ŞAHİTLİKLERİ GEÇERLİ OLANLARLA OLMAYANLAR BABI
ŞAHİTLİKTE İHTİLÂFA DÜŞME BABI
ŞAHİTLİK ÜZERİNE ŞAHİTLİK BABI
(Davacının istemesi
halinde şahitlikte bulunmak farzdır. Şahitler, şahitlik yapmak zorundadırlar
ve onu saklayamazlar.) Çünkü Cenâb-ıHak (Azze
ve Celle) :«Şahitler, şahitlik yapmak için
çağırıldıkları zaman kaçınmasınlar» ([1]) ve Şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse
muhakkak onun kalbi günah içindedir» ([2])
buyurmuştur. Şahitlikte, davacının istemesinin şart olmasının nedeni,
şahitliğin onun hakkı olmasıdır. Bu nedenle tıpkı diğer haklar gibi o da hak
sahibinin isteğine bağlıdır. (Hadlerle ilgili şahitlikte şahit, isterse olayı
gizler isterse de açıklar.) Çünkü o, biri haddin yerine getirilmesi, öbürü de
rezaletten korunmak olan sevaplı iki durum arasındadır. (Ancak olayı gizlemek
daha iyidir.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem); yanında bu konuda şahitlik yapan
adam:«Eğer sen onu elbisenle gizleseydin, senin için daha hayırlı olurdu.» ([3]) buyurdu
Avnca ber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
:Her kim ki, bir Müslümanuı kusurlanm
gizlerse Allah da hem Dünyada hem de Âhirette onun
kusurlarını gizler.» ([4])
buyurmuştur. Aynı zamanda gerek Peygamber Efendimiz (Sallalahü
Aleyhi ve Sellem)'in ve gerekse Sahabenin, olayın
gizlenmesini telkin etmeleri, olayı gizlemenin daha sevaplı olduğunun açık
delilidir. (Ancak hırsızlık konusunda mala şahitlik etmesi gerekir.) Bu arada
malı çalınanın hakkım korumak ve çalam rezil etmemek için (Şahit s Falanca,
malı aldı diyecek, çaldı demiyecektir.) Bir de
hırsızlığın ortaya çıkması halinde hırsızın elini kesmek gerekecektir. Eli
kesmek ile zâminlik ise bir arada olmazlar. Bu
nedenle de malı çalınanın hakkı korunmuş olmayacaktır.
(Şahitlik, bir kaç
dereceye ayrılır. Bunlardan biri, zina konusundaki şahitliktir. Bu şahitliğin
dört erkek tarafından yapılması gerekir.) Çünkü Cenâb-ı
Hak (Azze ve Celle)
:Kadınlardan zina edenlere karşı içinizden dört şahit getirin([5])ve
«İffetli kadınlara zina isnâd ettikten sonra
dediklerinin doğru olduğunu kanıtlamak için dört şahit getirmeyenlere seksen
değnek vurulur» ([6]) buyurmuştur. (Zina
konusunda kadının şahitliği geçersizdir.) Çünkü Z ü h r i,
yaptığı rivayette ;«Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
ondan sonraki iki Hâlife devrinden beri uygulanan kural, kadınların şer'i
cezalar ve kısas konularında şahitlik yapamamalarıdır.» ([7])
demiştir. Çünkü kadınların bu konudaki şahitliklerinde bu şahitliğin erkekler
yerine yapıldığı şüphesi vardır. Bu nedenle de şüpheye dayanılarak iptal
edilen meselelerde geçerli değildir. (Şahitliklerden biri de, diğr şer'i cezalar ve kısas konusunda yapılan şahitliktir.
Bu konuda iki erkeğin şahitliği geçerlidir.)
Çünkü Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle) : «Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun- ([8]) buyurmuştur. Açıkladığımız nedenle (Bu konuda da kadınların şahitliği
geçersizdir.) (Bunlar dışmdaki haklar konusunda hem
iki erkeğin hem de bir erkekle iki kadının şahitliği geçerlidir. Bu hususta mal
olan ve olmayan haklar arasında fark yoktur.) Örneğin : Nikâh boşama, idde,
havale, vakıf, anlaşma (vekâlet, vasiyet) hibe, ikrar, ibra, çocuk, neseb vs. gibi.
İmam-ı Şafiî ise:
«Kadınların erkeklerle beraber yaptıkları şahitlik, yalnızca mai ve malla ilgili meseleler de geçerlidir. Çünkü
akıllarının az, kavramalarının zayıf ve yetkilerinin eksik olması nedeniyle
asıl olan kadınların şahitliklerinin geçersiz olmaşıdır.
Zira kadın, idareciliğe elverişli değildir. Bu nedenle de şerl
cezalar konusundaki şahitliği geçersizdir. Aynı şekilde yalnız dört kadının
şahitliği de kabul edilmemektedir. Ancak kadının şahitliği, zaruret nedeniyle
mallar konusunda geçerlidir. Nikâh ise, önemi büyük, ve sık sık
meydana gelmeyen bir mesele olduğundan Önemi daha az ve sık sık meydana gelen meseleler hükmünde kabul edilemez.»
demiştir. Biz diyoruz ki; Asıl olan, kadının şahitliğinin geçerli olmasıdır.
Çünkü kendisinde bu şahitliğe dayanak olacak ehliyet mevcuttur. Bu dayanak,
onun olayları görmesi, kavraması ve anJatabiJmesidir.
Çünkü birincisiyle şahit bilgi sahibi olur. ikincisiyle bilgi devam eder.
Üçüncüsüyle de Hâkim bilgi sahibi olur. Aym nedenle
kadının haber -hadîs vs.- rivayet etmesi geçerlidir. Kaldı ki fazla unutkanlık
nedeniyle meydana gelen kavrama eksikliği, öteki kadının eklenmesiyle telâfi
edilmektedir. Böylece ortada yalnızca şüphe meselesi kalmaktadır. Bu nedenle
de kadının şahitliği, şüphe gerekçesiyle iptal edilebilen meselelerde
geçersizdir. Yukarda sayılan haklar ise, şüphe ile birlikte sabit olan
haklardır. Bu arada Kıyâsa aykırı olarak dört kadının şahitliğinin geçersiz olması,
çok fazla dışarı çıkmamaları içindir. (Doğum, bakirelik ve kadının erkeklerce
görülemeyen bir yerinde bulunan kusur hususunda tek bir kadının şahitliği
geçerlidir.]
Çünkü Peygamber
Efendimiz (Sallalahü
Aleyhi ve Sellem)
«Erkeklerin bahamadıklan yerler hakkında
kadınların şahitliği caizdir- ([9])
buyurmuştur. Hadisteki en-nisâ kelimesi elif-lâm almış bif
çoğul olduğundan cins mânâsını ifâde eder ve dolayısıyla üçten azı da içine
almaktadır. Böylece bu, İmam-ı Şafiî 'Tun, şahitlerin dört kadın olmalarını
şart koşmasına karşı bir delil olmaktadır. Hem de bu tür şahitlikte erkekliğin
aranmaması, nazar günahimn hafiflemesi içindir. Çünkü
eşcinse bakmanın günâhı daha hafiftir. Aynı nedenle
sayı unsuru da düşmektedir. Ancak şahitlerin iki veya üç olmaları ihtiyata daha
uygundur. Çünkü şahit sayısının fazla olması halinde inandırıcılık vasfı daha
fazladır.(Sonra kadının doğumla ilgili şahitliğinin hükmünü Boşama Bah-sî'nde açıkladık.) Bakirelik
meselesinde ise eğer şahitlik yapan kadınlar, bir Kadının bakire olduğuna
şahitlik ederlerse kadm bir sene bekletildikten
sonra kocasından ayırılır. Çünkü bu durumda yapılan
şahitlik, asıl olan bakireliğin devam etmesiyle teyid
edilmiştir. Miras meselesinde, doğan çocuğun bağırdığına dâir şahitlikleri
İmam Ebû Hanife'ye göre
geçersizdir. Çünkü bu, erkeklerin de bilebilecekleri bir durumdur. Ancak
çocuğun, cenaze namazının kılınması için kadının bu konuda yaptığı şahitlik
geçerlidir. Çünkü namaz dini işlerdendir.
Diğer iki İmama göre
ise, kadının miras için de bu konuda yaptığı şahitlik geçerlidir. Çünkü bu
bağırma doğum sırasındaki bir sestir. Doğumda ise normal olarak hazır
bulunmazlar. Bu nedenle bu ses konusundaki şahitlikleri, doğuma dâir
şahitlikleri gibidir. (Bütün şahitliklerde Şahidin âdil olması ve şahitlik
ederim demesi gerekir. Şayet şahit, şahitlik ederim demez ve: «Ben biliyorum»
veya: înaıuyorum« derse şahitliği kabul edilmez.)
Şahitlerde âdil-lik vasfının şart olması: Çünkü Cenâb-ı Hak (Azze ve Ceîle) âdilük konusunda:
«Doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden- ([10])
ve-Ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun- ([11])
buyurmuştur. Hem de şahidin doğruluğunu ortaya koyan âdilliktir. Çünkü yalan
dışındaki günahları alışkanlık haline getiren bir kimse, bazen yalanı da
alışkanlık haline getirir. İmam Ebû Yûsuf dan: -Fâsık, halk arasında şerefli ve ağır başlı bir kimse ise
şahitliği geçerlidir. Çünkü o, şerefli olduğu için para ile yalancı şahitlik
yapmaz, ağır başlı olduğu için de yalan söylemez.- dediği rivayet edilmiştir.
Ancak ilk görüş daha sıhhatlidir. Yalnız şu var ki, Hâkim, Fâsıkın
şahitliğiyle karar verirse bu, bize göre sahihtir. imam-ı Şafiî ise: -sahih
değildir- demiştir. Bu konudaki fıkhi gerekçeler
malûmdur
Şahitlik sözünün şart
olduğunu da bu konudaki âyet ve hadisler açıkça belirtmektedir. Çünkü bu
konudaki nasslarda yer alan emirler şahitlik sözüyle
ifâde edilmiştir. Hem de şahitlik sözünde te'-kid fazladır. Nitekim, -Ben şahitlik ediyorum» ifâdesi
yemin sözle-rindendir. örneğin:Bir kimsenin :
-Allah'ın adıyla şahitlik ediyorum» demesi gibi. Böylece bu sözle yalan
söylemekten daha çok kaçınılır.
Metinde geçen : «Bütün
şahitliklerde» sözü, âdillik ve şahitlik sözünün geçen bütün şahitliklerde
şart olduğuna işarettir. Hattâ bu iki husus, kadınların doğum ve diğer
konulardaki şahitliklerinde de şarttır. Sahih olan görüş de budur. Çünkü
gereklilik ifâde ettiğinden bu da şahitliktir. Nitekim bu şahitliklerin
yapılması da mahkeme huzuruna mahsustur. Bu nedenle de bunlarda hür ve
Müslüman olmak şartı aranmaktadır.
(İmam Ebü Hanife :-Hâkim Müslüman
şahitte görünürdeki âdillik vasfına bakarak hasım itiraz etmedikçe şahitlerin
gizli durumlarını sormaz» demiştir.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Zina isnadı suçundan
ceza yemiş kimse dışında, bütün Müslümanlar, birbirleri hakkında yaptıkları
şahitlikte âdildirler- ([12])
buyurmuştur. H z . Ömer' den de buna benzer birşey
söylediği rivayet olunmuştur. ([13]) Hem de asıl olan, bir Müslümamrı kendi dinine göre haram olan bir davranıştan
kaçınmasıdır. Bu husus ise yeterli bir delildir. Çünkü kesin durumu anlamak
mümkün değildir. (Şer'î hükümler ve kısasta ise Hâkim, şahitlerin durumunu sorar.)
Çünkü şahit, bu davaları düşürmek için hileye baş vurabileceğinden bu
konularda derinliğine araştırma yapmak gerekir. Hem de şüphe, bu davâlan ortadan kaldırır. Şayet hasım, şahitlerin
âdilliği-ne itiraz ederse Hâkim, durumlarını sorar. Çünkü bu durumda dikkate
alınması gereken iki husus karşı karşıya geldiğinden bunlardan birini tercih
etmek için Hâkim, durumlarını sorar.
(Diğer iki İmam ise:
-Hâkim, bütün haklarda gizli veya açık olarak şahitlerin durumunu sormak
zorundadır.» demişlerdir.) Çünkü Hâkim kararının temeli delile dayanır. Delil
ise, âdil kimselerin şahitliği olduğundan Hâkim, âdilliğin bulunup
bulunmadığını öğrenmeye çalışır. Böylece Hâkim, kararını da iptal edilmekten
korumuş olur. Kimisi ise: -Bu durum asra ve zamana göre değişir- demiştir. Bu
zamandaki fetva teamülü ise iki İmamın görüşüne göredir. (Sonra Hâkim, bir
şahidin âdilliğini gizlice soruştururken âdilliği tespit edecek kimseye,
şahidin nesebini, eşkalini ve oturduğu mahallenin camisini ihtiva eden gizli
bir mektup gönderir. Tesbiti yapan şahıs, mektubu
tekrar Hâkime gönderir.) Durumun öğrenilip aldatmanın meydana gelmemesi için bu
işin tamamen gizli yapılması gerekir.
(Açık soruşturmada ise
Hâkimin, âdilliği tesbit eden kimseyle şahidi bir
araya getirmesi gerekir.) Böylece âdilliğin başkası tarafından tesbit edildiği şüphesi ortadan kalkmış olur. İslâm'ın ilk
devrinde yalnızca açık soruşturma yapılmaktaydı. Bizim zamanımızda ise,
huzursuzluktan korunmak için gizli soruşturmayla yetinilmektedir.
