennûr'a veya ocağa karşı namaz kılmak mekruhtur.
Kandile veya lâmbaya
karşı namaz kılmak ise, mekruh değildir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Esahh olan da budur. Hı-zânetü'l - Fetâvâ'da da böyledir.
Ellerinde veya başı
üzerinde Kur'ân olduğu veya asılı bir kılıç veyahut da benzeri şeyler bulunduğu
halde namaz kılmakta bir beis yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Rükû'd a iken, birisinin
geldiğini hisseden ve gelen kimseyi tanıyan bir imâmın, o şahıs yetişsin diye
rükû'unu uzatması mekruhtur. İmâm, gelenin kim olduğunu tanımazsa ve uzatma
miktarı ancak bir veya iki teşbih
miktarı olursa, bu şekildeki uzatma, mekruh olmaz. Muhtârü'l - Fetâvâ'da
da böyledir.
İmâmın, safların
hizasında durması mekruhtur. Bahrü'r Râık'ta da böyledir.
Bir kimsenin, ağzında
dirhem ve dinar (= para) bulunduğu halde namaz kılması, bunlar o kimsenin okumasına mani olmasa bile mekruhtur.
Elinde bir mal tutarak
namaz kılmak da mekruhtur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Önünde pislik
bulunduğu halde, namaz kılmak mekruh-dur. Serahsî'iün Muhıyt'inde de böyledir.
Özürsüz olarak namaz
içinde yürümek; bir adım atıp durmak, sonra bir adım daha atıp yine durmak,
mekruhtur. Bunlar, bir özür sebebi ile yapılmış olursa, mekruh olmaz. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir kimsenin, safın
gerisinde tekbir alıp, sonra safa katılması mekruhtur. Serâhsî'nin Muhıyt'inde
de böyledir.
Elleri, rükû'da
dizlerin üzerine ve secde de, —özürsüz olarak— yere koymamak mekruhtur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir .
îmâma uymuş olarak
namaz kılmakta olan kimsenin, Kur'-ân ^kuması İmâm Ebû Hatifte (R.A.) ye İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.) 'a gc , mekruhtur.
Hidâye'de de böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
Başını aşağı eğmesi
veya yukarı kaldırması;
Ellerini, kulaklarının
hizasından yukarı veya omuzlan hizasından aşağı kaldırması;
Secdede, karnını
uyluklarına bitiştirmesi ye
İmâm yokken kamet
getirilmiş olursa, cemaatın ayağa kalkması, mekruhtur. Hızânetü'l -Fıkh'ta da
böyledir
Sünneti tamamlamada
acele etmek mekruhtur. Münye'de de böyledir.
Huccet'de : «Namaz
kılarken sinek, sivri sinek kovmak mekruhtur. Zaruret hali müstesnadır. Bu
durumun —sadece mekruh olması, bu işin
ameM kalîl ile yapılmış olması şartına bağlıdır.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Namazda, özürsüz
olarak yapılan, her amel-i kalîl mekruhtur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Bir kimsenin yayı, oku
ve sadağı (= ok koyduğu kabı) boynunda takılı olduğu halde namaz kılmasında bir,
beis yoktur. Ancak, bunların sallanmaları namaz kılan kimseyi meşgul eder ve
oyalarsa, bu durumda, bunlarla namaz kılmak mekruh olur. Bununla beraber,
böyle kılmış olan namaz caizdir, Sirâcü'I - Vehhâc'da ıda boy eldir.
Bir kimsenin,
gasbettiği yerde namaz kılması caizdir. Ancak, zulmetmiş olmasından dolayı, o
kimse azaba uğrar. Bir kul, Al] ahu Teâlâ ile kendi arasındaki şeyin sevabını,
kendisi ile bir başka kul arasındaki şeyin de ikâbını (= cezasını) görür.
Muhtârül-Fetâvâ'da da böyledir.
Bu şekilde kılman
namazlar, şartları ve rükünleri tamam olduğu için caizdir.
Kerâhatle kılman"
namazlar, maal - kerâhe (~ mekruh olmakla beraber) caizdir. Hidâye'de de
böj'ledir.
Bu namazlardaki mekruh
olma hâli, kerâhat-i tahrîmiyye (= harama yakın mekruh) ise, namazın iadesi (=
tekrar kılınması) vacip olur; kerâhat-i tenzîhiyye t = helâla yakm kerâhat)
ise, na-roazm iadesi müstehap olur. Şüphesiz ki, kerâhati tahrîmiyye, vacip
rutbesindedir. Fethül Kadîr'de de böyledir. [50]
Namaz kılan kimseyi,
ana-babasından birisi çağırırsa, namazını bitirmeden ona cevap vermez. Ancak,
anne veya babası yardım isterlerse, namaz kılan kimse, namazını bozar. Çünkü,
zaruret-siz olarak namazı kesmek caiz değildir. Bu hususta, yabancılar da, ana
- baba gibidir.
Bir kimse namaz
kılarken, başka bir kimsenin damdan düşeceğinden veya ateşte yanacağından
veyahut da suda boğulacağından korkar ve bu durumda olan kimse de, namaz kılan
kimseden yardım isterse, namaz kılan kimsenin namazını bozması vacip
olur.durumda, namaz ister
farz olsun, ister
nafile olsun müsavidir. Çünkü, bir dirhem değerindeki şey, bir maldır.
Bir kadın, namaz
kılarken, ocaktaki tenceresi taşarsa,
onu kurtarıp düzeltmek için, namazını keser.
Keza, namaz kılmakta
olan bir misafirin, (yolcunun) hayvanı giderse; namaz kılmakta olan bir çoban,
koyununu, kurdun yiyeceğinden veya namaz kılan kimse, bir körün kuyuya
düşeceğinden korkarsa, bü kimseler, bu sebeblerden dolayı namazlarını keserler.
SVâcül - Vehhâc'dâ da böyledir.
Namaz kılmakta olan,
bir kimseye, bir zımmî (= İslâm beldesinde yaşayan, gayr-i müslim kimse), gelip
: «Bana İslam'ı öğret, bildir; derse, o kinişe farz bile kılıyor olsa, namazını
bozar. Hulâsa'da da böyledir.
Tan yerinin
ağarmasından sonra, hayır olan zikrin
dışında konuşmak mekruhtur. Serahsî'nin
Muluyt'inde de böyledir.
Husumet (düşmanlık)
niyyeti ile namaz kılınmaz. Hıüâ-sa'da da böyledir. [51]
Mescidin kapısını
kitlemek mekruhtur.
Bazıları: «Mescidin
eşyalarını korumak için, kapısını kitlemek-te bir beis yoktur.» demişlerdir.
Sahih olan budur.
Mescidin üstünde
(damında), başka bir bina yoksa cima'
eylemek, büyük ve küçük abdest bozmak mekruhtur.
Bayram ve cenaze
namazı kılınan yerler hakkında, ihtilâf edilmiştir. Esahh olan, onların mescid
hükmünde olmadıklarıdır. Bunlar her ne kadar, imâma uyma bakımından, mescid
hükmünde olsalar bile, bir mekân hükmünde olduklarından, genelde mescid hükmünde olmazlar. Te&yîn'de de
böyledir.
Mescidin avlusu da,
mescid hükmündedir.
Bir kimse, camiin
avlusunda imâma uymuş olduğunda, saflar birbirine bitişmemiş ve "avlu
dolmamış olsa bile, o şahsm iktidası sahih olur.
İmâm Muhammed, (R.A )
buna işaret ederek : Bir kimsenin saflar, birbirlerine bitişmemiş olsa bile,
cum'a (kılman yerin) kapısından iktidası sahihtir.» demiş ve «Saflar oraya
kadar bitişmezse, cami civarındaki dükkanlardan imâma iktidâ, sahih olmaz.»
buyurmuştur.
Mescidin kapısında
bulunan sekiler, mescidin avlusundan sayıldığı için, buralarda da imâma iktidâ
sahih olur. Fetâvâyi KAdî-hân'da da böyledir.
Mescidleri, kireçle ve
altın suyu üe süsleyip nakışlamak da mekruh değildir. Tebyîn'de de böyledir.
Bu hüküm, bir
kimsenin, mescidi, kendi malı ile süslediği halerdedir.
Fakat, bir mütevelî,
mescidi vakıf malı ile nakışlarsa, tazmin etmesi, harcadığı şeyi kendisinin
ödemesi gerekir. Hidâye'de de böyledir.
Zâlim kimselerin,
mescidin malına olan tama'larından (onları çalışmalarından) korkulduğu zaman,
mescidin mallan toplanır. Kâfî'de de böyledir.
Yazıların düşme,
dökülme ve tepelenip çiğnenme korkusu olduğundan, mescidin mihrabına ve duvarlarına, Kur'ân yazarak süslemek doğru
ideğildir.
Nesefî'nin Cem'inde :
«Namazgahla ve sergide, Allahû Teâlâ'-nın isimleri varsa, onu sermek ve
kullanmak mekruhtur.
Keza, bir başka
kimsenin, bunu kullanacağından korkarsa, o şeyi, sahibinin mülkünden çıkarması
da mekruhtur. Vacip olan, o şeyi, yüksek bir yere koymak ve üzerine de başka
bir şey koymaktır.»
denilmiştir.
Keza, esmâ-i hüsna dan
birini, bir yaprak kağıda yazıp, kapıya yapıştırmak, isme ihanetten dolayı,
mekruhtur. Kifâye'de de böyledir.
Mescidde ağız yıkamak
ve abdest atmak mekruhtur. Ancak, abdest almaya ayrılmış bir yer varsa, orada
abdest almak mekruh olmaz. Abdest alınan yerde, namaz kılmak da mekruhtur Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Mescidin duvarına
tükürülmez.
Mescidin Önündeki
çakılların arasına da tükürmek mekruhtur.
Mescidin hasırlarının
üstüne de. alfana da tükürmek mekruhtur.
Sümkürmek de böyledir.
Lüzum hisseden kimse,
bunları mendiline alır. Şayet, söylediğimiz yerlere sümkürmüş veya tükürmüşse,
onları buralardan kaldırır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Mecburiyet ve zaruret
halerinde, hasırın üzerine tükürmek, altına tükürmekten daha ehvendir. Çünkü,
hasır hakikatte mescid değildir, hasrın altı ise hakîkaten mesciddir. Şayet,
hasır yoksa, tüküren kimse, tükrüğünü açıkta bırakmaz; toprağa gömer. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Çamurda yürümüş olan
kimsenin, ayağını mescidin duvarına veya direklerine sürmesi mekruhtur.
Hasırına sürmesinde bir beis yoktur. En iyisi böyle de yapmamaktır. Bu
kimsenin, ayağını, mescidin, toplanıp biriktirilmiş bulunan toprağına
sürmesinde bir beis yoktur. Eğer toprak dağınık ise, bu toprağa sürmesi mekruhtur.
Muhtar olan budur. Bu kimsenin, mescide konulmuş bulunan oduna ayağım
sürmesinde bir beis yoktur. Serahsînin Muhıyt'inide de böyledir.
Mescidin içine kuyu
kazılmaz. Fakat, Zemzem Kuyusu gibi daha. önceden bulunan kuyular müstesnadır.
Mescidin içine ağaç
dikilmesi mekruhtur. Çünkü, ağaç
dikilince kiliseye benzer ve ağaç namaz
kılınacak yeri işgal eder. Ancak, ağaç dikmekte mescid için bir menfaat varsa,
yani yerde su sızıntısı olur, mescidin direğini durdurmak, temelini
sağlamlaştırmak için, sızıntıyı çeker düşüncesiyle ağaç dikilirse, bu durumda
bir beis yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hasırlarını koymak
için, mescidin içinde bir ev yapmakta bir beis yoktur. Hulâsa'da da böyledir.
«Bir şehrin surlarının
(kale duvarlarının) üzerine yapılan mescidde namaz kılınmaz.» demişlerdir.
Çünkü sûr, ammenin hakkıdır. Bu husustaki tafsilatlı cevabın en uygun olanı
şudur : «Eğer o şehir, kahren (zoraki, savaşla) fethedilmiş ve hükümdarın emri
ile sürün üzerine mescid yapılmışsa, o mescidin içinde namaz kılmak caiz olur.
Çünkü imam, (= hükümdar, komutan) yolu mescid eylemiştir. Böyle yapmış olması
da' evlâdır.
Özürsüz olan bir
kimsenin, mescidi yol edinip, gelip geçmesi caiz değildir. Özrü var ise böyle
yapması caizdir.
Bir özründen dolayı
mescidden gelip geçmesi caiz olan kimsenin her giriş çıkışında değil günde bir defa
tahiyyetül1 - mescid kılması caizdir.
Terzinin veya herhangi
bir şey dikmekte olan bir kimsenin, mescidin içinde dikiş dikmesi mekruhtun
Ancak, o kimse, mescidde, oraya çocukların girmesine mani olmak veya orayı
korumak için durmakta ise, bu durumda —bir şey dikmesi mekruh olmaz.
Keza, bir kâtip,
mescidde ücretle yazı yazarsa, bu mekruhtur; yazıyı ücretsiz yazması ise mekruh
değildir.
Bir muallimin,
çocuklara sıcağın veya soğuğun zarar vermemesi için, mescide oturup çocuklara
derslerini öğretmesi mekruh değildir.
Muallim (öğretmen,
öğretici) ile ilgili mes'ele, dikici ve kâtiple ilgili mes'ele gibidir. Kâdî
İitıâm'ın Nüsha'sında ve ikrârül Uyûıı'da da böyledir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir evin içinde mescid
bulunsa ve evin kapısı kitlenince, ev halkı mescide cemaat olsa, bu mescid, bu
cemaatin mescididir. Bu cemaat, diğer insanların o mescidde namaz kılmalarını
yasaklamadıkça, mescidde alışveriş yapmanın ve cünüp olan kimsenin oraya
girmesinin, haram olması gibi mescidlerle ilgili hükümler, bu mescid için de
aynen sabit olur.
Şayet, evin kapısı
kitlenince, orada cemaat kalmaz fakat kapı açılınca orya cemaat gelirse, bu durumdaki
bir yer, her ne kadar orada namaz kılmaktan insanlar men edilmıyorlarsa da
mescid değildir. Fetâvâyİ Kâdihân>la da böyledir.
Hiç bir kimse,
mescidin lâmbasını evine götüremez, fakat evinin lâmbasını mescide götürebilir.
Hulâsa'da da böyledir.
Mescidin lâmbasını,
mescidde, gecenin üçde birine kadar, yanık bir vaziyette bırakmakta bir beis
yoktur. Fakat, bundan daha fazla, yanık bırakılamaz. Ancak, vakfeyleyen kimse böyfe almasını
şart koşmuş veya lâmbanın daha fazla yanıkdurması bu mescidde adet İse, lâmba
yanık bırakılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir mescidi, Allah
rızası için yaptırmış olan kimse, o mescidi ısÜah eylemede, imar ve tamir
etmede, ona hasır veya kamış sermede, kandil asmada; o mescidde ezan okumada,
kamet getir-, mede ve imamlık yapmada, —eğer ehil ise başkalarından daha çok
hak -sahibidir. Eğer ehîlf değilse, bu hususlarda, onun re'yine (== görüşüne)
baş vurulur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir İdmsenin, namaz
vakitleri dışında, namaz kılmadan mescidde oturmasında bir beis yoktur. Fakat,
bu sırada, bir şeyi telef ede:36, tazmin eder. (öder.' Hulâsa'da da böyledir. [52]
İmâmı Â'zam Ebû Hanife
(RA.)'den vitir namazı hakkında üç rivayet vardır :
1- Bir
rivayete göre, vitir namazı farzdır.
2 - Bir
rivayete göre, vitir namazı müefcked sünnettir.
3- Bîr
rivayete göre ise, vitir namazı vacibtir. Bu kavil, İmânvı A'zam (R.A.) 'm
son kavlidir. Sahih olan da budur. Serah-sî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Vitir namazı, eğer
yatsıya tabi bir sünnet olmuş olsaydı, bu namazı, gecenin sonuna kadar te'hir
etmek, yatsıya tabi bir sünneti te'hir etmek gibi mekruh olurdu. Tebyln'de de
böytedir.
Vitir namazını, gücü
yettiği halde, ayakta değilde attırarak kihnak caiz değildir.
Özürsüz olarak, vitir
namazını binekte knmak da caiz değildir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Aradan çok müddet
geçmiş olsa bile, bir kimsenin, kas-den
veya unutarak, terketmiş olduğu vitri kaza etmesi vaciptir. Vitir niyyeti
olmaksızın, bu namazı kaza etmek caiz olmaz. Kitfâye'de de böyledir.
Vitir namazını kaza
eden kimse, kunutu da kaza eder. Muhıyt'te de böyledir.
Yatsmm sünnetini farza tabi olarak gecenin sonuna tehir etmek mekruhtur; fakat,
vitri gecenin sonuna tehir etmek
müstehabtır. Tebyîn'de de böyledir.
Vitir, üç rek'atitir
ve bu üç refe'atin araları selâmla kesilmez. Hidâye'de de böyledir.
Kunut, sahih olmak üzere vacibtir. Cevheretü'n - Ney-ylre'de de
böyledir.
Vitir kılmakta olan
kimse, üçüncü rek'atin kıraatini bitirince tekbir alır; ellerini kulakları
hizasına kaldırır ve rükû'a varmadan, senenin
bütün günlerinde kunut; yapar.
Kunut'ta ayakta durma
miktarı, «tze's - semâü'nşekkat Sûresi» ni okuyana kadardır. Mumyt'te de
böyledir.
Kunutta, ellerin
salınıp sahnmayacağı hususunda, ihtilâf ' edilmiştir. Muhtar olan kavil, kunut
esnasında, ellerin aşağı salınmadan kaldırılacağıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
İmâm olsun, cemaat
olsun; vitir kılmakta olan kimseler, kunutu gizli okur. Muhtar olan kavil
budur. Nlhâye'de de böyledir.
Yalnız başına vitir
kılan kimse de, kunutu gizli okur. Muhtar olan budur. Mecmau'l - Bahreyn'de de
böyliedir.
Kunutta okunması
mecburî olan bir duâ yoktur.
Yalnız, kunut'ta
«Allahüme inne neste'ıynüke» duasını okumak evladır.
Kunut duasını güzel
okuyamıyan kimse :
«Rabbena ât mâ
fi'd-dünyâ haseneten ve fi'1-âhireti haseneten ve fcinâ azebe'n-nâr» âyetini
okur, Muhiyt'te de böyledir.
Veya, bu kimse :
«Allâhümme'ğfirlenâ» der ve bunu üç defa tekrar eder. Ebû'I - Leys'in ihtiyarı
da budur. Slirâciyye'de de böyledir.
Bir kimse, kunutu
unutmuş olsa ve bunu .rükû'da hatır-lasa, sahih olan, o kimsenin, rükû'da
kunutu okumamasıdır. Bu kimse, tekrar kıyama da kalkmaz. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bu kimse, şayet
rükû'dan kıyama dönse ve kunutu okusa, bu durumda, rükû'u yenilemez ise, namazı
bozulmaz. Bahrü'r-Râık'ta da böyledir.
Fakat, bu kimse kunutu unuttuğunu rükû'dan başını kaldırdığı zaman hatırlarsa,
bil-ittifak kunutu okumaya dönmez. Muzmarât'ta da böyledir.
Vitir kılmakta olan
kimse, eğer Fâtiha'yi okur da, süreyi terk ederse; bu kimse rükû'dan doğrulur;
sûreyi okur; kunutu iade eder; rükû' yapar ve sehivden dolayı da secde eder.
Keza, sûreyi okur da,
Fatiha'yj terk ederse, bu durumda da Fatiha'yı'okur, sûreyi, kunûtiu ve rükû'u
da iade eder. Bu kimse, şayet rükû'u iade etmemiş olsa, yine namazı
caiz olur. Sirâ-cül - Vehhâc'da da. böyledir.
0 Vitir, cemaatle
kılınırken, imâm, kunut yapmadığını, rükû'da hatırlarsa, kıyama dönmesi caiz
olmaz. Bununla beraber, şayet, imâm, kıyama döner ve kunutu okursa, rükû'u
yenilemesi uygun olmaz.
Bu durumda, imâm,
rükû'u iade ederse, cemaat, önceki rükû'da imâma tabi olmaz; ancak, ikinci
rükû'da tabi olur. Bunun aksini yapsalar bile namazları bozulmaz. Hulâsa'da da
böyledir.
Vitir kılan kimse,
kunutta Peygamber (S.A.V.) Efendimiz-'e salat okumaz. Bu, bizim âlimlerimizin
ihtiyar ettiği kavildir. Zâhîriyye'de de böyledir.
Muktedî, kunutta imâma
tabi olur.
Muktedî, kunutu
bitirmeden, imâm rükû'a varmış olsa, bu durumda da muktedî imâma tabi olur.
İmâm, kunut yapmadan
rükû'a varmış olsa, bu durumda muktedî de kunuttan bir şey okumamış bulunsa,
muktedî eğer, yetişemeyip rükû'u kaybedekten korkarca, o zaman rükû'a vahr.
Eğer bundan korkmazsa, kunutu okur ve sonra rükû'a varır. Hulâsa'da da
böyledir.
Nâtıfî, Ecnâs'ında :
«Bir kimse, birinci rek'ati mi, ikinci rek'ati mi yoksa üçüncü rek'ati mi
kılmakta ol'duğu hususunda şüpheye düşerse, bu durumda, içinde bulunduğu
rek'atte kunut yapar, sonra oturur. Daha sonra, kalkıp iki rek'at daha kalır.
Bu iki rek'atin herbirinde de oturur ve ihtiyaten kunut yapar. Bir kavle göre
de", bu kimse hiçbirisinde kunut yapmaz. Sahih olan, önceki kavildir.
Çünkü, kunut vacibtir; vacible bid'at arasında tereddüt yoktur. Bu kimse
ihtiyaten kunut yapar» denilmiştir. Serahst'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Mesbûk, imâmla
birlikte kunut yapar; imâmdan ayrıldıktan sonra yapmaz. Münye'de de böyledir.
İmâmla birlikte kunut
yapmış olan mesbûk, namazın kalan kısmını kaza ederken, ikinci defa kunut
yapmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir. Bütün âlimlerin kavilleri budur. Muzma-rât'ta da böyledir.
Vitirde, üçüncü
rek'atın rükû'unda imâma yetişmiş bulunan bir mesbûk, namazının kalan kısmını
kaza ederken de kunut yapmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Vitirden başka hiçbir
namazda kunut yoktur. Mütûn'da da böyledir.
İmâm, vitirde,
rükû'dan doğrulduktan sonra kunut yapsa, fakat muk-tedı bunu görmese, bu
durumda muktedî imâma tabi olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, imâm sabah
namazında kunut yaparsa, arkasındakiler susarlar. Hîdâye'de de böyledir. Bu
durumda cemaat ayakta bekler. Sahih olan budur. Nihâye'de de böyledir. [53]
Sabah namazından Önce
ve Öğle, akşam ve yatsı namazlarından sonra, ikişer rek'at sünnet vardır.
Öğle namazından ve
cura a namazından önce ve cum'a namazından sonra da dörder rek'at sünnet
vardır. Mütûn'da da böyledir. Bize göre dörder rek'atli bu sünnetler, birer
selâmla kılınırlar. Bir kimse, bu namazları ikişer selâmla kılmış olsa, kıldığı
bu namazlar sünnetten sayılmaz.
Sünnetlerin kuvvet
derecelerine göre sıralanışı şöyledir:
1- Sabah
namazının sünneti,
2- Akşam
namazının sünneti,
3- Öğleden
sonraki sünnet,
4- Yatsıdan
sonra kılınan sünnet,
5- Öğleden
önce kılman sünnet. Tebyin'de de böyledir.
Âlimlerimiz : «Fetva
verme makamında olan bir âlim, fetvasında, diğer sünnetleri, insanların
ihtiyaçlarından dolayı terke-debilir; ancak sabah namazının sünnetini
terkedemez. Nİhâye'da de böyledir.
Bir kimse, gece zannı
ile iki rek'at namaz kılmış olsa ve bu durumda, sabah namazının vaktinin girmiş
bulunduğu açığa çıksa, o kimsenin kıldığı iki rek'at, gece namazı olur.
Kâdî Alâüddin Mahmud
Nesefî Muhtelefât Şerhi'nde : «Bu mesele hakkında rivayet yoktur.» demiştir.
Müteahhirûn ise : «Bu
namaz, sabah namazının sünneti yerine caiz oîur.» demişlerdir.
Şeyhü'l - tmâmü'l -
Ecdft Şemsü'l - Eimme Halvânî, Kitâbü's -Salât Şerhi'nde : «Şüphesiz, o
namazın, sabah namazının sünneti olması caizdir. Çünkü, bu namaz, eda vaktinde
kılınmıştır.» demiştir. Muhiyt'te de böyledir.
Ayakta durmaya gücü
yeten bir kimsenin, sabah namazının sünnetini oturarak kılması caiz değildir.
Bundan dolayı, sabah namazının sünneti, vacibe- yakındır, denilmiştir. -
Nâfi'den naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir özür bulunmadığı
halde, sabah namazının sünnetini, binekte kılmak caiz değildir. Sİrficül -
Vehhâc'da da böyledir.
Sabah namazının sünnetini
kılarken, Fatiha'dan sonra birinci rek'atte «Kul Yâ eyyühe'İ-kâfirûn...»
ve ikinci rek'atte de «Kıtlhüve'Uahü ehad» sûrelerini okumak sünnettir.
Sabah namazının
sünnetinin, fecrin doğmasından önce edası caiz olmaz. Fecrin doğup doğmadığı
konusu şüpheli olursa,- yine sabahın sünnetinin kılınması caiz olmaz.
Böyle, şüpheli bir
halde bu namazı kılan kimse, fecrin doğuşundan sonra da iki rek'at namaz
kılmış olsa, bu şahsın son kıldığı namaz, sünnet namaz olmuş olur. Çünkü farza
daha yakındır.
Sabahın sünneti ile
farzının arasını, başka bir namazla ayırma-malıdır. Bu hususta, sünnet olan,
farzla sünnetlerin arasını bitiştirmektir.
Sabah namazının
sünnetinden başka, sünnetler kaza edilmezler. Sabah namazının sünneti ise,
kilmamadığı zaman farz ile birlikte, güneşin doğmasından sonra, öğle vaktine
kadar kaza edilirler. Öğle vaktinin girmesinden sonra sakıt olur. CKaza
edilmekten düşer) Serahsf nin Muhiyt'înde de böyledir. Sahih olan da budur.
Bahru'r Râık'ta da böyledir.
Sabah namazının
sünneti, farzın haricinde fevt olursa, İmânvı A'zam (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, kaza edilmez. İmâm Muhammed (R.A.) ise.buna muhaliftir.
Serahsî'nin Mu-
hıyt'inde de böyledir.
Öğleden önceki dört
rek'at sünnete gelince, yalnız başına bu dört rek'ati kılmadan imâma uyan
kimse, vakit olduğu müddetçe, farzdan sonra bunu kaza eder. Bütün âh'rnİerin
görüşü budur. Sahih olan da budur. Muhiyt'te de böyledir.
Hakâık te : «Bu
durumda, İmâmı A'zam (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre, bu! kimse, önce
iki rek'ati kılar. İmâm Muhammed (RA)'e göre ise, önce dört rek'ati kılar.
Fetva da bunun üzerinedir. Sirâcü'l - Vehjıac'da da böyledir.
«Sabah ve öğlenin
sünnetlerini terketmekte bir beis yoktur.» denildiği gibi, «bunları terk etmek,
haç bir halde caiz debidir.» de denilmiştir. Doğru olan da budur,
Sünnetleri, bunları
hak görmiyerek, terk eden kimse, kâfir olur. Çünkü, o kimseler, sünnetleri
hafif görerek terk etmiştir.
Eğer, o kimse,
sünnetleri hak gördüğü halde, terk ederse, günahkâr olur. Çünkü, sünnetlerin
terk edilmesi durumunda, va'ıyd vardır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Öğleden önce, dört
rek'at sünnet kılan kimse, iki rek'aTm başında, oturmamış olsa, bu namazı
istihsânen caiz olur. Mu-hıyt'te de böyledir.
İkindiden Önce dört,
yatsıdan önce ve sonra dörder, akşam dan sonra akı rek'at namaz kılmak
mendûbtur. Kenz'de de böyledir!
İmâm Muhammed (RAÎ,
ikindiden önce ve yatsıdan sonra kılınan sünnetlerde, iki rek'atle dört rek'at
arasında serbest kalmıştır. Efdâl olan ise, her ikisini de dörder rek'at kılmaktır.
KâfT-de de böyledir. [54]
Kuşluk namazı mendub
olan namazlardandır.
Kuşluk namazının, azı
iki rek'at; çoğu ise, on iki rek'attir. Vakti ise, güneşin yükselmesinden zeval
vaktine kadardır. [55]
Tahıyyetü'l - mescid
de, mendub olan namazlardandır. Bu namaz da iki rek'attir. [56]
Abdest aldıktan sonra
kılınan iki rek'at namaz da mendub-namazlardandır. [57]
İstihare namazı
ida mendub olan namazlardandır. Ve iki
rek'at olarak kılınır. [58]
Hacet namazı da mendub
olan namazlardandır. Ve bu da iki rek'atti. [59]
Gece namazı da mendub
plan namazlardandır. Bahrü'r -Râık'ta da böyledir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz; teheccüt namazını en az iki, en çok sekiz rekat olarak kılardı.
Fethü'l - Kadir'de de böyledir. [60]
Mutekit ta
zikredildiğine göre, teşbih namazı şöyle kılınır:
Tesbîh namazını
kılacak olan kimse, önce tekbir alır ve süb-haneke'yi okur.
Sonra, 15 defa: «Sübhanellahi
vel - hamdü ÜHahi ve Iâ Slahe illaUâhÜ vellahü ekber. der.
Sonra, yukarıdaki
teşbihi 10 def a okur.
Sonra, eûzü - besmeie
çekip, Fatiha ve sûreyi okur.
Sonra da, rükû'da 10
defa; kıyamda 10 defa; birinci secdede de 10 defa; iki secde arasında 10 defa,
ikinci secdede 10 defa okur. Ve bu namazı dört rek'atta tamamlar. (Böylece,
namazın tamamında, bu teşbihi 300 defa tekrarlamış olur.)
îbh-i Abbas (R.A.)'a:
— Bu namazda okunması
gereken sûre var mı? diye sorulunca:
— Evet, tesbîh namazı kılan kimse, «elhakümü't
- tekâsür, ve'l - asr, kul yâ eyyükel - kafirûıı ve kul hüvellâhü-ehad»
sürelerini o-kur buyurmuştur.
Muafla da: «Teşbih
namazı öğleden önce kılınır.» demiştir. Muz-marat'ta da böyledir.
Mutlak nafileleri, her
vakitte kalmak müstehabtır. Serh-sî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Nafile namazları,
gündüz dört rek'atten fazla, gece ise sekiz rek'atten fazla, bir selamla kılmak
mekruhtur. Efdal olan, gecede de gündüzde de, dört rek'attebîr selam vererek
kılmaktır. Böylece, tah-rîme (=iftitâh tekbiri) devam etmiş, meşakkat çoğalmış
ve fazilet artmış olur. Bundan dolayı dört rek'atti bir selâmla kılmayı
nez-veden kimse, bunu iki selâmla kılsa, nezrini yerine getirmiş olmaz. Sunun
aksini yaparsa, nezrini yerine getirmiş olur. (adağından kurtulur) Tebyin'de
de böyledir.
Sünnet ve nafileleri
evde kılmak efdaldir. Çünkü Peygamber (S.A.V.Î Efendünöz:
«Farz namazlar
müstesna, bir kimsenin en efdâl namazı evinde kıldığı namazdır.» buyurmuştur.
Eğer, imâm nafileleri
rnescidde kılıyorsa, bunları, mescidin kapısında kılması efdaldir.
Eğer, imân? farzı
mescidin, dış kısmında kılıyorsa, nafileyi iç kısımda, farzı mescidin iç
kısmında kılıyorsa, nafileyi dış kısımda kılması daha evladır.
Eğer, mescid bir ise t
yani içi ayrı, dışı ayrı değilse), imâmın, nafileyi, direk arasında kılması
efdaldir.
Bir hâil (mani)
olmadan, saflarının arasında nafile kılmak mekruhtur. En şiddeti kerahat de —
namaz kılmakta olan cemaatin arasına
girerek, safta nafile kılmaktır. Bunların tamamı, imâm namazda olduğu
vakittedir. Fakat, bir kimse, imâm namaza başlamadan, canı nerede kılmak
iseterse, nafileyi orada kılar.
Farzlardan sonra,
kılınan sünnetlere gelince, bir kimse, bunları tarzı kıldığı yerde de
kılabilir; evla olan ise, bir âdım ileri gidip o-rada kılmaktır.
îmâmm, farzdan sonraki
nafileyi, muhal (imkansız) olmazsa farzı kıldığı yerden geride kılması
efdaldir. Kâfi'de de böyledir.
Halvâni: «Efdal olan,
teravih hariç, bütün nafileleri evde kılmaktır." demiştir
Âlimlerden birisi de:
«Efdal olan, nafileleri zaman zaman evde kıîmaktıı\» demiştir. SahiJı olan ise,
bu kavillerin hepsinin, de bir olduğudur. Evde kılmak üstündür veya mescidde
kılmak üstündür veya aşağıdır, denilmez. Üstün olan namaz, riyadan uzak oı«n,
ıhlâs ve huşûun tamamını, içinde toplayan namazdır. Nihâye'de de böyle: dir.
Öğle namazından önce
kılınan dört^ rek'atin ve cum'a'dan önce ve sonra kılman dört rek'atin ilk
oturuşlarında Peygamber (SAV.) Efendimize salavât getirilmez. (Allahümme salli,
AHahüm-me bârik okunmaz.) Bu namazlarda, üçüncü rek'atte kalkınca da is-tiftâh
edilmez. (Sübhâneke okunmaz ve eûzü çekilmez.* Diğer dört rek'atli nafileler,
bunun hilafınadır. Zamdı'de de böyledir.
Bir kimse, sabah
namazının iki rek'atını veya öğle namazının dört rek'atim kıldıktan sonra,
alış verişle meşgul olsa veya bir şey yiyip içse, o kimse, bu namazları yeniden
kılar. Ancak, bir lokmacık yiyecek veya bir içim su, bit sünnetleri iptal
etmez. HuJâsa'da da böyledir,
Bu durumda, bir
kimsenin, farzı kıldıktan sonra konuşmuş olması, sünneti düşürür mü? sorusunda,
«Hayır düşürmez. Fakat, sevabı, konuşmadan kılınmış olan namazın sevabından az
olur.» denilmiştir. Nîhâye'de de böyledir.
Nafilelerin her
rek'atinde. Fatiha ve sûre okunur. Şayet bir rek'atinde veya iki rek'atinde,
kıraat terk edilmiş olursa, o rek'atler fesada gitmiş olur. Muzmarât'ta da
böyledir.
A İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre —bu durumda— vitrin hükmü de nafilenin hükmü gibidir. Fakat, Ebû
Hanîfe (R.A.) göre, burada da kıyas ve istihsan vardır. îstihsanda ise, bu
namaz fesada gitmez. Kıyasda ise, O'na göre de namaz fesada güder. Alınıp,
kabul edilen kavil de İmâmı Azam (R.A.)'m kavlidir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, nafile bir
namaza, abde&tsiz veya pis bir elbise ile başlasa, namaza girmiş olmaz.
Başlama sahih olmayınca da, bunun kazası lâzım gelmez. Muhıyt'te de böyledir.
Nafüîe bir namazı.
ayakta kılmaya gücü yettiği halde oturarak kılmak mekruh değildir. Sahih
olan budur. Mecma'u'İ-Şerhinde de
böyledir.
Nafile bir namazı,
ayakta kılmakta olan kimse, oturmak isterse, îmâm-i Azam (R.A.) a göre
—istihsanen— oturabilir. Muhıyt' te de böyledir.
Nafileyi ayakta
kılarken yorulan kimsenin, bir bastona veya duvara dayanmasında bir beis
yoktur. Câmlu's - SağSr ŞerM'nde de böyledir.
Nafile bir namazı,,
özürsüz olarak îmâ ile kılmak caiz olmaz.
Nafile bir namazı
kılmaya başlayıp, sonra da onu bozan bir kimse, eğer abdestinin bozulması veya
konuşmak gibi bir sebeple, tah-rîmeden çıkmış ise, namazın kalan kısmını bina
eyleyemez; bu durumda bina etmek sahih değildir. Fakat, bu kimse, okumayı terk
etmek gibi bir sebeple tahrîmeden çıkmamışsa, o kimse, namazının kalan kısmını
bina eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, kıyama gücü
yetmediği için, namazı- oturarak kılıyorsa, o kimse serbesttir, kıraat
ederken, isterse dizlerini dikerek oturur; isterse bağdaş kurarak oturur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Muhtar olan, bu
durumda, teşehhüd de oturulduğu gibi oturmaktır. Hidâye'de de böyledir.
Bir kimse, nafileye,
oturduğu yerde başlar, bir kısmını öylece kılar; sonra da ayağa kalkmayı ister
ve kalkıp bir kısmını da öyle kılarsa, bütün âlimlere göre, böyle yapmak caiz
olur. Mu-hıyt'te de böyledir.
Bir kimse, üzerinde,
nafile bir namaz olduğu zannı ile bu namazı kılmaya başlasa da sonra, üzerinde
böyle bir namaz olmadığı açığa çıksa; bu, durumda, başlamış bulunduğu o namazı
bozarsa, bozduğu bu namazı kaza etmez. Zahidi'de de böyledir.
Arkadaşlarımız, iki
rek'attan fazla nafileye, mutlak niyye-tin lâzım olmadığı hususunda ittifak
etmişlerdir. Dört rek'ate niy-yetin lüzumu konusunda ise, ihtilaf vardır.
HuÜâsa'da da böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.AJ
ve İmâm Muhammed (RA>'e göre, dört rek'at niyyeti ile nafile namaz kılmaya
başlayan kimse, aslında iki rek'at kılmaya başlamıştır. Gunye'de de böyledir.
Dört. rek'at nafile
namaz kılmakta olan bir kimse, kas den iki rek'ati kıldıktan sonra oturmasa,
namazı —istihsânen— fasid olmaz. Bu, îmâm-ı A'zam ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un
kavileridir. Kıyasda ise, bu kimsenin namazı fasid olur. Bu ise, îmânı
Mu-hammed (R.A.) 'in kavLüdir.
Bir kimse, üç rek'at
nafile kilsa da, tkinci rek'atten sonra oturmamış bulunsa, esahh olan kavle
göre, o kimsenin namazı ifsâd olmuştur.
Bu kimse, altı veya
sekiz rek'at nafile namaz kılmış ve sadece bir defa oturmuş olsa, bu durumda da
âlimlerimiz, görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Esahh olan, istihsanen bu durumda
—yukarıdaki— görüşler gibidir.
Imâmü'l - Sifâr, Asl'm
bir nüshasında : «Bu kimse, eğer, otur-mamişsa, üçüncü rekate kalkıncaya kadar,
İmâm Muhammed (R.A.) 'in kıyası üzeredir; yani, bu kimse döner ve oturur. Diğer
imamlarımıza göre ise, dönüp oturmaz, onun, sehiv secdesi yapması gerekir-
Hulâsa'da da böyledir.
Bu hüküm, dört rek'at
kılmaya niyyet edildiği zamandır. Eğer dört rek'ate niyyet edilmez ve üçüncü
rek'ate oturulmadan kalkılmış olursa, bil-iernâ avdet edilip, oturulur. Şayet,
dÖnülmezse, na-ınaz fesada gider. Bürcendî'de de böyledir.
Öğleden önce kılman
dört rek'atin hükmü de, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, nafilenin hükmü gibidir.
Fakat, İmâm Ebû Hanife İKA.) ,ye göre, burada istihsanen kıyas vardır.
İstihsanda ise, —bu
durumda— namaz fesada gitmez. Kabul edilen kavil de budur. Muzmarât'ta da
böyledir.
Bu kimse, Önceki iki
rek'atten birinde, ve son rek'atlerin de birinde kıraat etmiş bulunsa; veya
sadece jlk iki rek'atin birinde kıraat etse. İmâmı A'zam ve İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.>'un kavillerine göre, dört rek'at olarak kaza eder. İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre ise, Önceki iki rek'ati kaza eder.
İmâm Muhammed (R.AJ 'e
göre, aslolan : Nafile kılan bir kimse, eğer önceki iki rek'atte veya
bunlardan birinde kıraati terk ederse, —fazla rek'atin secdesi ile kayıtladığı
zaman— tahrîme (= ifti-tâh tekbîri) ibtal olur ve namaz sahih olmaz.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre is© : îtkikî rek'atte, kıraati terk etmek, tahrîmenin bozulmasını
gerektirmez. Çünkü, okumak, fazla bir rükündür. Kıraat olmadan namazın
olabileceği sebebi ile, okuma bilmeyenin, ahrasm ve muktedî'nin okumadan
namazlarının olduğu gibi... Fakat, —okumamak— edanın fasadam yerektirir; bu
ise, terk etmenin üzerine ziyade yapmaz; böylece tahrîme de hatti olmaz. Bu
durumda da ikinci şef'a ( = ikinci İki rek'ate) başlamak sahih olur.
îmâm-ı A'zam
(R.A,>'a göre de : Önceki iki rek'atte kıraati t£rk etmek, tahrîmenin batıl
olmasını gerektirir. Çünkü, kıraat hakkında, icmâ'ı ümmet vardır. Ve bu
durumda, üzerine bina caiz olmaz. İlk iki rek'atin birisinde kıraat etmek
hususunda da ihtilâf edilmiştir. Bu durumda da, biz, o-namazın ballanma (—
bâtıl olduğuna, bozulduğuna) hükmederiz. Kazasının ve son iki rekâatin bekasının
lâzım olduğu hakkında —ihtiyaten—, hükmederi?.. Tebyîn'de de böyledir.
Nafilenin ilk iki
rek'atinde, bir imâma uymuş olan bir kimse, imâm son iki rek'ate girmeden önce
konuşsa, bu kimsenin, ilk iki rek'atten başka rek'atleri kasa etmesi gerekmez.
Bu İnaâmeyn*e göre böyledir.
kimse, şayet imâm, son
iki rek'ate kalktığı zaman, konuşmuş olsa, imâm ise dört rek'atte de okumuş
bulunsa, bu kimse dört rek'at kaza eder.
Böyle yapmak, mekruh
da olmaz. Serahsî'nin Muhıyî'lnde de böyledir.
Nafileyi oturarak
kılan bir kimse, rükû'-a gitmeyi isteyince ayağa kalkar ve rükû'a gider. Efdal
olan da, kalktığı zaman Kur'ân1 dan bir şey okur. Şayet, doğruca kalkar bir şey
okumadan rükû'a giderse, bu da caiz olur. Fakat, kıyamını tam yapmazsa caiz
olmaz. Hulâsa'd a da böyledir.
İki rek'at kaza kılan
bir kimse, dört rek'ate niyyet eylemiş olsa da, onu da bozmuş bulunsa, ister
ilk oturuştan önce, isterse sonra bozmuş olsun, —durum değişmez ve— namazı
bozulmuş olur.. Kenz'de de böyledir.
«Öğlenin —son —
sünneti de, yukanda olduğu gibidir. Çünkü, o da nafiledir. Bunu da ihtiyaten
dört rek'at kılar.» denilmiştir. Çünkü o, bir namaz yerindedir. Hidâye'de de
böyledir. Eşahh olan da budur. Muzmarât'ta da böyledir.
Nısâb Sahibi ise,
—yukarıdaki— hükmün esahh olduğuna nass getirmiştir. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir.
Nafile namaz kılmakta
olan bir kimse, üçüncü rek'ate kalksa ve kalkınca da, ikinci rek'atte
oturmadığını hatırlasa, kıldığı namaz, öğle namazının sünneti olsa bile, dönüp
oturur.
Alıyyü'I - Bezdevî :
«Bu kimse oturmaz.» demiştir. Eğer, dört rek'ate niyyet eylememiş ve oturmadan
üçüncü rek'ate kalk-mışsa, bu durumda, o kimse bü-icma' oturur; oturmazsa
namazı bozulur. Bürcendiy'de de böyledir.
Birinci oturuşta
oturmuş olan kimse, selâm verse veya konuşsa, bir şey lazım gelmez.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
: «Bu kimsenin, son iki rek'ati kaza etmesi gerekir.» demiştir.
Bir kimse, dört rek'at
kılmaya niyyet etmiş olsa da, hiç bir şey okumasa veya sadece son iki rek'atin
birisinde okumuş bulunsa, bu durumda, o kimsenin ilk iki rek'ati kaza etmesi
lazım gelir. Bu, İmâm ı A'zam ve İmâm Muhamnıed (R.A.) 'in kavlidir. İmâm Yûsuf
(R.A.) 'a göre ise, bu kimse dört rek'ati de kaza eder.
Fakat, bu kimse, imâma
son iki rek'atte iktidâ etmiş ve bu iki rek'ati imâmla birlikte kalmış ise, bu
kimse, sadece ilk iki rek'ati kaza eder.
Nafile kılan kimse, ön
rek'atte veya son rek'atte, öğle namazının farzını kılana uymuş olsa, sonra da
konuşsa, bu kimse, dört rek'at kaza eder.
Nafile kılan bir
kimse, öğlenin farzını kılmakta olan bir kimseye uysa, sonra da, kendisinin
fcğleyi kılmadığını kesinlikle ha-tırlasa; bu şahıs, tekbîrini yeniler ve
kendisine kaza lâzım gelmez.
Bir kimse, Öğle
namazını kılsa da : «Üzerimde hakkı olan Allah için, şu odanın arkasında, bu
namazı nafileolarak kılacağım.» dese; sonra da, öğle namazını kılmadığını
»hatırlasa, bu kimsenin, uyduğu kimse ile, öğle namazının farzı niyyeti ile, bu
namazı kılması caizdir. Ve bir şey kaza etmesi de gerekmez.
Bir kimse, dört rek'at
nafile kılsa, sonra da beşinci rek'ate kalkıp, bunda imâma uysa ve bu rek'ati
de îfsâd etse, bu muktedî altı rek'at kaza eder.
Şayet bu kimse, iki
rek'at kıldıktan sonra, imâma uymuş olsa ve muktedî'nin burnu kanasa, gidip
abdest alır. Eğer imâm, o zamana kadar üçüncü rek'ati kılar da, muktedî o
vakit konuşursa, imâm da namazını alltı rek'ate tamamlarsa, bu durumda muktedî,
dört rek'at kaza eder, Serahsi ııin Muhiyt'mde de böyledir. [61]
Bir kimse, sünnetleri
kılmayı nezretmiş olsa ve nezrettiği bu namazları kusa, kıldığı bu namazlar
sünnet namazlardır. Muhiyt Sâhibi'nin babası Tâcü'd-dîn : «Bu kimse, sünnet
kılmış olmaz. Çünkü o kimse, ona iltizam edip başladığı zaman, o namaz başka
bir namaz olur ve sünnetin yerine —nâib— olmaz. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Bir kimse : «Ben bir
gün namaz kılacağım.» diye yemin etmiş olsa, bu kimsenin üzerine düşen, iki
rek'at namaz kılmaktır.
Bir kimse : «Abdestsiz
iki rek'at namaz kılacağım.» diye yemin etse; —bu yemininden dolayı— o kimsenin
hiç bir şey yapması gerekmez. Sirâctyye'de de böyledir.
Bir kimse, şayet :
«Kıraatsiz namaz kılacağım.» diye yemin
etse, imamlarımızın
üçüne göre de, bu kimse okuyarak namaz kılar.
Bir kimse : «Ben yarım veya bir rek'at namaz kılacağım»
diye yemin etse, o
kimsenin iki rek'at namaz kılması üâzım gelir.
Bu, Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavlidir. Muhtar olan da budur.
Bu kimse : «Üç rek'at
kılacağım.» diye yemin etmiş olsa,
dört rek'at kılar.
Keza, bir kimse ;
«Yemin ederim ki, ben Öğle namazını sekiz rek'at kılacağım.» demiş olsa; Öğle
namazını yine dört rek'at kılar.
Hulâsa'da da böyledir.
İki rek'at namaz
kılmayı nezretmiş olan bir kimsenin, bu namazı oturarak kılması caizdir. Fakat,
bu namazı, hayvanın üzerinde kılması caiz değildir. Sİrâciyye'de de böyledir.
Bir kimse, «ayakta
namaz kılacağım» diye nezretmiş olsa, bu namazı ayakta kılar; bir şeye
dayanarak kılması mekruhtur. Se-rahsînin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse : «Bu gün,
iki rek'at namaz kılacağım.» diye yemin etmiş olsa Ve bu namazı o gün kılmasa,
—başka-bîr gün— kaza eder.
Bir kimse : «AUah için
elbette bu gün iki rek'at namaz kılacağım.» diye yemin etse ve o gün bu namazı
kıtmasa, yemininin keffaretini verir; namazı kaza. etmesi gerekmez.
Bir kimse : «KâTıe'de
veya Mescidi Aksâ'da namaz kılacağım.» diye nezretmiş olsa ve bu namazı başka
yerde kılsa caizdir. İm&m Züfer (RA>, bu kavle muhaliftir.
Eğer bu kimse : «Aynı
namazlarını kılacağım.» diye nezretse, bu kimse, ay içinde bulunan bütün
farzları ve vitirleri kılar, sünnetleri kılmaz. Bu kimse, vitir ve akşam
namazlarını dört rek'at olarak kılar. Bahrü'r - Râtk'ta da böyledir.
Teravih, beş
tervîhadır. Her tervîha da iki selâmla
dört rek'attir. Sİrâciyye'de de böyledir.
Bize göre, cemaatle
beş tervîhadan fazla kılmak mekruhtur. Hulâsa'da <la böyledir.
Teravihin vakti, yatsı
namazından sonra başlar, fecrin doğuşuna kadar devam eder.
Teravihin vakti, vitir
namazından önce ve sonradır. Hatta, yatsı namazı abdestsiz, terâvîh ve vitir
namazı da abdestli kıhnsa ve bu durum anlaşılsa, bu durumda yatsı namazı ve
teravih yeniden kılınır; vitir ise yeniden kılınmaz. Çünkü, teravih namazı
yatsı namazına tabidir; fakat vitir tabi değildir. Bu, İmâmı A zam (R.A.) 'a
göredir.
Ashnda takdim, (önce yatsı namazını, arkasından teravih namazını,
sonra da vitir namazını kılmak) tertip için gereklidir.
Buna göre, unutma
özründen dolayı tertip sakıt olur (düşer) ve vitir namazı unutularak yatsı
namazından önce kıîınırsa, bu durum, terâvîhin hilâfına sahih olur. Görüldüğü
gibi, terâvîhin, vakti, yatsıyı edadan sonradır. Terâvîh namazı, yatsıdan önce
kıİınsa, eda edilmiş (kılınmış) sayılmaz. İmâmeyn'e göre, vitir yatsının sünnetidir.
(TerâvUı gibi...) Terâvîhin vaktinin başlaması, yatsı namazından sonradır.
Şayet,.terâvîh namazı yatsıdan önce kılınmış olsa, bunun iadesi (yeniden
kılınması) gerekir. Bu, unutularak ohnuş olsa bile yine böyledir. Bu durumda
vitrin iadesi hususunda görüş ayrılığı var ise de, terâvîhin ve diğer
sünnetlerin iadesinde, vakit olduğu müddetçe görüş ayrılığı yoktur. Tebyîn'de
de böyledir.
İki tervîha arasında,
bir tervîha miktarı oturmak' müste-habtır. Terviha : Biraz oturup, istirahat
etmek, demektir. Sirâciy-ye'de de böyledir.
Bu oturma esnasında,
cemaat serbesttlir; dileyen teşbih çeker, dileyen sükût eder. Tervıhada, Mekke
ehli, yedi şart ile tavaf eder ve tavaf namazı kılar; Medîne'liler ise, ayn
ayrı dörder rek'at namaz kılarlar. Tebyîn'de de böyledir.
Teravihte,.beş selamla
istirahat, cumhur indinde mekruhtur. Kâfî'de de böyledir.
Bu görüş sahihtir.
Hulâsa'da da böyledir. 0 Teravihte
müstehap olan, onu gecenin üçte birine veya yarışma kadar te'hir etmektir.
Gece yansından sonra kılınması hususunda ise, ihtilaf edilmiştir. Esahh olan
ise, bunun mekruh olmadığıdır.
Teravih, Peygamber
(SA.V.) Efendimizin sünnetidir. «Terâvîh, Hz, Ömer'in (R.A.) sünnetidir.»
diyenler de olmuştur. Önceki kavil esahhtır. Cevâhîrü'l - Ahi ât î'de de
böyledir.
Terâvîh, kadın erkek,
herkes için sünnettir. ZâHctt'de de böyledir.
Terâvîh, bizzat
sünnettir. Âlimlerimizin ileri gelenleri böyle demişlerdir.
Ebû Hanîfe (R.A.) den,
Hasan'ın rivayet ettiği gibi: «müstehab-tır.» diyenler de olmuştur. Fakat, ilk
kavil sahihtir. Terâvîhte cemaat kifaye üzere sünnettir. Tebyîn'de de
böyledir. Bu kavil sahihtir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, teravihi,
evinde cemaatsiz olarak kusa veya kadınlar yalnız başlarına evlerinde
kilsalar, bu teravih —caiz olur. MffiVâcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Bir mescidin halkının
hepsi, teravihte cemaati terk etseler, bunlar kötü bir iş yapmış ve günah
işlemiş olurlar. Serahsî' nin Mtıhıyt'inde de böyledir.
Her hangi bir kimse,
teravihte cemaatten geri kalıp, evinde kılsa, bu kimse gerçekten fazileti terk
etmiş olur; fakat günahkâr olmadığı gibi, sünneti terketmiş dahi olmaz. Ancak,
teravihte cemaati terk eden kimse, kendisine uyulan bir
zat olur ve onun gelmesi ile cemaatin çoğalması; gelmemesi ile de cemaatin
azalması söz konusu olursa, onun, cemaati terk etmesi münasip olmaz. Sirâcü'l
- Vehhâc'da da böyledir.
Teravih namazını,
evinde cemaatle kılan kimsenin durumu hakkında, âlimler arasında ihtilaf vuku'
bulmuştur. Sahih olan, evde cemaat, aslında
bir fazilettir; mescidde cemaat de başka
bir fazilettir. Evinde cemaatle —terâvîh kılan kimse, gerçekten fazilete nail olur;
fakat bu durum, ikinci fazileti terk etmek olur. Kâdi İmâm Ebû Alfyyü'n -
Nesefi'de böyle söylemiştir. Bu hususta, sahih olan, gerçekten teravihi mescidde cemaatle kılmanın daha ef-dâl
olduğudur. Farz namazlarda da böyledir. Şayet, âlim olan kimsenin kıraati
güzelse onun imamlığı daha efdaldir. En
güzeli, kendisi okuyarak, başka birine uymadan kılmaktır. Fetâvâyi Kâdî-hân'da
da böyledir.
