2.2.1. Bu Konuda Bazı Âlimlerin Görüşleri
2.2.2. Namazı Terkeden Hakkında Tartışma
2.23. İmam Şevkânî'nin İncelemesi
Öğle Namazım Geciktirmenin Sınırı
Bulutlu Günde İkindi Namazına Acele Etmek
Yatsı Namazını Sonraya Bırakmanın Müstehab Oluşu
Yatsıdan Önce Uyumak ve Yatsıdan Sonra Konuşmak
Sabah Namazım İlk Vaktinde Kılmaya Devam Etmenin Müstehab
Oluşu
2.5.6. Vaktin tçinde Bir Rek'atı Yetiştirmek
2.5.7. Uyku ve Unutmak Sebebi İle Namazı Terketmek
2.5.8. Namaz Kılınması Nehyedilen Vakitler
a- Sabah ve İkindiden Sonra Namaz Kılmak Hususunda
Fukaha'nın Görüşü
b-Güneş Doğarken, Batarken ve Tepede İken Namaz Kılmak
Hakkında Fukaha'mn Görüşü
c- Fecir Doğduktan
Sonra ve Sabah Namazından Önce Nafile Kümak
Kamet Getirilirken Nafile Kılmak
2.6. 3. Ezanın Meşru Oluşunun Sebebi
2.6.7. Ezan Okunurken Yapılacak Zikirler
İmâm Şafiî ve Şafiîler'in Bu Konudaki Görüşleri
2.6.8. Ezandan Sonra Dua Etmek
2.6.10. Müezzinde Bulunması Gereken Vasıflar
2.6.11. Vaktin Başında ve Vakit girmeden Ezan Okumak
2.6.12. Ezanla Kamet Arasında Fasıla Yapmak
2.6.13. Ezan Okuyan Kamet Yapar
2.6.14. Namaza Ne Zaman Kalkılır?
2.6.15. Ezandan Sonra Camiden Çıkmak
2.6.16. Geçmiş Namazlar İçin Ezan ve Kamet
2.6.17. Kadınların Ezan ve Kameti
2.6.18. Namaz Kılındıktan Sonra Camiye Girmek
2.6.19. Kametle Namaz Arasında Fasıla Vermek
2.6.20. Daimî Müezzinden Başkasının Ezan Okuması
2.6.21. Ezanda Olmayan Şeyi Ezana Eklemek
2.7.1. Vaktin Girdiğini Bilmek
2.7.2. Büyük ve Küçük Abdest Bozduktan Sonra Temizlik
2.73. Bedeni, Elbiseyi ve Namaz Kılacağı Yeri Görülen
Pisliklerden Temizlemek
2.7.1.1. Erkeklerin Avret Yerlerinin Sınırı
a- Bunların Avret Olmadığını Söyleyenlerin Delili:
b- Oyluğun Avret Olduğunu Söyleyenlerin Delilleri:
2.7.4.2. Kadınların Avret Yerinin Sınırı
a- Vacip Ve Müstehab Olan Elbise
2.7.5.1. Ka'be'yi Gören veya Görmeyenin Hükmü
2.7.5.2. Kıble Ne İle Bilinir?
2.7.53. Kıbleyi Bilmeyenin Hükmü
2.7.5.4. Kıbleye Dönmenin Gerekmediği Haller
3- Farz Namazda Ayakta Durmak.
Nafile Namazlarda Ayakta Durmak
Farzlarda Ayakta Durmaktan Aciz Kalmak
4- Farz ve Nafilelerin Her Rek'atinde Fatiha Okumak
Kırâeti Güzel Yapamayan Kimsenin Durumu
Rüku'dan Kalkmak ve Tam Dengeleninceye Kadar Doğrulmak
7- Son Oturuş ve Son Oturuşta "Et-tehiyyâtü"
Okuma
Teşehhüd Hakkındaki Rivayetlerin En Sağlamı
Birinci Selamın Vacip, ikincinin Müstehab Oluşu
Elleri Kaldırmanın İkinci ve Üçüncü Zamanı
Elleri Kaldırmanın Dördüncü Zamanı
c- El Kaldırma Sünnetinde Kadın ve Erkeklerin Eşit Olduğu
2.7.78.2. Sağ Eli Sol El Üzerine Koymak
2.7.8.3. Yönelme ve Açış Duası
Eûzü'nün Diğer Rek'âtlerde Değil Sadece Birinci Rek'âtle
Meşru Olduğu
Âminde İmama Uymanın Müstehab Olduğu
2.7.5.6. Fatiha'dan Sonra Kur'ân Okumak
2.7.5.6.1. Fatiha'dan Sonra Kur'ân Okumanın Nasıl Olacağı
2.7.5.6.b. Rasûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
Fatiha'dan Sonra Kur'ân Okumadaki Uygulaması
2.7.8.6.3. Rasûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Kur'ân Okuması
2.7.8.6.4. Kur'ân'ın Gizli ve Açık Okunacağı Yerler
2.7.8.6.5. Îmama Uyanın Kur'ân Okuması
2.7.8.9. Rüku'da Yapılacak Zikirler
2.7.8.10. Rüku'dan Kalkıp Doğrulduğunda Yapılacak
Zikirler
2.7.8.11. Secde'ye Varmanın ve Kalkmanın Şekli
2.7.5.13. Secde Miktarı ve Secdede Yapılan Zikirler
2.7.5.14.a. İki Secde Arasında Oturmanın Şeklî
2.7.5.14.b. İki Secde Arasında Dua
2.7.8.16- Teşehhüdde Oturmanın Şekli
Birinci Teşehhüdü Hafif Yapmanın Müstehab Olduğu
2.7.8.18.
Rasûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e Salavât Okumak
2.7.8.19. Teşehhüdden Sonra Selâmdan Önce Duâ Okumak
2.7.8.20. Selâmdan Sonra Zikr ve Dualar
2.8.2. Nafilelerin Evde Kılınmalarının Müstehab Olduğu
2.8.3. Nafilelerde
Rek'atin Çokluğu Değil Kıyamın Uzunluğu Efdâldir
2.8.4. Nafilelerde Oturarak Kılmanın Caîz Oluşu
2.8.5.3,1. Akşamdan Önce İki Rek'at
2.8.5.3.2. Yatsıdan Önceki İki Rek'at
2.8.5.4. Farz
Namazlarla Nafile Namazlar Arasını Bir Namaz Kılacak Kadar Ayırmanın Müstehab
c- Gece Sonunda Uyanamayacağmı Sanan Kimsenin Vitri Hemen
Kılması, Uyanabileceğin! Sanan Bir
Kimsenin ise Vitri Geciktirmesinin Müstehab Olduğu
e- Vitir Namazında Kur'ân Okumak
f- Vitir Namazında Kunut Okumak
h- Vitir Namazından Sonra Dua Okumak
ı- Bir Gecede İki Vitir Yoktur
d- Gece Namazının En Faziletli Vakti
e- Gece Namazlarının Rek'atlerinin Sayısı
2.8.5.7. Ramazan Gecelerinde Namaz Kılmak
a- Ramazan Gecelerinde Namaz Kılmanın Meşruiyeti
d- Teravih Namazında Kur'ân Okumak
2.8.5.9. İstihare (Hayır Dileme) Namazı
2.8.5.13. Küsuf (Güneş Tutulması) Namazı
2.8.5.15. Kur'ân Okuma (Tilavet) Secdesi
a- Kur'ân Okuma Secdesinin Fazileti
b- Kur'ân Okuma Secdesinin Hükmü
e- Kur'ân Okuma Secdesinde Dua Okumak
g- Secdelerin Üst Üste Gelmesi
2.8.5.17. Yanılma (Sehiv) Secdesi
a- Yanılma Secdesinin Yapılışı
b- Yanılma Secdesinin Yapılacağı Yerler
2.9.2. Kadınların Mescidlerde Cemaate Hazır
Bulunmalarının Caiz Oluşu ve Evlerinde Namaz
2.93. En Uzak ve Cemaati Çok Olan Mescidde Namaz Kılmanın
Müstehab Olduğu
2.9.4. Sükûnetle Mescide Gitmenin Müstehab Olduğu
2.9.5. İmâmın, Namazı Hafif Kıldırmasının Müstehab Olduğu
2.9.7. İmâmı Takip
Etmenin Vücûbu Ve İmâmla Yarışmanın Haram Olduğu
2.9.8. İmama Uyan Bir Kişiyle Cemaatin Oluşması
2.9.9. İmâmın Cemaate Katılmasının Caiz Olması
2.9.11. Cemaatten Geri Bırakan Özürler
3- Büyük ve Küçük Abdestin Sıkıştırması
2.9.12. imamlığa En Lâyık Olan
2.9.13. İmamlığı Sahih Olanlar
2.9.14. İmamlığı Sahih Olmayanlar
2.9.15. Kadının Kadınlara İmamlığının Müstehab Oluşu
2.9.16. Erkeklerin Yalnız Kadınlara İmâm Olması
2.9.17. Fasık ve Iîid'atçinm imamlığının Mekruh Oluşu
2.9.18. Bir Özür Sebebiyle Cemaatten Ayrılmanın Caiz
Olduğu
2.9.19. Cemaatle
Beraber Namazı Tekrar Kılmak Hakkında Gelen Rivayetler
2.9.20. İmâmın,
Selâmdan Sonra Sağa veya Sola Dönmesinin, Namaz Kıldığı Yerden Ayrılmasının
2.9.21. İmam veya Cemaatin Birbirinden Yüksekte Olması
2.9.22. Cemaatin Arada Engel Varken İmama Uyması
2.9.23. Farzı Terkedenin İmam Olmasının Hükmü
2.9.24. Namazda Bir Başkasını İmamlığa Geçirmek
2.9.25. Cemaatin Hoşlanmadığı Bir Kimsenin İmamlığı
2.9.26. Îmam Ve Cemaatin Duracağı Yer
2.9.26.1. Bir Kişinin İmamın Sağına, İki Veya Daha Fazla
Kişinin İmamın Arkasına Durmasının
23 26.2. İmamın Saf
Ortasının Hizasında Durması ve İleri Gelen Bilgililerin imama Yakın Olmasının
2.9.263. Erkeklerden Sonra Kadınların Duracağı Yer:
2.9.26.4. Saffın Arkasında Tek Olarak Namaz Kılmak:
2.9.26.5. Safları Düzeltmek, Boş Yerleri Doldurmak:
2.9.26.6. Birinci Saffa Teşvik Ve Safların Sağdan
Başlaması:
2.9.27. İmâmın Ardında, Tebliğ Etmek
2.10.1. Tüm Yeryüzü Mesciddir.
2.10.2. Mescid Yapmanın Fazileti
2.10.3. Mescide Yönelirken Yapılacak Dua
2.10.4. Mescide Girerken ve Çıkarken Yapılacak Dua
2.10.5. Mescide Koşmak ve Oturmanın Fazileti
2.10.6. Tahiyyet'ül-Mescid Namazı
2.10.7. Mescidlerîn En Faziletlisi
2.10.8. Mescidlerin Süslenmesi
2.10.9. Mescidlerin Temizliği Ve Kokulanması
2.10.22. Mescidde
Yitik İlân Etmek, Alış-Veriş Yapmak Ve Şiir Söylemek
2.10.13. Mescidde Yüksek Sesle Konuşmak
2.10.15. Mescidde Yemek/İçmek Ve Uyumanın Mubah Oluşu
2.10.17. İki Direk Arasında Namaz Kılmak
2.10.18. Namaz Kılmaktan Nehyolunan Yerler
2.10.18.1. Mezarlıklarda Namaz Kılmak
2.10.18.2. Havra ve Kilisede Namaz Kılmak
2.10.18.3.
Çöplük, Mezbaha, Yol Ortası, Deve Ağılı, Hamam ve Beytullah'm Üstünde
Namaz Kılmak
2.10.19. Kabe'nin İçinde Namaz
2.10.20. Namaz Kılanın, Önüne Sütre Koyması
2.10.20.3. İmamın Sütresi Cemaat İçin De Sütredir
2.10.20.4. Sütreye Yakın Durmanın Müstelıab Oluşu
2.10.20.5. Namaz
Kılanla Sütrenin Arasından Geçmenin Haram Oluşu
2.10.20.5. Namaz Kılanla Sütrenin Arasından Geçmenin
Haram Oluşu
2.10.20.6. Namaz Kılanın, Önünden Geçeni Engellemesinin
Meşru Oluşu
2.10.20.7. Namazı Hiçbir Şey Kesmez
2.11. Namazda Mubah Olan Şeyler
2.11.1. İster Allah Korkusundan Olsun,İster Olmasın
İnilti, Ağlamak, Âh-Vah Etmek
2.11.2. İhtiyaç Halinde Sağa veya Sola Dönmek
2.113. Yılan, Akrep, Eşek Arısı ve Zarar Veren Benzeri
Şeyleri Çok îş (Amel-i Kesir) Gerektirse Bile
2.11.4. İhtiyaçtan Dolayı Biraz Yürümek
2.11.5. Namaz Kılanın Çocuğu Sırtına Alması ve Arkasına
Bağlaması
2.11.6. Namaz Kılana Selâm Vermek Ve Ona Hitab Etmek
2.11.7. Namazda Teşbih Ve El Çırpma
2.11.8. İmamın Yanlışını Açmak
2.11.9.
Aksırdığmda veya Bir Nimetin İfadesi İçin "Elhamdülillah” Demek
2.11.10. Bir Özür
Sebebiyle Elbisenin Ucuna veya Sarık Ucuna Secde Etmek
2.11.11. Namazda Diğer Mubah İşlerin Özeti
2.12. Namazda Huşu
(Namazın Dışındaki Amellerle Kalbîn Meşgul Olmaması)
2.13.1. İhtiyaç Olmadan Elbiseyle Ve Bedenle Oynamak
2.13.2. Namazda Elleri Böğüre Koymak
2.133. Gözleri Yukarıya Dikmek
2.13.4. Namazda Oyalayan Bir Şeye Bakmak
2.13.6. Selâm Verirken Ellerle İşaret Etmek
2.13.7. Ağzı Örtmek Ve Elbiseyi Sarkıtmak
2.13.8. Yemek Hazırken Namaz Kılmak
2.13.9. Abdesti
Sıkışık Durumda İken Ve Kalbi Meşgul Edecek Benzer Hallerde Namaz Kılmak
2.13.10. Uyku Galip Geldiği Zaman Namaz Kılmak
2.13.11. İmamın
Dışında Mescidde Namaz Îçîn Hususi Bir Yer Seçmek
2.14.2. Namazla İlgili Olmayarak Kasden Konuşmak
2.143. Kasden Ameli Kesîr (Çok Îş) Yapmak
2.14.4. Özürsüz Kasden Bir Şartı Veya Rüknü Terketmek
2.14.5. Namazda Gülmek Ve Tebessüm Etmek
2.17.7. Korku Anında Akşam Namazının Kılınışı
2.17.8. Şiddetli Korkuda Namaz
2.17.9. Kovalayan veya Kaçanın Namazı
2.18.1. Dört Rek'atlı Namazları Kısaltmak
2.18.3. Namazı Kısaltmanın Yeri
2.18.4. Misafir Ne Zaman Tamam Kılar
2.18.5. Yolculukta Nafile Namaz
2.18.7. İki Namazı Cemetnıek (Beraber Kılmak)
2.18.7.1. Arafat ve Müzdelife'de Namazları Cemetmek
2.18.7.2. Yolculukta Namazları Cemetmek
2.18.7.3. Yağmurlu Havada Namazları Cemetmek
2.18.7.4. Hastalık Veya Bir Özür Sebebiyle Cemetmek
2.18.7.5. İhtiyaç îçin Cem Etmek
2.18.8. Gemide, Trende ve Uçakta Namaz
2.19.1. Cum'a Gününün Fazileti
2.193. Cum'a Günü ve Gecesi Rasûlüllah'a Salât ve Selâmı
Çoğaltmanın Müstehab Olduğu
2.19.4. Cum'a Günü ve Gecesi Kehf Sûresini Okumanın
Müstehab Olduğu
2.19.5.
Mescidlerde Kehf Sûresini Yüksek Sesle Okumanın Mekruh Olduğu
2.19.6. Her
Toplantı için ve Özellikle Cum'a için Yıkanmak, Güzel Giyinmek, Misvak ve Koku
Sürünmek
2.19.8. Cemaatin Omuzlarından Atlayarak İleriye Geçmek
2.19.9. Cum'a
Namazından Önce Nafile Kılmanın Meşru Olduğu
2.19.10. Uykusu Gelen Kimsenin Yerini Değiştirmesi
2.19.11. Cum'a Namazının Farz Oluşu
2.19.12. Cum'a Namazı Kimlere Farz, Kimlere Farz
Değildir?
2.19.16. Fakihlerin Cum'a için Koştukları Şartların
Münakaşası
2.19.17.2. İmamın Minbere Çıktığı Zaman Selâm Vermesi,
Oturduğu Zaman Ezan Okunması ve Cemaata
2.19.17.3. Hutbenin Allah'a Hamd, Rasûlüne Övgüyü, Vaaz
ve Kirâetî İçermesinin Müstehab Olduğu.
2.19.17.4.
Hutbeleri Ayakta Yapmanın, tki Hutbe Arasında Hafif Oturmanın Meşru
Olduğu
2.19.17.5. Hutbede
Sesi Yükseltmek, Hutbeyi Kısa Yapmak ve Hutbeye Önem Vermek
2.19.17.6. Meydana Gelen Bir îş İçin İmamın Hutbeyi
Kesmesi
2.19.17.7. Hutbe Esnasında Konuşmanın Haram Olduğu
2.19.18. Cum'anın Bir Rek'âtma veya Daha Azına Yetişmek
2.19.19. Kalabalıkta Cum'a Namazı
2.19.20. Cum'adan Önce ve Sonra Nafile Kılmak
2.19.21. Cum'a Ve Bayramın Aynı Güne Rastlaması
2.201. Yıkanma,
Kokulanma Ve En Güzel Elbiseyi Giymenin Müstehab Olduğu
2.20.2. Ramazan Bayramına Çıkmadan Önce Yemek
2.20.4. Kadın ve Çocukların Bayrama Çıkması
2.20.6. Bayram Namazının Vakti
2.20.7. Bayram Namazlarında Ezan ve Kamet
2.20.8. Bayram Namazlarında Tekbir
2.20.9. Bayram Namazından Önce ve Sonra Namaz Kılmak
2.20.10. Kimlerin Bayram Namazı Kılması Sahihtir
2.20.12. Bayram Namazının Kazası
2.20.13.
Bayramlarda Oynamak, Eğlenmek, Şarkı Söylemek ve Yemek Yemek
2.20.14. Zilhicce'nin İlk On Gününde îyi Ameller Yapmanın
Fazileti
2.20.15. Bayramda Tebrikleşmenin Müstehab Olduğu
2.20.16. Iîayram Günlerinde Tekbir Getirmek
Namaz tekbir ile
başlayıp, selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir.
İslâm'da namazın,
başka hiçbir ibadete denk olmayan bir yeri vardır. O dinin direğidir ve onsuz
din ayakta durmaz.
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur;
"İşin bası islâm,
İslâm'ın direği namaz, en zirvesi ise Allah yolunda cihaddır." Namaz,
miraç gecesi, Allah Teâlâ'nm vasıtasız olarak konuştuğu Rasûlüne yüklediği
ibadetlerin ilkidir.
Enes'in rivayetine
göre; namaz Nebî aleyhisselârn'a Miraç gecesinde elli vakit olarak farz
kılındı. Sonra beş vakte indirildi. Sonra "ya Muhammed!" diye nida
geldi: "Benim katımda söz değiştirilmez. Onun için bu beş vakte elli vakit
sevabı vardır." (Hadisi Ahmed, Nesâî, Tirrnizî, rivayet etmiş, Tirmizî
sahih olduğunu söylemiştir.) Kulun ilk hesaba çekileceği ibadet namazdır.
Abdullah bin Kırt'm rivayetine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: "Kıyamet günü kulan ilk hesaba çekileceği şey namazdır.
Namazı iyi ise diğer amelleri de iyi olur. Namazı bozuk ise diğer amelleri de
bozuk olur." (Hadisi Taberâni rivayet etmiştir.) Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in dünyadan ayrılacağı zaman ümmetine son olarak vasiyet
ettiği şey namazdır. Son nefesinde iken şöyle diyordu: "Namazı! Namazı!
Bir de emrinizdeki köleleri. Dinden en son kaybolacak ibadet namazdır. Namaz
zayi oldu mu bütün din zayi olmuş
demektir." tbn
Hibbân'm, Ebû Umâme hadisi olarak rivayet ettiğine göre Rasûlüllah "islâm
bütünlüğü.lime lime dağılacak; bir parça kopunca insanlar öbürüne
yapışacaktır. İslâm'dan ilk ayrılacak parça, hâkimiyet esası, son ayrılacak
parça ise namazdır." buyurmuştur.
Kur'an-ı Kerîm âyetlerini
inceleyen görür ki Allah Teâlâ namazı, bazen zikir ile beraber ifade
buyurmuştur: "Gerçekten namaz, kötü isten ve hayasızlıktan alıkor.
Muhakkak ki Allah'ı zikretmek ise daha büyüktür."[1]
"Küfür ve masiyetien temizlenen gerçekten kurtulmuştur. Ve Rabbinin ismini
anıp namaz kılan da kurtulmuş tur."[2].
"Bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl."[3].
Namaz zekâtla beraber zikredilmiştir. "Namazı kılınız zekân veriniz."[4].
Bazen sabırla beraber gelmiştir: "Bir de sabır ve namazla Allah'tan yardım
isteyin."[5]. Bazen kurbanla beraber
getirmiştir: "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes."[6].
"De ki şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin
Rabbi olan Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben
müslüman olanların ilkiyim."[7].
Bazen de iyi amellere namazla başlayıp, namazla bitirir; Meârİc sûresinde ve
Mü'minûn sûresinin evvelinde olduğu gibi: "Muhakkak mü'minler zafer
bulmuştur. 0 mü'minler ki namazlarında tevazu ve korku sahibidirler. Onlar ki
namazlarım gereği üzre devamlı kılarlar, işte bu vasıfları toplayanlar varis
olanlardır, ki onlar firdevs cennetine varis olacaklardır. Onlar orada ebedî
olarak kalacaklardır."[8]
Namazın yolculukta ve
ikamet halinde, emniyette ve korku halinde kılınması gerektiği hakkında emirler
vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "(Farz) namazların vakit ve
erkânlarını gözeterek edasına devam edin. Bilhassa orta (ikindi) namazına
dikkat edin. Ve Allah'a itaat ederek namaza durun. Eğer (düşman veya yırtıcı
hayvanlardan) korkarsamz yaya ve binekli iken namazınızı kılın. Bu korkulardan
emin bulunduğunuz zaman bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı
anın."[9]. Yolculukta, harpte,
emniyet zamanında, namazın durumunu açıklayarak şöyle buyurdu:
"Yeryüzünde sefere çıkağınız zaman kâfirlerin size fenalık yapmasından
korkarsamz (farz.namazları iki rekat, yahut ima ile kılıp dört re-katlı)
namazdan kısmanızda üzerinize bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler sizin açık
düşmanınızdır. Sen onların (askerin) içinde olup da cephede onlarla namazı
kıldıracağın zaman askerini iki kısım yap. Bir kısmi seninle namazda, diğeri
düşman karşısında dursun. Hepsi de silâhlarını yanlarına alsınlar. Seninle
namazda olup bir rekât kılanlar düşman karşısına gitsinler. Düşman karşısında
olup, namaz kılmamış olanlar gelip ikinci rek'atı seninle kılsınlar ve onlar da
tedbirli olarak silâhlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler arzu ederler ki, silâh
ve eşyalarınızdan gafil bulunasımz da size ansızın bir baskın yapsınlar. Eğer
yağmurdan dolayı size bir eziyet olursa, hasta bulunursanız silâhlarınızı bırakmanızda
üzerinize günah yoktur. Bununla beraber ihtiyat tedbirini alın. Allah kâfirlere
hor ve rüsvay edici bir azap hazırlamıştır. Namazı kılıp bitirdikten sonra
ayakta iken, oturur iken, yanlarınız üzere yatarken hep Allah'ı anın. Sükûn ve
emniyet haline geldiğiniz vakit namazı lam erkânı ile kılın. Çünkü namaz
mü'minler üzerine vakitleri belirli bir farz olmuştur."[10].
Namazı eksik kılan ve terkedenlerin şiddetli cezaya çarpılacaklarını Allah
Teâlâ şu âyetlerde bildirmiştir: "Bunların ardından bozuk bir nesil geldi.
Namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Onlar da azgınlıklarının cezasını
bulacaklar dır."[11].
Namaz hidayete sevkeden büyük işlerdendir, ibrahim (aleyhisselam) kendisini ve
zürriyeüni namaz kılanlardan yapması için rabbine şöyle duâ etmişti:
"Rabbim beni de çocuklarımı da namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz duamı
kabul buyur."[12]
"Vay haline o namaz kılanların ki namazlarında gaflet içindeler."[13]
Namazı inkâr ederek
terketmek müslümanlarm icmâı ile küfürdür ve islâm dininden çıkmaktır. Namazın
farz olduğuna inanmakla beraber, tembellik ve meşguliyet sebebi ile terkedene
gelince; bunlar bir özür sayılmaz çünkü hadisler bu kimsenin de kâfir olduğunu
ve öldürülmesi gerektiğini açıklamışlardır. Kâfir olduğunu açıklayan hadisler
şunlardır:
1- Cabir
(r.a.)'den rivayeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kişi ile küfür arasında, namazı terketmek vardır." (Hadisi Ahmed,
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmİzî ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.)
2- Büreyde
(r.a.)'den rivayeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Bizimle
kâfirler arasındaki ahd namazdır. Kim namazı terkederse kâfir olmuştur."
buyurmuştur. (Hadisi Ahmed, Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir.)
3- Abdullah
bin Amr bin Âs'dan rivayeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün
namazdan bahsederken şöyle buyurmuştur: "Namaza devam eden kimse için
kıyamet gününde namaz bir nâr, bir delil ve bir kurtuluştur. Namaza devam
etmeyen kimseler için namaz bir delil ve kurtuluş değildir. Ve o kimse kıyamet
gününde Karun, Fir'avn, Uâmân ve Ubeyy bin Halef ile beraber olacaktır."
(Hadisi Ahmed, Taberânî ve İbn Hibban rivayet etmiştir. Bu hadisin isnadı
iyidir.) Namazı terkedenin âhirette küfür önderleriyle beraber olması, o
kimsenin kâfir olduğunu gösterir. İbn Kayyım şöyle demiştir: "Namazı
terkedeni ya malı, ya reisliği, ya memuriyet görevi, ya da ticareti engeller,
Malı, namazım kılmaktan engelleyenler Karun'la beraber, saltanatı engelleyenler
Firavun'la beraber, memuriyeti ve vezirliği engelleyenler Hâmân'la beraber,
ticareti engelleyenler Ubeyy bin Halef ile beraberdirler."
4- Abdullah bin Şakîk el-Ukaylî'den rivayeten, o
şöyle demiştir; "Rasûlüllah'ın ashabı, namazdan başka hiçbir ibadeti terketmeyi
küfür saymazlardı.." (Hadisi Tirmizî ve Hâkim, Buharı ve Müslim'in
şartlarına uygun olarak rivayet etmişlerdir.)
5- Muhammed
bin Nasr el-Mervezî demiştir ki: "Ishak'ın şöyle dediğini işittim:
'Namazı terkedenin kâfir olduğu, Nebî aleyhisselam'dan sahih senetle
gelmiştir. "Özürsüz, vakti geçinceye kadar namazı kasden terkedenin kâfir
olduğu," Nebî aleyhisselam zamanından beri ilim ehlinin de
görüşüdür."
6- İbn Hazm
demiştir ki: "Ömer, Abdurrahman İbn Avf, Muaz bin Cebel, Ebu Hureyre ve
sahabeden diğerlerinden gelen rivayete göre vakti çıkıncaya kadar bir farz
namazı kasden terkeden kâfir ve mürteddir. Bu sahâbilerin buna muhalif olanını
bilmiyoruz." Mûnzirî, "Terğîb ve Ter-hib" isimli kitabında bu
hususu zikrettikten sonra şöyle demiştir: "Sahabeden bir cemaat ve
sonrakiler, vakti çıkıncaya kadar namazı kasden terkedenin kâfir olduğunu
söylemişlerdi. Sahabeden: Ömer bin Hat-tab, Abdullah bin Mes'ûd, Abdullah bin
Abbas, Muaz bin Cebel, Câbir bin Abdullah, Ebû'd-Derdâ (radiyallahu anhüm);
sahabenin dışındaki ler-den: Ahmed bin Hanbel, Ishak bin Rahûye, Abdullah bin
Mübarek, Nehaî, Hakim bin Uteybe, Ebû Eyyûb es-Sahtiyânî, Ebû Dâvûd Tayâlisi,
Ebû Bekir bin Ebi Şeybe,, Zubeyr bin Harb (Rahmetullahi aleyhim) ve diğerleri
hep bu görüşte idiler.
Namazı terkedenin
katlini gerektiren açık hadisler şunlardır:
1- İbn
Abbâs'dan rivayeten, Nebî aleyhisselam: "islâm'ın esası ve dinin
temelleri üçtür. İslâm bunlar üzerine kurulmuştur. Kim bunlardan birini
terkederse kâfir olup, kanı helâl olur. a)
Lâ ilahe illallah kelimesi, b) Farz
olan namaz, c) Ramazan orucu."buyurmuştur.
(Hadisi Ebu Ya'lâ hasen senetle rivayet etmiştir.) Başka bir rivayette:
"Kim onlardan bir tane terkederse kâfir olup, diğer hiçbir farzı, veya
nafilesi kabul olunmadığı gibi kanı damalı da helâl olur." buyurmuştur.
2- İbn
Ömer'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "insanlar
Allah'tan başka ilâh olmadığını, Muhammed'in onun kulu ve Rasûlü olduğunu kabul
edinceye, namazı kılıp zekâtı verinceye kadar, onlarla savaşmakla emrolundum.
Bunları yaparlarsa kanlan ve malları islâm hakkı müstesna benden kurtulmuş
olur. Hesapları ise azız ve celil olan Allah'a aittir." buyurmuştur.
(Hadîsi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.)
3- Ümmü
Seleme'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Sizin başınıza emirler tayin edilecek, onların hallerini tanıyacak ve
fakat beğenmeyeceksiniz. Kim onlardan hoşlanmazsa kurtulmuş, kim onları
beğenmezse lekelenmemiş olur. Fakat onlardan razı olup uyanlara
gelince.." Ashâb: "Ya Rasûlallah, onlara karşı savaşmayalım
mı?" dediler. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Namaz
kıldıkları müddetçe hayır, savaşmayın." buyurdu. (Hadisi Müslim rivayet
etmiştir.) Burada zalim emirlere karşı savaşmaktan men eden, namaz kılmalarıdır.
4- Ebu
Sa'îd'den rivayeten; o şöyle demiştir: "Ali (r.a.) Yemen'de iken Nebî
aleyhisselam'a bir altın parçası gönderdi. Nebî aleyhisselam, gelen altını dört
kişiye taksim etti. İçlerinden birisi Rasûlüllah aleyhisselam'a
"Allah'dan kork" dedi. Rasûlüllah aleyhisselam ona: "Yatıklar olsun.
Yeryüzünde Allah'dan en çok korkmaya lâyık ben değil miyim?" dedi. Sonra
adam döndü gitti. Halid bin Velid, Rasûlüllah'a: "Onun boynunu vurmayayım
mı?" diye sordu. Rasûlüllah: "Hayır. Belki de namaz
kılıyor-dur." buyurdu. Halid: "Kalbinde iman olmadığı halde lisanıyla
şehadet eden nice adam vardır" dedi. Nebi aleyhisselam: "İnsanların
kalblerini kontrol etmek ve karınlarını yarmakla emrolunmadım"
buyurmuştur. (Bu hadis Buhâri ve Müslim'in hadisinden kısaltılmıştır.) Bu
hadisde de namaz, öldürmeye mani gösterilmiştir. Bundan anlaşıldığına göre
namazı terketmek katli gerektirir.
Geçen hadislerin
zahirinden anlaşılan mânâ, namazı terkedenlerin kâfir olduğu ve öldürülmesinin
mubah sayıldığıdır. Selef ve halef âlimlerinden pek çoğu, kâfir olmayıp fâsik
olduğunu, kendisinin tevbeye çağrılması gerektiğini söylemişlerdir. Ebû Hanife,
Mâlik ve Şafiî bu görüştedir. Eğer tevbe etmezse, Mâlik, Şafiî ve diğerlerine
göre had cezası olarak Öldürülür. Ebû Hanife ise, 'bilâkis öldürülmez, namaz
kılmcaya kadar tazir cezası verilir. Kılmcaya kadar da hapsedilir,' demiştir.
Bu âlimler "kâfir olur" hadisini namazı inkâr ve terkini helâl saymak
anlamına almışlar, bazı umumi delillerle kâfir sayanlara karşı durmuşlardır:
"Allah kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz. Bundan başkasını
dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.
"[14]
İbn Hanbel ve Sahih-i
Müslim'de Ebû Hureyre'nin Rasûlüllah sallal-lahu aleyhi ve sellem'den rivayet
ettiği hadise göre: "Her nebî için kabul olunacak bir 'duâ vardır. Ve her
nebî duasını peşin yapmıştır. Ben ise duamı kıyamet günü ümmetime şefaat olsun
diye sakladım. Allah'a şirk koşmadan Ölen kimse bu duama inşâallah nail
olacaktır." Yine Ebû Hureyre'den Buhârî'de rivayet olunan bir başka hadise
göre, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kalbinden samimi olarak
"Lâ ilahe illallah" diyen şefâatımla en mes'ûd olacak insandır."
buyurmuştur.
Sübkî,
"Tabakat'üş-Şâfiiye" adlı kitapta şöyle yazmıştır: "Şafiî ile
Ahmed (r.a.) namazı terkeden hakkında tartıştılar. Şafiî Ahmed'e: "Ey Ahmed,
namazı terkeden kâfir mi olur diyorsun?" Ahmed: "Evet," dedi.
Şafiî: "Peki kâfir olduğu zaman ne ile müslüman olur?" Ahmed:
"La ilahe illallah Muhammedun Rasûlüllah ile," der. Şafiî: "Adam
bu sözü henüz terkelmiş değil." Ahmed: "Müslüman olduğunu namaz
kılmakla gösterir." Şafiî: "Kafirin namazı sahih olmadığına göre onun
müslümanlığına hüküm verilemez." deyince, imam Ahmed susmuştur."
(Allah ikisine de rahmet eylesin.)
Şevkânî şöyle
demiştir: "Namaz kılmayanın kâfir olup, öldürülmesi gerektiği doğrudur.
Kafir olması konusuna gelince; Şâri'in namazı terke-dene kâfir ismini verdiği hakkındaki
hadisler sahihtir. Kişi için kâfir isminin kullanılmasına namaz engeldir.
Sâri'; namazı terkedene "kâfir" demek engelini kaldırmıştır. Bu
tartışma ve tartışmacıların getirdikleri deliller, bizi bağlamaz. Çünkü bize
göre küfrün bazı çeşidi mağfirete ve şefaate hak kazanmaya mâni değildir.
Meselâ kıble ehlinin bazı günahlarını, Al-lahu Tcâlâ'nm küfür olarak
isimlendirmesi gibi. Bu mevzuda insanların düştüğü tevillere gitmeye gerek
yoktur.
Namaz, müslüman,
akıllı ve baliğ olan kimseye farzdır. Aîşe (r.a.)'nin rivayet ettiği hadise
göre, Nebî aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Üç kimseden teklif
kaldırılmıştır, a) Uyanıncaya kadar
uyuyandan, b) İhtilam oluncaya kadar
çocuktan, c) Akıllanıncaya kadar
deliden." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, ve Hakîm
rivayet etmiştir. Hakim; Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu,
Tirmizî ise hadisin hasen olduğunu söylemişlerdir.)
Çocuğa namaz her ne
kadar farz değilse de yedi yaşına geldiğinde velisinin ona namazı emretmesi
gerekir. Onu alıştırmak ve bulûğ çağından sonra alışkanlık haline getirmek
için on yaşından sonra kılmazsa dövebilir. Amr bin Şuayb'ın babasından, onun
da dedesinden rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: "Çocuklarınız yedi yaşma ulaşınca onlara namazı
emredin. On yaşına gelince şayet kılmazlarsa dövün ve yataklarını ayırın."
(Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Hakîm rivayet etmiş, Hakîm, hadisin Müslim'in şartına
göre sahih olduğunu söylemiştir.)
Allah Teâlâ'nın bir
gün bir gecede farz kıldığı namazlar beştir. İbn Mihyeriz anlatıyor: Kinâne
kabilesinden Muhteci denilen bir adam, Şam'da Ebû Muhammed isimli adamın
"vitir namazı bir tek rek'atür," dediğini duymuştur. Sahabeden
Ubeyde bin Sâmid'e giderek durumu sordu.
Ubeyde şöyle dedi:
'Ebû Muhammed yalan söylüyor. Rasûlüllah'dan şöyle dediğini işittim:
"Allah Teâlâ kullarına beş vakit namazı farz kılmıştır. Kim bunlardan
hepsini yapar bunların haklarını küçümsemeyerek hiçbir şey noksan etmezse,
Allah'ın onu cennete koymasına Allah katında onun bir ahdi vardır. Kim de
bunları eda etmezse Allah katından onun bir ahdi yoktur. Dilerse ona azab eder,
dilerse af eder." (Bu hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce rivayet
etmiştir.) İbn Mâce'nin rivayetinde ise; "namazların haklarını
küçümseyerek onlardan bir şey noksan yaparsa" Şeklinde varid olmuştur.
Talha bin Ubeydullah'dan rivayeten; bir Arabî saçı dağınık olarak Rasûlüllah'a
geldi: "Ya Rasûlallah! Allah'ın bana farz kıldığı namazlardan haber
ver." Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem "Nafileler hariç ramazan
orucu." Arabî: "Allah'ın bize farz kıldığı zekâttan haber ver."
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem islâm'ın bütün csaslannı ona haber
verince, Arabî: "Sana nebîliği ikram eden Zat'a yemin olsun ki, Allah'ın
bana farz kıldığı şeylerden ne fazla yaparım ne de noksan." dedi.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Doğru söylüyorsa kurtuldu. Veya
doğru söylüyorsa cennete girdi." buyurdu. (Hadisi Buhârî ve Müslim rivayet
etmiştir.)
Namazın, içinde eda
edilmesi gereken belli vakitler vardır: "Şüphesiz namaz; belirli
vakitlerde mü'minler üzerine farz kılınmıştır."[15]
âyeti buna delildir. Yani namaz vakitlerinin farz oluşu Kur'an âyetleriyle
sabittir. Kur'an-ı Kerîm, namaz vakitlerine şöylece işaret etmiştir: "Hem
gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri
giderir. Bu iyi düşünenlere bir öğüt, bir hatırlatmadır.''[16]. İsrâ
suresinde şöyle buyurulmaktadır: "Güneşin kaymasından gecenin kararmasına
kadar namaz kıl. Bir de Kur'an'ı feyiz ve bereketi ile iç içe olan sabah
namazını kıl. Şüphesiz ki sabah namazına melekler şahit olur."[17].
Tâhâ sûresinde şöyle buyurulmaktadır: "Güneşin doğmasından ve batmasından
önce Rabbini hamd ile teşbih et, gece saatlerinde, gündüzün etrafında da onu
teşbih et ki ilâhi hoşnutluğa eresin."[18]. Yani
güneşin doğmasından Önceki teşbih, sabah namazıdır. Güneş batmadan önce teşbih,
ikindi namazıdır.
Buhârî ve Müslim'de
Cerîr bin Abdullah el-Becelî'den gelen rivayette o şöyle diyor: "Biz
Rasûlüllah'm yanında otururken Bedir gecesi ay'a baktı, şöyle buyurdu:
"Sizler bu ay'ı gördüğünüz gibi ahirette Rabbinizi göreceksiniz. Görmekte
haksızlığa uğramayacaksınız. Eğer güneş doğmadan ve batmadan önce, size birşey
galebe çalmadan namazları kılmaya gücünüz yeterse kılınız." Sonra bu
âyeti okudu. 'İşte Kur'ân'm namaz vakitlerine işaret eden âyetleri bunlardır.
Gelen hadisi şerifler ise, vakitlerin hududunu ve yerlerini açıklamıştır:
Abdullah bin Amr'dan
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Öğlenin vakti, güneş bau tarafına kayınca başlar. İkindi vakti girmeden
önce, kişinin gölgesi, boyu gibi oluncaya kadar devam eder. İkindinin vakti
güneş sararmcaya kadardır. Akşamın vakti şafak kayboluncaya kadardır. Yatsının
vakti gece yarısına kadardır. Sabahın vakti fecrin doğmasından güneş doğuncaya
kadardır. Güneş doğdumu namazı bırak. Çünkü güneş şeytanın boynuzları arasından
doğar." (Hadisi Müslim rivayet etmiştir.)
Câbir bin Abdullah'dan
rivayeten; Cebrail aîeyhisselam Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
efendimize gelerek "Kalk ve namaz kıl," dedi. Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem güneş tepeden dönünce öğleyi kıldı. Sonra ikindi vakti tekrar
gelerek "Kalk ve namaz kıl," dedi. Her şeyin gölgesi kendi kadar
olunca ikindi kıldı. Sonra Cebrail akşam vakti gelerek: "Kalk ve namaz
kıl," dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem güneş batınca akşam namazını
kıldı. Sonra yatsı vakti gelerek "Kalk ve namaz kıl," dedi. Ufuk
kararınca yatsıyı kıldı. Sonra sabah vakti gelip fecir parlayınca veya yayılınca
sabahleyin geldi. Ertesi gün öğlen vakti geldi. "Kalk namaz kıl," dedi.
Her şeyin gölgesi kendi misli oluncaya kadar öğleyi kıldı. Sonra ikindi vakti
geldi. "Kalk ve namaz kıl," dedi. Her şeyin gölgesi iki misli oluncaya
kadar ikindi namazını kıldı. Sonra değişmeyen bir vakit olarak akşam geldi.
Sonra gecenin yarısını geçince veya gecenin üçte biri geçince, tekrar Cebrail
yatsı için geldi. Ve yatsıyı kıldı. Sonra fecir iyice aydınlanınca geldi.
"Kalk ve namaz kıl." dedi. Kalkarak sabah namazını kıldı. Sonra;
"sabah namazının vakti bu İki vakit arasındaki zamandır," dedi.
(Hadisi Ahmed, Nesâî, Tirmizî rivayet etmiştir. Buhârî, Cibril'in imam olduğu
bu hadisin vakitler hakkında en sağlam hadis olduğunu söylemiştir.)
Geçen iki hadisten
anlaşıldığına göre Öğlenin vakti, güneşin, günün ortasından batıya kaymasıyla
başlayıp her şeyin gölgesi güneş tepede iken olan (zeval) gölgesinin dışında
kendi misli oluncaya kadar devam eder. Ancak sıcak havalarda öğle namazını
sonraya bırakmak müstehab olup böylece namazın huşu içinde kılınması sağlanmış
olur. Havanın sıcak olmadığı zamanlarda ise, acele etmek müstehapür. Müstehap
olduğuna delil şudur:
Enes'den yapılan
rivayete göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallal-lahu aleyhi ve sellem
hava soğuduğu zaman namazı erkene alır. Sıcak arttığı zaman, scrinleyinccye
kadar geciktirirdi." (Hadisi Buhari rivayet etmiştir.)
Ebû Zcr'den rivayeıen;
o şöyle demiştir: "Rasûlüllah ile bir yolculukta beraberdik. Müezzin öğle
ezanını okumak isteyince ona; "Serini bekle," dedi. Tekrar okumak
isteyince iki veya üç defa "Serini bekle" dedi. Tepede gölgeyi
görünceye kadar bekletti. Ve sonra şöyle buyurdu: "Şiddetli hararet cehennem
sıcağının yayılmasındandır. Sıcak arttığı zaman namazı tehir ederek
serinleyince kılın." dedi," (Hadisi Buharı ve Müslim rivayet
etmiştir.)
Hafız İbn Hacer
"Fcthü'1-Bârî" adlı kitabında şöyle demiştir: "Alimler
serinletmenin sınırı hakkında ihtilâf ettiler. Kimisi herşeyin gölgesi zeval
gölgesinin dışında bir dirsek boyu (zira), kimisi bir insan boyu, kimisi dörtte
biri, kimisi yarısı, kimisi de daha başka şey söyleyerek ihtilâf ettiler. Bu
hususta geçerli olan kaide son vakte bırakmamak kaydıyla duruma göre değişik
ölçüler kullanmaktır."
İkindi namazının
vakti, herşeyin gölgesi zeval (güneşin tepede olduğu an) gölgesinin dışında
kendi misli olunca girer; güneş batıncaya kadar devam eder. Ebû Hureyre'den
rivayeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Kim
güneş batmadan önce ikindi namazının bir rek'atma kavuşursa ikindiye kavuşmuş
demektir." Bu hadisi Beyhakî şu lafızla rivayet etmiştir: "Güneş
batmadan önce ikindi namazından bir rek'at kılan kimse kalan rek'atları güneş
battıktan sonra tamamlarsa ikindiyi geçirmemiş olur."
Serbest Vakit ve
Kerahat Vakti
Fazilet ve ihtiyari
vakit, güneşin sararması ile son bulur. Câbir ve Abdullah îbn Ömer'in rivayet
ettiği hadislerle geçen hadislerden bu mânâ anlaşılmaktadır. İkindi namazını
güneşin sararmasından sonraya bırakmak her ne kadar caiz olsa bile özrü
olmayan kimseler İçin mekruhtur. Enes'ten rivayeten, o şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-lem'in şöyle dediğini işittim:
"Münafığın namazı şöyledir; oturup güneşin şeytanın boynuzlan arasına
girmesini bekler. Sonra kalkarak, gagalama gibi dört rekat namaz kılar.
Allah'ı ancak az zikreder.." (Hadisi Müslim, Tirmizî, Ebû Davûd, Nesâî
rivayet etmiştir.) Nevevî Müslim şerhinde şöyle der: "Bizce ikindi
namazının beş vakti vardır:, 1-
Fazilet vakti. 2- Muhayyer vakit. 3- Kerahatsiz caiz olan vakit. 4- Kerahatle caiz olan vakit. 5- Özür vakti. 1. Fazilet vakti; ilk vakittir. 2- Muhayyer vakit; herşeyin gölgesi iki misli oluncaya kadar devam
eder. 3- Caiz olan vakit; güneş
sararıncaya kadardır. 4- Kerahatle
caiz olan vakit; güneşin sararmasından batmasına kadardır. 5- Özür vakti; yolculuk ve yağmur
sebebi ile ikindi ve öğlen namazlarının beraberce cem edilmesi durumunda
öğlenin vaktidir. Bu beş vakitte ikindi namazı eda olarak kılınır. Güneşin
batma-siyla bu vakitler geçerse ikindi namazı kazaya kalır."
Bureydet'ül-Eslemî'den
rivayeten, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile
bir gazada beraberdik. "Bulutlu günde namazı ilk vaktinde kılınız. Bir
kimse ikindi namazını geçirirse ameli bâtıl olur." demiştir." (Hadisi
Ahmed ve İbn Mâcc rivayet etmiştir.) İbn Kayyım şöyle demiştir: "Namazı
terk iki kısımdır. Ebedî olarak kılmamak üzere terk. Bu durum bütün amelleri
iptal eder. Bir de belli günde belli bir namazı terk ki, bu sadece o günün
amelini iptal eder."
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: "Beş vakit namaza, bilhassa orta namaza devam edin,"[19]
Sahih hadislerde orta namazın ikindi namazı olduğu açıklanmaktadır:
Ali (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Hendek savaşında şöyle
buyurdu: "Güneş batıncaya kadar bizi orta namazı kılmaktan alıkoyanların,
Allah kabirlerini ve evlerini ateş doldursun."
(Hadisi Buhari, Müslim rivayet etmiştir.
Müslim, Ahmed, Ebû Dâvûd hadisi: "Bizi orta namaz olan ikindi namazından
alıkoyanların" lafzıyla rivayet etmişlerdir.)
İbn Mes'ûd'dan
rivayeten; o şöyle demiştir: "Müşrikler güneş kıza-rıncaya ve kararıncaya
kadar Rasûlüllah'm ikindi namazına engel oldular. Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem de onlar için: "Bizi orta namaz olan ikindi namazından
alıkoydular. Allah onların karınlarını ve kabirlerini ateş doldursun."
buyurdu. (Hadisi Ahmed, Müslim ve İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Akşam namazının vakti,
güneş kaybolup ufkun ardına girince başlar, ufkun kırmızılığı kayboluncaya
kadar devam eder. Abdullah bin Amr'ın rivayet ettiği hadise göre, Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Akşam namazının vakti, güneş
ufukta batıp, ufuktaki kızıllık kayboluncaya kadardır." (Hadisi Müslim
rivayet etmiştir. Yine Ebû Musa el-Eş'arî'den rivayet olunduğuna göre birisi
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e namaz vakitleri hakkında sordu.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de yukardaki hadisi ona cevap verdi. Bu
hadisten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ona emrettiği, onun da
güneş batınca akşamı kıldığı anlaşılmaktadır. Öbür gün olunca şafak gidinceye
kadar namazı geciktirir. Sonra, sorana; "akşamın vakti bu iki vakit
arasındadır," buyurur. Ncvevî, Müslim şerhinde şöyle demiştir:
"Bizden bazı muhakkik alimler, akşam namazını şafak kayboluncaya kadar
geciktirmenin caiz olduğu görüşünü tercih etmişlerdir. Ve bu vakit içinde her
zaman namaza başlamak caizdir, ilk vakitten sonraya bıraktığı için de günahkâr
olmaz." Bu görüş en sahih ve en doğru görüş olup, bunun dışında görüşler
caiz değildir. Ancak Cibril'in imameti hadisinde geçen "akşam namazını iki
günde aynı vakitte güneş batınca kıldı," ifadesi, akşam namazına acele etmenin
müstehap olduğuna delalet eder. Bu hususu açıklayan hadisi şerifler şunlardır:
Sahib bin Yezid'den
rivayeten: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Ümmetim akşam namazını yıldızlar doğmadan önce kıldıkları müddetçe
islâm'dan ayrılmazlar.." (Hadisi Ahmed ve Taberanî rivayet etmiştir.)
Müsned'de geçen hadise
göre; Ebû Eyyûb el-Ensarî'nin oğlu, "Rasûlüllah şöyle buyurdu," demiştir
."Oruçlu iftar ederken akşamı kıtınız. Yıldızlar doğarken namaza devam
ediniz."
Sahih-i Müslim'de
Rafı' bin Hadic'den rivayeten şöyle geçmektedir: "Biz Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber akşamı kılardık; birimiz ayrıldığı
zaman ok atsa, okun düştüğü yeri görebilirdi."
Yine Sahih-i Müslim'de
Seleme bin Ekvâ'dan rivayeten şöyle denmektedir: "Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem akşam namazım güneş batıp, ufkun ardına gizlenince
kılardı."
Yatsı namazının vakti,
ufkun kızıllığı kaybolunca girer, gecenin yansına kadar devam eder. Aİşe
(r.a.)'den rivayeten, o şöyle demiştir: "Yatsı namazını şafağın kaybolması
ile gecenin ilk üçte biri arasında kılarlardı." (Hadisi Buharı rivayet
etmiştir.) Ebu Hureyre'den rivayeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: "Ümmetim üzerine zor geleceğinden korkmasaydım yatsı
namazını gecenin üçte birine veya yansına kadar tehir etmeyi emrederdim."
(Hadisi Ahmed, İbn Mâce, Tirmizi rivayet etmiş, Tirmizî sahih olduğunu
söylemiştir.) Ebû Saîd el Hudrî'den rivayeten, o şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'i yatsı namazını kılmak için
gecenin yarısı geçinceye kadar bekledik. Sonra gelip bize namaz kıldırdı.
Sonra şöyle buyurdu: "Saflara geçiniz. Bu anda insanlar yatmışlardır. Siz
namazı beklediğiniz müddetçe namazdasınız. Eğer zayıfın zayıflığı, hastanın
hastalığı, ihdyaçlının ihtiyacı olmasaydı, şu yatsı namazını gecenin yansına
kadar geciktirirdim." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, İbn Mâce, Nesâî, İbn
Huzeyme sahih bir senetle rivayet etmişlerdir.) işte ihtiyar vakti budur.
Cevaz ve mecburiyet vaktine gelince; bu sabah namazına kadar uzar. Çünkü Ebû
Katâde'nin rivayet etmiş olduğu hadiste Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: "Yatsı namazından önce uyku uyumada bir aşırılık
yoktur. Aşırdık, öbür namaz vakti girinceye kadar namazı geciktirenin
yaptığıdır." (Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.) Namaz vakitleri
konusunda geçen hadis de göstermektedir ki, her namazın vakti, öbür namazın
vakti girinceye kadar devam etmektedir. Sabah namazı ise öğleye kadar devam
etmez. Alimler, sabah namazının vaktinin güneş doğunca bittiğini icmaen kabul
etmişlerdir.
Efdal olan, yatsı
namazını, muhtar vakit olan gecenin yarısına bırakmaktır. Aîşe (r.a.)'den
rivayet edilen hadise göre, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem bir gece yatsı namazını gecenin çoğu ge-
çinceye kadar tehir
etti. Hatta mescid ehli uyudu, sonra çıkıp namaz kıldı ve şöyle buyurdu:
"Ümmetime zor olacağından korkmasaydım, yatsının bu vakitle kılınmasını
emrederdim." (Hadisi Müslim ve Nesâî rivayet etmiştir.) Daha önce geçen
Ebû Hureyrc ve Ebû Sa'îd'in hadisleri Aişe'nin (r.a.) hadisi ile aynı manada
olup "geciktirmenin efdal ve müstehap olduğunu" göstermekledir. Nebî
aleyhisselam namaz kılanlara zor olacağını düşündüğü için bu duruma devam
etmemiştir. Çünkü cemaatin durumunu nazarı itibara alırdı. Bunun için bazan
erken, bazan geç kılardı. Câbİr'den rivayeten, o şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem öğleyi sıcakken, ikindiyi ise
güneşin ışığı zayıflayınca, akşamı güneş batınca kılardı. Yatsıyı ise bazan
geç, bazan erken kılardı. Cemaatın toplandığını görünce erken kılar,
geciktiğini görünce tehir ederdi. Sabahı ise, sabahın alaca karanlığında
kılardı." (Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)
Yatsı namazından önce
uyumak ve yatsıdan sonra konuşmak mekruhtur. Ebû Berzet-el Eslcmî'nin rivayet
ettiği hadise göre, Nebî aleyhisselam "âteme" dedikleri yatsıyı
geciktirmeyi müstehab sayardı. Yatsıdan önce uyumayı ve yatsıdan sonra
konuşmayı mekruh görürdü. (Hadisi Buharı, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce
rivayet etmiştir.) İbn Mes'ud'dan rivayeten, o şöyle demiştir. "Yatsıdan
sonra sohbet etmemizi Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ayıpladı." İbn
Mâce'nin rivayet ettiği hadiste ise "Bizi men etti. Yasakladı"
şeklinde gelmiştir. Yatsıdan önce uyumanın, sonra konuşmanın mekruh olmasının
sebebine gelince, çoğu zaman, uyuyanın, namazı müstehab olan vakitte
kılamayacağı veya cemaatle kılmayı kaçıracağından dolayıdır. Sohbet etmek ise
birçok faydaların zayi edilmesine sebep olan uykusuzluğa götürür. Eğer uyumak
istediği zaman onu uyandıracak bir kimse varsa veya yatsıdan sonra hayırlı konuşma
yapılacaksa o zaman kerahat yoktur, İbn Ömer'den rivayeten, o şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Bekir ile müs-lümanlann
işlerini görüşmek üzere gece konuşurken ben de onunla beraberdim."
(Hadisi Ahmed, Tirmizi rivayet etmiş, Tirmizi hasen olduğunu söylemiştir.) İbn
Abbas'dan rivayeten, o şöyle demiştir: "Bir gece Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem eşi Meymune'nin evinde iken, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in gece namazının nasıl olduğunu görmek için Meymune'nin evinde uyudum,
Rasûlüllah, sallallahu aleyhi ve sellem eşi ile bir saat konuştuktan sonra
uyudu." (Hadisi Müslim rivayet etmiştir.)
Sabahın vakti fecri
sadık doğunca başlar, güneş doğuncaya kadar hadiste geçtiği şekilde devam eder.
Sabah namazını ilk
vaktinde kılmak konusunda Ebû Mes'ûd el-Ensari, rivayet elliği hadiste şöyle
demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını bazan
gecenin alaca karanlığında bazan ortalık aydınlanınca kılardı. Daha sonra
ölünceye kadar gecenin alaca karanlığında kıldı. Ortalık aydınlanınca kılmaya
bir daha dönmedi." (Hadisi Ebû Dâvûd, Bcyhakî rivayet etmiştir. Senedi
sahihtir.) Aişe (r.a.)'dan rivayeten, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber sabah namazını elbiselerine bürünerek
kılan mü'min kadınlar vardı. Namaz bitince evlerine dönerlerdi ve karanlıktan
kimse onları tanıyamazdı." (Hadisi Buharı, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesai,
İbn Mâce rivayet etmiştir.) Râfi' bin Hadic'in rivayet elliği hadiste ise
şöyle denmiştir: "Sabahı aydınlıkta kilin-. Bunun mükâfatı daha
büyüktür." Başka bir rivayette; "Sabahı aydınlığa bırakın. Çünkü ecri
bakımından bu daha büyüktür." (Bu hadisi Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd,
Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir. Tirmizi ve İbn Hibbân sahihlemiştir.) Hadiste
geçen "aydınlatmak"lan maksat namazdan çıkmaktır. Yoksa namaza girmek
değildir. Yani "sabah namazında kıraati uzun yapın; ta ki her taraf
aydınlanınca namazdan çika-sınız" demektir. Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem böyle yapmaktaydı. Sabah namazında altmış ile yüz arası âyet okurdu.
Veya, "Fecrin doğuşu kesinleşinceye kadar geciktirin; fecir doğdu
zannıyla kılmayın" demektir.
Vakit çıkmadan önce
namazdan bir rek'atı kılabilen kimse namaza yetişmiş demektir. Ebû Hureyre'nin
rivayet ettiği hadise göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Namazın bir rek'atına yetişip kılabilen kimse namaza yetişmiştir."
(Hadisi Buharı, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, ve İbn Mâce rivayet
etmiştir.) Bu hadis bütün namazları içine alır. Buharî'nin rivayetinde ise;
"Sizden biriniz güneş batmadan önce ikindi namazının bir secdesine
yetişirse namazını tamamlasın. Güneş doğmadan önce sabah namazının bir
secdesine yetişen kimse namazını tamamlasın," şeklindedir. Secdeye
yetişmekten maksat rek'ate
yetişmektir. Hadisten
anlaşıldığına göre, sabah ve ikindi namazının bir rek'atma güneş doğarken ve
batarken yetişen kimsenin namazı tamamlamaması, bu vakitler kerahat vakti ise
de caiz olmaz. Her ne kadar kasden bu vakte geciktirmek caiz değil ise de, bir
rek'atını vaktin içinde kılanın namazı eda olarak vaki olmuştur.
Bir kimse uyku ve
unutmak sebebiyle namazı terkederse, hatırladığı zaman o namazı kılar. Ebû
Katâde'nin rivayet ettiği hadise göre, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'e uyku sebebiyle namazı terkedcn hakkında
sorulduğunda şöyle buyurmuştur: "Uyku sebebiyle namazı lerketmek kusur
sayılmaz. Kusur ancak uyanık iken îerketmekür. Sizden biriniz bir namazı
unutursa veya uykuda kalırsa hatırladığı zaman onu kılsın." (Nesâî, Tirmizî,
hadisin sahih olduğunu söylemiştir.) Enes'den rivayeten, Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Kim namazı unutursa hatırladığı
zaman kılsın. Unutulan namazın kefareti onu kılmaktır." (Hadisi Buharı ve
Müslim rivayet etmiştir.) îmran bin Husayn'dan rivayeten o şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile yola çıktık. Gecenin sonu
olunca istirahat için konakladık. Bizi güneşin sıcaklığı uyandırdı. Bizden
birisi alelacele abdest almak için kalktı. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem oturmalarını emretti. Sonra yola çıktık, güneş yükselinceye kadar
yürüdük. Abdest aldık. Bilâl'e emretti. O da ezan okudu. Sonra sabahın
farzından önce iki rek'at kıldı. Sonra kamet getirerek hep beraber kıldık.
Ashab sordu: "Ya Rasûlallah, yann bu namazı vaktinde tekrar kılmayalım
mı?" Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem cevaben şöyle buyurdu:
"Rabbiniz size faizi yasaklamadı mı? (Yani tekrar kılmaya gerek yoktur.)
Bu namazı sizden kabul eder." (Hadisi Ahmed ve diğerleri rivayet etmiştir.)
Sabah namazından sonra
güneş doğuncaya kadar, güneş doğduktan bir mızrak yükselinceye kadar, güneş tam
tepede iken batıya dönünceye kadar, ikindi namazından sonra güneş batıncaya
kadar namaz kılmanın nehyi hakkında hadisler gelmiştir. Ebû Saîd'den rivayeten
Nebi aleyhisse-lam şöyle buyurmuştur: "İkindi namazından sonra güneş
batıncaya kadar namaz kılınmaz. Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar
da namaz kılınmaz." (Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir) Amr İbn
Abese'den rivayeten, o şöyle demiştir: "Ya Rasûlallah, bana namazdan
haber ver" dedim.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sabah namazını kıl.
Sonra güneş doğup yükselinceye kadar kılma. Çünkü güneş şeytanın boynuzları
arasında doğar. Tam bu anda kâfirler güneşe taparlar. Sonra gölge bir mızrak
oluncaya kadar kıl. Bu zamanda namaz melekler tarafından görülür. Sonra yine
kılma çünkü bu zaman cehennem şiddetle yakılır. Gölge döndüğü zaman yine kıl.
Çünkü bu namaz ikindiyi kılmcaya kadar melekler tarafından görülür. Sonra güneş
batıncaya kadar kılma. Çünkü güneş şeytanın boynuzlan arasında batar. Ve
kafirler güneşe bu zamanda secde ederler." (Hadisi Ahmed, ve Müslim rivayet
etmiştir.) Ukbe bin Amr'dan rivayeten, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem üç vakitte namaz kılmaktan ve ölülerimizi gömmekten
bizi nehyetti: Güneş tam olarak doğduktan yükselinceye kadar. Güneş tam tepede
iken, güneşin ışığı iyice zayıflayıp batıncaya kadar." (Bu hadisi Müslim,
Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Cumhur ulemâ, sabah ve
ikindi namazından sonra kaza namazı kılmayı caiz görmüşlerdir. Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in şu hadisini delil olarak gösterirler: "Kim
bir namaz unutursa hatırladığı zaman onu kilsin." (Hadisi Buharı ve Müslim
rivayet etmiştir.) Bu vakitte nafile namaz kılmayı sahabeden Ali, İbn Mes'ud,
Zeyd bin Sabit, Ebu Hureyre, İbn Ömer mekruh saymışlardır. Ömer (r.a.) ise,
ikindi namazından sonra sahabenin huzurunda iki rekat namaz kılar, kimse yanlış
yaptığını söylemezdi. Halid bin Velid de böyle yapardı. Tabiînden Hasan Basrî,
Saîd bin Müseyyeb, mezhep imamlarından Ebû Hanife ve Malik bunu mekruh saymışlardır.
Şafiî ise, bu iki vakitte tahiyyet ul-Mescid ve abdest namazı gibi sebebi olan
bir namazı kılmayı caiz görmüş, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in
ikindi namazından sonra öğlenin sünnetini kılmasını delil saymıştır. Hanbelîler
ise, bu iki vakitte sebebi olsa bile nafile kılmayı haram saymışlar, ancak
"tavaf namazı müstesnadır" demişlerdir. Cü-beyr bin Mut'im'in rivayet
ettiği hadisde Nebi aleyhisseiam "Ey Abdi Menâf oğullan! Bu beyti tavaf
edenlerden, gece ve gündüz dilediği saatte namaz kılan hiçbir kimseyi
engellemeyin," buyurmuştur. (Hadisi Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, îbn Mâce
rivayet etmiş, îbn Huzeyme ve Tirmizî sa-hihlemiştir.)
Hanefiler, mutlak
olarak, bu vakitlerde namaz kılmanın, farz olsun, vacib olsun, nafile olsun
kaza veya eda olsun sahih olmadığı görüşündedirler. Ancak o günün ikindi
namazı ile cenaze namazı müstesnadır. (Cenaze namazı bu vakitlerden hangisinde
hazır olursa kerahatsiz namazı kılınır.) Bu vakitlerde okunan secde âyeti için
secde yapmak da caizdir. Ebû Yusuf cuma günü güneş tepede iken nafile kılmayı
bile caiz görürdü. Şafiîler İse bu vakitlerde sebebe dayanmayan nafile kılmayı
mekruh sayar. Mutlak olarak farz namaz, sebebe dayanan nafile namazı, cuma
günü güneş tepede iken kılınan nafile namaz, Mekke'nin hareminde kılman nafile
namaz mubahtır, kerahati yoktur. Malikîlcr ise, güneş doğarken ve batarken
nafile kılmayı bir sebebe dayansa bile haram sayarlar. Yine adak namazlar, tilaveı
secdesi ve cenaze namazı da haram sayılır. Ancak cenazenin bozulmasından
korkulursa namazını kılmak caiz olur. Malikîlcr, güneş tepede iken farz ve
nafile namaz kılmayı mubah saydıkları gibi, güneş doğarken ve balarken de
farzı ayın olan namazların eda ve kazasını mubah görürler. Bâcî, "Muvatta
Şerhi"nde şöyle der: Mebsut'ta îbn Vehb'den nakledildiğine göre: îmam
Malik'e güneş tepede iken namaz kümak hakkında soruldu. O şöyle cevap verdi.
"İnsanların cuma günü güneş tepede iken namaz kıldıklarına şahit oldum.
Her ne kadar bazı hadisler bunu nehyediyorsa da, Medine toplumunun yaptığı
şeyi ben nehyedemem. Ve nehyeimeyi de sevmem." Hanbelîler ise, bu üç
vakitte nafile kılmanın sebebi olsun veya olmasın, ister Mekke'de, isler başka
yerde, ister cuma, ister diğer günler olsun niyetinin sahih olmadığı
görüşündedirler. Ancak cuma günü tahiyyet'ül-mescid müstesnadır. Hanbeliler
tahiyyet'ül-mescid namazını güneş tepede iken, hutbe esnasında kerahatsiz caîz
görürler. Onlara bu vakitlerde cenaze namazı kılmak dahi haram olur. Ancak
bozulmasından korkulursa o halde kerahatsiz caizdir. Bu üç vakitte kaza
namazlarını, adak namazlarını, nafile bile olsa tavaf namazını mubah sayarlar.
İbn Ömer'in azatlısı
Yesâr'dan rivayeten, o şöyle demiştir. "Fecir doğduktan sonra namaz
kılarken tbn Ömer beni gördü ve şöyle dedi: Ra-sûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem biz bu saatte namaz kılarken yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:
"Burada olanlar olmayanlara duyursun ki, sabah
aydınlanınca sabah
namazının iki rek'atından başka namaz yoktur." (Hadisi Ahmed ve Ebû Dâvûd
rivayet etmiştir. Bu hadis her ne kadar zayıf olsa bile birbirini
kuvvetlendirecek senetleri vardır.) Bu hadisi, sabah namazının iki rek'at
sünnetinden daha fazla nafile kılmanın mekruh olduğuna delil getirebilirsin.
Şcvkanî'nin ifadesi budur. Hasan, Şafiî, İbn Hazm ise, kerahatsiz olarak nafile
kılmanın caiz olduğu görüşündedirler, imam Malik, bir özür sebebi ile gece
namazını geçirenin ikiden fazla kılabileceğini ifade etti. Abdullah İbn Abbas,
Kasım bin Muhammed ve Abdullah İbn Amir bin Rebia'nın fecirden sonra vitir
kıldıklarının kendisine ulaştığını zikretti. Abdullah İbn Mes'ûd şöyle dedi:
"Sabah namazı kılınırken ben hiç aldırış etmeden vitir kılarım."
Yahya bin Saîd'dcn rivayeten, o şöyle demiştir: "Ubade bin Samîd, cemaate
imam olurdu. Birgün sabah namazına çıktı. Müezzin sabah ezanını okuyordu. Ubadc
müezzini susturup vitri kıldı. Sonra onlara sabah namazını kıldırdı."
Said bin Cübeyr'dcn rivayete göre: "İbn Abbas uykudan uyanınca
hizmetçisine: 'Bak insanlar ne yapıyor?" dedi. O zaman gözleri görmüyordu.
Hizmetçi gitti ve: 'insanlar sabah namazından döndü,' dedi. İbn Abbas kalktı
vitri kıldı. Sonra sabah namazını kıldı."
Namaz için kamet
getirilince nafile ile meşgul olmak mekruh olur. Ebû Hureyre'den yapılan
rivayete göre, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Namaz için kamet getirildiği zaman farz namazdan başka namaz
kılınmaz." Başka bir rivayette: "Ancak başlanan namaz
kılmabilir." şeklindedir. (Hadisi Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Ebû
Dâvûd ve Ahmed rivayet etmiştir.) Abdullah bin Sercis'den rivayeten, o şöyle
demiştir: "Bir adam, Rasûlüllah sabah namazında iken mescide girerek
mescidin kenarında iki rekat namaz kıldı. Sonra Rasûlüllah ile beraber namaza
girdi. Rasûlüllah selâm verince adama şöyle dedi: "Hangi namazı namaz
sayıyorsun? Yalnız kıldığını mı yoksa beraber kıldığımızı mı?" (Hadisi
Müslim Ebû Dâvûd ve Nesâî rivayet etmiştir.) Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in adamın bu durumunu kerih görmeyip tekrar kılmasını emretmemesi,
namazın her ne kadar mekruh ise de sahih olduğuna delildir. İbn Abbas'dan
rivayeten, o şöyle demiştir: "Ben namaz kılarken müezzin kamete başladı.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem beni çekerek: "Sabah namazım dört
mü kılıyorsun?" dedi. (Hadisi Beyhakî, Taberanî, Ebû Davud Tayâlisî, Ebû
Ya'lâ, Hakim rivayet etmiş, Hakim hadisin Buharı ve Müslim'in şartlarına göre
sahih olduğunu söyle-
mistir.) Ebû Musa
Eş'arî'den rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellera bir adamın
müezzin kamet getirirken sabahın iki rek'atını kıldığını gördü. Eliyle omuzuna
dokunarak: "Dikkat! Dikkat! Bu namaz şu kametten önce olacaktı" buyurdu."
(Hadisi Taberanî rivayet etmiş, Irakî "senedi iyidir" demiştir.)
Ezan, hususi
lafızlarla namaz vaktinin girdiğini duyurmaktır. Ezan, cemaate çağırmak ve
islâm esaslarını yaymak içindir. Ezan, ya vacibdir veya mendupdur. Kurtubî ve
diğerleri "ezan, lafızları az olmasına rağmen itikad konularını içine
almakladır." der. Çünkü ezan tekbirle başlar. Tekbir ise Allah'ın
varlığım ve kemâlini kapsar. Sonra tevhid iki defa söylenerek şirk silinmiş
olur. Sonra Muhammed aleyhisselam'm rasûllüğü ispat edilmekte, daha sonra
şehadetlc risalctin ispat edilmesi gelmekte, sonunda, hususi bir ibadete
çağırmaktadır. Öyle bir ibadet ki, o Rasûl'den başkası tarafından bilinemez.
Sonra felaha çağırmaktadır. Bunda ise ebedî hayata ve âhiret hayatına işaret
edilmektedir. Nihayet, tekrar tekbir ve tevhide dönülmektedir.
Ezan ve müezzinlerin
fazileti hakkında pek çok hadis vardır. Bunlardan bazısını aşağıya alıyoruz:
Ebû Hureyre (r.a.)'dcn
yapılan rivayete göre; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "insanlar
ezandaki ve birinci saftaki fazileti bilselerdi kur'a çekmekten başka bir yol
bulamasalar kur'a çekerlerdi. Öğle namazına erken gitmekteki sevabı bilselerdi
yarış yaparlardı. Yatsı ve sabah namazındaki fazileti bilselerdi sürünerek dahi
olsa namazlara gelirlerdi." buyurmuştur. (Hadisi Buharî ve diğerleri
rivayet etmiştir.)
Muaviye (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kıyamet günü
insanların en uzun boyunlusu (boylusu) müezzinler-dir."(Hadisi Ahmed,
Müslim ve İbn Mâce rivayet etmiştir.
Berâ' bin Âzib
(r.a.)'den rivayeten Nebî aleyhisselam "Allah ve melekleri ilk
saftakilere rahmet ederler. Müezzin ise sesinin uzadığı kadar af olunur. Kuru
ve yaş olsun, sesini duyan herşey onu tasdik eder. Ezanı sebebiyle namaz
kılanların sevabı kadar ona sevap verilir." (İbn Münzîr hadisi Ahmed ve
Nesâî'nin iyi bir senetle rivayet ettiklerini söylemiştir.)
Ebû Derdâ (r.a.)'dan
rivayetle, o şöyle demiştir: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle
işittim: "Ezan okunmayan, namaz kılınmayan üç şeyi şeytan istilâ
eder." (Hadisi Ahmed rivayet etmiştir.)
Ebû Hureyre (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüllah aleyhisselam: "İmam cemaatin kefili, müezzin
mutemedidir. Allahım imamları doğru yola yönelt, müezzinlere mağfiret
et." buyurmuştur.
Ukbe bin Âmir
(r.a.)'den rivayeten, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'den şöyle işittim: "Koyun güden bir çobanın, dağın eteğinde ezan
okuyup namaz kılması rabbinin hoşuna gider. Ve şöyle der: "Bu kuluma bakınız,
ezan okuyup namaz kılıyor, benden korkuyor. Ben de kulumu affettim ve cennete
koydum." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâî rivayet etmiştir.)
Ezan, hicretin ilk
yılında meşru kılındı. Meşru oluşunun sebebini aşağıdaki hadisler
açıklamakladır:
Nafi'dcn rivayeten:
îbn Ömer (r.a.) şöyle diyordu: "Müslümanlar toplanıp namaz vaktini
bekliyorlardı. Onları namaza çağıran kimse yoktu. Bir gün bu mevzuda
konuştular. Bazıları hristi yani arın çanı gibi çan çalalım dediler. Bazıları
ise yahudi boynuzu gibi bir boynuz alalım dediler. Ömer (r.a.) ise, namaza
çağıran bir adam gönderseniz ya dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
"Ya Bilâl, kalk, insanları namaza çağır." buyurdu. (Hadisi Buhari ve
Ahmed rivayet etmiştir.)
Abdullah bin Zeyd
(r.a.), Rasûlüllah aleyhisselam'dan rivayeten şöyle demiştir: "Rasûlüllah
bütün namazlarda insanları çağırmak için çan çalmayı emredince (bir rivayette
'hristiyanlara benzemeyi çirkin görmekte olduğu halde') rüyamda, elinde çan
olan bir adam etrafımda dönüyordu. Ben o adama: 'Ey Allah'ın kulu o çanı bana
satar mısın?' dedim. O da: 'Çanı ne yapacaksın?' dedi. Ben de; 'insanları
namaza çağıracağız,1 dedim. Adam: 'Sana bundan daha hayırlı bir şey göstereyim
mi?1 dedi. Ben de 'evet' dedim. Adam: 'Şöyle dersin,' diyerek ezanı tarif etti:
"Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber, Eşhedü en lâ
ilahe illallah, Eş-hedü en lâ ilahe illallah, Eşhedü enne Muhammeden
Rasûlüllah, Eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah, Hayye ale's-salâh, Hayye
ale's-salâh, Hayye ale'l-felâh, Hayya ale'l-felâh, Allahu ekber Allahu ekber,
Lâ ilahe illallah." Biraz sonra da, 'şöyle dersin,' diyerek kameti tarif
etti: "Namaz vakti gelince, Allahu ekber, Allahu ekber, Eşhedü en lâ ilahe
illallah, Eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah, Hayye ale's-salâh, Hayye
ale'lfelâh, Kad kâmeti's-salâh, Kad kâmeti's-salâh, Allahu ekber, Allahu ekber,
Lâ ilahe illallah." Sabah olunca Rasûlüllah'a gelerek gördüğüm rüyayı
anlattım. Rasûlüllah; 'Inşaallah bu rüya hak'tır," buyurdu. 'Kalk gördüğün
rüyayı Bilâl'e öğret, ezan okusun.. Çünkü onun sesi senden daha gürdür. Ben de
kalkıp Bilâl'e öğrettim, o da rüyamla ezan okudu. Evinde olan Ömer (r.a.)
Bilâl'in sesini işitince ridasını sürüyerek çıkıp geldi. Ve şöyle dedi: 'Seni
hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, senin gördüğün rüyayı ben'de gördüm.'
Rasûlüllah 'Allah'a hamdolsun,' buyurdu." (Hadisi Ah-med, Ebû Dâvûd, İbn
Mâce, İbn Huzeyme ve Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hadisin hasen sahih
olduğunu söylemiştir.)
Ezanın kelimeleri üç
şekilde gelmiştir. Bunları aşağıya alıyoruz:
Birinci Şekil: Birinci
tekbiri dörtleyip, kelime-i tevhidden başkasını tercîsiz[20] iki
kerre söylemek. Böylece ezanın kelimeleri onbeş olmuş olur. Abdullah bin
Zeyd'in geçen hadisi buna delildir.
ikinci Şekil: Tekbiri
dörtlemek ve şehadetleri tekrar etmek. Yani müezzin şöyle der: "Eşhedü en
lâ ilahe illallah, Eşhedü en lâ ilahe illallah, Eşhedü enne Muhammeden
Rasûlüllah, Eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah." Bunları önce sesini
alçaltarak söyler, sonra da dönüp yükselterek tekrar eder. Ebû Mahzûre'den
rıvayeten, o; "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ezanı ondokuz kelime
olarak Öğretti," demiştir. (Hadisi Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve
Nesâî rivayet etmiştir. Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir.)
Üçüncü şekil:
Tekbirleri iki, şehadetleri terci yapmak suretiyle söylemek. Bu durumda ezanın
kelimeleri onyedi yapar. Müslim'in Ebû Mahzûre'den yaptığı rivayete göre,
"Rasûlüllah sallaîlahu aleyhi ve sellem ezanı bu şekilde öğretti,"
demiştir: "Allahu ekber, Allahu ekber, Eşhedü en lâ ilahe illallah,
Eşhedü en lâ ilahe illallah, Eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah, Eşhedü enne
Muhammeden Rasûlüllah; Sonra dönerek; Eşhedü en lâ ilahe illallah, Eşhedü en lâ
ilahe illallah, Eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah, Eşhedü enne Muhammeden
Rasûlüllah, Hayye ale's-salâh, Hayye ale's-salâh, Hayye ale'l-felâh, Hayye
ale'l-felâh, Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lâ ilahe illallah."
Müezzin için
"tesvib" meşrudur. O da sabah namazında Hayyeale-teyn'den sonra
"Es-salatu hayrun min'en-nevm" demektir. Ebû Mahzûre, Rasûlüllah
sallaîlahu aleyhi ve sellem'e: "Ya Rasûlallah, bana ezanın nasıl olacağını
öğret" dedi. Rasûlüllah sallaîlahu aleyhi ve sellem de ona "Eğer
sabah namazı ise: "Es-salatu hayrun min'en-nevm, Es-salâtu hayrun
min'en-nevm, Allahu ekber, Allahu ekber, Lâ ilahe illallah," dersin,"
buyurdu. (Hadisi Ahmed ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) Sabahın dışındaki
namazlar için ezana bir şey katmak meşru değildir.
Kâmet için de üç şekil
varid olmuştur:
Birinci tekbiri
dörtleyip, diğer bütün kelimeleri ikişer söylemek. Yalnız son kelime müstesna.
Ebû Mahzure'nin hadisine göre, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ona
kameti onyedi kelime olarak öğretti: "Allahu ekber (dört kerre), Eşhedü
en lâ ilahe illallah (iki kerre), Eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah (iki
kerre), Hayye ale's-salâh (iki kerre), Hayye ale'l-felâh (iki kerre), Kad
kâmeti's-salâh (iki kerre), Allahu ekber (iki kerre), Lâ ilahe illallah (bir
kerre.)." (Hadisi Buharî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî rivayet etmiş,
Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemiştir.)
ilk ve son tekbirle
"Kad kameti's-salah"ı iki yapmak, diğer kelimeleri ise tek yapmak.
Bu durumda kametin kelimeleri onbir eder. Şöyle ki; Abdullah bin Zeyd'in geçen
hadisinde Rasûlüllah sallaîlahu aleyhi ve sellem ona: "Kamet getirdiğin
zaman şöyle dersin," demektedir: "Allahu ekber, Allahu ekber, Eşhedü
en lâ ilahe illallah, Eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah, Hayye ale's-salâh,
Hayye ale'l-felâh, Kad kâmeti's-salâh, Kad kâmetis salâh, Allahu ekber, Allahu
ekber, Lâ ilahe illallah."
"Kad
kâmeti's-salâh" kelimesini tek söyleyerek daha önce geçen durum gibi
okumak. Bu okuyuşta kametin kelimeleri on yapar. İmam Mâlik, bu okuyuş tarzını
benimsemiştir. Çünkü o Medine ehli ile amel eder. Ancak İbn Kayyım "Kad
kâmeti's-salâh" kelimesinin tek olduğu Nebî
(a.s.)'dan asla
duyulmamıştır, der. İbn Abdilber ise, herhalde "Kad kâmeti's-salâh"
ikidir, demiştir,
Müezzin sesini işiten
kimsenin aşağıdaki zikirleri yapması müstehabtır.
1-
"Hayye ale's-salâh ve hayye ale'l-felâh" dışında müezzinin söylediğini
aynen tekrar eder. Hayye aleteyn'den sonra, "la havle vetâ kuvvete illâ
bitlah" der. Ebû Said-il Hudrî'den rivayeten Rasülüllah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz ezanı işittiği zaman
müezzinin dediği gibi desin." (Hadisi Buharı, Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî,
Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir.) Ömer (r.a.)'dcn rivayeten Nebî aleyhisselam
şöyle buyurdu: "Müezzin 'Allahu ekber, Allahu ckber' dediği zaman sizden
biriniz de, 'Allahu ekber, Allahu ekber' derse, müezzin 'Eşhedii en la ilahe
illallah' deyince, sizden biriniz 'Eşhedü en lâ ilahe illallah' derse, müezzin
'Eşhedü enne Muhammeden Rasülüllah' deyince sizden biriniz de, 'Eşhedü enne
Muhammeden Rasülüllah' derse, müezzin 'Hayye ales-salâh' deyince sizden biriniz
'Lâ havle ve la kuvvete illâ bil-lah' derse, müezzin 'Allahu ekber, Allahu
ekber' deyince sizden biriniz 'Allahu ekber, Allahu ekber' derse, müezzin 'La
ilahe illallah' dediğinde, sizden biriniz kalbinden 'Lâ ilahe illallah' derse
cennete girer." (Hadisi Müslim ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Bu konuda Nevevî şöyle
der:
"Biz şafiiler,
Hayye aleler dışında kelimeleri tekrarlamayı, o kelimelerin mânâsına muvafakat
ettiği ve razı olduğundan müstehab saymaktayız. Hayye aleler ise, namaza çağrı
olduğundan müezzinden başkasının bunu söylemesi uygun değildir. Burada başka zikri
uygun görmekteyiz. Ezanı dinleyenlerin 'iâ havle ve Iâ kuvvete illa billah'
gibi başka zikir yapması müstehab olur. Çünkü bu kelimelerde gerçek kudret ve
kuvvetin Allah'a ait olduğu söylenmektedir. Buhari ve Müslim'de Ebû Musa
el-Eş'arî'den rivayeten Rasûlülîah sallallahu aleyhi ve sellem: "Lâ havle
velâ kuvvete illha billah, cennet hazinelerinden bir hazinedir."
buyurmuştur. Biz şafiilercc ezanı dinleyen herkesin temiz olsun, pis olsun,
cünup olsun, hayz olsun, büyük olsun, küçük olsun bu kelimeyi söylemesi
müstehab-dır. Çünkü bu durumdaki kimse zikir yapabildiğine göre bu kelime de
bir zikirdir. Yalnız namaz kılan, helada bulunan ve cima durumunda olan
müstesnadır. Heladan çıkınca bunları söyleyebilir. Eğer Kur'ân okuyorsa, zikir,
ders ve benzeri şeyleri yapıyorsa bunları kesip müezzine tâbi olur.
Sonra yapüğı şeye
dönebilir. Farz ve nafile namazda olsa dahi durum aynıdır."
Ezanı dinleyen, meşgul
olduğu şeyi bitirdikten sonra ezanı tekrarlar. "Muğni" isimli kitapta
şöyle denmektedir: Camiye girip müezzini dinlemek, müezzin bitirinceye kadar
beklemek müstehabdır. Sonra müezzin bitirince dediğini der. Böylece hem ezanı
dinleme hem de tekrar etme sc-vabmı almış olur. Ezanı tekrar etmeyip namaza
başlamasında da bir beis yoktur. Bunu imam Ahmed ifade etmiştir.
2- Ezandan
sonra şu dualardan birisi ile Nebi aleyhisselam'a salavat getirilir: Abdullah
bin Amr'dan rivayeten, o Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle
buyurduğunu işitmiştir. "Müezzinin ezanını işittiğiniz zaman onun gibi
söyleyin, sonra bana salaval getirin; kim bana salavat getirirse Allah o
kimseye rahmet eder. Sonra benim için Allah'dan "vesile" isteyiniz.
Vcsîlc ancak Allah'ın kullarına lâyık olan cennette bir yerdir. Ve o kulun ben olacağını
umuyorum. Kim benim için Allah'dan vesile dilerse şefaatim ona
gerçekleşecektir." Müslim'in Cabir'den rivayetine göre Rasülüllah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ezanı işiten
kimse:"
"Ey tam olan
davetin ve kılınan namazın Rabbi, Muhammed'e vesile ve fazilet ver ve O'nu
vadettiğin Makam-ı Mahmud'a eriştir" derse kıyamet günü şefaatim ona
gerçekleşir." (Hadisi Buharı rivayet etmiştir.)
Ezanla kamet arası
duanın kabulünün umulduğu bir vakittir. Onun için bu vakitte duayı çoğaltmak
müstehabdır. Enes'dcn rivayeten Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem
"Ezanla kamet arasında dua red olunmaz," buyurmuştur. (Hadîsi Ebû
Dâvûd, Nesâî ve Tirmizi rivayet etmiş, Tirmizî hadisin hasen sahih olduğunu
söylemiş ve şu ilâveyi nakletmiştir: "Ashab, 'ne söyleyelim ya
Rasûlallah?' diye sorunca, Rasülüllah cevaben 'Allah'dan dünyada ve âhirette af
ve afiyet dileyin' buyurdu.") Abdullah bin Amr'dan rivayeten; "Bir
adam Rasûlüllah'a şöyle dedi: 'Yâ Rasûlallah,müezzinler bizi davet ediyorlar.'