İmam Muhammed' den: «Açık soruşturma, belâ ve fitnedir –huzursuzluktur-» dediği
rivayet edilmiştir. Sonra, denilmiştir ki; Âdilliği tesbit
eden kimsenin:O, âdildir ve şahitliği caizdir- demesi gerekir. Çünkü bazen,
şahitliği caiz olmayan köle de âdil olabilir. Kimisi ise; -O, âdildir»
demesiyle yetinilir demiştir. Çünkü şahidin hür
olduğu, ev ile sabittir. Bu görüş daha sıhhatlidir. (Kimisine göre ise, şahitlerin
durumunu sormak gerektiği görüşünde olan Hâkim, hasmın: -şahit âdildir»
şeklindeki sözünü geçersiz sayar.) Yâni
davalının sözünü geçersiz sayar. Diğer iki imamdan: «Dâvâlının, şahidin âdil
olduğunu söylemesi caizdir.» dedikleri rivayet edilmiştir. Ancak İmam
Muhammed'e göre, başka birinin de aynı şeyi söylemesi gerekir. Çünkü ona göre
şahitlerin birden fazla olması şarttır Davalının sözü geçersizdir diyen asıl
görüşe göre, davacı ile şahitleri nazarında dâvâlı, davayı inkâr etmekte
yalancı ve iddiasında İsrar etmekle de haksız
olduğundan şahidin âdilliğini tesbit etmeye ehil
değildir. Şayet davâh; -Şahitler âdildir, fakat
yanılıyorlar veya unutmuşlardır» derse bu takdirde sözü geçersizdir. Yok eğer:
«Doğru söylüyorlar» veya: «Onlar, âdil ve doğru sözlüdürler» derse bu takdirde
hakkı kabul etmiş olur. (Hâkimin, şahitlerin durumunu soran elçisinin bir kişi
olması caizdir. Ancak iki kişi olmaları daha iyidir.) Bu, İmam E b û Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a
göredir. î m a m M u h a m m
e d ise : İki kişiden az olması caiz değildir, demiştir. Burada elçiden maksat,
şahidin âdilliğini tesbit eden kişidir. Hâkimin,
âdilliği tesbit edene gönderdiği elçi ile şahidin
durumunu anlatan kişi konusunda da aynı ihtilâf mevcuttur.
îmam Muhammed diyor
ki; şahidin âdilliğini tesbit etmek de şahitlik
hükmündedir. Çünkü karar verme yetkisi, âdilli-ğin
ortaya çıkmasına dayanır. Âdillik ise ancak bu kişinin tesbitiy-le ortaya çıktığından birden fazla olması şarttır. Nitekim
bu kişinin âdil olması da şarttır. Aynı zamanda şer'i cezalar ve kısas konusunda
bu kimsenin erkek olması da şarttır.İmam
Ebû Hanife ile İmam
Ebû
Yûsuf diyorlar ki: Şahidin âdilliğini tesbit
etmek şahitlik hükmünde değildir. Bu nedenle onda. «Şahitlik ederim» demek
şart değildir. Mahkemenin karar yetkisi ile şahidin birden fazla olması şartı
ise şahitliğe mahsus, kıyâs dışı durumlardır. Şahitliğin dışında uygulanmazlar.
(Şahitlerin âdilliğini gizli soruşturma ile tesbit
eden kişide şahitlik ehliyeti şart değildir.) Hattâ köle dahi bunu yapabilir.
Açık soruşturmada ise şahitlik ehliyeti şarttır. H a s s
a fin görüşüne göre bunu yapan kişinin birden fazla
olması ittifakla şart koşulmuştur. Çünkü bu soruşturma, yalnızca mahkeme
salonunda yapılmaktadır Fıkıhçılar : İmam Muhammed'e göre. zina şahitliklerinin
âdilliğini tesbit edenlerin dört kişi olmaları
şarttır demişlerdir.[14]
(Şahidin şahitlik
ettiği meseleler ikiye ayrılır: Biri, kendi kendine kesinleşebilen
meselelerdir. Örneğin: satış, ikrar, gasp, öldürme ve Hâkim kararı gibi. Sâhit. bunlardan birini duyduğunda veya gördüğünde şahit
kılınmasa bile şahitlik edebilir.) Çünkü bu kimse, kendi kendine kesinleşebilen
bir meseleyi öğrenmiştir. Şahitliği yeri-, ne getirmenin şartı ise hâdiseyi
öğrenmiş olmaktır. Çünkü Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle) :Ancak (olayı)
bilerek doğrulukla şahitlik yapanlar müstesna» ([15]) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) de :Bir şeyi gün ışığı gibi biliyorsan bu
konuda şahitlik yap. Yoksa vazgeç» ([16])
buyurmuştur.
(Şahit: «Ben,
sattığına şahitlik ederim» der. «Beni şahit kıldı» demez.) Çünkü «Beni şahit
kıldı» demesi yalandır. Bir şeyi perde arkasından duyması halinde şahitlik
yapması caiz değildir. Böyle bir şahitliği Hâkim geçersiz sayar. Çünkü sesler
birbirine benzediğinden bu konuda kesin bilgi meydana gelmemiştir. (Ancak evde,
gördüğü kişiden başka kimse bulunmadığını bilerek içeri girdikten sonra kapıda
oturur ve kapıdan başka da eve girilecek yer bulunmadığı halde içerdekini
görmeden ikrarını İşitirse bu konuda şahitlik edebilir.) Çünkü bu durumda bilgi
meydana gelmiştir. (Bâzı meselelerde de durum kendi kendine kesinleşmez. Örneğin
t Şahitliğe şahitlik etmek gibi. Şöyle ki j Bir kimse, başka bir kimsenin bir
konuda şahitlik yaptığını görürse şahitliğe şahit kıılmadıkça
bu hususta şahitlik yapması câîz değildir.) Çünkü şahitlik kendi kendine
kesinleşmez. O, ancak mahkemeye getirilmekle kesinleştiğinden başkasının
isteği ve teklifi ile olması gerekir. Burada ise bu durum yoktur. (Aynı şekilde
bir kimsenin, kendi şahitliğine şahit tuttuğunu duyan kimse buna şahitlik
yapamaz.) Çünkü asıl şahit, bu işi kendisine değil, başkasına yüklemiştir. (Bir
kimse, şahitlik yaptığına dâir kendi yazısını görürse şahitliği hatırlamadıkça
buna şahitlik edemez.) Çünkü yazılar, birbirine benzediğinden kesin bilgi
meydana gelmektedir.
(Kimisi: bu görüşün
İmam Ebû Hanife'ye âit olduğunu,
diğer iki İmama göre ise yazı sahibinin bu konuda şahitlik yapabildiğini
söylemiştir. Kimisi de, bu kimsenin şahitlik yapamayacağında ihtilâf yoktur.
İhtilâf, söz konusu yazının Hâkim tarafından mahkeme kayıtlarında veya kendi
verdiği kararlar arasında bulunması halinde mevcuttur. Çünkü Hâkim arşivinde
bulunan yazılar, onun mührü altında olup bunlarda eksiklik ve fazlalık meydana
getirilemez. Böylece şahit, bu hususta bilgi sahibi olur. Senetteki şahitlik
ise böyle değildir. Çünkü o, başkasının elindedir. Aynı ihtilâf, şahidin,
şahitlikte bulunduğu meclisi hatırlaması veya güvendiği kimselerin kendisine :
«Seninle beraber şahitlik etmiştik» demeleri halinde de mevcuttur.
(Şahit; neseb, ölüm, nikâh, gerdeğe girmek ve Hâkim tâ'yini meseleleri dışındaki konularda bir şeyi görmedikçe
şahitlik edemez. Adı geçen meselelerde ise güvendiği kimselerden duyması
halinde şahitlik edebilir.) Bu, bir istihsânckr. Kıyâsa
göre ise caiz değildir. Çünkü şahitlik, müşahededendir.* Müşahede ise bilgi ile
olmaktadır. Oysa burada bilgi meydana gelmemiştir. O halde bunlar da satış
hükmün-dedirler.
İstihsân deliline göre ise, bu meselelerin sebeplerini görmek,
özel kimselere mahsustur. Ayrıca bu meselelerle ilgili öyle bâzı hükümler
vardır ki bunlar, asırlar geçtiği halde varlıklarını
korumaktadırlar. Böylece eğer bunlarda, biribirinden
işitmek yoluyla şahitlik kabul edilmezse bu, zorluğa pek çok hükmün işlemez
hale gelmesine yol açacaktır. Satış ise böyle değildir. Çünkü onu herkes
işitebilir. Kaldı ki şâ-hit,
olayın halk arasındaki şöhretine şahitlik etmektedir. Bu şöhret ise, ya tevatür yoluyla veya güvenilir kişilerin söylemesiyle
meydana gelir. Nitekim K u d û r i' de böyle denilmiştir. Bu tür şahitlikte, bir
nevi bilgi sahibi olması için şahide, ya âdil iki
erkeğin veya bir erkek ile iki kadının bilgi vermesi gerekir.
Kimisi ise: ölüm
konusunda tek bir erkek veya kadının haber vermesiyle yetinilir.
Çünkü ölüm. korkunç ve ürkütücü bir şey olduğundan onu ekseriya bir kişi
görmektedir Böylece bu konuda şahitlerin birden fazla olmasmı
şart koşmak biraz zorluk bulunur. Neseb ve nikâh ise
böyle değildirler demiştir. Şahidin, şahitliği mutlak olarak yapması gerekir.
Şayet Hâkime, duyarak şahitlik yaptığını söylerse şahitliği geçersiz olur.
Nitekim mallar konusunda tasarrufun bir kişide olduğunu görmekle malın o
kişiye âit olduğuna mutlak şahitlik yapılabildiği halde, şahit; tasarrufa
dayanarak şahitlik yaptığını söylerse şahitliği geçersiz olur. Bu da aynen
öyledir. Eğer bir kimse, birinin Hâkimlik makamında oturduğunu ve dava
sahiplerinin yanma girip çıktıklarını görürse û kişinin Hâkim olduğuna
şahitlik edebilir. Bir erkekle bir kadının aynı evde oturduklarım ve kan-koca
gibi birbirlerine açıldıklarını görmesi halinde de durum aynıdır. Tıpkı bir
malı bir kişinin tasarrufunda görmesi durumunda olduğu gibi. Bir kimse,
falancanın gömüldüğüne kendisinin şahitlik ettiğine veya üzerinde namaz
kıldığına şahitlik ederse bu, hâdiseyi görmek gibidir. Nitekim Hâkime bunu
açıklaması halinde de şahitliği geçerlidir. Sonra K u d û r î' de istihsânın yukardaki beş meseleye
tahsis edilmesi, duyarak şahitliğin vakıf meselesinde geçerli olmadığını
ortaya koymaktadır. Oysa İmam Muhammed' den; bu. tür şahitliğin vakıf
meselesinde caiz olduğunu söylediği rivayet edilmiştir. Çünkü yüzyıllar geçtiği halde vakıf kalmaktadır. Sahih olan görüşe göre
ise, duyarak şahitlik, vakfın kendisinde geçerli fakat şartlarında geçersizdir.
Çünkü şöhret kazanan kendisidir.Bir kimsenin tasarrufunda bulunan bir şeyin
kendisinin olduğuna şahitlik edilebilir.) Çünkü tasarruf, mülkiyet için
dayanak olan en kuvvetli delildir. Nitekim mülkiyeti sağlayan tüm sebeplerin delili
maldaki tasarruf olduğundan kendisiyle yetinilebilir.imam
Ebû Yûsuf dan: Bununla beraber malın tasarrufta
bulunana âit olduğuna da şahidin inanması gerekir dediği rivayet edilmiştir.
Fıkıhçılar; Bu görüş
îmam Muhammed' den bu konuda yapılan rivayetin izahı olabilir demişlerdir.
Böylece bu, ittifakla şart koşulmuş olur. îmam-ı Şafii ise: -Tasarruf hakkıyla
birlikte fi'li tasarrufun da bulunması gerekir»
demiştir. Bâza fıkıhçılarımız da aynı görüşü savunmuşlardır. Çünkü tasarruf
hakkı, hem mülkiyet hem de vekâlet yoluyla olabilmektedir. Biz diyoruz ki, fi'li tasarruf da biri vekâletle öbürü de asaletle olmak
üzere ikiye ayrılır.
Sonra bu meselenin
çeşitli şekilleri vardır. Şöyle ki: eğer şahit, hem malı hem de mal sahibini
görürse şahitlik etmesi caizdir. Aynı şekilde mal sahibini görmediği halde
malı sınırları ile birlikte görürse durum yine aynıdır. Bu, istihsânen caizdir. Çünkü neseb,
duymakla da sabit olduğundan hakkında bilgi meydana gelmektedir. Eğer şahit,
ne malı ne de mal sahibini görmezse veya sahibini gördüğü halde malı görmezse
şahitliği caiz değildir.[17]
(Kör bir kimsenin
şahitliği geçersizdir.) îmam Züfer: işitmeyle
öğrenilen olaylarda kör kimsenin şahitliği geçerlidir. Çünkü bu tür olaylarda
sadece işitmeye ihtiyaç vardır. Körün işitme organında ise bozukluk yoktur
demiştir. Bu, aynı zamanda İmam Ebû Hanife' den de yapılan bir rivayettir.İmam Ebû Yûsuf ile îmam-ı Şafii ise: Olayı gördüğü sırada kör
değilse şahitliği caizdir. Çünkü görme ile, bilgi meydana gelmektedir.