İmâm : «Bir mescidin
imâmı, okuduğu Kur'an'ın harekelerine dikkat etmiyorsa,.onun mescidini terk
etmekte bir beis yoktur.» demiştir.
Keza, başka mescidin
imamının okuması hafif ve sesi daha güzelse, kişinin mahallesinin mescidini terk edip, o imâmın mescidine
gitmesinde dejbir sakınca yoktur.
Keza, bir kimsenin,
mahallesinin mescidinde hatim yapılmadığı açığa çıkarsa, o mescidi terk edip,
başka bir mescide gitmesinde de bir sakınca yoktur; kişinin bunu yapmaya hakkı
vardır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir cemaatin, teravihte
sadece sesi güzel olanı ileri geçirmesi, münasip değildir; münasip olan,
okuyuşu doğru ve güzel olanı öne geçirmektir. îmâm, güzel sesle okuduğu zaman,
inşam meşgul eder ve huşûden, ibret almadan, düşünmeden geri kor. Fe-tâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Vitir namazı, sadece
Ramazanda cemaatle kılınır. Bu hususta, müslümanîann icmâ'ı vardır. Tebyîn'de
de böyledir.
Vitir, ramzanda,
cemaatle kılmak, evde kılmaktan daha faziletlidir. Sahih olan görüş budur.
Sirâcü'l- Vehhâc'da da böyledir. Bazıları da : «Vitri, yalnız başına evde
kılmak faziletlidir.» demişlerdir. Bu da, beğenilen bir görüştür. Tebyîn'de de
böyledir
Erkeklerin, bir ücret
ile bir kimseyi kiralayarak imâm edip, evde terâvîh kılmaları mekruhtur. Çünkü,
imâm kiralamak, fasiddir.
İmâmı icarlamanın
fasid olması, mütekaddimîn'in kavillerine göredir. Müteahhirîn ise, imâm
tutmayı ve benzerlerini caiz görmüşlerdir. Bu zamanda, kendisi ile fetva
verilen kavil de, bu son kavildir.
Bir mescidde, bir
gecede iki defa teravih namazı kılmak mekruhtur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir imâm, bir gecede,
ayrı ayrı iki mescidde, tam olarak teravih namazı kıldırsa, ikinci kıldırdığı
terâvîh namazı caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir. Fetva da bunun
üzerinedir. Muzmarât'ta da böyledir.
Muktedîmn (= imâma
uyan kimsenin) ayrı ayrı iki mescidde teravih namazı kılması caiz olur. Bu
kimse, ikinci mescidde vitir namazını kılamaz.
Teravihi cemaatle
kılmış olanların canları, bir daha teravih kılmak isterse, —cemaat, olmadan—
ayrı ayrı kılarlar Tatarhâniyye'de de böyledir.
Evinde, yatsı
namazını, teravihi ve vitri kılmış olan bir kimse, başka bir topluluğa imâm
olsa ve teravih için niyyet etse, bu durumda imâmın kıldığı teravih mekruh
olur; cemaatinki ise mekruh olmaz.
Fakat, bu kimse, önce
imamlığa niyyet etmez, riikû'a da şürû' eylerse, terâvîhde, bu kimsenin de, ona
uyanların da, namazları mekruh olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
En efdali, teravihi,
bir camide bir imâmla kılmaktır. Eğer iki imâmla kılacak olurlarsa, müstehab
olan, her birinin bir tervîheyi tam kıldırdıktan sonra ayrılmasıdır.
Bunların,-bir selamdan sonra ayrılmış olmaları müstehap olmaz. Sahih olan
kavle göre, bu böyledir. İki imâmla terâvîh caiz olduğu zaman, bu vecih üzere,
birinin farzı, diğerinin de teravihi kıldırması da caiz olur. Hz. Ömer (R.A.),
farzda imâm olurdu; vitri de o kıldırdı. Übey (R.A.! de terâvîh namazında imâm
olurdu. Sîrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Terâvîhde ve diğer
nafilelerde, akıllı sabinin çocuğun) imamlığı, bazılarına göre caiz ise de,
ekseriyete göre, caiz değildir. Serahsfnin Muhıyt'inde de böyledit.
Terâvîh, vaktinde
kıhnamayıp geçirildiği zaman, yalnız da, ccmaasle de kaza ediîmez. Sahih olan
kavi! budur. Fetâvâyi KâcU-hâVda da böyledir.
Geçmiş gecede,
teravihin bir şefinin fesada gittiği hatırlarsa, bunu terâvîh niyyeti ile kaza
etmek mekruh olur.
Vitir kılındıktan
sonra, teravinden iki rek'at kılınma-dığı hatırlansa, bu durum hakkında, FadI
bin Mııhammed : «Onu ce-maatie kılamazlar» demiştir. Sadrü'ş- Şehid ise : «Bunu
cemaatle kılmak caizdir.» demiştir. Sirâcü'î- Vehhâc'da da böyledir.
fmâm, tervîhada selam
verdiği zaman, cemaatin bir kısmı : «üç rek'at kılındı.» bir kısmı da : «iki
rek'at kılındı.» dese, bu durumda imâm, kendi reyi ile amel eder.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavline göre : imâmın, bu hususta kesin bir bilgisi yoksa, kendisine
göre, doğru olanların sözlerini kabul eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Terâvîhde, selamların
sayısında tereddüde düşüldüğü zaman, bunun yeniden kılınıp kılmmayacağı,
kilınırsa cemaatle mi, yoksa yalnız mı kılınacağı hususunda, âlimlerimiz
ihtilafa düşmüşlerdir; sahih olan görüş ise, münferîd olarak kılınacağıdır.
Muhıyt' tc de böyledir.
Yatsı namazını yalnız
kılmış olan kimse, teravihi cemaatle kılabilir.
Farzı cemaatle kasden
kılmamış olan kimseler, teravihi de cemaatle kılamazlar. Teravihin bir kısmını
imâmla, kılan veya imâma daha önce yetişmiyen veya teravihi başkası ile kılan
kimseler, vitri imâmla kılabilirler. Sahih olan görüş de budur. Gunye'de de
böyledir.
Bir kimse, bir
Lervîhayı veya iki tervîhayi imâmla birlikte kılamadığı zaman, eğer onlarla
meşgui olunca, vitri cemaatle kılaııııyacaksa, bu durumda önce vitri cemaatle
kılar, sonra da yetişemediklerini kaza eder. Üstâd Zâhirü'd-dîn
Şeyini1!"imâm bununla fetva verirdi.
Bir kimse, imâm namaz
küarken ona yetişse fakat onun farz mı, terâvîh mi kıldığını bilemese ve :
«Eğer yatsının farzı ise, imâma uydum; terâvîh ise, ona uymadım.» dese,bu
iktida (= uyma) sahih olmaz. İmâmın kıldığı yatsının farzı olsa da, teravih
olsa da bu hüküm değişmez.
Fakat : «Eğer yatsıda
ise imâma uydum. Eğer, terâvîhde ise imame uydum.» dese, bu durumda imâm
yatsıda olsa da; ierâvîhdc olsa da, iktida sahih olur. Huiâsa'da da böyledir,
Bir kimse, farzı,
vitri, nafileyi (teravihi' kılmış olan birine uyarak nama/, kılmış olsa, esahh
olan. kavle göre, bu kimsenin, böyle bir imâma iktidası sahih olmaz. Çünkü bu
hâl, seklin-amelim.-muhaliftir.
İlk iki rek'ati kılan
bir kimseye, ikinci iki rek'ati kılan kimsenin, uymuş olması sahihtir,
caizdir. Öğle namazının iki rek'atını kilon kimseye, daha önce dört rek'atiııi
de' kılmış olan bir kimsenin uyduğu gibi... Serahsî'niıı Muhıyt'inde de
böyledir.
Yatsı namazının son
sünnetini kılmamış olan bir kimsenin, teravih kılan kimseye, yatsının sünneti
niyyeti ile iktida etmesi caizdir.
Her iki rek'at
başında, terâvîh için niyyet elmiye ihtiyaç yoktur. Esahh olan budur. Çünkü,
teravihin tamamı bir namaz men-zilesindedir. İhtiyat olarak, her iki rek'atm
başında niyyet edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Teravih namazını
imâmla kılan bir kimsenin, her şe-fide, niyyet ini yenik memesi halinde de nn
mazı caiz olur. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir kimsenin, yatsı
namazında, son selamı vermeden, terâ-vîh namazını yatsı namazının üzerine bina
etmesi sahih olmaz. Sahih olan kavil budur ve böyle yapmak mekruh olur.
Teravihi, yatsı
namazının son sünneti üzerine bina etmek de sahih değildir ve böyle yapmak caiz
olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Sünnet olan, teravihi,
bir defa hatimle kılmaktır. Bu, cemaatin tenbelliği ve üşenmesi sebebi ile
terk edilmez. Kâfi'de, de böyledir.
Cemaaie ağır geldiği
bilinince, teşehhüdden sonraki dualar bunun "hilafinadır;
terkedilebilirîer. Ancak, uygun olan, salavâtlan okumaktır. Nihâye'de de
böyledir.
TeVâvîhte, iki hatim
fazilettir; en efdali ise üç defa hatmetmektir. Sirâcü'I - Vehhâc'da da
böyledir.
Teravihte, efdal olan,
selâmlar arasında müsavi şekilde okumaktır. Buna muhalif davranünıasmda da bir
beis yoktur. Fakat, ikinci rek'atte okunanın, birinci rek'aite okunandan uzun
olması müstehab değildir. Bu, diğer namazlarda da müstehap değildir. Birinci
rek'atta, ikinci rek'atten daha uzun okumakta ise, bir beis yoktur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
İmâmı A'zam ve İmâm
Yûsuf (R.A.)'a göre her iki rek'atte de müsavi okumak müsehabtır. İmâm
Muhammed (R.AJ 'e göre ise, birinci rek'atte, ikinci rek'atten daha uzun okumak
müstehabtır. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Hasan'ın rivayetine
göre, Ebû Hanîfe (R.A.) : «Terâvîh kılan kimse, her rek'atte, on âyet veya
buna denk miktarda Kur'an okur.» demiştir. Bu kavil sahihtir. Tebyîn'de de
böyledir.
Teravihte, Kur'an'ı
sür'atli okumak mekruhtur. Rükünleri süratli yapmak da mekruhtur.
Her zaman yavaş okumak
en güzelidir. Fetâvâyi Kâdüıân'-da da böyledir.
Bu zamanda, cemaatin
gevşekliğinden, tenbeliiğinden, yorgunluğundan dolayı, en efdali, toplumun
nefretini mucib olmayacak kadar
okumaktır. Çünkü, cemaati artırmak, okumayı uzatmaktan daha üstündür.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de.böyledir.
Müteahhirûn,
zamanımızda üç kısa âyet veya bir uzun âyet okumakla fetva verdiler. Taki,
cemaate usanma hali gelip, mescitler cemaatsiz ve hareketsiz kalmasın. En
güze! olan budur. Zâhidî -dc de böyledir.
Teravihte hatim yapmak
isteyen imâmın, hatimi, ramazanın yirmi yedisinde tamamlaması uygun olur.
Muhıyt'te de böyledir.
İmâmın, acele edip de,
ramazanın yirmi birinde veya daha önce hatmetmesi, mekruh olur.
Âlimlerden
nakledildiğine göre, onlar. Kur'an'ı, beşyüz kırk rü-kû'a ayırdılar
vemushafları böyle işaretlediler; ta ki, hatim ramazanın yirmi yedisinde tamam
olsun.
Bu beldenin gayrinde,
Kur'anlan, her on ayette bir işaretlediler ve her rek'atta onar âyet okudular;
ta ki, terâvîh'în her rek'-atinde, sünnet miktarı okunsun diye. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, hatim ramazanın
yirmi yedisinde veya yirmi birinde tamamlanırsa, teravihin geride kalanı terk
edilmez. Çünkü, —terâvîh— sünnettir. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Teravihin geride
kalanını terk etmek mekruhtur. Esahh olan budur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da
böyledir.
Terâvih'te, okurken
yamlnıdığı zaman, hemen o sûre veya o âyet terk edilir; ilerisi okunur.
Müstehab olan, o geride kalanı okumak, sonra ilerisine devam etmektir. Tertip
böylece sağlanmış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Her hangi bir şefi.(--
çift rek'at) bozulduğu zaman, o ı:ek' atlerde olcunan sayılmaz ve onlar eeniden
okunur. Böylece hatim, caiz elan rek'atlerdü tamamlanmış olur. Bazıları ise :
«O rek'atler-de okunanlar da sayılır.» demişlerdir. Cevheretü'n Neyyire'de de böyledir.
Bazı beldelerde,
insanlar dini işlerdeki zaaflarından ve gevşekliklerinden dolayı, hatmi terk
ediyorlar; bazıları da her rek'atte
«Kul huveUâhü ahad»
okumayı ihtiyar ediyorlar; bazıları da Fil Sûresinden, Kur'ân'm sonuna kadar
olan sûreleri okuyorlar. Bu, —hep dhlas okumaktan— daha güzeldir. Çünkü, böyle
yapmak, rek'atlerin adedinde, şüpheye meydan bırakmaz ve kalbi, rek'atlerin
sayılarım muhafaza ile meşgul etmez. Tecnîs'de de böyledir.
Bir özür olmadan,
oturarak îerâvîh kılmanın müstehap olmadığında, âlimler görüş birliği
içindedirler.
Bunun caiz olup
olmadığı hususunda ise, âlimler ihtilâf içindedirler. Bazıları: «caizdir.»
demişlerdir. Bu kavil sahihtir. Ancak, bu durumda, sevabı, ayakta kılanın
sevabının yarısı kadardır.
İmâm, özründen dolayı
veya bir özrü olmadan oturarak kılıyorsa, cemaat, bu imâma, ayakta iktidâ
eder. Bazıları «sahih olan budur.» demişlerdir. Ayakta duran kimsenin oturarak
kılan kimseye uymasının sahih olduğu halerde, böyle yapmak, herkesin yanında
sahih olur.
Bazıları ise :
"Bu durumda, cemaatin de oturarak kılması müstehabtır.» demişlerdir. Bu
kavil, cemaatin, sureten de imâma muhalefet etmesinden kemmak içindir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Fetâvâ'da : «Bir
kimse, bir selâmla dört rek'at kılmış olsa da, iki reka't başında oturmasa,
namazı —istihsânen— bozulmaz.» denilmiştir. Bu Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf
(R.A.)'tan gelen bir rivayetin en açığıdır.
Fadl bin Muhammed: «Bu
durumda — teravih — bozulmadığı zaman, kıldığı dört rek'at, iki rek'at yerine
kâimdir. Bu sahih olan bir görüştür. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Ebû Bekir el -
îskâf'dan «Teravinde, oturmadan üçüncü rek'ata kalkan kimsenin durumu »
soruldu; O da: «Eğer kıyamda iken hatırlarsa oturup selam vermesi münasip olur;
şayet üçüncü rek'atın secdesinden sonra hatırlar ve bir rek'at daha kılarsa,
bir selâmla kıfmış1 olduğu bu dört rek'at, iki rek'at —yerine— olınv dedi.
Eğer bu kimse, ikinci
rek'atte, teşehhüd miktarı oturmuş-sa bu durumda ihtilaf vardır. Ekseriyetin
kavline göre, bu tesh-meyn (iki selamlı dört rek'at> olarak, caiz olur. Bu
görüş sahihtir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir,kimse, teravihi on
selamla ve her selamı da üçer rek'at olarak kılsa ve iki rek'atin başında da
oturmamış olsa, Ebû Hâ~ nîfe (R.A.) 'den gelen iki rivayetten birine ve İmâm
Muhammed (R. A.) 'in kavline göre, —ki bu kıyastır— bu kimse, böyle kılmış
bulunduğu teravihi kaza eder.
İstihsana gelince,
—bunda da Ebü Hanîfe (R-A.)'nin kavli vardır—, bu şekilde kılınan teravih caiz
olmaz. O kimsenin, teravihi kaza etmesi lazım gelir. Ebû Hanîfe (R.A.')ninbu kavli üzere, bu kimse ister sehven, ister kasden böyle
kılmış olsun, kendisine kaza etmekten başka bir şey lâzım gelmez; İmâm Ebû Yûsuf (RA.)'un kavline göre ise, bu kimse, sehven böyle yapmışsa, böyle
eder; yanı sadece kaza etmesi gerekir. Fakat, bunu kasden yapmışsa o kimse hem
teravihi kaza eder; hem de fazla kıldığı her bir rek'at içüı, iki rek'at olmak
üzere, yirmi rek'at daha teravih kılması gerekir. Her iki imâmın sözüne göre
de, bu kimsenin teravihi caizdir. Eğer, sehven yapmışsa, bu kimsenin teravihten
başka bir şey kaza etmesi gerekmez; fakat bunu kasden yapmışsa, —ayrıca yirmi
rek'at daha kaza eder. Fetâvâyi KâdîhâiTda da böyledir.
Bir kimse, bir selamla
altı, sekiz veya on rek'at kılmış olsa, ve her iki rek'atte de oturmuş bulunsa,
ekseriyetin kavline göre, her iki rek'at bir selamla kılınmış olarak caiz olur.
Sahih olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhâb'da da böyledir.
Bir kimse, teravihin
tamamını bir selamla kılmış olsa, eğer her iki rek'atte oturmuşsa, bu terâvîh
bütün âlimlerimize göre caizdir. Fakat bu kimse, eğer her iki rek'atte
oturmayıp, sonunda. oturmuşsa, bu —istihsânda— sahih olan kavle göre, bir selam
olarak (— iki rek'at olarak) caiz olur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
tmâm ayağa kalktığı
zaman, teravihte, muktedînin oturup kalması mekruhtur.
Keza, uykusu galebe etmiş
olan bir kimsenin, cemaatle birlikte namaz kılması mekruhtur; bu kimse uyanana
kadar cemaatten ayrılır. Çünkü, uykulu iken namaz kılmak, namazı hafife
almaktır; gaflettir; tedbiri terk etmektir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, imâmla birlikte
namaza başlasa ve imâm oturunca da uyuşa, bu arada imâm selam verip iki rek'at
daha kılsa ve otursa, o kimse de —bu sırada— uyansa, eğer imâmın selâm vermiş
olduğunu bilirse, bu şahıs da selâm verir. Sonra imâma uyar; ona teşehhüddc
muvafakat eder. İmâm selâm verince de, alel acele iki rek'atini kılar ve imâma
uyarak üçüncü iki rek'ate dahil olur. Hu-lâsa'da da böyledir. [62]
0 Bir kimse, sabah
namazının veya akşam namazının bir rek'atini kılsa da kamet yapılsa, bu kimse
namazını keser ve imâma uyar.
Keza, ikinci rek'ati
secde ile kayıtlamamış olan kimse de, namazını keser ve imâma uyar. Fakat,
ikinci rek'ati secde ile kayıtlamış ise, namazını kesmez. Bu namazı bitirince
de imâma uymaz. Çünkü sabah namazından sonra nafile kılmak mekruhtur. Bu kimsenin
kıldığı namaz, akşam namazı olsa da, bu şahıs tamamladıktan sonra yine imâma
uymaz. Çünkü, üç rek'atli' nafile namaz yoktur. Veya bu kimse, bu durumda
imâma uyarsa, namazı dört rek'at kılar fakat bu da imâma muhalefet olur. Bunların
hepsi de bid'-attir..
Fakat, bir kimse,
akşam namazında nafile olarak, imâma uyacak olursa, o namazı dört rek'ate
tamamlar. Çünkü, sünnete uymak, imâma uymaktan daha evlâdır. Kâfî'de de
böyledir. Sünnete değil de imâma uymak kötülüktür. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
O Akşam namazında,
nafile olarak imâma uymuş olan kimse, :mâmla birlikte selâm vermiş olsa, namaz
bozulur. Ve bu namazı, dört rek'at olarak kaza eder. Çünkü, o —sünneti terk
edip— imâma uymuş olmaktadır. Şemnî'de de böyledir.
# Akşam namazını
kılmakta olan bir imâma, nafile kılacak olan bir kimse uymuş olsa, bu dununda
imâm üçüncü rek'atte okumaz da muktedî okursa, —bu muktedirim— namazı caiz
olur; imâma uyarak, okumamış olsa da, yine namazı caiz olur. Bu, ŞeyhuL-İmâm
Üstad Hâni'den naklolunmuştur;
9 İmânı, üçüncü rek'at
zanm ile, dördüncü rek'ate kalkmış olsa muktedî de ona uysa, bu durumda
muktedî'nin namazı fâsid olur.- İmâmın üçüncü rek'atte oturmuş olması veya
oturmamış bulunması fark etmez. Muhtar olan görüş budur. İmâmeyn'e gÖre,imâinin
namazı nafile olmuş olsa bile durum aynıdır. Fakat, bu namaz farz bir namaz
olursa, sonradan bu namaz nafileye dönmüş olur. Bu durumda imâm, iki tahrîme
ile, iki namaz kılmış olur. Muktedî ise, bu durumda, hades özrü olmaksızın, iki
imâm ile bir tek namaz kılmış oiur. Aksi taktirde bu namaz caiz olmaz.
Bir kimse, şayet
nafile bir namaza başlamış olur da, sonra da kamet yapılırsa, bu birinci
rek'ati secde ile kayıtlasın veya kayıtlamasın, muhtar olan kavle göre, bu
kimse namazım kesmez.
Keza, bu durumdaki bir
kimse, nezretmiş î=adamış) bulunduğu veya kazaya kalmış bir namaza başlamışsa,
namazını kesmez. Hulâsa'da da böyledir.
0 Bir kimse, Öğle
namazından bir rek'at kılınca, kamet edilmiş olsa; bîr rek'at daha kılar ve
sonra imâma uyar. Bu kimse, eğer o bir rek'ati secde ile kayıtîamamışsa,
namazını keser ve imâmla birlikte kılar. Sahih olan budur. Hidâye'de de
böyledir.
0 İmâmla namaza
başlamak için kamet yapılsa, müezzinin ayrıca kamet yapması gerekmez. Fakat
müezzin yeniden kamete başlarsa, namazın bir rek'atini secde ile kayıtlamamış
olan kimse,
, namazını iki rek'ate
tamamlar. Bu hususta, arkadaşlarımız arasında
I bir görüş ayrılığı
yoktur. Nihâye'de de böyledir.
Bir kimse, evde namaz
kılarken mescidde kamet yapılsa veya
bir mescidde namaz kılarken başka bir mescidde kamet yapıl-1 sa, bu durumda,
yani başka bir yerden kamet yapılınca, bu kimse namazını asla kesmez. ,
Bir kimse, öğle
namazından üç rek'at kılmış olsa, — ve bu esnada kamet yapılsa —bu namazını
tamamlar ve sonra nafile olarak imâma uyar. Fakat, üçüncü rek'atte bulunduğu
halde onu secde rlte kayıtlamamış olan kimse serbesttir; isterse selâm vermek
için Oturur; isterse ayakta tekbir alıp, niyyet eder ve imâmın kıldırmakta
olduğu namaza başlar. Bu durumda, ayakta selâm vermez. Tebyin'de de böyledir.
Bu durumda bulunan
kimsenin serbest olması, esahh olan görüştür. Mi'râcü'd - Dirâye'de de
böyledir.
«Bu durumdaki kimse,
ayakta tek selâmla namazını keser.» diyenlerde olmuştur. Bu ise esahhtır.
Çünkü, oturuş tehâllüd
için şart kılınmıştır.
Bu durum ise, namazı kesmektir; tehâllüd değildir. Tehâllüd Öğle namazında,
iki rek'at başında olmaz ve bu durumda, bir selâm kafî geîir. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Yatsı namazında da
böyledir, ikindi namazında ise böyle değildir. îkindi namazım kılmış olan,
nafile olarak imâma uyamaz.
İmâmla birlikte, öğle
namazının bir rek'atına yetişen bir kimse, kalan namazını cemaatle kılamaz.
Âlimlerin ekseriyetinin görüşü budur. Hepsinin görüşü de, bu kimsenin cemaatin
faziletine yetişmiş olduğudur. Bu kimse, imâmla birlikte, üç rek'ate
yetişmiş-se, namazı, imâmla beraber kılmış oîur. Sirâcül - Vehhâc'da da
böyledir.
0 Bir kimse, nafile
bir namaza başlamış olsa ve sonra da farz için kamet getirilse, içinde
bulunduğu namazı, çift rek'ate tamamlar; daha fazla kılmaz. Serahsî'nin
Muluyt'inde de böyledir.
0 Bir kimse, öğleden
önceki veya cum'a'dan önceki sünneti kılarken, kamet getirilse veya hutbeye
başîansa, iki rek'ati tamamlayınca namazım keser. Bu kavil, İmâm Ebü Yûsuf'tan
rivayet olunmuştur. «Bu namazı muhakkak tamamlar.» diyenler de olmuştur.
Hidâye'de de böyledir. Esahh olan da budur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
0 Sabah namazının
sünnetini kılmamış olan kimse, sabah namazının farzında imâma yetişse, bu
durumda eğer bir rek'atini zayi edip, diğer rek'atine yetişeceğinden korkarsa,
sünneti kılar; sonra farza başlar. Ve eğer her iki rek'ate de
yetişemiyeceğinden korkarsa, —sünneti lerk edip— imâma uyar ve farzı kılar.
H&dâ-ye'de de böyledir.
0 Bu kimsenin, ka'deye
(= oturuşa' yetişmemeyi umduğu zaman ne yapacağı kitapta (Hidâye'de)
zikredilmemişlir. Fakat bu kitapta geçen «her iki rek'ate de
yetişemiyeceğinden korkarsa» sözü, o kimsenin —bu durumda— imâma uyacağına
delalet ediyor.
0 Fakih Ebû Ca'fer
şöyle nakle tmiştir : İmâm-ı A'zam ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavillerine
göre, bu kimse, sabah namazının sünnetini kılar. Çünkü bu iki imâma göre,
teşehhüde.yetişmek, rek'ate yetişmek gibidir. Kifâye'de de böyledir.
0 Bir kimse, imâma
rükû'da iken yetişir ve bu rükû'un da birinci rükû'mu, ikinci rukûmu olduğunu
bilmezse, sünneti bırakıp, imâma tabi olur. Hulâsa'da da böyledir.
0 Bir kimsenin girdiği
mescidde ezan okunursa, o kimsenin namaz kumadan, o mescidden çıkması
mekruhtur.
Fakat, bu kimse, başka
bir camiin imâmı veya müezzini olur da, —gitmemesi halinde— cemaatinin
dağılacağından korkarsa, namaz kılmadan— çıkmasında bir beis yoktur. Bu hüküm,
o şahsın bu mescidde namaz kılmaması halinde böyledir.
Bu kimse, eğer bu
mescidde bir defa namaz kılmışsa yatsı ve öğle namazlarında müezzin kamete
başlamadıkça, bu şahsın —namaz kılmadan—■ çıkmasında bir sakınca yoktur.
Müezzin, kamete başlamışsa; iki rek'at kılana kadar çıkamaz. Bu durumda,
ikindi, akşam ve sabah namazlarında ise çıkar. Fakat, bu kimse beklerse onlarla
birlikte namaz kılmaması mekruhtur. Serahsî'nin Muhıyt'-inde de böyledir.
0 İmâma rükû'da
yetişen kimse, tekbîr alır ve fakat imâm rükû'dan başını kaldırana kadar
beklerse, o rek'ate yetişememiş olur. Bîdâye'de de böyledir
0 Bu durumda, imâmın
rükû'da durması ile durmaması müsavidir.
Keza, bu kimse, hiç
beklemeden eğiîse, fakat kendisi rükû' yapmadan, imâm başını kaldırsa yine o
rek'ate yetişmiş sayılmaz.
Mahbûbî : «Bir kimse,
imâm rükû'da iken mescide girerse; bazı âlimlerimize göre, bu kimsenin tekbir
alıp rükû'a varması ve sonra yürüyerek safa karışması uygun olur. Bu, rükû'u
zayi etmemek için yapılır.» demiştir.
Bize göre, namaz kılan
bir kimse, arka arkaya üç adım yürürse, namazı batıl olur. Yürüyüşü üç adımdan
fazla olmazsa namazı mekruh olur.
Alimlerin ekserisi
ise, «bu kimse namazda yürüme ihtiyacı hissetmemek için tekbir almaz.»
görüşündedirler.
Cellâbî, Salat isimli
kitabında : «imâma rükû'da yetişen kimse, tekbir alıp. eğilmeye başlar. Bu
esnada imâm da doğruluyor ise, o rek'ate yetişmiş sayılır.» demiştir. Esahh
olan, o rek'&tin sayıİabll-mesi için, çok az da olsa, imâmla birlikte
rükû'da bulunmaktır. Mi' râcü'd Dh-âye'de de böyledir.
® îmâm rükû'a
varmışsa; sonradan imâma yetişen kimse de ayakta tekbirini almış, imâm tam
rükû'a varıncaya kadar, imâmla birlikte rükû'a eğilmemiş ve imâm rükû'a
vardıktan sonra, o kimse de rükû'a varmışsa, şübhesiz bu kimse o rek'ate
yetişmiştir. Bu hususta âlimlerimizin görüş birliği vardır.
Keza, bu kimse imâma,
rükû'un kavmesinde yetişmiş ojursa, o rek'ate yetişmiş sayılmayacağında da
âlimlerimizin ittifakı.vardır. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir.
0 îmâma rükû'da
yetişen kimse, eğer imâma rükû'da iken ye-tişemiyeceğinden korkmazsa, İftitâh
tekbirini ayakta kalır, sübhâ-nekeyi ayakta okur ve bayram tekbirlerini ayatkta
alır. Fakat, ye-tişemiyeceğinden korkarsa, bu durumda sadece iftitâh tekbirini
ayakta alır, diğerlerini ise rükû'da tamamlar. Kâft'de de böyledir.
0 îmâma rükû'da
yetişen kimsenin, iki tekbir alması gerekmez. Bazı âlimlerimiz bu kavle
muhaliftirler.
Bu kimse, şayet, o bir
tekbirle, rükû' tekbirine niyyet etmiş olsa da, iftitâh tekbirine niyyet
etmemiş bulunsa, bu niyyetd boştur ve namazı caizdir. Fethül - Kadîr'de de
böyledir.
0 Bir müktedî, bütün
rek'atlerde rükû'a ve secdelere imâmdan önce varmış olsa, bu kimsenin kıraâtsiz
olarak bir rek'at namaz kılması gerekir. Bu şekilde namazı tamam olur.
Bu kimse, eğer imâmla
birlikte rükû* yapar da, secdeyi ondan Önce yaparsa, iki rek'at kaza etmesi
gerekir.
Bu kimse, eğer rükû'u
imâmdan önce yapar da, secdeleri onunla beraber yaparsa, kıraâtsiz olarak,
dört rek'at kaza etmesi lâzım gelir.
Bu kimse, rükû' ve
secdeleri imâmdan sonra yaparsa, namazı caiz olur. Bu kimse, rükû' ve
secdelerin sonunda imâma yetişmiş olursa, namazı caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
0 Mescide giren bir
kimsenin, vakit müsait olduğu müddetçe, nafile namaz kılmasında bir beis
yoktur. Vakit dar olursa, na-
file namaz kılmayı
bırakır. «Bu, sabah ve öğle namazlarının haricindedir.» denilmiştir.
Bu kavil, Şemsü'l -
Eimme Serahsî'nin, Mııhıyt Sâhibi'nin, Kâ-dîhân m Umurtâşî'nin, Mahbûbî'nin
görüş ve ihtiyarlarıdır. Kifâye ve Nihâye'de de böyledir. «Bu kavil, umûmun
görüşüdür.» denilmiştir. Hldftye'de de böyledir. Sadrü'l - İslâm'ın da
ihtiyarı budur.
En iyisi bütün
hallerde, onu terk etmemektir. Namazın cemaatle kılınıp, kıhnmaması da
müsavidir. Yalnız farzın vakti geçecek olursa, nafile namaz terkedilir.
Kifâye'de de böyledir. [63]
O Farz olduktan sonra,
vakti geçen her namazı kaza etmek farzdır. Namazın vaktinin geçmesi, ister
sehven, ister kasden ve ister uyku sebebi ile olsun müsavidir.
9 Mecnun olan bir
kimsenin, cünûn halinde iken, mecnun olmadan Önce geçirmiş bulunduğu namazları
kaza etmesi, üzerine borç değildir. Bu kimse, tecennün (- delilik) halinde
geçirmiş bulunduğu namazları da, akıllanınca kaza etmez.
Mürtedin de (=
İslâm'dan dönmüş olan kimsenin de), dinsizlik zamanında zayi ettiği namazları
kaza etmesi gerekmez.
Dar-i harbte müslüman
olduğu halele, cehaleti (namazın farzi-yetini bilmemesi) sebebi ile namaz kılmayan
kimsenin de, üzerine, bunları kaza etmesi gerekmez.
Bayılan kimsenin de,
baygınlık halinde kılamadığı namazları kaza etmesi gerekmez.
İmadan bile aciz olan
hastanm o halde geçirdiği namazları kaza etmesi gerekmez. Fakat bu şekildeki
aczinin müddeti, bir gün bir geceden ziyade olması gerekir.
Kazaya kalmış olan bir
namaz, zayi olduğu sıfat üzere kaza edilir. Zaruret ve özür hali müstesnadır.
Bir kimse, seter ( —
yolculuk' halinde kazaya bıraktığı namazım, hazer halinde kaza ederken, dört
rek'atli farzları ikişer rek'at olarak kaza eder.
Mukîm iken kazaya
bıraktığı namazları, sefer halinde kaza etmek isteyen kimse de, rek'atleri tam
olarak kaza eder.
Farz namazların kazası
farz; vacip namazların kazası vacip; sünnet namazların kazası ise sünnettir.
Kaza için muayyen (=
belirli) bir zaman yoktur. Ömrün vakitlerinde kaza kılınabilir. Ancak şu üç
vakit müstesnadır: 1 — Güneşin doğma vakti, 2 -— Zeval vakti, 3 — Güneşin batma
vakti, kaza namazlarının, bu üç vakitte
kılınması caiz olmaz. Bahrü'r-Râık'ta
da böyledir.
0 Bir kimse bir namaz
kılsa, arkasından da irtidât etse, (= İslâm'dan çıksa), sonra da henüz o
namazın vakti çıkmadan yeniden İslâm'a dönse, bu kimse o namazı tekrar kılar.
Kâfi'de de böyledir.
0 Bir erkek çocuk,
yatsı namazını kıldıktan sonra uyuşa ve ihtilâm olsa ve bu çocuk tan yeri
ağarmadan uyansa, yatsı namazını yeniden kılar. Kız çocuğu böyle değildir.
Kız çocuğu, tan
yerinin ağarmasından Önce, hayızla bülûğâ erişmiş olursa, bu kıza yatsı
namazının kazası îazım gelmez. Çünkü hayız vacipİerin (= farzların) üzerine
gelse onları sakıt eder. (düşü rür.) Bunlara mukârin (— yakın, bitişik) olduğu
zamanda da, mani olması daha uygun olur.
«Eğer kız, yaş
itibariyle bâliğa olursa, yatsı namazını kılması lazım gelir. Bu kız, şayet
fecrin doğmasına kadar, uyanmamış olursa, yatsrjıamazını kaza eder.»
denilmiştir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyeldir.
0 Geçmiş namazlar
cemaatle kaza edildikleri zaman, eğer bu namaz aşikâr olarak okunan bir
namazsa, imâm açıktan okur.
Bir kimse, kaza
namazını yalnız başına kiîacaksa, —açıktan okunacak namazda— gizli veya aşikâr
okumakta serbesttir. Fakat, açıktan okumak daha efdâMir. Vaktinde kılındığı
zaman olduğu gibi...
Gizli okunarak kılınan
namazların kazalan da gizli okunarak kılınır. Yalnız kılınsın, imâmla kılınsın
müsavidir. Zahîriyye'de de böyledir.
0 Vakit namazları ile
geçmiş namazlar arasında ve geçmiş namazların birbirleri arasında tertip (=
sıra gözetmek) haktır. Kâ-fî'âe de böyledir.
0 Kazayı kılmadan,
edayı kılmak caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
0 Farzlar ile vitir
arasında da böyle tertib vardır Vikaye Şerhi'nde de böyledir.
0 Bir kimse, vitir
namazını kılmadığını bildiği halde, sabah namazını kılmış olsa, Ebû Hanîfe
(R.A.) 'ye göre, bu kimsenin namazı fasid olur.
Bir kimse, nafile bir
namaz kılarken, kazasını hatirlasa, nafilesi bozulmaz. Çünkü tertip, —kıyâsın
hilafına— farzda vaciptir. Başka namazlar —bu kaideye— katılmaz. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
0 Fetâvâyi İtâbiyye'de
: «Bir erkak çocuk, bulûğa erişince, namazlarını vaktinde kılarsa, sâhib-i
tertîb olur.» Kızlar da böyledir :
0 Fakat, namaz
amellerinin bazısında, bize göre tertip farz değildir. Mııhıyt'te de böyledir.
0 Bir kimse, namazın
başında imâma yetişse fakat imâmın arkasında uyuşa veya abdesti bozulsa, sonra
da uyansa veya abdest alsa, bu kimse, önce, imâmın daha önce kıldığını kılar ve
sonra da imâma tabi olup, onun kılmakta olduğunu kılor .
Bu kimse, şayet bu
durumda, önce imâma tabi olup onun kılmakta olduğunu kılar, sonra da imâma
uyamamış olduğu kısmı, —imâmın selâjm vermesinden sonra— kaza ederse> böyle
yapması üç imamımıza göre de caizdir.
Bize göre, cum'ada da
böyledir : Bir kimse, izdihamdan dolayı birinci rek'atı İmâmla birlikte
kılamasa, yani başta iktidâ etse de —izdihamdan dolayı— ayakta kalsa; ikinci
rek'atı kılma imkanı bulsa, önce ikinci rek'ati, imâmın selâmından sonra da
birinci rek'-ati kılarsa, bu caiz olur. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
0 Tertip, unutmakla ve
unutma manasında olan şeylerle düşer. Muzmarat'ta da böyledir.
Bir kimse, abdestli
olduğunu sanarak öğle namazını, sonra abdest alıp ikindi namazını kılsa, sonra
da öğle namazım abdestsiz kıldığı açığa çıksa, bu kimse, sadece öğle namazını
kaza eder. Çünkü o kimse, öğle namazını unutmuş olan kimse yerindedir.
Şu mes'ele, yukarıdaki
mes'elenin hilâfınad'ır: Bir kimse, abdestli olduğu zannı ile, arefe günü
Arafatta Öğle namazını kılmış olsa, sonra da abdestle ikindi namazını kılsa da,
durum meydana çıksa, bu kimse, ikisini de yeniden kılar. Çünkü, Arafatta ikindi
namazı cem'dir ve öğle namazına tabidir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Bir kimse, sabah
namazım kılmadığını hatırladığı halde öğle namazını kılmış olsa, öğle namazı
fasid olur. Sonra, sabah namazını kaza etse de öğle namazım hatırladığı halde,
ikindi namazını kılsa, ikindi namazı caiz olur. Çünkü bu kimse, ikindi namazını
eda ederken, öğle namazının zayi olmadığını zannetmektedir. Ve o kimsenin bu
zanm mu'teberdir. Tebyîn'de de böyledir.
9 Bir kimse, öğle
namazını kılarken, sabah namazını kılıp kılmadığı hususunda şüpheye düşse ve
namaz bittikten sonra, kılmadığını kesin olarak bilse, bu durumda önce sabahı,
kaza, sonra da öğleyi eda eder. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
# Bir kimse, namaz
kılmakta iken, —kazaya kalmış— bir çok namazını hatırlasa, FaMh Ebû Ca'fer'den
naklen, mezhep imamları-mız : «Gerçekten o kimsenin namazı fasid olur.»
demişlerdir. Fakat, hatırladığı an, bu kimsenin namazı bozulmaz. Bu kimse, o
namazı iki rek'ate tamamlar ve bu namaz nafile sayılır. Bu durumda da, geçmiş
namazların eski veya.yeni olmaları müsavidir. Muhiyt'te de böyledir.
0 Bir kimse, cu'mayı
kılarken, sabah namazını kılmadığım hatırlamış olduğunda, cum'ayi kesip,
sabahla meşgul olursa, cum'a zayi olur. sabah namazı ise, zayi olmaz.
İmâmı Azanı ile İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu kimse, cum'a namazını keser, sabah namazını kılar;
sonra da öğle namazını kılar.
İmâm Muhanuned (R.A.)
'e göre ise, bu kimse cum'ayı tamamlar.
Şayet, bu kimse, hem
sabahı küıp hem de cum'aya yetişebilecek olursa, bil-icmâ' sabahla meşgul
olur.
Bu kimse, cum'ayı
kesip sabahla meşgul olunca, vakit fevt olacaksa Cgeçecekse), cuma'yi tamamlar
ve sonra sabahı kılar. Sirâ-cii'I - Vehhâc'da da böyledir.
# Vaktin dar olması da
tertibi ikât eder. (düşürür.) Bu durumda, bir kimse: geçmiş namazı takdim etse
(= öne alıp kılsa', caiz olur; fakat bu günahtır. Nehrü'I - Fâık'ta da
böyledir.
• Vaktin dar olması :
Kazayı kıldıktan sonra, edaya vaktin kalmaması, demektir.
Bir kimsenin üzerinde,
yatsının kazası olsa .da onunla uğraşana kadar, güneş doğacak hale gelse fakat
teşehhüd miktarı oturacak kadar vakit kalmasa, bu durumda, sabah namazım kılar
ve güneşin yükselmesinden sonra, da yatsıyı kaza eder. Tebyîn'de de böyledir.
O Vakit namazı
efdaliyyet vechi üzere eda edilemez ise bile, tertibe riayet edilir. Meselâ :
Vakit çok daralsa da, vaktiyyeyi ( = vakit namazını) hafifletmeden, okumasını
kısaltmadan, diğer fiillerini noksanlaştırmadan kılmaya imkan kalmamış olsa,
bu durumda da tertip gerekir ve bu kimse, iktisada namazı caiz olacak kadar,
namazı kısaltır. Timurtâşî'de de böyledir.
0 Vaktin darlığı
hususunda, namaza başlama zamanına itibar olunur.
Hatta, bir kimse, kaza
namazını hazırladığı halde, vaktiyyeye başlamış bulunsa ve kıraati vakit
daralana kadar uzatsa, bu kimsenin namazı caiz olmaz. Bu kimse, bu vakit
namazını keser ve kazaya kalmış namazım kılmaya başlar.
Şayet, bu kimse, kaza
namazını unutarak vakit namazını kılmaya başlamış olsa, mes'ele hâlî üzeredir.
Bu kimse, kaza namazını vakit daraldıktan sonra hatırlasa, namazı caiz olur;
kesmesi lâzım gelmez. Tebyîn'de de böyledir.
f} Dar vakit
hususunda, işin aslına, gerçeğe itibar edilir; zan-na itibar olunmaz. Hatta,
bir kimse, vaktin dar oldu ğunu zannederek, —yatsı namazını kılmadığım
hatırladığı halde— sabah namazını kılsa, da vaktin geniş olduğu ortaya çıksa,
bu kimsenin kıldığı sabah namazı fasid olur. Bu sabah namazı, batıl olup
bozulunca, bakılır; eğer vakit genişse her iki namaz da kılınır; vakit dar ise,
yalnız sabah namazı yeniden kılınır. Bunu ikinci defada da yapar. Yatsı üe
meşgul olsa da, sabahı iade edemeden güneş doğsa, caizdir; sabah namazı da
sahihtir. Tebyîn'de de böyledir.
# Keza, bir kimse,
kılmamış olduğu sabah namazını, öğlenin vaktinin sonunda hatırladığı zaman,
zannma göre her iki namazı kılmaya imkan olmasa da, öğle namazım kılmaya
başlasa ve kılsa; geride de vakit bulunsa, baitar Öğle vaktinden geriye kalmış
olan zamanda, önce sabahı ve sonra da öğleyi kılma imkanı varsa, Önce kılmış
bulunduğu öğle namazı caiz olmaz. Bu durumda bu kimsenin, önce, sabah namazını
kılması, sonra da öğle namazını iade etmesi
(tekrar kılması) lâzım gelir.
Keza, öğle vaktinden
geriye kalan zamanda sabahı kılıp, Öğleden de bir rek'at kılacak kadar vakit
var ise, yine yukarıdaki gibi yapması lâzım gelir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
0 Eğer terk olunan namazlar, birden fazla ve
vakit de bun-' iardan bir kısmı ile
vaktiyyeyi (= vakit namazını) kılacak kadar genişse, bir kimsenin o metruke
lenden (= kazaya kalmış namazlardan)
kılabildiğini kılmadıkça vaktiyyeyi kılması caiz olmaz.
Hatta, sabah vaktinde,
yatsı ile- vitiri kılmadığını hatırlayan bir kimsenin, beş rek'at kılacak kadar
bir vakti olsa, İmâmı A'zam'ın (R.AJ kavline göre bu kimse, önce vitri kılar
sonra da sabah namazını kılar; kerahat vakti çıktıktan sonra da yatsıyı kaza
eder.
Keza, bir kimse,
ikindi vaktinde, sabahı ve öğleyi kılmadığını hatırlar fakat sekiz rek'atten
fazla kılmaya da vakit kalmazsa, bu durumda, o kimse, önce öğleyi ve sonra da
ikindiyi kılar.
Şayet, altı rek'at
kılacak vakit bulunursa, bu durumda ise, bu kimse, önce sabahı sonra da
ikindiyi kılar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyeldir.
0 Ebû Hanife ve Ebû
Yûsuf (R.AJ'a göre, ikindinin son vaktine itibar olunur. Tebyîn'de de
böyledir.
0 Şemsü'l - Eimme
Serahsî : «Güneş batmadan önce, eğer Öğ-le ve ikindiyi kılmaya imkan var ise,
—bu durumdaki kimse— tertibe riayet eder. Eğer iki vakit kılmaya imkan yoksa,
ikindiyi eda eder.
Eğer, güneşin teğayyür
etmesinden önce, öğleyi kılma, arkasından da ikindinin tamamını veya bir
kısmını —güneşin batmasından önce— kılma imkanı varsa, bu durumda tertibe
riayet gerekir. Ancak, Hasan bin Ziyâd'm kavline göre, güneşin gurubundan
sonra, ikindi vakti yoktur. Nfthâye'de de böyledir.
0 Bu durumda, öğle
namazını kılacak kadar, müstehap vakit kalmamış olursa, tertib bil-icmâ' düşer.
Tebyîn'de de böyledir.
0 Bir kimse, üzerinde,
öğle namazının kazasının olduğunu bilmeyerek, ikindi namazını kılmaya, vaktin
evvelinde başlamış olsa ve bu namazı, kerahat vakti girene kadar uzattıktan
sonra, öğle na-
mazını kılmadığını hatırlasa, bu kimse, kılmakta
olduğu namaza devam eder. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
0 Bir kimsenin
üzerinden, vaktin darlığı sebebi ile tertip düşmüş olduktan sonra, vakit çıksa;
sahih olan kavle göre, bu kimse, kılmakta olduğu namazı iade eylemez. Vakit,
namaz arasında çıkmış bile olsa, durum böyledir, Bu kimsenin kıldığı vakit
namazı bozulmaz. Sahih olan kavle göre, —bu durumdaki kimse— kazayı kılmaz,
vaktiyyeyi eda eder. Zâhidî'de de böyledir.
0 Unutma hali devam
ettiği müddetçe, tertibin hükmü, zahir olmaz. Hatırlanınca, tertib lâzım gelir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
0 Geçmiş namazların
çok olması tertibi düşürür. Sahih olan görüş budur. Serahsî'nin Muhıyt'ınde de
böyledir.
0 Geçmiş (= kazaya
kalmış) namazların çokluğunun hududu ; —Altıncı namazın da vaktinin çıkmış
olması şartı ile— altı vakit. İmâm Muhammed (R.A.) : «Altıncı vaktin girmesine
itibar olunur.» demiştir. Fakat, sahih olan, önceki kavildir. Hidâye'de de
böyledir.
0 Bu hususta, bunlar,
sonradan kılınmış olsa bile, geçen vakitlerin, altı vakit olmasına itibar
olunur.
0 «Ayrı ayrı da olsa,
kazaya kalmış olan namazların, altı vakit olmuş olmasına itibar olunur.»
denilmiştir.
Bu ihtilafın faydası :
Duruma bakılır, bir kimse, bir gün öğle namazı, bir gün ikindi namazı ve bir
gün de akşam namazı olmak üzere üç vakit terk ettiği zaman, bunların,
hangisinin evvel kazaya kaldığını da bilemezse, birinci kavle göre, bu kimseden
tertib düşer. Çünkü, geçen bu namazların araları çoktur.
İkinci kavle göre ise,
bu kimseden tertip düşmez. Çünkü, bizzat geçmiş namazlarda itibar, altı vakte
erişmeleridir. Böylece, öğle, ikindi, öğle, akşam, öğle, ikindi, öğle olmak
üzere yedi vakit namaz kılsa yerinde olur. Birinci kavil esahhtır. Tebyîn'de
de böyledir. O, genişliktir. İkinci kavil hakkında Şeyhü'l - İmâm Ebû Befcİf Muhammed
bin Fazl : «En uygun olanı budur.» demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
0 Geçmiş namazların
çok olması, tertibi düşürür. Bir kimse, bir ay namazı [erk etmiş olsa; sonra,
bunları otuz sabah, otuz öğle şeklinde devam edip, bu bir aylık namazı kaza
etmesi sahih olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde
de böyledir.
9 Geçmiş namazlarının
çokluğundan dolayı tertib sahibi olmaktan çıkmış olan bir kimse, sonradan, bu
geçmiş namazlarından bir kısmını kaza etmiş ve geçmiş namazları altı vakitten
az kalmış bulunsa, esahh olan kavle göre, bu durumda, bu kimse, yeniden
sahıb-i tertib olmuş olmaz. Hulâsa'da da böyledir. Şeyhü'l - İmâm Zahidi Ebû
Hafsü'J -Kebir de : «Fetva buna göredir.» demiştir.
Hatta, bir kimse, bir
aylık namazım terk etmiş olsa da, bunları kaza etse ve bunlardan yalnız b\r
vakit kalmış olsa ve sonra da bunu hatırladığı halde vaktiyyeyi kılmış olsa,
bu vakit namazı caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Kazaya kalmış olan
namazlar iki nev'İdir :
1- Fevâit-i Kadîme (~
Yeni kazaya kalmış namazlar.)
2- Fevâit-i
Hadîse (= Eskiden kazaya kalmış
namazlar.)
® Yeni kazaya kalmış
olan namazlar, ittifakla tertibi düşürürler.
Eskiden kazaya kalmış
namazların tertibi düşürüp düşürmeyeceği hususunda ise, âlimlerimiz ihtilâf
etmişlerdir.
Bir kimse, bir ay,
namazını terk ettikten sonra, bir müddet namaz kılmış ve o bir aylık namazı
kaza etmemiş olsa; bu arada, bir vakit namazı terk etmiş olsa da, o yeni namazı
hatırladığı halde, vaktiyyeyi kılmış bulunsa, bazılarına göre caiz olmaz,
«caiz olur.» da denilmiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Kâfi'de de böyledir.
O Hatırladığı ve
kılmaya gücü yettiği halde, bir kimsenin geçirmiş olduğu namazı, —kılması
mümkün olan;—• vakitten sonraya bırakması, gerçekten mekruh olur. Asji dan
kavil budur, Çünkü, hatırlama vakti, hemen kaza kılmanın vaktidir. Namazı,
vaktinden geri bırakmak ise, hilafsız mekruhtur. Muhıyt'te de böyledir.
A Asılda : «Bir kimse,
öğle namazını kılmadığım bilerek, ikindi namazını kusa, kıldığı bü ikindi
namazı fasiddir. Fakat, vaktin sonu. ise, bu namaz fasid olmak,.
Farz bir namaz fasid
olunca, İmâma A'zam ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, namazın aslı bâtıl olmaz.
İmâm Muhammed (R.A.i'e göre ise, —bu namaz batıl olur, Mes'ele nıa'ruftur.
Sonra, Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ikindinin farziyyeti, fesâd-ı mevkuf C—tutuklu
bir fesâdî ile fâsid olur. Hatta, altı
veya daha fazla namaz kılsa da öğle namazını iade eylemese, ikindi namazı caiz
olarak geri döner. İadesi gerekmez. îmâmeyn'e göre ise, bu namaz, fesâd-ı
bâtıl ile fâsid olur. Bu durumda ona cevaz yoktur.
Bu hususta aslolan :
Ebû Hanîfe CR.A.) 'ye göre, geçmiş namaz ile vakit namazı arasındaki tertibe
riayet etmek, geçmiş namazın çokluğu sebebi ile düştüğü gibi, edanın çokluğu
ile de düşer. Mıı-hıyt'te de böyledir.
9 Bir kimse, bir vakit
namazı unutsa da onun hangi namaz olduğunu bilemese; teharrî (= araştırma) yolu
ile de, bunu bile-mese bize göre o kimse bir gün ve bir geceki namazı iade
eder. Zahîriyye'de de böyledir. Fakih de : «Biz bunu alıp, kabul ederiz.»
demiştir, el - Yenâbi'den naklen Tatarhânîyye de de böyledir.
0 Keza, bir kimse iki
ayrı günde, iki namazı unutmuş olsa ve bunların hangi namaz olduklarını da
bilemese; bu kimse, iki günlük namazını yeniden kılar. Kıyas bunun üzerinedir.
Yani., bir kim-se, üç ayrı günde, üç namazı veya beş ayrı günde, beş namazı
unutsa ve bunların hangi namaz olduğunu bilmese, bu şahıs, üç günlük veya beş
günlük namazı iade eder.
41 Bir kimse,
iktgünde, bir gün öğleyi bir gün de ikindiyi terk etmiş olsa ve hangisini
evvel, hangisini sonra terk etmiş olduğunu bilemese, araştırması sonucunda da
b'ıc re'yî olmasa, tmâm-ı A'zam (R.A.) 'a göre, ihtiyat yolu ile tertibe riayet
edilmesi için, önce birini, sonra da diğerini, değişik olarak, iki def'a kılar
ibadetlerde ihtiyat vaciptir.
Diğerleri ise : «Biz
bu kimseye, böyle yapmasını emretmeyiz, yalnız taharri etmesini (=
araştırmasını* emrederiz. Çünkü, aczinden dolayı, o kimseden tertip düşer.
Dolayisı ile o kimsenin —bu namazları— iki defa kılması lazım gelmez.»
demişlerdir. Serahst'-nin Muhıyt'mde de böyledir.
Ebû Hanîfe (R.A.) 'nin
kavli üzere bir kimse, Önce öğleye
başlar sonra ikindiyi ve sonra yine öğleyi kılarsa, bu efdal olur. Şayet, Önce
ikindiden başlayıp, sonra öğleyi tfe sonra yine ikindiyi kılarsa, yukarıdaki gibi bu da caiz olur.
