11.Bölüm.. 3

TALÂK.. 3

11.1.  Talak Nedîr?. 3

11.2.  Talâkın Mekruh Oluşu. 3

11.3.  Talâkın Hükmü. 3

11.4.  Talâkın Hikmeti 4

11.5.  Diğer Dinlerde Boşanma. 4

11.5.1. Yahudilere Göre Boşanma. 4

11.5.2.  Hıristiyan Mezheplerinde Boşanma. 4

11.5.3.  Cahiliyye Devrinde Boşanma. 5

11.6.  Talâk Yalnızca Erkeğin Hakkıdır 5

11.7.  Talâk Kimden Vaki Olur?. 5

11.7.1.  Zorlananın Talakı 6

11.7.2.  Sarhoşun Talâkı 6

11.73.  Kızgın Kimsenin Talâkı 6

11.7.4.  Şaka Yapanla Hata Yapanın Talâkı 7

11.73.  Dalgın ve Unutan Kimsenin Talâkı 7

11.7.6. Şaşkın Kimsenin Talâkı 7

11.8. Üzerine Talâk Vâki Olan Kimse. 7

11.9.  Üzerine Talâk Vaki Olmayan Kimse. 8

11.10. Evlenmeden Önce Talâk. 8

11.11.  Talâk Ne İle Vâki Olur?. 8

11.11.1.  Sözle Talâk. 8

11.11.1.1. Kişinin Karısını Kendisine Haram Kılması Talâk Sayılır mı?. 9

11.11.1.2.   Müslümanların Kullandıkları Yeminlerle Yemin Etmek. 9

11.11.2.  Yazılı Olarak Boşanma. 10

11.11. 3.  Dilsizin İşareti 10

11.11.4. Elci Göndermek. 10

11.12.  Talakda Şahitlik. 10

11.12.1. Talâkda Şahidin Gerekli Olduğunu ve Şahid Olmadan Talâkın Vaki Olmayacağını Söyleyenler 10

11.13 . Münciz, Muallak Ve Geleceğe Yönelik  Talâk. 11

11.13.1. Münciz Talâk. 11

11.13.2.  Mu'allak Talâk. 11

11.13.3. Geleceğe İzafe Edilen Talâk. 12

11.14.  Sünnet Üzere Ve Bid'at Üzere Yapılan  Talâk. 12

11.14.1.  Sünnet Üzere Olan Talâk. 13

11.14.2.  Bid'at Üzere Yapılan Talâk. 13

11.14.3.  Hamile Kadını Boşamak. 14

11.14.4.  Hiç Hayız Görmeyen Ve Hayızdan Kesilen Kadın İle Nikahlanan Küçük Kız Çocuğunu Boşamak. 14

11.15.   Talakın Sayısı 14

11.16.  «Elbette» Sözcüğü İlk Yapılan  Boşama. 16

11.17.  Rici Ve Bain Talâk. 16

11.17.1.  Ric'î Talâk. 16

11.17.1.1. Ric'i Talâkın Hükmü. 17

11.17.1.2.  Ric'î Talâkla Boşanan Karıdan Kocanın Görmesi Caiz Olan Hususlar 18

11.17.1.3.  Ric'î Talâkla Yapılan Boğama Talâk Sayısını Noksanlaştırır 18

11.17.2.  Bâin Talâk. 18

11.17.2.1.  Talâk-ı Bâin'in Kısımları 18

a- Beynunet-i Suğra İle Vâki Olan Talâkın Hükmü. 18

b-  Beynunet-i Kübrâ ile Vâki Olan Talâkın Hükmü. 19

11.17.2.2.   Daha Önceki Talâkların Kalkması Meselesi 19

11.18.  Ölüm Döşeğindeki Hastanın Karısını Boşaması 19

11.19. Talâkta Kadını Muhayyer Kılma Ve Başkasını "Vekil Tutma. 20

11.19.1.  «Kendin İçin Uygun Olanı Seç». 20

11.19.2. «Emrin Elindedir.». 21

11.19.2.1.  Kadının Niyeti mi Muteberdir, Erkeğin Niyeti mi?. 21

11.19.2.2.  Kadının Muhayyer Kılınması O Anda mı Yoksa Sürekli Olarak mı Geçerlidir?  21

11.19.2.3.  Kocanın Dönmesi 22

11.19.3.  «Dilersen Kendini Boşa». 22

11.19.4. Başkasını Vekil Tutma. 22

11.19.5. Bu Kiplerin Mutlak ve Mukayyed Oluşu. 22

11.19.6. Talâk Hakkını Nikâh Akdinden Önce ve Sonra Kadına Vermek. 22

11. 20. Hakimin Boşama Kararı Verdiği Durumlar 23

11.20.1.  Nafakanın Ödenmemesi Durumunda Talâk. 23

11.20.2.  Kadına Verilen Zarardan Dolayı Boşanma. 24

11.20.3.  Kocanın Kaybolması Sebebiyle Boşama. 25

11.20.4.  Kocanın Hapsolması Sebebiyle Boşama. 25


11.Bölüm

 

TALÂK

 

11.1.  Talak Nedîr?

 

Talâk, «ıtlak» kelimesinden türemiş olup salmak ve terketmek manasına gelir. Esirin bağını çözdüğün ve onu saldığın zaman «esi­ri ıtlak ettim» demek buna benzer.

Şer'i Şerif ise talâk; kadın ile erkek arasındaki bağın çözül­mesi ve evlilik ilişkisinin sona ermesi demektir.

 

11.2.  Talâkın Mekruh Oluşu

 

İslâmiyet, evlilik hayatının istikrarlı bir şekilde devam etme­sini arzu eder ve bu amacın gerçekleşmesi için gerekli tedbirleri alır. Evlilik akdi; kadın ve erkek için evlerinin sığınılacak bir be­şik olması, o evin gölgesinde nimetlenmelerine bir yol açılması ve çocuklarını en iyi şekilde yetiştirme imkânını elde etmeleri için ha­yat boyu devam etmek üzere gerçekleşir. Bundan dolayıdır ki, ka-rı-koca arasındaki bağ, münasebetlerin en mukaddes ve en güveni­lir olanıdır.

Allah Teâlâ'nın, karı-koca arasındaki ahdi; «Onlar sizden sağ­lam teminat almışlardı.» (Nisa: 21) ayeti kerîmesiyle «sağlam temi­nat» olarak isimlendirmesi, bu bağın kutsiyetine delalet eden en kuvvetli delildir. Bu yüzdendir ki, bu sağlam ve kutsî bağı ihlâl etmek ve şanını küçümsemek uygun olmaz. Evlilik bağını her bi­rerlerinin maslahatlarını gidereceği ve menfaatlerini yok edeceği için İslâm dini tarafından hoş karşılanmamıştır.

İbn Ömer (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallal-lahu aleyhi ve sellem; «Helâllerin Allah'a en sevimsiz geleni boşan­madır.» buyurmuştur.

İslam açısından, kadın ile erkek arasındaki nikâh bağını boz­mak isteyen her insan, İslâm'ın dışında sayılıp bu kimse, İslam'a nisbet edilme şerefinden de mahrumdur.

Bu konuda Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; «Kan ile kocasının arasım bozan bizden değildir.» buyurmaktadır. (Hadisi Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmiştir.

İslâm Dini şidetle nehyettiği halde bazı kadınların, kan-koca arasını açarak, karısının yerine kendisinin girmeye çalıştığı vakîdir.

Ebû Hüreyre (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre, Rasûlüllah sal­lallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Hiç bir kadın, kız kar­deşinin boşanmasını, kendisinin bu koca ile nikâhlanmasi için iste­mesin. Zira kendisine ait olan kısmet ne ise, ister istemez kendisi­ne ulaşacaktır.» (Hadisi Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî ri­vayet etmiştir.)

Hiç bir sebep ve gerek yokken boşanmasını isteyen kadına Cennet'in kokusu haramdır.

Sevbân (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Bir zaruret obuadan kocasın­dan boşanmayı isteyen kadına Cennet kokusu haramdır.» (Hadîsi Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve îbn Mâce rivayet etmiş, Tirmizî ha­dîsi 'hasen' saymıştır.)

 

11.3.  Talâkın Hükmü

 

Fakîhler, talâkın hükmü konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Bu görüşlerden en doğru olanı, zaruret dışında talâktan kaçın­mak gerektiğini söyleyenlerinkidir. Bu görüşün sahipleri Hanefîler ve Hanbelîler olup Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in «Zevki­ni tattıktan sonra çokça karı boşayan kişiye Allah lanet etsin,» ha­dîsini görüşlerine delil olarak getirmişlerdir.

Boşanmada Allah'ın nimetim inkâr vardır. Şüphesiz evlilik, Al­lah'ın nimetlerinden biridir. Nimeti inkâr ise haramdır, öyleyse za­ruret olmadan boşanmak helâl olmaz.

Boşanmayı mubah kılan zaruretlerden biri; erkeğin, kadının gidişatından şüphelenmesi veya kansma karşı kalbinde aşın bir iştahsızlık bulunması hâlidir. Şüphesiz kalpleri değiştiren Allahu Teâlâ'dır.

Boşanmayı gerekli kılan bir zaruretin bulunmadığı hallerde boşanmak, sırf Allah'ın nimetine küfür olmuş olup kocanın, kötü edepli olduğunu ortaya koyar ki, bu tür boşanma mekruh ve mah­zurludur.

Hanbelîlerin bu konuda güzel bîr açıklaması vardır. Bunu aşa­ğıya özet olarak aktarıyoruz:

«Vacip olan talâk; boşanmayı kötülüğün sona ermesi için bir vasıta olarak gördükleri takdirde, eşler arasında mevcut olan kö­tülük konusunda iki hakemin boşanma hükmü verdiği talâktır. Dört ay bekledikten sonra i'lâ edenin boşanması da bunun gibidir. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Kadınlara yaklaşmamaya yemin edenler dört ay bekleyebilirler. Eğer yeminlerinden dönerlerse, bil­sinler ki, Allah bağışlar ve merhamet eder. Şayet boşamaya kararlı iseler, bilsinler ki, şüphesiz Allah işitir ve bilir.» (Bakara: 226-227)

«Haram olan boşanmaya gelince: Bu tip boşanma, ihtiyaç ol­madan yapılan boşanmadır ki, bu haramdır. Eşler için söz konu­su olan maslahatı yok edeceği için, ihtiyaç olmadan yapılan boşan­ma hem erkeğe, hem de kadına haramdır. Nasıl ki mal telef etmek haramsa, bu tip boşanma da haramdır. Çünkü, Rasûlüllah sallalla­hu aeyhi ve sellem; «İslâm'da zarar vermek ve zarara uğramak yok­tur.» buyurmuştur.