Şahitlik ise ancak söyleyerek yerine getirilir. Bir olayın tarifi de onu
anlatmakla yapılabilir. Örneğin: ölü hakkında şahitlik yapmak gibi.
demişlerdir. Biz diyoruz ki; Şahitliği yerine getirmek, lehinde ve aleyhinde
şahitlik yapılanları işaretle ayırmaya muhtaçtır.
Oysa kör kişi, bunları ancak sesleriyle ayırabilir.
Bu tür ayırmada ise, şahitleri çoğaltmakla
kaçınılabilen gereksiz bir şüphe vardır. Tarifle kişiyi anlatmak ise hazırlar
için değil ancak hazır bulunmayanlar için geçerlidir. Böylece buradaki
şahitlik de şer'i cezalar ve kısas konusundaki şahitlik gibidir.
Şahit, şahitlik
yaptıktan sonra körleşirse îmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed'e göre bu, Hâkimin karar
vermesine engel olur. Çünkü Hâkim için delil teşkil eden şahitliğe ehliyetin, karar
esnâsmda da var olması gerekir. Halbuki-ehliyetin
yok olmasıyla şahitlik geçersiz olmuştur. Böylece bu kişi, dil-
siz, deli ve Fâsık gibi olmuştur. Şahitlik yaptıktan sonra körleşen şahitlerin
ölmeleri veya kaybolmaları halinde ise durum böyle değildir. Çünkü ölüm ile
ehliyetin gereği tamamlanmış, kaybolmakla da ehliyet geçersiz olmamıştır. (Tevbe etse bile zina iftirası suçundan ceza yemiş kimsenin
de şahitliği geçersizdir.) Çünkü Cenâb-ı Hak (Azze ve Ceîle) :«Bunların şahitliklerini ebediyyen
kabul etmeyin ([18]) buyurmuştur. Hem de
bunların şahitliklerinin kabul edilmemesi, cezalarının bir devamı olduğundan
cezanın aslı gibi bu bakımdan tevbeden sonra devam
etmektedir. Başka bir suçla ceza yemiş kimsenin durumu ise böyle değildir.
Çünkü şahitliğin kabul edilmemesi fâsıklıktan
ötürüdür. Fâsıkhk ise, tevbe
ile ortadan kalkmıştır. îmam-
Şafii ise: -Tevbe
etmesi halinde şahitliği kabul edilir. Çünkü Cenâb-ı
Hak (Azze ve Celle); «Ancak
tevbe edenler müstesna- buyurmakla, tevbe edenleri istisna etmiştir, ([19])
demiştir.Biz diyoruz ki, istisna, bundan sonraki: Ve onlar asıl fasıklardır- ([20])
ifâdesine yöneliktir. Veya bu istisna «LÂKİN» mânâsında olup öncesiyle ilgili
bulunmayan istisna tü-ründendir.
(Zina isnadı suçundan ceza yedikten sonra Müslüman olan Gayr-ı müslimin şahitliği geçerlidir.) Çünkü Gayr-ı müslimin şahitlik hakkı vardır. Şahitliğinin geçersiz
olması ise, yediği cezanın bir devamıdır. Oysa Müslüman olmakla onun, yeni bir
şahitlik hakkı doğmuş olur. (Babanın, çocuğu ve torunlarının lehine, çocuğun
da Baba ve Annesi ile kendi dedeleri lehine yapacakları şahitlik geçersizdir.)
Çünkü Peygamber Efendimiz (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :«Çocuğun Babaya, Babanın çocuğa, karının kocaya,
kocanın karıya, kölenin efendiye, efendinin köleye ve işçinin iş verene
yapacakları şahitlik geçersizdir» ([21])
buyurmuştur. Hem de çocuklar ile Babalar arasındaki çıkarlar birbirine
bağlıdır. Bu nedenle de birbirlerine zekâtlarını veremezler. Aynı nedenle ya bunlar, bir bakıma kendilerine şahitlik yapmış olurlar
veya bu şahitlikte töhmet meydana gelir.
Ben diyorum ki,
işçiden maksat, Hocasının zararını kendi zararı, menfaatini de kendi menfaati
olarak kabul eden özel öğrencidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) -Bir evden beslenen kişi, o ev için
şahitlik yapamaz- ([22])
şeklindeki hadîsinin anlamı da budur. Kimisi ise, işçiden maksat, yıllık veya
aylık ya da günlük tutulan işçidir. Bu işçi,
şahitliğiyle iş verene kazandırdığı çıkarlar karşılığında ücret aldığından
şahitlik için kiralanmış gibi olur.(Eşlerden
birinin, öbürü için
yaptığı şahitlik de
geçersizdir.)
î m am -1 Şafii ise : -Eşin şahitliği geçerlidir. Çünkü malları
ve tasarrufları birbirinden ayrıdır. Bu nedenle de aralarında kısas ve borçtan
ötürü hapis cezası uygulanmaktadır. Bu şahitlikten kazanılan menfaatlere ise
itibar edilmez. Çünkü bunlar, dolaylı olarak gerçekleşir. Tıpkı alacaklının,
iflâs etmiş olan borçlusuna şahitlik yapması gibi.» demiştir. Biz diyoruz ki;
Yukarıdaki Hadîs-i şerif bunu gerektirir. Hem de eşlerin menfatleri
birbirine bağlıdır. Amaç olan da bu olduğundan eş, bu şahitliği yapmakla ya bir bakıma kendine şahitlik yapmış olur ya töhmet altında kalır. Alacaklının şahitliği ise böyle değildir.
Çünkü onun şahitlik konusu malda tasarruf yetkisi yoktur. (Ortağın da ortaklık
malı hakkında ortağı için yapacağı şahitlik geçersizdir.) Çünkü ortak
olduklarından onlardan her biri, bir bakımdan kendine şahitlik yapmış olur.
Ortaklık konusu olmayan bir mal hakkmdaki
şahitlikleri ise geçerlidir. Çünkü bu durumda töhmet bulunmamaktadır.
(Kardeşin, kardeşe
yeğenin de amcaya şahitliği geçerlidir.) Çünkü bunların mallan ve çıkarları
birbirinden ayrı olup hiç birinin ötekinin malında tasarruf yetkisi
bulunmadığından bu şahitlikte töhmet yoktur.
(Kadın gibi davranan
erkeğin şahitliği de geçersizdir.) Maksat, çirkin hareketlerle böyle davranan
kişidir. Çünkü böyle bir kimse fâsıktır. Konuşmasında
yumuşaklık ve organlarında oynaklık bulunan kişinin şahitliği ise geçerlidir.
(Yüksek sesle ağlayan ve şarkı söyleyen kadınların da şahitliği geçersizdir.)
Çünkü bunlar günâh işlemiş olurlar. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem),
kadınların ahmakça olan, ağıt ve şarkı söylemelerinden nehyetmiştir.
([23])
(Haram içkileri içmeyi âdet haline getirenin de şahitliği geçersizdir.) Çünkü
bu kimse, dininin yasakladığı bir işe girişmiştir.
(Kuşlarla oynayanın da
şahitliği geçersizdir.) Çünkü bu iş, gaflete neden olduğu gibi bu işi yapan
kimse, kuşunu uçurtmak üzere damına çıkmakla bâzan
yabancı kadınların gizli taraflarını görebilmektedir Metnin bâzı nüshalarında:
-Tanburla oynayanın» denilmiştir. Bu, şarkıcı
demektir. (Halka şarkı söyleyenin de şahitliği geçersizdir.) Çünkü o, halkı
büyük bir günâh etrafında toplamaktadır. Fâsıkhğa yol
açtığından (Şer'î cezası olan büyük günahlardan birini işleyenin de şahitliği
geçersizdir. Eteksiz olarak hamama girenin de şahitliği geçersizdir.) Çünkü
avret yerini açmak haramdır. (Ribâ yiyen veya tavla
ve satranç oynayan kimsenin de şahitliği geçersizdir.) Çünkü bunların tümü
büyük günâhlardandır. Aynı şekilde bunlarla meşgul olduğu için namazı kaçıranın
da şahitliği geçersizdir. Yalnız satranç oynamak ise, şahitliğe engel olan bir
fâ-sıkhk değildir. Çünkü satrancın helâl olduğuna
dâir içtihad yapılmıştır. K udıi
ri'de, ribâ yiyenin bu işle
meşhur olması gerekir. Çünkü insan, fasit akitler yapmaktan nadiren
kurtulabilmektedir. Fasit akitlerin hepsi ribâdır.
(Yola işemek ve yolda
bir şeyler yemek gibi âdi hareketlerde bulunan kimsenin de şahitliği
geçersizdir.) Çünkü bu kimse, şahsiyetinden vazgeçmiştir. Aynı zamanda bu tür
hareketlerden utanmayan bir kimse, yalandan da çekinmeyeceğinden yalanla itham
edilir.
(Sahabe ve tabiinleri açıkça tahkir eden kimsenin de şahitliği
geçersizdir.) Çünkü onun fâsıkhğı açığa çıkmıştır.
Bunu gizleyen ise böyle değildir.
(Hattabiye
mezhebi mensupları dışında, diğer bid'at mezhepleri
mensuplarının şahitlikleri geçerlidir.) îmam-ı Şafii ise: «Geçerli değildir.
Çünkü bu mezheplerden olmak, fâsıkhğm en ağır
şekillerinden biridir.- demiştir.
Biz diyoruz ki; Bu
mezheplerden birine bağlı olmak, itikat yönünden fâsıkhktırr.
Kişinin bu tür fâsıklığa bulaşması ise, bu mezhebe
inanmasından ötürüdür. Bu nedenle de bu kişi, bilerek besmelesiz kesilen
hayvanın helâl olduğuna inanarak etini yiyen kimse gibidir. Teamül haline
getirilen fâsıkhk ise böyle değildir. Hattabiler, Rafiziler'in aşırılanndandırlar. Onlar, yemin içen herkese şahitlik yapmanın
caiz olduğuna inanırlar. Kimisi ise; bunlar, kendilerinden olanlara, şahitlik
yapmanın vacip olduğuna inanırlar, demiştir. Böylece, şahitliklerinde töhmet
kesinleşmiştir. (Dinleri ayn da olsa, Zimmîlerin birbirleri aleyhine yaptıkları şahitlik
geçerlidir.) îmam Mâlik ile îmam-ı Şafiî ise: «Zimminin
şahitliği kabul edijmez. Çünkü o fâsıktır.
Nitekim Cenab-ı Hak (Azze
ve Celle)'Asıl zâlimler, kâfir olanlardı» ([24])
buyurmuştur. Böylece onun dediğine karar vermemek gerekir. Bu nedenledir ki
onun, Müslüman bir kimse aleyhindeki şahitliği geçersizdir. Böylece o da
mürted1 hükmündedir.» demişlerdir. Biz diyoruz ki: Peygamber Efendimiz (Sallaîlahü Aleyhi ve Sel-lem)'in,
Hıristiyanların birbirleri aleyhine şahitlik yapmalarına izin verdiği rivayet
edilmiştir. ([25]) Hem de, Zimmî, hem kendi hakkında hem de küçük çocukları hakkında
tasarruf yetkisine sahip olduğundan kendi benzerleri aleyhine şahitlik
yapabilenlerden olur. itikat yönünden fâsıklık ise,
şahitliğe engel değildir. Çünkü bu kimse, kendi dinine göre haram olduğuna
inandığı işlere bulaşmaz. Yalan ise, bütün dinlerce haram kılınmıştır. Mürted ise böyle değildir. Çünkü onun tasarruf yetkisi
yoktur. Zimmînin, Müslüman bir kimse aleyhindeki
şahitliği de böyle değildir. Çünkü o, Müslüman hakkında tasarruf yetkisine
sahip değildir. Bir de Zimmî, Müslüma-mn hâkimiyetine öfkelenerek kendisine iftira edebilir. Bâtıl
dinler ise, ayrı olsalar bile biri, ötekine egemen olmadığından kendilerini
birbirine iftira etmeye sevk edecek öfkelenme yoktur.(Bizimle savaş halinde
bulunan gayr-ı müslimin, Zimmi
aleyhindeki şahitliği geçersizdir.) Allah daha iyi bilir ya...
Maksat, güvence verilen savaş halindeki gayr-ı müslimdir.
Çünkü o, Zimmi hakkında tasarruf yetkisine sahip
değildir. Zira Zimmi, bizim ülkemiz halkından
olduğundan ondan üstündür. Bu arada Zimmînin, savaş
halindeki gayr-ı müslim aleyhindeki şahitliği
geçerlidir. Tıpkı Müslüma-nın,
hem onun hem de Zimmî aleyhindeki şahitliğinin
geçerli olması gibi.(Aynı ülkeden olmaları halinde güvence verilen gayr-ı müslim-ierin birbirleri
aleyhindeki şahitlikleri geçerlidir. Rum ve Türk gibi iki ülkeden olmaları
halinde ise geçerli değildir.) Çünkü ülkelerin ayrı olması, birbirleri hakkında
sahip oldukları tasarruf yetkisini ortadan kaldırır. Nitekim aynı durum,
birbirlerinin miraslarına konmalarına da engel olmaktadır. Zimmi
ise böyle değildir. Çünkü ülkemiz halkındandır. Güvence verilen gayr-ı müslim ise bu durumda değildir.
(Büyük günâhlardan
sakınması halinde, küçük günâhları işlese bile iyilikleri kötülüklerinden fazla
olan bir kimsenin şahitliği geçerlidir.) Şahitlikte aranan âdillik vasfının
sahih olan tarifi budur. Çünkü bütün büyük günâhlardan kaçınmış olmak gerekir.