İkindi namazını kılan
bir kimse, secdenin birini terk ettiğini hatırlar fakat bu secdenin, ikindi
namazının mı, önceki öğle namazının mı olduğunu kat'î olarak bilemezse;
ikindiyi kılıp tamamIar. İkindinin secdesi olma ihtimaline binaen bir secde
yapar. Sonra da, ihtiyaten öğle namazını iade eder. Şayet iade etmezse, bu
kimseye bir şey lâzım gelmez. Mııhiyt'te de böyledir. [64]
Yetîme'de : «Bir
kimse, ikindi kılmaya başladı, onu kılarken güneş battı; sonra da birisi gelip
bu adama iktida eyledi; bu durumda onun iktidası sahih olur mu?» diye babama
soruldu; babam da : «Evet, sahih olur; eğer imâm mukîm olmaz (= misafir olur)
ve muktedî de misafir, olursa.» buyurdu.» denilmiştir. Tatar-hâniyye'de de
böyledir.
Şafiî mezhebinde olan
bir kimse, Hanefî mezhebine geçse, Şâfıî iken geçirmiş olduğu namazları, Hanefî
olduğu zaman kaza etmek isterse, bunları Hanefî mezhebine göre kaza eder.
Hulâsa'da , da böyledir.
Bir adam, teyemmümün,
bileğe kadar yapılacağını, vitrin ele bir rek'at olarak kılınacağını bilse (ve
bir müddet de Öyle, yapsa) ; sonra da teyemmümün dirseğe kadar yapılacağını,
vitrin de üç rek'at olarak kılınacağını öğrense, bu şekilde, önce kılmış olduğu
namazları iade etmez.
Fakat, bu kimse, bunu,
bilgisizliğinden ve hiç bir kimseye sorup öğrenmeden yapar, sonra da sorduğunda
kendisine,vitrin üç rek'at kılınması emredilirse, bu durumda, önce kılmış
bulunduğu vitirleri kaza eder. Zehıyre'de de böyledir.
Sıyrfiyye'de : «Tertîb
sahibi bir kadın, bir vakti terk etse, arkasından da hayız olsa ve temizlense,
geçirmiş bulunduğu o namazı catirladığı halde, namaz kılsa, £>u caiz olmaz.
Tatarhâniyy*' de de böyledir.
Harbî olan bir kimse,
küffâr diyarında müslüman olsa fakat oruç, namaz nedir bilmese, sonra da İslâm
diyarına gelse veya ölmüş bulunsa, üzerine, orucun da namazın da kazası lâzım
gelmez. Kiyâsen de, ıstıhsanen de böyledir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Dâr-ı harbe giden bir
kimseye ise, geçirdiği namazların kazası lâzım olur.
Hasan, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) 'nin «Bu kimseye, iki erkek veya bir erkek iki kadın, namazın farz
olduğunu haber vermemişse, bu kimsenin dâr-ı harbde kılmadığı namazların,
iadesi lâzım gelmez. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Itâbiyye'de, Ebû
Nasr'dan rivayeten : «Hiç bir vakit namazını geçirmemiş olan bir kimse,
ihtiyatlı olmayı dileyerek, ömrünün bütün namazlarını kaza eden bir kimse,
eğer bunu, namazlann-daki noksanlık ve kerâhatten dolayı yapmışsa, yaptığı iş
güzel bir iş olur. Bu sebeblerden dolayı yapmıyorsa, bu şekilde, ömrünün bütün
namazlarını kaza etmemelidr. Sahih olan ise, böyle yapmanın, (ömrü boyunca
kılmış bulunduğu bütün namazları kaza etmenin) caiz olduğudur. Bu kazaları,
sabah ve ikindi namazlarından sonra kılmamalıdır. Önceki insanlardan pek çoğu
fesada gitmiş olması şüphesi ile kaza etmişlerdir.» denilmiştir. Muzmarat'ta
da böyledir.
Böyle yapan bir kimse,
bütün rek'atlerde Fâtihâ ve Sûre okur. Zahıriyye'de de böyledir.
Fetâvâ'da : Bu şekilde kaza kılan kimse, vitir namazım da
kaza eder. Üzerinde, vitrin olmadığı hususunda kesin bilgisi olmadığı zaman, bu
kimse, vitri üç rek'at kılar; kunut yapar ve te-şehhüd miktarı oturduktan
sonra, kalkıp bir rek'at daha kılar. Bu durumda, kazaya kalmış vitri- varsa, onu kılmış, olur; yoksa kıldığı
bu namaz nafile olur. Ve bu kimsenin, nafile bir namazda kunut duası okumuş
olması hiç "bir zarar vermez.
Huccet'de : «Kazaya
kalmış namazları kılmak, nafile namaz kılmaktan çok daha ehemmiyetli ve çok
daha uygundur. Yalnız, ma'rûf bilinen'
sünnetler bu hükümden müstesnadır. Kuşluk namazı, tesbîh namazı gibi sahîh
haberlerle gelen namazlar ki bunların
içinde sayılmış sûreler ve zikirler vardır— nafile niyyeti ile kılınır;
başkaları ise, kaza niyyeti ile kılınır. Muzmarat'ta da böyledir.
Mültekıt'ta : «Bir
baba oğluna, tutamadığı oruçları ve kı-latfıadığı namazları, kendi namına kaza
etmesi için emir verse, bize göre bu caiz olmaz.» denilmiştir. Tatarhân'yye'de
de böyledir.
Bir kimse, öldüğü
zaman, üzerinde namaz olsa da,.malının üçte birinden, her vakit için yarım sa'
buğday, vitir için de yarım sa', tutamadığı her günün orucu için de yarım sa'
buğday verilmesini vasiyyet etse; eğer bu kimse, mal bırakmamış ise, varisleri
borçla
yarım sa'-buğday
bulurlar ve bunu bir fakire verirler. Sonra, o fakir bu buğdayı varislerden
birine tasadduk eder. Sonra, bu buğdayı tekrar fakire verirler. Böylece bu
alma ve vermeye, ölen kimsenin namazının —ve orucunun-^ tamamı bitene kadar
devam ederler. Hu-!âsa da da böyledir.
Fetâvâyî Hücce'de :
«Bir kimse, eğer veresesine vasiyyet etmez ise, bu durumda, bazı vârislerinin
teberrûlan caiz olur. Bu varis, her namaz için yarım saî C = beşyüz yirmi
dirhem) buğdayı, -myyer ederek verir. Bu
kimsenin, bu buğdayın-hepsini birden, bir fakire vermesi caiz olur. Keffâret-i
yemin, savm ve zıhar bunun hüafmadır.
(Yani,, bunların hepsi bir defada verilmez.)
Velvâliciyye'de : «Bir kimse, beş vakit için,
bir fakire, dokuz menn (= batman), başka bir fakire de bir menn vermiş olsa;
Fakîh'in ihtiyarına göre, bu dört vakit için caiz olur; beşinci vakit için caiz
olmaz.» denilmiştir.
Yetîme'de ; «Hz. Alî (R.AJ 'nin oğlu Hz. Hasan
(R.A.) "a : «Bir kimse, ölüm hastalığında iken, namazı için fidye var
mıdır?» diye soruldu. O : «Hayır yoktur, buyurdu.» denilmiştir.
Humeyr el - Veberî
ve Ebû Yûsuf bin Muhammed'den :
«Bir pîr-i faniye (çok
yaşlı bir ihtiyara), hayatta olduğu
müddetçe oruçta olduğu gibi, namaz için
de fidye vermesi caiz olur mu?» diye sordular, onlar da : «Hayır, namaz için
fidye yoktur.» dediler. Tatarhâriiyye'de c!e böyledir.
Semerkand ehlinin
fetvalarında : Bir kimse, beş vakit namaz kılar, birisinin ilk iki rek'atinde
okumaz, onunda hangi rek'at olduğunu bilemezse,, bu kinişe, ihtiyaten, sabah ve
akşam namazlarını iade eder.
Bu kimse,«şayet, tek
bir rek'atte okumadığını hatırlar, ancak hangisinde okumadığını kestiremezse,
sabahla vitri iade eder.» denilmiştir.
Bu kimse, eğer iki
rek'atte okumadığını hatırlasa, sabahı, akşamı ve vitri iade eder.
Bu kimse, eğer dört
rek'atte okumadığım hatırlarsa, öğleyi, ikindiyi ve yatsıyı yeniden kılar;
vitri, sabahı ve akşamı kılmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Namazı kasden terk
eden kimse öldürülmez. Kâfi'de de böyledir. [65]
Sehiv secdeleri
vaciptir, Tebyîn'de de böyledir. Bu sahihtir. Hıılâsa'da da böyledir.
Sehiv secdelerinin
vacip olması, vaktin elverişli olması şartına bağlıdır. Meselâ : Bir kimse,
sabah namazı kılmakta iken, sehiv secdesi yapması gerekse, bu kimse birinci
selâmdan önce, güneş doğana kadar, sehiv secdesini yapamazsa, sehiv secdeleri
kendisinden sakıt olur.
Keza, kazaya kalmış
olan bir namazı kılmakta olan kimse, güneş kızarana kadar secde etmemişse,
sehiv secdeleri üzerinden sakıt olur.
Binaya mani olan
hallerin tamamı, selamdan sonra, sehiv secdelerini düşürür. Bahrü'r - Râık'ta
da böyledir.
Gunye'de : «Bir kimse,
nafile bir namazı, farz bir namazın üzerine bina etmiş olsa da, onda sehiv
yapsa, secde etmez.» denilmiştir. Nehrü'i - Fâık'ta da böyledir.
Sehiv secdelerinin
yeri selamdan sonradır. Fazla veya noksan elması müsavidir. Bize göre, bir
kimsenin selamdan önce selam vermiş olması caizdir. îki selamla yapmak da
caizdir. Bu sahihtir. Hidâye'de de böyledir.
Doğrusu ise, bir selam
vermektir. Cumhur bunun üzerinedir; Asıl'da da buna işaret edilmiştir. Kâfî'de
de böyledir.
Sehiv secdesi yapacak
olan kimse sağına selam verir. ZâHfolî'de de böyledir.
Sehiv secdelerinin
yapılış şekli : Sehiv secdesi yapacak olan kimse, sağma selam verdikten sonra,
tekbîr olarak secdeye kapanır. Secde esnasında tesbîhatta bulunur; tekbir alıp
celse yapar (oturur) ve yine tekbîr alıp ikinci secdeye varır; sonra teşehhüdü
okur ve ikinci defa selam verir, Muhıyt'te de böyledir.
Sehiv secdesi yapacak
olan kimse, selavatları ve duaları sehiv için oturduğu zaman okur. Sahih olan
budur. Bunları birinci oturuşta okur.» diyenler de olmuştur. Tebyîn'de de
böyledir.
Uygun olanı ise, her
iki oturuşta da bunları okumaktır. . Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Farz namazlarda da,
nafile namazlarda da sehiv secdesinin hükmü aynıdır, Muhtyt'te de böyledir.
Fetâvâ'da : «Sehiv
secdelerinden sonraki oturuş, rükün değildir. Aslında, sehiv secdesinden sonra
oturma, namaz, oturmakla son bulsun diye -emredilmiştir. Hatta, bir kimse,
sehiv secdesinden sonra oturmayı terk edip, kalksa ve gitse, yine o kimsenin
namazı bozulmaz.» denilmiştir. Halvânî de böyle demiştir. Sirâcü'l - Veh-hâc'da
da böyledir.
VelvâKciyye'de :
«Aslında, namazda üç şey terkediJebilir : Farz, vacip ve sünnet, Namaz
kılarken, farzı terk etmiş olan kimse, onu kaza ile tedarik edebilme imkânına
sahipse, kaza eder; bu imkân yoksa, namazı bozulmuş olur.
Namaz kılan bir
kimsenin, sünneti terk etmesiyle, namazı bozulmaz. Çünkü onun kıyamı, erkanı
iledir; o da muhakkak bulunur; bu kimse, sehiv secdesi yapsın diye icbar
olunmaz.
Namaz kılarken, vacibi
terk eden kimseye gelince; eğer bu kimse, vacibi sehven terk etmişse, sehiv
secdelerini yapmaya cebredilir; kasden terk etmiş olursa, böyle yapmaya
cebrolumnaz. Tatar-hântyye'de de böyledir.
Bu sözün açık manası
şudur : Gerçekten, namazda bir vacibi kasden terk eden kimseye, sehiv secdesi
icâb etmez; bu kimsenin, namazdaki noksanından dolayı, namazın, cebren iadesi
lazım olur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir .
Sehiv secdesi, ancak,
Vacibin terki veya
tehiri,
Farzın tehiri veya
takdimi (= Öne alınması) veya tekrarı,
Vacibin itağyiri
;değiştirilmesi) gibi hallerde vacip olur.. Vacibin tağyiri, gizli okunacak
yerlerde açıktan okumak; açıktan okunacak yerlerde gizli okumak gibi hallerdir
ve görüldüğü gibi bu da bir nevi vacibi terktir. Kâfî'de de böyledir.
Birinci rek'atte,
eûzü'yü, besmeleyi, sübhâneke'yi ve intikâller esnasında alman tekbirleri terk
eden kimseye, sehiv secdesi gerekmez. Ancak, bayram namazlarının, ikinci
rek'atlerinin rükû' tekbiri, bu hükmün haricindedir. Bu durumda sehiv secdesi
gerekmez.
Bayram namazlarında
olsun, diğer namazlarda olsun, eleri kaldırmayı terk etmekden dolayı da sehiv
secdesi gerekmez.
Önce, sol tarafına,
sehven selam veren ve sehven kavme-yi (= iki secde arasında oturmayı) terk eden
ve rükû'dan secdeye eğilen kimseye de sehiv secdesi gerekmez. Fetâvâyi
Kâdîhân'da ise: «Bu gibi hallerde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed
(R.A.) e göre, sehiv secdeleri lazım geîir.» denilmiştir. Fethü'1-Ka-dîr de de
böyledir. [66]
Namazda, Fâtihâ ve
Sûre Okumak Vacibtir.
İlk iki rek'atte veya
bunların birinde, Fâtihâ'yı okumayan kimsenin, sehiv secdesi yapması lâzım
gelir. Fakat, buralarda, Fâ-tüîâ'nın çoğunu okur da, azını unutursa, sehiv
seodesi yapması gerekmez. Fakat, yarıdan fazlasını unutsa sehiv secdesi
gerekir. Bu hükümlerde, imâmla müktedî arasında bir fark yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Namaz kılan kimse, son
iki rek'atte, Fâtihâ okumayı terk ederse ve bu namaz, farz bir namaz ise, sehiv
secdesi icab etmez. Ancak, bu namaz, nafile veya vitir ise, bu kimsenin, sehiv
secdesi yapması vacip olur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Namaz kılan kimse, ilk
iki rek'atte Fâtihâ'yı tekrarlamış olursa, sehiv secdesi yapması gerekir. Bu
kimse, Fâtihâ'yı sûreden sonra veya son iki rek'atte tekrar tekrar okursa, bir
şey lazım gelmez. Tebyîn'de de böyledir.
Fâtihâ'yı okuyup, bir
harfini okumayan kimse veya Fâtihâ'-nın çoğunu okuyan kimse, bunu unutarak,
sonra Fâtihâ'yı tekrar okusa, bu kimse, Fâtihâ'yı iki defa okumuş
menzilindedir. Zahîriy-ye'de de böyledir.
Bir kimse, Fâtihâ'dan
sonra iki âyet okusa ve sehven rü-kû'a varsa; sonra da durumu hatırlayıp dönse
ve üç âyete tamamlasa, bu kimseye, sehiv secdeleri lazım olur. Zahîriyye'de de
böyledir.
Fatiha'yı, zamm-ı
sûreden sonra okuyan kimsenin, sehiv secdesi yapması lazım gelir. Tebyîn'de de
böyledir.
Son rek'afclarde,
Fâtihâ'yı ve zamm-ı sûreyi okumuş olan kimselere, sehiv secdesi icabetmez.
Esahh olan budur.
Bir kimse, Fâtihâ'yı,
rükû'da, secdelerde veya. teşehhüd için oturduğu zaman okursa, sehiv secdesi
yapması lâzım gelir. Bu hüküm o Kimsenin, önce Fâtihâ'ya başlayıp sonra
teşehhüdü okuduğu hallerdedir. Bu kimse, eğer Önce teşehhüdü okur, sonra da Fâtihâ'yı
okursa, sehiv secdesi gerekmez. Serahsî'nin Mumyt'inde de böyledir.
Bir kimse, ikinci iki
rek'atte Kur'ân'dan bir şey okumasa ve tesbihde de bulunmasa, İmâm-ı A'zam
(R.A.) 'dan şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur : «Eğer bu kimse, kasden
okumamış ise, kötülük yapmış olur. Fakat, sehven okumamış ise, sehiv secdesi
yapması lazım gelir.
tmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un rivayetine göre ise, İmâm Ebû Ha-nife (R.A.) şöyle buyurmuştur :
«Kıraati kasden terk edene, bir günah yoktur; sehven -terk edenin de sehiv
secdesi yapması gerekmez.» Bu kavle itimad olunur. Fetâvâyİ Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, birinci
veya ikinci rek'atte Fâtihâ'yı okumayı unutsa, sûrenin bir kısmını okuyunca da
durumu hatırlasa, derhal Fâtihâ'yı okumaya başlar; sonra da sûreyi okur. Fakîh
Ebul - Leys: «Bu durumda, sûreden tek bir harf okumuş olsa bile, sehiv secdesi
lazım gelir.» demiştir.
Keza, bir kimse,
Fâtihâ'yı okumadığını süreyi okuduktan sonra hatırlasa veya rükû'da hatırlasa
veya rükû'dan başını kaldırdıktan sonra hatırlasa, bu kimse, Fâtihâ'yı okur;
sonra sûre'yi iade eder; namazın sonunda da sehvinden dolayı secde eder.
Hulâsa'da : «Bir
kimse, rükû' yaptığı esnada, sûre okumamış olduğunu hatırladığında, başını
kaldırıp sûre okur ve rükû'u iade eylerse; o kimsenin, sehiv secdesi yapması
lazım gelir.» denilmiştir. Sahih olan kavil budur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, birinci
rek'atte,'bir sûre okusa, ikinci rek'atte de ondan önce bulunan bir sûre okusa,
bu kimsenin sehiv secdesi yapması gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.
VelvâHciyye'de : «Bir
kimse, namaz esnasında secde âyetlerinden birini okusa ve bundan dolayı secde
yapmayı unutsa; sonradan da. bu durumu hatırlayıp secde etse, bu kimsenin
sehiv secdesi yapması gerekir. Çünkü bu şahıs, vacip olan vash (secde âyetinin
akabinde secde etmeyi? terk etmiş olmaktadır. «Bu kimsenin sehiv secdesi yapması
gerekmez.» diyenler de olmuştur. Fakat, birinci görüş esahhtır.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, namazda bir
sûre okumak istediği zaman, o sûrede yanılır ve okuyamaz ve bu sebeplede başka
bir sûre okursa, bu kimsenin, sehiv secdesi yapması gerekmez. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Kıraati, ilk iki
rek'ate tayin (ve tahsis) etmek de namazın vaciblerindemdir. Bahrü'r - Râık'ta
da böyledir.
Mükerrer fiillerde,
tertibe riayet etmek de namazın vacib-1 erindendir.
Bir kimse, şayet bir
rek'atteki iki secdeden birini terk etmiş bulunsa ve durumu namazın sonunda
hatırlasa; o kimse, hem o secdeyi hem de sehivden dolayı sehiv secdesi yapar.
Bu durumda, tertibi terk etmiş olduğu için, namazın, o secdeden Önceki
bölümünü iade eylemez.
Ancak, rükû'u, kıraate
takdim etmişse Ckıraattan önce rükû' yapmışsa) bu kimsenin sehiv yapması lazım
gelir; fakat, o rükû; sayılmaz ve bu kimsenin kıraatten sonra tekrar rükû'
etmesi gerekir. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Ta1 clil-i erkan da
namazın vaciplerin d endir.
Ta'dil-i erkân :
Rükû'da ve secdelerde bütün uzuvların hareketlerinin durması ve
sakinleşmesidir. Bunun terk edilmesi halinde, sehiv secdesi gerekip
gerekmiyeceği konusunda ihtilaf vardır.
Ta'dil-i erkânın vacip
mi, sünnet mi olduğu hususunda da ihtilaf vardır. Vacip olduğunu kabul
edenler, terkinden dolayı sehiv secdesinin lâzım olduğunu söylemişlerdir.
Bedâ'ide de, bu görüş sa-hihlenmiştir. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Namazda, ka'de-i u'lâ
( = birinci oturuş) da vaciptir.
Bir kimse, namazda,
birinci oturuşu terk ederse, o kimseye sehiv secdesi lazım gelir. Tebyîn'de de
böyledir.
Teşehhüd de namazın
vaciplerindendir.
Bir kimse, birinci
veya ikinci oturuşta, teşehhüdü terk ederse, o kimsenin sehiv secdesi yapması
vacip olur. Keza, teşehhüdün bir kısmını terk eden kimseye de sehiv secdesi
vacip olur. Tebyîn'de de böyledir.
Teşehhüdün, tamamınm
veya bir kısmının terk edilmesi halinde, sehiv secdesinin vacip olması
hususunda, namazın farz olması ile nafile olması arasında bir fark yoktur.
Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Namaz kılan kimse,
teşehhüdü, birinci rek'atte, ayakta okursa, kendisine bir şey lâzım gelmez.
Fakat, teşehhüdü, ikinci rek'atte ayakta okuması halinde, âlimler arasında
ihtilâf olmuştur. Sahih olan bu durumda da sehiv secdesi lazım olmadığıdır.
Zahiiiy-ye'de de böyîedir.
Teşehhüdü ayakta
okuyan kimse, bunu Fâtihâ'dan önce okumuş olsa, üzerine sehiv secdesi lazım
olmaz; Fâtihâ'dan sonra okursa, sahiv secdesi lazım olur. Esahh olan görüş
budur. Çünkü, Fâtihâ'nm sonu, sûrenin okunacağı yerdir. Bir kimse, burada, teşehhüdü
okuyunca, gerçekten vacibi tehir etmiş olmaktadır. FâtÖhâ'-nm evveli ise, sena
mahallidir. Tebyîn'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
ikinci iki rek'atte, teşehhüdü okursa, kendisine sehiv secdesi lazım olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Bir kimse, ,teşehhüdü
okuduktan sonra Fâtihâ'yı okumuş olsa, sehiv secdeleri gerekmez.
Fakat, Fâtihâ'yı,
teşehhüdü okuyacağı yerde okuyan kimseye, sehiv secdeleri vacip olur. Keza, bu
durumda, önce Fâtihâ'yı sonra da teşehhüdü okursa üzerine sehiv secdesi lazım
gelir.
Vâkıâtü'nNâtıhyye'de,
Ebû Hanîfe (R.A.) den rivayet edilerek şöyle. denilmiştir«Bir kimse, teşehhüd
mahallinde kıraate başlamış olsa, sonra da teşehhüdü okusa, sehiv secdesi lazım
gelir.
Teşehhüdü okuduktan
sonra, Fâtihâ'yı okusa, bu durumda
sehiv secdesi gerekmez.
Bir kimse, teşehhüdü
ayakta veya rükû'da veya secdede okumuş olsa, sehiv secdesi lazım gelmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, ilk
oturuşta, teşehhüdü tekrar okumuş olsa, üzerine sehiv secdeleri lazım olur.
Keza bir kimse, ilk
oturuşta, teşehhütden sonra, salavât-ı şerî-feleri de okumuş olsa, kendisine
sehiv secdeleri vacip olur. Tebyîn-de de böyledir. Fetva da bunun üzerinedir,
Salavâtlann, ne
kadarının okunması halinde, sehiv secdesinin gerekeceği hususunda, ihtilaf
edilmiştir. Bazıları : «Allahümme salli'alâ Muhammed dese, sehiv secdeleri
vacip olur.» dediler. Bazıları ise : «...ve îalâ âl-i Muhammed diyene kadar
sevih secdeleri lazım olmaz.» dediler. Birinci kavil esahhtır.
Teşehhüdü, son kâdede
(= son oturuşta) tekrar eden kimsenin sehiv secdesi yapması gerekmez. Tebyîn'de
de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.> ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, namaz kılan kimse, selam verene
kadar teşehhüd okumayı unutmuş olsa; sonra da hatırlasa, teşehhüdü iade eder
ve sehiv secdele-îerini yapar. Muhıyt'te de böyledir.
Cemaate namaz
kıldırmakta olan imâm veya tek basma namaz kılan kimse, oturacağı yerde kalakr;
kalkacağı yerde oturur, ayağa kalkmak istediği zaman tam doğrulur veya tam
doğrulmaya yakm bir hal alırsa, işte bu durumda geri dönüp birinci oturuşta
oturmaz. Bu, Fetâvâyi Kâdîhân'da böyledir. Bu durumda, bu kimseye, sehiv
secdeleri vacip olur. Bu kimse, oturuşa dönerse, namazı bozulur. Sahih olan
budur. Tebyîn'de de böyledir.
Eğer böyle olmazsa,
(yâni, kıyama yakın bir şekilde kalkmış olmadan, oturursa) sehiv secdeleri
yapmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Doğrulmuş oima
hususunda, her insanın, aşağı kısmının yarısına itibâr olunur. Yar.i, bir
kısımm aşağı yarısı düzelirse, kıyama yakın olmuş olur. Aksi taktirde, kıyama
yakın olmuş olmaz. Kâ-fî'de de böyledir
Bir rivayette ise,
namaz kılan kimse, dizlerinin üzerine kalktığı zaman/geri oturursa, sevih
secdelerini yapar. Burada oiıin-ci oturuşla İkinci oturuş müsavidir îtfrnad bu
kavledir.
Bir kimse, uyluklarını
kaldırır fakat dizleri yerde olur, onları k^ldırmazsa, bu durumda Ebû Yûsuf'tan
(R.A.) gelen bir rivayete göre, sevih secdeleri gerekmez. Fetâvâyi Kâdihan'da
da böyledir,
Keza, bir kimse, rükû'
yerine secde, secde yerine rükû' yaparsa veya bunları tekrar yaparsa veya bir
farzı ileri veya geri aîuv sa, bu hallerin hepsinde de sehiv secdeleri lazım
gelir;
KuJûrî'de: «Bir kimse,
kendisinden zikir yapması gereken, namaz Bilerindenbirini terk ederse, bu
kimsenin sehiv secdesi yapması gerekir.» denilmiştir. Çünkü, içinde zikir
bulunan bir namaz fiilinin emredilmiş olması, bu fiilin yapılmasının maksûd
olduğuna — bizzat — bir emaredir. Bu fiilin terk edilmiş olması; sebebi ile
namazda noksanlık — kuvvetlenmiş — olur. Bu durumda da sehiv secdesi yapma mecburiyeti
oluf*
İçinde zikir bulunan
bir namaz fiilinin, terki söz konusu değilse, sehiv secdesi de söz konusu
değildir. Sağ eli, sol elin üzerine koymak gibi... Ve, rükû' ve secdelerin
kavmeleri gibi...
Namaz kılan bir kimse,
oturup teşehhtid okuduktan sonrâ> üç rek'at mı yoksa dört rek'at mı kıldığı
hususunda şüpheye düştüğünde, bu şüphe ile; selam verme zamanına kadar meşgul
olur; sonra da dört rek'at kıldığına kalbi kanaat getirirse, namazım ,tamamlar
ve sehiv secdeleriini yapar. Fakat, bu şüpheye, bir tarafına selam verdikten
sonra, düşerse, sehiv sevdelerini yapması gerekmez.
Bir kimse, namaz
kıldığı zaman abdestü bozulur ve abdest almaya gidince de yukarıdaki giıbî bir
şüpheye düşer ve bu şüpheden dolayı, abdest almayı bir'müddet geriye bırakırsa,
o kimsenin sehiv, secdesi yapması lazım gelir.
Vitir namazında Kunût
okumak da namazın vâcip-lerindendir.
Bir kimse, kunûVu terk
ederse, sehiv secdesi yapar.
Sehiv secdesinin
terki," rükû'dan; başm kaldırılması ile tahakkuk eder.
Vitir namazında,
taatten sonra, KusButftan önce alınması gereken tekbiri1 terk etmişbulunan
kimse,.sehiv secdesi yapar. Çünkü o tekbir bayram tekbirleri menzaîmdedir.
Tebyİrfde de böyledir.
Bayram
Namazlarındaki ziyâde tekbirler de vaciptir.
Bedâi'de: «Bir kimse,
bu tekbirleri terk .ettiği veya noksan veya fazla yaptığı veyahut da yapılması
gereken yerin haricindcyap-tığı zaman, bu kimsenin, sehiv secdesi' yapması
lazım gelir.» denilmiştir. Bahrü'r- Râık'ta da
böyledir.
Hasan'uı İmâmı Azam
(R.A.) dan rivayet ettiğine' göre: Bu hususta, noksan fazla, çok az, müsavidir.
îmâm, bayram namazlarının birini bile unutmuş olsa-, sehiv secdesi yapar.
Zehıyre'de de böyledir.
Keşfu 1 - fesrâr'da :
«îmâm, bayram tekbirlerinden birini — veya bir kaçını — unuttuğu zaman, rüku'a
varmış olsa bile tekrar kıyama döner, (doğrulur.) Mesbûk ise, böyle değildir.
Bu durumda mesbûk, tekbirleri rükû'da getirir,» denilmiştir, Bahrü'r -
Râık'-,ta da böyledir.
Bir kimse, bayram
namazının, ikinci rek'atinin rükû' tekbirini terk ederse, sehiv secdesi yapması-
gerekir. Çünkü, bayram tekbirlerine tabî olarak, bu tekbîr de vacibtir. Fakat,
birinci rek'atin rükû' tekbiri böyle değildir. Çünkü bu tekbir, bayram
tekbirlerine mülhak (= katılmış) değÜdir. Tebyifcn'de de böyledir.
Cum'a bayram, farz ve
nafile namazların hepsinde, sehiv. secdesi (ile ilgili hükümler) aynıdır.
Ancak, âlimlerimiz : «Bayram ve cum'a namazlarında sehiv secdesi yapılmaz;
çünkü, yapılması halinde insanlar arasına fitne düşer.» demişlerdir. Muhıyt'te
de böyledir.
Bazı namazlarda cehren
(=açıktan), bazı namazlarda da, hafiyyen=gizlice) okumak vaciptir.
Bir kimse, gizli
okunacak yerde açıktan, açıktan okunacak yerde gizli okursa, o kimseye sehiv
secdeleri vacip olur.
Açık veya gizli
okumanın miktarında ihtilaf edilmiştir. «Her iki halde de kendisi ile namazın
caiz olduğu miktarda okumaktır.» denilmiştir. Esahh olan da budur. Bu hususta,
Fâtihâ ile başka sûre ve âyetler arasında da bir fark.yoktur.
Yalnız başına namaz
kılan kimsenin, gizlide de, açıkta da sehiv secdesi gerekmez. Çünkü bunlar, cemaatin
özelliklerindendir. Tebyin'de de böyledir.
Namaz kılan kimse,
açıktan eûzü - besmele çekse, veya â-mih dese, sehiv secdesi yapması gerekmez.
FetâvâyS Kâdihân'da da böyledir. [67]
İmâmın yanılması,
kendisinin ve arkasında bulunan cemaatin, sehiv secdesi yapmasını gerektirir.
Muhiyt'te de.böyledir.
İmâma uyan kimse, bu
esnada kendisi bir hata yapsa, bundan dolayı sehiv secdesi yapması gerekmez.
İmâma uyan kimse,
imâmla birlikte sehiv secdelerini yapar. Hatta, bu kimse, imâma, imâm yanıldıktan
sonra uyumuş olsa büe, yine onunla birlikte sehiv secdesi yapar; ona tabi olur.
Bu kimse, sehiv
secdelerinden birini yaptıktan sonra, imâma uymuş olsa, imâma tabi olarak
ikinci secdeyi de yapar; birinci secdeyi ise kaza etmez. Bu kimse, sehiv secdesinin
her ikisini de yaptıktan sonra imâma uymuş olsa, sonradan bu iki secdeyi de
kaza etmez. Tebyin'de de böyledir.
İmâma uymuş olan
kimseye, imâmla kıldığı müddetçe, sehiv secdesi gerekmez. İmâm, sehiv
secdesini terk etmiş olsa bile, imâma uyan kimsenin, sehiv secdesi yapması
gerekmez. Muhiyt'te de böylldir.
«Mesbûk, (=imâma
sonradan uyan kimse) sehiv secdelerinde imâma tabi olur; sonra da, imâma
yetişmemiş oiduğu kısmı kaza eder.
Lâhık, imâmla birlikte
kılarken, sehiv secdelerini yapsa, bu sayılmaz; sehiv secdelerini kindi
namazından sonra yapar.
Mesbûkun, imâmın selam
vermesinden sonra, az bir müddet beklemesi uygun olur. Böylece, imâmın üzerinde
sehiv secdesi var ise, kendisinin de onları yapması caiz olur. Serahsi'nin
Muhiyt'inde de böyledir.
Mesbûk, şayet imâma
tabi olmayıp, imâmla birlikte sehiv secdelerini yapmazsa, o secdeler, üzerinden
sakıt olmaz, fdüşmez.
Bu durumda, mesbûk,
sehiv secdelerini, namazının sonunda kendisi yapar.
0 îmâm selam verince,
mesbûk hemen ayağa kalkar, imâm da biraz sonra, üzerinde sehiv secdeleri
bulunduğunu hatırlayıp secdeye varır ve bu durumda da mesbûk rek'atini secde
ile kayıtlamamış bulunursa, imâmın ardından, ona tabi olarak secdeye varır.
İmâm selam verincede, kalan namazını kılmaya kalkar. Bu arada kıyam, kıraat,
rüku' gibi fillerden yapmış oldukları hesaba katılmaz. Sonra, namazının kalan
kısmını kılmaya devam eder. tmâma tabi o'arak kıldığı bölümü kaza etmez.
Şayet, imâma tabi
olup, onunla birlikte sehiv secdelerini yap-mamışsa, namazı caiz olur; namazın
sonunda sehiv secdelerini yapar. Bu müstahsendir.
Eğer, imâm, sehiv
secdelerini, mesbûk, rek'atini secde ile kayıtladıktan sonra yaparsa, mesbûk,
dönüp imâmla birlikte o secdeleri yapamaz. Bu durumda, dönüp imâmla birlikte
sehiv secdelerini yaparsa namazı bozulur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir imâm, korku
namazında, sehiv secdesi yaparsa, bu durumda kendisine ikinci cemaat tabi
olur. Birinci cemaat ise, namazlarının tamamlanmasından sonra, o sehiv
secdelerini yaparlar. Bah-rü'r-!Râık'ta da böyledir.
Lâhık, kendi
yanılmasından dolayı, sehiv secdesi yapmaz.
İmâm yanılmış olsa da,
mesbûk onunla birlikte sehiv secdelerini yapmasa; mesbûkun kendisi de,
namazının yetişmemiş olduğu kısmım kaza ederken yanılsa, bir defa sehiv
secdelerini yapması kifayet eder. Misafire uymuş bulunan mukîmi bu durumdaki
hali de-mes.bûk gibidir.
Bir imâm yanılsa,
sonra da abdesti bozulmuş olsa ve yerine bir mesbûku geçirse; bu mesbûk namazı
tamamlar. Yalnız, selam vermesi için yerine bîr müdriki (imâma ilk rek'atten
itibaren uymuç olan kimseyi) geçirir. Bu müdrik de selâm verir ve sehiv
secdelerini yapar. Mesbûk da, onunla birlikte o secdeleri yapar. Şayet, hiç bir
müdrik yoksa, hepsi de ayağa kalkıp, yetişemedikleri reVatleri kaza ederler ve
namazlarının sonunda da sehiv secdelerini yaparlar. Se-rahsî'nîn Muhıyt'inde de
böyledir.
Bir kimse, öğle
namazını beş vakit kılsa da dördüncü rek'-atte, teşehhüd miktarı otursa; eğer
beşinci rek'ati secde ile kayıüla^ mamışas, durumu hatırlar hatırlamaz, oturur
ve selam verir. Bu yanılmasından dolayı da sehiv secdesi yapar.
Şayet, beşinci rek'ati
secde ile kayıtlamış ise, oturup sellam vermez. Bilakis, bir rekat daha
kılarak, o tek rek'ati de çiftler; oturur; teşehhüdü ve duaları okur ve selam
verir. Güzel olsun diye de, sehiv secdelerini yapar. Hidâye'de de böyledir.
Muhtar olan görüş budur. Kifâye'de de böyledir. Muhiyt'te ise : «Sonra teşehhüd
yapar ve selam verir.» denilmiştir,
îlâve edilmiş bulunan o
iki rek'aıt nafile, sahih olan kavle göre, öğle namazının sünnetine sayılmaz.
Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
«İkindi namazında
rek'at ilave edilmez.» denilmiştir. Bu hususta «... edilmez.» diyenlerin değil
de «... edilir.» diyenlerin görüşü esahhtır. Tebyîn'de de böyledir, itimat
bunun üzerinedir. Çünkü, ikindiden sonra, dileyerek nafile kılmak mekruhtur.
Kendi isteği ile kılınmayınca da mehrûh olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, sabah
namazında, oturduktan sonra, üçüncü rek'ate kalkarsa ve onu da secde üe
kayıtlarsa, dördüncü rek'ati ilâve eylemez. Tebyîn'de de böyledir.
Tecnîs'de : «Fetva,
Hişâm'ın şu rivayeti üzeredir : İlave yapmada kerahat olmaması bakımından,
ikindi namazı iîe sabah namazının arasmda fark yoktur.» şeklinde bir açıklama
vardır, Bafo-rü'r - Râık'ta da böyledir.
Fakat, sabah
namazında, teşehhüt miktarı oturmamış olan şahıs, farz olan ka'deyi (~ oturuşu)
terk etmiş olacağından, bu şahsın kıldığı namaz mekruhtur. Çünkü, sabah
namazında, farzdan önce, iki rek'at sünnetten başka, nafile namaz kılmak
mekruhtur.
İkindinin dördüncü
rek'afcmda, oturmadan kalkma ise, böyle değildir. Çünkü, bu beşinci rek'ate,
alltincı rek'ati ilave etmek caizdir. Ve, ikindi namazından Önce, nafile
kılmak da mekruh değildir. Tebyîn'de de böyledir.
İkindi namazında, dört
rek'ati, tamamladıktan sonra attırmayan kimse, bu durumu, beşinci rek'atin
secdesine varana kadar hatırlarsa, hemen oturur. Muhıyt'te de böyledir.
Hulâsa'da : «Bu
durumda, teşehhüd yapar; selam verir ve sehiv için de secde eder» denilmiştir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bîr kimse, son oturuşu
yapmadan kalkar ve beşinci rek'ati secde ile kayıtlarsa, bize göre, o kimsenin
Öğle namazı bozulur; Muhıyt'te de böyledir.
Bu durumda, İmâm Ebû
Haisife (R.A.) ve İmâm Eîbu Yûsuf (RA.3 'a göre, bu şahsın namazı nafileye
dönüşür. İlave yapmasa bi-îe, o kimsenin üzerine bir şey lazım gelmez.
Hidâye'de de böyledir..
Namazın ne zaman
fesada gideceği hususunda, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) görüş
ayrılığında bulunmuşlardır. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) : «O kimse, başını secdeye
kor komaz namazı fasid olur.» demiş : İmâm Muhammed (RA.Î ise : «Bu kimse,
başını secdeden kaldırmadıkça namazı fesada gitmez.» demiştir. İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, secdenin farzı, başı yere koymakla başlar. İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, secdenin farzı, başı yere koymak ve kaldırmakla başlar. Muhıyt'te de
böyledir.
Fahrü'l - İslâm,
CâmHi's - Sağir'de : «Fetvada muhtar olan İmâm Muhammed (R.A.)'m kavlidir.»
demiştir. Nflıâye'de de böyledir.
Bu ihtilafın faydası
şurada açığa çıkmaktadır :
Bir kimsenin abdesti
bozulduğu zaman, İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)'a göre, o kimsenin namazının ıslahı
mümkün olmaz; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, namazının ıslahı mümkün olur;
bu kimse gidip abdest alır; oturur, teşehhüdünü okur ve selam verir. Fet-hti'I
- Kâdir'de de böyledir. Esahh olan kavle göre, bu durumda sehiv secdesi yapmaz.
Nihâye'de de böyledir.
Bir kimse, üzerinde
sehiv secdesi olduğu halde, namazını kesmek niyyeti ile selam vermiş olur ve
bu durumda da, sehvi için secde ederse, hala namazdadır; sehiv secdesi
yapmazsa namazda değildir. Bu, İmâmı A'zam (R.A.) ile İmâm Züfer (R.A.)'e göre
ise, bu kimse sehvi için secde etmemişse, namazdadır. İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, selamdan sonra, bu şahsa, bir kimse iktidâ etse, ikti-dası mutlaka
sahihtir. Diğer iki imâma göre de sahihtir.
Bir kimse, sehvi için
secde ettiği sırada gülse, İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre abdesti bozulur. Diğer
imamlar buna muhaliftirler. Bu kimsenin namazı ise, bil-icmâ' tamdır ve bu
kimseden sehiv secdeleri düşer. Şayet, ikâmete niyyet ederse, İmâm Muhammed'e
(R.A.) göre, farzı dört rek'ate dönüşür ve namazın sonunda da —sehiv için—
secde eder.. Diğer iki imâma göre ise, namazı dörde dönüşmez ve ondan sehiv
secdeleri düşer. îcabet eylediği zaman bu kimsenin namazı batiî olur. Nihâye
Şerhi'nde de böyledir.
0 Bir kimse, iki
rek'at nafile namaz kılsa ve namazda yanılsa, sehvi için secde eder. Sonra iki
rek'at daha nafile kılmak istese, bu namazı Önce kilmiş bulunduğu, o namazın
üzerine bina edemez. Hi-dâye'de de böyledir.
Bu kimse, bina etmiş
olsa yine namazı sahih olur. Çünkü, bu durumda, tahrîme (= iftitah tekbiri
almak) bakidir, (devam etmektedir.) Muhtar olan görüşe göre, bu kimse, sehiv
secdelerini iade eder. Misafir de böyledir; ikamete niyyet etmiş olsa, sehiv
secdelerini yaptıktan sonra, kendisine dört rek'at kılmak lazım geför. Ve,
sehiv secdelerini iade eder. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, yatsı
namazını kılarken yanılıp, Tilâvet secdesi olan bir ayeti okusa ve bu secdeyi
de yapmasa, rek'atlerden birinin de secdesini yapmamış olsa, sonra selam verse,
bu durumda mesele, şu dört vecih üzerinedir.
Bu kimse, bunların
tamammı, ya unutarak yaptı veya kasden yaptı.. Veya, tilâvet secdesini
unutarak, rek'atin secdesini kasden yaptı. Veyahut da, bunun tersini yaptı.
Birinci durumda ise, bîl-itti fak namazı bozulmaz. Çünkü, bu selam sehiv
selamıdır.
İkinci ve üçüncü
vecihler de namazı, ittifakla fesada verirler. Çünkü, kasden selam vermek, o
kimseyi namazın hürmetinden dışarı çıkarır. Dördüncü vecih ise, Zâhirü'r -
rivâyeye göre namazı fa-sid olur. Muhıyt'te de böyledir.
Sehiv secdelerinde
yanılmak, sehiv icab etmez- Çünkü, bu, nihayeti olmayan bir iştir. Tehzîb'de de
böyledir.
Sehiv secdelerinde
yanılmış bulunan kimse, taharri (araşlıı-maJ ile amel eder. Eğer, namazında
defa'arca yamlmışsa, iki secde kâfi gelir. Hulâsa'da da böyledir.
Gece kılınan bir
nafile namaza imâm olmuş olan kimse, kasden gidi okumuş olsa, günahkar ölür.
Sehven böyle olursa, sehiv secdesi yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Yetîme'de : «İmâm,
vitirde ve teravinde açıktan okumayı terk etmiş olsa, sehiv secdeleri yapar.»
denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Sehvetmiş bulunan bir
imâmın, —sonra da— abdes.ti bozulmuş olsa, yerine bir başkasını geçirir.
İmâmın yerine geçen kimse, selâmdan sonra sehiv secdesini yapar. İmâmın yerine
geçen kimse de sehvetmiş oîsa, önceki imâmın ve kendisinin sehivlerinden
dolayı, sehiv secdelerini bir defa yapması kâfi gelir. Nitekim, önceki imâm
iki dsfa sehvetmiş olsaydı, sehiv secdelerini bir defa yapacaktı.
Önceki imâm
sehvetmemiş fakat, yerine geçirdiği kimse sehvetmiş olsa, bundan dolayı,
Önceki imâm_ da sehiv secdesi yapar.
Önceki imâm, yerine
bir başkasını geçirdikten sonra sehvetmiş olsa, bu sevhinden dolayı hiç bir şey
gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.
Asıl'da : «Bir kimse,
son oturuşta, teşehhüt miktarı oturduktan, fakat teşehhüdü okumadan önce selam
vermiş olsa, teşehhüde döner, onu okur ve sonra selâm verir. Sehvinden.dolayı
da sehiv secdesi yapar.» denilmiştir. Muhıyt'tte de böyledir. [68]
Bir kimse, üç rek'at
mi, dört rek'at mi kıldığı hususunda şüpheye düştüğünde, eğer bu şüphe, o
kimseye ilk defa arız oluyor ise, bu kimse, namaza yeniden başlar. Şiracü'l - Vehhâc'da
da böyledir.
Namaza yeniden
başlamak, önceki namazdan, selam vermek, konuşmak veya başka bir amelle
çıkmakla mümkün olur. Böyle bir sebeple, Önceki namazdan çıkmadıkça, yerli bir
namaza başlamak, tasavvur bile edilemez. Sadece selam vermekle, namazdan çıkılmış
olmaz. Namazdan, ancak namazı ifsâd eden bir amelle çıkı-labilir. Tebyin'de de
böyledir.
Yukarıda ki «ilk arız
oluyor ise» lâfzının izahı hususumda da âl illilerimiz arasında görüş ayrılığı
vardır. Bazıları sehvetmek, o kimsenin Biç âdeti değil ve Ömründe ilk do:
ehv-miş ise... demektir.» demiştir-. Mubyıt'te de böyledir.
Eğer bu hususta,
si'çok. mit (ara:-. rır.) Ve re'yinin büyük olanı. ;ıhp dir,
Ef.;imr, ne: :' inde
de, şevk-
zuhur etın£i.^, bv
dunumda man kirişenldıv.y
vecih üzerine, navi?.azm
kaluvrmm bin;j eder.
Şüphe, iki rek'at mı,
bir rek'at mı şeklinde isi. bu dur;/-! = namazın kalan kısmı, bir rek'at
üzerine bina rdUir
Bu durumda, az üzerine
bina edilince, her rokV.,- b^mda o ;üu-lur. Çünkü, bu oturuluştarm, farz olan
oturuşun yarinde —yapılmakta— ojma ihtimaldir; vacip olan oturuşun makamında
yapıln-r-olma'ihtimali vardır. Görüldüğü gibi, bu hüküm, i:aıv, veya vacŞ olan
duruşların terk edilmesini önlemek içkidir.
Bir kimse, dört
rek'atü bir namazda, bu birinci i-ü.k-'at ra;, ikinci rek'at mı diye şüpheye
düşerse, onu, birinci reV'aı kabul ede;. sonra oturur. Sonra, kalkıp bir rek'at
daha kılar, oturur, kalkıp bir rek'at daha kılar ve oturur. Sonra yine kalkıp
bir1 rek'at daha kılar ve oturur. Bu dört otmaışun, üçüncü ve dördüneü.kv' Hrz.
birinci ve ikinci otuı^şlar .
vaciptir. Bahrü'r - Râık'îa d;> İvüyledû .
Bir kimsi1. . lamdan öıv
.la;.- ...ıra fakat te-
şehhüdden sonra
p; :eye 4uşmii edilmez ve namazın
cevazı.; ükmolunuı,
Bir kimse, namazı
kılıp kılmadığı lıse, eğer vakit varsa, bu namazı iade eder.. Vakit çık:
şekilde bir şüpheye düşen kimsenin, yapacağı
hiç Muhıyt'te de.böyledir1. -
Bir kimse, kıyamda
olduğu halde, sabah;.
rek'atte mı, üçüncü
rek'atte mi olduğu hususunda o rek'ali tamamlamaz; teşehhüd miktarı oturup
ayaj': "•
rek'at daha kılar. Her
rek'atte, Fatiha ve sûreyi okur; oturup teşehhüdü okur ve sonra da sehvinden
dolayı secde eder.
Mi1 kimse, secdede
iken, birinci secdede mi, ikinci'secdede mi oldi hususunda şüpheye düşse,
yaptığı secdeye devam eder. Biri dede veya ikinci secdede olmasının bîr farkı
yoktur; bunlar müsavidir.- Çünkü, eğer o birinci secde ise, ona devam etmek
lazım gelir; eğer ikinci secde İse, tamamlanması lazım gelir. İkinci secdeden
başını kaldırdığı zaman, teşehhüd miktarı oturur; sonra kalkar, bir rek'at
daha kılar.
Bir kimse, sabah
namazının secdelerini yaptığı sırada, birinci rek'atte mı, üçüncü rek'atte mı
olduğu hususunda şüpheye düşerse, eğer birinci secdede ise namazının ıslahı
mümkündür. Çünkü, o, eğer iki rekat kilmiş ise, namazın tamamı ile rek'at
olduğu için, namrjzrtamam olmuş olur.
Şayet1, üçüncü
rek'atte ise, İmâm Muhammedi (R.AJ'e göre, bir vecih ten namazı fesada gitmez.
Çünkü, o kimse, birinci secdede hatırladığı zaman; kalkar ve sanki hiç secde
yapmamış gibi olur. Bu mesele, beşinci rek'atin secdesinde iken, abdestin
bozulmasında olduğu.gibidir.
Namaz kılan kimse,
eğer ikinci secdede ise,, bu durumda namazı fesada gider.
Bir k*mse, sabah
namazında ikinci rek'at i mî, }'oksa üçüncü rek'ati-mi kıldığı hususunda
şüpheye düşer ve araştırması da bir netice vermezse; bu durumda, eğer ayakta
ise, hemen oturur; sonra kalkıp, iki rek'at daha küar ve oturur. Eğer oturuyor
idiyse, mesele kendi halîhcedir.' Araştırır; eğer taharrîsi ile ikinci rek'atta
olduğu kanaatine varırsa, namazına devam eder. Taharrisi, üçüncü rek'atte
olduğu kanaatini çıkarırsa, oturuşlarını araştırır. Neticede, iki rek'-. atın
sonunda oturmadığını anlarsa, namaz fasîd olur. Taharrisi bir netice vermezse,
yine, namaz fâsid ölür.
Dört rek'atli bir
namazda, dördüncü rek'at rai, beşinci rek'at-mi olduğu hususunda şüpheye düşmüş
olan kimsenin durumu da yukarıdaki jpj&idir.
Bir kimse, üçüncü
rek'atte mi, beşinci rek'atte mi olduğu hususunda şüpheye düşerse; sabah namazı
hakkında söylemiş olduğumuz gibi hareket eder : Kuûda avdet eder, (oturuşa
döner); sonra bir rek'aıt daha kılar; teşehhüd okur; sonra ayağa kalkar; bir
rek'at daha kılar; oturur. Sehvi için de secde yapar.
Bir kimse, vitir
namazında kıyamda (= ayakta) iken, ikinci rek'atte mi yoksa üçüncü rek'atte mi
olduğu hakkında şüpheye düşse, kılmakta olduğu rek'ati tamamlayıp kunût
duasını okur ve oturur. Sonra kalkıp, bir rek'at daha kılar ve o rek'atte de
kunûtu okur. Muhtar olan görüş budur. Buraya kadar, Hıdâsa'nın ibaresi-dir.
Bu mes'elelerden gafil
olmak uygun olmaz. Çünkü bunlar sehiv secdesi icabettiren halerdir. Bu
şekiller, ister taharri ile olsun, ister az üzerine bina etmekle olsun,
müsavidir. Fethii'I - Kadtr -den naklen, Bahrü'r-Râık'tâ da böyledir.
Bir kimse, namazı, üç
rek'at mi yoksa dört rek'at mi kıldığı hususunda şüpheye düşse ve uzun süre
düşündükten sonra, kesin olarak, üç rek'at kılmış olduğunu anlayıp bilse; bu
durumda, düşünmesi, kendisim, bir rükün eda edecek kadar geri bırakmamış ise,
sehiv secdesi yapması gerekmez.
Fakat, düşünmesi uzun
sürer ve kendisini bir rek'atten veya bir secdeden geri koymuş olursa veya
rükû'da ve secdelerde böyle bir düşünme haline girer ve bu durum uzun sürer ve
bu sebeple halinde bir değişiklik olursa, istihsanen, sehiv secdeleri yapması
gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Namaz kılarken,
abdestinin olmadığını zanneden veya hakikaten mestleri üzerine meshetmemiş
olduğu açığa çıkan bir kimse için, sonradan kesin olarak abdestinin
bozulmadığına veya mestleri üzerine mesh ettiğine kanaati hasıl olması halinde,
şüpheye mahal yoktur.
Ebû Bekir : «Eğer bu
kimse, abdestinin olmadığını veya mestleri üzerine mesh etmediğini bildiği
halde iken bir rükün eda etmişse, artık o namazı yeni baştan kılar. Şayet
durum böyle değilse, namazına devam eder.» demiştir. Fetâvâyi Kâdihân'da da
böyledir.
Bir rükün eda ettiğini
kesinlikle bilen, fakat iftitah tekbirini alıp almadığı;. abdesfcinin bozulup
bozülmadiğı; üzerine pislik bulaşıp bulaşmadığı veya başına mesh edip etmediği
hususunda şüpheye düşen kimse, eğer bu şüphe, ilk şüphesi ise, namazı yeni
baştan kılar; böyle değilse, namazına devam eder; abdest alması veya
elbisesini yıkaması gerekmez. Fethü'l- Kadir'de de böyledir.
Fetâvâyi îtâbiyye'de : «Bir kimse, namaz kılmakta
iken, misafir mi yoksa mukîm mi olduğu hususunda şüpheye düşse, namazı dört
rek'at ktfar ve ihtiyaten ikinci rek'atte de oturur.» denilmiştir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Cemaate namaz
kıldırmakta olan bir kimse, iki rek'atini kıldıktan sonra, ikinci secdede, bir
rek'at mi yoksa iki rek'at mi kıldığı hususunda veya dört rek'at mi yoksa üç
rek'at mi kıldığı hususunda şüpheye düşerse arkasındaki kimselere bir göz
atarak, onların halini öğrenir. Eğer onlar kalkarlarsa, kendisi de kalkar;
eğer onlar otururlarsa, kendiside oturur. Bu durumda, onlara itimat eylemesinde
bir beis yoktur. Bu durumda sehiv secdeleri de gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
îmânı, namazda şüpheye
düştüğü zaman, sözüne güvenilir iki kişinin sözünü alıp kabul eder.