«Bir başka rivayete göre; bu tip boşanma mekruhtur. Çünkü Nebî aleyhisselâm; «Helâllerin Allah'a en sevimsiz geleni boşanma­dır.» buyurmuştur. (Bir diğer lâfızda «Allah, kendisine, boşanma­dan daha sevimsiz bir helâl kılmamıştır.» şeklindedir.)

«Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, boşanmayı «helâl» ola­rak isimlendirdiği halde, zaruret olmadan yapılırsa, bunun sevimsiz olduğunu belirtmiştir. Böyle bir boşanma, mendub olan maslahatla­rı içeren nikâhı giderdiği için mekruh olmuş olur.

«Mubah olan boşanma ise; kadının kötü ahlâklı olması, geçim­siz olması, kadından beklenen gayenin gerçekleşmemesi ve kadın­dan dolayı erkeğin zarara uğraması gibi durumlarda zorunlu ola­rak yapılan talâktır.

«Mendub olan boşanmaya gelince: Bu da kadının, namaz ve benzeri gibi Allah'ın hakkına teallûk eden konularda gevşek dav­ranması halindeki boşanmadır. Şayet erkeğin, kadını bunları yap­maya zorlaması mümkün olmazsa boşaması mendubdur. Yine eğer kadın iffetli değilse boşanmak mendub olur.»

İmam Ahmed şöyle demiştir: «Erkeğin bu kadını nikâhında tutması gerekmez. Çünkü böyle olursa dininde noksanlık bulunmuş olur. Bu durumda erkek, kadının yatağına yabancı erkekleri alarak kendinden olmayan çocuk doğurmasından emin olamaz. Böyle hal­lerde kocası, kadının aldığı mehrin bir kısmını vererek ondan kur­tulmak için karısını zorlayabilir, bu zorlamada bir beis sözkonusu olmaz. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«Kadınlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz İçin onla-ti sıkıştırmayın. Ancak, apaçık hayasızlık etmeleri hali bunun dı­şındadır.» (Nisa 191.)

îbn Kudâme şöyle demiştir: «(Yukarda sözü geçen) bu iki yer­de boşanmanın vacib olma ihtimali vardır.»

tmam Ahmed devamla şöyle demiştir: «Geçimsizlik halindeki boşanma ve kadına zarar dokunmaması için hulu' (mal karşılığın­da boşanma) yoluyla boşanma mendub talâktan sayılır.»

 

11.4.  Talâkın Hikmeti

 

İbn Sina, Şifâ isimii kitabında şöyle demektedir:

«Eşlerin boşanmalannı gerektiren bazı sebeplerin var olması ve boşanma müessesesinin de tamamen kapatılmaması gerekir. Çün­kü, ayrılmayı gerektiren sebepleri tamamen ortadan kaldırmak bir takım zararları ve tehlikeleri beraberinde getirir. Bunlardan bazı­ları şunlardır:

«Bazı kişisel karakterler diğerleriyle bağdaşmaz. Her ne kadaf aralarını birleştirmeye çalışsanız da başarılı olamazsınız. Bu tür eşler arasındaki problemler ve anlaşmazlıklar sürekli artar ve gi­derek hayat çekilmez hale gelir.

«insanlardan bazıları, kendisine denk olmayan bir eşe yakala­nır ve giderek, geçim konusunda kötü bir gidişata ve insan tabiatı­nın hoş karşılamayacağı buğuzkâr bir karaktere sahip olur. Bu du­rum, erkeği başka yollar aramaya sevkeder. Çünkü şehvet, her in­sanda tabiî olarak mevcuttur. Çok kere bu durum, bazı anormallik­lere sebep olur ve eşler, neslin devamı konusunda birbirlerine yar­dımcı olmazlar. Bunlar, ancak başka eşlerle evlenirlerse nesilleri­nin devamına imkân bulabilirler. Böylece aralarının ayrılması için bir yol bulunmuş olur. Ancak, bu isteksizliğin çok şiddetli olmuş olması gerekir.»

 

11.5.  Diğer Dinlerde Boşanma

 

11.5.1. Yahudilere Göre Boşanma

 

Yahudi şeriatine göre ve bugün geçerli olan uygulama açısın­dan, özürsüz olarak karısını boşamak mubahtır. Meselâ erkek, ken­di hanımından daha güzel bir kadın görürse, hanımım özürsüz ola­rak boşayabilir. Ancak, özürsüz boşanma pek hoş karşılanmaz .

Yahudilere göre, boşanmayı gerektiren özürler iki kısma ayrı­lır:

a- Yaratılışta mevcut bulunan ayıplar: Devamlı göz salgısı, şaşılık, ağız kokusu, kamburluk, topallık ve kısırlık gibi.

b- Ahlakî ayıplar: Sert mizaçlı olmak, geveze, pis, inad ve israfçı olmak, her şeyi almaya çalışan açgözlülük, oburluk, yiyecek­lerin en güzelini aramak ve tantanayı sevmek gibi vasıflar.

Yahudilere göre, zina, en kuvvetli ayıp sayılır ve zina sabit ol­masa bile zina olayının duyulması kafi gelir. Ancak, Hz. İsa aleyhisselâm, zinadan başka diğer sayılan ayıplan kabul etmemiştir.

Yine yahudilere göre; erkeğin ayıbı ne olursa olsun, hatta zi­na hali sabit olsa bile, kadının boşanma talebinde bulunma hakkı yoktur.

 

11.5.2.  Hıristiyan Mezheplerinde Boşanma

 

Hıristiyan Batı âleminde hakim olan mezhepler şunlardır:

Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık.

Katolik Mezhebi; boşanmayı kesin olarak haram sayar. Prob­lem ne kadar büyük olursa olsun, herhangi bir sesbepten dolayı ev­lilik bağının bozulmasını mubah saymaz. Evliliğe ihanet etme du­rumunda, onların mubah saydıkları şey, dinî bakımdan eşler ara­sında evliliğin devam etmesi itibariyle, maddi olarak eşlerin ayrıl­masından ibarettir. Bu maddi ayrılık esnasında, eşlerden birisi bir başkasıyla evlenemezler. Çünkü bir başka eşle evlenmeleri taaddü­dü zevcât sayılır ki, hıristiyanlık dini de birden fazla evliliği mubah saymaz.

Katolikler, bu görüşlerini Hz. İsa'nın ağzından naklen Markos încili'nde mevcut olan şu ibareye dayandırmışlardır:

«Eşler evlenmekle yek vücut olmuş olup evlilikten sonra bun­lar iki kişi sayılmazlar, yani bir kişi kabul edilirler. Şöyle ki, Allah'­ın birleştirdiği kişileri insanlar ayıramazlar.»

Ortodoks ve Protestanlar ise; belirli durumlarda boşanmayı mu­bah sayarlar. Bunlara göre, en önemli boşanma sebeplerinden biri­si, eşlerin birbirlerine ihanet etmeleridir. Ancak, bu mezhepler, bo­şanan eşlerin daha sonra bir başkasıyla evlenmelerini haram sayar­lar. Evliliğe ihanet durumunda boşanmayı helâl sayan bu hiristiyan mezhepleri, Hz. isa'dan nakledilen Matta İncilindeki şu ifadeye da­yanmaktadırlar:

«Karısını zina suçundan değil de bir başka şey için boşayan ki­şi, onu zina etmeye terketmiş sayılır.»

Yine bu mezhepler, boşanan erkek ve kadının başka birisiyle evlenmesinin haram olduğuna Markos încili'nde geçen şu ifadeler­le hükmetmişlerdir:

«Her kim karısını boşar da başka birisiyle evlenirse, onunla zina etmiş sayılır. Her hangi bir kadın da kocasından ayrılıp başka birisiyle evlenirse, onunla zina etmiş sayılır.»

 

11.5.3.  Cahiliyye Devrinde Boşanma

 

Mü'minlerin annesi Aişe (r.a.) şöyle demiştir :

«Cahiliyye döneminde erkek kadım dilediği zaman boşar, dile­diği zaman da, kadın iddet beklediği halde yine ona dönerdi. İsterse karısını yüz defa, hatta daha fazla boşasın, durum değişmezdi. Hat­ta bir adam karısına; «Vallahi seni ne alırım ne de bırakırım,» de­miş, kadın da; «Bu nasıl olur?» dediğinde, adam; «Seni boşarım, id-detin bitince tekrar geri alırım,» cevabını vermişti.»

Bunun üzerine kadın, Aişe (r.a.)'nın yanına, gidip durumu ona haber verdi. Aişe (r.a.) sustu. Nebî aleyhisselâm gelince durumu ona anlattı. Nebî aleyhisselâm da sustu. Bunun üzerine şu ayeti kerime nazil oldu:

«Boşama iki keredir. Bundan sonra ya iyilikle tutmak, ya da salıvermek lazımdır.» (Bakara: 229)

Aişe (r.a.) devamla şöyle dedi:

«Bundan sonra insanların boşanmış olanları da boşanmamış olanları da bu durumu kabul ettiler.» (Hadisi Tirmizî rivayet etmiş­tir.)

 

11.6.  Talâk Yalnızca Erkeğin Hakkıdır

 

îslâm, boşanmayı yalnızca erkeğe ait bir hak olarak tanımıştır. Çünkü erkek, karısını boşayıp başka bir kadınla evlenmek istedi­ği zaman, karısına, diğer boşanan kadınlara ödenen nafaka mikta-rınca, hatta daha fazla nafaka ödemek zorunda kalacağmdan do­layı evliliğin devamını daha çok ister. Meselâ; erkeğin, karısına meh-rin kalan kısmını ödemesi, boşanan kadına ne gibi eşyalar verili­yorsa onlan vermesi ve ona iddet müddetince nafaka vermesi ge­rekmektedir. İşte erkek, hem bu sebeple, hem de aklı ve mizacı ge­reği, kadının hoş olmayan davranışlarına daha çok sabır gösterir. Bu bakımdan erkek, her kızma anında veya gördüğü bir kötülük­ten dolayı hemen boşanmaya doğru koşmaz, boşanma ihtimali ona meşakkatli gelir. Kadın ise, kızgınlık anında erkekden daha çok boşanmaya meyleder ve bu ihtimali daha çok düşünür. Kaldı ki, ka­dının, kocasına herhangi bir mal vermesi sözkonusu olmadığı gibi, onun nafakasını yüklenme mecburiyeti de yoktur. îşte bunlar, kadının evlilik bağına hemencecik son vermesine yol açabilecek se­beplerdir. Şayet, boşanma hakkı kadına verilmiş olsaydı, sağlam bir sebep sayılamayacak durumlardan dolayı evlilik müessesesi so­na ererdi.

Boşanma hakkının kadma verilmesi halinde ortaya çıkan du­rumu daha iyi anlamak için Batı ülkelerine bakmak gerekir. Batı­lılar, boşanma hakkını kadın ve erkeğe eşit bir şekilde verdiler. Bu yüzdendir ki, müslüman ülkelere nisbetle boşanma oranı Batılı ül­kelerde oldukça yüksektir.