Daha sonra da, söylediğimiz üzere iyilik ve kötülüklerden, çok olan taraf dikkate
alınır. Küçük günâh ise, şahitlikte şart koşulan âdilliği bozmadığından dini
bir hüküm olan şahitliğin de geçersizliğine yol açmamaktadır. Çünkü bütün
küçük günâhlardan sakınmayı şart koşmak, hakların korunması için açık tutulan
şahitlik kapısının kapanmasına neden olur.
(Sünnet olmayanın
şahitliği geçerlidir.) Çünkü bu, âdilliğe zarar vermemektedir. Ancak dinle
alay etmek maksadıyla sünnet olmamışsa şahitliği geçersizdir. Çünkü bu
davranışıyla âdilliğini kaybetmiştir.
(Enenmiş olan kimsenin
de şahitliği geçerlidir.) Çünkü H z . Ömer, enenmiş olan A 1 k a m e ' nin şahitliğini kabul etmiştir. ([26]) Bir
de bu, bir kimsenin bir organının haksız olarak kesilmesi demek olduğundan
tıpkı elinin kesilmesi hükmündedir. (Zina çocuğunun şahitliği de geçerlidir.)
Çünkü Baba ve Annenin fâsıkhğı, çocuğun fâsıkhğını gerektirmez. Nasıl ki müslüman
olmayan anne ve babanın da müslüman olan çocuklarına
bir zararı yoktur. İmam Mâlik ise: bu kişinin, zina konusundaki şahitliği
geçersizdir. Çünkü o, başkalarının da kendisi gibi zina çocukları olmalarını
istediğinden töhmet altında kalır, demiştir. Biz diyoruz ki; Âdil kişi, bunu
tercih etmez ve istemez. Burada söz konusu olan da Âdil kimsedir. (Çift
cinsiyetti kimsenin şahitliği de geçerlidir.) Çünkü o, aslında ya erkektir ya kadındır. Hangisi
de olsa, şahitliği nass ile geçerlidir. (İşçilerin şahitliği de geçerlidir.) Bütün
Fıkıhçılara göre, buradaki işçilerden maksat, Padişahın emrinde çalışan
işçilerdir. Yoksa işçiliğin kendisi fâsıklık değildir
Ancak haksızlığa yardımcı olurlarsa şahitlikleri geçersiz olur;
Kimisi ise : işçi halk
arasında şerefli ve ağır başlı bir kimse olup konuşmalarında saçmalamıyorsa -Fâsık hakkında î m a m Ebû Yûsuf
dan rivayet edildiği' üzere- bu kimsenin şahitliği geçerlidir. Çünkü o,
şerefli olduğundan şahsiyetini korumak için yalana kalkışmamakta, ağırlığı
olduğu için de yalancı şahitlik için kira-lanamamaktadır.
(İki kişi. Bahalarının hir kimseyi vâsi tâ'yin ettiğine şahitlik ederlerken o kimsede bunu iddia
ediyorsa bu şahitlik İstihsânen geçerlidir,
etmiyorsa geçersizdir.) Kıyâsa göre ise, Vâsi iddia etse bile bu şahitlik
geçersizdir. Aynı şekilde kendilerine bir mal vasiyet edilen iki kişi veya
ölüden alacaklı olan veya ölüye borçlu olan iki kişinin bu konudaki
şahitlikleri ile ölünün kendileriyle beraber şu adamı da vâsi tâ'yin ettiğine dâir şahitlik yapan iki Vâsinin şahitliği
de caiz değildir. Çünkü bu, şahidin, kendine şahitlik yapması demektir. Nitekim
bu şahitlikle sağlanan menfaat kendisine aittir.
îstihsâna göre ise, ölümün malûm, kişinin de vasiliğe talip
olması halinde Hâkim, onu Vâsi tâ'yin edebilir. Bu
şahitlik ise, Vâsiyi tâ'yin hususunda Hâkime yeterli
delildir. Yoksa bu şahitlikle herhangi bir hak sabit olmaz. Bu nedenle de bu
şahitlik, kur'a hükmündedir, îki Vâsi, beraberlerinde üçüncü bir kişinin dahs bulunduğunu ikrar ederlerse Hâkim, üçüncüyü tâ'yin edebilir. Çünkü her iki vâsi, kendi ikrarları gereği
tasarruftan âciz kalmışlardır.
ölümün malûm olmaması
ve vâsilerin vasiliği inkâr etmeleri halinde ise Hâkim, Vâsi tâ'yin edemez. Bu nedenle de bu durumda vâsi tâ'yinini gerektiren delil şahitlik olur. Ölüye borçlu
olduklarını ikrar eden iki kişinin bu konudaki şahitlikleri ölüm malûm olmasa
bile geçerlidir. Çünkü bunlar, kendi aleyhlerinde ikrarda bulunduklarından
ölüm, onların kendi haklarındaki bu ikrarlarıyla kesinleşmektedir.
(Eğer iki kişi, hazır
bulunmayan Babalarının, falancayı Kûfe'de-ki
borçlarını almaya vekil kıldığına şahitlik ederlerse bu durumda, vekil olacak
kişi, kabul veya inkâr etsin bu kişilerin şahitliği geçersizdir.) Çünkü Hâkim,
hazır bulunmayan bir kişiye vekil tâ'yin edemez.
Vekilliğin sabit olması ise, bu iki kişinin şahitliğine bağlıdır.
Oysa bu kişilerin
şahitliği vekilliği ortaya koyamaz. Çünkü töhmet altındadırlar.
(Hâkim, davacı
şahitlerin ehliyetsiz olduklarına dâir şahitliği dinlemez ve buna karar
vermez.) Çünkü fasıklik Hâkimin karar veremediği
hususlardandır. Nitekim, kişi, tevbe ile fâsıklıktan kurtulduğundan Hâkimin bu konudaki karan
bağlayıcı ve daimi olamamak-tadıı. Hem de bu
şahitlik, gizlenmesi vacip olan sim ifşa etmektir. Halbuki sır yaymak, günâh
olup ancak hakları korumak için vâki zaruret halinde buna ruhsat verilebilir.
Bu zaruret ise, karar verilebilen konularda geçerlidir. (Ancak bu şahitler,
davacının bunu ikrar ettiğine şahitlik ederlerse bu şahitlik geçerlidir.)
Çünkü ikrar hakkında karar verilebilir.
(Davalı, davacının
şahitleri kiraladığına dâir delil getirirse kabul edilmez,) Çünkü bu,
mesnetsiz olarak şahitlerin ehliyetsizliklerine şahitlik etmektir.
Şahitlerin kiralandığı
hususu, ehliyetsizliği destekleyici bir husus olmakla beraber bunun ispatı
için hasım olacak kimse bulunmamaktadır. Çünkü bu hususta dâvâlı olan kişi,
hasım durumunda değildir. Fakat eğer davâh;
davacının şahitlik yapmaları için şahitlere on dirhem ödediğini, ve bu
dirhemleri de onun elindeki kendi malımdan ödemiştir diyerek bu konuda
getirdiği delil geçerlidir. Çünkü o, bu konuda hasımdır. Bu iddiaya binâen
şahitlerin ehliyetsizliği de ortaya çıkar. Aynı şekilde dâvâlı, delil
getirerek aleyhinde haksız şahitlik yapmamaları için davacı şâhitleriyle belli
bir miktar para üzerinde anlaştığını ve bu parayı kendilerine ödediğini, ancak
kendilerinin buna rağmen davacıya şahitlik yaptıklarını iddia eder ve ödediği
parayı kendilerinden geri isterse getirdiği delil geçerlidir. Bu nedenle biz: davâh, davacı şahidinin köle veya zina isnadı suçundan ceza
yediğini veya içki içtiğini veya zina iftiracısı veya davacının ortağı olduğuna
dâir delil getirirse getirdiği delil geçerlidir. (Bir kimse, şahitlik edip
henüz yerinden ayrılmadan ! Ben, şahitliğimin bir kısmında hata yaptım dediği
takdirde, eğer bu, âdil bir kimse ise şahitliği caizdir.) Yâni söylemem gereken
bir şeyi unutarak veya olmayan bir şeyi ekleyerek hata yaptım derse durum böyledir.
Çünkü şahit, Mahkeme meclisinin mehabetinden böyle durumlarla karşüaşabildiğinden bu, açık bir özür olmaktadır. Bu
nedenle anında telâfi edilmesi ve şahidin âdil olması halinde şahitlik geçerli
olur. Ancak meclisten kalktıktan sonra döner ve hata yaptım derse durum böyle
değildir. Çünkü bu hareket, hakikati Örtbas etmek ve hainlik yapmak üzere
davacı lehine ifâde değiştirdiği şüphesini uyandırdığından ihtiyatlı olmak
gerekmektedir. Hem de meclis aynı olduğunda sonradan eklenen ifâde asıl
şahitliğe katılır. Böylece ifâdenin tümü tek bir konuşma gibi olur. Meclislerin
ayrı olması halinde ise durum böyle değildir. Şer'î cezaların veya nesebin bir
kısmında hata meydana gelmesi halinde de durum aynıdır. Eğer ifâdedeki
değişiklik, şüphe uyandırıcı mâhiyette ise durum böyledir. Yok eğer böyle bir
durum yoksa şahit âdil olduktan sonra meclisten kalksa bile ifâdeyi tekrarlamakta
bir beis yoktur.
Örneğin: şahitlik
sözünü veya bunun yerine geçecek bir sözü unutması
gibi. İmam Ebû Hanife ile
îmam Ebû Yûsuf dan: Şahit âdil ise, ayrı mecliste
ifâdeyi düzeltmesi halinde de sözü geçerlidir, dedikleri rivayet edilmiştir.
Ancak asıl olan bizim dediğimiz gibidir. Allah doğruyu en iyi bilendir.[27]
(Şahitlik, davaya
uygun is6 geçerli, uygun değilse geçersizdir.) Çünkü konaklarında davanın
şahitlikten önce meydana gelmesi şahitliğin, geçerli olmasının şartıdır.
Böylece şahitliğin davaya uygun olduğu durumlarda dava daha önce meydana
gelmekte iken şahitliğin davaya uygun olmadığı durumlarda ise dava şahitlikten
Önce meydana gelmemektedir. (İmam Ebû Hanife'ye göre, her iki şahidin ifâdesinin söz ve mânâ
bakımından aynı olması gerekir. Şöyle ki: Şahitlerden biri, bin dirheme Öbürü
de iki bin dirmehe şahitlik ederse, İmam Ebû Hani-fe'ye göre bu şahitlik
geçersizdir. Diğer iki İmama göre ise, davacı iki bin dirhem dava ediyorsa
şahitlik, bin dirhem için geçerlidir.) Aynı şekilde şahitlerden birinin yüz,
öbürünün, ikiyüz veya birinin bir talâk, öbürünün iki
talâk ya da birinin bir talâk öbürünün üç talâk
demesi halinde de durum aynıdır.
İki İmam diyorlar ki:
her iki şahit de bin dirhem veya bir talâk üzerinde birleşmişlerdir. Fazlalığı
ise yalnız bir şahit söylemiştir. O halde yalnız birinin söylediği fazlalık
değil ikisinin de birleştiği miktar kesinleşir. Böylece bu, bir şahidin bin
dirhem, öbürünün se binbeşyüz
dirhem demesi gibi olur.
İmam Ebû Hanife ise diyor ki:
şahitler, sözde ihtilâfa düşmüşlerdir. Sözdeki ihtilâf ise mânâda da ihtilâf
olduğunu gösterir. Çünkü mânâyı ifâde eden sözdür. Şöyle ki; bin kelimesi,
iki-bin anlamında kullanılamaz. Tam tersine bu iki ifâde birbiriyle çelişen
ayrı iki cümle olduğundan her biri için bir kişi şahitlik yapmış olur. Bu
nedenle bu, paraların cinsi konusunda değişik ifâde vermeleri gibi olur.
(Şahitlerden biri,
bine öbürü İse binbeşyüze şahitlik eder ve davacı da
binbeşyüz dava ediyorsa şahitlik bin dirhem için
geçerlidir.)
Çünkü her iki şahit
hem söz hem de mânâ bakımından bin dirhem üzerinde birleşmişlerdir. Çünkü bin
ile beşyüz birbirine atfedilen iki ayn sözdür. Atıf ise kendisine atıf yapılanı takviye eder.
Bir talâk ile bir buçuk talâk ve yüz ile yüzelli de
böyledir. On ile onbeş ise böyle değildir. Çünkü
aralarında atıf harfi bulunmadığından bin ile ikibin
gibidirler. (Eğer davacı, benim falancada sadece bin dirhem alacağım vardır
derse. Şahidin, alacağın binbeşyüz dirhem olduğuna
dâir şahitliği geçersizdir.) Çünkü davacı, şahitlik konusu malın miktarı hususunda
onu yalanlamıştır. Davacının, bin dirhemin dışında bir şey istememesi de
böyledir. Çünkü burada asıl olan yalanlama olduğundan dava ile şahit
ifâdesinin uzlaştırılması gerekir.
Şayet davacı; Ondaki
alacağım daha önce binbeşyüz iken beş-yüzü almıştım
veya bağışlamıştım derse şahitlik geçerli olur. Çünkü bu durumda dava ile
şahit ifâdesi arasında uzlaşma meydana gelmiştir.