Yalnız başına veya
cemaatle namaz kılan kimse, selam verdikten sonra, güvenilir bir kimse
kendisine : «Sen öğle namazını üç rek'at kıldın.» dese; âlimlerimizin beyanına
göre, eğer namaz kılan kimse, dört rek'at kıldığını —kesin— bilirse, kendisine
üç rek'at kıldığını haber veren kimsenin haberine iltifat etmez, değer vermez.
Muhıyt'te de böyledir.
Zahîriyye'de
nakledildiğine göre, İmâm Muhammed bin Hasan (R.A.) : «Ben, bir kişinin sözü
ile de, bütün halerde namazı yeniden kılarım.» demiştir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Namaz kılan kinişe,
haber verenin doğru sözlü mü, yoksa yalancı mı olduğu hususunda şüpheye
düşerse, İmâm Muhammed'e (R.A.) göre, o şahıs, ihtiyaten namazını yeniden
kılar. Bu kimse, iki adil kişinin söz'eri hususunda da şüpheye düşse, yine
namazım iade eder. Haber veren kimse, güvenilir birisi değilse, onun sözü kabul
edilmez.
8 Bir,cemaate namaz
kıldıran imâm, namazından hemen sonra gittiğinde, cemaatin bir kısmı: «Bu öğle
namazıdır.» bir kısmı da : «Bu ikindi namazıdır.» deseler; eğer vakit öğle vakti
ise, kılman namaz, öğle namazıdır. Vakit ikindi vakti ise, kılınan namaz ikindi
nazmaıdır. Çünkü burada, vaktin muvafık olduğunu iddia eden için, —vakit—
apaçık bir şahittir.
Eğer, hangi vakitte
olunduğu biüinmezse, her iki topluluğun sözü de caizdir. Kıyas da böyledir,
Mohıyt'te de böyledir. [69]
'ah-ı Kerîm'de, 14
yerde tilâvet secdesi vardır.
Hidâye'de de böyledir.
Secde' âyetleri
şunlardır :
Şüphe yok ki,
R&bbinfa katmdakiîer ona kulluk etmekden. asla kibirlenmezler, onu i-^hih
ve yabıjz oıiâ secde ederler.
(Â'rfif Sûresi, kyet
: 206)
- Göklerde ve yerde
kim varsa onlar da, gölgeleri de sabah ak-sam ister isteme, Allah'ı secde
eder. CRa'd Sûre.», âyet :
15)
— Göklerde olan, yerde
olan camlılar ve melekler, kendilerine
bîr yüksünme gelmeyerek, AHah'a secde eder (ler).
İNahi Sûresi, âyet
: 49)
— De kî : «Ona ister
îman edin, ister îman etmeyin. Çünkü bundan evvel ilim verilmiş olanlar bile
kendilerine karşı o tilâvet olununca, çenelerinin üstüne (yüzü koyun) kapanarak
secde ediyorlar.»
— Ve : «Rabbimizi
tenzih ederiz. HaJkıykat, Rabbimizin vadi kat'iyyen fi'Ie çıkarılmıştır»
diyorlar, ftsrâ Sûresi, âyet : 103-107)
— İşte bunlar,
Allah'ın kejndilerine nimetler verdikleri peygamberlerden, Âdem'in
zürriyetinden, Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan, İbrahim ile İsrail'in
neslinden, hidâyete erdirdiğimiz ve seçdiğimiz kimselerdendir. Onlar çok
esirgeyeci (Allah'ın) âyetlerini okuduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.
(Meryem Sûresi, âyet :
58)
— Görmedin mi, göklerde
olan herkes (herşey) ve yerde bulunan herkes (herşey), güneş, ay, yıldızlar,
dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir çoğu hakıykaten Allah'a secde
ediyor. Bir çoğunun üzerine de azâb hak ol muş dur. Allah fcimi (bedbahtlıkla)
hor kılarsa onu seâdete kavuşduracak (hiçbir kuvvet) yokdur. Şüphesiz ki Allah
ne dilerse (onu) yapar. (Hacc Sûresi,
âyet: 18)
— Onlara : «Rahmana
secde edin» denildiği zaman «Rahman da neymiş? Senin bize emr edegefcföğine mi
secde edeceğiz?» dediler ve (bu secde emri) oıllann (büsbütün îmandan) ürküb
uzaklaşmalarını artırdı.
(Furkan Sûresi, âyet : 60)
— « (Bunu) göklerdeki
ve
CNTem] Sûresi, âyet
: 25)
— Biatim âyetlerimize
ancak öyle kimseler rnıan eder (ler) ki butlarla kendilerine öğüt verildiği
zaman, onlar büyüklük taslamayarak, yüzü üstü secdeye kapanırlar ve
Jtablerini, ham ite, tesbîh (ve tenzîh) ederler. (Secde
Sûresi, âyet : 15)
— Bunun üzerine o,
Rahibinden setr (ü himaye) edilmesini is-rükû' iîe yere kapanıb (Allah'a)
döndü.
(Sacî Sûresi,
âyet: 24 ün son kısmsî
Gece, gündüz, güneş,
ay (hep) Ö'nun (Allah'ın) ^y^tferinden
ı\e aya -secde
etmeyin,' 'btmlart y ''~n Allah'
(buna karşı)
MV.-'cnmek işerlerse Rabhv
onlar hiç usöîlbşak,
tzâtenVkeîi^ishiı .-
edip dur. tFusssI^t S.
:h'üt": 37-
dj. (pullara dcğii. sizi yaralan) -^llah^a
secde, edûi, (O'ı>9) (NecmSûresS,
âyet :
olu biv haaiie geldiği
(nuuru tamamlandığı) samai) aya ki,
(ey insanlar), hiç şüphesiz, o halden bu haâle
bhıeceksi-
— ...Secde ve
(Rabbinin merhametine) yaklaş.
(Aîak Sûresi, âyet
:
Âynî'de de böyledir.
Bu âyetlerde, okuyana
da, dinleyene de secde etmek vacip olur. Dinleyen kimselerin, Kur'ân dinlemeyi,
isteyip kasdetmelerl ile . istemeyip kasdetmemeleri de müsavîdir.-Hîdâye'de de
böyledir.
Öir kimse, seode
âyetini içinden okumakla, dudaklarını oynatmasından dolayı
secde iazmı olmaz.
Secde, ancak sahih
haillerle okunup, bu harflerden ses meydana yel ip, hem okuyanın hem de kulağım ağzına yaklaştırdığı zamanbaşkasının,
okuyanın sesini duyması ile vacip olur. Kâdîhâîi'-da da böyledir.
Bir kimse, secde
âyetini okusa fakat sonundan bir keli-meyi okumasa, secde etmez.
Sadece, içinde secde
bulunan kelimeyi okuyan kimse de secde etmez.
Secde, ancak secde
âyetinin ekserisinin secde harfleri ile okunması halinde lazım, olur.
Muhtasarü'l - Bahr'de
; «Bir kimse, ve'scüd kelimesini okuyup sussa ve sonra da vakterib kelimesini
okusa, bu kimsenin secde etmesi lazım olur.»
denilmiştir. Tebyîn'de de böyledir^
Bir kimse, secde
âyetini, bir toplulukta, her kelimesini bir başka şahıs okuduğunda dinlese, bu
durumda, o kimsenin secde etmesi gerekmez. Çünkü, bu kimse, secde âyetini, bir
okuyucudan dinlememiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Namazın, edası ve
kazası, üzerine farz olan herkese, tilâvet secdesi yapmak vacip olur. Aksi
takdirde vacip olmaz. Tilâvet secdesinin vacip olmasında, asloian budur.
Hulâsada da böyledir.
Kur'ân okuyan kimse,
kâfir, deli, çocuk, hayızlı veya nifas-Iı veya hayız nifasm son gününde bulunan
kimselerden biri olursa secde lazım olmaz. Dinleyiciler için de böyledir.
Zâhîdî'de de, böyledir.
Bu durumda, dinleyen
kimse akıllı, baliğ ve müslüman olursa, kendisine secde vacip olur. Çünkü,
secvde âyetini dinlemiştir.
Abdesti olmayan veya
cünüp olan bir kimse, secde âyetini okumuş veya dinlemiş olsa, bunların secde
yapmaları lazıni gelir. Hasta da böyledir.
Secde âyetini, kuştan
dinleyen kimseye secde lazım gelmez. Muhtar olan görüş budur.
Bir kimse, uyuyan bir
kimseden secde âyetini dinlemiş olsa, o kimsenin secde etmesi vacip olur. Sahih
olan budur.
Bir kimse, secde
âyetini, aksi sedadan dndemiş olsa, kendisine
-secde vacip olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Uyuyan bir kimseye,
uykusunda secde âyet; okuduğu haber verilirse, o kimsenin secde etmesi
gerekir. Nısab'da : «Bu sahihtir.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Sarhoş bir kimse,
secde âyetini okumuş olsa, kendisine de, dinleyene de secde etmeleri lazım
gelir. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Bir kadın, namazda
secde âyeti okusa da, bu secdeyi namazda yapmasa, sonra da hayız olsa, bu
kadından secde sakıt olur. Muhıyt'te de böyledir. (
Nafile namaz kılan bir
kimse, secde âyeti okusa ve secde etse, sonra da* bu namazı bozulsa, bu namazı
kaza etmesi gerekir. Fakat secdenin iade edilmesi gerekmez. ,
Keza, bir müslüman
secde âyetim okusa ve secde etmeden, —Allah korusun— dinden çıksa, sonra da
tekrar müslüman olsa, o secdeyi yapmak o kimseye vacip olmaz. - Fetâvâyi
Kâdîhân'cİa da böyledir.
Bir kimse, secde âyeti
tnûı meali) ni farsea okuduğunda hem kendisine, hem de dinleyene secde etmek
vacip olur.
Dinleyen kimse anlasa
da, anlamasa da, kendisine secde âyetinin okuduğu haber verilince, secde
etmesi gerekir.
İmameyn'e göre ise,
eğer dinleyen kimse, okunanın Kur'ân olduğunu biliyorsa, secde etmesi gerekir;
bilmiyorsa, secde etmesi gerekmez. Hulâsa'da da böyledir. «Bil-icmâ' secde
lazım olur.» diyenler de vardır.
Kur'ân, arapça olarak
okunduğu zaman, secde, mutlaka lazım gelir. Fakat, bilmeyen kimse,
araştırmasında mazurdur.
Kur'ân okuyan kimse
sağır olsa ve okuduğunu işitmese, yine c!e secde etmesi vacip olur. Hulâsa'da
da böyledir.
Secde âyeti, hece ile
okununca, secde etmek gerekmez. Si-râciyye'de de böyledir.
İmâm, secde âyetini
okuduğu zaman, kendisine de, duysun veya duymasın, cemaatine de, tilâvet
secdesi, vacip olur. Namazda, kıraatin açık olması ile gizli olması arasında da
bir fark yoktur. Ancak, imâmın, giz'i okunan namazlarda, secde âyeti,okumaması
müs-tehap olur.
Bir imânı secde
âyetini okuyunca, cemaatinden olmayan bir kimse, bunu dinlemiş olsa, o kimseye
de tilâvet secdesi vacip olur.
Cevheretü'ıî -
Neyyire'de de böyledir. Sahih olan görüş budur. ye'de de böyledir.
Secde âyetim imamdan
işiten kimse, bu sırada imâma ırsa, imâmla birlikte secde eder..Bu kimse, imâm
secde ettikten oua uyarsa, secr-e etmez. i?u, imâma rek'atin sonunda
yetîş-zamandır. Fakat, başka bir rek'atte yetişirse, tilâvet secdesini mazdn
sonra yapar. KâjR'de de böyledir.
imâma uymuş olan bir
kimse, secde âyetini okursa, imâmın ve imama uyan diğer.'kimselerin
namazda'da, namazdan sonra da secde etmeleri gerekmez, Sfrâcül - Vehh&c'da
da böyledir.
Namaz kılan bir kimse,
secde âyetini'namaz kiimay;--' mr kimseden dinlemiş olsa, namazdan sonra secde eder. Bu s.. yi namazın içinde
yapması caiz olmaz. Fakat, namazın içinde y; -aş-olsa, namazı dâ bozulmaz.
Tefeîb'de de böyledir. -
Fakat, namaz kılan bir
kimse, namaz kılmamakta olan bir kimseden secde âdetini işitmeden Önce, kendisi
secde âyeti okumuş ve sonra c şahsın okuduğunu dinlemiş olursa, bu kimse
—kendisinin okumuş olmasından dolayı™ namaz içinde tilâvet secdesi yapar.
Dinlediğinden dolayı secde etmesi ise gerekmez. Zâhirü'r-ri-vâye de böyledir.
Bu kimne, Önce namaz kılmayan kimseden, secde âyetini dinler, sonra da Kendisi
okursa, bu duranı hakkında iki rivayet vardtr. Sîrâc'da : «K. işinin, bu
durumda, dinlediği secde âyetinden dolayı
secde etmiyeceği kesindir.» denilmiştir. Nahrül -Fâık'ta da böyledir.
0 Bir kimse, eğer
secde âyet1 ni nainsz içinde okur ve okuduğu secde âyeti sürenin ortasında
olursa, cVdal olan, önce secdçyi yapmak ve sonra da kalkıp sûrenin îsınaınııiı
okuyarak rükû'a varmak-(ır. Secdeyi, böylece yapmasa ve fakat, rükû'a giderken
bu secdeye niyyet etsebu kıyâsen caiz olur. Biz de bunu kabul ederiz.
Şayet, bu durumda, ne
secde yapar, ne de rükü'a gider fakat sûreyi tamamladıktan sonra rükû'a
giderken niyyett ederse/bu caiz olmaz. Yapmış bulunduğu, bu rükû' 5fe secde de,
üzerinden sakıt olmaz. Bunları, secde ile birlikte namazın içinde kaza etmesi
gerekir. Hâher - zade namı ile maruf Şeyhü'l - İmâm : «Bir kimse, secde
âyetinden sonra, üç âyet okuyunca, fevreh-kesip rükû'a giderse, o rükû;-secde
yerine geçmez.» demiştir,
Şemsü'l - Eimme
Halvânz de : «Üç âyetten fazla okumanuşsa, secde için namazı kesmez.» demiştir.
Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Secde âyeti, eğer
sûrenin sonunda ise, eftial olan, onu okuyarak rükû'a varmaktır. Eğer rükû'dan
Önce secde yaparsa, secdeden kalkınca, başka bir sûreden biraz okuması
gerekir. Kalkıp, bir şey okumadan rükû'a gitmiş olsa, bu da caiz olur. Namaz
kılan kimse, bu durumda rükû' ve secde yapmaz, başka bir yere geçip oradan
okursa, bu sebeble, rükû'a gitmesi gerekmez. Namazda olduğu müddetçe, tilâvet
secdesini kaza etmesi gerekir.
Secde âyeti, eğer
sûrenin sonuna doğru olur ve ondan sonra iki veya üç âyet bulunursa, namaz
kılan kimse serbesttir; dilerse rükû'a gider, dilerse secde eder. Rükû'a
girmeyi isterse, sûreyi tamamlar ve rükû' yapar. Şayet secde ederse, sonra
kalkıp sureyi bitirir ve sonra rükû'a gider. Namaz kılan kimse, bu durumda,
kalan âyetlere gerideki sûreden ilave yaparsa, bu da efdal! olur. Muzmarât'ta
da böyledir.
0 Bu kimse, secde
ettiği zaman, arkasından rükû' edecekse, ayağa kalkar. îki veya üç âyet
okuduktan sonra rükû' yaparsa, bu müstehap olur. Münye Şerhi'nde de böyledir.
0 Bir kimse, namazda
secde âyefci okumuş olsa ve bu sebepten de rükû' yapmak istJ&se, rükû'a
giderken niyyet etmesi gerekir. Eğer, niyyet etmezse, bu rükû' seede yerine
caiz olmaz. Niyyeti rü-kû'da ederse, bu hususta âlimler arasında görüş ayrılığı
olmuştur. Bazıları : «Bu caiz olur.», bazıları ise : «Caiz olmaz.» demişlerdir.
Muzmarât'ta da böyledir.
En açık olan görüş
ise, bunun caiz olmamasıdır. Şerh.-t Ebi'I - Mekârim'de de böyledir.
Bedâi'de : «Bu
durumda, bir kimse, rükû'dan başını kaldırdıktan sonra niyyet etse, bıl-icmâ'
caiz olmaz.» denilmiştir. Bahrli-r -Râık^a da böyledir.
İmâm olan kimse,
kıraatin arkasından 'rükû'da niyyet etmiş olsa, fakat muktedî niyyet etmese,
imâm selam verdikten sonra, muktedî secde eder /e ka'deyi (= oturmayı) iade
eder; muktedî eğer bunu terk ederse, namazı bozulur. Gunye'de de böyledir.
Tilâvet secdesinin,
niyyet edilmemiş olsa bile, namaz secdesinin eda edilmiş olması ile eda
edilmiş olacağı hususunda, görüş birliği vardır. Hulâsa'da da böyledir.
Namaz kılan kimse,
tilâvet secdesini yerinde yapmayı unut-sa ve bunu rükû'da, secdede veya ka'dede
(— oturuşta) hatırlasa, hemen yere kapanıp secde eder. Sonra da, bulunduğu yere
döner, îstihsanen bunu da iade eder. Fakat iade etmemiş olsa da namazı caiz
olur. Zâhiriyyeide de böyledir.
İmâm, namazda secde
âyetini okuduğu zaman, arkasındaki cemaat çpk olsa! imâm secde için tekbir
alınca, cemaatten bir kısmı, imâm rükû'a vardı zanm ile rükû'a varsa; sonra
imâm secdeden tekbir alarak doğrulsa; rükû'a varan cemaat ise, onun rükû'dan
doğrulduğunu sanarak, tekbir alıp başlarını kaldırsalar—ve bundan fazla bir şey
de yapmış olmasalar— namazları fesada gitmez.
Namaz kılan kimse,
namaz kılmayan bir kimseden secde âyetini işitince, okuyanla beraber secdeye
varsa; eğer bu durumda, okuyan kimseye tabi olmayı kast ederse, namazı fesada
gider. Müs-tchap olan, namazın haricinde, okuyanla dirileyenin beraber secde
yapmalarıdır. Secde esnasında, dinleyen kimse, okuyandan önce başım kaldırmaz.
Hulâsa'da da böyledir.
Okuyanın öne geçip,
dinleyenlerin onun arkasında saf tutarak secde yapmaları. Tilâvet Secdesi'nin
müstehaplanndandır.
Ebû Bekir : «Tilâvet
secdesinde, kadının, erkeklere imâm olması sahihtir.» demiştir. Bahrü'r -
Râıkta da böyledir.
Secde âyetlerinin arka
arkaya okunmasından dolayı, secdeler bir araya toplanmış olsa, okuyanların da
dinleyenlerin de bir defa secde yapmaları kâfidir.
Mükerrer secde
âyetlerine bir tilâvet secdesinin kâfi gelmesi için, ayni âyetin tekrar tekrar
okunması ve okunan meclisin bir olması şarttır. Meclis değişik olsa da, okunan
âyet ayni âyet olsa veya meclis bir olsa da, okunan secde âyeti ayrı âyetler
olsa, bu durumlarda, bir secde kâfi gelmez. Muhıyt'te de böyledir.
Secde â}'etini okuyan
kimsenin değil de, dinleyen kimsenin meclisi değişmiş olsa, bu kimsenin,
tilâvet secdelerini tekrar tekrar yapması gerekil'.
Dinleyenin değil de,
okuyanın meclisi değişmiş olursa, bu durumda, ekseriyetin kavline göre, dinleyenin değil de okuyanın ayrı ayrı secde
etmesi lazım gelir. Biz de bu kavli kabul ediyoruz. Itâbiyye'de de böyledir.
Eğer, tek meclis uzar
veya bir lokma ekmek yenilirse; bir yudum su içilirse; ayağa kalkılırsa; bir
iki adam yürünürse; sultan evi gibi büyük bir evin, bir köşesinden diğer bir
köşesine değiştirilirse; mescidin içinde yer değiştirilirse; büyük bir camide
bir köşeden diğer bir köşesine gidilirse, tekerrür gerekmez.
Eğer, camiin veya
hükümdar evi gibi büyük bir evin odalarının birinden diğerine gidilirse; eğer,
gidilen bu yerden imâma iktidâ sahih olursa, buralar bir mekân hükmündedir.
Geminin gitmesi,
mekanın birliğini bozmaz, Hayvanın gtmesi ise eğer kişi namazda hayvana binmiş bir vaziyette
değilse gemiye muhaliftir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Teşbih, tehlil veya
kıraat ile meşgul olmak, meclisin birliğini kesip bozmuş olmaz.
Bir kimse, şayet secde
âyetini okur, sonra da hayvanına binip geri inerse, bu hâl dahi, meclisin
birliği hükmüne mani olmaz.
Bir kimse, secde
âyetini okur, secdesini yapar, sonra da uzunca Kur'ân-ı Kerim okur ve o secde
âyetini yeniden okursa, ikinci bir secde yapması gerekmez.
Bir yerde secde
âyetini okuyup, sonra kalkarak hayvanına binen bir kimse, bu âyeti bir de
hayvanında okursa, kendisine bir secde lazım olur. Eğer, hareket edip
gitmemişse, inip secdesini yer- » de yapar. Fakat, bu kimse, oradan hareket
ettikten sonra, secde âyetini okursa, iki defada secde etmesi gerekir.
Keza, bir kimse,
binili iken secde âyeti okur ve sonra inerse; indiği yerden gitmeden, bir de
orada secde âyeti okursa yine bir ,
secde etmesi kâfidir. Bu durumda secdesini yerde yapar. Cevhere-tü'n Neyyire'de de böyledir.
Meclisin değişmesi hususunda,
zorlamaya itibar edilmez. Meselâ : Bir kimse, başka bir kimseye : «İkinci defa
okuma.» der
fakat o kimse aynı
mecliste secde âyetini tekrar okursa, bir secde yapması kâfi gelir.
Bez dokuyan, kılıç
kuşanan veya çift süren kimseler, yaptıkları işi tekrar ederlerse, secdeyi de
tekrarlarlar. Kâfi'de de böyledir.
Ağacın bir dalından
başka bir dalına geçen kimse de secdeyi tekrar edecektir. Sahih olan kavil
budur, Muzmarât'ta da böyledir.
Yürüyerek Kur'ân
okuyan kimse, her secde âyeti için ayn ayrı secde eder.
Keza, suda yürüyen
kimse de, eğer su nehir veya deniz gibi büyük bir su ise okuduğu her secde
âyeti için ayrı ayrı secde eder. Havuzda veya su çukurunda yüzen kimse de
okuduğu her secde âyeti için, ayrı ayrı secde yapar.
Değirmen taşimn
etrafında dönen kimse de, okuduğu her sepde âyeti için ayrı ayrı secde yapar.
Hulâsa'da da böyledir.
Çok iş gören, çok
yemek yiyen, yatarak uyuyan veya alış veriş yapan kimseler de, istihsânen
secdeleri tekrar yapar. Çünkü, bu ameller sebebi ile, meclisler örfen değişmiş
hükmünde olurlar. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Namazın içinde okunan
secde âyetinin secdesi, namazın dışında yapılmaz. Sîrâciyye'de de böyledir.
Bir kimse, namazda
secde âyetini okur da, secdeyi terk ederse, günahkâr olur. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir.
Bu hüküm, secde
etmeden namazı bozulmayan kimseler içindir. Secde etmeden namazı bozulmuş olan
kimse ise, bu secdeyi namazın dışında yapar. Fakat, namazda secdeyi yaptıktan
sonra, namazı bozulmuş olursa, bu secdenin iade edilmesi lazım gelmez. Gunye'de
de böyledir.
Namaz kılan kimse,
rükû'da veya secdede Kur'ân okumuş olsa, tilâvet secdesi lazım gelmez. «Bu
durumda secde lazım gelir; ne var ki, bu secde, yapmış bulunduğu secde ile veya
rükû' ile eda edilmiş olur.» denilmiştir, Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, secde
âyetini okumuş olsa da secde yapsa ve aynı yerde hemen namaza başlasa; namazda
da ikinci defa secde âyetini okusa, bu kimsenin üzerine, ikinci secdeyi yapmak
da vacip olur. Fakat, ilk okuduğu secde âyeti için secde etmemiş olursa, o
kimsenin bir secde yapması kâfi gelir. Hatta, son okuduğu âyet, için, secde
yapmamış olsa bile, ilk okuduğu âyet için yapması gereken secde, zimmetten
düşer.
Bir kimse, bir
erk'atte secde âyetini okusa ve secde yapsa, aynı rek'atte tekrar okusa, o kimsenin
ikinci defa etmesi gerekmez. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
A Namaz kılan kimse,
birinci rek'atte secde âyetini okusa ve secde yapsa, aynı âyeti ikinci, üçüncü
rek'atlerde de tekrar okusa, bu şahsın başka secde yapması lazım gelmez. Sahih
kavil budur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, secde
âyetini namazda okusa ve secde yapsa; selam verdikten sonra, bu âyeti,
bulunduğu yerde tekrar okusa, za-hirü'r - rivayede tekrar secde etmesi gerekir.
Bazıları : «Bu kimse, selamdan sonra konuşur ve daha sonra secde âyetini
okursa; bu secdeyi tekrar yapması gerekir.» demişlerdir.
Bir kimse, şayet secde
âyetini namazda okur fakat secdeyi yapmaz ve selam verdikten sonra da, secde
âyetini okursa, bu kimseye bir secde kâfi gelir; önceki secde düşer. Fetâvâyd Kâdîhân'da
da böyledir.
Birinci rek'atte secde
âyetini okuyup, sonra da abdesti bozulan kimse, gidip abdest alır. Gelir ve
bir başkasından da secde âyetini duyarsa, bu kimsenin iki secde yapması lazım
gelir. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Bir kimse, namazda
secde âyetini okur veya başkasından işitir de, secde ettikten sonra da abdesti
bozulursa, gidip abdest alır. Namazını bina ederken, bir secde âyeti daha
duyarsa, ikinci defa secde etmek, bu şahsa vacip olur. Ve namazdan sonra bu
secdeyi yapar.
Şu mes'ele ise,
yukarıdaki hükme muhaliftir : Bir kimsenin, namazda secde âyetini okuduktan
sonra, abdes'ti bozulur ve abdest alıp namazım bina ederken, o âyeti yine
okursa, üzerine iki defa secde yapmak vacip olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Secde âyetini, mubah
bir vakitte okuyup, mekruh, vakitte
secde etmek caiz olmaz.
Secde âj'eti, mekruh
vakitte okunursa, tilâvet secdesinin de bu vakitte yapılması caiz olur.
Bir hayvana binmemiş
olduğu halde, secde âyetini okuyan kimse, korkudan dolayı hayvana binse,
hayvan üzerinde korku halinde secde yaparsa caiz olur; emniyet halinde ise,
hayvan üzerinde secde yapması caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Tilâvet secdesinin
şartlan tahrîme hariç namazın şartlarının aynıdır.
Tilâvet secdesinin
rüknü ise, alnı yere koymaktır veya bunun yerine geçen rükû'u yapmaktır.
Hasta olan kimse,
tilâvet secdesini imâ ile yapar.
Yolcu olan kişi ise,
tilâvet secdesini hayvanının üzerinde yapabilir. Yerde yapılması gereken
secdeyi, hayvan üzerinde yapmak caiz olmaz. Fakat, hayvan üzerinde yapılacak
secdeyi, yerde yapmak caiz olur.
Namazı bozan şeyler,
tilâvet secdesini de bozar.
Kasden abdest bozmak,
konuşmak, gülmek gibi namazı bozan şeyler,
tilâvet secdesini de bozar ve böyle bozulmuş c$an tilâvet secdelerinin, iade
edilmeleri lazım gelir.
Gülmek, namazın
secdesinde olursa abdesti bozar; fakat tilâvet secdesinde olursa, abdesti
bozmaz.
Keza, tilâvet
secdesinde, kadınla aynı hizada bulunmak, bu secdeyi bozmaz.
Bir kimse, tilâvet
seccjesinde uyuşa, sahih olan kavle göre, abdesti bozulmaz. Bahrü'r - Râık'ta
da böyledir.
Tilâvet secdesinin
sünneti, başlama ve bitirme tekbirleridir. SerâhsS'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, tilâvet
secdesi yapmak istediği zaman, tekbir alır; ellerini kalıdırmadan secdeye
varır. Sonra tekbir alıp, başını secdeden kaldırır. Bu secdede, teşehhüd ve
selam yoktur. Hidâye'de de böyledir.
Tilâvet secdelerinde,
üç defa «Sübhâne Rabbiye'İ - alâ» denir. Farz namazlarda olduğu gibi, üç
defadan fazla söylenebilir, fakat noksan söylenmez. Hıdâsa'da da böyledir.
Şayet, secdede,
farzlarda olduğu gibiaklına bir şey okumak gelmese, yine de bu secde caiz olur.
Hulâsa'da da böyledir.
Tilâvet secdesi yapan
kimse, tekbir alırken sesini yükseltebilir.
Bir kimse, tilâvet
secdesi yapmak istediği zaman ayağa kalkar, sonra secde eder; secdeden başını
kaldırınca da ayağa kalkar ve sonra oturur. Müstehap olan budur. Zahîriyye'de
de böyledir.
Tilâvat secdesi yapmak
isteyen kimse, kalbi ile niyyet eder: dili ile de : «Allah rızâsı için, tilâvet
secdesi yapmaya niyyet ettim.» der. Sonra da tekbir alır. Sirâcül - Vehhâc'da
da böyledir.
Giyasî'de : «Tilâvet
secdesinin edası, fevrî değildir. (Yani, secde âyeti okunur okunmaz, hemen
secde edilmesi lazım gelmez.) Tilâvet secdesi, her ne zaman yapılırsa yapılsın
kaza değil edâ olur.» denilmiştir. Tatarhaniyye'de de böyledir
Ancak, yukarıdaki
hüküm, namaz dışında olan tilâvet secdeleri içindir. Namaz içinde ise, fevrî
olarak vaciptir. Kıraat uzun sürdüğü için, tilâvet secdesi gecikirse, bu secde
kaza edilir. Bunu kasden yapmak ise günahtır. Bahıü'ı - Râık'ta da böyledir.
Kur'ân okuyan kimsenin
yanında cemaat bulunduğu zaman, eğer secde etmek onlara zor gelmiyecek ve
kalplerinde secde için bir haz varsa, bu durumda münasip olan, secde âyetinin
açıktan okunmasıdır.
Eğer, cemaat abdestsiz
veya secde âyetini işitip de secde etmi-yecekîerse veya secde etmek onlara zor
gelecekse; en uygunu, Kur'ân okuyan kimsenin, bu âyeti 'kendi içinden gizlice
okumasıdır. Bu, ister namaz içinde olsun, ister namaz dışında olsun, müsavidir.
Hulâsa'da da böyledir.
Bir süreyi okuyup da
secde âyetini bırakmak mekruhtur. Fakat, bir kimse, namaz dışında tek basma
Kur'ân okurken, secde âyetini okumazsa, bu mekruh olmaz. Müstehap olan, secde
âyeti ile birlikte bir veya iki âyet okumaktır. Fakat, bunlar okunmasa da zarar
vermez. Hulâsa'da da böyledir. [70]
Ebû Hanife (R.A.) 'ye
göre, şükür secdesine itibar edilmez. Şükür secdesini yapana bir sevap yoktur;
yapmamak daha evladır.
Ebû Yûsuf (R.A.) ile
İmâm Muhamnıed CR.A.) ise : «Şükür
secdesi, bâr yakınlık vesiîedirir. Yapana
sevap vardır.» demişledir. Onlara göre, bîr kimsenin ni'meti artar,
yenilenir veya açığa çıkarsa; veya Allahu Teâlâ, o kimseyi, evlât veya mal ile
rızıklandı-rırsa; veya o kimse, bir yitiğini bulursa; veya bir musibetten kurtulur,
hastası veya hastalığı ryileşirse, o kimsenin secde etmesi müstehap olur.
Şükür secdesi yapmak
isteyen kimse, yönünü kıbleye döner, tekbir alır ve secdeye varır. Secdede
Allahu Teâlâ'ya hamd-ü senada bulunur ve teşbih okur. Sonra tilâvet secdesinde
olduğu gibi ikinci defa başını kaldırarak, secdeyi tamamlar. Sirâcü'l
Vehhâc'da da böyledir.
Huccet'te : «Kullar,
şükür secdesinden men edilmemelidir. Çünkü onda, Ailah'a kulluk ve hudû'
vardır.» denilmiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Tatarhânİyye'de de böyledir.
Nafile namaz kılmanın
mekruh olduğu vakitlerde, şükür secdesi yapmak da mekruhtur. Başka zamanda ise
şükür, secdesi mekruh (değildir. Gunye'de de böyledir.
Sebepsiz yere secde
yapmak, yakınlık olmadığı gibi mekruh 4a değildir. Fakat, böyle bir secdeyi
namazın sonunda yapmak mekruhtur. Çünkü, cahiller o secdeyi, sünnet veya vecip
itikad edebilirler. Namaza getirilip bitiştirilen her mubah, mekruhtur.
ZâW-dî'de de böyledir. [71]
Hasta olan bir kimse,
ayakta durmaya gücü yetmediği zaman, —rükû' ve secdelerini yaparak— namazını
oturarak kıllar. HH-daye'de de böyledir.
«Gücü yetmeme» nin
açıklanmasında, en sahih görüş: Ayakta durulunca, bir zarara uğranması halidir.
Fetva da bunun üzerinedir. Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Keza, bir kimse,
hastalığının artmasından korktuğu; iyileşmesinin gerileyeceği veya başının
döndüğü zamanlarda da namazını oturarak kılar, Tebyîn'de de böyledir.
Ayakta durma yüzümden,
ağrı veya acı duyan kimse de nar mazını oturarak kılabilir.
Ayakta durmaktan
dolayı meşakket nev'inden bir şeyle karşılaşan kimsenin, —sırf bu yüzden—
ayakta durmayı terk etmesi, caiz olmaz. Kâfi*de de böyledir.
Bir kimse, namazın
tamamında ayakta duramaz; fakat bir müddet ayakta durmaya gücü yeterse, o
kimseye, gücü yettiği1 kadar ayakta durması emredilir.
Meselâ : Bir kimsenin
ayakta tekbir almaya gücü yetse dex Kur-'ân okumak için ayakta durmaya gücü
yetmese,. veya kıyamın bir kısmına gücü yetse; bu kimseye, tekbiri ayakta
alması ve gücü yettiği kadar ayakta durması emredilir. Ve bu kimse, gücü
yettiği kadar ayakta durur; âciz kalınca da oturur.
Şemsü'l - Eimme
Halvânî : »Bu yol sahihtir. Bir kimse, şayet bunu terk ederse; ben onun
namazının caiz olmayacağından korkarım.» demiştir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir şeye veya bir yere
dayanarak ayakta durmaya gücü yeten kimsenin, namazı bu şekilde kılması
gerekir. Sahih olan budur. Bu durumdaki bir kimse için, bundan başkası cai'z
olmaz.
Keza, bir kimsenin
bastonuna veya hizmetçisine dayanarak namaz kılmaya gücü yeterse, bu kimse,
namazını bunlara dayanarak kılar. Tebyîn'de de böyledir.
Evinde, ayakta namaz
kılmaya gücü yeten bir hastanın, dışarı çıktığı zaman buna gücü yetmiyeceği
olursa, bu durumda âlimler arasında görüş ayrılığı vardır. Beğenilen görüş
ise, bu hastanın, namazını, evinde ve ayakta, kılmasıdır. Fetva da bu kavil
üzere verilir. Muzmarât'ta da böyledir.
0 Hasta olan şahıs,
oturarak namaz kıldığı zaman, nasıl oturmak kolayına geliyorsa, öyle oturur.
Esahh olan budur. Sirâcül -Vehhâc'da da böyledir. Sahih olan da budur. Aynî'nin
Hidâye Şer-hi'nde de böyledir.
Doğruca oturmaya gücü
yetmeyen kimse, ya duvara veya bir adama dayanıp yaslanarak namazım kılar.
Sahih olan budur. Bu kimsenin, namazı böyle kuması vacip olur. Zehiyre'de de
böyiedir.
Muhtar olan kavle
göre, yatarak namaz kılmak caiz olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Ayakta durmaktan,
rükû'a eğilmekten ve secdeye varmaktan âciz olan kimsenin, namazı oturarak
kılmaya gücü yetiyorsa oturarak îmâ ile kılar. Secdelerini, rükû'Ianndan daha
faz]a eğilmek sureti ile yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer, her ikisi (rükû'
ve secde) müsavi bir şekilde yapılırsa, namaz caiz olmaz. Bahrü'r - Râik'ta da
böyledir.
Keza, rükû' ve
secdeden aciz olduğu halde, ayakta durmaya gücü yeten kimsenin de namazını
oturarak ve îmâ ile kılması müstehap olur. Bu kimse, şayet îma ile ayakta
kılmış olsa, bize göre yine namazı caizdir, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
îmâ ile namaz kılan
kimse, sehiv secdelerini de imâ ile yapar. Muhıyt'te de böyledir.
İmâ ile namaz kılan
kimsenin, bir tahtayı veya bir yastığı, kendisine doğru kaldırıp, onun üzerine
secde etmesi mekruhtur. Böyle yapan kimsenin durumuna bakılır : Eğer, bu
kimsenin başı rükû' için eğiliyorsa ve sonra da secdeler için daha fazla
eğiliyorsa, namazı caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.
Fakat, böyle yapmakla,
o kimse, kötü bir iş yapmış olur. Muzmarât'ta da böyledir.
Hasta olan kimsenin,
başı eğilmiyor da, tahtayı veya yastığı alnının, üzerine koyuyorsa, —namazı—
caiz olmaz, Esahh olan görüş buidur. Fakat, yastık yere konmuş ise ve hasta
olan şahıs bunun üzerine secde ediyorsa, namazı caiz olur. Hulâsa'da da
böyledir.
Alnında yara
olmasından dolayı, alnını yere koymaya gücü yetmiyen kimsenin, imâ ile namaz
kılması caiz olmaz. Bu kimse, burnu üzerine secde eder. Şayet, burnu üzerine
secde etmeyip, imâ ile namaz kılarsa, namazı caiz olmaz. Zehiyre'de de
böyledir.
Namaz kılacak
kimsenin, oturmaya da gücü yetmezse, sırtının üzerine yatar ve ayaklarını
kıbleye doğru uzatır. Oturan kimseye benzemek için de başının altına bir
yastık koyar. Böylece rük'û' ve secdeyi, imâ ile yapma ihtimali güçlenmiş olur.
Bu »durumdaki bir
kimse, yanı üzeri yatıp da yüzünü kıbleye çevirirse, yine imâ ile kılması caiz
olur. Fakat, birinci şekil daha evladır. Kâfî'de de böyledir
Bu durumda, bir
kimsenin, sağ; tarafına yatmaya gücü yetmezse, sol yanı üzerine yatabilir.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bu durumda da yüzü
kıbleye dönük olur, Gunye'de de böyledir.
Bir kimse, sağlam bir
halde namaza başlar, fakat sonradan, kendisinin ayakta durmasına mani olacak
bir hastalık gelirse, bu kimse, namazını, oturarak rükû' ve secdelerle kılar.
Eğer buna da gücü yetmezse, namazını, oturduğu yerden imâ ile kılar. Buna da
gücü yetmiyen kimse ise, namazını, yattığı yerden imâ ile kılar. Tebyîn'de de
böyledir.
İmâmeyn'e göre :
Oturduğu yerden, rükû' ve sücûd ile namaz kılmakta oları kimse, namaz İçinde
sıhhata kavuşursa, kalan kısmım ayakta bina eder. Hidâye-'de de böyledir.
Namazın bir kısmını
imâ ile kılıp,, sonradan rükû' ve sucuda gücü yeten kimse, bütün âlimlere
göre, namazını yeniden kılar Hidâye'de de böyledir.
Bu, rükû ve secdelere
gücünün yetmesinden sonradır. Fakat bir kimse, namaza başladıktan sonra ve
namaz bitmeden önce güç kazanırsa, kalan kısmı bina etmesi sahih olur. CevheretÜ'n-Neyyire'de de böyledir.
îmâ ile namaz kumaya
da gücü yetmiyen kimseden, namazın farziyyeti düşer. Zâhirü'r-rivâye de
böyledir. Gözlerle ve kaş-larîa, imâ etmeye de itibar edilmez.
Bu kimsenin hastalığı
sonradan hafiflerse, kılamadığı namazları kaza edip etmiyeceği hususunda da
ihtilaf edilmiştir: Bazıları: «Eğer bu kimsenin aczi, bir gün bir geceden fazla
olursa, namazlarını kaza etmesi gerekmez. Fakat, bundan az olursa, kaza lazım
olur.» demişlerdir. Bayılma gibi... Sahih olan görüş budur. Fetâvâyi Kâdîhânda
da böyledir. Fetva da bunun üzerinedir. Zâîiiriyye'de de böyledir.
Bu hastalıktan dolayı
ölen kimsenin üzerine, bir şey lazım . gelmez; fidye de gerekmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, oturarak
dört rek'at namaz kılsa, dördüncü rek'-atte de otursa, teşehhüdden Önce
kiraaltte bulunsa, ve rükû' eylese; bu davranışı, ayakta durma yerindedir.
Yani, fazla rek'ate kalkan kimse ne yaparsa, bu kimse de öyle yapacaktır.
Fetâvâyi Kâdîhânî da da böyledir.
Hâvî'de : «Bu kimse,
sehvinden dolayı secde eder.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, ikinci
rek'atin ikinci secdesinden başını kaldırırken, kıyama niyyet etse ve okumasa;
sonra da yanıldığını anlasa, döner; teşehhüdü okur ve sehiv secdesi yapar.
Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Oturarak namaz kılan
hasta, dördüncü rek'atin son oturuşunun secdesinden, üçüncü rek'at zannı ile
başını kaldırsa, kıraatte bulunsa ve imâ ile rükû' yapsa ve secde etse, namazı
fesada gider.
Şayet, bu kimse,
üçüncü rek'ati, ikinci rek'at zannederek okumaya başlasa, sonra da yanıldığını
anlasa, teşehhüde dönmez; namazına devam eder. Namazın sonunda da sehvi için
secde eder. Mu-hıyt'te de böyledir.
Tecrîd'de : «Hasta
olan kimse, namaz kılarken, kıraat, tes-bihat ve teşe.hhüd gibi, sağlam
kimselerin yaptıklarının hepsini yapar. Fakat, bunlardan aciz olursa, hepsini
de terk eder.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Hastanın, sağlamdan
ayrıldığı noktalar, gücünün yetmediği şeylerdir. Hasta, gücünün yettiği
hususlarda sağlam gibidir.
Hasta bir kimse, kıble
istikametini bilir, fakat oraya dönmeye gücü yetmez ve kendisini kıbleye
döndürecek bir kimse de bulamazsa, zahirür- rivâyede bulunduğu durumda namazım
kılar. Ve o namazı iade etmez. Fakat, kendisini kıbleye çevirerek birini bulursa,
münasip olan, o kimseden, kendisini kıbleye çevirmesini istemesidir. Bu
durumda, böyle yapmaz da, kıble yönünden başka bir istikamete yönelmiş olarak
namazını kılarse, bu namaz caiz olmaz.
Keza, hasla olan bir
şahıs, pis bir döşekte veya yaygıda oturduğu halde, temiz bir yaygı bulamaz
veya temiz bir yaygı bulabildiği hailde, kendisini onun üzerine götürecek bîr
kimse bulamazsa; bu şahıs, o pis döşek üzerinde namazını kı'ar. Eğer, döşeğini
değiştirecek bir kimse bulunursa, bunu yapmasını o kimseden ister. Şayet, bunu
talep etmeden, pis döşek üzerinde namaz kılarsa, bu namazı caiz o'maz.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir hastanın altında,
pis bir örtü, pis bir çamaşır bulunur ve onun üzerine sereceği temiz bir örtü
ayın anda kirlenecek olursa, bu hasta, bulunduğu hal üzere namazını kılar.
Keza, ikinci örtü (~
elbise) kirlenmiyecek olmasına rağmen, eğer onu değiştirmek çok zor olacaksa,
yine namazını bulunduğu hal üzere kılar. Fetâvâyi Kâdînân'da da böyledir.
Bayılan kimsenin
üzerinde, beş vakit namaz, kazaya kalmış olursa, ayılıncn onları kı'ar.
Fakat, bayılan kimse,
baygınlık halinde, daha fazla namaz geçirmiş olursa, onları kaza etmez.
Delilik de, baygınlık
gibidir. Sahih olan görüş budur. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, burada, geçen
vakitlerin çokluğuna rtibar olunur. Sahih olan görüş de budur. Ve bu, baygınlık
kesintisiz bir müddet devam ettiği zaman böyledir .
Fakat, baygın Kimse,
ifakat bulup ayrıldığı zaman, bakılır : Bu kimsenin iyileşip ayılması, bilinen
bir vakitte ise, meselâ : Sabah vakti hastalığı hafiflese, biraz İyileşip sonra
yine baygınlık gelse, bu iyileşme haline itibar edilir. Daha önceki vakitlerin
baygınlık hükmü baygınlıkta geçen vakit
bîr gün bir geceden az ise bozulur.
Fakat, bu şahsın iyileşmesi, bilinen bir vakitte olmaz, aniden iyileşir ve
sağlıklı olan kimseler gibi konuşur sonra da, üzerine yine baygınlık gelirse,
bu şekildeki iyileşmeye itibar olunmaz. Teb-yîn'de de böyledir.
Bir kimse, yırtıcı
hayvanlardan veya insanlardan korktuğu için bayılır ve bu baygınlığı, bir gün
bir gece devam ederse, bü-ic-mâ' bu kimseden kaza düşer.
Fakat, içki içen bir
kimsenin, bir günden (azla bir müddette bile aklı b.'işma gelmezse, ondan kaza
düşmez.
Bir kimse, her hangi
bir ot kökünün suyunu ve}'a bir ilacı içerek bayılır veya aklı başından gider
ve bu hâ! de bir günden faz'a devam ederse, İmâmeyn'e göre, yine bu
kimseden-kaza düşmez.* Hu-lâsa'da da böyledir.
Bir gün bir guceden
fazla uyuyan kimse, —uykudan geçen— namazların tamamını kaza eder.
Bir kimse, ramazanda
oruç tutacak olursa, namazı oturarak kılabilecek; oruç tutmadığı takdirde ise,
namazı ayakta kılabilecek olsa; bu kimse, oruç tutar ve namazını oturarak
kılar. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Hasta bir kimse,
hastalığının, namazını geri bırakacağı korkusu ile, bilerek veya bilmeyerek,
namazını vaktinden Önce kılmış olsa, bu caiz olmaz.
Keza, kıraat etmeden
veya abdestsiz olarak, bu düşünce ile namaz kılan hastanın, namazı da caiz
olmaz.
Fakat, bu kimsenin
kıraate gücü yetmezse, okumaksızın imâ ile namazını kılar.
Hasta olmasından
dolayı, bir adamın kölesinin abdest almaya gücü yetmese-, o köleye efendisi
abdest aldırır. Şayet, hasta olan kölenin bir de hasta karısı o'sa, kölenin efendisi, o kadına abdest aldıramaz.
Mııhıyt'te de böyledir.
Her hangi bir rüknü
abdestli olarak kılmaya gücü yetmiyen kimseden, o rüknü —eda elmek vazifesi—
düşer. Fetâvâyi Kâdîhân-tia da böyledir.
Meselâ : Secde etmeye
gücü yetnıiyecek kadar, alnında ve burnunda yarası olan bir kimsenin, secde
etmesi halinde, yarası ka-nayacak, secde etmezse yarası kanamıyacak olursa; bu
durumda, o şahıs namazını, oturduğu yerde ve imâ ile kılar. Şayet, ayakta, kıraat
ederek kılar, rükû' yapar ve sadece secdeyi terk ederse, bu şekilde kıldığı
namaz da caiz olur. Fakat, önceki şekilde kılmak daha efrîaldir. Muhryt'te de
böyledir.
Keza, bir kimsenin,
namazı ayakta kılması halinde, kıraat cdemiyecek, idrarı akacak veya yarası
kanayacak olur ve oturduğu zaman da bunlardan hiç biri olmayacak olursa, bu
kimse, ayakta durmaz; namazını oturarak kılar. Sirâciyye'de de böyledir.
Düşman korkusundan
dolayı veya dışarısı tamamen çamur olduğu veya yağmur yağarken, sahradaki küçük
çadırının içinde doğrulmaya imkânı olmadığı zaman ayakta namaz kılmayı terk
eden kimsenin oturarak namaz kılması caiz olur.
Hastalık halinde
namazı kazaya kalmış olan kimse, bu namazı, iyi olunca kaza ederse, sağlam
kimselerin kıldığı gibi kılarak kaza etmesi gerekir. Eğer, bu namazı Hastalar
gibi kılarsa, caiz olmaz. Meselâ : Hasta iken imâ ile veya oturarak
kılabileceği namazı, iyileşince bu şekilde kaza etmesi caiz olmaz. Serahsî'nin
Muhıyt'-inde de böyledir.
Sağlam iken kılamadığı
namazları, hasta halinde kaza etmek isteyen kimse, bunları hasta halinde
kılmakta olduğu namazlar gibi, ya oturduğu yerde veya imâ ile kaza eder.
Sirâc'yye'de de böyledir.
Namaz kılan kimsenin,
başka bir imkanı olmadığı zaman: yanma bir adamın oturup, rükû', secde ve
benzeri şeylerde, yanıldığı /aman kendisine haber vermesini istemesi caiz olur.
Gun-ye'de de böyledir.
Hasta olan bir
kimsenin, cuma günü, öğle namazını .imam cum'ayı kılana kadar te'hir etmesi
müstehaptır. Eğer, te'hir eUnezse, mekruh olur. Sahih olan budur. Mıızmarat'ta
da böyledir. [72]
Kendisinde, hükümlerin
değiştiği mesafenin en azı, üç günlük yolculuktur. Tebyîn'de de böyledir.
Sahih olan budur. Cevâhirü'I -Ahlatî'de de böyledir. [73]
Seferle değişen
hükümler şunlardır :
1- Namazın
kısa kılınması,
2- Orucu
yemenin mubah olması,
3- Mesh
müddetinin üç güne uzaması,
4- Cum'a ve
bayram namazlarının düşmesi,
5- Kurban kesmenin
düşmesi,
6- Hür olan
kadınların, mahremsin yola çıkamamaları, Itâbiy-ye'de de böyledir.
Sefer müddetinde, orta
halli yolculuğa itibar edilir. O da, deve yolculuğu ve senenin en kısa gününde
yaya yolculuğudur. Tebyîn'de de böyledir.
Her gün, geceye kadar
yo' yürümenin şart olup olmadığı hususunda görüş ayrılığına düşülmüştür. Sahih
olan ise, bunun şart olmamasıdır.
Meselâ : Bir kimse,
sabahın erken saatinden Öğleye kadar yürüyüp, merhalesine varsa ve oraya
konaklasa; orada yatsa ve gece-Jese; sonra ikinci ve üçüncü günlerde de böyle
yapsa, bu kimse misafir (= yolcu) olur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Sefer müddetince,
gidilen vola itibar edilir. Bahrü'r -Râık'ta da böyledir.
Gidilmek istenilen
yere ulaşmak için iki yol bulunsa, bu yollardan biri, geceli gündüzlü üç
günlük, diğeri de bundan daha aşağı olsa, bize göre, uzak olan üç günlük yoldan
giden kimse misafir (seferi, yo3cu)
olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Fakat, bu kfmse kısa
yoldan giderse, namazlarını tam kılar. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Bir yerin, hem sudan
(denizden, ırmaktan), hem de karadan olmak üzere iki yolu bulunsa ve buraya,
su yolu ile giden üç günde, kara yolu ile giden ise iki günde-varacak olsa; su
yolu ile giden şahıs, namazlarını kasreder. (Dört rek'atli farzları ikişer
rek'at kılar.) Karayolu ile giden ise kasretmez. (Tam kılar.)
Şayet, kara yolundan
giden üç günde, su yolundan giden işe iki günde varsa; bu durumda da kara
yolundan giden namazlarını kasreder; su yolundan giden ise kasretmez.
Su yolunda da üç güne
itibar edilir. Rüzgarın hızlı esmesi,, ya- • vaş esmesi veya tamamen durması
halleri de müsavidir.
Dağda da durum
aynıdır. Yani dağ yollarında da üç güne itibar edilir. Aynı mesafeye,
kayalıklardan gidilip üç günden, önce varılsa j bile, üç güne itibar edilir.
Adet olan, yolculukla
üç günlük mesafede bulunan bir yere-süratli yürüyen bir at Üe iki günde ve
hatta daha az bir zamanda varılmış olsa bile, yine namazlar kısaltılırlar.
Cevheretü'n - Neyyi-re'de de böyledir.
Misafire farz olan,
dört rek'atli namazları ikişer rek'at kıl-
' maktır. Hidâye'de de böyledir.
Bize göre, namazı
kısaltmak farzdır.
Bir kimse eğer seferde
dört rek'at kılar ve ikinci rek'atten sonra teşehhüd miktarı oturmuş olursa,
—son iki rek'at nafile olmak üzere namazı caiz olur. Bu durumda, bu kimse,
selamı te'hir ettiği için günahkâr olur.
Şayet, iki rek'at
kıldıktan sonra oturmaz ise, namazı batıl olur. (Caiz olmaz.) Hidâye'de de böyledir.
Keza, bir kimse, bu
durumda, iik iki rek'atte veya bunların birinde, kıraati terk ettiği zaman,
bize göre namazı bozulur. Tatar-hâniyye'de de böyledir.
Kasr (= Dört rek'atli
farzları iki rek'at olarak kılmak), bütün misafirler (= yolcular) için
sabittir. Yolculuk, ister ibadet yolculuğu olsun, ister kabahat yolculuğu
olsunJ bu mes'elede müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.
Keza, yolculuğun at
ile veya yaya yapılması da müsavidir Sünnetlerde kısaltma yoktur.
Bazıları :
«Misafir, sünnetleri terk eder.» demişlerdir. Muhtar olan görüş ise :
Sünnetlerin korku zamanlarında terkedilebilece&i emniyet ve istikrar
zamanlarında ise kılınmalarının uygun olacağıdır, Vecîzü'l - Kerderi'de de
böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.) :
Bir yolcu, şehrinden ve şehrinin evlerinden çıktığı zaman namazını kısaltır.»
demiştir. Gıyâsiyye'de de : «Beğenilen ve seçilen görüş budur; fetva da buna
göredir.» denilmiştir. Tatarhânîyye'de de böyledir.
Bu hususta sahili
olan, şu kavildir : Gerçekten, ancak şehrin ma'mur olan yerlerini geçip
çıkmaya itibar olunur.
Ancak, şehrin
etrafında bulunan bir köy veya müteaddit köyler şehre bitişini şlerse, bu
takdirde, o köylerin geçilmesine İtibar olunur. Şehre bitişmeyen köy ise, bunun
hilaf madır. Ve, bu durumdaki köy, geçilmeden de kasr-i salât yapılır. (=
namaz kısaltılır.)