 

11.7.  Talâk Kimden Vaki Olur?

 

Âlimler, talâkın akıllı, bulûğ çağma ermiş ve kendi isteğiyle bo­şaması caiz olan kocanın boşamasıyla geçerli olacağına dair ittifak etmişlerdir. Eğer koca, deli veya çocuk olursa, yahut da zorlanırsa, ağzından boşama sözü çıkmış olsa bile talâk vaki olmaz. Çünkü ta­lâk, sonuçlan itibariyle, eşlerin hayatlarını etkileyen bir tasarruf­tur. Yapılan tasarrufun sahih olabilmesi için, elbette boşayanın tam ehliyet sahibi olması lazımdır. Şüphesiz ehliyet; akıl, bulûğa erme ve bir şeyi kendi isteğiyle yapabilme yeteneğiyle tamamlanır.

Bu konuda Nesâî, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce'nin Alî (r.a.)'dan rivayet ettikleri hadiste Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır :

«Üç kişiden teklif kaldırılmıştır:Uyanıncaya kadar uyuyandan, âkil-bâliğ oluncaya kadar çocuktan ve akıllanıncaya kadar deliden.»

Ebû Hüreyre (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre Nebî aleyhis­selâm şöyle buyurmuştur:

«Her talâk caizdir. Ancak aklı olmayamnki müstesnadır.» (Ha­disi Tirmizî ve mevkuf olarak da Buhari zikretmiştir.)

İbn Abbas (r.a.), «hırsızların zorlamasıyla karısını boşayan ki­şi» hakkında, «bu adamın boşaması geçerli değildir,» demiştir. (Bu rivayet Buharî'nindir.)

Aşağıda özetleyeceğimiz meseleler hakkında âlimler değişik görüşler ortaya koymuşlardır:

1-  Zorlanamn talâkı,

2-  Sarhoşun talâkı,

3-  Şaka yapanın talâkı,

4-  Kızgın kimsenin talâkı,

5-  Unutanın ve dalgının talâkı,

6-  Şaşkın kimsenin talâkı.

 

11.7.1.  Zorlananın Talakı

 

Zorlanan kişinin kendi ihtiyarı yoktur. îrade ve ihtiyar ise tek­lifin esasıdır. Bunlar yok olunca teklif de kalkar. Zorlanan kişi yap­tığı işlerden sorumlu tutulamaz. Çünkü bu kimsenin iradesi elin­den alınmıştır. Bu kimse gerçekte zorlayan kişinin iradesine göre iş yapar.

Bir kimse küfür kelimesini söylemeye zorlansa bununla ka­fir olmaz. Çünkü Allahu Teâlâ «Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna.» (NahI:  106) buyurmuştur.

Müslüman olmaya zorlanan kişi müslüman olmaz. Karısını bo­şamaya zorlanan kişinin de talâkı geçerli sayılmaz.

Rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Hata, unutmak ve zorla yaptırılan suçla­rın cezası ümmetimden kaldırılmıştır. (Yani ceza görmeyecekler­dir.)» (Hadisi İbn Mâce, îbn Hibbân, Dârekutni, Taberî, ve Hâkim rivayet etmiş, Nevevî ise hasen saymıştır.)

Mâlik, Şafiî, Ahmed ve Mısır fakihlerinden Davud bu görüşte­dir. Ömer b. Hattab, oğlu Abdullah, Ali bin Ebi Tâlib de aynı şeyi söylemişlerdir.

Ebû Hanife ve arkadaşları ise «Zorlanan kimsenin talâkı geçer­lidir.» demişlerdir. Bu görüşleriyle sahabenin çoğunluğuna muhale­fet etmeleri bir yana ellerinde herhangi bir delilleri de yoktur.

 

11.7.2.  Sarhoşun Talâkı

 

Fakihlerin çoğunluğu sarhoşun nikâhının geçerli olacağı görü­şündedir. Çünkü sarhoş, aklını kendi iradesiyle bozmaya sebep ol­muştur.

Bir başka grup ise sarhoşun talâkının vâki olmadığını, onun sö­zünün dikkate alınmayıp deli gibi sayıldığını söylemişlerdir. Çünkü her ikisi de teklifin muhatabı olan akıldan yoksundurlar.

Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Ey inananlar, sarhoşken ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın.» (Nisa: 43)

Bu ayette Allahu Teâlâ sarhoşun sözünün dikkate alınmayaca­ğını bildirmiştir. Çünkü sarhoş ne söylediğini bilemez.

Osman (r.a.)'dan sabit olduğuna göre, kendisi sarhoşun boşa­masına itibar etmezdi. İlim ehlinin bazısı sahabeden hiçbir kimse­nin Osman'a muhalefet etmediği görüşünde olup bu görüş aynı za­manda Yahya bin Saîd el-Ensarî, Humeyd bin Abdurrahman, Rabia, Leys bin Sa'd, Abdullah bin Hüseyn, îshak bin Râhûye, Ebû

Sevr ve bir kavilde Şafiînin görüşüdür. Şâfiîlerden Müznî de bu görüşü benimsemiştir. Ayrıca Ahmed'den gelen rivayetlerden birisi de bu yönde olup, onun mezhebi bu görüş üzere kararlaşmıştır. Za­hir ehlinin tümünün görüşü budur. Hanefîlerden Ebû Ca'fer et-Tahavî ve Ebu'l-Hasan el-Kerhî de bu görüşü seçmişlerdir.

Şevkânî şöyle demiştir: «Aklı giden sarhoşun boşamasının bir hükmü yoktur. Çünkü teklifin muhatabı olan akıldan mahrumdur. Şârî, sarhoşa verilecek cezayı tayin etmiş olup, kendi görüşümüzle bu sının aşarak ceza olsun dîye talâkının geçerli olduğunu söyleme ve neticede sarhoşa iki şekilde ceza verme hakkımız yoktur.»[1]

 

11.73.  Kızgın Kimsenin Talâkı

 

Kızgın kimse ne söylediğini düşünmeyip kendisinden çıkan sö-. zü bilemez. Bu bakımdan talâkı geçerli olmaz. Çünkü iradeden yok­sun sayılır.

Ahmed, Ebû Davud, îbn Mâce ve Hâkim'in Âİşe'den rivayet ede­rek, Hâkim'in sahihlediği hadiste Nebi aleyhisselâm, «İğlâk halin­de boşama ve köle azad etme geçerli değildir.» buyurmuştur.

Hadiste geçen «iğlâk» kelimesi kızgınlık, zorlanma ve delilik hâli olarak tefsir edilmiştir.

Zâd-ül-Meâd'da geçtiği gibi İbn Teymiyye şöyle demiştir: «îğlâk kelimesinin hakikati, kişinin kalbinin kapanarak ne söylediğini bilmemesi ve konuştuğunu kasdetmemesidir. Bu kimsenin sanki kast ve iradesi kapanmıştır.» îbn Teymiyye devamla demiştir ki, «Zorlananın ve delinin talâkı ile sarhoşluk ve kızgınlık sebebiyle aklını giderenin talâkı bu kısma girer. Hatta ne söylediğini bilme­yen ve söylediğinde kasıt bulunmayanın talâkı da bunun gibi olup geçerli sayılmaz.»

Kızmak üç kısma ayrılır:

a) Akim gitmesi ve sahibinin ne dediğini bilmemesi. Bu kim­senin talâkı tartışmasız olarak geçerli olmaz.

b) Sahibinin ne söylediğini ve ne kasdettiğini   düşünmesine mâni olmayacak şekilde Öfkenin ilk başlangıcında yaptığı talâktır ki, bu talâk geçerli olur.

c) Öfkenin aklı tamamen gitmeyecek şekilde şiddetlenmesine gelince: Bu durumda Öfke arttığı zaman kendisinden çıkan sözle­re pişman ettirecek şekilde kişiyle niyyeti arasına girer. îşte bu tip öfke hali ihtilâf konusudur. Ancak böyle bir öfke anında talâkın vâ­ki olmayacağı görüşünün kuvvetli delili vardır.

 

11.7.4.  Şaka Yapanla Hata Yapanın Talâkı

 

Fakihlerin çoğunluğu, şaka yapanın nikâhı sahih olduğu gibi talâkı da geçerli olur, görüşündedir. Çünkü Ahmed, Ebû Dâvûd, İbn Mâce, Tirmizî ve Hâkim'in Ebu Hûreyre'den (r.a.) rivayet ettikleri, Tirmizî'nin hasen ve Hakim'in sahih saydığı hadiste Rasûlüllah sal-Iallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

«Üç şey vardır ki; bunların ciddisi ciddi, şakası da ciddidir. Bunların birincisi nikâh, ikincisi boşanma, üçüncüsü de bir adamın boşamış olduğu karısına tekrar dönmesidir.» (Her ne kadar bu ha­disin senedin de hakkında ihtilâf vaki olan Abdullah b. Hubeyb var­sa da başka hadislerle kuvvet kazanmaktadır.)

içlerinde Bakır, Sâdık ve Nâsır'm da bulunduğu bazı ilim ehli ise şaka yapanın talâkının geçerli olmayacağı görüşüne varmışlar­dır. Ahmed ve Mâlik'in mezhebinde de bu görüş mevcuttur. Çünkü bunlar talâkın vâki olması için, lisânla ifade ederek rıza gösterme­yi, talâkın mânâsını bilmeyi ve talâkın neticesini murad etmiş ol­mayı şart koşmuşlardır.

Niyet ve kasd ortadan kalkınca, yapılan talâk yemini lağv hük­mündedir. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Şayet boşama­ya kararlı (azimli) iseler, bilsinler ki Allah şüphesiz işitir ve bilir.» (Bakara: 227)

Şüphesiz «azim», bir işi yapmayı isteyenin o işi yapmaya karar vermesidir ki, bu da bir işi yapmaya veya terketmeye kesin ira­denin bulunmasını gerektirir. Nitekim Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de «Ameller niyetlere göredir» buyurmuştur.

Talâk, niyete muhtaç bir iştir. Şaka yapanın ise boşamaya ne azmi ne de niyeti vardır.

Buharî'nin îbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre; «Şüphesiz talâk bir ihtiyaçtan dolayı yapılır.» buyurmuştur.

Hataen karısını boşayanın talâkına gelince; bu kimse söyledi­ği sözle talâkı kasdetmemiş sadece ağzından hataen bu kelime çık­mıştır.

Hanefî fakihleri ise hata ile yapılan boşamaya, dış görünüşü itibariyle talâk muamelesi yapılacağı, kendisi ile Rabbi arasında olan dini durum bakımından ise talâkının geçerli olmayıp karısının kendisine helâl sayılacağı görüşündedirler.