Rasûlüllah şöyle buyurdu: "Dedikleri gibi, de. Bitirince de dua et ki
sana verilsin." buyurdu." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Sehi bin Saîd'den rivayeten Rasûlüllah sal-lallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "iki yerde dua red olunmaz; a- Ezan okunurken, b-
insanlar birbirleriyle savaştıklarında." (Hadîsi Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.) Ümmü Seleme'den rivayeten, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah akşam
namazında şu duayı bana öğretti:
"Allahım bu ezan,
gecenin gelip, gündüzün gitmesi ve davetçilerinin sesidir. Beni affeyle."
Kameti işiten kimsenin
kamet getiren gibi söylemesi müstehabdır. Ancak "kad kâmeti's-salâh"
dediği zaman tekrar etmeyip; "Allah namaz kılmayı nasib etsin ve onu devam
ettirsin", demesi müstehabdır. Rasûlül-lah'm bazı ashabından rivayeten;
Bilâl (r.a.) kamete başlayınca "kad kâmeti's-salâh" dediği zaman
Rasûlüllah salîallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah namaz kılmayı
nasib etsin ve onu devam ettirsin." Ancak hayyealateyn'de ise, "lâ
havle ve lâ kuvvete illâ billah" diyordu.
Müezzinde aşağıdaki
vasıfların bulunması müstehabdır:
1- Okuduğu ezam Allah için okuması, karşılığında
ücret almaması. Osman bin Ebu'l As (r.a.)'dan rivayeten; o şöyle demiştir:
"Rasûlüllah'a "beni kavmime imam yap,' dedim. O da 'Sen onların
imamısın' dedi ve 'en zayıfların gücüne göre ayarla, bir de ezanına mukabil
ücret almayan bir müezzin bul,' buyurdu." (Hadisi Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn
Mâce ve Tirmizî rivayet etmiştir. Yalnız Tİrmizî'nin rivayetinde;
"Rasûlüllah'ın bana verdiği son talimat "ezana mukabil ücret almayan
bir müezzin bul." şeklindedir. Tirmizî rivayetinin sonunda hadisin hasen
olduğunu söylemiştir.) Ekseri ilim adamı bu görüşte olup, müezzinin ücret
almasını kerih görerek, müezzinin ezanı sevab arzusuyla okumasını müstehab
saymışlardır.
2- Müezzinin
cünüp olmayıp, abdestlj olması. Muhacir bin Kunfuz' (r.a.)'m rivayet ettiği
hadise göre, Nebî aleyhisselam, ona şöyle buyurmuştur: "O'nun selâmını
almaktan beni engelleyen, temiz olmadan Allah'ın ismini anmak istemeyişimden
başka şey değildir." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesaî ve îbn Mâce rivayet
etmiş. İbn Huzeyme hadisin sahih olduğunu söylemiştir.) Eğer abdestsiz olarak
ezan okursa Şafiî'ye göre ke-rahalle beraber caizdir. Ahmed, Hanefî ve
diğerleri kerahat olmadığı görüşündedirler.
3- Müezzinin ayakta ve kıbleye karşı durması. İbn'ül-Münzir;
"Ezanda ayakla durmanın sünnet olduğunda icma vardır. Çünkü bu hal sesin
duyulmasına daha müsaittir," demiştir. Yine ezanda kıbleye dönmek
sünnettendir. Rasûlüllah saliallahu aleyhi ve sellem'in müezzinleri ezan
okurlarken kıbleye dönerlerdi. Eğer müezzin kıbleye dönmeyi ihlâl ederse ezan
mekruh olmakla birlikte sahihtir.
4-
"Hayyc ale's-salâh" derken başı boynu ve göğsü ile sağa dönmesi,
"Hayye ale'l-felâh" derken de sola dönmesi. Nevevi bu şeklin en doğru
şekil olduğunu söylemiştir. Ebû Cuheyfe: "Bilal ezan okuyunca ağzını bir o
tarafa bir bu tarafa çevirdiğini takib ediyordum." demiştir. Yani
"hayye ale's-salâh" ta sağa, "hayye alc'l-felâh"ta sola,
(Hadisi Buharı, Müslim ve Ahmet rivayet etmiştir.) Müezzinin yürüyerek dönmesi
hakkında Beyhakî; "Bu mevzuda sahih bir rivayet yoktur," demiştir.
"Muğnî" isimli kitabda Ahmed bin Hanbel'dcn şu nakledilmektedir:
"Müezzinler her tarafa duyurmak kasdıyla minareden başka yerde yürüyerek
dönemez."
5-
Parmaklarını kulaklarına koyması. Bilâl; "Parmaklarımı kulaklarıma
koyarak öyle ezan okudum," demiştir. (Hadisi Ebû Dâvûd, İbn Hib-ban
rivayet etmiştir.) Tirmizi; "müezzinin ezan okurken parmaklarını kulaklarına
koymasını ilim ehli müstehab görmüştür." demiştir.
6- Sahrada
tek başına da olsa okurken sesini yükseltmesi. Abdullah İbn Abdurrahman İbn Ebi
Sağsağa, babasından rivayeten, Ebu Said el Hudri'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Senin koyunları ve kırları çok sevdiğini görüyorum.
Koyunlarının başında kırlarda bulunduğun zaman ezanı yüksek sesle oku. Çünkü
müezzinin sesini işiten cin, insan ve başka şeyler kıyamet günü ona şahitlik
ederler." Ebû Sa'îd: "Bunu Rasûîül-lah'dan işittim," demiştir.
(Hadisi Ahmed, Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir.)
7- Ezanı
yavaş okuması, yani her iki kelime arasını biraz durarak ayırması; kamette ise
acele etmesi. Ezanın yavaş, kametin acele yapılmasının müstehab olduğuna dair deliller
bir kaç yoldan gelmiştir.
8- Kamet
esnasında konuşmamak. Ezan esnasında konuşmayı ilim ehlinden bir taife kerih
görmüştür. Hasan, Atâ ve Katâde buna ruhsat vermişlerdir. Ebû Dâvûd şöyle
demiştir: "Ezan okurken konuşan hakkında Ahmed'e sordum. O da 'olur,'
dedi. "Kamette konuşursa?' diye sorulunca 'hayır,' dedi. Çünkü kameti
çabuk yapmak müstehabdır."
Karıştırma olmaması
için, birinci ezanla ikinci ezanı ayırmak mümkün oldukça, sabah namazı hariç,
diğer namazlar için ezan vakitten önce veya sonra değil vaktin başında okunur.
Abdullah bin Amr (r.a.)'den riva-yelcn Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Bilâl gece bitmeden ezan okur. Ümmü Meklum
ezan okuyuncaya kadar yiyip içebilirsiniz." (Hadisi Buharı ve Müslim
rivayet etmiştir.) Sabah ezanını vakitlen önce okumaktaki hikmet, Ahmed ve
diğerlerinin İbn Mes'ûd'dan rivayet ettikleri hadisin açıkladığı şu sebeptir:
Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: "Sizden birinizi, Bilâl'in ezanı, sahur
yemeğinden alıkoymasın. Çünkü o uyuyanları uyandırmak, uyananları da yemeğe
sevketmek için ezan okur." Bilâl ezan lafızlarının dışında başka
lafızlarla ezan okumazdı. Tabavî ve Nesâî'nin rivayetine göre: "Bilâl'in
ezanıyla Ümmü Mektum'un ezanı arasında, birinin inmesi diğerinin çıkmasından
başka zaman yoktu."
Namaz için hazırlık
yapılacak ve namaza gelecek kadar bir vakit ezanla kamet arasında fasıla vermek
gerekir. Çünkü ezan bundan başka bir şey için meşru olmamıştır. Eğer fasıla
bırakılmazsa ezandaki fayda kaybolur. Bu fasılayı sınırlayan hadislerin tamamı
zayıftır. Buhari "Ezan ve kamet arası ne kadardır?" diye bir bab
koymuştur. Fakat bunun için bir ölçü lesbit etmemiştir. İbn Battal; "vaktin
girişinin kesinleşmesi ve namaz kılanların toplanması dışında ezanla kamet
arasında fasıla vermenin bir ölçüsü yoktur" demiştir. Cabir bin Semure
(r.a.)'dan rivayeten, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah'in müezzini ezan
okur, sonra ara verir ve kamet getirmezdi. Rasûlüllah'm çıktığını görünce
kamete başlardı." (Hadisi Müslim, Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizi rivayet
etmişlerdir.)
Ulemanın ittifakıyla
müezzinin ve diğerlerinin kamet getirmesi caizdir. Fakat evlâ olan ezan
okuyanın kameti yapmasıdır. Şafiî şöyle demiştir: "Ezan okuyan kimsenin
kamet yapmasını isterim." Tirmizî ise; "Ezan okuyan kamet
getirir." Ekseri ilim ehlinin görüşü bu yöndedir.
imam Malik
"Muvatta" isimli kitabında şöyle der: "Kamet getirilirken
cemaatın ayağa kalkması için belli bir vakit duymadım. Benim görüşüme göre
kişilerin durumuna göre değişir. Çünkü cemaat içinde hafif ve ağır hareket
edenler vardır." İbnü'l-Münzir'in Enes'den rivayet ettiğine göre, Enes
(r.a.), müezzin "kad kameti's-salâh" dediği zaman namaza kalkardı.
Tekrar gelmek kasdıyla
dahî olsa ezan okunduktan sonra özürsüz olarak çıkmak ve müezzinin davetini
lerkclmck hususunda nehiy varid olmuştur. Ebû Hurcyrc'den rivayclen;
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-İcm bize: "Sizden biriniz camide iken
ezan okunduktan sonra namazı kılmadan çıkmasın" diye emretti. Hadisin
isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Ebû Şa'sa'nm babasından, onun da Ebû
Hureyre'den rivayet ettiğine göre, o şöyle demiştir: "Bir adam, müezzin
ezan okuduktan sonra camiden çıktı. Ebû Hurcyre o adam için; "Bu adam
Ebû'l-Kasım'a âsî olmuştur.' dedi. (Hadisi Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî, İbn
Mâce rivayet etmişlerdir.) Muâz cl-Cühenî (na.)'nin rivayet ettiği hadise göre
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Namaza
çağıranın felaha çağıran davetini işittiği halde, ona icabet etmeyen kimsenin
bu hareketi zulümdür, küfürdür ve nifaktır." (Hadisi Ahmed ve Taberanî
rivayet etmiştir.) Tirmizî şöyle demiştir: "Rasûlüllah'm ashabının pek
çoğundan rivayet edildiğine göre 'Ezanı işitip icabet etmeyenin namazı yoktur,
demişlerdir." Bazı alimler bu mevzuda daha da ağır ve şiddetli
davranarak, "Özürsüz cemaati terketmeye hiçbir kimse için izin
yoktur," demişlerdir.
Uyku veya unutmak
sebebiyle namazı geçiren kimsenin kılmak istediği zaman, ezan okuyup kamet
getirmesi meşrudur. Ebû Davud'un rivayet ettiği olaya göre Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı uyu-yakaldilar. Güneş doğuncaya kadar
uyanamadılar. Sonra uyanınca Bilâl'e ezan okuması için emretti, kâmet getirip
namazlarını kıldılar. Eğer geçirilen namazların sayıları çoğalırsa her namaz
için kâmet getirmek ve başta bir ezan okumak müstehabdır. Esrem şöyle demiştir:
"Namazını kaza eden bir adamın, ezanı nasıl yapacağının Ebû Abdullah'a
sorulduğunu işittim. Ebû Abdullah; Huşeym'in Ebû Zübeyr'den, onun da Nafı bin
Cü-beyr'den, onun da babası Abdullah'dan rivayet ettiği hadisi zikrederek:
"Hendek savaşında
müşrikler Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'i dört vakit namazdan
alıkoydular. Hatta gecenin bir kısmı geçince Nebî aley-hisselam Bilâl'e (r.a.)
ezan ve kamet okumasını emretti. Ezan ve kamet okuyarak öğleyi kıldılar. Sonra tekrar
Bilâl'e emrederek kamet getirdi. Akşamı kıldılar. Sonra tekrar emrederek kamet
getirdi yatsıyı kıldılar."
İbn Ömer (r.a.)
demiştir ki: "Kadınlara ezan ve kamet yoktur." (Beyhakî hadisi sağlam
bir senetle rivayet etmiştir.) Enes, Hasan, İbn Şîrîn, Nehâî, Schavî, Mâlik,
Ebû Sevr ve taraftarları bu görüşü benimsemişlerdir. Şafiî ile îshak ise,
"kadınların ezan ve kamet getirmesinde bir beis yoktur," demişlerdir.
Ahmed'dcn yapılan rivayete göre, ezan ve kâmet getirmelerinde bir beis olmayıp,
yapmasalar da caizdir. Aişe'den rivayete göre; Aişe (r.a.): "Kadınlar hem
ezan okur, hem kâmet getirir; hem de kadınlara imam olur, ortalarında
dururdu." demiştir. (Hadisi Beyhakî rivayet etmiştir.)
"Mûğni"
kitabının sahibi şöyle der: "Bir kimse namaz kılınmış mescide girdiğinde
dilerse ezan ve kâmet okur." Ahmed, Esrem'in ve Said bin Mansur'un
Enes'den rivayet ettiği hadisi buna delil getirmiştir: "Enes (r.a.) namaz
kılınmış mescide girerek birisine ezan ve kâmet okumasını emretti ve onlara
cemaatle namaz kıldırdı." Dilerse ezan ve kâmetsiz de kılabilir. Urve
şöyle demiştir: "İnsanların ezan ve kâmet okuyarak namaz kıldıkları
mescide namaz kılmaya gittiğin zaman onların ezan ve kametleri sonra gelenlere
kifayet eder." Hasan, Şafiî ve Nchaî bu görüştedir. Hasan: "Sadece
kâmet okumaları bana daha iyi geliyor," demiştir. Eğer ezan okuyacaklarsa,
aşikâre okumayıp gizli okumaları müstehabdır. Çünkü vakitsiz ezan insanları
yanıltabilir.
Kametle namaz arasım
konuşarak veya başka şeylerle ayırmak caizdir. Fasıla uzun olsa da kâmet iade
edilmez. Enes bin Mâlik'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Namaza
başlanacağı sırada Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem mescidin kenarında
duran bir adamla gizli konuşmaya başladı. Cemaati uyku tutana kadar namaza
başlamadı." (Hadisi Buharî rivayet etmiştir.) Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem bir gün cünüp olduğunu hatırlayarak evine döndü ve yıkandıktan
sonra tekrar mescide dönerek ashabına kâmetsiz namaz kıldırdı.
Daimî müezzinin izni
olmadan başkasının ezan okuması caiz değildir. Ancak geç kalırsa ezan vaktinin
geçmesinden korkulduğu için başkaları ezan okuyabilir.
Ezan bir ibadettir.
Ibadcücrde aslolan nakle uymaktır. Dinimize bir şey eklememiz veya eksiltmemiz
caiz değildir. Sahih hadiste geçtiği üzere; "Dinde olmayan bir şeyi dine
sokan kişinin bu yaptığı merduddur, bâtıldır." Biz burada meşru olmadığı
halde çok kimselerin yapmaya çalıştığı şeylere işaret ediyoruz, Hattâ bunlar
dinde olmadığı halde bazıları bunları dindenmiş gibi zannediyor.
1-
Müezzin'in ezan ve kâmet sırasında "Eşhedü enne seyyidenâ Muhammeden
Rasûlüllah" demesi. Hafız İbn Hacer "Kelime-i şehadet gibi
Rasûlüllah'dan gelen kelimelere bir şey ilâve etmek caiz değildir. Ancak diğer
dualarda ilave caizdir." demiştir.
2- Şeyh
ismail Aclûnî "Keşf-ül Hafâ" isimli kitabında şöyle demektedir:
"Eşhedü cnne Muhammedcn Rasûlüllah" dendiğini duyunca, şehadet
parmaklarının uçlarını öptükten sonra, iç kısımîarıyİa gözlerini mesh eder ve
'eşhedü enne muhammeden abdühâ ve rasûlühû' sözüyle islâm'ı din, Muhammed'i
Rasûl olarak kabul ettim,' derim." Deylemî Ebû Bekir'den şöyle rivayet
etmiştir: "Ebû Bekir, müezzinin 'Eşhedü enne Muhammedcn Rasûlüllah'
sözünü işitince şahadet parmaklarının uçlarının iç kısmını öperek gözlerini
mesh etti. Rasûİüllah da; "Kim dostum Ebu Bekr'in yaptığını yaparsa şefaatim
ona helâl olur" dedi. Hafız Schavî, "Mekâsıt" isimli kitapla
demiştir ki: "Bu haber sahih değildir." Yine Yemenli mutasavvıf
Ebû'l-Abbas'ın "Mu'cibet'ür-Rahme" adlı kitabında rivayet ettiği,
senedinde kopukluk ve bilinmemiş kişilerin bulunduğu haberde güya Hızır (a.s.)
şöyle demiştir: "Kim müezzinin 'eşhedü enne Muhammedcn Rasûlüllah'
dediğini işitir de, 'Merhaba, ey sevdiğim gözümün nuru Abdullah oğlu Muhammed'
der, sonra şehadet parmağını öpüp gözüne sürerse ebediyyen körlük ve göz
ağrısı görmez." Hafız Sehavî, başka nakiller de verdikten sonra, bunların
hiçbiri merfû olarak sahih değildir" demiştir.
3- Ezanda
teğannî ve harf, hareke, uzatma ilâve etmek suretiyle hata yapmak mekruhtur.
Eğer bu okuyuş mânâyı değiştirmeye veya yanlışları örtbas etmeye götürürse o
zaman haram olur. Yahya Bukaîden rivayeten: "İbn Ömer'in bir adama şöyle
dediğini gördüm: 'Allah için sana buğz ediyorum." Sonra arkadaşlarına
dönerek: 'Bu adam ezan okurken teganni yapıyor. Ezan karşılığında ücret
alıyor,' dedi."
4- Fecirden
sonra teşbih: Hanbelî kitaplarından "İkna ve Şerhi"nde şöyle
geçmektedir: "Fecirden önce, ezandan başka teşbih, namaz, duâ için sesi
yükseltmek ve ezanlarda buna benzer bir şey söylemek caiz değildir. Bunlar
sünnet değildir. Hiçbir alim müstehab olduğunu bile söylememiştir. Bilâkis
mekruh olan bid'atlardandır. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in
zamanında ve ashabının zamanında böyle birşey yoktu. O zamanda böyle birşey
olmadığından, 'yapın' veya 'yapmayın' diye birşey de söylenmemiştir. Rızkı bunlara
bağlamak da yanlıştır. Çünkü bid'aılerden yardım istenmez, onları yapmak da
gerekmez." Abdurrahman İbn Cevzi'ye ait "Telbîs'ül-lblis" isimli
kitabda şöyle denmektedir: "Gecenin büyük bir kısmında minareye çıkıp vaaz
eden, zikir yapan ve yüksek sesle Kur'an'dan sûre okuyarak, insanları
uykularından alıkoyan ve teheccüd kılanların okumalarını karıştıranları
gördüm." Hafız "Fetih" adlı kitabında: "Sabah ve cuma
namazından önce icad ettikleri teşbih ve salavat gibi şeyler ne lügaten, ne de
şer'an ezandandır."
5- Ezandan
sonra Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'c açıktan salavat getirmek meşru
değildir. Bilâkis bid'at ve mekruhtur. İbn Hacer'ül-Haytemî "Fetâ
ve'1-Kübrâ" isimli kitabında şöyle der: "Ezandan sonra müezzinlerin
yaptığı şekil üzere Rasûlüliah sallallahu aleyhi ve sellem'e salavat getirmek
bizim hocalarımız ve diğerlerine sorulmuştur. Onlar ise, 'salavatın aslı sünnet
olup bu yerde yapılması bid'attır" diye fetva verdiler." Mısır
Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh'a ezandan sonra salavat getirmek hakkında
sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Haniye kitabında geçtiğine göre farz
namazların dışında ezan yoktur ve ezanın kelimeleri on-beştir; son kelimesi
ise, 'Iâ ilahe illâllah'dır. Ezandan önce ve sonra okunan şeyler sonradan
uydurma bid'atlerdir. Bunlar makam yapmak için uydurulmuştur, başka şey için
değil. Bu şekilde name yapmanın caiz olduğunu kimse söylememiştir. Bu gibi
şeylerin iyi bid'at olduğunu söyleyen kimsenin sözüne itibar yoktur. Çünkü
ibadetlerde bu şekilde yapılan bid'atler kötüdür. "Bu nâme için
değildir" diyen kimse yalan söylemiş olur."
Namazdan önce
bulunması gereken, namaz kılanın terkettiği takdirde namazını iptal eden
şartlar aşağıda sıralanmıştır:
Bu hususta kuvvetli tahmin
kifayet eder. Kim kesin ve kuvvetli tahminle vaktin girdiğini bilirse namazı
kılabilir. Bu bilme, ister güvenilir bir kişinin haber vermesi veya güvenilir
müezzinin ezan okumasıyla, İster kendi şahsi gayretiyle veya herhangi bir
sebeple meydana gelsin, aynıdır.
Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: "Ey iman edenler, namaza kalkmayı dilediğinizde yüzlerinizi,
dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı mesh edin, topuklara kadar
ayaklarınızı (yıkayın). Cünüp iseniz iyice yıkanıp temizlenin (boy abdesti
alın.)"[21] (İbn Ömer (r.a.)'in
rivayet eniği hadise göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "Allah Teâlâ laharetsiz (abdestsiz) namazı kabul etmez ve
ganimet malından çalınmış sadakayı kabul etmez." (Hadisi Müslim, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Kişi, gücü yettiği
kadar bu temizliği yapar, giderilmesinde aciz kalırsa pislikle beraber kılar.
Namazı iade etmez. Beden temizliğine gelince, Enes (r.a.)'in rivayet ettiği
hadisle Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
"Sidikten sakınınız. Kabir azabının çoğu sidiktendir." (Hadisi
Dârckutnî rivayet etmiş hasen olduğunu söylemiştir.) Ali (r.a.)'den rivayeten;
o şöyle demiştir: "Ben çok mezisi olan bir adamdım. Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in kızının bende oluşu sebebiyle bir adama emrettim.
Rasûlüllah'a mezi gelen adamın durumunu sordu. Nebi aleyhisselam: "Abdest
al ve zekerini yıka" dedi." (Hadisi Buhari ve diğerleri rivayet
etmiştir.) Yine bu konuda Buhari'nin Aişe (r.a.)'den rivayet etmiş olduğu
hadiste Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem hastalık kanı gelen bir kadına
dedi ki: "Kanı yıka ve namaz kıl." Elbiseyi temizlemek hakkında şu
âyeti kerime vardır: "Ve elbiseni temiz tut."[22]
Cabir bin Semure'den rivayeten, o demiştir ki: "Bir adamın Rasûlüllah'a
şöyle sorduğunu işinim: 'Karımın bana verdiği elbiseyle namaz kılabilir
miyim?' Ra-sûlüllah sallallahu a!eyhi ve sellem 'Evet. Ancak elbisede birşey
görürsen onu yıkarsın," buyurdu." (Hadisi Ahmed, İbn Mâce ravileri
sika olan bir senetle rivayet etmiştir.) Muaviye'den rivayeten, o demiştir ki:
"Ümmü Habibe'ye, 'Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem cima ederken
giydiği elbiseyle mi namaz kılardı?' diye sordum. Ümmü Habibe: 'Evet. Elbisede
pislik olmazsa kılardı' diye cevap verdi." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesai,
Tirmizî rivayet eimiştir.) Ebû Saîd'dcn rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem namaz kılarken ayakkabılarını çıkarınca cemaat de
ayakkabılarını çıkardılar. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem dönünce;
niçin çıkardınız?' diye sordu. Onlar: 'Senin çıkardığını görünce biz de
çıkardık,' dediler. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Cebrail bana gelerek ayakkabılarda pisiik olduğunu haber verdi. Sizden
biriniz mescide geldiğinde ayakkabılarını çevirip altlarına baksın; eğer pislik
görürse yere sürtüp temizlesin, sonra onlar ayağında iken kılsın; (Hadisi
Ahmed, Ebû Dâvûd, Hakim, İbn Hibban, İbn Huzeyme rivayet etmiş, İbn Huzeyme
hadisin sahih olduğunu söylemiştir.)
Bu hadisten
anlaşıldığına göre, namaz kılan kişi, bilmeyerek veya unutarak kendisine
bulaşmış bir pislikle namaza başlarsa, namaz esnasında farkına vardığı
takdirde, pisiiği giderip sonra namaza devam etmesi, kalan kısmı tamamlaması
gerekir. Namazı iade etmesi gerekmez. Namaz kılacağı yerin temiz olmasına
gelince: Ebû Hureyre'den rivayet edilen hadiste şöyle denmiştir: "Bir ara
biri kalkıp mescide işedi. Cemaat onu dövmeye kalkıştı. Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem: "Onu bırakın, sidiğin üzerine bir kova su serpin. Ben,
ancak kolaylaştırıcı olarak gönderildim, kesinlikle zorlaştırıcı olarak değil.'
buyurdu." (Hadisi Buharî, Tirmizî, Nesâî, Ebu Dâvûd, İbn Mâce rivayet
etmiştir.) Şevkanî, elbiseyi temizlemenin şart olduğunu söyleyenlerin
delillerini tartıştıktan sonra şöyle demiştir: "Sana sunduğumuz deliller
ve delillerdeki hükümler iyice anlaşılırsa, bilmelisin ki, elbiseyi
temizlemenin vacib olduğunu söyleyenler hatalı değildir. Kim elbisesinde
necaset olduğu halde kılarsa bir vacibi ter-ketmiş sayılır. Ancak namazın
sıhhatinin şartını terketmiş gibi namazının bozulduğunu söylemek ise doğru
değildir." "Ravzat'ün-Neddiye" isimli kitapta yer aldığı üzere,
cumhur ulema Üç şeyi temizlemenin vacib olduğu görüşündedirler: Beden, elbise
ve kılacak yer. Ekserisi, "bunlar namazın sıhhati için şarttır"
dediler. Diğerleri "sünnettir" dediler. Gerçek olan vacib olmasıdır.
Bir kimse kasden pis elbise ile kılarsa vacibi ihlâl etmiş olur. Fakat namazı
sahihtir.
Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: "Ey ademoğlu, her mescide giderken süslü elbisenizi
giyin."[23] Buradaki zinetten maksat
avret mahallini örten şey demektir. Mescidden maksat ise namaz demektir. Yani
her namaz kıldığınızda avret yerlerinizi örtünüz. Seleme bin Ekva'dan
rivayeten, o demiştir ki: "Rasûlüüah'a 'gömlekle namaz kılayım mı?' diye
sordum. O da 'Evet. Diken ile de olsa düğümleyim' buyurdu." (Hadisi
Buharî, Tarih'inde, ve diğerleri rivayet etmiştir.)
Namaz esnasında
erkeklerin örtmesi gereken yerler ön ve arka iaraf-dır. Bunların dışında oyluk,
göbek ve dizlerde deliller değişliği için, görüşler de değişiktir. Kimi
'bunlar avrettir," demiştir. Kimisi de 'değildir,' demiştir.
Oyluk, göbek ve
dizlerin avret olmadığını söyleyenler şu hadisleri delil getirmişlerdir.
Aişe (r.a.)'dcn
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve scilem oylukları açık olarak
oturmaktaydı. Ebu Bekir (r.a.) yanma girmek için izin isteyince, Rasûlüllah bu
haliyle ona izin verdi. Sonra Ömer (r.a.) izin istedi. Ona da bu haliyle izin
verdi. Sonra Osman (r.a.) izin istedi. Elbisesini üzerine örterek Osman'ın
girmesine izin verdi. Bunun üzerine Rasûlüllah'a: 'Ebûbekir ve Ömer yanına
girmek için izin isteyince onlara bu halinle izin verdin. Osman izin isteyince
elbiseni üzerine niye örttün?' diye sordum. Rasûlüllah 'Ya Aîşe, Allah'ın ve
meleklerinin haya ettiği bir kimseden haya etmeyeyim mi?' buyurdu."
(Hadisi Buharî taliken ve Ahmed rivayet etmiştir.)
Encs'den rivayeten:
"Haybcr günü Rasûlüllah'ın elbisesi oyluklarından açıldı. Oyluklarının
beyazını görür gibiyim," demiştir. (Hadisi Buharî ve Ahmed rivayet
etmiştir.) İbn Hazm şöyle demiştir: "Oyluğun avret olmadığı sahih delile
dayanmaktadır. Eğer avret olsaydı, insanlar arasından temiz ve masum olan
Rasûlüllah'ın, Nebilik devrinde oyluğunu açmasına Allah izin vermez, Encs ve
diğerleri de onu görmezdi. Çünkü Allah O'nu nebîlikten önce ve küçüklük
devrinde bile avretini açmaktan korumuştur."
Buharî ve Müslim'de
Câbİr'den rivayeten şöyle denmektedir: "Rasû-lültah sallallahu aleyhi ve
sellem, üzerinde elbisesi olduğu halde Kabe'ye taş taşıyordu. Amcası Abbas (r.a.)
O'na: 'Ey kardeşimin oğlu, elbiseni çözüp taşlara siper olarak omuzuna
koysana,' dedi." Cabir diyor ki: "O da elbisesini çözüp omuzuna
koyunca bayılarak yere düşüverdi. O günden sonra Rasûlüllah çıplak olarak
görünmemiştir."
Ebû'l-Âliye Berâ'dan
rivayet ettiğine göre, o şöyle demiştir: "Abdullah bin Sâmit oyluğuma
vurarak şöyle dedi: 'Benim sana vurduğum gibi benim oyluğuma vuran Ebu Zer'e
sordum. Dedi ki: 'Senin bana sorduğun gibi Rasûlüllah'a sordum. Senin oyluğuna
vurduğum gibi oyluğuma vurdu ve "Namazı vaktinde kıl" buyurdu."
(Hadisin devamını zikretti.)
îbn Hazm şöyle
demiştir: "Eğer oyluk avret olsaydı, Rasûlüllah Ebû Zer'in oyluğuna
mübarek eliyle dokunmazdı. Ebû Zer'e göre oyluk avret olsaydı, Abdullah bin
Samit'in oyluğunu tutmazdı. Abdullah bin Sâmit ve Ebu'l-Aliye de aynı şekilde
yapmazlardı. Bir müslüman için, elbise üzerinden dahi olsa kişinin önüne ve
arkasına vurması helâl olmaz. Yine elbise üzerinden yabancı kadına dokunmak da
asla helâl değildir."
Bundan sonra Îbn Hazm,
Cübcyr bin Huveyris'i zikrederek, onun Ebubekir'in açık olan oyluğuna baktığını
söylemiştir. Enes bin Malik, Kus bin Şcmmas'a geldiği zaman onun oylukları
açıktı.
Oyluğun avret olduğunu
söyleyenler şu iki hadisi delil getirmişlerdir.
Muhammed bin Cahş'dan
rivayeten, o demiştir ki: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
Ma'mer'in yanına gittiğinde oylukları açık idi. O'na: 'Ya Ma'mer oyluklarını
Ört. Çünkü onlar avrettir," buyurdu." (Hadisi Ahmed ve Hakim rivayet
etmiştir. Buhari de Tarih'inde rivayet etmiş, Sahih'inde ise taliken
zikretmiştir.)
Cürhüd'den rivayeten,
o demiştir ki: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Üzerimde hırka
olduğu halde yanıma geldiğinde oyluklarım açıktı ve bana: 'Oyluklarını kapat.
Çünkü oyluk avrettir,' buyurdu." (Hadisi Malik, Ahmed, Ebu Dâvûd ve
Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hadisi hasen saymıştır. Buhari Sahih'inde hadisi
lâliken rivayet etmiştir.)
İşte her iki görüş
sahiplerinin delilleri bunlardır. Her ne kadar, iyi ve gerekli olan, namaz
kılanın mümkün olduğu kadar göbekle diz kapağı arasını örtmesi ise de bu iki
görüşten birisim tercih etmek de mümkündür. Buharı, Enes hadisinin en iyi
senetli, Cürhüd hadisinin daha uygun, daha önce geçen Enes'in Hayber hadisinin
senet bakımından en sahih olduğunu söylemiştir.
Kadınların bütün
vücudu, örtülmesi gereken avret mahallidir. Ancak yüz ve avuçlar bundan
müstesnadır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Kadınlar kendiliğinden görülen
yüz ve eller gibi kısımları hariç süslerini açmasınlar."[24] Yani
yüz ve eller hariç süs yerlerini gösteremezler. Bu görüş, îbn Abbas, îbn Ömer
ve Aişe (r.a.) den sahih olarak rivayet edilmiştir. Yine Aişe (r.a.)'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ, akil baliğ hiçbir kadının başörtü-süz namazım kabul
etmez." (Bu hadisi Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, îbn Mâce rivayet
etmiştir. Îbn Huzcyme ve Hakim hadisin sahih olduğunu söylemiş, Tirmizî ise
'hadis hasendir,' demiştir.) Ümmü ScSe-me'den rivayeten: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'e 'Kadın elbisesiz, gömlek ve başörtü ile namaz
kılabilir mi?1, diye sordum. Cevaben, 'Gömlek ayaklarının üzerine kadar uzanır
da örterse kılabilir' buyurdular." (Hadisi Ebu Dâvûd rivayet etmiş, hadis
imamları mevkuf olduğunu sahih-lemişlerdir.) Aişe (r.a.)'den rivayeten;
kendisine "kadm kaç elbise giyerek namaz kılabilir?" diye soran
kimseye, Aişe (r.a.): "Ali b. Ebî Talib'e sor sonra dön bana haber
ver," dedi. Adam Ali'ye giderek aynı soruyu sordu. Ali (r.a.) cevaben,
"başörtü ve uzun gömlekle kılar" dedi. Adam Aişe'ye dönerek ona
durumu haber verince Aişe (r.a.) "Ah doğru söyledi" dedi.
Elbisenin vacip olanı
avret mahallini örtenidir. Eğer örtü avret mahallini belli edecek şekilde dar
olur veya cildin rengini uzaktan bakıldığı zaman beyaz mı, kırmızı mı diye
gösterecek şekilde ince olursa o elbise ile namaz caiz olmaz. Seleme b. Ekva'
(r.a.)'m hadisinde geçtiği gibi tek elbise ile namaz kılmak caizdir. Ebû
Hureyre'den rivayeten: "Tek elbise ile namaz kılmak hakkında Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'e soruldu. O da cevaben: "Herbirinizin ikişer
elbisesi var mı ki?" buyurdu." (Hadisi Müslim, Mâlik ve diğerleri
rivayet etmiştir.) İki ve daha çok elbise ile kılmak ve mümkün olduğu kadar
süslü, güzel elbise ile kılmak müstehap olur. Îbn Ömer, Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem efendimizden rivayeten şöyle buyurmuştur: "Sizden
biriniz namaz kıldığınız zaman iki elbise giysin. Çünkü Allah Teâlâ süslenilmeye
en lâyıktır. Eğer iki elbise bulamazsa tek elbise ile kılsın. Yahudilerin
yaptığı gibi bütün vücuduyla elbisesine bürünmesin." Taberanî ve
Beyhakî'nin rivayetine göre Abdürrezzak şöyle rivayet etti: "Übey b. Ka'b
ile Abdullah b. Mes'ud elbise mevzuunda ihtilaf ettiler. Übey 'bir elbise ile
namaz kılmak mekruh değildir,' dedi. Abdullah b. Mes'ud ise 'elbise az olduğu
zaman böyle oluyordu,' dedi. Ömer (r.a.) minberde iken, "Übey'in sözü
doğrudur, İbn Mes'ud da kusur etmemiştir. Allah size genişlik verdiği zaman
siz de genişletin," dedi. Bunun üzerine bir adam elbisesini üzerine attı.
Birisi de elbise (izar) ve aba (rida) ile namaz kıldı. Cemaaıten kimileri etek
ve gömlek, etek ve kaftan, pantolon ve kaftan, pantolon ve gömlek, don ve
kaftan, don ve gömlekle namaz kıldılar. Ravî sonuncuda "don ve
kaftanla" dediğini zannediyorum, demiştir. Bu ifade Buharî'de sebep
zikredilmeden geçmektedir.[25]
Büreyde'den rivayeten: o demiştir ki, Rasûlüllah "Vücuda kemerle
bağlanmayan bir örtüyle namazkılmaklan nehy elti ve yine üzerine kaftan
olmadan donla namaz kılmaktan nehyetti." (Hadisi Ebû Dâvûd, Bcyhâkî
rivayet etmiştir.) Hasan b. Ali'den rivayeten: "Rasûlüİlah namaza kalktığı
zaman elbisesinin en iyisini giyerdi. 'Niçin böyle yapıyorsun?1 diye
sorulunca, "Allah güzeldir, güzeli sever. Ben de Rabbime güzel görünmek
istiyorum," der, (Namaza girdiğiniz zaman süsünüzü takının) ayetini
okurdu."
İbn Asâkir'in İbn
Abbas'tan rivayet ettiğine göre: "Rasûlüİlah sallal-lahu aleyhi ve sellem
çok kerre sangını çıkarır, önüne sütre olarak koyardı." Hanefî'lere göre
baş açık olarak namaz kılmakta bir beis yoktur, ancak huşu için olursa baş
açık kılmak müstehap olur. Namazda başı örtmenin fazileti hakkında bir delil
yoktur.
Alimlerin ittifakıyla
namaz kılanın, namazda Ka'be'ye dönmesi farzdır. Allah Teâlâ'nm "Şimdi
yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir. Ey mü'minler, siz de her nerede olursanız,
yüzünüzü namazlarda o mescid tarafına çevirin."[26]
ayeti kerimesi bunu göstermektedir. Bera'dan rivayeten, o demiştir ki:
"Nebi aleyhisselam ile beraber onaltı veya onyedi ay Kudüs'e doğru namaz
kıldık, sonra Ka'be'ye döndürüldük." (Hadisi Müslim rivayet etmiştir.)
Ka'be'yi görenin
bizzat Ka'be'ye dönmesi gerekir. Ka'be'yi görmeyen ise, Ka'be'nin olduğu
tarafa döner. Çünkü gücü ancak buna yeter. Allah Teâlâ hiçbir kimseye güç
yctircmiycceği bir şey teklif etmemiştir. Ebû Hurcyre'dcn rivayeten Rasûlüİlah
sallallahu aleyhi ve sellem: "Doğu ile batı arası kıbte'dir,"
buyurdu. (Hadisi İbn Mâcc, Tirmizî rivayet etmiş, Tırmizî hadisin hasen-sahih
olduğunu söylemiştir.) Buharı bu hükmün Medine ve Medine gibi olan Şam, Arap
yarımadası ve İrak için geçerli olduğunu söylemiştir. Mısırlıların kıblesi ise
doğu ile güney arasıdır. Yemenlilere gelince; doğu namaz kılanın sağında, balı
solunda kalır. Hintlilerin ise doğu, namaz kılanın arkasında, batı ise önünde
kalır. Diğer ülkeler bunun gibi hesap edilir.
Her ülkeye ait
kıblenin bilinmesi için deliller vardır. Müslümanların mescidlcrde yaptıkları
mihraplar, bu delillerdendir. Pusula da bunun gibidir.
Bulut veya karanlık
sebebi ile kıble bilinmezse, bilen bir kimseye sormak gerekir. Soracak kimse
bulunmazsa araştırılır ve araştırılıp karar verilen tarafa namaz kılınır.
Namazdan sonra hata yapıldığı anlaşılsa bile, namaz sahih olup iadesi gerekmez.
Eğer namaz içinde kişi hatasını anlar -sa namazını kesmeden kıbleye döner. İbn
Ömer'den rivayeten; o şöyle demiştir. "İnsanlar sabah namazını Küba
mescidinde kılarken onlara birisi gelerek şöyle dedi. 'Muhakkak Allah Tealâ
Kur'ân'ı Muhammcd (aleyhis-sclam)'a indirdi ve O'na Ka'be'ye dönmesini emretti.
Siz de Ka'be'ye dönün." Namaz kılanların yönleri Şam'a doğruydu, hemen
Ka'be'ye döndüler." (Bu hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.)
Araştırdıktan sonra bir yöne yönelip namaz kılan kişi başka bir namaz
kılacağında yeniden araştırmalıdır. Eğer kanaati değişmiş ise, yeni içtihadına
göre bulduğu yöne doğru namaz kılar, önce kıldığını iade etmez.
Kıbleye dönmek
farzdır. Ancak şu hallerde farz düşer:
a-.Bineklinin
nafile namazında kıbleye dönmesi gerekmez: Binekli-nin, binek üzerinde nafile
kılması caiz olup rüku' ve secdeleri imâ ile yapar, secdesi rüku'undan daha
aşağı olur. Kıblesi ise, bineğinin döndüğü taraftır. Amir b. Rebîa'dan
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve scl-lem'in bineği üzerinde,
bineğin döndüğü tarafa namaz kıldığını gördüm," demiştir. (Hadisi Buharı,
Müslim rivayet etmiş, Buharî "îmâ ile kılar" ibaresini eklemiş,
Tirmizî ise "Rasûlüllah farz namazlarda böyle yapmazdı" ilavesini
yapmıştır.) Ahmed, Müsiim ve Tirmizî'ye göre Nebî aleyhisse-lam Mekke'den
Medine'ye dönerken, bineği üzerinde, bineğin döndüğü tarafa namaz kılıyordu. Bu
sırada "Hangi tarafa dönerseniz, Allah'ın yönü o tarafadtr,"[27]
ayeti nazil oldu. İbrahim Nehaî'den rivayeten, o demiştir ki: "Ashab
bineklerinin döndüğü tarafa binekleri üzerinde namaz kılarlardı." İbn
Hazm, şöyle demiştir: "Bu şekil namaz kılmak, hem hazerde (mukim hali) hem
seferde, hem sahabe hem de tabiinden naklen gelmiştir."
b- Hastanın,
korkan ve zorlanan kimsenin namazı: Korkan ve zorlanan kimse ile hasta olan
kimse kıbleye dönmekten aciz iseler dönebildikleri yere namaz kılarlar.
Rasûlüllah sallalİahu aleyhi ve sellem: "Size bir şeyi emrettiğim zaman
gücünüz yettiğince onu yapın," buyurmuştur. Bir ayette ise şöyle
denmektedir: "Eğer düşmandan korkarsanız yaya ve bi-nekli olarak namazı
kılın."[28] îbn Ömer bu ayeti
(kıbleye dönerek veya dönmeyerek) diye tefsir etmiştir. (Bu rivayet
Buharî'nindir.)
Namazın şekli ve
sıfatına ait Rasûlüllah sallalİahu aleyhi ve sellem'den pekçok hadis gelmiştir.
Biz burada iki hadisi zikretmekle yetineceğiz. Birincisi Rasûlüllah sallalİahu
aleyhi ve sellem'in fiilî sünnetidir, ikinci hadis ise kavlî sünnetidir.
1- Abdullah
b. Ganem'den rivayeten: "Ebû Mâlik'il-Eş'arî, kavmini toplayarak onlara
'Ey Eş'arîler topluluğu, toplanın! Hanımlarınızı ve çocuklarınızı da toplayın!
Size Nebî aleyhisselam'ın Medine'de bize kıldırmış olduğu namazı öğreteyim,'
dedi. Onlar toplandılar, hanım ve çocuklarını da topladılar. Ebû Malik abdest
alarak onlara nasıl abdest alınacağını tek tek gösterdi. Sonra gölgeler
kısalıp, fey'i zevâl'e erince kalkıp ezan okudu. Önce erkekleri, ardından
çocukları, daha sonra da kadınları saf ederek, namaz için kamet getirdi. Sonra
öne geçip, ellerini kaldırarak tekbir aldı. Fatiha'yı ve kolayına gelen bir
sûreyi okudu. Sonra tekbir alarak rüku'a gitti. Rüku'da üç defa
"Sübhânallahi ve bi-hamdihi" dedi. Sonra "Semi'allahu limen
hamideh" diyerek tam doğruldu. Sonra tekbir alıp secde etli. Sonra tekbir
alarak başını kaldırdı. Sonra tekbir aldı secdeye gitti, sonra tekbir aldı,
ayağa kalktı. Böylece birinci rck'atla altı tekbîr almış oldu. İkinci rek'ate
kalkınca tekbir aldı. Namazı bitirince cemaate yüzünü dönerek, 'tekbirlerimi
ezberleyin, rüku' ve secdelerimi öğrenin. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in bize kıldırdığı namaz budur,' dedi. Sonra Rasûlüllah'm, namazı
bitirince yüzünü insanlara çevirerek şöyle buyurduğunu anlattı: 'Ey insanlar1.
Dinleyin ve aklınızı kullanın! Bilin ki, Allah'ın nebî ve şehid olmayan kulları
vardır ki, nebiler ve şehidler onların yerlerine ve Allah'a olan
yakınlıklarına imrenirler.' Uzaktan bir bedevi geldi ve eliyle Rasûlüllah'i
işaret ederek şöyle dedi: 'Yâ nebiyycllah! İnsanlar onların yerlerine ve
Allah'a olan yakınlıklarına imrenirler, öyle mi? Onları bize tanıt ya
Rasûlallah!' Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in, arabinin bu sorusundan
dolayı yüzü parıldadı ve şöyle buyurdu: 'Onlar insanların attığı, kabilelerin
attığı aralarından akrabalık bağı bulunmayan, Allah için birbirlerini severek
saflaşan kimselerdir. Allah da onlar için kıyamet günü nurdan minberler koyar,
üzerine otururlar. Yüzlerini ve elbiselerini nur yapar, insanlar kıyamet günü
korkarken, onlar korkmazlar. İşte bunlar kendileri için korku ve üzüntü olmayan
Allah dostlarıdır.'" (Hadisi Ahmed ve Ebû Ya'lâ hasen bir senetle rivayet
etmiştir. Hâkim ise hadisin senedinin sahih olduğunu söylemiştir.)
2- Ebu
Hüreyre'den rivayeten, o şöyle demiştir: "Bir adam mescide girerek namaz
kıldı. Namazı bittikten sonra Nebî aleyhisselam'a gelip selam verdi. Nebî
aîeyhisselam selamını aldı ve 'git namazını tekrar kıl, çünkü sen kılmadın,'
buyurdu. Bu suretle adamı üç kere döndürdü. Bunun üzerine adam: 'Seni hak ile
gönderen Zât'a yemin ederim ki bundan daha iyisini yapamayacağım. Bana ne
yapmam lâzım geldiğini öğret,' dedi. Bunun üzerine Nebî aîeyhisselam: 'Namaza
başlayacağın zaman önce tekbir al, sonra Kur'ân'dan okuyabildiğini oku, sonra
iyice rüku' et ve tam doğruluncaya kadar başını kaldır. Ondan sonra güzelce
secde et, sonra
tam oturuncaya kadar
kalk. Yine güzelce secde et, sonra bütün namazlarında da böyle yap,'
buyurdu." (Hadisi Buharı, Müslim ve Ahmed rivayet eimiştir. Bu hadis'e
"Yanlış namaz kılanın hadisi" denir.) Namazın sıfatı hakkında
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in söz ve fiilinden gelenlerin özeli budur.
Biz farzlarla sünnetlerin arasını ayırmak için bunları böylece özetlemiş olduk.
Namazın hakikatini
ortaya koyan bir takım farz ve rükunları vardır. Bunlardan bir tanesi olmayacak
olsa namaz tahakkuk etmeyip şer'an namaz sayılmaz. Bunların açıklaması
aşağıdadır:
Allah Tealâ şöyle
buyuruyor: "Halbuki onlar ancak Allah'a Mas sahipleri olarak ve dini O'na
ait kılarak ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar."[29]
Rasûlüllah sailallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Ameller ancak
niyetlere göredir. Herkese de sadece niyet ettiği vardır. Kimin hicreti Allah
ve Rasûlüne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kimin hicreti elde etmek
islediği dünyaya ve nikahlayacağı kadına ise, bu kimsenin hicreti de onlardan
birinedir." (Hadisi Buharî rivayet etmiştir.) Bu hadisin özü abdestte
geçmişti.
Niyeti lisanen yapmak:
İbn Kayyım "Îğâset'ül-Lehfân" isimli kitabında der ki: "Niyet
bir şeye kastetmek ve karar vermektir. Niyetin yeri kalptir. Lisanla asla
ilişkisi yoktur. Niyet hakkında Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den ve
sahabeden lisanen söylendiğine dair bir rivayet gelmemiştir. Taharet ve namazın
başlangıcında sonradan uydurulan niyet şekilleri, vesvese sahiplerine şeytanın
telkin ettiği bir zorluktur. O gibi sözlerle şeytan onları orada bekletiyor ve
onlara azab ediyor. Niyeti düzeltmek için onları uğraştırıyor. Namazla hiç bir
ilişkisi olmadığı halde onu sözle söylemek İçin kendini zorluyor. Görürsün ki
bazıları niyeti tekrar edip durmaktadır."
Ali (r.a.)'nin rivayet
ettiği hadise göre, Rasûlüllah aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Namazın
anahtarı temizlik, başlangıcı tekbir, bitişi ise selamdır." (Hadisi Şafiî,
Ahmed, Ebû Dâvûd, îbn Mâce Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hadisin bu mevzuda en
sağlam ve hasen hadis olduğunu söylemiştir. Hakim ve İbn Seken de hadisi
sahihlemişlerdir.) Geçen iki hadisle Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in
fiili ve sözüyle namaz sabit olduğu gibi, Ebû Humeyd'in hadisi ile de
"Allahü ekber" sözü tayin edilmiş olmaktadır: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem namaza kalktığı zaman tam doğrularak, başını
kaldırdı. Sonra 'Allahu ckber' dedi." (Bu hadisi Îbn Mâce rivayet etmiş, İbn
Hibban ve Îbn Huzcyme sahihle-mişlir.) Müslim'in şartı üzere Bezzar'ın sahih
bir senetle naklettiği hadis de bunun gibidir. Ali (r.a.)'dan rivayelen
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem namaza kalktığı zaman "Allahu
Ekber" derdi. Tabcrani'ye göre "Yanlış namaz kılanın hadisi"nde
geçtiği üzere "Allahu ekber" denilmelidir.
Farz namazlarda gücü
yeten kimsenin ayakta durması kitap, sünnet ve icma ile vaciptir. Allah Tealâ
şöyle buyuruyor: "Namazlara ve orta namaza devam edin, gönülden boyun
eğerek Allah için namaza kalkın."[30] Ömer
b. Husayn'dan rivayeten, o demiştir ki; "Bende basur hastalığı vardı.
Rasûlüüah saîlallahu aleyhi ve sellem'e 'namazı nasıl kılayım?' diye sordum.
Cevaben buyurdu ki; 'Ayakta kıl, eğer gücün yetmezse oturarak kıl, yine gücün
yetmezse bir tarafa dayanarak kıl.'" (Hadisi Buharî rivayet etmiştir.)
Alimler namaz esnasında ayaklan ayırmanın müstehap olduğunda ittifak etlikleri
gibi, bunda da ittifak etmişlerdir.
Nafile namazları,
ayakta durmaya gücü yetse bile oturarak kılmak caizdir. Ancak ayaktakinin
sevabı oturarak kılmandan daha çoktur. Abdullah b. Ömer'den rivayeten,
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu bana anlatıldı
demiştir: "Kişinin oturarak kılması, namazın yarısıdır." (Hadisi
Buhari, Müslim rivayet etmiştir.)
Namaz kılan, farz
namazlarda ayakta durmaktan aciz kalırsa, gücü yettiği gibi namaz kılar. Çünkü
Allah hiçbir kimseye gücü yeteceğinden başkasını teklif etmemiştir. Bu kimseye
namazın sevabı noksansız olarak verilir. Ebû Musa'dan rivayeten; Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Kul hasta veya seferi
olduğu zaman, sağlam ve mukim olduğu zamandaki yaptığının sevabı kendisine
verilir." (Hadisi Buharî rivayet etmiştir.)
Her rek'atte Fatiha'yı
okumanın farziyyeti hakkında sahih hadisler vardır. Bu sahih hadisler var
olduğu müddetçe ihtilafa ve münakaşaya yer yoktur. Bu hadisleri aşağıya
alıyoruz:
a) Ubâde bin
Sâmil'dcn rivayeten; Nebî aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Faliha'yı
okumayanın namazı yoktur." (Bu hadisi Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd,
Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir.)
b) Ebû
Hüreyre'den rivayeten Rasûlüllah sailallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim bir namaz kılar da namazda Fatiha'yı okumazsa onun namazı noksandır.
Yani tamam değildir." (Bu hadisi Buharî, Müslim, Ahmed rivayet etmiştir.)
c) Yine Ebû
Hüreyre'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Fatihanın okunmadığı namazı yeterli görmeyiz." (Hadisi İbn Huzeyme
sahih bir senetle rivayet etmiş, İbn Hibbân ve Ebû Hatim de rivayet
etmişlerdir.)
d)
Dârekutnî'nİn sahih bir senetle rivayet ettiği hadis, "Fatiha okumayan
kimsenin namazı yeterli değildir," şeklindedir.
e) Ebû
Sa'îd'den rivayeten, o; "Biz Fatiha'yı ve kolayımıza gelen ayetleri
okumakla emrolunduk," demiştir. (Hadisi Ebû Dâvûd, Hafız ve İbn
Seyyid'innâs rivayet etmiş, 'bu hadisin senedi sahihtir,' demiştir.)
f) "Namazını
yanlış kılanın hadisi"nin bir rivayetinde; "Sonra Fatiha'yı oku,
sonra her rek'atta böyle yap," denmektedir.
g) Nebî
aleyhi sselam'dan sabit olan şekle göre o farz ve nafilelerin her rek'atinde
Fatiha okurdu. Bunun aksi sabit olmamıştır. İbadetlerde gerekli olan
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e uymaktır. Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurmuştur: "Benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz
kılınız." (Hadisi Buharî rivayet etmiştir.)
Nemi süresindeki
Besmele'nin ayetin bir kısmı olduğunda alimler ittifak etmiştir. Surelerin
başında gelen her Besmele'nin ayet olup olmadığında ihtilaf ederek üç meşhur
görüşe ayrılmışlardır:
Birinci görüş: Besmele
Faliha'dan ve her bir sûreden bir ayettir. Bu durumda Besmele'nin Fatiha'nm
başında okunması vaciptir. Besmele'nin hükmü gizli ve açık okunan Fatiha'nin
hükmüdür. Bu görüşün en kuvvetli delili
Na'îm'ul-Mücemmir'inhadisidir.Buzat,"EbûHüreyre'ninarkasında namaz
kıldım,önce 'Bismillahirrahmanirrahim'i okudu, sonra Fatiha'yı okudu."
demiştir. (Hadisin devamı vardır.) Hadisin sonunda şöyle demiştir: "Nefsim
elinde olan Allah'a yemin olsun ki, içinizde Rasûlüllah'in namazına en
benzeyen namaz benimkidir." (Hadisi Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Hibbân
rivayet etmiştir.) Hafız "Fetih" kitabında şöyle demiştir: "Bu
hadis Besmele'nin açıktan okunması hususunda en sağlam hadistir."
ikinci görüş: Besmele,
iki sûre arasını ayırmak için teberrüken inen müstakil bir ayettir. Fatiha'nın
başında okunması caiz, hatta müstehabdir. Açıktan okunması sünnet değildir.
Enes'in hadisine göre, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah'in, Ebûbekir, Ömer ve
Osman'ın arkasında namaz kıldım, Besmele'yi açıktan okumazlardı." (Hadisi
Nesâî, İbn Hibbân rivayet etmiş; Tahavî Buharî ve Müslim'in şartlarına uygun
bir senetle rivayet etmiştir.)
Üçüncü görüş: Besmele
Fatiha'dan ve diğer surelerden bir ayet değildir. Besmele'nin nafileler
dışında farz namazlarda gizli ve açık okunması mekruhtur. Bu görüş kuvvetli
değildir. İbn Kayyım birinci ile ikinci görüşü birleştirerek şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem "Bismillâhirrahmânirrahîm"i
bazen açık, bazen gizli okurdu. Gizli okuduğu açık okuduğundan daha çoktur.
Şüphe yok ki, her gece ve gündüz beş vakit namazda, hazer ve seferde devamlı
olarak besmeleyi açık okumamıştır. Rasûlüllah, raşid halifelerine, ve ashabının
çoğunluğuna, besmeleyi gizli de okumuştur."
Hattabi demiştir ki;
"Esas olan, Fatiha okumayanın namazının kâfi gelmediğidir. Ancak, ma'kul
olan Fatiha'yı güzel okuyabilenin okuması-dir. Eğer namaz kılan Fatiha'yı iyi
okuyamazsa, bunun dışında Kur'ân'dan iyi okuduğu ayetler varsa ona gereken Kur'ân'dan
yedi ayet miktarı okumakdır. Çünkü Fatiha'dan sonra en iyi zikr Kur'ân'dan onun
kadannı okumaktır. Eğer Kur'ân'dan da bir şey öğrenmeye gücü yetmezse
tabiatındaki acizlik, lisanındaki bozukluk ve ezberi ey ememc sebebi veya arız
olan başka bir hastalık sebebi ile Kur'ân'dan sonra Nebi'mizin Öğrettiği
teşbih, tahmid ve tchlil gibi zikirleri okumaya çalışması evlâdır. Rasûlüllah
sal-lallahu aleyhi ve sellem'den şöyle rivayet olunmuştur: "Allah'ın
kelâmından sonra zikrin en faziletlisi şudur: "Sübhânallah, El-hamdü lilah
lan, Lâ ilahe illallah, Allahu ekber" "Allah'ı lesbih ederim, hamd Allah'adır,
Allah'tan başka ilâh yoklur ve Allah en büyüktür." Hauâbi'nin bu görüşünü
Rufa'a b. Rafi'in naklettiği hadis kuvvetlendirmektedir: Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve seücm bir adama namazı öğretirken şöyle buyurdu: "Eğer
Kur'ân'dan biliyorsan oku, bilmiyorsan Allah'a hamd, tekbir, tehlil, sonra
rüku' et." (Hadisi Ebu Dâvûd, Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hasen
olduğunu söylemiştir. Hadisi Ncsaî ve Beyhakî de rivayet etmiştir.)
Rüku'un farz olduğuna
dair icma vardır. Allah Tealâ'nın "Ey iman edenler rüku' ve secde
edin"[31] ayeti buna delildir.
Rüku' nasıl
gerçekleşir? Rüku', ellerin dizlere ulaşmasıyla sadece eğilmek suretiyle
gerçekleşir. "Namazım hatalı kılanın" hadisinde geçtiğine göre,
rüku'da mutmain olmak gerekir: "Rüku halinde mutmain oluncaya kadar
eğil." Ebû Katade'dcn rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: "Hırsızların en kötüsü namazından çalandır."
Ashab: "Ya Rasûlallah! Bir kimse namazından nasıl çalar?" diye
sordular. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Rüku' ve secdesini tam
yapmaz veya rüku' ve secdede belini tam düzeltmez," buyurdu. (Hadisi
Ahmed, Taberanî, İbn Huzeymc, Hakim rivayet etmiş, Hakim hadisin isnadının
sahih olduğunu söylemiştir.) Ebû Mes'üd'il-Bedri'den rivayeten Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem: "Rüku' ve secdede belini tam düzeltmeyenin
namazı yeterli değildir" buyurmuştur. (Hadisi Buharî, Müslim, Ebû Dâvûd,
Tirmizî, Nesai, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Taberanî, Beyhakî rivayet etmiş,
Beyhakî 'hadisin senedi sahihtir,' demiştir. Tirmizî ise 'hadis, hasen
sahihtir,' demiştir.) Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-lem'in ashabından ve
ondan sonrakilerden ilim ehli, rüku' ve secdede belin tam doğrulması gerektiği
görüşündedirler. Huzeyfe'den şöyle nakledilmiştir: "Rüku' ve secdeyi tam
yapmayan bir adamı gördü de ona 'Sen kılmadın; eğer ölürsen, Allah'ın Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem'i gönderdiği fıtratın dışında olarak ölürsün,'
dedi." (Hadisi Buharî rivayet etmiştir.)
Ebû Humeyd, Rasûlüllah
saİlallahu aleyhi ve sellem'in namazını tanıttığı bir hadiste şöyle demiştir:
"Rasûlüllah rüku'dan başını kaldırınca, sırı kemikleri yerine gelinceye
kadar tam doğrulurdu." (Hadisi Buharî, Müslim rivayet etmiştir.) Nebi
aleyhisselam'dan rivayeten Aîşc (r.a.) şöyle demiştir: "Rüku'dan başını
kaldırdığı zaman, ayakla lam doğrulmadan secde etmezdi." (Hadisi Müslim
rivayet etmiştir.) Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sonra lam dengeleninceye kadar kalk." (Hadisi Buharî, Müslim rivayet
etmiştir.) Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem: "Rüku' ve secde arasında belini düzeltmeyen adamın namazı dikkate
alınmaz," buyurdu. (Hadisi Ahmed rivayet etmiş, İbn Münzir hadisin
senedinin sahih olduğunu söylemiştir.)
Secdenin farziyeti
hakkında Kur'ân'dan deliller daha önce geçti. Rasûlüllah "namazını hatalı
kılan "a secdeyi açıklamıştır. "Sonra tamyerleş-mek sureliyle secde
el, sonra tam oturunc.aya kadar başını kaldır. Sonra tam yerleşinceye kadar
secde et." Birinci secde ve ondan kalkmak, sonra ikinci secde ve bunlarda
lam yerleşmek -farz olsun, nafile olsun- namazların her rek'atinde farzdır.
Mutmain olmak; azalar,
yerine konduktan sonra bir müddet hareketsiz kalmaktır. Durmanın en azını
"Sübhânallah" diyecek kadar takdir etmişlerdir.
Secde azaları yüz,
avuçlar, dizler ve ayaklar. Abbas b. Abdüîmutta-lip, Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Kul secde ettiği zaman,
onunla beraber yedi âzası da secde eder. Yüzü, avuçları, dizleri ve
ayaklan." (Hadisi Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce rivayet
etmiştir.) İbn Abbas'dan rivayeten, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah elbise
ve saçları avuçlamamayı; alın, eller, dizler ve ayaklar olmak üzere yedi aza
üzerine secde etmeyi emretmiştir." Bir rivayette Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Yedi aza üzerine secde etmekle
emrolundum: (Eliyle burnunu İşaret ederek) alın, eller, dizler ve ayakların
uçları." (Hadisi Buharî, Müslim rivayet etmiştir.) Bir rivayetle
"Yedi şey üzere secde etmekle, elbise ve saçları avuçlamamakla emrolundum.
Onlar alın, burun, eller, dizler ve ayaklardır." Müslim ve Nesâî Ebü
Humeyd'den rivayeten; "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem secde ettiği
zaman burnunu ve alnını yere yerleştirirdi," demiştir. Ebû Dâ-vûd ve
Tirmizî hadisi sahihlemiş ve: "İlim ehli alnıyla birlikte burnunu yere
koyarak amel etmişlerdir," demiştir. Eğer alnı üzerine secde edip bumu
üzerine etmezse; ilim ehlinden bir kısmı, 'kifayet eder,' diğer kısmı ise, 'alın
ve burun üzerine secde etmedikçe secde olarak kifayet etmez,' demişlerdir.
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'den, son "et-tehiyyâtü" de oturduğu ve teşehhüd
okuduğu sabit olmuştur. "Namazını hatalı kılan" hadisinde; Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem: "Başını son secdeden kaldırdıktan sonra
teşehhüd miktarı oturursan namazın tamam olmuş olur," buyurmuştur. İbn
Kudâme şöyle demiştir: "îbn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre demiştir ki;
Teşehhüd bize farz kılınmadan önce, "es~ selâmü 'ala Mikdile" derdik.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem "Es-selâmü ale'flahi..."
demeyin; "Et-tehiyyatü li'llahi" deyin" buyurdu." Bu hadis
teşehhüdün önce farz değilken sonradan farz olduğuna delalet eder.
Teşehhüd hakkındaki en
sahih rivayet İbn Mes'ud'un rivayetidir: "Rasûlüllah ile beraber bir
namazda oturduğumuz zaman, 'es-selâmü 'alel'llahi kable "ıbâdihî es-selâmü
'atâjulânin vefulânin' dedik. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
'Es-selâmu ale'llahi' demeyiniz. Çünkü Allah selâmdır. Fakat sizden biriniz
oturduğu zaman şöyle desin:
"Dil ile, bedenle
ve mal ile yapılan ibadetlerin hepsi Allah içindir. Ey Nebi, sana selam olsun.
Allah'ın rahmeti ve bereketi de senin üzerine
olsun. Selam bizim ve
Allah'ın sâlih kullarının üzerine olsun." Böyle dediğiniz zaman yerde ve
gökte veya yerle gök arasında ne kadar salih kul varsa hepsine ulaşır.
Eşhedü en-lâ ilahe
illâ'llâh ve eşhedü enne Mulıammeden 'abdühû ve rasûlühû. "Sonra duadan
beğendiğini seçsin ve onunla dua etsin." (Hadisi; Buharî, Müslim, Tirmizi,
Ebu Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce rivayet cımiştir.) Müslim, "Herkes İbn
Mes'ud'un teşehhüdünde icma etmiştir." demiştir. Çünkü İbn Mes'ud'un
ravileri arasında birbirine muhalif olanlar yoktur. Diğerlerinin ravilerinde
ise, ihtilaf vardır. Tirmizî, Hatlabî, İbn Abdilber, İbn Münzir ise, ıcşchhüd
hakkında İbn Mes'ud'un teşehhüdünün en sahih hadis olup, İbn Abbas'm
teşehhüdünün sıhhat bakımından daha sonra geldiği görüşündedirler.
İbn Abbas,
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bize Kur'ân'i öğrettiği gibi
teşehhüdü de Öğreterek şöyle buyurdu demiştir:
"Tüm Mübarek
dualar, tüm temiz övgüler Allah içindir. Ey Peygamber, Allah'ın selâmı,
rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Selâm bizim ve Allah'ın salih
kullarının üzerine olsun. Allah'tan başka ilah olmadığına Muhammed'in O'nun
kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet ederim." (Hadîsi Şafiî, Müslim, Ebû Dâvûd
ve Nesâî rivayet etmiştir.)
Şafiî şöyle demiştir:"Teşehhüd
hakkındaki hadisler değişik olup, bence en iyisi budur. Çünkü en
mükemmelidir." Hafız şöyle diyor: "Şafiî'ye kendi seçtiği teşehhüd
ile rivayet ettiği İbn Abbas'm teşehhüdü hakkında sorulunca, şöyle dedi:
"İbn Abbas'dan sahih olarak gelmiş olup teşehhüdlerin en geniş lafızlısı
olduğu için onu seçtim. Bence lafız bakımından diğerlerinden en fazlası ve en
genişidir. Bunu almakla birlikte, sahih olan diğer teşehhüdleri seçenleri asla
kınamam."
Buradaki diğer
teşehhüd İmam Malik'in seçtiği teşehhüddür. Malik, Muvatta'mda Abdurrahman b.
Abdülkârî'nin, Ömer b. Hattab'm minberde insanlara teşehhüdü şöyle öğrettiğini
duyduğunu, rivayet etmiştir: "Ömer, 'şöyle deyiniz,' diyordu:
"Dil ile yapılan
ibadetler Allah içindir. Tüm tezkiyeler Allah içindir. Tüm bedenle ve mal ile yapılan
ibadetler Allah içindir. Ey Nebi, Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin
üzerine olsun. Selam bizim ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun.
Allah'tan başka ilâh olmadığına, Mulıammed'in O 'nun kulu ve Rasûlü olduğuna
şchadet ederim."
Nevevî, "Teşehhüd
hakkındaki bu hadislerin hepsi sahihtir. Muhad-dişlerin ittifakıyla en sahihi İbn
Mes'ud'un hadisi, sonra İbn Abbas'mki-dir." Şafiî; "Hangi teşehhüdü
okursa yeterlidir. Çünkü alimler hepsinin caiz olduğunda icma
etmişlerdir." demiştir.
Selamın farz olması
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in söz ve fiiliyle sabit olmuştur. Ali
(r.a.)'den rivayeten Nebî aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Namazın
anahtarı temizlik, başlangıcı tekbir, bitişi selamdır." (Hadisi Ahmed,
Şafiî, Ebû Dâvûd, îbn Mâce, Tirmizî rivayet etmiştir. Tirmizî hadisin bu
konuda en sağlam ve en güzel hadis olduğunu söylemiştir.) Amir bin Sa'd,
babasından şöyle rivayet etmiştir: "Rasûlüllah'ın, yüzünün beyazı
görününceye kadar sağa ve sola selam verdiğini gördüm." (Hadisi Ahmed,
Müslim, Nesaî, İbn Mâce rivayet etmiştir.) Vaîl b. Hücr'dcn rivayeten, o şöyle
demiştir: "Rasûlüllah ile namaz kıldım. Sağına selam verdi. 'Es-selâmü
'aleyküm ve rahmetu'llâhi ve berekâtülıû', dedi." demiştir. (Hafız İbn
Hacer "Bulûğ'ül-Meram" adlı kitabında hadisi Ebû Davud'un sahih bir
senetle rivayet ettiğini söylemiştir.)
Cumhur uicma, birinci
selamın farz, ikincinin müstehab olduğu görüşündedir. İbn Münzir,
"Namazda bir tek selam verenin namazının caiz olduğunda ittifak
etmişlerdir," demiştir. İbn Kudâme, "Muğni" isimli kitabında,
"İki selamın vacip olduğu hakkında İmam Ahmed'in kitabında açık bir kayıt
yoktur," demiştir. Ancak İmam Ahmed, "iki selâm da Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'den sahih olmuştur," demiştir. Böyle demesi, ikinci
selamın başkalarının mezhebinde olduğu gibi vacip değil, meşru olduğunu
gösterir. Bir rivayetle "Bana en sevimli gelen iki selamdır," sözü
de buna delâlet
etmekledir. Aişe (r.a.) Seleme b. Ekva" ve Sehl b. Sa'd; Nebî
aleyhisselam'm bir selam verdiğini, muhacirlerin de bir tek selam vermiş
olduklarını rivayet etmişlerdir. Yukarıda zikrcutiğimiz haberlerle, nakletmiş
olduğumuz sahabe sözleri, iki selamın sünnet ve meşru olduğu birinin ise vacip
olduğu noktasında birleşmekledir. Bu görüşün doğruluğuna İbn Münzir'in
zikrettiği vaz geçilmeyen icma da delalet etmekledir. Ncvevî; "Şafiî
mezhebi, selef ve halefin cumhuruna göre iki selam sün-ncüir," diyerek, bu
sahih hadislere karşı duramayacak zayıf hadisler getirmektedirler. Eğer bu
hadisler sahih olsaydı, bu durum, Rasûlüllah'ın, bir selamla yetinmenin de caiz
olduğunu, fiiliyle açıklamış olduğuna hamlo-lurdu. Görüşleri hüccet tutulan
alimler, bir selamdan başka selamın vacip olmadığına icma etmişlerdir. Eğer
vacip o!an bir selamla namazı bitire-cekse, o selamı yüzü kıbleye doğru
okuması, müslchab olur. Eğer iki selamla bitirecekse bir selamı sağa, diğerini
sola, her selamda, yüzünün bir tarafını yanda duran kişi tarafından görülünceye
kadar döndürmesi müstehab olur. Asıl doğru olan şöyle demektir: Eğer iki
selamı sağma veya soluna veya önüne verse, veya birinciyi soluna, ikinciyi
sağma verse namazı sahih olur. Çünkü iki selam meydana gelmiştir, ancak düzenli
yapılmala-rındaki fazileti kazanamamış olur.
Namazın bir takım
sünnetleri vardır ki, namaz kılanın, sevabını almak için bunlara devam etmesi
müstchabdır. Bu sünnetler şunlardır:
Dört yerde elleri
kaldırmak müstehabdır:
İbni Münzir,
"İlim ehli, namaza başlarken Rasûlüllah sallaİlahu aleyhi ve sellem'in
ellerini kaldırdığında ihtilaf etmemiştir," dedi. Hafız İbn Hacer;
"namaza başlarken elleri kaldırmayı elli kadar sahabî rivayet etti,"
demiştir. Cennetle müjdelenmiş sahabiler de bunlar arasındadır. Bcyhakî,
Hakîm'den rivayet ederek şöyle demiştir: "Bu sünnetten başka, Rasûlüllah
ile dört halifenin, cennetle müjdelenmiş on kişinin ve diğer sahabelerden bir
çoğunun (etrafa dağılmış olmalarına rağmen) birleştikleri bir sünnet
bilmiyoruz." Beyhaki; "Hocamız Ebû Abdullah böyle demiştir,"
der.
Elleri kaldırmanın
şekli hakkında birkaç rivayet gelmiştir. Cumhurun kabul ettiği görüşe göre
elleri, parmak uçları kulakların üst kısmına, avuçlar kulak yumuşaklarına
gelecek şekilde avuçlarını omuz hizasına kaldırmaktır. Ncvevî; "Şafiî
rivayetlerin arasım cem'ederek bu görüşe varmış, herkes de bu görüşü
beğenmiştir," demiştir. Elleri kaldırırken parmakları uzatmak
müstehabdir.
Ebû Hüreyrc'dcn
rivayeten; "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellcm namaza kalktığı zaman
ellerini açarak kaldırırdı." (Hadisi Buharı, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî,
Nesâî rivayet elmiştir.)
Eleri kaldırmanın
iftitah tekbirine yakın veya önce olması gerekir. Nafi'den rivayeten: "İbn
Ömer namaza girdiği zaman tekbir alır, ellerini kaldırır ve bu durumu
Rasûlüliah'dan naklederdi" (Hadîsi Buharî ve Nesâî rivayet etmiştir.)
Ebû Dâvûd, yine
Nafi'den rivayeten şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
seilem tekbir aldığı zaman omuz hizasına veya buna yakın olacak şekilde
ellerini kaldırırdı." (Hadisi Ahmed ve diğerleri rivayet etmiştir.)
İflitah tekbirinden Önce elleri kaldırmak hakkında îbn Ömer'den Şu rivayet
gelmiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem namaza kalktığı zaman
ellerini kaldırır, omuz hizasına kadar getirir, sonra tekbir alırdı."
(Hadîsi Buharî, Müslim rivayet etmiştir.) Malik bin Huveyris'dcn gelen hadîsde
ise; "Tekbir alır sonra ellerini kaldırırdı," şeklindedir. (Hadîsi
Müslim rivayet etmiştir.) Bu hadis, tekbirin elleri kaldırmaktan önce olduğunu
daha çok göstermektedir. Fakat Hafız İbn Hacer; "Tekbirin elleri
kaldırmaktan önce olduğunu söyleyen hiç bir kimse bilmiyorum," demiştir.
Rüku'a giderken ve
kalkarken elleri kaldırmak müstehabdır. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in böyle yaptığını yirmi iki sahabe rivayet etmiştir. îbn Ömer'den
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem namaza kalktığı zaman
ellerini omuz hizasına gelinceye kadar kaldırır, sonra tekbir alırdı. Rüku
edeceği zaman aynı şekilde ellerini kaldırırdı. Rüku'dan kalktığı zaman yine
ellerini kaldırır "semi'allahu limen ha-mideh". "Rabbena
veleke'l-hamd" derdi." (Hadîsi Buharî, Müslim, Beyhakî, rivayet
etmiştir.) Buharî'de şu da vardır: "Secde yapacağı zaman
ve secdeden başını
kaldırdığında ellerini kaldırmazdı." Müslim ise; "secdeden kalktığı
zaman bunu yapmazdı," yine Müslim'de; "iki secde arasında ellerini
kaldırmazdı," şeklinde rivayet olunmuştur. Beyhakî'dc şu da vardır:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem Allah'a kavuşuncaya kadar bu
şekilde kılmaya devam elti. İbn Medâyinî şöyle demiştir: "Bu hadis bence
halkın uyması gereken bir delildir. Bu hadisi işiten kimsenin onunla amel
etmesi gerekir. Çünkü senedinde zayıflık yoktur." Buharî bu meseleyi ayrı
bir kitapta toplamıştır. Bu konuda Hasan ve Humeyd bin Hilâl'dcn şu rivayet
olunmaktadır: "Ashab üç yerde ellerini kaldırmaktaydı." Hasan,
ashabtan hiç kimseyi istisna etmemiştir.
Hancfilcr'in, İbn
Mes'ud'un hadisini delil getirerek; "iftitah tekbirinden başka yerde
elleri kaldırmak meşrû değildir" demelerine gelince; İbn Mes'ud;
"size Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in namaz kıldığı gibi namaz
kıldıracağım." demiş ve namaz kılarak ellerini bir defadan fazla
kaldırmamıştır. Fakat bu kuvvetli bir görüş değildir. Çünkü hadis imamlarından
çoğu bu hadise taan etmişlerdir, İbn Hibbân ise, hadîs hakkında; "bu en
iyi haberdir," demiştir.
Küfe ehli, namazda
ruku'a giderken ve rüku'dan kalkarken elleri kal-dırmamayı uygun görmüşlerdir.
Bu ise üzerinde dönüp durdukları zayıf bir görüştür. Çünkü sahih olduğu
faraziyesine teslim olsak bile, bu görüşü iptal eden illetler vardır. Tirmizî
açıkça, "bu haber meşhur hadis hududuna yanaşmış olsa bile, sahih hadisle
çelişecek güçte değildir," demiştir. "Tenkîh" sahibi, İbn
Mes'ud'un, başka şeyleri unuttuğu gibi bu el kaldırma konusunu da unutmuş
olabileceğini caiz görmüştür.
Zeyia'î,
"Nasb'ur-Râye" isimli kitabında "Tenkîh" sahibi
Sa'dru'ş-Şeria'dan naklen şöyle demiştir: "İbn Mes'ud'un tekbir mevzuunu
unutmasında bir tuhaflık yoktur. Çünkü İbn Mes'ud, Kur'ân'dan müslümanların
ihtilaf etmediği "Felak" ve "Nâs" surelerini unutmuştur.
Alimlerin neshe-dildiğinde ittifak ettikleri bazı meseleleri de unutmuştur
(tatbik gibi). Yine imamın arkasında iki kişinin nasıl duracağını, Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in Arafat'da namazları nasıl cemettiğini
unutmuştur. Alimler ihtilaf etmediği halde, secde halinde dirsek ve kolları yere
koymayı ve Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in "ve mâ
halega'z-zekera ve'1-ünsâ" ayetini nasıl okuduğunu unutmuştur. Namazdaki
bu durumları unutan İbn Mes'ud'un rüku'a giderken ve kalkarken elleri
kaldırmayı unutması normaldir."
Nafi'; "İbn Ömer
ikinci rek'attan kalktığı zaman ellerini kaldırır ve bunu Rasûlüllah'a nispet
ederdi," demiştir. (Hadisi Buharî, Ebû Dâvud ve Nesâî rivayet etmiştir.)
Ali (r.a.), Rasulûllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in namazını tarif ederken demiştir ki: "İki
secdeden sonra kalktığı zaman ellerini omuz hizasına kaldırır ve lekbir alırdı
(Hadisi Ebu Dâvûd, Ahmed, Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hadisi sahihlcmişür.)
"İki secdeden sonra" demek iki rek'atten sonra kalkmak demektir.
Şevkâni; "Bildiğime göre bu sünnet erkek
ve kadınlarda müşterektir. Aralarında fark olduğuna dair bir delil gelmemiştir.
Yine kaldırma miktarında erkek ve kadın arasmda fark olduğuna dair bir delil
gelmemiştir."
Namazda sağ eli sol el
üzerine koymak mendubdur. Bu mevzuda onsekiz sahabi ve onların tabileri
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den yirmi hadis nakletmiştir. Schl bin
Sa'd"dan rivayeten: "Herkes, kişinin namazda sağ elini sol eli
üzerine koyması için emrediyordu." Ebû Hâzim: "Bu durumu kimsenin
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e nisbet ettiğini bilmiyorum,"
demiştir. (Bu hadisi Buharî, Ahmed ve Mâlik rivayet etmiştir.)
Hafız İbn Hacer ise;
"Bu haber Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e isnad edilmiş
sayılır," demiştir. "Çünkü bu durum, onu, onlara emredenin Nebi
aleyhisselam olduğuna hamledilir." Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem'den rivayeten şöyle buyurmuştur: "Biz nebiler topluluğu iftarı
acele, sahuru geç yapmak ve namazda sağ elimizi sol elimiz üzerine koymakla
emrolunduk." Cabir'dcn rivayeten, o demiştir ki; "Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem, namaz kılan bir adamın yanından geçiyordu, adam
sol elini sağ eli üzerine koymuştu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
ellerini çözüp sağ elini sol eli üzerine koydu." (Hadisi Ahmed ve
diğerleri rivayet etmiştir.) Nevevî; "hadisin senedi sahihtir",
demiştir, İbn Abdilber ise: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den bunun
hilafına bir söz gelmediği gibi, aynı zamanda bu görüşü bütün sahabî ve
tabiînin sözüdür. Mâlik, Muvattâ kitabında bu hususu zikrettiği gibi, Aİlah'a
kavuşuncaya kadar da buna devam etmiştir." demiştir.
Kemâl İbnu'l-Hümâm
şöyle demiştir: "Elleri göğüs ve göbek altına koymanın gereğine dair sahih
bir hadîs sabit olmamıştır." Hanefilerce bilinen göbek altında oluşudur.
Şafiî'ye göre ise, göğüs üzerine konulur. İmam Ahmed'den bu iki görüş
nakledilmektedir. Doğru olan ikisinin de eşit olduğudur. Tirmizi:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından, tabiîn ve daha
sonra gelenlerden İlim ehli, namazda kişinin sağ elini sol elinin üzerine
koymasını uygun görmüşler, yine bazıları elleri göbek üsıüne, bazıları göbek
alıma koymuşlardır. Her iki şekil de onlardan vakî olmuştur," demiştir.
Fakat bir takım rivayetler Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ellerini
göğsü üzerine koyduğunu ifade etmektedir. Hülb'ut-Tâî'dcn rivayeten, o
de'miştir ki: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, sağ eli sol eli
üzerinde olduğu halde, mafsal üstüne göğsün üzerine koyarken gördüm."
(Hadisi Ahmed rivayet etmiştir. Hadisi Tirmizî hasen saymıştır.) Vâil bin
Hucr'dcn rivayeten, o demiştir ki: "Rasûlüllah ile beraber namaz kıldım;
sağ elini sol eli üzerinde olduğu halde göğsü üzerine koydu." (Hadisî İbn
Huzeyme rivayet ederek sahihlemiş, Ebû Dâvûd ve Nesâî hadisi şu lafızla rivayet
etmiştir: "Sonra sağ elini sol el bilekleriyle, dirseğe kadar olan yer
üzerine koydu.") Yani Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, sağ elini
solunun bilekten dirseğe kadar olan yerinin üstüne koydu.
Namaz kılan kişinin
iftitah tekbirinden sonra, kırâetten önce Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in yaptığı dualardan herhangi birisini okuması ve namaza onunla
başlaması mendubdur.
Bu duaların bazısı
şunlardır:
Ebû Hüreyre (r.a.)'dcn
rivayeten, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
namazda tekbir aldığı zaman kırâet'den önce birazcık susardı. 'Anam-babam sana
feda olsun ya Rasûlallah! Tekbirle kırâet arasındaki susmanda ne diyorsun?'
dedim. Buyurdular ki;
"Allahım doğu ile
batıyı uzaklaştırdığın gibi, günahlarım ile benim aramı ayır. Allahım beyaz
elbiseyi kirden temizlediğin gibi hatalarımı temizle. Allahım kar, su ve dolu
ile hatalardan beni yıka." (Hadisi Buharî, Müslim, Ebû Davûd, Nesâî, İbn
Mâce rivayet etmiştir.)
Ali (r.a.)'den
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem namaza kalktığı zaman
tekbir alır, şöyle derdi:
"Yerleri ve
gökleri yaratan Zat'a tevhid inancı üzere müslüman olarak yönümü çevirdim. Ben
müşriklerden değilim. Namazım, kurbanım, yaşamam ve ölümüm ortağı olmayan
âlemlerin Rabbine aittir. Bununla emrolundum ve müslümanlardamm. Allahım sen
Meliksin, senden başka ilâh yoktur. Sen Rabbimsin, ben kulunum. Nefsime
zulmettim, günahlarımı itiraf ediyorum. Günahlarımın hepsini affet. Çünkü
senden başka günahları affeden yoktur. Günahlarımı benden uzaklaştır. Senden
başka günahları uzaklaştıracak yoktur. Senin taaiın üzerineyim, senin emrine
uymaklayım. Hayrın hepsi sendendir. Sende şer yoktur. Ben seni mübarek sayar,
ismini yüceltirim; senden af diler, sana tevbe ederim." (Hadisi Ahmed,
Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve diğerleri rivayet etmiştir.)
Ömer (r.a.)'den
rivayeten; o iftitah tekbirinden sonra şöyle derdi:
"Ey Allahım.1
Seni teşbih ederim. Ve sana hamdederim. ismin mübarek ve sânın yücedir. Senden
başka ilâh da yoktur." (Hadisi Müslim kopuk bir senetle rivayet etmiştir.)
Dârekutnî; senedi eklediyse de
Ömer'in sözü olarak
rivayet etmiştir, tbn Kayyım: "Ömer'in, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in mihrabında bu duayı açış duası olarak ve insanlara öğretmek için
aşikâre okuduğunu sahih olarak öğrenmiş bulunuyoruz. Bu şekliyle Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'e ref edilmiş sayılır," demiştir. Böyle
olduğu için İmam Ahmed: "Bana gelince; Ömer'den rivayet edilene uyuyorum.
Kim rivayet edilenlerin birine uyarsa iyi yapmış olur," demiştir.
Asım bin Humeyd'dcn
rivayeten, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sal-laltahu aleyhi ve sellem gece
namazlarına başlama duası olarak neyi okurdu?" diye Aîşe (r.a.)'ye
sordum. Aîşe (r.a.): "Daha önce kimsenin bana sormadığı bir şeyi sordun.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem namaza kalktığı zaman on defa
"Allahu ekber", on defa "el-hamdü li'llah", on defa
"sübhâne'llah" on defa "lâ ilahe illâ'llah", on defa
"estağfiru'llah", der ve:
"Allahümm'agfirlî
ve'hdint, ve'rzugnt ve "afinî ve yete'ûzü min day-gı'l-megâmi yev me'I-gıy
âmeli.)
"Allahım beni
affet, beni hidayet et, beni mıhlandır, bana afiyet ver ve beni kıyametin dar
yerinde koru." buyurdu,' demiştir." (Hadisi Ebû Dâvûd ve Nesâî
rivayet etmiştir.)
Abdurrahman bin Avf
(r.a.)'dan rivayeten; o şöyle demiştir: "Aîşe'ye sordum: 'Nebî sallallahu
aleyhi ve selİem geceleyin namaza kalktığında, namazına hangi duayla başlardı?'
Aîşe şöyle dedi: "Geceleyin kalktığında namazına şöyle başlardı:
"Ey Cebrail'in,
Mikail'in ve İsrafil'in Rabbi olan, gökleri ve yeri yoklan var eden, görünen ve
görünmeyeni bilen Allahım! İhtilâf ettikleri şeylerde kullarının arasında hüküm
veren Sen'sin. Üzerinde ihtilaf edilen hakk'a kendi izninle beni hidayet et.