Keza, bir kimse,
şehrine döndüğü zaman, şehrin ma'mur yerlerine ge-meden, namazlarını tam
kılamaz.
Bir kimse, şehrinden
çıkmadıkça, sadece —sefere— niyyet etmekle misafir olamaz. Fakat, sadece
niyyet etmekUe mukîm olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Seferin başlamasında,
kişinin çıktığı tarafın ma'mur yerlerini geçmesine itibar olunur.
Bir kimse, şehrin,
kendisinin çıktığı tarafının ma'mur yerlerini geçmiş olsa fakat bu durumda,
şehrin baksa bir tarafının evlerinin hizasında bulunmakta olsa, yine namazını
kısaltarak kılar. Teî>-yîn'de de böyledir.
Bir kimsenin çıktığı
tarafta, önceden şehre bitişik iken daha sonra ayrılmış bulunan bir mahalle var
ise, bu kimse, mahalleyi geçene kadar, namazını kisaltamaz. Hulâsa'da da
böyledir.
Sefere çıkan bir
kimseye, misafire tanınan ruhsatın tanınması için, o kimsenin üç günlük
yolculuğa kasdetmesi gerekir. Böyle olmazsa, ;bu ruhsat, kendisine katiyyen
tanınmaz. Niyyeii olmadan dünyayı dolaşmış olsa bile, durum yine aynıdır.
Niyyet etmeden, yi-
tiğini arayan veya
alacağını toplayan kimselerin yo-culuklan da böyledir.
Kasıtta, zamanın
galebesi kâfidir. Kişinin zanm, misafir olacağına, yani üç günlük yola
gideceğine galebe çalarsa, bu şahıs misa-fir olur. Bu hususta, kişinin kesin
bilgi sahibi olması şart kılınmamıştır. Tebyîn'de de böyledir.
Yolculukta, bir
kimsenin niyyet ehli olması da şart kılınmıştır. Meselâ ; Bir çocuk veya bir
hırisıtiyan yola çıksalar; iki gün yol yürürseler; sonra çocuk bulûğa erse;
hıristiyan da raüslüman olsa, bu durumda, çocuk namazı tamam kılar; müslüman
olan kimse ise kısaltır. Zâhidî'de de böyledir.
Bir beldede, on beşgün
veya daha fazla ikamete niyyet edilmedikçe, seferin hükmü kaybolmaz. Hidâye'de
de böyledir.
Bu hüküm, üç gün yol
yürünmüş olduğu zaman geçerlidir. Fakat, üç günlük yol yürümemiş o5an bir
kimse, geri dönmeye az~ metse veya ikamete niyyet etse, —kişi sahrada olsa
bile— mukîm olur.
1- Yolculuğu
terk etmek. Meselâ : Bir kimse, yolculuğu devam ettiği halde, ikamete niyyet
etmiş olsa bu sahih olmaz.
2 - Yer
Selahiyeti, Meselâ : Bir kimse, bir yere yerleşmeden —karada veya denizde veya
çölde— ikamete niyyet etse, bu sahih olmaz.
3- Yerin bir
olması,
4 - Müddetin
bir olması,
5- Kişinin
re'yinde hür olması. Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Şemsü'l - Eimme
Halvâni: «Müslüman askerler, bir yerde kalmaya kasdetseler de yanlarında taşımakta
oldukları haymalarını Cçadırlanm), inmiş bulundukları sahraya kursalar ve orada
onbeş gün kalmaya azmetseler; yine de bu durumda mükîrn olamazlar. Çünkü :
Taşınabildikleri için, o çadırlar, mesken hükmünde değildirler. Muhıyt'te de
böyledir.
Müteahhirin âlimleri,
çadırlarda yaşryan a'rabîler, türk-menler ve göçebeler hakkında; onların
niyyetleri sebebi ile mukim olup olamıyacakları konusunda ihtilafa
düşmüşlerdir.
Bu hususta, İmâm Ebû
Yûsuf (R.AJ'tan iki rivayet vardır; İkinci rivayette değil de, birinci
rivayette : «Onlar mukim olurlar.» demiştir. Fetva da bunun üzerinedir.
Şayet, on beş günden
az ikamet etmeye niyyet ederlerse, namazlarını noksan kılarlar. (Yâni, mukim
sayılmazlar.) Hidâye de de böyledir.
Bir kimse, bir işini
görmek için geldiği Mr şehirde, on beş gün kalmaya azmi ve niyyeti oimadan ve
İşinin bitmemesi yüzünden, senelerce kalmış oİsa bile namazlarını kısaltarak
kılar. Tehrib'-de de böyledir.
Haccetmek için yola
çıkmış bulunan kimseler, Bağdad'a vardıkları zaman ikamete niyyet etmeden,
arkadan gelecek kafileyi beklemek ve onlar gelene kadar yola çıkmamak azminde
olsalar; . o kafilenin gelip, kendileri ile Bağdat'ta birleşerek yola çıkmaları
Üe, kendilerinin buraya gelmeleri arasında da on beş gün veya daha fazla vakit
olduğunu da bilseler, bu kimseler namazlarım tam kılarlar.
Bu kimseler, eğer
Mekke ve Mina veya Küfe ve Hıyre gibi her biri kendi başına bir yer olan, iki
ayrı yerde onbeş gün kalmaya niyyet etmiş olsalar, bu kimseler mukim
sayılmazlar. Ancak, bu iki yerden biri, ıdiğerine bağlı ve orada oturanlara
cum'a kılmak vacip ise, bu kimseler, bu durumda mukim sayılırlar.
Bu kimseler, on beş
gün ikamete niyyet etseler ve bu müddeti de, —önbeş gündüzü bir köyde, onbes
geceyi de diğer köyde olmak üzere— iki ayrı köyde geçirecek olsalar, mukim
sayılırlar. Gecelemek niyyeti ile girilmiş olunan köyde —ikinci köye Önce
girilmiş olması sebebi ile mukim olunmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Menâsik isimli kitapta
: «Ayın başında Mekke'ye giren ve ayın ortasına kadar orada ikamete niyyet etmiş
olan hacıların bu niyyeti, —Arafat'a muhakkak çıkacak olmalarından dolayı
sahih olmaz. Çünkü şart tahakkuk etmez.
«Bu mesele, İsâ bin
Ebân'ın fıkıhla uğraşıp, bu ilimde derinleşmesine sebep olmuştur.»
denilmiştir.
Aslında îsâ bin Ebân,
hadîs ilmi ile iştigal'ediyordu. Fıkıh ilmine geçişini şöyle anlatıyor :
Ben Zil~hicce'nin
başında Mekke'ye girdim. Yanımda bir de/ arkadaşım vardı. Bir ay ikamete
azmeyledim ve namazımı tamam kılmaya başladım Ebû Hanîfe (R.A.) 'ıûn
arkadaşlarından bazdan bana mülâki oldular ve : «Hatâ ettin; çünkü sen Mina ve
Arafat1» çıkacaksın.» dediler. Arafat'tan döndüğüm zaman, arkadaşını çıkma
hazırlığına başladı. Ben de ona arkadaşlık etmeye azmeyledim ve namazımı
kısaltmaya başladım. Yine, Ebû Hanîfe (R.A.)'nin arkadaşı bana : «Hata ettin,
çünkü sen Mekke'de mukimsin. Buradan çıkmadığın müddetçe misafir olamazsın.»
deldi. Ben de : «Bir meselede iki yerde hata ettim.» dedim. Ve İmâm Muhammed
(RA.) 'İn meclisine giderek fıkıhla meşgul olmaya başladım. Bu mesele Bah-rü'r
- Kâık'ta zikredilmiştir.
Dâr-ı harbte bir şehri
kuşatan veya İslâm diyarında eş kıyaları, isyankârları kuşatmış oîan kimseler,
orada on beş gün kalmaya niyyet etseler bile, namazlarını kısaltmazlar. Çünkü
durumları, kaçmakla durmak arasında mütereddittir. Bu kimseler, karşı
taraftaki kimselerin evlerinde oturuyor olsalar bile, durum yine aynıdır.
Ti-muriâşî'de de böyledir.
Bundan dolayı,
bilginlerimiz : «Bir tüccar ihtiyaç için bir şehre gitse ve gerekli şeyleri
alabilmek için orada on beş gün kalmaya niyyet etse, bu kimse de mukim
sayıhnaz. Çünkü, tereddütlü* dür ve niyyetinde karar yoktur. îşi bitip gidecek
rru\ yoksa işi bitme-yip orada kalacak mı, belli değildir.
Yukarıda söylenilen
şeyler, bir yere gitmek ve yolculuğun ruh-. satında faydalanmak isteyip de, asıl gideceği yere değil de daha uzak bir yere
niyyet eden kimsenin sözüne karşı bir hüccettir. Bu kimsenin böyle yapması
galattır ve niyyeti boş bir niyyettir. Mi'râ-cü'd - Ddrâye'de de böydedir,
Küffâr memleketine,
emniyyet (= güvenlik) içinde giren bir kimse, orada ikamete niyyet eylemiş
olsa, bu niyyeti sahih ölür. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, küffâr
memleketinde müslüman olsa ve kendisine islâmiyet öğretilmiş bulunulsa; bu
arada kâfirler onu öldürmek için arasalar, o da üç günlük yol gitmek üzere
firar etse, bu durumda o kimse —muhtelif yerlerde bir ay veya daha fazla
kalmış olsa bile misafir olur. Çünkü bu şahıs, kâfirler için muharip olmuştur.
Keza, müste'men olan
bir kimse 15= dar-ı harbde kendisin» emân verilmiş olan kişi) de gadre uğradığı
veya ölmümü istendiği zaman durum yine böyledir. Bu durumda olan bir kimse, bir
küffâr şehrinde yaşarken, kendisini yakalayıp öldürmek isteseler, o da bir yere
gizlenmiş olsa, namazlarını tamam kılar. Çünkü, bu kimse o memleketten çıkmadan
misafir sayılmaz, orada mukimdir.
Keza, küffar
şehirlerinden bir toplum, müslüman olsa ve ehl-i küfür de onlara harb açsa,
müslüman olan kimseler orada bulundukları müddetçe namazlarını tamam kılarlar.
Keza, kâfirler galip gelseler de, müslümanlan bir günlük mesafedeki bir yere
sürseler, müslümanlar yine namazlarını tamam kılarlar. Ancak, bu durumda üç
günlük mesafede olan bir yere gitmeyi murad ederlerse, namazlarını
kısaltırlar. Şayet, kendi şehirlerine geri gelirlerse, yine namazlarını tamam
kılarlar.
Müşrikler, müslümanlan
yenseler ve şehirlerinde kalsalar; sonra müslümanlar oraya geri dönseler ve o
şehir müşriklerden boşal-sa; müslümanlar o şehri yurt veya menzil edinseler ve
orada bir baskı ve zahmet kalmasa, bu şehir, dârü'l - İslâm olur. Ve,
müslü-manlar, orada namazlarını tamam kılarlar.
Ancak, müslümanlar, bu
şehri yurt edinmek istemezler ve eğer bir ay kalıp, İslâm diyarına gitmek üzere
oradan çıkacaklarsa, bu durumda, bu şehirde namazlarını kısaltarak kılarlar.
Muhıyt'te de
böyledir.
Küffâr memleketinde
esir olan bir kimse, esaretten kurtulsa ve bir mağara veya benzeri bir yeri on
beş günlük vatan edin-se, bu kimse, orada mukim sayılmaz. Huiâsa'da da
böyledir.
Tecnîs'de : «İslâm
askerleri, kâfirlerin elinden, bir şehri alsalar, eğer orayı yurt edinirlerse,
orada namazlarım tamam kılarlar. Fakat, orayı yurt edinmeyeceklerse, bir ay
veya daha fazla orada kalmak isteseler bile, namazlarını misafir olarak
kılarlar. Bahrü'r -Râık'ta da böyledir.
Başkasına tabi olan
her şahsın, tabi olduğu kimseye itaat etmesi gerekir. O ikamet edince mukim; o
sefere çıkınca da misafir olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Asker, şehirde olan
komu'tanımn ikamet niyyeti sebebi ile, sahrada bilemukim olur. Kâfi'de de
böyledir.
Aslolan : İkameti,
kendi arzusu ile mümkün olan kimsenin, ile mukim olmasıdır. Kendi arzusu ile
ikameti mümkün olmayan bir kimse, niyyeti ebebi ile mukim olamaz.
Meselâ : Yolculukta,
kocası ile beraber olan bir kadın, efendisi île beraber olan bir köle, hocası
ile beraber olan bir talebe, iş vereni ile beraber olan bir işçi, komutanı ile
beraber olan bir asker, İçendi niyyeti ile mukim olamaz. Zâhirü'r-rivâye budur.
Muhıyt'te de böyledir.
Kendisine, mehr-i
muaccele ödenmiş olsa bile, kadın, kocasına tabi olur. Fakat, mehr-i muacceli
verilmemiş ise, duhulden önce kocasına tabi değildir.
Asker, emiri (=
komutanı) tarafından yidirilip içiriliyorsa, ona tabidir. Tebyîn'de de
böyledir. Fakat, asker, rızkını kendi malarından temin ediyorsa, onun
niyyetine itibar olunur. Zahîriyye'de de böyledir.
Borcundan dolayı
hapsolunan kimse, eğer fakirse alacaklısının niyyetine itibar olunur. Fakat,
borcunu ödemesi istenilen kimse zenginse,
borçlunun niyyetine itibar
olunur. Fakat, bu kimse, borcunu
ödemeye azmetmemiş olursa, o zaman, bu kimse de fakir gibi olur. Muzmarât'ta da
böyledir.
«Yolculuk esnasında,
iki' efendisi bulunan kölenin, efendilerinden birisi ikamete, diğeri de sefere
niyyet etse, köle, ikamet niyyet eden efendisine hizmet ettiği gün, namazını
tam kılar; diğerine hizmet ettiği gün ise, namazını kısaltır.
Köle, bu durumda,
günlük hizmeti müşterek yapıyorsa, aslına itibar ederek, namazını tam kılması
münasip olur.» denilmiştir.
Köle, bu durumda,
ihtiyaten ve şüpheye mahal kalmaması için, her iki rek*a*t başında oturur.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Metbû ( = tabi olan
kimse), tabi olduğu kimsenin ikamete niyyet ettiğini bilmezse, bu durumda
aslolan, onun mukîm olmasıdır. «Mukim olmaz» deyinlerde vardır. Esahh olan da
budur. Çünkü, bir şeye, bilmeden önce hükmetmekte, zorluk ve zarar vardır. Bu
ise şer'an yasaktır.
Efendisi ile birlikte
sefere çıkan bir köîe, efendisine sorar, =o da —niyyetinin ne olduğunu—
bildirmezse, köle, namazmı tamam kılar.
Eğer bu köle, iki
rek'at başında oturmadan bir gün namaz kılar, sonra da efendisi ona, yolculuğa
çîktığı andan itibaren sefere niyyet etmiş olduğunu haber verirse; asloîan, bu
durumda bu kölenin, o namazları iade etmemesidir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Köle, efendisine ve
bir cemaate imam olduğu zaman, iki rek'ati kılınca, efendisi ikamete niyyet
etse> bu niyyeti, hem kendisi hakkında hem de köfesi hakkında samlı olur. Bu
hususta cemaatin durumu ise açıklanmamıştır.
İmâm Mubammed (R.A.)
'e göre, köle, iki rek'at kılar ve selam veımesi için, misafirlerden birim
ileri geçirir." Sonra, köle üe efendisi kalkıp namazlarını tamamlarlar.
Köle, efendisinin
niyyetini nasıl bilebilir?
Bu konuda bazıları:
«Efendi, kölenin hizasına kalkar; önce iki parmağını kaldırıp onlarla işaret
yapar; sonra da dört parmağını kaldırıp onlarla işaret yapar.» demişlerdir.
Muhiyt'te de böyledir.
Seferi bir imâmın
arkasında, seferi olarak namaz kılmaya başlamış olan bir misafir, namaz içinde
ikamete niyyet etmiş olsa, bu kimse o namazı yalnız başına tamamlar. Bu kimse,
mesbûk bir muktedî olsa bile durum aynıdır.
Bu kimse, lâhık olur
ve imâm namazı bitirdikten sonra, niyyet ederse, namazını —dört rek'ate—
tamamlamaz. Fakat, imâm namazını bitirmeden önce, niyyet etmiş olan kimse,
bunun hilâfmadır. (Yani o namazını tamamlayabilir.)
Lâhık, —vaktin içinde—
ikamete niyyet ettikten sonra konuşursa, namazı dört rek'at kılar; vaktin
dışında ise iki rek'at kıllar. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
"Bir kimse,
seferî olarak namaz kılarken vakit çıkmış olsa ve bu kimse, vakit çıktıktan
sonra —namaz içinde— ikamete niyyet etse, bu namaz dört rek'ate çevrilmez.
Hulâsa'da da böyledir.
Misafir olan bir
kimse, selamdan sonra ve sehiv secdesinden Önce, —imâma uymaya— niyyet etse, o
kimsenin, bu namazla ilgili aiyyeti sahih olmaz. Çünkü, imânı namazdan
çıktıktan sonra, o kimse ndyyet etmiş olur. Ve bu kimseden sehiv secdeleri de
sakıt olur. Bu, İmâm Ebû Haffiife (R.A.T ve İmâm Efcû Yûsuf (R-AVilın
görüşleridir.
Bu kimse, eğer sehiv
Isecdeüerine dönerse, ikamete niyyeti sahih ve namazı da dört rek'at olur.
Secdesi namazın içinde olmuş olur," Ve bu sebepten dolayı namazı bata!
olur.
Bu kimse, eğer sehiv
secdesini yaptıktan sonra, ikamete niyyet ederse, bu niyyeti sahih olur. Namazı
da dört rek'at olur. Bu durumda, T-^sehiv için— iki secde yapmış olması ile
bir secde yapmış <A-ması arasında da bir fark yoktur.
Bu kimsenin, sehiv
secdesinde ikamete niyyet etmesi de sahih olur. Çünkü o, sehvi için secdeye
döndüğü vakit, namazın hürmeti geri döner ve o kimse, namaz içinde niyyet etmiş
gibi ölür.
Misafir olan kimse,
namazını vaktin başında kılmış ve sonra da mukim olmuş bulunsa, namazı
değişmez. Fakat, bu kimse, na-mazını kılmamış oîur ve vaktin sonuna kadar
ikamete niyyet eder-' se, namazı tamam kıllar. Şayet, bu durumda, namazın
tamamını d ğil de, bir kısmını kılacak kadar vakit kalmış olur ve niyyetini de
o zaman yaparsa, namazım iki rek'at kılar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, öğe
namazını kılar ve vakit çıkmadan da yolculuğa çıkarsa; sonra da vaktinde
ikindiyi kılar ve güneş batmadan da yolculuktan vaz geçerse; bundan sonra da
öğle ve ikindiyi afo-destiz kıldığını hatırlarsa, öğleyi iki, ikindiyi dört
rek'at kılar.
Bir kimse, mukim iken,
öğle ve ikindiyi kılmış olsa, sonra da yolculuğa çıksa, güneş batmadan önce de
bu namazları abdestsû kıldığım hatırlasa; öğleyi dört, ikindiyi ise iki rek'at
olarak kılar. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Misafir olan bir imâm,
misafirlerden meydana gelen bir cemaate namaz kıldırırken, abdesti bozulsa ve
cemaatten birini yerine geçirse, bu kimse de ikamete niyyet etse, arkasında
bulunan cemaatin, farzlarında bir değişiklik olmaz.
Fakat, -ilk imâm,
abdesti bozulmadan veya abdestî bozulduktan sonra fakat camiden çıkmadan önce
ikamete niyyet etse, kendisinin de, cemaatın da farzı dört rek'at olur.
Zâhîriyye'de d* böyledir.
Bir misafir, diğer bir
misafire uysa ve imâm olan kimsenin abdesti bozulsa, yerine de mukîm bir imâm
geçirse, misafir oîan kimsenin namazını dört rek'ate tamamlaması lazım gelmez.
Serâh sî'nin Muhıyt'inde de böyledir,
Mukim bir imâma uyan
misafir, namazını tamam kılar. Şayet, bu namazı bozulursa, —tek başına— iki
rek'at kılar. İmâmın arkasında, nafile kılan seferinin, namazının bozulması
halinde, onu dört rek'at kılması gerekir. Tebyîn'de de böyledir.
Misafir olan bir
imâmın, cemaate : «Ben misafir imamım, siz namazınızı tamamlayın» demesi
müstehap olur. Hidâye'de de böyledir.
Halîfe, misafir olduğu
zaman, namazını seferi olarak kılar. Zehıyre'çfe de böyledir.
Cum'a günü, zevalden önce veya sonra yolculuğa çıkmak mekruh değildir. Namaz
vakti çıkmadan, şehirden çıkamıyaca-ğuıı bilen bir kimsenin, Cum'ayı kılması
gerekir. Bu durumdaki bir kimsenin Cum'ayi kılmadan gitmesi mekruh olur.
Serahsî'nin Mu-hiyt'inde de böyledir,
Kadın, mahremsiz
olarak, üç günlük veya daha fazla mesafedeki bir yolculuğa çıkamaz. Aldı
yetmeyen çocuk mahrem olmaz. Deli de mahrem olmaz. Aklî muvazenesi yerinde olan
yaşlı kimse mahrem olur. Muhıy'te de böyledir.
Misafir (= yolcu),
kendi şehrine girdiği zaman, ikamete niyyet etmese bile, namazlarını tam kılar.
Yolcunun kendi şehrine, isteği ile veya bir ihtiyacından dolayı girmiş olması
halleride müsavidir. Cevheretü'n - Neyyîre'de de böyledir.
Bütün âlimlerin
görüşüne göre, vatan üç nev'idir :
1- Vatan-ı
Aslî (= Asıl vatan) : Bu, bir kimsenin
doğduğu veya evlendiği yerdir.
2- Vatan-i
Sefer (= Yolculuk vatanı) : Buna, vatanı
ikâme de denir. Seferi bir kimsenin on beş gün veya daha fazla kalmaya
niyyet ettiği yer,
demektir.
3- Vatan*
Süknâ : Bir kimsenin, içinde on beş günden daha az kalmaya niyyet ettiği yerdir.
Âlimlerimizden, tahkik
ehli olanlara göre ise :
Vatan iki nev'idir :
1- Vatan-ı
Aslî,
2 - Vatan-ı
ikâme, Vatan-ı süknâ, vatan itibar edilmez. Sahih olan budur. Ktfâye'de de
böyledir.
Bir kimse, aile -
fertleri ile vatan-ı aslîsinden ayrılıp, ikinci bir vatan-ı asli edinirse,
birinci vatan-ı asli, vatan-ı aslî olmak-tan çıkar.
Fakat, bir kimse,
vatan-ı aslisinden ailesi Üe birlikte ayrılmaz; ancak ikinci bir yerde yeniden
aile edinirse; önceki vatan-ı aslisi, vatan-ı asliHkten çıkmadığı gibi, bu
şahıs, her iki asli vatanında da namazını tamam kılar.
Vatan-ı asli, yolculuk
yapmakla veya vatan-ı ikamet üe, vatan-ı
asillikten çıkmaz.
Vatan-ı ikame ise, yolculuk
yapmakla veya ikinci bir vatan-ı ikame
ile, vatan-ı ikame olmaktan çıkar. Vatan-ı ikame, vatan-ı asli ile de, elbette
vatan-ı ikame olmaktan çıkar. Tebyîn'de de böyledir. 0 «Ailesi ve eşyası ile birlikte başka yere
göçen kimseler için, geride bıraktıkları vatan-ı asli sayılır.» denilmiştir.
Buna İmâm Muhammed (R.A.), Kitab'mda
işaret etmiştir. Zahidi'de de böyledir.
Vatan-ı asli'nin sabit
olması için, bil-icmâ, oraya yapılan yolculuğun eski olması şart değildir,
Muhıyt'te de böylödir.
Yolculuğun önce
olmasının vatan-ı ikame'nin şartlarından olup olmadığı hususunda da iki rivayet
vardır :
1- Vatan-ı
ikame, ancak yolculuktan üç gün sonra olur.
2- Sefer
tekaddüm etmez; bir kimsenin kendisi ile ailesi arasında üç günlük mesafe
yoksa, vatan-ı ikame de olmaz. Sirâcü'l -Vehhac'da da böyledir. Bu,
Zahiru r - rivâyedir. Bahra'r - Râık ta ve Şerhü'l-Münye'de de böyledir.
Misafir t = yolcu)
hırsızlardan veya yol kesicilerden kor-karsa, arkadaşlarını beklememesi ve
namazını tehir etmesi de caiz olur. Çünkü, bu durum, kendisi için mazerettir.
FetâvâyiJl - Garâib'-de de böyledir. [74]
Şehir haricinde,
hayvan üstünde, nafile bir namazı, —hayvan, hangi tarafa giderse gitsin,
kiîmak caizdir. Serahsî'nin Muhıyt'-inde de böyledir.
Bu kimse, bu nafile
namazı, hayvanın gittiği yöne doğru kılmazsa, namazı caiz oîmaz, Sarâcül -
Vehhâc'da da böyledir.
EbûHanife (R.AJ'ye
göre, şehirde, hayvan üzerinde namaz kılmak caiz olmaz. Serahsî'nîn Muhıyt'inde
de böyledir,
Şehir haricinde,
hayvan üzerinde namaz kılmak hususunda misafir olanlarla, mukim bulunanlar
müsavidir. Sahih olan budur.
Meselâ : Bir kimse,
yiğitini aramak için şehir haricine çıksa da, hayvanı üzerinde nafile namaz
kılsa, bu şahıs misafir olmasa bile, namazı caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.
Hayvan üzerinde, namaz
imâ ile kılınır. Hulâsa'da da böyledir.
Huccet'de : «—Hayvan
üzerinde namaz kılan kimse— eğerin veya semerin üzerine oturur. Kıraat ederek,
rükû1 ve secdeleri yaparak, teşehhüdü okuyarak namaz kılar ve selam verir.»
denilmiştir. Tatarhânİyye'de de böyledir.
Bu kimse, secdelerini
rükû'dan daha aşağı —eğilerek— yapar. Yürümekte olan hayvanın üzerinde bulunan
bir şeyin üstüne başını koymaksızm imâ üe namazını kılar veya hayvanını durdurarak
kılar. Hulasada da böyledir.
Hayvanın üzerine
konulmuş olan bir şeyin üzerine veya eğer üzerine secde etmek caiz olmaz.
Bahrü'r - Râıkta da böyledir.
Hangi hayvan olursa
olsun, üzerinde namaz kılan kimse, imâ ile kılar. Sirâcü'I - Vehhâc'da da
böyledir.
Hayvan üzerinde nafile
namaz kılmakta olan kimsenin, namaza başlarken, kıble istikâmetine dönüp
dönmemesi müsavidir. Muhıyt'te de böyüedir.
Hayvan üzerinde namaz
kılan kimseler, namazlarını. tek başlarına kılarlar; cemaatle kılacak olsalar,
sadece imâm olan şahsın namazı caiz olur; diğerlerinin namazları caiz olmaz.
Şehir haricinde,
hayvan üzerinde —nafile— namaz kılan kimse, hayvanını sürebilir mi?
Şeyhü'l - İslâm,
Şerhü'l - Siyer'inde : «Meselenin tafsilâtı şudur : Eğer hayvan kendi basma
yürüyorsa, onu sürüp sevketmek doğru olmaz. Fakat, hayvan kendiliğinden
yürümüyor da sahibi sürüyorsa, onun namazı fasid olur mu? Bu kimse eğer
yanında bulunan kamçı ile vurarak sürüyorsa, namazı fasid olmaz. Çünkü bu,
amel-i kalîMir.» demiştir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, şehir
dışında hayvan üzerinde namaz kılmaya başlasa da, namaz bitmeden şehre girmiş
olsa, âlimlerin çoğuna göre, bu kimse, hayvanından iner ve namazını yeride
tamamlar. Alınıp kabul edilen görüş budur. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Yerde başlanılan bir
nafile namazı, bir hayvana binerek tamamlamak caiz olmaz.
Fakat, bir hayvan
üzerinde başlanılmış olan nafile namazın, ondan inilerek tamamlanması caizdir,
Mütûn'da da böyledir.
Aynı hayvan üzerinde
bulunan iki kişiden biri, diğerine uymuş olsa, kıldıkları nafile bir namaz
ise, caiz olur. Sirâciyye'de de böyledir.
Bu kimselerin,
ikisinin de bir mahmil (= devenin üzerine konulup, içine oturulan sandık veya
sepet gibi şeyler) de olması ile mahmilin ayrı ayrı taraflarında bulunması
arasında bir fark yoktur. Çünkü, bu durumda, aralarında ikamete mani bir hal
yoktur. Ve bu durumda cemaatle namaz kılmaları caizdir. Eğer, başka başka hayvanların
üzerinde bulunurlarsa, o zaman cemaat olmaları caiz olmaz. Çünkü, iki hayvan
arasında yol vardır. Ve bu yol, iktidânm sıhhatine manidir. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Özürsüz olarak, hayvan
üzerinde farz namaz kılmak caiz değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, vitir namazları,
nezredilmiş (= adanmış) namazlar ile cenaze namazları da mazeretsiz olarak,-
hayvan üzerinde kılınmazlar. Mazeretsiz olarak, hayvan üzerinde tilâvet
secdesi de yapılmaz. Aynî'de de böyledir .
Bu namazları, hayvan
üzerinde kılmayı meşru kılan mazeretler şunlardır :
Hayvanından inmesi
halinde hayatından korkması, Elbisesini veya hayvanını, hırsızın çalmasından
korkması, Vahşi hayvanın kendisini yemesinden korkması, Düşmandan korkmak,
Hayvanın serkeş olup,
onun, yardımcı olmadan bindirmemesinden korkmak,
Kişinin, inince geri
binmeye gücü yetmiyecek kadar yaşlı olup, bindirecek başka bir kimsenin
bulunmaması,
Her tarafın çamur
olup, inecek kuru bir yerin bulunmaması, gibi şeylerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Yerin çamur
olmasındaki ölçü, bu çamurun çok cıvık olup, üzerine düşen şeyi veya basılınca
ayağı, içinde kaydedecek şekilde olmasıdır.
Fakat, böyle olmaz da,
yer sadece çamurla ıslanmış olursa, bu durumda, hayvan üzerindeki kimse, inerek
namazını yerde kılar.
Bir kimse, hayvan
üzerinde kıînıış olduğu bir namazı, inme imkanı bulduğu zaman iade eylemez.
Slrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Ma'zur olan bir kimse;
eğer hayvanını durdurma imkanı bulursa, durdurur ve namazım imâ ile kılar.
Eğer, bu durumda, hayvanını durdurmadan kılarsa, namazı caiz olmaz.
Muzmarât'ta da böyledir.
Araba üzerinde kılman
namaz, eğer arabanın bir tarafı hayvanın üzerinde ise (yâni, hayvan arabada
koşulu ise), hayvan yürüsün veya yürümesin— hayvan üzerinde namaz kılma hükmündedir.
Ki, bu hükümler yukarıda geçmiştir.
Eğer, arabada hayvan
koşulu değilse, bu şerir hükmündedir.
Ke/â, mahmilin altına
bir odun konularak, mahmil yere konulmuş olsa, yani yerde dursa ve hayvan
üzerinde olmasa, bu durumda, mahmil de yer hükmündedir. Tebyîn'de de böyledir.
Hayvanın üzerinde
pislik bulunması, namaza zarar vermez. «Pislik eğer üzengide ve eğerde olursa,
namaza mani olur» denilmiştir. «Üzengilerde olursa namaza mani olmaz.»
diyenlerde olmuşsa da, esahh olan bunun asla mani olmamasıdır. Aynî'de de böyledir. [75]
Gemide namaz kılan
kimse, gücü yettiği kadar namazını ayakta kılar.
Müstehap olan, güç
yetmesi halinde farzları gemiden çıkıp —karada— kılmaktır. (Gemi rıhtımda
olduğu zaman.) Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir
Bir kimse, gemi
giderken, ayakta kılmaya gücü yettiği halde, namazını oturarak kilsa, bu namaz
—mekruh olmakla beraber— caiz olur. Bu imâm Ebû Hanîfe Hazretleri'ne göredir.
Diğer iki imamımıza göre ise, bu namaz caiz olmaz. Şayet, gemi gitmiyor yani
demirlemişse, bu durumda oturarak namaz kılmak —bil-iemâ— caiz olmaz. Tezhîb'de
de böyledir.
Gemide namaz kılan
kimse, şaye£ gemi nehrin kenarında bağlanmış bir şekilde iken, ayakıta durarak
namazını kılmış ise, bu namazı caiz olur.
Eğer gemi durmuyor ve
ondan çıkmak mümkünse, o geminin içinde namaz kılmak caiz olmaz. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de boylerdir.
Denizin ortalarında
demirlemiş olan gemi sallanıyorsa, —esahh olan kavle göre, rüzgâr gemiyi
şiddetle sallıyorsa— bu durumdaki gemi, yürüyen gemi gibidir. Timurtâşî'de de
böyledir.
Gemi sallanırken, bir
kimse ayakta namaz kusa, eğer başı dönerse, bu kimsemin oturarak namaz kılması
caiz olur. Hutâsa'da da böyledir.
Bir kimse, gemide
namaz kılmaya başlarken yönünü kıbleye dönmesi lazımdır. Kâfî'de de böyledir.
Gemide namaz kılan
kimse, gemi döndükçe yönünü kıbleye doğru çevirir. Bu kimse, gücü yettiği
halde, yönünü kıbleye çevirmezse, namazı caiz olmaz.
Gemide namaz kılan
kimse, rükû' ve secdelere gücü yettiği halde, imâ ile namaz kılarsa, bu namazı
caiz olmaz. Âlimlerin ammesinin kavli budur. Muzmarât'ta da böyledir.
Bir kimse gemide ikâmete niyet etmekle mukim olmaz.
Keza, geminin sahibi ve
gemide çalışan kimseler, ancak gemi bir şehre veya köye yakın olursa, o
takdirde, aslî ikametleri sebebi ile mukim olurlar. Muhıytte de böyledir.
Velvâliciyye'de ; «Bir
kimse, denizin kenarında ikâmet halinde iken namaza başlamış olsa da, rüzgâr
onu yürütüp götürse, bu. kimse de sefere niyyet etse, yine namazını mukim gibi
kılar.» denilmiştir. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göredir. Huccet'de : «Fetva,
Ebû Yûsuf (R.A.) 'un kavli üzeredir, ihtiyata uygun olan budur.» de-niümiştir.
Itâbiyye'de : «Bir misafir
( = yolcu) şehrin haricinde gemide namaza başlamış olsa da, gemi şehre girene
kadar, devam etse, bu kimse namazını tamam kılar.» denilmiştir. Tatarhânİyye'de
de böyledir.
Bir gemide bullunan
cemaat, diğer bir gemide bulunan imâma ikamet edemezler; Boneleri halinde
namazları caiz olmaz. Fakat gemiler, yan yana iseler bu durumdaki -iktidalan
caiz olur. Hu-lâsa'da da böyledir
Nevâzil'de :
«Gemilerin birbirine yakın olmasındaki ölçü : Hiç zahmetsiz, geminin birinden
inip, diğerine binilmesi halidir. Bu durumda, iki ayn gemideki cemaatin, bir
imâma uyarak namaz kılmaları caiz olur.» denilmiştir. Tatarhânîyye'de de
böyledir.
Nehrin kenarında
bulunan bir kimse, nehrin kenarında duran geminin imânıma, veya aksi olur,
yani gemide bulunanlar, nehrin kenarındaki imâma, uyarsa, bakılır : Eğer>
aralarında yol varsa veya .nehirde insanlar bulunuyorsa, iktida caiz olmaz.
Fakat, bunlar bulunmamakta ise, iktida caiz olur.
Bir kimse, rıhtımda
durarak, gemideki imâma uyarsa, bu kimseninüctidası caiz olur. Fakat bu şâhıs
imâmın ön tarafında bulunmakta olursa, iktidası caiz olmaz. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir kimse, namaz
kılmakta iken, gemiyi —bir yere veya bir şeye— bağlarsa, namazını yeniden
kılar. Çünkü, yaptığı bu iş, amel-i kesir'dir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir. [76]
Cum'a namazı, farz-ı
ayındır. Tehzîb'de de böyledir. [77]
Bir kimseye, cum'a
namazının farz olması için şu şartlar vardır :
Hür olmak,
Erkek olmak,
Mukim olmak»
Sıhhatli olmak,
Bu dört şart, Kâfî'de
zikredilmiştir.
Yürümeye gücü yetmek.
Bu şart, Bahrü'r - Râık'ta zikredilmiştir.
Cum'a namazı, köleye,
kadınlara, yolculara, hasta olanlara farz değildir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir. .
Cum'a namazı, bil-icmâ
sürekli oturan t=: kalkmaya gücü yetmiyen felçli) kimselere de farz değildir.
Muhıyl'te de böyledir.
Bu şekilde kötürüm
olan bir kimseyi, mescide götürecek.
bir kimse bulunsa bile, kendisine cum'a namazı farz değildir. Zâhi-ûî'de de
böyledir.
Kör olan kimseye de,
cum'a namazı farz değildir. Kör olan kimseyi, elinden tutup camiye götürecek
bir kimse olsa bile, bu kimseye cum'a farz olmaz.
Şiddetli yağmur ve
zalim hükümdardan gizlenmek de, bir kimseden cuma'nın farziyetini düşürür.
Fethül - Kadîr'de de böyledir.
Bir köleyi, efendisi
cum'a namazından, cemaatten ve bayram namazından men edebilir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Mescidin kapısında,
efendisinin hayvanını beklemekte olan kölenin durumu hakkında ihtilâf vardır.
Esahh olan, o kölenin bu hayvanın muhafazasını temin ettiği zaman, cum'a
namazını kılmasıdır. Aynî'nin Hidâye Şerhin'de de böyledir.
Müste'cirin (=
icarlayanın, ücretle adam tutup çalıştıran kimsenin, iş verenin), icarladığı i~
ücretle tuttuğu, çalıştırdığı, işçi) kimseyi, cum'a namazını kılmaktan
men etmeye hakkı vardır. Bu, İmâm Ebü'l
- Hafs'ın kavlidir.
Ebû Ali ed-Dekfcâk ise
: «iş verenin, işçiyi cum'a namazını kılmaktan men etmeye hakkı yoktur. Ancak,
ücretle tutulmuş olan kimsenin, namazla uğraşmak ve —mescit uzaksa— gidip
gelmek için kaj'bettiği zaman kadar, ücretinden kesebilir. Ücretle çalışan bu
kimsenin de, namazla meşgul olduğu zaman karşılığı olan ücreti istemeye hakkı
olmaz.» denilmiştir. Muhiyt'te de böyledir. Metinlerin zahirine göre,
Dekkâk'ın kavli daha kuvvetli ve daha doğrudur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Kendisine, cum'a
namazı kılmak farz olmayan bir kimse, şayet cum'ayı kilmiş olsa, bu, vakit
namazının yerine geçer ve caiz olur. Kenz'de de böyledir. [78]
Bu şartlar, namaz
kılan şahsın dışında olan şartlardır:
1- Cuma kılınan yerin şehir olması :
Zahirü'r- rivâyede
Şehir : KendisindeMüftî (= fetva veren), kadı (*= hâkim — hüküm veren) bulunup,
hadlerin ikame edildiği (= verilen cezaların yerine getirildiği) ve binalarının
da Mina binaları kadar olduğu yerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hulâsa'-da ise : İtimat bu kavü üzeredir.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Hadleri ikamenin =
verilen cezalan infaz etmenin) manası :Bunu yapmaya gücün yetmesi, yetki ve
seîahiyet bulunmasıdır. Gryâsiyye'de de böyledir.
Cum'a namazı, .şehirde
caiz olduğu gibi, finâ-i mısr'da da a: izdir.
Finâ-i mısr : Şehrin
mühim işlerini yürütmek için hazırlanmış, şehre bitişik yer, meydan, demektir.
Bir kimsenin, ikamet
ettiği oturup durduğu) yer ile şehir
arasında, ekin tarlaları veya hayvan otlakları gibi aralıklar bulunursa, bu
durumda olan kimselere, cum'a namazı farz olmaz. Buhâ-ra'da Kal' denilen mevki
böyledir.
Bu gibi yerlerde
bulunanlara -^ezan sesini işitmekte olsalar bile cum'a namazı farz değildir,
Bftr ok atımı mesafe,
bir veya birkaç mil mesafe bir şey değildir, Mâfâsa'da da böyledir.
Bu kavli, Fakih Ebû
Ca'fer, Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (R.A.) 'tan
rivayet etmiştir. Şerosül - Eimme
Halvânî'nin ihtiyarı da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Cum'a günü şehre
gidip, orada kalmaya niyyet eden köylülerin de cum'a namazım kılmaları
lazımdır. Çünkü, o kimse, o gün şehir halkından birisi gibi olmuştur.
Fakat, bu kimse, o gün
şehirden çıkmak niyyetinde olursa, cum'a vaktinden önce de çıksa, sonra da
çıksa, o kimsenin cum'a namazı kılması lazım gelmez.
Ancak, bu kimse, buna
rağmen cum'a namazım kılarsa, sevap . kazanır, Fetâvâyi Kâdîhân'da, Tecnfe'de
ve Muhıyt'te de böyledir.
Üzerlerine cum'a farz
olmayan köylüler ve bâdiyeliler, cum'a günü öğle namazını, ezan okuyup, kamet
getirerek, cemaatle kılarlar.
Misafir (= yolca)
olanlar ise, cum'a günü öğle namazlarını şehirde tek tek kılarlar.
Şehirde —mukim—
oldukları halde, cum'a namazını kılmamış bulunanlar da, öğle namazlarını tek
tek kılarlar.
Hapiste olanlar ve hastalar
da, cum'a günü öğle namazım cemaatle kılamazlar. Şayet kılarlarsa mekruh olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Halife veya Hicaz
Emîri'nin, hacc mevsiminde, Mina'da cum'a kıldırmaları caiz olur. Ancak, Hacc
Emîri'nin burada, cum'a kılması Cai/ olmaz. Hacc Emiri'nin mukîm veya misafir
olması da müsavidir. Ancak, Hacc Emîri, cuma hususunda, Irak Emîrindön veya
Mekke Emîrinden izin almış bulunuyorsa, bu durumda cum'a kıldırması caiz olur.
«Hacc Emiri mukim ise caiz olur.» diyenler olduğu gibi «Misafir ise —asla—
caiz olmaz.» diyenler de olmuştur. Sahih olan ise, önceki görüştür. Bedâî'de de
böyledir.
Hacc mevsiminin
dışında ise bu caiz olmaz._ Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Arafat'ta cum'a namazı
kılınmaz.'Bu hususta ittifak vardır. Kâ-ff.de de
böyledir.
Bir şehirde, bir çok
yerde cum'a namazı kılınabilir. Bu, İmâm-ı A'zam (R.AJ ve İmâm Muhammed (R.A.)
'in kavlidir. Bu kavil, esahhtır. İmâm Serahsî: «Gerçekten sahih olan kavli
budur.» demiştir. İmâm-ı A'zam (R.A.)'m yolu da budur. Bizim ihtiyarımız da
budur. Balırü'r - Râık'ta da böyledir.
Cum'a günü, şiddetli
yağmur yağması halinde, insanlar, cum'aya gidip gitmeme hususunda, bir genişlik
ve serbestlik içindedirler.
Her hangi bir yerde,
cuma'nm caiz olup olmadığı hususunda bir tjereddüt meydana gelirse, (bulunulan
yerin şehir olup olmadığı hakkında veya başka bir durumda) mukim olan, cum'a
ehlinin, cum'a namazından sonra, öğle namazı niyyeti ile dört rek'at namaz
kılmaları münasip olur. Bir kimse, böyle yapmakla, —eğer cum'a yerini bulmamış olursa—,
kesin olarak vaktin farzı uhtesinden düşmüş olur. Kâfî'de de, Muhıyt'te de
böyledir.
Kılınan bu dört rek'at
namaza nasıl niyyet edileceği, hususunda görüş aynîığı vardır. «Bu namazı
kılan kimse, üzerinde olan son öğle namazı kılan, kimse, üzerinde olan son öğle
namazı niyyeti ile kılar.» denilmiştir. En güzeli budur. îhtiya'ta uygun olan
ise : «Niyyet ettim, vaktine erişip de —henüz— kılmadığım son öğle namazına»
demektir. Gımye'de de böyledir,
Fetâvâyi Âhu'da :
«Cum'a namazından sonra kılınan dört rek'atıte, bizim memleketimizde uygun
olan, dört rek'atin hepsinde de Fatiha ve zamm-ı sûre okumaktır, denilmiştir.
Tatarhâniyye'de
2- Cum'amn edasının şartlarından bM de sultandır.
Cum'a namazını, ister
âdil olsun, ister zâlim bulunsun, hükümdar f — veUyyü'1-emr) küdırır.
Nisâb'dan naklen Tatarhânlyye'-de de böyledir.
Cum'a namazını,
veliyyü'l-emr'in emrettiği, em'r, kadı veya hatipler de kıldırabilir. Aynî'nin
Hidâye Şerhi'rade de böyledir.
Sultanın veya
vekilinin emri ve izni olmadan, cum'ayı kıldırmak caiz olmaz. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Cum'a günü, bir
kimsenin, imâm hazır iken, ondan izin almadan hutbe okuması caiz olmaz. Ancak,
imâm izin verirse, o kimsenin hutbe okuması caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Emir hasta olursa,
emniyet işleri ile görevli kimsenin, ondan izin almadan cum'a namazını
kıldırması caiz olmaz; bu izni almışsa caiz olur. Câmhı'l - Cevânû'den naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir beldeye kadı
olarak tayin edilmiş bulunan kölenin, cum'a namazı kıldırması caizdir.
Hulâsa'da da böyledir.
İdaresi altındaki
insanları, emirler gibi idare etmekte olan ve huyca da emirlere benziyen ve
devlet başkanından berat almamış .bulunan bir mütegalibenin arkasında, cum'a
namazı kılmak caiz olmaz.
Bir kadın devlet başkanı
olduğu zaman, onun emri ile cum'a namazı kıldırmak caiz olur. Fakat, kendisi
cum'a namazı k.ıl-dıramaz. FethU'l - Kadîr'de de böyledir.
Zamanımızda [79] tam
yetkisi bulunmayan, buna izinli oldukları, beratlarında veya ahidlerinde
yazılı olmayan valiler ve emniyet amirleri, cum'a namazını kıldıramazlar.
Ancak, bu izne sahip oldukları zaman küdırabilirler. Giyâsiyye'de de böyledir.
Bir şehrin valisi
Ölürse, cenaze namazını yakîni kıldırır. Fakat, cenaze namazını emniyet amiri
veya kadı kıldınrsa, bu da caiz olur. Şayet, bunlardan hiç biri orada hazır
bulunmazsa, insanların seçtiği birisinin bu cenaze namazını kıldırması da
caizdir. Sirâciyye'de de böyledir.
Cuma kıldırmaya izni
bulunan bir imâm olmadığı zaman, cemaatin üzerinde görüş birliği ettiği bir kimsenin
imâm olup, cuma namazını kıldırması sahih olur. Tehzîb'de de böyledir.
Bir devlet başkanı
vefat ettiği zaman, onun tâyin etmiş olduğu valilerin ve müslüman'arın işlerini yürüten — âmirlerin,
azledilmedilderi müddetçe, cum'a namazı kıldırmaları caizdir. Se-rahsl nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Emrin, hutbe okumak
için yerdiği izin, cum'a kıldırmak için de geçerli bir izindir. Cum'ayı
kıldırmak için verdiği izin ise, hutbe okumak için de geçerlidir. Hatta, emîr
bir kimseye: «Hutbe oku, fakat namazı kıldırma.» demiş olsa bile, bu emirle,
yine de namaz kıldırması caiz olur. Zahidi'de de böyledir.
Bir çocuk veya bir
nasrânî (=hıristiyan), bir şehre vali tayin edilmiş olsa, daha sonra da, çocuk
bulûğa erişse veya hıristi-yan müslüman olsa, yeniden izin almayınca, cum'a
kıldiramazlar. Ancak, devlet başkanı onlara: «Büüûğa erince veya müslüman olunca
hutbe okuyun.» demişse, bunlar cum'a kıldırabilirîer. Tehzib'de de böyledir.
Bir hükümdar,
yolculuğa çıktığı zaman, köylerde insanları toplayıp, cum'a namazı kıldıramaz.
Fakat, hükümdar kendi şehirlerinden bir şehre varırsa,— misafir olduğu halde —
kıldırdığı Cum'a namazı caiz olur. Çünkü, kendisinin emri ile, başka birinin
cum'a kıldırması caiz olunca, kendisinin kıldırması —_elbette — daha evlâ olur.
Bir şehrin imâmı,
başka bir şehre tayin edilse, o şehrin insanları bu imânını kendilerine düşman
olması sebebi ile veya buna benzer bir halden dolayı şehirden kaçsalar; sonra
da geri toplanmak isteseler, bu durumda onlar, imâmı tayın etme yetkisinde
olan idareciden (devlet başkanından)
izin almadıkça toplanmazlar. Faldh Ebû Ca'fer: «Bu hüküm, o
imâmın, insanlar herhangi bir — meşru' — sebeple men ettiği ve o yerin
şehiiüikten çıkmasını uygun görüp, istediği zaman — geçerli — olur. Fakat, imâm, inadından
dolayı veya o insanlara zarar vermek maksadı ile men ediyorsa, bu durumda o
insanlar, toplanırlar ve bir imâmın arkasında cum'a namazlarını da kılarlar.
Zahiriyye'de de böyledir.
Azledilen bir imâm,
azil yazısı gelene kadar veya önüne ikinci bâr emirin geçmesine kadar, cemaate
cum'a namazı kıldıra-bilir.
Azil yazısı geldikten
veya yerine diğer bir emirin geldiğini bildikten sonra, cum'a namazı kıldırmış
olsa, bu namaz batıl olur. Fe-tâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Cum'a imâmı namaza
başladıktan sonra, yeni bir vali gelmiş olsa, bu imâm devam edip namazını
tamamlar. Hıuâsa'da da böyledir.
Küffârm idaresi
altında bulunan bir memlekette, rhüslü-manlarm cum'a namazı kılmaları caizdir.
Buradaki müsîümanlarm
rızası ile, bir hakim de hüküm vere bilir.
Fakat, böyle bir
beldede yaşayan müslüman] arın, kendilerine, müslüman bir vali aramaları
lazımdır. Mi'râcü'd - Dirâ'ye'de de böyledir.
3- Cum'anın
edasının şartlarından: birisi de öğle vaktinin girmiş olmasıdır :
İmâm-ı Azam (RA.)'a
göre, cum'a namazı.kılınırken, teşehhüt miktarı oturacak kadar bir vakit
geçtikten sonra, öğlenin vakti çıkmış olsa, cum'a namazı fesada gider.
Bu durumda, iki
namazın arasında bulunan ayrılık ve farklılıktan dolayı da, cunı'anm üzerine,
öğle namazı bina edilemez. Teb-yîn'de de böyledir.
İmâma uyan bir kimse,
cum'a namazında uyuduğu zaman, vakit çıkacak olsa, bu muktedî'nin cum'ası
fesada gider. Fakat, vakit çıkmadan, imâmın namazı bitmiş olsa ve muktedî bu
sırada uyan-sa, cum'a namazını tamamlar. Muhıyt'teıde böyledir.
4- Cum'aınn
edasının şartlarından birisi de namazdan önce hutbe okumaktır.
0 Cum'a namazı
hutbesiz kılınsa veya vakit girmeden Önce, hutbe okunmuş olsa, caiz olmaz.
Kâfî'de de böyledir.
Hutbenin farzları ve
sünne-Çleri vardır.
Hutbenin ilki fara
vardır :
1- Vakit.
2- Afllahû
Teâlâyı zikretmek. [80]
Hutbenin vakti,
zevalden sonra ve namazdan öncedir. Hutbenin, zevalden Önce ve namazdan sonra
okunması caiz olmaz, Aynî'-de de böyledir. [81]
Hutbede hamd (= Allahu
Teâlâ'ya hamdetmek, «elhamdü lillah» demek) veya ,tehlîll (= Milâhe illallah
demek) veya teşbih (== sübhânallah demek) kifayet eder. Mütûn'da da böyledir.
Bunların kifayet
ötmesi, hutbe kastı ile söylenmeleri- halindedir. Fakat, bir hatip, aksiran
bir kimse için : «elhamdülillah» dese veya mücib-i hayret bir şey için :
«sübhanalîah» veya «lâilâhe il-tallah» demiş olsa, bunlarm hutbe yerine
geçmiyeceği hususunda iema' vardır. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Bir hatibin, yalnız
başına hutbe okuması veya —sadece— kadınlara karşı huflbe okuması caiz olmaz.
Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Hutbe, bir veya iki
kişiye karşı okunur; namaz da, üç İdşi ile kılmırsa, bu durum caiz olur.
Hulâsada da böyledir.
Uyuyanlara veya
sağırlara karşı okunan hutbe caiz olur. Ay-nl'de de böyledir. [82]
Hutbenin on beş
sünneti vardır :
1- Temizlik.
Cünüp ve abdestsiz
olan kimselerin hutbe okumaları mekruhtur.
2- Ayakta
durmak.
Fakat, bir kimsenin
oturarak veya yan yatarak hutbe okuması da caiz olur. Fetâvâyi Kadîhân'da da
böyledir.
3- Hatibin,
yönünü cemaate çevirmesi,
4- Hatibin,
hutbeden önce: «Euzü billahi mine'ş - şeytânİ'n»-cim» demişi.
5- Hatibin,
hutbesini cemaate duyurması,
6- Hatibin
hutbeye, Allahu Teâlâ'ya hamd-ü sena ile başlaması,
7 - Allahu
Teâlâ'ya, sânına lâyık bir şekilde övgüde bulunmak,
8- Şehadet
kelimelerini okumak,
9- Peygamber
(S.A.V.) Efendimize, salat-ü selâm getirmek.
10- Cemaate
öğüt ve nasihatta bulunmak.
11 Bir
miktar Kur'an okumak.
Hutbede Kur'an okumayı
terk etmek, kötülüktür. Hutbede okunacak Kur'ân'm miktarı ise, ya kısa üç âyet
veya uzun: bir âyettir. '
12- Hamd-ü
senayı ve salât-ü selâmı, ikinci hutbede, tekrar okumak.
13- Müslümanlara,
bolca duâ etmek.
14- Her iki
hutbeyi de hafif (kısa) okumak. Hutbe, uzunca bir sûre okuyacak miktar ve
müddette olmalıdır. Hutbeyi uzatmak mekruhtur.
15- İki
huitbe arasında drurmak.
Zâhirii'r - rivâyede,
iki hutbe arasında üç âyet okuyacak miktarda okumak sünnettir. Sirâcü'l -
Vehhâe'da da böyledir.
Şemsü'l - Eimme
Serahsi : «İki hutbe arasında oturma miktarı, her uzvun yerli yerine oturup,
karar bulması ve yerleşmesi halidir.» demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Muhtar olan kavil,
Şemsül - Eimme Serahsî'nin kavlidir. İki hutbe arasında oturmayı terk etmek
kötülüktür. Esahh olan budur. Gunye'de de böyledir.