 

11.73.  Dalgın ve Unutan Kimsenin Talâkı

 

Dalgın ve unutanın talâkı, hata ve şaka yapan gibidir. Hata edenle şaka yapan arasında fark şudur:

Şaka yapanın talâkı, geçerli olduğunu kabul edenlere göre hem kazaen hem de diyaneten vâki olur. Hata edenin talâkı ise yalnız kazaen geçerli olur. Bu da gösteriyor ki talâk konusu şaka ve eğ­lenceye gelmez.

 

11.7.6. Şaşkın Kimsenin Talâkı

 

Şaşkın kimse kendisine isabet eden ani bir olay karşısında ne söylediğini bilmeyen kimsedir ki, bu olay onun aklını giderir ve fik­rini sapıtır. Deli, bunak ve baygın kimsenin talâkı vâki olmadığı gibi bunun da talâkı vâki olmaz.

Yine bunun gibi aklına yaşlılık, hastalık veya ani bir musibet­ten dolayı bir noksanlık gelen kimsenin talâkı da vâki olmaz.

 

11.8. Üzerine Talâk Vâki Olan Kimse

 

Kadın boşanmaya uygun bir durumda olmadıkça üzerine ta­lâk vâki olmaz. Kadın ancak aşağıdaki şekillerde boşanmaya uygun durumda sayılır:

a)  Kadınla kocası arasında evlilik bağı hakikaten mevcut ise.

b) Ric'î talâkdan veya beynuneti suğra ile boşanmış bulunan talâkı bainden iddet bekliyorsa. Çünkü bu iki durumda da iddet bi­tinceye kadar evlilik hükmen geçerli kabul edilir.

c) Kadın, talâk kabul edilen bir ayrılıkla meydana gelen iddetini bekliyorsa. Meselâ; kadın müslüman olup kocasının İslâm'dan kaçınması sebebiyle meydana gelen ayrılıkla i'lâ sebebiyle meyda­na gelen ayrılık gibi. Bu iki durumda ayrılık, Hanefîlere göre ta­lâk sayılır.

d) Kadın, nikâh akdi esastan bozulmadan ve kocaya helâl ol­ması durumu henüz kalkmadan nikâhın fesh olduğu ortaya çıkan bir ayrılıktan dolayı iddet bekliyorsa. Meselâ kadının dinden dön­mesiyle meydana gelen ayrılık gibi. Çünkü bu durumda fesih, sa­hih olarak vâki olduktan sonra nikâh akdinin devamına mâni ola­cak ânî bir durumun ortaya çıkmasıyla olmuştur.

 

11.9.  Üzerine Talâk Vaki Olmayan Kimse

 

Daha önce belirttiğimiz üzere; kadın, boşanmaya ehil olmadı­ğı müddetçe üzerine talâk vaki olmaz. Meselâ; denkliğin bulunma­ması, mehrin mehr-i misilden az olması veya bulûğa eren çocuğun muhayyerlik hakkım kullanması, yahut nikahın sıhhatinin şartların­dan bir şartın ortadan kalkması gibi sebeplerle evliliğin bozulma­sından dolayı kadının iddet beklemesi durumunda talâk vâki ol­maz. Çünkü bu durumlarda nikâh akdi aslından bozulmuştur ki id­det müddetince akdin varlığı devam etmemektedir. Bu durumda, kişi karısına «sen boşsun» dese, bunun sözü geçersiz bir söz sayı­lıp, üzerine talâkdan dolayı meydana gelecek olan hükümler ge­çerli olmaz. Yine bunun gibi, hanımıyla yatmadan ve onunla sahih bir halvetle halvette bulunmadan Önce boşanmış olan karısının üze­rine talâk vaki olmaz. Çünkü aralarındaki evlilik bağı zaten sona ermiş ve yabancı bir kadın olmuştur. Artık kadın boşanmaya ehil değildir. Çünkü bu durumdaki kadın ne adamın karışıdır, ne de iddet beklemektedir.

Bir kimse hakikaten veya hükmen beraber yatmadığı karısına, üç defa «sen boşsun» derse, yalnız birinci söz talâk-ı bâin olarak vâki olur. Çünkü evlilik henüz mevcut idi. Ancak ikinci ve üçüncü boşama sözcükleri ise anlamsız olup bunlardan dolayı herhangi bir-şey lâzım gelmez. Çünkü koca bu sözleri, karısı ve iddetlisi olma­yan bir kadına söylemiştir.

Nitekim Ebû Hanife ve Şafii'ye göre, beraber yatmadan önce boşamış olduğu karısının iddet beklemesi gerekmez.

Yine bunun gibi erkeğin, kendisine daha önce geçmiş olan bir evlilikle bağlı olmayan yabancı bir kadını boşamasiyla talâk vâki olmaz. Kendisiyle evlilik ilişkisi kurmamış olduğu bir kadına «sen boşsun» derse bunun sözü boş söz olup hiç bir etkisi yoktur.

Boşanıp da iddeti biten kadın hakkındaki hüküm aynıdır. Çün­kü iddetinin bitmesiyle kadın erkeğe göre yabancı olmuştur.

Uç talâkla boşanıp iddet bekleyen kadının durumu da aynıdır. Çünkü üç talâktan sonra kadın, beynuneti kübrâ ile kocasından ay­rılmış sayıldığından, onu boşamasının bir anlamı kalmaz.

 

11.10. Evlenmeden Önce Talâk

 

«Filân kadınla evlenirsem, o, boştur» gibi bir sözle henüz ev­lenmeden kendisine yabancı sayılan bir kadını boşamaya bağlanan talâk vakî olmaz.

Çünkü Tirmizî'nin Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden rivayet ettiğine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

«Adem oğlu mâlik olmadığı bir malı adak yapamaz ve mâlik ol­madığı bir köleyi azad edemez. Yine, adem oğlu malik olmadığı bir kadını boşayamaz.» Tirmizî, hadisin hasen olduğunu ve bu konuda­ki rivayetler arasında en güzeli sayıldığını söylemiştir. Bu görüş Ne-bî aleyhisselam'ın ashabından ve diğerlerinden ilim ehlinin de görü­şü olup, Ali b. Ebî Talib, İbn Abbas, Cabir b. Zeyd ve tabiin'İn fa-kihlerinin pek çoğundan rivayet edilmiştir. Şafii de bu görüşü be­nimsemiştir.

Muallak talâk konusunda Ebû Hanife şöyle demiştir: «Muallak talâk ister bütün kadınlar için olsun isterse belli bir kadın adına yapılsın şartlar gerçekleştiği zaman geçerli olur. Tüm kadınları kapsayan talâka misâl «Herhangi bir kadınla evlenirsem o boştur» demektir. Belli bir kadına misâl ise, «ismini zikrederek filân ka­dınla evlenirsem, o boştur,» demektir.

 

11.11.  Talâk Ne İle Vâki Olur?

 

Talâk ister sözle, ister karıya gönderilen yazıyla, ister dilsizin işaretiyle, isterse de elçi göndermek suretiyle olsun.evlilik bağının sona erdiği anlamına gelen her şeyle vaki olur.

 

11.11.1.  Sözle Talâk

 

Söz bazan sarih bazan da kinaye şeklinde olur.

Sarih söz : Söylendiği zaman Kendisinden boşanma mânâsı an­laşılan sözdür. Meselâ «Sen boşsun» demek ve talâk kökünden tü­reyen tüm kelimeleri kullanmak sarih söz kısmına girer.

Şâfiî'ye göre «Sarih talâk sözleri üç tane olup, bunlar Kur'ân'da geçen «Talâk» «Firak» ve «Serah» kelimeleridir.

Zahir ehlinin bazısı talâkın, ancak bu üç sözle vâki olacağını söyleyerek demişlerdir ki «Şer'î şerif bu üç lâfzı belirtmiştir. Talâk bir ibadet olup, lâfız da O'nun şartlarından olunca Şer'î Şerifin be­lirttiği sözlerin dışına taşmamak gerekir.»

Kinaye söz: Hem talâka hem de başka şeye ihtimali bulunan sözdür. Meselâ «Sen bainsin» demek gibi. Bu söz evlilikten uzaklaş­ma anlamına geldiği gibi kötülükten uzaklaşma anlamına da ge­lir. Yine «Emrin elindedir» sözünün, tasarruf hürriyetine mâlik ol­maya ihtimâli bulunduğu gibi kadının kendi korunmasına mâlik ol­maya da ihtimali vardır. «Sen bana haramsın» sözü, erkeğin kadından faydalanmayacağı anlamına geldiği gibi kadını incitmenin ha­ram olduğu anlamına da gelebilir.

Sarih sözün mânâsı ve delâleti açık olduğu için, kocanın mu­radını açıklayacak niyete ihtiyaç duyulmadan, bu sözle talâk vâki olur.

Sarih sözle talâkın vâki olmasında «Karım boştur» veya karı­şma «sen boşsun» gibi sözlerle boş kelimesini karısıyla beraber söy­lemesi şart koşulur.

Kinaye söze gelince; bu sözle niyetsiz talâk vâki olmaz. Meselâ sarih sözle karısını boşayan bir kimse; «Ben karımı boşamayı kasdetmedim, başka bir mânâ kasdettim» derse, bunun sözü hükmen kabul edilmeyip talâkı vâki olur. Şayet kinaye söz kullanan «Ben bu sözle talâka değil, başka şeye niyet ettim» derse hükmen bunun sözü kabul edilir ve talâkı vâki olmaz. Çünkü kinaye sözün hem ta­lâka hem de başka şeye ihtimali vardır. Burada maksadı tayin ede­cek olan niyettir.

Bu görüş Mâlik ve Şafii'ye aittir. Çünkü Buhari ve diğerlerine göre; Aişe'nin rivayet ettiği hadiste şöyle geçmektedir: «Cevn'in kı­zı Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanma girdirilince Rasûlüllah O'na yaklaştı. Kadın «Senden Allah'a (C.C.) sığınırım» de­di. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; «Sen bü­yük bir zata sığındın, ailene var» buyurdular.

Savaşa gitmekten geri kalan Ka'b bin Mâlik (r.a.) olayında Bu­hari, Müslim ve diğerlerinin rivayetine göre; kendisine, «Rasûlül­lah hanımından ayrılmanı emrediyor,» denilince, Ka'b; «O'nu boşa-yayım mı, yoksa ne yapayım?» diye sormuş, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem «Bilâkis, ondan aynisin, ona yaklaşmasın» buyur­dular. Bunun üzerine Kâ'b, karısına; «ailene var» dedi.

Bu iki hadisin ifade ettiğine göre «ailene var» sözü kasıtla be­raber talâk sayılır. Yoksa kasıt olmadan talâk geçerli olmaz.

Hanefî mezhebine gelince: Kinaye sözle yapılan talâk, niyetle beraber vâki olacağı gibi, boşayanın halinin boşamaya delâlet et­mesiyle de vaki olacağı görüşündedirler.