(Her iki şahit de bin
dirheme şahitlik eder ve onlardan biri; borçlunun, beşyüzü
ödediğini söylerse bindeki şahitlikleri geçerlidir.) Çünkü bu hususta
birleşmişlerdir. (Ancak beşyüzünün ödendiğini söyleyen
şahidin bu sözü dinlenmez.) Çünkü bu, tek kişinin şahitliğidir. (Ancak başka
biri de bu hususta onunla beraber şahitlik ederse sözü dinlenir.)
tmam Ebû Yûsuf dan : Alacağın beşyüz olduğuna karar verilir. Çünkü beşyüzün
daha önce ödendiğini söyleyen şahit, alacağın yalnızca beşyüz
olduğuna şahitlik etmiş olur, dediği rivayet edilmiştir. Buna karşı olan
görüşün gerekçesi ise, yukarda açıkladığımız gibidir. Beşyüzün
Ödendiğini bilen (Şahidin, dâvâlı beşyüzü aldığını
ikrar etmedikçe alacağın bin dirhem olduğuna şahitlik etmemesi gerekir.)
Böylece haksızlığa yardıma olur.
fCami'us-Sağir'de: İki kişi,
falancanın bin dirhem borcu olduğuna şahitlik ettikten sonra onlardan biri,
borçlunun bu borcu ödediğini söylerse borçla ilgili şahitlik geçerlidir.)
Çünkü borcun varlığı konusunda ikisi de birleşmişken daha önce de açıkladığımız
üzere ödendiğine sadece biri şahitlik etmektedir. T a h a v i, Fıkıhçıla-nmızdan bu şahitliğin
geçersiz olduğunu söylediklerini rivayet etmiştir. Bu, fmam
Züfer'in de görüşüdür. Çünkü davacı, borcun
ödendiğini söyleyen şahidi yalanlamıştır. Biz diyoruz ki; bu, ilk şahitliğe
konu o)an borçla ilgili bir yalanlama değildir. Şahitlik yapılan konu ile
ilgili olmayan yalanlama ise, şahitliğin geçerliliğine engel değildir. (İki
şahit, falancanın Zeyd'i Kurban bayramında Mekke'de,
diğer iki şahit de onu Kûfe'de öldürdüğüne şahitlik
eder ve Hâkim huzurunda bir araya gelirlerse Hâkim, her iki şahitliği de
geçersiz sayar.) Çünkü şahitliklerden birinin yalan olduğu muhakkaktır. Bu
arada bunlardan biri, öbürüne tercih edilemez. (Şayet bu şahitliklerden biri
daha önce yapılır ve ona göre karar verildikten sonra öbürü yapılırsa sonradan
yapılan şahitlik geçersizdir.) Çünkü birinci şahitlik, kararla birleşmekle
tercih edilir duruma geldiğinden ikinci şahitlikle bozulmaz.
(İki kişi, bir kimsenin
bir inek çaldığına şahitlik eder, fakat renginde ihtilâf ederlerse hırsızın
eli kesilir. Şayet biri, ineği öbürü İse öküzü çaldığında şahitlik ederse
hırsızın eli kesilmez.) Bu, İmam Ebû Hanife'ye göredir
Diğer iki imam ise:
her iki durumda da hırsızın eli kesilir, demişlerdir.
Kimisi ise: bu
ihtilâf, siyahlık ve beyazlık gibi renklerde değil, siyahlık ve kırmızılık gibi
birbirine benziyen renklere mahsustur, demiştir.
Kimisi de: bu ihtilâf, bütün renklerde vardır, demiştir.
İki İmam diyorlar ki:
siyah hayvanı çalmak ile beyaz hayvanı çalmak aynı şeyler olmadığından
hırsızlıkların her biri için iki şahit bulunmamıştır. O halde gaspta olduğu
gibi burada da karar verilmez. Kaldı ki şer'i ceza konusunda karar verilmemesi
daha evlâdır. Böylece bu da, şahitlerin, hayvanın erkeklik ve dişiliğinde ihtilâf
etmeleri gibi olur. İmam Ebü Hanife
ise diyor ki: İki şahidin ifâdesini uzlaştırmak mümkündür. Çünkü hırsızlık
olayları geceleyin uzaktan görülmektedir. Renkler ise ,ya
birbirine benzemekte veya aynı hayvanda bulunmaktadır. Şöyle ki; Siyahlık
hayvanın bir tarafında olur ve onu bir şahit görür, beyazlık da hayvanın diğer
tarafında olur ve onu da Öteki şahit görür. Gasp ise böyle değildir. Çünkü o, gündüzleyin yakından görülür.
Erkeklik ve dişilik ise
aynı hayvanda bir arada bulunmaz. Ayrıca hayvanın erkeklik ve dişiliğini
öğrenmek için onu yakından görmek gerektiğinden bu iki durum birbirine
karıştırılmaz.
(Bir kimsenin bir
başka kimseden bin dirheme bir hayvan satın aldığına şahitlik eder, başka biri
de hayvanı binbeşyüze aldığına şahitlik ederse
şahitlik geçersizdir.) Çünkü şahitlikten maksat, satış akdinin yapıldığını
ispatlamaktır. Bedelin değişik olması ise, akdin de değişik olmasına yol
açmaktadır. Böylece şahitliğe konu olan iki akit meydana gelmekte ve her akit
için iki şahit bulunmamaktadır. Hem de davacı, şahitlerden birini yalanlamış
olur. Satıcının davacı olması halinde de durum aynıdır. Açıkladığımız nedenle,
davacının, azı veya çoğu dava etmesi arasında bir fark yoktur. (Davacı kârı olmak
üzere bir mal karşılığında yapılan HUL1 meselesi ile davacı, katil olmak üzere
kasıtlı öldürme meselesinde yapılan şahitlikte de aynı durum vardır.) Çünkü
maksat, ihtiyaç duyulan akdi ispatlamaktır. Sâyet
dava başka taraftan yapılırsa bu, daha önce açıkladığımız hususlarda borç akdi
gibi olur. Çünkü bu takdirde katilin bağışlanması ile talâk, hak sahibinin
ikrarıyla kesinleştiğinden ortada sadece borçla ilgili dava kalmaktadır.
Rehin meselesinde ise;
eğer davacı malı rehne koyan ise şahitlik geçersizdir.
Çünkü onun rehinde bir payı bulunmadığından şahitlik davâsız kalır. Yok eğer
davacı, rehni alan ise, bu da borç davası gibidir.
îcâr meselesinde ise eğer dava, kira süresinin başlangıcında açılmışsa bu da
satış akdi gibidir. Yok eğer davacı, kiraya veren olur ve dava, sürenin
bitiminde açılırsa bu, borç davası gibidir. (Nikâh ise, İstîhsânen
bin dirhem ile caizdir. Her iki İmam ise : bu İhtilaflı şahitlik, nikâhta da
geçersizdir demişlerdir.) Emali'de ise, îmam Ebû Yûsuf un görüşü îmam E b û H a n i -f e ' nin görüşüyle
beraber zikredilmiştir.
İmam Ebû Hanife ise diyor ki; Nikâh
meselesinde mal, akdin aslından değildir. Nitekim nikâhta asıl olan, kadın ile
erkeğin birbirine helâl olmaları, aralarında evlilik bulunması ve meh-rin, kadının malı olmasıdır.
Kaldı ki akdin aslında ihtilâf yoktur. Bu nedenle akit kesinleşir. Sonra, akdin
aslında bulunmayan bir hususta ihtilâf meydana geldiğinde her iki şahidin
birleştikleri aza karar verilir.
Sahih görüşe göre; her
iki şahidin söylediği malların azını veya çoğunu dava etmek aynıdır. Sonra
denilmiştir ki, imamlar arasındaki söz konusu ihtilâf, kadının davacı olduğu
durumda mevcuttur. Kocanın, davacı olduğu durumda ise anılan şahitliğin
geçersizliği hususunda ittifak vardır. Çünkü bazen kadının gayesi mal olduğu
halde kocanın gayesi devamlı olarak akdin gerçekleşmesidir.
Kimisi ise: her iki
durumda da imamlar arasında ihtilâf vardır. demiştir. En sıhhatli görüş de
budur. Gerekçesi ise, yukarıda açıkladığımız gibidir. Allah (Azze ve Celle) daha iyi
bilir.[28]
[Bir kimse, açık delil
getirerek herhangi bir evin Ölen Babasına âit olduğunu ve elinde bulundurana
emânet veya ödünç olarak verdiğini söylerse evi alır ve bu konuda kendisinden
babasının Öldüğüne ve evi kendisine miras bıraktığına dâir delil istenmez)
îmam Ebû Hanife ile îmam
Muhammed'e göre fıkhî kural olarak şahitler, murisin
öldüğüne ve malı vârise miras bıraktığına şahitlik etmedikçe malm murise âit olduğunun sabit olmasıyla vârisin olduğuna
karar verilemez. İmam Ebû Yûsuf'a göre ise durum
böyle değildir. O, şöyle der: murisin mülkiyeti demek vârisin mülkiyeti demek
olduğundan murisin mülkiyetine şahitlik etmek, vârisin mülkiyetine şahitlik
etmek demektir. İmam Ebü Hanife
ile İmam Muhammed ise: vârisin mirastaki mülkiyeti yeni bir mülkiyettir.
Nitekim fakir olan murise verilen sadakayı zengin olan vârisin alması caizdir.
O halde mülkiyetin vârise geçtiğine şahitlik edilmesi
gerekir, demişlerdir. Ancak mülkiyetin kesin olarak vârise geçmesi
için malın, ölüm esnasında murisin mülkiyetinde olduğuna şahitlik edilmesiyle
iktifa edilmiştir. Açıklayacağımız üzere murisin bir maldaki tasarruf hakkı
konusunda da bununla iktifa edilmiştir. K u d û r i' deki meselede de
tasarrufla ilgili şahitlik mevcuttur. Çünkü malı ödünç veya emânet olarak alan
ile kiracının maldaki tasarrufları mal sahibi-
nin tasarrufu yerindedir. Bu durum ise, malın çekilip
taşınmasına ihtiyaç bırakmamaktadır.
(Eğer şahitler, bir
evin ölen bir kimsenin tasarrufunda olduğuna, ölürken de bu tasarrufun var
olduğuna şahitlik ederlerse şahitlikleri caizdir.) Çünkü zâminlik
nedeniyle maldaki tasarruf, mülkiyete dönüşür. Murise tasarruf hakkını verenin
bilinmemesiyle de mala zâmin olunur ve böylece mal.
onun mülkiyetine geçmiş olur. Bu nedenle tasarrufla ilgili şahitlik, malın ölüm
esnasında murisin mülkiyetinde olduğuna şahitlik etmek gibidir.
(Evi tasarrufunda
bulunduran sağ bîr kişiye karşı şahitler, evin bir kaç aydan beri davacının
tasarrufunda bulunduğunu söylerlerse şahitlikleri geçersizdir.) İmam Ebû Yûsuf ise: geçerlidir çünkü tasarruf da tıpkı mülkiyet
gibi bir haktır. Nitekim şahitler, evin, davacının malı olduğuna şahitlik
etselerdi şahitlikleri geçerli olacağından bu da öyledir. Böylece bu şahitlik,
davalının evi davacıdan aldığına şahitlik etmeleri gibi olur, demiştir. imam Ebü Hanife ile İmam Muhammed'e
göre ise; burada şahitlik, belirsiz bir hususta yapılmıştır. Çünkü tasarruf,
sona eren bir hak olduğu gibi, mülkiyet, itimat ve zâminlik
gibi kısımlara aynlır. Belirsiz bir şeyin iadesine
karar vermek ise imkânsızdır.
Mülkiyet ise; malûm
olduğu gibi çeşitleri de yoktur. Malı davacıdan almanın durumu da böyle
değildir. Çünkü bu, malûm bir durum olduğu gibi hükmü de malûmdur. Bu hüküm,
malı geri vermenin vacip olduğudur. Hem şahitlik konusudur. Oysa söylemek, görmek
kadar kesin olamaz. (Şayet davalı, bu iddiayı ikrar ederse ev, davacıya
verilir.) Çünkü ikrar edilen maldaki belirsizlik ikrarın sahih oluşuna engel
olmamaktadır (Eğer iki şahit, davalının, evin daha önce davacının tasarrufunda
olduğunu ikrar ettiğine şahitlik ederlerse ev davacıya verilir.) Çünkü burda şahitlik konusu olan ikrardır. İkrar ise bilinen bir
husustur.[29]
(Şüphe ile kalkmayan
her hakta şahittik üzerine şahitlik yapmak caizdir.) Bu, istihsânen
caizdir. Çünkü buna şiddetle ihtiyaç vardır. Nitekim asıl şahit bâzı
engellerden ötürü bazen şahitlik yapamamaktadır.
Bununla beraber,
şahitlik üzerine şahitliğin caiz olmaması, hakların kaybolmasına yol
açacaktır. Bu nedenle biz, şahitlik üzerine şahitliğin caiz olduğunu
söylüyoruz. Bu, bir kaç panitlik şeklinde de olsa
caizdir. Ancak bu şahitlikte ya asil şahitliğin
yerine geçmesi veya, ihtimal payının fazla olması
bakımından şüphe unsuru mevcuttur. Oysa, asil şahitleri, çoğaltmak suretiyle
bundan kaçınılabilir. Bu nedenle bu şahitlik, şer'i cezalar ve kısas gibi
şüpheyle ortadan kalkan hükümlerde geçersizdir.
(İki kişinin, iki asil
şahidin şahitliğine şahitlik etmesi caizdir.) îmam-ı Şafiî ise: -Bu şahitliğin
ancak her asil şahide iki şahit olmak üzere dört kişiyle caizdir. Çünkü
buradaki İki şahit, bir asil şahidin yerine geçmektedir
Böylece bunlar, şahitlikte kadın gibidirler.» demiştir. Biz diyoruz ki; H z.