Hutbe'den önce oturmak
sünnettir. Aynî'de de böyledir.
Hatipde aranılan şart,
cum'a namazını kıldırmaya ehil olmasıdır. Zâhidi'de de böyledir.
Peygamber
(S.A.V.) Efendimize iktidâen, hatibin
minber üzerinde bulunması da sünnettir.
Hatibin, hutbe okurken
sesini yükseltmesi ve birinci hutbeyi, ikinciden daha açık ve yüksek sesle
okuması müstehabtır. Bah rü'r - Râık'ta da böyledir.
Münasip olan, ikinci
hutbeye: «el-hamdü lillahi nahmedühû veneste'inüh» diyerek başlamak ve Hülefâ-i
Râşldin'i ve diğer sahabeleri anmak ve «Allah cümlesinden razı olsun»
demektir. Güzel olan budur ve Tecnîs'de de böyledir.
Hatibin hutbe
esnasında hutbe harici bir sözle konuşması mekruhtur. Ancak, emr-i bil-ma'ruf
maksadı ile konuşması müstesnadır; bu mekruh olmaz. Fethü'l - Kadîr'de de
böyledir.
Cum'a namazını
hatibten başka bir şahsın kıldırması münasip olmaz. Hutbeden sonra, imâmın
abdesti bozulmuş oüsa, eğer halife var ise, yerine birini geçirmesi caiz olur;
aksi takdirde caiz olmaz. Fakat, imâmın abdesti, namaza başladıktan sonra
bozulmuş olursa, dilediği gibi yapar. Tehzib'de de böyledir,
İmâm hutbeye çıktığı
zaman, namaz kılınmaz vç konuşul-
maz.
İmâmeyn'in kavillerine
göre, imâm minbere çıktığı zaman ve hutbeye başlamadan önce, namaz kılmakta bir
beis yoktur. Ayrıca, imâm hutbeyi bitirip, de namazla meşgul olmaya başlamadan
önce namaz kılmakta da bir beis yoktur. Kâfi'de de böyledir.
Bu esnada, insanların
konuşmaları, teşbih okumaları, ak-
sırıp ,da «el-hamdü
lillah» diyene «yerhamü kal lalı» demeleri, selam almaları mekruh olur. Sirâcüİ
- Vehhâc'da da böyledir.
Fakat, bu sırada fıkıh
öğrenmekte, fıkıh kitablarına bakmakta ve onları yazmak da, bizim
âlimlerimizin bazılarına göre bir beis yoktur. Fakat, bunları dili ile
söylemedikleri zamandır. Bunları ancak'eliyle, başiyle veya gözü ile işaret
edebilir. Bir kimsenin fena bir iş yaptığını görünce, onu eli ile nehyetmesi
veya başı ile işaret edip, durumu haber vermesi gibi... Sahih olan kavle göre,
bunda bir beis yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Hutbe okunurken,
Peygamber (S.A.V.) EfendimÜze selâvat getirmek mekruhtur. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Hutbeyi dinleme
hususunda, imâmdan uzak olanlar da imâma yakın olanlar gibidirler ve her ikisi
de susarlar. Muhtar olan görüş budur. Cevâhirül - Ahi ât i1 de de böyledir.
Ehvat olan da budur. Tebylr'de de böyledir
«Hutbe esnasında
Kur'ân okunabilir.» diyenler de olmuştur; fakat sahih olan susmaktır.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Namazda haram olan
şeyler, hutbede de haramdır. Meselâ: îmâm hutbe okurken yemek, içmek uygun
değildir. Hulâsa'da da böyledir.
Erkekler için müstehab
olan, yüzünü hutbe okuyana çevirmektir. Bu hüküm, imâmın önünde onlar içindir.
îmânım sağ ve solunda bulunan kimseler de, imâma yakın olurlarsa, hutbeyi dinlemeye
hazır olmak için, imâma doğru dönerler. Hulâsa'da da böyledir.
Âlimlerimizin âmmesi,
cemaatın hutbeyi, baştan sona kadar dinlemesinin uygun olacağını
söylemişlerdir.
İmâma yakın olmak,
uzak olmaktan daha efdaldir. Bilginlerimizin sahih kavli budur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimsenin, imâma
yaklaşmak için, insanların omuzlarından atlayarak ileri geçmesi mekruhtur.
Fakih Ebû Ca'fer,
âlimlerimizden şöyle nakletmiştir: İmâm huttbe okumaya başlamışsa, ona yaklaşmak
için insanların omuzlarından atlayarak gitmek mekruhtur.
Ancak, imâm hutbeye
başlamamışsa, böyle yapmak mekruh olmaz. Çünkü: Sonradan geleceklere yer
genişletmek için ve imâma yakın olmanın faziletinden dolayı, daha öncekilerin
varmadığı boş yerlere gitmekte bir beis yoktur.
İmâm hutbeye başladığı
zaman, camiye gelen kimsenin, boş oiari bir yere hemen oturması gerekir. Çünkü,
bu durumda, o kimsenin yürümesi ve ileri gitmeye çalışması, hutbe okunurken bir
iş, bir amel yapması demektir. Fetâvâyi Kâdiban'da da böyledir.
Fakat, bir soru sormak
için, omuzlardan atlayarak, ileri gitmek, her hal-Ü kârda, bil-i'cmâ"
mekruhtur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Mescidde, birden bir
şey isteyecek olan kimsenin, insanların Önünden yürüyerek geçmeden ve omuzlarından
atlamadan ve kimseyi sıkıntıya düşürmeden, istenilmesi gerek şeyi istemesinde
bir 5eis yoktur. Ve bu şeyin verilmesinde de bir beis yoktur. Ancak, durum
böyle değilse, mesçid içinde bir şey vermek hela! olmaz. Ve-cîzül Kerderi de de
böyledir.
Hutfbe okanurken hazır
bulunan bir kimse, isterse diz çöker isterse bağdaş kurar veya nasıl kolayına
geliyor öyle oturur. Çünkü hutbe, hakikate amel yönünden namaz değildir.
Muzmarât'ta da böyledir.
Fakat, müstehab olan,
hutbe esnasında namazda oturulduğu gibi
oturmaktır. Ml'râcü'd - Dİraye'de de böyledir.
Nafile namaz kılmakta
olan kimse, hutbe okunmaya başlanınca, bu namazı iki, rek'atte keser. Eğer ilk
rek'atte bulunuyorsa, secdeye varmadan namazını keser. Gunye'de de böyledir.
Bir kimse, cuma
namazını kılarken, üzerinde sabah nama' zının kaldığım hatırlasa, eğer cum'anın
zayi olacağından korkmaz ise, cum'a namazını keser ve sabah namazını kılmaya
başlar. Bu durumda, vaktin dar olması sebebi ile tertip düşer. Fakat, vakit
zayi olacaksa, cum'a namazını tamamlar.
Ancak, vaktin değil
de, cum'anın zayi olacağından korkarsa, Ebû Hanife IRA.) ile Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, sabah namazım kılmaya başlar. İmâm Muhammet! (R.A.) 'e göre ise, cum'ayı ttamam- • lar. Mâ'râcü'd -
0irâye'de de böyledir.
Bir yay'a veya bir bastona
dayanarak hutbe okumak mekruhtur. Hulâsa'd a da böyledir,
Kılıçla fethedilen her
belde de, hatip hutbe okurken, kıhn-ca dayanır. Tehâvi Şerhi'nde de böyledir.
5 - Cumanın edasının şartlarından birisi de
cemaattir.
Cemaatin en az
miktarı, imâmdan başka üç kişidir. Teb-yîn'de de böyledir.
Bu cemaatin hutbe
esnasında hazır bulunmaları şart değildir. Fethü'l - Kadir de ide böyledir.
îmâm, tek bir
k&şiye kaşı hutbe okusa ve sonra da cemaat gelse ve cum'ayı kılsalar, bu
caiz olur: Serasi'nih Mutoyt'inde de böyledir.
Bu cemaatin, imamlık
için elverişli olması da şarttn-. Yani bunların çocuk ve kadın olmaları
gerekir. Sadece kadın ve çocuklarla kılınan cum'a sahih ollmaz. Cevheretü'n -
Neyyire'de de böyte-dir.
Cemaatin köleler,
hastalar ve misafirlerle tamamlanması ile cum'a tamam olur. Ümmi ve ahraslarla
tamamlanması halinde de durum böyledir. Serahsi'nin Muhıyt'tnde de böyledir.
İmâm, cum'a için
tekbir, alsa fakat cemaat, imama uyup cum'ayı kılmaya başlamazsa, Asıl'da
zikrolunduğuna göre, imâm rükû'dan başını kaldırmadan önce, cemaat kendisine
uyarsa, cum'a sahih olur; uymazlarsa, namazı yeniden kılmak gerekir. Bunun aksine
bir kavil yoktur. Gıyâsîye'de de
böyledir.
Cemaat, imamla
birldlkte tekbir alır, sonra ondan ayrılıp mescidden çıkar ve daha sonra da
geri gelip, imâm başını rükûdan kaldırmadan önce, tekrar tekbir alırsa, cum'a
namazı sahih olur. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.
İmâm tekbir alırken,
yanında bulunan vcabdestli olan cemaat, kendisi ile birlikte tekbir almasalar,
sonra da abdestleri bo-zulsa; bundan sonra başka bir cemaat gelse ve öncekiler
çıkıp gitse, cum'a namazı istihsânen caiz olur.
Bu durumda, eğer
öncekiler tekbir almış olsalar ve sonra da başkaları gelmiş olsaydı, onla-r
tekbirlerini yenilerlerdi- Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Eğer cemat, iftüıat
tekbirinden sonra fakat secdeden önce namazdan ayrılmış olursa, İmâm-ı A'zam'a
(R.A.) göre, cuma sahih olmaz; diğer iki imamımıza göre ise, sahih olur.
Thnurtaşî'de de böyledir.
Bu cemaat, rek'aıi
secde ile kayıtladıktan sonra ayrılmış olursa, imamlarımızın üçüne göre de
cum'a caiz olur. Muzmarat ta da böyledir.
6- Cum'anm
edasının şartlarından birisi de izn-i ânıdır.
0 İzn-i ânı ; Umumî
izin; cum'a kılınacak yerin herkese açık olması, Cum'a kılanan caminin
kapısının açık olması; insanların oraya girmesi için umûmî izin bulunması ve bu
camide ezan okunması, demektir.
Cemaat, camiye
toplanmış ve caminin kapılarını üzerlerine kapatarak cum'a namazı kılmış
olsalar, bu cum'a caiz olmaz.
Keza, hükümdar,.
hizmetkârlarını toplayıp evinde (sarayında) cuma kılmak istese; eğer evin
kapısını açar ve herkesin girmesine izin verirse, —cemaat gelsin, gelmesin— bu
cum'a caiz olur. Fakat, hükümdar evin kapısını açmaz ve kapıya bir kapıcı
oturtursa, onların cum'aları caiz olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Misafirin, kölenin ve
hastanm, imâm olup cum'a namazını kıldırmaları caiz olur. Kudurî'de de
böyledir.
Öğle namazını, özürsüz
olarak cum'adan önce kılmak mekruhtur. Kenz'de de böyledir
Hastanm, misafirin ve
hapis olan kimsenin, öğle namazını, imâm cum'ayı kılana kadar te'hir etmeleri
müstehaptir; te'hir etmezlerse mekruh olur. Kerdeii'nin Vecîz'inde de
böyledir.
Bir kimse, öğle
namazını kılar, sonra da gidip cum'a namazına yetişirse, —misafir, hasta veya
kölb olmak gibi— bir özrü olsun veya olmasın, daha önce kılmış olduğu Öğle
namazı batıl olur. Fakat, imâma yetişemez veya evinden, imâm cum'ayı
bitirdikten sonra çıkmışsa, kıldığı öğle namazı, bil-icmâ bâtıl olmaz.
Bu kimse, imâm namazda
iken evinden çıkar fakat imâmın cum'a kıldırdığı yere varana kadar, imâm
namazım bitirmiş olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) 'ye göre, bu kimsenin kılmış
bulunduğu öğle namazı bâtıl olur. Diğer iki imamımıza göre ise, bâtıl olmaz.
Fakat, bu kimse,
evindencum'a kılmayı murad etmeden çıkmış, olursa, namazı bil-icmâ* batıl
olmaz. Kâfî'de de böyledir.
Bu kimse, eğer imâma
yetişmeye gayret gösterir fakat, ancak imâmın cum'ayı bitirmesinden hemen
sonra, ona kavuşursa, yine namazı batıl oJmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Öğle namazını evinde
kılmış olan bir kimse, sonra da; imâma yönciip gitse, imâm da namazı henüz
kılmamış olsa, ancak bu şahıs, mesafenin uzaklığından dolayı imâma
uyabileceğini ümid etmese, Belh'li âlimlere göre, bu kimsenin namazı batıl
olur. Sahih olan budur.
Fakat, bu kimse, bir
özründen dolayı veya özürsüz olarak, imâma yöneldiği halde, onunla namaz
kılmazsa, namazının bâtıl olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Fakat, bu
hususta sahih olan kavi!, namazın batıl olmamasıdır.
Bu kimse imâma
yöneldiği zaman, orada insanlar olsa fakat bu insanlar, imâm namazı.tamamlamadan
çıkmış bulunsalar; bu durumda da görüş ayrılığı vardır. Sahih olan, bu
durumda, bu kimsenin öğle namazının batıl olmasıdır. Kifâye'de de böyledir.
İmâma yetişmek için
sa'yde (gayrette, sür'at göstermede), o kimsenin evinden ayrılmasına itibar
edilir. Muhtar alan kavle göre, bu kimse, evinden ayrılmadan imâm namazı
bitirmişse, bu şahsın knmış bulunduğu Öğle namazı batıl olmaz. Fethü'l -
Kadîr'de de böyledir.
Bu kimse, öğle namazım
kıldıktan sonra mescidde otursa, bil-ittifak, imâmla beraber namaza başlayana
kadar namazı bâtıl olmaz. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Hasta olan bir kimse,
evinde öğle namazını kıldıktan sonra, kendisinde bir hafiflik bulup mescide
gitse ve cum'ayı kıîsa, önce kılmış bulunduğu Öğle namazı nafileye döner.
Nihâye'de de böy ledir.
Cum'aya, teşehhüdde
veya sehiv secdesinden yetişmiş olan kimse, İmâmı A-'zam (R.A.) ile İmâm Yûsuf
(R.A.)'a göre, cum'asını tamam lar.
Bir şehirde Özürsüz
olarak —cum'a günü— öğle namazı kılmak mekruhtur.
Özürlü kimselerin de,
cum'a günü öğle vaktinde, —ister imâmın namazından önce olsun, ister sonra
olsun— cemaatle namaz kılmaları mekruhtur.
Cum'a kılmaya mani bir
hâl olduğu zamanlarda da, cemaatle öğle namazı kılmak mekruhtur. Fakat,
köylüler, kerâhetsiz olarak, ezanla ve kametle, —cum'a günü— öğle namazını
cemaatle kılabilirler. Kâdihân ve diğerleri böyle zikretmişlerdir. Şerhü
Muhtasaru'I -Vlkâyc'de de böyledir.
Cum'a günü, ilk ezan
okunduğu zaman, alış verişi terk etmek ve camiye yönelip gitmek icabeder.
Tahâvî : «—îlk ezan
okununca— camiye gitmek vaciptir. Minber ezanı vaktinde de alış veriş
mekruhtur.» demiştir.
Hasan bun Ziyâd ise :
«Muteber olan, minarede okunan ezandır;» demiştir. Esahh olan, zevalden önce
okunan ezanların hiç birine itibar olunmayacağıdır. Burada mu'teber olan da,
zevalden sonra okunan ilk ezandır. Bu ezan, ister minareden okunsun, isterse
içeriden okunsun, müsavidir. Kâfî'de de böyledir.
Bize ve f akihlerin
ammesine göre, mescide giderken, sür'at-li yürümek ve koşmak vacip değildir.
Bunun, müstehap olup olma-" dığmda da görüş ayrılığı vardır. Esahh olan
ise, camiye sakinlik ve vakar üzi*e yürüyüp gitmektir. Gunye'de de böyledir.
Hatip minbere oturduğu
zaman, önünde ezan okunur. Hutbe tamam olunca da kamet getirilir. Adet böyle
cereyan edegelmiş-tir. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Cum'a namazı iki
rek'attir. Her iki rek'atinde de Fâtihâ ve sûre açıktan okunur. Serahsî'nin
Muhıyf ilnide de böyledir.
Bir kimse, cum'a
namazında tekbir aldığı halde, izdihamdan dolayı secde etmeye gücü yetmezse,
bu şahıs, insanlar kalkana kadar bekler; şaye.t, bir aralık boş yer bulursa
secde eder. Bu durumda, bir başka şahsın sırtına secde etmek de caizdir. Ancak,
secde edilebilecek boş yer var iken, başkasının sırtına secde etmek caiz olmaz.
Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Kalabalık ve izdiham
fazla olur ve secde edilecek yer bulunmazsa; bu durumda secde etmeye gücü
yetmeyen kimse, imâm selam verene kadar durun Bu durumda bu kimse Iâhik ölür.
Namazını okuınaksızin tamamlar. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Cum'a günü, cum'a
namazını kılarken abdesti bozulan, kimse, —namazının kalan kısmını— kaza
ederken serbesttir; dilerse gizli okur. Bu durumdaki şahıs, sabah namazının
farzını münferiden (— yalnız başına) kılan şahıs gibidir. Hulâsa'da da
böyledir.
Cum'a namazına
hazırlanan kimsenin, güzel koku sürünmesi, varsa en güzel elbisesini gitmesi
müstehaptır.
Cum'a günü, beyaz
elbise giymek ve ön safta oturmak da müs-tehaptir. Mi'râcü'd - Dîrâye'de de
böyledir. [83]
Esahh olan kavle göre,
bayram namazları vaciptir, Serahr sî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Ramazan bayramında,
erkeklerin gusletmeleri, misvak kuV-lanmaîarı ve güzel elbise giymeleri
müstehabtır. Gunye'de de böyledir.
Bu elbise taze
olabileceği gibi, temizce yıkanmış bir elbise de olabilir. Serahsî'nin Muhıyt'inde
de böyledir.
Keza, gümüş yüzük
takınmak, güzel koku sürünmek, erkenden uyanıp kalkmak, saıdaka-i fıtri sabah
namazından Önce vermek, mahalle mescidine yaya olarak gitmek ve dönüşte başka
yoldan gelmek müstehaptır. Gunye'de de böyledir.
Cum'aya ve bayram
namazlarına —gücü yeten kimsenin-— binekle gitmesinde de bir sakınca yoktur.
Bununla beraber yürüyerek gitmek daha efdaidır, Zahîriyye'de de böyledir. .
Ramazan bayramında,
namazgaha çıkmadan önce; üç, beş, yedi veya daha çok veya daha az hurma yemek
müstehabtır. Hurması bulunmayan kimse, tatlı olan şeylerden dilediğini
yiyebilir. Kenz'-de de böyledir.
Bayram namazından
önce, hiç-bir şey yememek de günah değildir. Fakat, bir kimse, bayram
namazından sonra, akşama kadar hiç bir şey yemezse mes'ul olur ve cezalanır.
Kurban bayramı da
Ramazan bayramı gibidir. Ancak, Kurban bayramında, bayram namazı kılmana kadar,
bir şey yemek terk edilir. Gunye'de de böyledir.
Kübrâ'da : «Kurban
bayramında, namazdan önce, bir şey yemenin mekruh olup olmadığı hakkında iki
rivayet vardır. Aslında, bu mekruh değildir. Ancak, bir şey yememek
müstehaptır.» denilmiştir. TatarHâniyye'de de böyledir.
Bir kimsenin, Kurban
bayramında, ilk yediği şeyin kurban eti olması müstehabtır. Bu. Allah'ın bir
ziyafetidir. Hidâyc Şerhi' Ayni'de de böyledir.
Mescit ne kadar geniş
olursa olsun, namazgaha çıkmak sünnettir. Âlimlerin ekserisinin görüşü budur.
Sahih olan da bu görüştür. Muzmarât'ta da böyledir.
Bayram namazım iki
ayrı yerde kılmak caizdir. İmâm Mu-hamiTicd (R.A.) 'e göre ise, bayram
namazlarının üç yerde kılınması da caizdir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre ise, bu
caiz değildir. Mu-hiyt'te de böyledir.
Bayramlarda, namazgaha
minber çıkarmak, bazı âlimlere göre mekruhtur; bazılarına göre ise mekruh
değildir. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Sahih olan ise,
namazgaha minber koymanın, mekruh olmamasıdır. Garâib'de de böyledir.
Namazgaha, sakin bir
edâ ile, vakarla ve yürüyerek gitmek ve gözleri bakılması uygun olmayan
şeylerden çevirmek münasip olur.
Kurban bayramında,
yolda giderken, mescide veya namazgaha varıncaya kadar, açıktan tekbir almak
güzeldir. Muhtar olan kavil de budur.
Ramazan bayramında
ise, tekbirler açıktan alınmaz. Muhtar olan ve kabuü edilen görüş de budur.
Giyâslye'de de böyledir.
Müstehap olan da, bu
tekbirlerin gizli olmasıdır. Cevhere-tü'n - Neyyire'de de böyledir.
Kendisine, cum'a
namazını kılmak, farz olan herkese, bayram namazlarını kılmak vaciptir.
Hidâye'de de böyledir.
Hutbe hariç olmak
üzere, cum ada şart olanlar,, bayram namazlarında da şarttır. Hutbe, bayram
namazlarında farz değil, sünnettir.
Hutbe okunmasa bile,
bayram namazları caiz olur. Hutbenin, bayram namazlarında, namazdan önce
okunması da caizdir. Fakat, bu mekruh olur. Serhsî'nin Muhıyl'inde de böyledir.
Bayram hutbesi/
namazdan önce okunmuş ise, namazdan. sonra tekrar iade edilmez. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bayram hutbesi,
namazdan önce okunmuş ise, namazdan sonra tekrar iade edilmez. Fetâvâyi
Kâdihânda da böyledir.
Bayram namazından eve
dönünce, dört rek'at namaz kılmak müstehaptır. Zâd'da da böyledir.
Sabah namazım, bayram
namazından önce kaza etmekte bir beis yoktur. Bir kimsenin, sabah namazım
kılmamış olması, bayram namazının caiz olmasına mani olmaz.
Keza, bir kimsenin,
kazaya kalmış olan bir namazını, bayram namazlarından önce kaza etmesi de
caizdir. Ancak, bu namazı, bayram namazından sonra kılması daha uygun ve daha
güzel olur. Ta-tarhâniyye'de de
böyliedir.
Bayram namazlarının
vakti, güneşin tam beyazlaşmasından itibaren, zeval vaktine kadardır.
Sirâeiyye'de de böyledir.
Kurban bayramını,
erken saatlerde; ramazan bayramım ise, biraz tehirli kılmak efdaldir. Hulâsa'da
da böyledir.
İmâm, bayram namazım
iki rek'at kıldırır, imâm önce If-titâh tekbirüra alır. Sonra, sübhaneke*yi
okur. Sonra üç defa tekbir alır. Sonra aşikar olarak Fâtîhâ ve Sûreyi okur.
Sonra da, rükû a varmak için tekbir alir.
İkinci rek'ate
kalkınca : Fâtdnâ ve sûre okuduktan sonra, üç defa tekbir alır. Dördüncü
teldbirle de rükû'a varır.
Böylece, fazla tekbir
sayısı altı olmuş olur. Bunlardan üçü birinci rek'atte, üçü de ikinci
rek'atîedir. Bayram namazlarında, üç de asîî tekbir vardır. Bunlardan biri
iflitâh tekbiri, ikisi de rükû' tekbirleridir. Bu durumda, iki rek'atte dokuz
tekbir alınmış olmaktadır. Bu, İbn-i Mes'ûd (R.A.)'un rivayetidir. Âlimlerimizin
alıp kabul ettiği de budur. Tebyîn'de de böyledir.
Âlimlerimiz tde
bununla fetva vermişlerdir. Giyâsiye'de de böyledir.
Ziyâdetekbirler
arasında, eller bağlanmaz, salıverilir. Zahîriyye'de de böyledir.
İmâm, bayram
namazından sonra iki hutbe okur. îki hutbe arasında, az bir miktar oturur.
Bize göre, yeni çıktığı zaman, İmâm minberde oturmaz, Hidâye'de de böyledir.
İmâm, Ramazan
bayramında hutbeyi, tekbir, teşbih, tehlil tahmid ve Peygamfber (5-A.V.)
Efendimize salat-u selâm getirerek okur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Hutbenin başında
tekbir almak, ikinci hutbede ise yedi defa tekbir almak müstehaptır. Zâhidî'de
de böyledir.
İmâm, Ramazan bayramı
hutbesinde, cemaate fıtır sadakasını ve fil ir sadakasının : a) Kime vacip
olduğu, b) Kime vermenin vacip olduğu, cî Ne zaman vacip olduğu, d) Ne kadar
vacip olduğu ve, e) Neden vacip olduğu gibi beş hükmünden bahseder.
Cevhere-tü'n - Neyyire'de de böyledir.
Kurban bayramında ise,
hatip, tekbir alır ve teşbih okur. Sonra da insanlara nasihatta bulunur. Kurban
nasıl kesilir? Kurban nedir? Nahr nedir? Bunlar ve bunların hükümlerini
anlatıp, öğretir. Tatarhânivye'de de böyledir,
İmâm, Kurban bayramı
hutbesinde teşrik tekbirlerini de anlatıp öğretir. Zâd'da da böyledir.
İmâm hutbede tekbir
aldığı zaman, cemaatte bunu beraber söyler.
İmâm, Peygamber
(S.A.VJ Efendimiz'e salat-ü selam getirince, cemaat bunu, emre imtisal, ve
susmanın sünnet olmasından dolayı, içinden okur. Zahirü'r- rivâyede, cemaat,
tekbirleri de içinden okur. Çünkü «bunlarda susmak vaciptir.» denilmiştir.
Burada «susmak
sünnettir.» denildiği gibi; «vaciptir.» ve «farzdır» da denilmiştir. Bu üç
kavilden meşhur olan ise, «hutbe okunurken susmanın vacip olması» dır.
Huccet'ten naklen Tatarhâniy-ye'de de böyledir.
Göremedikleri bir
imâma uymuş olan kimseler de, bayram tekbirlerinde ellerini kaldırırlar. Çünkü
bu, muhalefetin en azıdır ve mütâbaattan hali olmamaktır. Giyâsiye'de de
böyledir.
İmânı Muhammed (R.AJ,
Cami1 isimli eserinde : «İmâmla birlikte bayram namazına başlayan ve İbn-i
Mes'ud (R.A.) Hazretlerinin rivayet ettiği tekbirleri bilen bir kimse, imâmın,
bunlardan başka tekbir aldığını görürse, o imâma uyar. Fakat, imâm, fukahâ'-dan
hiç kimsenin almadığı tekbirleri alırsa, bu kimse ona uymaz.» demiştir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bu hüküm, imâma yakın
bulunup, onun aldığı tekbirleri işiten kimseler içindir.
Fakat, bir kimse,
imâmdan uzakta bulunur ve tekbirleri bizzat imâmdan değil de, tekbir getiren
diğer kimselerden işitirse duyduklarının hepsini —sahabenin söylediğinden fazla
bile-olsa söyler. Çünkü, bu tekbir getirenlerin galatları caizdir. Şayet, bir
kimse, bu tekbirlerden birini terk ederse, ve terkettıği o tekbiri de imâm
getirmiş olursa, bu caiz olur. Bedâi'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
«Kebîr» isimli kitabında ; «İmâmla birlikte birinci rek'ate başlamış olan bir
kimse, imâm, İbn-i Abbâs (R.A.)'m altı tekbirini almış olsa, imam kıraate başladıktan
sonra namaza girmiş, olan bu kimse İbn-i Mes'ud (R-A.)'un tekbirlerini
biliyorsa birinci rek'atte kendi görüşüne uygun olan tekbirleri alır-. İkinci
rek'atte ise imâmm görüşüne uyar.» demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İmâma, bayram
namazlarının rükû'unda yetişen kimse ayakta iken tekbirini alır. Eğer, hem
—ziyâde— tekbirleri almaya hem de rükû'a yetişmeye imkan varsa, bu tekbirleri
de ayakta alır; bu mümkün değilse, rükû'a varır ve orada ellerini kafcurmaksızm
tekbirlerle meşgul olur. Bu kavil lmânı-i -A'zam (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Sirâciil - Vehhâc'da da
böyledir.
Bu durumda rükû'da
tekbir getirenler, elieririi kaldırmazlar. Kâfi'de de böyledir.
İmâm, muktedî
tekbirlerini tamamlamadan, rükû'dan başını kaldırırsa, muktedî imâma tabi
olarak başını kaldırır ve kalan tekbirleri de düşer. Sirâcü'I-Vehhâc'da da
böyledir.
Eğer muktedî, imâma
kavmede yetişirse, orada tekbirleri getirmez. Çünkü, o kimse, birinci rek'alî
kaza ederken, orada bu tekbirleri de kaza eder. Bu kimse lâhık ise,
tekbirlerini imâmın görüşüne göre alır, Uyuyup uyanan bir kimse ise,
tekbirleri imâm gibi alır. Çünkü, o kimse, mesbûkun aksine, imâmın arkasında
gibidir. x Kâfî'de de böyledir.
İmâma, bayram
namazının son oturuşunda, teşehhüdden sonra ve selamdan önce veya —ilk—selamdan
sonra yetişen kimse ayağa kalkar ve namazını kaza eder. Âlimlerimiz : »Bu kavil
imâm Ebû Hanife (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.» demişlerdir.
Fakat, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu kimse, —cuma namazında olduğu gibi
bayram namazına da yetişmiş oımaz. Bazı Mimler : «Bu kavil hilafsızdır ve
sahihtir.» demişlerdir. Zahîriyye'-de de böyledir.
Enfâ'da : «Bayram namazlarının
ikinci rek'atierinin tekbirleri, vacip olan tekbirlerdendir. Çünkü bu, bayram
namazı tekbir-lerindendir. Ve bayram namazı tekbirleri de vaciptir.»
denilmiştir. Nâfî'de de bunun gibidir.
Keza, bu tekbirlerin
lafızlarına riayet etmek de. vaciptir. İftitâh tekbirinde olduğu gibi... Hatta
bir kimse, bayram namazlarında Allahû Ekber yerine Allahû A zam veya Allahû
Eceli demiş olsa, sehiv secdesi yapması gerekir.
Bayram namazının
tekbirlerini unutmuş olan imâm, kıraate bulunmuşsa, artık bundan sonra veya
rükû'da başmı kaldırmadan, bu tekbirleri alır. TatarhânÜyye'de de böyledir.
Ramazan bayramı
namazı, ayın görülmemesi, imâmın zevalden sonra hazır olması veya zevalden
önce imâmın hazır olmasına rağmen, cemaatin gelmemesi, bulutlu bir günde kılman
bayram namazının zevalden sonra kılındığının açığa çıkması gibi bir özürle,
ilk gün edâ edilememişse, bir sonraki günden, daha sonraya tehir edilemez.
îmâm, bayram namazını
cemaate kıldırmış olsa ve cemaatten bir kısmı bu namSzı zayi etmiş olsalar,
bunlar, vakit çıkmış olsa da olmasa da, onu kaza edemezler. Tebyîn'de de
böyledir.
Kurban bayramı namazı,
ilk gün, kılmaya mani bir özür bulunduğu zaman, imâm ve cemaat tarafından
ikinci veya "üçüncü günde de kthnabilir. Bundan sonra kılamazlar.
Cevheretü'n - Ney-yire'de de böyledir.
Buradaki özür,
kerahatı nefydir (mekruhluğu ortadan kaldırmaktır.) Yoksa, Kurban bayramı
namazı Özürsüz olarak üçüncü güne, bırakılmış olsa, namaz yine caiz olur.
Fakat, bu kötü bir iş olur.
Ramazan bayramı
namazını, özürsüz olarak, ikinci güne tehir etmek caiz değildir. Tebyîn'de de
böyledir.
Bayramın ikinci
gününde de, bayram namazının vakti, aynen birinci gündeki vakti gibidir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir imâm, Ramazan
bayramını namazını cemaate küdırsa zevalden önce de, bu namazı abdestsiz olduğu
halde kıldırdığını an lasa, namazı yeniden kıldırır. Bu durumu zevalden sonra
anlamış olsa, bayram namazını bir gün sonra kıldırır. İkinci günde de, durumu
zeval vakti çıkana kadar anlamamış olsa* bundan sonra bu namazı yeniden kıldırmaz.
Bu durum. Kurban
bayramı namazında meydana gelmiş ve zevalden sonra da anlaşılmış olsa, cemaat
de kurbanlarını kesmiş bulunsalar, bunların kesmiş oldukları kurbanlar caiz
olur. îmâm ve cemaat bir gün sonrayı beklerler ve bayram namazını kılarlar.
Keza, durum ikinci gün
anlaşılmış olsa, imâmla cemaat bayram namazlarını, ikinci gün kılarlar. Bu gün
de çıktıktan sonra, du-: rum anlaşılmış olsa, bayram, namazlarını üçüncü gün
zevalden önce kılarlar. Üçüncü günden sonra anlaşılırsa, artık bayram namazını
kılmazlar.
tmâm, bu durumu,
bayramın birinci günü, zevalden önce anlamış olursa, cemaati namaza çağırır.
İmâmın durumu anlamasından önce, kurban kesmiş olanların kurbanları caiz olur.
İmâmın durumu bilmesinden sonra fakat yeniden bayram namazım kıldırmasından
Önce, kurban kesmiş olanların kurbanları ise, —güneş zeval noktasına varıncaya
kadar— caiz olmaz. Fetâvâyi Kadîhâıi'da da böyledir.
Bayram namazı ile
cenaze namazı, bir araya gelmiş olsa önce bayram namazı, sonra da cenaze namazı
kılınır; daha sonra ise hutbe okunur. Gunye'de de böyledir.
Arefe günü, insanların
Arafat'taki vakfelerine benzemek için, bazı kimselerin bir yere .toplanıp
durmaları hiç bir şey döğü-dir. Tebyîn'ıde de böyledir. [84]
Teşrik tekbirlerinin
1- Sıfatı,
2- Adedi ve
mahiyeti,
3- Şartlan,
4- Vakti,
hakkında söylenmiş
bulunan kelâm vardır ; [85]
Gerçekten, teşrik
tekbirleri vaciptir. [86]
Teşrik tekbirinin
lafzı şudur :
«Allahü Ekber, Allahü
Ekber, Lâ ilahe illallahü vallâhü Ekber, Allahü Ekber ve lÜIahil-hamd.»
Meali : «Alllah en
büyük. Allah en büyük. Allah'tan başka ilâh yok. Allah en büyük. Allah en
büyük. Ve hamd Allah'a mahsustur.» Teşrik tekbiri bir defa söylenir. [87]
a) Bu
tekbirleri söylemek,
b) Teşrik
tekbirlerinin söylendiği yerin şehir olması,
e) Teşrik
tekbirlerinin, farz namazların arkasında söylenmesi... Bunlar, Teşrik
tekbirlerinin şartlandır.
Teşrik tekbirlerini
cemaatle hep birden söylemek
inüste-haptıf.
İmâm-i A'zam (R A.)'a
göre, teşrik tekbirlerini söylemek için, hür olmak ve saltanat şart değildir.
Sahili olan da budur. Mi'râcü'd -Dlr&ye'de de böyledir. [88]
Teşrik tekbirlerinin
vaktinin başlangıcı, arefe gününün sabah namazının sonrasıdır. Sonu ise, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.) 'e göre, teşrik .günlerinin
sonuncusunun ikindi namazının sonudur.
Tebyîn'de de böyledir.
Bu hususta, fetfya ve
tatbikat (amel) bütün şehirlerde ve bütün zamanlarda, bu iki imamımızın
kavillerine göredir. Zâhidî'de de böyledir.
Münasip olan, teşrik
tekbirini selamın hemen arkasından, söylemektir. Meselâ : Bir kimse selamdan
sonra konuşmuş olsa veya abdesti bozulsa, bu kimsenin üzerinden teşrik
tekbirleri düşer. Tehzîb'de de böyledir.
Teşrik tekbirleri,
vitir ve beyram namazlarının arkasından söylenmezler. «Bayram namazından sonra
söylenmez.» kavli, Mtic-tebâ'dari naklen Bahir'de zikredilmiştir Belh'Bfer ise,
bayram namazının arkasından teşrik tekbirini söylüyorlar. Çünkü o tekbirler,
cemaatle söyleniyor; bayram namazları da, —cum'a namazları gibi— cemaatle
kılmıyor.
Teşrik günlerinde, bir
namazı unutan bir kimse, bu namazı aynı senenin teşrik günlerinde kaza etse,
teşrik tekbirlerini de söyler.
Teşrik günlerinden
önce kılamadığı bir namazı, teşrik günlerinde kaza eden kimse ise, teşrik
tekbirlerini getirmez.:
Keza, bir kimse,
teşrik günlerinde geçirmiş bulunduğu bir namazı, teşrik günlerinin halicinde
veya bir sonraki senenin teşrik günlerinin içinde kaza edecek olsa, yine teşrik
tekbirlerini söylemez,
Kadınlar ve
misafirler, teşrik günlerinde bir imâma uymuş olsalar, bu sebeple teşrik
tekbirleri onlara da vacip olur. Kadınlar, teşrik tekbirlerini gizlice
söylerler.
Keza, mesbuk olan bir
kimseye de, kazaya kalan rek'atlerini tamamladıktan sonra, teşrik tekbirlerini
söylemek vacip olur.
Bir imâm, teşrik
tekbirlerini terk edecek olsa, muktedî bundan söyler ve imâma bakar; eğer imâm
bir şey yapacak olursa, tekbiri keser. Çünkü, bu tekbir de, binayı kesen şeylerdendir.
Mescitten çıkmak, kasden konuşmak ve abdesti bozmak gibi... Tebyîn'-de de
böyledir.
İmâm, namazdan sonra
ve tekbirden önce abdestini bozduğu zaman, esahh olan bu tekbiri getirir.
Abdest almak için çıkmaz. Hufitâsa'da da böyledir. [89]
Küsûf Namazı Güneş tutulduğu zaman kılman namaz)
sünnettir. Zehıyre'de de böyledir.
Küsûf namazının
cemaatle kılınacağı hususunda görüş birliği vardır.
Küsüf namazının nasıl
kılınacağı hususunda ise ihtilaf vardır Bizim âlimlerimiz : «Küsûf namazı iki
rek'attir. fler iki rek'atinde de, diğer namazlarda olduğu gibi bir rükû' iki
secde vardır. Küsûf namazını kılan kimse, bu namazda dilediğini okuyabilir.»
demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Küsûf namazının her
iki rek'atinde de, kıraati uzunca okumak efdaldir. Kâfî'de de böyledir.
Küsûf namazında sonra,
güneş tamamen açılana kadar dua etmek de efdaldir. Sirâcü'l - Vehhâc'da
da.böyledir.
Kıraati uzatıp, duayı
kısa yapmak veya duayı uzatıp, namazı kısa kılmak da caizdir. Bunlardan biri
uzatılırsa, diğeri kısa tutulur. Cevheretü'n - Neyyire'de de böylbdir.
tt Küsûf namazını,
cemaatle, ancak cum'a namazını kıldıran imânı kıldırabilir; başkası
kıldıranıaz.
Şemsü'l - Binime
Halvânî : «Cum'a ve bayram namazını kıldıran imâm bulunmaz ise, bu durumda
cemaat, tek tek, mescitlerinde bu namazı kılarlar. Ancak, cum'a ve bayram
namazlarını kıldıran büyük bir imâm bulunur ve bu kimselere izin verip
emrederse, bu durumda bu kimseler, kendi mescitlerinde ve kendi İmamları ile
birlikte bu namazı cemaatle kılabilirler.» demiştir.
Küsûf namazında, İmâm
Ebû Hanîfe'nin (R.A) kavline göre, açıktan okunmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Sahih olan da O'nun kavlidir. Muzmarât'ta da böyledir.
Bizim görüşümüze
(mezhebimize) göre, Küsûf namazında hutbe yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Namazgahlarda ve
camilerde küsûf namazı kılınabilir. Başka bir yerde kılınması da caizdir.
Fakat, efdal olan birinci kavildir.
Bu namazı, insanlar
evlerinde teker teker kılmış olsalar, bu da caiz olur. Bir araya toplanıp,
namaz kılmaksızm dua etmeleri de caizdir. Hızânetü'l - Müftîn'dc de böyledir.
Küsûf namazında, imâm
dua için minbere çıkmaz. Tatar-hâniyye'de de böyledir.
İmâm, bu duada
muhayyerdir. Dilerse oturur; yönünü kıbleye çevirir ve böyle dua eder; dilerse
ayağa kalkıp yönünü kıbleye döner ve böyle dua eder; dilerse de, yönünü cemaate
dönerek dua eder
Cemaat ise, imâmın
ettiği duaya «âmin» der.
Şemsü'l - Eimme
Halvânî : «... Bu güzeldir. Fakat, imâm kalkıp, bastonuna veya yayını dayanarak
dua ederse, önceki gibi, bu da gU-zel oîur.» demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Küsûf namazı, güneş
açılana kadar kıhnmamışsa, güneş açıldıktan sonra kılınmaz.
Şayet güneşin bir
kısmı açılmışsa, namaza başlanır. Eğer, bulut veya başka bir hâl, güneşi
gizlerse namaza devam edilir.
Güneş, tutulmuş olduğu
halde batarsa, dua bırakılır ve akşam namazı ile iştigal edilir.
Küsûf namazı ile
cenaze namazı bir araya gdirse, önce cenaze namazı kılınır.
Şayet güneş, namaz
kılmanın mekruh olduğu bir vakitte tutulursa, küsûf namazı kılınmaz.
Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir. [90]
Husuf (= ay tutulması)
namazı da, iki rek'at olarak kılınır. Serahsî'nin Muhryt'inde de böyledir.
Keza, korkular
şiddetlendiği; çok kuvvetli rüzgar estîiği; şiddetüi kar ve yağmur yağdığı;
güneşin kızarıp, gecenin çok karanlık olduğu; yaygın bir hastalık zuhur
ettiği; zelzele olduğu; yıldıranların düşmeye başladığı; yıldızların söndüğü
ve düşman korkusunun arttığrzamanlar da da iki rek'at namaz kılınır. Tebyîn'de
de böyledir.
Bedâi'de : «Bu
namazları, herkes kendi evinde kılar.» denilmiştir. [91]
İmâmı Azam Ebû Hanîfe
(R.A.) : «İsüskâ'da (=yağmur duasında) cemaatle kılınacak, sünnet bir namaz
yoktur.» demiştir. Hidâye'de de böyledir.
İstiska'da hutbe
okumak da yoktur. İstiska, ancak dua ve istiğfardır. Fakat, istiska'da namaz
kılmakta da bir beis yoktur. Ze-hıyre'de de böyledir.
İmâmı A'zam Ebû Hanife
(R.A.)'ye göre, istiska namazında, cübbeyi ters çevirmek de yoktur. Tebyîn'de
de böyledir.
Ebû Yûsuf ve İmâm
Muhanuned (R.A.) : «îstiska'da, cemaat,
imâmla birlikte çıkar ve iki rek'at namazı
imam, cemaatlf beraber, açıktan okumak suretiyle kılar.» denıişüerdir.
Muzmarât' ta da böyledir.
Bu namazda, birinci
rek'atte «Sebbihisme Rabbt kel - a'Iâ» sûresini, ikinci rek'atte de «Hel etâke
hadlsü'l - ğâsiyeh» suresini okumak
daha fedaidir. Aynî'de de böyledir.
îstiska namazından
sonra, ayakta olarak iki hutbe okunur. Hatip yönünü cemaate çevirir. Yerde
durur; minbere çıkmaz.
Hatip, iki hutbe
arasında biraz oturur. Fakat, hatip dilerse, tek bir hutbe de okuyabilir.
Cenâb-ı Hakka dua eder; teşbihte bulunur ve mü'min erkekler mü'min kadınlar
için istiğfarda bulunur. lîâ-tip- yayına dayanır; hutbe okumak için ileri
geçince, cubbesini ters çevirir. Bu, İmâm Muhanuned (R.A.) 'in kavlidir, fetva
da bu kavle göredir. Muzmarât'ta da böyledir.
Imâm'ın, cubbesini
ters çevirmesinin şekli : Eğer, imâmın üzerinde ridâ varsa ve bu ridâ dört
köşeli ise, imâm bunun altını üstüne, üstünü altına çevirir. Eğer ridâ,
nıüdevver t = yuvarlak) ise, imâm, bunun sağını soluna, solunu sağma çevirir.
Fakat, bu durumda cemaat, ridâlarım çevirmezler. Muhıyt'te, Kâfî'de, Sirâcü'l
Vehhâc'da ve Tuhfe'de de böyledir.
İmâm hutbeyi
bitirince, arkasını cemaate ve yönünü kıbleye döner. Hutbe'de de, duada da,
imâm, ayakta olarak; cemaat de oturdukları yerde dua ve istiğfarda bulunurlar.
Tekrar istiğfar ve tev-be ederler.
Dua esnasında,
ellerini semaya doğru kaldırırlar. Güzel olan budur. Fakat, ellerini bu duada
semaya doğru kaldırmasalar da olur. Şahadet parmaklan ile işaret etmek ve
böylece cemaatin ellerini kaldırmış olmaları da güzeldir. Çünkü, duada, sünnet
olan, elleri açmaktır. İMuzmarât'ta da böyeldir.
İstiskâ hutbesi
okunurken, cemaat susar ve hutbeyi din- * ler. Muhıyt'te de böyledir.
îstiska'da, imâmın
cemaatle birlikte, üst üate üç gün duaya çıkmaları müstehaptır. Zâd'da da
böyledir.
Ekseriyet, bu «üç gün
üst üste çıkma» yi nakletmemiştir.
İmâm, istiska duası
için, minbere çıkmaz.
Yağmur duasına çıkan
cemaat,.yaya olarak ve eski elbisalerini giyerek çıkarlar. Veya yıkanmış
elbiselerini veya yamalı elbiselerini giyerler. Bunları, Aziz ve Celil olan
AUahû Teâlâ'ya karşı tevazu', huşu ve tezellül maksadı ile yaparlar. Yağmur
duasına, boyunları büyük bir vaziyette çıkarlar. Ve, yağmur duasına çıkmadan
önce, sadaka dağıtılır. Zahîriyye'de de böyledir.
Tecrîd'de : «Cemaat,
yağmur duasına çıkmayacak olursa, imâm, onlara, çıkmalarım emreder. Cemaatın,
yağmur duasına, imâmdan izin almadan çıkmaları da caizdir.
Zimmîler,
müslümanÜarla birlikte, yağmur duasına çıkamazlar. 0 Şayet,, zimmîler kendi başlarına,
klişelerinde veya havraların da yağmur
duası yaparlar veya bu maksatla sahraya çıkarlarsa, bun mani olunmaz. Aynî'de de
böyledir.
Yağmur duası, ancak
derelerin bulunmadığı, nehirlerin olmadığı, kuyuların yok olduğu yerlerde
yapılır. Bunlar bulunur fakat ihtiyaca kafi gelmezse, yine yağmur duasına
çıkılabilir.
Fakat, dereleri,
nehirleri ve kuyuları bulunup, bunların ihtiyaca kafi geldiği yerlerde, yağmur
duasına çıkılmaz. Çünkü, yağmur duası, ancak şiddetli ihtiyaç ve zaruret
zamanlarında yapılır. Muhıyt'te de böyledir. [92]
Şüphesiz ki, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz zamanında, korku namazı meşru' idi. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre, korku namazının meşruiyeti, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz'den sonra da bakidir. Sahih olan da budur. Zâd'da da
böyledir.
Korku ziyadeleştiği
zaman, komutan cemaati ikiye böler. Bir kısmını düşmana karşı gönderir; bir
kısmını da arkasına alarak, namazı kıldırır. Kudûrî'de de böyledir.
Korkunun şiddetlenmesi
: Hep birlikte namaz kılmak istedikleri ve namazla iştigal ettikleri zaman,
düşmanın durumu görüp, birden hücum etmesinden korkulması halidir. Cevheretü'n
- Neyyi-re'de de böyledir.
Bir topluluk, bir
karartı görür ve onu düşman zannederek korku namazı kılarsa, sonra da bu
zamları doğru çıkarsa, namazları caiz olur. Fakat, zanlannın aksisi çıkarsa,
namazları caiz olmaz.
Ancak, birinci taife
nöbetten döndükten sonra ve henüz diğerleri namaz kılmakla iken ve gelenler
safları geçmedn durum açıklık kazanmış olursa, namaz kılmakta oLanîar,
namazlarını bina ederler. Müstahsen olan budur. Fethüİ - Kadîr'de de böyledir.
Bu hükümlerin tamamı,
cemaat hakkındadır. İmâma gelince, onun namazı her halinde caizdir. Çünkü,
onun namazım ifsad edecek bir şey bulunmamaktadır. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir. [93]
Eğer, imâm ve cemaat
seferi olur ve cemaat de imâmın arkasında namaz kılmak hususunda münazaa
etmezlerse, imâm, onları iki kısma böler. Bunlardan bir kısmına, düşmana karşı
çıkmalarını emreder. Diğer kısımla da, namazı tam olarak kılar.
Sonra, düşman
karşısında bulunanlardan birine, imâm olmasını emreder; o şahıs imâm olur ve
diğerleri ona uyarak namazlarını ^marnlarlar.
Eğer, cemaat «biz
seninle namaz kılacağız» diye münazaa ederlerse, yine, imâm cemaati ikiye
böler;, bir kısmını düşman karşısına gönderir ve kalan kısmı ile bir rek'af
namaz kılar. Sonra, o bölük düşman karşısına gider; diğerleri gelerek imâma uyarlar. Bunlar gelene kadar, imâm
oturup onları bekler. Ve onlarla da bir rek'at kılar. Teşehhüdü .okur ve selam
verir. Arkasında bulunanlar ise, selam vermezler. Ve kalkıp düşmana karşı
giderler. Sonra ilk gidenler gelirler, namazı kıldıkları yerde kıraatte
bulunmadan bir rek'at daha kılarlar ve oturup teşehhüdü okuyarak selam
verirler. Sonra da kalkıp düşmana karşı giderler Daha sonra, ikinci taife namazgaha gelir ve
okumadan ikinci rek'ati kaza ederler.
Eğer, hem imâm hem de
cemaat, mukîm ve namazda dört rek'- atli bir namazda, bu iki grubtan biri,
düşmana karşı gider; imâm da diğer grubla namaza başlar. Bu cemaat, imâmla
birlikte iki rek'at namaz kılar ve teşehhüdü okurlar. Sonra bu grub düşmanın
karşısına gider; düşmanın karşısındaki diğer topluluk gelir. İmâm, oturup,
onların gelmesini bekler. Bu gelen cemaatle de iki rek'at namaz kılar. Sonra
oturur, teşehhüdü okur ve selam verir.
Bu ikinci cemaat, selam vermeden kalkar ve düşmanın karşısına gider.
Sonra, ilk topluluk
gelir; kıraatsiz olarak iki rek'at namaz kılar; oturup teşehhüdü okur ve selam
verir. Sonra da düşmanın karşısına giderler.
Sonra da, ikinci
cemaat gelerek, kıraatle birlikte iki rek'at namaz kılarlar.
Eğer, imâm mukîm,
cemaatin de, bir kısmı mukim, bir kısmı misafir ise; bu durumda, misafir
olanlar da mukim gibidirler.
Eğer, imâm misafir,
cemaat ise mukîm olursa; bu iki topluluktan birincisi, imâmla birlikte bir
rek'at kıldıktan sonra düşman karşısına gider; ikinci topluluk gelir, onlar da
imâmla birlikte .bir rek'at kılarlar. Bu durumda imâm oturup selam verir. Sonra, birinci topluluk, namaz
kılınan yere gelir ve üç rek'ati kıraatsiz olarak kılar. Çünkü onlar
müdriktirler. Birinci topluluğun namazı tamam olunca, bunlar düşman karşısına
giderler ve ikinci topluluk, namaz kılman yere gelir Bunlar, kılacakları ilk rek"atte Fâtîhâ
ve sûre okurlar; diğer iki rek'atte ise, sadece Fâtihâ okurlar. Çünkü, bunlar
ınesbûkturlai*.
Eğer imâm misafir,
cemaatin de bir kısmı misafir, bir kısmı mukim olursa; imâm birinci grubîa bir
rek'at kılar. Bunlar ıdüş-mana karşı giderler. İkinci taife gelir. îmâm bir
rek'at de onlarla kılar. Misafir olanların, namazlarını tamamlamaları için,
birer rek'-aeleri kılar. Mukim olanların ise, namazlarını tamamlamaları için,
üçer rek'atleri kalır.
Sonra, bunlar düşman
karşısına giderler. Birinci topluluk namaz kılman yere geri gelir.
Bunların içinde
misafir olanlar, kıraatsiz olarak birer rekat daha kılarlar. Çünkü onlar
namazın başında müdrik idiler.
Mukim olanlar ise;
zahirü'r - rivayede, kıraatsiz olarak üç. rek'at kılarlar.
Birinci topluluk,
namazların tamamlayınca düşman karşısına gider. İkinci topluluk namaz kılınan
yere gelir. Bunlardan da misafir olanlar kıraatsiz olarak birer rek'at
kılarlar. Çünkü bunlar, namazın başlangıcında müdriktirler.
Mukim olanlar ise,
zahirü'r - rivayede kıraatsiz olarak, üç rek'at kılarlar.
Birinci topluluk
namazlarını tamamlayınca düşmanın karşısına
döner.
İkinci topluluk, namaz
kılınan yere gelir. Bunlardan misafir olanlar, birer rek'at kıraatle kılarlar.
Çünkü bunlar mesbukturlar.
Bunlardan mukim
olanlar da, üçer rek'at kılarlar. Bu durumda ilk kıldıkları rek'atte Fâtihâ ve
sûre okurlar. Çünkü bunlar mes-buk idiler. Diğer iki rek'ati ise, bütün
rivayetlere göre sadece Fâtihâ okuyarak kılarlar.
Bu durumda, düşmanın
kıbleye karşı yönelmiş olması ile kıbleye arkasını dönmüş bulunması müsavidir.
Muhıyt'te de böyledir.
Mukim olan bir imâm,
dört rek'atli bir farzı kıldırırken birinci topluluk imâmla bir rek'at kılsa ve
düşman karşısına gitse; sonra ikinci topluluk gelip, imâmla bir rek'at kılsa ve
düşman karşısına gitse; sonra birinci topluluk tekrar gelse ve imâmla bir
rek'at daha kılıp düşman karşısına gitse; sonra da ikinci topluluk tekrar
gelip, imâmla birlikte
bir rek'at daha kıisa ve yine düşman karşısına gitse; burtlann hepsinin de
namazları fesade gider.