Dilediğini Sırât-ı Müstagîm'e hidayet eden Sen'sin." (Hadisi Müslim, Ebu
Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Nâfı" bin Cübeyr
bin Mut'im, babasından rivayeten şöyle demiştir: Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem'in nafile namazda şöyle dediğini işittim: "Üç kene "Allahu
ekber kebîrâ" (Allah en büyüktür), üç kene "ve'l-hamdü lillâhî
kesîrâ" (Allah'a çok hamdolsun), üç kene "Sübhânallahi bükralen ve asîlâ"
(Sabah-akşam Allah'ı teşbih ederim). Daha sonra:
"Ey Allahım!
Kovulmuş şeytandan, onun üflemesinden, tükürmesinden ve ısırmasından Sana
sığınırım."
"Rasûlüllah
saüallahu aleyhi ve sellem'c sordum: 'hemzühû, nefsühû ve nefhühû nedir?' Şöyle
cevap verdi: 'Hemzühû demek, ademoğlunun yakalandığı delirmedir. Nefhühû kibir;
nefsühû İse kötü şiir (saçma söz hastalığı)dır." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd
ve İbn Mâce rivayet etmiş, İbn Hibbân ise muhtasar olarak rivayet etmiştir.)
İbn Abbas (r.a.)'dan
rivayeten; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah salîalla-hu aleyhi ve scüem gece
teheccüd namazına kalktığı zaman şöyle derdi:
'Allahım! hamd
Sanadır. Gökler, yerler ve içindekiler Seninle kâimdir. Hamd Sanadır. Göklerin
ve yerin içindekilerin nurusun. Hamd Sanadır. Göklerin, yerlerin ve
içindekilerin sahibisin. Hamd Sanadır;
Sen haksin, vaadin de
haktır. Sana kavuşmak haktır ve sözün haktır. Cennet haktır, cehennem haktır.
Nebiler haktır, Muhammed haktır. Kıyamet haktır. Allahım sana teslim oldum,
sana inandım, sana güvendim, sana yöneldim. Senin hasmını düşman bildim, senin
hükmüne yöneldim. Geçmiş ve gelecek günahlarımı affet, gizli ve açık
günahlarımı bağışla, sen evvel ve sonsun. İlâh ancak sensin, senden başka ilâh
yoktur. Güç ve kuvvet ancak senindir.'" (Hadisi; Buharı, Müslim, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Nesai, İbn Mâcc, Mâlik rivayet etmişlerdir.) Ebû Davud'un İbn
Abbas'dan rivayetinde ise; "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seücm leheccüt
namazlarında, "Aüahu ekber" dedikten sonra bu duayı okurdu."
demiştir.
Sübhanckc duasından
sonra, kıraetten önce eûzu çekmek namaz kılana mendubdur. Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: "Kur'ân okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığın."[32]
Nafi' bin Cübeyr'in geçen hadisinde Rasûlüllah saltallabu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: "Allahım! Kovulmuş şeytandan sana sığınırım." İbn
Münzir demiştir ki; "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den,
kıraetten önce "Eûzü bi'ilâhi min'eş-şeytani'r-racim," dediği rivayet
olunmuştur."
Eûzü'yü gizli okumak
sünnettir. "Muğni" kitabında denmiştir ki: "Istiâze gizli
okunur, açık okunmaz. Buna aykırı birşey bilmiyorum." Ancak Şafiî;
"Açık kılınan namazlarda eûzü'yü gizli ve açık okumak serbesttir, "
der. Açık okunduğuna dair Ebû Hüreyre'den zayıf bir rivayet vardır.
Eûzü ancak birinci
rek'atte meşrudur. Ebû Hüreyrc'den rivayeten, o demiştir ki: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve seüem ikinci rek'ale kalktığı zaman susmadan
"El-hamdü li'ttahi Rabbi'l-âlemin"i okumaya başlardı." (Hadisi
Müslim rivayet etmiştir.) İbn Kayyım şöyle demiştir: "Fukaha, ikinci
rek'atin başında eûzü okunacak mı, okunmayacak mı diye ihtilaf etmişlerdir.
Ancak "Sübhâneke okunmayacağına dair ittifak vardır." Bu hususta
imam Ahmed'den rivayet edilen iki görüş serdedilmiştir: "Ahmed'in
ashabından bazısı, namazdaki kıraetin tek kıraet olup bir eûzü'nün kâfi
geldiğine dayanmışlar veya "her rek'at tek basma bir kıraettir,"
demişlerdir. Şüphe yok ki "Sübhâneke" duası bütün namaz içindir. Bir
eûzü ile yetinmek sahih hadisin manasına daha uygundur." Sonra Ebû
Hüreyre'nin hadisini zikrederek, dedi ki: "Muhakkak bir
"Sübhâneke" kafi gelir; çünkü iki kıraet arası sükutla değil,
zikirle ayrılmaktadır. Hamd, teşbih, tehlil, Nebî aleyh is seiam'a salatu selâm
ve diğerleriyle ayrılması namazdaki kı-racün, tek kiraet olduğunu
gösterir," demiştir. Şevkânî: "Uygun olan sünnetin bildirdiği
şekilde amel etmektir. Bu da sadece birinci rek'atte kıraet-ten önce cüzü
okumaktır," demiştir.
Namaz kılan herkesin
imam olsun, cemaat olsun veya tek başına kılsın Fatiha'yı okuduktan sonra
"âmîn" demesi sünnettir. Açık namazlarda âmin'i açık, gizli
namazlarda gizli söyler. Na'îmu'l-Mücemmir'den rivayelen, o demiştir ki;
"Ebû Hüreyre'nin arkasında namaz kıldım. Şöyle okudu: Önce
"Bismillahirrahmanirrahİm" dedi. Sonra Fatiha'yı
"vele'd-dâiiîn"e kadar okudu; sonra "âmin" dedi. Cemaatin
hepsi de "âmîn"[33] dediler.
Ebu Hûreyrc'den
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem "ğayr'il-mağdûbi'
aleyhim ve le'd-dâllîn"i okuduğu zaman ardındaki birinci saf işitecek
şekilde "âmîn" derdi. (Hadisi Ebû Dâvud, tbn Mâce rivayet etmiş, İbn
Mâce, "Birinci saftakiler işitip mescid de bir gürültü yayılınca-ya
kadar" ifadesini nakletmişlir. Aynı şekilde Hakim de hadisi rivayet etmiş,
"Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir," demiştir. Beyhakî hadisin
hasen sahih olduğunu söylemiştir. Dârekumî-ise, "senedi hasendir,"
demiştir.) Vâil bin Hucr'den rivayeten, o demiştir ki; "Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in "ğayri'l-mağdûbi 'aleyhim vcia'd-dâllîn,"
dedikten sonra sesini uzatarak âmîn" dediğini işittim." (Hadisi
Ahmed, EbûDâvûd rivayet etmiştir. Ebu Davud'un rivayetinde, "sesini
yükselterek" denmektedir. Tirmizî hadisi hasen saymıştır.) Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından, tabiin ve sonraki ilim ehlinden bir
çokları bunu almış,"âmin" de kişinin sesini yükselterek gizlenmemeyi
uygun görmüşlerdir. Hafız; "bu hadisin senedi sahihtir." demiştir.
Atâ da; "bu mescidde ikiyüz kadar sahabiye yetiştim. İmam,
"vela'd-dâllîn" dedikten sonra onların yüksek sesle "âmîn"
dediğini işittim," demiştir. Âîşe (r.a.)'den rivayelen Nebi (aleyhisselam)
şöyle demiştir: "Yahudiler, selâm ile imamın arkasında "âmin"
demenizde kıskandıkları kadar hiç bir şeyinizi kıskanmamışlardır."
(Hadisi Abmcd, İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Âmin'de cemaatin imama
uyması müstchabdır. Ancak âmin'de imamdan öne geçmemeli, geriyede kalmamalıdır.
Ebû Hurcyre (r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "İmam "gayri1-mağdûbi 'aleyhim ve lc'ddâllîn"
dediği zaman siz "âmin" deyin. Eğer bir kimsenin sözü meleklerin
sözüne denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır." (Hadisi Buharî rivayet
etmiştir.) Yine Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayeten Nebî aleyhisselam şöyle
buyurmuştur: "İmam "ğayri'l-mağdûbi 'aleyhim ve la'ddâllîn"
dediği zaman "âmin" deyiniz. Zira melekler "âmin" derler.
İmam da âmîn der. Kimin âmin'i meleklerin âmin'ine denk gelirse geçmiş
günahları bağışlanır." (Hadisi Ahmed, Ebu Dâvûd, Nesâî rivayet elmiştir.)
Yine Ebû Hureyre (r.a.)'dcn rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: "İmam âmin dediği zaman siz de âmîn deyiniz. Kimin
âmin'i meleklerin âmin'ine denk gelirse geçmiş günahları affolur."
(Hadisi Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebu Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce rivayet
etmiştir.) Âmin'in manası: "Âmîn" sözü, elifi kısaltarak veya
uzatarak, mimi şeddelemeyerek okunur. Ancak âmîn Fati-ha'dan değildir. Sadece
bir duadır. Manası da "Aliahım kabul et" demektir.
Namaz kılanın; sabah
ile cum'a'nm iki rek'atinde, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki
rek'atinde, nafile namazların ise bütün rek'at-lerinde, Fatiha'dan sonra bir
sûre veya Kur'ân'dan biraz okuması sünnettir. Ebu Katâde'den rivayeten:
"Nebî aleyhisselam öğle namazının ilk iki rek'atinde Fatiha ve iki sûre,
son iki rek'atte ise sadece Fatiha okur, bazan okuduğu ayetleri bize
işittirirdi. Birinci rek'ati, ikinci rek'atten daha uzun yapar; ikindi ve sabah
namazlarını da bu şekilde kılardı. (Hadisi, Buharî, Müslim, Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir, Ebû Davud'un rivayetinde şu da vardır: "Ebû Katâde: 'Birinci
rek'ati, insanlar yetişsinler diye uzun yaptığını sanardık,' demiştir.")
Câbir bin Scmüre şöyle
demiştir: "Küfe ehli Sa'd'i Ömer'e şikâyet ettiğinde Ömer de, Sa'd'i
azledip yerine Ammâr'i âmil olarak tayin etti. Küfe ehli Sa'd'in namazı güzel
kıldırmadığından şikayet etmişti. Ömer (r.a.) Sa'd'i yanına aldırarak; "Yâ
Ebâ İshak! Bunlar namazı iyi kıldırmadığını iddia ediyorlar,' dedi. Ebû İshak
(Sa'd): Allah'a yemin olsun ki, ben onlara Rasûlüllah'ın namazı gibi namaz
kıldırdım. Rasûlülîah'm namazından eksik yapmadım. Yalsı namazlarının ilk iki
rek'atini uzun, kalan iki rck'aüni hafif kıldırdım.' Ömer (r.a.): 'Bu senin
zarının,' diyerek onunla beraber bir veya iki adamı Kûfc'ye gönderdi. Giden
adam Sa'd hakkında Kûfc ehline sordu. Ancak sorduğu her mescidde, onun hakkında
övgüyle bahsettiler. Nihayet Beni Abs mescidine girdiğinde, içlerinden künyesi
Ebû Sa'dc olan, Üsâme bin Katâdc adında bir adam kalkarak: 'Bize Allah adına
soruyorsunuz değil mi? Sa'd seriyyeye katılmaz, eşit eşit taksimat yapmaz ve
adaletle hüküm vermez,' dedi. O zaman Sa'd: Allah'a yemin olsun ki, sana üç
şeyle beddua edeceğim,' dedi: "Allah'ım, insanlara gös-leriş ve duyuru
olsun diye kalkan bu kulun yalancı ise, ömrünü uzun eyle, fakirliğini sürekli
eyle ve onu fitnelere mübtela kıl." O günden sonra o adam; "Sa'd'in
bedduası beni tuttu. Fitneye uğramış yaşlı biriyim,' derdi. Râvî Abdül-Mclik
diyor ki; "O adamın yaşlılıktan kaşlarının dahi döküldüğünü, yoldan gelip
geçen cariyelere kaş göz işareti yaptığını, lâf attığını gördüm,"
demiştir. (Hadisi Buharı rivayet etmiştir.) Ebû Hureyre (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem her namazda Kur'ân okurdu.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seîlem'in bize işittirdiğini biz de size
işittirdik. Rasûlüllah sailaüahu aleyhi ve sellem'in bize okuduğunu biz de
size gizli okuduk. Fatiha'dan başka okumazsan, Fatiha sana yeter. Fatihaya bir
şey eklersen o daha hayırlıdır." (Hadisi Buharı rivayet etmiştir.)
Fatiha'dan sonra
Kur'ân okumak, Kur'ân'm hangi tarafından olsa caizdir. Hüseyin şöyle demiştir:
"Horasan'da gazaya çıkmıştık. Beraberimizde 300 kadar sahabi vardı.
İçlerinden birisi bize namaz kıldırdı. Herhangi bir sûreden ayetler okuduktan
sonra rüku'a eğildi." İbn Abbas'dan rivayeten: "İbn Abbas Fatiha'yı
okuduktan sonra her rek'atte "Bakara" sûresinden ayetler okudu."
(Hadisi Dârekutnî kuvvetli bir senetle rivayet etmiştir.)
Buharı "Bir
rek'atte iki sûre arasım cemetmek, namazda son sûrelerden okumak, sûreden Önce
bir sûreyle ve sûre evveliyle kıraet etmek" babına lâliken şöyle demiştir:
Abdullah bin Sâib'den zikrolunduğuna göre: "Nebi aleyhisselam sabah
namazında "Mü'minûn" suresini okudu. Musa, Harun veya İsa (a.s.)'in
zikri gelince kendisini öksürük tuttu ve rüku' etti. Ömer (r.a.) birinci
rek'atte Bakara sûresinden yüzyirmi ayet, ikinci rek'atte uzun sûrelerden bir
tane okudu. Ahnef ise, birinci rek'atle "Kehf" suresini, ikinci
rek'atte "Yûnus" ve "Yûsuf suresini okudu. Zikrolunduğuna göre
Ahncf, Ömer'le her iki sûreyi okuyarak sabah namazını kılmıştır. İbn Mcs'ud,
"Enfâl" sûresinden kırk ayet, ikinci rek'atle uzun sûrelerden bir
sûre okudu. Kaıâdc ise, iki rek'alte bir sûre okuyan veya iki rek'atte aynı
sûreyi lekrar eden kimse hakkında; "hepsi Allah'ın kitabıdır."
demiştir." Ubeyduîlah bin Sabit, Enes'den rivayeten demiştir ki: "Ensar-dan
bir adam, Kubâ mescidinde onlara imam oldu. Her ifıiıah tekbirinden sonra
namazda onlara okuduğunu tekrarlayıp duruyordu, "Gulhüve'llâhü ehad"
sûresi ile başladı, onu bitirince başka bir sûre okudu. Her rek'atte aynen
böyle yapıyordu. Onun bu hareketini arkadaşları konuşmaya başlayarak dediler
ki: 'Sen bu sûreyle başlıyorsun, o yetmiyormuş gibi başka bir sûre okuyorsun;
ya onu oku veya onu terkedİp başkasını oku.' O da cevaben: 'Ben o sûreyi
terkedemem. Beğeniyorsanız, size bu şekilde imamlık yapmak istiyorum. Eğer
beğenmezseniz sizi bırakırım.' Ashab ise, onun, en faziletlileri olduğu
görüşündeydiler ve başkasının onun yerine imamlık yapmasını uygun görmezlerdi.
Rasûlüllah saîlallahu aleyhi ve scllcm'c gelerek durumu bildirdiler. Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem o şahsa şöyle dedi: 'Ey kişi! Arkadaşlarının teklif
ettiği şeyi niçin yapmıyorsun da her rek'atte bu sûreyi okuyorsun?' O da; 'bu
sûreyi seviyorum,' dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seİlem: "O sûreyi
sevmen seni Cen-net'e sokar" buyurdu." Cühcync'den bir adamdan
rivayeten; O, Rasûîül-lah sallallahu aleyhi ve sellem'in sabah namazının her
iki rek'atinde "Zilzâl" sûresini okuduğunu işitmiştir. Cuheyncli
sahabi; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem "iki rek'ate bir sûreyi,
unutarak mı yoksa kasten mi okudu bilmiyorum," demiştir. (Hadisi Ebû Dâvûd
rivayet etmiştir. Senedinde taana uğramış râvî yoktur.)
Fatiha'dan sonra
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in kıraeti hakkında İbn Kayyım'm yaptığı
özeti burada zikrediyoruz; İbn Kayyım şöyle demiştir: "Faliha'yı bitirince
diğer bir sûreye başlardı. Bazan o sûreyi uzatır, yolculuk ve diğer sebepler
araya girince kısa tutardı. Çok kerre de orta tutardı.
1- Sabah
namazında: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazında, altmış
âyetten yüz âyete kadar okurdu. Sabah namazını bazan "Kâf", bazan
"Rûm", bazan "izc'ş-şcmsü kuvviral" (Tekvir) süreleriyle
kıldmrdı. Bazan da her iki rck'atte "Zilzâl" sûresini okurdu.
Yolculukta iken "Felâk" ve "Nâs" sûreleri ile kıldmrdı. Bir
keresinde; "Mü'minûn" sûresi ile başlamış, birinci rek'atle Musa ve
Harun'u zikredince öksürük tutmuş ve rüku' etmişti. Cuma günü sabah namazında
"Elif-lâm-mim, tenzîlün" (Secde), "Hel etâ'ale'î-insânî"yi
tam olarak okurdu. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in bir sûreden biraz,
diğer sûreden de biraz okumasını bugün insanlardan çoğu yapmazlar. Cahillerden
çoğunun sandığı gibi, "cuma gününün sabahını "secde" süresiyle
kılmak faziletli kılındı," sözü büyük bir cehalettir. Hattâ bu sebepten
bazı imamlar, "secde" sûresini okumayı kerih görmüşlerdir. Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in bu iki sûreyi okumasmdaki sebep, bu surelerde
hem yaratılıştan ve hem de âhirellen bahsedilmiş olmasıydı. Adem'in
yaratılması, Cennet ve Cehenncm'e girmek, cuma günü olmuş ve olacak diğer
şeylerden bahsettiğinden dolayı sabah namazında, o günde olmuş ve olacak olan
şeyleri hatırlatmak maksadıyla bu sûreleri okurdu. Bayram ve cuma gibi büyük
toplantılarda "Kâf," "Igterabet" (Kamer), "Âlâ"
ve "Ğâşiye" sûrelerini okuması gibi.
2- Öğle
namazında: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem öğle namazının kıractini
bazan uzatırdı. Ebû Sa'îd şöyle demiştir: "Öğle namazı başlayınca, bir kimse
beki'a gidip ihtiyacını görür, sonra evine gelip ab-dest alır, uzun okuduğu
için birinci rek'atta Nebî aleyhisselam'a yetişebilirdi." (Hadisi Müslim
rivayet etmiştir.) Öğle namazında bazan "Elif-lâm-mîm, tenzîlün"
(sccde)dcn bir miktar ile, "Sebbth'isme Rabbike'1-A'lâ," ve
"Ve'1-leyli izâ yeğşâ" sûrelerini; bazan da "Ve's-semâî
zât'il-bürûc" ile "Ve's-semâîve't-târıg" sûrelerini okurdu.
3- ikindi
namazında: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ikindi namazının kıraetini,
uzun okunan öğle kıraetinin yansı, kısa okunan öğle kıraetinin ise tamamı kadar
okurdu.
4- Akşam
namazında: Akşam namazının kıraeti hakkında Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
seüem'den gelen uygulama bugünkü tatbikatın tam tersidir. Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem akşam namazını, her iki rek'atte bazan "A'râf"
sûresini, bazan "Tur" sûresini, bazan da "Mürselât"
sûresini okuyarak kılardı. İbn Abdİlber şöyle demiştir: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayet olundu ki; akşam namazında
"elif-lâm-mim-sâd" (A'râf) sûresi ve "Sâffât" sûresini,
bazan "Hâ-mim" (Duhân) sûresini, "Sebbıh'isme
Rabbik'el-A'Iâ," "Ve't-tîni ve'z-zeytûni", "Felâk" ve
"Nâs" sûrelerini, "Mürselât" sûresini ve mufassal
sûrelerden kısalarını okurdu. Bunların hepsi de sahih ve meşhur
rivayetlerdir." İbn Abdilbcrr'in sözü burada bitti. Daima mufassal
sûrelerin kısalarından okumak Mervan bin Hakem'in fiilidir.. Zeyd bin Sabit
bunu hoş karşılama-mıştır. Mâlik; "Akşam namazında sûrelerin kısalarından
okuyorsun halbuki ben akşam namazında Rasûlüllah'm Tıval sûrelerin
uzunlarından okuduğunu gördüm," demiştir. "Rasûlüllah'a dedim: Tıval
sûrelerin uzunu hangisidir?" 'A'râf süresidir,1 buyurdu." (Bu hadis
sahihtir. Hadisi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir.) Nesâî
Aişe'dcn şöyle nakietmiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Akşam
namazında "A'râf" sûresini iki rek'ate taksim ederek okudu."
Mufassal sûrelerin kısalarından bir sûre ve bir âyete devam etmek sünnete
aykırı olup Mervan bin Hakem'in işidir.
5- Yatsı
namazında: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem yatsı namazında
"Tın" suresini okurdu. Muaz'a da "Şems," "A'îâ",
"Ley!" ve benzeri sûreleri okumasını emreder ve kendisiyle yatsı
namazını kıldıktan sonra başka yere gidip yatsı namazını kıldırırken
"Bakara" sûresini okumasını hoş karşılamazdı. Bir defasında Muâz,
Amr bin Avf yurduna gidince Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile kıldığı
yatsı namazını gecenin kalan kısmında onlara tekrar kıldırdı ve namazında
"Bakara" sûresini okudu. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve selîem Muâz'a "Sen fitneci misin ey Muâz?" dedi. Hadis ilmini
araştıranlar, hadiste geçen bu kelimeye takılıp kalmış, hadisin evveline ve
sonuna bakmamışlardır.
6- Cuma namazında: Cuma namazlarında;
"Cum'a," sûresi ile "Münâfikûn" veya "Ğâşiye" sûrelerini
de okurdu. Bu sûrelerin (Cum'a ve Münâfikûn) sonlarında bulunan "Yâ
eyyühe'llezîne âmenû"âan sonra okumak, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
seilem'in asla yapmadığı bir şeydir. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'den gelen rehberliğe aykırıdır.
7- Bayram namazlarında: Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem bayram namazlarında bazan tam olarak "Kâf" ve
"Igterabet" (Kamer) sürelerim, bazan da "Scbbih" ve
"Ğâşiye" sûrelerini okurdu.
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in, vefat edinceye kadar devam ettiği ve asla mensuh olmayan
tatbikatı budur. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra Hulefâ-i
Râşidîn bu durumu devam ettirdiler. Ebûbekr (r.a.) sabah namazında, güneş
doğmaya yakın oluncaya kadar "Bakara" sûresini okudu. Ashab sordu:
"Ey Rasûlüllah'ın halifesi, nerdey-se güneş doğacak." Ebûbekir:
"Güneş doğsa bile bizi gafillerden bulmamış olur," dedi. Ömer
(r.a.)'de sabah namazında "Yûsuf," "Nahl," "Hûd",
"Beni İsrail", (Isrâ) ve benzeri sûreleri okurdu. Eğer uzun sûre
okumak kaldırılmış olsaydı Hulefâ-i Râşidîn'e gizli kalmaz, hadis münekkidlcri
de bunu öğrenmiş olurlardı.
Müslim'in
"Sahih"inde Câbir bin Semure'den rivayet edilen hadise gelince;
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazında "Kâf,
ve'İ-kur 'âni'l-mecîd" sûresini okurdu. Bundan sonra sabah namazlarını ise
hafifletti." "Bundan sonra" sözü, "sabah namazından sonraki
namazlar" demektir. Yani Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sabah
namazında en uzun kıraati yapar, diğer namazları ise daha hafif kılardı.
Ümmü'l-Fazl'm sözü de bunu gösterir. Ümmü'1-Fazl: İbn Abbâs'ın
"Ve'1-mürselâtü 'Ur-fen" sûresini okuduğunu işitti de şöyle dedi:
"Ey oğulcağızım! Rasûlüllah son zamanlarında okuduğu bu sûreyi bana
hatırlattı. Akşam namazlarında bunu okurdu ve şöyle buyururdu: "Kim insanlara
imam olursa namazı hafif yapsın." Bu konuda Enes (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bütün namazlarında insanların en
hafif namaz kıldıranıydı." Burada hafiflik nisbî bir şeydir.
Rasûlüllah'ın fiiline uygun olan ve onun devam ettiği hafifliktir. Yoksa
cemaatin isteğine bağlı hafiflik değildir. Çünkü Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve seliem ashabına bir şeyi emredip de onun aksini yapmazdı.. Çünkü o bilir
ki, arkasında yaşlı, zayıf ve ihtiyaç sahibi kişiler var. Onun emretmiş olduğu
kısalık yapmış olduğu kısalıktır. Çünkü kıldığı namazı bundan birkaç kat daha
uzun yapabilirdi; daha uzununa nisbetle bu dahi kısa olmuş olurdu. Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in devam ettiği tatbikat budur ve her görüş
ayrılığında baş vurulacak hakem de o'dur. Nesâî ve diğerlerinin İbni Ömer'den
rivayet ettikleri hadis bunu göstermektedir. "Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem bize namazı hafif yapmayı emreder ve imam olduğu zaman da
"Sâffât" sûresini okurdu." Demek ki, "Sâffât" sûresini
okumak Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in emrettiği hafif kıraettir.
8- Muayyen
bir sûre okumak: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem cum'a ve bayram
namazları hariç, namazlarda okuyacağı belli sûreler tayin etmezdi. Diğer
namazlardaki durumla ilgili olarak Ebû Davud'un zikrettiği bir hadis şöyledir:
Amr bin Şuayb'ın babasından onun da dedesinden rivayet ettiğine göre; o şöyle
demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem farz namazlarda imam
olduğu zaman, o'nun küçük-büyük mufassal sûrelerden okuduğunu
işitmişimdir." Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in tatbikatı
sureleri tam okumaktı. Bazan iki rek'atle bir sûre, bazan sûre evvellerini
okurdu. Sûre sonlarını okumak ve sûre ortalarını okumak Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'den duyulmamıştır. Bir rek'atte iki sûreyi okumayı ise sadece
nafile namazlarda yapardı. Farz namazlarda bunu yapmazdı. Bu konuda İbn
Mes'ud'un hadisi şöyledir: "Rasûlüllah'm iki sûreyi bir rek'atte okuduğu
benzer sûreleri biliyorum. "Rahman" sûresi ve "Necm"
sûresini bir rek'atte, "Igıerabct" (Kamer) süresiyle,
"Hakka" suresini bir rek'atte, "Tûr" ile
"Zâriyât" surelerini bir rek'atle, "İzâ vcga'aı" (Vakıa)
ile "Nün" sûrelerini bir rekalle okumuştur. (Hadisin devamı vardır.)
Bu haber nerede yaptığı belirtilmemiş bir fiilidir. Farz mı idi, nafile mi idi;
her ikisi de muhtemeldir. Bir sûreyi iki rek'ate bölerek okuması ise, çok az
yaptığı bir iştir. Ebû Davud'un Cüheyneli sahabîden rivayet etmiş olduğu
hadiste, Cüheyneli: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in, sabahın
iki rek'atinde, "îzâ zülzile" sûresini okuduğunu duydum. Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem unutarak mı, yoksa kasden mi okudu bilemiyorum."
demiştir.
9- Sabah
namazında birinci rek'atın uzatılması: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
sabah namazında birinci rek'atı ikinci rek'atten uzun yapar ve bütün namazları
aynı şekilde kılardı. Sabah namazını diğer namazlardan daha uzun kılardı;
Çünkü sabahın Kur'ân'ı "'meşhûd"dur. Yani Allah ve melekleri Kur'an'ı
dinlerler. Dendi ki; "Kimine göre gece ve gündüzün melekleri sabahın
Kur'ân'ında hazır bulunurlar." Buradaki iki söz, nüzulü ilâhiye kail
olanlara göredir. Sabah namazı bitinceye kadar mı yoksa güneş doğuncaya kadar
mı devam eder? Bu konuda birkaç görüş vardır. Kimine göre sabah namazının
rek'atleri az olduğu için, azlığına karşılık uzun okunmaktadır. Kimilerine göre
insanlar uykunun sonunda dinç oldukları için uzun okunmuştur. Kimine göre,
dünya için çalışmaya henüz yönelmeden kulak, dil ve kalbin sakin olduğu, hiçbir
meşguliyetin bulunmadığı, Kur'ani anlayıp düşünme imkânı bulunduğu için uzun
okunmuştur. Kimine göre sabah namazı o günkü işlerin başlangıcı ve esası olduğundan
ona daha çok önem verilmiş ve uzun okunmuştur. Bunlar bir takım sırlardır ki
şerialin inceliklerim maksat ve hikmetlerini anlayanlar tarafından
bilinebilir." îbn Kayyım'm sözü burada bitti.
Rasûlüllah, sallallahu
aleyhi ve sellem kırâetini uzun yapar, her âyette durur ve sesini uzatırdı.
Kur'ân okurken
müstehap olan şeyler şunlardır:
Kur'an okurken sesi
güzelleştirip, süslemek sünnettir. Hadîste geçtiğine göre Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Kur'ân'ı seslerinizle
süsleyiniz." Yine: "Kur'ân'ı nağmeli okumayan bizden değildir."
ve "insanların ses bakımından en güzeli, Kur'an okudukları zaman
dinleyenlerde ve düşünenlerde Allah korkusu meydana getiren kişidir."
Allah Teâla Kur'ân'ı güzel okumak hususunda Rasûl'üne verdiği izin kadar hiçbir
şeye izin vermemiştir. Nevevî şöyle der: "Namaz veya dışında Kur'ân okuyan
kimsenin, rahmet âyetine geldiği zaman Allah'ın fazlından istemesi, azab
âyetine geldiği zaman cehennemden, azab-dan, kötülükten, çirkin şeylerden
Allah'a sığınması veya: "Allahümme innî es'elüke'l-âfiyeh" (Sen'den
afiyet isterim) ve benzeri şeyler demesi sünnettir," Allahi tenzih eden
bir âyet geldiği zaman: "Sübhânallahi ieâlâ" (Yüce olan Allah'ı
teşbih ederim.) veya "Tebârekallâhu Rabbi'l-âlemin" (Alemlerin Rabbi
olan Allah mübarektir.) veya "Cellet azameiü Rabbinâ" (Rabbimizin
sânı yücedir.) ve benzeri dualarla Allah'ı tenzih eder. Huzeyfe bin Ycmân'dan
rivâyeten, o demiştir ki: "Rasûlüİlah ile beraber bir gece namaz kıldım.
Bakara sûresi ile başladı. 'Yüz âyet okuyunca rüku'a gider,' dedim. Devam etti.
'Bir rek'atte bitirir,' dedim. Yine devam etti. Sonra Âl-i Imrân sûresine
başladı, onu okudu.. Sonra Nisa sûresine başladı, onu da okudu. Yavaş yavaş
okuyordu. Teşbih âyeti gelince teşbih ediyor, duâ âyeti gelince duâ ediyor,
Allaha sığınma âyeti gelince cüzü çekerek Allah'a sığınıyordu." (Hadîsi
Müslim rivayet etmiştir.)
Nevevî demiştir ki:
"Mezhebimize göre namazın içinde ve dışında Kur'ân okuyan kimse, -imam
olsun, cemaat olsun, tek başına olsun- tes-bih, duâ ve istiaze yapması
müstehabdır. Çünkü bunlar duadır. Âmin demek gibi herkes bu konuda
müsavidir."
"E-leyse'llâhu
bi-ahkemi' 1 -hâkimin" (Allah hâkimlerin hakimi değil mi?) ayeti okununca,
"Belâ ve ene 'âlâ zâlike min'eş-şâhİdîn" (evet ben de buna şahadet
ederim) demek; "E-leyse zâlike bi-kâdirin 'alâ en-yuhyiye'l-mevtâ"
(Allah ölüyü diriltmeye kadir değil mi?) ayeti okununca; "Belâ
eş-hedü" (Evet kadirdir. Ben buna şahitlik ederim) demek; "Fe-bieyyî
hadîsin ba'dehû yü'minûn" (Bu Kur'an'dan sonra hangi söze iman ederler?)
ayeti okununca; "Âmentü billahi" (Allah'a inandım) demek;
"Sebbih'isme Rabbike'I-a'lâ" (Rabbini teşbih et,) ayeti okununca;
"Sübhâne Rabbiye'I-a'lâ" (Yüce Rabbimi teşbih ederim) demek
müstehabtır. Namazın gerek İçinde ve gerekse dışında böyle denebilir."
Namaz kılanın sabah ve
cuma namazlarında, akşam ve yatsının ilk iki rekatinde, bayram, güneş tutulması
ve yağmur duası namazlarında, açık okuması; öğle ve ikindi namazlarında,
akşamın üçüncü, yatsının son iki rekatinde ise gizli okuması sünnettir.
Nafilelere gelince; gündüz kılınanlarda açık okumak yoktur. Gece kılınanlarda
ise açık da, gizli de okunabilir. Efdal olan orta yolu takib etmektir.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve scl!cm bir gece, namaz kılmakta iken Ebû Bckr
(r.a.)'in yanma uğradı. Alçak sesle okuyordu. Bir defasında yüksek sesle
okuyarak namaz kılan Ömer(r.a.)'e uğradı. Her ikisi de yanma geldiğinde buyurdu
ki: "Ey Ebû Bekr! Namaz kılarken alçak sesle okuyordun." Ebû Bekr
şöyle dedi: "Niyaz ettiğimi duyuyordum, ya Rasûlaîlah." Sonra Ömer'e
döndü: "Sana uğradım da, namaz kılarken yüksek sesle okuyordun."
Ömer: "Yâ Rasûlallah! Yüksek okuyarak uyuyanları uyarıyor ve şeytanları
kovuyorum," deyince Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Yâ Ebâ Bekr! Sesini biraz daha yükselt." Ömer'e ise; "sesini
biraz daha al-çalt." dedi. (Hadisi Ahrrled, Ebu Davud rivayet etmiştir.)
Eğer unutup da açık olacak yerde gizli, gizli olacak yerde açık okursa bir şey
gerekmez. Kırâel esnasında bu durumu hatırlarsa, kalan kısmı doğru olarak devam
eder.
Esas olan, namazın
farzlarında geçtiği gibi, farz ve nafile rek'atlerin hepsinde Fatiha'yı
okumadan namazın sahih olmadığıdır. Ancak imama uyanın, dinlemesi ve susması
gerektiği için, açık kılınan namazlarda Kur'ân okuması gerekmez.. Allah Teâlâ
şöyle buyuruyor: "Kur'ân okunduğu zaman dinleyiniz ve susunuz, umulur ki
rahmet olunursunuz. "[34] RasûSüllah
sallallahu aleyhi ve scilem: "İmam tekbir aldığı zaman siz de tekbir alın.
Kur'ân okuduğu zaman susun." buyurmuştur. (Hadisi Müslim sahih saymıştır.)
Şu hadis de buna bağlanır: "İmamı olan bir kimsenin imamının Kur'ân
okuması, onun için de Kur'ân okumak sayılır." Yani şu açık okunan
namazlarda imamın kıraeti cemaat için de yeterlidir. Gizli okunan namazlara
gelince, imama uyanların okuması gerekir. Eğer imama uyanların imamm kıraetini
dinleme imkânları yoksa, açık okunan namazlarda da içinden okuması gerekir.
Ebûbekir bin 'Arabî
şöyle demiştir: "Gelen haberler umumi olduğu için gizli okunan namazlarda
kıraetin gereğini tercih ediyoruz. Açık okunan namazlarda ise üç yönden kıraet
yapmaya yol yoktur: Birincisi; Medine ehli bununla amel etmiştir. İkincisi;
Kur'ân bu şekilde hüküm vermiştir. O da şudur: "Kur'an okunduğu zaman onu
dinleyiniz ve susunuz." Sünnetler de bu hükmü» mana bakımından
kuvvetlendirmektedir. îmran bin Huseyn'in rivayet ettiği hadiste; Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem arkasında namaz kılan bir adamın: "Sebbih'isme
Rabbike'l-a'lâ" sûresini okuduğunu işitince: "Birinizin beni
şaşırttığını anladım." buyurdu. Üçüncüsü; aşikâre okunan namazlarda imama
uyanın Kur'ân okumaması tercih edilir. Ne zaman okuyacak? Eğer "imam
sustuğu zaman okur," denirse; deriz ki: "susmak imama gerekmez."
Farz olan bir şey farz olmayana nasıl bağlanır? Özellikle açık okunan
namazlarda bulduğumuz yön, okunan Kur'ân'ı takip etmesi, dinleyip mânâsını
tefekkür etmesidir. Bu şekilde yapmak; Kur'ân ve hadisin nizamına, ibadeti
korumaya, sünneti gözetmeye, daha uygun bir ameldir." Zührî ve İbn Mübarek
bu görüşü seçmiştir. Mâlik, Ahmed ve tshak'm kavli de budur. îbn Teymiye de bu
görüşü seçerek onu kuvvetlendirmiştir.
Namaz kılan, her
kalkış ve inişte, her kıyam ve oturuşta tekbîr alır. Ancak rükû'dan kalkınca
"Semi'allâhu limen hamideh" der. İbn Mes'ûd'dan rivayeten:
"Rasûlüllah'ı her iniş kalkışta, her kıyam ve oturuşta tekbir alırken
gördüm." (Hadisi Ahmed, Nesâî, Tirmizî, rivayet etmiş, Tirmizî hadîsi
sahih saymış ve "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ashabından Ebû
Bekr, Osman, Ali, Ömer ve diğerleri ile tabiînden daha sonra gelenler bununla
amel etmiştir,' demiştir.) Fakih ve âlimlerin çoğu da bununla amel etmişlerdir.
Ebûbekir bin Abdurrahmân bin Hâris'ten ri-vayeten; o Ebû Hürcyre'nin şöyle
dediğini işitmiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem namaza
kalktığı zaman namaza başlarken tekbir alır, rüku'a giderken tekbir alır, sonra
belini doğrultunca "Se/nia'llahu limen hamideh" der. Sonra ayakta
iken secde etmeden önce "Rabbena leke'l-hamd" der. Sonra secdeye
varınca "Allahu ekber" der. Sonra başım kaldırınca "Allahu
ekber" der. Sonra ikincide otururken "Allahu ekber" der.
Sonra her rek'atte
namaz bitinceye kadar böyle yapardı." Ebû Hüreyre: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem dünyadan ayrılıncaya kadar böyle namaz
kılardı." demiştir." (Hadisi Buharı, Müslim, ve Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.) tkrime diyor ki: "îbn Abbâs'a dedim: "Bethâ'da ahmak bir
şeyhin ardında öğle namazı kıldım. Yirmiiki tekbir aldı. Secdeye giderken, başını
kaldırırken hep tekbir alıyordu.1 İbn Abbâs: 'Ebu'l Kasım'm namazı buydu,
dedi." (Hadisi Buharı, ve Ahmed rivayet etmiştir.) Müstehab olan, bir
rükünden diğer rükne geçmeye başlarken tekbirin alınmasıdır.
Rüku'da vacip olan,
eller dizlere değecek şekilde eğilmek, baş ile sırtı aynı seviyede tutmak,
elleri yanlardan ayırarak dizlere dayamaktır. Dizler üzerinde parmakları açık
bulundurmak ve sırtı düz yapmak sünnettir. 'Ukbe bin Âmirden rivayeten:
"O, rüku' ederek ellerini yanlarından ayırdı, ellerini dizlerine koydu,
dizlerinin Önünde parmaklarını açtı ve "Rasûlüliah'ı böyle kılarken
gördüm," dedi. (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesai rivayet etmiştir.) Ebu
Humcyd'dcn rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem rüku'
yaptığı zaman tam düz durur, başını fazla aşağıya eğmez, yukarıya da
kaldırmazdı. Ellerim dizleri üzerine koyar, sanki dizlerini avuçlamış gibi
yapardı." (Hadisi Nesâî rivayet etmiştir.) Müslim'in Aişe'den (r.a.)
rivayet ettiğine göre: "Rasûlüllah rüku' ettiği zaman başını yukarıya
kaldırmaz, aşağıya da indirmezdi. İkisi arasında tutardı." Ali (r.a.)'den
rivayelen, o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem rüku'
elliği zaman sırlına bir bardak su konsa dökülmezdi." (Hadisi Ahmed
rivayet etmiş, Ebû Dâvûd ise mürsel olarak rivayet etmiştir.) Mus'ab bin
Sa'd'den rivayeten, o şöyle demiştir: "Babamın yanında namaz kıldım.
Ellerimi, parmaklarımı birbirine bitiştirerek baldırımın üzerine koydum. Beni
bundan nehyetti ve 'şöyle yaparız' diyerek, ellerimizi dizlerimizin üzerine
koymamızı emretti." (Hadisi Buharî, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî ve İbn
Mâce rivayet etmiştir.)
Rüku'da "sübhâne
Rabbiy'el-azîm" (Ey büyük rabbim seni teşbih ederim) lafzıyla zikir yapmak
müstehabdır. 'Ukbe bin Âmir'den rivayeten; o demiştir ki: "Fe-sebbih
bismi Rabbike'l-azîm" (Büyük olan rabbi-nin ismini teşbih et) âyeti inince
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bize: "Rüku'larınızda bu duayı
okuyunuz." buyurdu. (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve diğerleri iyi bir senetle
rivayet etmişlerdir.) Huzeyfe'den
rivâyeten; o demiştir
ki: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber namaz kıldım.
Ruku'unda "Sübhâne Rabbiye'l azîm" diyordu." (Hadisi Müslim,
Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir.) "Sübhâne
Rabbiye'l-azim ve bihatndihi" sözü birkaç yoldan gelmişse de bu
rivayetlerin hepsi zayıftır. Şevkânî: "Bu rivayetler birbirini kuvvetlendirmektedir"
der. Namaz kılanın, bu teşbih ile yetinmesi veya bu sözlere aşağıdaki
zikirlerden birisini ilave etmesi sahihtir:
Ali'den (r.a.)
rivayeten: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem rüku'a vardığında:
"Allahım! Senin
için rüku' eltim, Sana inandım ve sana teslim oldum. Sen benim Rabbimsin.
Kulağım, gözüm, iliğim, kemiğim ve sinirim, âlemlerin Rabbi olan Allah'ın
huzurunda eğilip huşu'a vardı." derdi. (Hadisi Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd ve
diğerleri rivayet etmiştir.)
Aişe'den (r.a.)
rivayeten: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem rüku' ve secdesinde:
"(Rüku'um),
noksansız, tertemiz, meleklerin ve Cebrailin Rabbi olan Allah'adır" derdi.
Avf bin Malik
el-Eşca'î'den rivayeten; o demiştir ki: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
seilem ile bir gece birlikte namaz kıldım. Bakara sûresini okudu. Rııku'unda
ise;
"Üstünlük,
saltanat, büyüklük ve ululuk sahibi olan Allah'ı tenzih ederim." diye dua
etti." (Hadisi Ebu Davud, Tirmizî, Nesâî rivayet etmiştir.)
Aişe (r.a.)'den
rivayeten; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem rükû'
ve secdesinde çokça:
"Sübhaneke'llahümme
Rabbena ve bi-hamdike,
Allahümmeğfirlî." (Rabbimiz olan Allahım, seni teşbih eder, sana
hamdederim. Allahım, beni bağışla,) derdi. Kur'ân'da geçen "Rabbini hamd
ile teşbih el ve istiğfar et"[35] âyetine
uyarak bu duayı yapardı." (Hadisi Buharî, Müslim, Ahmed ve diğerleri
rivayet etmiştir.)
Namaz kılanın, İsler
imam olsun, ister cemaat olsun, isterse de tek başına olsun rüku'dan kalkarken
"Semi'Allahü limen-hamideh" demesi, tam doğrulunca "Rabbena
leke'l-hatnd" veya "Allahümme Rabbena ve leke'l-hamd" demesi
müstchab'dır.
Ebu Hürcyre'den
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem belini rüku'dan
kaldırınca "Semi'Allahü limen-hamideh" der, ayakta iken"Rabbcnâ
ve leke'l-hamd" derdi. (Hadisi Ahmed, Buharî, Müslim rivayet etmiştir.) Buharî'de
Enes'den rivayet edilen bir hadiste; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in
"İmam "semi'Allahü limen-hamideh" dediği zaman siz de
"Allahümme Rabbena ve leke'l-hamd" deyiniz," dediği rivayet
olunmuştur. Bazı alimler; "Cemaatin, "Semi'Allahü limen-hamideh"
demeyip, imamın dediğini işittikleri zaman, "Ailahümme Rabbena
leke'l-hamd" demeleri bu hadise uygundur," demişlerdir. Ahmed ve
diğerlerinin Ebû Hürcyre'den rivayet enikleri hadise göre Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "İmam "semi'Allahü
limen-hamideh" dediği zaman, "Allahümme Rabbena leke'l-hamd"
deyiniz. Kimin bu sözü meleklerin sözüne denk gelirse geçmiş günahları
bağışlanır."Fakat Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in: "Benim
kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılın" hadisi her namaz kılanın teşbih ile
tahmidi birleştirmesini gerektirir.
Eğer namaz kılan
cemaat ise: Bu konuda Nevevî; "Cemaat teşbih ile tahmidi birleştirmeyip
sadece tahmid ile yetinir," diyenlerin dillerine karşılık şöyle demiştir:
"Mezhebimize göre hadisin mânâsı şöyle yorumlanmıştır: "Semi'Allahü
limen-hamideh" sözünü muhakkak bildiğinize göre "Rabbena
leke'l-hamd" deyiniz." Sadece bu ifadenin gelmesi, ashab, Ra-sûlülîah
sallallahu aleyhi ve sellem'in açıklan "Scmİ-Allahü limen-hamideh"
demesini işittiklerinden dolayıdır. Çünkü bu sözü açık söylemek sünnettir.
Halbuki "Rabbena leke'l-hamd" sözü gizli söylendiği için onu
işitmiyorlardı. Ashab Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in mutlak olarak
namazda ona uyulması gerektiğini ifade eden "benim kıldığımı gördüğünüz
gibi namaz kılınız" sözünü biliyorlardı ve "semi'Allahü
limen-hamideh" sözünde ona zaten uyuyorlardı. Bunu emretmeye ihtiyaç
yoktu. Yalnız, "Rabbena leke'1-hamd" sözünü bilmedikleri için bununla
emro-lundular.
Rüku'dan doğrulduğu zaman
yapılacak tahmidîn en kısası budur. Şu duaları ilâve etmek de müslehaptır:
Rufa' bin Rafi'dcn
rivayctcn; o demiştir ki: "Bir gün Rasûiullah sal-lalîahu aleyhi ve
scllcm'in arkasında namaz kılıyorduk. Rasûiullah rüku'dan başını kaldırınca
"semi'Allahü limen-hamideh" dedi. Arkasındaki bir adam:
"Çok çok hamdler,
(emiz ve mübarek hamdler, sana mahsustur Ey Rabbim" dedi. Rasûiullah
sallallahu aleyhi ve sclİcm namazı bitirince: "Konuşan kimdi?" diye
sordu. Adam: "Bendim ya Rasûlallah" deyince; Rasûiullah sallallahu
aleyhi ve sellcm: "Otuz küsur meleğin o duanın sevabım ilk olarak yazmak
için yarış eniklerini gördüm." buyurdu." (Hadisi Buharı, Ahmed,
Mâlik, ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Âli'den (r.a.)
rivâyeten: Rasûiullah sallallahu aleyhi ve sellem rüku'dan kalkınca:
"Allah hamd edeni
işitti, yer ve gök arasındaki mesafe dolusu ve dilediğin şeylerin dolusu hamd
olsun yâ Rabbi." dedi." (Hadisi Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî
rivayet etmiştir.)
Abdullah bin Ebî Evfâ,
Rasûiullah sallallahu aleyhi ve sellem'den ri-vayeten şöyle demiştir:
"Rasûiullah
sallallahu aleyhi ve sellem rüku'dan başını kaldırdığı zaman şöyle derdi:
"Ey Rabbimiz olan
Allah; gökler dolusu, yerler dolusu ve bunlardan öle dilediğin şeyler dolusu
hamd sana olsun. Allahım! Beni kar, dolu ve soğuk suyla temizle. Allahım! Beyaz
elbisenin kirden temizlendiği gibi benim de günahlarımı temizle." (Hadisi
Ahmed, Müslim, Ebu Dâvûd ve İbn Mâce rivayet etmiştir. Bu duanın manası, tam
olarak temizliği İstemektir.)
Ebû Sa'id'il-Hudrî'den
rivâyeten; o demiştir ki: "Rasûlüllab sallallahu aleyhi ve sellem
'semi'allahu İlmen hamideh' dedikten sonra şöyle dua etti:
"Allahım! Gökler
dolusu, yerler dolusu ve bunlardan öte dilediğin şeyler dolusu hamd sana olsun.
Ey övgü ve şeref sahibi! Her hangi bir kulun -ki hepimiz de sana kuluz-
söylediği en güzel şeye en çok lâyık olan sensin. Allahım! Senin verdiğine mani
olacak yok, vermediğini verecek de yok. Mal ve mevki sahibine mal ve mevkii
fayda vermez ve senin azabından kendini kurtaramaz." (Hadisi Müslim,
Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Yine Ebû
Sa'îd'ü-Hudrî'den rivâyeten, Rasûiullah sallallahu aleyhi ve sellem,
"Semi'allahu limen hamideh" dedikten sonra, ayakta durduğu müddetçe,
rüku'a varıncaya dek "li-Rabbi'l-hamd" (Hamd Allah'adır) derdi.
Cumhur ulema ellerden
önce dizleri yere koymanın müstehab olduğunu söylemiştir. îbn Münzir; Ömer,
Nehaî, Müslim bin Yesar, Süfyan-ı Sevrî, Ahmed îshak ve rey sahiplerinden
hikâye ederek deriz ki: Biz de
bu görüşe katılıyoruz.
Ebu Tayyib bütün fakihlerden böyle hikâye etmiştir. İbn Kayyım şöyle demiştir:
"Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem önce dizlerini, sonra ellerini,
sonra alnını, sonra burnunu yere koyardı." Bu şekil, Şerik'in, Asım bin
Kuleyb'ten, onun da babasından rivayet ettiği doğru bir görüşlür. Vâil bin
Hucr'den rivâyeten; o şöyle demiştir: "Rasülüllah sallallahu aleyhi ve
scllem'in, secde ederken dizlerini ellerinden önce koyduğunu, secdeden
kalkarken de ellerini dizlerinden önce kaldırdığını gördüm." Bunun
dışında Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den bir fiil rivayet
olunmamıştır. Malik, Evzaî, İbn Hazm, elleri dizlerden önce koymanın müstehab
olduğunu söylemişlerdir. Ahmed'den gelen bir rivayet de böyledir. Evzaî;
"insanları, ellerini dizlerinden önce koyarken gördüm," demiştir.
İbn Ebî Dâvûd ise: "Hadis cshabmm sözü budur," demiştir.
Secdeden ikinci
rek'ate kalkmanın durumuna gelince, yukardakinin tam tersidir. Cumhur'a göre
müstehab olan önce elleri, sonra dizleri kaldırmaktır. Diğerlerine göre ise,
önce dizleri sonra elleri kaldırır.
Secde yapan kimsenin
aşağıdaki hususlara dikkat etmesi müstehabdır.
1- Burnunu
alnını ve ellerini yere koyup, ellerini yanlarından ayırmak. Vâil bin Hucr'den
rivâyeten: "Nebî aleyhisselam secde ettiği zaman alnını elleri arasına
koyar ve kollarını koltuklarından ayırırdı." (Hadisi Ebu Dâvûd rivayet
etmiştir.) Ebu Humcyd'dcn rivâyeten: "Nebî aleyhisselam secde ettiği
zaman burnunu ve alnını yere yerleştirirdi. Ve ellerini yanlarından ayırır,
avuçlarını omuzları hizasına koyardı." (Hadisi tbn Hu-zeyme ve Tirmizî
rivayet etmiş, Tirmizî hadisin hasen-sahih olduğunu söylemiştir.)
2- Elleri
kulaklar hizasına veya omuzlar hizasına koymak. Her iki şekilde de rivayet
gelmiştir. Bazı alimler bu iki rivayetin arasını birleştirerek; "baş
parmaklarının uçlarını kulaklar hizasına, elin diğer kısmını ise omuzlar
hizasına koymak gerekir" demişlerdir.
3- Parmakları
yummak ve düz olarak yere koymak. Hakim ve İbn Hibban'm rivayetine göre;
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, rüku'da elinin parmaklarını açar,
secdede ise bitiştirirdi.
4- Parmak
uçlarını kıbleye karşı tutmak. Buharî'nin Ebu Hu-meyd'den rivayet ettiği hadise
göre, Nebi aleyhisselam secde ettiği zaman parmaklarını açmadan ve yumruk
yapmadan yere koyarak parmak uçlarını kıbleye çevirirdi.
Secde edenin secde
esnasında "sübhâne Rabbİy'el-a'Iâ" demesi müs-tehab'dır. Ukbe bin
Âmir'den rivâyeten: "Sebbih-isme Rabbike'l-a'la" ayeti inince,
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "secdelerinizde bunu
okuyunuz,"[36] buyurdu. (Hadisi Ahmed,
Ebû Dâvûd, îbn Mâce ve Hâkim rivayet etmiştir. Hâkim, hadisin senedi iyidir
demiştir.) Huzey-fe'den rivâyeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
secdesinde "Sübhâne Rabbiye'l-a'lâ" derdi." (Hadisi Ahmed,
Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiş, Tirmizi hadisi hasen
sahih saymıştır.)
Rükû' ve secdelerde
teşbihlerin üç'ten noksan olmaması gerekir. Tirmizî: "İlim ehli böyle amel
etmiş olup, kişinin rüku ve secdelerde üç teşbihten az yapmaması
müstehapür" demiştir. Daha az söylemeye gelince; cumhur ulema,
"rüku' ve secdelerdeki teşbihlerin en azı bir teşbih miktarıdır"
demişlerdir. Daha önce itmi'nan'm farz olduğu geçmişti. It-mi'nan ise bir
teşbih miktarı durmakla oluşur. Teşbihin en mükemmeline gelince; bazı alimler
bunu on teşbih olarak takdir etmiştir. Sa'îd bin Cu-beyr'in Enes'tcn rivayet
ettiği hadis şöyledir: (Ömer bin Abdülaziz'i kastederek) Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in namazına benzer namaz kılan bu gençten başka hiç kimseyi
görmedim. Rüku'da bizi on teşbih söyleyecek kadar beklettiği gibi aynı şekilde
secdede de on teşbih kadar bekletti." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâî
iyi bir senetle rivayet etmiştir.) Şevkânî şöyle demiştir: "Teşbihin
mükemmeli on'dur, diyenler, bu hadisi delil olarak almışlardır. Ancak yalnız
kılanın teşbihleri dilediği kadar arttırması daha sahihtir. Ne kadar arttmrsa o
kadar evlâ olur. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in fazla teşbih
hakkındaki sahih hadisleri bunu bildirmektedir. Eğer cemaat uzun okumaktan
rahatsız olmuyorsa imam da fazla teşbih okuyabilir.." tbn Abdilber der ki:
"Her imamın, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in emri olduğu için
teşbihleri ondan daha az yapması gerekir. Arkasındaki cemaatin dayanıklı
olduğunu bilse bile onlardaki meşguliyet ve ihtiyaçları, abdest tutamama ve
diğer durumlar gibi meydana gelecek arızaları bilemez," İbn Mübarek;
"arkasındakiler Üç teşbih okuyabilsinler diye, İmamm beş teşbih okuması
müstehabdır"
demiştir. Yalnız
kılanın sadece teşbihle kalmayıp dilediği duaları İlâve etmesi de müstehabdir.
Sahih bir hadiste geçtiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "Sizden birinizin Rabbine en yakın olduğu yer secde halidir.
Secdede duayı çoğaltınız." Yine buyurmuştur: "Dikkat! Rüku' ve secde
halinde Kur'ân okumaktan nehyettim. Rüku'da Rabbinizi ta'zîtn edin. Secdede ise
dua okumaya çalışın. Secde hali, duanızın kabul olunmasına en yakın
yerdir." (Hadisi Ahmed ve Müslim rivayet etmiştir.) Bu konuda aşağıya
aldığımız pek çok hadis vardır:
Ali (r.a.)'den
rivâyeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem secde ettiği zaman şöyle
derdi:
"Allah'ım senin
için secde ettim. Sana inandım. Sana teslim oldum. En güzel biçimde şekillendirip,
işitme ve görme yerleri ile süsleyerek, yarattığın yüzümü senin için yere
koydum. Yaratıcıların en güzeli olan Allah mübarektir." (Hadisi Ahmed ve
Müslim rivayet etmiştir.)
İbn Abbâs'm teheccütte
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in namazını vasıflandırırken şöyle
dediği rivayet edilmiştir: "Sonra namaz kılmaya başlayarak namazında veya
secdesinde:
"Allah'ım kalbime
nâr, kulağıma nâr, gözüme nûr, sağıma ve soluma nâr, önüme ve arkama nûr,
üstüme ve altıma nûr ver ve beni nûr yap." demeye başladı." (Şu'be:
"Bana nûr ver," şeklinde rivayet etmiştir. Hadisi Müslim, Ahmed ve
diğerleri rivayet etmiştir.) Nevevî demiştir ki: "Alimler,
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bütün azaları ve yönleri için nûr
istedi,' demişlerdir. Nûr'dan murad, hakkı açıklayıp ona hidayet edilmesini
istemektir. O, bütün âzâlar ve vücûdu için bütün amelleri, bü-
tün davranışları,
halleri ve altı yönü için nûr istedi. Onlardan istemediği hiç bir şey
bırakmadı."
Âişe (r.a.)'den
rivâyeten; O şöyle diyor: "Bir gece Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'i yattığı yerde bulamadım. O'nu elimle araştırınca secde eder halde
buldum. Secdesinde şöyle diyordu:
"Rabbim nefsime
takva ver ve onu temizle. Sen temizleyenlerin en hayırlısısın. Sen nefsimin hem
velisi hem de mevlâsısın." (Hadisi Ahmed rivayet etmiştir.)
Ebu Hürcyre'den
rivâyeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem secdesinde şöyle
demiştir:
"Allah'ım,
günâhlarımın hepsini affet. Büyüğünü ve küçüğünü, ilkini ve sonunu, gizlisini
ve açığını affet." (Hadisi Müslim, Ebû Dâvûd, Hakîm rivayet etmiştir.)
Âişe'den (r.a.)
rivâyeten; o şöyle demiştir: "Bir gece Rasülüllah'ı kaybettim. Onu
mescid'de buldum. Secdeye kapanmış, ayaklarını, parmakları kıble'ye gelecek
şekilde dikmiş şöyle diyordu:
"Allah'ım,
gazabından rızana, azabından affına sığınırım. Ve senden sana sığınırım.
Allahım, kendini övdüğün gibi, seni Överim." (Hadisi Müslim, Ebu Dâvûd,
Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Yine Aişe'den (r.a.)
rivâyeten: "Bir gece Rasûlüllah saîlallahu aleyhi ve sellem'i yattığı
yerde bulamayınca, diğer kadınlarına gittiğini sandım. Onu araştırdım; rüku'da
veya secdede:
"Alİahım, seni
hatnd ile teşbih ederim. Senden başka ilâh yoktur." derken buldum."
Aîşe'nin; "Anam-babam sana feda olsun, ben seni nerde sanıyordum, sen ise
ne iştesin," dediği rivayet olunmuştur. (Hadîsi Müslim, Ahmed ve Nesâî
rivayet etmiştir.)
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem secdede iken şöyle derdi:
"Allah'ım, hatamı
ve cehaletimi, işlerimdeki israfımı affet. Sen beni benden daha iyi bilirsin.
Allah'ım; ciddimi, şakamı, halamı, kastımı affet. Allah'ım, geçmiş ve gelecek,
gizli ve açık hatalarımı affet. Sen Rabbimsin. Senden başka ilâh yoktur."
Sünnet olan iki secde
arasında 'müfterişcn' oturmaktır. Yani sol ayağını büküp yayarak üzerine
oturmak, sağ ayağının parmak uçlan kıbleye gelecek şekilde dikmektir. Âişe
(r.a.)'den rivayeten; "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sol ayağını
yayar sağ ayağını dikerdi." (Hadisi Buhârî, Müslim rivayet etmiştir.) İbn
Ömer'in; "sağ ayağım dikip parmaklarını kıbleye çevirmek sol ayak üzerinde
oturmak namazın sünnetlerindendir dediği rivayet edilmiştir.) (Hadisi Nesâî
rivayet etmiştir.) Nafi' şöyle demiştir: "İbn Ömer namaz kıldığı zaman,
her şeyiyle hattâ nalinleriyîe dahi kıbleye dönerdi." (Hadîsi Esrem
rivayet etmiştir.) Ebû Humeyd'in Rasû-lüllah'ın namazını tarif eden hadisinde
şöyle geçmektedir: "Sonra Rasûlüllah sol ayağını büküp üzerine oturur,
sonra bütün kemikleri yerine otu-runcaya kadar durur, sonra secdeye
inerdi." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, ve Tirmizî rivayet etmiştir. Tirmizî,
hadisi sahih saymıştır.)
Ayakları yayarak
topukları üzerine oturmanın müstehap olduğu hakkında rivayetler vardır. Ebû
Ubeyde: "Bu söz, ehli hadisin sözüdür," demiştir. Ebû Zübeyr Tâvûs'un
şöyle dediğini işitmiştir: "İbn Abbâs'a ayaklar üzerine oturmak hakkında
sordum. O da 'sünnettir' dedi. Biz ise; 'bu durumu kişilere eziyet olarak
görüyoruz' dedik. O da 'Nebinizin sünneti
budur,' dedi."
(Hadisi Müslim rivayet etmiştir.) Rivayete göre; İbn Ömer başını birinci
secdeden kaldırdığı zaman parmaklarının uçları üzerine oturur, "bu
sünnettendir," derdi. Tâvûs: "Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Ömer
ve Abdullah bin Zübeyr'İn ayaklan üzerine oturduklarını gördüm." demiştir.
(Hadisi Beyhakî rivayet etmiştir. Hafız; "hadisin senedi sahihtir. Ancak
oylukları yere koyup, dizleri dikmek suretiyle oturmak âlimlerin ittifakıyla
mekruhtur," demiştir.) Ebu Hüreyre'dcn rivayeten; o şöyle demiştir:
"Nebi aleyhisselam beni üç şeyden nehyeui: Secdede horoz gibi
gagalamaktan, köpek oturuşu gibi oturmaktan ve tilki, gibi sağa sola bakmaktan."
(Hadîsi Ahmed, Beyhakî, Taberânî, Ebû Ya'la rivayet etmiştir. Senedi hasendir.)
Ikİ secde arasında oturanın sağ elini sağ oyluğuna, sol elini sol oyluğuna,
parmaklarını ise yayılmış olarak kıbleye yönelik, az açık ve dizlere kadar
uzanmış halde koyması müstchaptır.
iki secde arasında
aşağıdaki dualardan birisini okumak ve dilerse tekrar etmek müstchabdır. Nesâî
ve İbn Mâce'nin Huzeyfe'den yaptıkları rivayete göre: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem: İki secde arasında "Rabbi'ğfırlî"
(Allahım beni affet), derdi."
Ebû Davud'un İbn
Abbâs'dan rivayet ettiğine göre: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem iki
secde arasında:
"Allah'ım beni
affet bana acı, bana afiyet ver, bana hidayet ver, beni rızıklandır."
derdi.
istirahat oturuşu;
namaz kılanın, birinci rek'aunı ikinci secdesini yapıp, ikinci rek'ata
kalkmadan önce hafif olarak oturması ile üçüncü rek'atın ikinci secdesini
bitirdikten sonra dördüncü rek'ata kalkmadan önce hafifçe oiurmasıdır.
Alimler, hadisler değişik olduğu için bunun hükmü hakkında ihtilâf
etmişlerdir. Biz bu konuda İbn Kayyım'ın sözünün özetini zikrediyoruz:
'Fakihler 'istirahat oturması, namazın sünnetlerinden olup herkesin yapması
müstehab mıdır, yoksa namazın sünnetlerinden olmayıp, ihtiyacı olan mı bunu
yapar?' diye ihtilâf etmişler, ikisini de diyen vardır. Bu iki rivayet
Ahmed'den naklolmuştur. Hilâl şöyle der: "istirahat oturuşunda Ahmed,
Mâlik bin Huveyris'in hadisine müracaat ederek şöyle demiştir: 'Yusuf bin Musa
bana haber verdi: "Ebû Ümâme'ye namazda ayağa kalkmak hakkında
sorulduğunda, O'da 'Rafı'in rivayet ettiği hadise göre ayaklarının önü Üzerine
kalkar,' dedi." İbn Aclan'ın hadisi de Rasû-lüllah'ın ayaklarının önü
üzerine kalktığına delâlet etmektedir. Bu durum Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in birçok ashabından ve onun namazını anlatanlardan rivayet olunmuştur.
Ancak istirahat oturuşu, bu rivayetlerde zikrcdilmeyip sadece Ebû Humeyd ve
Mâlik bin Huveyris'in hadisinde zikrolunmuşiur. Eğer bu, Rasûlüllah'm
tatbikatından olsaydı, devamlı olarak yapar ve O'nun namazını tarif eden
herkes bunu zikrederdi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in bir fiili
sadece yapması namazın sünnetlerinden olduğuna delâlet cimez. Ancak Rasûlüllah
saîlallahu aleyhi ve sellem'in, onu sünnet olarak işlediği bilinirse o zaman
uymak gerekir. İhtiyacı için onu yaptığı takdir edilirse, bu onun namazının
sünnetlerinden bir sünnet olduğuna delâlet etmez."
Teşehhüdde oturmak
için aşağıdaki sünnetlere dikkat etmek gerekir:
a) Elleri
aşağıdaki hadislerde geçen şekilde koymak.
İbn Ömer'den
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ette-hiyyatü'de
oturduğu zaman sol elini sol dizine, sağ elini sağ dizine koyardı. Baş
parmağını orta parmağın üzerine koyar, şehadet parmağıyla da işaret
ederdi." Bir rivayette: "Bütün parmaklarını yumar, şehadet parmağıyla
da işaret ederdi." şeklindedir. (Hadisi Müslim rivayet etmiştir.)
Vâil bin Hucr'den
rivayeten: "Nebi aleyhisselam sol elini oyluğuna ve sol dizine koyar, sağ
dirseğini sağ oyluk hizasına getirir, sonra parmaklarını kapatarak halka
yapardı." Başka bir rivayette: "Orta ve baş parmağını halka yapar,
şehadet parmağıyla da işaret ederdi. Sonra parmaklarını kaldırır, onları
hareket ettirerek duâ ederdi." şeklindedir. (Hadisi Ahmed rivayet
etmiştir.) Beyhâkî şöyle demiştir: "Hareketten maksat işaret etmektir.
Yoksa hareketin tekrarı değildir." Böylelikle İbn Zübeyr'in rivayetine de
denk düşüyor. İbn Zübeyr'e göre; "Nebî aleyhisselam duâ etmek istediği
zaman parmaklarıyla işaret eder, parmağım hareket ettirmezdi." (Ebû Dâvûd,
hadisi sahih bir senetle rivâyetetmiş, Nevevî de hadisi zikretmiştir.)
Zübeyr'den rivayeten;
o demiştir ki: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem teşehhüdde oturduğu
zaman, sağ elini sağ oyluğuna, sol elini sol oyluğuna koyar şehadet parmağıyla
da işaret eder, gözü, işaretini tecavüz etmezdi." (Hadisi Ahmed, Müslim, Nesâî
rivayet etmiştir.) Bu hadiste sağ elini kapatmadan oyluk üzerine koymakla
yetinerek, sağ elin şehadet parmağıyla işaret ettiği anlaşılmaktadır. Yine bu
hadisle namaz kılanın gözünün, işaretini tecavüz etmemesinin (gözünün
parmağını takip etmesinin) sünnet olduğu hükmü vardır. İşte bu üç şekil de
sahih olup, herhangi birisiyle amel etmek caizdir.
b) Sağ
işaret parmağını az kaldırıp selâm verinceye kadar tutarak işaret etmek. Numeyr
el-Huzaî'den rivayeten; o şöyle demiştir: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'i namazda otururken gördüm; sağ kolunu işaret parmağını kaldırarak sağ
oyluğuna koymuş duâ ederek parmağını biraz indirmişti." (Hadisi Ahmed, Ebû
Dâvûd, Nesai, İbn Mâce, İbn Huzeyme iyi bir senetle rivayet etmiştir,
Enes bin Mâlik'ten
rivayeten; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sclîem iki
parmağıyla işaret ederek duâ eden Sa'd'e uğrayınca, "tek parmağınla
işaret et ya Sa'd," dedi." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesai, Hâkim
rivayet etmiştir.) İbn Abbhas'a parmağıyla işaret ederek duâ eden bir kişi
hakkında sorulduğunda: "Böyle yapması ihlâstır," dedi. Enes bin
Mâlik: "Böyle yapmak yalvarmaktır," dedi. Mucâhid ise: "Şeytanı
kovmaktır," demiştir. Şafiîler ise, şehadette "Allah" derken bir
defa parmakla işaret etmek görüşündedirler. Hanefilcre göre
"lâilâh"de şehadet parmağı kaldırılır, "illallah" da
indirilir. Mâlikîler sonuna kadar parmağını sağa ve sola oynatır. Hanbelî
mezhebinde Allah'ın ismi her anıldığı zaman tevhid'e işaret için parmakla
işaret edilir, fakat parmak oynatılmaz,
c- Birinci
teşehhüdde yayılarak oturmak, son leşehhüdde ise teverrük[37]
etmek. Ebû Humeyd'in, Rasûfüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in namazını
tarifeden hadîsinde şöyle denmektedir: "İkinci rekatte oturduğu zaman sol
ayak üzerine oturur, sağ ayağını dikerdi. Son rekatte oturduğu zaman ise sol
ayağını öne geçirir, diğerini diker, oturağı üzerine otururdu." (Hadisi
Buharı rivayet etmiştir.)
Cumhur ulema birinci
teşehhüdün sünnet olduğu görüşündedir. Abdullah bin Buhaync'nin hadisine göre:
"Nebi aleyhisselam öğle namazına kalktı. Oturması gerekirken oturmadı.
Namazı tamamlayınca iki secde yaptı. Her bir secdede selâm vermeden önce
oturarak tekbîr aldı. Cemaat da onunla birlikte secde ettiler. Böyle yapması
birinci oturuşu unuttuğu içindi." (Hadisi, Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd,
Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir.) "Subul'üs-Selâm"da:
"Bu hadis, birinci teşehhüdü unutarak terkedenin secde-i sehiv yapması
gerektiğine dair bir delildir." denmektedir. Fakat Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in "Benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz
kılınız" hadisi, birinci teşehhüdün vâcib olduğuna delâlet eder. Terkinin
secde-i sehvi gerektirmesi vâcib olduğunu gösterir. Zaten vacibin terki secde-i
sehvi gerektirir. Secde-i sehvi gerektirdiği için vâcib olmadığı şeklinde
delil çıkarmak doğru değildir. Çünkü herhangi bir vâcib, unutularak
terkcdildiğinde secde-i sehivin yeterli olmadığı hususunda bir delil yoktur.
Hafız, "Fetih" kitabında: "İbn Battal şöyle demiştir" der:
"Secde-i sehvin, vâcib'in yerine yeterli olmadığının delili şudur:
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem iftitah tekbirini unut-saydı, sehiv
secdesi yeterli olmazdı. Teşehhüdü unutmasından dolayı sehiv secdesi yapması,
teşehhüdün vâcib olmadığına delildir. Çünkü teşeh-hüd bir zikirdir ki, bunda
hiçbir şekilde Kur'ân okumak yoktur. Vâcib de değildir. Namaza başlama duaları
gibidir." Diğerleri ise sununla delil getirmişlerdir: "Rasûlüllah,
birinci teşehhüdde yanıldığında cemaatın bilerek birinci teşehhüdü terkettiğini
bildiği halde, cemaatın kendisine uymasını takriri sünnetle kabul etmiştir. Bu
da birinci teşehhüdün vacip olup, terkinde sehiv secdesi gerektiğini
gösterir." Birinci teşehhüdün vâcib olduğunu söyleyenler Leys bin Sa'd,
Isbâk ve meşhur olan kavline göre Ah-med'dir. Şafiî de bu görüşledir.
Hanefi'lerden de bir rivayet vardır. Taberî vâcib olduğuna sununla delil
getirmektedir: "Namaz ilk defa iki rekat farz olmuştu. İlk teşehhüdde
orada vâcib idi. Namaz arttırılınca, bu artma ilk teşehhüdün vücûbunu engelleyici
değildir."
Birini teşehhüdü hafif
yapmak müstehabtır. İbn Mes'ûd'dan yapılan rivayete göre o şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ilk iki rek'atte oturduğu zaman
çok hafif otururdu." (Hadisi Ahmed, Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî rivayet
etmiş, Tirmizî; "hadis hasendir, ancak senetteki Ubeydc, babasından bu
hadisi duymamıştır." demiştir. Yine Tirmizî, "ilim ehli bununla amel
etmektedir, ilim ehli kişinin ilk iki rekatteki oturuşu uzatmamasını ve
eıtehiyyâtü'den başka bir şey okumamasını tercih etmişlerdir." demiştir.) İbn
Kayyım: "Rasûlüllah'tan ve onun Âli'den birinci teşehhüdde herhangi bir
duâ okumak nakledilmedi. Yine teşehhüd-den sonra kabir azabından, ölü ve
dirilerin fitnesinden, mesîh-i deccal'in
fitnesinden sığınmak
şeklinde bir duâ da yoktur," demiştir. Bunları müstehab görenler, bu
duaları Rasûlüllah'ın okuduğunu bildiren hadislerin umum ve mutlak oluşundan
hareket etmektedirler. Halbuki bunların yeri ve hususiliğinin, son oturuşta
olduğu sahihdir.
Namaz kılanın, son
teşehhüdde Rasûlüllah'a aşağıdaki salâvat şekillerinin birisi ile salâvat
okuması müstchabdır.
a- Ebû.
Mes'ûd el-Bedrî'den rivayeien; o demiştir ki: "Beşîr bin Sa'd şöyle dedi:
"Ya Rasûlallah, Allah bize sana salâval getirmemizi emrediyor. Sana nasıl
salâvat getirelim?" Rasûlüllah sustu. Sonra şöyle buyurdu:
"Ey Allahım;
ibrahim'in ve ailesine salât ettiğin gibi, Muhammed'e ve ailesine de salât et
ve yine İbrahim'in ailesini iki âlemde mübarek kıldığın gibi, Muhammed'i ve
ailesini de mübarek kıl. Muhakkak sen, hamd-leri kabul eden ve şanı yüce
olansın." deyiniz. Selâm ise bildiğiniz gibidir." (Hadisi Müslim ve
Ahmed rivayet etmiştir.)
b- Ka'b bin
Ucre'dcn rivayet olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Ya Rasûlallah, sana
nasıl selâm vereceğimizi biliyoruz. Fakat nasıl salâvat getireceğimizi
bilmiyoruz?" Rasûlüllah ise:
"Allahım!
İbrahim'in âline salât ettiğin gibi Muhammed'e ve âline de salât et. Muhakkak
sen Hamîd ve Mecîd'sin. Allahım! İbrahim'in âlini mübarek kıldığın gibi,
Muhammed'i ve âlini de mübarek kıl. Muhakkak
sen Hamîd ve
Mecid'sin." deyiniz." buyurdu. (Hadisi Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî,
Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Ancak Rasûlüllah'a
salâvat getirmek mendup olup, vâcib değildir. Tirmizî'nin rivayet ettiği ve
sahih saydığı, Ahmed ve Ebû Davud'un Fuda-le bin Ubeyd'den rivayet ettiği
hadiste şöyle denmiştir: "Rasûlüllah, namazda bir adamın duâ edip,
salavat getirmediğini işitmişti. Nebî aleyhis-selam: "Bu adam acele
etti." dedi. Sonra adamı çağırarak ona veya diğerlerine: "Sizden
biriniz namaz kıldığında Allah'a hamd ve O'na sena ile başlasın, sonra Rasûlüne
salâvat getirsin. Sonra dilediği duayı yapsın." buyurdu," Mûnteka
sahibi: "Bu hadiste salâvatı farz görmeyenlere bir delil vardır. Çünkü
salâvatı terkedenin namazı iade etmesi emredilmedi." demiştir. Îbn
Mcs'ûd'un verdiği haberde: "Teşehhüdden sonra dilediğin dilekte bulunmakta
serbestsin." buyurması da bunu kuvvetlendirmektedir. Şcvkânî: "Bence
vâcib olduğunu söyleyenlerin hiçbir delili sabit olmamıştır." demiştir.
Teşehhüdden sonra,
selâmdan önce dünya ve âhiret İçin dilediği hayırlı duayı okumak müstehabdır.
Abdullah bin Mes'ûd'dan rivayeten: Nebi aleyhisselam onlara teşehhüdü öğretti.
Sonunda ise: "Sonra dilediğini istemekte serbestsin." buyurdu. (Bu
hadisi Müslim rivayet etmiştir.) Duâ ister Rasûlüllah'dan gelen dualar olsun
ister diğer dualar olsun müs-tehabdır. Ancak rivayet edilen dualar daha
faziletlidir. Bu konuda gelen rivayetlerin bazısını zikrediyoruz:
Ebû Hüreyre'den
rivayeten; o demiştir ki: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: "Sizden biriniz son teşehhüdü bitirince dört şeyden Allah'a
sığınsın:
"Ey Allah'ım
cehennem azabından, kabir azabından, diri ve ölülerin fitnesinden, Mesîh-i
Deccal'ın fitnesinin şerrinden sana sığınırım." desin." (Hadisi
Müslim rivayet etmiştir.)
Aîşe'den rivayeten:
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem namazda şöyle duâ ederdi:
"Allah'ım, kabir
azabından, Deccal'ın fitnesinden, hayatın ve ölümün fitnesinden sana
sığınırım. Allah'ım günah ve borçlardan sana sığınırım." (Hadisi Buhârî
ve Müslim rivayet etmiştir.)
Ali'den (r.a.)
rivayeten; o demiştir ki: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seliem'in namaza
kalktığı zaman teşehhüd ile selâm arasında son söylediği şey şu duadır:
"Allahım, beni
affet. Önceki, sonraki, gizlediğim ve açıktan yaptığım, israf ettiğim, benden
daha iyi bildiğin günahlarımı bağışla. Önce sensin. Sonra sensin. Senden başka
ilâh yoktur." (Hadisi Müslim rivayet etmiştir.)
Abdullah bin Amr'dan
rivayeten; "Ebûbckir Rasûlüllah'a: "Bana bir dua öğret ki namazımda o
duâ ile duâ edeyim." dedi. Rasûlüllah da şöyle buyurdu:
"Allahım nefsime
çok zulmettim. Senden başka günahları affeden yok. Beni katından bir mağfiretle
affet. Bana rahmet et. Muhakkak sen af ve merhamet edensin." (Hadisi
Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.)
Hanzale bin Ali'den
rivayeten: Mihcen bin Edra ona bir hadis anlatarak şöyle demiş:
"Rasûlüllah'ın mescidine girdim, baktım ki bir adam namazını bitirmiş,
teşehhüde oturmuş şöyle diyordu:
"Ey bir olan,
samed olan, doğurmayan ve doğrulmayan, bir benzen olmayan Allahım! Senden
günahlarımı bağışlamanı istiyorum. Sen muhakkak affeden bağışlayansın."
Rasûlüllah bu adam hakkında, üç defa "muhakkak affoldu" buyurmuştur.
(Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Şeddâd bin Evs'dcn
rivayeten; o şöyle demiştir: Nebi aleyhisselam namazında şöyle dua ederdi:
"Allahım, Senden
işlerimde sebat ve olgunluğa sabır islerim. Nimetine şükretmek, Sana güzel
ibadet etmek istiyorum. Senden selim bir kalp, doğru bir lisan ve Senin
bildiğin hayırları isliyorum. Yine Senin bildiğin kötülüklerden Sana
sığınıyorum. Bildiğin kötülükler hakkında Sana istiğfar ediyorum."
(Hadisi Nesâî rivayet etmiştir.)
Ebû Mihcen'den
rivayeten; o demiştir ki: "Ammâr bin Yâsir bir namaz kıldırdı. Namazı
kısa yapınca bunu yadırgadılar. O da onlara; "rükû' ve secdesini tam
yapmadım mı?" dedi. Onlar:"Evct," dediler. Ammar bin Yâsir:
"Namazda Rasûlüllah'ın yapmış olduğu bir duayı yaptım:
"Gaybı bilen,
mahlukat üzerine kudreti olan Allahım! Eğer yaşamayı benim için hayırlı
görüyorsan beni yaşat. Eğer ölümümü benim için hayırlı görüyorsan beni öldür.
Gizli ve açık hallerde Senden korkmayı, gazap ve rıza halinde doğruyu
söylemeyi, fakirlik ve zenginlik halinde azimli olmayı. Senin yüzüne bakma
lezzetini, 'Sana kavuşma arzusunu Senden istiyorum. Zarar verenin zararından,
sapıkların fitnesinden Sana sığınırım. Allahım, iman süsüyle bizi süsle ve bizi
hidayete erenlerin yoluna eriştir." (Hadisi Ahmed ve Nesâî iyi bir
senetle rivayet etmiştir.)
Ebu Salih, sahabeden
bir adamdan rivayeten demiştir ki: "Rasûluîlah sallallahu aleyhi ve sellem
bir adama şöyle buyurdu: 'Namazında ne okuyorsun?' 'Tcşehhüd okuyorum. Sonra
"Allahım, Senden cenneti isliyorum ve cehennemden Sana sığınıyorum."
diye dua ediyorum," dedi. Sonra şöyle devam elti: "Ne Eenin mırıltını
ne de Muaz'm mırıltısını güzel işitemiyorum.' Nebî aleyhisselam da: 'Biz de
cennet ve cehennem konularında mırıldanıyoruz.'" buyurdu. (Hadisi Ahmed,
Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
İbn Mes'ud'dan
rivayeten: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şu duayı ona öğretti:
"Allahım,
kalblerimizi birleştir. Aramızı düzelt. Bizi kurtuluş yoluna hidayet et. Bizi
karanlıklardan aydınlığa çıkar. Kötülüklerin açığa çıkanından ve gizli
olanından bizi sakındır. Bizim işitmemizi, görmemizi, kalblerimizi, eşlerimizi
ve zürriyetimizi bereketli kıl. Tevbelerimizi kabul et. Çünkü Sen tevbeleri
kabul eden ve acıyansın. Bizi nimetlerine şükre-denlerden kıl. Nimetlerini
öven, onları kabul edenlerden eyle. Ve nimetlerini bize tamamla." (Hadisi
Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Enes (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah ile beraber oturuyorduk.
Bir adam ayakta namaz kılıyordu. Rüku' ettikten sonra teşehhüde oturdu.
Duasında şöyle diyordu:
"A ilahım, senden
istiyorum, muhakkak hamd Sanadır. Senden başka ilâh yoktur. Sen bol bol
verensin. Gökleri ve yeri güzel yaratan. Büyüklük ve ikram sahibi, Hay ve
Kayyum olan Sensin. Senden istiyorum." Rasûlüllah aleyhisselam ashabına:
'Ne ile dua etti, biliyor musunuz?' As-hab; 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir,'
dediler. Rasûiüllah sallaîlahu aleyhi ve sellem: 'Muhammed'in nefsini, elinde tutan
Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın büyük ismiyle dua etti. O isimle duâ edildiği
zaman duası kabul olur. O isimle istendiği zaman istenen şey verilir.' buyurdu.
(Hadisi Nesâî rivayet etmiştir.)
Umeyr bin Sa'd'dcn
rivayet olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "İbn Mes'ûd namazda bize
teşehhüdü öğretirken şöyle derdi: 'Biriniz teşehhüdü bitirince şöyle desin:
"Allahtm,
bildiğim ve bilmediğim hayrın hepsini Senden istiyorum. Bildiğim, bilmediğim
şerrin hepsinden Sana sığınıyorum. Allahım, salih kullarının Senden istediği
hayrı istiyorum. Allahım salih kullarının Sana sığındığı kötülüklerden Sana
sığınıyorum. Ey Rabbim, dünyada ve ahi-rette bize iyilikler ver ve bizi
cehennem azabından koru." Sonra da; 'nebiler ve salih insanlardan herkes
bu duanın kapsamına girer" diye açıkladı." (Hadisi İbn Ebî Şeybe,
Saîd bin Mansûr rivayet etmiştir.)
Rasûlüllah sallaîlahu
aleyhi ve sellem'den, selâmdan sonra bazı zikr ve dualar varid olmuştur. Namaz
kılanın bu duaları yapması sünnettir, işte bir kaçı:
Sevban (r.a.)'dan
rivayeten: "Rasûiüllah sallaîlahu aleyhi ve sellem namazını bitirince üç
defa "estağfırullah" der. Sonra:
"Allahım, selâm
Sensin, ve selam (emniyet) da Sendendir. Senin şa nın yücedir, ey Celâl ve
ikram Sahibi!" derdi." (Hadisi Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd, İbn
Mâce rivayet etmiştir. Müslim'de şu da vardır: "Vclid: 'Evzai'ye,
"istiğfar nasıl olacak?" diye sordum. O da:
"Allah'tan
bağışlanma isterim. Allah'tan bağışlanma isterim. Allah'tan bağışlanma
isterim," diye cevap verdi' dedi.")
Muâz bin Ccbel'dcn
rivayeten: 'Rasûiüllah aleyhisselam bir gün elini tutarak şöyle buyurdu:
"Ya Muaz, ben seni seviyorum." Muaz: "Annem, babam sana feda
olsun ya Rasûlallah; ben de seni seviyorum." dedi. Rasûiüllah da:
"Ey Muaz, her namazın sonunda:
"Allahım seni
zikretmede, şükretmede ve sana güzel ibadet etmede bana yardımcı ol."
demeyi asla terketmemeni sana tavsiye ederim." buyurdu. (Hadisi Ahmed,
Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Hibban, Hakim rivayet etmiş, Hakim,
"Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre hadis sahihtir," demiştir.)
Ebû Hureyre'den
rivayeten: Rasûiüllah şöyle buyurmuştur: "Duada başarılı olmayı ister
misiniz? Şöyle deyiniz:
"Allahım seni
zikretmeye, şükretmeye ve sana güzel ibadet etmeye bize yardım et."
(Hadisi Ahmed iyi bir senetle rivayet etmiştir.)
Abdullah bin
Zübeyr'den rivayeten; o demiştir ki: "Rasûlüllah her namazın sonunda selâm
verince şöyle derdi:
"Allah'tan başka
ilâh yoktur. Onun ortağı yoktur. Mülk ve hamd onundur. O her şeye kadirdir. Güç
ve kuvvet Allah'ındır. Ondan başkasına ibadet etmeyiz. Nimet, fazilet ve iyi
övgü sahibidir. Allah'dan başka ilâh yoktur. Halis olarak din ona aittir.
Kâfirler istemeseler de." (Hadisi Müslim, Alımed, Ebû Dâvûd, Nesai rivayet
etmiştir.)