Ali: ([30])
-Bir kişinin şahitliğine ancak iki kişi şahitlik edebilir.» demiştir. Hem de
asil şahidin şahitliğini ak.tarmak, bir haktır.
Böylece bunlar, sırayla iki hakka şahitlik etmiş olacaklarından şahitlikleri
geçerlidir. (Bir kişinin, yalnız bir şahidin şahitliğine şahitlik etmesi geçersizdir.)
Bu, aynı zamanda İmam M â 1 i k ' e karşı bir delil olan. H z . Ali' den
yaptığımız rivayet gereğincedir. Hem de bu şahitlik, bir hak meselesi
olduğundan şahitlerin gereken sayıda olmaları lâzımdır (Şahitliğe şahitlik
şöyle yapılır: Asil şahit, kendi şahidine; «Falanca oğlu falancanın, şu hususu
ikrar ettiğine ve beni kendine şahit kıldığına şahitlik ediyorum. Sen de bu
şahitliğime şahit ol- der.) Çünkü şahit şahidi, asil şahidin vekili durumunda
olduğundan, daha önce de geçtiği üzere şahitliğin
kendisine yüklenmesi ve vekil kılınması gerekir. Şahit şahidi, şahitliği
mahkeme meclisine götürebilmek için bu şahitliği Hâkim huzurunda yapacağı
şahitlik gibi yapması gerekir. (Beni kendine şahit kıldı dememesi halinde de
şahitlik caizdir.) Çünkü kendisine, «şahit ol» denmese bile başkasının ikrarını
duyan kimsenin bu konuda şahitlik yapması caizdir. «Şahit şahidi, şahitlik
yaparken şöyle der: -Falancanın, yanında şu hususu ikrar ettiğine şahitlik
yapan Zeyd'in, beni bu şâhitliğine şahit kıldığına ve
bana s bu şahitliğime şahit ol, dediğine şahitlik ediyorum.-] Çünkü, şahit
şahitliğinde, şahit şahidinin ve asil şahidin şahitliğiyle şahitliğin, şahit
şahidine yükletildiğinden söz edilmesi gerekir. Bu şahitliğin, hem yukardaki ifâdeden daha uzun hem de daha kısa ifâde şekli
de vardır. Ancak işlerin en iyisi, orta halli olanıdır.
(Falanca, beni kendine
şahit kıldı, diyen kimse, benim şahitliğime şahit ol, demedikçe onu duyan,
şahitliğine şahitlik yapamaz.) Çünkü şahitliğin, şahit şahidine yükletilmesi
gerekir. Bu, İmam Muhammed'in görüşüne açıkça uymaktadır. Çünkü ona göre, hem
şahit şahitlerinin hem de asil şahitlerin şahitliğiyle karar verilebilir.
Nitekim, bir hakkın talebi halinde zâminlikte
ortaktırlar. Bu, aynı zamanda İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'un
görüşlerine de uymaktadır. Çünkü onlara göre de delil olması için asil
şahitlerin şahitliklerini Mahkeme meclisine aktarmak gerektiğinden delil
olacak bu şahitliğin şahit şahidine yükletilmesi gerekir.
(Asil şahitler,
ölmedikçe veya üç günlük ve daha fazla mesafe uzaklıkta bulunmadıkça veya Hâkim
huzuruna gelemeyecek kadar ağır hasta olmadıkça şahit şahidinin şahitliği
geçersizdir.) Çünkü şahitliğe
şahitlik, ihtiyaç için caizdir. İhtiyaç ise, ancak asil şahidin şahitlik
yapamaması durumunda mevcuttur. Nitekim saydığımız nedenlerle bu durum
gerçekleşmektedir. Bu arada şer'î sefer süresini nazara almamızın nedeni, asil
şahidin şahitliğine engel olan gerçek nedenin mesafe uzaklığı olmasıdır. Anılan
sefer süresi ise, hükmen uzak kabul edilir. Nitekim, bâzı dinî hükümler, bu
sefer süresine bağlıdır. Söz konusu şahitlik meselesi de aynı durumdadır, imam
Ebû Yûsuf dan : Bir kimse, sabah şahitlik yapacağı
yerden akşama kadar evine varamıyorsa bu durumda halkın haklannı
korumak için şahitliğe şahit tutmak caizdir, dediği rivayet edilmiştir.
Demişlerdir ki;
birinci görüş, daha uygun, İkinci görüş ise, daha acımalıdır. Fakih Ebül-Leys
de ikinci görüşü benimsemiştir. (Şahit şahitlerinin asil şahitlerin âdil
olduklarını söylemeleri caizdir.) Çünkü şahit şahitleri buna ehildirler. (Aynı
şekilde, şahitlik yapan iki kişiden birinin, öbürünün âdil olduğunu söylemesi
de caizdir.) Çünkü bu durumda olsa olsa bunu
söyleyen şahit için, arkadaşının şahitliğiyle beraber kendi şahitliğine göre
karar verilmesi avantajı vardır. Kaldı ki. âdil bir kimse, kendi şahitliğinde
olduğu
gibi başkasının
şahitliğiyle ilgili sözünde de böyle bir şeyle itham edilemez. Nasıl edilsin
ki?.. Arkadaşının şahitliği reddedilse bile onun kendi hakkındaki sözü
geçerlidir. Bu nedenle de itham söz konusu değildir.
(Şahit şahitleri, asil
şahitlerin âdil olduklarını söylemezlerse bu caizdir, ancak Hâkim, durumlarım
inceler.) Bu imam Ebû Yûsuf'a göredir. İmam Muhammed ise: Bu durumda
şahitlikleri geçersizdir. Çünkü adaletsiz şahitlik yapılamaz. O halde şahit
şahitleri, asil şahitlerin âdil olduklarını bilmedikleri takdirde şahitliği aktaramazlar.
Bu nedenle de şahitlikleri geçersizdir, demiştir.
İmam Ebû Yûsuf diyor ki: Şahit şahitlerine düşen görev, asil
şahitlerin âdil olduklarını söylemek değil, şahitliği aktarmaktır. Çünkü âdil
olup olmadıklarını bilmeyebilirler. Ancak şahit şahitleri şahitliği aktarırken
Hâkim, asil şahitlerin âdilliklerini araştırır. Tıpkı asil şahitlerin bizzat
gelip şahitlik yapmaları durumunda olduğu gibi.
(Asîl şahitler,
şahitliği inkâr ederlerse şahit şahitlerinin şahitliği geçersizdir.) Çünkü iki
tarafın söyledikleri arasında çelişki bulunduğundan bu şahitlikte şart olan,
şahitliği şahit şahitlerine yükletme gerçekleşmemiştir. (Eğer iki kişi, diğer
iki kişinin, falanca kabileden plan, falanın kızı falancanın bin dirhem borcu
olduğuna dâir şahitliklerine şahitlik eder ve kadını tanıdıklarını
söylediklerini söylerler, ancak davâcımn getirdiği
kadın için dâvâlının bu kadın olup olmadığını bilmediklerini söylerlerse bu
durumda davacıya: bunun falanca kadın olduğuna şahitlik edecek iki şahit getir
denilir.) Çünkü şahitlerin, kadını tanıdıklarına dâir şahitlik
gerçekleşmiştir. Ancak davacı, hazır olan kadından hak talep etmektedir. Oysa
borçlu olan, başka bir kadın olabilir. O halde bu kadının, asil şahitlerin dedikleri
şekilde tanınması gerekir. Bu meselenin bir benzeri de şahitlerin, sınırları
belli bir malın sınırlarını söyliyerek satıldığına ve
alıcıya verildiğine şahitlik etmeleridir. Bu durumda, davalının elinde bulunan
malın söylenen sınırlarla sınırlı olan malın kendisi olduğuna şahitlik edecek
diğer iki şahidin daha bulunması gerekir. Davalının, şahitlerin' belirttiği
sınırların kendi tasarrufundaki malın sınırları olduğunu inkâr etmesi halinde
de durum aynıdır.
(Hâkimin Hâkime bu
konuda yazdığı yazı da şahit şahidi ifâdesi gibidir.) Çünkü bu yazı şahitliğe
şahitlik anlamındadır. Ancak Hâkimin, diyaneti kâmil, yetkisi de tam olduğu
için tek başına meseleyi aktarabilmektedir.
(Şahitlik ve Hâkim
yazısı meselelerinde şahitler, kadını özel kabilesine nisbet
etmedikçe Temim kabilesinden deseler de bu caiz değildir.) Çünkü burada kadını
tarif etmek gerekir. Tarif ise, genel olan Temim kabilesine nisbetle
gerçekleşmez. Çünkü bu kabile sayılamayacak kadar çoktur. Bu tarif ancak
kadını özel kabilesine nisbet etmekle gerçekleşir.
Kimisi, Ferğaneli kadın demek genel, özcündlü kadın demek ise özel bir nisbettir
demekte, kimisi ise, Semerkantlı ve Buhâralı demek genel bir nisbettir,
derken kimisi de, küçük sokağa nisbet etmek özel,
büyük mahalleye ve şehire nisbet
etmek ise geneldir, demiştir. Sonra tarif, tmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed'e
göre uzak dedeyi zikretmekle kesinleşirken İmam Ebû
Yûsuf'a göre asıl olan, tarifin bu şekilde kesinleşmediğidir. Böylece özel
kabileyi zikretmek, dedeyi zikretmek gibidir. Çünkü bu kabile uzak dedenin
adını taşıdığından yakm dede hükmünde kabul
edilmiştir. Allah (Azze ve Celle)
en iyi bilendir.[31]
(İmam Ebû Hanife: Ben, yalancı şahidi
çarşıda teşhir ederim, fakat cezalandırmam, derken diğer iki İmam: Biz, onu
dayakla incitir ve hapsederiz, demişlerdir.) Bu, İmam-ı Şafii' nin de görüşüdür. Her iki tmam
diyorlar ki: ([32]) H z. Ö m e r'den, yalancı şahide kırk cop vurduğu ve yüzünü siyaha
boyattığı rivayet edilmiştir. Hem de yalancı şahitlik, insanlara zararı dokunan
büyük bir günâhtır. Ancak bunun için takdir edilmiş belli bir ceza bulunmadığından
onu işleyen idâri ceza ile cezalandırılır. İmam Ebû Hanife ise diyor ki
Şürayh, Hz. Ömer ile Hz. Ali devirlerinin Kadısı -yalancı şahidi teşhir ediyor
fakat dayak atmıyordu. Bir de teşhirle de yalancı şahitlikten vazgeçildiğinden
onunla yetinilir. Dayakta daha fazla azarlama varsa
da bu, onun yalancı şahitliğini ikrar etmesine engel olmaktadır. İşte bu
hususu nazara alarak cezayı hafifletmek gerekir. H z. ö m e r' in uygulaması
ise, siyâset gereğidir. Nitekim cezanın kırk dayağa ve yüzü karartmaya
çıkarılması bunu göstermektedir. Sonra teşhirin nasıl yapılacağı Şürayh' dan rivayet edilmiştir. Şöyle ki o, çarşı ehlinden
olan yalancı şahidi bulunduğu çarşıya, çarşı ehlinden olmayanı da kavminin
arasına en çok kalabalık oldukları ikindiden sonra gönderir ve: «Şürayh size selâm söyler ve der ki, biz bu kişinin yalancı
şahit olduğunu öğrendik. Ondan sakının ve halkı da ondan sakındırın» derdi. Şems'ül-Eimme Es-Serahsî, diğer iki İmama göre de yalancı şahidin teşhir
edildiğini söylemiştir. Onlara göre ta'zir ve hapis
Hâkimin kararıyla uygulanır. îdâri cezanın nasıl yapılacağını Şer'i Cezalar
Bahsi'nde açıkladık. (Cami'üs-Sağir'de
-. yalancı şahit olduklarını ikrar eden iki şahide dayak atılmaz. İki İmam
ise; cezalandırılırlar, demişlerdir, diye geçmektedir.)
Bu şahitlere dayak atılmamasının sebebi, yalancı şahitliğin yine yalancı
şahidin kendi itirafı ile ortaya çıkmasıdır. Bunu şahit ile ortaya koymak ise,
mümkün değildir. Çünkü bu, şahitliği ortadan kaldırmaktır. Halbuki, delil, bir
şeyi ortaya koymak içindir. Allah (Azze ve Celle) her şeyi en iyi bilendir.[33]
(Şahitliklerine göre
hükmedilmeden şahitlikten dönen şahitlerin şahitliği düşer. Çünkü herhangi bir
hak, ancak Hâkim kararıyla kesinleşir. Hâkim ise, çelişkili ifâdeye göre karar
veremez. Bu gibi şahitlere tazminat uygulanmaz. Çünkü bunlar, ne davacıyı ne de
şahitlik yaptıkları kişiyi zarara sokmamışlardır.
(Eğer şahitler,
şahitliklerine göre hükmedildikten sonra şahitlikten dönerlerse karar
bozulmaz.l Çünkü son ifâdeleri, ilk ifâdeleri ile çeliştiğinden karar, bu
çelişki ile bozulmaz. Bir de sonuncu ifâde, doğruluk bakımından ilk ifâdeden
farksızdır. Kaldı ki ilk ifâde kararla birleştiğinden kuvvet kazanmıştır. (Bu
şahitler, şâhitlikleriy-le
yol açtıkları zararları karşılamak zorundadırlar.) Çünkü kendileri tazminat
sebebini itiraf etmişlerdir, ifâdelerdeki çelişki, söz konusu itirafın sıhhatına engel değildir. Allah (Azze
ve Celle) izin verirse biz bunu da sonra
açıklayacağız. (Şahitlikten dönüş, ancak Hâkim huzurunda sahihtir.) Çünkü bu,
şahitliği bozmak demek olduğundan tıpkı şahitlik gibi ancak mahkeme meclisinde
yapılır. Bu, Hâkimin bulunduğu meclistir. Hangi Hâkim olursa olsun durum
aynıdır. Hem de şahitlikten dönmek, tev-be etmek
demektir.