Bunun aslı : Düşman
karşısına dönüşler, yerinde olmadığı zaman, namazı bozarlar. Düşmanın
karşısına, yerinde çıkılması ise, namazı bozmaz. Buna göre, komutan, şayet
onları dört kısma bölmüş olur ve her toplulukla bir rek'at kılarsa; birinci
topluluğun ve ikinci topluluğun namazları tasid olur. Üçüncü ve dördüncü toplulukların
namazları ise sahih olur.
Eğer, ikinci topluluk
döner, üçüncü ve dördüncü rek'atleri kı-raaısiz kılar; ilk rek'atı kıraatle
kılar ve oturup selam verirse, namazı sahih olur.
Keza, dördüncü kafile
döner de, üç rek'atı da kıraatle kılar, 'bir rek'ati Fatiha ve sûre ile kılıp
oturur; sonra kalkar, bir rek'ati daha Fâtihâ ve sûre ile kılar oturmaz; sonra
da üçüncü rek'ati sadece Fatiha okuyarak kılıp, oturur ve selam verirse namazı
sahih olur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bu durumda, kendi
takımının haricindeki bir takıma dahil olmuş olan kimse hakkındaki hüküm,
sonradan girmiş bulunduğu takımın hükmü
gibidir. Ancak, bu kimsenin, kendisinin dahil olduğu topluluktan ayrıldıktan
sonra, bu yeni topluluğa girmiş olması gerekir.
Bir kimse, Öğle
namazını birinci toplulukla iki rek'at kılar ve bu topluluk düşman karşısına
döndüğü halde o şahıs, üçüncü rek'atı kuana kadar geride kalır ve sonra
düşmanın karşısına dönerse, aamazi, sahih olur. Çünkü o, her ne kadar ikinci
kısma dahil olmuşsa da, kendi topluluğundan ayrılmış olduğu için— onlardan
sayılmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Akşam namazında, imâm,
birinci topluluk ile iki rek'at kılar. İkinci taife ile ise bir rek'at kılar.
Hata etse de birinci
topluluk ile bir rek'at kıisa ve onlar dönse; ikinci taife ile de bir rek'at
kıisa, onlarda dönseler, sonra birinci taife ile bir rek'at daha kıisa, birinci
taifenin namazı fasid olur; ikinci taifenin namazı ise caiz olur.
Bunlar iki rek'at daha
kaza ederler. Bu rek'atlerin birinde kıraatte bulunurlar, diğerinde ise
okumazlar.
Şayet akşam namazında,
imam, cemaatı üç bölük yapmış olsa da her birine bis?er rek'at kıldırsa,
birinci topluluğun namazı fasid ölür. İkinci ve üçüncü taifelerin namazları ise
caiz olur.
Bu durumda ikinci
topluluk, iki rek'at kaza eder ve ikinci rek'ati kıraatsiz olarak kılar.
Üçüncü topluluk da,
iki rek'at kaza eder ve ikisinde de kıraatte bulunur. Cevheretü'n - Neyyire'de
de böyledir.
Korku, (düşmandan
olsun, vahşî hayvanlardan olsun müsavidir.
Korku, namazı
kısaltmayı gerektirmez. Korku, ancak o namazda yürümeyi mubah kılar.
Muzmarât'ta da böyledir.
Namaz halinde kıtal yapılmaz.
Namaz içinde kıtal yapan kimsenin namazı batıl olur. Çünkü kıtal, namaz
amelinden değildir.
Keza, korku namazı
kılan bir kimse, düşman karşısından dönerken, hayvanına binmiş olsa, namazı
batıl olur. Cevheretü'n - Neyyî-re'de de böyledir.
Bu kimsenin, düşman
karşısından dönüşünün, kıbleden düşman tarafına olması ile, düşmandan kıble
istikametine olması müsavidir.
Yürüyerek veya denizde
yüzerek namaz kılınmaz. Muzmarât'ta da böyledir.
Eğer, yaya olarak
düşmandan, kaçarken, namaz vakti girer ve namaz kılmak için, durma imkanı
olmazsa, bize göre, bu durumdaki bir kimse namaz kılamaz; namazını te'hir
eder.
Korku naraazmda
yanılan kimse, sehiv secdelerini yapar. Mu-hiyt'te de böyledir.
Şayet harp şiddetlenir
ve korku artarsa, müslümanlar, namazlarını, bineklerinin üzerinde tek tek imâ
ile kılarlar. Kıbleye dönme imkanı olmazsa, istedikleri cihete yönelerek imâ
ile, rükû' ve .secde yaparlar. HSdâye'de de böyledir.
Bu durumda, harb çok
şiddetlenir; düşmanlar hayvanlarından inerek, ınüsiümanları namaz kılmaya
bırakmazlarsa, onlar da savaşa devam edip, düşmana hücum ederler. Cevheretü'n -
Neyyire'-de de böyledir.
Binüi olarak cemaatla
namaz kılınmaz, ancak, imâm ve muktedî
ayni hayvanda olurlarsa, imâma uymak sahih olur.
İmâ ile kılınan namaz,
vaktinin içinde olsun, dışında olsun, özür zail olup gidince yeniden kılınmaz.
Yürüyen kimse, rükû ve
secde etmeye güç yetiremez ise, imâ ile namaz kılar.
Binili olan kimse,
eğer düşmanı arıyorsa, hayvan üzerinde namaz kılamaz. Şayet düşman tarafından
aranmakta ise, hayvan üzerinde namaz kılmasında bir beis yoktur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bize göre, yerde kılma
imkânı olan her durumda, binilî oîarak namaz kılmak, namazı ifsad eder.
Muzmarât'ta da böyledir.
Korku namazı
kılınırken, düşmanın çekilip gitmesi gibi bir sebepten dolayı emniyet hali
hasıl olsa, bu, korku namazının, tamamlanması caiz olmaz. Bu namazı kılmakta
olanlar, kalan kısmını emniyet üzere tamamlarlar.
Düşman dönüp gittikten
sonra, —namaz kılanlardan— yönünü kıbleden çevirenlerin namazları fasid olur.
Düşman dönüp gitmeden
Önce, yönünü kıbleden —korku namazından dolayı ve namaz esnasında— döndüren
kimseler, düşman gittikten sonra da, namazlarının kalan kısımlarını, Önce
kıldıklarının üzerine bina ederler. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İmâm Mtıhammed (R.A.).
Ziyâdât isimli kitabında : «imâm, ve cemaat, mukim oldukları halde, öğle
namazını, korku namazı olarak kılarlarsa, imâm, cemaatten bir topluluğa iki
rekîat kıldırsa ve bunlar düşman karşısına gitseler, ancak içlerinden biri,
gitmeyip imâmın arkasında kaİsa, bu şahsın namazı fasid olmaz. Lâkin, bu
müstehap değildir.
Bu kimse, şayet imâmla
birlikte üçüncü rek'ati kıldıktan sun-ra, yaptığı işin kötülüğünü anlasa ve
üçüncü rek'atte veya dördüncü rek'atin ka'desinden önce kalkıp cepheye gitse,
namazı sahih olur.» demiştir.
Keza bu kimse, İmâmla
birlikte teşehhüd miktarı oturmadan, selamdan Önce, ayrılıp cepheye gitse,
yine namazı sahihtir.
Mukim olan bir imâmla,
öğle namazı kılmaya başlayan cemaat, seferi olmuş bulunsa; bunlar, bir rek'at
kılınca karşılarına düşman çıksa, namaz kılanlardan bir topluluk, ayrılıp
düşmanın karşısına çıkar. Diğer topluluk ise, imâmla beraber kalıp, namazlarına
devam ederler ve tamamlarlar.
Bu durumda, imâmla
birlikte namaz kılan topluluğun, namazlarının sahih olduğu ortadadır. İmâmdan
ayrılmış bulunan topluluğa gelince, şüphesiz ki bunlar, bir zaruretten dolayı
imâmdan ayrılmışlardır.
İmâm, mukim olan bir
cemaatle Öğle namazı kılmaya başladıktan sonra, karşılarına düşman çıksa, iki
rek'at kıldıktan sonra cemaatten bir topluluk ayrılıp, düşmana karşı çıkarsa,
bunların namazları bozulmaz. Fakat, bir rek'at "kılınca ayrılmış
olurlarsa, namazları bozulur.
Şayet, cemaat üç
rek'at kıldıktan sonra düşman karşılarına çıkarsa, cemaatten bir topluluk
düşmana karşı çıkmak için ayrılır. Bu fasıl kitap'ta zikrolunmamıştır. Ve
âlimlerin burada görüş ayrılıkları vardır. Bazıları : «Bu kimselerin,
namazları bozulmaz.» demişlerdir. Çünkü, bu durumda, imamla birlikte iki
rek'at kıldıktan sonra, imâm namazı bitirinceye kadar, onlar-da namazda
gibidirler. Bu sebeple, o topluluğun ayrılması daha evladır. Muhıyt'te de böyledir.
Korku namazı, cum'a ve
bayramlarda da caizdir. Sirâciy-ye'de de böyledir.
Bayram günü bir
şehirde, bir komutanın karşısına düşman çıksa, komutanda, bayram namazını, cemaatle
birlikte korku namazı olarak kılmayı murad etse, cemaati iki topluluğa ayırır.
Her topluluk ile bayram namazının bir rek'atini kılar. Eğer imâm (komutan),
İbn-i Mes'üd'un görüşünü biliyorsa, her iki topluluğun görüşü de, imâma
muhalif olsa bile, birinci topluluk, ona birinci rek'atte, ikinci topluluk
ise, ikinci rek'atte tabi olur,
Ancak, bunlar, imâmın,
sahabelerden hiç birinin kavlinde olmayan bir şeyi yapmakta olduğunu ve
dolayısı ile hata ettiğini kesin olarak bilirlerse, imâm namazı bitirdikten
sonra ikinci topluluk ayrılıp, düşman karşısına gider. Birinci topluluk
gelerek, ikinci rek'-atlerinî kıraatsiz olarak kaza ederler, imâmın okuyacağı
miktarda veyahut da ondan biraz az veya biraz fazla ayakta dururlar. Sonra,
ziyade tekbirleri alıp, imâmın yaptığı gibi yaparak, namazlarını tamamlarlar.
Ve düşman karşısına giderler.
ikinci topluluk gelir.
Ve birinci rek'ati okuyarak kaza ederler. Sonra da tekbirleri alırlar. Rivâyetü'z
Ziyâdât, Cami', Siyerü'I Kebîr, Vahidî, Rivayettin - Nevâdir'de de böyle
zikredilmiştir. Müstah-sen olan da budur.Muhît'te de böyledir. [94]
Ölüme yaklaşan bir
kimse, sağ yanı üzerine kıbleye karşı çevrilir. Bu bir sünnetttir. Hidâye'de de
böyledir.
Bu, ölmek üzere olan
kimseye, bir zahmet olmayacağı zamandadır. Eğer zahmet olacaksa, o şahıs hali
üzere terkedilir. Zâhİ-dî'de de böyledir.
Ölümün yaklaşmasının
alameti : Ölmek üzere olan kimsenin ayaklarım salıvermesi, onları dikememesi,
burnunun eğilmesi; gözle kulak arasının kararıp çökmesi; husyelerinin derisinin
çekilmesidir. Tebyîn'de de böyledir.
Yüzünün derisinin
çekilip toplanması, yüzünde teattufün görülmemesi de, ölümün yaklaşmasının
alamederindendir. Sİrâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Ölmek üzere olan
kimseye, şehadet kelimeleri telkin edilir.
Bu telkin şöyle
yapılır : Gargara halinden Ccan boğaza gelmeden) önce, halet-i nezi'de, o
kimsenin yanında, açıktan ve ona işittirecefc bir şekilde ; «Eşhedü enlâ ilahe
illallah ve eşhedü enne Mu-hammeden Resûlullâh» denilir.
Şehadet kelimesi, bu
kimsenin yanında tekrar edilir ve fakat: «Sen de söyle» denilmez. Söylemesi
için de İsrar edilmez. Çünkü, reddetme korkusu vardır. Bu kimse, keMme-i
şehadeti, bir defa söylerse, teükin .tekrarlanmaz; ancak başka bir söz
söylenebilir. Cevhe-retü'n - Neyyire'de de böyledir.
Bu telkin, bü-icmâ'
sünnettir. Fakat, bize göre, Zâhirii'r-rivayede, bir kimseye öldükten sonra
telkin yapılmaz. Aynî'de de böyledir.
Biz bu telkini,
ölürken ve defnedilirken söyleriz. Muzma-rât'ta da böyledir.
Telkin verene müstehap
olan, ölenin meserreti ile suçlu duruma düşmemesi ve önün iyiliğine
inananlardan olmasıdır. Sİrâ-cül - Vehhâc'da da böyledir.
«Ölümü- yaklaşan
kimseden, küfrü icabettiren sözler sadır olursa, o kimsenin küfrüne
hükmedilmez. Ve ona, müslüman muamelesi yapılır.» demişlerdir. Fethül -
Kadirde de böyledir,
Ifayırh ve salîh olan
kimselerin, ölmek üzere olan kimsenin yanında bulunmaları, rağbet edilen ve
güzel görülen bir şeydir, ölmek üzere olan kimsenin yanında, Ya-Sîn Sûresini
okumak müstehapür. îbn-i Emİrü'I - Hacc'm
Münyetü'I - Musallî Şerhİ'nde de böyledir.
ölüme hazır bulunan
kimsenin yanında, güzel koku bulundurulur. Zâhidî'de de böyledir.
ölüme yakın olan bir
kimsenin yanında, hayızlı ve cünüp kimselerin bulunmasında bir beis yoktur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse öldüğü
zaman, çeneleri bağlanır ve gözleri kapa-tiüır. Bu işi ailesi içinden en
merhametlisi, en suhûletli bir şekilde ve gücünün yettiği kadar mülayim bir
hareketle yapar. Ve, enliee bir bez parçası ile alt çenenin altından, başın
üstüne doğru, çenelerini bağlar. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Bu kimse, ölen şahsın
gözlerini kapatırken : «Bismillah. 'Alâmillet-i ResûİHlâh (S.Â.VJ » der. Ve :
«Allahümme yesslr aleyhi emrehû ve sehhffl aleyhi mâ ba'dehû ve esıdhü bi -
likâike ve'c'al mâ haraca Ueyhi hayran mirama haraca anhü» der. Tebyîn'de de
böyledir.
Bunların manası :
«Allah'ın adıyla. Resûlullâh'm milleti (— dini) üzere.» ve : «Allah'ım bunun
işini kolaylaştır. Bundan sonra da, buna kolaylık göster. Bunu, sana kavuşması sebebi
ile saîd eyle. Çıkıp vardığı o yeri, çıkıp gittiği bu yerden daha hayırlı
eyle.»
Bu kimse, ölen
kimsenin masfallarım ovalar, yumuşatır. Kollarını yanlarına uzatır.
Parmaklarını avuçlarına koyarak, ölünün parmaklarım açar ve uzatır. Uyluklarını
ve bacaklarını güzelce uzatır. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Ölen kimsenin üzerinde
olan elbiseleri çıkarmak, müste-haptır. Ve, bütün vücudunu kapatacak şekilde,
üzerine bir Örtü örtülür. Başındaki şahıs, ölen kimseyi, yüksekçe bir tahta
veya sedir üzerine uzatır. Yerin rutubetinin, ölen şahsa isabet etmemesi için
böyle yapılır. Odanın kokusu değiştirilir.
Ölünün başındaki
şahıs, ölen kimse şişmesin diye, karnının üzerine ya bir demir parçası veya
yaş toprak, çamur gibi bir şey koyar. Sirâcü'İ - Vehhâc'da da böyledir.
Ölen kimsenin,
akrabalarına ve komşularına ölmünü haber vermek müstehaptir. Böylece, onlar o
kimsenin, cenaze namazım kı-îanak ve ona dua ederek, hakkını eda etmiş olsunlar
diye... Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Bazı âlimler, bir şahsın
ölümünü ilan için, sokakta bağırmayı kerîh görmüşler; bazıları ise, bunda bir
beis görmemişlerdir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Ölünün borcunu ödemeye
ve onu borçtan kurtarmaya gayret göstermek müstehaptır.
Ölünün .teçhizine
hemen başlanır; bu te'hir edilmez. Eğer, bir kimse aniden Ölürse, ölümü iyice
anlaşılsın diye, bir müddet bekletilir. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Yıkanmcaya kadar,
ölünün yanında Kur'ân okumak mek-r'uhtur. Tebyîn'de de böyledir.
îmânı Muhammed CR.A.)
: «Ölen bir kadının karnındaki çocuk hareket ederse, o kadının karnı yarılır;
çocuk çıkartılır. Buna müsaade vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [95]
Ölüyü yıkamak,
dirilerin üzerine vacip olan bir haktır. Bu, sünnet ve icma-i ümmetle böyledir.
Nihâye'de de böyledir.
Fakat, bunu
insanlardan bir kısmı yaptığı zaman, diğerlerinden mes'ûlîyet düşer. Kâfî'de de
böyledir.
Vacip olan, ölüyü bir
defa yıkamaktır. Tekrar tekrar yıkanması ise sünnettir. Ölüyü bir defa
yıkamakla iktifa edilse veya ölü bir akar suya daldınlsa, bu da caiz olur.
Bedâi'de de böyledir.
Bize göre, ölü
yıkanmak istendiği zaman, iyice soyulur. Zâ-hîriyye'de de böyledir.
Üzerine ölü konulmadan
önce, teneşir tahtası buhurlanır. Teneşir tahtasının etrafı, bir veya üç
veyahut da beş defa tütsülenir; fazla tütsülenmez. Tebyîn'de ve Kenz Şerhi'nde
de böyledir.
Bilginlerimizin
bazılarına göre, ölüyü teneşir hatasına koymanın şekli şudur : Ölü, bu tahtaya
hastalık halinde olduğu gibi uzunlamasına konur. Sanki imâ ile namaz kılıyormuş
gibi uzatılır. Bazı âlimlerimiz ise : «Ölü, teneşir tahtasına kabre konuyormuş
gibi konur.» demişlerdir. Esahh oîan ise, hangi şekilde konması kolay oluyorsa,
o şekilde konmasıdır. Zahîrfyye'de de böyledir.
Ölüyü yıkayan
kimsenin, elini —bir bezle— örtmesi, müs-tehap olur. Böylece, bu el,
yıkayıcının yardımcılarından başka kimse tarafından görülmemiş olur. Sirâcü'l
- Vehhâc'da da böyledir.
Ölünün, göbeğinden
dizkapağma kadar olan yeri, bir bez ile örtülür. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Bu görüş sahihtir.
Mezhebin zahiri : Uyluklarından başka, galiz yerlerinin kapanmasıdır ve bu
sahihtir. Hidâye'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A)
ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) e göre : Ölüye istincâ yapılır. (Ön ve arka, avret
yerleri temizlenir.) Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
İstincâ'nın şekli :
Ölüyü yıkayan kimse, eline bir bez sarıp, onun. Önünü ve arkasını yıkar. Çünkü,
avret mahalline el sürmek, ona bakmak gibi haramdır. Cevheretü'n - Neyyire'de
de böyledir.
Ölüyü yıkayan kimse,
onun uyluklarına bakmaz. Keza, ölü bir kadını yıkamakta oüan bir kadın da, o
kadının uyluklarına ba-kamaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
bulunursa, o Ölüyü
yıkayan kimse, sonra ona namaz abdesti gibi abdest aldırır. Ancak, Ölü sabi
olur ve namaz kılmamakta çocuğa abdest aldırılmaz. Fetâvâyî Kâdihân'da da
böyledir.
Ölüyü yıkayan kimse,
onu ellerinden değil, yüzünden yıkamaya başlar. Muhıyt'te de böyledir.
Yıkamaya, ölüye göre,
onun sağ tarafından başlanır. Nitekim o sağlığında, sağ tarafından yıkamaya
başlardı. Ölüyü yıkayan, ona mazmaza ve istinşak yapmaz. (Ağzına, burnuna su
vermez.) Fe-tâvâyi Kâdîhân'da'da da böyledir.
Bazı âlimler : «Ölüyü
yıkayan kimse, parmağına ince bir bez sarar. Ve parmağanı ölünün ağzına
sokarak, onunla dişlerini, dudaklarını, dilini ve diş etlerini temizler, mesh
eder. Burun deliklerini de, öylece parmağını sokarak temizler. Zâhîriyye'de de
böyle-dh'.
Şemsu 1 - Binime
Halvânî : «Bu gün de, insanların yaptığı budur.» demiştir. Muhıyt'te de
böyledir.
Ölünün, başımn
nıeshedÜmesi hususunda görüş ayrılığı var ise de, sahih olan görüş, onun
başının da meshedilmesidir.
Ölüyü yıkayan kimse,
ayaklarını yıkamayı te'hir etmez. Teb-yîn'de de böyledir.
Bize göre, Ölüyü sıcak
su ile yıkamak efdaldir. Muhıyt'te de
böyledir.
Ölü yıkanacak su, sidr
(= bir nevi buhur) ile, çöğen ile kaynatılır. Şayet, bunlar yoksa, saf su
kaynatılır. Hidâye'de de böyledir.
Ölüyü yıkayan kimse,
onun başım ve sakalım hatmi (= güzel kokulu bir ot) ile yıkar. Bu yoksa, sabun
ve benzeri şeylerle yıkar. Çünkü, onJar da hatminin yaptığını yaparlar. Saçını
da, o kimsenin hayatta iken yıkadığı gibi yıkar. Tebyîn'de de böyledir.
Şayet, bunlar yoksa,
safi su kâfi gelir. Tahâvî Şerhi'nde'de boyledir.
Ölüyü yıkayan kimse,
sonra onu sol tarafına yatırır. Onu, su ve sidr ile, suyun her taraf ma
ulaştığım görene kadar yıkar.
Sonra sağ tarafına
yatırır; sol tarafında olduğu gibi, iyice yıkar. Çünkü sünnet olan, sağ
.taraftan başlamaktır.
Sonra, ölüyü
oturtarak, kendisine yaslar; yavaş yavaş karnını mesheder. Kefenini
pislendirmekten kaçınır. Şayet bir şey çıkarsa, onu temizler. Tekrar yıkamaz ve
tekrar abdest aldırmaz. Sonra da, kefenini ıslatmaması için, ölüyü bir havlu
ile kurular.
Ölünün saçı, sakalı
taranmaz; tırnağı kesilmez; etek ve koltuk tıraşı yapılmaz. Bıyığı
kısaltılmaz. Öldüğü zaman üzerinde ne varsa, öylece defnedilir. Serahsî'nin
Muhıyfînde de böyledir.
Şayet, ölünün kırık
tırnağı varsa, onun kopartılmasında bir beis yoktm*. Muhıyt'te de böyledir.
Akıntı olursa; ölünün
ağzının, yüzünün üzerine, önüne ve arkasına ve kulaklarına pamuk koymakta bir
beis yoktur. Tebyîn'de de böyledir.
Ölü, suyun içinde
bulunmuş, olsa bile, yine de yıkanır. Çünkü, yıkama emri, insana
yöneltilmiştir. Ancak, ölü sudan çıkarılırken, yıkama niyyeti ile, ileri? geri
hareket ettirilirse, yıkanmış sayılır, îlk durumda, bir insan fiili
bulunmuyordu; böyle hareket ettirilince mes'ele halledilmiş oldu. Tecnîs'de ve
Serahsî'nin Muhiyt'in-de de böyledir.
Ölü tefessüh edip,
bozulmuş olduğu için, el sürülmek imkanı olmazsa, üzerine su dökmek kafidir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Hüküm itibariyle,
kadın da erkek gibi yıkanır. Saçı ise, sağlığında olduğu gibi arkasına
salıverilmez. Tatarhânîyye'de böyledir.
Doğumdan sonra sesi
duyulan çocuğa isim verilir; yıkanır ve cenaze, namazı kılmir. Şayet çocuğun
sesi duyulmaz, onda birhayat alameti olmazsa, bir beze sarılır ve cenaze namazı
kılınmaz. Zahir olmayan rivayette : «Bu durumda ki de yıkanır.» denilmiştir.
Beğenilen de budur. Hidâye'de de böyledir.
İstihlâl : «Çocuğun,
sesi veya hareketi ile bilinen haldir. Şayet, ebe veya anne, çocuğun canlı
olduğuna şehâdet ederlerse, bu ikisinin şahidliği, o çocuğun cenaze namazının
kılınması hususunda makbuldür. Muzmerfit'ta da böyledir.
A'zası tam olmayan
düşük için, bil-iltifak, cenaze namazı kılınmaz. Muhtar olan rivayetlere göre
yıkanır; bir beze sarılarak defnedilir Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bedenin çoğu veya
yarısı ile beraber başı bulunursa yıkanır; kefenlenir ve üzerine cenaze namazı
kılınır. Muzmarâtta da böyledir.
Çok kısmının üzerine,
namaz kılınmış olan bedenin, geride kalan az kısmı da bulunsa, onun üzerine
namaz kılınmaz. İzah'da da böyledir.
Başsız olarak, yarısı
bulunan veya tam ortadan uzunlamasına parçalanmış olarak yansı bulunan bir
ceset yıkanmaz ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılıp, öylece defnedilir.
Muzmerât'-t'a da böyledir.
Bulunan cesedin,
müslüman mı, kâfir mi olduğu bilinmese; eğer, üzerinde müslüman sıması olur
veya islâm toprağında bulunursa yıkanır; aksi takdirde yıkanmaz. Mi'râcü'd -
DSrâye'de de böyledir.
Müslüman ölüleri,
kâfir ölüleri ile karışırsa,"eğer müslümafı ölülerin sünnet olmak, siyah
giyinmek gibi bir alametleri olur ve onunla tanınabilip, kafirden
ayıdediliyorlârsa, cenaze namazları kılınır. Böyle bir alamet olmadığı halde
ölülerin ekserisi müslüman-sa, hep birlikte üzerlerine cenaze namazı kılınır.
Namazda ve duada, müslüman niyyeti ile niyyet edilir ve müslümanlara ait
mezarlığa defnedilirler.
Şayet, çoğunluk kafir
ise, hiçbirinin cenaze namazı kılınmaz. Ancak yıkanırlar ve defnedilirler.
Ancak, müslümanlar gibi yıkanmazlar ve kefenlenmezler. Müşriklere ait
kabristana gömülürler.
Eğer, müslüman ve
kafir ölülerin sayıları eşitse, yine üzerlerine cenaze namazı kılınmaz.
Definleri hususunda ise görüş ayrılığı vardır. Bazıları : «Küffâr
mezarlığına», bazıları da : Müslümanlara ait kabristana defnedilir.» dediler.
Bazıları ise : «Yeni ve müstakil bir mezarlığa gömülürler.» dediler. Muzmarât
ta da böyledir.
Ebeveyninden biri ile
esir alınmış olan çocuk, ölmüş olur ve kendisi v%ya ebeveyninden birisi,
müslüman olduğunu itiraf etmişlerse, yıkanır. Büyük ana veya büyük baba ile
beraber esir alınmış bulunan esir çocuğun durumu hakkında ise ihtilaf vardır.
Fakat, çocuk tek
başına esir alınmış ve sonra da ölmüş bulunursa; bu çocuk yıkanır ve cenaze
namazı kılınır. Zâhidî'de de böyledir.
Gemide öimüş bulunan
bir kimse de, yıkanır, kefenlenir ve ağırlaş tırıl arak denize bırakılır.
Mİ'racü'd - Dirâye'de de böyledir.
Muharebe halinde iken,
öİdürüldükleri zaman, bağî'nin (= âdil hükümdaar karşı gelen kimsenin) ve yol
kesen kimsenin, ölüsü yıkanmaz ve cenaze namazı küınma*z.
Hükümdar veya komutan,
muharebeden el çektikten, kıtal bırakıldıktan sonra, bu kimselerden biri
öldürülmüş olursa, yıkanırlar ve cenaze namazları kılınır. Güzel olan ve büyük
âlimlerimizin.kabul etmiş bulundukları görüş budur.
Şehirlerde, geceleri
silahlan ile eşkiyalık yapanlar da yol kesiciler gibidirler. Zehıyre'de de
böyledir.
Münasip olan, cenazeyi
yıkayan kimsenin temiz olmasıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'cla da böyledir.
Cenazeyi yıkayan
kimsenin, cünüp, hayızlı veya kâfir olması da caizdir. Fakat bti, mekruh olur.
MVrâcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Ölüyü yıkayan
kimsenin, abdestsiz olması, ittifakla mekruh değildir.
Cenazeyi, insanlar
içinde ölüye akrabalık yönünden en yakın olan kimsenin yıkaması müstehaptır.
Şayet bu kimse, ölü
yıkamayı bilmezse, onu, emîn ve verâ sahibi bir kimse yıkamalıdır. Zâhidî'de
de böyledir,
Ölüyü yıkayan
kimsenin, doğru sözlü, yıkama işini iyi bilen, —ölüde— gördüğü körü halleri
gizleyen ve iyi halleri açıklayan bir kimse olması müstehaptır.
Ölüyü yıkayan kimse,
şayet onda yüzünün nurlanması, güzel bir koku hasıl olması ve benzerleri gibi,
mûcib-i hayret bir şey görürse; bunları diğer insanlara söylemesi müstehaptır.
Fakat, onda, yüzünün kararması, kötü koku hasıl olması, suretinin bozulması,
âzalarının değişmesi ve benzerleri gibi kötü haller görürse; bunları hiç bir
kimseye haber vermesi caiz olmaz. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Ancak, Ölü, hem bid'at
ehli hem de bid'ati açıktan yapan bir kimse ise, yıkayan kimsenin, onda gördüğü
hoşa gitmeyecek halleri, insanların, o bid'atten uzaklaşması niyyeti ile,
söylemesinde bir beis yoktur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Ölüden çıkan fena
kokuyu, onu yıkayan kimsenin ve yardımcısının duymaması için, onların yanma
buhardanlık veya güzel koku konulması müstehaptır. Cevheretü'n - Neyyire'de de
böyledir.
En efdal olan,
cenazeyi ücretsiz yıkamaktır.
Şayet, ölüyü yıkayan
gimsenin ücret istediğinde, ölüyü yıkayacak başka kimseler de bulunursa, ona
ücret vermek caiz olur. Yıkayacak başka kimse bulunmadığı zaman, ölüyü yıkayan
kimsenin ücret alması caiz olmaz. Zahîriyye'de de. böyledir
Erkek cenazeleri
erkekler, kadınları da kadınlar yıkarlar. Bunlardan biri diğerini yıkayamaz.
Ölü &üçük olur da,
henüz iştah ehlinden olmazsa, onu kadın yıkayabilir.
Keza, Ölü aynı durumda
küçük bir kız çocuğu ise, onu da erkeğin yıkaması caiz olur.
Zekeri kesilmiş ve
hayaları burulmuş olanlar da, erkek gibidirler.
Bir kadının, kendi
kocasını yıkaması caiz olur. Ancak, kocasının oğiu veya babası, kadını öpmek
suretiyle, aralarında beynûneti gerektiren bir hadise, kocasının ölümünden
sonra meydana geldiği zaman, bu kadının kocasını yıkaması caiz olmaz.
Bize göre; bir koca,
karısını yıkayamaz. Strâcü'I - Vehhâc'da tfo böyledir.
Bir koca, karışım
talâk-ı rlc'i üe boşadaktan sonra ölürse, kadın, iddetüi olduğu için kocasını
yıkayabilir. Serahsî'nin Muhryt'-İnde de böyledir
Eğer koca, kadının,
iddetinin sonuna doğru ölür ve öldükten sonra da kadının iddeti biterse, bu
durumda da, kadın kocasını yıkayabilir. Tahavî'de de böyledir.
Bu hususta asıl kaide
şudur : Sağ olmuş olsaydı, nikahı sebebi ile karısı ile cima' etmesi helâl
olan bir erkek öldüğü zaman, karısının bu kimseyi yıkaması helâldir.
Itâbîyye'den naklen Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Yahudi veya nasrânî
olan bir kadın da, müslüroauı kadın gibi, müslüman kocasını yıkayabilir. Ancak
bu, çok çirkin bir iş olur. Zâhîdî'de de böyledir.
Ölen bir kadım,
zaruret halinde, mahremi olan erkek teyemmüm eder. Fakat, erkek yabancı
olursa, eline bir bez sarar. Kollarına teyemmüm yaparken gözlerini kapar.
Keza, bir koca,
karısına teyemmüm yaptırırken gözlerini kapamaz. Kadının genç veya yaşlı
olması arasında bir fark yoktur. Fetâ-vâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin ümm-i
veledi, müdebbiresi, mükâtebesi veya cariyesi ölse, o kimse, bunlardan hiç
birisini yıkayamaz. Bunun ak-sî de böyledir.
Bir erkek, kadınlar
arasında öldüğünde, onu, rahm sahibi karışı veya cariyesi, eline bir bez
parçası sarmadan teyemmüm eder. Bunlardan biri de bulunmazsa, diğer kadınlardan
biri, eline bez sa rarak teyemmüm eder. Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Bir kimse, yolculuk
esnasında, kadınlar arasında ölse ve orada, bir de kafir erkek bulunsa;
kadınlar, bu kâfire, ölünün nasıl yıkanacağını öğretirler ve ölüyü yıkaymcaya
kadar, ölü ile onu baş başa bırakırlar.
Ancak, böyle bir kimse
bulunmaz fakat dokuz yaşından aşağı olmasına rağmen, ölü yıkamaya gücü yetecek
bir kız çocuğu bulunursa, ona, ölü yıkamayı öğretirler ve ölüyü yıkayana
kadar, ölü ile baş başa bırakırlar.
Yolculuk esnasında,
bir müslüman kadın, kafir kadınlar arasında ölse, aralarında bulunan dokuz
yaşından küçük bir erkek çocuğu, erkek hakkında söylediğimiz şekilde, bu kadını
yıkar. Muz-marât'ta da böyledir.
Bulûğ çağına yaklaşmış
olan bir hünsâ-i müşkül, hiç bir er-, keği veya hiç bir kadım yıkayamaz. Hiç
bir erkak veya hiç bir kadın da, hünsâ-i müşkil'i yıkayamaz. Hünsâ-i müşkîl,
ancak elbisesinin dışından teyemmüm edilir. Zâhidî'de de böyledir.
Velîsi müslüman olan
bir kafir ölürse, bu müslüman, onu yıkar, kefenler ve gömer. Ancak, onu pis bir
çamaşırı yıkadığı gibi yıkar ve onu bir beze sarar. Bir çukur kazar; sünnete
uygun olmayan şekilde kefenler. Lahdi olmayan o çukura koyar; atar. Hİdâye'-de
de böyledir.
Kâfir olan bir babaya,
müslüman oğlunun ölüsünü yıkamaması, başında durmaması ve o müslümanı,
müslümanlann yıkaması münasip olur. Nihâye'de de böyledir.
Yolculukta ölen bir
kimseye, yıkayacak su bulunmazsa, teyemmüm yapılır ve o kimsenin cenaze namazı
kılınır. Muhıyt'te deböyledir.
Bir kimse öldüğünde,
su bulunmadığı için, ona teyemmüm yapılsa ve cenaze namazı kılınsa; sonra da su
bulunsa, bu kimse tekrar yıkanır ve cenaze namazı tekrar kılınır. Bu, Ebû
Yûsuf (R.A.) 'un kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [96]
Ölüyü kefenlemek farz-3 kifâyedir. Fethü'l - Kadîr'de de
böyledir.
Erkek için kefenin
sünnet olan miktarı : İzâr, kamıys ve li-fâfedir. Zaruret halinde, —kamıys
bulunmadığı zaman izâr ve li-fâfe kafi gelir. Kenz'de de böyledir.
İzâr : Ölüyü, baştan
ayağa kadar örten bez parçasıdır. Lifâ-fe de izâr gibidir. Kamıys ise, boyundan
itibaren, ayağa kadar olan bez parçasıdır. Hidâye'de de böyledir.
Kamıys, yakasız,
telaşız ve kolsuzdur. Kâfi'de de böyledir.
Kefende imame (=
sarık) yoktur. Zahirü'r - rivâye budur. Fatva da buna göredir. Mütehhirîn, âlim
olan zatların kefenlenme-sinde, sarığı da güzel görmüşlerdir. «Bu âlimin
sarığının ucu, hayatında yaptığının aksine, yüzünün üzerine konur.» dediler.
Cevheretü'n - Neyyîre'de de böyledir.
Kadın için, kefenin
sünnet olan miktarı ise : Dır'izâr, hı-mâr, lifâfe ve hırkadır.
Hırka, göğüslerin
bağlandığı bez parçasına denir,
Zaruret halinde— kadın
için kafi gelen miktar ise : izâr, li-fafe ve himar'dır. Kenz'de de böyledir.
Hırkanın genişliği,
göğüsten göbeğe kadar olan yer kadardır. Aynî Kenz Şerhî'nde ve Tebyîn'de
böyledir.
Evla olan, hırkanın
göğüsten kalçaya kadar olmasıdır. Cev-heretü^n - Neyyire'de de böyledir.
Zaruret olmadıkça,
kadının kefenini iki parçaya, erkeğin kefenini de tek parçaya indirmek
mekruhtur. Aynî Kenz Şerfıi'nde de böyledir.
Murahik sabi (= bulûğ
çağına yaklaşmış erkek çocuk) kelen hususunda, büyük erkek gibidir.
Mürahika kız (= bulûğ
çağına yaklaşmış olan kız) ise, bâliğa kadın gibidir.
Bu durumda olmayan
erkek çocuğun, kefeninin en az miktarı, bir parça bez; kızın ki ise, iki parça
bezdir.- Tebyîn'de de böyledir.
Hunsâ olan şahıs ise,
ihtiyaten kadın gibi kefenlenir. Kefeninin ipekten olmasından, san boya ile
veya zâ'feranla boyanmasından kaçınılması icap eder. Cevheretü'n - Neyyire'de
de böyledir.
Erkeğin
kefenlenmesinde, sağlığında bayramlarda giydiği elbiseye bakılır. Yanî,
—değerce— onun misli ile kefenlenir..
Kadınların ise,
sağlığında, ana ve babasını ziyarete gittiği elbise nazar-ı itibare alınır.
Yani, — değerce— onun misli ile kefenienmesi evla olur. Zâhidî'de de böyledir.
Kefenin, çubuklu bir
kumaştan olmasında veya kitan ve kasb denilen kumaşlardan yapılmasında bir beis
yoktur. Kasb, yumuşak bir kumaştır.
Kadınların kefenleri
ipekten olabilir ve bir boya ile veya za'-feranla boyanabilir. Erkekler için
bunlar mekruhtur. Kefenin, en uygun olanı, beyaz olanıdır. Nihâye*de de
böyledir.
Kefenin, eski veya
yeni olması müsavidir. Cevheretü'n -
Neyyire'de de
böyledir.
Erkek için, sağlığında
giymesi mubah olan her şey, kefeninde de mubah olur. Hayatında mubah
olmayanlar ise, ölümden sonra, kefenlenmesinde de mubah değildir. Tahavî
Şerhi'nde de böyledir.
Ölen kimsenin, mali
çok ve veresesi az ise, onun, sünnet olan kefenle kefenienmesi daha evla olur.
Eğer, durum bunun aksi ise, kifayet miktarı bir kefenle kefenienmesi daha
evladır. Zahîriy-
ye'de de böyledir.
Kefen hakkında,
vereseler arasında ihtilaf çıktığı zaman; .yani vereselerden bazıları: «İki
kefen olsun», bazıları ise : «üç kefen olsun.» derse; sünnet oliduğu için, bu
cenaze üç kefenle kefenlenir. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Erkeğin kefenlenme
şekli : Önce lifafe serilir; üşürüne de izâr serilir. Sonra ölü, izânn üzerine
konur ve kamıys (gömlek) giydirilir. Başına, sakalına ve vücudunun diğer
yerlerine, hanut (denilen güzel bir koku) sürülür, Muhiyt'te de böyledir.
Erkeklerin kefenine,
zaferan ve vers (= güzel kokulu sarı bir ot) hariç, diğer güzel kokuların
sürülmesinde bir beis yoktur.
Öien erkeğin alnına;
burnunun, ellerinin, dizlerinin ve ayaklarının üzerine kâfur konur.
Sonra, izârm sol
tarafı, ölünün üzerine konur. Sonra da sağ tarafı ölünün üzerine atılır.
Lifâfe de" böyle
yapılır. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer, kefenin
açılacağından korkulursa, o, bir şeyle bağlanır. Serahsî'nin Muhiyt'finde de
böyîedir.
Kadının kefenlenmesine
gelince : Erkeklerde olduğu gibi, lifafe ve izâr serilir. Sonra, cenaze izâr
üzerine konur. Ve dır'ı (= gömleği) giydirilir. Saçı iki bölük yapılarak,
gömleğin üstünden göğsünün üzerine konur. Sonra da hımâr (= baş örtüsü)
örtülür.
Daha sonrada,
erkeklerde anlattığımız gibi, izâr ve lifâfe kapatılır. Daha sonra da, hırka
göğüslerinin üzerine, kefenin üstünden bağlanır. Muhiyt'te de böyledir. .
Kefenler, ölüye
sarılmadan önce, bir veya üç, veya beş, veyahut da yedi defa buhurlanır. Yedi
defadan fazla buhurlanmaz. Ve tek sayı ile buhurlanır.'Aynî'de de böyledir.
Ölü üç defa buhurlanır
:
1- Ruhu
çıktığı zaman, kerîh kokuyu gidermek için;
2- Yıkanırken;
3- Kefenlenirken.
Ölünün arkasından buhurlama yapılmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Ölüyü buhurlama da,
mahrem olanlarla, olmayanlar müsavidirler. Ancak, yüzlerini ve başlarım
örterler. Cariye de, hür kadın gibi buhurlama yapabilir. Muhıyt'te de böyledir.
Kefen, varsa—ölünün
şahsî malından yapılır. Ve kefen, borçlarından önce gelir. Kefen, Ölünün
vasiyyetınden ve veresenin malım taksim etmesinden de önce gelir. Ve bu
hallerde, sünnet miktarı kefen esas ahmr.
Ancak, bu kimse de;
rehin gibi, teslim etmemiş fakat satmış bulunduğu mal gibi, cinayet işleyen
köîe gibi, başkalarının hakkı olan bir şey varsa; bunlar biaynihi malmın
üzerine tealluk etmez, (Onun mali sayılmaz.) Tebyîn'de de böyledir.
Malı olmayan bir
kimsenin kefeni, nafakasının üzerine vacip olduğu kimseye aittir. Bu, îmânı
Muhammed (R.A.)fm kavlidir. İmâm Yûsuf (R.A.)'a göre ise, kefen, eğer kadın,
kendisine mal bi-rakmışsa, koca üzerine de vaciptir. Fetva'da bunun üzerinedir.
Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir koca, geride mal
bırakmadan ölür ve karısı da fakir-se, bil-icmâ', onun kefenini ,temin etmek,
kadına lazım gelmez. Muhıyt'te de böyledir.
Nafakası üzerine vacip
olan bir kimsesi bulunmayan, fakir bir kimse öldüğü zaman, kefeni, beytü'l -
mâl'den temin edilîr. Bey-cü'I - mâl'de de yoksa, o kimseyi müslümanlar
kefenler. Eğer bunlar da kefen almaktan aciz olurlarsa yani kefen almaya
güçleri yetmezse, bunu halktan isterler. Zâhîdî'tde de böyledir.
İtâbiyye'de : «... Bu
yolla da kefen bulunamazsa, bu cenaze yıkanıp üzeri otla Örtülüp defnedilir ve
cenaze namazı, mezarının üstünde kılınır.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir kimse, topluma ait.
bir mescidde Ölse, cemaatten birisi ayağa kalkar ve para toplar. Yapılan
harcamadan sonra, artan miktar olur ve bu paranın da küme ait olduğu
bilinmezse, o para ile de başka bir muhtaç kefenlenir. Paranın sahibi
bilinirse, iade edilir.
Kalan para ile kefen
alma imkânı olmaz ise, fakirlere tasadduk edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Eğer, bir ölünün
kefeni çalınırsa, malından ikinci bir kefen daha ahmr. Bu kimsenin malı taksim
edilmişse —vasiyyetinin verildiği kimselerle, alacaklıları hariç— vârisleri bu
kefeni alırlar.
Bu kimsenin terekesi,
(= bıraktığı mal) borcundan fazla değilse, alacaklıları da, henüz alacaklarını
almamış olurlarsa, önce kefen alınır. Fakat, alacaklılar alacaklarını
almışlarsa, onlardan hiç bir şey geri alınmaz. Eğer bu cenaze, kokmaya
başlarsa, bir tek kefene
sarılır.
Bir ölüyü, şahsî
hayvan yer de, kefeni kalmış olursa, bu kefen terekesine geri verilir. Bu
kefeni, bir başkası almış olursa veya bir yakını kendi öz malından bu şahsı
kefenlemiş bulunursa, bu kefen, kefenleyen kimseye geri verilir. Mirâcü'd -
Dirâye'de de böyledir. [97]
Cenazeyi, dönt erkeğin
taşıması sünnettir. EM'l - Mekârim'-in Nikâye Şerkâ'nde de böyledir.
Cenaze tabuta konduğu
zaman, dört tarafından, birerden dört kişinin tutarak taşımaları sünnettir.
Cevheretün - Neyyire'de de böyledir.
Cenaze taşımada,
birisi bizzat sünnet, diğeri de kemâl-i sünnet olmak üzere iki türlü sünnet
vardır.
Bizzat sünnet: Dört
kişinin, tabutu .dört tarafından tutup, her tarafından, birbirini takip ederek,
onar adım taşımasıdır. Bu sünnet, cemaatin tamamı hakkında tahakkuk eder.
Kemâl-i sünnef e
gelince, bu sünnet, ancak bir kişi hakkında tahakkuk eder. Bu kimse, cenazeyi
sağ ön taraftan başlayarak sağ omuzunun
üzerine ahr. Tatarhâfliyye'de de böyledir. Sonra, arka sağ taraftan, sağ
omuzunaahr; sonra sol ön taraftan sol omuzuna alır; daha sonra da arka sol
tarfatan, sol omuz üzerine alarak
cenazeyi —böylece-- taşır, Tebyîh'de de böyledir.
Yerin darlığı veya
buna benzer zaruretlerin dışında, cenazeyi biri önde biri arkada olmak üzere,
iki direğin arasında taşımak mekruhtur.
Tabutu el ile tutmada
veya omuz basma koymada bir beis yoktur. Tabut tahtasının yansını omuz başına,
yarısını da boyun köküne koymak mekruhtur. Tahâvî Şerhi'de de böyledir.
İstîcâbî : «Meme emen
veya sütten kesilmiş olan veyaljut da daha büyük bulunan bir çocuk öldüğü
zaman, onu, bir kişinin eîleri üzerinde taşımasında bir beis yoktur. Bu çocuğun
cenazesini, insanlar böylece sıra ile taşırlar. Bir vasıtaya binip, çocuğun
cenazesini elleri üzerine almalarında da bir beis yoktur. Fakat, çocuk büyük
olursa, cenazesi büyük adam gibi taşınır. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir.
Cenazeyi taşırken,
koşar gibi olmamakla beraber sür'atli yürümek lazımdır. Bu sür'atte ölçü,
cenaze saîianmıyacak şekilde yürümektir. Tebyîn'de de böyledir.
Cenaze içinde
yürüyenler arasında en ef dal olanlar, cenazenin arkasında yürüyenlerdir.
Cenazenin önünde yürümek de caizdir. Ancak, herkesten iteri gitmek ve
cenazeden uzakta yürümek mekruhtur. Cenazenin sağından ve solundan yürümek de
iyi değildir. Fethü'I - Kadîr'de de böyledir.
Cenaze götürülürken,
ölünün başı ön tarafta oiur. Mırana-rât'ta ta böyledir.
Ölen kimse, komşu,
akraba veya iyiliği şöhret bulmuş bir kimse ise, onun cenazesinin arkasından
gitmek, nafile ibadetten daha efdaldir. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir.
Cenazeye, bir şeye
binmiş olarak gitmekte bir beis yoktur. Fakat, yaya gitmek daha efdaîdlr.
Bir şeye binilıi
olarak, cenazenin peşinde giden kimsenm, onu geçmesi mekruhtur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir,
Cenazede feryat-
etmek, bağırmak, yaka-bağır yırtmak mekruhtur. Cenazede, ses çıkarmadan
ağlamakta bir sakınca olmamakla beraber, sabretmek daha efdaldir.
Tatarhâırfyye'de de böyledir.
Cenazenin ardından
ateş veya mum yakmak da doğru değildir. Bahrü'r Râik'ta da böyledir.
Kadınların, cenazeyi
takip etmek üzere çıkıp, onun peşinden gitmeleri uygun olmaz.
Cenazenin yanında
feryad-ü figan edilirse, bunu yapanlar azarlanır. Azarlanmasalar bile, bu hal
her hangi bir kimsenin cenazenin peşinden gitmesine mani olmaz. Bu cenazenin
peşinde gitmekte bir beis yoktur. Çünkü, cenazenin peşinden gitmek, sünnettir.
Başkasının bid'ati sebebi ile, sünnet terkedihnez.
Cenazede hazır
bulunup, onun peşinden gidecek olan kimseler den başka, hiçbir kimse, cenaze için
ayağa kalkmaz. îzâh'ta da böyledir.
Keza, cenaze, namaz
kılınan yere getirildiği zaman, orada cemaat bulunmakta ise, bazılarına göre,
burada oturanlar, cenaze, omuzlardan indirilip, musalla taşına konana kadar,
oturmazlar. Sahih plan kavil de budur. Fetâvâyi Kâdihân:da da böyledir.
Cenazenin arkasında
gidenlerin, üzerine düşen vazife susmaktır. Bunların, yüksek sesle Kur'ân
okumaları ve zikretmeleri mekruhtur. Tahâvî Şerhİ'nde de böyledir.
Cenazenin peşinden
giden bir kimse, Alalhû Teââ'yı zikretmek isterse, gizli ve sessiz olarak
zikreder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da bövledir.
böyledir.
Cenaze, kabre konmak
üzere yere konduğu zaman, cemaatin oturmasında beis yoktur. Ancak, cenaze
omuzlardan yere konmadan oturmak mekruhtur. Hulâsa'da da böyledir,
Bu durumda, en efdal
olan davranış, mezar toprakla dolana kadar oturmanıaktadır. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Cenaze, namazı
kıldırılmak üzere indirildiği! zaman, başı batıya, ayaklan doğuya doğru
gelecek- şekilde, kıbleye enlemesine konulur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Cenazeyi taşıtmak
için, ücretle adam tutmak caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [98]
Cenaze üzerine namaz
kılmak farz-ı hikâyedir. Erkek olsun, kadın olsun, insanlardan bir kısmı veya
sadece biri, cenaze namazını kılarsa, diğer insanlardan mesuliyet kalkar.
Şayet, hiç bir kimse bu cenazenin namazını kılmazsa, hepsi de günahkâr ölür. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Cenaze namazını, imâm,
yalnız başına da kılabilir. Çünkü, cenaze namazında cemaat şart değildir.
Nihâye'de de böyledir.
Cenaze namazının şartı
: Ölünün müslüman olması ve yıkanması mümkün olduğu müddetçe, temiz (=
yıkanmış) olmasıdır.
Ölü yıkanmadan
defnedilmiş olur ve bu sçbeple yıkanma imkânı olmazsa, cenaze namazı kabri
üzerine kılınır.
Bir cenaze için, yıkanmadan
önce namaz kılınmış sonradan da defnedilmiş bulunsa, birinci namaz fasid olduğu
için, bu cenazenin namazı yeniden kılınır. Tebyîn'de de böyledir.
Cenaze namazının
kılınması- için, Ölünün bulunduğu yerin, temiz olması şart değildir.
Muzmarât'ta da böyledir.
Büyük, küçük, erkek,
kadın, hür veya köle olsun, her müs-lümanın üzerine cenaze namazı kılınır.
Ancak, âdil hükümete karşı gelen kimselerle, yol kesen kimselerin ve bunlara
benzeyenlerin, cenaze namazları kılınmaz.
Doğum esnasında Ölen
çocuğun, eğer vücûdunun çoğu çıkmış ise, onun cenaze namazı kılınır. Eğer,
vücudunun azı çıkmışken ölürse, onun cenaze namazı kılınmaz. Tam yarısı çıkmış
olduğu zaman ölmüş olursa, ne yapılacağı hakkında kitapta bir şey söylenmemiştir.
Bunun da kıyas üzre olması gerekir ki, biz onu, yarısı mevcut olan bir Ölünün
cenaze namazının kılınması gerektiğine kıyas eder ve onun da cenaze namazı
kılınır, deriz. Bedfti'de de böyledir.
Küçük bir çocuk,
küffar memleketinde, bir müsliiman askerin eline geçse ve bu askerin yanında
ölse; elinde bulunduğu müs-lüman askere tabî olarak, onun cenaze namazı da
kılınır. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Ebû Yusuf (R.A.)
: «Bir şey çalarken öldürülen, hiç bir kimsenin, cenaze namazı kılınmaz.»
demiştir. İzahta da böyledir.
Hataen kendisini
öldüren bir kimsenin, cenazesi yıkanır ve namazı kılınır. Bunda ihtilaf yoktur.
Hataen kendisini öldürme : Bir kimsenin, düşmanı öldürmek için vurmak istediği
kılıcın, hataen kendisine değip, ölümüne sebep olması gibi bir haldir.
Zehıyre'-de de böyledir.
İmâmı Azam (R.A.) ve
İmâm Muhammed (R.A.) göre, kendisini, bile bile, kasden öldürmüş olan (=
intihar eden) kimselerin de cenaze namazları kılınır. Esahh olan görüş de
budur. Tebyîn'de de böyledir.
Kısas veya recm gibi.
bir hak sebebi ile silahla veya başka bir şeyle Öldürülen kimseler de
yıkanırlar ve cenaze namazları kı-Imir, Normal' ölülere yapılan muameleler ona
da yapılır. Zehıyre'de
de böyledir.
İmâmın (= deylet
başkanının) astığı kimseler hakkında, İmâm Ebu Hanife (R.A.)'den iki rivayet
vardır. Ebû Süleyman, İmâm-ı Azam {R.A.)'m : «O kimsenin cenaze namazı
kılınmaz.» dediğini rivayet etmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İnsanlar içinde,
cenaze namazını kıldırmaya en evla olan, eğer-orada hazır ise devlet
başkanıdır. Şayet devlet başkanı hazır değilse, kadı'nin, o da yoksa emniyet
amirinin; o da bulunmazsa, mescidin imamının ve o da yoksa, ölünün en yakın
arkabasınm, ölünün cenaze namazını kıldırması evlâdır. Ekseni'I - Mütün'da da
böyledir.
Hasan'm rivayet
ettiğine göre, İmâm-ı A'zam Öbû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur : «îmâm (~
devlet reisi) = halife) orada bulunuyorsa, en evlası, cenaze namazım onun
kıkhrmasidir. Şayet, o yoksa, sırası ile şehrin imâmı vali - kaymakam), o da yoksa kadı, emniyet
âmiri, mescidin imâmı, ölünün en yakın, akrabası cenaze namazını kıldırır.»