Bugünkü Mısır kanunları ise boşayanın halinin delâletini ye­terli gören Hanefi mezhebini uygulamayıp, boşayanın kinaye sözüy­le talâka niyet etmesi gerektiğini şart koşmuşlardır.[2]

 

11.11.1.1. Kişinin Karısını Kendisine Haram Kılması Talâk Sayılır mı?

 

Kişi karısını kendisine haram kıldığı zaman ya bizzat karısı­nın kendisine haram olduğunu kasdeder. Yahut da haram sözüy­le bu kelimenin mânasını değil de ayrılmayı kasdederek talâkı mu-rad etmiş sayılır.

Birinci durumda talâk vaki olmaz. Çünkü Tirmizi'nin Aişe'den rivayet ettiğine göre Aişe (r.a.) şöyle demiştir:

Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem hanımlarından birisine i'lâ[3] yapmıştı. Daha sonra i'Iâ'nın müddeti dolunca kendisine haram kıldığı yaklaşmayı helâl saymış, ayrıca yaptığı bu yemin için keffareti gerekli görmüştür.

Sahih-i Müslim'de îbn Abbas'dan rivayeten; o şöyle demiştir: «Bir adam karısını kendine haram ederse bu bir yemindir; keffaretini verir: «İbn Abbas devamla «Şüphesiz Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'de sizler için güzel bir örnek vardır.» (Ahzab : 21)

ayetini de okumuştur.

Yine Nesaî'nin îbn Abbas'tan rivayetine göre bir adam İbn Ab-bas'a gelerek «Ben karımı kendime haram kıldım», dedi. Bunun üze­rine İbn Abbas; «Yalan söyledin. Kann sana haram değildir?» de­di. Sonra da «Ey Nebi, eşlerinin rızasını gözeterek, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine yasak kılıyorsun? Allah bağışlayan­dır. Acıyandır. Allah şüphesiz size yeminlerinizi keffaretle geri al­manızı meşru kılmıştır.» (Tahrim: 66) ayetini okudu ve adama; «Sa­na en büyük keffaret olan köle azad etmen gerekir» dedi.

İkinci durumda ise talâk vaki olur. Çünkü tahrim sözü diğer kinayeler gibi bir kinayedir.

 

11.11.1.2.   Müslümanların Kullandıkları Yeminlerle Yemin Etmek

 

Her kim müslümanların yeminleriyle yemin eder, sonra yemi­nini bozarsa Şafii'lere göre bu kimseye keffaret-i yemin gerekir. Ta­lâk ve başka bir şey gerekmez. Malik'ten bu konuda bir şey va-rid olmamış olup bu konudaki ihtilâf sonraki Malikiler arasında ol­muştur. Dendi ki; bu kişiye sadece istiğfar lâzım gelir. Malikile-rin meşhur fetvalarına göre kişi müslümanlar tarafından alışkanlık haline getirilen yeminle yemin ettiği zaman kendisine istiğfar gerekir.[4]

Ebherî; bu kimseye yalnız istiğfar lâzım gelir» demiştir. Şafiilerin görüşü gibi yemin keffareti gerekir de denmiştir. Malikilere göre bu hilaf talâka niyet etmediği zamandır. Eğer talâka niyet eder­se ve yeminini bozarsa Malikilere göre kendisine yemin keffaretî lâzım gelir.

Biz Ebheri'nin tercihini uygun görüyoruz. Talâkla yemin ede­ne de istiğfardan başka bir şey lâzım gelmediği kanaatindeyiz.

 

11.11.2.  Yazılı Olarak Boşanma

 

Konuşmaya kadir olduğu halde yazı ile yapılan boşama vâki olur. Nitekim bir kimse karısını sözle boşayabildiği gibi, boşama sözünü yazı ile de ona bildirebilir.

Fakihler yazının «Müstebîn» ve «Mersûm» olmasını şart koş­muşlardır. Müstebîn olmasının manası; yazının açık olması kâğıt ve benzeri şeyler üzerinde okunaklı olması demektir.

Mersûm olmasına gelince; «Ey filân, sen boşsun» şeklinde is­minin yazılması gerekmektedir.

Şayet yazı isim belirtmeden bir kâğıdın üzerine «sen boşsun» veya «karım boştur» şeklinde yazılmışsa, bu durumda niyetsiz ta­lâk vâki olmaz. Çünkü yazdığı bu yazıyı belki de talâk kasdiyle değil de sözgelişi güzel yazı denemesi için yazmış olabilir.

 

11.11. 3.  Dilsizin İşareti

 

İşaret dilsize nisbetle hâlini anlatma edatıdır. Bunun için dil­siz evlilik bağının sona erdiğini kasdettiğine delâlet eden bir işa­retle işaret ettiği zaman bu işaret talâk yerine geçer. Bazı fakihler, dilsizin yazı yazmayı bilmemesini ve yazı yazmaya kadir olmama­sını şart koşmuşlardır. Eğer yazı yazmayı biliyorsa işaret kâfi gel­mez. Çünkü yazı yazmak maksadı göstermek açısından daha uy­gun olup, zaruret olmadıkça yazıyı işaretle değiştirmek doğru ol­maz.                                                        

 

11.11.4. Elci Göndermek

 

Uzakta olan karısını boşadiğını bildirmesi için elçi göndermek­le talâk vaki olur. Bu durumda elçi boşayan kişinin yerine geçmiş olup, onun adına karısını boşar.

 

11.12.  Talakda Şahitlik

 

Önceki (selef) ve sonraki (halef) fakihlerin çoğunluğu, talâk er­keğin hakkı olduğundan, talâkın şahitsiz vâkî olacağı, erkek bu hakkını kullanırken herhangi bir delile ihtiyaç duyulmayacağı ve Nebi aleyhisselâm'dan ve sahabeden talâkta şahitliğin meşru oldu­ğuna dair herhangi bir rivayet gelmediği görüşüne varmışlardır.

Şia'nın îmamiyye kolu bu görüşe muhalefet ederek şöyle de­mişlerdir: «Talâkın sıhhati için şahitlerin bulunması şarttır.» Bu görüşlerine Talâk süresindeki şu ayet-i kerimeyle delil getirdiler:

«Kadınların iddet sûreleri biteceğinde, onlan ya uygun şekilde alıkoyun, ya da uygun bir şekilde onlardan ayrılın. İçinizde de iki âdil şâhid getirin.» (Talâk: 2-3)

Taberisi'nin zikrettiğine göre bu âyetin zahiri, talâkda şâhid-Ierin bulunması yönünde bir emirdir. Bu görüş ehl-i beytden ri­vayet olunmuştur. Bu emir vacip için olup talâkın sıhhati için şâ-hidlerin bulunmasını şart kılmıştır.

 

11.12.1. Talâkda Şahidin Gerekli Olduğunu ve Şahid Olmadan Talâkın Vaki Olmayacağını Söyleyenler

 

Talâkta şahit bulunmasının gerekli olduğunu ve şahitsiz talâ­kın sahih olmadığını şart koşanlar, sahabeden mü'minlerin emiri Ali (r.a.) ile İmran bin Husayn, tabiinden İmam Muhammed Ba­kır, imam Cafer Sâdık ve bunların neslinden gelen ehl-i beyt imam­larıdır.

İbn Cüreyc ve îbn Sîrîn'de bu yönde görüş belirtmişlerdir.

Cevahirü'I-Kelâm kitabında Ali (r.a.) den rivayet edildiğine gö­re kendisine talâk konusunda soran bir kimseye «Allah'ın emret­tiği gibi iki adaletli şahid buldun mu?» diye sordu. Adam «hayır» dedi. Bunun üzerine Ali (r.a.) «Git, senin talâkın geçerli değildir» dedi.

Ebû Davud'un Sünen'inde îmran bin Husayn'dan rivayet etti­ğine göre; kendisine karısını boşayıp sonra onu alan ve boşarken de geri alırken de şahid bulundurmayan adam hakkında sorulun-

ca îmran b. Husayn; «Kanm sünnete aykırı bir şekilde boşadın, yine sünnete aykırı bir şekilde onu aldın. Onu boşarken ve tekrar alırken şahid bulundur. Bîr daha da böyle yapma» demiştir.

Usul kitaplarında geçtiğine göre; sahabenin «Şu sünnettendir» demesi, sahih olarak Nebî aleyhisselâm'a ref edilmiş hükmündedir. .Çünkü sahabenin «Bu sünnettir» sözü zahiri manasıyla sünnetine uyulması gerekli olan bir zat için sarfedilmiştir ki, o da Rasulul-lah sallallahu aleyhi ve sellem'dir. Zaten sahabenin maksadı şer'i şerifi açıklamak olup, lügat ve âdeti açıklamak değildir.

Hafız Süyûtî, Dürrü'l-Mensur isimli tefsirinde; «Kadınların id-det süreleri biteceğinde, onları ya uygun şekilde alakoyun ya da uygun şekilde onlardan aynim. İçinizden de iki âdil şahit getirin.» (Talâk: 2-3) ayetinin yorumunu şöyle açıklamıştır:

Abdurrahman'm İbn Sîrîn'den rivayetine göre, karısını şahit­siz boşayıp sonra yine alan kimse hakkında bir adam îmran bin Husayn'a sordu. Bunun üzerine îmran bin Husayn «Bu adamın yap­tığı ne kötü. Karısını bid'ât üzere boşadı, yine sünnete aykırı ola­rak tekrar aldı. Boşarken ve alırken iki şâhid bulundursun ve Al­lah'a istiğfarda bulunsun.» dedi.

îmrân'ın bu adamın yaptığını yadırgaması ve bu konuda onu korkutarak istiğfarda bulunmasını emretmesi şahitsiz talâkı günah saydığını gösterir. Şu halde Imrân'a,göre talâkta şahidin bulunma­sı gerekir.

«Vesail» kitabında îmam Ebû Cafer Bâkir'dan rivayet olunduğu­na göre şöyle demiştir.

«Allah'ın kitabında emrettiği ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnet kıldığına göre talâk, kadın hayız olup temizlen­dikten sonra erkeğin onu terketmesidir. Onu boşadığına dair iki adaletli şahit hazır bulunur. Talâkın temiz iken kadınla cima etme­den olması gerekir. Bu adam, üç temizlik müddeti dolmadığı müd­detçe karısını almaya en lâyıktır. Bunun dışında vâki olan talâk ise batıl olup talâk değildir.»

Cafer es-Sadık ise: «Her kim karısını şahidsiz boşarsa bir şey yapmış sayılmaz.» demiştir.