Muğire bin Şu'bc'den
rivayetcn: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve scl-lem her farz namazın
sonunda şöyle derdi:
"Allah'tan başka
ilah yoktur. Onun ortağı yoktur. Mülk ve hamd Onadır. O herşeye kadirdir.
Allahım senin verdiğini kimse engelleyemez. Senin engellediğini kimse veremez.
Senin verdiğin şereften başka kimsenin faydası olmaz." (Hadisi Buhârî,
Müslim, Ahmed rivayet etmiştir.)
'Ukbe bin Âmir'den
rivayetcn; o demiştir ki: "Rasûlüllah her namazın sonunda Felâk ve Nas
sûrelerini okumamı emretti." Ahmed ve Ebû Davud'un lafzı ise şöyledir:
"Kul hüve'llahu, Felak ve Nâs sûrelerini okurdu." (Hadisi Buharı ve
Müslim rivayet etmiştir.)
Ebû Ümâmc'den
rivayeten: "Nebî aleyhisselam şöyle demiştir: 'Kim her namazın sonunda
âyet'el-kürsfyi okursa, cennete girmesini, hayatta kalmasından başka hiçbir şey
engelleyemez." (Hadisi Nesai, Taberânî rivayet etmiştir.) Ali (r.a.)'den
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Kim
farz namazların sonunda âyet'el-kürsî'yi okursa diğer namaza kadar Allah'ın
korumasında olur.'" (Hadisi Taberânî iyi ve güzel senetle rivayet
etmiştir.)
Ebû Hureyrc'den
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurdu: "Her
kim, namazın sonunda oluzüç defa teşbih, otuzüç defa hamd, otuzüç defa tekbir
getirirse toplamı doksandokuz yapar, sonra yüzüncüde: (Lâ ilahe illallahu
vahdehû la şerike leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'lhamdü ve hüve 'ala külli şey'in
gadîr.) "Allah'dan başka ilâh yoktur. Ortağı yoktur. Mülk ve hamd
onundur. O her şeye kadirdir." derse hataları deniz köpüğü kadar da olsa
yine af olunur. (Hadîsi Buharı, Müslim, Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Ka'b b. Ucre'nin
rivayetine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
"Öyle teşbihler vardır ki, onları söyleyenler veya her farz namazdan sonra
yapanlar kaybetmezler: Otuzüç teşbih, oluzüç hamd, otuzüç tekbir." (Hadisi
Müslim rivayet etmiştir.)
Sumeyye'nin Ebû
Salih'den, onun da Ebu Hureyre'den rivayetine göre; muhacirlerin fakirleri
Rasûlüllah'a gelerek dediler ki; "Çok malı olanlar dereceleri ve devamlı
nimetleri alıp götürdüler." Rasûlüllah: "Ne yapıyorlar?" diye
sordu. Onlar; "Bizim gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar,
sadaka veriyorlar. Fakat biz sadaka veremiyoruz. Köle azad ediyorlar. Fakat biz
edemiyoruz." Rasûlüllah: "Sizi geçenlere kavuşacağınız, sizden
sonrakileri geçeceğiniz, sizin gibi yapmadıkça hiçbir kimsenin sizden fazla
faziletli olamayacağı bir şeyi size öğreteyim mi?" Onlar; "evet ya
Rasûlallah" dediler. Rasûlüllah: "Her namazın sonunda otuzüç defa
Allah'ı teşbih, tekbir ve tahmid edin" buyurdu. Daha sonra muhacirlerin
fakirleri Rasûlüllah'a gelerek: Mal sahibi kardeşlerimiz bizim yaptığımızı
işitip aynısını yapıyorlar." dediler. Rasûlüllah: "Bu Allah'ın bir
fazlıdır. Onu dilediğine verir." buyurdu. Sümcyyc şöyle dedi":
"Bu hadisi ailemden bazılarına okuyunca; bana yanıldığımı, otuzüç lesbih,
otuzüç tahmid, otuzdört tekbir getirmemin bana dendiğini söylediler. Ebû Salih'e
giderek durumu anlattım.O da elimden tutarak: "Hcrbiri otuzüçe ulaşıncaya
kadar, "Allahuekber," "sübhânallah," "elhamdülillah"
de." diye söyledi." (Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etrniştir.)
Yirmibeş teşbih,
yirmibeş hamd, yirmibeş tekbir de söylemek sahih olup, "Lâ ilahe
flla'llahu vahdehû lâ şerike leh, Lehûl-mülkü ve lehûl-hamdü ve hüve alâ külli
şey'in gadîr." cümlesi de yirmibeş defa söylenerek yüz tamamlanır.
Abdullah bin Amr'dan
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"İki haslete devam eden kimseyi o hasletler cennete sokar. Bunlar
kolaydır. Ancak az kimse bunları yapabilir." Ashâb; "onlar nedir ya
Rasûlallah" deyince: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Her
namazın sonunda, onar onar "elhamdülillah." "Allahu ekber"
ve "sübhânallah" demektir. Yatağına geldiği zaman, yüz defa tekbir,
teşbih ve tahmid okur. Lisanla yapılan bu dualar ikiyüzelli yapar. Mizanda ise
ikibinbeşyüz yapar. Hanginiz bir gün bir gecede ikibinbeş-yüz kötülük
yapabilir?" dedi. Ashâb: "Peki niye bunları az kişi yapabilir?"
diye sorunca Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: "Namazda iken
size şeytan gelerek şu şu ihtiyacınız olduğunu hatırlatır ve kişi bunları
söylemeden kalkar. Yatağa girdiği zaman şeytan onu uyutur ve bunları
söyleyemez." Abdullah bin Amr: "Rasûlüllah'm bu teşbihleri
parmağıyla saydığını gördüm." demiştir. (Hadisi Ebû Dâvûd, Tirmizî rivayet
etmiş, Tirmizî "hadis, hasen, sahihtir" demiştir.) Ali (r.a.)'den
ri-vayeten: Fatima ile beraber bazı işlerini hafifletmek için Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'den hizmetçi istediler. Nebî aleyhisselam bu işten kaçındı. Sonra
onlara şöyle dedi: "Benden istediğinizden daha hayırlısını size vereyim
mi?" Onlar, "evet" dediler. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
scîlem: "Cebrail'in bana öğrettiği kelimelerdir ki; her namazın sonunda on
teşbih, on tahmid, on tekbir, yatağınıza gittiğiniz zaman otuzüç teşbih, oluzüç
tahmid, otuzüç tekbir gelirin." Ali (r.a.): "Vallahi, Rasûlüllah
bunları bana öğrettikten sonra hiçbir zaman onları terketmedim." demiştir.
Abdurrahman bin
Gânem'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim sabah ve akşam namazlarından ayrılmadan ayaklarını büker ve on
kerre:
"Allah'tan başka
ilâh yoktur. Yalnız o vardır. Ortağı yoktur. Mülk onundur. Hamd onundur. Hayır
onun elindedir. Diriltir ve öldürür. Ve o her şeye kadirdir." derse, o kimseye
her birisi için on iyilik yazılır ve on kötülük silinir, o kimse için on derece
yükseltilir. Her mekruhtan ve kovulmuş şeytandan korunmuş olur. Şirkten başka
hiçbir günah onu helak edemez. Amel bakımından insanların en faziletlisi olur.
Ancak bu amel de, onun dediğini deyip ondan fazla yapanlar hariç." (Hadisi
Ahmed rivayet etmiş, Tirmizî "biyedihi'1-hayr" ifadesini zikretmeden
hadisi rivayet etmiştir.)
Müslim bin Haris'den
yapılan rivayete göre, o da babasından rivayeten demiştir ki; "Rasûlüllah
bana şöyle buyurdu: "Sabah namazını kıldığın zaman insanlarla konuşmadan,
yedi kerre: "Allahım beni cehennemden koru" de. Eğer o gün ölürsen
Allah seni cehennemden korur. Akşam namazım kıldığın zaman insanlarla
konuşmadan yedi kere:
"Allahım senden
cenneti istiyorum. Beni cehennemden koru." derse, o gece öldüğü zaman
Allah onu cehennemden korur." (Hadisi Ahmed ve Ebû Dâvûd rivayet
elmiştir.)
Ebû Hâtim'in
rivayetine göre Nebî aleyhisselam namazından döndüğünde şöyle derdi:
"Allahım,
koruyucum olan dinimi benim için salih kıl, hayatımı temin ettiğim dünyamı
ıslah et. Allahım, gazabından rızana, cezandan affına ve senden sana
sığınıyorum. Senin verdiğine engel olacak, engel olduğunu verecek kimse
yoktur. Zenginin, zenginliği de senin katında fayda vermez."
Buharı ve Tirmizî'nin
rivayetine göre Sa'd bin Ebî Vakkas, öğretmenlerin çocuklara yazı yazmayı
öğrettiği gibi o da çocuklarına şu kelimeyi öğretir ve şöyle derdi: Rasûlüllah
bu kelimelerle her namazın sonunda Allah'a sığınırdı:
"Allahım,
cimrilikten, korkaklıktan, ömrüm uzayıpta perişan olmaktan, dünya fitnesinden
ve kabir azabından sana sığınırım."
Ebû Dâvûd ve Hakim'in
rivayet ettiğine göre Nebî aleyhisselam her namazın sonunda şöyle derdi:
"Allahım,
bedenime, işitmeme, görmeme afiyet ver. Allahım, küfür ve fakirlikten sana
sığınırım. Allahım, kabir azabından sana sığınırım. Senden başka ilâh
yoktur."
imam Ahmed, Ebû Dâvûd,
ve Nesâî'nin, içinde Dâvûdu Tafavî'nin de bulunduğu zayıf bir senetle Zeyd bin
Erkam'dan rivayet ettiklerine göre, Rasûlüllah sallaliahu aleyhi ve selîem her
namazın sonunda şöyle derdi:
"Allahım, sen
bizim Rabbimizsin ve herşeyin Rabbisin.. Ben şahidim ki sen yalnız olarak
Rabsın, ortağın yoktur. Allahım, sen bizim ve her şeyin Rabbisin. Ben şahidim
ki, Muhatnmed senin kulun ve Rasûlündür. Allahım, sen bizim ve herşeyin
Rabbisin. Ben şahidim ki tüm kulların kardeştir. Allahım, sen bizim ve herşeyin
Rabbisin. Beni ve ailemi dünya ve ahiretleki her saatte sana ihlaslı kıl. Ey
celâl ve kerem sahibi, emrini dinliyorum ve icabet ediyorum. Allah en
büyüklerin büyüğüdür. Yerlerin ve göklerin nurudur. Allah en büyüklerden
büyüktür. Allah bana yeter. Ne güzel vekildir O. Allah en büyüklerden
büyüktür."
Ahmed, İbn Şcybe, ve
îbn Mâce'nin, zincirinde meçhul bir râvi bulunan bir senetle Ümmü Seleme'den
rivayet ettikleri hadîse göre. Nebi aleyhisselam sabah namazını kıldığı zaman
selâm verdiğinde şöyle derdi:
"Allahım senden,
fayda veren ılım, geniş rıztk, kabul olan amel istiyorum."
Nafileler, farzların
noksanlarını tamamlaması umulduğu için meşru kılınmıştır. Çünkü namazdaki
fazilet, diğer hiçbir ibadette yoktur. Ebû Hureyrc'den rivâyelen; Rasûlüllah
sallaliahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "insanların, kıyamet günü
amellerinden ilk hesaba çekilecekleri şey namazdır. Rabbim meleklere, kendisi
en iyi bildiği halde, 'kulumun namazına bakın, onu tamamladı mı yoksa noksan
mı bıraktı. Eğer tamamlamışsa sevabı tam olarak yazılır. Eğer namazım noksan
bırak-mtşsa kulumun nafilelerine bakınız. Eğer nafilesi varsa farzlarım nafile
ile tamamlayın.' der. Sonra bunun üzerine diğer ameller ele alınır." (Hadisi
Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) Ebû Ümâme'dcn rivayeten Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Kulun kıldığı iki rek'at namazından
daha faziletli bir şeye Allah izin vermemiştir. Kul namazda bulundukça başının
üzerine iyilikler saçılıp durur." (Hadisin devamı vardır. Hadisi Ahmed,
Tirmizî rivayet etmiş, Süyûıî ise sahîhlemiştir.) Mâlik Muvatta'ında 'bana
gelen habere göre Rasûlüllah şöyle buyurmuştur' dedi: "Doğru olunuz.
Mükâfatınız hesapsız olarak verilecektir. Biliniz ki amellerin en hayırlısı
namazdır. Abdeste mü'minden başkası devam edemez." (Hadisi Müslim rivayet
etmiştir.) Rebîa İbn Mâlik el-Eslemî"den rivayeten: "Rasûlüllah
bana; 'iste benden ne istersen,' buyurdu. Ben de; 'cennetle seninle beraber
olmayı istiyorum,' dedim. Rasûlüllah; 'bundan başka isteyemez misin?' dedi.
"Hayır bunu istiyorum" dedim. Rasûlüllah da 'Öyleyse çok secde
yapmak (namaz kılmak) suretiyle kendin için bana yardımcı ol,' buyurdu."
Ahmed ve Müslim'in
Câbir (r.a.)'den rivayet ettikleri hadiste Rasû-lüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: "Sizden biriniz mescidde namazı kıldığı zaman evi
için de namazlardan bir pay ayırsın. Muhakkak ki Allah, evde kıldığı namazından
dolayı evine hayır kılar."
Ahmed'in Ömer
(r.a.)'den rivayet ettiği hadiste Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seüem şöyle
buyurdu: "Kişinin evinde kıldığı nafile namaz bir nurdur. İsteyen evini
nurlandırsın." Abdullah bin Ömer'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Namazlarınızdan bazılarını evlerinizde
kılınız. Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.)
Ebû Davud'un sahih bir
sencdlc Zeyd bin Sabit (r.a.)'dcn rivayet ettiğine göre, Nebi aleyhisselam
şöyle buyurmuştur: "Kişinin evinde kıldığı namaz (farz namazlar hariç) şu
mescidimde kıldığı namazdan daha ef-daldir."
Bu hadisler nafile
namazların evde kılınmalarının müstehap olduğunu göstermekledir. Evde kılınan
nafile namaz mesciddekinden daha faziletlidir. Nevevî şöyle der:
"Rasûlüllah'm, nafile namazların evde kılınmasını teşvik etmesi,
gözlerden gizli, riyadan uzak, amelleri boşa çıkaran şeylerden korunmuş
olmalarından dolayıdır. Böylece namaz sebebiyle ev de bereketlenmiş olur. O eve
rahmet melekleri iner. Şeytan ise o evden kaçar."
Buharı, Müslim,
Tirmizî, Nesâî, ve İbn Mâce'nin, Muğîre bin Şu'bc'den rivayet ettiklerine göre,
Muğîre demiştir ki: "Rasûlüllah namaza kalktığında ayakları ve topukian
uyuşuncaya kadar namaz kılardı. 'Niçin böyle yapıyorsun?' dendiğinde 'Şükreden
bir kul olmayayım mı?' derdi." Ebû Davud'un Abdullah bin Hubşî
ci-Has'amî'den rivayet ettiği hadise göre; Nebî aleyhisselam'a "Hangi amel
daha faziletlidir" diye sorulunca, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Namazda kıyamı uzatmaktır," buyurdu. "Sadakanın hangisi daha
iyidir?" diye sorulunca; "Fakirin sa-dakasıdır." buyurdu.
"Hicretin hangisi daha efdâldir?" denince: "Allah'ın haram
ettiği şeylerden kaçamnkidir," buyurdu. "Cihadın hangisi daha
iyidir?" diye sorulunca: "Malıyla canıyla müşriklerle cihad
ede-ninkidir" buyurdu. "Hangi öldürülüş şekli daha şereflidir?"
diye sorulunca, cevaben; "Kanı akıtılmış, ancak atı boğazlanarak
öldürülebileninki-dir." buyurdu.
Nafile namazın bir
kısmını oturarak bir kısmını ayakta kılmak sahîh olduğu gibi ayakta durmaya gücü
varken oturarak kılmak da caizdir. Bir rek'alm bir kısmını ayakta, bir kısmım
oturarak kılmak isterse; ister önce ayakta sonra oturarak olsun, ister önce
oturarak sonra ayakta olsun, hepsi de kerahatsiz caizdir. İstediği gibi
oturabilir. Efdal olan bağdaş kurarak oturmaktır. Müslim'in Alkame'dcn rivayet
etliğine göre, Alkame şöyle dedi: "Aişe (r.a.)'ye Rasûlüllah otururken
iki rekat namazı nasıl kılardı?' diye sordum. Âişc (r.a.) 'Her iki rek'aile
kıraet yapardı. Rüku' etmek istediği zaman kalkarak rüku' ederdi.' dedi."
Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesai ve İbn Mâce'nin Aîşe (r.a.)'den rivayet etmiş
oldukları bir hadiste Âişe (r.a.) "Gece namazlarında Rasûlüllah'm,
kırâetini oturarak yaptığını hiç görmemiştim. Ancak, yaşlanınca namazda,
oturarak okur, kırk veya oluz ayet kalınca kalkar onları okur sonra secde
ederdi." dedi.
Mutlak nafilenin namaz
niyeti ile kılınması yeterlidir. Nevevî şöyle der: Nafileye başladığı zaman
sayı belirtmezse bir rek'atle selâm vermesi, değilse iki, üç, yüz, bin ve daha
fazla rek'atlerde selâm vermesi caizdir. Bilmediği sayıda kılar da sonra selâm
verirse ihtilafsız olarak sahihtir. Bizim mezhebimiz uleması bunda ittifak
etmişlerdir, imam Şafiî "İmlâ" kitabında bunu ifade etmiştir.
Beyhakî'nin, Şafiî'nin senediyle rivayet etliğine göre; Ebu Zer, çok sayıda
namaz kılıp sonra selâm verince Ahncf bin Kays ona şöyle dedi: "Biliyor
musun, tek mi kıldın, yoksa çift mi kıldın?" Ebu Zer: "Bilmiyorsam da
Allah biliyor ya dostum. Ebû'l Kâsım'dan işittim. Şöyle buyurdu" dedi.
Sonra ağladı ve "dostum Ebû'l Kâsım'dan işittim. Şöyle buyurdu"
dedi: "Allah için herhangi bir kul secde ederse Allah onu bir derece
yükseltir ve bir kötülüğünü siler." (Dârimî hadisi "Müs-ncd"inde
sahih bir scnedle rivayet etmiştir. Ancak bu senette, adalelinde ihtilaf edilen
bir adam vardır.)
Mukayyed nafileye
gelince; tabi olduğu arza göre kısımlara ayrılır. Bunlara devam edilen
sünnetler denir. Sabah, öğle, ikindi, akşam, yalsı ve diğerleri bu kısma girer,
işte açıklamaları:
a- Fazileti:
Sabahın sünnetine devam etmenin fazileti hakkında birçok hadis gelmiştir.
Bunları aşağıya alıyoruz:
Aİşe (r.a.)'nin, sabah
namazından önceki iki rek'at hakkında yaptığı rivayette Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: "O iki rek'at bana bütün dünyadan daha
sevimlidir." (Hadîsi Müslim, Ahmed, Tirmizî rivayet etmiştir.)
Ebû Hureyre'den
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allar
sizi kovalasa bile sabahın iki rek'atını terket-meyin." (Hadisi Ahmed, Ebû
Dâvûd, Bcyhakî, Tahavî rivayet etmiştir.) Hadisin manası; özrü ne kadar
şiddetii olursa olsun, isterse düşman kovalasın, sabahın iki rck'atmı
terkelmeyiniz demektir.
Aişe (r.a.)'dcn
rivayeten; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sabahtan önce iki rek'ata devam
ettiği kadar hiçbir nafileye devam etmemiştir." (Hadisi Buhârî, Müslim,
Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Aişe (r.a.)'dan
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Sabahın iki rekatı dünya ve içindekiler den daha hayırlıdır."
(Hadisi Müslim, Ahmed, Nesâî rivayet cımişıir.)
Ahmed ve Müslim'in
Aişe (r.a.)'dcn rivayet ettiklerine göre Âişe (r.a.): "Rasûîüllah
sallallahu aleyhi ve sellenı'in, sabahın iki rek'atma koştuğu kadar hiçbir
hayra koştuğunu görmedim." demiştir.
b- Hafif
kılınması: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in bilinen tatbikatı, sabahın
iki rck'atmm kırâetini hafif yaptığıdır.
Hafza (r.a.)'dan
rivayeten: "Rasûlüllah, sabah namazından önce evimde iki rck'atı çok hafif
olarak kılardı." demiştir. Nafi' şöyle der: "Abdullah bin Ömer de
aynı şekilde hafif kılardı." (Hadîsi Buharı, Müslim, Ahmed rivayet
etmiştir.)
Aişe (r.a.)'den
rivayeten; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sabah namazından önce iki rek'at
kılar, onîarı gayet hafif yapardı. Hatta Fatiha'yı okudu mu, okumadı mı diye
şüphe ederdim." (Hadisi Ahmed ve diğerleri rivayet etmiştir.)
c- Sabahın
iki rek'at sünnetinde Kur'ân okumak: Sabahın iki rek'aündaki kirâctin
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seİlcm'den gelen şekli ile okunması
müstehaptır. Bu konudaki hadisler aşağıdadır:
Aişe (r.a.)'den
rivayeten: "Rasûlüllah sabahın iki rek'atinde "Gul yâ
eyyühe'l-kâfirân" ve "Gul hüve'tlâhu ehad" sûrelerini
okurdu." (Hadisi Ahmed, Tahavî rivayet etmiştir.) Tahavî: "Rasûlüllah
bunları Fatiha'dan sonra okurdu. Çünkü daha önce geçtiği gibi Fatiha'sız namaz
caiz değildir," demiştir.
Aişe (r.a.)'den
rivayeten: Rasûlüllah şöyle buyurdu: "Bu ikisi ne güzel sûredir." Aişe
demiştir ki: "Rasûlüllah bu iki sûreyi, sabah namazından önceki iki
rek'atte, yani sünnette okurdu." (Hadisi Ahmed, İbn Mâce rivayet
etmiştir.)
Câbir'den rivayeten:
Bir adam sabah namazının iki rek'atmı kılmak için kalktı. Birincide "Gut
yâ eyyühe'l-kâfirûn" sûresini bitirinceye kadar okudu. Nebî aleyhisselam;
"Bu kul Rabbini tanımıştır," buyurdu. Diğer rek'atte "Gul
hüve'llâhu ehad" bitirinceye kadar okudu. Rasûlüllah: "Bu kul Rabbinc
inanmıştır," buyurdu. Talha, "Bu İki sûreyi, bu iki rek'atte okumak
en çok sevdiğimdir." demiştir. (Hadisi İbn Hibban, Tahavî rivayet
etmiştir.)
îbn Abbas'dan
rivayeten: Rasûlüllah, sallallahu aleyhi ve sellem sabahın iki rek'atmda
"Gâlâ âmenna bi'llahi ve mâ ünzile ileynâ"[38] ikinci
rek'atte ise Âl-i İmrân süresindeki, "Teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ
ve beynekum"[39] ayetini
okurdu. Yani Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem birinci rek'atte "Gâlâ
âmenna bi'llahi"den, "ve nahnu lehû müsUmûri'ç, kadar okurdu. İkinci
rek'altc, "Gul yâ ehle'l-kitâbî ıcâlev ilâ kelimetin' 'den, "fegûlü'shedû
bi-ennâ müslimûn'c kadar okurdu.
İbn Abbas'dan Ebû
Davud'un bir rivayetinde Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem birinci
rek'atte "Gâlû âmenna bi'llâhi'yı okur, ikinci rek'atte "felemmâ
ehasse 7.çâ"dan, "eshed bi-ennâ müslimîn"e[40] kadar
okurdu.
Yalnız Fatiha'yı okumak
da caizdir. Nitekim Âişe (r.a.)'nin hadisinde geçtiği üzere Rasûlülİah
sallallahu aleyhi ve sellem'in ayakla duruşu Fatihayı okuyacak kadardı.
d- Sabahın sünnetini
bitirdikten sonra yapılan dua: Nevevî Ezkâr'ın da şöyle der: İbn Sünnî
kitabında, Ebû'l-Melih'den, (ismi Âmir bin Usâme'dir), o da babasından rivayet
ettiğine göre: "Bu zat, sabahın iki rek'atini kıldı. Rasûlüllah da onun
namazına yakın olarak iki hafif rek'at kılmıştı. Sonra oturarak şu son duayı
yaptığını işitti:
"Allahım!
Cebrail, israfil, Mikâîl ve Muhammed'in Rabbi, cehennemden sana
sığınırım." (Allâhümme Rabbe Cibrîle ve îsrâfile ve Mîkâîle ve
Muhammed'en-Nebiyye sallallahu aleyhi ve sellem, e'ûzii bike min'en-nâr.) Üç
defa bunu tekrar etti. Yine Enes'deiı, rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: "Kim Cuma gününün sabahı,
sabah namazından önce:
"Kendinden başka
ilâh olmayan Hayy ve Kayyüm olan Allah'a istiğfar ederim, ve ona tevbe
ederim." (Estağfiru'llahe-llezî lâ ilahe illâ hü-ve'l-Hayyu'l-Kayyume ve
etûbü ileyh.) okursa o kimsenin günahı deniz köpüğü kadar da olsa Allah onu
affeder."
e- Sünneti
kıldıktan sonra yaslanmak: Aişe (r.a.) şöyle demiştir: "Rasûlüllah sabahın
iki rek'atini kılınca sağ yanı üzere yaslanırdı." (Hadisi, Buharı,
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, îbn Mâce rivayet etmiştir.) Yine Aişe
(r.a.)'den rivayet edildiğine göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sabahm
sünnetini kıldığı zaman eğer uykudaysam yaslanırdı. Uya-nıksam benimle
konuşurdu." Namazdan sonra yaslanmanın hükmü hakkında çok ihtilaf
edilmiştir. Anlaşılan şudur ki, sünneti evinde kılan bir kimsenin yaslanması
müslehabdır. Camide kılanın ise müstehab değildir.
Hafız, 'Fetih'
kitabında şöyle der: Bazı selef âlimleri bunun mescid-de değil de evde müstehab
olduğu görüşündedirler. Bu, tbn Ömer'den de nakledilmiştir. Rasûlüllah'ın
mescidde böyle birşey yaptığının nakledil-memesi sebebiyle, âlimlerimizden
bazıları yukardaki görüşü kuvvetli say-mışiardır. İbn Ömer'den, mescidde
sünnetten sonra yaslanmayı engellediği sahih olarak nakledilmiştir. İmam
Ahmed'e bu mesele sorulduğunda, o da; "ben bunu yapmıyorum, eğer bir kimse
böyle yaparsa iyi yapmış ofur," demiştir.
f- Sabahın
sünnetinin kazası: Ebû Hurcyre'dcn rivayeten: Rasûlüllah sailallahu aleyhi ve
seîlcm şöyle buyurdu: "Sabah namazının sünnetini kılmamış olan kimse güneş
doğunca kılsın" (Hadisi Beyhakî, rivayet etmiştir. Nevevî: 'hadisin
senedi iyidir,' demiştir.) Kays bin Amr'dan rivayeten; o sabah namazına
çıktığında Nebi aleyhisselam'ı namazda buldu. Sabahm sünnetini henüz
kilmamıştı. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber farzı kılıp,
namaz bitince kalktı sünneti kıldı. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
yanından geçince "bu ne namazıdır," diye sordu. Sabahm sünneti
olduğunu bildirince Rasûlüllah sustu. Birşey söylemedi. (Hadisi Ahmed, İbn
Huzeyme, İbn Hibban, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce rivayet etmiştir. Irakî
'hadisin senedi hasendir,' demiştir.) Buharı, Müslim ve Ahmed'in İmran bin
Husayn'dan rivayet ettiklerine göre; Ra-
sûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem bir sefere çıktığında sabah namazında uyuya kaldılar. Güneşin
hararetiyle uyanınca, güneş tam yükselinceye kadar beklediler. Sonra müezzine
emrederek ezan okuttu. Farzdan önce iki rek'at kıldı. Sonra kalktı, farzı
kıldı. Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre, sabahın sünneti güneş doğmadan
önce ve doğduktan sonra bir özre binaen veya özürsüz farzdan ayrı olarak veya
farzla birlikte kaza edilebilir.
Öğlenin sünnetinin
dört, altı veya sekiz rek'at olduğuna dair hadisler gelmiştir. Açıklaması
aşağıdadır;
a- Dört
rek'at olduğu hakkındaki hadisler:
İbn Ömer'den
rivâycıen; o demiştir ki, "Nebî aleyhisselam'dan on rek'at öğrenip
ezberledim. Öğleden önce iki rek'at, sonra iki rek'al, akşamdan sonra evinde
iki rek'at, yatsıdan sonra evinde iki rek'al, sabah namazından önce iki rek'at
kılardı." (Hadisi Buharı rivayet etmiştir.)
Muğîre bin Süleyman
(r.a.)'dan rivayeten; o demiştir ki; İbn Ömer'den şöyle dediğini işittim:
"Rasûlüllah, Öğleden Önce iki rek'al, sonra iki rek'at, akşamdan sonra iki
rek'at, yatsıdan sonra iki rek'at, sabahtan Önce iki rek'atı
terketmezdi." (Hadisi Ahmed iyi bir sencüe rivayet etmiştir.)
b- Altı
olduğu hakkındaki rivayetler:
Abdullah bin Şakîk
(r.a.)'den rivayeten; o demiştir ki; "Âişe'ye Rasûlüllah'ın namazı
hakkında sordum. Aişe: 'Öğleden önce dört rek'at, sonra iki rek'al kılardı'
şeklinde cevap verdi." (Hadisi Müslim, Ahmed ve diğerleri rivayet
etmiştir.)
Ebu Süfyan'm kızı Ümmü
Habîbe (r.a.)'den rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "Her kim bir gün ve bir gecede oniki rek'at namaz kılarsa
onun için cennette bir ev yapılır: Öğleden Önce dört rek'at, sonra iki rek'at,
akşamdan sonra iki rek'at, yalsıdan sonra iki rek'at, sabahtan önce iki
rek'at." (Hadisi Tirmizî rivayet etmiş, 'Hadîs hasen, sahihtir' demiştir.
Müslim ise hadisi muhtasar olarak rivayet etmiştir.)
c- Sekiz
rek'at olduğu hakkındaki rivayetler:
Ümmü Habîbe (r.a.)'den
rivayeten; o demiştir ki: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Her kim öğleden önce dört rek'at, sonra
dört rek'ai kılarsa
Allah onun vücudunu cehenneme haram kılar." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd,
Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiş, Tirmizî hadisi sahih saymıştır.)
Ebû Eyyûb cl-Ensârî
(r.a.)'den rivayeten; Ebû Eyyûb öğleden önce dört rek'at kılardı. Ebû Eyyûb'a,
'Sen bu namaza devam eder misin?' diye sorulunca; O da 'Rasûlüliah'm böyle
yaptığını görmüştüm de ona sordum,' dedi. Rasûlüllah şöyle buyurdu: "Bu an
gök kapılarının açıldığı saattir. Benim iyi amellerimin göğe yükselmesini
istedim." (Hadisi Ahmed rivayet etmiştir. Senedi iyidir.)
d- Öğlenin
farzından önce dört rek'at kılmanın fazileti: Aişe (r.a.)'dcn rivayclcn; o
şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve scllcm: "Öğleden
Önce dört, sabahlan önce iki rek'ah hiçbir zaman lerkeimezdi." (Hadisi
Buharı ve Ahmed rivayet etmiştir.) Yine Âişc'dcn (r.a.) rivayclcn:
"Rasûlüllah saliailahu aleyhi ve seilem öğleden önce iki rek'at kılar,
kıyamı uzatır, rüku' ve secdelerini güzel yapardı." tbn Ömer'in;
"Rasûİiillah öğle namazından Önce iki rek'at kılardı," hadisiylc,
diğer hadislcrdcki "dört kılardı" ifadesi arasında bir çelişki
yoktur. Hafız "Fetih" kitabında şöyle der: "Evlâ olan iki türlü
kılındığıdır. Yani Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem bazan iki kılar, bozan
dört kılardı. Bir görüşe göre Rasûlüllah mescidde kıldığında ikiyle yetinir,
evde kıldığında dört rek'ai olarak kılardı." Şuna da ihtimal vardır ki;
Rasûlüllah evinde iken iki rek'at kılar, sonra mescide çıkıp iki rek'at tc
mescidde kılardı. Bu durumda İbn Ömer mescidde kıldığını görmüş, evde kıldığını
görememiştir. Âişe (r.a.) ise her ikisine de şahit olmuştur. Birinci görüş,
Ahmed ve Ebû Davud'un, Aişe (r.a.)'den rivayet ettikleri hadisle kuvvet bulmaktadır.
Bu hadiste Aişe (r.a.) "Öğleden önce dört rek'at kılar, sonra mescide
çıkardı" demiştir. Ebû Ca'fcr Tabcrî ise; "Çoğu kerre dört rek'at, bazan
da iki rek'ai kılardı." demiştir.
Öğleden önce veya
sonra dört rek'at kıldığı zaman, efdal olan her iki rek'atte selâm vermektir.
Rasülülîah sallallahu aleyhi ve sellem'in şu hadisine göre bir selâmla kılması
da caizdir: "Gece ve gündüz namazları ikişer, İkişer'dir." (Bu
hadisi Ebu Dâvûd sahih bir senetle rivayet etmiştir.)
e- Öğlenin
sünnetinin kazası:
Âişe (r.a.)'dcn
rivayeten: "Rasûlüllah sallaliahu aleyhi ve seilem öğ-İe namazından önce
dört rek'at kılmadığı zaman öğleden sonra onu kılardı." (Hadisi Tirmizî
rivayet etmiş, 'hadis hasen ve garibdir,' demiştir.) tbn
Mâce'nin Âişe
(r.a.)'den rivayet etliğine göre Âişe demiştir ki: "Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve seilem öğle namazından önce dört rek'atı kılmadığı zaman sonra iki
rek'at kılardı." Bu durum önce kılman devamlı sünnetlerin kazası
hakkındadır. Sonra kılman sünnetlerin kazası hakkında ise Ahmed'in Ümmü Seleme
(r.a.)'den rivayet ettiği hadis vardır: "Rasûlüllah sallallahu aieyhi ve
seilem öğleyi kıldı, o sırada ona bir mal getirildi. Müezzin ikindi ezanım
okuyuncaya kadar oturup o malı taksim etti. İkindiyi kıldı, sonra benim yanıma
gelerek (Rasûlüllah o gün benim nöbetimdey-di) iki rek'at namaz kıldı. 'Ya
Rasûlallah bu iki rek'at nedir?' dedik. "Bunların kilınmalanyla da
emrolundun mu?' diye sorduk. Rasûlüllah: 'Hayır,' dedi. 'Bu iki rck'alı öğleden
sonra kılacaktım, bu mal taksimi beni meşgul etti. Müezzin İkindi ezanını
okuyunca bu iki rek'aü bırakmayı uygun görmedim.'" (Hadisi Buharı rivayet
etmiş, Müslim, Ebû Dâvûd ise başka lafızlarla rivayet etmiştir.)
Akşam namazından sonra
iki rek'ai sünnet vardır. İbn Ömer'den daha önce geçen rivayete göre:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve scîlcm bu iki rek'at namazı lerkclmezdi.
Akşamın sünnetinde
müstehab olan kırâet:
Akşamın sünnetinde
Fatiba'dan sonra "Gul yâ eyyühe'l-kâfirûn" ve "Gul lıüve'llâhu
ehad" okumak müstchabdır. İbn Mes'ûd (r.a.)'dan rivayeten; o şöyle demiştir:
"Akşam namazından sonraki iki rck'atle ve sabah namazından önceki iki
rek'altc Rasûlüllah saliallahu aleyhi ve sellem'in "Gul yâ
eyyühe'l-kâfirûn" ve "Gul hüve'llâhu ehad" okuduğunu, sayamayacağım
kadar Rasûlüllah'd an duymuşumdur." (Hadisi İbn Mâce, Tirmizî rivayet
etmiş, Tirmizî hadisi hasen saymıştır.) Ayrıca evde edâ edilmesi de müsichabur.
Mahmut bin Lcbib (r.a.)'den rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem
Abdül Eşhel oğullarına gelerek onlara akşamı kıldırdı. Selâm verince onlara;
"Bu iki rek'atı, evinizde kılınız" buyurdu. (Hadîsi Ahmed, Ebû
Dâvud, Tirmizî, Nesâî rivayet etmiştir.) Rasûlüliah'm bu iki rek'atı evde
kıldığı daha önceki hadislerde geçmiştir.
Yatsıdan sonra iki
rek'at sünnet kılmak hakkında hadisler daha önce geçti.
Eda edilmesi kuvvetli
olan sünnetler geçti. Bunun dışında başka sünnetler vardır ki, bunları devamlı
olmadan yapmak mendub olur. Gayrı müekked sünnetleri aşağıda açıklıyoruz:
Bu konuda şahinliği
tartışılan birkaç hadis varsa da, senet yollarının çok olması sebebiyle bazısı
bazısını kuvvetlendirmektedir.
Bunlardan birisi İbn
Ömer (r.a.)'in hadisidir. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İkindiden önce dört rek'at kılan kişiye Allah merhamet elsin."
(Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hadisi hasen
saymıştır. Bu hadisi İbn Hibbân sahihlediği gibi İbn Huzeyme'de sah İh
lemistir.) AH (r.a.)'nin hadisine göre: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem ikindiden önce dört rek'at kılar, iki rek'at arasını mukarreb
meleklere, nebilere, onlara uyan mü'min ve müslümanlara selâm ile
ayırırdı." (Hadisi Ahmed, Nesâî, İbn Mâce, Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî
hadisi hasen kabul etmiştir.) iki rek'at üzere kısaltmaya gelince, bunun
delili; "Her ezan ve karne: arasında namaz vardır" hadisinin umumi
mânâsıdır.
Bubarî'nin Abdullah
bin Muğaffcl (r.a.)'den rivayet ettiğine göre Nebî aleyhisselam şöyle
buyurmuştur: "Akşam namazından önce kılınız. Aksam namazından önce
kılınız. (Üçüncüde) isteyen kılsın." buyurdu, insanların bunu sünnet
olarak kabul etmesini hoş görmediği için, üçüncüde "isteyen kılsın,"
buyurdu. İbn Hibbân'dan bir rivayete göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem akşamdan önce iki rek'al kılmıştır. Müslim'in, İbn Abbas (r.a.)'dan
rivayetine göre; o şöyle demiştir: "Güneş batmadan önce iki rek'at
kılardık. Rasûlüllah bizi gördüğü halde, bize ne emretti, ne yasakladı."
Hafız "Fetih" kitabında der ki: "Delillerin toplamı, sabahın sünnetinde
olduğu gibi bu iki rek'aun da hafif kılınmasının müstehab olduğunu
gösterir."
Hadis imamlarının
Abdullah bin Muğaffel (r.a.)'den rivayet ettiklerine göre Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Her ezanla kamet arasında
namaz vardır. (Sonra üçüncüde) isteyen kimse için", buyurdu.
İbn Hibbân'm İbn
Zübeyr hadisine göre Rasûlüllah salfallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Farz olan hiçbir namaz yoktur ki, önünde iki rek'at nafile namaz
olmasın."
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in ashabından birinin rivayetine göre: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem ikindi namazını kılınca, adamın biri de kalkıp
kılmaya başladı. Ömer (r.a.) adamı görünce, 'otur,' dedi. 'Çünkü ehli kitab,
namazları arasında fasıla bırakmadıkları için helak oldular.' Rasûlüllah: 'İbn
Hattab ne güzel yaptı' buyurdu." (Hadisi Ahmed sahih bir senetle rivayet
etmiştir.)
Vitir, Rasûlüllah
sallaliahu aleyhi ve sellem'in önem verdiği ve teşvik etliği müekked bir
sünncüir. Ali (r.a.)'den rivayclen; o şöyle demiştir: 'Vitir, farz namazlar
gibi gerekli bir namaz değildir. Fakat Rasûlüİlah vitir kılmış ve şöyle
buyurmuştur: "Ey Kur'ân ehli 'vitir namazı' kılınız. Muhakkak Allah
lek'iir ve tek'i sever." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn
Mâcc rivayet etmiştir. Tirmizî hadisi hasen saymış, Hâkim ise, rivayet ederek
sahih! emiş tir.)
Vitrin vacib olduğu
hakkındaki Ebû Hanifc'nin görüşü zayıf bir görüştür. İbn Münzir: "Bu
konuda Ebû Hanife'yc uyan-başka bir kimse bilmiyorum," demiştir. Ahmed,
Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce'ye göre Ki-nanc oğullarından Muhdici adında bir adama,
Ebu Muhammed künyesiy-le bilinen ensardan bir adam vitr'in vâcib olduğunu haber
verdi. Muhdicî, Ubâdc bin Sâmid'c giderek, Ebû Muhammed'in vitrin vacip
olduğunu söylediğini ona bildirdi. Ubade bin Sâmid ise; "Ebû Muhammed
yalan söylemiştir. Ben Rasûlülîah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu
işittim: "Allahu Teâlâ'nın kullarına farz kıldığı beş vakit namaz vardır.
Kim bunları eda eder, bunları küçük görmeyip zayi etmezse Allah'ın o kimseyi
cennete koyacağına dair sözü vardır, iler kim bunları yapmazsa o kimse için
Allah katında bir söz yoktur. Dilerse ona azab eder dilerse onu affeder."
Buharı ve Müslim'in Talha bin Ubcydullah (r.a.)'m hadisinden naklettiğine göre
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-îem şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ gece
ve gündüz beş vakit namaz farz kılmıştır." Arabî sordu: "Başka kılmam
gerekir mi?" Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hayır, ancak
nafile kılarsan o başka." buyurdu.
Vitir namazının
vaktinin, yatsı namazından sonra başlayıp, sabaha kadar devam etliği hususunda
âlimler icmâ etmişlerdir. Ebû Temîmü'l-Ceyşânî'den rivayeten; Amr İbn ül-Âs
(r.a.) cuma günü insanlara bir hutbe okuyarak şöyle dedi: "Ebu Basra'nın
bana anlattığına göre Nebî aley-hisselam şöyle buyurdu: 'Allah size bir namaz
ziyade elti. O da Vitir'dir. Vitir namazını yatsı namazıyla sabah namazı
arasında kılınız.'" Ebû Temîm şöyle demiştir: "Ebû Zer elimi tuttu. Mesciddeki
Ebû Basra'ya götürerek dedi ki: 'Sen Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'den Amr'ın dediğini işittin mi?' Ebû Basra, 'evet' dedi.
'Rasûlüllah'dan işittim.'" (Hadisi Ahmed sahih bir senetle rivayet
etmiştir.) Ebu Mes'ûd-el Ensârî (r.a.)'den rivayclen; o demiştir ki:
"Rasûlüllah gecenin evvelinde, ortasında ve sonunda vitri kılardı."
(Hadîsi Ahmed sahih bir senetle rivayet etmiştir.)
Abdullah bin Ebî Kays
(r.a.)'dan rivaycıen: "Âişc (r.a.)'yc Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in vitir namazı hakkında sordum. Âişe de: 'Bazan gecenin evvelinde bazan
sonunda vitri kılardı,' diye cevap verdi. "Kirâeıi gizli mi, açık mı
yapardı?' diye sordum. O da: 'Hepsini yapardı. Bazan gizli bazan açık okurdu.
Bazan (cünüblükten dolayı) yıkanarak uyur, bazan abdest alarak uyurdu'
dedi" (Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Hadisi aynı şekilde Müslim, Ahmed
ve Tirmizî rivayet etmiştir.)
Gecenin sonunda
uyarlamayacağından korkan kimsenin gecenin evvelinde vitri kılmakta acele
etmesi müstchabdır. Aynı şekilde gecenin sonunda uyanacağını sanan kimsenin
vitir namazını gecenin sonuna bırakması müstchabdır. Câbir (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüllah şöyie buyurdu: "Herhangi biriniz gecenin sonunda
uyanaınayacağını zannederse evvelinde vitri kılsın, gecenin sonunda
uyanacağını sanarsa sonunda kıtsın. Muhakkak gecenin sonunda kılınan namazlarda
melekler hazır olurlar ve bu daha faziletlidir." (Hadisi Ahmed, Müslim,
Tirmizî, İbn Mâce rivayet etmiştir.) Yine Cabir (r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Bekir'e "Ne zaman vitri kılıyorsun?"
diye sordu. O da; "Yatsıdan sonra, gecenin evvelinde," dedi.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ya Ömer, sen ne zaman
kılıyorsun?" diye sordu. O da; "Gecenin sonunda," dedi.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ey Ebû Bekir, sen ihtiyatlı
davranıyorsun. Ömer, sen de sağlamıyla hareket ediyorsun," buyurdu.
(Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Hâkim rivayet etmiş, Hakim, hadisin Müslim'in
şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir.)
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in, vitri seher vaktine kadar bıraktığı anlaşılmaktadır. Daha
önce geçtiği gibi efdal olan da budur. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasûlüllah vitir namazını her gece ve gecenin evvelinde, ortasında ve
sonunda kılardı. En son seher vaktine kadar geciktirirdi." (Hadisi
Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, îbn Mâce rivayet etmiştir.) Bununla
beraber vitir namazını kılmadan uyumamaları için bazı ashabına vasiyet
etmiştir. Bu durumda ihtiyatlı olmalarını öğüt-lemiştir. Sa'd bin Ebî Vakkas
(r.a.) son yatsı namazlarını Rasûlülîah sallallahu aleyhi ve selem'in
mescidinde kılar, sonra tek olarak vitri kılar, buna ilave yapmazdı. Ona:
"Ey Ebâ lshak, vitri tek kılıyor, hiç bir şey art-tırmıyor musun?"
diye sorulunca: "Evet. Tek kılıyorum. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: "Vitri kılmadan uyumayan ihtiyatlı
davranmıştır." (Hadisi Ahmed rivayet etmiş, "hadisin râvileri
sikadır," demiştir.)
d- Vitrin
Rek'atlarının Sayısı
Tirmizî, şöyle diyor:
"Nebi aleyhisselam'dan rivayet olunduğuna göre, Vitir, onüç, dokuz, yedi,
beş, üç, bir rek'atür." İshak bin İbrahim, "Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'den rivayet edilen bu hadisin mânâsı şudur." der:
"Gece onüç rek'at vitir yapardı, demek: vitir namazıyla beraber onüç
rek'at kılardı, demektir. Yani onüç rek'ailık namaz vitir namazına nisbet
edilerek vitir olarak söylenmiştir. Vitir namazını iki rek'at eda edip bir
rek'at ilave ederek bir teşehhüd ve bir selâmla kılmak caizdir. Hepsini bir
teşehhüd ve bir selâmla kılmak caizdir. Rek'atlcrin birisini diğerine
teşehhüdsüz bitiştirmek, son rek'atte önce leşehhüd okuyup, son rek'atte
kalkmak caizdir. Bütün rek'atleri bir leşehhüd, son rck'alle bir selâmla eda
etmek caizdir. Bunların hepsi caiz olup, Rasûlüllah'dan varid olmuştur."
İbn Kayyım şöyle der:
"Sahih ve açık olan vitir konusundaki sünnetin bitişik olarak beş veya
yedi rek'at kılınmasıdır." Ümmü Seleme (r.a.)'nin hadisinde olduğu gibi:
"Rasûlüllah selam ve kelamla arasını ayırmadan yedi veya beş rek'atle
vitri kılardı." (Hadisi Ahmed, Nesâî, İbn Mâce iyi bir senette rivayet
etmiştir.) Âişc (r.a.)'nin sözüne göre; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
geceleyin onüç rek'at kılardı. Bunlardan beş'ini ise vitir olarak kılar. Vitir
namazında, sonundan başka bîr yerde oturmazdı. (Hadisi Buharî, Müslim rivayet
etmiştir.) Yine Aişe (r.a.)'nin hadisine göre: "Rasûlüllah, geceleyin
dokuz rek'at kılar ancak sekizinci rek'atte oturur, Allah'ı zikreder, hamd ve
duâ ettikten sonra kalkar, selâm vermezdi. Sonra dokuzuncu rek'atı kılınca
oturur, teşehhüd eder, sonra işiteceğimiz şekilde selâm verirdi. Selâm
verdikten sonra oturarak iki rek'at kılar, böylece onbir rek'at kılmış olurdu.
Rasûlüllah yaşlanınca ve fazla kilo alınca yedi rek'at olarak vitri kılar,
birinci rek'atte yaptığı gibi ikinci rek'atı da kılardı." Âişe (r.a.)'dcn
nakledilen bir başka ifade de şöyledir: "Rasûlüllah, yaşlanıp kilosu
artınca yedi rek'at olarak vitri kılar sadece altı ile yedinci rek'atlerde
otururdu. Yedinci rek'atte ise selâm verirdi." Bir başka lafızda;
"Rasûlüllah, yedi rek'at kılıp sadece sonunda otururdu,"
şeklindedir. (Hadisi Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, îbn Mâce
rivayet etmiştir.)
Bütün bu hadisler
sahih ve açık olup bunlara ters düşecek başka bir hadis yoktur. Ancak
"Gece 'namazı ikişer ikişerdir" sahih hadisi buna ters görünmektedir.
Fakat daha önceki hadisler, Rasûlüllah sallailahu aleyhi ve sellem'in vitri
yedi veya beş olarak kıldığını gösteriyor. Bu hadislerin hepsi doğru olup bazısı
bazısını kuvvetlendirmektedir. Rasûlüllah sallailahu aleyhi ve sellem, gece
namazı hakkında soru sorana, "ikişer ikişerdir," diye cevap verdi.
Çünkü onlar, vitir namazını sormuyorlardı. Yedi, beş, dokuz, bir olarak kıldığı
namaz ise, vitir namazıdır. Vitir; ismi üstünde, kendinden Öncekinden ayrılır,
teklik ifade eder. Akşam namazı bitişik üç rek'at olduğu gibi, vitir de beş,
yedi, dokuz olarak tektir. Eğer onbir rek'atı ayırdığı gibi, beş veya yedi
rek'ati iki selâmla ayırırsa tek olarak ayrılan rek'ata vitir denir. Rasûlüllah
sallailahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Gece namazı ikişerdir. Sabah
vaktinin gireceğinden korkarsa bir rek'al vitir kılar. Kıldığı gece namazına bu
rek'atı tek olarak ilave eder." Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in
sözü ile fiili bu konuda birbirine uymakta ve biri diğerini doğrulamaktadır.
Vitir namazında
Fatiha'dan sonra Kur an'dan herhangi bir ayet okumak caizdir. Ali (r.a.);
"Kur'ân'dan belli bir yer okumak yoktur. Dilediğinle vitri kılabilirsin.
Fakat müstehab olan üç rek'atli vitir namazında birinci rek'atte Fatiha'dan
sonra "sebbih'isme Rabbikc'1-a'Iâ", ikinci rek'atte "Gul yâ
cyyühe'l-kâfirûne", üçüncü rek'atte "Gulhuve'llâhu ehad" okumaktır,"
demiştir. (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Tirmizi rivayet etmiş, Tirmizi hadisi
hasen saymıştır.) Âişe (r.a.)'den rivayeten; o demiştir ki: "Rasûlüllah
saîlallahu aleyhi ve sellem birinci rek'atte "Sebbih'isme
Rab-bike'l-A'lâ", ikinci rek'atte "Gul yâ eyyühe'l-kâfirâne",
üçüncü rek'atte "Gul hüve'llâhu ehad" ve "muavvizeteyni"
okurdu.)
Bütün yıl boyunca
'kunut' okumak meşrudur. Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve
diğerlerinin, Hasan bin Ali'nin hadisinden rivayet ettiklerine göre, vitirde
kunut okumak meşrudur. Hasan bin Ali, şöyle demiştir: "Rasûlüllah vitirde
okuyacağım kelimeleri bana öğretti:
"Allahım, hidayet
ettiklerinin yoluna beni de hidayet et. Allahım, afiyet verdiklerinle beraber
bana da afiyet ver. Dost edindiklerinle beraber beni de dost edin. Verdiğin
şeyleri bana mübarek eyle. Hükmettiğin şeylerin şerrinden beni koru. Şüphesiz
sen hüküm verirsin, fakat kimse sana hüküm veremez. Senin sevdiklerin zelil
olmaz. Senin düşman oldukların ise asla aziz olmaz. Rabbimiz mübarek ve yüce oldu.
Nebisi Mu-hammed'e Allah rahmet eylesin." Tirmizî, 'bu hadîs hasen olup
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den Kunut hakkında bundan daha güzel
bir duâ bilmiyorum,' demiştir. Nevevî, 'hadisin senedi sahihtir,' demiş, İbn
Hazm ise, sıhhati hususunda durmuş; 'Bu hadis her ne kadar delil olarak
getirilmese bile Rasûlüllah sallaliahu aleyhi ve sellem'den bunun dışında başka
bir şey bulamadım. Zayıf hadis ise bence, kıyastan daha iyidir,' demiştir.
Ahmed bin Hanbei, bu görüşün İbn Mes'ûd, Ebu Mûsâ, İbn Abbas, Bera, Enes, Hasan
Basrî, Ömer bin Abdülazîz, Sevrî, İbn Mübârek'den nakledildiğini söylemiş,
'Hanefîlcr ve Ahmed'den bir rivayetin de görüşü budur,' demiştir. Nevevi; 'bu
görüş delil bakımından kuvvetlidir,' demiştir. Şafiî ve diğerleri ise, 'Ramazan'ın
son yarısından başka Kunut okunmaz,' görüşündedirler. Ebu Davud'un rivayetine
göre: Ömer bin Hattab, insanları Übeyy bin Ka'b'ın huzurunda topladı. Onlara
yirmi gece namaz kıldırdı, sadece Ramazan'ın ikinci yarısından başka kunut
okumadı. Muham-med bin Nasr, Sa'îd bin Cübeyr'e vitir namazında kunut'un ne
zaman başladığını, sordu. O da; "Ömer İbnul-Hattab asker gönderdi. Asker
tehlikeyle karşılaşınca, onlar hakkında korkuya kapıldı. Ramazan'ın son yarısı
olunca onlar için kunut okuyarak, onlara duâ etti." dedi.
Kunut'un, Kur'ân
okumayı bitirince rüku'dan önce yapılması caizdir, bununla beraber rüku'dan
kalktıktan sonra da yapılabilir. Humeyd'den ri-vayctcn; o demiştir ki:
"Enes'e rüku'dan sonra veya evvel kunut hakkında sordum. O da 'hem önce,
hem sonra okurduk,' dedi." (Bu hadisi İbn Mâce ve Muhammcd bin Nasr
rivayet etmişlerdir. Hafız "Fetih" kitabında hadisin senedi
kuvvetlidir, demiştir.) Rüku'dan önce kunut okuyunca, kırâcti bitirdikten sonra
ellerini kaldırarak tekbir alır. Kunut'u bitirdikten sonra yine aynı şekilde
tekbir aîır. Bazı sahabeden bu şekilde rivayet olunmuştur. Bazı âlimler kunut
sırasında elleri kaldırmanın müstehab, bazıları müstebab olmadığı görüşündedir.
Ellerle yüzü mesh etmeye gelince; Beyhâkî, "Evlâ oian bunu yapmamak,
selefin namazda elleri kaldırırken yüze sürmeden yaptığı şekil ile
yetinmektir." demiştir.
Namaz kılanın, vitrin
selâmından sonra üç defa "Sübhâne'l-Meliki'l-Kuddûs" demesi
müstchabdir. Üçüncüde sesini yükselterek "Rabbi'l-melâikeli ve'r-rûh"
der. Ebû Dâvûd ve Nesaî'nin, Übeyy bin Ka'b'ın hadisinden rivayetlerinde şöyle
denmiştir: "RasûlüHah sallaîlahu aleyhi ve sel-lem vitir namazında
"Sebbih'isme Rabbike'l-A'lâ," ve "Gul yâ eyyühe'l-kâfirûn"
ve "Gul hüveliâhu ehad" okurdu. Selâm verince de üç defa
"Sûbhane'l-Meliki'l-Kuddûs" derdi. Üçüncüde sesini yükseltir ve
uzatırdı." (Bu lafız Nesâî'nindir. Darekutnî'de şu da vardır.
"Rabbi'l-melâiketi ve'r-rûh" derdi.) Sonra Ahmed, Nesâî, Tirmizî, Ebû
Dâvûd ve İbn Mâce'nin RasûlüHah sallaîlahu aleyhi ve selîem'den rivayet
ettikleri duayı okur: "Rasûlüüah vitrin sonunda söyle derdi:
"Allahım
kızmandan rızana, azabından affına, senden sana sığınıyorum. Sana olan övgüyü
sayamam, sen kendini Övdüğün gibisin."
Bir kimse vitri kılar
da, sonra tekrar kılmak isterse caizdir. Bu kişi, vitri tekrar kılmış sayılmaz,
ikincisi nafile olur. Ebû Dâvûd, Ncsaî ve Tirmizî'nin Ali (r.a.)'den hasen
olarak rivayet ettikleri hadiste, Ali şöyle
demiştir: Rasülüllah'm
şöyle buyurduğunu işittim: "Bir gecede iki vitir yoktur." Âişe
(r.a.)'den rivayeten: "RasûlüHah, bizim işiteceğimiz şekilde selâm verir,
sonra oturarak selâmdan sonra iki rek'at kılardı." (Hadisi Müslim rivayet
etmiştir.) Ümmü Seleme'den rivayeten: "RasûlüHah vitirden sonra oturarak
iki rek'at kılardı."
(Hadisi Ahmed, Ebû
Davud, Tirmizî ve diğerleri rivayet etmiştir.)
Cumhur ulemâ, vitrin
kazasının meşru olduğu görüşündedir. Beyhakî'nin rivayet ettiği, Hâkim'in,
Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahih kabul etliği, Ebû Hureyre hadisine
göre Nebi aleyhissciam şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz vitri kılmadan
sabahlarsa, vitri kılsın." Ebû Davud'un Ebû Sa'îd-il Hudrî'den rivayetine
göre Nebî aîeyhissciam şöyle buyurdu: "Kim uyur veya unutursa, hatırladığı
zaman vitri kılsın." Irakî 'hadisinin senedi sahihtir," demiştir.
Ahmed ve Taberani'nin iyi bir senetle rivayet etliklerine göre:
"Rasûlüllah, sabahladığında vitri kılardı." YaSnız vitrin kaza
edileceği vakitte ihtilâf edilmiştir. Hancfîlerc göre, mekruh vakitlerin
dışında kaza edilebilir. Şafiîlere göre, gece veya gündüz herhangi bir vakitte
kaza edilebilir. Malik ve Ahmed'e göre, sabah namazını kılmadan fecirden sonra
kaza edilir.
Beş vakit namazda
secdeye inmeden açık olarak kunut okumak meşrudur. İbn Abbâs'dan rivayete
göre: "Rasûlüllah arka arkaya bir ay öğle, ikindi, akşam, yatsı ve
sabahleyin her namazın arkasında, son rek'atte "se-mi'allahu limen
hamideh" deyince, Benî Süİeym, Rial, Zekvan, Usayye kabileleri aleyhinde
beddua okudu, arkasındakilcrdc âmîn dedi." (Hadisi Ahmed ve Ebû Dâvûd
rivayet etmiştir. Ahmed'in rivayetinde: "Rasûlüllah bu kabilelere İslâm'a
çağıracak kişiler göndermişti de onları öldürmüşlerdi," ilâvesi vardır.)
Ikrime; "Kunut'un esası budur" der. Ebû Hureyre ise; "Nebî
aleyhisselam bir kimseye dua veya beddua etmek istediğinde rüku'dan sonra
kunut okurdu," demiştir.
Bazan Rasûlüllah,
sallaîlahu aleyhi ve sellem: "Semi'allahu limen hamideh" dediği zaman
"Rabbena ve lckc'1-hamd" der: "Allahım, Velid bin Velid'i,
Seleme bin Hisam'ı, 'İyaş bin EbîRebî'i ve müminlerden zayıf olanları kurtar,
Allahım, Mudar kabilesine baskını artır. Onlara Yusuf aleyhisselam zamanındaki
kıtlık gibi kıtlık ver." derdi. Bu duayı açık olarak yapar, bazı
namazlarında okurdu. Sabah namazında; "Allahım, falancaya, falancaya lanet
et." derdi. Arap kabilelerinden bazılarına beddua edince, Allah Teâlâ şu
âyeti indirdi: "Onların yaptıklarından sana bir şey yoktur. Onlar için
tevbe etsen de, azaplarını istesen de onlar
Zalimlerdir.''[41]
(Hadisi Buharı, Ahmed rivayet etmiştir.)
Sabah namazında kunut,
sadece secdeye inerkenden başka yerde meşru olmamıştır. Sadece burada kunut
yapılır. Diğer namazların kunutu daha önce geçti. Ahmed, Nesâî ve İbn Mâcc'nin
rivayet edip, Tirmizî'nin sahih kabul etliği hadisle Ebû Mâliki'l-Eşcaî'den
rivayeten şöyle denmiş-lir: "Übeyy Rasûlüllah'ın arkasında onalti yaşında
iken namaz kılmış, Ebûbekir, Ömer ve Osman'ın arkasında da kılmıştır. Übeyy'e,
'bunlar kunut okudu mu?' diye sordum, o da 'Hayır. Oğlum, bunlar sonradan
çıktı,' dedi." İbn Hıbbân, Haüb, İbn Huzeyme hadisi sahihlemiştir.
Encs'den rivayeten: "Rasûlüllah sabah namazında sadece bir kavme duâ veya
beddua ettiği zaman kunut okurdu." Zübeyr'in rivayetinde üç halife sabah
namazında kunul okumazlardı. Ebû Hanife, rivayetinde üç halife sabah namazında
kunut okumazlardı. Ebû Hanife, Hanbel, İbn Mübarek, Sevrî ve İshak'ın görüşü de
budur. Şafİîler ise, 'sabah namazında ikinci rek'atin rü-ku'undan sonra Kunut
okumak sünnettir,' derler. Buharı, Müslim, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce'nin İbn
Sîrîn'den rivayetlerine göre; Enes bin Mâlik'e soruldu: "Rasûlüllah sabah
namazında kunut okur muydu?" O da, "evet" dedi. "Rüku'dan
önce mi, sonra mı?" diye-sorulunca; "rüku'dan sonra," dedi.
Ahmed, Bezzar, Dârekutnî, Beyhakî ve Hâkim'in sahih kabul ettiği, Enes bin
Mâlik hadisine göre: "Rasûlülİah dünyadan ayrılıncaya kadar, sabah
namazında kunut okumaya devam etti." Bu istidlal şeklini tartışmak
gerekir. Çünkü Enes bin Mâlik'e sorulanın, secdeye giderken okunan kunut
olduğu, Buharı ve Müslim'in rivayetlerinde sarihtir, ikinci hadisin senedinde
ise, hadiste kuvvetli olmayan Ebû Ca'fer er-Râzî vardır. Bu hadisle delil
getirmeye kalkışılamaz. Çünkü Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in hayati
boyunca, sabah namazında kunut okuduğu, daha sonra ise halifelerin bunu
terkeltikleri akla nasıl sığar. Bilakis Enes, daha önce açıklandığı gibi, sabah
namazında kunut okumazdı. Hadisin sahih olduğu kabu! edilse biie buradaki
kunut; "Rasûlüllah dünyadan ayrılıncaya kadar rüku'dan sonra kıyamı duâ
ve sena ile uzatırdı," anlamındadır. Bu şekilde duâ yapmak da kunutun
ifâde ettiği manalardan bir mânâdır. Ve burada münasip olan da budur. Her ne
zaman, yapılması veya terkedilmesi mubah olan bir konuda ihtilaf çıkarsa,
yapılacak en hayırlı şey, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in tuttuğu
yolu takip etmektir.
Allah Teâlâ Nebî'sine
şöyle emretti: "Ey Muhatntned gecelen uyanıp, yalnız sana mahsus olmak
üzere fazladan namaz kıl. Belki de Hatibin seni Övülecek bir makama yükseltir.
"[42] Bu
emir her ne kadar Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şahsına ise de,
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selicm'e uymaları emredilen bütün müstümanlar
da bu hükmün içine girer.
Allahu Teâlâ gece
namazlarına devam edenlerin, iyi insanlar olduklarını ve Allah'ın hayır ve
rahmetini hak kazandıklarını açıklayarak şöyle buyurdu: "Doğrusu Allah'a
karsı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak
bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. Çünkü onlar bundan önce iyi
davrananlardı. Onlar gecelen az uyuyanlardı. Seher vakitlerinde bağışlanma
dilerlerdi.”[43]
Allah (cclle celâlühü)
gece namazına kalkanları övdükten sonra onları iyi kullar cümlesine katarak
şöyle buyurmuştur: "Rahmanın o kulları ki, onlar yeryüzünde vakar ve
tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine laf attıkları zaman 'selâm derler.
Onlar ki, Rablerine secdeler ve kıyamlar yaparak geceyi geçirirler."[44]
Onların gerçek mümin olduklarına
Allah Teâlâ şu âyetlerde şahitlik yaparak buyuruyor ki: "Âyetlerimize
ancak, kendilerine hatırlatıldığı zaman secdeye kapananlar, büyüklük
taslamayarak, Rablerini överek yüceltenler, vücutlarım yataklarından uzak
tutup, korkarak ve umarak Rablerine yalvaranlar ve verdiğimiz nzıklardan sarfedenler,
inanır. "[45] "Yaptıklarına
karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilemez."[46]
Cenab-ı Hak; gece
namaz kılanlarla, bu vasfı alamayan diğerlerinin arasım ayırıp, eşit
olmadıklarını beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Geceleyin secde ederek ve
ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen
kimse, inkâr eden kimse gibi olur mu? Ey Muhammed, de ki: "Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu?" Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.,"[47]
Bu âyetler bu konuda
Kur'ân'da geçen bir kaç âyettir. Rasûlüİlah sal-lailahu aleyhi ve sellem'in
sünnetinde ise bu konuda pek çok hadis vardır. İşte bazıları:
Abdullah bin Selâm
şöyle demiştir: "Rasûlüliah Medine'ye ilk geldiğinde insanlar süratle ona
koştu. Ben de koşanlar arasında idim. Rasûlül-lah'ın yüzünü görünce onun
yabancı bir yüz olmadığını anladım. Ondan ilk işittiğim söz şu oldu: "Ey
insanlar, selâmı yayınız, yemek yediriniz, st~ la-i rahim yapınız, insanlar
uykuda iken namaz kılınız, selâmetle cennete giriniz." (Hadîsi Hâkim, İbn
Mâcc, Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hadisin hasen, sahih olduğunu
söylemiştir.)
Sclmân-ı Fârisî
demiştir ki: "Rasûlüliah şöyle buyurdu: "Size gece namaz kılmayı
tavsiye ederim. Sizden öncekilerin adeti buydu. Bu adet sizi Rabbinizc
yaklaştırır. Günahlarınıza son verir, vücudunuzdan hastalığı lardeder."
Schl bin Sa'd şöyle
demiştir: "Cebrail, Nebî aleyhi s sel am'a gelerek şöyle dedi: "Ey
Muhammed, ne kadar yasarsan yaşa, öleceksin, dilediğin ameli yap, onunla karşılık
göreceksin, dilediğini sev, ondan ayrılacaksın. Dil ki müminin şerefi gece
namaz kılmaktır. İzzeti ise insanlardan bir şey dilememektir."
Ebû Dcrda (r.a.)'dan
rivayeten; Nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Üç kişi var ki Allah
onları sever, onlara güler ve onları müjdeler;
1- Cephede
bir gedik açılır da o kişi kendi kendine, kaçanların ardında öldürülünceye
veya Allah Azze ve Celle'nin yardımı gelip yetişin-ceye kadar savaşmaya
direnir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Şu kuluma bakınız, kendiliğinden benim
için nasıl sabredip direniyor."
2- Güzel
karısı, yumuşak yatağı olduğu halde, gece namazına kalkan kişidir. Onun
hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Arzularını terke-derek beni
zikrediyor. İstese uyuyabilirdi."
3- Kervanla
beraber bir seferde bulunduğunda, uyku basıp uyuyunca sıkıntılı olsun, rahat
olsun, erkence kalkıp yola koyulanlardır."
Gece namazı kılmak
isteyenlerin aşağıdaki hususlara dikkat etmesi sünnettir:
1- Yatarken gece
namazına kalkmaya niyet etmelidir. Ebû Derdâ'dan rivayeten; Nebî aleyhisselam
şöyle buyurdu: "Kim geceleyin namaz kılmaya niyet edip yatağına yatar da
sabah oluncaya kadar gözleri ona galebe çalar uyanamazsa, niyet ettiği ona
yazılır. Uykusu ona Rab-bından sadaka olur." (Nesai ve İbn Mâce hadîsi sahih
bir senetle rivayet etmişlerdir.)
2- Uyanınca
yüzünü meshederek uykusunu açması misvak kullanıp gök yüzüne bakması sonra
Rasûlüliah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen dualar ile duâ etmesi
sünnettir. Rasûlüliah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle duâ ederdi:
"Senden başka
ilâh yoktur. Seni teşbih ederim. Günâhlarımdan sana istiğfar ederim. Senin
rahmetini isterim. Ya Rab, ilmimi artır. Kalbimi doğruya ilettikten sonra
eğriltme. Bana katından bir rahmet bağışla. Çünkü sen çok bağışlayansın. Bizi
öldükten sonra dirilten Allah'a ham-dolsun. Gidiş onadır." Sonra At-i îmrân
sûresinin on ayetini "innefi halkı's-semâv âti" nin sonuna kadar
okurdu. Sonra şöyle dua ederdi:
"Allah'ım hamd
sanadır. Sen göklerin, yerin ve içindekilerin nurusun. Hamd sanadır. Sen
gökleri yeri ve içindekileri ayakta tutansın. Hamd sanadır. Sen haksin. Sözün
haktır. Sana kavuşmak haktır. Cennet hak, cehennem haktır. Nebiler haktır.
Muhammed haktır. Kıyamet saati haktır. Allah'ım sana teslim oldum. Sana
inandım, sana güvendim, sana yöneldim. Senin yolunda mücadele ettim. Seni hakem
kabul ettim. Geçirdiğim ve gelecek, gizlediğim ve açığa vurduğum günahlarımı
bağışla. Sen kendinden başka ilâh olmayan A ilahsın."
3- Gece
namazına iki hafifçe rck'atle başlayıp, sonra dilediği kadar kılmak sünnetlin
Âişe (r.a.)'den rivâyeten; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah gece kalktığı
zaman iki hafif rek'atle namaza başlardı." Ebû Hüreyre'den rivayeten
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz
gece kalktığı zaman namazına iki hafif rek'aile baslasın." (Bu hadislerin
ikisini de Müslim rivayet etmiştir.)
4- Ailesini
uyandırmak sünnettir. Ebû Hüreyre'den rivayeten Nebî aleyhisselam şöyle
buyurmuştur: "Gece namaza kalkıp kılan ve hanımını uyandıran, eğer
uyanmazsa yüzüne su serpen kişiye Allah rahmet etsin. Gece kalkıp namaz kılan
ve kocasını uyandıran uyanmazsa yüzüne, su serpen kadına da Allah rahmet
etsin." Yine Ebû Hüreyre'den rivâyeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: "Kişi gece eşini kaldırıp beraberce namaz
kılarlarsa veya beraberce iki rek'at kılarlarsa Allah'ı zikreden erkekler ve
kadınlardan (zâkirîn ve zâkirâl) yazılırlar." (Hadisi Ebû Dâvûd ve
diğerleri sahih bir senetle rivayet etmişlerdir.) Ümmü Scleme'den rivayeten,
Nebî aleyhisselam bir gece uyanarak şöyle dedi: "Sübhânallah! Bu gece nice
fitneler indiriidi. Nice hazineler indirildi. Hücre sahiplerini (yani
Rasûlüllah'ın hanımlarını) kim uyandıracak? Dünyada nice giyinenler var ki
kıyamet günü çıplaktırlar. (Hadîsi Buhârî rivayet etmiştir.) Ali'den (r.a.)
rivayeten: "Rasûlüllah, Ali ile Fatıma'nm kapılarını çalarak onlara;
"Gece kalkıp namaz kılmıyor musunuz?" diye sordu. Fatıma: "Ey
Allah'ın Rasûlü, canımız Allah'ın elindedir. Kaldırmak dilediğinde bizi
kaldırır," diye Rasûlüllah'a cevap verdi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem bu söz üzerine dönüp gitti. Sonra Fatıma, Rasûlüllah'ın dizlerine
vurarak şöyle dediğini işitti: "İnsanın en çok yaptığı iş tartışmadır.
"[48]
(Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.)
5- Kişiyi
uyku basınca, uykusu açılıncaya kadar uyuyup, namazını sonraya bırakması:
Âişe'den rivayeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-tem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz gece kalktığı zaman, Kur'ân'dan ne okuduğunu anlayamazsa
yatsın." (Hadisi Müslim rivayet etmiştir.) Enes şöyle dedi:
"Rasûlüllah iki direk arasında uzanmış bir ip varken mescide girdi. 'Bu
nedir?' deyince, 'Zeyneb'in namaz kılması içindir, yorulduğu zaman bu ipe
tutunarak kalkar' dediler. 'Onu çözün; sizden biriniz namazı dinç iken kılsın.
Ağırlık çöktüğü zaman veya yorulunca biraz uyusun,' buyurdu." (Hadisi
Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.)
6- Gücü
yettiği kadar namaza kalkıp nefsini zorlamamak: Gece namazını devamlı yapıp,
zaruret olmadan terkeunemck. Âişe (r.a.)'den rivayeten, o demiştir ki;
Rasûlüllah sallaliahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Gücünüz yettiği
kadar amelleri yapınız. Allah'a yemin olsun ki, siz usanmayınca Allah
usanmaz." (Hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.) Yine Buhârî ve
Müslim'in rivayetine gö're; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e
"hangi amel daha sevimlidir?" diye soruldu. Rasûlüliah sallallahu
aleyhi ve selicm: "Az da olsa devamlı olandır," buyurdu. Müslim,
Âişc'den rivayeten demiştir ki: "Rasûlüllah'ın ameli devamlı idi. Bir amel
yaptığı zaman onu devamlı yapardı." Abdullah bin Ömer'den rivayeten,
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurdu: "Ey Abdullah,
sen falanca gibi olma. O, gece namazına kalkardı. Şimdi ise gece namazını
terkediyor." (Hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.) Yine Buhârî ve
Müslim'in İbn Mes'ûd'dan rivayet ettiklerine göre: Nebî aleyhissc-lam'm yanında,
sabaha kadar uyuyup uyanmayan bir adam hakkında konuşulunca, Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem: "Bu adamın şeytân kulaklarına
bevletmiştir." buyurdu. Buhârî ve Müslim'in Salim bin Abdullah bin
Amr'dan, onun da babasından aldığı rivayete göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem Ömer (r.a.)e: "Abdullah ne iyi adamdır. Keşke gece kalkıp namaz
kılsaydi," buyurdu. Salim diyor ki: "Bu sözden sonra Abdullah biraz
uykudan başka uyumazdı."
Gece namazının, yatsı
namazından sonra olmak üzere gecenin evvelinde, ortasında ve sonunda kılınması
caizdir. Enes (r.a.) Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in namazını anlatırken
demiştir ki: "Biz Rasûlüllah'i hiç ummadığımız anda namaz kılarken gördük.
Yine hiç ummadığımız anda uykuda bulurduk. Bir ay oruç tutmaya başlar. Hiç
iftar etmeyecek derdik, bir de iftar eder, hiç oruç tutmayacak derdik."
(Hadisi Buhârî, Ahmed, Nesâî rivayet etmiştir.) Hafız şöyle dedi:
"Rasûlüllah'm teheccü-dü için muayyen bir vakit yoktu. Kolayına gelen zamanda
kılardı."
Efdal olan gecenin son
üçte birine kadar tehir etmektir.
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-İcm şöyle buyurdu:
"Rabbimiz her gece gecenin son üçte biri kalınca dünya semasına nüzul
ederek şöyle buyurur: "Yok. mudur duâ eden, duasını kabul edeyim? Yok
mudur benden isteyen, istediğini vereyim? Yok mudur af isleyen, onu af
edeyim?" (Hadisi Buhârî, Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâcc
rivayet etmiştir.)
Amr bin Abese
(r.a.)'dcn rivayetle; o şöyle demiştir; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
scllcm'dcn şöyle buyurduğunu işittim: "Kulun rabbine en yakın olduğu zaman
gecenin son kısmıdır. Eğer bu saatlerde Allah'ı zikredenlerden olabilirsen
ol." (Hadisi Hâkîm rivayet ederek; "Müslim ve Tirmizî'nin şartlarına
uygun olup hasen ve sahihtir," demiştir. Hadisi aynı şekiide Nesâî ve İbn
Huzeyme'dc rivayet etmiştir.)
Ebû Müsüm (r.a.) Ebû
Zer'e şöyle dedi: "Gecenin ne zamanında namaz kılmak efdaldir?" O
da: "Senin sorduğunu Rasûlüllah'a sordum. Şöyle buyurdu: 'Gece yarısından
sonra kılman namazdır. Bunu az kişi yapar.'" (Hadisi Ahmed iyi bir senetle
rivayet etmiştir.)
Abdullah bin Amr
(r.a.)'dan rivayeten; Nebi aleyhisselam şöyle buyurdu: "Allah'ın en çok
sevdiği oruç Dâvûd peygamberin orucudur. Allah'ın en çok sevdiği namaz Dâvûd
aleyhisselam'ın namazıdır. Dâvûd aleyhisselam, gece yarısına kadar uyur, üçle
birinde namaz kılar. Altıda birinde yine uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün
iftar ederdi." (Hadisi Buharı, Müslim, Nesâî, Ebû Dâvûd, İbn Mâcc rivayet
etmiştir.)
Gece namazlarına
mahsus belli bir sayı, belli bir sınır yoktur. Yatsı namazından sonra vitrin
tek bir rek'atı oîsa dahi gece namazı gerçekleşmiş olur.
Semure bin Cündüb
(r.a.)'dcn rivayeten; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah bize gece az veya çok
namaz kılmamızı, sonunu tek rek'at yapmamızı emretti." (Hadisi Taberâni ve
Bezzâr rivayet etmiştir.)
Enes (r.a.)'in
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den merfû olarak rivayet ettiğine göre,
Nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Benim mescidinde kılman namaz on bin
rek'ate denktir. Mescid-i Haram'da kılman namaz yüz bin rek'at namaza denktir.
Nöbet yerinde kılman namaz bir milyon rek'at namaza denktir. Bundan daha büyüğü
gece yarısında kılman iki rek'at namazdır. (Hadisi Ebû Şeyh ve İbn Hibbân
"Sevab" kitabında rivayet etmiştir. Münzirî de "Terğîb ve
Tcrhib" adındaki kitabmda bu hadis hakkında bir şey dememiştir.)
İyâs bin Muâviye
el-Müzenî (r.a.)'den rivayeten; Rasûlüllab sallallahu aleyhi ve selîem şöyle
buyurdu: "Bir koyun sağacak kadar da olsa gece namazı kılmak gerekir.
Yatsı namazından sonra kılman namaz gece namazıdır." (Hadisi Taberani
rivayet etmiştir.. Muhammcd bin Ishâk'dan başka hadisin ravileri sağlamdır.)
îbn Abbâs (r.a.)'dan
rivayeten; o şöyle demiştir: "Gece namazından bahsettim. Bazıları,
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu,' dediler:
"Gecenin yarısında, üçte birinde, dörtte birinde bir deve, bir koyun
sağacak kadar bîr müddettir."
Yine İbn Abbâs
(r.a.)'dan rivayeten; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah bize gece namazım
kılmayı emretti, ve gece namazına teşvik etti. Hallâ 'bir rck'al da olsa gece
namazı kılınız,' buyurdu." (Hadisi Tâberanî "Kebir" ve
"Evsat"ta rivayet etmiştir.)
Efdal olan onbir rek'at
veya onüç rek'at üzere devam etmektir. Bu rck'aılarm arasını bitiştirmek veya
ayırmak hususunda muhayyerdir. Âişe (r.a.) şöyle demiştir: "Rasûlüllah
Ramazan'da ve diğer günlerde onbir rek'atı artırmazdı. Önce dört rek'at
kılardı. Onun güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma. Sonra dört rek'at daha
kılardı. Onun güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma. Sonra üç rek'at kılardı.
Onun güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma." (Âişe (r.a.): "Ya
Rasûlallah, vitir kılmadan önce uyuyor musun?" diye sordum. Cevaben:
"Ya Âişe gözlerim uyur, kalbim uyumaz." buyurdu. (Hadisi Buhârî,
Müslim rivayet etmiştir.) Yine Buhârî ve Müslim'in Kasım bin Muhammcd'den
rivayetlerine göre; o demiştir ki: Âişe'nin şöyle dediğini işittim:
"Rasûlüİlah'm gece namazı on rek'at olup sonra bir rek'at ile vitir
yapardı."
Müslim'de Âişe'dcn
yapılan rivayette Nebî aleyhisselam ağrı veya diğer bir sebepten dolayı gece
namazını kaçırırsa, gündüz oniki rek'at kılardı. Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû
Dâvûd, İbn Mâce'nin Ömer (r.a.)'den rivayet etliklerine göre Nebi aleyhisselam
şöyle buyurdu: "Bir kimse her hangi bir sebepten dolayı gece okuduğu
virdinin tamamını veya bir kısmını okuyamayıp uyursa, sabah ile öğle arası
okuduğu takdirde gece okumuş gibi sevap yazılır."
Ramazan gecesi namaz
kılmak veya teravih namazı kılmak erkek ve kadınlara sünnettir. Yatsı
namazından sonra, vitirden önce ikişer rek'at olarak eda edilir. Vitirden sonra
kılınması caiz ise de, efdal olan'tersini yapmaktır. Teravihin vakti gecenin
sonuna kadar devam eder. Ebu Hürey-re'den yapılan rivayete göre, o şöyle
demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan gecesinde,
kesin olarak emretmeden namaz kılmayı teşvik eder ve şöyle buyururdu:
"Her kim Ramazan'da inanarak, karşılığını Allah'tan bekleyerek namaz
kiiarsa geçmiş günahları affolunur." (Hadisi Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebû
Dâvûd, Nesâî ve îbn Mâce rivayet etmiştir.) Âişe (r.a.)'dcn rivayet edildiğine
göre, o şöyle demiştir: "Rasû-lüllah Mescid'de namaz kıldı. Çok insanlar
onunla beraber kıldılar. Ertesi gece yine kıldı. Arkasındaki cemaat çoğaldı.
Üçüncü gece cemaat toplanınca onlara namaz kıldırmaya'çıkmadı. Sabah olunca
şöyle buyurdu: 'Sizin ne yaptığınızı gördüm. Size çıkıp namaz kıldırmaktan
beni engelleyen, size farz olacağı korkusundan başka bir şey değildir."
Bu durum Ramazan'da oldu." (Hadisi Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû
Dâvûd ve İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Buhârî, Müslim,
Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâcc'nin Âİşe (r.a.)'den rivayet ettiklerine
göre; "Rasûlüllah sailallahu aleyhi ve seîlem Ramazan'da ve diğer
gecelerde onbir rek'atten fazîa kılmazdı." İbn Hu-zeyme ve İbn
Hibbân,"Sahîh"!erinde Cabir (r.a.)'den rivâyeten: "Rasûlül-İah
onlara sekiz rek'at ve ayrıca vitir kıldırdı. Sonra ertesi gece bekleştiler,
onlara çıkmadı." Ebû Ya'lâ ve Taberânî'nin Cabir (r.a.)'dcn iyi bir
senetle rivayet ettiklerine göre, o şöyle demiştir: "Übcy bin Ka'b
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek": 'Ya Rasûlalîah, bu
gece, yani Ramazan gecesi ben bir şey yaptım,' dedi. Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem; 'Ne yaptın, ey Übey?' diye sorunca, Übey: 'Evime kadınlar
geldi. "Biz Kur'ân okuyarmyoruz, senin arkanda namaz kılalım,"
dediler. Ben de onlara sekiz rek'at ve vitri kıldırdım.' Bu Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sel-lem'den rıza sünneti olmuş oldu. Çünkü Rasûlüllah ona
bir şey demedi."
Nebî aleyhisselâmdan
gelen sünnet şekli budur. Bunun dışında sahîh birşey yoktur. Ömer, Osman ve Ali
(r.a.) zamanında insanların yirmi rek'at kıldıkları sabit olmuştur. Cumhur
fukahadan Hanefi'ler Hanbeli'ler ve Davud'un görüşü budur. Tirmizî şöyle
demiştir: "ilim ehlinin çoğu, Ömer, Ali ve Rasûlüllah'm diğer ashâb'mdan
rivayet edilen şekliyle yirmi rek'at olduğu görüşündedirler." Sevrî, îbn
Mübarek ve Şafiî de böyle demiştir. Şafiî, "insanların Mekke'de yirmi
rck'al kıldıklarına yetiştim," demiştir.
Bazı âlimler;
"sünnet olan, vitirle beraber onbir rek'atlır. Kalanı müstehabdır,"
demişlerdir. Kemal İbn Humâm şöyle demiştir: "Yirmi rek'atten,
Rasûlüllah'm kılıp sonra bize farz olur korkusuyla terketmiş olduğu kısmın
sünnet, kalanın müstehab olduğuna delil, Buhârî ve Müslim'de birlikte onbir
rek'at kıldığının sabit olmasıdır. Öyleyse Hanefi imamlarımızın usûlünde sünnet
olan sekiz rek'at olmasıdır. Oniki rek'at ise müstehabdır."
Teravih namazını tek
başına kılmak caiz olduğu gibi cemaatle kılmak da caizdir. Fakat Mescid'de
cemaatle kılmak cumhura göre efdaldir. Dalıa önce geçtiği üzere Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem müslü-manlara cemaatle namaz kıldırarak farz
olmasından korktuğu için buna devam etmedi. Sonra Ömer (r.a.) bir imamın
arkasında cemaati topladı. Abdurrahmân bin Abdülkârî şöyle demiştir:
"Ramazan gecesi Ömer'le (r.a,) mescide çıktım. Baklık ki insanlar ayrı
guruplar halinde kimisi yalnız kılıyor, kimisi beş-on kişilik guruplar halinde
kılıyor. Ömer: 'Bu cemaati bir imam arkasında toplarsam daha iyi olur
kanaatindeyim' dedi. Sonra bu işe karar verdi. Übey bin Ka'b'm imamlığı altında
onları topladı. Sonra başka bir gece Ömer'le-(r.a.) çıktım, insanlar bir imamın
arkasında namaz kılıyorlardı. Ömer: 'Bu ne güzel buluş (bid'at)'tır. Ancak bu
saatte uyuyanlar, kılanlardan daha hayırlıdır' demiştir. Ömer, gecenin sonunun
efdal olduğunu anlatmak istiyordu. Çünkü insanlar teravihi gecenin evvelinde
kılıyorlardı." (Hadisî Buhârî, İbn Huzeymc, Beyhakî ve diğerleri rivayet
etmiştir.)
Teravih namazında sünnet
olmuş bir kırâet şekli yoktur. Selefden vârid olduğuna göre onlar iki yüz âyet
kadar okurlardı. Ayakta durmanın uzunluğundan dolayı bastonlara dayanırlardı.