Tevbe ise. işlenen suça göre olur. Şöyle ki: gizli suçun tevbesi gizli, açık suçun tevbesi
de açık olur. Hâkim meclisi dışında şahitlikten dönüş sahih olmadığından
hakkında şahitlik yapılan kişi. şahitlerin şahitlikten döndüklerini iddia
ederek yemin etmelerini istese kendilerine yemin ettirilmez. Aynı şekilde bu
kişinin, şahitler aleyhindeki delili de geçersizdir. Çünkü o, geçersiz bir
dönüşü iddia etmektedir. Ancak bu kişi, şahidin falanca Hâkimin huzurunda
dönüş yaptığına ve Hâkimin, hakkında tazminat kararı verdiğine dâir delil
getirirse bu delil sahihtir. Çünkü delilin geçerliliğinin sebebi olan Hâkim
huzurunda dönüş sahihtir.
(İki kişi, bir mal
konusunda şahitlik eder ve Hâkim bu şahitliğe göre karar verdikten sonra
şahitler, şahitlikten dönerlerse aleyhinde şahitlik yaptıkları kişi için mala zamin olurlar.) Çünkü haksız olarak zarara yol açmak, zaminliğe sebep olur. Tıpkı yolun ortasında kuyu kazan
gibi. Nitekim burada da şahitler, haksız olarak zarara yol açmışlardır. î m a m
-1 Şafiî ise: Şahitler zamin olmazlar. Çünkü zararın
esas sorumlusu olan kişi bulununca sebep nazara alınmaz, demiştir. Biz diyoruz
ki: zaminlik, zararın esas sorumlusu olan Hâkime
yüklenemez. Çünkü o, şahitlikle bu karara zorlandığı gibi Hâkime bu tür
zararların yüklenmesi, halkın Hâkimlikten kaçınmasına yol açacaktır. Malı
davacıdan da tahsil etmek imkânsızdır. Çünkü karar kesinleşmiş gitmiştir.
Böylece sebep nazara alınmıştır. Bu arada şahitler ancak, davacının malı teslim
alması halinde zamin olurlar. Bu mal, ister borç oisun isterse de peşin bir hak olsun durum aynıdır. Çünkü
malın zayi oluşu, ancak davacının teslim almasıyla gerçekleşir. Hem de
şahitlerden zararı peşin almak ile dâvâlıyı borçlu bırakmak arasında hiç bir
benzerlik yoktur. (Şayet şahitlerden biri şahitlikten dönerse malın yarısına zamin olur.) Burada asıl olan, dönen şahidin dönüşüne
değil, kalan şahidin şahitliğine itibar edilmesidir. Nitekim, şahitliğiyle hakkın
yarısı kalan bir şahit kalmıştır. (Eğer bir mal konusunda üç kişi şahitlik
eder ve bunlardan biri şahitlikten dönerse kendisine zaminlik
lâzım gelmez.) Çünkü şâhitlikleriyle hakkın tamamı tahsil edilecek kadar şahit
kalmıştır. Şöyle ki s malın, davacıya âit olduğu, kesin delil ile ortadadır.
Kaldı ki zayi edilen malın başkasına âit çıkmasıyla mevcut zaminlik
bile ortadan kalktığından zaminliğin meydana gelmesini
önlemek evlâdır.
(Şayet şahitlerden
biri daha şahitlikten dönerse dönen iki şahit, malın yansına zamin olurlar.) Çünkü onlarda birinin kalmasıyla hakkın
yansı kalmaktadır. (Eğer bir erkek ile iki kadir şâik
eder ve kadınlardan biri şahitlikten dönerse hakkın dörttebirine
zamin olur.) Çünkü kalan şahitlerle hakkın dörtte üçü
kalmıştır. (Eğer iki kadın dönerlerse hakkın yarısına zamin
olurlar.) Çünkü erkek şahidin kalmasıyla hakkın yarısı kalmıştır. (Eğer bir
erkek ile on kadın şahitlik eder ve daha sonra sekiz kadın şahitlikten
dönerlerse kendilerine zaminlik lâzım gelmez.) Çünkü
şâhitlikleriyle hakkın tamamı kalacak kadar şahit kalmıştır. (Eğer bir kadın
daha dönerse bu takdirde hakkın dörtte birine zamin
olurlar.) Çünkü bu durumda hakkın yarısı erkeğin, dörttebiri
de kalan kadının şahitliğiyle kalmıştır. Böylece hakkın dörtteüçü
kalmış olur. (Eğer hem erkek şahit hem de kadın şahitler şahitlikten dönerlerse
bu durumda İmam Ebü Hanife'ye
göre erkek, hakkın altıdabi-rine
kadınlar da altıdabeşine zamin
olurlar. Diğer iki İmama göre ise, hakkın yarışma erkek diğer yancına da
kadınlar zamin olurlar.) Çünkü onlar, çok da olsalar
ancak bir erkeğin yerine geçerler. Bu nedenledir ki bir erkekle beraber olmadan
şahitlikleri geçersizdir. İmam Ebû Hanife ise diyor ki: iki kadın bir erkek yerindedir.
Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seî-lem), akıllarının noksanlığı
konusunda: Onlardan iki kişinin şahitliği, bîr erkeğin şahitliğine denktir.» ([34])
buyurmuştur. Böylece buradaki şahitlik, altı erkeğin şahitlik yapması ve sonra
şahitlikten dönmeleri gibi olur. Daha önce açıkladığımız nedenle (Her on kadın,
da şahitlikten döner ve erkek dönmezse her iki görüşe göre de bu durumda
kadınlar hakkın yansına zamin olurlar. Eğer iki
erkek ile bir kadın bir mal konusunda şahitlik eder ve daha sonra üçü de
şahitlikten dönerse zaminlik, kadına değil erkeklere
lazım gelir.) Çünkü tek kadın bir şahit değildir. O, bir şahidin bir kısmı
olduğundan verilen karar ona yükletilemez. (Eğer iki şahit, bir kadının mehr-ı misi miktarıyla evlendiğine şahitlik ettikten sonra
şahitlikten dönerlerse kendilerine zaminlik lâzım
gelmez. Mehr-ı misl'den az
bir miktarla evlendiğine şahitlik etmeleri halinde de durum aynıdır.)
Çünkü kadınlık
organının menfaatleri, zayi olduğunda kıymet biçilen türden değildir. Çünkü zaminlik, bilindiği üzere ödenen ile zayi edilen arasında
benzerliği gerektirmektedir. Organa zamin olunması
ve kıymet biçilmesi ise ancak ona sahip olmakla olur. Çünkü mülkiyete geçmekle o da zorunlu olarak kıymet biçilen türden olmaktadır.
Böylece organın önem arzeden bir yer olduğu da ortaya
konmuş olur.
(İki şahidin bir
erkeğin mehr-ı misi miktarıyla bir kadınla evlendiğine
şahitlik etmeleri halinde de durum aynıdır.) Çünkü burada zayi olanın
karşılığı mevcuttur. Zira kadınlık organı erkeğin mülkiyetine geçmekle kıymet biçilen bir mal olmuştur. Karşılığı bulunan
bir malın zayi edilmesi ise zayi edilmemesi gibidir. Çünkü za-minüğin temeli, benzerliğe dayanmaktadır Karşılığı bulunan
bir malın zayi edilmesiyle karşılığı bulunmayan bir malın zayi edilmesi arasında
ise benzerlik bulunmamaktadır. (Eğer iki şâhlt, mehr-ı mislden fazla bir miktara
şahitlik ettikten sonra şahitlikten dönerlerse fazlalığa zamin
olurlar.) Çünkü onlar, fazlalığı karşılığı olmaksızın zayi etmişlerdir. (Eğer
iki şahit, bir şeyin kıymetinin miktarıyla veya fazlasıyla satıldığına şahitlik
ettikten sonra şahitlikten dönerlerse zamin
olmazlar.) Çünkü burada malın karşılığı nazara alındığından bu dönüş malı zayi
etme anlamında değildir. (Yok eğer kıymetten az bir fiyatla satıldığına
şahitlik etmişlerse aradaki farka zamin olurlar.)
Çünkü onlar, bu kısmı karşılıksız olarak zayi etmişlerdir. Bu konuda
kesinleşmiş satış ile satıcıya muhayyerlik tanınan satış arasında fark yoktur.
Çünkü bu durumun sebebi, daha yapılmış olan satış olduğundan muhayyerliğin
sona ermesiyle hüküm satışa taallûk eder. Dolayısıyla zarardan da şahitler
sorumlu tutulur.
(Eğer iki şahit, bir
kimsenin, karısını münasebette bulunmadan boşadığına şahitlik ettikten sonra
şahitlikten dönerlerse mehrin yansına zamin olurlar.) Çünkü şahitler, düşmek üzere olan bir zamin-liği pekiştirmişlerdir.
Nitekim bu kadın, üvey oğluyla münâsebette bulunsaydı veya mürted
olsaydı mehr tamamen ortadan kalkacaktı. Hem de
cinsi münâsebetten önceki boşama, akdi feshetme mânâsında olduğundan Nikâh
Bahsi'nde de geçtiği üzere mehrin
tamamının ortadan kalkmasını gerektirir. Sonra kadına mehrin
yarısını müt'a olarak vermek daha nikâhın
başlangıcında şahitlerin şahitliğiyle vacip olmaktadır.
(Eğer şahitler kısasa
şahitlik eder ve suçlu öldürüldükten sonra şahitlikten dönerlerse diyete zamin olurlar, kendilerine kısas cezası uygulanmaz,) î m a
m -1 Ş â f i İ ise: kendilerine kısas uygulanır.
Çünkü Öldürmeye sebep olmuşlardır. Böylece başkasını adam öldürmeye zorlayan
kimse gibidirler veya ondan daha çok cezayı hak etmişlerdir. Çünkü şahitlere
dayanan Ölü sahibine kısas konusunda yardımcı olunurken zorlananın
engellenmesine çalışılır. Biz diyoruz ki, öldürme doğrudan doğruya şâhitlerce
yapılmadığı gibi onlar buna sebep de olmamışlardır. Çünkü sebep, bir şeye
ekseriya yol açan husustur. Burada ise yol açmamaktadır. Zira suçlunun
bağışlanması dinen daha iyidir, öldürmeye zorlanan kimse ise böyle değildir.
Çünkü o açıkça kendi hayatım başkasının hayatına tercih etmektedir.Hem de Ölü
sahibinin, kendi isteğiyle suçluyu öldürmesi, şahitlerin olayla ilgisini kesen
hususlardandır. îlgiyi kesmeye bile en azından kesinliği ortadan kaldırarak
şüpheyi gerektirir. Şüphe ise kısası önler. Mal ise böyle değildir. Çünkü o.
şüpheyle birlikte de kesinlesin Meselenin tafsilâtı. Muhtelif adlı kitaptan
öğrenilebilir. (Şahit şahitleri, şahitlikten dönerlerse zamin
olurlar.) Çünkü mahkeme meclisindeki şahitliği kendileri yaptıklarından
zarardan da onlar sorumlu tutulur. (Eğer asil şahitler, şahitlikten dönerek i
biz, adımıza şâhttlik edenleri şahitliğimize şahit
kılmadık, derlerse zamin olmazlar.) Çünkü bunla
zararın sebebi olan şahit kılmayı inkâr ettiklerinden bununla Mahkeme karan
bozulmaz. Zira bu, hem doğru hem de yalan ihtimali olan bir ifâde olduğundan
şahidin şahitlikten dönmesi gibidir. Mahkeme kararından önce bunu söylemeleri
halinde ise durum böyle değildir. (Eğer asil şahitler t Biz onları şahit
kıldık fakat yanıldık, derlerse zamin olurlar. Bu,
İmam Muhammed'e göredir. İmam Ebü Hani-fe ile İmam Ebû Yûsuf'a göre ise zamin olmazlar.) Çünkü karar, şahit şahitlerinin
şahitliğiyle verilmiştir. Zira Hâkim, müşahede ettiği delile göre karar verir.
Bu delil ise, şahit şahitlerinin yaptıkları şahitliktir. İmam Muhammed diyor
ki: Şahit şahitleri asil şahitlerin şahitliğini aktardıklarından asil şahitler
de mahkeme meclisinde var kabul edilirler.
(Eğer hem asil
şahitler hem de şahit şahitleri şahitlikten dönerlerse İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre yalnızca şahit şahitlerine zaminlik lâzım gelir.) Çünkü onların şahitliğiyle karar
verilmiştir.
İmam
Muhammed'e göre ise aleyhinde şahitlik yapılan kişi muhayyerdir. İsterse asil
şahitleri isterse de şahit şahitlerini zamin kılar.