«El-întîsâr» kitabında Seyyid Mürtezâ şöyle demiştir: «Bu ko^ nudaki îmamiyye'nin görüşü şudur: Talâkın vâki olmasında iki ada­letli şahidin bulunması gerekir. Şayet şahidler bulunmazsa talak vaki olmaz. Çünkü Allahu Teâlâ: «İçinizden de iki adaletli şahit getirin.» buyurmuştur. Bu ayette Allahu Teâlâ şahit getirmeyi em­retmiş olup, şer'i şerifin örfüne göre, emrin zahiri vücup ifade eder.

Buradaki vacibliğin zahirini müstehap olarak kabul etmek delilsiz olarak şer'î örfün dışına çıkmaktır.»

Suyutî Dürrü'l-Mensûr'da Abdurrezzak ve Abd bin Humeyd'İn Atâ'dan şöyle rivayet ettiklerini nakleder: Ata şöyle demiştir: «Ni­kâh şahitledir. Talâk şahitledir. Boşadığı kansını tekrar almak yi­ne şahitledir.»

İbn Kesir'in Tefsir'inde İbn Cüreyc'den rivayet ettiğine göre Atâ «içinizden de iki adaletli şahit getirin» âyeti hakkında şöyle de­miştir. «Nikâh, talâk ve boşanan karıyı geri almak, Allahu Taalâ'nm buyurduğu gibi iki adaletli şahit getirmeden ve özürsüz olarak caiz olmaz.»

Atâ'nın «caiz olmaz» sözü, talâk ve nikâh eş değerli olduğu ve nikâhta şahitlerin bulunması şart olduğundan, ona göre talâk­ta şahitlerin gerekli olduğunu açık bir şekilde göstermektedir.

Talâkta şahitlerin bulunması, yukarda zikri geçen sahabe ve tabiilerin görüşü olduğu ortaya çıkınca, bazı fıkıh kitaplarında ge­çen rivayetlerde şahitlerin bulunmasının mendup olduğu ve yolun­da icma bulunduğu iddiasının mezhep içinde bir icma olduğu yok­sa «Mustesfa» kitabında geçtiği gibi ümmet-i Muhammed'in ittifakı olarak tarif edilen bir icma olmadığını öğrenmiş bulunuyorsun.

Daha önce Suyuti ve İbn Kesir'den naklettiğimiz rivayetler­den de anlaşıldığına göre, şahitlerin bulunması konusu, Seyyid Murteza'nın «întisar» kitabında naklettiği gibi sadece ehli beyte men­sup âlimlerin görüşleri değil, aynı zamanda daha önce bahsettiğimiz gibi 'Atâ, îbn Şîrîn ve İbn Cureye'in de görüşüdür.

 

11.13 . Münciz, Muallak Ve Geleceğe Yönelik  Talâk

 

Talâk kipi; ya münciz olur veya muallak olur. Yahutta talâk

geleceğe izafe edilerek yapılır.

 

11.13.1. Münciz Talâk

 

Bir şarta bağlı olmayan ve gelecek bir zamana izafe edilme­yen talâk olup, ağzından çıktığı an derhal vakî olan talâktır. Me­selâ kişinin karışma «sen boşsun» demesi gibi. Bu talâkın hükmü, söyleyenin ağzından talâk sözü çıktığı ve bu söz yerine ulaştığı an­dan itibaren vakî olmaktır.

 

11.13.2.  Mu'allak Talâk

 

Kocanın talakın vaki olmasını bir şarta bağlı kılmasıdır. Me­selâ kişinin hanımına «filân yere gidersen sen boşsun» demesi gibi.

Muallak talâkın sahih olması ve bununla boşamanın gerçek­leşmesi için üç şartı vardır.

Birincisi: Koşulan şartın o anda mevcut olmaması ve daha son­ra meydana gelmesinin mümkün olması. Mesela; gün fiilen ay­dınlandığı halde «Gün ağardığı zaman boşsun» demesi gibi. Şart ki­pini söylediği anda, koştuğu şart fiilen mevcutsa bu durumda, her ne kadar ifade talik suretinde getirilmiş olsa bile talâk hemen vâki olmuş olur. Şayet koşulan şart, «Deve iğne deliğinden geçerse sen boşsun» gibi meydana gelmesi mümkün olmayan bir iş üzeri­ne olursa bu talâk boş bir söz sayılır.

İkincisi: Nikâh akdi meydana geldiği anda, kadının kendi ha­remi ismetinde bulunmasıyla boşanmaya ehil  olması.

Üçüncüsü: Üzerine ta'Iik edilen şart meydana geldiği zaman kadının boşanabilme durumunda bulunması.

Tâ'lik (şarta bağlı talâk) iki kısımdır:

a- Fiili yapmaya veya terketmeye yahutta haberi te'kid etme anlamına gelen yeminden kasdedilen mananın ta'Iik kasdedilmesi-dir ki, buna «Ta'lik-i Kasemi» (yeminle ilgili ta'Iik) denir. Meselâ kişinin karısına, boşanmak için değil de evden çıkmasını engelle­mek için, «eğer çıkarsan boşsun» demesi gibi.

b- Şart yerine geldiği zaman talâkın gerçekleşmesi kasdedi­len tâ'liktir. Buna «Tâ'lik-i Şartî» (şartla ilgili tâ'lik) denir. Meselâ kişinin karısına «Eğer mehrinin kalan kısmını bana bağışlarsan sen boşsun» demesi gibi.

Bu iki kısmıyla tâ'lik, cumhur ulemaya göre geçerlidir. îbn Hazm ise geçerli olmadığı görüşündedir.

Ibn Teymiyye ve İbn Kayyım bu meseleyi açıklığa kavuştura­rak şöyle demişlerdir: «Kendisinde yemin manası bulunan muallak ta'âk geçerli değildir. Bu tip yemin bozulduğu zaman yemin keffa-reti vermek gerekir ki bu da on fakiri doyurmak veya giydirmek­tir. Durumu iyi olmayanlar ise üç gün oruç tutarlar.

«Şartla ilgili tâ'lik edilen konu meydana gelirse talâk gerçek­leşir.»

İbn Teymiyye şöyle demiştir: İnsanların talâk konusunda kul­landıkları sözler üç kısma ayrılır.

Birincisi: Hemen gerçekleşen ve kadının salıverilmesi anlamı­na gelen talâktır. Meselâ; «Sen boşsun» demek gibi. Bu sözle talâk

vâkî olur. Bu bir yemin olmadığı gibi bunda ittifakla keffaret de yoktur.

İkincisi: «Bu işi yapmam için seni boşamam gerekiyor» sözü gibi olan ta'Iik sîgasıdır. Bu tip talâk, Iugat bilginlerinin, âlimler grubunun ve umumun ittifakiyle bir yemindir.

Üçüncüsü: «Eğer şöyle yaparsam karım boştur» sözü gibi olan tâ'lik sîgasıdır.

Bu söz, kendisiyle yemin kasdedildiği zaman yenlin sayılır. Şüp­hesiz bu kimse dininden dönmeyi kerih gördüğü gibi talâkı da ke­rih görmektedir. O bakımdan bunun hükmü, fakihlerin ittifakıy­la yemin sîgası sayılan birincinin hükmü gibidir.

Şayet şart esnasında sonucun meydana gelmesini istiyorsa bu yemin sayılmaz. Meselâ «Eğer bana bin dinar verirsen boşsun», ve­ya «Zina ettiğin zaman boşsun» ,demek gibi. Bu kimse fuhuş vaki olduğunda talâkın gerçekleşmesini kasdetmiş olup yalnız yemini kasdetmiş değildir. Bu ise yemin olmayıp, fakihlerden hiçbirisine göre bunda keffaret gerekmez. Bilâkis talâk vaki olur. Çünkü şart bulunmuştur.

Ancak olmasını arzu etmediği şeye muhalif olmayı kendisine lüzumlu görerek, kendisiyle men etme, tasdik etme veya yalanlama kasdedilen söz, ister yemin sigasiyla isterse sonucun meydana gel­mesi istenen bir sigayla söylenmiş olsun, Araplara ve diğer insan­ların tümüne göre yemindir.

Kişi bu şekilde yemin ettiği zaman bunda da iki hüküm var­dır. Ya yemin-i mün'âkide olur ki bunda keffaret gerekir. Ya da yaratıklar adına yemin etmek gibi mün'âkide olmayan yemin olur. Bu tip yeminde keffaret gerekmez. Ama keffaret gerektirmeyen mün'âkide ve muhterame yemine gelince; bu Allah'ın kitabında ve Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetinde olmayan bir hü­kümdür ki, buna delil de getirilemez .[5]

 

11.13.3. Geleceğe İzafe Edilen Talâk

 

Bu talâk, vakti geldiği zaman talâkın gerçekleşeceğini kasde-derek belli bir zamana talâkı ertelemektir. Meselâ kişinin karısı­na : «Yarın veya sene başında sen boşsun» derse, talâkı bağla­mış bulunduğu vakit girdiğinde kadm mülkünde olduğu zaman ya­rın veya sene başında talâk vaki olur. Kişi karısına; «Seneye boş­sun» derse; Ebû Hanife ve Mâlik «Derhal boş olur,» demişlerdir. Şafi'î ve Ahmed b. Hanbel ise «Sene bitinceye kadar talâk vaki olmaz,» demişlerdir.

îbn Hazm şöyle demiştir: 'Bir kimse «Ay başı geldiği zaman sen boşsun», derse veya belli bir vakit zikrederse, bu sözle karısı­nı boşamış olmaz. Ne o anda, ne de ay başında.

'Bunun delili; Kur'ân'da ve hadislerde bununla talâk vâkî ola­cağına dair bir rivayetin gelmemiş olmasıdır. Allahu Teâlâ, ken­disiyle ilişki kurulan ve kurulmayan kadının boşanmasıyla ilgili malumatı bize vermiş olup bu konuda ise bize bir şey bildirme­miştir.

«Allah'ın sınırlarını kim aşarsa, şüphesiz kendine yazık etmiş olur.» (Talâk;  1).

îbn Hazm devamla demiştir ki: 'Eğer bir talâk yapıldığı za­man gerçekleşmiyorsa, daha sonraki bir zamanda, söylenmediği hal­de bir önceki talâkın vâkî olması muhaldir.'

 

11.14.  Sünnet Üzere Ve Bid'at Üzere Yapılan  Talâk

 

Talâk sünnet üzere ve bid'ât üzere diye ikiye ayrılır.

 

11.14.1.  Sünnet Üzere Olan Talâk

 

Şer'î Şerifin mendup kıldığı yol üzere gerçekleşen talâk sünnet üzere olan talâktır. Bu da kocanm zifafa girmiş bulunduğu karı­sını temizlik içinde ona dokunmadan bir talâkla boşamasıdır. Çün­kü Allahu Teâlâ «Boşanma iki defadır. (Bundan sonrası) ya iyi­likle tutma ya da iyilik yaparak boşamadır.» buyurmuştur. (Baka­ra; 229) Yani meşru olan talâk; arkasından ric'ât (geri dönüş) ge­len bir defa boşamadır. Sonra ikinci kez karısını boşar. Yine birin­ci gibi tekrar karısına dönebilir. Daha sonra ise koca muhayyer­dir. İsterse karışım iyilikle tutar, isterse yine iyilikle ondan ay­rılır.

Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: «Ey Nebî, kadınları boşayacağı­nızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın ve İddeti sayın.» (Talâk; 1). Yani, kadınlarınızı boşamak istediğiniz zaman onları iddet bek­leyerek boşayınız. Şüphesiz karısını boşayan, hayızdan veya nifasdan temizlendikten ve onunla ilişki kurmadıktan sonra karısını bo­şar.

Bunun hikmeti, kadm hayızlı iken boşandığı zaman bu vakit­te iddet beklemeye başlayamaz. Böylece zaman uzayıp gider. Çün­kü kalan hayız günleri îddetten sayılmaz. Bu durumda ise kadına zarar verilmiş olur. Şayet kendisiyle ilişki kurduğu bir temizlikte onu boşarsa, kadının hamile olup olmadığı bilinmez, o bakımdan kadın ne ile iddet saymaya başlayacağını bilemez. Hayız gördük­ten sonra mı İddet saymaya başlayacak yoksa çocuk doğurduktan sonra mı?

Nâfi' bin Abdullah bin Ömer'den rivayet olunduğuna göre İbn Ömer; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem devrinde, hayz hâlin­de hanımını boşadı. Bunun üzerine Ömer (r.a.) bu mesele hakkın­da Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e sordu. Rasûlüllah sal­lallahu aleyhi ve; sellem de kendisine şunları söyledi: «Ona emret de karısına dönsün. Sonra kadm temizleninceye kadar onu yanın­da alıkoysun. Sonra hayız olup tekrar temizlenince isterse onu sak­lar, isterse dokunmadan önce onu boşar. îşte kadınların kendisi için Allah'ın boşamasını emrettiği iddet budur.»

Bir rivayette, İbn Ömer; hayızlı haldeyken karısını bir talak­la boşadı. Ömer durumu Nebi aleyhisselam'a anlatınca Nebi aley-hisselam şöyle buyurdu: «Ona emret karışma dönsün. Sonra onu ya temizken, yahut hamile olduğu halde boşasin.» (Hadisi Nesâî, Müslim, îbn Mâce ve Ebû Davûd rivayet etmişlerdir.)

Bu rivayetin zahirinden anlaşıldığına göre kendisinde talâk vaki olan hayızı akabindeki temizlik anında yapılan talâk sünnet ta­lâk olup bid'ât değildir.

Bu görüş, Ebû Hanife, iki rivayetten birisine göre Ahmed ve iki görüşünden birisine göre Şafi'i'nin görüşüdür. Bunlar görüşle­rine hadisin zahiriyle delil getirerek dediler ki; «Talâkın men edil­mesi ancak hayızdan dolayıdır. Kadın temizlenince haramı gerek­tiren durum kalkmış olup diğer temizlik hallerinde caiz olduğu gi­bi bu temizlik anında talâk sünnet üzere geçerli olur.»

Fakat «Sonra temizleninceye kadar onu tutar sonra hayız olup temizlenince» ifadesinin bulunduğu birinci rivayet, kendisiyle amel etmeyi gerektirecek daha fazla  bir mana taşımaktadır.

Ravdatu'n-Neddiyye kitabının yazan; «Bu rivayet aynı zaman­da Buhari ve Müslim'de de mevcuttur,» demiştir. Böylece birinci rivayet iki yönden daha çok kabule şayan görülmektedir.

Bu görüş kendisinden gelen iki rivayetin birisinde Ahmed'in, diğer bir görüşünde Şafi'î'nin, Ebû Yusuf ve Muhammed'in görü­şüdür.

 

11.14.2.  Bid'at Üzere Yapılan Talâk

 

Bid'at üzere yapılan talâka gelince, bu Şer'î Şerife aykırı olan talâktır. Meselâ karısını bir kelimeyle üç talâkla boşaması veya bir mecliste «sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun» diyerek ayrı ayrı üç defa boşaması, yahut hayız ve nifaslı haldeyken karısını boşama­sı, yahutta cimada bulunduğu temizlik halinde boşaması gibi.

Alimler, bid'at üzere yapılan talâkın haram olduğuna ve yapa­nın günahkâr olacağı üzerine icma etmişlerdir. Cumhur ulema bid'at üzere yapılan talâkın vaki olacağı görüşüne vararak aşağıdaki hu­suslarla delil getirmişlerdir:

1- Bid'at üzere yapılan talâk, âyet-i  kerimenin umumi mana­sının kapsamına girmektedir.

2- îbn Ömer'in açıklamasına göre; kendisi hayızlı halde kan-smı boşayınca, Rasûlüllah  sallallahu aleyhi ve sellem ona verilen bu talâkın «geçerli sayılmasıyla» birlikte, karısına dönmesini em­retti.

Bazı âlimler[6] ise bid'at üzere yapılan talâkın vaki olmayaca­ğı ve bunun ayet-i kerimenin kapsamına girmediği kanaatine var­mışlardır. Çünkü bid'î talâk, Allah'ın (Celle Celâlühû) izin verdiği bir talâk değil, bilâkis Allah'ın tersini emrettiği bir talâk şeklidir. Bu konuda AÜahu Teâlâ «Kadınlarınızı iddetlerini gözeterek boşayı-mz.» (Talâk : 1) buyurmuştur.

Rasûlülîah sallallahu aleyhi ve sellem İbn Ömer için; «Ona em­ret, kan sına dönsün» buyurmuştur. Sahih olarak gelmiştir ki; Ra­sûlüllah aleyhisselam, kendisine bu haber ulaşınca kızmıştır. O ise, Allah'ın (Celle Celâlühû) helâl kıldığı bir şeyden dolayı kızmaz.

îbn Ömer'in «O talâk sayılır,» sözüne gelince; kadın için ta­lâkı geçerli sayanın kim olduğunu açıklamamıştır.

Bilâkis Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd ve Nesai'nin rivayetine göre; îbn Ömer hayızlı haldeyken kansını boşayınca, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onun bu hareketini reddederek kendi­sine herhangi bir şey lâzım geldiğini belirtmedi.

Bu rivayetin isnadı sahih olup, bu rivayeti tartışma konusu ya­pan kimse de olmamıştır. Aynı zamanda bu rivayet, İbn Ömer'e her­hangi bir şeyi gerek görmeyenin, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu da açıklamıştır. İbn Ömer'in sözü bu rivayetle ça-tışamaz. Çünkü hüccet, İbn Ömer'in rivayetinde olup, görüşünde değildir.

«Ona emret, karısına dönsün» sözünün bir talâk sayılacağı ri­vayetine gelince; eğer bu rivayet sahih olsaydı, elbette açık bir delil olurdu. Ancak bu rivayet İbn Kayyım'ın «Hedy» kitabında kesin olarak ifade ettiği gibi sahih değildir. O bu konuda, senetlerinde cahil ve yalancı insanların bulunduğu bir takım rivayetler naklet-miştir ki, bunlann hiç birisiyle hüccet getirilemez.

Hasılı; sünnet üzere yapılana muhalif olan talâk'a bid'at ta­lâkı denir. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den sabit oldu­ğuna göre «Her bid'at dalâlettir.»

Yine bu talâkın, Şer'i Şerife muhalif olduğunda ihtilâf yoktur. Nitekim Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, İbn Ömer hadisin­de bunu belirtmiştir. Allah ve Rasûlünün koyduğu nizama muha­lif olan her şey ise reddedilmiştir. Çünkü Aişe (r.a.)'nm rivayet et­tiği hadiste Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş­tur: «Üzerinde bizim emrimiz bulunmayan her iş reddedilmiştir.». Bid'î talâk'ın hükmünün lâzım geldiğini ve Rasûlüllah sallal­lahu aleyhi ve selem'in emri gereği olmayan bid'î talâkın sahibin­den vaki olup onu bağlayıcı olduğunu zannedenin bu görüşü de­lilsiz olarak kendisinden  kabul edilemez.

Bid'at üzere yapılan talakın vaki olmayacağını söyleyenler şun­lardır:

Abdullah bin Ma'mer, Sa'îd bin Müseyyeb ve İbn Abbas'ın ar­kadaşlarından Tâvûs'tur.

Hallâs b. Amr ve tabiînden Ebû Kilâbe de aynı görüşü benim­semiş olup, Hanbelî imamlarından İbn Akîl, Ehl-i Beyt imamları, Zahirîler ve İmam Ahmed'in bir görüşü de bu yönde bilinmektedir. Aynca İbn Teymiyye de aynı görüşü tercih etmiştir.

 

11.14.3.  Hamile Kadını Boşamak

 

Hamile kadını boşamak, herhangi bir vakit caiz olur. Çünkü Müslim, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce'nin rivayetine göre îbn Ömer hayızlı halde bulunan karısını bir talâkla boşadı. Ömer durumu Rasûlüllah. sallallahu aleyhi ve seliem'e arzedince Rasûiüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ona emret kansına dön­sün, sonra onu ya temizken, yahut hamile olduğu halde boşasin.» Alimler bu kanaate varmış olup, ancak Hanefîler bu konuda ihtilâf etmişlerdir, Ebû Hanife ve Ebû Yusuf  “Üç talâkın yerine gelmesi için iki talâk arası bir ay olarak tesbit edilir,» demiş. Muhammed ve Züfer ise; «kadın hamile iken bir talâktan fazla üze­rine geçerli olmaz, doğuruncaya kadar onu terkeder sonra kalan iki talâkı gerçekleştirir» demişlerdir.

 

11.14.4.  Hiç Hayız Görmeyen Ve Hayızdan Kesilen Kadın İle Nikahlanan Küçük Kız Çocuğunu Boşamak

 

Bunları boşamak, talâk, tek olarak yapıldığı zaman sünnet üze­re olmuş olur. Boşamanın tek olarak yapılması dışında bunları bo­şamada başka şart aranmaz.

 

11.15.   Talakın Sayısı

 

Erkek karısıyla cima ettiği zaman, karışım üç talâkla boşama hakkına sahip olur. Alimler, kocanın karısını bir lâfızla üç talâkla boşaması veya bir temizlik müddetinde arka arkaya lâfızlarla boşa­ması aleyhine ittifak etmişlerdir. Bunun sebebini de şöyle açıkla­mışlardır:

«Bir anda üç talâk vâki olduğu zaman, pişmanlık anında ge­riye dönme, yaptığı hatayı düzeltme kapısı kapanmış olup Şâri'e (Şeriat'ın sahibine) karşı gelinmiş olur. Çünkü Sâri, pişmanlık anın­da yapılan hatayı düzeltmek için talâk'ı birkaç tane kılmıştır. Bu­nun da ötesinde karısını bir anda üç talâkla boşayan, bu talâkiy-la kadının kendisine helâlliğini iptal etmesi açısından ona zarar vermiş olur.»