Fecrin doğmasının az önce-
sine kadar kalırlar,
hemen hizmetçilere günün doğması korkusundan dolayı yemeği acele
hazırlamalarını islerlerdi. Bakara sûresini sekiz rek'atte okurlar, eğer oniki
rck'aite okurlarsa bunu hafif sayarlardı. İbn Kudame demiştir ki: Ahmed şöyle
dedi: "Ramazan gecelerinde, özellikle kısa gecelerde cemaate imâm olan,
kısa okuyup, zorluk çıkarmaz." Kadı şöyle demiştir: "İnsanlar bütün
Kur'ân'ı işitsinler diye Ramazan'da bir hatimden noksan yapmak müstehab
değildir. Arkasında namaz kılanlara zorluk olacağından bir hatimden fazla
okumak da müstehab değildir. İnsanların durumuna göre okumak daha evlâdır.
Eğer cemaat uzun okumaya razı gelirse, uzun okumak efdaldir." Ebu Zcrr
(r.a.)'in dediği gibi: "Rasûiüllah ile namaza kalktık. Sahur yemeğini az
kalsın geçirecektik. Namaz kıldıran ikiyüz kadar âyet okudu."
Kuşluk namazının
fazileti hakkında pek çok hadis vârid olmuştur. îşle bazıları:
Ebû Zerden rivayeten,
Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden birinin her
mafsalı için bir sadaka vardır. Her teşbih bir sadakadır. Her tahmid bir
sadakadır. Her tehlil bir sadakadır. Her tekbir bir sadakadır. Emri bil
ma'rûfbir sadakadır. Kötülüklerden sakındırmak sadakadır. Bütün bu sadakaları
iki rek'at kuşluk namazı karşılar." (Hadisi Müsİim, Ahmed, Ebu Dâvûd
rivayet etmiştir.)
Ahmed ve Ebû Davud'un
Büreyde'dcn rivayetine göre, Rasûiüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "Bir insanda üçyüzaîtmiş mafsal vardır. Her mafsaî için
sadaka vermesi gerekir." Ashâb: "Kimin buna takati yeter ya
Rasûlallah?" diye sordu. Rasûiüllah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Mescid'dcki balgamı Örtmek, yoldaki bir şeyi kenara atmak, buna gücü
yetmezse iki rek'at kuşluk namazı kılmak bunu karşılar," buyurdu.
Şevkânî şöyle der:
"Bu iki hadis kuşluk namazının faziletinin büyüklüğüne, mevkiinin Önemine
delâlet eder. Bu iki hadiste iki rek'atm üç-yüzaltmış sadaka yerine geçmesi
meşruiyetinin kuvvetli olmasına delildir. Böyle olan namazlara devam etmek
gerekir. Yine bu iki hadis, teşbih, tahmid ve tehlilin çoğaltılmasının meşrû
olduğuna delâlet eder. Aynı şekilde emri bil-ma'rûf, nehyi anil-münkcr, balgam
örtmek, yoldan geçenlere eziyet veren şeyi kaldırmak ve diğer insan üzerine
her gün lâzım gelen
sadakayı eda etmek ve
sair taat çeşitlerini yapmaya delâlet eder."
Nevvâs bin Sem'ân'dan
rivayeten, Nebî aleyhisselam demiştir ki: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Ey
ademoğlu gündüzün evvelinde dört rek'at kılmaktan çekinme ki, sana günün sonuna
kadar yeteyim." (Hadisi Hâkim ve Taberânî rivayet etmiştir. Hadîsin
râvileri sikadır. Hadisi ayrıca Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî,
Na'îmül-Ğatafânî'den iyi bir senetle rivayet dinişlerdir.) Tirmizî'nin lafzı
şöyledir: Rasûiüllah, Allah'dan naklederek şöyle buyurmuştur: "Allah
Teâlâ şöyle buyurdu: "Ey âdemoğlu, gündüzün evvelinde benim için dört
rekat namaz kıl ki, gündüzün sonuna kadar sana yeleyim."
Abdullah bin Amr
(r.a.)'dan rivayelen: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir scriyye
gönderdi. Scriyyc ganimet alarak süratle geri döndü. İnsanlar, gazadan çabuk
dönmeleri, ganimetlerin çokluğu ve savaş yerlerinin yakınlığı hakkında
bahsetmeye başladılar. Rasûiüllah şöyle buyurdu: 'Size gaza yeri olarak daha
yakın, ganimet bakımından daha çok, daha erken döneceğiniz bir şey söyleyeyim
mi? Kim abdcsl alır, camiye gider, kuşluk namazı kılarsa; onun gaza yeri daha yakın,
ganimeti daha çok, dönüşü daha kolaydır." (Hadisi Ahmed, Tabcranî rivayet
etmiştir. Ebû Ya'lâ da hadisin benzerini rivayet etmiştir.)
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten o şöyle dedi: "Dostum Rasûlüllah bana üç şeyi vasiyyet etti. Her
ay üç gün oruç tutmamı, iki rek'at kuşluk namazı ve uyumadan önce vitir
kılmamı." (Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etm iştir.)
Enes (r.a.)'dcn
rivayeten: "Rasûlüllah'i bir yolculukta kuşluk namazını sekiz rek'at
kılarken gördüm. Dönünce şöyle buyurdu: "Muhakkak ben kuşluk namazına
rağbet ettiğim için seferde bile onu kıldım. Rabbim-den üç şey istedim. İkisini
bana verdi. Birini vermedi. Ümmetimin kıtlık belâsına uğramamasını istedim,
duam kabul olundu. Ümmetime düşmanlarının galip gelmemesini istedim. Allah onu
da kabul etti. Ümmetimin fırkalara ayrılmamasını istedim. İşte bu dileğimi
Allah geri çevirdi.'" (Hadisi Ahmed, Nesâî, Hâkim, İbn Huzeyme rivayet
etmiş olup, Hâkim ve İbn Huzeyme hadisi sahihlemişlerdir.)
Kuşluk namazı müstehab
bir ibâdet olup, sevabını isteyen onu kılmalıdır. Eğer kılmazsa, terkinden
dolayı kınanmaz. Ebû Sa'îd'dcn rivayeten, o şöyle demiştir: "Rasûiüllah
kuşluk namazını kılardı da hiç terket-meyecek derdik. Bazan da terkederdi. Hiç
kılmayacak derdik." (Hadisi Tirmizi rivayet ederek hasen olduğunu
söyledi.)
Kuşluk namazının vakti
güneş bir mızrak boyu yükselince başlar, zevale gelince son bulur. Müstehab
olan, güneş yükselince hararet artın-caya kadar tehir etmektir. Zeyd bin
Erkam'dan rivayeten; o dedi ki: Nebî aleyhisselam Küba mescidine çıktığında
kuşluk namazı kılıyorlardı. Şöyle buyurdu: "Evvâbin namazı, deve yavrusu,
harareti hissettiği zaman kılınır." (Hadisi Ahmed, Müslim, Nesâî rivayet
etmiştir.)
Kuşluk namazı Ebu
Zerr'in hadisinde geçtiği gibi en az iki rek'attir. En çok ise Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in tatbikatından sabit olduğuna göre sekiz
rek'attir. Bundan daha çoğu, Rasûlüllah sallalîahu aleyhi ve sellem'in
sözlerinde yer aldığı üzere oniki rck'atıir. Ebu Ca'fer Taberî: "Açıkça
Şafiîlerden Rûyanî ve Melimî'nin ifadesiyle; bir topluluk 'kuşluk namazının
çoğu için bir hudut yoktur,' görüşündedirler," der. Irakî, Tirmizî
şerhinde şöyİc der: "Sahabe ve tabiinden, Rasûlüllah'm kuşluk namazını
sadece oniki rek'at kıldığını söyleyen hiçbir kimseyi görmedim. Süyûtî de
şöyle demiştir." Sa'id bin Mansûr'un Hasan'dan rivayet ettiğine göre
Hasan'a; "Rasûlüllah'm ashabı kuşluk namazını kılar mıydı?" diye
sorulunca, o da: "Evet," dedi. "Ashâb'dan kuşluk namazını iki
rek'at kılan olduğu gibi dört rek'al kılan da vardı. Onlardan bazıları namazı
günün yarısına kadar uzatırlardı." ibrahim Nehaî'den rivayeten; bir adam
Esved bin Yezîd'c sordu: "Kuşluk namazını kaç rek'at kılayım?" O da;
"Dilediğin kadar," diye cevap verdi. Ümmühanî'den rivayeten: "Nebî
aleyhisselam kuşluk namazını sekiz rek'at kıldı." Her iki rek'atte selâm
verdi. (Hadisi Ebû Dâvûd sahih bir senetle rivayet etti.) Aişe (r.a.)"den
rivayeten; o şöyle demiştir: "Nebî aleyhisselam kuşluk namazını dört
rek'at kılar, sonra Allah'ın dilediği kadar arttırırdı." (Hadisi Ahmed,
Müslim, İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Mubah işlerden
herhangi birisinin olmasını isteyenin onun hayırlı olup olmadığını araştırması
sünnettir. Farzın dışında, müekked sünnetler veya tahiyyet'ül-mescit namazı da
olsa gece veya gündüz vakitlerindeki iki rek'at namaz kılar. Fatiha'dan sonra
dilediği sureyi okur, sonra Allah'a hamdeder, Rasülüne salâvât getirir. Sonra
Buhârî'nin Cabir'dcn rivayet ettiği şu duayı okur: Cabir diyor ki:
"Rasûlüllah bütün işlerinde, Kur'ân'dan
sûre öğretir gibi,
istihareyi de öğreterek şöyle derdi: Sizden biriniz bir işe niyetlendiği zaman
farzdan hariç iki rek'at namaz kılsın ve şöyle desin:
"Allah'ım ilminle
senden hayır İstiyorum, kudretinle senden kudret istiyorum. Senin büyük
fazlından istiyorum. Senin gücün yeter, benim yetmez. Sen bitirsin, ben bilmem.
Sen gaypları bilensin. Allahım sen bilirsin, eğer bu iş benim için dinimde,
yaşayışımda ve işlerimin sonunda hayırlı ise, o işi hemen veya sonra yap. O işi
benim için takdir et ve kolay kıl. Benim için bereketli eyle. Allahım sen
bilirsin Eğer bu iş dinim yaşayışım ve işlerimin sonunda kötü ise, onu benden
uzaklaştır. Ve beni de ondan uzaklaştır. Benim için hayır takdir et sonra ondan
razı ol." Sonra hacetini söylesin.
istihare namazına
mahsus bir kırâet olduğuna dair bir hadis gelmemiştir. Tekrarının müstehap
olduğuna dair de sahîh bir rivayet yoktur. Nehaî şöyle der: "istihareden
sonra kalbine doğan şeyi yapması gerekir. Ancak istihareden önce arzulamiş
olduğu yönde, istihare çıkarsa buna uymak gerekmez. Aksine, istihare yapanın
seçmesini kendi başına bırakması, arzularını karıştırmaması gerekir. Yoksa
Allah'dan hayır islememiş, hayır istediğinde sadakat göstermemiş, ilim ve
kudretin Allah'tan olduğundan uzaklaşmış olur. istiharesinde sadakat
gösterirse, kuvvet ve kudretin Allah'tan olduğuna teslim olmuş ve kendi
arzusunu seçmesinden kurtulmuş olur."
Ikrime, İbn Abbas'dan
rivayeten demiştir ki: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Abdülmuttalib'in
oğlu Abbas'a şöyle dedi: "Ey amcam sana sevap verilmesini, bağışlanmanı,
Allah tarafından sevilmeni ister misin? Sana on çeşit günâhını silecek bir şey
öğreteyim ki bunu yaptığın takdirde Allah, evvel ve âhir, eski ve yeni, bilerek
ve bilmeyerek, büyük ve küçük, gizli ve açık günâhlarını affeder: Dön rek'ât
namaz kılarsın. Her rek'atmda Fatiha ve bir sûre okursun, birinci rek'atte
okumayı bitirince ayakta iken: "Sübhânallahi ve'l-hamdüliliâhi ve la
ilahe illaltahu v'al-lahu ekber"i onbeş kerre söylersin. Sonra rükû'a
giderek rüku'daykcn on kcrrc aynısını söylersin. Sonra rüku'dan başını
kaldırınca on kere aynısını söylersin. Sonra secdeye iner on kere söylersin.
Secdeden başını kaldırır on kere söylersin. Sonra tekrar secde eder on kere
söylersin. Secdeden başını kaldırır on kere daha söylersin Böylece her
rck'atte yetmişbeş teşbih yapar diğer rck'allarda da aynısını yaparsın. Eğer
her gün bir kere kılmaya gücün yeterse kıl. Şayet gücün yetmezse her hafıa bir
kere kıl. Eğer bunu yapamazsan, senede bir kere kıl. Eğer onu da yapamazsan
ömründe bir kere kıl." (Bu hadisi Ebû Dâvûd, İbn Mâce, İbn Huzcyme, Taberani
rivayet etmiştir. Hafız şöyle demiştir: Bu hadis birçok yoldan rivayet edilmiştir.
Ve sahabeden bir cemaal tarafından da rivayet edilmiştir. Bunların en iyisi
Ikrimc'nin rivayetidir.) lkrime'nîn hadisini bir cemaal sahihîcmişiir ki,
onlardan bazıları şunlardır: Hafız, Ebû Bekir, Acûrî ve şeyhimiz Ebu Muhammed
Abdurrâhîm cl-Mısrî ve hocamız Hafız Ebû'l Hascn Makdisî'dir. İbn Mübarek şöyle
demiştir: "Teşbih namazı teşvik edilmiş olup, teşbih namazını her zaman
âdet haline getirmeli ve ondan gafil olmamalıdır."
İmâm Ahmed sahih bir
senetle Ebû Dcrdâ'dan şöyle rivayet etti: Ra-sûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: "Kim abdesl alır da, aldığı abdesti tam yapar, sonra
o abdestle iki rek'at namazı tam olarak kılarsa, islediği şeyi Allah ona hemen
veya sonra verir."
Ebu Bekir'den
rivayeten; o şöyle demiştir: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle
buyurduğunu işinim: "Herhangi bir kimse günah işler, sonra kalkıp abdest
alır, namaz kılarsa; sonra tevbe istiğfar ederse, Allah onu affeder." Daha
sonra Rasûlüllah şu âyeti okudu: "Ve bir günah işledikleri ve nefislerine
zulüm ettikleri zaman Allah'ı anarak hemen günâhlarının bağışlanmasını
isteyenler, hem de yaptıkları günâhda ısrar etmeyenler; işte onların mükâfatı
Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada
ebedî olarak kalacaklardır. Şu işleri yapanların mükâfatı ne de güzel d ir.
"[49] (Bu
hadisi Ebu Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce, Beyhakî, Tirmizî rivayet etmişler, Tirmizî,
'hadis hasen-dir,' demiştir.) Taberânî'nin "Mu'cem-i Kebir" kitabında
iyi bir senetle Ebû Derdâ'dan rivayet ettiğine göre; Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sel-İcm şöyle buyurdu: "Kim abdest alır da aldığı abdesti güzel
yapar, sonra iki rek'at veya farz olsun,nafilc olsun dört rek'at kılar, rüku ve
secdelerini iyi yapar, sonra Allah'dan af dilerse Allah onu affeder."
Âlimlerin ittifakıyla
güneş tutulması namazı erkek veya kadınlar hakkında müekkcd sünnettir. Cemaatle
kılınması her ne kadar şart değilse de cfdaldir. Bu namaza, "Es-salâtu
câmiatun" diye çağrılır. Cumhur ulema iki rek'at olduğunu söylemişlerdir.
Bir rek'atta iki rüku' vardır. Aîşe'den rivayeten; o şöyle demiştir: "Nebi
aleyhisselam'm bayatında güneş tutulduğunda Rasûlüllah mescide çıkarak kalkıp
tekbîr aldı. İnsanları arkasında saf etti. Uzun Kur'ân okuduktan sonra tekbir
aldı. Uzun rüku' yaptı. Bu rüku' kırâcltcn daha kısaydı. Sonra başını
kaldırarak: "Semi'al-lahu iiınen hamideh, Rabbena leke'lhamd" dedi.
Sonra yine kalktı. Birinci kırâctten daha az uzunca Kur'ân okudu. Sonra tekbîr
aldı. Birinci rüku'dan daha az rüku1' yaptı. Sonra tekrar "Semi'allahu
limen hamideh, Rabbena ve leke'l-haınd" dedi. Sonra secdeye gitti. Sonra
birinci rek'atte yaptığı gibi yapıp dört rüku' ve dört secde tamamlayarak iki
rek'at namazı bitirdi. Namaz bilmeden güneş açılmadı. Sonra kalkıp insanlara
hutbe okudu. Allah'ı lâyık olduğu üzere senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:
"Muhakkak güneş ve ay Allah'ın âyetlerinden birer âyettirler. Hiçbir
kimsenin ölümü veya hayan için tutulmazlar. Onların tutulduğunu görünce namaz
kılarak Allah'a sığının." (Hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.)
Yine Buhârî ve
Müslim'in İbn Abbâs'dan rivayetlerinde İbni Abbas Şöyle demiştir: "Güneş
tutulunca Rasûlüllah namaz kıldı. Bakara sûresi kadar uzunca Kur'ân okudu.
Sonra uzun bir rüku' yaptı. Sonra birinci kıyamdan daha az kıyamda durdu. Sonra
birinci rüku'dan daha az rüku'da kaldı. Sonra birinci kıyamdan daha az bir
kıyam yaptı. Sonra birinci rüku'dan az uzun bir rüku' yaptı. Secdeye gitti ve
dönünce güneş, açıldı.
(24) Şöyle buyurdu: "Güneş ve ay Allah'ın
âyetlerinden birer âyettir. Hiçbir kimsenin ölümü veya hayatı için tutulmazlar.
Onların tutulduğunu görünce Allah'ı zikredin." İbn Abdilber: "Bu iki
hadis, bu konuda rivayet edilenlerin en sahihidir," demişlir. İbn Kayyım:
"Kûsuf namazında açık ve muhkem sünnet her rek'atte rüku'un tekrar
edilmesidir" demişlir.
Âişe, İbn Abbâs,
Câbir, Übey bin Ka'b, Abdullah bin Amr bin Âs ve Ebû Musa el-Eş'arî;
Rasûlüllah'dan rivayetlerinde: "Her rek'atta rüku'u tekrarlamak
gerekir." demişlerdir." Rüku'un tekrar edileceğini rivayet edenler
hem sayı bakımından çok, hem de Rasûlüüah sallallahu aleyhi ve sellem'le olan
hususî sohbetleri ile ilimleri bakımından, tekrarını zikret-meyenlerden daha
öndedir. Malîkî, Şafiî ve Ahmed'in görüşü budur. Ebû Hanîfc, küsûf namazının,
cuma ve bayram namazları gibi iki rek'at kılınması görüşündedir.
Numan bin Beşîr şöyle
demiştir: "Rasûlüllah bize sizin namazınız gibi küsûf namazı kıldırdı.
Rüku' eder, secde eder, güneş açılıncaya kadar Allah'a duâ ederdi."
Kabiscl'ül-Hilalî hadisinde Rasûiüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "Güneşin tutulduğunu gördüğünüz zaman farz namazları
kıldığınız gibi iki rck'al kılınız." (Hadisi Ahmed ve Nesâî rivayet
etmiştir.)
Her iki rek'atte Fatiha'yı
okumak vâcibdir. Sonra Kur'ân'dan dilediği âyeti okumakta serbesttir. Kırâeü
açık ve gizli yapmak caizdir. Ancak Buhârî, açık okumak daha doğrudur,
demişlir. Namazın vakti, güneş tutulduğundan açılıncaya kadardır. Ay
tutulmasının namazı güneş tutulması gibidir. Hasan Basri şöyle demiştir: İbn
Abbâs Basra valisi iken ay tutuldu. Çıkıp bize iki rek'at namaz kıldırdı. Her
rck'atia iki rüku' yaptı. Sonra binek üzerine çıkıp şöyle dedi: "Muhakkak
ben Rasûlülîah'ı gördüğüm gibi namaz kıldım." (Hadisi Şafiî
"Müsncd"indc rivayet etmiştir.)
Tekbir, duâ, sadaka ve
istiğfar müstehabdır. Buhârî ve Müslim'de Âişc (r.a.)'dcn rivayet edilen
hadisle Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-lcm şöyle buyurdu: "Muhakkak
güneş ve ay Allahın âyetlerinden birer âyettir. Hiç kimsenin hayalı ve Ölümü
için tutulmazlar. Tutulduğunu gördüğünüz zaman Allah'a duâ edin. Tekbir alın,
sadaka verin ve namaz kılın." Yine Buhârî ve Müslim'in Ebu Musa'dan
rivayet ettiklerine göre Ebû Musa şöyle demiştir: "Güneş tutuldu.
Rasûlüilah kalkıp namaz kıldı. Ve şöyle buyurdu: "Güneş ve ayın
tutulmasını gördüğünüzde Allah'ı zikrederek ona sığının, duâ ve istiğfar
edin."
Istiska; Su
istemektir. Buradaki mânâsı ise, kuraklık olup yeryüzünde yağmur kesildiği
zaman Allah'dan yağmur yağmasını istemeklir.
1- İmâm,
cemaate kerahet vakti dışında iki rek'at namaz kıldırır. Birincide
"Fatiha" ile "Sebbih'isme Rabbike'1-A'lâ"; ikincide
"Faiiha"dan sonra "Gaşiye" sûresini açıktan okur. Namazdan
sonra veya önce hulbe okur. Hutbe bitince bütün namaz kılanlar, dış
elbiselerinin sağ tarafını sol tarafa, sol tarafını sağ tarafa çevirirler ve
kıbleye dönerler. Ellerini iyice kaldırarak Allah'a duâ ederler. İbn Abbâs'dan
rivayeten; o demişlir ki: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem mütevazi
eski elbisesini giyerek, huşu içinde tazarru ederek, bayram namazını kıldığı
gibi iki rek'at namaz kıldı. Sizin bu hutbeniz gibi hutbe okumadı."
(Hadisi Buharı, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî rivayet etmiştir. Tirmizi,
Ebu Avane ve İbn Hibban hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir.) Aişe (r.a.)'den
rivayelen: "insanlar Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e yağmurun
yağmadığından şikâyet ettiler. O da musallaya bir minber konmasını emretti. Ve
bir gün oraya çıkacağına söz verdi. Güneşin harareti şiddetlenince musallaya
çıkıp minbere oturdu. Tekbir ve hamd'den sonra şöyle buyurdu: '-Siz bana
yerinizin kuraklığından şikâyet etliniz. Allah kendisine duâ etmenizi size
emrediyor. Ve duanızın kabul olacağını vaad ediyor." Sonra şöyle buyurdu:
"HamdÂlemlerin
rabbi olan Allah'adır. O, Rahman ve Rahimdir. Kıyamet gününün sahibidir.
Allah'dan başka ilâh yoktur. Dilediğini yapar. Allahım senden başka ilâh
yoktur, Sen Ganîsin, biz fakirleriz; bize yağmur yağdır. Bize indirdiğin
yağmuru kuvvet kıl." Sonra koltuk altları görününceye kadar ellerini
kaldırarak duâ etmeye devam etti. Sonra sırtını insanlara çevirdi. Ellerini
kaldırarak dış elbisesini ters çevirdi. Sonra insanlara döndü ve minberden
indi. iki rek'at namaz kıldı. O anda Allah bir bulut gönderdi. Gök gürledi,
şimşek çaktı. Sonra Allah'ın izni ile yağmur yağdı. Daha mescide gelmeden sel
gibi yağmur yağdı, insanların evlerine sür'atle koştuklarını görünce dişleri
görününceye kadar gülümseyerek, şöyle buyurdu: "Şehadet ederim ki Allah
her şeye kadirdir. Ve şeha-det ederim ki ben Allah'ın kulu ve Rasûlüyüm."
(Bu hadisi Hâkim rivayet ederek sahihlemiş, Ebû Dâvûd ise, "bu hadis garip
olup, senedi iyidir" demiştir.) Ubbâd bin Temîm'den o da amcası Abdullah
bin Zeyd el-Mâzinî'den rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem,
yağmur duası eden insanların yanına çıktı. Onlara iki rek'at namaz kıldırarak
kırâeti açıktan yaptı." (Hadisi; Buharî, Müslim, Tirmizî, îbn Mâce ve Ebû
Dâvûd rivayet etmiştir.) Ebû Hüreyre şöyle demiştir: "Rasûlüllah bir gün
yağmur duasına çıktı. Ezansız ve kâmetsiz iki rek'at namaz kıldırdı. Sonra bize
hutbe okudu. Allah'a duâ etti. Ellerini kaldırarak yüzünü kıbleye çevirdi.
Sonra elbisesini ters çevirerek sağ tarafını sol tarafına, sol tarafını sağ tarafa
çevirdi." (Hadisi Ahmed, Îbn Mâce ve Beyhakî rivayet etmişlerdir.)
2- İmâmın
cuma hutbesinde duâ etmesi, namaz kılanların imâmın duasına âmin demesi: Buharı
ve Müslim'in Enes'den rivayet ettiklerine göre: Bir adam cuma günü mescide
girdi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ayakta hutbe okuyordu. Adam:
"Ya Rasûlallah, mallar helâk oldu, yollar kesildi. Yağması için bize duâ
et," dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini kaldırarak
şöyle buyurdu: "Allah'ım bize bereketli yağmur yağdır. Allah'ım bize
bereketli yağmur yağdır. Allah'ım bize bereketli yağmur yağdır." Enes
(r.a.) şöyle dedi:-"Vallahi gökte herhangi bir bulut ve bulut parçası
görmüyorduk. Bir de baktık, bizimle dağ arasında her hangi bir ev ve barınak
yoktu ki, arkasından kalkan gibi bir bulut çıkmasın. Nihayet bulutlar göğün
ortasına gelince yayıldılar ve yağmur yağdı. Vaüahi güneşi bir hafta göremez
olduk. Ertesi cuma yine o kapıdan bir adam giriverdi. Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem hutbe okuyordu. Ayakta Rasûiüllah'm karşısına dikilerek:
"Ya Rasûlallah, mallar helak oldu, yollar kesildi. Allah'a duâ et de
yağmuru dindirsin." Rasûlüllah aleyhisselam ellerini kaldırarak: "Ey
Allah'ım üzerimize değil etrafımıza yağdır. Allah'ım dağlara, tepelere, vadi
içlerine ve ormanlara." diye duâ etti. Müteakiben yağmur dindi. Biz de
güneşe karşı çıkıp yürümeye başladık.
3- Cuma günü
dışında, mescidde veya dışında namaz kılmadan yalnızca duâ etmek: îbn Mâce ve
Ebû Avâne'nin rivayetlerinde îbn Abbâs şöyle demiştir: Bir Arap Rasûlüllah'a
gelerek şöyle demiştir: "Ya Rasûlallah, ben kıtlık sebebiyle çobanların
yiyecek bulamadığı ve hayvanlarının kuyruklarını sallamadığı bir kavmin
yanından geliyorum." Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
minbere çıkarak Allah'a hamd etti ve şöyle buyurdu: "Ey Allah'ım, bize
yardım eden içimize sinen, bol,faideli, her tarafı kaplayan, her tarafa akıp
giden bir yağmur ihsan et." Sonra öyle yağdı ki, yeryüzünde "biz
hayata kavuştuk" demeyen hiçbir kimse kalmadı. (Hadisi Îbn Mâce ve Ebû
Avâne rivayet etmiştir. Hadisin râvileri sikadır. Hafız, 'Telhis' kitabında bu
hadis hakkında bir açıklamada bulunmamışür.)
Şurahbil bin Sımt'len
rivayeten; o Ka'b bin Mürre'yc şöyle demiştir: "Ya Ka'b, Rasûlüllah'dan
bana hadîs rivayet et." O da "Rasülülîah'dan şöyle buyurduğunu
işittim," diyerek devam etti: Bir adam Rasûlüllah'a gelerek: "Mudar
kabilesi için Allah'dan yağmur talebinde bulun" dedi. Adam: "Ya
Rasûîallah Allah'dan yardım istersen sana yardım eder. Allah'a duâ edersen
duanı kabul buyurur." dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
ellerini kaldırarak "Yâ Rabbi, bize yardım eden içimize sinen,
bol,faideli, her tarafı kaplayan, her tarafa akıp giden, zarar vermeyen faydalı
yağmur ihsan et." Onlar da bu duaya 'âmin' dediler. Sonra çok geçmeden Rasûlüllah'a
yağmurun çokluğundan şikâyet ederek; "Evler yıkıldı," dediler.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem tekrar ellerini kaldırarak:
"Allah'ım etrafımıza yağdır, üzerimize değil" diye duâ buyurunca,
bulutlar parçalanıp sağa sola dağılmaya başladılar. (Hadisi Ahmed, İbn Mâce,
Beyhakî, îbn Ebî Şcybe, Hâkim rivayet etmiştir. Hâkim, hasen sahih olduğunu ve
Buhârî ve Müslim'in şartlarına uyduğunu söylemiştir.)
Şa'bî'dcn rivayeten; o
şöyle demiştir: "Ömer (r.a.) yağmur duasına çıkarak istiğfardan fazla bir
şey yapmadı. Kendisine 'biz senin yağmur duası yaptığını görmedik' denilince
şöyîe dedi: "Ben, kendisiyle yağmur islenen gökteki yıldızlarla yağmur
istedim." Sonra şu âyeti okudu: "Rab-binize istiğfar edin. Şüphesiz O
bağışlayandır. Gökten size yağmuru iyice yağdırır. Rabbinize istiğfar edin,
sonra ona tevbe erim. "[50]
(Hadisi Saîd, Sünen'inde, Abdürrezzâk, Beyhakî, İbn Ebî Şeybe rivayet etmişlerdir.)
Bu konuda rivayet
edilen duaların bazısı aşağıdadır:
Şafi'î şöyle demiştir:
Salim bin Abdullah'ın babasından, onun da Nebi aleyhi selam'dan merfû olarak
rivayet ettiği hadîse göre: Nebi aleyhisselam yağmur duası yapacağı zaman
şöyle derdi:
"Allahım, bize
yardım eden, içimize sinen, bol, faydalı, her tarafı kaplayan, her larafa akıp
giden yağmur ihsan el. Allahım, bize bereketli yağmur yağdır. Dizi ümitlerini
kesenlerden eyleme, Rabbimiz, kullarda, beldelerde, hayvanlarda ve diğer
mahlûkalında, öyle güçlük, öyle darlık ve sıkıntı var ki, bu durumu senden
başkasına arzedemeyiz. Allahım, ekinlerimizi bitir. Bizim için memeleri sütle
doldur. Bize göğün bereketlerinden su ver. Bize yeryüzünün bereketlerinden
yetişlir. Allahım, bizden güçlüğü, açlığı ve çıplaklığı kaldır. Bizden belâları
gider, senden başka belâları giderecek yoktur. Allahım, senden mağfiret
dileriz. Şüphesiz sen çok bağışlayansın. Artık bize semadan bol bol yağmurlar
yağdır." Şafiî: İmamın bu duayla, duâ yapmasını severim" demiştir.
Sa'd'dan rivayet
olunduğuna göre; Nebi aieyhisselam yağmur duasına çıkınca şöyle duâ etmiştir:
"Allahım, bize
kesif, pek gürültülü, bardaktan boşamrcasına inen, şimşekli bir bulut kaplat.
Ondan bize irili ufaklı yağmur tanelerini aralıksız yağdır, ey celâl ve ikram
sahibi." (Hadîsi Ebû Avânc Sahih'inde rivayet etmiştir.)
Amr bin Şuayb'ın
babasından, onun da dedesinden rivayet ettiğine göre demiştir ki: Rasûlüllah
yağmur duasına çıktığı zaman:
"Allahım,
kullarını ve hayvanlarım sula, rahmetini üzerimize saç ve ölü hâle gelen
beldeni ihya et." diye duâ ederdi. (Hadîsi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Yağmur görüldüğü zaman
"Allahım bize faydalı yağmur yağdır." demek müstehabdır. Sonra,
yağmur isabet eîsin diye vücudun bir kısmı açılır. Yağmur fazlaiaşıp da,
zararından korkulursa şöyle dua edilir:
"Allahım, bizi
rahmetinle sula, bize yağmurla azap ve belâ verme, bizi helak edip boğma. Allahım,
dağlara, tepelere ve ağaçlara yağdır. Üzerimize değil etrafımıza yağdır."
Bu duaların hepsi
sahih olup, Nebi aleyhisselam'dan sabit olmuşlardır.
Her kim secde âyetini
okur veya duyarsa, tekbir alarak secde yapması, sonra secdeden kalkarken
tekbir alması müstchabdır. Buna "tilâvet secdesi" denir. Bu secdede
teşehhüd ve selâm yoktur. Nafi'in, İbn Ömer'den rivayetine göre demiştir ki:
"Rasûlüllah bize Kur'ân okur, secde âyetine gelince tekbir alır, secde
eder, biz de secde ederdik." (Hadisi Ebû Dâvûd, Beyhakî, Hâkim rivayet
etmiş, Hâkim, 'badis, Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir,' demiştir.
Ebû Dâvûd şöyle demiştir: "Abdürrc/.zâk 'bu hadîs Sevrî'nin beğendiği bir
hadistir.' demiştir." Ebû Dâvûd; "İçinde tekbir geçtiği için bu
hadisi beğeniyordu." demiştir.) Abdullah bin Mcs'ud (r.a.) şöyle
demiştir: "Secde âyetini okuduğun zaman tekbir al ve secde et, başını
kaldırınca yine tekbir al."
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ademoğlu
secde âyetini okuyup secde ettiği zaman, şeytan ağlayarak uzaklaşır; şöyle der:
'Eyvah, âdemoğlu secde ile emro-lundu. Secde etti, ona cennet var. Ben ise,
secde ile emrolundum, âsî oldum. Bana cehennem var.'" (Hadisi Ahmed,
Müslim ve İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Cumhur ulema, tilâvet
secdesini okuyan ve dinleyene sünnet olduğu görüşündedirler. Buhârî'nin Ömer
(r.a.)'den rivayetine göre; Ömer, cuma günü minberde NahI suresini secde
âyetine kadar okuyup indi. insanlar secde ettiler. Öbür cumada yine aynı sureyi
okudu. Secde âyetine gelince şöyle dedi: "Ey insanlar secde ile
enırolunmadik. Kim secde ederse doğru yapmış olur. Kim de secde etmezse bir
günah yoktur." Diğer bir lâfızda şöyle denmektedir: "Allah bize
secdeyi farz kılmadı. Dilersek yaparız." Buharî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî
ve Tirmizî'nin Zeyd bin Sâbil'ten rivayetlerine göre o şöyle demiştir:
"Rasûlüllah'm huzurunda "Nccm" sûresini okudum; secde
etmedi." (Hadisi Dârekutnî rivayet etmiş ve "bİz-den de kimse secde
etmedi" demiştir.) Hafız, 'Fetih' kitabında: "Rasûlüllah'm bu terki,
caiz olduğunu beyan etmek içindir," görüşünü tercih etmiştir. Şafiî de bu
görüşü kesin olarak ifade etmiş olup Bezzâr ve Dârckutnî'nin Ebû Hürcyre'den
yaptıkları rivayet de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Bu rivayet şöyledir:
"Nebî aleyhisselam Necm süresinde secde etti. Biz de onunla beraber secde
etlik." (Hafız 'Fetih' kitabında hadîsin ricali sağlamdır, demiştir.) İbn
Mes'ud (r.a.)'dan rivayeten: "Nebi aleyhisselam, Nccm sûresini okudu,
secde etti. Beraberindekiler de secde etliler. Sadece Kurcyşli bir ihtiyar bir
avuç çakıl taşı veya toprak alıp alnına götürerek; "bu bana yeter,"
dedi. Abdullah "o adamın daha sonra bir kâfir olarak öldürüldüğünü
gördüm," demiştir." (Hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.)
Kur'an'da secde âyeti
onbeş yerde geçmekledir. Amr bin As (r.a.)'dan rivayeten; Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve scllcm ona, Kur'an'da onbeş secde okuttu. Onlardan üçü, uzun
(mufassal) sûrelerde; ikisi Hâc sûresindedir. (Hadisi Ebu Dâvûd, İbn Mâcc,
Hâkim, Dârekutnî rivayet etmiş, Münzirî ve Nevevî hadisi hasen saymıştır.)
Secde âyetleri şunlardır:
1- Gerçekten
Rabbinin katında olanlar Allah'a kulluk etmekten asla kibirlenmezler. O'nu
tenzih eder yüceltirler ve yalnız O'na ibâdet için secde ederler. (A'râf: 206).
2- Göklerde
ve yerde ne varsa, ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah aksam Allah'a
secde eder. (Ra'd: 15).
3- Göklerde
ve yerde olan canlılarla melekler kibirlenmedikleri halde hep Allah'a secde
ederler. (Nahl: 49).
4- Şöyle de:
"Evlât edinmeyen, mülkünde ortağı bulunmayan ve zelil kimselerden
yardımcısı olmayan Allah'a hamdolsun." Onu noksanlıklardan yücelt de
yücelt." (Isrâ: 107).
5- Kendilerine Rahman olan Allah'ın âyetleri
okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. (Meryem: 58).
6- Görmedin
mi göklerde ve yerde olan her şey güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar,
hayvanlar ve insanlardan çok kimseler hep Allah'a secde ediyor. Bir çocuğunun
da üzerine azâb hak olmuştur. (Hac: 18).
7- Ey imân
edenler namazlarınızda rükû ve secde edin. Rabbinize ibâdet edin ve hayır yapın
ki kurtulabilesiniz. (Hacc: 77).
8- Kâfirler
'Rahmân'a secde edin,' dendiği zaman derler ki, 'Rahman neymiş, bize emrettiğin
şeye secde ini ederiz?' Bu emir büsbütün imândan uzaklaşmalarını arttırdı.
(Furkan: 60).
9- Şeytân
onlara şöyle öğretti: "Göklerde ve yerde gizli olan yağmur ve nebatı
meydana çıkaran gizledikleri ve açıkladıkları şeylerin hepsini bilen Allah'a
secde etmesinler." (Nem!: 25).
10- Bizim
âyetlerimize öyle kimseler imân ederler ki: onlarla kendilerine Öğüt verildiği
zaman secdelere kapanırlar ve Rablerini hamd ile teşbih ederler ve
kibirlenmezler. (Secde: 15).
11 - Dâvûd
sanmıştı ki kendisine sırf bir imtihan açtık. Hemen Rab-bine istiğfar elti.
Secdeye kapandı ve tevbe ile Allah'a yöneldi: (Sa'd: 24).
12- Gece,
gündüz, güneş ve ay hep O'nun alâmetler indendir. Siz güneşe, aya secde
etmeyin de onları yaratan Allah'a secde edin. Eğer ona ibâdet etmek
istiyorsanız. (Fussilet: 37).
13- Allah'a
secde edin ve ibâdet edin. (Necm: 62)
14- Onlara
Kur'ân okunduğu zaman secde etmezler. (İnşikâk: 21).
15- Secde et
ve yaklaş. (Alak: 19).
Alimlerin ekserisi
namaz için gereken şartları, tilâvet secdesi için de şart koşmuşlardır.
Taharet, kıbleye dönmek, setr-i avret gibi, Şevkânî şöyle der: "Tilâvet
secdesi ile ilgili hadislerde, secde edenin abdestli olacağına dair bir işaret
yoktur. Rasûlüllah ile beraber bulunanlar, onunla beraber secde ederlerdi.
Onlardan, 'abdest alın' diye emrettiği hiç naklolunmadı. Hepsinin abdestli
bulunması uzak bir ihtimaldir. Yine onunla beraber müşrikler de secde ediyordu.
Halbuki onlar pistir, abdestleri sahih bile değildir." Buhârî'nin îbn
Ömer'den rivayetine göre; İbn Ömer abdestsiz secde ederdi. İbn Ebî Şcybe de
tbn Ömer'den aynı rivayeti yapmaktadır.' Beyhakı'nin, îbn Ömer senediyle
rivayet ettiği hadise gelince; Hafız 'Fetih' kitabında bunun sahih olduğunu
söyleyerek şöyle diyor: İbn Ömer dedi ki: "Kişi ancak temiz olarak secde
eder." Bu iki haberin arası Hafız'm sözüyle şöyle te'Iif edilir:
"Taharet kelimesi, cünûplükten yıkanmaya veya serbestliğe hamlolunur.
Birinci, abdeste izin veren görüşte zarurete yorumlanır. Bu durumda dahi
elbisenin veya yerin temiz olacağına delâlet eden hiçbir hadis yoktur. Ama
setr-i avret, imkân nisbeünde kıbleye dönmek ittifakla muteberdir."
'Fetih' kitabında şöyle geçmektedir: "Tilâvet secdesinin abdestsiz olarak
caiz olduğu konusunda İbn Ömer'e, Şa'bî'dcn başka kimse tâbi olmamıştır."
(Hadîsi İbn Ebî Şeybe sahih bir senetle tah-ric etmiştir.) Yine İbn Ebî
Şeybe'nin Ebû Abdurrahmân es-Sülemî'dcn tahric ettiğine göre; "bu zât
secde ayetini okur, abdestsiz olduğu halde kıbleye dönmeyerek yürüdüğü halde ve
îmâ ile secde ederdi." İbn Ömer'e chl-i beyt'ten bazı muvafakat edenler
vardır.
Tilâvet secdesi eden
kimse dilediği duayı yapar. Bu konuda Rasûlül-lah sallallahu aleyhi ve
sellem'den Aişe (r.a.) hadisinin dışında hadis rivayet sahih olmamıştır. Aişe
(r.a.) hadisine göre; RasûlüHah sallallabu aleyhi ve sellem tilâvet
secdesinde: "Yüzüm yaradana secde etti, güç ve kuvvetiyle kulaklarımı ve
gözlerimi açtı. En güzel yaratıcı olan Allah mübarektir." duasını okudu.
(Hadisi Buharı, Müslim, Tirmizî, Nesai, Ebû Dâ-vüd ve Hâkim rivayet etmiştir.
Tirmizî ve Jbn Seken hadisi sahihi em iştir. Sonunda ise; "secde eden
kimseye secdesinde üç defa 'Sübhâne Rabbi-yc'l-A'la" demesi gerekir."
demiştir.)
İmam ve tek kılan
kimsenin açık ve gizli namazlarda secde âyetini okuması ve okuduğu zaman secde
etmesi caizdir. Buhârî ve Müslim'in Ebû Râfî'dcn rivayetlerine göre; o şöyle
demiştir: "Ebu Hüreyre ile yatsı namazını kıldım. "İze's-scmâun
şekkat" sûresini okuyup namaz içinde secde etti. "Ey Ebû Hüreyre, bu
secde nedir?" diye sordum. O da: "Rasû-lüllah'm ardında kıldığım
namazda RasûlüHah secde etti, ben de ettim." Hatta "Allah'a
kavuşuncaya kadar secdeye devam edeceğim." dedi." Ha-kîm'in İbn
Ömer'den rivayet ettiği, Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahih saydığı
hadiste: "RasûlüHah sallallahu aleyhi ve sellem öğle namazının birinci
rek'atmda secde etti. Sonra ashâb onun "Elif, Lâm, Mîm tenzilûn"
(Secde) sûresini okuduğunu öğrendiler." Nevevî şöyle demiştir: "Secde
âyetini, imâm ve yalnız kılanın, -ister gizli İster açık namazlarda
olsun- okumaları bize
göre mekruh değildir. Ancak okuduğu zaman secde eder." Mâlik; "mutlak
olarak mekruhtur," demiştir. Ebû Hanife ise; "gizli namazlarda mekruh
olup, açık namazlarda mekruh değildir." demiştir. Bahr kitabının sahibi
ise: "Mezhebimize göre, cemaat karışmasın diye tilâvet secdesini selâm
verinceye kadar tehir etmek mü steri ap tır," demiştir.
Secdeler bir araya
geldiğinde bir secde edilir. Bir kimse, secde âye-lini okuduğunda, onu tekrar
ederse veya onu bir defadan çok bir mescidde duyarsa secdeyi son okuyuşa tehir
etmek şartıyla bir secde eder. Bu yeterlidir. Eğer birinci okuyuştan sonra
secde ederse, kimine göre bu yeterlidir. Kimilerine göre ise her bir okuyuş
için ayrı ayrı secde eder.
Cumhur ulema,
"secde âyetini okuduktan sonra veya onu işitmekle hemen secde müslebab
olur," demişlerdir. Eğer secdeyi tehir ederse ara verme uzamadığı müddetçe
secde borcu sakıt olmaz. Ancak ara verme uzarsa secde geçmiş olur ve kazası
gerekmez.
Cumhur ulema; bir
kimsenin, sevineceği bir nimete kavuşması veya bir belâdan kurtulması halinde
şükür secdesi yapmasının müstehab olduğu görüşündedirler. Ebû Bekir'den
rivayeten: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sevineceği bir iş olduğu
zaman veya ona müjde verildiğinde Allah'a şükür secdesine kapanırdı. (Hadisi
Ebû Dâvûd, İbn Mâce, Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hadisi hasen saymıştır.)
Bcyhakî'nin Buhârî'nin şartlarına uygun bir senetle rivayet ettiği hadise
göre: Ali (r.a.). Hcmezan halkının müslüman olduğu haberini Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'e yazınca secdeye kapandı. Sonra başını kaldırarak
şöyle buyurdu: "Heme-zan'a selâm, Hemezan'a selâm!" Abdurrahmân bin
Avfdan rivayeten: "Rasûlüllah dışarı çıkınca ben de onu takibenim. Nihayet
bir hurmalığa girdi. Secde etti. Secdesi uzayınca Allah onun ruhunu aldı diye
korktum. Ona bakmaya gelince başını kaldırdı. "Ey Abdurrahmân, ne
oluyor?" dedi. Durumu ona arzettim. Şöyle buyurdu: "Cebrail bana
gelip 'seni müjdeleyeyim mi?' dedi. Allah senin için diyor ki: "Her kim
sana saiavât getirirse, ben ona rahmet ederim. Her kim sana selâm verirse ben
onu selâmete çıkarırım." Onun için Allah'a şükür secdesine kapandım."
dedi." (Hadisi aynı şekilde Hâkim de rivayet ederek 'Buhârî ve Müslim'in
Şartlarına göre hadîs sahih olup, şükür secdesi hakkında bundan daha sahîh bir
hadîs bilmiyorum' demiştir.) Buhârî'nin rivayetine göre; Ka'b bin Mâlik'e,
Allah'ın, tevbesini kabul ettiği müjdesi ulaşınca secdeye kapandı. Ahmed'in
zikrettiğine göre; Ali (r.a.) havâric ölüleri arasında Südeyye ismindeki adamı
bulunca şükür secdesine kapandı. Yine Ebû Mansur'un zikrettiğine göre; Ebû
Bekir'e Müseyleme'nin Öldüğü haberi gelince şükür secdesine kapandı.
Namaz secdesi için
gerekli olanlar, şükür secdesi içinde gereklidir. Kimileri ise, "şükür
secdesi namaz olmadığı için, namaz secdesi için şart olanlar bunda şart
değildir," demişlerdir. 'Fethü'I-Alem' kitabında "doğruya yakın olan
bu görüştür," denmiştir. Şevkânî de; "bu konudaki hadîslerde
abdestin, elbiseyi temizlemenin ve kılacak yerin temiz olmasının şart olduğu
hakkında bir delil yoktur," demişlir. imâm Yahya ve Ebû Talip de bu
görüşledir. Şükür secdesinde tekbir alınacağını gösteren bir delil yoktur. Bahr
kitabında ise, "tekbir alır" denmiştir. İmâm Yahya; "Namaz
içinde hiç bir kimsenin sözüyle şükür secdesi yapmaz. Çünkü şükür secdesinin
namazla hiçbir bağlantısı yoktur," demiştir.
Nebî aleyhisselam'm
namazda yanıldığı sabit olmuştur. Yine Rasûlailah sallallahu aleyhi ve
sellem'den şu hadis sahih olarak nakledilmiştir: "Muhakkak ben ancak
beşerim. Sizin gibi ben de unuturum. Unuttuğum zaman bana hatırlatın." Bu
hususta ümmetine şunları meşru kılmıştır:
Sehiv secdesi, namaz
kılanın selâmdan önce veya sonra yaptığı iki secdedir. Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'den her iki şekil de vârid olmuştur. 'Sahih'de Ebû Said
cl-Hudrî (r.a.)'dcn rivayeten Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: "Sizden biri
namazında şüphe edip, ne kadar kıldığım bilemezse (üç mü, dört mü. diye §üphe
ederse) şüpheyi atıp kalbinin kanaat getirdiğine göre namazı tamamlasın.
Sonunda selâm vermeden önce iki secde yapsın." (Buhârî ve Müslim'de
'Zülyedeyn' kıssasında, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in selâmdan
sonra secde ettiği vârid olmuştur. Bu konuda efdal olan, gelen hadislere
uymaktır. Rasûlüllah'm selâmdan önce secde ettiği yerlerde selâmdan Önce, selâmdan
sonra secde ettiği yerlerde selâmdan sonra secde edilir. Bu bildirilenlerin
dışında sec-
de önce de sonra da
yapılabilir.) Şevkânî şöyle demiştir: "Bu konuda söylenecek en güzel şey
Rasûlüllah'in selâmdan önce veya sonra secde elliği hakkındaki fiil ve
sözlerinin gereği ile amel etmektir. Eğer selâmdan önce secde ettiği noktada
kayıt varsa, selâmdan önce yapar. Selâmdan sonra yaptığı noktada kayıt varsa
selâmdan sonra yapar. Her iki noktada kesin bir kayıt yoksa, ziyade ile noksan
arasında bir fark gözetmeksizin, selâmdan önce ve sonra secde yapmakta
serbesttir. Çünkü Müslim'in Sahihinde tbn Mes'ud'dan rivayeten Rasûlüllah
şöyle buyurmuştur: "Kişi namazını fazla veya noksan yaptığında iki secde
etsin."
Aşağıdaki durumlarda
sehiv secdesi yapmak meşru olmuştur:
1- Namaz
bilmeden önce selâm vermiş ise: İbn Sirîn Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet ettiği
hadiste şöyle demiştir: "Rasûlüllah bize zeval sonrası namazlarından
birini kıldırdı, tki rek'at kıldıktan sonra kalkıp selâm verdi. Mescitte dikili
bir ağaca sanki kızgın bir vaziyette dayandı. Sağ elini sol elinin üzerine
koyarak parmaklarım kenetledi. Yanağını sol elinin üstüne koydu. Camiden
çıkanlar 'namaz kısaldı mı?' dediier. İçlerinde Ebû Bekir ve Ömer de vardı.
Rasûlüllah ile konuşmaktan çekindiler. Cemaatin içinde Zülyedeyn isminde bir
adam; 'Ya Rasûlailah unuttun mu, yoksa namaz mı kısaldı?' diye sordu.
Rasûlüllah: "Unutmadım, namaz da kısalmadı." buyurdu.
"Zülycdcyn'in dediği gibi midir?" diye sorunca, cemaat 'evet' dedi.
Öne gcçıi, kalan rek'atleri kıldırdı. Sonra selâm verdi. Sonra tekbir aldı.
Daha önceki secdesi gibi veya daha uzun secde yaptı, sonra başını kaldırdı ve
tekbir aldı. Daha önceki secdesi gibi veya daha uzun secde yaptı. Başını
kaldırdı. (Hadisi Buhârî, Müslim rivayet etmiştir.) 'Ata'dan rivayeten: İbn
Zübeyr akşam namazını kılarak ikinci rek'atta selâm verdi.
Hacer-ül Esved'i selâmlamak
için kalktı. Cemaat "Sübhânaüah" deyince,
"ne oluyor size?" dedi. Sonra kalan kısmı kılarak iki secde
yaptı." Ata devamla dedi ki: Durumu İbn Abbas'a anlatınca, o: "Bu hal
Rasûlüllah'm sünnetinden ayrı değil ki," dedi. (Hadisi Ahmed, Bczzâr ve Taberani
rivayet etmişlerdir.)
2- Namaz
fazla kılındığında yanılma secdesi yapılır. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd,
Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin İbn Mes'ud (r.a.)'dan rivayetine göre:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem beş rek'at namaz kıldı.
"Namaza ilâve mi oldu?" diye sorulunca, Rasûlüllah: "Bu ne demek?"
buyurdu. Ashab: "Beş rek'at kıldın," deyince; selâmdan sonra iki
secde yaptı." Bu hadiste; yanilarak bir rek'at ziyade eden, dördüncüde
oturmayan kimsenin namazının sahih olduğuna delil vardır.
3- Teşehhüdü
unuttuğu zaman veya namazın sünnetlerinden birini unuttuğunda yanılma secdesi
yapılır. Buharı, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Ebu Davud'un İbn
Buhayne'den rivayetine göre: "Nebî aleyhisselâm namaz kılarken ikinci
rek'atlen sonra ayağa kalkınca cemaat teşbih getirdiler. Rasûlüllah namaza
devam elti. Namazı bitirince iki secde yapıp sonra selam verdi." Bu
hadisten anlaşıldığına göre birinci oturuşu unutan tam ayağa kalkmadan
hatırlarsa geriye döner. Tam doğrulmuş-sa geriye dönmez. Ahmed, Ebu Dâvûd ve İbn
Mâcc'nin, Muğîre bin Şu'be (r.a.)'dcn rivayet etlikleri hadîs, bu görüşü
kuvvetlendirmektedir. Rasülül-Iah şöyle buyurdu: "Sizden biriniz ikinci
rek'atlen sonra ayağa kalkarsa tam doğrulmadıysa olursun. Tam doğrulduysa
oturmasın. Yanılma secdesi olarak iki secde yapsın."
4- Namazda
şüphe edenin yanılma secdesi yapması gerekir. Abdurrahmân bin Avfdan rivâyeten
o demiştir ki: Rasûlüllah'dan şöyle işittim: "sizden biriniz namazında
şüphe edip de bir mi, iki mi kıldığım bilmezse onu bir kabul etsin, iki mi, üç
mü kıldığım bilemezse iki saysın. Üç mü, dört mil kıldığını bilemezse onu üç
kabul etsin sonra namazı bitirince oturur olduğu halde selâmdan Önce iki secde
yapsın." (Hadisi Ahmed, İbn Mâcc ve Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hadisi
sahih saymıştır.) Bir rivayette Abdurrahmân; "Rasûlüİlah'dan şöyle
işittim," demiştir: "Kim namazı kılar da noksan olduğundan şüphe
ederse fazla kıldığına kanaat edinceye kadar kılsın." Ebû Sa'îd
cl-Hudri'den rivayeten Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz namazı üç mü, dört mü kıldığından şüphe ederse şüpheyi
atsın, kesin karar verdiği şey üzerine namazı tamamlasın. Sonra selâmdan önce
iki secde yapsın. Eğer beş rek'at kılmışsa secdeleri onun için şefaatçi olur.
Eğer dördü tamamlamak için kılmışsa o iki secde boşuna gitmez; şeytanı
çatlatmak için olur." (Ahmed ve Müslim'in rivayet ettiği bu iki hadis,
cumhur ulemanın: "Eğer namaz kılan rek'atlerin sayısında şüphe ederse
kendisi için kesin olan en az üzere namazı tamamlayıp sonra yanılma secdesi
yapar," görüşüne delildir.)
Cemaatle namaz,
'sünneti müekkede' olup hakkında pek çok hadis gelmiştir, işte birkaç tanesi:
İbn Ömer (r.a.)'den
rivayeten, Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Cemaatle
kılınan namaz, yalnız başına kılınandan yirmiyedi derece efdaldir."
(Hadisi Buhârîvc Müslim rivayet etmiştir.)
Ebû Hüreyre (r.a.)'dcn
rivayeten Rasülüllah sallalîahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kişinin
cemaatle kıldığı namazın sevabı, evinde ve çarşıda kıldığı namazın sevabından
yirınibeş kal daha fazla katlanarak verilir. Zira o kimse güzel abdesl alır da
sonra mescide sadece namaz için çıkarsa attığı her adım için derecesi
yükseltilir. Ve bir halası silinir. O kimse namazını kılıp ta abdesti
bozuluncaya kadar namaz kıldığı yerde bulundukça melekler ona dua ederler.
"Allahım bu kuluna rahmet el, ona acı" derler. Diğer namazı beklediği
müddetçe namazda imiş gibidir." (Hadîsi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.
Lâfız ise Bubârî'nindir.)
Yine Ebû Hüreyre
(r.a.)'den rivayeten: Nebi aleyhisselam'a bir kör gelip: "Ya Rasûlallah,
beni mescide götürecek yoktur," diyerek namazı evde kılması için izin
istedi. Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem ona ruhsat verdi. Adam dönüp
giderken Rasûlüllah adamı çağırarak, "Namaz için ezanı işitiyor
musun?" diye sordu. O da: "Evet", dedi. "Öyle ise ezana
icabet et." buyurdu. (Hadisi Müslim rivayet etmiştir.)
Yİnc Ebû Hüreyre
(r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Canımı elinde tutan Allah'a yemin olsun ki, odun toplayıp ateş
yakılmasını emredeyim, diye düşündüm. Sonra bir adama emredeyim, insanlara imâm
olsun. Sonra cemaate gelmeyen adamların evlerini başlarına yıkayım."
(Hadîsi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.)
İbn Mes'ud (r.a.)'dan
rivâyeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kimi, Allah'a müslim olarak kavuşmak sevindi-rirse şu beş vakit namaza
çağırıldığı yerde, (ezan okunduğunda) devam elsin. Muhakkak Allah, Nebiniz için
hidayet sünnetleri meşru, kılmıştır. İşte beş vakit namaz hidayet
sünnetindendir. Eğer namazı camiden geri kalanların yaptığı gibi evinizde
kılarsanız, Nebinizin sünnetini lerketmiş olursunuz. Nebinizin sünnetini
terkederseniz, delâlete düşersiniz. Bana gösterildiğine göre, nifakı açık
münafıktan başkası cemaatten geri kalmaz. İki münafığın arasından bir kişiye
hidayet verile verile, nihayet saftaki yerini alır." (Hadisi Müslim
rivayet etmiştir.) Müslim'in diğer rivayetinde; İbn Mes'ud (r.a.):
"Rasûlüllah bize hidayet sünnetlerini öğretmiştir. 'Ezan okunan mescitte
cemaatle namaz kılmak da hidayet sünnetlerin-dendir,' demiştir."
Ebû Derdâ (r.a.)'dan
rivayeten; o demiştir ki: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle
buyurduğunu işittim: "Bir köyde veya kırda üç kişi olup da cemaatle namaz
kılmazlarsa şeytân onları İstilâ eder. Size cemaatı tavsiye ederim. Kurt ancak
sürüden ayrılanı yer." (Ebû Dâvûd hadisi iyi senetle rivayet etmiştir.)
Şehveti celbedecek,
fitneye sebep olacak süs ve güzel kokulardan kaçınmaları şartiyle kadınların
mescide çıkmaları ve cemaatle namaz kılmaları caizdir. îbn Ömer (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Evlerinde kılmaları kendileri için daha hayırlı olmasına rağmen
kadınların mescide çıkmalarını engellemeyin." Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah'ın
kadın kullarını mescidlerden engellemeyin. Koku sürünmeden mescide
çıksınlar." (Bu iki hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet etmişlerdir.) Yine Ebû
Hüreyre'den rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hangi kadın koku sürünürse yatsı namazında bizimle beraber cemaate
gelmesin." (Hadisi Müslim, Ebu Dâvûd ve Nesâi iyi bir senetle rivayet
etmişlerdir.) Kadınlar için efdal olan evlerinde namaz, kılmalarıdır. Ahmed ve
Taberânî'nin, Ümmü Humeyd es-Sa'idîye (r.a.)'dan rivayetlerine göre: Bir kadın
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek: "Ya Rasûlallah, seninle
beraber namaz kılmayı çok istiyorum," dedi. Rasûlüliah: "İsteğini anlıyorum.
Ancak odanda namaz kılman, mahallenin mescidinde namaz kılmandan daha iyidir.
Mahallenin mescidinde namaz kılman, cemaat mescidinde namaz kılmandan daha iyidir,"
buyurdu.
Çok cemaatin
toplandığı en uzak mescidde namaz kılmak müstehab-dır. Müslim'in Ebû Mûsâ
(r.a.)'dan rivayet etmiş olduğu hadiste Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: "Namazda en çok mükâfat
alan, en uzak mescide
yürüyerek gidendir." Müslim'in Câbir'den rivayetine göre: Mescidin
etrafında yer açılınca, Benî Selemeliler mescidin yakınındaki bu yere taşınmak
istediler. Durum Rasûlüllah'a bildirilince şöyle buyurdu: "Duyduğuma göre
mescide yakın bir yere taşınmak istiyorsunuz: "Onlar: "Evet ya
Rasûlallah, bunu isledik." dediler. Rasûlüliah şöyle buyurdu: "Ey
Benî Seleme, bulunduğunuz yerde kaimiz. Adımlarınız yazılacaktır."
(Buhârî, Müslim ve diğerlerinde geçen Ebu Hüreyrc hadisinden rivayet edilmiş
olan Übey bin Ka'b hadisinde Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "Kişinin bir kimseyle kıldığı namaz, yalnız kıldığı namazdan;
iki kişi ile kıldığı namaz, bir kişi ile kıldığı namazdan daha iyidir. Ne
kadar çok olursa Allah'a daha sevimlidir." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesai,
İbn Mâce, İbn Hibbân rivayet etmiş, İbn Seken, Ukaylî ve Hâkim hadisi sahih
saymışlardır.)
Mescide sükûnet ve
ağırbaşlı olarak gitmek rncndubdur. Sür'aile gitmek ve koşmak ise mekruhtur.
Çünkü insan namaza çıktığı andan itibaren namaz kılan hükmündedir. Ebu
Katâdc'den rivayclen; o demiştir ki: "Rasûlüllah ile namaz kılıyorduk. O
anda Rasûlüllah, adamların gürültüsünü işitti. Namazı kıldıktan sonra:
"Size ne oluyor da gürültü yapıyorsunuz?" dedi. Onlar: "Namaza
acle ettik," dediler. Rasûlüllah; "Böyle yapmayınız. Namaza gelirken
sükûnetle geliniz. Yetiştiğinizi kılınız. Yetişemediğinizi tamamlayınız,"
buyurdu." (Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiştir:) Ebû Hüreyre
(r.a.)'den rivayeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kameti işittiğiniz zaman namaza yürüyünüz. Fakat sakin ve ağırbaşlı
olunuz. Koşmayınız, yetiştiğinizi kılınız, yetişemediğinizi sonra
tamamlayınız." (Hadisi Buharî, Müslim, Nesai, Ebû Dâvûd, İbn Mâce rivayet etmiştir.)
İmâmın, namazı cemaate
hafif kıldırması mendubdur. Ebû Hüreyre'nin hadisinde Rasûlüllah saüallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden biriniz insanlara namaz kıldırdığı
zaman hafif kıldırsın. Çünkü cemaatte zayıf, hasta ve yaşlılar vardır. Kendi
başına kıldığı zaman dilediği kadar uzatsın." (Hadisi Buharî, Müslim,
Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.) Enes (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre Rasûlüliah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Namaza başladığımda uzatmak istiyorum, fakat ağlayan çocuğunun sesini
işiten annesinin,
çocuğun ağlamasından
duyduğu üzüntüyü bildiğim için namazı kısa yapıyorum." Buharı ve
Müslim'in Enes'den rivayetlerinde, Enes (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasûlüllah'dan daha hafif ve daha tam namaz kıldıran hiçbir imâmın
arkasında namaz kılmadım." İbn Abdilberr şöyle demiştir: "Her imâmın
hafif namaz kıldırmasının mendub olduğu bütün alimlerin İttifak ettiği bir
konudur. Ancak hafif kıldırmak namazı mükemmel yapmanın alt sınırıdır. Yoksa
kısaltmak ve noksan yapmak değildir."
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem karga gibi gagalayarak namaz kılmaktan nehyetmiştir.
Rasûlüllah aleyhisselam rüku'unu tam yapmayarak namaz kılan bir adamı görünce
ona: "Dön, namaz kıl. Çünkü sen kılmadın," buyurmuştur. Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem; "Rüku' ve secdesinde belini tam
doğrullnuıyamn namazına Allah nazar etmez," buyurmuştur. İmâm olan
kimsenin, namazın tamam olması için gereken şartlara uyduktan sonra hafif
kıldırmasının müstehab olduğu hakkında, ilim ehli arasında bir ihtilâf yoktur.
Camiye girenler cemaat
faziletine ulaşsın diye, imâmın birinci rek'atı uzatarak beklemesi meşrudur.
Aynı şekilde imâm, rüku'da ve son ettchiyyâtü'de olduğu halde, camiye giren bir
kimseyi hissedince beklemesi müstchabdır. Ebû Katâde'nin hadisine göre;
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem birinci rek'atı uzatırdı. Katâde
demiştir ki: "Biz, Rasûlüllah birinci rek'alı uzatmakla insanların
yetişmesini istiyor zannederdik." Ebû Said (r.a)'dcn rivaycıen; o şöyle
demiştir: "Namaz başladığı zaman abdesti bozulan Bcki'a kadar gider,
ihtiyacını görüp sonra abdest alır, Rasûlüllah birinci rek'ati uzattığı için
birinci rek'atte gelip yetişebilirdi." (Hadisi Ahmed, Müslim, İbn Mâce ve
Nesâî rivayet etmişlerdir.)
İmâmı takip etmek
vacip olup, onunla yarış etmek haramdır. Ebû Hürcyrc'nîn hadisinde Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "îmânı sadece kendisine
uyulmak için imâm olmuştur. Ona muhalefet etmeyiniz. Tekbir aldığı zaman tekbir
alın. Rüku'a vardığı zaman rüku' edin. "Semi'allahu limen hamideh"
dediği zaman "Allahilmme Rabbena leke'l-hamd" deyiniz. Secde ettiği
zaman secde ediniz. Oturarak kıldığı zaman siz hepiniz oturarak kılınız."
Buhârî, Müslim, Ahmed ve Ebû Dâ-
vûd'un bir
rivayetinde: "İmâm ancak kendisine uyulsun, diye vardır. Tekbir aldığı
zaman tekbir alınız. O tekbir almadıkça tekbir almayınız. Rüku'a gittiği zaman
rüku'a gidiniz. O rüku'a gitmedikçe rüku' etmeyiniz. Secde yaptığı zaman secde
ediniz. O secde etmedikçe secde etmeyiniz." Ebû Hürcyre (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden
biriniz başını imâmdan önce kaldırırsa; Allah Teâlâ'nın onun başını, eşek
başına veya sürelini eşek suretine çevirmesinden korkmuyor mu?" (Hadisi
Buharı, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Berâ" bin Âzib (r.a.)'dcn rivâyeten; o demiştir ki; "Rasûlüllah ile
beraber namaz kılıyorduk. "Semi'allahu limen hamideh" dediği zaman,
alnını yere (secdeye) koymadan, bizden hiç bir kimse belini eğmezdi."
(Hadîsi Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce rivayet
etmiştir.)
İmâmla beraber çocuk
veya kadın bile olsa imâmdan başka bîr kişinin bulunmasıyla cemaat meydana
gelir. îbn Abbâs'dan gelen rivayette o şöyle demiştir: "Teyzem Meymune'nin
evinde geceyi geçirdim. Rasûlüllah gece namazı kılmak için kalktı. Ben de
onunla beraber namaz kılmaya kalktım. Sol tarafında durunca beni tutup sağ
tarafına geçirdi." (Hadisi Buharî, Müslim, Tirmizi, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn
Mâce rivayet etmiştir.) Ebû Sa'îd ve Ebû Hüreyre'dcn rivayelen; onlar
demişlerdir ki: Rasûlüllah şöyle buyurdu: "Kim gece uyanır, ailesini
uyandırır ve beraberce iki rck'al namaz kılarlarsa Allah'ı çok zikreden
erkekler ve kadınlardan yazılırlar." (Hadisi Ebû Dâvûd, rivayet etmiştir.)
Ebû Sa'îd'den rivayeten: Rasûlüllah ashabına namaz kıldırırken bir adam mescide
girince Rasûlüllah şöyle buyurdu: "Kim bu adama sadaka vermek isterse
onunla beraber kılsm. Cemaatten birisi çıkarak onunla beraber namaz kıldı.
(Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmiş. Tirmizi hadisi hasen saymıştır.)
İbn Ebî Şeybc'nin rivayet ettiğine göre o adamla beraber namaz kılan Ebû Bekir
idi. Tirmizî, bu hadisi, cemaatle namaz kılman bir mescitte, tekrar cemaatle
kılmanın caiz olduğuna delil saymıştır. Ahmed ve Ishâk da aynı görüştedir. İlim
ehlinden diğerleri ise tek tek kılarlar demişlerdir. Süfyân, Mâlik, İbn Mübarek
ve Şafiî bu görüştedirler.
Vekil olarak (ayin
edilen imâmın, devamlı olan İmâm geldiği zaman cemaate katılması caizdir.
Buhârî ve Müslim'in Sehl bin Sa'd'den rivayet- lcrine göre; Rasûlüüah
sallallahu aleyhi ve sellem Amr İbn Avf oğullarının arasını sulh etmek için
onların mahallesine gitmişti. Namaz vakti gelince müezzin, Ebû Bekir'e
giderek; "insanlara namaz kıldıracak mısın? Kamet getireyim mi?"
dedi. Ebû Bekir: "Evet" dedi. Ebu Bekir namaza başlayınca, Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem insanlar namazdayken geldi. Kendine bir yer aradı.
Safla durdu, insanlar el çırpmaya başladılar. Ebû Bekir namazı bırakmadı.
Fakat, insanlar el çırpmayı çoğaltınca geri dönüp Rasûlüllah'ı gördü.
Rasûlüllah ona yerinde durması için işaret etti. Ebû Bekir ellerini kaldırdı.
Rasûlüllah ona emrettiği için Allah'a hamdetti. Sonra Ebû Bekir geri çıktı.
Safın arasına girdi. Rasûlüllah öne geçerek namazı kıldırdı. Namaz bitince
şöyle buyurdu: "Ya Ebâ Bekir, sana emrettiğim halde niçin yerinde
durmadın?" Ebû Bekir şöyle cevap verdi: "Ebû Kuhâfc'nin oğlunun
Rasûlüllah'm Önünde namaz kılması doğru değildir." Sonra Rasûlüllah
sallaİlahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizin çoğunuz ellerinizi
çırptınız; bu nedir? Her kim namazda bir kimseyi uyarmak isterse 'Sübhanallah'
desin. 'Sübhanallah'deyince dikkat çekilmiş olur. El çırpma ise kadınlara
aittir."
İmâma yetişen kimse
ayakta iftitah tekbiri alır. İmâmın bulunduğu hal üzere namaza girer. Bir
rck'atm rüku'una yetişmeden o rek'ata yetişmiş sayılmaz. Rüku'un tamamına
yetişmekle imâmın kalkmasından önce iki elini dizlerine koyacak şekilde
eğilmesi eşittir. Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu: "Biz secdede olduğumuz halde namaza geldiğinizde
secde edin. Fakat o rek'aîı saymayın. Kim rüku'a yetişmişse namaza yetişmiş
demektir." (Hadisi Ebû Dâvûd, İbn Huzcyme "Sahîh'indc, Hâkim
'Müsledrck'indc rivayet etmiş ve sahihtir, demiştir.) İmama sonradan yetişip
uyan kimse, imâmın yaptığı gibi yapar. Son teşehhüdde oturur. Duâ okur, imâm
selâm verinceye kadar kalkmaz. Kalan rek'atleri tamamlamak için kalktığı zaman
tekbir alır.
Aşağıdaki hallerden
birisinin meydana gelmesi ile cemaatten geri kalmak caizdir.
İbn Ömer'den
rivayeten; Rasûlüllah sallaİlahu aleyhi ve sellem bir müezzine emrederek namaz
için ezan okuttu. Sonra içeri girerek; "Seferde, soğuk ve yağmurlu gecede
çadırlarınızda kılınız." buyurdu. (Hadîsi
Buhârî ve Müslim
rivayet etmiştir.) Cabir'den rivayeten; o şöyle demiştir: Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem ile beraber bir sefere çıktık. Yağmur yağınca şöyle buyurdu:
"Sizden isteyen çadırında namaz kılsın," Hadisi Ahmed, Müslim, Ebû
Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmiştir.) İbn Abbâs'dan rivayeten; o yağmurlu günde
müezzinine şöyle demişti: '"Eş-hedü enne Muhammcden Rasûlüllah,' dediğin
zaman 'Hayye ale's-salâh,' deme. 'Evinizde kılınız,' de." İnsanlar bunu
hoş görmeyince İbn Abbâs: "Buna mı şaşırıyorsunuz? Halbuki benden daha
hayırlı olan Nebiyyullah böyle yapmıştır. Cemaat azimettir; çamurlu ve kaygan
bir günde çıkıp yürümenizi uygun görmedim." demiştir. (Hadîsi Buhârî ve
Müslim rivayet etmiştir.) Müslim'de şu ziyade vardır: "İbn Abbâs yağmurlu
bir cuma gününde müezzinine böyle emretti."
Şiddetli sıcaklık,
karanlık ve zâlimden korkmak da şiddetli soğuk gibi olup cemaate gelmemeye
ruhsattır. Yibram bin Battal şöyle demiştir: "Şiddetli yağmur, karanlık,
rüzgâr ve buna benzeyen sebeplerden dolayı cemaatten geri kalmanın mubah
olduğunda âlimler İcma etmiştir."
Yemeğin hazır olması
da cemaate gelmemeye ruhsattır. İbn Ömer'in hadîsine göre Rasûlüllah saîlallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "sizden biriniz yemek hazır olduğu zaman
ihtiyacını gidermeden namaz başlasa da acele etmesin." (Hadîsi Buhârî
rivayet etmiştir.)
Âişe (r.a.)'dcn
rivayeten; o demiştir ki; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle
buyurduğunu işittim: "Yemek hazırken bir de büyük ve küçük abdest
sıkıştırdığında namaz olmaz." (Hadisi Müslim, Ahmed ve Ebû Dâvud rivayet
etmiştir.)
Ebû Derdâ (r.a.)'dan
rivayeten; o şöyle demiştir: "Kişinin ihtiyacını giderdikten sonra kalbi
dünya işlerinden sıyrılmış olarak namaza dönmesi, dini anladığını gösterir.
(Hadîsi Buhârî rivayet etmiştir.)
İmamlığa en lâyık olan
Allah'ın kitabını en iyi okuyandır. Eğer kırâette müsavi iseler, sünneti en iyi
bilen; yine müsavi iseler, en önce hicret eden; yine müsavi iseler en yaşlı
olan imâm olur. Ebû Sa'îd'dcn rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: "Üç kişi olduğunuzda biriniz onlara imâm olsun.
İmamlığa en lâyık olanınız, en iyi okuyanlarınızda." (Hadîsi Ahmed,
Müslim, Nesâî rivayet etmişlerdir.) En iyi okuyandan murad, Amr bin Seleme'nin
hadisine göre, en çok ezberi olandır. Hadiste; "en çok Kur'ân bilen imâm
olsun," denmektedir.
İbn Mcs'ûd (r.a.)'dan
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Cemaate
Allah'ın kitabım en iyi okuyan imâm olur. Kıraelle müsavi iseler, sünneti en
iyi bilen, sünnette müsavi iseler, en Önce hicret eden, hicrette müsavi iseler,
en yaslı olan imâm olur. Kişi bir kimsenin hükümranlık alanında hiçbir kimseye
imâm olmasın. Kişinin izni olmadan evinin en iyi yerinde oturmasın."
Başka lâfızlarda; "hiçbir kimse, ailesinin içinde ve hükümranlık alanında
hiçbir kimseye imâm olmasın. Kişinin izni olmadan evinin en iyi yerinde
oturmasın." Başka lâfızlarda; "hiçbir kimse, ailesinin içinde ve
hükümranlık alanında kişiye imâm olmasın," Duyurulmuştur. (Hadisi Ahmed
ve Müslim rivayet etmiştir.) Bu hadisi Sa'îd bin Mansur rivayet ederek şöyle
demiştir: "Kişi, başka birinin hükümranlık alanında onun izni olmadan ona
imâm olmasın ve izni olmadan baş köşeye oturmasın," demekten maksad, ev
sahibi, meclisin reisi, meclisin imâmı, imamlığa diğerlerinden daha lâyıktır.
Onlar izin verirse diğerleri kıldırabilir." EbûHüreyrc'nin Rasûlüllah'dan
rivayet ettiği hadisle Nebi aieyhisselam şöyle buyurdu: "Allah ve âhiret
gününe imân eden bir kimsenin cemaatin rızası olmadıkça imâm olması ve duayı
sırf kendine yapması helâl değildir. Böyle yapan, cemaate hiyanet etmiş
olur." (Bu hadîsi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
İyiyi kötüden ayıran
çocuğun âmâ'nın imamlığı sahih olduğu gibi, ayakla duranın oturana, oturanın
ayakta durana, farz kılanın nafile kılana, nafile kılanın, farz, kılana,
abdestlinin teyemmümlüye, teyemmümlünün abdcslli olana, misafirin mukime,
mukimin misafire, fazileti düşük olanın faziletliye imamlığı da sahihdir. Amr
bin Seleme, (r.a.) altıyedi yaşında iken kabilesine namaz kıldırıyordu.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem İbn Ümmü Mcktum (r.a.)'i, Medine'de iki
kere namaz kıldırması için yerine bıraktı. Halbuki o âmâ idi. Rasûîüliah
sallaüahu aleyhi ve sellem son hastalığında Ebû Bekir (r.a.)'in arkasında oturarak
namaz kıldı. Yine Ra-sûiüllah sallallahu aleyhi ve sellem evinde hasta olduğu
halde oturarak namaz kılarken, arkasında cemaat ayakta namaz kıldı. Onlara
oturmaları için işaret cui. Namaz bitince: "İmâm kendisine uyulsun
diyedir" buyurdu. Sonra: "O rüku' ettiği zaman rüku' edin. Başını
kaldırınca siz de kaldırın. Oturarak kıldığı zaman siz de arkasında oturarak
kılın" buyurmuştur.
Muâz (r.a.) yatsı
namazını Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber kılar, sonra
mahallesine dönüp bu namazı onlara kildınrdı. Muâz'm kıldığı kendisi için
nafile idi. Halbuki cemaat yatsının farzını kılıyordu. Mahcer bin Edra
(r.a.)'dan rivayeten; o şöyle demiştir: "Nebi aieyhisselam, mescidde iken
yanma girdim. Namaz vakti gelmişti. Onlar kıldı ben kılmadım. Bana; "Niye
kılmadın?" deyince; "Ben çadırda kılıp öyle gelmiştim." dedim.
Rasûlüllah; "Geldiğin zaman cemaatle beraber kıl. O kıldığın nafile
olur." buyurdu." Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, yalnız
kılan bir adamı görünce: "Dikkat ediniz bu adama sadaka vermek isleyen
kişi, onunla beraber kılsın." buyurdu. Amr İbn As (r.a.) teyemmümlü olduğu
halde imâm oldu. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bu durumu yadırgamadı.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke'nin fethi zamanında akşam hariç
ikişer rek'at insanlara namaz kıldırdı ve şöyle dedi: "Ey Mekkeliler,
kalkınız, öbür iki rek'atı tamamlayınız. Çünkü biz seferiyiz. Misafir mukimin
arkasında kıldığı zaman birinci rek'ailen daha azına yetişse bile dört rek'at
kılar." İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayeten; kendisine: "Misafir, yalnız
olduğu zaman iki rek'at kılıyor, mukim imâma uyunca dört kılıyor; bu nasıl
olur?" diye sorulunca, İbn Abbâs: "Sünnet böyledir." dedi. Bir
başka lâfızda Mûsâ bin Seleme (r.a.) îbn Abbâs (r.a.)'a; "Sizinle beraber
kıldığım zaman dört kılıyor, döndüğüm zaman iki kılıyorum" deyince, İbn
Abbâs cevaben: "Bu Ebû'l Kâsım'm sünnetidir," dedi. (Hadîsi Ahmed
rivayet etmiştir.)
Özürlü bir kimsenin
sağlam bir kimseye veya kendi özründen başka bir özre yakalanan kimseye
imamlığı cumhur ulemaya göre sahih değildir. Maiikîlcr "özürlünün sağlam
kimseye imameti kerahatle beraber caizdir," demişlerdir.
Aişe (r.a.) kadınlara
imâm olur, onların saf hizasında dururdu. Ümmü Seleme (r.a.) de aynı şekilde
yapardı.
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem Varaka'yı Ümmü Seîeme'ye ezan okuması için müezzin tayin etmiş
ve Ümmü Sclcmc'yc farz namazlardan, evinin halkına namaz kıldırmasını
emretmiştir.
Ebû Ya'la'nm 'Evsat'
kitabında ve Taberânî'nin iyi bir senetle rivayet ettikleri hadîse göre Übey
bin Ka'b Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-
lem'e gelerek:
"Yâ Rasûlallah, bu gece bir iş yaptım." dedi. Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem; "Nedir?" diye sorunca cevaben: "Kadınlar benimle
evde toplandılar ve 'Sen Kur'ân okuyorsun, biz okuyamıyoruz, bize namaz
kıldır,' dediler. Ben de onlara sekiz rek'at, bir de vitri kıldırdım."
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sustu. Übey bin Ka'b:
"Rasûlül-lah'ın susmasını, razı olması olarak görürdük," demiştir.
Buhârî
"Sahîh"inde, İbn Ömer'in Haccac'ın arkasında namaz kıldığını rivayet
etmiştir. Müslim'in rivayetine göre; Ebu Sa'îd el-Hudrî, (r.a.) Mervan'ın
arkasında bayram namazı kıldı, İbn Mes'ûd, (r.a.) Veîid bin Ukbe bin Ebi
Muayt'm arkasında namaz kıldı. Bu adam içki içerdi. Bir gün sabah namazını dört
rek'at olarak kıldırdı. Osman bin Affan bunun üzerine ona dayak cezası
uygulamıştır. Sahabe ve tabiîler, küfür ve dalâlete çağırmakla ilham edilen
İbn Ubcyd'in arkasında namaz kılıyorlardı.
Alimlerin kabul ettiği
esasa göre; kendi basma namaz kılması sahih olan herkesin, başkasına da namaz
kıldırması sahihdir. Fakat bununla beraber fâsık ve bid'atçmm arkasında namaz
kılmayı mekruh saymışlardır. Çünkü Ebû Dâvûd ve İbn Hibbân'm Sâib bin
Hallad'dan rivayet ettiği ve Ebû Dâvûd ile Münzirî'nin, hakkında bir açıklamada
bulunmadıkları hadiste: "Bir adam cemaate imâm oldu. Adam kıble tarafına
tükürünce Rasûlüllah onu gördü ve şöyle buyurdu: "Bu size natnaz
küdıramaz." Adam daha sonra cemaate namaz kıldırmak isleyince ona mani
oldular. Rasûlül-lah'm sözünü ona haber verdiler. Adam durumu Nebi
aleyhisselam'a anlatınca, o da: "Evet. Çünkü sen Allah ve Rasûlüne eziyet
eltin," buyurdu.
İmâm namazı uzattığı
için namaza başlayan kimsenin, namazdan ayrılıp tek başına tamamlamak
niyycıiyle namazdan çıkması caizdir. Hastalık, malın zayi olmasından korkmak,
arkadaşların gitmesi, uykunun galip gelmesi ve benzeri durumlar bu kısma
girerler. Çünkü Buharı, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Ebû Davud'un Câbir
(r.a.)'den rivayet ettikleri hadiste, o şöyle demiştir: "Muâz Rasûlüllah
ile yatsı namazını kılar, sonra kavmine dönerek onlara imamlık yapardı. Bir
gece Nebî aleyhisse-lam, yatsı namazını geç kıldırmıştı. Muâz, Rasûlüllah ile
beraber namaz kılarak kavmine döndü, namazda Bakara sûresini okudu. Cemaattan
bir adam ayrılarak, tek başına kılmaya başladı. Kendisine:"Ey adam sen
münafık oldun," dedi. Adam: "Ben münafık olmadım. Fakat mutlaka
Rasûtüllah'a gidip durumu haber vereceğim," dedi. Rasûlüllah'a gelip durumu
anlattı. Rasûlüllah; "Fitneci misin, ya Muâz? Fitneci misin, ya Muâz? Şu
sûreleri oku." buyurdu.
Yezîd-ül Esved'dcn
(r.a.) rivayeıcn; o demiştir ki: "Rasûlüllah'la beraber Mina'da sabah
namazını kıldık. İki adam gelerek bineklerinin üzerinde durdular. Nebî
aleyhisselam: "Sizi cemaatle namaz kılmaktan hangi şey engelledi, siz
müslüman değil misiniz?" buyurdu. Onlar: "Evet, ya Rasûİallah biz
çadırlarımızda kıldık," dediler. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Çadırınızda kıldığınız zaman, sonra cemaate geldiğinizde, imâmla beraber
kılınız. O sizin için nafile olur" buyurdu. (Hadisi Ahmed ve Ebu Dâvûd
rivayet etmiştir.) Tirmizî hadisi şu lâfızla rivayet etmiştir: "Evinizde
namaz kıldıktan sonra cemaat namazı kılınan mescide geldiğinizde onlarla
beraber namaz kılın; bu sizler için nafile olur." (Tirmizî, 'hadîs hasen,
sahihtir' demiştir.) Bu hadisle cemaatle veya tek başına farz namazını kılan
bir kimsenin mescitte başka bir cemaate yetiştiğinde nafile niyeti ile namazı
tekrar kılmasının meşru olduğuna delil vardır. Rivayet olunduğuna göre Huzeyfe
(r.a.) Öğle, ikindi ve akşam na-mazmı cemaatle kıldığı haide, öğle, ikindi ve
akşamı tekrar kılmıştır. Encs (r.a.)'ten rivayete göre; "Ebû Mûsâ ile
sabah namazını harman yerinde kıldılar. Sonra cemaatle namaz kılman mescide
vardıklarında, namaza başlayınca Muğire bin Şu'be ile sabah namazını tekrar
kıldılar."
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in: "Bir günde bir namazı iki kere kılmayın" sahih
hadisine gelince: İbn Abdilberr bu konuda Şöyle demiştir: "Ahmed ve
İshâk; 'Bir kimse farz olan namazı kılar, sonra kalkıp farz olarak onu yine de
eda ederse caiz olmaz. Fakat ikinciyi cemaatle beraber Rasûlüllah'ın emrine
uyup nafile olarak kılarsa, bu aynı namazı bir günde iki kere kılmak değildir.
Çünkü birincisi farz ikincisi nafiledir. Bu durumda iade yoktur,"
demiştir."
Kubeyda bin Haleb'in
babasından rivayet ettiği hadîste, o şöyle demiştir: "Nebî aleyhisselam
bize imâm olduğunda sağ ve sol tarafına tam olarak dönerdi." (Hadisi Ebû
Dâvûd, İbn Mâce, Tirmizî rivayet etmiş
Tirmizî hadisi hasen
saymıştır.) İlim ehli diledikleri tarafa dönmek suretiyle amel etmişlerdir.