Çünkü İmam Ebü Kanife ile
İmam Ebû Y.û suf'a göre
karar şahit şahitlerinin şahitliğiyle, İmam Muhammed'e göre ise asil şahitlerin
şahitliğiyle verildiğinden aleyhinde şahitlik yapılan kişi, her iki görüşten
birini seçmekte serbesttir. Görüşler, birbirinden farklı olduklarından zaminlik konusunda ikisiyle birden amel edilmez. (Eğer
şahit şahitleri: asil şahitler, şahitliklerinde yalan soy İti yorlar veya yanılıyorlar, derlerse buna itibar
edilmez.) Çünkü da ha önce verilen
karar, onların dedikleriyle bozulmaz. Bu sözleriyle zamin
de olmazlar. Çünkü onlar, kendi şahitliklerinden dönmemişlerdir. Ancak asil
şahitlerin dönüşüne şahitlik etmişlerdir. (Şahitleri âdillikle tezkiye edenler,
bundan dönerlerse zamin olurlar.) Bu, İmam Ebû Hanife'ye göredir. Diğer iki
İmam ise: zamin olmazlar. Çünkü onlar, şahitler
hakkında iyi söylemişlerdir. Böylece muhsanlık
şahitleri gibi olurlar, demişlerdir. İmam Ebü Hanife diyor ki: tezkiye, şahitliği işler hale getirmektir.
Zira Hâkim tezkiyesiz şahitliğe göre karar vermez. Böylece tezkiye, karar için
sebebin sebebi anlamındadır. Muhsanlık şahitleri ise
böyle değildir. Çünkü muhsanlık, cezanın sebebi
değil, sadece şartıdır. (Eğer iki şahit, edilen yemine, diğer ikisi de yeminin
şartına şahitlik ettikten sonra şahitlikten dönerlerse zaminlik
yalnızca yemin şahitlerine lâzım gelir.) Çünkü meydana gelen durumun sebebi yemindir.
Zarar ise, sâde şartı değil, sebebi ispatlayanlara yüklenir. Nitekim Hâkim de,
şartın şahitlerine göre değil, yemin şahitlerine göre karar verir. Yalnızca
şart şahitlerinin şahitlikten dönmeleri halinde zamin
olup olmayacakları konusunda fıkıhçılar ihtilâf etmişlerdir. Buradaki yeminden
maksat, köle azadı yemini ile cinsi münâsebetten önceki boşama yeminidir.[35]
[1] Bakara sûresi, âyet: 282
[2] Bakara sûresi, âyet: 283
[3] Peygamber Efendimizin'in
kendisine bu sözü söylediği kimse, Ebû Dâ-vûd ve Nesaİ'nin rivayetine göre
Peygamber Efendimiz'in yanında her hangi bir
şahitlikte bulunmamış, ancak zina İşleyen Maiz
adındaki adamı, Peygamber Efendimize gidip suçunu söylemeye teşvik etmiştir. Matz de Peygamber Efendimize giderek kendisine bu suçu
işlediğini dört defa tekrarlamış ve Peygamber Efendimiz Maiz'i
recmettirdikten sonra Maiz'i
bu suçunu söylemeye teşvik eden Hezal adındaki adama
: «Sen onu elbisenle gizleseydin senin için daha hayırlı olurdu. Yâni daha
sevap kazanmış olurdun» buyurmuştur.
Ebû Dâvud (Şer'i
Cezalar) C. 2 S, 245, El Müstedrek (Şer'i
Cezalar) C. 4 S. 363, îmam Ahmed'in Müsned'i C. 5 S. 216
[4] Buharî (Mezalim) 3, Müslim (Birr) 58, 72 (Zikir) 38, Tirmizİ
(Hudud) 3
[5] Nisa sûresi, âyet: 15
[6] Nur sûresi, âyet : 4
[7] îbn-i Ebi
Şeybe'nin Musannef'inde bu
ifadeyle naklettiği bu hadisi Şa'-bl,
Nahal, Hasan-i Basri ve Dahhak : «Şer'i cezalarda kadınların şahitliği geçersizdir»
şeklinde kaydetmişlerdir. Abdürrezzak da Musannef'inde Hz. Ali'nin «Kadınların
şahitliği şer'i ceza ve kanla ilgili dâvalarda geçersizdir» diye söylediğini
rivayet etmiştir. Nasburraye
C. 4 S. 79
[8] Bakara sures, âyet : 282
[9] Bu ifade ile gariptir. Abdürrezzak
Musannef'inde Zühıi'den
:Kadınların doğum yapmaları ve kendilerinde bulunan gizli kusurlar gibi, kadınlardan
başkasının öğrenemediği hususlarda kadınların şahitliği geçerli görüle-gelmistir» şeklinde kaydetmiştir.
Darakutni de Sünen'İnde Huzeyfe (R.A.)'dan Peygamber Efendimizin ebenin cahilliğini
kabul ettiğini rivayet etmiştir, ki bu hadis soyun ispatı konusunda da geçti. Darakutni (Ahkârtı) C. 2 S.
524. Nasburraye
C. 4 S. 80
[10] Bakara sûresi, ftyet: 282
[11] Talak sûresi, ayet 2
[12] İbn-i Ebi
Şeybe'nin Musannef'i (Ahm-Satımlar babı) Nasburraye C. 4 S. 81
[13] Darekutni rivayetine göre Hz. Ömer, Ebü Musa el-Eş'ari'ye gönderdiği bir talimatnamede «Başkasını
karalamak suçundan ceza yemiş, ya da daha önce
yalancı şahitlik ettiği görülmüş kimselerle, yakınlık veya dostluk etkisinde
kaldığından şüphe edilenler dışında, bütün müslümanlar
adaletlidir ve birbirlerinin leh ve aleyhinde şahitlikleri geçerlidir»
yazmıştır. Bu talimatnamenin metni çok uzun olduğu için buraya alamadık. Görmek isteyenler Fıkh-ı
İslâm Tarihi adındaki tercememizin (birinci baskı) 152-153. sayfalarına
bakabilirler.
[14] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/203-210.
[15] Zuhruf sûresi Âyet: 186. Bu
âyet'in tamamı şu mealdedir: «Allah'ı bırakıp da (karşılarında el açıp) dua
ettikleri putlar (Hiç kimseye)
şefaat edemezler. Ancak (olayı) bilerek doğrulukla şahitlik yapanlar
(şefaat edebilirler.)
[16] Beyhakl ile Hakîm'in
Abdullah İbn-i Abbas'tan
rivayetlerine göre bu hadis şöyledir:
«Adamın biri Peygamber
Efendimiz (S.A.V.)'den şahitliği sordu. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) :
- Güneşi görüyor musun? buyurdu. Adam:
- Evet, dedi. Peygamber
Efendimiz (S.A.V.):
- Olayı, güneşi gördüğün gibi gördüğün zaman
şahitlik et. Yoksa etme, buyurdu.»
El MÜstedrek (Ahkâm) C. 4. S. 98
[17] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/211-214.
[18] Nur sûresi, Ayet: 4
[19] Nur sûresi Âyet: 5
[20] Nur sûresi 4'üncü âyetin devamıdır.
[21] Gariptir, îbn-i Eb-i Şeybe ile Abdürrezzak bunu Kadı Şureyh'in
sözü olarak. «Oğulun babasına, babanın oğluna,
kadının kocasına, kocanın karısına, ortağın -aralarında müşterek bulunan birşey hakkında- ortağına (eğer başka bir-şey hakkında
olursa caizdir.) İşçinin, işverene ve kölenin efendisine şahitlik etmesi caiz
değildir» şeklinde kaydetmişlerdir. Feth-ül Kadir C. 6 S. 477 ve Nasburraye C. 4 S. 8233
[22] Ebû Dâvûd
(Şahitliği kabul olunmayanların babı) C. 2 S. 151 Tirmizl
(Şahitlikler) C. 2 S. 57
[23] Tirmizl Cabir
b. Abdullah (RA.Vdan bu hadisi şu şekilde
nakletmiştir : «Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Abâürrahman
b. Avf'un elinden tutup onu beraberinde evine gatürdü. O sırada Peygamber Efendimiz (S-A.V.)'in oğlu İbrahim
can çekişiyordu. Peygamber Efendimiz <S.A.V.) onu dizleri üzerine koyup ağladı.
Abâürrahman:
-Yâ Resûlallab, sen de
mi ağlıyorsun? Oysa sen ağlamaktan nehyedilmiş-sfaı, dedi. Peygamber Efendimiz (A.S.):
- Hayır, ben ağlamaktan nehyedilmemisimdir.
Ben ahmak olan İki sesten nehyedilmisim.
Oynayan ve şarkı söyleyen kadının sesi ile, bir musibet anında yozunu vurup
yakasını yırtan kadının ağlayıp ağıt yakması, buyurdu.»
Tirmizİ (Cenâiz) C. 1 S. 131. El Müstedrek C. 4 8. 40
[24] Bakara sûresi Ayet: 254
[25] Bu lâfızla gariptir. îbn-i Mâceh Câbir b. Abdullah'tan bu
hadisi «Peygamber Etendimiz (S.A.V.) ehl-İ kitabın birbirleri aleyhine şahitliklerini kabul etmiştir»
şeklinde rivayet etmiştir. Ebû Davud'a
aynca buna yahudllerle
ilgili olarak bir örnek kaydetmiştir. İbn-İ Mâceh (Ahkâm -Ehli kitabm birbirlerinin aleyhine şahitlikleri babı- C. 2 S.
173 Ebû Dâvûd C. 2 S. 256
[26] Ebû Nuaym'ın
(El Hilye)de anlattığı bu hikâye şöyledir :
Cârud adındaki adam Kudâme'nin
içki içtiğine şahitlik etti. Hz. Ömer (R.A.):
-Seninle beraber başka
şahit de var mı? diye sordu. Cârud :
-Hayır, dedi Hz. Ömer (R.A.) :
- Senin bu şahitliğin cezalandırılmanı
gerektirir, dedi. Cârud :
- Senin kayınbiraderin İçkiyi içsin de ben
cezalandırılayım Öyle mî? dedi. Bunun üzerine, enenmiş olan Alkame adındaki adam:
- Enenmiş olan kimsenin şahitliği geçerli
midir? diye sordu. Hz. Ömer (R.A.):
- Enenmiş olan kimseye ne olmuştur ki şahitliği
kabul edilmesin, dedi. Alkame :
- öyle ise ben de şahidim İd o adam içki ile
kustu, dedi. Hz. Ömer (B.A.) :
- Tamam dedi ve KudâmCye içki cezasını verdi Nasburraye C. 4 S.
86
[27] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/214-223.
[28] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/223-227.
[29] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/227-228.
[30] Gariptir. Abdurrezzak (Musannef tade Hz.
Ali {R.A.)'dan: «ölmüş kimsenin şahitliğine ancak iki kişinin şahitlik etmesi
geçerlidir» diye söylediğini kaydederken, tbn-i Şeybe de (Musannef'inde) Şa'bİ'den :
«Bir kimsenin şahitliğine ancak iki kişi şahitlik edebilir» diye
söylediğini kaydetmiştir. Narburraye C. 4 S. 87
[31] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/228-232.
[32] ibn-İ Şeybe
(Musannef)'inde (Şer'I
cezalar babı) Velid b. Ebû Mâ-Ifk'ten, Hz.
Ömer'in Şam tarafındaki valilerine yalancı şahit hakkında «değnek vurulur,
yüzü siyaha boyanır, saçı traş edilir ve uzun süre
hapsedilir» diye bir genelge yazdığını kaydetmiştir.Abdürrezzak
da (MusanneOinde bunu kaydederken aynca
Hz. Ömer'in bir yalancı şahidin yüzünü karaya
boyattığını, sargının boynuna atılıp kabileler arasında dolaştırılmasını
emrettiğini de kaydetmiştir. Nasburraye C. 4 S. 88
[33] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/232-233.
[34][34] Bu hadis Ebû Said'i Hudri, Abdullah ibn-İ Ömer, Ebû Hureyre ve Abdullah ibn-i
Mesut'tan rivayet edilmiştir. Buharİ'nin kaydettiği Ebü Saidî Hudri'-nin rivayeti şöyledir :
«Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ;
-Ey kadınlar topluluğu,
sadaka verin. Ve çokça istiğfar edin. Zira ben sizin cehennem halkının
çoğunluğunu teşkil ettiğini gördüm, buyurdu.
Hazır bulunan kadınlardan biri :
-Yâ
Resulallah, sebebi nedir, cehennem halkının çoğu
niçin biz oluyoruz? Peygamber Efendimiz (Aleyhi'ssalâtü
ve's-selâm) : -Siz kadınların dili bozuktur, yakınlık
hakkını gözetmiyorsunuz. Akıl taşıyan
insanlar arasında siz kadınlar kadar aklı ve dini eksik kimse yoktur, buyurdu.
Kadın : -Yâ Resulallah,
akıl ve dinin noksanlığı nedir? diye sordu. Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm): -Aklın noksanlığı, iki kadının yaptığı
şahitliğin bîr erkeğin yaptığı şahitliğe denk olmasıdır. İşte aklın noksanlığı
budur. Bir de aradan günler geçer kadın namaz kılmaz ve ramazanda oruç tutmaz.
Bu da din noksanlığıdır, buyurdu.» Abdullah İbn-i
Ömer'in rivayetini de Müslim rivayet ettikten sonra : «Bu tıadls
bu şekliyle Ebû Saİdl Hudrt ve Ebû Hureyre'den
de rivayet edilmiştir» dire yumaktadır.Abdullah îbn-i
Mesut'un rivayetini de Hâkim (El Müstedrek'te) aynı
ifâda le naklederken hadisin sonunu -Kadınların din
eksikliği şudur ki : Onların her-!ungi biri yirmidört saat oturur da Cenâb-ı
Allah (Azze ve Celle)'s tek
bir sec-İede bulunmaz»
cümlesiyle bağlar.
Buharl (Hayız) C. 1 S. 44, Zekât C. 1 S. 197, Oruç C. 1 S.
261, Bayramlar :. I S. 131, Şahitlikler C. 1 S. 363
Müslim (îmân) C. 1 S.
60, E! Müstedrek < Nikâh» C. 2 6, 190
[35] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 3/235-241.