Korku Şiddetini Artırdığında :
Korkunun Şiddet Nisbeti Nedir?
İmam Seferi, Ordu Eyleşik Olursa :
Savaşta At Üstünde Namaz Kılınır Mı?
Korku Namazı Kılınırken Düşman Geri Çekilirse :
Korku Namazı Cemaatle Kılınırken İmamın Arkasından Hiç
Aynlmıyan Olursa :
Tehlike Söz Konusu Olmadığında Namaz Kılarlarken :
Korku Namazı Cuma Ve Bayramda Uygulanır Mı?
İslâm fıkhında buna
Salât-İ Havf = Korku Namazı denilmiştir. Daha çok savaş günlerinde söz
konusudur.
İslâm, mü'minlere
namazı bir bakıma mânevi bir silah olarak sunmuş ,en tehlikeli anlarda bile bu
silaha sarılmayı emretmiştir. Tarih boyunca maddi silahla mânevi silah bir
araya getirilip kullanıldığında düşmana karşı üstünlük sağlanmıştır. Şam
dolaylarında Bizans ile savaşan 39.000 kişilik İslâm ordusu, başkumandan Halid
bin Velid (R.A.)'in arkasında saf bağlayıp namaz kıldığında Bizans'ın ünlü
kumandanı Yuhanna'nın rengi değişmişti. Bir ara kendini alamıyarak şu sözleri
ağzından ister istemez çıkarmış ve kendi kumandanlarının moralini bile
bozmuştu : «Bu kadar disiplinli ve kumandana bağlı olan aynı zamanda Yaradan'm
huzurunda kulluk görevini yerine getiren bir orduyu yenmemiz çok zor!»
Namaz insan ruhunun
günlük gıdasıdır. Bu bakımdan en tehlikeli günlerde bile terkine pek cevaz
verilmemiştir. Mücahitlerin Allah (C.C.) huzurunda durması, her bakımdan moral
yükseltici ve güç kazandırıcıdır. Bunun için İbn-Mes'ud (R.A.) diyor ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz savaş günlerinin tehlikeli dönemlerinde bile namazı terketmedi.
Orduyu ikiye ayırıp, yani iki büyük saf haline sokup onlara şöyle namaz
kıldırdı : Bir saf düşmana karşı dururken diğer saf Peygambere uyup namaza
durdu. Fatiha ve zamm-i sure okuyup rükû' ve secdeleri yaptıktan sonra o saf
ayrılıp düşmana karşı durdu, daha önce düşmana karşı duran saf gelip Peygambere
uydu. Fatiha ile zamm-i sure okuyup rükû ve secdeleri yerine getirdi,
teşehhüde oturdu. Selâm verdikten sonra
o saf selâm vermeden kaıkıp düşmana karşı durdu, öteki saf gelip kalan
bir rek'-ati yalnız başlarına Mraatsiz olarak kıldı, teşehhüde oturdu, ielâm
verdikten sonra kalkıp düşmana karşı durdu. Bu kez öteki saf gelip kalan bir
rek'ati yalnız başlarına kıldı, teşehhüde oturduktan sonra selâm verdi ve
böylece namazı tamamlamış oldular.»[1]
Abdullah bin Ömer
(R.A.) de buna yakın bir tarifte bulunmuş vö «Tehlike çok büyük olur, umulmadık
bir olay meydana gelmesi düşünülürse, o takdirde ayakta veya at üstünde kıbleye
yönelerek namaz kılarlar.» demiştir.
Siyer sahiplerinin
ciddi araştırma ve tesbitine göre,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şu dört yerde Korku Namazı kılmıştır : Zatür-Rika'
- Batn-i Nahıl - Usfan - Zi Kared... Fukaha bunun on yerde ol duğunu söylemişse
de tesbiti mümkün olmamıştır.