Çünkü Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'dcn her iki şekil de vârid
olmuştur. Aişe (r.a.)'den rivayeten; "Nebî aleyhisselam, selâm verince
ancak "Aİlahümme ente's-selâmü ve minke's-selâm, Tebârekte yâ ze'l-celâli
ve'l-ikrâm diyecek müddetten fazla oturmazdı," demiştir. (Hadisi Ahmed,
Müslim, Tirmizî, İbn Mâce rivayet etmiştir.) Ahmed ve Buhârî'yc göre Ümmü
Seleme (r.a.)'den rivayeten; o şöyle demiştir: "Rasülüllah selâm verdiği
zaman selâm biler bitmez kadınlar kalkar, Rasûlüllah ise kaikmadan önce
yerinde biraz beklerdi." Ümmü Seleme (r.a.) şöyie demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in biraz beklemesinin, -Allah
bilir- kadınların önce çıkıp, erkeklerle kadınların karışmaması için olduğu
kanaatindeydik."
İmamın cemaatltcn
yüksekte olması mekruhtur. Ebû Mcs'ûd el-Ensârî (r.a.)'dcn rivayet olunduğuna
göre; Ebû Mes'ûd şöyle demiştir: "Rasûlüllah, imamın bir şeyin üstüne
çıkarak insanların onun arkasında namaz kılmalarını nehyeui." Yani
cemaatin imamdan alçakta olmasını nehyetmiştir. (Hadîsi, Dârekutnî rivayet
etmiş, Hafız "Telhis" kitabında bu hadis hakkında bir açıklamada
bulunmamıştır. Hemmam bin Hâris'tcn rivayel olunduğuna göre: "Huzeyfe
Irak'taki Medayin'de yüksek bir yerde insanlara imam olunca, Ebû Mes'ud
gömleğini tutarak onu çekti. Namaz bitince; "Biimiyor musun, ashab bu
işten nchyolundu?" Huzeyfe: "Evet, biliyorum. Gömleğimi çekince
hatırladım." dedi." (Hadîsi Ebû Dâvûd, Şafiî, Beyhaki rivayet etmiş,
Hâkim, İbni Huzcyme ve İbni Hibbân sahih saymıştır.)
Eğer, imamın cemaatten
yüksekte durmasında bir maksat varsa, o zaman kerabat yoktur. Schl bin Sa'd
es-Sâidî (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, Sehl şöyle demiştir:
"Rasûlüllah'ın minberin konduğu ilk gün, onun üzerinde oturduğunu gördüm.
Üzerinde olduğu halde tekbir aldı. Üzerinde iken rüku' cıti. Sonra minberin
allına inerek gerisin geri gitti; minberin dibinde secde etti. Sonra namaz
bitince, insanlara dönerek şöyle buyurdu: "Ey insanlar benim böyle
yapmatndaki maksat bana uyasınız ve namazım gibi namaz kıtasınız,
diyedir." (Hadisi Buharî, Müslim ve Ahmed rivayet etmiştir.)
Cemaatin imamdan
yüksekte olması ise caizdir. Sa'îd bin Mansur, Şafiî ve Beyhakı'nin rivayet
ettiği ve Buharî'nin tâliken zikrettiği hadiste Ebü Hureyre'den rivayeten: Ebû
Hûreyre, mescidin üst teras kısmında
İmama uyarak namaz
kılmıştır. Enes'ten rivayet olunduğuna göre: "Bas-ra'daki mescidin kapısı
önünde, mescidin sağındaki Ebû Nafi'in evinde bir boy yüksekliğindeki odada
cemaat olurdu. Encs burada cemaat yapar, imama uyardı da sahabe buna ses
çıkarmazdı." (Bu hadisi Sa'îd bin Mansûr, "Süncn"inde
zikretmiştir.)
Şevkânî şöyle
demiştir: "Cemaatin yüksekliği üçyüz zira'dan[51] fazla
olup imamın yaptığı hareketleri cemaatin bilmesi mümkün olmazsa mescitte ve
mescidin haricindeki yerlerde bu durum icma ile nehycdilmiş-tir. Bu miktardan
daha az olursa men olunduğuna dair delil olmadığından caiz olması
asıldır." Yukarda Ebû Hüreyre'nin zikri geçen hareketi ve yadırganmadığı
hadisi, bu görüşü kuvvetlendirmekledir.
Görmek ve işitmek
suretiyle intikal tekbirlerini bilebilecek durumda iseler, arada engel
bulunmasına rağmen cemaalin imama uyması caizdir. İmam Buharî demiştir ki:
"Hasan Basrî; 'seninle imam arasında nehir varken bile cemaatla
kılmanızda beis yoktur' demiştir. Ebû Miclez de; 'iftitah tekbirini işitiyorsa,
arada yol ve duvar olsa bile imama uyabilir1 demiştir." Daha önce Nebî aleyhisselam'ın
namazıyla ilgili hadisde geçtiği üzere; insanlar, hücrenin arkasından
Rasûlüllah sallaîlahu aleyhi ve sellem'e uyarak namazlarını kılıyorlardı.
Namazın şart ve
rükünlerinden birisini terkeden imamın imamlığı, şayet cemaat imamın terkettiği
şeyi bilmeden namazı tamamlarsa sahihtir. Çünkü Ebû Hüreyre (r.a.)'nin rivayet
ettiği hadiste, Nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "İmamlar size namazı
kıldırıyorlar; eğer doğru kıldırıyorlarsa, hem kendilerine hem de size, eğer
hala ediyorlarsa sizinki size, onlarınki onlaradır." (Hadisi Buharî ve Ahmed
rivayel etmiştir.) Sehl (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; Schl demiştir ki:
"Rasûlüllah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "imam kefildir. Eğer iyi
kıldırırsa, hem ona hem size, eğer yanlış kıldırırsa sadece kendinedir."
Yani size ondan bir şey yoktur. (Hadisi İbn Mâce rivayet etmiştir.) Ömer
(r.a.)'dcn sabit olduğuna göre; Ömer (r.a.) bir defasında cünûb olduğunu
bilmediği halde insanlara namaz kıldırmış; Ömcr(r.a.) namazı iade ettiği halde
cemaat İade etmemiştir.
Abdestsiz olduğunu
hatırlamak veya abdcstinin bozulması gibi, na-mazm içinde imamda bir özür
meydana gelse; cemaatin, namazını tamamlamak İçin yerine bir başkasını
geçirmesi gerekir. Amr tbn Mey-mun'dan rivayet olunduğuna göre, Amr demiştir ki:
"Sû-i kasta uğradığı sabah Ömer (r.a.)'lc benim aramda Abdullah İbn
Abbâs'dan başkası yoktu. Hançeri endi ğinde tekbir alır almaz, 'beni öldürdü',
veya 'köpek, yedi beni' dediğini duydum. Sonra Ömer, Abdurrahmân bin AvFı öne
geçirdi, o da cemaate hafif bir namaz kıldırdı." (Bu hadisi Buhari rivayet
etmiştir.) Ebu Rezin'den rivayet olunduğuna göre; bir gün Ali (r.a.)'m namaz
kıldırırken burnu kanadı. Bir kişiyi eliyle tutup öne geçirerek oradan
ayrıldı. (Bunu Sa'îd bin Mansur rivaycl etmiştir.) Ahmed bin Hanbel. "İmam
yerine başka birini imam olarak bırakırsa caizdir; çünkü Ömer ve Ali (r.a.)
yerine imam bırakmışlardır. Şayet yalnız kılarlarsa bu da olur. Çünkü Muaviye
(r.a.) hançerlcndiğindc, insanlar yalnız kılarak namazlarım tamamlamışlardır,"
demiştir.
Cemaatin hoşlanmadığı
bir kimsenin imam olmasını men eden hadîsler gelmiştir. Buradaki hoşlanmamaktan
maksat şer'i bir sebebe dayanan dinî bakımdan hoşlanmamaktır. İbn Abbâs
(r.a.)'dan rivayeten Ra-sûîüllah sallallahu aleyhi ve scHern şöyle buyurdu:
"Üç kimse vardır ki, namazları başlarının üstüne bir karış bile aşmaz:
Cemaatin hoşlanmadığı bir adamın kıldırdığı namaz. Kocası kendisine kızgın
olarak geceleyen bir kadının namazı ve birbirleriyle kanlı bıçaklı iki kardeşin
kıldığı namaz," (Hadisi îbn Mâce rivayet etmiştir. Irakî, 'hadisin senedi
hasendir' demiştir.) Abdullah bin Ömer (r.a.)'den rivayeten; Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellcm şöyle buyurdu: "Üç kişinin namazını Allah
kabul etmez; cemaat hoşlanmadığı halde namaz kıldırmak için öne geçen imamın,
namazın vakti geçtikten sonra namaza gelen kimsenin, azâd ettiğini tekrar köle
edinen kimsenin." (Hadîsi Ebû Davud ve İbn Mâce rivayet etmiştir.) Tirmizî
şöyle demiştir; "cemaatin hoşlanmadığı bîr kimsenin cemaata imam olması
mekruhtur; eğer imam haksız değilse günâhı onu hoş görmeyenleredir."
Câbir (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: "Rasûlüllah namaz kılmak için
kalktı; ben de geldim sol tarafına durdum. Elimi tutarak, beni sağ tarafa
çekinceye kadar çevirdi. Sonra Cabir bin Sahr gelerek, Rasûlüllah'm sağ
tarafına durdu, ikimizin de elini tutarak bizi arkasında duracağımız yere kadar
itti." (Hadîsi Müslîm ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) Cemaatte bulunan
bir kadın, erkeklerin arkasında tek başına durur, onlarla beraber safla durmaz.
Eğer bunun aksini yaparsa, alimlerin çoğuna göre namazı yine sahihtir. Enes
(r.a.) şöyle demiştir: "Ben ve evimizdeki bir yetim, birlikle
Rasülüllah'm arkasında namaz kıldık; annem Üm-mü Süleym de arkamı zdaydı."
Bir başka rivaycue: "Ben ve yetim Rasülüllah'm arkasında saf olduk,
ihtiyar kadın da arkamızdaydi," şeklindedir. (Hadîsi Buharî ve Müslîm
rivayet etmiştir.)
Ebû Hureyre'nin
rivayet ettiği hadisle Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu: "imamı
ortalayınız, boş yerleri doldurunuz." (Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiş,
Münzirî bu hadis hakkında bir şey söylememiştir.) İbn Mes'ûd'dan rivayeten Nebi
aleyhisselam şöyle buyurdu: "Sizden, ileri gelen ve bilgililer beni takib
etsin, sonra onları iakib edenler saf bağlasın. Sokaklarda seslerin karışması
gibi safta seslerin karışmasından sakınınız." (Hadisi Ahmed, Müslim, Ebû
Dâvûd, Tirmizî rivayet etmiştir.) Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Encs
(r.a.) şöyle demiştir: "Rasûlüllah, muhacir ve ensarm öğrenmeleri için
ardında durmalarını severdi." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Bunların öne geçmesindeki maksat, imamın okuduklarını anlamaları, imam hata
ettiği zaman onu uyarmaları gerektiği zaman onlardan birisinin imamlığa
geçirilmesi içindir.
Rasûlüllah, erkekleri
çocukların önüne koyar, arkalarına çocukları, çocukların arkasına kadınları
koyardı. (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Buharî rivayet etmiştir.) Müslim, Nesâî,
Tirmizî, İbn Mâce ve Ebû Dâvûd'un Ebû Hürcyre (r.a.)'den rivayet ettiğine göre
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Erkek
saflarının en hayırlısı ilk saf-lir. En kötüsü ise en arka saftır. Kadınların
saflarının en hayırlısı en arkadaki, en şerlisi de en öndeki saftır." Kadınların
saflarının en arkadakinin hayırlı olmasındaki maksat erkeklere karışmaktan
uzak, uygun bir yer olduğu içindir. Birinci safta bulunan kadınlar, çoğunlukla
erkeklere karışma yerinde bulunmuş olurlar.
Kim saffın arkasında
namaz için tekbir alıp sonra saffa girerse ve imam rüku'da iken rüku'a
yelişmişse namazı sahih olur. Ebû Bekir (r.a.)'dcn rivayclen; "Bir zat, Nebi
aleyhisselam rüku'da iken mescide vardı; saffa katılmadan rükû' elli. Durumu
Rasûiüllah'a anlatınca Rasûlüllah şöyle buyurdu: "Allah namaza olan
isteğini arttırsm, koşma!" (Hadisi Buharî, Ebû Dâvûd, Nesâî rivayet
etmiştir.) Saftan ayrı olarak namaz kılana gelince; âlimlerin çoğu kerahetle
beraber namazının sahih olduğu görüşündedir. Ahmed, İshâk, Hammâd, İbn Ebî
Leylâ, Veki', Hasan bin Salih, Nehâî, İbn Münzîr şöyle demişlerdir; "Her
kim safın arkasında lam bir rek'at kılarsa namazı bâtıl olur." Vâbısa'dan
rivayeten; "Rasûlüllah safın arkasında tek olarak namaz kılan bir adam
gördü de ona namazım iade etmesini emretti." (Hadîsi Buharî, Müslîm, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce rivayet etmiştir.) Ahmed'in lafzı ise şöyledir:
"Rasûlüîlah'a safın arkasında tek olarak namaz kılan adam hakkında
sorulunca: "Namazı iade eder," buyurdu." (Tirmizî bu hadisi
hasen saymıştır. Ahmed'in isnadı iyidir.) Ali bin Şcybân'dan rivayeten:
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, safın arkasında namaz kılan birisini
görünce, adam namazı bitirinceye kadar bekledi. Sonra ona şöyle dedi:
"Namazım tekrar kıl, safın arkasında tek kılanın namazı yoktur."
(Hadisi Ahmed, İbn Mâce, Bcyhakî rivayet etmiş, Ahmed, 'hadis hasendir'
demiştir. İbn Scyyid'ün-Nâs ise, hadisin ravilcrinin tanınmış sika'dan olduğunu
söylemiştir.)
Alimlerin çoğu,
yukarda geçen, Ebû Bekre hadisine dayanarak: "Namazın bir kısmım safm
arkasında kılana, Rasûlüllah namazını iadeyi emretmedi. İadeyi emrettiği
durumda ise, Rasûlüllah evlâ olanı yapmada mübalağa gösterdiği için bu emri
mendup olarak anlaşılır," demişlerdir. Kemâl îbn Hümâm ise, şöyle
demiştir: "imamlarımız Vâbisa hadisinin mendub olarak anlamışlar, Ali bin
Şeyban hadisini ise, Ebû Bekre hadisine uygun diye namazı mükemmel olmaz
anlamına almışlardır. Çünkü Ebu Bekre hadisinin zahirine göre, Rasûlüllah, adama
namazı iadeyi emretmediği için, namazı iade etmesi gerekmez.
Bir kimse namaza gelip
safla girecek bir yer veya bir boşluk bulamazsa tek olarak kılar. Başka bir
kimseyi çekmesi mekruhtur, dendiği gibi, diğer bir görüş de şöyledir:
"Tekbir aldıktan sonra saftan meseleyi bilen bir kimseyi çeker. Çekilen
kimsenin de geriye çıkması müstehabdır."
İmamın, namaza
girmeden önce boş yerleri doldurmak ve safları düzeltmek için emretmesi
müstehabdır. Enes (r.a.)'den rivayel olunduğuna göre, o demiştir ki:
"Rasûlüllah tekbir almadan önce yüzünü bize çevirir, safları birleştirir
ve; "Düz durun" derdi. (Hadisi Buharî, Müslîm rivayet etmiştir.) Yine
Buharî ve Müslîm'in Encs (r.a.)'dcn rivayetlerinde Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Saflarınızı düzeltiniz. Çünkü safları
düzeltmek namazın tamamlanması için gereklidir." Numan bin Beşîr
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; Numan şöyle demiştir: "Rasûlüllah,
bardaklar sıraya konduğu gibi saflarımızı düzeltirdi. Hattâ bizim iyice saf
düzelttiğimizi anlayıp safları dü7.eltliğimize kanaat getirinceye kadar
düzeltmeye devam ederdi. Bir gün bize döndüğünde, bir adamın göğsünün ileriye
çıkık olduğunu görünce, şöyle buyurdu "Ya saflarınızı düzeltirsiniz, ya da
Allah Teâlâ aranıza düşmanlık koyar." (Hadisi Buharî, Müslim, Ebû Dâvûd,
Tirmizî, Nesai rivayet etmiş, Tirmizî sahih-lcmişlir.) Ahmed ve Tabcranî'nin,
Ebû Ümame (r.a.)'den pek kötü olmayan bir senetle rivayet ettiğine göre
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Saflarınızı
düzeltiniz, omuzlarınızı bir hizada tutunuz. Kardeşlerinize yumuşak davranınız.
Boşlukları doldurunuz. Çünkü şeytan, kuzunun gireceği kadar boş yer bile
kalsa, oraya dahi girer."
Ebû Dâvûd, Nesai ve
Beyhâkî'nin Encs (r.a.)'dcn rivayet ettiğine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurmuştur: "ilk safı tamamlayınız, sonra ilk safı takib
edenleri doldurunuz. Eğer noksan kalırsa son saftan kalsın." Bezzâr'm, İbn
Ömer'den iyi bir senetle rivayet ettiğine göre İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
"Saftaki boşluğu doldurmak için atılan adımdan daha çok mükâfalli bir adım
yoktur." Nesai, Hâkim, İbn Huzcymc'nin İbn Ömer (r.a.)'dcn rivayetlerinde
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim safı doldurursa
Allah onu isteklerine ulaştırır, kim safı keserse Allah da onun iyiliklerini
keser." Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve Ebû Davud'un Cabir bin Semûre
(r.a.)'den rivayet etliklerine göre Câbir şöyle demiştir: "Rasûlüllah
yanımıza çıkarak: "Meleklerin rableri katında saf olduğu gibi saf olmak
istemez misiniz?" bu-
yurdu. Biz de:
"Melekler rableri katında nasıl saf olur?" diye sorduk. Ra-sûlüllah:
"Birinci safı tamamlar ve safları sıklaşünrlar." buyurdu."
Daha önce geçen
hadisle Rasûlüllah salîallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştu: "Eğer
insanlar, ezandaki ve birinci saftaki sevabı bilselerdi, kur'a çekmekten başka
bir çare bulamasalar, kur'a çekerlerdi." Ebû Sa'îd'ü-Hudrî (r.a.)'dcn rivayeten;
Rasûîüllah salîallahu aleyhi ve scl-lem ashabının birinci saftan geri kaldığını
görünce onlara şöyle buyurdu: "Öne geçip bana uyunuz. Sizden sonrakiler de
sizi tâkib etsinler. Bir cemaat geri kalmaya devam elliği müddetçe Allah da
onları geri bırakır." (Hadisi Müslim, Nesai, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce rivayet
etmiştir.) Ebu Dâvûd ve İbn Mâce'nin Âişe'dcn (r.a.) rivayetlerine göre
Rasûlüllah sal-laliahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah ve melekleri
safların sağ tarafında namaz kılanlara salâl eder." Ahmed ve Taberânî'nin
sahih bir sencılc Ebû Ümamc (r.a.)'den rivayetlerinde; Rasûlüllah salîallahu
aieyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah ve melekleri birinci safta
kılanlara salât eder." Ashab; "İkinci safiakilcrc de ederler
mi?" diye sorunca Rasûlüllah salîallahu aleyhi ve sellem: "Allah ve
melekleri birinci safla kılanlara salât eder," buyurdu. Ashab:
"İkinci saftakiicre de aynı mı?" diye soruyu tekrarlayınca Rasûlüllah
salîallahu aleyhi ve scİlcm; "İkinci saftakilere de," buyurdu.
İmamın sesi cemaate
ulaşmadığı zaman, ihtiyaç duyulursa imamın ardında tebliğ etmek müstchabdır.
Eğer imamın sesi cemaate ulaşırsa o zaman tebliğ etmek imamların itüfakınca
mekruhtur ve bid'attir.
Allah Teâlâ sadece bu
ümmete mahsus olarak yeryüzünü temiz ve 'mescid' kılmıştır. Müslümanlardan
herhangi bir kimse namaz vaktine ererse, erdiği yerde kılsın. Ebu Zer şöyle
demiştir: "Ya Rasûlallah! Yeryüzünde ilk yapılan mescid hangisidir?"
diye sorduğumda: "Mescîd-i Haram" buyurdu. "Sonra
hangisi?" dedim. "Mescîd-i Aksa" buyurdu. "Ara-iarmda ne
kadar zaman var?" dedim. "40 sene" buyurdu. Sonra: "Namaza
nerde yetişirsen kıl, orası mesciddir," buyurdu. Bir rivayette
"Yeryüzünün hepsi mesciddir." buyurdu. (Hadisi Buharı, Müslim, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Osman'dan (r.a.)
rivayeten Rasûiüllah salîallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim
Allah'ın rızasını kazanmak için bir mescid yaparsa, Allah Teâlâ ona cennette
bir ev yapar."
Ahmed, İbn Hibbân ve
Bezzâr'm, İbn Abbâs (r.a.)'dan sahih bir senetle rivayet ettiklerine göre;
Rasülüliah salîallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim, yumurtlamak
için bir kuşun yaptığı yuvası kadar, Allah için bir mescid yaparsa, Allah ona
cennetle bir ev yapar."
Mescide yönelirken
aşağıdaki duaları yapmak sünnettir: Ümmü Seleme demiştir ki: "Rasûlüllah
evinden çıktığı zaman şöyle derdi:
"Allah'ın adıyla
Allah'a tevekkül eltim. Allah'ım sapmaktan ve saptırılmaktan, kaymaktan ve
kaydırılmaktan, zulmetmekten ve zulmedilmek-len, cehalet yapmak ve cehalete
uğratılmaktan sana sığınırım." (Hadisi Tirmizî, Nesai, İbn Mâce ve Ebû
Dâvûd rivayet etmiş, Tirmizî sahihlemiştir.)
Tirmizî, Nesai ve Ebû
Davud'un rivayet ettiği ve Tirmizî'nin hasen saydığı hadisle Rasûlüllah
saİlallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Bir kimse evinden çıktığı
zaman:
"Allah'ın adıyla.
Allah'a tevekkül etlim. Kudret ve kuvvet ancak Allah'ındır." derse, o
kimseye: "bu sana yeler, hidayete erdin, isteğin verilecektir,"
denir. Ve şeytan o kimseden uzaklaşır."
Buharı ve Müslim'in
İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre Rasûlüllah şöyle söyleyerek
namaza çıkmıştır:
"Allah'ım kalbime
nur, gözüme nur, kulağıma nur, sağıma nur, arkama nur, damarlarıma nur, etime
nur, canıma nur, saçıma nur, derime nur kıl." Müslim'in bir rivayetinde
de:
"Allah'ım kalbime
nur, dilime nur, kulağıma nur, gözüme nur, arkama nur, önüme nur, üslüme nur,
allıma nur kıl. Allah'ım bana nur, ver." şeklindedir.
Ahmed, İbn Huzcyme ve
İbn Mâcc'nin Ebu Sa'îd'dcn rivayet ettikleri, Hâfız'm hasen saydığı hadiste,
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kişi evinden namaza
çıktığı zaman:
"Allah'ım senden
isleyenlerin ve sana koşanların hakkı için senden istiyorum. Ben nimetlerini
inkâr ederek, şükür etmeyerek gösteriş ve işittirmek için çıkmıyorum.
Gazabından korkarak, sana sığınarak çıkıyorum. Cehennemden beni kurtarmanı,
günâhlarımı affetmeni istiyorum. Senden başka günâhları affeden yoktur."
derse, Allah bu kimse için istiğfar etmek üzere yetmiş bin melek
vazifelendirir. Ve namazını bitirinceye kadar Allah ona teveccüh eder."
Mescide girenin sağ
ayağıyla girerek şöyle demesi sünnettir:
"Kovulmuş
şeytandan büyük olan Allah'a, kerîm olan rahmetine, kadîm olan saltanatına
sığınının, Allah'ın adıyla, Muhammed'c rahmet el. Allah'ım günâhlarımı affet.
Rahmet kapılarını bana aç."
Mesciddcn çıkmak
istediği zaman ise sol ayağı ile çıkarak şöyle demesi sünnettir:
"Allah'ın adıyla.
Allah'ım, Muhammed'e rahmet el. Fazilet kapılarını bana aç. Günâhlarımı affet.
Allah'ım, kovulmuş şeytandan beni koru."
Buharı, Müsiîm ve
Ahmed'in Ebu Hureyre (r.a.)'dcn rivayetlerinde Nebî aleyhisselâm şöyle
buyurmuştur: "Kim mescide gidip dönerse her gidip gelişinde Allah ona
mükâfat olarak cenneti hazırlar."
Ahmed, İbn Mâce, İbn
Huzeyme, İbn Hibbân ve Tirmizî'nin rivayet edip hasen saydığı, Hâkim'in rivayet
edip sahih saydığı ve Ebû Sa'îd'den rivayet ettikleri hadiste Nebî aleyhisselâm
şöyle buyurmuştur: "Kişinin mescide gidip geldiğini gördüğünüz zaman mümin
olduğuna şahitlik edin. Çünkü Allah Teâlâ; "Mescidleri ancak Allah'a ve
âhir et gününe iman edenler imar eder." buyurmuştur."[52]
Müslim'in Ebu Hüreyre
(r.a.)'den rivayetinde Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Kim evinde abdest
alır, sonra Allah'ın mescidlerinden birisine Allah'ın farzlarından birini eda
etmek için yürürse onun adımlarından birisi hatalarını siler, diğeri ise
derecesini yükseltir."
Taberani ve Bezzâr'm
sahîh bir senetle Ebû Derdâ'dan rivayetlerinde Nebî aleyhisselam şöyle
buyurmuştur: "Mescit her takva sahibinin evidir. Mescidini ev edinen
herkesi Aliah Teâlâ rahatlatmaya, rahmeliyle sırattan geçirmek suretiyle
rızasına ve cennetine kavuşturmaya kefil olmuştur. "
Bu konuda: "Sizi
hataları silen ve dereceleri yükselten bir şeye sev-kedeyim mi?" şeklinde
başlayan hadis daha önce geçmiştir.
Buharı, Müslim,
Tirmizî, Nesai, İbn Mâcc ve Ebû Davud'un Ebû Katâde (r.a.)'den rivayetlerinde
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellcm şöyle buyurdu: "Sizden biriniz
mescide geldiği zaman oturmadan Önce iki rek'at namaz kılsın."
Beyhakî'nin Cabir
(r.a.)'den rivayetinde Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mescid-i Haramdaki bir namaz, yüzbin namaza bedeldir. Benim mescidimde
kılınan bir namaz, bin namaza bedeldir. Beyt-ül Makdis'deki bir namaz beş yüz
namaza bedeldir."
Ahmeci'in rivayet
ettiği hadîste Nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Benim mescidimde
kılınan namaz Mescid~i Haramdan başka diğer mescidlerde kılınan namazlardan bin
defa daha efdaldir. Mescid-i Haramda kılınan namaz benim bu mescidimde kılınandan
yüz kat daha efdaldir. "
Buharı, Müslim,
Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce'nin rivayet etliği hadiste Nebi
aleyhisselam şöyle buyurdu: "Üç mescidden başkası için yolculuk yapılmaz.
Mescid-i Haram, benim şu mescidim, bir de Mes-cid-üt Aksa."
Ahmed, Ebû Dâvûd,
Nesâî, îbn Mâce ve İbn Hibbân'ın Enes (r.a.)'den rivayet ederek, İbn Hibbân'm
sahih saydığı hadiste Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu: insanlar yaptıkları
mescidlerle övünmedikçe kıyamet kopmaz." İbn Huzeyme'nin lâfzı ise
şöyledir: "insanlar üzerine, mescidlerle övünecekleri, sonra pek azı hariç
onları onarmayacaklan bir zaman gelecektir."
Ebû Dâvûd ve İbn
Hibbân'ın İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet ettiği İbn Hibbân'ın sahih saydığı
hadiste Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu: "Mescidleri ihtiyaçtan fazla
yükseltmek ve ihtişamlı yapmakla emrolunma-dım." Ebû Davud'un ilâvesinde İbn
Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: "Mescid-leri yahudi ve hıristiyanlann
süslediği gibi süsleyeceksiniz."
İbn Huzeyme'nin
rivayet edip, sahîh saydığı bir hadiste; Ömer (r.a.) mescid yapılmasını
emrederek şöyle dedi: "İnsanları yağmurdan koruyacak bir mescid yapın. O
'nu kırmızı veya sarıya boyamaktan sakının. Çünkü insanları oyalar." (Bu
hadisi Buharî ta'lîken rivayet etmiştir.)
Ahmed, Ebû Dâvûd,
Tirmizî, İbn Mâcc ve İbn Hibbân'm Âişe'dcn (r.a.) iyi bir senetle rivayet
etliklerine göre, Nebi aleyhisselam mescid ya-pılmasım, onların temizlenmesini,
kokulanmasını emretti. Ebû Davud'un lâfzı ise şöyledir: "Rasûiüllah
evlerimizde mescid yapmamızı ve onları güzel yapıp temizlememizi bize
emrederdi." Ömer (r.a.) minberde oturduğu zaman Abdullah mesciddeki
taşları düzeltirdi. Enes (r.a.)'dcn rivayc-ten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellcm: "Ümmetimin mükâfatı bana arz olundu. Kişinin mescidden çıkardığı
kırpıntılar bile..." (Hadîsi Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmiş, İbn
Huzeymc de sahîhlemiştir.)
Mescidler ibadet
evleri olup, pisliklerden, kokulardan korunması gerekir. Müslim'e göre Nebî
aleyhisselam şöyle buyurdu: "Şüphesiz idrar ve pislik şu mescidlerin
hiçbirine uygun değildir. Onlar sadece Kur'ân okumak içindir." Ahmed'in
sahîh senetle rivayet ettiği hadîste Nebi aleyhisselam şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz balgam çıkardığı zaman onu gömsün. Bir mü'minin cildine ve
elbisesine dokunup ona eziyet verebilir." Buhârî ve Ahmed'in Ebû Hürcyrc
(r.a.)'den rivayetlerinde Nebi aleyhisselam şöyle buyurdu: "Sizden biriniz
namaza kalktığı zaman önüne tükürmesin, çünkü namazda olduğu müddetçe Allah'a
niyazda bulunur. Sağ tarafına tükürmesin, çünkü sağ tarafında melek vardır. Sol
tarafına veya ayağının altına tükürüp tükürüğünü gömsün." Câbîr (r.a.)'den
rivayet edilerek sahîh oiduğunda ittifak edilen hadiste Nebî aleyhisselam
şöyle buyurdu: "Kim soğan, sarmısak, pırasa yerse mescidlerimize
yaklaşmasın. Çünkü melekler ademoğlunun eziyet duyduğu şeyden eza
duyarlar." Cuma günü Ömer (r.a.) bir hutbe okuyarak şöyle dedi: "Ey
insanlar sizler iki sebze yiyorsunuz. Ben onları hoş görmüyorum. Onlar da soğan
ve sarmı-sakdır. Vallahi Rasûlüllah'ı gördüm, soğan ve sarmısak kokusu bir adamda
bulunduğu zaman dışarı çıkarılmasını emrederdi. Biz de onu Bekî' denilen yere
çıkarırdık. Kim soğan ve sarmısak yiyecekse pişirmek suretiyle kokularını gidersin."
(Bu hadisi Ahmed, Müslim ve Nesâî rivayet etmiştir.)
Ebu Hüreyre (r.a.)'dcn
rivayeten Rasûlüllah sallaSlahu aleyhi ve sel-lem şöyle buyurdu: "Her kim
mescidde yitiğini ilân eden bir adamı işitirse ona, 'Allah onu sana
buldurmasın, mescidler bunun için yapılmamıştır,' desin." (Bu hadisi
Müslim rivayet elmişür.) Yine Ebu Hüreyrc (r.a.)'den rivayeten Nebi aleyhi
sselam şöyle buyurdu: "Mescidde bir şey satan veya alanı gördüğünüz zaman,
'Allah ticaretine kâr ettirmesin,' deyin." (Hadîsi Nesâî ve Tirmizî
rivayet etmiş, Tirmizî hadisi hase-n saymıştır.) Abdullah İbn Ömer (r.a.)'dcn
rivayet olunduğuna göre, Abdullah demiştir ki: "Rasûlüllah mescidde
alış-verişi, şiir söylemeyi, yitiğini ilân etmeyi yasak etmiştir. Yine cuma
günü namazdan önce halkalar şeklinde oturmayı neh yetmişi ir." (Hadîsi
Buharı, Müslîm, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâ-vûd rivayet etmiş, Tirmizî
sahîhlcmiştir.) Nchycdüen şiir müslümanı kötülemek, zalimi methetmek için
yazılan çirkin güftesi olan şiirdir. Fakat hikmet, İslâm'ı medh, iyiliğe teşvik
için olursa bunda bir beis yoktur. Ebu Hürcyre (r.a.)'den rivayeten: Ömer
(r.a.) mescidde şiir söyieyen Hassan (r.a.)'a uğradı. Ömer (r.a.) ona bakınca
Hassan (r.a.): "Ya Ömer, senden daha hayırlısı mescidde iken, ben burada
şiir okurdum," dedi ve Ebû Hü-reyre'ye dönerek; "Ailah için sana
soruyorum. Rasûlüllah'ın bana; "Cevap ver benim adıma," dediğini ve
"Allah'ım onu Ruh-ül Kudüs'le teyid et," buyurduğunu duydun mu?"
dedi. Ebû Hüreyrc de: "Evet," diye cevap verdi. (Bu hadis Buharı ve
Müslîm'dc kayıtlıdır.)
Şeyh-ül İslâm İbn
Teymiyye şöyle demiştir: "Mescidde ve mescidin dışında dilenmek zaruret
olmadıkça haramdır. Ancak zaruret varsa mescidde diienilebilir. Fakat
insanların başlarının üzerinden atlayarak onlara eziyet etmez. Anlattıklarında
yalan söylemez, hatip hutbe okurken veya insanlar ilimle meşgul iken onları
rahatsız edecek şekilde bağırıp çağırmaz. Bunları yapmadan dilenmesi
caizdir."
Mescidde namaz
kılanları karıştıracak şekilde Kur'ân okumak bile olsa sesi yükseltmek
haramdır. Ancak ilim dersleri müstesnadır, İbn Ömer (r.a.)'den rivayeten:
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, insanlar namaz kılarlarken yanlarına
çıktı. Kur'ân okurlarken sesleri yükselmişti. Onlara şöyle buyurdu: "Namaz
kılan, Rabbiyte fısıldaşıyor. Ne ile niyaz elliğine dikkat etsin. Dazınız
birbirinize karşı açıktan okumasın." (Hadisi Ahmed sahîh bir senetle
rivayet etti. Ebû Sa'îd-il Hudrî (r.a.)'m rivayet ettiği bir hadise göre; Nebi
aleyhisselam, mescidde itikâfa girmişti. Cemaatin, kırâcti açıktan
yaptıklarını işitince örtüyü açtı ve onlara: "Dikkat! Hepiniz Rabbinize
niyazda bulunuyorsunuz. Birbirinize eziyet etmeyin. Kırâelle birbirinize karşı
sesinizi yükseltmeyiniz." (Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Bcyhakî, Nesâî ve Hâkim
rivayet etmiş, Hâkim, 'Buharı ve Müslim'in şartlarına göre hadîs
sahihtir," demiştir.)
Nevevi; mescidde,
mubah olan sözleri, dünya ve gayriye ait mubah işleri konuşmak caizdir,"
demiştir. Hattâ bu sözler mubah olduğu müdde1-çe, sonunda gülmek de olsa
caizdir. Câbir bin Scmûre (r.a.)'in rivayet ettiği hadiste Câbir demiştir kî:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldığı namazgahta
güneş doğuncaya kadar bekler, güneş doğunca kalkardı. Bu arada sohbet
yaparlar, cahilİyct işlerinden anlatırlar; ashab güler, Rasûlüllah ise tebessüm
ederdi." (Hadîsi Müslîm rivayet etmiştir.)
İbn Ömer (r.a.)'dcn
rivayeten; o demiştir ki: "Biz Rasûlüllah'ın zamanında mescidde kuşluk
vakıi uyurduk. O zaman biz gençtik." Nevevi şöyle demiştir: "Ashab-ı
Suffc ve Uranibbîler, Ali, Safvân bin Ümcyyc ve sahabeden bir cemaat mescidde uyurlardı.
Sümâmc ise müslüman olmadan önce mescidde gecclemişti. Bunların hepsi
Rasûlüllah'ın zamanında olmuştur." Şafiî cl-Üm" adlı kitabında şöyle
der: "Müşrikin mescidde gecelemesi caiz olunca, müslüman da
geceleyebilir." Yine Şafiî "Muhtasar" adlı kitabında;
"Müşrik bir kimsenin Mescid-i Haram müstesna diğer Mescidlerde
gecelemesinde bir beis yoktur." demiştir. Abdullah bin Halis (r.a.):
"Rasûlüllah'ın zamanında mescidde ekmek ve et yerdik," demiştir.
(Abdullah bin Halis (r.a,)'in bu sözünü İbn Mâce iyi bir senetle rivayet etmiştir.)
Namaza çıkarken ve
mescidde namazı beklerken parmaklan kenetlemek mekruhtur. Bunun dışında
mescidde bile olsa parmaklan kenetlemek mekruh değildir. Ka'b (r.a.)'dan
rivayeten: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selîem şöyle buyurdu: "Sizden
biriniz abdest alınca abdestini güzel alır da sonra mescide çıkarsa,
parmaklarını birbirine kenetlemesin. Çünkü o namazdadır." (Hadisi Ahmed,
Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmiştir.) Ebu Saîd'il-Hudrî (r.a.)'den
rivayeten; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah ile beraber mescide girdim. Bir
adam parmaklarını birbirine kenetleyerek oturmuştu. Rasûlüllah ona işaret elti.
Fakat işaretini anlamadı. Rasûlüllah ona dönerek şöyle buyurdu: "Sizden
biriniz mescidde iken ellerini kenetlemesin. Çünkü bu is şeytandandır. Sizden
biriniz mescidden çıkıncaya kadar namazdadır." (Hadisi Ahmed rivayet
etmiştir.)
İmam ve lek kılan için
iki direk arasında namaz kılmak caizdir. Buharı ve Müslim'in îbn Ömer
(r.a.)'dcn rivayet ettikleri hadîse göre; Ra-sûlüîlah sallallahu aleyhi ve
selicm Kabe'ye girince iki direk arasında namaz kıldı. Sa'îd bin Cübeyr,
İbrahim ct-Teymî ve Suvcyd bin Gufie iki sütun arasında ccmaaîc imam
olmuşlardı. Cemaatin ise, genişlik olduğu zaman safları keserek direkler
arasında kılması mekruhtur. Sıkışık anlarda ise mekruh değildir. Encs
(r.a.)'lcn rivayet olunduğuna göre, Encs (r.a.) şöyle demiştir: "İki direk
arasında namaz kılmaktan nehyolunmuştuk. Sonra tekrar serbest bırakıldık."
(Hadisi Hâkim rivayet etmiş ve sahîhlemiştir.) Muaviye bin Kurre, babasından
rivayeten şöyle demiştir: "Biz Rasûlüllah zamanında iki direk arasında saf
tutmaktan nchyolun-muştuk. Sonra tekrar serbest bırakıldık." (Hadisi İbn
Mâce rivayet etti. Hadîsin senedinde bilinmeyen bir adam vardır. Saîd bin
Mansur "Sûnen-i Hûda" kitabında hadisi îbn Mes'ûd, İbn Abbâs ve Huzeyfe'den
rivayet etmiştir.) İbn Seyyid'ün-Nâs: "Sahabeden bunlara muhalefet eden
bilinmemektedir." demiştir.
Aşağıdaki yerlerde
namaz kılmak nehycdilmiştir:
Buharı, Müslim, Ahmed
ve Nesai'nİn Aişe'den (r.a.) rivayet ettiklerine göre; Nebi aleyhisselam şöyle
buyurmuştur: "Allah yahudi ve nasara'ya lanet etmiştir. Çünkü onlar
peygamberlerin kabirlerini mescid edindiler." Ahmed ve Müslim'in, Ebu
Mirsed'ül-Ganevî'dcn rivayetlerinde Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: "Kabirlere karşı namaz kılmayınız ve üzerlerinde
oturmayınız." Yine Buharı ve Müslim'in Cündüb bin Abdullah el Becclî'den
rivayetlerinde, o şöyle demiştir: Rasû-lüllah'm vefat etmeden beş gün önce
şöyle buyurduğunu işittim: "Şüphesiz sizden öncekiler peygamberlerinin ve
salih insanların kabirlerini mescid ediniyorlardı. Dikkat! kabirleri mescid
edinmeyiniz. Sizi bundan sakındırırım." Aişe'den (r.a.) rivayeten Ümmü
Seleme, (r.a.) Habeş arazisinde Mariye denen bir kiliseden Rasûlüllab'a
bahsetti. Kilisede gördüğü resimleri anlattı. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: "Onlar öyle kimselerdir ki, kendilerinden salih bir
kul veya bir adam öldüğü zaman kabri üzerine mescid yaparlar ve resimlerle
süslerler. Bunlar Allah katında insanların en serlisidir." (Hadîsi
Buharî, Müslîm ve Nesai rivayet etmiştir.) Yine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
scilem, bir rivayete göre şöyle buyurmuştur: "Allah kabirleri ziyaret
eden kadınlara ve kabirler üzerinde mescid edinen ve kandil koyanlara lanet
etmiştir." Alimlerin çoğu bu hadisi kabir, namaz kılanın ister önünde
olsun ister arkasında olsun kerahate hamlctmişlerdir. Zahiriler ise, buradaki
nehyi harama hamlederek 'mezarlıkta namaz bâtıldır,' demişlerdir. Hadîslere
uyan da budur. Hanbclîlcre göre, kabirde üç veya daha fazla ölü bulunursa haramdır.
Bir veya iki mezar olursa kabre döndüğü zaman kerahatle beraber namaz sahihtir.
Eğer kabre dönmezse kerahat yoktur.
Ebû Musa el-Eş'arî ve
Ömer bin Abdülaziz kilisede namaz kıldılar. Şa'bî, 'Atâ, İbn Sirîn kilisede
namaz kılmakta bir beis görmezlerdi. Buharî şöyle demiştir: "İbn Abbâs
içinde resim olmayan kilisede namaz kılardı." Nccran ahalîsinden kiliseden
başka namaz kılacak temiz yer bulamayanlar Ömer (r.a.)'e mektup yazdılar. Ömer
mektubun cevabında, "su ve sidr-le onu temizleyin ve içinde namaz
kılın," diye yazdı. Hanefi ve Şafiî'ye göre ise; havra ve kilisede namaz
kılmak mutlak olarak mekruhtur.
Zeyd bin Cübeyr'in,
Davud bin Hüseyin'den, onun da İbn Ömer'den rivayet ettiğine göre Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve seliem yedi yerde namaz kılmayı nehyetmiştir:
"Çöplükte, mezbahada, mezarda, yol ortasında, hamamda, develerin ağılında
ve Beylullah'ın üstünde." (Bu hadisi İbn Mâce, Abd bin Humeyc ve Tirmizî
rivayet etmiş, Tirmizi 'senedi kuvvetli değil,' demiştir.) Çöplük ve mezbahada
namaz kılmanın nehyedilmcsinde-ki sebeb, pislik yerleri olduğu İçindir. Bir
mahfaza olmadan burada namaz kılmak haramdır. Eğer mahfaza olursa cumhur
ulemaya göre mekruhtur. Ahmed ve Zahir ehline göre ise haramdır. Devenin
ağılında namaz kılmanın nehyedilmcsi, cinden yaratılmış olmasındandır. Başka
sebebler de gösterilmiştir. Deve ağılında namaz kılmanın hükmü daha Önce
geçenlerin hükmü gibidir. Yol ortasında namaz kılmanın nehyedilmesi, genellikle
insanlar geçtiği için gürültünün çokluğundan kalbin meşgul olması ve huzurun
gitmesine sebebiyet vermesindendir. Kabe'nin üzerinde namaz kılmanın
sakıncasına gelice; bu durumda namaz kılan beyte karşı değil de onun üzerinde
kılmış olur. Bu da emre muhaliftir. Bunun için alimlerin çoğu Kabe'nin üstünde
namaz kılmanın sahih olmadığı görüşündedirler. Hanefiler ise, Kabe'ye tazimi
terkeımek olduğu için kerahatle beraber caizdir, demişlerdir. Hamamda namaz
kılmanın kerahati ise, pislik yeri olduğu içindir. Burada namaz kılmanın mekruh
olduğu görüşü ise, âlimlerin çoğunun görüşüdür. Ahmed, Zahirîler ve Ebû Sevr
ise, 'hamamda namaz sahîh değildir,' demişlerdir.
Kabe'nin içinde namaz
farz olsun nafile olsun sahihtir. İbn Ömer (r.a.)'den rivayeten; o şöyle
demiştir: "Rasûlüllah, Üsâme bin Zeyd, Bilâl, Osman bin Talha Beytullah'a
geldiler. Kapıyı kapadılar.'Kapıcı çıkınca içeri ilk giren ben oldum. Bilâl ile
karşılaştım ve ona sordum: 'Rasûlüllah namaz kıldı mı?' 'Evet, Yemen
tarafındaki iki direk arasında kıldı,' dedi." (Hadisi Buharı, Müslim ve
Ahmed rivayet etmiştir.)
Namaz kılanların,
önünden geçenleri engellemek ve gözünün ileri bakmasına mâni olmak için önüne
sütre koymaları müstchabdır. Ebû Sa'îd hadisinde Rasûiüllah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden biriniz namaz kılarken önüne sütre
koysun. Ve ona yaklaşsın." (Hadisi Ebu Davud ve İbn Mâce rivayet
etmiştir.) İbn Ömer'den rİvayeten: "Rasülütİah sallaiiahu aleyhi ve scliem
Bayram'a çıkınca bir mızrak ister, önüne koyar ve ona doğru namaz kılardı.
Cemaat da arkasında saf tutardı.
Rasûlüllah bu işi
seferde de yapardı. Sonra emirler de böyle yapmaya başladı." (Hadisi
Buharı, Müslim ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) Hanefi-ler ve Malikîlere göre
sütre koymak ancak önünden bir kimsenin geçmesi korkusu olduğu zaman
müslchabdır. Eğer kimsenin geçmeyeceğinden emin ise müstehab olmaz. İbn Abbâs'm
hadisine göre; Rasûlüllah sallaiiahu aleyhi ve sellem boş bir arazide namaz
kılarken önünde bir şey yoktu. (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Beyhakî rivayet
etmiş, Bcyhakî, "hadisin şahidi var olup bu şahit Fazıl İbn Abbâs'dan daha
sağlamdır,' demiştir.)
Namaz kılanın
seccadenin ucunda da olsa önüne bir şey dikmesiylc sütre tahakkuk eder. Saburc
bin Ma'bcd (r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: "Sizden biriniz namaz kıldığınız zaman bir okla dahi olsa önüne sütre
koysun." (Hadisi Ahmed, Hâkim rivayet etmiş, Hâkim, 'hadis Müslim'in
şartına göre sahihtir.' demiştir. Heyscmî ise, 'Ahmed'in ravileri, sahihin
ravileridir,' demiştir.) Ebû Hürcyre (r.a.)'dcn rivayeten, Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve seilem şöyle buyurdu: "Sizden biriniz namaz
kıldığınız zaınan ön tarafına bir sey koysun, bir sey bulamazsa bir sopa
diksin, eğer sopa yoksa bir hat çizsin ki önünden geçenler ona zarar
vermesinler," (Hadisi Ahmed ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Hadîsi Ahmed ve
İbn Mcdinî sahihlediği gibi Ebû Dâvûd ve İbn Hİbbhan da sahihlcmiştir. Bcyhakî,
"sütre hükmünü açıklayan hadiste, bir beis olmadığı kanaatindeyim,"
demiştir.) Yine Rasûlüllah'ıan rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem direğe doğru namaz kıldı. Ağaca doğru namaz kıldı ve Aişe'nin
(r.a.) yaslanmış olduğu sedire doğru namaz kıldı. Semer çıkıntısına doğru
namaz kıldığı gibi, semere doğru da namaz kılmıştır. Talha'dan rivayet
olunduğuna göre, o şöyle demiştir: "Biz namaz kılardık. Hayvanlar önümüzden
geçerdi. Durumu Rasülüllah'a anlattık. Önünüze semer çıkıntısı gibi bir şey
koyun, o zaman geçenler zarar vermez, buyurdu." (Hadîsi Ahmed, Müslîm, Ebû
Dâvûd, İbn Mâce ve Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hadisin sahih olduğunu
söylemiştir.)
İmamın sütresi,
arkasındakiler için de sütre kabul edilir. Amr İbn Şuayb'in babasından, onun da
dedesinden rivayet ettiğine göre, dedesi şöyle demiştir: "Rasûîüllah ile
birlikte Mekke'ye yakın bir yerde indik. Namaz vakti gelince bir duvara doğru
namaz kıldı. Onu kıble edindi. Biz
de arkasmdaydık. O
anda bir kuzu önünden geçmeye kalkıştı. Rasûlüllah, kuzunun karnı duvara
yapişmcaya kadar onunla mücadeleye devam etti. Ve kuzu ancak arkasından
geçebildi." (Hadisi Ahmed ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) İbn Abbâs
(r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Akıl baliğ olduğum
zaman bir gün merkebe binmiş gidiyordum. Rasûlüllah Mina'da cemaate namaz
kıldırırken birkaç safın önünden geçtim. Merkebi otlatmak için salıp safa
girdim. Hiç kimse beni bu konuda kınamadı." (Hadisi Buharı, Müslim, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.) Bu hadîslerde ccmaaüc
namaz kılanların önünden uzaktan geçmenin cevazına ve sütrenin imam ve yalnız
kılan için meşru olduğuna delâlet vardır.
Beğavî şöyle demiştir;
"İlim ehli sütrc ile arasında secde edecek kadar bir yer kalacak şekilde
sülreye yaklaşmayı müstehab görmüşlerdir." Safların arası da böyledir.
Geçen hadîste sütreye yaklaşma ifadesi vardır. Bilâl (r.a.)'dcn rivayeten:
"Rasûlüllah duvarla arasında üç zira olduğu halde namaz kılmıştır."
(Hadisi Ahmed, Nesâî rivayet etmiş, Buharî de hadisi manen rivayet etmiştir.)
Sehl bin Sa'd'den rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: "Rasûlüllah'm
namazgahının önünde bir koyun geçecek kadar yer bulunurdu." (Hadisi Buharî
ve Müslîm rivayet etmiştir.)
Beğavî şöyle demiştir:
"İlim ehli sütre ile arasında secde edecek kadar' bir yer kalacak şekilde
sülrcye yaklaşmayı müstehab görmüşlerdir." Safların arası da böyledir.
Geçen hadiste sütreye yaklaşma ifadesi vardı. Bilâl (r.a.)'dcn rivayeten:
"Rasûlüllah duvarla arasında üç zira olduğu halde namaz kılmıştır."
(Hadisi Ahmed, Nesâî rivayet etmiş, Buharî de hadisi mânen rivayet etmiştir.)
Sehl bin Sa'd'den rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: "Rasûlüllah'ın
namazgahının önünde bir koyun geçecek kadar yer bulunurdu." (Hadisi Buharî
ve Müslîm rivayet etmiştir.)
Hadisler namaz kılanla
sütresinin arasından geçmenin haramlığım göstermektedir ki bu büyük günâhlardan
sayılmıştır. Büsr bin Sa'îd'den rivayet olunduğuna göre şöyle demiştir: "Zeyd
bin Halid Büsr'ü, Ebû Cüheym'e, Rasûlüllah'dan namazı kılanın önünden geçen
hakkında işittiği şeyi sormaya gönderdi. Ebu Cüheym (r.a.) Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Namaz kılanın
önünden geçen kazandığı günâhı bilseydi, Önünden geçtnektense kırk yıl
beklemenin daha hayırlı olduğunu anlardı." (Hadisi Buharî, Müslim,
Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce rivayet etmiştir.) Zeyd bin Halid'den
rivayeten; Nebi aleyhisselam şöyle buyurdu: "Namaz kılanın önünden geçen
kazandığı günâhı bilseydi, önünden geçmeklense kırk mevsim beklemesi kendisi
için daha hayırlı olurdu." (Hadisi Bczzâr sahih bir senetle rivayet etmiştir.)
İbn Kayyım demiştir ki; İbn Hibban ve diğerleri, "hadîste geçen ha-ramlık,
kişi sülreye doğru kıldığı zamandır. Eğer kılanın önünde sütre yoksa önünden
geçmek haram olmaz," demişlerdir. Ebû Hatim (İbn Hibban) bu görüşe, kendi
Sahih'inde Muttalib bin Ebî Veda'dan rivayet elliği hadisle delil getirmiştir.
Ebû Veda' demiştir ki: "Rasûlüllah'i tavaf bitince gördüm. Tavaf yapılan
yerin kenarına gelip iki rek'at namaz kıldı. Rasûlüllah ile tavaf edenler
arasında hiç bir şey (sütre) yoktu." Ebu Hâlim şöyle demiştir: "Bu
haberde namaz kılanın önünde sülre olmadığı zaman önünden geçmenin mubah
olduğuna delil vardır. Ayrıca bu hadiste namaz kılanın Önünden geçmek hakkında
varid olan tehditle, sütreye karşı kılanın kasdedildiğini, yoksa sütre
olmadığı zaman geçmeye dair olmadığını göstermekledir." Ebu Hâlim;
"Rasûlüllah namaz kılarken kendisiyle tavaf edenler arasında sütre
olmadığını" beyan etlikten sonra, Multaiib hadisine işaret ederek dedi ki:
"Nebî aleyhisselam'ı Haccr-i Esvcd köşesine karşı namaz kılarken gördüm.
Önünde sütre olmadığı halde erkek ve kadınlar önünden geçiyordu."
Rasûlüllah'm mescidine gelince; eğer orada sütresiz kılarsa veya sütre olup da,
sütreden uzak olursa esah oİan kusurlu olmayıp engellenemeyeceğidir. Bu
durumda namaz kılanın önünden geçmek haram da değildir. Ancak geçmemek daha
evlâdır.
Namaz kılahm, sütrc
edindiği zaman, insan olsun hayvan olsun önünden geçene mani olması meşrudur.
Eğer geçen, sütrenin dışında ise onu engellemek meşru değildir. Onu geçmesi
zarar da vermez. Humeyd bin Hilâl'dcn rivayet olunduğuna göre; o şöyle
demiştir: 'Ben ve arkadaşım hadis müzakere ederken, Ebû Salih es-Semmân şöyle
dedi: "Ebû Sa'îd'den işittiğimi ve gördüğümü sana anlatayım. Ben ve Ebû
Sa'îd'il-Hudrî cuma günü, önünde insanların geçmesini engelleyen sütre olduğu
halde namaz kılarken, Ebû Muayt kabilesinden bir genç girip önünden geçmek
istedi. Onun boğazından iterek engelledi. Genç, çıkacak bir yer bulamayınca
yine geçmek istedi. Ebû Sa'îd birincisinden daha şiddetli bir şekilde onu
boğazından tutup geri itti. Genç dikilerek Ebû Sa'îd'e sataştı. Sonra insanlar
kalabalık bir halde, olanları Mervan'a şikâyet etmeye gittiler. Ebû Saîd de,
Mervan'ın huzuruna girerek şöyle dedi: 'Sana ve kardeşinin oğluna ne oluyor
da, sana şikâyete geliyor?' Ebû Sa'îd 'Nebi aleyhisselâm'm şöyîc buyurduğunu
işittim1 dedi: "Sizden biriniz sütreye namaz kıldığınız zaman, önünüzden
birisi geçmek isterse ona engel olsun. Eğer karşı gelirse onunla çalışsın.
Çünkü o şeytandır." (Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.)
Ali, Osman, İbn
Müseyyeb, Şa'bi, Malik, Şafiî, Süfyân-ı Sevrî ve Hanefiicr namazı hiçbir şeyin
kesmeyeceği görüşündedirler. Ebû Dâ-vûd'un Ebû'l-Veddâk'den rivayet ettiği
hadiste Ebû'l-Veddâk şöyle demiştir: "Kureyş'dcn bir genç Ebû Sa'îd'in
önünden geçerken Ebû Sa'îd onu engelledi. Tekrar geçmeye davranınca yine
engelledi. Üç kere bu durum tekrar etti. Sonra Namazı bitirince; 'şüphesiz
namazı hiçbir şey kesmez.' dedi. Çünkü Rasûlüllah: "önünüzden geçeni
gücünüz yettiğince engelleyin, çünkü o şeytandır." buyurmuştur."
Aşağıdaki hususlar
namazda mubahtır:
Meselâ musîbet veya
ağrıdan dolayı defi mümkün oimayan âh, vâh gibi. Allah Tcâlâ şöyle buyuruyor:
"Onlara Rahmanın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye
kapanırlar."[53] Bu
âyet namaz kılan ve kılmayanı içine alır. Abdullah bin Şihayr'dcn rivayet
olunduğuna göre; o demiştir ki: "Rasûlüllah'i namazı kılarken gördüm.
Ağlamaktan dolayı içinden tencerenin kaynaması gibi bir ses geliyordu."
(Bu hadîsi Alırned, Ebû Davûd, Nesâî ve Tirmizî rivayet etmiş.' Tirmizî hadîsi
sahîhlemiştir.) Ali (r.a.) şöyle
demiştir: "Bedir savaşında Mikdad bin Esved'den başka aramızda süvari
yoktur. Rasûlüllah ise ağacın altında sabah oluncaya kadar namaz kılıyor ve
ağlıyordu." (Bu hadisi İbn Hibbân rivayet etmiştir.) Âişe'nin (r.a.)
rivayet etmiş olduğu hadîse göre Rasûlüllah, vefatına yol açan hastalığında
şöyle buyurmuştu: "Ebû Bekr'e söyleyin cemaate namaz kıldırsın." Aişe
(r.a.): "Yâ Rasûlallah! Ebu Bekr, kalbi ince bir adamdır. Göz yaşlarına
mani olamaz. Kur'ân okuyunca ağlar," dedi. Âişe (r.a.) devamla dcmişlir
ki: "Rasûlüllah'ın makamına ilk geçen Ebu Bekr'in bu hareketini insanlar
hoş görmez düşüncesiyle durumu ona söylemeyi uygun görmedim." Bunun
üzerine Rasûlüllah saliallahu aleyhi ve sellem: "Ebû Bekr'c emredin,
cemaate namaz kıldırsın. Sizler Yusuf un arkadaşları gibisiniz," buyurdu.
-Niyetiniz başka, dış görüşünüz başkadır.- (Hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd ve İbn
Hibbân rivayet etmiş, Tirmizî de rivayet edip hadîsi sah îhlemiştir.)
Rasûlüllah sallaliahu
aleyhi ve seilem'e, Ebû Bekr'in Kur'ân okuduğu zaman ağladığı haberi verildiği
halde, cemaate namaz kıldırması için kesin emir vermesi, namazda ağlamanın caiz
olduğuna delildir. Ömer (r.a.) sabah namazını kılınca Yûsuf sûresini okudu:
"Ya'kûb dedi ki: ben kederimi ve hüznümü ancak Allah'a şikâyet ediyorum.''[54] âyetine
gelince ağladığı işitildi. (Hadisi Buharî, Sa'îd bin Mansûr, İbn Münzîr
rivayet etmişlerdir.) Ömer'in (r.a.) yüksek sesle ağlaması; 'namazda ağlamak Allah
korkusundan olsun, olmasın iki harf ortaya çıkarsa namazı bozar," diyenlerin
görüşünü reddetmektedir. Yine, 'ağlarken iki harf çıkarsa bu konuşmak olur,'
görüşü de kabul edilemez. Çünkü ağlamak başka, konuşmak başka şeydir.
İbn Abbâs'dan rivayet
olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah namaz kılarken sağa ve
sola başını çevirir boynunu arkaya döndürmezdi." (Hadisi Ahmed rivayet
etmiştir.) Ebû Davud'un rivayetinde; "Nebî aleyhisseiâm yola dönerek namaz
kılardı" şeklindedir. Ebû Dâvûd şöyle demiştir: "Rasûlüllah gece
kendisini koruması için bir atlıyı yola gönderirdi." Encs bin Sîrîn'dcn
rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: "Enes bin Mâlik'i namazda iken
gözüyle bir şeye bakarken gördüm." (Hadîsi Ahmed rivayet etmiştir.)
Eğer başı çevirmek ve
bakmak bir ihtiyaç için olmazsa huşu'a ve Allah'a yönelmeye engel olduğu için
tenzîhen mekruhtur. Aişe'den (r.a.) ri-vayeten, o demiştir ki:
"Rasûlüllah'a, namazda iken dönmek konusunu sorduğumda: "Bu hal
şeytanın, kulun namazından çalıp çırpmasıdır," buyurdu. (Hadîsi Buhârî, Ahmed,
Nesâî ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) Ebû Derdâ'dan merfu olarak yapılan
rivayete göre; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ey
insanlar namazda sağa sola dönmekten sakınınız. Çünkü sağa sola dönen kimsenin
namazı yoktur. Nafile namazlarda bu durum olsa bile farzlarda yapmayın."
(Hadisi Ahmed rivayet etmiştir.) Enes'ten rivayet olunduğuna göre; o demiştir
ki: "Rasûlüllah bana şöyle buyurdu: "Namazda iken sağa sola
bakmaktan ve dönmekten sakınınız. Çünkü namazda dönmek helak olmaktır. Eğer
mutlaka dönmeniz gerekiyorsa nafile namazlarda dönün. Farzlarda dönmeyin."
(Tirmizî hadisi sahih olarak rivayeı etmiştir.) Haris el-Eş'arî'nin hadisinde
Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Allah Zekeriye oğlu Yahya'ya beş kelimeyi
amel etsinler diye emretti. Muhakkak Allah size namaz kılmayı emretti. Namaz kıldığınız
zaman sağa sola dönmeyin. Çünkü Allah, yüzünü (vech), kulu namazda iken sağa
sola dönmediği müddetçe ona yöneltir." (Hadîsi Ahmed, Nesâî rivayet
etmiştir.) Ebû Zer'den rivayeten Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Allah
Teâlâ, kul namazında sağa sola dönmediği müddetçe kula yönelmeye devam eder,
başını sağa sola çevirince Allah da, ondan döner." (Hadisi Ahmed, Ebû
Dâvûd rivayet etmiş, Ebû Dâvûd 'hadîsin isnadı sahîhtir," demiştir.)
Bütün bu hadisler yüz
ile dönmek hakkındadır. Bütün bedenle dönmek ve vücûdu kıbleden çevirmek ise,
kıbleye dönme farzını ihlâl ettiği için ittifakla namazı bozar.
Ebû Hürcyre'den
rivayeten Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Namazda iki siyah hayvanı
öldürünüz. Onlar yılan ve akreptir." (Hadisi Ahmed, Tirmizî, Nesâî ve İbn
Mâce rivayet etmiştir. Hadîs hasen sahîhtir.)
Âişe'den (r.a.)
rivayet olunduğuna göre; demiştir ki: "Rasûlüllah kapı kapalı olduğu
halde evde namaz kılıyordu. Ben geldim kapıyı açmasını istedim. Yürüdü, kapıyı
bana açıp, sonra yine namazgahına döndü." (Aişe (r.a.) kapının kıblede
olduğunu tarif etti. Hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd,
Nesâî ve Tirmizî
rivayet etmiş, Tirmizî hadisi hasen saymıştır.) "Kapı kıblededir,"
demenin mânâsı; kıble tarafmdaydı demektir. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem kapıyı açmaya giderken ve yerine dönerken göğsünü kıbleden çevirmedi.
Bu hususu yine Âişe'den rivayet edilen bir başka hadîs kuvvetlendirmekledir:
"Rasûlüllah namaz kıldığı zaman, bir kimse Rasûlüllah'tan, kapıyı
açmasını istediğinde kapı kıblede, sağ ve sol tarafla olduğu müddetçe kapıyı
açardı. Yalnız kıbleye ters dönmezdi." (Hadîsi Dârekutnî rivayel etmiştir.)
Ezrak bin Kays'dan rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: "Ebû
Berzet'Üİ-Esİemî, İrak'ın Ahvaz şehrinde bir nehrin kenarındaydı. Alının
yularını eline alarak namaz kılmaya başladı, at geriye dönünce o da onunla
beraber geri çekildi. Haricîlerden bir adam: 'Allah'ım, şu ihtiyara bak,' nasıl
namaz kılıyor!' dedi. Ebû Berzc namazı kılınca: 'Sözünü işinim,' dedi. Sonra,
'Rasûlüllah ile beraber allı, yedi veya sekiz gazada bulundum. Onun işlerine
ve gösterdiği kolaylıklara şahit oldum. Alımla geri çekilmem bana namazı
icrketmeklen daha iyidir. Hayvan geriye dönünce beni de çekti,' diye ilâve
elli. Ebu Berze seferde ikindi namazını iki rek'at kılmıştır." (Bu hadîsi
Buharî, Ahmed ve Bcyhakî rivayet elmişlir.) Namazda çok yürümeye gelince,
Hafız "Fetih' kitabında şöyle demiştir: "Fıkıh alimleri, namazda çok
yürümenin namazı bozacağına dair icma etmişler, Ebû Berze hadîsini ise az
yürümeye hami etmişlerdir."
Ebû Kulâde (r.a.)'den
rivayeten; "Nebî aleyhisscîâm, kızı Zeyncb'in kız çocuğu Ümâmc boynunda
olduğu halde namaz kıldı. Rüku' eniği zaman çocuğu bırakır, secdeden kalktığı
zaman onu alır, yine boynuna koyardı." Amir; 'Ebû Katâdc'yc hangi namaz
olduğunu sormadım,' demiştir. İbn Cürcyc dedi ki: "Zeyd bin Ebî Altab'dan
onun da Amr bin Sülcym'dcn rivayet ettiği hadise göre, bu sabah namazı
idi." Ebû Abdurrahman ise; "Rasûlüllah'm bu namazının sabah namazı
olduğu hakkındaki hadisin isnadını İbn Cürcyc iyi görmüştür." demiştir.
Rasûîüilah sallallahu aleyhi ve sellem'in namazda Ümamc'yi omuzuna alması,
Arapların kız çocuklarına olan sevgisizliklerini sanki def etmek içindir.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, kız çocuklarını sevmek gerektiğini,
namazda bile göstermek suretiyle Arap'ların bu yanlış kanaatine muhalefet
etmiştir. Çünkü bir şeyi bizzat yapmak sözle söylemekten daha tesirlidir.
Abdullah bin Şeddad babasından rivayet ederek şöyle demiştir: "Rasûlüllah
öğle ve ikindi namazlarından birisinde, Hasan veya Hüseyin omuzunda olduğu halde
yanımıza çıktı. Nebî aleyhisselâm "öne geçerek çocuğu yere koydu. Sonra
namaz için tekbîr alarak kılmaya başladı. Namaz arasında yaptığı secdeyi
uzattı. Başımı kaldırıp baktım, çocuk Rasûlüllah'm sırtında olduğu halde secde
ediyordu. Tekrar secdeme döndüm. Rasûlüilah namazı bitirince insanlar
sordular: 'Ya Rasûlallah, sen namaz arasında uzun bir secde yaptın. Biz
zannettik ki, ya emri Hâk geldi, ya da sana vahiy geliyor.' Rasûlüilah:
'Bunların hiçbirisi olmadı,' buyurdu. Devamla: 'Fakat torunum beni binek
edinmişti. Onun için ihtiyacını görünceye kadar acele etmeyi islemedim.'"
(Hadîsi Ahmed, Nesâî ve Hâkim rivayet etmiştir.)
Nevevî şöyle demiştir:
"Bu hadis, Şafiî ve onu destekleyenlerin mezhebi için göstermektedir ki;
namazda kız ve erkek çocuğu ve bunların dışında temiz hayvanları farz olsun,
nafile olsun taşımak caizdir. İmam ve cemaat için durum aynıdır. İmam Mâlik'in
talebeleri bu hadisi nafileye hamlederek, "farz namazlarda caiz
değildir," demişlerse de bu tevil fasittir. Çünkü 'cemaate imamlık
ediyordu,' sözü açıktır veya Rasûlüilah sal-İallahu aleyhi ve sellem'in farzda
böyle yaptığı da açıktır. Yine hadiste geçtiğine göre, bu durum sabahın
farzında olmuştur." Nevevî devamla der ki: "Malikîlerin bir kışımı
bunun mensuh olduğunu, bir kısmı Nebî aley-hisselam'a mahsus olduğunu, bir
kısmı da zaruretten dolayı olduğunu iddia ettiler. Bütün bu iddialar bâtıldır,
merduddur, delili yoktur. Bunlara zaruret de yoktur. Bilâkis hadis bu konunun
cevazı hakkında açık ve sahihtir. Bunda şer'î kaidelere aykırı bir şey yoktur.
Çünkü insanoğlu temizdir. Karnındaki ise, içerde olduğundan o da temiz
sayılmıştır. Çocukların elbiseleri ise temizliğe hamledilmiştir. Şeriatın bu
konudaki delilleri açıktır. Namazdaki bazı fiiller az veya ayrı ayrı oldukları
zaman namazı bozmazlar. Rasûlüllah'm bu hareketi, caiz olduğunu ve daha önce
zikrettiğimiz esasların sınırlarını göstermek içindir. Bu durumda îmam Ebû Süleyman
el-Hattabî'nin şu iddiası reddedilir: "Rasûlüllah'm bu hareketi kasıtsız
bir harekete benzemektedir. Çünkü, çocuğun namazda iken Rasûlüllah'm sırtına
bindiği, onu kaldırmayıp ayağa kalktığı zaman sırtında kaldığı ve Rasûlüllah'm
çocuğu ikinci defa kasdî olarak kaldırdığı düşünülemez. Çünkü bu ameli kesir
olur ve kalbi meşgul eder. Nakışlı elbise giymek bile kişiyi meşgul ederse, bu
durum nasıl meşgul etmez." Hattabî'nin bu sözü bâtıldır ve mücerret bir
iddiadır. Sahihi Müslim'deki şu rivayet onu reddetmekledir: 'Kalktığı zaman
çocuğu kaldırdı. Yine secdeden kalktığı zaman onu tekrar sırtına aldı.' Müslim'in
dışındaki rivayetlerde ise; 'Rasûlüilah, sırtında Ümame olduğu halde yanımıza
çıktı ve namaz
kıldı,' diyerek hadisi
anlatmışlardır. Nakışlı elbise meselesine gelince; bu faydasız ve kalbi meşgul
ettiği içindir. Ümamc'yi sırtına almasının kalbi meşgul ettiğini kabul
edemeyiz. Meşgul etse bile bunda bir takım faydalar bulunduğu ve daha önce
zikrettiğimiz esasları beyan etmenin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.
Buradaki meşguliyetin esası bir lakım faydalara dayanmaktadır. Nakışlı elbise
bunun hilâfmadır. Kendisinden dönmek mümkün oimayan gerçeğe gelince; hadîsi
şerif bu durumun caiz olduğunu beyan etmekle bir lakım faydalar olduğuna dikkat
çekmektedir. Bu ise bizim için caizdir ve müslümanlar için kıyamete kadar
devamlı ve şer'î bir kaidedir. Doğrusunu Allah bilir."
Cûbir bin Abdullah
(r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüliah, Benî
Mustalîk kabilesine giderken, beni bir işe göndermişti. Geldiğimde,
Rasûlüilah, deve üzerinde namaz kılıyordu. Onunla konuşlum. Eliyle şöyle yaptı.
Tekrar konuşlum. Ben de onun okuduğunu duyuyor, başıyla işaretini görüyordum.
Namazı bitirince; "Seni gönderdiğim şey hakkında ne yapım?" diye
sordu. Devamla; "Sana cevap vermekten beni engelleyen, namaz kılıyor
olmamdır." dedi." (Hadîsi Müslîm ve Ahmed rivayet etmiştir.) Abdullah
bin Ömer'in Suhcyb (r.a.)'dcn rivayet ettiğine güre; Suheyb demiştir ki:
"Rasûlüllah'a namaz kılarken uğradım, selâm verdim, işaretle bana cevap
verdi." Abdullah bin Ömer: "Bilmiyorum, belki de parmağıyla işaret
etti," dedi. Sonra, Suhcyb'e; "Rasûlüilah namazda iken kendisine
selâm verildiğinde nasıl cevap verirdi?" diye sordum. "Eliyle işaret
ederdi," dedi. "Hadisi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesai, İbn Mâce ve Ahmed
rivayet elmiş, Tirmizî hadisi sahihlcmiştir.) Encs'tcn rivayet olunduğuna göre
Nebî aleyhisselâm namazda işaret ederdi. (Hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd ve İbn
Huzcymc rivayet etmiştir. Hadîsin isnadı sahihtir.) İşaret; parmakla, elin
tümüyle veya başla imâ edilerek yapılabilir. Hepsi de Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'den varid olmuştur.
Namazda herhangi bir
durum olduğu zaman erkeklerin teşbih etmesi kadınların ise el çırpması caizdir.
Meselâ; imam halâ ettiği zaman onu uyarmak, içeriye girmek isteyene izin
vermek, âmâ'ya yol göstermek ve benzeri şeyler gibi. Sehl bin Sa'îd'in
rivayetine göre Nebî aleyhisselâm
Şöyle buyurmuştur:
"Kim namazda bir kimseyi ikaz elmek isterse 'Sübhânaiîah' desin. El çırpma
ise kadınlara aittir." (Hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâî rivayet
etmiştir.)
îmam bir âyet unuttuğu
zaman, cemaat imamın yanlışını açmak için âyeti imama hatırlatır. İster vacib
miktarı okusun, ister okumasın, durum aynıdır. îbn Ömer (r.a.)'in rivayetine
göre Nebi aleyhisselam namaz kılarken yanıldı. Namaz bitince babama (Ömer);
"Yanlış okuduğumu anladın mı?" dedi. O da; "Evet," dedi.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Peki, niçin âyeti bana
hatırlalmadm?" buyurdu. (Hadîsi Ebû Dâvûd ve diğerleri rivayet etmiştir.)
Rufa' bin Rafi'dcn
rivayeten; o demiştir ki: "Rasûlüllah'm arkasında namaz kıldım, aksırmca
"Allah'a çok hamdolsun," dedim. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem namazı bitirince: "Namazda konuşan kimdi?" buyurdu. Kimse ona
cevap vermedi. Üçüncü defa sorunca Rufa': "Bendim ya Rasûlallah,"
dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Muhammcd'in
canı elinde olan Allah'a hamdolsun ki, söylediğin kelimeyi göğe çıkarmak için,
otuz küsur melek yarışa' girdiler." (Hadisi Nesai, Tirmizî rivayet etmiş,
Buharî ise hadisi başka lâfızlarla rivayet etmiştir.)
İbn Abbâs'dan rivayeten:
"Nebî aleyhisselâtu vesselam, namaz kıldığı elbisenin ucuyla yerin
sıcaklığından ve soğukluğundan kendini koruyordu." (Hadisi Ahmed sahih
bir senetle rivayet etti.) Eğer özürsüz olursa mekruh olur.
İbn Kayyım, Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in namazda yaptığı bazı mubah işleri şöyle
özetlemiştir: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem namaz kılarken Aişe (r.a.)
onunla kıble arasına uzanmıştı. Secde edeceği zaman onu eliyle dürter, ayağını
çekerdi. Secdeden kalktığı zaman ise, ayaklarını uzatırdı. Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem namaz kılarken şeytan namazını kesmek için ona
gelmişti. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de şeytanı yakalayarak,
salyası eline akmeaya kadar boğazını sıktı. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem minber üzerinde namaz kılarken minberde ruku'a gider, secde zamanı
gelince gerisin geriye inerdi. Yere secde eder, yine minbere çıkardı.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem duvara doğru namaz kılarken önünden bir
hayvan geçmek isteyince onu engellemeye çalışırdı. Hattâ karnı duvara
yapışırdı. Böylece hayvan duvar arkasından geçmek zorunda kalırdı. Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem namaz kılarken, Abdülmuttalipoğullarmdan iki
cariye kavga ederek yanma geldiler. Eliyle onları tuttu. Namazda iken birini
diğerinden ayırdı. Bu hadîsteki Ahmed'in lâfzı şöyledir: "Cariyeler
peygamber efendimizin dizlerini Sutlular. Namaz bilmediği halde, Rasûlüllah
onları ayırdı." Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem namaz kılarken
önünden bir çocuk geçince, eliyle dönmesi için ona işaret elti ve çocuk döndü.
Önünden bir cariye geçmek isteyince yine eliyle işaret elti. Fakat cariye
geçip gitti. Rasûlüllah namazı bitirince: "Cariyelerde bu gibi durumlar
çoktur," buyurdu. (Hadîsi imam Ahmed 'Süncn'inde zikretti.) "Namazda
üflemek kelâmdır" hadisinin aslı yoktur. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem namazda iken üflerdi. (Bu rivaycii Sa'îd bin Mansûr, 'Sünen'inde İbn
Abbâs'dan nakletmiş,lir.) Sahih olan Rasûlüllah'ın ağladığı ve titrediğidir.
Ali bin Ebî Tâlib şöyle demiştir: "Ben belli saatte Rasûlüllah'a gelirdim.
Geldiğim zaman izin isterdim, eğer namaz kılıyorsa öksürürdü, ben de içeriye
girerdim. Eğer namazda değilse bana izin verirdi." (Hadisi Nesai ile Ahmed
zikretmiştir. Ahmed'in lâfzı şöyledir: "Rasûlüllah'm gece gündüz yanına
girdiğim bir zaman vardı. Rasûlüllah'm huzuruna girdiğim zaman namaz kılıyorsa
öksürürdü, öksürmeyi namaz bozanlardan saymazdı. Rasûlüllah, bazan yalınayak,
bazan ayakkabıyla kılardı." Abdullah bin Amr da böyle söylcmişıir.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, "yahudillere muhalif olsun diye
nalınlarla kılmayı' emretmişti.) Bazan bir elbiseyle bazan iki elbiseyle namaz
kılardı. tkİ elbiseyle kıldığı daha çoktur.
Aişe'nin (r.a.)
azadlısı Zckvan, Ramazan ayında mushaftan okuyarak Aişe'ye imamlık yapardı.
Mâlik ve Şafiî de bu görüştedir. Ncvevi şöyle demiştir: "Namazda mushafm
yapraklarını bazan çevirse, namaz bozulmaz. Eğer Kur an'dan başka yazılı bir
kâğıda baksa ve kendi içinden bunu tekrar etse, uzun da olsa namaz bozulmaz,
fakat mekruhtur. Şafiî 'İmlâ' adlı kitabında bunu ifade etmiştir."
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayetcn Nebî aleyhissclâm şöyle buyurdu: "Namaz için ezan okununca,
şeytan ezam işitmesin diye yellenerek kaçar. Ezan bitince gelir. Kamet
yapılınca tekrar dönüp gider. Kâmel bilince gelir. Kişi ile nefsi arasına
girer. 'Şunu halıda, şunu hatırla', der. Nihayet adam kaç rek'at kıldığım
unutur. Eğer sizden biriniz üç mü, dört mü kıldığım bilemezse, oturup iki secde
yapsın." (Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.) Buharı demiştir ki:
"Ömer (r.a.): 'Ben namazda olduğum haîde askerimi teçhiz ederim' demiştir.
Bu halde bile namaz, sahihtir. Ancak bununla beraber, namaz kılan kimsenin,
kalbiyle Rabb'inc dönmesi, fiilî meşguliyetleri kalpten çıkarması gerekir.
Âyetlerin mânâsını düşünmek ve namazdaki amellerden her birisinin hikmetini
anlamaya çalışmak gerekir. Çünkü kişiye kıldığı namazdan ancak düşündüğü şey
nisbetinde mükâfat vardır."
Ebû Dâvûd, Nesai ve İbn
Hibban'm Ammar bin Yasir (r.a.)'dcn rivayetlerine göre; Ammar,
"Rasûlüllah'm şöyle buyurduğunu işittim," demiştir: "Kişi
namazım bitirir de onun için ancak namazının onda biri veya dokuzda biri veya
sekizde biri veya yedide biri veya altıda biri veya beşte biri veya dörtle biri
veya üçle biri veya yarısı yatılır." Bczzâr'm İbn Abbâs'dan rivayet elliği
hadisle Nebi aleyh i s selâm: "Allah Teâlâ şöyle buyurdu," demiştir:
"Den, azametim için tevazu gösteren, yaratıklarımdan kendini yüksek
görmeyen, bana isyana ısrarlı olarak bir gece geçirmeyen, gündüzleri beni
zikretmeye bir parça ayıran, miskinlere, yolda kalmışlara, ihtiyar kadınlara
acıyan ve belâya uğrayanlara merhamet edenin namazını kabul ederim. Bu namaz
güneşin nuru gibi onun nuru olur. İzzetim hakkı için onu gözetirim. Meleklerim
de onu korurlar. Karanlıkla ona nur, cehalette ise ona ağırbaşlılık veririm.
Yaratıklarıma göre bunun durumu, cennete göre Firdevs'in durumu gibidir."
Ebû Davud'un Zcyd bin
Halid (r.a.)'den rivayetine göre Nebî aleyhissclâm şöyle buyurmuştur:
"Kim abdest alır da aldığı abdesti güzel yapıp sonra içinde başka bir
şeyi düşünmeden iki rek'at namaz kılarsa geçmiş günâhları bağışlanır."
Müslim'in, Osman bin Ebû'l As (r.a.)'dan rivayetinde Osman demiştir ki:
"Rasûlüllah'a sordum: Namaz kılarken şeytan benimle namaz arasına ve
kırâclim arasına giriyor, beni şaşırtıyor. Rasû-lüllah şöyle buyurdu: "O
şeytandır. Ona 'Hanzeb' denir. Onu sezdiğinde ondan Allah'a sığın ve sol
tarafına üç defa tükür." Osman bin Ebû'l-Âs: "Rasûlüllah'm buyurduğu
gibi yaptım. Allah benden bunu giderdi." dedi.
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallalla-hu aleyhi ve sellem dedi ki:
"Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Namazı kulumla kendi aramda yarı
yarıya taksim ettim. Kulumun istediği verilir. Kul, "Elhamdülillahi
Rabbi7-âlemin" (Hamdolsun, âlemlerin Rabbi Allah'a,) dediği zaman Allah
Teâlâ; "kulum bana hamdetti," der. Kul;
"er-Rahmân'ir-Rahîm" (Rahman ve Rahîm olan) dediği zaman, Allah şöyle
buyurur: "Kulum beni övdü." Kul; "Mâliki yevmi'ddin"
(Kıyamet gününün sahibi) dediği zaman, Allah Teâlâ; "Kulum beni yüceltti
ve işlerini bana havale elti," der. Kul, "iyyâkena'büdü ve iyyâke
nesta'în" (Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz) dediği
zaman, Allah Teâlâ; "Bu benimle kulum arasındadır, kulum için istediği
verilir," der. Kul, "ihdinâssırâle'l-müstagîın. Sırât'ellezine
en'amte aleyhim, ğayri'l-mağdübi aleyhim ve le'd-dâllîn." (Bizi doğru
yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların
yoluna eriştir.) dediği zaman; Allah Teâlâ: "Bu kulumundur, kulum için
istediği şey verilir," der."
Namaz kılanın, bahsi
geçen sünnetlerden birini terketmesi mekruhtur. Ayrıca aşağıdaki durumlar da
namaz kılan için mekruhtur:
Bu gerekli ise mekruh
olmaz. Muaykıb (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki:
"Rasûlüllah'a namazda çakıl taşlarına dokunmak hususunda sormuştum. O da:
"Namaz kılarken çakıl taslarına dokunmayın. Mutlaka dokunmanız
gerekiyorsa, taşları düzeltmek için bir defa ile yelinin." buyurdu.
(Hadisi Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce rivayet
etmiştir.)
Ebû Zer
(r.a.)"den rivayeten; Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu: "Sizden
biriniz namaza kalktığınız zaman rahmet onu karşılar; o bakımdan taşlara
dokunmasın." (Hadisi Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce rivayet
etmiştir.) Ümmü Seleme (r.a.)'den rivayeten: Nebî aleyhisselam, Yesar
ismindeki bir kölesine, namazda üflediğinden dolayı; "Allah için alnım
toprağa koy," buyurdu. (Hadisi Ahmed iyi bir senetle rivayet etmiştir.)
Ebû Hürcyre (r.a.)'den
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, namazda elleri böğüre
koymaktan nehyetti." (Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Ebu Hüreyre (r.a.)'dcn
rivayclcn; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-İem şöyle buyurdu:
"insanlar namazda ya gözlerini semaya kaldırmaya son verirler, ya da
gözlerinin nuru alınır." (Hadisi Müslim, Ahmed ve Nesai rivayet etmiştir.)
Aişe (r.a.)'dcn
rivayelcn: "Nebi aleyhisselam, üzerinde işaretler olan nakışlı bir
elbiseyle namaz kıldı. Sonra: "Bu işaretler beni meşgul etli. Onu Ebû
Cehm'c götürün. Onun kaim elbisesini bana getirin," buyurdu. (Hadisi
Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.) Buharî'nin Encs'len rivayet ettiği hadiste
Encs (r.a.) şöyle demiştir: Âişe (r.a.)'nin evinin bir tarafını örten ince bir
örtüsü vardı. Nebi aleyhisselâm Âişc'ye: "O önüyü kaldır, resimleri
namazda karşıma dikilmeye devam ediyor," buyurdu. (Bu hadiste yazılı bir
kitaptan okumanın namazı bozmadığına delil vardır.)
Gözleri kapamayı
bazısı caiz görmüş, bazısı mekruh saymıştır. Mekruh olduğu hakkında rivayet
edilen hadîs sahih değildir. îbn Kayyım şöyle demiştir: "Bu konuda doğru
olan şöyle demektir: 'Eğer gözleri açmak huşu'a mani değilse, daha efdaldir.
Eğer gözlerini açtığı takdirde kıble tarafında, kalbini meşgul edecek herhangi
bir şey varsa o zaman gözleri kapamak mekruh değildir. Gözleri kapamanın
müstehab olduğunu söylemek İslâm'ın esasına daha yakın olup mekruh olur
diyenin sözü de Islâmm gayesine uygundur."
Câbir bin Scmurc
(r.a.)'dcn rivayeten; o demiştir ki: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in
arkasında namaz kılıyorduk, şöyle buyurdu: "Bu adamlara ne oluyor? Kaçan
atın kuyruğu gibi elleriyle selâm veriyorlar. Sizden birinize, ellerini
oyluklarına koyarak sonra, "es-selâmü aley-küm, es-selâmü aleyküm"
demesi yeter." (Hadisi Nesâî ve diğerleri rivayet etmiştir.)
Ebû Hürcyre (r.a.)den
rivayeten: O demiştir ki: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem namazda
elbiseyi sarkıtmaktan (sidil) ve kişinin ağzını örtmesinden nehyetti."
(Hadîsi Buharı, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd rivayet etmiş, Hakim;
"hadis Müslim'in şartına göre sahihtir,' demiştir.) Hattabî: "Sidil,
elbiseyi yere değecek şekilde sarkıtmaktır," demiştir. Kemal Îbn'ül-Hümam
ise; "paltoyu, kollarını giymeden sırtına almak da sidil anlamına
gelir," demiştir.