Âlimlerimizin çoğu bu kavli almışlardır. Ktfâye'de, Nihâye'de, MTrâcü'd -
Dirâye'de de İnftye'de de böyledir.
Yakınlık, asabelik
sırasına göredir. Baba ise, bu sıralamadan müstesnadır. Çünkü bir kimsenin
babası, —bu hususta oğlundan önce gelir. Hızânetü'l - Müftm'de de böyledir.
«Bu kavil, İmâm
Muhammed (R.A.)'in kavlidir.» denilmiştir. Ve, diğer iki imâmıza göre, «—Bu
hususta da— oğul, babadan daha evladır.» denilmiştir. Gerçekten, hepsinin de
kavilleri sahihtir. Tebyîn'de de böyledir.
Kadınlar ve küçük
çocuklar, cenaze namazı kıldıramazlar. Cenaze namazı kıldırma hususunda yakın
akrabalar, uzak olan akrabalardan önde gelir.
Fakat, yakın akraba
hazır bulunmaz ve onun gelmesinin beklenmesi halinde vakit geçecekse, bu
durumda, uzak olan akrabanın, cenaze namazını kıldırması evlâ olur. Bu durumda,
bir kimse, ölünün yakın akrabasına bir yazı yazıp onu çağırmaya kalkarsa, uzak
olan akraba o şahsa mani olabilir.
Şehirde bulunan bir
hasta, hasta olmayan kimse gibidir. Dilerse cenaze namazını kıldırmak için öne
geçer. Uzak akraba hasta olan o yakın akrabaya mâni olamaz.
Akrabaların yakınlık
dereceleri müsavi olursa, cenazeyi yaşça büyük olanların kıldırması daha evlâ
ve daha uygundur.
Her yönden aynı
derecede bulunan, iki akrabadan biri, diğerinin izni olmadan, bir başka kimseyi
—cenaze namazını kıldırması için— öne geçiremez. Eğer, her ikiside, öne birer
adam geçirmiş olurlarsa, öne geçirilen kimselerden hangisi yaşli ise, cenazeyi
onun kıldırması evlâdır. Cevheretü'n - NeyySre'de de böyledir.
Kübrâ'da : «Ölü,
sağlığında bir şahsın, cenaze namazını kıldırmasını vasiyyet etmiş oüsa; bu
vasiyyeti batıldır, geçersizdir.» denilmiştir. Fetva da bunun üzerinedir.
Muzmarât'ta da böyledir.
Bir köle ölse de,
cenaze namazım kıldırmak hususunda, bu kölenin efendisi, babası ve oğlu
arasında ihtilâf çıksa; kölenin baba-s> ve oğlu hür olsalar bile, cenaze
namazını kıldırmakta efendisi hak sahibidir. Namazı, o kıldırır. Fetva bunun
üzerinedir. Muzmarât'ta da böyledir.
Bize göre, ölümle vuslat
sona ermiş olduğu için, kocanın vekalet hakkı yoktur. Câmiu's - Sağtr'de de
böyledir.
Şayet ölen bir
kadının, başka bir yakını yoksa, onun cenazesini, kocasının kaldırması
evlâdır. Sonra komşusunun, sonra da yabancıların, bu kadının cenazesini kaldırma
haklan vardır. Teb-yîn'de de böyledir.
0 Bir kadın ölmüş olsa
ve o kadının kocası ve âkil bir oğlu bulunsa; velayet hakkı, kocasının değil,
oğlunundur. Fakat, bu durumda, oğlanın, babasının önüne geçmesi mekruh olur.
Münasip olan, babasını Öne geçirmesidir. Şayet, bu kadının oğlu, başka kocasından
ise, onun öne geçip, cenaze namazım kıldırmasında bir beis yoktur. Çünkü, bu
durumda onun kıldırması, daha uygundur. Ve bu çocuğun, anasının kocasına ta'zim
etmesi lazım gelmez, Bedai'de de böyledir.
Bir ölü üzerine, bir
defadan başka cenaze namazı kılınmaz. Çünkü, cenaze namazında nafile meşru*
değildir. îzâh'da da böyledir.
Bir Ölünün cenaze
namazını, devlet reisi, vali, kadı veya mescidin imâmı kıldirmışsa, ölünün
yakını yeniden cenaze namazı kılamaz, kıMıramaz. Çünkü, bunlar, bu cenaze
namazını kıldırmaya, kendisinden daha lâyıktırlar. Fakat, bunlardan başka bir
kimse bu cenazenin namazını kıldirmışsa, ölünün yakını bu namazı iade edebilir.
Hulâsa da da böyledir.
Bir cenazenin
namazını, ölen kimsenin yakını küdırmışsa, bundan sonra başka birinin de* bu
ölü için cenaze namazı kıldırması caiz olmaz. Ancak, devlet başkanı bu kimsenin
cenaze namazını kıldırmayı nıurad ederse, küdırabilir. Çünkü o, hak yönünden,
velfden öncedir.
Bir Ölünün cenaze
namazını, bir yakını kıldırmış olsa, aynı derecede olan diğer yakınlarının,
yeniden cenaze namazı kıldırma hakları yoktur. Cevheretü'n - Keyyîre'de de
böyledir.
Şayet cenaze namazını,
cenazenin velisinden başka bir kimse veya devlet başkanı kıldırmış olsa, velî
dilerse bu namazı yenicen kıldırır. Hîidâye'de de böyledir,
Bir kimse, cenaze
namazım kıldırsa, ölünün velisi de, bu imâmın arkasında olsa; fakat bu kimsenin
namazı kıldırmasına gönlü olmasa; eğer imâma uyup, onunla beraber bu namazı
kılarsa, kılınan bu namaz caiz olur. Ve, velî bu namazı iade ermez.Şayet,
cenaze namazım kıldıran imâm, abdes.tsiz olsa, bu cenaze namazım iade eder.
Eğer, imâm abdestli,
fakat cemaat âbdestsiz ise, imâmın namazı sahih olur; cenaze namazı iade
edilmez. Hulâsa'da da böyledir.
Ölünün hasta olan
akrabası, oturduğu yerde, cemaat ise ayakta olduğu halde namaz kıldırmış olsa,
bu namaz caiz olur.
Bir kimse, başka bir
yerde ölse, sonra da ehli gelip, onu kendi beldelerine götürseler; eğer daha
önce hükümdarın veya kadı'nın emri ile, bu cenazenin namazı kıhnmişsa, yeniden
kılınmaz. Fetâvâ-yi Kâdîhân'da da böyledir.
Cenaze, akşam vakti
hazırlanmış olsa, önce akşam namazının farzı kılınır. Ancak, cenaze namazı,
akşam namazının sünnetine takdim edilir. Yani, cenaze namazı, akşam namazının
sünnetinden önce kılınır. Gtmye'de de böyledir.
Bir şeye- binili bir
durumda cenaze namazı kılınmaz. Mu-hıyt'te de böyledir.
Hakikî ve hükmî
temizlik, kıbleye yönelmek, avret yerlerini örtmek ve niyyet etmek gibi, diğer
namazlarda olan şartlacenaze namazında da vardır.
Diğer namazların
sıhhati için gerekli olan şartlar, cenaze namazı için de gereklidir. Bedai'de
de böyledir.
Cenaze namazında imâm
ye cemaat niyyet ederler. Cemaat: «Kıbleye dönülü olduğum halde, imâma uydum ve
Allah'a ibâdet kasdi ile bu farzı edâ ötmeye niyyet ettim.» der. İmâmın, kalbi
ile cenaze namazını kılmayı kasdetmiş olması da niyyet olarak sahih olur.
Muktedî'nin, sadece «imâma uydum» demesi de caiz olur. Muz-marât'ta da
böyledir.
Cenazenin hazır olması
ve imâmın önüne konmuş bulunması da, cenaze namazının şartlarmdandır. Hazırda
olmayan veya bir hayvan üzerinde bulunan cenazeye namaz kılmak sahih oÜmaz.
Nehrü'l - Fâık'ta da böyledir.
Kadınlarla aynı hizada
bulunma hali* hariç, diğer namazları bozan şevler, cenaze namazını da bozarlar.
Zâhidî'de de böyledir.
Cenaze namazında,
cemaat, yedi kişi olduğu zaman üç saf olurlar : Bunlardan biri, imâm olarak öne
geçer; üçü onun arkasına, ikisi de bunların arkasına, diğer biri ise, en arkaya
dururlar. Tatar-hâniyye'de de böyledir.
Cenaze, ister kadın,
ister erkek olsun; imâm, namazını kıldırırken, o Ölünün göksü hizasına durur.
En güzeli budur. Ancak, başka.bir hizaya durmuş olsa bile, kıldırdığı namaz,
caiz olur. [99]
Cenaze namazı, dört
tekbirle kılınır. Bu tekbirlerden birisi terk edilmiş olsa, namaz caiz olmaz.
Kâfî'de de böyledir.
Cenaze namazı kılacak
kimse, iftitâh tekbirini alır ve süb-haneke'yi okur. Sonra bir tekbir daha
alır. Peygamber fS.A.VJ Efendimize salat okur; sonra bir tekbir daha alır. Ölü
için ve bütün müs-lümanlar İçin dua eder.
Cenaze namazında
okunması mecburi olan bir dua yoktur. Pey-yamber (S.A.V.) Efendimiz'in, cenaze
namazında şöyle dua buyurduğu rivayet olunmuştur. (= Ey Allah'ım!... Şağ
olanlarımızı/ölü bulunanlarımızı; hazır olanlarımızı, gaib bulunanımızı;
küçüğümüzü, büyüğümüzü, erkeğimizi, kadınımızı bağışla.
Ey Allah'ım!... Bizden
kimi yaşatırsan, müslüman olarak yaşat. Ve bizden kimi de öldürürsen, onu da
imân üzere öMür.)
Ölen küçük bir çocuk
ise, İmâmı A zam (R.A.) 'in, onun cenazesini kılarken, şöyle dua ettiği
rivayet olunmuştur:
(= Ey Alah'im!... Bunu, bizim için önde
gönderilmiş bir hayır kıl.
Ey Allah'ım!.1.. Bunu,
bizim için, ebedî bir azık, bir menfaat kıl.
Ey Allah'ım!... Bunu,
bizim için, şefaati kabul edilen bir şefaatçi kıl.)
Bu duaları güzelce
bilen kimseler, bunları okur. Şayet bunları iyice bilmiyorsa» bildiği başka
duaları okur ve sonra dördüncü tekbiri alır. Sonra da iki tarafına selam
verir.
Dördüncü tekbirden
sonra ve selamdan Önce, hiç bir dua okunmaz. Cami' Şerbi'nde de böyledir.
Mezhebin zahiri de budur, Kâfî'de de böyledir.
Cenaze namazı kıldıran
kimse, tekbirler hariç, diğerlerini içinden okur. Tebyîn'de de böyledir.
Cenaze namazında
Kur'an okunmaz. Ancak, Fâtiha'nm dua niyyeti ile okunmasında bir beis yoktur. Fakat,
Fâtiha'nın da Kur'an rayyeti ile —cenaze namazında— okunması caiz olmaz.
Çünkü, cenaze namazı dua yeridir; kıraat mahalli değildir. Serahsî'nin
Mu-hıyt'inde de böyledir.
Cenaze namazında,
iftitah tekbirinden başka tekbirlerde, el kaldırılmaz. Aynî'de de böyledir.
Bu hususlarda, imâm ile cemaat arasında bir
fark yoktur. Kâfî'de de böyledir.
îki tarafa selam
verirken, —selamda— cenazeye riiyyet edilmez. Ancak, sağ tarafa selam
verilirken, sağ tarafta bulunan cemaate, sol tarafa selam verilirken de, so]
tarafta bulunanlara -—selam vermeye— niyyet edilir. Sirâcü'l - VeJıhacMa da
böyledir.
Şayet, imâm, —cenaze
namazında— beş defa 'tekbir alsa, muktedî ona tabi olmaz. O halde, ne
yapar İmâm Ebû Hanîfe (R. A.) 'den
rivayet edildiğine göre, o kimse, bekler ve imâmla birlikte selam verir. Sahih
olan budur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Cenaze namazında, imâm
birinci tekbiri aldıktan sonra bir şahıs gelse; bu şâhıs, imâm1 ikinci tekbiri
alana kadar bekler ve onunla birlikte tekbir alır. tmâm cenaze -namazını
bitirince de, mes-buk, yedşememis bulunduğu tekbiri, cenaze kaldırılmadan önce
alır. Bu, İmâmı A'zam Ebû Hanîfe CR.A.) ve İmâm Mıihammed (RA.)'in kavlidir.
tmâma; iki veya üç
tekbir aldıktan sonra yetişmiş olan kimse de, keza böyle yapar. Sirâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Cenaze namazına, imâm
dördüncü tekbiri alırken yetişen kimse, eğer imâm selâm vermemişse, Ebû Hanîfe
(R.A.)'den gelen bir rivayete göre, bu tekbirle namaza girmez. Esahh olan ise,
o kimse bu tekbirle, cenaze namazına girer. Fetva da buna göredir.
Muz-marât'ta da böyledir.
Bu şahıs, sonra,
cenaze kaldırılmadan önce, arka arkaya ûç defa tekbir alır; dua okumaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Cenaze namazında,
eller kaldırılmış olsa bilet omuzlara konmaz. Zahirü'r - rivâyede böyle
zikredilmiştir. Zâhîrîyye'de ise, «böyle' bir rivayet gelmemiştir.»
denilmiştir.
Bir kimse, imâmla
beraber bulunmasına rağmen, gaflet edip tekbir almaöuş olsa veya bu tekbirleri
sonradan almaya niyyet etse; bu kimse hemen tekbir alır. İmâmın ikinci tekbiri
almasını beklemez. Çünkü, âlimlerimizin kavillerine göre, o kimse gücü yettiği
müddetçe, imâma iştirak etmiş durumdadır. Kâdîhân'ın Camîmâmla birlikte iftitah
tekbirini almış olan kimse, ikinci ve üçüncü tekbirleri almamış bulunsa; onları
alır ve sonra da, imâmla birlikte dördüncü tekbiri ahr. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Sehven, üçüncü
tekbirden sonra selam vermiş bulunan bir imâm, dördüncü tekbiri alır ve yeniden
selam verir. TatarhânJyye'-de de böyledir.
Çok sayıda cenazenin
toplanmış olması halinde, imâm muhayyerdir, isterse, bunların namazlarını ayrı
ayrı kıldırır; isterse de, hepsine birden niyyet ederek bir cenaze namazı
kıldırır. Mî'râcü'd-Dirâye'de de böyledir.
Cenazelerin ne şekilde
konulacağı hususunda da, imâm serbesttir : İsterse onları, yan yana tek hizaya
kor ve kendisi de, onların en ef dal olanının önüne durur; isterse,
cenazeleri, kıble cihetine, bir biri arkasına kor ve bu durumda onları hayatta
iken imâmın arkasında nasıl durur idi iseler, o şekilde sıraya dizer. Yani, en
efdal-leri, imâma en yakın olur.
Cenazeler karışık
olursa, imâmın önüne erkekler konur. Onların arkasına erkek çocuklar, onların
arkasına da hünsalar ve onlar arkasına ise kadınlar konur. Kadınlardan sonra
da, mürâhik kızlar di zilir.
Cenazelerin hepsi de erkek
olursa, Hasan'ın Ebû Hanîfe XR.A.) '-den rivayet ettiğine göre, en ef dalleri
ve en yaşlıları öne konur.
Şayet, hür ve köle
cenazeleri bir araya gelmiş olursa, meşhur olan kavle göre, hürlerin cenazeleri
ön tarafa konulur. Fethül - Ka-dîr'de de böyledir.
İmâm, bir cenazenin
namazını kumaya başladıktan sonra, başka bir cenaze gelmiş olsa, imâm, ilk
cenazenin namazına devam eder. İkinci cenaze için ise, yeniden cenaze namazı
kıldırmaya başlar.
Ve, ikinci cenaze
imamının önüne konduğu zaman, ikinci defa tekbir alıp da, cenazelerin ikisine
birden niyyet etse, bu durumda alınmış bulunan bu tekbir de, birinci cenaze
için alınmış olur. An-; cak imâm, bu ikinci tekbiri alırken ikinci cenazeye
niyyet 'etmiş olursa, işte bu durumda, o ikinci tekbir, ikinci cenaze için
alınmış olur. Ve bu durumda imâm, birinci cenazenin namazından ayrılmış olur.
Sonradan başlamış bulunduğu, ikinci cenazenin namazını bitirdikten sonra,
birinci cenazenin namazımı yeniden kılar; Sîrâcü'l -Vehhâc'da da böyledir.
Cenaze namazı kıldırmakta
olan bir imâmın, abdesti bozulmuş olsa, yerine başkasmı geçirmesi caiz olur.
Sahih olan kavil budur. Zahîrîyye'de de böyledir.
Yıkanmadan veya cenaze
namazı kılınmadan defnedilmiş olan ölünün, kabri üzerine üç güne kadar cenaze
namazı kılmabiîir. Sahih olan kavle göre, bu zarurî olan bir takdir —sınırlama—
değildir. O cenazenin parçalandığı bilinmediği müddetçe» cenaze namazı
kılınır. Sirâdyye'de de böyledir.
Cenaze namazının,
namazgahta, açık bir yerde veya evde kılınması müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.
İçinde, cemaatin namaz
kıldığı mescitlerde, cenaze namazı kılmak mekruhtur.
Ölünün de, cemaatin de
beraberce mescidde bulunması; cenazenin dışarda ve cemaatin mescidin içinde
olması; imâmın, cemaatin bir kısmı ile mescidin dışında, cemaatin kalan
kısmının mescidin içinde olması; cenazenin, mescidin içinde, imâmla cemaatin
de, mescidin dışında olması hallerinin hepside müsavidir. Muhtar olan görüş
budur. Hulâsa da da böyledir.
Ancak, bu haller,
yağmur ve benzerî gibi bir öziir sebebi ile olursa, mekruh olmaz. Kâfî'de de
böyledir.
Yolda veya bir insana
ait olan arazide cenaze namazı kılmak mekruhtur. Muzmarât'ta da
böyledir,Cenaze namazı kılmak için Özel olarak yapılan bir mescîd-de cenaze
namazı kılmak mekruh olmaz. Tebym'de de böyledir.
Cenazenin peşinden
gidenlerin, namazı kılınmadan geri dönmeleri münasip olmaz. Namaz, kılındıktan
sonra da, ancak cenaze sahibinden izin alındıktan sonra dönülebilir. Fakat,
definden Önce veya sonra, cenaze sahibinden izin almadan dönmeye ruhsat vardır.
Muhiyt'te de böyledir. [100]
Ölüyü defnetmek,
farz-ı kifayedir. Sirâcüİ - Vehhâc'da da böyledir.
Sünnet olan mezar
şekli, lahiddir. Serahsî'nin Muhayt'inde de böyledir.
Lahdin şefcli : Mezar
kazılıp bittikten sonra, mezarın kıble cihetini biraz daha kazıp, ölüyü oraya
koymaktır. Muhıyt'te de böyledir.
Lahid, sanki tavanı
olan bir ev gibi yapılır. Babrü'r-Râık-
ta da böyledir.
Yeıyumuşak olduğu
zaman, şak yolu ile mezar yapmakta da bir beis yoktur. Fetâvâyî Kâdîhan'da da
böyledir.
Şıkkın şekli şudur :
Kabrin ortası, bir nehir gibi kazılır. îki tarafı kerpiç veya benzeri bir şeyle
Örülür. Cenaze oraya konularak, üzeri tavan gibi kapatılır. Mirâcü'd -
Dirâye'de de böyledir.
Kabrin derinliğinin,
erkeğin göğsüne kadar veya yaran boy kadar olması münasiptir. Aslında, kabir
ne kadar derin olursa, o kadar efdal olur. Cevheretü'n - Neyyire'de de
böyledir.
Hasan bin Ziyâd, İmâm
Ebû Hanîîe (R.A.) 'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir : «Kabrin uzunluğu,
—gömülecek— adamın uzunluğu kadardır; genişliği ise, yarım boydur.» Muzmarât'ta
da böyledir.
Şeyhü'İ - İmâm Ebû
Bekir Muhammed bin Fazl: «Yerin yumuşak olmasından dolayı, bizim beldemizde
tabut edinmek caizdir... Demirden tabut yapılmasında da bir beis yoktur. Ancak,
demir tabut içine toprak döşemek, cenazeye yalan yerleri çamurlamak ve lahid
yerini tutsun diye ölünün sağma ve soluna birer kerpiç koymak uygun olur.
Cenazeye dokunması halinde, lahde kiremit koymak mekruhtur.» demiştir.
Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.
Cenazeyi, fâsıklann
yerine defnetmek mekruhtur. Fethü'I - Ka-dîr'de de böyledir
Cenazeyi mezara
indiren kimselerin, kuvvetli, güvenilir ve iyi kimseler olması müstehaptir.
Tatarhânİyye'de de böyledir.
Bir kadının
cenazesini, rahm sahibi olan bir akrabasının indirmesi, diğer akrabaların
indirmesinden daha evladır. Uygun oîan budur. Ceyheretü'n - Neyyire'de de
böyledir.
Keza, mahrem olmayan
akrabanin (rahm sahibi), kadını kabre indirmesi de, yabancıların indirmesinden
daha evlâdır. Ancak, akrabasından kimse yoksa, kadını yabancıların kabre
indirmesinde de bir beis yoktur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Cenazeyi indirmek
için, hiç bir kadın kabre inmez. Serahsî-'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Cenaze, mezarın
kenarına indirilir ve mezarın kıblfe tarafına konur. Buradan da alınarak Lehda
konur. Mezara inip, yerine koymak üzere cenazeyi alan kimselerin yönleri
kıbleye doğru olur. Fethü'I - Kadîr'de de böyledir.
Cenazeyi lahda koyan
kimseler, bu esnada : «Bismillah ve alâ milleti Resûliîlah». (= Allah'ın adı
ile ve Allah Resûlü'nün milleti üzere —koyuyoruz.—0»derler. Mutunda da
böyledir.
Cenaze, sağ yanı
üzerine, kıbleye karşı konur. Kefenin bağlı yerleri çözülür. Mezar, kerpiç ve
kamışla tesfiye edilir; mezara kiremit konulmaz.
fCadm defnedilirken,
kabri kapatılır. Erkeğin kabri kapatılmaz; toprak dökülür. Toprağı elfe
dökmekte bir beis yoktur. Kabir, bütün imkanlar kullanılarak, toprak atihr ve
örtülür. Cevheretii'n - NeyyS-re'de de böyledir.
Kabre, bu kabir
kazılırken çıkmış olan topraktan daha fazla toj5rak atmak mekruhtur. Aynî'de
de böyledir.
Cenaze defnolunurken
hazır bulunan kimsenin, bu ölünün kabrine, avucunun dolusu ile, üç avuç
toprak atması müstehaptır. Toprak atan
kimsenin, ölünün baş ucunda durması ve birinci defa toprak atarken : «Minhâ
halaknâküm (^ Sizi topraktan yarattık)»; ' ikinci defa toprak atarken : «Ve
fihâ nü'ıydükum (= sizi toprağa
döndürürüz) » ve
üçüncü defa toprak atarken de : «ve minhâ nüh-ricüküm .târeten uhrâ (= Sizi
topraktan ikinci defa çıkarırız.) » lafızlarını okumak da müstehap olur.
Cenazeyi geceleyin
defnetmekte bir beis yoktur. Fakat imkan nisbetinde, cenaze gündüz
defnedîlmelidir. Sirâcül Vehhâc'da da böyledir.
Kabir, yerden bir
karış kadar, yukarı kaldırılır. DÖrtkÖşe yapılmaz. Çamurla sıvanmaz. Kireçle
badana edilmez. Kabrin üzerine su dökmekte bir beis yoktur. Kabrin üzerine ev
yapmak mekruhtur.
Kabrin üzerine
oturmak, uyumak, üzerinde cim'a etmek, üzerine abdest bozmak, bevletmek, mezar
üzerine yazı ile işaret etmek ve benzeri şeyler yapmak mekruhtur. Tebyîn'de de
böyledir.
0 Kabiiüer yıkıldığı
zaman, onları çamurla sıvamak veya yapmakta da bîr beis yoktur.
Tatarhâniyye'de de böyledir. Esahh olan budur. Fetva da buna göredir.
Cevâhirü'İ - Ahlâtî'de de böyledir.
Bir kimsenin,
sağlığında kendisi için kabir kazdırmasında bir beis yoktur. Bununla sevap
kazanır. Tatarhânİyye'de de böyledir.
Bir kimsenin kendisi
için kazmış olduğu mezara, bir başkasını gömmek isteseler, eğer mezar genişse,
bu kimseyi defn etmek mekruh olur. Fakat, mezar dar isef defnetmek caiz olur.
Ancak, önceki adama, mezarı kazma masrafım borçlanırlar ve Öderler.
Muz-marât'ta da böyledir.
îçinde iyi kimselerin
bulunduğu, kabristana defnedilmek en efdal olandır.
Ölü defnedildikten
sonra, kabrin başında, bir deve kesilip eti dağıtılacak kadar bir müddet oturup
Kur'an okumak ve ölü için dua etmek müstehap olur. Cevheretü'n - Neyyire'de de
böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.Ve
göre, kabrin yanında Kurban okumak mekruh değildir. Âlimlerimiz bu görüşü alıp,
kabul etmişlerdir.
Okunan Kur'an ölüye
fayda verir. Muhtar olan kavil budur. Muz-marât'ta da böyledir.
Kabrin üzerine mescit
veya başka bir bina yapmak mekruhtur. Sfcrâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Kabrin yanında sünnete
uygun olmayan bir şey yapmak; va-siyyet edilmemiş bir iş yapmak mekruhtur.
Ancak, kabir ziyareti
ve kabrin yanında ayakta durup dua etmek caizdir; mekruh değildir. Bahru'r -
RMkta da böyledir.
Zaruret olmadıkça, bir
kabre, iki veya üç cenaze koymak mekruhtur.
Zaruret halinde ise,
ihtiyaçtan dolayı kabrin kıble tarafına erkek, onun gerisine erkek çocuk, onun
gerisine hunsâ ve onun gerisine de kadın konur; araları da toprakla aynlır.
Serâhsî'nin Muhıyt'-inde de böyledir.
Eğer iki erkek bir
kabre konacaksa —zaruretten dolayı—, bunlardan efdal olan hangisi ise, o,
lahdin ön tarafına konur, Mu-hiyt'te de böyledir.
Keza, iki kadın bir
kabre defnolunacağı zaman da, bunlardan efdal olan, kabrin ön tarafına konur.
Tatarhaniyye'de de böyledir.
Bir cenaze tamamen
çürümüş, toprak olmuş ise, o kabre başka birini defnetmek, Jcabrin üzerine bir
şey ekmek ve bina yapmak caiz olur. Tebytu'de de böyledir.
Ölen veya öldürülen
kimseleri, Öldükleri yerin kabristanına defnetmek müstehaptır. Ancak, defin'den
Önce, cenazeyi bir veya iki mil mesafede bîr yere nakletmekte bir beis yoktur.
Hulâsa'da da böyledir.
Keza, bir kimse başka
bir memlekette Ölürse, onu öldüğü yerde defnetmek müstehaptır. Başka bir şehre
nakletmekte de bir beis yoktur. Ancak, defnedüdikten sonra, bir cenazeyi
çıkarmak münasip olmaz. Fakat, defnedilmiş olduğu yer zorla veya şuf'a yolu
ile alınmış olursa, bu cenaze kabirden çıkarılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir cenaze, başka bir kimsenin yerine ve yerin
sahibinin izni olmadan defnedilmiş olursa; bu durumda mal sahibi muhayyerdir
: isterse emreder ve cenazeyi çıkarttırır; dilerse o kabri düzleyip üzerinde
ziraat yapar. Tecnîş'de de böyledir.
Cenaze kıble tarafına
konmamış olsa; sol tarafı ürerine veya başı ayağının konacağı tarafa konmuş
bulunsa, eğer üzerine toprak atılıp mezar kapatılmışsa, geri açılmaz. Şayet
ölü lahde konmuş, kerpiçler örülmüş ve fakat kabir Örtülmemişse, kerpiçler
kaldırılır ve ölü sünnet olan şekilde konulıar. Tebyîn'de de böyledir.
Eğer kabre bir şey
düşer de, bundan kabir örtüldükten sonra haberdar olunursa; kabir açılıp,
düşen şey çıkartılır. Fetâvâyi Kâ-dîhân'da da böyledir.
«Kabre düşen şey, bir
dirhem miktarında bile olsa, —kabir acılır. —» demişlerdir. Bahrü'r - Râık'ta
da böyledir.
Kabristanın otunu
koparmak, odununu kesmek mekruhtur. Fakat bunlar kurumuş olursa, kesmekte,
koparmakta bir beis yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bize göre, kabristanda
ayakkabı ile yürümek mekruh değildir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
[101]
Ölü sahibine
ta'ziyette bulunmak güzeldir. Zahîrlyye'de de böyledir.
Hasan hin Ziyâd'ın şöyle
dediği rivayet olunmuştur : «Cenaze sahiplerine, bir defa ta2İyette bulunmak
kâfidir. İkinci defa ta-ziyette bulunmak münasip olmaz.» Muzmarât'ta da
böyledir.
Taziyenin vakti :
Ölümden itibaren üç gündür. Üç günden sonra taziyede bulunmak mekruhtur. Yalnız,
taziyede bulunan veya taziye edilen kimse gaib iseler; taziyenin üç günden
sonra olmasında da bir beis yoktur.
Taziyeyi definden önce
yapmak —şayet cenaze sahiplerinde, fer-yad-u figan yoksa— definden sonra
yapmaktan efdaldir. Yani, bir kimse cenaze sahipüerini sakin görürse, definden
Önce taziyede bulunur.
Ölünün bütün
akrabalarına taziyede bulunmak müstehaptır. Büyük olsun, küçük olsun; erkek
olsun, kadın olsun... Ancak, ölünün akrabası olan genç kadınlara, mahremi
olmayan kimseler tazi-yette bulunmazlar. Sîrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Taziyede bulunurken
şöyle demek müstehap olur
Ğaferallehü Teâlâ li
meyyitike ve tecâvez anhu. Ve teğmidehû bi rahmetilıî. Ve rezagake's-sabre alâ
musıybetihî. Ve âcereke alâ mevtihî.
Allahû Teâlâ, ölünüzü
bağışlasın; günahlarını affetsin. Ve ona rahmeti ile muamele etsin. Allahû
Teâlâ, onun ölümünden dolayı sana sabır versin. Ve, onun Ölümüne sabretmenden
dolayı, mükafatını artırsın.)
Taziyelerin en güzeli
Peygamber (S.A.VJ EfendibnKzin ta-zi-yesidir. Resûlullah (S.A.V.) şöyle derdi :
İnne lillahi mâ ehaze
ve lehü mâ a'tâ ve külle şey'in 'indehû
bi eceli'm-müsemmâ.
Şübhesiz, aldığı da
verdiği de Allah'ındır. Ecel'i müsemmâ
da onun yanındadır. —kimin ne zaman öleceğini, ancak O bilir.—)
Müslüman bir kinişe,
bir kâfire taziyede bulunurken :
'zamellâhü ecreke ve
ahsene 'azâeke
Allah, ameHiiıin
karşılığını büyük kılsın. Ve sana sabır versin.) der.
Bir kâfir de,
müslümana taziyede bulunurken :
Allah, sana sabır
versin ve ölünü bağışlasın.) der. Kafir : «A'zamellâhü ecreke» demez.
Bir kafir, diğer bir
kafire taziyede bulunurken :
(= Allah sana
sabır versin ve Ölünü
bağışlasın) der. Kafir : «A'zajneBahû ecreke» demez.
Bir kâfir, diğer bir
kâfire taziyede bulunurken :
Ahlefe'llaheu leyke ve
lâ nekasa 'adedeke. C= Allah, sana halef versin ve adedini eksiltmesin) der. Sirâ-cü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Ölüsü olan kimselerin,
insanların gelip taziyede bulunmaları için, bir evde veya bir mescidde
oturmalarında bir beis yoktur. Evin kapısında oturmak ise mekruhtur.
Acem memleketlerinde
olduğu gibi, bir sergi serip başına dikilerek Kur'an okumak ve para toplamak
kötülüğün en kötüsüdür. Zâhİrıyye'de de böyledir.
Hızânetü'l-Fetâvâ'da :
«Musibetten (bir yalanın ölmesinden) olayı, oturup üç gün bekleme hususunda
ruhsat vardır. Ancak, bunun terkedilmesi de daha evladır.» denilmiştir.
Ölünün ardından sesli
olarak ağlamak caiz değildir. Kalbin incelmiş, hassaslaşmış olmasından dolayı,
sessiz bir şekilde ağlamakta bir beis yoktur.
Bir yakını Ölmüş olan
erkeklerin, siyah elbise giymeleri ve onu .
taziye için yırtıp parçalamaları mekruhtur.
Kadınların ise, siyah
elbise giymelerinde bir beis yoktur. Ancak, bunların da, yüzlerini
karalamaları, yakalarını sırt maları, yüzlerini çizmeleri, saçlarını
yolmaları, başlarına toprak saçmaları, dizlerine ve bağırlanna vurarak
dövünmeleri, kabirlerin üzerine ateş yakmaları batıldır; cahüiyye
adetlerindendir ve boş bir,aldanmadır. Muzmarât'ta da böyledir.
Ölü sahipleri için,
komşularının yemek yapmalarında bir
beis yoktur. Tebyîn'de de böyledir.
Ölümü takip eden ilk
üç günde, ölü evinin yemek yedirmesi, ziyafet vermesi mubah değilidir.
Tatarhâniyye'de. de böyledir. [102]
Şehîd : Harbîler veya
bağîîer (= âdil devlet başkanına isyan edenler) veyahut da yol kesiciler
tarafından öldürülen kimse demektir.
Muharebe meydanında
yaralı olarak bulunan, gözlerinden veya kulaklarından kan gelen, içinden kan
gelen, vücudunda, yanma eseri bulunan, yaya veya binili olduğu halde düşman
hayvanları tarafından tepelenen, veya bunlar tarafından ışınlan veyahut da bu
hayvanların ön veya arka ayakları ile tepilen, yani saydığımız bu sebeplerden
dolayı veya hayvanına vurulmasından dolayı onun kaçması sebebi ile veya ona
mani olmak isterken düşüp ölen kimselerle, vurulup suya veya ateşe atılan,
surdan aşağı atılan, üzerine duvar yıkılarak öldürülen; düşmanlar tarafından,
başına ateş atılarak veya odun vurularak öldürülen veya suda boğularak
Öldürülen kimseler ,şehid$rler.
Bir müslümanın da suda
boğarak veya zulmen öldürdüğü fakat ölümü sebebi ile diyet vacip olmayan
kimseler de şehiddirler. Şehidin şer'î tarifi budur.
Keza, zımnî veya islâm
ülkesinde, eman'Ia bulunan bir kimsenin de, —yukardaki gibi— öldürdüğü
kimseler de şehirdirler. Ht-dâye Şerlü Aynîde de böyledir.
Sulh ve bir babanın
oğlunu öldürmesi sebebi ile, ölen kimseye diyet vacip olmuş olsa büe; o
kimsenin şehidliği düşmez. Çünkü, kısas vacip olmuş olmasına rağmen, sulh ve
şüphe sebebi ile bu kısas düşmüş olmaktadır. Kenz Şerht Aynî'de de böyledir.
Bir kimse, nefsini
veya malım kurtarmak veyahut da müs-lümanlan veya zımmîieri müdafaa etmek için
savaşırken, —demir, taş veya ağaçtan olan hangi âletle olursa olsun—
öldüriilürse, o kimse şehiddir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Düşman, ateş açarak
bir gemide bulunan müslümanlan yakmış olsa, ve bu ateş başka bir müslüman
gemisine sıçrayıp o gemide bulunanları da yaksa, bu gemilerde bulunup, yanarak
ölenlerin hepsi de şehiddir. Hulâsa'd a da böyledir. [103]
Şehidler yıkanmazlar
ve üzerlerine, bu durumda, cenaze namazı kılınır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Şehid, kam ve elbisesi
ile defnedilir. Kâfi'de de böyledir.
Şayet, şehidin
elbisesinde necaset bulunursa, bu yıkanır. Itâbiyye'de de böyledir.
Şehidin üzerinde
bulunan şeylerden, kefen hükmünde olmayan silah, 'vükan, deriden yapılmış
eşya, mestler ve giydiği başlık gibi şeyler çıkarılır. Şalvar, pantalon ve
benzeri gibi şeyler de çıkarılır. İmâm Muhammed (R.A.) ise bunu, Siyer'hıden
başka bir eserinde zikretmemiştir.
Şeyh Ebû Ca'fer el -
Hînduvânî : »Şalvar ve benzerini çıkarmak daha münasip ve daha uygundur.»
demiştir. Âlimlerimizin ekserisi de bunu uygun bulmuşlardır. Muhıyt'te de
böyledir.
Şehidin üzerinde
bulunan fazla elbiseler çıkarılış1; şayet noksan ise, fazlalaştırüarak kef ünnet
üzere tamamlanır. Kâfi'de de böyledir.
Ölü için yapıldığı
gibi, ^enid için de hanut (= bir nevî güzel koku) yapılır. Bahrü'r - Râık'
ta da böyledir.
Şehid, cünûp olarak
Ölmüşse; çocuk veya deli ise İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ye göre yıkanır. Tebyîn'de
de böyledir.
Keza, hayızlı veya
nifash iken öldürülen kadınlar da yıkanırlar. Kâfî'de de böyledir.
Ancak, kadın bir veya
iki gün kan gördükten sonra öldürülmüş olursa, bil-iemâ ' yıkanılmaz. Hidâye
Şerhi Aynî'de de böyledir.
Yaralandıktan sonra
yemek, içmek, uyumak, tedâvî olmak veya harp meydanından sağ olarak ayrılmak
gibi bir takım şeylerle, bir müddet vakit geçiren kimseler, bu müddet içinde hayatta
kalmış oldukları için— şehid hükmünde olmalarına rağmen, cenazeleri yıkanılır.
Bu durumdaki kimselere mürtes denir.
Savaş alanında
yaralanıp da, hayvanlar tepelemesin diye şehre taşman veya orada bulunan bir
çadır veya haymeye kaldırılan veya-hud da bir namaz vakti geçinceye kadar sağ
kalıp aklı başında yaşayan kimse de mürte&tir. Bu gibi kimselerin de cenazeleri
yıkanır. Hidâye'de de böyledir.
Harpde yaralanan bir
kimse, harbin sonunda alış veriş yapar veya çokça konuşursa, nıürtes sayılır.
Harp sona ermeden, bu kimseler mürtes sayılmazlar. Tebyîn'de de böyledir.
Savaşta yaralanan bir
kimse, dünyevî şeylerden biri ile va-siyyet ettikten sonra, şehid olursa, bu
şehidin cenazesi yıkanır.
Bir kimse, şehirde
öldürülür de, zulmen ölidürürüp öldürülmediği bilinmezse, cenazesi yıkanır ve
namazı kılınır. Kenz Şerhli Ay-nfde de böyledir.
Keza, yaralandıktan
sonra, yerinden kalkan veya başka tarafa dönen ve sonra şehid olan kimsenin de
cenazesi yıkanır. Hulâ-sa'da da böyledir.
Üzerlerinde kimse
bulunmadığı hatde, müşriklerin atUn ürküp, bir müslümam çiğnerse veya bir
müslünıamn kafire attığı bir şey diğer bir müslümana değerse, veya bir
müslümamn bindiği müşriklere ait bir hayvan kaçıp, müslümam üzerinden atarsa;
veya müslümanlar kaçar ve kafirler onları ateşe veya hendeğe düşmeye
zorlarlarsa; veya müslümanlar etraflarına çekilen tel Örgü üzerinde
"yürürlerse bu hallerin her biri sonucu ölen kimseler yıkanırlar. Buna,
İmâm Ebû Yusuf (R.A.) muhalefet etmiştir. Serahsî'nin Muhitinde de
böyledir.İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) 'ye göre, harbte, müslümanın bindiği at m
ayağı kayar da, o müslümam üzerinden atar ve Öldürürse, bu şahsm cenazesi
yıkanır.
Müslümanların
hayvanları,—müşrikler kasden ürkütmemelerine rağmen—, müşriklerin
bayraklarından ürküp kaçarlar ve sahiplerini üzerlerinden atarak öldürürlerse,
İmâmı A'zam (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) 'e göre, bunların cenazeleri
yıkanır.
Keza, müşriklerin
şehirlerinin etrafına çevirmiş oldukları surların üzerine çıkmış olan
müslümanlardan birinin ayağı kayıp, o surun üzerinden düşse ve ölse, yine
İnıâm-i A'zam (R.A.) ile İmâm Muhammed CR.A.) 'e göre bu şahsm cenazesi yıkanır.
Müslümanlar bozguna
uğrasa, sahibi üzerinde bulunan ve bir müslümana ait olan bir hayvan, başka bir
hayvanı süren veya çekmekte olan bir şahsı çiğnerek öldürse, o kimsenin de
cenazesi yıkanır.
Keza, harpte bir
duvarı delmekte iken, üzerlerine duvar yıkıhp ölen kimselerin de cenazeleri
yıkanır, imâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bunlar da yıkamazlar. Mulıryt'te de
böyledir.
İki topluluk bir
birlerini görseler ye fakat savaşmasalar, burada ölü olarak bulunmuş olan
müslüman, zulmen öldürüldüğü ve demirle öldürüldüğü bilinse dahi yıkanır.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Muharebe meydanında,
ölü olarak bulunan fakat kendisinde yara gibi, boğulmak gibi, vurma gibi, kan
çıkması gibi bir öldürme eseri bulunmayan kimse de şehid olmaz. Keza, harici
bir tesir olmadan, kendisinden burun kanı gibi. Ön ve arkadan çıkan kan gibi,
başından inerek ağzından çıkan kan gibi kan çıkmış plan kimseler de şehid
sayılmazlar Bedâî'de de böyledir.
Bu meselede aslolan
şudur : Bir kimse, harbîlerle, bağî-lerle veya yol kesenlerle savaşttiğı zaman,
düşman tarafından öldürülünce, Ölüm ister bil-fiil olsun, ister bir sebebe
bağlı bulunsun, bu kimse şehiddir. Ölümü düşmana izafe edilmeyen kimse ise, şehid
değildir. Mumyt'te de böyledir. [104]
Secdelerle ilgili
meseleler, şu asıllar üzerine bina edilmiştir:
Yerinde eda edilen
secde, niyyetsiz sahih olur.
Yerinde eda
edilemeyip, geçirilen secde ise niyystsiz sahih olmaz.
Yerinde eda edilmeyen
secde, kendisi ile arasında tam bir rek'-at boşluk bulunan secdedir.
Bir kimse, rek'atin veya
secdenin terkinde şüpheye düştüğü zaman, o kimse secde ile rek'atin arasını
cem'eder. Böylece, kesin bilgisi sebebi ile üzerinde bulunduğundan çıkmış olur.
Bu durumda, secdeyi rek'ate takdim eder; eğer rek'ati secdemin Önüne geçirirse,
o kimsenin namazı fasid olur.
Bir kimse, vacip iie
bid'at arasında tereddüt ederse, ihtiyaten secdeyi yapar. Bu kimse, bidatle
sünnet arasında tereddüt ederse, secdeyi terk eder.
Bir kimse, terk ettiği
secdelerle, eda ettiği secdelere ba-Jcar; hangisi az ise, ona itibar eder.
Çünkü, az olana itibar etmek daha kolaydır. Serahsi'nin Muhiyt'inde de
böyledir.
Sabah namazım kılan
bir kimse, namazın sonunda secdenin birini yapmadığını hatırlasa, bu kimsenin
secdeyi yapması, sonra teşehhüdü okuyup, selam vermesi ve sehvi için de secde
etmesi lazımdır.
Şayet, unuttuğu
secdenin, birinci rek'ate ait bir secde olduğunu bilirse, böyle olduğuna
rey'ide varsa, —bu secdeyi— kaza etmeye niyyet eder.
Şayet, bu secdenin
birinci rek'ate mi, ikinci rek'ate mi ait olduğunu bilemez ve bu husustaki
taharrisi (=araştırması) da bir netice vermezse veya ikinci rek'ate ait
olduğunu bilirse, kazaya niy eylemez.
Bu kimse, her
rek'attan birer secde olmak üzere, iki secde ter-ketmiş olduğunu hatırlasa veya
bu^ iki secdeyi de ikinci rek"atta terketmiş olduğunu bilse, bu kimse iki
secde yapar, teşehhüd okur ve sonra da sehivden dolayı secde eder.
Fakat, bu kimse, iki
secdeyi de birinci rek'attan terk etmiş olduğunu bilirse, bir rek'at daha
namaz kılar.
Bu kimse, terk etmiş
bulunduğu bu iki secdenin hangi rek'ate ait olduğunu bilmezse, birinci rek'atin
secdeleri diye niyyet eidip, iki secde yapar ve sonra bir rek'at daha namaz
kılar.
îmâma ikinci secdede
vetişmiş olan kimse, birinci rek'ata yeti-şememiş sayılır. Çünkü iki secde,
birinci rek'ati zımmına almış olur. Bu rivayetlerden biridir. Diğer bir
rivayette ise, ikinci rükû'u içine alır. Buna göre ise, o kimse birinci rek'ate
yetişmiş olur.
Bir kimse, bu
secdeleri hangi rek'atten terk ettiğini bilemezse, bu durumda iki secde yapar;
teşehhüdü okur; selam verir ve sonra kalkıp bir rek'at daha kılar; teşehhüdü
okur ve selam verir; sehvinden dolayı da secde eder.
Bir kimse, şayet üç
secde terk ettiğini hatırlarsa, bir secde edip kalkar; bir rek'at daha kılar;
sonra teşehhüdü okur; yapmış bulunduğu bu secdede kazaya niyyet etmez.
Bu kimse, dört secdeyi
terk ettiğini hatırlarsa, bu durumda iki secde yapar ve bir rivayete göre,
buna, önceki rükû'u da ilave eder. Diğer bir rivayete göre ise, hem ikinci
rükû'u iiave eder ve hem de ikinci rek'atı kılar. Hulâsa'da da böyledir.
Akşam namazını
kılmakta olan bir kimse, secdelerden birisini terk etmiş olsa, üzerinde olan
secdeye niyyet ederek bir secde yapar. Sonra teşehhüdü okur ve selam verir.
Daha sonra da sehiv secdesi yapar.
Akşam namazında iki
secdeyi terketmiş olan kimse, bunların, bir rek'atin secdesi mi, yoksa iki
rek'atin secdesi mi olduğunu bilemez ve araştırması da bir netice vermezse,
üzerinde bulunana ve kazaya kalmış olana niyyet ederek, iki secde yapar. Sonra
teşehhüdü okur ve bir rek'at daha kılar. Sonra, yine teşehhüdü okuyup, selam
verir ve sehiv secdelerini yapar. Bundan sonra da, teşehhüdü okuyarak selam
verip, namazını tamamlar.
Bu kimse, üç secde
terk etmiş olursa, yukarıda açıkladığımız gibi taharride bulunur (araştırır),
araştırmasından bir netice hasıl olmazsa, her secdenin arkasından müstahafckı
kadar oturarak, üç secde yapar. (Şayet, oturmazsa namazı bozulur.) Sonra kalkıp
bir rek'at namaz kılar ve oturup teşehhüdü okuduktan sonra selam verir.
Sehivden dolayı .da secde eder.
Akşam namazım kılmakta
olan kimse, şayet dört şedde terk etmiş olsa ve bunları iki -rek'atte mi yoksa
üç rek'atte mi terk ettiğini bilemese, her secde arasında müstahakkı kadar
oturarak iki secde eder. Sonra kalkıp bir rek'at namaz kılar ve oturup
teşehhüdü okuduktan sonra yine kalkarak bir rek'at daha kılar. Daha sonra
oturup, teşehhüdü okur; selam verir ve sehiv secdesi yapar.
Bu kimse, beş secde
terk etmiş olursa, bir secde eder ve ona bir secde daha katar. Sonra bir rek'at
namaz kılar; teşehhüdü okur ve sonra da üçüncü rek'ati kılar; teşehhüdü okur ve daha sonrada
sehiv secdesi yapar.
Şeyhü'l - İslâm
Hâzerzâde: «Bu, tek secde ile kayıtladığı rek'-aita niyyet edip, o rek'atin
rükû'una varana kadar olan zamandadır. Fakat, bir kimse secde ettiği halde
niyyet etmez ise, namazı fasid olur.» demiştir.
Dört rek'atli
namazların hükmü, iki rek'atli namazların hükmü gibidir. Bir secde, iki secde
veya üç secde terk edildiği zaman, üç rek'atli namazların hükmü gibi de olur.
ZâMttfyye'de de böyledir.
Bir kimse, dört secde
terk eder ve bunları nasıl! terk ettiğini bilmez ise, dört defa.secde eder. Her
secde arasında da farz miktarı oturur. (Şayet bunlardan birisini terk ederse, o
kimsenin namazı fasid olur.) Sonra, bu kimse, bir rek'at kılıp oturur;
teşehhüdü okur; sonra kalkıp bîr rek'at daha kılar. Oturup teşehhüdü okur;
selâm verir ve sehiv secdesi yapar.
Bir kimse, beş secde
terk etmiş olursa, üç secde yapar ve oturmaz. Sonra iki rek'at namaz kılar ve
her rek'atte ihtiyaten oturur.Bir kimse, eğer altı secde terk etmiş olursa,
iki secde yapar; oturmaz. İki rek'at daha kıldıktan sonra oturur. Sonra, bir
rek'at daha- kılar.
Yedi secde terk etmiş
olan kimse, bîr secde yapar ve sonra üç rek'at daha kılar. Bu, secde ile
kayıtlamış bulunduğu rek'ate niy yet etmiş olduğu zamandır. Eğer, nryyetsiz
olarak, unutarak secde eder ve sonra hatırlarsa, iki secde yapar. Bunlardan
birine, —birinci rek'ati katana kadar— üzerinde olan secdeye diye niyyet eder. İkinci secde ile de,
ikinci rek'ati niyyet eder. Böylece iki rek'at kılmış olur. Sonra üçüncü
rek'ati kılıp ve teşehhüdü okur ve daha sonra da dördüncü rek'ati kılarsa,
namazı caiz olur.
Bir kimse, sekiz
secdeyi de terk etmiş olsa, iki secde yapar ve kalkıp üç rek'at daha kılar.
Sabah namazını üç
rek'at kılan ve ikinci rek'atte oturma mış olan veya oturduğu, halde secdeyi
terk etmiş bulunan ve nasıl terk ettiğini de bilmeyen kimsenin kılmış olduğu bu
namaz fesada gider.
Şayet bu kimse, iki
secdeyi terk etmiş olursa, durumu hakkında iki kavil vardır. Bu kavilerden
esahh olanı ise, o kimsenin namazının fesada gitmiş olduğudur. Üç secdeyi terk
etmiş olan kimsenin durumu da böyledir.
Fakat, bu kimse, dört
secdeyi de terk etmiş olursa, namazı fesada gitmez, iki secde yapıp oturur ve
bir rek'at daha namaz ki-ar.
Öğle namazını beş
rek'at kılıp, secdelerden birini terk etmiş olan kimsenin namazı fasada gider.
Keza, bu kimse, iki, üç, dört veya beş secde terk etmiş olsa, yine namazı
fesada gider.
Bu kimse, şayet altı
secde terk: etmiş olsa, namazı fesada gitmez. Bu durumda, bu şahıs, öğle namazını
dört rek'at olarak kılıp, secdelerin dördünü terk etmiş olan kimse gibidir. —Ki
bu mevzu yukarıda geçmişti.
Bu kimse yedi secde
terk etmiş olursa, yine namazı bozulmaz. Bu kimse, üç secde yapar ve iki rek'at
daha namaz kılar.
Bu kimse, sekiz
secdeyi de terk etmiş olursa, iki secde yapar ve üç rek'at daha kılar.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Öğle namazım beş
rek'at kılan bu kimse eğer dokuz secdeyi terk etmiş olursa, bir secde yapar ve
bir rek'at namaz kılıp oturur. Bu oturuş sünnettir. Sonra iki rek'at daha kılar
ve müstahık-ki Kadar oturur.
Bu kimse, on seode
terk etmiş olsa, iki secde yapar ve sonra üç rek'at daha kılar. Sehvinden
dolayı da secde eder. Zahîriyye'dc de
böyledir.
Akşam namazını dört
rek'at kılmış olan kimsenin namazı fasid oJur. Bir kimsenin bu namazda; iki, üç
veya dört secdeyi ter-ketmiş olması halinde, iki kavil vardır.
Şayet, bir kimse, beş
secde terk etmiş olursa, namazı bozulmuş olmaz. Bu kimse, üç secde yapar ve bir
rek'at kılar.
Bu kimse, altı secdeyi
terk etmiş olursa, iki seode yapar ve sonra iki rek'at daha namaz kılar. Bu
hâl, akşam namazını üç rek'at kı-iıp iki secdeyi terk etmiş olan şahsın durumu
gibidir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir. [105]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
1/176.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/177.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/178.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/178.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/179.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/179.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/180-181.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/182-183.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/183-185.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/187-194.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/195-201.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
1/201-202.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/203.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/204-210.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/211-220.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/220.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/221-227.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/227-228.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/229-234.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/234.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/235-236.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/237-241.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/241.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/241-243.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/243.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/244-246.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/246.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/247-252.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/253.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/254.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/254-268.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/254-268.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/269-274.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/275-286.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/287-289.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/290-292.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/293-301.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/302-305.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/306-310.
[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/311-313.
[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/314-319.
[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/319-321.
[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/321-322.
[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/323.
[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/323-330.
[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/330-334.
[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/334-335.
[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/335-337.
[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/338-359.
[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/360-371.
[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/371-372.
[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/372-376.
[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/377-380.
[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/381-383.
[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/383.
[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/383.
[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/383.
[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/384.
[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
1/384.
[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/384.
[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/384-391.
[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/391-402.
[63] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/403-408.
[64] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/409-418.
[65] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/418-420.
[66] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/421-423.
[67] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/423-430.
[68] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/430-435.
[69] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/435-440.
[70] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/441-455.
[71] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/456.
[72] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/457-463.
[73] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/464.
[74] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/464-475.
[75] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/476-479.
[76] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/479-480.
[77] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/481.
[78] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/481-482.
[79] Buradaki zamandan kasıt,
eserin teiif-edildiği hicri 10 asırdır.
[80] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/482-488.
[81] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/488.
[82] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/488.
[83] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/488-496.
[84] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/497-504.
[85] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/504.
[86] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/504.
[87] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/504.
[88] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/504-505.
[89] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/505-506.
[90] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/507-508.
[91] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/508.
[92] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/509-510.
[93] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/511.
[94] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/511-518.
[95] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/519-521.
[96] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/522-529.
[97] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/530-533.
[98] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/534-536.
[99] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/537-542.
[100] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/542.546.
[101] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/547-551.
[102] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/551-553.
[103] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/554-555.
[104] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/555-557.
[105] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/558-562.