Şafİîler, Korku
Namazını dört türlü olarak tesbit etmişlerdir. Yani Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin her bir yerde düşmanın durumuna, kıble cihetine göre vaziyet alıp
kıldırdığı, her dört türlünün de ümmet için caiz olduğunu belirtmişlerdir.[2]
O haid bu husustaki
sahih rivayetlerden kesinlikle anlıyoruz ki, Korku Namazı Resûlüllah zamanında
kılınmıştır. Aksini iddia eden çıkmamıştır. Ancak bu namaz sırf Peygamber ve
Ashabına ve o günkü savaş durumuna has bir ibâdet miydi, yoksa ümmeti hakkında
da meşru'mudur? İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre, bu namaz ümmet için
de meşru1 olarak devam edegelmiştir. Sahih olan da budur.[3]
Savaşta korku ve
endişe baş gösterip şiddetini artırdığında imam vakit çıkmadan orduyu iki büyük
guruba ayırır. Bir gurup düşmana karşı durur, diğeri imamın arkasında saf
bağlar. Bunlara vakit farzım tamam kıldırdıktan sonra. Başka bir kimseyi diğer
guruba imamlık yapmak üzere görevlendirir. Seferi durumda iseler sadece iki
rek'at kılarlar. İkinci grup ta imamla birlikte vakit namazının farzını tam
olarak kılar. Yani seferi iseler iki rek'at, eyleşik iseler dört rek'ati
tamamlarlar. İkinci grup namaz kılmaya başlamadan namazım tamamlayan birinci
gurup düşmana karşı durur.
Ama ordunun hepsi aynı
imam arkasında namaz kılmak istiyorsa, o takdirde imam Önce birinci guruba bir
rek'at kıldırır, onlar selâm vermeden ayrılıp düşmana karşı dururken diğer
gurup gelip imama uyar ve onunla birlikte bir rek'at kılar. İmam selâm verdiğinde
onlar selâm vermezler, kalkıp düşmana karşı dururlar ve diğer gurup gelip
kendi başlarına kalan bir rek'ati kıraatsiz olarak kılar, teşehhüde oturup
selâm verir ve kalkıp düşmana karşı durur. Diğer gurup gelip kalan bir rek'ati
kendi başlarına kıraatsiz olarak .alıp tamamlarlar. Eyleşik halde iseler, îmam
belirtilen ölçüde her guruba iki rek'at, kıldırır. [4]
Müctehid imamlar bunu,
düşman ile karşı karşıya gelip birbirlerini görecek kadarla açıklamışlardır.[5]
Bir karartı veya toz
görürler de onu düşman sanarak belirtilen şekiide Korku Namazı kılmaya
başlarlar, az sonra düşman olmadığı anlaşılırsa, yeniden normal vakitlerdeki
gibi namaz kılmaları gerekir. Namazı bitirdikten sonra düşman olmadığı
anlaşılırsa, çoğuna göre iadesi gerekmez. [6]İstihsanen
iade edilir, diyenler olmuştur. İmamın namazı ise her iki şekilde de caizdir.
Çünkü imam bir tarafa ayrılmadan iki veya dört rek'at kılmıştır.[7]
İmam seferi, ordu ise
eyleşik olursa, bu durumda yine ordu iki guruba ayrılır, bir gurup düşmana karşı
dururken diğeri imama uyup bir rekat kıldıktan sonra ayrılıp düşmana karşı
durur, diğeri gelip imama uyar, onlarda bir rek'at kıldıktan sonra ayrılırken
imam namazını tamamlamış olur. Diğer gurup gelip üç rek'ati kıraatsiz olarak
kendi başlarına kılıp tamamlarlar. Çünkü onlar müdriktirler. Bunlar kalkıp
düşmana karşı durur, bu kez diğer gurup gelip birinci rek'atini Fatiha ve
Zamm-ı Sûre ile üçüncü ve dördüncü rek'atleri sadece Fatiha ile kendi başlarına
kılıp tamamlarlar.[8]
Akşam Namazında İse :
Akşam namazında ise
imam birinci guruba iki rek'ati, ikinci guruba bir ruk'ari kıldırır. Bunun
aksini yapacak olursa, namaz bozulur.
Korkulu Vakitlerde
Korku Namazı Kılınırken tehlike
kendini hissettirdiğinde namazda yürümek caizdir.[9]
Müctehid imamların
çoğuna göre, namaz kılınırken savaşılmaz, aksi halde namaz bozulur. Çünkü
savaş, namazla ilgili amellerden değildir. Bunun gibi denizde yüzerken veya
yürürken namaz kılınmaz. Diğer mezheplerde buna cevaz verenler olmuştur. Düşmandan
kaçarken namaz vakti daralacak olursa, Hanefîlere göre, namazı geciktirir.