Âişe (r.a.)'dcn rivayeten;
Nebi aleyhisscîam şöyle buyurdu: "Akşam yemeği hazırlandığında namaz için
kamet getirildiği vakit siz önce yemeye başlayın." (Hadîsi Müslim ve Ahmed
rivayet etmiştir.) Nafî'den rivayet olunduğuna göre: "İbn Ömer için yemek
hazırlanmıştı. Namaz başlayınca, yemeği bitirinceye kadar, imamın kırâetini
İşittiği halde namaza gelmedi." (Hadîsi Buharî rivayet etmiştir.) Hattabî
şöyle demiştir: "Rasû-lüllah'm 'yemeye başlayın,' emri, nefsin ihtiyacını
giderip, sakin, bir halde, yemek isteği olmadan namaza girmek içindir. Yemeye
olan arzusuyla namaza girerse acele ederek rüku' ve secdeleri tam yapmaz,
namazın hakkını ifa etmez."
Ahmed, Ebû Dâvûd ve
Tirmizî'nin rivayet ettiği, Tirmizî'nin hasen saydığı Sevban (r.a.)'dan rivayet
edilen hadiste Nebi aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Üç şey vardır ki, sizden
birinizin onları yapması helâl değildir:
1- Bir kimse
cemaate imam olunca, yalnız kendisine, dua yapması, cemaate yapmaması doğru
değildir. Eğer böyle yaparsa cemaate hıyanet etmiş olur.
2- İzin
almadan bir evin kapısından içeriye bakması caiz değildir. Eğer böyle yaparsa
izinsiz eve girmiş olur.
3- Abdesti
sıkışık olduğu halde hafiflemeden namaz kılması caiz değildir."
Ahmed, Müslîm ve Ebû
Davud'un Âişc (r.a.)'den rivayetlerinde Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasûlüllah'm şöyle buyurduğunu İşittim: "Sizden biriniz yemek
hazırken ve abdesti sıkışık iken namaz kılmasın."
Âişe (r.a.)'den
rivayeien; Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Sizden biriniz uykusu geldiği
zaman uykusu gidinceye kadar biraz uyusun. Uykulu iken kıldığı namazda belki
de Allah'a istiğfar ederken sövmüş olabilir." ((Hadisi Buharı, Müslîm,
Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmiştir. Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz gece
namazına kalktığında, ne dediği anlaşılmayacak derecede okuduğu Kur'ân'da dili
dolaşırsa yatıp uyusun." (Hadîsi Müslîm ve Ahmed rivayet etmiştir.)
Abdurrahman bin Şibli
(r.a.)'dcn rivayet olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüîlah karganın
gagalaması gibi gagalamaktan, aslanın yayılışı gibi yayılmaktan ve kişinin
mescidde, devenin yer tuttuğu gibi yer tutmasından nehy etmiştir." (Hadisi
Ahmed, İbn Huzeymc, İbn Hibbân ve Hâkim rivayet etmiş, Hâkim hadisi
sahihlemiştir.)
Aşağıdaki durumlar
namazı bozarlar:
İbn Münzîr şöyle
demiştir: "Alimlerin icmai ile kasden farz namazlarda yiyip içenin namazı
iade etmesi icab eder. Âlimlerin çoğuna göre nafile namaziarda da durum
aynıdır. Çünkü farzı iptal eden şey nafileyi de iptal eder."
Zeyd bin Erkam (r.a.)'dan
rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: "Biz namazda konuşurduk. Öyleki
bizden birisi namazda yanındaki arkadaşıyla konuşurdu. Sonra şu âyet nazil
oldu: "Allah için gönülden boyun eğerek (kânit) namaz kılımz."[55]
Bundan sonra sükût ile emrolunarak konuşmaktan nchyolunduk." (Hadîsi
Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce rivayet etmiştir.) İbn
Mes'ûd (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: "Biz
Rasûlüllah'a namazda iken selâm veriyorduk. O da selâmımızı alıyordu.
Necâşî'nİn yanından dönünce Rasûlül-iah'a selâm verdik, selâmımızı almadı. Biz
de: 'Ya Rasûlaİlah, namazda iken sana selâm verirdik, selâmımızı alırdın?' diye
sorduk. Rasûlüîlah; "Namazın içinde de meşgul olunacak şeyler
vardır," buyurdu." (Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.)
Namazda bir kimse,
konuşmanın hükmünü bilmeyerek veya unutarak konuşursa namazı sahihtir. Muaviyc
bin Hakem es-Sülemî'den rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki:
"Rasûlüllah'la beraber namaz kılarken biri aksırdı. Aksırana
"yerhamüke'llah" dedim. Cemaat gözlerini bana dikti. Ben de; 'ey
anneniz yok olası insanlar; ne oluyor size, bana bakıyorsunuz?' dedim.
Ellerini dizlerine vurmaya başladılar. Beni susturmaya çalıştıklarını görünce
ben de sustum. Rasûlüîlah namazını kılınca, ona: "Annem babam sana feda
olsun. Senden önce ve sonra daha güzel bir öğretici görmedim," dedim.
Allah'a yemin olsun ki, yüzünü bana ekşitmedi, beni dövmedi ve bana kötü söz
söylemedi. Buyurdu ki: "Bu namazda insan kelâmından bir şey konuşmak uygun
olmaz. Çünkü namaz teşbih, tekbîr ve Kur'ân okumaktan ibarettir." (Hadîsi
Müslîm, Ahmed, Ebû üâvûd ve Nesâî rivayet etmiştir.) Muaviyc bin Hakem namazda
konuşmanın hükmünü bilmediği için namazda konuşmuştu. Rasûlüîlah sallallahu
aleyhi ve sellem ona namazı iade etmesini emretmedi.
İnsan kelâmıyla
namazın bozulmamasma gelince; Ebû Hüreyre (r.a.)'nin rivayet etmiş olduğu
hadiste Ebû Hüreyre (r.a.) demiştir ki: "Rasûlüllah, bize Öğle ve İkindi
namazını kıldırdı. Selâm verince sahabeden Zülycdeyn şöyle dedi: 'Ya Rasûlallah
namaz mı kısaldı, yoksa sen mi unuttun? Rasûlüîlah şöyle buyurdu: 'Namaz
kısalmadı ve ben de unutmadım.' Zülyedcyn: 'Bilâkis unuttun, Ya Rasûlalİah,'
deyince Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: 'Zülyedeyn'in dediği doğru mu?'
'Evet', dediler. Rasûlüîlah iki rek'at daha kildi ve sonunda iki secde
yaptı." (Hadisi Buharı ve Müslîm rivayet etmiştir.) Malikîlcr, örfen, çok
olmaması ve teşbih ile maksat anlaşılmaması durumunda namazdaki yanlışı
düzeltmek için konuşmayı caiz görmüşlerdir. Evzaî şöyle demiştir: "Bir
kimse namazdaki yanlışı düzeltmek için kasden konuşursa namazı bâtıl olmaz.
Nİ-tekim ikindi namazını kıidiran bir adam, Kur'an'ı açıktan okuyunca arkasındaki
cemaatten biri; "Bu ikindi namazıdır," dedi ve namazına devam
etti."
Alimler, ameli kesîr
(çok iş) ve ameli kalîl (az iş) hakkında İhtilâf etmişlerdir. Kimisi, 'uzaktan
bakan bir kimse "kesin olarak bu adam namazda değildir" diyecek
durumda ise, bu ameli kesîrdir. Onun dışında yapılan hareketler ameli kalildir,'
demişlerdir. Kimisi, 'bakan kimse, "bu hareketleri yapan kimse namazda
değildir," diye hayal ederse ameli kesîr olur,' demişlerdir. Nevevî şöyle
demiştir: "Namaz emsinden olmayan fiiller eğer çok olursa, tartışmasız
namazı bozar. Eğer az olursa, yine tartışmasız namazı bozmaz. Doğru olan da
budur. Sonra, alimler ameli kesîr ve ameli kalili ayırmakta dön görüşe
ayrıldılar." Nevevî bunlardan dördüncü görüşü seçerek, "meşhur ve
sahih olan görüş budur," demiştir. Nevevî ve alimlerin çoğunluğu: "bu
hususta âdete dönmek gerekir. İnsanların az saydığı şeyler, (meselâ; işaretle
selâma cevap vermek, nalınları çıkarmak, sarığı çıkarmak veya başa koymak,
hafif elbise giymek veya çıkarmak, çocuğu sırtına almak veya yere koymak,
önünden geçenlere engeî olmak, elbisesindeki tükürüğü gidermek ve buna benzer
durumlar) namaza zarar vermezler," görüşündedir. İnsanların çok saydığı
şeyler (mesela; birbirini takib eden çok adım almak, birbiri ardınca işler
yapmak) namazı bozar. Ncvevi devamla demiştir ki: "Ashab, ameli kesirin,
birbiri ardınca devam elmesi halinde namazı bozduğunda ittifak etmişlerdir.
Eğer bu ameller ayrı ayrı zamanlarda olursa, (meselâ; bir adım atıp durmak
sonra bir adım veya iki adım daha atıp arada bir zaman geçerse, bu adımların
tekerrür etmesi yüz kere veya daha çok da olsa) tartışmasız olarak namaza
zarar vermez. Teşbihle, teşbih çekmek, düğüm düğümlemek, düğüm çözmek veya
parmakla teşbih çekmek gitti zamanlarda parmakları hareket ettirmeye gelince;
sahih ve meşru olan görüşe göre bunlar arka arkaya devamlı yapılsa bile namazı
bozmaz fakat mekruhturlar. Şafiî: 'eliyle âyetleri sayarsa namazının
bozulmadığını fakat evlâ olanın bunun terkedilmesi olduğunu.' ifade
etmiştir."
Buharı ve Müslim'in
rivayetlerinde; Nebî aleyhisselam, namazını güzel kılmayan Arabi'ye: "Dön
namazını kıl, çünkü sen kılmadın," buyurmuştur. (Daha önce bu hadis
geçmiştir.) İbn Rüşd şöyle demiştir: "Alimlerin ittifakıyla temiz olmadan
namaz kılanlara namazını iade etmek gerekir. İster bilerek, ister unutarak
olsun. Kasden ve unutarak kıbleden başka tarafa yönelerek kıian da böyledir.
Hülâsa olarak namazın şartlarından birisini ihlâl edene namazı iade elmek
gerekir. Namaz kılanın, özürsüz olarak, namazı bozan şeyleri (müfsit) yapması
haramdır. Ancak imdat isteyene yardım, boğulmakta olanı kurtarmak ve benzeri
durumlarda namazdan çıkıp bunlara yardıma koşması vacibdir." Hanefîler ve
Hanbelîler; "Az da olsa, kendi malının veya başkasının malının zayi
olmasından korkan kişinin, çocuğun elem duymasından korkan kadının, ayrıca
tencerenin taşması veya atının kaçması gibi durumlarda kişinin namazı kesip o
işlerle meşgul olması mubahtır," demişlerdir.
İbn Münzîr; gülmenin
namazı bozduğuna dair icmâ nakletmektedir. Nevevî; "bu icma, iki harf
zahir olması durumuna hamledilir," demiştir. Ekseri ulema;
"tebessümde bir beis yoktur," demişlerdir. Eğer gülmek kişiye galip
gelir de onu defetmeye gücü yetmezse, az gülmekle namazı bozulmaz, çok olursa
bozulur. Az veya çok gülmenin ölçüsü Örfdür.
Âlimlerin ittifakıyla
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in daha Önce geçen hadîsinden
öğrenildiğine göre uyuyan veya unutan kimsenin namazı kaza etmesi vacibdir.
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem: "Uykuda tefrit yoktur. Ancak tefrit uyanıklık
halindedir. Sizden biriniz namazı unutur veya uyuya kalırsa hatırlayınca
kılsın." buyurmuştur.
Baygınlık geçiren
kimse üzerine kaza yoktur. Ancak vaktin, abdest alıp, namaz kılacak kadar bir
bölümünde ayılması durumunda namazı kaza eder. Abdürrezzak'm Nafi'den rivayet
ettiğine göre: "İbn Ömer, bir defasında rahatsızlandı. Hatla namazı
terkedinceye kadar aklı giderek kendine gelemedi. Sonra ayılınca kılamadığı
namazları kaza etmedi." İbn Cü-reyc'in İbn Tavus'dan, onun da babasından
rivayet ettiğine göre: "Hasla, baygınlık geçirip sonra aklı basma gelse,
namazı iade etmez." demiştir. Ma'mer diyor ki: "Zührî'ye bayılan
kimsenin namazı hususunu sordum: 'Kaza etmez,' dedi." Hammad bin
Seleme'nin Yunus b. Ubcyd, Hasan Basrî ve Muhammcd İbn Sirin'den rivayet
ettiğine göre; bayılan kimse hakkında şöyle demişlerdir: "Baygınlık
geçiren ayıldıktan sonra namazı iade etmez."
Namazı kasden
terkedene gelince; alimlerin çoğunluğunun görüşüne göre günahkâr olur. İbn
Teymiyye şöyle demiştir: "Kasden namazı lerke-den kimse için kaza etmek
meşru değildir. Ve sahîh olmaz. Bilâkis çok nafile namaz kılar."
İbn Hazm bu mesele
hakkında gerçek görüşü belirtmiştir. Onun görüşünü özetle aşağıya alıyoruz:
"Namaz vakti
çıkıncaya kadar, namazı kasdcn tcrkeden kimse ebedî olarak kaza etmeye kadir
değildir. Mizanın kıyamet günü ağır gelmesi için nafile namazı ve hayırlı
işleri çoğaltarak Allah'a çok tevbe ve istiğfarda bulunsun. Ebu Hanîfe, Malik
ve Şafiî; "vakit çıktıktan sonra kaza eder," demişlerdir. Hattâ Malik
ve Ebû Hanîfe şöyle demiştir: "Bir veya birçok namazı lerkctmeyi kasdeden
kimse, vakti gelmeden onları kılar. Eğer terketmeye niyet ettikleri beş vakit
veya ondan azsa, o vaktin namazı isler çıksın, ister çıkmasın lerkelmeye
niyyet etliklerini, vakti girmeden kılabilir. Eğer beş vakit namazdan fazia
icrkcımcye niyyet etmişse, içinde bulunduğu vaktin namazından başlamak üzere
onları da kılar." İbn Hazm: "Bizim sözümüzün sağlam olduğuna
delilimiz Allah Tcâlâ'nın şu âyetleridir; "Namazlarından bazılarını
terkederek namaz kılanlara yazıklar olsun."[56]
"Onlardan sonra bir topluluk geldi ki, namazlarım zayi elliler,
nefislerine uydular. Onlar ğayyâ kuyusuna atılacaklardır. "[57] Eğer
namazı terkeden vakil çıktıktan sonra namaza yetişmiş sayıîıyorsa niçin onlara
"veyl olsun" veya "gayyâ'ya girsinler," ifadesi
kullanılmıştır? Nitekim namazı vakiin sonuna bırakan kimseler vakte yetişmiş
olduklarından onlara "veyl veya ğayyâ" yoktur. Yine Allah Teâlâ her
farz namaz için belli vakitte giren ve beili vakiüc çıkan, iki tarafı sınırlı
bir zaman tâyin etmiştir. Namazı vaktinden önce kılanla vaktinden sonra kılan
arasında bir fark yoklur. Çünkü her ikisi de vaktin dışında kılmışlardır. Burada
birini diğerine kıyas etmek doğru değildir. Doğrusu, her ikisi de Allah'ın
hududuna tecavüz etmekle müsavidir. Allah Tcâlâ şöyle buyurdu: "Kim
Allah'ın hududuna tecavüz ederse muhakkak nefsine zulmetmiş olur."[58] Yine
kaza yapmak şer'i bir gerekten dolayı olur. Şeriat'ta ise, Allah Teâlâ'nm,
Rasûlünün lisanı ile gönderdiğinden başkası caiz olmaz. 'Namazı lerkelmeye
kasdcn karar veren kimseye kaza gerekir,' diyene soruyoruz: 'Kazaya bıraktığı
bu namaz, Allah'ın ona cmrctıiği namaz mıdır, yoksa başka namaz mıdır? Bize
haber ver." Eğer derlerse; 'o, odur,' onlara deriz ki; 'o zaman, o namazı
terkeden günahkâr olmaz. Çünkü Allah'ın ona emrettiği bir işi yapmıştır. Sizin
dediğinize göre bir günah yoktur. Namazı vakli çıkıncaya kadar terketmeye
niyetlenene de bir ayıplama olamaz. Bu sözü ise müslüman olan bir kimse
söylemez.' Eğer derlerse ki; 'Bu namaz, Allah'ın emrettiği namaz değildir.' O
zaman deriz ki; "Doğru söylediniz. Bu ifade yeterlidir. Çünkü Allah'ın
emrini, emrettiklerini kabul etmiş oldular.' Sonra yine sorarız: "Namazı
vaktinden sonraya terketmeye niyetlenmek sevap mıdır, günâh mıdır?' Eğer;
'sevaptır,' derlerse; hepsi de kesin delil ifade eden ehli îslâm'm icma'ma
muhalefet ettikleri gibi Kur'ân'a ve sabit olan sünnete de muhalefet etmiş
olurlar. Eğer, 'günahtır,' derlerse; doğru söylemiş olurlar. Günahı, sevabın
yerine geçirmek ise bâtıldır. Yine Allah Tcâlâ, Rasûlüllah'm lisanı üzerine
namaz vakitlerine sınır koydu. O namaz vakitlerinden her birine; eda edilmesi
için, daha Önce vakit olmayan bir ilk zaman, daha sonra da vakit olmayan bir
son zaman tayin etli. Bu ise ümmetin hiçbirisinin tartışmadığı bir konudur.
Eğer vaktinden sonra namazı eda etmek caiz olsaydı, Rasûlüllah'm son vakli
sınırlamasında bir anlam kalmazdı. Hâşâ boş söz olmuş olurdu ki, Rasûlüllah'ı
bundan tenzih ederiz. Yine her amel, belli bir vakte bağlanmıştır. Vaktinin
dışında yapılması sahih değildir. Eğer vaktinin dışında sahih olsaydı, bu vakit
onun vakti kılınmazdı. Bu ise açıktır. Tevfik Allah'tandır."
İbn Hazm, uzun olan
ifadesinden sonra demiştir ki: "Vakli çıkıncaya kadar namazı icrkcımcye
niyyet edenin kaza etmesi vacib olsaydı, Allah ve Rasûlü bundan gaflcı elmez ve
bunu unutmazdı. "Rabbim unutkan dc-ğildir,"[59]
âyetine göre bu konuyu açıklığa kavuşturmayı terketmezdi. Kur'ân ve sünnet'in
ortaya koymadığı her hüküm ise bâtıldır. Rasûlüllah'tan sahih olarak sabit
olmuştur ki: "Her kim ikindiyi kaçırtrsa sanki ailesini ve malını
kaybetmiş gibidir." Namazı geçirenin ona tekrar yetişmesine asla yol
olmadığı sabit olmuştur. Eğer unutulan namazların ebedi olarak geçmediği
düşünülseydi, namazı geçirenin, geçirdiği namazları kılması mümkün olsaydı, o
zaman bu meselede bir müşkîl olmazdı. Halbuki bütün ümmet, vakti çıkınca
namazın geçmiş olduğu hükmü üzerinde icma etmiştir. Böylece namazın geçtiğine
dair kesin bir icma hâsıl olmuştur. Eğer kazası ve ödenmesi mümkün olsaydı,
"geçli" sözü yalan ve bâtıl bir söz olmuş olurdu. Böylece kesin
olarak sabit olmuştur ki, namazda kaza ebedî olarak mümkün değildir. Bu konuda
bizim görüşümüzü söyleyenlerden bazıları şunlardır; Ömer b. Hattâb, oğlu
Abdullah, Sa'd b. Ebî Vakkas, Selmanı Farisî, İbn Mes'ûd, Kasım b. Muhammed b.
Ebî Bekr, Budeyl el-Ükaylî, Muhammed b. Şîrîn, Mutarrafb. Abdullah, Ömer b.
Abdülaziz ve diğerleri (Allah hepsinden razı olsun.)."
İbn Hazm devamla
demiştir ki: "Allah Teâlâ namazla mükellef olan Kimseye, vaktinden sonraya
tehir etmek için herhangi bir özür kılmadı. Hattâ savaş, vuruşma, korku,
şiddetli hastalık ve yolculuk hallerinde bile. Allah Teâlâ: "Sen Onların
içinde olup da, cephede onlara namaz kıldıracağın zaman askerini iki kısım
yap. Bir grup seninle namazda dursun..."[60]
Yine: "Eğer korkarsanız yaya veya binekli olarak..."[61] buyurmakladır.
Allah Teâlâ ağır hastaya namazı terketmesi için ruhsat vermedi. Eğer ayakta
kılmaya gücü yetmezse oturarak kılar, oturarak kıla-mazsa yan tarafı üzerine
kılar. Suyu kullanamazsa teyemmüm eder, toprağı kulîanamazsa veya kullanmaya
gücü yetmezse teyemmümsüz kıİar. Peki namazı vakti çıkıncaya kadar terketmeye
niyet etmeyi caiz görüp de sonra vakti çıkınca kılmayı ona emrederek, bunun
yeterli olabileceğini söyleyenler bunu nereden söylüyor? Kur'ân'da sahîh, hattâ
zayıf sünnette bile böyle bir şey yoktur. Bu konuda hiçbir sahabi sözü ve
hiçbir kıyas da yoktur.
Sonra demiştir ki:
"Namazı vakti çıkıncaya kadar terke karar veren ievbc edip, Allah'tan
affını diler ve nafileleri çoğaltır." Tevbc etmesi gerektiği sözümüze
gelince; şu âyete dayanmaktadır: Alİah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Onlardan
sonra bir kavim geldi ki namazlarını zayi ettiler ve nefislerine uydular. Onlar
gayya kuyusuna alılacaklar. Ancak levbe edenler iman eden ve ameli salih
isleyenler onlar cennete girecektir, l/içbir şeyle zulme uğramazlar."[62]
Allah Teâlâ buyuruyor: "Onlar bir kötülük yaptıklarında veya nefislerine
zulmettiklerinde Allah'ı zikrederler ve günahlarından dolayı af dilerler."[63] Yine
Allah Tcâlâ buyuruyor: "Kim zerre miktarı hayır amel işlerse onu görür,
kim de zerre miktarı şer işlerse onu görür."[64]
Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Kıyamet günü adaletle mizanları koyacağız.
Hiçbir kimseye zulmedilıneyeceklir."[65]
Ümmet buna icma etmiş ve bütün deliller, nafilelerin, miktarını Allah'ın
bileceği hayırdan bir cüz olduklarını bildirmişlerdir. Ve yine farzlar içinde,
miktarını Allah'ın bildiği hayırdan bir cüz vardır. Nafilelerin cüzleri
toplandığında, farzın cüzlerine denk olabileceği, hattâ onu geçebileceği Allah
Teâlâ amel edenin
amelini zayi etmeyeceğini, iyiliklerin de kötülükleri gidereceğini haber
vermektedir."
Bir kimsede hastalık
ve benzeri şeyler dolayısıyla bir özür meydana gelse, farzlarda ayakta durmaya
gücü yetmese oturarak kılması caizdir. Oturarak küamazsa bir tarafı üzere
kılar. Rükû ve secdeleri imâ ile yapar. Secdesinde rukûundan daha fazla eğilir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Allah'ı ayakta, oturarak ve yanlarınız
üzerinde zikredin."[66]
"İmrân bin Husayn'dan rivayeten; o demiştir ki: "Bende basur
hastalığı vardı. Nebî aleyhisselam'a namazı nasıl kılacağımı sordum. 'Ayakta
kıl. Eğer gücün yetmezse oturarak kıl, buna da gücün yetmezse yan tarafın
üzerine kıl,' buyurdu." (Hadîsi Buharî, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn
Mâce rivayet etmiştir.) Nesaî'de şu İlâve de vardır: "Eğer gücü yetmezse
arka üstü kılar. Allah hiçbir kimseye güç yetiremeyeceği şeyi teklif
etmez." Câbir'dcn rivayet olunduğuna göre; O şöyle demiştir: "Nebî
aleyhisselam bir hastayı ziyaret edip, onu yastık üzerine namaz kılarken
görünce, yastığı atıp şöyle buyurdu: "Gücün yetiyorsa yerde kıl,
yetmiyorsa îmâ ile kıl. Secdede rükû'undan daha fazla eğil." (Hadisi
Beyhakî rivayet etmiş, Ebû Hatim ise, mevkuf olduğunu sahihlemiştir.)
Güç yetmemekte göz
önünde bulundurulan, zorluğun bulunması, hastalığın artması veya iyileşmesinin
gecikmesi başın dönmesi gibi durumlardır. Ayakta durmanın yerine geçen oturma
şekli bağdaş biçiminde oturmaktır. Aişe'den (r.a.) rivayeten; o demiştir ki:
"Nebî aleyhisseİam'ı bağdaş kurarak namaz kılarken gördüm." (Hadîsi
Nesâî rivayet etmiş, Hâkim sahîhlcmiştir.) Teşehhüd'de oturur gibi oturmak da
caizdir. Ayakta ve oturarak kılmaktan aciz kalan kimsenin namaz kılma şekli
hakkında ise "yan tarafı üzerine kılar" denildi. "Eğer gücü
yetmezse sırtüstü kılar, ayaklarını gücü yettiği kadar kıbleye çevirir." İbnü'l-Münzîr
bu görüşü benimsemiştir. Bu konuda Ali'den (r.a.) zayıf bir hadis gelmiştir.
Nebî aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Hasta, gücü yeterse ayakta kılar. Gücü
yetmezse oturarak kılar. Secde etmeye gücü yetmezse basıyla imâ ederek;
secdede rukûundan daha fazla eğilir. Oturarak kılmaya gücü yetmezse kıbleye
yönelerek sağ tarafı üzerine kılar. Sağ tarafı üzere kılmaya gücü yetmezse,
ayaklarını kıbleye çevirerek sırtüstü kılar." (Hadîsi Darekutnî rivayet
etmiştir.) Bazıları "kolayına geldiği gibi kılar,' demişlerdir.
Hadislerin zahirinden anlaşıldığına göre sırtüstü imâ ile de kılamazsa bundan
sonra ona birşey gerekmez.
Alimler korku
namazının meşru olduğunda şu âyetle ittifak etmişlerdir: "Sen onların
(askerin) içinde olup da cephede onlara namaz kıldıracağın zaman askerini İki
kısım yap. Biri seninle namazda, diğeri düşman karşısında dursun. Hepsi de
silâhlarını yanlarına atsınlar. Seninle namazda olup bir rek'at kılsınlar,
düşman karşısına gitsinler. Düşman karşısında olup namaz kılmamış olanlar
gelip ikinci rek'atı seninle kılsınlar. Onlar da tedbirli bulunarak silâhlarını
yanlarına alsınlar. Kâfirler arzu ederler ki, silâh ve eşyalarınızdan gafil
bulunanınız da size ansızın bir baskın yapsınlar. Eğer yağmurdan dolayı size
bir eziyet olursa, hasta bulunursanız silâhlarınızı bırakmanızda üzerinize
günâh yoktur. Bununla beraber ihtiyat tedbirinizi alın. Allah kâfirlere hor ve
rüsvay edeceği bir azap hazırlamıştır."[67] imam
Ahmed şöyle demiştir: "Korku namazı hakkında altı veya yedi hadis sabit
olmuştur. Kişi hangisiyle amel ederse caizdir." îbn Kayyım ise şöyle
demiştir: "Korku namazı altı şekilde kılınır. Bazıları bunu daha çoğa
çıkarırlar. Korku namazının şeklini çoğaltanlar ravilcrin bu konudaki
ihtilaflarım nazarı itibara alarak onyedi şekle çıkarırlar. Fakat Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in fiillerini birbirine katmak mümkündür. Çünkü bu
değişik şekiller ravilerin ihtilâfından doğmaktadır. Hafız, 'güvenilecek görüş
budur' der. işte korku namazının açıklaması:
Düşman kıble tarafının
dışında olması durumunda imam, iki rek'at-lık namazlarda, birinci gruba bir rek'at
kıldırır, sonra kılan grub kendileri için kalan bir rek'atı tamamlayıncaya
kadar imam bekler. Onlar gider düşman karşısındakiler gelir. Sonra ikinci grub
gelerek onlara ikinci rek'atı kıldırır. Onlar kalan bir rek'atı kılmcaya kadar
bekler. Sonra onlarla selam verir. Salih bin Havvât'm Sehl bin Ebî Hcyseme
(r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Sehl demiştir ki: "Bir grub Nebi
aleyhisselâm İle beraber saf tuttu. Diğer grub da düşmanın karşısındaydı.
Rasûlüllah birinci grubla bir rek'at kıldı. Onlar kalan rek'atı tamamlayıncaya
kadar ayakta bekledi. Sonra onlar düşman karşısına gidip ikinci grub geldi.
Onlara namazından kalan birinci rek'atı kıldırdı. Sonra onlar kendileri için
kalan bir rek'atı tamamlayıncaya kadar oturarak bekledi. Sonra onlarla selâm
verdi." (Hadîsi Buharı, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Ebu Dâvûd rivayet
etmiştir.)
Düşmanın kıble
tarafının dışında olması halinde imam, askerin birinci grubuna bir rek'at
kıldırır. Diğer grub düşman karşısında durur. Sonra bir rek'at kılan düşman
karşısına gider, ikinci grub gelir. Onunla bir rck'al kılar, sonra her grub
kendi başına kalan rck'alı tamamlar. Îbn Ömer'den rivayeten; o demiştir ki:
"Rasûlüllah, iki grubdan birine bir rck'aL kıldırdı, ikinci grub düşmanın
karşısında bulunuyordu. Birinci grub arkadaşlarının yerine düşman karşısında
yer tuttu, ikinci, grub gelip Nebî aleyhisselâm ile bir rek'at kıldı. Sonra bir
rek'atı onlar, bir rek'atı da onlar tamamladılar." (Hadisi Buharı, Müslim
ve Ahmed rivayet etmiştir.) Hadisten anlaşılan şudur ki; düşmanı
gözetlemekle'görevli ikinci grub, imamın selâmından sonra namazı kesmeden iki
rek'atı ard arda kılmışlardır. Birinci grub ise, ikinci grub namazlarını
bitirip düşman karşısında yerlerini alınca kılmışlardır. Îbn Mes'ûd (r.a.)'dan
rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: "Sonra Rasûlüllah selâm verdi.
İkinci grub kalktı, kendileri için bir rek'at kıldılar."
imam her gruba iki
rek'at kıldırır. İlk iki rek'atlar onun için farz, kalan iki rek'at ise nafile
olur. Farz kılan kimsenin nafîle.kilana uyması ise caizdir. Câbir (r.a.)'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ashabdan bir gruba iki rek'at
kıldırdı. Sonra diğer gruba iki rek'at kıldırdı. Sonra selâm verdi."
(Hadîsi Şafiî ve Nesai rivayet etmiştir. Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin
rivayetinde demiştir ki: "Rasûlüllah bize korku namazı kıldırdı.
Ashabının bazisıyla iki rek'at kıldı. Sonra selâm verdi. Bekledikten sonra
diğer grub geldi. Aynı yere geçtiler, onlara da iki rek'at kıldırdı, sonra selâm
verdi. Böylece Nebî aleyhisselâm dört rek'at kılmış oldu. Cemaat ise, bir grub
iki diğer grub da iki kılmış oldular.") Buharî, Müslim ve Ahmed'in
Câbir'den rivayetlerinde Câbir demiştir ki: Nebî aleyhisselâm ile beraber Zatu
r-Rikâ'de (Savaş yapılan yerin ismi) bulunduk. Namaz için kamet getirilince
birinci gruba iki rek'at kıldırdı. Sonra onlar gittiler, ikinci gruba iki
rek'at daha kıldırdı. Böylece Rasûlüllah dört rek'at, cemaat ise iki rek'at
kılmış oldu."
Düşmanın kıble tarafında
olması halinde imam her iki gruba, düşmanı ortak gözetlemeleri ve namazın
bütün rükünlerinde secdeye kadar imama uymaları şartıyla namaz kıldırır.
Birinci grub secde yapınca; ikinci grub, birinci grub secdeyi bitirinceye kadar
bekler, sonra secde eder. Birinci rek'at bitince, arkadaki grub, öndeki grubun
yerine geçer, öndeki grub arkaya geçer. Câbir (r.a.)'den rivayet olunduğuna
göre; o demiştir ki: "Rasûlüllah ile beraber korku namazında bulundum.
Düşman bizimle kıble arasında bulunduğu halde bizi arkasında iki saf yaptı.
Nebi aleyhisse-lam tekbîr aldı. Biz de topluca tekbîr aldık. Sonra rükû'a
gitti. Biz de rü-kû'a gittik. Rükû'dan başını kaldırdı, biz de kaldırdık. Sonra
arkasındaki safla beraber secdeye vardı. Sonra saf düşmanın karşısına gitti.
Rasûlüllah onu takib eden safla secdeyi bitirince, arkadaki saf secdeye varıp
kalktılar. Sonra arka saf öne geçti. Ön saf ise arkaya geçü. Sonra Rasûlüllah
rükû' etti, biz de onunla beraber rükû' ettik. Sonra başını kaldırdı, biz de
hepimiz başımızı kaldırdık. Sonra birinci rek'atta arkaya kalan safla secdeye
vardı, arka saf ise düşmanın karşısına geçti. Rasûlüllah, arkasındaki salla
secdeyi bitirince, arka saf secdeye varıp secde ettiler. Sonra Nebî
aleyhis-sclam selâm verdi. Biz de hepimiz selâm verdik." (Hadîsi Müslim,
Ah-med, Nesâî, tbn Mâce ve Beyhâkî rivayet etmişlerdir.)
İki grubun imamla
beraber topluca namaza girmesi ve sonra bir grubun düşmanın karşısına giderek,
kalan grub İle imamın bir rek'at kılmasıdır. Sonra onlar gider düşmanın
karşısına dikilirler, sonra diğer grub gelir imam ayakta olduğu halde bir
rek'at kendi başlarına kılarlar. Sonra imam onlara ikinci rek'atı kıldırır.
Sonra düşmanın karşısındaki grub gelir, imam ve ikinci grub oturmuş oldukları
halde onlar kendi başlarına bir rek'at kılarlar. Sonra imamla hepsi beraber
selâm verir. Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki:
"Rasûlüllah ile beraber Necid gazvesi yılında korku namazı kıldık. İkindi
namazına kalkınca bir grub onunla beraber namaza durdu. Diğer grub sırtları
kıbleye dönük olduğu halde düşmanın karşısına geçti. Rasûlüllah tekbir aldı.
Yanındakilerle düşman karşısındakiler beraberce tekbîr aldılar. Sonra bir
rek'at kıldı. Yanındakiler de bir rek'at kıldılar. Sonra secdeye vardı. Diğer
grub düşman karşısında ayakta olduğu halde, yanındaki grub secdeye vardı. Sonra
kalktı. Yanındaki grub da kalkıp düşmanın karşısına gitti. Düşmanın karşısında
olan grub geldi. Rasûlüllah ayakta olduğu halde, rüku' ve
secde yaparak sonra
kalktılar, diğer bir rek'at kıldılar. Rasûlüllah ile beraber rükû" ve
secde yaptılar. Sonra düşman karşısındaki grub geldi, rükû' ve secde yaptılar.
Sonra Rasûlüllah selâm verdi. Hepsi birlikte selâm verdiler. Bu durumda
Rasûlüllah iki rek'at, her grub da iki rek'at kılmış oldu." (Bu hadisi
Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâî rivayet etmiştir.)
Her grubun imam ile
birer rek'at kılmasıdır ki, İmam iki, her grub da birer rek'at kılmış olur. İbn
Abbas (r.a.)'dan rivayeten: "Nebî aleyhisselam Zîkuret'te namaz kıldı.
Cemaati iki safa ayırdı. Birisi arkasında, diğeri düşman karşısında.
Arkasındaki ile bir rek'at kıldı. Sonra o kılanlar diğerlerinin yerine geçti.
Onların sırası gelince bir rek'al kıldırdı. Onlar kalan rek'atı
tamamlamadılar." (Hadisi Nesaî ve İbn Hibbân rivayet etmiş, İbni Hibban
sahîhlcmiştir.) Yine İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre Nebi
aleyhisselam demiştir ki: "Allah Teâlâ Nebinize mukim iken dört, misafir
iken iki, korku anında tek. rek'at farz kılmıştır." (Hadîsi Ahmed, Müslim,
Ebû Dâvûd ve Nesaî rivayet etmişlerdir.) Salebe b. Zehdcm'den rivayet
olunduğuna göre; o demiştir ki: "Sa'îd b. Âs ile Taberistan'da bulunuyorduk.
'Hanginiz Rasûlüllah ile korku namazı kıldı?' deyince, Hu-zeyfe; 'Ben' deyip,
'Rasûlüllah o gruba bir, bu gruba bir rek'at kıldırdı ve kalan rek'atı ilâve
etmediler.' dedi." (Hadisi Ebû Dâvûd ve Nesaî rivayet etmiştir.)
Akşam namazında
kısaltma olmaz. Korku namazı hakkında rivayet edilen hadîslerde akşam namazının
yapılışını gösteren hiçbir hadis gelmemiştir. Bunun için âlimler ihtilâf
etmişlerdir. Hanefi ile Malikîlere göre; imam bir grub ile iki rek'at kılar.
İkinci grub ile de bir rek'at kılar. Şafiî ile Ahmet; "Bir grub ile bir
rek'at, ikinci grub ile iki rek'at kılmayı caiz görmüşlerdir." Ali
(na.)'den rivayet edildiğine göre, o da böyle yapmıştır.
Korku şiddetlendiği ve
saflar birbirine karıştığında herkes gücü yettiği şekilde, yerde veya binek
üstünde kıbleye dönerek veya dönmeyerek namaz kılar. Rükû ve secdeleri mümkün
olduğu şekilde imâ eder. Secdede rükû'dan daha fazla eğilir. Yapamadığı
rükünler ondan düşer. İbn Ömer demiştir ki: "Nebi aleyhisselam korku
namazını tarif ederken şöyle buyurdu: "Eğer korku çok şiddetli ise yerde
veya binek üstünde kılınız.'
(Bu hadis Buharî'de şu
lâfızla gelmiştir: "Eğer korku bundan daha şiddetli ise, yerde, ayakta,
dizler üstünde kılınız. Veya kıbleye dönerek veya dönmeyerek binek üzerinde
kılınız.") Müslim'in rivayetinde ise, İbn Ömer Şöyle demiştir: "Eğer
korku daha fazla ise binek üzerinde veya ayakla imâ ile kıl."
Bir kimse düşmanı
kovalarken vaktin geçmesinden korkarsa, kıblenin dışında bir tarafa dahi olsa
imâ ile kılar. Düşmandan kaçan da bunun gibidir. Bu ikisinin durumuna, düşmanın
rükû' ve secdeden engellediği her bir kimse ile, kendini, ailesini ve malını,
düşmandan, hırsızdan ve yırtıcı hayvandan koruyan kimseler de eklenebilir.
Bunlar da dönebildikleri tarafa imâ ile kılarlar. Irkî şöyle demiştir: "Bu
kaide, kurtulma imkânı olmayan yangın, sel gibi her mubah kaçış için de
geçerlidir. Fakir, borçlu, durumunu açıklamakdan aciz olan ve hak sahibi
yakaladığı zaman onu hapsedip, bağışlamayacağını büen kimse de bunun gibidir.
Yine üzerine kısas olup da, gözden kaybolduğu zaman hak sahibinin öfkesi geçip
affedileceğini ümid eden de böyledir." Abdullah b. Üneys'den rivayet
olunduğuna göre; o demiştir ki: "Rasûfüllah beni Arafat tarafında bulunan
Halid b. Süfyan'eî-Hûzeli'ye göndererek: "Git, onu öldür,"
buyurdu." Abdullah bin Üneys demiştir ki: "Onu gördüğümde ikindi
namazının vakti gelmişti. Kendi kendime; 'onunla benim aramda, namazı te'hir
edecek şeyin bulunmasından korkarım.' dedim. Ona doğru yürüyerek kılmaya
başladım. Ona yaklaşınca bana: 'Sen kimsin?' dedi. Ben de: "Bir arabım,
Muhammed'e karşı adam topladığını duydum da bunun için sana geldim,"
dedim. O da: "Evet, öyle yapacağım," dedi. Onunla bir saat yürüdüm.
Bir imkân bulunca, kılıcımla onu öldürünceye kadar vurdum." (Hadisi Ahmed
ve Ebû Dâ-vûd rivayet etmiş, Hafız hadîsin isnadım hasen saymıştır.)
Seferde kılman namaz
için bir takım hükümler vardır ki onları aşağıda sıralıyoruz:
Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: "Yolculuğa çıktığınız zaman eğer kâfirlerin size kötülük
yapmasından, saldırmasından korkuyorsanız, namazı kısaltmanızda bir günah
yoktur. "[68] Burdaki 'korkarsanız'
kaydıyla
amel edilmemektedir. Çünkü Ya'lâ b. Ümeyye'den
rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: "Ömer b. Hattâb'a sordum:
'insanların namazı kısaltmasına ne dersin? Halbuki Allah Teâlâ: "Eğer
kâfirlerin saldırmasından korkarsanız," buyuruyor. Bugün ise böyle bir
durum yok.' Ömer cevaben: 'Senin şaştığın şeye ben de şaştım. Durumu
Rasûlüllah'a anlattım. Buyurdu ki; "Namazı kısaltmak, Allah'ın size
verdiği bir sadakadır. Allah'ın sadakasını kabul edin." (Hadisi Buharı,
Müslîm, Tirmizî, Ebû Davûd, Nesai ve İbn Mâce rivayet etmiştir.) İbn Cerîr'in
Ebu Münîb el-Cerşî'den lahric ettiği hadîse göre; İbn Ömer'e dendi ki:
"Allah Teâlâ, 'kâfirlerden korkarsanız, yolculukta namazı kısaltın,1
diyor. Biz ise, emniyet içindeyiz, korkmuyoruz. Namazı kısaltalım mı?" İbn
Ömer: "Rasûlüllah'da sizler için güzel bir örnek vardır." ayetini okudu.
Âişe (r.a.)'den rivayet
olunduğuna göre, o Şöyle demiştir: "Namaz Mekke'de ikişer rek'at olarak
farz kılındı. Rasûlüllah Medine'ye gelince, her iki rek'ata iki rek'at daha
ilâve edildi. Ancak akşam namazına iki değil, bir rek'at ilâve edildi. Çünkü
o, gündüzün vitridir. Sabah namazına da ilâve edilmedi. Çünkü onun kırâeti
uzundur. Rasûlülîah misafir olduğu zaman namazı Mekke'de farz olduğu gibi iki
rek'at kılardı." (Hadisi Ah-med, Beyhakî, İbn Hibbân ve İbn Huzeyme
rivayet etmiş, İbn Huzeymc, 'hadîsin ravilcri sikadandır,' demiştir.) İbn
Kayyım şöyle demiştir: "Rasûlüllah dön rck'ath namazı kısaltır, sefere
çıkıp Medine'ye dönünceye kadar iki rck'al kılardı. Seferde dört rek'atlı
namazları tam olarak kıldığı sabit olmamıştır. İmamlardan hiçbirisi bu konuda
ihtilâf etmedi. Ancak kısaltmanın hükmü hakkında ihtilâf eltiler. Kısaltmanın
vacib olduğunu Ömer, Alî, İbn Mes'üd, İbn Abbâs, İbn Ömer ve Câbir kabul
etmişlerdir. Hancfîlerin görüşü budur. Mâlikîler ise, "kısaltmak sünneti,
cemaat namazından daha kuvvelli sünnet-i müekkededir. Misafir, uyacağı misafir
bir imam bulamazsa tek başına namazı kısaltarak kılar. Mukim imama uyması
mekruhtur." demişlerdir. Hanbelîlere göre, kısaltmak caizdir. Tam olarak
kılmaktan daha efdaldir. Şafiîlerc göre de, kısaltma mesafesine ulaştığı zaman
kısaltmak caizdir."
Ayette açıklanan
sefer, kısa sefer midir, uzun sefer mi? Namazı kısaltmak, namazları cem etmek,
oruç tutmamak hangi seferde mubah olur? Bunlar açık değildir. Sünnette de bu
hususu açıklayan bir kayıt yoktur, tbn Münzîr ve diğerleri bu mesele hakkında
yirmi görüş nakletmişlerdir. Bu konudaki en sahih görüşü aşağıda zikrediyoruz:
Ahmed, Müslîm, Ebû Dâvûd ve Beyhakî'nin Yahya b. Yezîd'den rivayetlerinde Yahya
şöyle demiştir: "Enes bin Malik'e namazı kısaltma konusunu sordum. Dedi
ki: "Rasûlüllah üç mil veya üç fersah yürüdüğü zaman iki rek'at
kılardı.'" Hafız îbn Hacer 'Fetih' kitabında şöyle demiştir: "Bu
konuda varid olan hadislerin en sahihi ve en açığı budur. Mil ile fersah
arasındaki tereddüdü Ebû Sa'îd (r.a.)'in zikrettiği hadis açıklığa
kavuşturmuştur. Bu hadiste: Ebû Sa'îd (r.a.): "Rasûlüllah bir fersah
yürüdüğü zaman namazı kısaltır-dı," demiştir. (Bu hadisi Sa'îd b. Mansur
rivayet etmiştir. Hafız 'Telhis' kitabında bunu zikretmiş ve susmak suretiyle
hadîsi kabul etmiştir.) Bilinen bir gerçektir ki bir fersah, üç mil'dir. Ebû
Sa'îd (r.a.)'in hadisi, Enes (r.a.)'in hadisindeki vâki olan şüpheyi
kaldırmakta, Rasûlüllah'ın kısaltmış olduğu mesafenin üç mil olduğunu
açıklamakladır. Fersah 5541 metre, mil ise, 1847 metredir. Namazı kısaltmak
için gereken mesafenin en azı bir mil'dir. Hadîsi İbn Ebhi Şeybe, Îbn Ömer'den
sahih bir senetle rivayet etmiştir. îbn Hazm da bu görüşe katılarak, bir
mil'den daha az mesafede kısaltıl ama yacağına delil olarak şunu göstermiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, ölü defnetmek için
"Bekî," mezarlığına gitmişti. Sonra defi hacet için uzaklaştı. Fakat
namazı kısaltmadı."
Fakihlerin uzun ve
kısa seferin şartları hakkında görüşleri bazısına göre iki konak, bazılarına
göre üç konaktır. Onların bu görüşlerini reddetmek için imam Ebû-1 Kasım
el-Harakî'nin 'Muğnî' kitabındaki ifadesi bize kâfidir. Şöyle diyor:
"imamların bu konudaki görüşlerine hiçbir delil göremiyorum. Çünkü,
sahabilerin sözleri birbirine zıt ve çeşitlidir, ihtilâfla beraber delil olmaz.
Îbn Ömer ve İbn Abbâs'dan bizim mezhebimizin delil getirdiği şeyin aksine
rivayet olunmuştur. Bu rivayetler bulunmasa bile Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve seilem'in sözü ve fiili yanında onların sözü delil sayılmaz. Onların bu
sözleri sabit olmayınca, iki şeyden dolayı ifade ettikleri hükme gitmek
imkânsızdır:
"Birincisi;
Onların görüşü Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem'in sünnetine ve Kur'ân'm
zahirine muhaliftir. Çünkü Kur'ân'ın zahiri, yolculuğa çıkan kimse için
kısaltmanın mubah olduğunu göstermektedir. Allah Teâla: "Yeryüzünde
yolculuk yaptığınız zaman namazı kısaltmanızda bir günah yoktur."[69]
buyurmaktadır. Ya'lâ b. Ümeyyc'den rivayet edilen bir haberde korku şartı
kaldırılmıştır. Ayet, böylece yeryüzünde yapılan bütün yolculukları
kapsamaktadır. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selem'in: "Misafir üç gün
mesh eder" hadisi şerifi meshin müddetini beyan için gelmiştir. Burada
onunla delil getirilemez. Bunun üzerine kısa mesafeyi de üç günde katetmek
mümkündür. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem o mesafeyi sefer olarak
isimlendirmiş ve buyurmuştur ki: "Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir
kadın için mahremi olmadan bir günlük yolculuk yapması helâl değildir."
İkinci olarak; mesafe
ölçüsünün hesabı delillerle tesbit edilir. Yalnız görüş belirterek hedefe
varmak caiz değildir. Özellikle görüş belirtmeye dönebileceğine dair bir esas,
kıyas yapılabileceğine dair bir benzer olay yoktur. Aksine icma kararlaşmadığı
müddetçe delil, her misafirin namazını kısaltmasını mubah görenle
beraberdir."
Yolculuğun ibadet veya
başka sebeblerle olması eşit olduğu gibi uçakla veya trenle olması arasında da
bir fark yoktur. Gemici ve kervancı gibi yaptığı iş devamlı misafir olmayı
gerektiriyorsa, bu kişiye namazları kısaltması ve orucunu iftar etmesi için
ruhsat verilir. Çünkü, bu hakikaten misafirdir.
Alimlerin çoğu, bir
kimseye, mukim olduğu yerden ayrılmakla ve şehirden çıkmakla namazı kısaltması
meşru olur demişlerdir. Bulunduğu yerden ayrılması şarttır. Bulunduğu şehrin
ilk evlerine girmediği müddetçe namazı tam kılmaz. İbn-ül Münzîr şöyle
demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem'in, Medine'den çıkmadan
namazı kısalttığını bilmiyorum." Enes (r.a.) şöyle demiştir: "Öğle
namazını Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Medine'de dört
rek'at olarak kıldım." (Hadîsi Buhari, Müslim, Tirmİzî, Nesâî, Ebû Dâvûd
ve İbn Mâce rivayet etmiştir.) Selef den bazıları; "evinde olsa bile,
sefere niyet eden namazı kısaltır," demişlerdir.
Misafir, misafirliği
devam ettiği müddetçe namazları kısaltır. Bu durumda yıllarca kalsa bile
misafirliği devam eder. İbn Kayyım'ın tercih ettiği görüşe göre; "muayyen
bir müddet ikamete niyet etse, zaman uzun olsun, kısa olsun onu sefer
hükmünden çıkarmaz. Ancak ikamet ettiği vatana dönerse o zaman seferîlikten
çıkmış olur. Bu konuda âlimlerin pek çok görüşleri vardır." İbn Kayyım bu
görüşleri özetledikten sonra, kendi görüşünü kuvvetlendirmek için şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Tcbük'de yirmi gün kaldı. Namazı
kısalttı ve ashabına: "Bir kimse bundan daha fazla kaldığı zaman namazını
kısaltamaz" demedi.
Ancak Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in oradaki ikameli yirmi gün sürdü. Sefer halindeki
bu ikameti bu yere yerleşmek niyeti veya vatan edinme olmadıkça, uzun olsun,
kısa olsun onu seferi durumdan çıkarmaz. Bu konuda selef ve halef âlimleri pek
çok ihtilâf etmişlerdir:
Buharî'nin Sahih'inde İbn
Abbâs'dan rivayet ettiğine göre; îbn Ab-bas (r.a.) şöyle demiştir: "Nebî
aleyhisselâm bazı seferlerde ondokuz gün kalmış, iki rek'al kılmıştır. Biz de
ondokuz gün kaldığımız zaman iki rek'at kılardık. Eğer daha fazla kalırsak
namazı tam kılardık." Ahmed'in sözünden anlaşıldığına göre; İbn Abbâs
(r.a.) feıih zamanı Mekke'de kaldığı müddeti anlatmak isteyerek şöyle
demiştir: "Rasûlüllah fetihten sonra Mekke'de onsekiz gün kaldı. Çünkü o
Huneyn'e gitmek İstiyordu ve o yerde yerleşme niyeti yoktu." Rasûlüllah'ın
bu ikameti, İbn Abbas'm rivayetidir. Diğerleri şöyle demiştir: "Bilâkis İbn
Abbâs, Rasûlüllah'ın Te-bük'deki ikametini anlatmak istemiştir." Câbir bin
Abdullah (r.a.)'m dediği gibi; "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
Tcbük'de yirmi gün kalıp, namazı kısahmıştır." (Hadîsi, îmam Ahmed
Müsned'inde rivayet etmiştir.)
Misver bin Mahreme
şöyle demiştir: "Sa'd ile Şam köylerinden birinde kırk gece kaldık. Sa'd,
namazı kısalttı. Biz ise tam kıldık."
Nâfi' şöyle demiştir:
"İbn Ömer (r.a.) Azerbcycan'da, kar, yolları kestiği için altı ay kalmış,
namazı iki rek'at olarak kılmıştır."
Hafs bin Ubeydullah
demiştir ki: "Encs bin Mâlik Şam'da iki sene kalarak misafir namazı
kıldı." Enes (r.a.) ise şöyle demiştir: Rasûlüllah'ın ashabı Ramhürmüz'de
yedi ay kaldı ve namazı iki rek'at olarak kıldı." Hasan demiştir ki:
"Abdurrahman bin Semure ile Kabil'de iki sene kaldım. Namazı kısaltıyor,
fakat cem etmiyordu." İbrahim ise şöyle demiştir: "As-hab Rcy'de bir
sene ve daha fazla, Sicislan'da ise iki sene kalırlardı."
"işte gördüğünüz
gibi Nebî aleyhisselam'm ashabına öğrettiği budur, doğru olan da budur.
İnsanların tâbi olduğu mezheplere gelince: "İmam Ahmed: "Eğer dört
gün ikamete niyet ederse tamam kılar. Daha aza niyet ederse, namazı
kısaltır," demiş ve bu konudaki haberleri Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
seliem ve ashabının kesin ikamete niyet etmeyip, 'belki bugün çıkarım, yarın
çıkarım' diye düşündüğü şeklinde yorumlamıştır. Görüldüğü üzere bu yorumda
hatâ vardır. Çünkü Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke'yi fethetti.
Bu şu demektir; orada islâm kanunlarını tesis edip, şirk kanunlarını yıkmaya
ve Mekke'nin etrafındaki Arapların âdetlerini yok etmeye başladı. Bu işin bir
günde veya iki günde olmayacağı, günlerce kalmayı gerektireceği kesin olarak
bellidir. Çünkü o düşmanı beklemek için kaldı. Yine kat'î olarak bellidir ki,
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile düşman arasında çok gün kalmayı
gerektiren uzun mesafe vardır. Bu mesafelerin dört güne sığmayacağını o da
biliyordu. Kar sebebiyle Azerbeycan'da altı ay kadar kalan İbn Ömer (r.a.)'in
namazı kısaltması da böyledir. Bilinen bir gerçektir ki, bu çeşit karların yol
açılacak derecede dört günde erimesi mümkün değildir. Enes (r.a.)'in Şam'da
iki sene kalarak namazı kısaltması, sahabenin Ramhürmüz'de yedi ay kalarak
namazı kısaltması da bunun gibidir. Yine malûmdur ki, bu gibi muhasaralar ve
cihad dört günde bitmez. Ahmed'İn arkadaşları şöyle demiştir: "Düşmanla
cihad, hastalık veya sultanın hapsi sebebiyle, ister kısa, ister uzun müddette
kurtulacağını zannetsin, kısaltır." Doğru olan da budur. Fakat bu hususta
kîıap, sünnet, icmâ, sahabenin amelinden hiçbir delil olmayan bir takım
şartlar koşarak dediler ki: "Sefer hükmünün kesinleşmediği dört günlük
müddetlen az bir zamanda kurtulma ihtimali şarttır." Peki, bu şarü nereden
aldınız? Halbuki, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke ve Tcbük'de
dört günden fazla kaldığı halde namazı kısalm. Kimseye hiçbir şey söylemediği
gibi, kimseye "dört günden fazla kalmaya niyet etmezse" şeklinde bir
şey de açıklamadı. Rasûlüllah sallaîlahu aleyhi ve sellem namazlarında
ashabının ona uyduğunu biliyordu. Ashab ise, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'i orada kaldığı müddetçe namazı kısaltmada örnek almışlardı. "Dört
geceden fazla kaldığınızda namazı kısaltmayın," diye tek bir kelime
söylemedi. Halbuki bu hususu açıklamak en mühim işlerdendir. Daha sonra
sahabelerin de Rasûlüllah'a uyarak, arkalarında namaz kılanlara böyle bir şey
söylememeleri de bunu gösterir.
"İmam Mâlik ve
Şafiî şöyle demiştir: "Eğer dört günden fazla kalmaya niyet ederse namazı
tamam kılar. Daha aza niyet ederse kısaltır." Ebû Hanifc ise; "eğer
onbeş gün kalmaya niyet ederse tam kıiar, daha aza niyet ederse kısaltır,"
demiştir. Lcys bin Sa'd'm görüşü de budur. Bu görüş, sahabeden üç kişiden;
Ömer, oğlu Abdullah ve İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet olunmuştur. Sa'îd bin
Müseyyeb demiştir ki: "Eğer dört gün kalırsa namazları dört rek'at
kılar." Yine bu zatdan Ebu Hanifc'nin sözü gibi bir rivayet de vardır. Ali
bin Ebi Talib (r.a.) şöyle demiştir: "On gün kalırsa tam kılar." Bu İbn
Abbâs'dan da rivayet edilmiştir. Hasan, "Bir engel engellemediği müddetçe
kısaltır," demiştir. Aişe (r.a.) ise şöyle demiştir: "Sefer azığı
bitinceye kadar kısaltır." Dört imamın ittifakına göre; "eğer
yapmasını beklediği bir ihtiyacını gidermek için, bugün giderim, yarın giderim
diye düşünürse, devamlı namazı kısaltır." Ancak Şafiî iki görüşünün
birinde "onyedi veya onsekiz güne kadar kısaltır, daha sonra kısaltmaz"
demiştir. İbn Münzîr 'İşrâf isimli kitabında "ilim ehlinin icmama göre
misafir ikamete niyet etmediği halde aradan yıllar da geçse yine kısaltmaya
devam eder," demiştir.
Âlimlerin çoğu,
yolculukta namazı kısaltan kimsenin nafile kılmasının mekruh olmadığı
görüşündedirler. Bu konuda devamlı kılman sünnetlerle diğer nafile namazlar
arasında fark yoktur. Buharı ve Müslim'e göre; "Nebî aleyhisselâm
Mekke'nin fetih gününde Ümmü Hanî'nin evinde yıkanarak, sekiz rekat namaz
kılmıştır." İbn Ömer (r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem, bineğinin üstünde, yüzünün döndüğü tarafa başıyla imâ ederek namaz
kılardı. İbn Ömer ve diğerleri, yolculukta farzlarla beraber onlardan önce ve
sonra nafiie kılmanın meşru olmadığı, sadece gece yarısında nafile
kılınabileceği görüşündedirler. İbn Ömer (r.a.) farz namazdan sonra nafile
kılan bir grubu görünce demiştir ki: "Eğer ben nafile kılacak olsaydım,
namazımı tamamlardım. Ey kardeşimin oğlu, Rasûlüllah ile arkadaşlık ettim;
vefat edinceye kadar iki rek'ata ilâve etmediğini gördüm. Ebû Bckr ile arkadaşlık
ettim, o da iki rek'atı artırmadı," deyip sonra Ömer ve Osman'ı da
zikrederek; "Rasûlüllah'da onlar için güzel bir Örnek vardır."[70]
ayetini okudu. (Hadisi Buharî rivayet etmiştir.) İbn Kudame; Hasan'm zikrettiği
hadisle İbn Ömer'in zikrettiği hadisin arasını cemederek; "Hasan'ın
hadisi, nafile namaz kılmakta beis olmadığına, İbn Ömer'in hadisi ise,
terketmekte beis olmadığına delâlet eder," demiştir.
Cuma günü namaz
başlamadığı müddetçe yolculuk yapmakta bir beis yoktur. Ömer (r.a.) birisinin
şöyle dediğini işitti: "Eğer bugün cuma olmasaydı yolculuğa
çıkacaktım." Ömer ona: "Çık. Cuma, yolculuktan alıkoymaz." Ebû
Ubeyde (r.a.) de cuma günü yolculuğa çıkmış, namazı beklememişti. Zührî, cuma
günü kuşluk vakti yolculuğa çıkmak isteyince, 'böyle olmaz', diyenlere karşı:
"Nebî aleyhisselâm cuma günü yolculuğa çıkmıştır," demiştir.
Aşağıdaki durumlardan
birisi bulunduğu zaman, namaz kılan kimsenin öğle ve ikindiyi takdim veya
tehir ile akşam ve yatsıyı da aynı şekilde takdim ve tehir ile kılması caizdir.
Arafat'ta öğle ve
ikindiyi cemi takdim ile (öne alarak) öğle vaktinde beraber kılmanın ve
Müzdelife'de akşam ve yatsı namazlarını cemi tehir ile erteleyerek yatsı
vaktinde kılmanın Rasüiüllah'm fiili sünneti olduğuna âlimler ittifak
etmişlerdir.
Yolculukta, iki namazı
birisinin vaktinde topluca kılmak, ilim ehlinin çoğuna göre caizdir. Bu konuda
konaklamış olması veya yürümesi arasında bir fark yoktur. Muâz'dan rivayeten;
"Nebî aleyhisselâm Tebük gazvesindeydi. Güneş tepeden batıya dönmeden önce
yolculuğa çıkarsa, öğleyle ikindiyi öğle vaktinde beraber kılar; güneş tepeden
batıya döndükten sonra yola çıkarsa, ikindi oluncaya kadar öğleyi
geciktirirdi. Akşam da aynı şekilde, güneş battıktan sonra yola çıkarsa, akşam
ile yatsıyı akşam vaktinde beraber kılar, güneş batmadan önce yola çıkarsa,
akşamı yatsı vaktine kadar geciktirir, sonra konaklar, iki namazı beraber
kılardı." (Hadisi Ebû Davud ve Tirmizi rivayet etmiş, Tirmizî hadisi hasen
saymıştır.) Küreyb'in İbn Abbas'dan rivayet ettiğine göre, İbn Abbas (r.a.) demiştir
ki: "Rasüiüllah'm yolculuktaki namazını size haber vereyim mi?"
"Evet," dediler; İbn Abbas: "Rasûlüllah, konağında iken güneş
batıya döndüğü zaman bineğine binmeden öğle ile ikindiyi kılardı. Konağında
iken güneş tepeden batıya dönmemişse, yolculuğa devam eder, ikindi namazı
vakti geldiğinde konaklayarak öğle ile ikindiyi beraber kılardı. Konağında
akşam vakti geldiği zaman, akşam ile yatsıyı kılar. Konağında iken vakit
gelmediğinde biner, yatsı vakti olduğu zaman konaklayarak ikisini beraber
kılardı." (Hadîsi Ahmed rivayet etmiştir.) Şafiî Müsned'in-de benzer bir
ifade ile hadisi rivayet ederek şöyic demiştir: "Rasûlüllah sallaflahu
aleyhi ve sellem güneş tepeden batıya dönmeden önce yola çıkarsa, öğleyi
geciktirir, ikindi vaktinde ikisini beraber kılardı." Hadisi Beyhakî iyi
bir senetle rivayet ederek demiştir ki: "Sefer özrü ile iki namazı
beraber kılmak sahabe ve tabiînin yaptığı meşhur işlerdendir." Mâlik
Muyatta'mda Muâz'dan rivayeten; "Nebî aleyhisselâm bir gün Tebük savaşında
namazı geciktirerek çıkıp öğle ile ikindiyi beraber kıldı. Sonra girip tekrar
çıkarak akşam ile yatsıyı beraber kıldı1' demiştir. îmam Şafiî; "sonra
girdi, sonra çıktı" ifadesi konaklamış olması durumundan başka bir şey
değildir." demiştir. İbn Kudâme, 'Muğnî' kitabında hadisi zikrettikten
sonra demiştir ki: "îbn Abdilberr, hadisin sahih ve isnadının sabit
olduğunu söylemiştir."
Siyerciler, Tebük
gazvesinin dokuzuncu senede olduğunu söylerler. Bu hadis, "iki namaz
arasını cemetmek, ancak yolculuk zor olduğu zaman caizdir." diyenleri
reddelmek için en açık delil ve en kuvvetli hüccettir. Çünkü Rasûlüllah
konaklamış olduğu halde çadırında dururken dışarı çıkıyor, iki namaz kıldıktan
sonra tekrar çadırına dönüyor, bu hadisi Müslim Sahîh'irjde rivayet elmiş ve
demiştir ki: "Öğle ile ikindiyi beraber, akşam ile yatsıyı beraber kılardı."
Bu hadisin hükmü ile amel etmek, kendi sabit ve hükmü açık olduğu, buna zıt bir
hadis de bulunmadığı için kararlaşmıştır. Çünkü, namazları cem etmek, yürüme
haline mahsus olan namazları kısaltmak, mestler üzerine meshi uzatmak gibi
hususî hükümlerden olmayıp, sefer ruhsatlarından bir ruhsattır. Fakat efdal
olan cemi tehir (sonraki vakte erteleyerek birleştirme) yapmaktır. Namazda cem
ve kasir (kısaltma) yaparken niyet şart değildir. İbn Teymiyyc şöyle demiştir:
"Alimlerin çoğunun görüşü budur. Nebi aleyhisselam, ashabı ile cem ve
kasır yaparak namaz kılar, hiçbirisine "cem veya kasır niyeti yapın,"
demezdi. Bilâkis Medine'den Mekke'ye çıktığında cem yapmadan iki rek'at kılmış,
sonra öğleyi Arafat'la ashabına kıldirmıştı. Ashabına, hemen ardından ikindiyi
kıldıracağını bildirmemişti. Sonra ashabı cem'e niyet etmedikleri halde onlara
ikindiyi kıldırdı. Halbuki bu cem'i takdim'dir. Yine Medine'den çıktığında
Zülhuleyfe'de ashabına ikindi namazını iki rek'at kıldırdı. Kasır niyeti
yapmalarını emretmedi." İki namazın arka arkaya kılınmasına gelince; İbn
Teymiyye demiştir ki; "Sahîh olan, herhangi bir halin şart koşulmamasıdır.
Ne evvelki vakit için, ne de ikinci vakit için. Çünkü bu konuda şeriat'ta bir
hudut yoktur. Böyle bir noktayı gözetlemek ruhsatın maksadına aykırıdır."
imam Şafiî: "Evinde akşam namazını cem niyetiyle kılarak, sonra mescide
gelip yatsıyı kılsa caizdir," demiştir. Ah-med'den de aynı şekilde bir
rivayet vardır.
Esrem; Sünen kitabında
Ebû Seleme bin Abdurrahman (r.a.)'dan ri-vayeten şöyle demiştir: "Yağmurlu
günde akşam ile yatsı namazını beraber kılmak sünnettendir." Buharî'nin
rivayetinde: "Nebi aleyhisselam, yağmurlu gecede, akşam ile yatsı namazını
beraber kılmıştır."
Bu konudaki görüşlerin
Özü şudur: Şafiîler: "Mukim kimse için; birinci namazın başında ve
sonunda, ikinci namaza başlarken de yağmurun devam etmesi halinde, sadece öğle
ile ikindiyi birlikte, akşam ile yatsıyı da cem'i takdim ile cem ederek kılmak
caizdir," demişlerdir, imam Ma-lik'e göre; "yağmakta olan veya
beklenen bir yağmur sebebiyle akşam ile yatsıyı mescitte cem'i (akdim ile
kılmak caizdir. Yine aynı şekilde karanlıkla beraber, çamur çok olup ta
insanların ayakkabılarını giymesine mani olduğu zaman akşam ile yatsıyı cem
etmek caizdir. Yağmur sebebiyle öğle ile ikindi arasını cem etmek ise
mekruhtur." Hanbelî'lere göre; "akşam ile yatsıyı kar, çamur,
şiddetli soğuk, elbiseyi ıslatan yağmur sebebiyle hem akşam vaktinde, hem de
yatsı vaktinde cem'i takdim veya cem'i tehir ile kılmak caizdir."
Bu ruhsal mescide
giderken yolda yağmurdan eziyet görecek bir kimse içindir. Mescitte olan veya
evinde cemaatle kılan veya mescide bir şeyle örtünmüş olarak gidebilen veya
mescid evine yakın olan bir kimse için cem etmek caiz değildir.
İmam Ahmed, Kadı
Hüseyin, Hattabî, Şafiîlcrdcn Mütevelli; "hastalık özrü ile takdim ve
tehir olarak namazları kılmak caizdir," demişlerdir. Çünkü hastalıktaki
zorluk yağmurdan daha çoktur. Ncvcvî; "bu görüşün delili
kuvvetlidir," demiştir. 'Muğnî' kilabında şöyle geçer: "Bütün namazları
vaktinde kılmanın zor ve meşakkatli olduğu duruma, namazları cemetmeyi mubah
kılan hastalık da eklenmektedir." Hanbclîlcr bu ruhsatı daha da
genişletip, tüm özür sahipleri için ve korkanlar için cem'i takdîm ve cem'i
tehir yapmaya cevaz vermişlerdir. Hattâ Hanbcliler her namaz vaktinde, elbise
yıkamak zor gelen, süt emziren kadına bile cevaz vermişlerdir, îstihazcli
olana ve idrarı akana da aynı cevazı vermişlerdir. Taharetten aciz olana,
nefsine, malına ve ırzına zarar geleceğinden korkana da cevaz vermişlerdir. İbn
Teymiyye demiştir ki: "Cem hakkında en geniş mezhep Ahmed'in mezhebidir.
Çünkü Ahmed, Nesaî'nin Nebî aîeyhisse-Iam'dan merfu' oİarak rivayet ettiği hadiste
olduğu gibi, her meşguliyetten dolayı cem etmeye cevaz vermiş, hattâ
"yemek pişiren aşçı, ekmek pişiren fırıncı ve benzeri işleri yapanlar,
malının bozulacağından endişe ederlerse cem yapmaları caizdir," diyecek
kadar ileri gitmiştir.
Nevevi Müslim şerhinde
demiştir ki: "imamlardan bir cemaat "mukim halinde ihtiyaç için cem
yapmak caizdir," demişlerdir. Bu söz İbn Şîrîn ve Mâlik'in arkadaşlarından
Eşheb'in görüşüdür. Aynı görüşü Hattâbî; Kaffal'dan, Şafiî'nin arkadaşı
Şâşi'l-kebîr'den, Ebû îshak-ül-Mervezî'den ve hadîs ashabından bir cemaattan
nakîetmiştir. İbn Münzîr de bu görüşü benimsemiştir. İbn Abbâs'ın sözünün
zahiri de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. İbn Abbâs (r.a.): "Rasûlüllah,
ümmetine zorluk vermek istememiştir," dedi. Hastalık veya başka bir şeyi
sebeb göstermedi. İbn Abbâs (r.a.)'m bu sözü, Müslim'in kendisinden rivayet
etmiş olduğu hadîsde yer almakladır: "Rasûlüllah öğle ile İkindiyi cem
etti. Akşam ile yatsıyı korku olmadığı halde Medine'de cem etti." İbn
Abbâs'a dendi ki: "Rasûlüllah niye böyle yaplı?" İbn Abbâs da;
"Ümmetine zorluk ol-masm diye," cevabını verdi. Buharî ve Müslim'in İbn
Abbâs'dan rivayet ettikleri hadise göre: "Nebi aleyhisselam, Medine'de
yedi-sekiz defa öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı beraber kılmıştır."
Müslim'in, Abdullah b. Şakîk (r.a.)'den rivayet elliğine göre; o demiştir ki;
"Bir gün İbn Abbâs ikindiden sonra, güneş batıp yıldızlar parlaymcaya
kadar hutbe okudu, insanlar, "namaz, namaz," diye söylenmeye
başladılar. O anda Beni Tcym kabilesinden de bir adam gelerek durmadan;
"namaz, namaz," dîye söylenmeye başladı. İbn Abbâs o kimseye;
"Ey anası olmayasıcai Sünneti bana mı öğretiyorsun?" dedi. Sonra İbn
Abbâs; "Rasûlüllah'm öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı beraber
kıldığım görmüşümdür," dedi." Abdullah b. Şakîk (r.a.) diyor ki:
"Benim içim, buna pek yatışmadı. Ebû Hüreyre'ye gelerek durumu sordum. Ebu
Hüreyre de, İbn Abbâs'ı doğruladı."
Muğnî kitabında şöyle
denmiştir: "Birinci vakitte iki namazı kıldıktan sonra, ikinci vakit
girmeden önce özür giderse kıldığı namaz ona kâfi gelir, ikinci vakitte tekrar
kılması gerekmez. Çünkü namaz sahih olarak kılınmış olup namaz borcuna kâfi
gelmiştir. Böylece borç zimmetinden düşmüştür. Bundan sonra Özrün kalkmasıyla
tekrar zimmetine girmez. Çünkü özür halinde farzı eda etti. Özrün gitmesiyle
farz bâtıl olmamıştır. Meselâ, teyemmüm yapan bir kimsenin namaz kıldıktan
sonra su bulmasıyla namazı bâtıl olmadığı gibi."
Gemide, trende ve
uçakta mümkün olduğu şekilde namaz kılmak, kerahatsiz olarak sahihtir. İbn
Ömer'den rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: "Nebî al ey hissel am'a
gemide namaz kılmanın hükmü soruldu-
ğunda: "Düşüp
boğulmaktan korkmazsan ayakta kıl," buyurdu." (Hadisi Dârekutnî ve
Hâkim rivayet etmiş, Hâkim; "hadis Buharî ve Müslim'in şartlarına
uygundur," demiştir.) Abdullah b. Ebî Utbe'den rivayet olunduğuna göre; o
demiştir ki; "Câbir b. Abdullah, Ebû Sa'îd'il-Hudrî ve Ebû Hüreyre ile
gemide beraber bulundum. Cemaatle ayakta namaz kıldılar. Kıyıda kılmaları
mümkünken biri imam oldu da cemaatle namaz kıldılar." (Hadisi Sa'd b.
Mansûr rivayet etmiştir.)
Misafirin, evinden
çıktığı zaman şu duayı okuması müstehabdır:
"Allah'ın ismi
ile çıkıyorum. Allah'a güvendim. Allah'dan başka kimsede güç, kuvvet yoktur.
Allah'ım, sapmak ve saptırılmaktan, ayağı kaymak ve kaydırılmaktan, zulüm etmek
ve zulüm görmekten, cahil olmak ve cehle uğramaktan sana sığınırım."
Sonra Rasûlüliah
sallallahu aleyhi ve sellem'den geien dualardan di-îediğini okuyabilir.
Bunların bazısı aşağıdadır:
1- Ali b.
Rebîa'dan rivayet olunduğuna göre; demiştir ki: "Ali'yi gördüm, bineğine
binmesi için hayvanı getirildiğinde ayağını özengiye koyunca;
"Bismillah," dedi. Tam doğrulunca, "Elhamdülillah." dedi.
"Bize bu hayvanı serbest kılan Allah'ın şânı ne yücedir. Yoksa biz ona
takat getiremezdik. Şüphesiz Rabbimize döneceğiz."[71]
âyetini okudu. Sonra üç defa Allah'a hamdetti. Üç defa tekbir getirdi. Sonra:
"Seni teşbih
ederim. Senden başka ilâh yoktur. Nefsime zulmettim beni bağışla. Çünkü
günahları senden başka bağışlayan yok." dedi. Sonra güldü. Ona;
"Niçin güldün ya emİr-el mü'minîn." dedim. Hz. Ali cevaben;
"Rasûlüllah'm benim gibi yaptığını, sonra güldüğünü gördüm. 'Niçin güldün
ya Rasûlallah?" dediğimde; buyurdu ki: "Kut, 'Allah'ım beni bağışla,'
dediği zaman, Rabbi kulunu beğenerek, 'kulum günahlarım bağışlayacak benden
başka kimse olmadığını bildi', der,' demiştir." (Hadisi Ahmed, İbn Hİbbân,
Hâkim rivayet etmiş, Hâkim, "Müslim'in şartlarına göre hadis
sahihtir," demiştir.)
2- Ezdî'den
rivayeten: İbn Ömer (r.a.)'in kendisine öğrettiğine göre; "Rasülüllah
sallallahu aleyhi ve sellem sefere çıkarken devesinin üstüne oturduğunda üç
defa tekbîr aîır, sonra şöyle derdi:
"Bunu bize serbest
kılan Allah'ı teşbih ederim. Biz ona güç yeliremezdik. Şüphesiz Rabbimize
döneceğiz. Allah'ım bu yolculuğumuzda senden iyilik, takva ve razı olacağın
amel istiyoruz. Allah'ım bu yolculuğumuzu kolay kıl. Uzağım bize yakın kıl.
Allah'ım, sen yolculukta bize arkadaşsın. Geride kalan ailemizi sana
ısmarladık. Allah'ım, yolculuğun zorluklarından, üzüntülü dönmekten, ailemde
ve malımda kötü bir durum görmekten sana sığınırım." Seferden döndüğü
zaman bunlara şunu da ilave ederdi:
"Rabbimize tevbe
ederek, ibadet ederek döndük ve ona hamd ederiz." (Hadisi Müslim ve Ahmed
rivayet etmiştir,)
3- İbn Abbâs
(r.a.)'dan rivayeten; Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem yolculuğa çıkmak
istediği zaman şöyle derdi:
"Allah'ım,
yolculukta arkadaş sensin. Ailemi sana ısmarladım. Allah'ım, yolculukta
arkadaşsızlıklan, üzüntülü dönmekten sana sığınırım. Allah'ım, bu yolu bize
kısalt, yolculuğu bize kolay kıl." Dönmek istediği zaman:
"Tevbe ederek,
Rabbimize ibadet ederek ve hamdederek dönüyoruz."'Evine girdiği zaman:
"Tevbe ederek,
bize günah bırakmaması için Rabbimize yönelerek aöndük." derdi. (Hadisi,
sahih olan ravilerden bir senetle Ahmed, Taberanî ve Bezzâr rivayet etmiştir.)
4- Abdullah
b. Scrcis (r.a.)'den rivayeten: Nebî aleyhisselâm sefere çıktığı zaman şöyle
derdi:
"Allah'ım, sefer
zorluklarından ve üzüntülü dönmekten, iyi halden sonra bozuk hale düşmekten,
mazlumun bedduasından, malıma ve aileme gelecek kötü durumdan sana
sığınırım." Döndüğü zaman yine aynısını söyler; ancak "aileme ve
mahma gelecek kötü durumdan" ifadesinde; önce 'aüeme' şeklinde
başlardı." (Hadîsi Müslîm ve Ahmed rivayet etmiştir.)
5- İbn Ömer
(r.a.)'den rivayeten; Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem gazaya veya
sefere çıktığında, gece olduğu zaman şöyle derdi:
"Ey toprak, senin
ve benim Rabbim Allah'tır. Senin şerrinden, sen-dekilerin şerrinden ve senden
yaratılanların şerrinden ve senin üzerinde hareket edenlerin şerrinden Allah'a
sığınırım. Aslan, yılan ve akrebin şerrinden ve bu beldenin sakinlerinin
şerrinden, her doğan ve doğuranın şerrinden sana sığınırım." (Hadisi Ahmed
ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
6- Havle
binti Hakîm es-Süleymiyye (r.a.)'dan rivayeten; Nebî aley-hisselam şöyle
buyurdu: "Her kim bir yere inip de sonra: "E'âzü
bi-kelimâti't-tâmmâli." (yarattıklarının şerrinden en güzel kelimelerle Allah'a
sığınırım,) derse, buradan hareket edinceye kadar ona hiçbir şey zarar
vermez." (Hadisi Müslim, Tirmizî, Nesâî ve tbn Mâce rivayet etmiştir.)
7- Atâ b.
Ebî Mervan'dan, onun da babasından rivayet ettiğine göre; Ka'b, "Musa'ya
denizi yaran" hakkı için yemin ederek Suheyb (r.a.)'den Nebî
aleyhisselam'm hadîsini şöyle nakletti:
"Nebi
aleyhisselam, bir yere girmek istediğinde o yeri görünce mutlaka şöyle derdi:
"Ey, yedi kat
göklerin ve onların gölgelendirdiklerinin Rabbi, şeytanların ve onların
sapıttıklarının Rabbi, rüzgârın ve savurduğunun Rabbi olan Allahım! Senden bu
yerin, bu yerde oturanların ve yerin içindeki-
lerin hayrını isterim
ve bu yerin, burdakilerin ve içindekilerinin şerrinden sana sığınırım."
(Hadisi Nesâî, İbn Hibbân ve Hâkim rivayet etmiş, İbn Hibbân ve Hâkim
sahîhlemişlerdir.)
8- İbn Ömer
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Biz Rasûlüllah ile
beraber sefere çıkardık. Bir köy görüp oraya girmek istediğinde şöyle derdi:
"Allah'ım o yeri bizim için bereketli kıl." Bu cümleyi üç defa tekrar
eder, sonra şöyle derdi: "Allah'ım o yerin meyva-larından bizi
rızıklandır, bizi o yerdekilere sevdir. O yerdekilerin iyilerini de bize
sevdir." (Hadîsi Taberanî 'Evsat' kitabında iyi bir senetle rivayet etmiştir.)
9- Aişe
(r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre; o şöyle demiştir: Rasûîül-lah (s.a.) bir
yere girmek istediği zaman şöyle derdi:
"Allah'ım bu
yerin, bu yerde topladıklarının hayrım senden isterim. Allah'ım bu yerin
meyvalanndan bizi rızıklandır ve belâsından bizi koru. Bizi bu yerdekilere
sevdir. Bu yerdekilerin iyilerini de bize sevdir." (Hadisi îbn Sünnî
rivayet etmiştir.)
10- Ebu
Hürcyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Nebî aieyhisse-lam seferde ve
sabahladığında şöyle derdi:
"Allah'a olan
hamdimize ve bize verdiği güzel nimetlerine olan hamdimize bir şahid, şahid
olmuştur. Rabbitniz, cehennemden Allah'a sığınanlar olarak bize arkadaş ol ve
bize fazilet ver."
Cum'a gününün,
haftanın günlerinin en hayırlısı olduğu hadîslerde zikredilmektedir. Ebû
Hüreyre (r.a.)'den rivayeten; Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: "Güneşin
doğduğu en hayırlı gün cum'a günüdür. O gün Âdem aleyhisselâm yaratıldı. O gün
cennete kondu. O gün cennetten çıkarıldı. Kıyamet, cum'a gününden başka bir
günde kopmayacaktır." Ebu Lübanet'el-Bedrî'den rivayeten; Rasûliillah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Günlerin en üstünü ve Allah'ın kalında en
büyüğü cum'a günüdür. Cum'a günü Allah katında Ramazan ve Kurban bayramından
daha büyüktür. Cum'a günlerinde beş haslet vardır; Allah Adem'i cum'a günü
yarattı. Yine Adem'i cum'a günü yeryüzüne indirdi. Âdem cum'a günü vefat etti.
Cum'a günü öyle bir saat vardır ki, kul haram istemediği müddetçe, o saatte
isteyip de Allah'ın vermediği hiçbir şey yoktur. Kıyamet de cum'a günü
kopacak. Cum'a günü korkmayan hiçbir mukarreb melek, gök, yer, rüzgar, dağ,
deniz yoktur." (Hadisi Ahmed ve İbn Mâce rivayet elmiş, Irakî, "bu
hadisin senedi hasendir," demiştir.)
Cum'a günü son saate
kadar dua etmeye çalışmak gerekir. Abdullah bin Selâm (r.a.)'dan rivayet
olunduğuna göre; o demiştir ki: "Rasûliillah otururken ben şöyle dedim;
"Cum'a günü öyle bir saat var ki; mü'min kul o saate denk düşecek şekilde,
Allah'dan bîr şey istese, istediği şeyi Allah'ın ona vereceğini Allah'ın
kitabında bulmaktayız.' Rasûlüllah bana, 'bîr müddet,' diye işaret etti. Ben
de; 'doğru, bir müddet,' dedim. Ve; "hangi saattir?' diye sordum.
Cevaben; "Gündüzün saatlerinin son saatidir,' buyurdu. Ben; 'Öyleyse namaz
saati değil,' dedim. Bana; 'Evet, kul namaz kılıp oturur da, namazdan başka bir
şey için oturmazsa, o namazda sayılır.'" (Hadisi İbn Mâce rivayet
etmiştir.) Ebû Sa'îd'in Ebû Hüreyre (r.a.)'dcn rivayet ettiğine göre Nebî
aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: Cum'a günü bir saat vardır ki, müslüman bir
kulun Allah'dan istediği hayır o saate denk düşerse Allah isteğini ona mutlaka
verir. O saat ikindiden sonradır." Câbir (r.a.)'den rivayet olunduğuna
göre Nebî aleyhissala-tu ve's-selâm şöyle buyurdu: "Cum'a günü oniki
saattir. İçinden bir saat vardır ki, Müslüman kulun Allah'tan isteyip de
Allah'ın ona vermediği hiç birşey yoktur. O saati, ikindi namazından sonra
günün son saatlerinde arayın." (Hadîsi Nesâî, Ebû Dâvûd ve Hâkim
"Müstcdrek"inde rivayet etmiş, "Müslîm'in şartlarına göre
sahihtir," demiştir. Hafız 'Fetih' kitabında hadîsin senedini hasen
saymıştır.)
Ebu Seleme b.
Abdurrahman (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre: "Rasûlüllah'in ashabından
insanlar toplandılar. Cum'a günü duanın kabul olduğu saati konuştular. Hepsi
ayrı görüş belirtti. Fakat cum'a gününün
son saati olduğunda
ihtilâf etmediler. (Hadisi Sa'îd "Sünen"inde rivayet etmiş, Hafız
'Fetih' kitabında sahihlemiştir.) Ahmed b. Hanbcl şöyle demiştir: "Duanın
kabul olması ümid edilen saat hakkındaki hadîslerin çoğu, ikindiden sonra
olduğunu göstermektedir. Güneşin zevalinden sonra olduğu umulur." Müslîm
ve Ebû Davud'un Ebû Musa (r.a.)'dan naklettiklerine göre; Ebû Musa (r.a.) Nebî
aleyhisselâm'm cum'a saati hakkında şöyle buyurduğunu işitti: "İmamın
(minberde) oturma zamanı ile namazın bitiş saati arasındadır." (Ancak bu
hadis muzdarib ve münkau" olarak kusurlu sayılmıştır.)
Evs bin Evs (r.a.)'dcn
rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: Rasûlüllah salİallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: "Günlerinizin en faziletlisi cum'a günüdür. O gün Adem
yaratıldı. O gün vefat elti. O gün kendisine ruh verildi. O gün bana salâl ve
selâmı çoğaltınız. Çünkü salâvatlarınız bana arzolunınakladır." Ashabı;
"Ya Rasûlallah nasıl sana salâvatlar arzolunur? Halbuki sen çürümüş
olacaksın." dediler. Rasûlüllah sallalîahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah Teâlâ toprağa nebilerin cesetlerini yemeyi haram kılmıştır." (Hadîsi
Buharî, Müslim, Nesai ve İbn Mâce rivayet etmiştir.)
İbn Kayyim şöyle
demiştir: "Cum'a günü ve gecesi Nebî aleyhissc-lam'a çok salâvat getirmek
müstchabdır. Çünkü "Cum'a günü ve gecesi bana çok salâvat getirin"
hadisi vardır. Rasûlüllah salİallahu aleyhi ve sellem mahlûkatın efendisi,
cum'a günü de günlerin efendisidir. O gece ona salâvat getirmek başka nebîlere
nasib olmayan bir meziyettir. Diğer bir hikmet de, onun ümmeti her hayra
dünyada nail olur. Getirdiği salâvatm mükâfatını ise dünyada görür. Allah Teâlâ
Muhammed aleyhis-sclam'm ümmeti için dünya ve âhiretin hayrını bir araya
getirmiştir. Onlar için meydana gelecek en büyük keramet ancak cum'a günü
meydana gelmektedir. Cum'a günü onları cennetteki yerlerine ve köşklerine
gönderir. Cennete girdikleri cum'a günü, onların mükâfatlarının arttırıldığı
gün (yevm-ül mezîd) dür. Dünyada o gün onların bayramı idi. O gün istek ve
ihtiyaçlarını giderir, isteyenin istediği reddedilmez."