Diğer müctehidlere göre, bu vaziyette hem kaçar, hem namazını kılar. [10]
Korku namazında yanılan kimsenin namaz sonunda yanılma , secdesi yapması vâcibdir.[11]
Yaya konusunda
müctehid imamların farklı görüşleri olmuştu. At üstünde ise Hanefi imamları da ittifakla namaz kılmanın caiz
" olduğunu söylemişlerdir. Korku şiddetini artırdığında süvariler namaz geçmesin
diye hangi cihete yönelik bulunurlarsa bulunsunlar baş işaretiyle namazı,
kılarlar. Tabii bu durumda cemaatle
kılma söz konuşa değildir. [12]Ancak
imamla kendisine uyan kimse aynı hayvan üstünde bulunuyorsa, o takdirde
ikisinin cemaat olmasında ; bir
sakınca yoktur.
At üzerinde baş
işaretiyle namaz kıldıktan sonra şiddet durur, normal hayata dönülürse, yine de
kılman namazı iadeye gerek yoktur. Yaya kimse korkulu anlarda rükû' ve secde
yapmaya güç geti-remiyorsa, o takdirde baş işaretiyle namazı kılar.
At üstündeki kişi,
düşman tarafından takip ediliyor veya kovalanıyorsa, o takdirde namaz, kılmaz,
kazaya bırakır. Ama kendisi düşmanı kovalıyorsa o takdirde namaz kılmasında bir
salanca yoktur.[13]
Korkulu zamanlarda
attan inip yerde namaz kılma imkânı mevcut olduğu halde öyle yapmayıp at
üstünde namaz kılan kimsenin bu namazıt caiz değildir, iade emesi gerekir.[14]
Korku namazı cemaatle
kılınırken düşman savaş alanım veya mevzilendiği yeri bırakıp geri çekilir de
müslümanlar kendilerinde güvence hissederlerse, o takdirde başlanılan namaz
artık korku na-,nazı şeklinde değil, normal zamanlarda cemaatle kılınan şekilde
tamamlanır.
Düşman çekildikten
sonra namaz kılmakta olan müslünıanlar-dan biri yüzünü kıbleden çevirecek
olursa, namazı bozulur. Ama düşman çekilmeden böyle yaparsa, namazı bozulmaz.[15]
İmam Muhammed CR.A.İ
Ez-Ziyadat adlı eserinde diyor ki :
«İmam düşman
korkusunun mevcut olduğu sırada cemaate öğle namazını kıldırırken, cemaat
eyleşik sayıldığı için birinci gurupla iki rek'at kıldıktan sonra onlar
düşmana karşı durmak üzere ayrıldığında aralarından biri ayrılrnayıp gelen
ikinci gurupla birlikte namazını tamamlarsa, namazı bozulmuş sayılmaz, ama
müstehab olmayan bir fiilde bulunmuş olur. Üçüncü rek'ati kıldıktan veya dördüncü
rek'atı kılıp imam henüz teşehhüde oturmadan önce o böyle yapmasının doğru
olmadığını hatırlıyarak ayrılıp düşmana karşı durursa, yine de namaz bozulmaz.
Dördüncü rek'atin sonunda imamla birlikte teşehhüd miktarı oturduktan sonra
henüz selâm vermeden hatırlar da aynlırsa, yine namazı tamamdır. [16]
Tehlike söz konusu
olmadığında imam öğle namazım kıldırırken düşman gelecek olursa, cemaat derhal
ikiye ayrılır, iki rek'at kılan gurup ayrılıp düşmana karşı durur. Bu durumda
namazları sahih sayılır. Ama bir rek'at kıldıktan sonra ayrılırlarsa ve kendileri
de eyleşik iseler, o takdirde namazları bozulur.[17]
Korku namazı
gerektiğinde cuma ve bayram namazlarında da uygulanır.[18]
[1] Ebû Dâvud : İbn Mes'ud
(R.A.) den.
[2] Siracü'l-Vehhac - El,
Gamravi : C. l, S. ; 92.
[3] Fetâvâ-yı Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/30-31.
[4] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/31-32.
[5] El-Cevheretü'n-Neyyire.
[6] Fethüfl-Kadîr.
[7] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/32.
[8] EI-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[9] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/156.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/32-33.
[10] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/33.
[11] El-Muhit – Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/33.
[12] El-Hidâye – Merğinanî.
[13] El-Muhit - Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/33.
[14] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/33-34.
[15] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/34.
[16] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/34.
[17] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/34.
[18] Es-Siraciyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/34.