Ebû Sa'îd'il-Hudrî'den
rivayeten Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Cum'a günü kim
Kehf sûresini okursa iki cum'a arasında okuduğu sûrenin nuru onu
aydınlatır." (Hadisi Nesâî, Beyhakî ve Hâkim rivayet etmiştir.) tbn
Ömer'den rivayeten Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: "Kim cum'a günü
Kehf sûresini okursa onun için ayaklarının altından bir nûr semaya doğru
yükselerek kıyamet günü onu aydınlatır, iki cum'a arasında yapacağı günahları
af olur." (Hadisi İbn Merdûye kendisinde beis olmayan bir senetle rivayet
etmiştir.)
Şeyh Muhammed Abduh,
"el-Eşbah" adlı eserinde yer alan bu konuda verdiği bir fetvasında,
cum'a günü Kehf sûresini okumanın mekruhlardan sayıldığını zikredip şöyle demiştir:
"Sadece cum'a günü orucu tutmak, sadece cum'a gecesi nafile kılmak,
özellikle cum'a günü mescidlerde Kehf sûresini okumak mekruhtur. Çünkü bu sûre
camilerde teganni ile okunuyor, cemaat ise konuşuyor, boş şeylerle uğraşıyor ve
onu dinlemiyor. Sonra çok kere okuyanlar namaz kılanları şaşırtıyor. Bu
şekilde bu sûreyi okumak mahzurludur."
Cum'aya gelmek
isteyenle insanların toplandığı bir yere gitmek isteyenin, erkek olsun kadın
olsun, büyük olsun küçük olsun, mukim olsun, misafir olsun, temizliğin ve süsün
en güzel halinde bulunması müstehab-dır. Yıkanarak en güzel elbiselerini
giyinir, güzel kokular sürünür ve dişlerini misvakla temizler. Bu konuda pek
çok hadis gelmiştir:
Ebû Sa'id (r.a.)'den
rivayeten Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Cum'a günü her müslümanın
yıkanması ve elbiselerinin iyisini giymesi gerekir. Eğer kokusu varsa biraz da
koku sürünür." (Hadisi Buharı, Müslim ve Ahmed rivayet etmiştir.)
İbn Selâm (r.a.)'dan
rivayet olunduğuna göre İbn Selâm (r.a.) cum'a günü minberde Nebî aleyhisselâm'm
şöyle buyurduğunu işitti: "Sizden her biriniz iki elbise niye satın
almıyor? Biri cum'a günü için, diğeri iş için." (Hadisi Ebû Dâvûd ve tbn
Mâce rivayet etmiştir.)
Selman-i Farisî
(r.a.)'den rivayeten Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Kim Cum'a günü
yıkanır, gücü yettiğince temizlenir ve evinde temiz koku sürünerek camiye
giderse, iki kişi arasına girmeden farz olan namazı kılar, imam konuştuğu zaman
onu dinlerse, bir cumadan diğer
cum'aya kadar olan
günahları af olur." (Hadisi Ahmed ve Buharî rivayet etmiştir.) Ebu
Hüreyre; "üç gün de fazlalığı vardır, çünkü Allah her iyiliğe on misli
sevap vermiştir," derdi. Günahların bağışlanması ise küçük günahlara
mahsustur. Çünkü tbn Mâce'nin Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadiste;
"büyük günah işlemediği müddetçe" ifadesi vardır.
Ahmed'in sahih bir
senetle rivayet ettiğine göre; Nebi aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Her
müslüman üzerine cum'a günü yıkanmak temizlenmek ve misvak kullanmak bir
haktır."
Taberanî'nin 'Evsat'
ve 'Kebir' kitaplarında ravileri sika olan bir senetle Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayetinde Nebî aleyhisselâm cum'a hakkında şöyle buyurdu: "Ey
müslümanlar topluluğu bugün Allah'ın size bayram kıldığı cum'a günüdür.
Yıkanınız ve misvak kullanınız."
İmamın dışındakilerin
cum'a namazına erken gitmesi mendubdur. Aîkâme (r.a.) şöyle demiştin
"Abdullah b. Mes'ûd ile cum'aya gittiğimizde camide üç kişi bulduk ki
bizi geçmişlerdi. İbn Mes'ud dördün dördüncüsü olunca şöyle dedi: ''Dördün
dördüncüsü de Allah'dan uzak değildir. Çünkü Rasûlüllah'ın şöyle buyurduğunu
işittim: "insanlar kıyamet günü cum'aya erken gitmelerine göre otururlar.
Önce birinci, sonra ikinci, sonra üçüncü, sonra dördüncü oturur. Dördün
dördüncüsü de Allah'dan uzak değildir." (Hadisi İbn Mâcc ve Münzirî
rivayet etmişdir.) Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Cum'a günü kim cünüplükten yıkanır gibi
yıkanarak camiye giderse bir deve kurban etmiş olur. ikinci olarak giden bir
sığır kesmiş olur. Üçüncü olarak giden boynuzlu bir koç kurban etmiş otur.
Dördüncü olarak giden bir tavuk boğazlamış olur. Beşinci olarak giden bir
yumurta bağışlamış olur. imam minbere çıktığı zaman melekler zikir dinlemeye
hazır olurlar." (Hadisi Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.) Şafiî ve alimlerden bir cemaat bu saatlerin gündüzün saatleri
olduğunu söylemişler ve gündüzün evvelinde camiye gitmeyi mendub saymışlardır.
İmam Malik İse, bu saatlerin zevalden önce ve sonra çok küçük bir zaman parçası
olduğunu söylemiştir. Bir başka grub âlim ise 'zevalden sonra bir saatin
parçalarıdır.' demişlerdir. İbn Rüşd; "cum'aya koşmanın zevalden sonra
olması gerektiğinden, en doğru görüş bu sonuncusudur," demiştir.
Tirmizî'nin İlim
ehlinden naklettiğine göre; ilim ehli cum'a günü omuzdan atlamayı kerîh görerek
bu hususda şiddet göstermişlerdir. Abdullah b. Büsr'den rivayet olunduğuna
göre; o demiştir ki: Cum'a günü bir adam, Rasûlüllah, hutbe okurken insanların
omuzlarından atlıyordu. Ra-sûlüllah, o adama: "Otur, insanlara eziyet
ettin," buyurdu." (Hadisi Ebû Dâvûd, Nesaî ve Ahmed rivayet etmiş,
İbn Huzcyme ve diğerleri hadisi sahih İçmişlerdir.)
Bu durumdan, imam ile
önünde namaz kılınmayan boş yer bulunanlar müstesnadır. Bir kimse tekrar
yerine dönmek isterse, insanlara eziyet vermekten sakınmak şartıyla zaruret
için ordan kalkar. Ukbe b. Haris (r.a.)'dcn rivayet olunduğuna göre; Ukbc şöyle
demiştir: "Rasûlüllah'ın arkasında Medine'de ikindi namazını kıldım.
Sonra sür'atle kalkıp insanların omuzlarından atlayarak hanımlarından birinin
odasına girdi. İnsanlar Rasûlüllah'ın bu acelesinden korktular. Rasûlüllah
tekrar onların yanma geldiğinde, acele gitmesinden hayrette kaldıklarını
görünce onlara şöyle dedi: "Yanımızda biraz altın olduğunu hatırladım.
Beni engellemesini uygun görmediğimden gidip taksim edilmesini emrettim."
(Hadisi Buharı ve Nesâî rivayet etmiştir.)
İmam hutbeye çıkmadan,
cum'adan önce nafile kılmak sünnettir. Hutbeye çıktıktan sonra nafile
kılınamaz. Ancak tahiyyat'ül-mescid namazı hariçtir. Hafif olmak şartıyla
hutbe esnasında dahi kılmabilir. Ancak hutbenin sonlarında, vaktin daraldığı sırada
camiye girmişse o zaman tahiyyet'ül-mescidi de kılamaz. İbn Ömer'den rivayet
olunduğuna göre; kendisi cum'adan önce uzun bir namaz kılar, cum'adan sonra
ise, iki rek'at kılarak Rasûlüllah'ın böyle yaptığını rivayet ederdi. (Hadisi
Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Ebû Hüreyrc (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "Cum'a günü kim yıkanır sonra cumaya gelerek takdir olunduğu
kadar namaz kılarsa, sonra imam hutbeyi bitirinceye kadar susarak imamla
beraber farzı kılarsa gelecek cumaya kadar üç gün de fazlasıyla günahları af
olur," (Hadisi Müslim rivayet etmiştir.)
Cabir'den rivayet
olunduğuna göre; o demiştir ki: "Rasûlüllah hutbe okurken bir adam camiye
girdi. Rasûlüllah ona: "Namaz kıldın mı?" diye sordu. O da:
"Hayır," deyince, Rasûlüllah; "Kalk iki rek'at namaz kıl"
buyurdu." (Hadisi Buharı, Müslim, Nesâî, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce
rivayet etmiştir.) Bir rivayet; "Sizden biriniz cum'a günü imam hutbe
okurken gelirse iki rek'at kılsın ve onları kısa yapsın." şeklindedir.
(Hadisi Ahmed, Müslim ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) Başka bir rivayette ise
şöyle buyurulmuştur: "Sizden biriniz cum'a günü imam hutbeye çıktığı zaman
iki rek'at kılsın." (Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.)
Mesciddc bir kimseye
uyku galip gelirse bir yerden başka bir yere geçmesi mendubdur. Çünkü hareket
uykuyu giderir ve uyanık kalmaya sebeb olur. Böyle yapmak cum'a ve diğer
namazlarda da aynıdır. İbn Ömer (r.a.)'den rivayeten Nebi aleyhisselâm şöyle
buyurmuştur: "Sizden birinizi mescidde iken uyku tutarsa, yerini başka
yerle değiştirsin." (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Beyhakî ve Tirmizî rivayet
etmiş, Tirmizî "hadis, hasen sahihtir,' demiştir.)
Alimler cum'a
namazının farz-ı 'ayn olduğunda icma etmişlerdir. Cum'anm farzı iki rck'attir.
Allah Tcâlâ şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler cum'a günü namaz için ezan
okunduğu zaman Allah'ın zikrine koşunuz. Alış-verişi bırakınız. Eğer biliyorsanız
bu sizin için daha hayırlıdır."[72]
Buharî ve Müslim'in Ebû Hüreyre (r.a.)'dcn rivayet ettikleri hadise göre; Ebû
Hüreyre (r.a.) Rasûlülîah salîallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
"Biz dünyada en son gelenler olduğumuz halde, kıyamet günü en önde
olacaklarız. Ancak onlara bizden önce kitap verilmiş, bize ise, onlardan sonra
kitap verilmiştir. Şu size farz olan cum'a gününüzde, onlar ihtilâf etmiş,
Allah onu bize vermiştir. Bu hususta insanlar bize tabidir. Yahudilerin
Cumartesi, Hıristiyanların ise Pazar günüdür." İbn Mes'ud (r.a.)'dan
rivayet olunduğuna göre; Nebi aleyhisselâm cum'adan geri kalan bir kavim için
şöyle buyurdu: "Düşündüm, insanlara namaz kıldıran bir adama emredeyim.
Sonra cum'adan geri kalan adamların üzerlerine evlerini yakayım." (Hadisi
Müslim ve Ahmed rivayet etmiştir.) Ebû Hüreyre ve İbn Ömer (r.a.)'den
rivayeten: Rasûlüllah'ın minberi üzerinde şöyle buyurduğunu işittiler: "Ya
cumayı terketmeye son verirler veya Allah onların kalblenni mühürler de sonra gafillerden
olurlar." (Hadisi Müslîm rivayet etmiştir. Hadisi Ahmed ve Nesaî de îbn
Ömer ve İbn Abbâs hadisinden rivayet etmişlerdir.) Ebû Ca'd el-Damrî (r.a.)'den
rivayeten (bu zat ashabdandır.) Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: "Her kim üç cumayı küçümseyerek terkederse Allah onun kalbini
mühürler." (Hadisi Buharı, Müslîm, Tirmizî, Nesâî ve Ebû Dâvûd rivayet
etmiş, Ahmed ve îbn Mâce de Câbir hadisinden benzerini rivayet etmiş, îbn Seken
ise hadisi sahih saymıştır.)
Cum'a namazı müslüman,
hür, akıllı, bulûğ çağma ermiş, mukim, camiye gitmeye gücü yeten, cum'adan geri
kalmayı mubah kılan özürleri buiunmayan kimseye farzdır. Cum'anın farz olmadığı
kimseleri aşağıda sayıyoruz:
1, 2- Kadın
ve çocuklar: Bunlara cum'anm farz olmadrğmda ittifak vardır.
3- Cumaya
gitmek kendisine zor gelen hasta; Hastalığın artmasından veya gecikmesinden
korkarsa cum'aya gitmez. Hastaya bakanın hükmü; eğer onu bırakması mümkün
değilse, hastanın hükmü gibidir. Târik b. Şihâb (r.a.)'dan rivayeten Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Cum'a namazı cemaat içinde
bulunan her müslümana farzdır. Ancak 4 kişi müstesna: Köle, kadın, çocuk ve
hasta." (Nevevî, "hadisin senedi Buharı ve Müslim'in şartlarına göre
sahihtir." demiştir. Hafız ise; "hadisi birden çok kişi sahih
saymıştır," demiştir.)
4- Misafir:
Cum'a kılma vaktinde yolculuğa çıksa bile ilim ehlinin çoğuna göre bu kimseye o
gün cum'a farz değüdir. Nebî aleyhisselam yolculuğa çıktığı zaman cum'ayı
kılmaz, sadece Öğle ve ikindiyi cem'i takdim olarak kılardı. Halifeler ve
diğerleri de böyle yapmışlardır.
5- Hapsolmakîan
korkanla zor durumdaki borçlu ve zalim iktidar sahibinden korkup gizlenen
kimse: îbn Abbas'dan rivayeten; Nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Her
kim ezanı işitir de icabet etmezse onun namazı yoktur. Ancak özür sahipleri
müstesna." Ashab: "Özür nedir, ya Rasûlallah?" diye sordular.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Korku ve hastalıktır,"
buyurdu. (Hadisi Ebû Dâvûd sağlam bir senetle rivayet etmiştir.)
6- Cemaati
terketmeye izin verilen her özür sahibi: Meselâ; aşırı yağmur, çamur ve benzeri
gibi durumla karşılaşanlar. îbn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre; o yağmurlu
günde müezzinine şöyle demiştir: "Eş-hedü enne Muhammeden Rasûlüllah
dediğin zaman, 'hayyaale's-salah,'
deme, 'evinizde
kılınız,' de." insanlar bunu yadırgar gibi olunca, îbn Abbâs; "bunu
benden daha hayırlısı yaptı," dedi. "Şüphesiz cum'a farzdır. Ancak
(çamurlu, kaygan günde yürümenizi hoş görmedim." Ebu Melih'in babasından
rivayet ettiğine göre; o cum'a günü Nebî aleyhisselam ile bulunmuştu.
"Ayaklarına su girmeyecek şekilde yağmur yağdığı halde evlerinde namaz
kılmalarını" emretmişti. (Hadisi Ebu Dâvûd ve Îbn Mâce rivayet etmiştir.)
Bu saydıklarımızın her birisine cum'a kılmak farz değildir. Ancak öğle
namazını kılmaları gerekir. Bu kişilerden her kim cumayı kılarsa cum'ası sahih
olup öğle farzı ondan düşer. Rasûlüllah salîallahu aleyhi ve sellem zamanında,
kadınlar da mescidde bulunur, Rasûlüllah ile beraber cum'a namazını kılarlardı.
Sahabe ve tabiinin
büyük çoğunluğu, cum'anın vaktinin öğle vakti olduğunu söylemişlerdir. Ahmed,
Ebû Dâvûd, Buharî, Tirmizî ve Beyhakî'nin Enes (r.a.)'dcn rivayet ettikleri
hadise göre; Nebî aleyhisselam güneş batıya meylettiği zaman cum'a namazını
kılardı. Ahmed ve Müslim'in Seleme b. Ekva'dan rivayet ettiklerine göre Seleme
(r.a.) şöyle demiştir: "Biz Rasûlüllah ile birlikle güneş zevale geldiği
zaman cum'ayı kılar, sonra gölgeleri takibederek dönerdik." Buharî ise
şöyle demiştir: "Cum'anm vakti, güneş zevalden kaydığı zamandır."
Ömer, Ali, Nu'mân b. Bcşîr ve Amr bin Hureys'den de aynı şekilde rivayet olunmuştur.
Şafiî; "Nebî aleyhisselam, Ebû Bekr, Ömer, Osman (r.anhüm) ve daha sonraki
imamların hepsi cum'ayı zevalden sonra kılmışlardır," demiştir.
Hanbelîler ve Ishâk; "cum'anm vakti, bayram namazının ilk vaktinden
başlayarak öğienin son vaktine kadardır," demişler, delil olarak da Ahmed,
Müslîm ve Nesâî'nin Câbir'den rivayet ettikleri şu hadisi getirmişlerdir:
"Rasûlüllah cum'ayı kılar, sonra gider, güneş zevale geldiği zaman
develerimizi ağıllarına koyardık." Bu hadiste cum'ayı zevalden önce
kıldığına dair açıklık vardır. Yine Abdullah b. Seydân es-Sülemî'nin hadisini
delil getirdiler. O şöyle demiştir: "Ebu Bekr'le beraber cum'a namazında
bulundum. Hutbesi ve namazı gün yarısından önceydi. Sonra Ömer ile bulundum.
Hutbesi ve namazı gün yarısından önceydi. Sonra Ömer ile bulundum. Namazı ve
hutbesi, 'gün tam yarılandı, dediğim zamandaydı. Sonra Osman ile bulundum,
namazı ve hutbesi 'gün tam zevalden döndü, dediğim zamandaydı. Bu durumu
ayıplayan veya yadırgayan kimseyi görmedim." (Hadisi Dârekutnî ve İmam
Ahmed, oğlu Abdullah'ın rivayetinden naklederek bunu delil getirmiş ve şöyle
demiştir: "îbn Mes'ûd, Câbir ve Muaviye'den rivayet olunduğuna göre; onlar
cum'ayı zevalden önce kılmışlar ve kimse bunu yad ırgamamı şiir.")
Böylece icmâ hâsıl
olmuştur. Alimlerin büyük çoğunluğu Câbir (r.a.)'den rivayet olunan hadisi,
cum'a namazını, havanın soğumasını beklemeden, yani hararetin şiddetinin
gitmesini beklemeden hemen kılmak şeklinde anlamışlardır. "Namaz ve
develeri ağıla koymak zevalden sonra vâki olmuş olup Abdullah b. Seydan'm
hadisi zayıftır," demişlerdir. Hafız İbn Haccr onun hakkında,
"adaletle bilinmeyen büyük tâbilerdendİr," demiştir. İbn 'Adî;
"İbn Scydân meçhul sayılabilir" demiş, Buhârî ise; "Abdullah h.
Seydan'm hadisine uyulmaz, çünkü daha kuvvetli hadislere karşı geliyor,"
demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin Süveyd b. Ğafcle'den rivayet ettiğine göre; Süveyd
Ebu Bckr ve Ömer'le güneş tepeden batıya kaydığı zaman cum'a namazı kılmıştır.
(Hadisin isnadı kuvvetlidir.)
Cemaatin bulunmasının
cum'anm sıhhatinin şartlarından bir şart olduğunda alİmlcrcc bir ihtilâf
yoktur. Târik b. Şihâb (r.a.)'m hadisine göre Nebi aieyhisselâm şöyle buyurdu:
"Cum'a namazı cemaat içinde bulunan her müslüinana gerekli bir
borçdur." Ancak cemaatin kaç kişi olacağı hususunda onbeş kadar görüşe ayrıldıklarını
Hafız 'Fetih' kitabında zikretmiştir. "Tercih edilen görüşe göre, iki
veya daha çok kişi ile cum'a namazı olur. Çünkü Rasûİüllah sallallahu aleyhi ve
sellem: "îki veya daha fazlası cemaattir." buyurmuştur." Şcvkânî
şöyle demiştir: "Diğer namazların iki kişi ile caiz olduğu hakkında icma
kararlaşmış olduğuna göre, cum'a da bir namazdır. Kişinin bunun dışında bir
hükme delilsiz olarak tabi olması düşünülemez. Diğer namazlardan fazla bir
cemaati gerektirdiğine dair bir deîil yoktur." Abdülhak demiştir ki:
"Cum'a cemaatinin sayısı hakkında herhangi bir hadis sabit
olmamıştır." Bu hususta Süyûti de; "Belli bir sayı gösteren herhangi
bir hadis sabit olmamıştır," demiştir. Taberî, Ebû Dâ-vûd, Nchâî ve İbn
Hazm da bu görüşü benimsemişlerdir.
Cum'a namazını,
şehirde, mescidde, köyde, şehirdeki binalarda, şehre ait boş alanlarda eda
etmek sahihtir. Birden çok yerde de kılınması sahihtir. Ömer (r.a.) Bahreyn
ahalisine, "nerde olursanız cum'ayı kılınız" diye yazmıştı. Hadisi
îbn Ebî Şeybe rivayet etmiş, Ahmed, "isnadı iyidir." demiştir. Bu
ifade bütün şehir ve köyleri içine alır. İbn Abbâs: "Medine'de
Rasûlüllah'ın mescidinde toplanarak kılınan islâm cum'asından sonra
islâmiyet'te ilk cum'a, Bahreyn köylerinden bir koy olan Cuvaıde eda
edilmiştir." demiştir. (Bu hadisi, Buharı ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Leys b. Sa'd (r.a.)'den rivayeten: "Mısır sahillerinde oturanlar, Ömer ve
Osman (r.a.) zamanında, içlerinde sahabİler de bulunduğu halde onların emri
ile cum'a kılarlardı." îbn Ömer'den rivayeten; "O, Mekke ve Medine
arasında sular ahalisinin cum'a kıldığını görür, onları azarlamazdı."
(Hadisi Abdürrezzak sahîh bir senetle rivayet etmiştir.)
Cum'anın vacib olmasının
şartları daha önce geçii. Erkek olmak, hür olmak, sıhhatli olmak, mukîm olmak,
geri kalmayı gerektiren özrü bulunmamak. Yukarıda geçtiği üzere, cemaal de
cum'anm sıhhati için şarttır. Sünnetin açıkladığı, Allah'ın bizi mükellef
tuttuğu şartlar bu kadardır. Bunların dışında bazı fakihlerin koştukları
şanların dayandıkları bir nas yoklur. Burada "cr-Ravdal'ün-Ncdiyyc"
kitabının yazarının dediğini nakletmekle yetineceğiz:
"Cum'a namazı
diğer namazlar gibi olup onlara zıt bir tarafı yoktur. Onların zıddı olduğuna
dair herhangi bir delil gelmemiştir."
Bu ifadede, cum'anm
vücubu için onu en büyük imamın kıldırması, şehirde olması, ve belli kişilerin
bulunması gerekliğini diyenlere red vardır. Çünkü bu şartların, değil vacib ve
farz olduğuna, müstehab olduğuna dair bile bir delil yoklur. Bilâkis iki kişi
bir yerde cum'a namazını kıldı mı, kendilerine gereken farzı yapmış olurlar
.Eğer hutbeyi ter kederi erse, hulbe sadece sünnettir. Eğer Târik b. Şihâb
(r.a.)'m cum'a namazının cemaatle kılınacağı hadisi olmayıp, Rasûİüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in zamanında cemaalsiz olarak kılınmış olsaydı,
diğer namazlar gibi tek tek kılınacaktı.
"Cum'a namazı
dört kişi ile kılınır," şartından, "ûlül-emre" kadar olan
şartlar hakkında rivayetlere gelince: Büyük imamların açıkladığına göre bu
sarılar Rasûİüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in kelâmından değildir. Onun
asandaki sahabelerin de sözü değildir. Bu şanlar sadece Hasan el-Basrî'dcn
rivayel olunmuştur. Allah'ın haftada farz kıldığı ve İslâm'ın alâmetlerinden birisi
olan cum'a namazı hakkında vaki olan sözleri kim düşünürse hayret içinde kalır.
"Kimisi, hutbe iki rek'at gibidir; onu kaçıranın cum'ası kabul
olmaz" demiştir. Sanki Rasûİüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den bazısı
bazısını kuvvetlendiren rivayetler bu kimseye ulaşmamış gibi ki, "cumanın
iki vaktinden birisini kaçıran onu tamamlarsa cum'ası tamam olur." hadisi
vardır. Sanki o kimseye bu hadisten başka deliller ulaşmamıştır. Bazı kimseler;
"cum'a namazı imamla beraber Üç kişiden az ile olmaz." demiştir.
Bazıları dört, bazıları yedi, dokuz, oniki, yirmi, otuz ve bazıları kırk, elli,
yetnıiş kişiden aşağı olmaz, demiştir. Bazıları ise, bir kayıt koymadan,
"çok kişi olacak," demişlerdir. Bazıları da; "cum'a namazı,
içinde herşey bulunan şehirden başka yerde olmaz," demiştir. Kimisi
şehire de bir hudut koyarak "şu kadar bin kişi olacak," demiştir.
Diğerleri ise; "camisi ve hamamı olacak," demiş, bazıları da;
"en büyük imamla kılmırsa olur, eğer büyük imam olmaz veya adaletli bir
kimse bulunmazsa, cum'a vâcib ve meşru olmaz," demişlerdir. Bu gibi
sözlerde, ilimden hiçbir eser olmadığı gibi, Allah'ın kitabında, Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetinde cum'anın sıhhati için zikri geçen
şartlardan, farz ve rükünlerinden iddia ettikleri hiçbir harf yoktur. Belirttikleri
görüşün, kendilerine yaptığ, şeye hayret doğrusu. İnsanların, toplantılarda
kafalarından konuştukları, karışık bâtıl sözler, eğlence meclisinde
anlattıkları hikâyeler, temiz şeriaiLan uzaktır. Kur'ân ve sünnel'i bilen,
insafla düşünen, doğru yolda ilerleyen ve boş sözle hak yoldan ayrılmayan
herkes bunu bilir. Her kim, bauj (yanlış) bir söz söylerse, onun bu sözü
kendisine geri çevrilir ve yüzüne çarpılır. Kullar arasında hakem, âyette
Duyurulduğu üzere Allah'ın kitabı ve Rasûlünün sünnetidir: "Eğer bir şeyde
anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah ve Rasûlüne havale ediniz."[73]
"Aralarında hüküm vermek için Allah ve Rasâlüne çağırdıkları vakit;
'işittik, itaat ettik,' demek ancak müminlerin sözüdür."[74]
"Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çektikleri şeylerde seni hakem
tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen
kabul etmedikçe inanmış olmazlar."[75] Bu
ve benzeri âyetler İhtilâf halinde müracaat edilecek yerin Allah Ve
Rasûlüllah'm hükmü olduğuna açık bir şekilde delâlet etmekte ve önemli bir
noktayı göstermektedir. Allah'ın hükmü, kitabıdır. Rasûlü'nün hükmüise; Allah
onun ruhunu aldıktan sonra onun sünneti olup bundan başkası değildir.
Müçtehide gelince: Her ne kadar delil bulunmadığı zaman kendi görüşüyle amel
etmesine ruhsat varsa da, başkasının, kim olursa olsun delilsiz olarak onun
görüşünü almasına ruhsat yoktur.
Ben, (Allah biliyor)
bu gibi konulan kitaplarına alarak, Allah'ın birliğini anlatır gibi bu
konuları avama anlatarak onları buna inandırmaya çalışan ve bunlarla amel
etmeyi onlara emreden ve böylece ateş çukurunun kenarlarına gelen yazarlara
çokca hayret etmeye devam ediyorum."
İlim ehlinin çoğu
hutbenin vacib olduğu görüşündedir. Hutbenin vacib olduğuna, Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'den sabit olan sahih hadisleri delil
getirmişlerdir. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem devamlı olarak her
cum'ada hutbe okurdu. Yine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şu
hadisini delil getirmişlerdir: "Beni gördüğünüz gibi namaz kılın."
Allah Tcâlâ şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Namaz için cum'a günü ezan
okunduğu zaman Allah'ın zikrine koşunuz."[76]
'Zikre koşun,' diye yapılan emir, vacib olmayı gerektirir. Vacibin dışındaki
bir şey için koşmak gerekmez. Hutbe, zikri de içine aldığı için, zikri hutbe diye
tefsir ettiler.
Şevkânî bu delilleri
münakaşa ederek birinci delile şöyle cevap verdi: "Sadece fiil vücûb
ifade etmez." ikinci olarak: "Buradaki emirle namaz kasdediliyor,
hutbe değil. Çünkü hutbe namaz değildir." Üçüncü olarak: "Koşulması
emredilen zikir, cum'a namazıdır. Burdaki emir, namaz ile hutbe arasında
ihtimalli iken, namazın vacib olduğuna ise ittifak gerçekleşmiştir. Hutbenin
vacib olmasına gelince; bu delil, hutbenin vacib olduğuna delil olarak
gösterilemez. Hasan Basrî, Davud'üz-Zahirî ve Cübeyrî hutbenin mendub olduğu
görüşündedirler. Açık olan da budur."
Cabir'den rivayeten:
"Nebî aleyhisselâm minbere çıktığı zaman selâm verirdi." (Hadisi İbn
Mâce rivayet etmiştir, senedinde İbn Lehi'a vardır. Bu hadîs Esrem'in
Süncn'inde Şa'bî yoluyla Nebi aleyhisselâm'dan mürsel olarak rivayet
edilmiştir.) Ata ve diğerlerinin mürsel olarak rivayet ettikleri hadîse göre;
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem minbere çıktığı zaman insanlara
yüzüyle döner sonra "esselâmü aleyküm" derdi." Şa'bî; "Ebû
Bekr ve Ömer böyle yaparlardı," demiştir. Sâîb b. Yezid'den rivayet
olunduğuna göre; o demiştir ki: "Cum'a günü ilk ezan imam minbere
oturduğu zamandır. Rasûlüllah'in, Ebu Bekr ve Ömer (r.a.)'in zamanında
böyleydi. Osman (r.a.) devri gelince insanlar çoğaldı. Üçüncü ezanı yüksek
yerde (minare) okumayı ilâve ettiler. Rasülüllah'm birden fazla müezzini
yoktu." (Hadisi Buharı, Ebû Dâvûd, Nesâî rivayet etmiştir.) Buharı, Nesai
ve Ebû Davud'un bir başka rivayetlerinde; "Osman (r.a.) halife olunca,
müsiümanlar çoğaldı. Cum'a günü üçüncü bir ezan okunmasını emretti. Bağdat'ta
Osman buna izin verdi. Ve böylece devam edip gitti." Ahmed ve Nesai'nin
rivayetine göre: "RasûlüIIah, minbere oturduğu zaman Bilâl ezan okur,
indiği zaman kamet getirirdi." 'Adî b. Sâbit'in babasından onun da
dedesinden rivayet etliğine göre; o demiştir ki: "Rasûlüllah minbere
çıktığı zaman ashabı ona yüzleriyle dönerdi." (Hadisi İbn Mâce rivayet
etmiş, hadis hakkında her ne kadar söz söylenmişse de, Tirmizî; "Nebi
aleyhis selâm'ın ashabından ve diğerlerinden ilim ehli imam hutbeye çıktığı
zaman cemaata dönmesini müstehab görmüşlerdir," demiştir.)
Ebû Hüreyre'den
rivayeten; Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Hangi söz ki, Allah'a hamd
ile başlanmıyor, onda hayır yoktur." (Hadisi Ebû Dâvûd ve Ahmed aynı
şekilde rivayet etmişlerdir.) Başka bir rivayette; "Kendisinde şehadel
olmayan hutbe cüzzamh el gibidir." şeklindedir. (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd
ve Tirmizî rivayet etmiştir. Tirmizî'de "şahadet" kelimesi yerine
"teşhedü" vardır.)
İbn Mes'ud'dan
rivayeten; Nebi aleyhisselâm teşehhüd ettiği zaman şöyle derdi:
"Allah'a hamd
olsun. Ondan yardım isteriz. Ona sığınırız. Nefislerimizin şerrinden Allah'a
sığınırız. Allah kime hidayet ederse onu saptıracak yoktur. Kimi saptınrsa onu
hidayete erdirecek de yoktur. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur.
Yine şehadet ederim ki Muhatnmed Mustafa O 'nun kulu ve Rasâlüdür. Onu kıyamet
saatinden önce müjdeci ve hâk. ile gönderdi. Kim Allah'a ve Rasûlüne İtaat
ederse doğru yolu bulmuş olur. Kim ona âsi olursa ancak nefsine zarar verir.
Allah'a hiçbir şey zarar veremez." İbn Şihâb'dan rivayeten; kendisine
cum'a günü Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şahadeti hakkında soruldu.
Bunun gibi cevab vererek şunu da ilâve etti: "Ve kim Allah'a ve Rasûlüne
âsi olursa mulıakkak haddi aşmıştır." (Bu iki hadisi de Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.)
Câbir bin Semure
(r.a.)'dcn rivayet olunduğuna göre; Cabir demiştir ki: "RasûlüIIah daima
hutbe okur ve iki hutbe arasında oturur, âyetler okur, insanlara
anlatırdı." (Hadisi Müsiîm, Nesai, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce rivayef
etmiştir.) Yine Câbir b. Scmurc'dcn rivaycicn; "RasûlüIIah cum'a günü
vaazı uzatmazdı. Ancak kolay ve kısa kelimelerle ikiifa ederdi." (Hadisi
Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Harise hin Nu'mân'm
kızı Ümmü Hişâm (r.a.)'dan rivayeten; o şöyle demiştir: "Kaf sûresini
Rasûlüllah'm lisanından öğrendim. Her cum'a hutbe okuduğu zaman minberde onu
okurdu." (Hadîsi Ahmed, Müslim, Nesâî ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Ya'lâ b. Ümeyye'den rivayeten; o demiştir ki; "Rasûlüllah'ı minberde
"ve nâdev yâ malik"[77] ayetini
okurken işittim." (Hadisi Buharî ve Müsiîm rivayet etmiştir.) İbn
Mâce'nin Ubeyd (r.a.)'dcn rivayet ettiğine göre; "RasûlüIIah sallallahu
aleyhi ve sel-lem cum'a günü ayakta "Tebârcke" (Mülk) sûresini okudu.
Ve Allah'ın günlerini anlattı."
"Er-Ravdal'un-Nediyye"
kitabında şöyle denmektedir: "Bil ki-meşru olan hutbe, RasûlüIIah
sallallahu aleyhi ve sellem'in insanları teşvik etmek ve korkulmak için
devamlı yapmış olduğu hutbedir. Hutbenin ruhu olan bu vaaz için hutbe meşru
kılınmıştır. Hutbede Allah'a hamd etmek, salavât getirmek veya Kur'ân okumak,
hutbenin meşru olmasındaki büyük maksadın dışındadır. Bunların Rasûiüllah'm
hutbesinde bulunması, maksadın bunlar olduğuna, şart ve lâzım olduklarına
delâlet etmez. İnsaflı bir kimse hutbeden büyük maksadın vaaz olduğunda,
Allah'a hamd ve Rasûlüne salâvat olmadığında şüphe etmez. Arap'ların süregelen
âdetlerinde vardır ki, onlardan birisi bir söz söylemek için makama çıktıklarında
Allah'a ve Rasûlüne sena ile başlarlardı. Bundan daha güzel ve daha evlâ ne
olabilir? Ancak maksat bunlar değildir. Bilâkis maksat daha sonra yapılan
konuşmadır. Birisi dese ki; "Allah'a hamd ve salavattan başka söyleyecek
birşeyi olmayan kimsenin hatib olarak konuşmaya çıktığı zaman yapacağı bu
hareket makbul müdür?" Bunu aklı selim sahipleri reddeder. Durum böyle
olunca cum'a hutbesinde vaaz yapmanın gereğini hadisten öğrenmiş oldun. Hatib
böyle yapınca meşru bir iş yapmış olur. Ancak bununla beraber Allah'a hamd,
Rasûlüne sena eder veya vaazın önüne Kur'ân âyetlerini eklerse en güzelini
yapmış olur."
İbn Ömer (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: "Nebî aleyhisselâm cum'a günü
ayakla hutbe okur, sonra oturur, sonra kalkarak bugün yaptıkları gibi İkinci
hutbeyi okurdu." (Hadisi Buharı, Müslim, Tirmizî, Nesai, Ebû Dâvûd ve İbn
Mâce rivayet etmiştir.) Câbir b. Semure (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; o demiştir
ki: '"Nebi aleyhisselâm ayakta hutbe okur, sonra oturur, sonra kalkar
ayakta hutbe okurdu. Her kim "oturarak hutbe okumuştu" derse yalan
söylemiş olur. Vallahi, Rasû-lüllah ile beraber iki bin namazdan fazla
kılmışımdır." (Hadisi Müslim, Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) İbn Ebî
Şeybe'nin Tavus (r.a.)'tan rivayetinde Tavus şöyle demiştir: "Rasûlüllah
saîlallahu aleyhi ve sellem, Ebû Bekr, Ömer ve Osman ayakta hutbe okumuşlardır.
Minberde ilk oturan Muaviye'dir." Yine Şa'bî'den rivayet olunduğuna göre;
Muaviye şişmanladığı zaman oturarak hutbe okurdu.
Bazı imamlar hutbe
esnasında ayakta durmanın vacib olduğunu ve iki hutbe arasında oturmanın da
vacib olduğunu, Rasûlüllah saîlallahu aleyhi ve sellem'in ve ashabının
fiillerine dayanarak söylemişlerdir. Ancak yalnız fiil vucûb ifade etmez.
Ammâr b. Yâsir
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: "Rasûlüllah'm şöyİe
buyurduğunu işittim": "Kişinin namazının uzun olması ve hutbesinin
kısa olması âlim olduğuna işarettir. Namazı uzatın, hutbeyi kısaltın."
(Hadisi Ahmed ve Müslîm rivayet etmiştir.) Hutbenin kısa, namazın uzun olması,
kişinin fakîh olduğuna delâlet kılınmıştır. Çünkü fakih kimse kelimeleri bilir,
az sözle çok mânâ kasdeder. Câbir b. Semure (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre;
o demiştir ki; "Rasûlüllah saîlallahu aleyhi ve sellem'in namazı ve
hutbesi normal (mutedil) idi." (Hadisi Müslim, Tirmizî, Nesâî, ve İbn
Mâce rivayet etmiştir.) Abdullah b. Ebî Evfa (r.a.)'dan rivayeten;
"Rasûlüllah saîlallahu aleyhi ve sellem na-
mazı uzatır, hutbeyi
kısa yapardı." (Hadisi Nesai sahih bir senetle rivayet etmiştir.) Câbir
(r.a.)'den rivayeten; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah saîlallahu aleyhi ve
sellem hutbe okuduğu zaman gözleri kızarır, sesi yükselir ve gazabı
şiddetlenirdi. Sanki, askere "düşman sabah veya akşam saldıracak"
diye haber veren bir komutan gibiydi." (Hadisi Müslim ve İbn Mâce rivayet
etmiştir.)
Nevevî şöyİe demiştir:
"Hutbenin fasîh (halasız) ve belîğ (düzgün) olması müslchabur. Mânâsı
anlaşılmayan, cemaati rencide eden kelimelerle hutbe okunmamalıdır. Çünkü bu
gibi sözler kişinin tam olarak aklına girmez. Korkutucu da olmamalıdır. Bu
durumda maksat hâsıl olmaz. Bilâkis anlaşılır ve sürükleyici kelimeler
seçilmelidir."
İbn Kayyım şöyle
demiştir: "Rasûlüllah'm hutbesi Allah'a meleklere, kitaplara,
peygamberlere ve âhircı gününe imanın esaslarını tahrir şeklindeydi. Cennet ve
cehennemden bahseder, Allah'ın dost kullarına ve biat ehline hazırladığı nimetlerden,
düşmanlarına ve günah ehline hazırlanan azaptan bahseder, onun hutbesiyle
kalpler iman, tevhid, Allah'ı bilme ve önemli günlerini hatırlamayla dolardı.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in hutbeleri diğer hutbeler gibi
değildir. Çoklarının hutbeleri mahlu-kat arasında ortak meseleleri içeren
konuları kapsar. Meselâ; hayattan bezdirmek, ölümle korkutmak gibi şeylerden
bahsederler ki; bunlar kalb-de Allah'a iman ve tevhidi yerleştirmek, hususi bir
marifetullah oluşturmak, Allah'ın ibretli kıssalarını hatırlatmak ve kişileri
Allah'a ibadete sev-kedip ona kavuşma isteği meydana getirmekten uzaktır.
Böylece dinleyenler, Ölü hale gelmekten ve mallan taksim edilerek, toprağın
vücutlarını çürüteceğini öğrenmekten başka bir şey istifade etmeden çıkarlar.
Keşke hutbelerle imanın nasıl meydana geldiğini, tevhidin ve faydalı ilmin
nasıl oluştuğunu anlasaydılar. Nebi aieyhisselâm ve onun ashabının hutbelerini
inceleyenler, onların, hidayeti, tevhidi, Allah'ın sıfatlarını, imanın bütün
esaslarım, Allah'a daveti içerdiğini görürler. Yine onların hutbeleri, Allah'ı
mahlûkalma sevdirip O'nun nimetlerini hatırlatarak belâsından korkuttuğu
ibretli kıssalarını da hatırlatmayı içerirdi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in hutbeleri: Allah'ın büyüklüğünü ve sıfatlarını hatırlatmayı ve ona
şükür emrini açıklamayı hedef almıştı. Nebî aleyhisselâm Allah'a itaati, şükrü
ve zikr etmeyi sevdirerek insanlara emrediyor, dinleyenler Allah'ı severek,
Allah'da onları severek dönüyorlardı. Sonra zaman geçip nübüvvetin nuru gizli
kalınca şer'î esaslar ve emirler, hakikatleri ve maksatları gözetilmeden
hutbeler bir tören şekline büründü. Bu şekillere hakikat şekli vererek hakikat
süsüyle süslediler. Böylece şekil ve uydur-
malar, bozulması uygun
görülmeyen sünnetler olarak kabul edildi. Gerçekte bozulması uygun olmayan
maksatlar bozuldu. Hutbeleri, kafiye nükte, edebiyat ilmiyle yaldızladılar.
Sonunda fayda noksanlaştı. Bilhassa kalblerin, hutbelerden alacağı hisse yok
oldu. Hutbelerden maksat kayboldu."
Ebû Hüreyrc (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem bize hutbe okurken, Hasan ile Hüseyin, üzerlerinde iki kırmızı
gömlek olduğu halde yürüyerek ve tökezleyerek geldiler. Rasûlüllah minberden
indi, onian sırtına alarak ön tarafına koydu. Sonra; "Allah ve Rasûlü
doğru söylemiştir; "Mallarınız ve evlâtlarınız fitnedir."[78] Baktım
ki, bu iki çocuk yürüyor ve tökezliyorlar. Sözümün bitmesine kadar sabredemedim,
onları kaldırdım." buyurdu." (Hadîsi Buharı, Müslim, Tirmizî, Nesai
ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Ebû Rifâ'at'el-Adevî (r.a.)'den rivayet
olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Hutbede iken Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sclîem'in yanma geldim. "Ya Rasûlalîah, dinini bilmeyen bir
garip adam geldi, Öğrenmek istiyor. Bunun üzerine bana doğru dönen Rasûlüllah
hutbesini kesip, bana yaklaştı. Rasûlülİah'a bir kürsü gelirdiler. Üzerine
oturdu. Allah'ın kendisine öğrettiği şeylerden bana öğretmeye başladı. Sonra
hutbesine devam edip tamamladı." (Hadisi Müslim ve Nesâî rivayet
etmiştir.)
İbn Kayyım şöyle
demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem meydana gelen bir
ihtiyaçtan ve ashabından birisinin sorduğu bir sorudan dolayı hutbesini keser
ve ona cevap verirdi. Çoğu kez bir ihtiyaç için hutbeden iner, sonra dönerek
hutbesini tamamlardı. Hasan ile Hüseyin'i almak için inmesi böyledir. Onları
alıp minbere çıktı. Sonra hutbesini tamamladı. Hutbesinde herhangi bir kişiye;
"gel olur ya filân, kıl ya filân" diye çağırır, hutbesinde duruma
göre icab eden şeyleri ashabına emrederdi."
Alimlerin çoğu hutbeyi
duysun veya duymasın, marufu emir, mün-keri nehy olsa bile, hutbe esnasında
konuşmanın haram olduğunu, susmanın ise vacib olduğunu söylemişlerdir. İbn
Abbâs'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "İmam hutbe okurken cutn'a günü konuşan kimse kitap yüklenen
merkebe benzer. Ve konuşana sus diyenin de cuması yoktur." (Hadisi Ahmed,
İbn Ebî Şeybe, Bezzar ve Taberânî rivayet etmişlerdir. Hafız İbn Hacer
"Bulûğ’ül-Meram" kitabında; "hadisin İsnadında bir beis
yoktur," demiştir.) Abdullah b. Amr'dan rivayet olunduğuna göre Nebi
aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: "Cum'aya üç kist gelir. Dirisi boş şeyle
uğraşmaya gelir, ki bunun payı uğraştığı şeydendir. Birisi dua etmeye gelir.
Bu da Allah'a dua etmiş olur. Allah dilerse verir, dilerse men eder. Bir diğeri
ise, susarak ve dinleyerek cum'aya gelir. Müslümanların omuzlarından allamaz.
Bir kimseye eziyet etmez. İşle bunun cum'ası daha sonraki cum'aya kadar ve üç
gün de fazlasıyla günahlarına keffareltir. Bu, Allah Teâlâ "Her kim bir
iyilikle gelirse ona on misü vardır,"[79]
buyurduğu içindir." (Hadisi Ahmed ve Ebû Dâvûd iyi bir senetle rivayet
elmiştir.) Ebû Hürcyrc (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem: "Cuma günü imam hutbedeyken arkadaşına;
"sus" dersen, boş şey söylemiş olursun." buyurdu. (Hadisi
Buharı, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) Ebû Derdâ
(r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre; "Nebî aleyhisselâm minbere oturarak
insanlara hutbe verdi ve bir âyet okudu. Yanında Übey b. Ka'b vardı. Ona
"Ya Übey, bu âyet ne zaman nâziî oldu?" dedim. Ka'b benimle
konuşmaktan kaçındı. Sonra tekrar sorduğumda yine benimle konuşmadı. Nihayet
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem hutbeden inince Übey bana;
"Cum'andan sana, boş konuştuğundan başka bir şey kalmaz," dedi.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem namazı bitirince ona gelerek durumu
haber verdim. Rasûlüllah da; "Übey doğru söylemiştir, "imamın
konuşmasını işittiğin zaman, konuşmasını bitirinceye kadar sus,"
buyurdu." (Hadisî Taberanî rivayet etmiştir.)
Şafiî ve Ahmed'den
rivayet olunduğuna göre; her ikisi de, hutbeyi duyma imkânı olanla, duyma
imkânı olmayan arasını ayırarak, hutbeyi duyana konuşmanın haram, hutbeyi
duymayana ise, her ne kadar susmak müstehab ise de haram olmadığını göz önüne
almışlardır." Tirmizî'nİn nakline göre; Ahmed ve İshâk, imam hutbe okurken
selâm almaya, aksı-rana "yerhamuke'llah" demeye ruhsat vermişlerdir.
İmam Şafiî şöyle demiştir: "Cum'a günü aksıran bir kimseye, başka biri
"yerhamükellah" derse, cevap vermek sünnet olduğu için bunun caiz
olacağını ümit etmekteyim. Bir kimseye bir adam selâm verirse, bunu mekruh
sayarım, ancak selâmı alanı değil. Çünkü selâm vermek sünnet, almak ise
farzdır."
Hutbe vaktinin dışında
konuşmaya gelince; bu caizdir. Sa'lebe bin Ebî Mâlik (r.a.)'ten rivayet
olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Cum'a günü Ömer (r.a.) minberde
oturmakta iken, insanlar konuşuyorlardı. Müezzin bitirince Ömer (r.a.) kalktı.
îki hutbenin her ikisini bitirinceye kadar kimse konuşmadı. Namaz başlayıp Ömer
(r.a.) minberden indiği zaman yine konuşmaya başladılar." (Hadisi Şafii
Müsned'inde rivayet etmiştir.) Ahmed'in sahîh bir senetle rivayet ettiğine
göre; "Osman b. Afvan (r.a.) minberde, müezzin kamet yaparken insanlara
haberlerin ve fiatlann durumundan sorardı."
İlim ehlinin çoğu,
imamla birlikte Cum'anın bir rek'atma yetişenin cum'aya yetişmiş sayılacağı ve
buna bir diğer rek'at ilâve edeceği görüşündedirler, îbn Ömer (r.a.)'in Nebi
aleyhisselâm'dan rivayet etliğine göre; "Nebi aleyhisselâm şöyle
buyurmuştur: "Cum'a namazının bir rek'atı-na yetişen kimse, ona bir rek'at
ilâve etsin, böylece namazı tamam olmuş olur." (Hadisi Nesâî, Îbn Mâce ve
Dârckutnî rivayet etmiştir. Hafız İbn Hacer 'Bülûğ'ül-Mcrâm' kitabında;
"hadîsin isnadı sahihtir, fakat Ebû Hatim mürsel olduğunu kuvvetli
saymıştır," demiştir." Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet olduğuna göre Nebi
aleyhisselâm: "Namazın bir rek'atına yetişen kimse tümüne yetişmiş
demektir." buyurmuştur. (Hadîsi Buharî, Müslîm, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd
ve îbn Mâce rivayet etmiştir. Ancak bir rek'atten daha azma yetişene gelince;
ekseri ulemanın görüşüne göre bu, cum'aya yetişmiş sayılmaz; öğleyi dört rek'at
olarak kılar. îbn Mes'ûd; "Cum'anın bir rck'atına yetişen ona bir rek'at
daha ilave etsin, iki rek'atı kaçıran ise dört kılsın" demiştir. (Hadisi
Taberânî iyi bir senetle rivayet etmiştir.) îbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
"Cum'anın bir rek'auna yetiştiğin zaman ona bir rek'at ilâve et. Eğer
otururken cemaate yetişirsen dört olarak kıl. Beyhakî: "Bu görüş, Şâfıfîler,
Malikiler ve Hanbelîler'le Hanefilerden Muhammed bin Hasen'in görüşüdür,"
demiştir. Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf şöyle demiştir: "imama teşehhüdde
yetişen kimse cum'aya yetişmiş demektir, imamın selâmından sonra iki rek'at
kılar ve cum'a tamam olur."
"Ömer'in hutbe
okurken şöyle dediğini işittim: Ahmed ve Beyhakî'nin Seyyar (r.a.)'dan
rivayetine göre; Seyyar şöyle demiştir: "Ra-sûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem bu mescidi yaparken bizler muhacir
ve ensar olarak onunla
beraberdik. İzdiham olduğunda; "Sizden biriniz kardeşinin sırtına secde
etsin,' dedi ve yolda namaz kılanları görünce onlara; "Mescidde
kılın," buyurdu."
Cum'adan sonra dört
veya iki rek'at kılmak sünnettir. Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayeten: Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem demiştir ki: "Cum'adan sonra namaz, kılan,
dört rek'at kılsın." (Hadîsi Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet
etmiştir.) İbn Ömer (r.a.)'den rivayet oiundu ki; "Rasûlüllah cum'a günü
evinde iki rek'at kılardı." (Hadîsi Buharî, Müslîm, Tirmizî, Ebû Dâvûd,
Nesâî ve İbn mâce rivayet etmiştir.)
İbn Kayyım şöyle
demiştir: "Rasûlüllah cum'ayı kıldığı zaman evine gider ve iki rek'at
kılardı. Ve kılmak isleyene dört rek'at kılmasını emrederdi." İbn
Teymiyye şöyle demiştir: "Eğer mescidde kılarsa dört, evinde kılarsa iki
rek'at kılar." Hadisler de buna delalet etmektedir. Ebû Dâ-vûd'un İbn Ömer
(r.a.)'den rivayet etmiş olduğu hadisle, İbn Ömer mescitte kıldığı zaman dört,
evinde kıldığı zaman iki rek'at kılardı. Buharî ve Müslim'in İbn Ömer
(r.a.)'den rivayetlerine göre: "Rasûlüllah cum'adan sonra evinde iki
rek'at kılardı. Dört rek'at kıldığı zaman, kimi zaman bitişik olarak kılar,
kimi zaman da iki rek'attan sonra selâm verir, sonra iki rek'at daha
kılardı."
Efdal olan evinde
kılmakdır. Eğer mescidde kılarsa, farzı kıldığı yerden başka bir yere geçer.
Cum'adan önce kılman sünnet hakkında Şcyh'ül-Islâm İbn Teymiyye şöyle demiştir:
"Nebi aleyhisselâm ezandan sonra cum'adan önce namaz kılmazdı. Hiçbir
kimse ondan böyle bir şey nakletmedi. Rasûlüllah sailallahu aleyhi ve sellem
zamanında minbere oturmadan ezan okunmazdı. Bilâl ezan okur, Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem ardarda iki hutbeyi bitirirdi. Sonra Bilâl kalkar
kamet getirir, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem namazı kıldırırdı.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ve onunla beraber namaz kılanların,
ezanla farz namaz arasında hiçbir nafile namaz kılmaları imkânı yoktu.
Rasûlüllah'm cum'a günü namaza çıkmadan önce sünneti kıldığını hiç kimse
nakletme-mişür. Cum'adan önce Rasûlüllah sallaliahu aleyhi ve sellem'in vakit
tayin ettiği hiçbir namaz yoktur. Onun bu konudaki sözleri, cum'a günü kişi
camiye geldiği zaman, bir vakit tayin etmeden namaz kılmaya teşviktir. Kim
erken gelir, erken davranır, yürür, bineğe binmeden gelip namaz kılarsa ona
sevap yazılır. Sahabeden gelen de budur. Ashab-i kiram cum'a günü mescide
geldikleri zaman, mümkün olduğu kadar namaz kılarlardı.
Bazıları on rek'at,
bazıları oniki rek'at, bazıları sekiz rek'at, bazıları da daha az kılarlardı.
Bunun için imamların çoğu, cum'adan önce belli bir vakti ve belli sayısı
olmadığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Çünkü böyle birşey, ancak Rasülüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in sözü veya fiili ile sabit olur. Halbuki o,
sözüyle ve fiiliyle böyle bir sünnet kılmarmşiır."
Cum'a ile bayram aynı
güne denk gelirse, bayramı kılanlardan cum'a namazı düşer. Zeyd b. Erkam (r.a.)
demiştir ki: Nebî aleyhisseîâm bayramı kıldı. Sonra cum'aya ruhsat vererek
şöyle buyurdu: "Kılmak isleyen kılsın." (Hadisi Buharî, Müslim,
Tirmizî, Nesâî ve Ebû Dâvûd rivayet etmiş, İbn Huzeyme ve Hâkim sahih
lemistir.) Ebû Hürcyrc (r.a.)'dcn riva-yctcn; Rasülüllah sallallahu aleyhi ve
sellem demiştir ki: "Bu günümüzde iki bayram toplanmıştır, isteyene cum'a
namazı yerine bayram kâfidir. Diz ise, cum'a kılacağız." (Hadisi Ebû Dâvûd
rivayet etmiştir.) İmamın, cum'ayi kılmak isteyenler ve bayrama yetinemeyenler
kılsın diye cum'a namazını kıldırması müstehabdır. Çünkü Rasülüllah sallallahu
aleyhi ve sellem: "Biz cum'a kılacağız" buyurmuştur. Hanbclilcre
göre; bayramda hazır olmak için cum'adan geri kalanın öğleyi kılması gerekir.
Zahir olan, vacib olmamasıdır. Çünkü Ebû Davud'un, İbn Zübeyr (r.a.)'den
rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: "İki bayram bir güne denk geldi.
İbn Zübeyr onları bir araya getirerek sabahtan iki rek'at namaz kıldı, ikindiyi
kılıncaya kadar başka bir namaz kılmadı."
Bayram namazları
hicretin birinci yılında meşru kılınmıştır. Rasülüllah sallallahu aleyhi ve
sellem bu namazlara devam etmiştir. Erkek ve kadınlara kılmalarını emrettiği
müekkcd sünnetlerden biridir. Bayram namazlarına ait hususları aşağıda kısaca
zikredelim:
Ca'fer bin Muhammed'in
babasından, onun da dedesinden rivayet ettiğine göre; Nebî aleyhisseîâm her
bayramda en güzel hırkasını giyerdi. (Bu hadisi Şafiî ve Beğavî rivayet
etmiştir.) Hasan'dan rivayeten; o demiştir ki: "Rasülüllah sallallahu
aleyhi ve sellem bulabildiğimiz en iyi elbiseyi giymemizi, bulabildiğimiz en
iyi kokuyla kokulanmamızı, bulabildiğimiz en pahalı kurbanı kesmemizi
emrederdi." (Hadîsi Hâkim rivayet etti. Hadisin ravilerinden İbn lshâk ve
İbn Berzah da vardır. Ezdî'nin zayıf saydığı bu zatı İbn Hibbân sika
saymıştır.) İbn Kayyım şöyle demiştir: "Rasülüllah her iki bayramda en
güzel elbisesini giyerdi. Onun iki bayram ve cum'a günü giymiş olduğu iki
elbisesi vardı."
Ramazan bayramında
namaza çıkmadan önce tek olarak birkaç hurma yemek sünnettir. Kurban
bayramında yemeği namazdan dönünceye kadar tehir etmek ve kurban kesmişse
etinden yemek de sünnettir. Enes (r.a.) şöyle demiştir: "Nebî aleyhisselâm
birkaç hurma yemeden bayrama çıkmaz ve onları tek yapardı." (Hadisi Buharî
ve Ahmed rivayet etmiştir.) Büreyde (r.a.)'den rivayetin: "Nebî
aleyhisseîâm yemeden bayram namazına çıkmaz, Kurban bayramında ise, dönünceye
kadar birşey yemezdi." (Hadîsi Tirmizî, İbn Mâce ve Ahmed rivayet
etmiştir. Ahmed'in rivayetinde şu ilâve vardır: "Kurbanın etinden
yerdi.") Muvaüa'da Sa'îd b. Müseyyeb (r.a.)'den rivayeten şöyle denmiştir:
"insanlar, bayram namazına çıkmadan önce yemek yemekle
emrolunurlardı." İbn Kudâmc: "Ramazan bayramı günü yemeğe acele
etmenin müstehab olduğunda bir ihtilâf bilmiyoruz," demiştir.
Bayram namazının
mescidde eda edilmesi caizdir. Fakat yağmur ve benzeri gibi özür olmadığı
müddetçe şehrin dışında musalla'da eda edilmesi daha efdaldir. Çünkü
Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazlarını musalla'da kılardı.
Sadece bir defa yağmur Özrü sebebiyle bayramı mescidde kılmıştır. Ebû Hüreyre
(r.a.)'den rivayclen: Bayram günü yağmur yağmış, Nebi aleyhisselâm da bayram
namazını onlara mescidde kıldırmışlı. (Hadîsi Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve Hâkim
rivayet etmiştir. Yalnız senedinde meçhui bir kişi vardır. Hafız 'Telhis'
kitabında "hadîsin senedi zayıftır," demiş, Zehebî ise, "hadîs
münkerdir," demiştir.)
Kadın ve çocukların
bayram namazına çıkmaları meşrudur. Bu konuda genç ihtiyar, dul, bekâr ve hâiz
arasında fark yoktur. Ümmü Atiyye'nin hadisi şöyledir: "Bu durumda
hayırları görsünler ve müslümanîarm davetine katılsınlar diye, bayram günleri
genç ve hayızlı kadınların bayrama çıkarı İmal arı yle emrolunduk. Ancak
hayızlı kadınlar ayrı bir yerde dururlar." (Hadisi Buharı ve Müslîm
rivayet etmiştir.) İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayeten; Rasûlüilah sallallahu aleyhi
ve sellem hanımlarını ve kızını bayram namazına çıkarırdı. (Hadisi İbn Mâce ve
Beyhakî rivayet etmiştir.) Yine İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayeten; o şöyle
demiştir: "Nebî aleyhisselâm ile beraber ramazan ve kurban bayramına
çıktık. Namaz kıldı, sonra hutbe okudu, sonra kadınların yanma gelerek onlara
vaaz etti. Günün önemini hatırlattı ve sadaka vermekle emretli." (Hadisi
Buharı rivayet etmiştir.)
ilim ehlinin çoğu,
bayram namazına gittiği yoldan değil de imam olsun, cemaat olsun başka bir
yoldan dönmesinin müstehab olduğu görüşündedirler. Câbir(r.a.)'den rivayelen;
o şöyle demiştir: "Rasûlüilah sallallahu aleyhi ve sellem bayram günü
başka bir yoldan eve dönerdi." (Hadisi Buharı rivayet etmiştir.) Ebû
Hüreyre (r.a.)'den rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
bayrama çıktığı zaman çıktığı yolun dışında başka bir yoldan dönerdi."
(Hadîsi Müslîm, Ahmed ve Tirmizî rivayet etmiştir.) Bayram günü, bayram
namazına gidilen yoldan geri dönmek de caizdir. Ebû Dâvûd, Hâkim ve Buharî
'Tarih' kitabında Bekr b. Mübeşşir (r.a.)'den rivayeten; Bekr şöyle demiştir:
"Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabıyla ramazan ve kurban
bayramında musalla'ya çıkardık. Buthân vadisinden gider, musalla'ya gelince
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile namaz kılar, sonra yine Buthân
vadisinden evlerimize dönerdik." (İbn Seken 'hadisin senedi iyi sayılır,'
demiştir.)
Bayram namazının vakti
güneşin üç metre yükselmesinden zevale kadardır. Ahmed b. Hasan el-Bcnnâ Cündüb
hadisinden tahriç ederek şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem güneş iki mızrak yüksek iken bize ramazan bayramını kıldırdı. Güneş bir
mızrak iken bize kurban bayramı namazını kıldırdı." Şcvkânî şöyle
demiştir: "Bu hadis, bayram namazının vaktinin belirtilmesi konusunda
gelen haberlerin en iyisidir. Yine bu hadîsten; kurban bayramı namazını acele
kılmak ve ramazan bayramı namazını tehir etmenin müstehab olduğu da
anlaşılmaktadır." îbn Kudâme; "Kurban kesme vakti geniş olsun diye,
kurban bayramı namazını öne almak sünnet olduğu gibi, sadaka-i fıtr vaktinin
geniş olması için ramazan bayramını uzak kılmak da sünnettir. Bu konuda başka
zıt bir görüş bilmiyoruz," demiştir.
İbn Kayyım demiştir
ki; "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem musalla'ya vardığı zaman ezan
ve kamet getirmeden, "es-salâtü câmi'atün' demeden namaza başlardı. Sünnet
oian bunların hiç birisini yapmamaktır. İbn Abbâs ve Câbir (r.a.)'den yapılan
rivayete göre; şöyle demişlerdir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
zamanında ramazan ve kurban bayramlarında ezan okunmazdı." (Hadîsi Buharî
ve Müslîm rivayet etmiştir.) Müslim, 'Atâ'dan rivayeten şöyle demiştir:
"Câbir bana haber verdi ki ramazan bayramı namazında imam çıktığı zaman
veya imam çıktıktan sonra ezan, kamet, nida ve benzeri herhangi birşey yoktur.
O gün nida etmek de yok, kâmet de yok." Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a.)'dan
rivayeten: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ezan ve kâmetsiz
bayramı kılmış, aralarını bir oturuşla ayırmadan ayakta iken arka arkaya iki
hutbe okumuştur." (Hadisi Bezzâr rivayet etmiştir.)
Bayram namazı iki
rek'attir. Birinci rek'atta; iftitah tekbirinden sonra, kırâetten önce yedi
tekbir almak sünnettir. İkinci rek'atla; kıyam tekbiri hariç tekbir almak, her
tekbirde elleri kaldırmak sünnettir. Amr b. Şu-ayb babasından, o da dedesinden
rivayeten: "Nebi aleyhisselâm bayramda oniki tekbir almıştır. Birinci
rek'atta yedi, son rek'atta beş tekbir almış, bayramdan önce ve sonra herhangi
bir namaz kılmamıştır." (Hadîsi Ahmed ve İbn Mâce rivayet etmiştir.
Ahmed; "Ben bu görüşü benimsiyorum." demiştir.) Ebû Dâvûd ve
Dârekutnî'nin rivayetine göre; Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Ramazan bayramında birinci rek'atta yedi tekbîr, son rek'atta beş tekbir
vardır. Her iki rek'atla tekbirden sonra kırâet vardır."
Bu görüş en kuvvetli
görüş olup, sahabe, tabiîn ve imamlardan ilim ehlinin çoğu bu görüşü
benimsemiştir.
İbn Abdilberr şöyle
demiştir: "Nebî aleyhisselam'dan bir takım ha-sen rivayetler varid
olmuştur ki, bayram namazlarında birinci rek'atta yedi, ikinci rek'atta beş
tekbir almıştır. Bu husus Abdullah b. Amr, İbn Ömer, Câbir, Âişe, Ebû Vâkıt ve
Amr bin Avf el-Müzenî'nin hadisinden rivayet olunmuştur. Bunun dışında kuvvetli
veya zayıf bu hadise zıt bîr rivayet yoktur ve ilk olarak bu görüşle amel
edilmiştir."
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in, tekbirler arasında azıcık durup, herhangi bir zikir
yaptığı varid değildir. Fakat Taberânî ve Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan kuvvetli
bir senetle rivayet ettiğine göre; İbn Mes'ûd (r.a.) sözüyle ve fiiliyle
Allah'a hamdcder, sena eder ve Rasûîül-lah sallallahu aleyhi ve sellem'e
salâvat geLirirdi. Aynı durum Huzeyfe ve Musa'dan da rivayet olunmuştur. Tekbîr
sünnet olup kasden veya unutarak icrkedilmesi ile namaz bozulmaz. İbn Kudâme;
"bu konuda herhangi bir ihtilâf bilmiyorum," demiştir. Şcvkânî ise;
"tekbîrleri unutarak terke-derse unuttuğu için sehiv secdesi yapmaz,"
görüşünü tercih etmiştir.
Bayram namazından önce
veya sonra sünnet kılmak sabit olmamıştır. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem ve ashabı musalla'ya çıktıkları zaman bayram namazından önce veya sonra
herhangi bir namaz kılma-mışlardjr. İbn Abbûs (r.a.) şöyle demiştir: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem bayram günü musalla'ya çıkıp iki rek'at namaz
kıidı. Ondan önce veya sonra başka namaz kılmadı." (Hadîsi Buharı, Müslim,
Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmiştir. İbn Ömer (r.a.)'den
rivayeten: Kendisi bayram günü musalla'ya çıktı. Bayramdan Önce veya sonra namaz
kılmadı. İbn Ömer (r.a.) Nebi aleyhissclâm'm böyle yaptığını da ha-tırlaltı.
Buharî'nin İbn Abbâs'dan zikrettiğine göre; bayramdan önce namaz kılmak
mekruhtur. Ama mutlak olarak nafile kılmaya gelince; Hafız İbn Hacer 'Fetih'
kitabında; "bütün günlerin kerahat vakitleri hariç, nafile kılmanın
mcncdildiğine dair hususi bir delil mevcut değildir," demiştir.
Bayram namazını erkek,
kadın ve çocukların, misafir ve mukimin, cemaatle evde, mescidde ya da
musallada kılmaları sahihdir. Cemaatle namazı kaçıran kimse, iki rek'at namaz
kılar. Buharı; 'Bayram namazım kaçıran iki rek'al namaz kılar' başlığı altında
şöyle demiştir: "Kadınlarla evlerde ve köyierde duranlar da aynıdır. Çünkü
Rasûlüllah: "Bu bizim, islâm ehlinin bayramıdır," buyurmuştur."
Enes b. Malik (r.a.), kölesi İbn Ebî Utbe'yc bir köşeyi hazırlamasını emredip,
çocuklarını ve ailesini orada topladı. Şehirde oturanların namazı ve
tekbîrleri gibi namaz kıldırdı. İkrime (r.a.) şöyle demiştir: "Sevad
ahalisi bayram günü toplanır, imamın yaptığı gibi iki rek'at kılardı."
'Atâ: "Bayram kaçıran iki rek'at kılar," demiştir.
Bayram namazından
sonra hutbe okunması ve onun dinlenmesi sünnettir. Ebû Sa'îd (r.a.)'den
yapılan rivayete göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem, ramazan ve kurban bayramı günü musallaya çıkardı. İlk önce namaza
başlar, sonra bitince kalkar cemaatin karşısına geçerdi. Cemaat saflarında
oturmuş olduğu halde onlara vaaz eder, tavsiyelerde bulunur ve onlara emirler
verirdi. Eğer herhangi bir tarafa asker göndermek islerse gönderir,
emredeceğini emreder, sonra dönerdi." Ebû Sa'îd (r.a.) devamla şöyle
demiştir: "İnsanlar, Medine emiri olan Mervan'la birlikte kurban veya
ramazan bayramına çıktığımız zamana kadar bu şekle devam ettiler. Mervan'la
namazgaha çıkınca Kesir b. es-Sa'îd'in yaptığı minber karşımıza çıktı. Mcrvan
kılmadan önce minbere çıkmak istedi. Elbisesini çektim. O da benden kurtularak
minbere çıktı. Namazdan önce hutbe okudu. Ben de; 'Vallahi değiştirdiniz,'
dedim. Mcrvan; "Ey Ebû Sa'îd, senin bildiğin devir geçti,' dedi. Ben de;
'Vallahi benim bildiğimden daha hayırlı bir şey bilmiyorum,' dedim. Mcrvan;
'Namazdan sonra cemaat oturup bizi dinlemiyor. Ben de hutbeyi namazdan önceye
aldım,' dedi." (Bu hadisi Buharı ve Müslîm rivayet clmişlir.) Abdullah b.
Sa'îd (r.a.)'den rivaycı olunduğuna göre: o demiştir ki: "Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber bayram namazında bulundum. Namaz
bitince şöyle buyurdu: "Biz hutbe okuyacağız. Oturmak isteyen otursun.
Gitmek isleyen gitsin." (Hadîsi Nesai, Ebû Dâvûd ve İbn Mâcc rivayet
etmiştir.)
Bayram namazlarında
hutbe arasında imamın oturması hakkında va-rid olan rivayetlerin hepsi
zayıftır. Ncvevî şöyle demiştir: "Hutbenin tekrarı hakkında bir şey sabit
olmamıştır. Hutbeye Aliah'a hamd ile başlamak müstehabdır. Rasûlüllah
sallailahu aleyhi ve sellem'den bunun dışında bir şey işitilmem iştir."
İbn Kayyım demiştir ki: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seîlem Bütün
hutbelerinde Allah'a hamd ile başlardı. Bayram hutbelerine tekbîrle
başladığına dair ondan bir badis rivayet edilmemiştir. İbn Mâce'nin
"Sünen'inde, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in müezzini Sa'îd
(r.a.)'den yaptığı rivayete göre; "Nebi aleyhisselam hutbenin bölümleri
arasında tekbir alırdı, ve bayram hutbelerinde tekbîri çoğallirdı." Böyle
yapması hutbeyi tekbîrle açlığına delâlet etmez. Bayram hutbelerinde ve yağmur
duasının başlangıcındaki tekbîrinde insanlar ihtilâf etmişlerdir. Dendi ki;
'her ikisine de tekbîrle başlar.' Yİnc başka bir görüşe göre; 'yağmur duası
hutbesine istiğfar ile başlar.' Bazıları ise; 'her ikisine hamd ile başlar.'
demişlerdir." Şeyh-ül İslâm Takıyyüddin şöyle demiştir: "Doğru olan
hamd ile başlamaktır. Çünkü Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: "Elhamdülillah ile başlanmayan her iş noksandır." Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem hutbelerin hepsine "Elhamdülillah" ile
başlardı. Birçok
fakihlerin Rasûlüllah'ın yağmur duası hutbesine tekbîrle başladığına dair
sözleri hakkında Nebî aleyhisselam'dan asla bir sünnet yoktur. Aksine sünnet
bunun tersini gerektiriyor. O da Rasûlüllah sallalla-hu aleyhi ve sellem'in
bütün hutbelerinde "Elhamdülillah" ile başladığıdır."
Ebû Umeyr b. Enes
şöyle demiştir: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından ve
ensarın çoğundan duyduğuma göre şöyle demişlerdir: 'Şevval ayının hilâlini
göremeyince oruçlu olarak sabahladık. Gündüzün sonunda bir kafile geldi.
Rasûlüllah'ın huzurunda hilâli dün gördüklerine şahitlik etliler. Rasûlüllah
sallaliahu aleyhi ve sellem iftar etmelerini ve yarın için bayrama çıkmalarını
emretti." (Hadisi Anmcd, Nesai ve İbn Mâce sahih bir senetle rivayet etmiştir.)
Bu hadiste, 'eğer cemaat bir özür sebebiyle bayram namazını kaçınrsa, öbür gün
namazgaha çıkıp bayram namazını kılar,' diyenlere delil vardır.
Mubah olan oyun, iyi
eğlence, güzel şarkı; bunlar bayram günleri bedeni dinlendirmek ve istirahat
etmek için Allah'ın meşru kıldığı dini alâmetler. Enes (r.a.) şöyle demiştir:
"Nebî aleyhisselam Medine'ye geldiğinde Medine halkının oynayıp
eğlendikleri iki günleri vardı. Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu: "Allah
Teâlâ bu iki gününüzü hayırlı iki gün olan ramazan ve kurban bayramı ile
değiştirdi." (Hadîsi Nesâî ve îbn Hibbân sahih bir senetle rivayet
etmişlerdir.) Yine Âişe (r.a.)'den rivaye-ten; o demiştir ki: "Bayram günü,
iki cariye Boğas günü hakkında şarkı söylerken Ebû Bckr yanımıza girdi. Boğas,
Evs ile Hazrec kabileleri arasında yapılan ve çok kişinin öldürüldüğü gündür.
Ebû Bekr (r.a.); 'Ey Allah'ın kullan, şeytan çalgısını mı çalıyorsunuz?' dedi.
Üç defa böyle söyleyince Rasûlüllah sallaîlahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ya Ebâ Bekr, her milletin bir bayramı vardır. Bugün bizim
bayramımızdır." Buharî'nin lâfzına göre Âişe (r.a.) şöyle demiştir:
"Yanımda Boğas günü şarkısı söyleyen iki cariye olduğu halde Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem yanıma girdi, yatağın üzerine yaslandı, yüzünü
çevirdi. Ebâ Bekr içeri girdi. Beni azarlayarak şöyle dedi: 'Nebî'nin huzurunda
şeytan çalgısı ha!' Nebî aleyhisselam ona dönerek şöyle buyurdu: "Onları
bırak." Ra-sûlülîah'tan bir an fırsat bulunca cariyelere işaret ettim,
çıktılar. Bir bayram günü Sudanlılar kalkan ve harbe ile oynuyorlardı.
Rasûlüllah'a sordum. "Bakmak istiyor musun?" dedi. 'Evet,' dedim.
Yanağım yanağına dayalı olduğu halde beni arkasına durdurarak oynayanlara şöyle
diyordu: "Ey Erfedeoğulları, haydi göreyim sizi." Nihayet bıktım.
Rasûlüllah; "Yeler mi?" diye sordu. Ben de; "Evet," dedim.
"Öyleyse gil," buyurdu." Hafız 'Fetih' kitabında demiştir ki:
Ebû'z-Zenâd, Urve ve Âişe (r.a.) yoluyla İbn'üs-Serrâc'dan rivayet olunan
hadise göre; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem o gün şöyle buyurdu:
"Medine yahudilcri bilsin ki, bizim dinimizde genişlik vardır. Şüphesiz
ben müsamahakâr Hanif dini ile gönderildim. Ahmed ve Müslim'in Nübeyşe
(r.a.)'den rivayetine göre; Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu: "Teşrik
günleri yeme, içme ve Allah'ı zikir günleridir."
İbn Abbâs (r.a.)'dan
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"(Zilhicce'nin onunu kasdederek,) Bu günlerde yapılan ameli salihlen
Allah'a daha sevimli hiçbir gün yoklur." Ashab: "Yâ Rasûlallah, Allah
yolunda cihaddan daha mı sevimlidir?" deyince, Rasûlüllah saliallahu
aleyhi ve sellem: "Evet, Allah yolunda cihaddan daha sevimlidir. Ancak bir
kimse canıyla ve malıyla cihada çıkar da sonra ondan hiçbir şey geri dönmezse
o müstesna." buyurdu. (Hadîsi Buharî, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve tbn Mâce
rivayet etmiştir.) Ahmed ve Taberânî'nin İbn Ömer (r.a.)'den rivayetlerine
göre; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allah
katında bu on günde yapılan amelden daha sevimli hiçbir amel yoktur. Bu
günlerde 'Lailâhe illallah, 'Allahuekber' ve 'Elhamdülillah'ı çoğaltınız,"
İbn Abbâs:
"Allah'ın ismini belli günlerde anarlar."[80]
âyetinden maksat Zilhicce'nin ilk on günüdür," demiştir. İbn Ömer ve Ebû
Hüreyrc (r.a.) on günde sokağa çıkarlar, tekbir alırlar, insanlar da onların
tekbirle-riyle tekbîr alırdı. (Hadîsi Buharî rivayet etmiştir.) Sa'îd b. Cübeyr
(r.a.) on gün girdiği zaman, çok ibadet eder. Hattâ ibadet yapmaya gücü yetmeyecek
duruma gelirdi. Evzaî şöyle demiştir: "Bana ulaşan haberlere göre, on
günde amel etmek, Allah yolunda gazveye çıkarken gündüzleri oruç tutmak,
geceleri nöbet beklemek gibidir. Ancak şehitlikle hususi nimete eren
müstesna." Evzaî devamla demiştir ki: "Bu hadisi bana bir adam
Rasûlüllah'tan rivayet ederek anlattı." Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet
olunduğuna göre, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Zilhic-ce'nin on gününde yapılan ibadetten Allah'a daha hoş gelen başka
bir günde yapılan ibadet yoktur. On günün her birinde tutulan oruç, bir senelik
oruca denktir ve her gece kılınan namaz kadir gecesine denktir." (Hadîsi
Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî rivayet etmiştir.)
Cübeyr b. Nüfeyr
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah'ın
ashabı bayram günü karşılaştıklarında birbirlerine "Tegabbel tninnâ ve
minke" (Allah bizim ve sizin bayramlarımızı kabul etsin,) derlerdi."
"Hafız İbn Haccr; 'hadîsin isnadı hasendir,’ demiştir.)
Bayram günlerinde
tekbir sünnettir. Ramazan Bayramı için Allah şöyle buyuruyor: "Kaza
borcunuzu iamamlayasınız da, size hidayet ettiği şekilde Allah'ı tekbirle
yüceltesiniz. Gerek ki şükredersiniz."[81]
Kurban Bayramı için ise: "Allah'ı sayılı günlerde zikredin."[82]
buyuruyor. Yine; "Böylece sizi doğruya hidayet ettiği için Allah'ı tekbîr
edesiniz diye, onlara (kurbanlıklara) sizin için boyun eğdirdi. "[83]
Cumhur ulemaya göre
Ramazan Bayramı'nda tekbîr, namaza çıkarken başlar, hutbeye kadar devam eder.
(Her ne kadar İbn Ömer ve diğer sahabelerden bu konuda sahih rivayetler varsa
da, bu konuda bir takım zayıf hadisler de vardır.) Hâkim: "Bu, hadis
ehlinin kabul ettiği bir sünnettir," demiştir. Ahmed, İshâk ve Ebû Sevr
de aynı görüştedir. Başka bir grup alim; "Ramazan gecesinde tekbir
getirmek, hilâli gördükten sonra başlar, ertesi gün namazgahta imam hutbeye
çıkıncaya kadar devam eder," demişlerdir. Kurban Bayramı'nda tekbirin
vakti, arefe gününün sabahından başlar, teşrik günleri'nin ikindisine kadar
devam eder. Teşrik günleri; Zilhicce'nin onbir, oniki ve onüçüncü günleridir.
Hafız 'Fetih' kitabında şöyle demiştir: "Bu konuda Nebi aleyhisseîam'dan
bunların hiçbiri hakkında hadis sabit olmamıştır. Sahabeden varid olanların en
sahihi Ali (r.a.) ile İbn Mes'ûd (r.a.)'m: "Arefe günü sabahından
Mina'daki son günün ikindisine kadardır," sözleridir." İbn Münzîr ve
diğerleri de bunu tahric etmişlerdir. Şafiî, Ahmed, Ebû Yusuf, Muhammed bu
görüşü benimsemiştir. Ömer ve tbn Abbâs (r.a.)'ın görüşleri de budur.
Teşrik günleri'nde
tekbîr, sadece bir vakte mahsus olmayıp, o günlerdeki bütün vakitlerde
müstehaptır. Buharî demiştir ki: "Ömer (r.a.) Mİ-na'da yüksek çadırında
tekbîr getirir, mescid ehli bunu işitir, tekbîr alırlar, çarşıdakiler de tekbîr
alırlardı. Mina tekbîrlerle çınlardı. îbn Ömer (r.a.) bu günierde, Mina'da
namazların arkasında, yatağında, çadırında, oturduğu yerde, yürüdüğü yerde,
her yerde tekbîr getirirdi. Meymune kurban günlerinin hepsinde tekbîr alırdı.
Kadınlar, Eban b. Osman ve Ömer b. Abdülaziz ile beraber teşrik gecelerinde
mescidde crkcklerie beraber tekbîr getirirlerdi." Hafız şöyle demiştir:
"Bu rivayetler, bu günlerde na-rnazın sonunda tekbîrin mevcudiyetini
kapsıyorsa da, bazı konularda alimler arasında ihtilâf konusu olmuşlardır.
Bazıları namazların sonunda tekbîr getirmeyi, bazıları nafileler hariç, sadece
farz namazlarda getirmeyi, kimisi kadınların değil erkeklerin getirmesini, tek
başına kılanın değil cemaatle kılanın, kaza kılanların değil eda kılanların,
misafirin değil mukim olanların, bazıları ise köydekilcrin değil şehirde
oturanların tekbir getirmesini gerekli görmüşlerdir. Buharî'nin seçmiş olduğu
görüşün zahiri bütün rivayetleri içine alacak kadar şümullüdür. Tekbîr lafzına
gelince; bu oldukça geniştir. Bu konudaki hadîslerin en sahihi, sahîh bir
senetle Abdürrezzak'm Seimân (r.a.)'dan rivayet elmiş olduğu hadistir. Selman
(r.a.) şöyle demiştir: "Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber
kebîran" diye tekbîr getirin." Ömer ve İbn Mcs'ûd (r.a.)'den gelen
rivayette ise tekbîr şöyledir: "Allahu ekber, Allahu ekber, Lâ ilahe
illâ'llâhu va'llâhu ekber, Allahu ekber ve li'ilahi'l-hamd."
[1] Ankebût: 45.
[2] A'lâ: 14-15.
[3] Tâhâ: 14.
[4] Bakara: 110.
[5] Bakara: 45.
[6] Kevser: 2.
[7] En'am: 162-163.
[8] Müminûn: 1-2,9-11.
[9] Bakara: 238-239.
[10] Nisa: 101-103.
[11] Meryem: 59.
[12] ibrahim: 40.
[13] Mâ'ün:4-5.
[14] Nisa: 116. 102
[15] Nisâ: 103.
[16] Hûd: 114.
[17] İsra:78.
[18] Taha: 130.
[19] Bakara: 238.
[20] Terci: müezzinin, şehadeteyni (eşhedü en lâ ilahe
illallah ile eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah kelimeleri) yavaşçacık ve yalnız
kendine duyuracak bir sesle söyledikten sonra yüksek sesle tekrar etmesine
denir, (yy. notu.)
[21] Miade:6.
[22] Müddessir: 4.
[23] A'raf:31.
[24] Nur 31.
[25] îzar; Belden aşağı giyilen elbise (Etek).
Rida; Omuza alınan
elbise (Kaftan).
kamus; İçten giyüen
elbise (Gömlek).
Aba; Elbisenin üstüne
örtünen (Kaftan).
Sîrva; îzann altına
giyilen elbise (Şalvar).
Tubba; Güreşçi donu, küçük don.
[26] Bakara: 144.
[27] Bakara: 115.
[28] Bakara: 239.
[29] Beyyine: 5.
[30] Bakara: 238.
[31] Hac: 77.
[32] Nahi:98.
[33] Selâmdan sonra Ebu Hurcyrc: "Nefsim yedinde olan
Zat'a andolsun ki, namaz bakımından Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e en
çok benzeyeniniz benim," demiştir. (Buharî bunu taliken zikretmiş, Nesâî,
ibn Huzeyme, ibn Hibbân, ibn Sirac rivayet etmiştir.) Buharı'de İbn Şihâb'ın
şöyle dediği kayıtlıdır: "Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
"âmin" diyordu. 'Atâ; "Âmin duadır," demiştir, tbn Zübeyr,
" Ardındakîler mescidde ses yükselecek şekilde "âmîn"
derlerdi." demiştir. Nafi de: tbn Ömer'in bunu lerketmediğini, herkesi
teşvik ettiğini, hatta ibn Ömer'den bu konuda bir haber duyduğunu söylemiştir.
[34] A'râf:204.
[35] Nasr:3.
[36] A'lâ: 1.
[37] Tevenük: Sağ ayağımı dikip sol ayağını büklükten sonra
ayağının üzerine oturmaksızuı sol kaynağının üstüne oturmak, (y.n.)
[38] Bakara: 136.
[39] Al-i Imrân: 64.
[40] Al-i îmrân: 52.
[41] Âl-i İmran:128.
[42] İsra:79.
[43] Zâriyât: 15-19.
[44] Furkan: 63-64.
[45] Secde: 15-17.
[46] Secde: 36.
[47] Zümer:9.
[48] Kehf:54.
[49] Âl-i İmran:135.
[50] Nuh:10-11,Hûd:3,52,90.
[51] Zira: Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk
ölçüsü. 75 ile 90 santim arasında değişen çeşitleri vardı. (yy. notu)
[52] Tevbe: 18.
[53] Meryem:58.
[54] Yusuf: 86.
[55] Bakara: 238.
[56] Mâûn: 4.
[57] Meryem:59.
[58] Talak: 1.
[59] Meryem: 64.
[60] Nisa: 102.
[61] Bakara: 239.
[62] Meryem: 59.
[63] Al-i İmran: 135.
[64] Zilzâl: 7-8.
[65] Enbiya: 47.
[66] Nisa: 103.
[67] Nisa: 102.
[68] Nisa: 101.
[69] Nisa: 101.
[70] Ahzab:21.
[71] Zuhruf: 13.
[72] Cum'a: 9.
[73] Nisa: 59.
[74] Nûr:51.
[75] Nisa: 65.
[76] Cum’a: 9.
[77] Zuhruf:77.
[78] Enfal: 28, Teğabün: 15.
[79] En’am: 160.
[80] Hacc:28.
[81] Bakara: 267.
[82] Bakara: 203.
[83] Hacc:37.