Nesâi'nin Mahmud bin Lebid (r.a.) hadisinden rivayet ettiği­ne göre bu zat şöyle demiştir: «Karısını bir anda üç talâkla boşa­yan bir adamı Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bize haber verirken kızgın bir şekilde ayağa kalktı. 'Ben aranızda olduğum halde Allah'ın kitabıyla mı oynanıyor?' Bunun üzerine bir adam kal­karak 'Ya Rasûlallah onu öldürmeyeyim mi?' buyurdu.»

İbn Kayyım, Îğâsetü'l-Lehfân isimli kitabında şöyle demiştir: «Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, karısını bir anda üç talâk­la boşayanı, «Allah'ın kitabıyla oynayan kişi» olarak nitelemiştir. Çünkü bu adam boşama usûlüne muhalefet etmiş, bununla Allah'ın isetmediği bir boşama şeklini tercih etmiştir. Şüphesiz AUahu Te-âlâ, dilediği zaman karısına dönebilecek bir boşama şeklini iste-mektedr. Bu adam, ise, geriye dönüşü mümkün olmayan bir talâk­la karısını bosamışor.

Yine bir defada üç talâkla boşamak Allahu Teâlâ'nın «Talâk ikidir» ayetine muhaliftir. «Merretân ve merrât» kelimeleri Kur'ân ve hadis lügatinde mevcuttur. Hatta araplann ve diğer milletlerin lügatinde de bir İsin arkasından ikinci bir iş yapıldığı zaman bu lügatler kullanılır, îki ve çok kerre ifadeleri bir kerrede toplandı­ğı zaman Allah'ın kitabı buna yol vermediği halde onun hududuna tecavüz edilmiş olur. Sonra, Şârî'in, üzerine hüküm tertip ettiği bir lâfızla murad ettiği hükümden Şari'in zıddım kasdettiğini anla­mak nasıl caiz olur?»

Alimler bunun haram olduğuna ittifak etmiş, karısını bir lâ­fızla üç talâkla boşayanın talâkının vâki olup olmayacağı konu­sunda ise ihtilâf etmişlerdir. Şayet bu talâk geçerli ise bir talâk mı sayılacak yoksa üç talâk mı sayılacak?

Cumhur ulemâ geçerli olacağına, bazıları ise bu tip talâkın ge­çerli olmayacağı kanaatine varmışlardır. Geçerli olacağını söyleyen­ler de ihtilâf ederek bazıları üç talâk sayılacağını bazıları ise tek talâk sayılacağını söylemişlerdir. Bazıları da «Eğer karısıyla cima-da bulunmuşsa üç, şayet bulunmamışsa bir talâk sayılır» demiş­lerdir.

1. «Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlen-medikçe bir daha kendisine helâl olmaz.» (Bakara; 230)

2.  «Eğer onlara mehir biçer de el sürmeden onları boşarsaniz...» (Bakara; 237)

3.  «Kadınlara el sürmeden ve mehirlerini biçmeden onları bo-sarsanız size sorumluluk yoktur.» (Bakara; 236)

4.  «Boşanma iki defadır. (Bundan sonrası) Ya iyilikle tutma, ya da iyilik yaparak bırakmadır.» (Bakara; 229)

Bu ayetin zahirinden üç talâkın veya iki talâkın bir defada yahut ayn ayn caiz olup vâki olduğu anlaşılmaktadır.

5.  Sehl bin Sa'd'in rivayet ettiği hadiste geçtiğine göre, o şöyle demiştir:

«Benî Aclân'ın kardeşi Uveymir .karısına zina isnad edip, lîan yemini yapınca demiştir kî: 'Ya Rasulalllah, eğer onu saklarsam ona zulmetmiş olurum. Onu boşuyorum. Onu boşuyorum. Onu bo­şuyorum.'» (Hadisi Ahmed bin Hanbel rivayet etmiştir.)

6.  Hasan'dan rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Ab­dullah bin Ömer'in bana anlattığına göre, o demiştir ki: 'Abdullah

b. Ömer, hayız halindeki karısını bir talâkla boşadı. Sonra temiz­lenince arkasından iki talâk daha buna ilâve etti. Bu haber Rasûl-üllah'a ulaşınca şöyle buyurdu: «Ey îbn Ömer, Allah sana böyle emretmeraiştir. Şüphesiz sen sünneti işlemekte kusur ettin. Sünnet şu şekildedir ki; önce hayızdan temizlenmesini bekleyeceksin.» İbn Ömer demiştir ki: «Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bana em­retti, ben de kanma döndüm. Sonra Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Kanı temizlendiği zaman, onu yanında ol­duğu halde boşa veya onu sakla.» Bunun üzerine ben dedim: «Ya Rasûlallah, onu üç talâkla boşasam, ona tekrar dönebilir miyim?» Rasûlüllah: «Hayır, karın senden talâkı bâinle boş olmuş olur,» bu­yurdular.'» (Hadisi Darekutnî rivayet etmiştir.)

7. Abdurrezzâk'm, Musannifinde, 'Ubade bin Samit (r.a.)'den rivayet ettiğine göre; 'Ubade şöyle demiştir: «Benim dedemin bir karısı vardı, onu bir talâkla boşsun diyerek boşamıştı. Rasûlüllah'a giderek durumu arzettiğinde, Rasûlüllah ona şöyle buyurdu: «Deden Allah'tan korkmuyor mu? Karısını üç talâkla boşaması onun hak­kıdır. Amma kalan dokuz yüz doksan yedi tanesi kadına düşmanlık ve zulümdür. Allah dilerse ona azab eder .dilerse onu bağışlar.» Bir rivayette: «Şüphesiz senin baban, kendisine bir çıkar yol gösterme­si için Allah'tan ittika etmemiştir. îlk üç talâkla sünnete uygun ol­mayan bir şekilde karısından talâk-i  bâinle boş olmuştur. Kalan dokuz yüz doksan yedi talâk ise boynunda kalmış bir günahtır.»

8. Rukâne hadisine göre; Bu zât Nebi aleyhisselam'a, yemin ederek karısını bir talâkla boşamayı kasdettiğini bildirdi.

Bu da gösteriyor ki; eğer üç talâkla boşamış olsaydı, talâkı ge­çerli olacaktı. îşte sahabeden pek çoğunun ve tabiinin çoğunluğu­nun ve dört mezhep imamının görüşü budur.

Bir lâfızda üç talâkla boşayanın bir talâk sayılacağım söyleyen­ler ise aşağıdaki rivayetlerle delil getirmişlerdir.

1. Müslim'in rivayet ettiği hadiste: «Ebu's-Sahbâ', îbn Abbas'a 'Bilir misin, hani Rasûlüllah ile Ebu Bekir devirlerinde ve Ömer'in hilâfetinin üç yılında üç talâk bir sayılırdı?' demiş, îbn Abbas da «Evet» cevabım vermiştir.

Yine Ebu's-Sahbâ'dan rivayet olunduğuna göre İbn Abbas «Ra­sûlüllah ile Ebu Bekir devirlerinde ve Ömer'in hilâfetinin İki yılın­da üç talâk bir sayılıfdi. Bilâhere Ömer bin Hattab: «İnsanlar ken­dilerine mühlet verilmiş olan bir işte acele gösterdiler. Keşke şunu onlara geçerli kılsaydık» dedi. Ve onu kendilerine geçerli kıldı.» demiştir. (Yani şu anda insanların üç talâk saydıklarına karşılık o zamanki insanlar bunu bir talâk sayıyorlardı.)

2.  İkrime'nin İbn Abbas'dan rivayet etiğine göre İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: 'Rukâne karısını bir mecliste üç talâkla boşa­dı. Ancak bu duruma çok fazla üzüldü. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem nasıl boşadığını sordu. «Üç talâkla» de­yince Rasûlüllah «Bir mecliste mi?»diye sordu. Adam «Evet» dedi. Rasûlüllah «O bir talâk sayılır. Dilersen karına don,» buyurdular. Bunun üzerine Rukâne karısına döndü.' (Hadisi Ahmed bin Hanbel ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)

İbn Teymiyye, Fetavâ'sında 3. cilt, 22. sahifede şöyle demekte­dir: «Kitap, sünnet, icma ve kıyas delillerinde, karısını boşayana üç talâk lâzım geldiğini gerektirecek bir şey bulunmadığı gibi bu kim­senin nikâhı kesin olarak sabittir. Yine karısı kesin olarak başka­sına haramdır. Uç talâkla boş olduğunu kabul etmek, başkasına ha­ram olmakla beraber mubah olduğunu kabul etmek demek olup, aynı zamanda Allah ve Rasûlü'nün haram kıldığı tahlil nikâhına da yol açmak demektir. Tahlil nikâhı ise, ne Nebî aleyhisselam ne de halifeler devrinde zahiren mevcud değildir. Onların zamanında bir kadının üç talâktan sonra, tahlil nikâhı ile kocasına geri döndüğü naklolmamıştır. Bilâkis Nebî aleyhisselam tahlil nikâhı yapanı ve yapılanı lanetlemiştir.»

ibn Teymiyye uzun bir açıklamadan sonra en son şöyle demiş­tir: «Hasılı Nebî aleyhisselam'm ümmetine lüzumlu ve şer'î olarak meşru kıldığı bir şeyi değiştirmek mümkün olmadığı gibi, şüphesiz Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra nesih yapmak da mümkün değildir.»

İbn Teymiyye'nin öğrencisi İbn Kayyım şöyle demiştir: «Nebî aleyhisselam'dan sahih olarak rivayet olunduğuna göre; üç talâk, Nebî aleyhisselam, Ebû Bekir ve Ömer'in (r.a.) halifeliğinin ilk dö­nemlerinde bir talâk sayılıyordu. Daha sonra Ömer (r.a.) insanlar toplam olarak üç talâkı bir anda kullanmasınlar diye onları engel­lemek ve onlara bir ceza vermek için bir anda üç talâkın geçerli olacağı yönde görüş belirtmiştir. Bu Ömer (r.a.)'den bir ictihad olup gayesi kolaylık getirmektir. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in fetva verdiği bir hükmü terketmek caiz olmaz. Nitekim onun za­manında ve halifelerinin zamanında ashabı aynı fetva üzerindeydiler. Böylece hakikat ortaya çıkınca isteyen dilediğini söylesin.»

Şevkâni şöyle demiştir: «Bahr kitabının yazan bu görüşü Ebû Musa'dan nakletmiştir. Başka bir rivayette aynı görüş, Ali, İbn Ab­bas, Tâvûs, 'Atâ, Câbir, İbn Zeyd, Hâdî, Kasım, Bakır, Ahmed bin îsa, Abdullah bin Musa bin Abdullah'dan bir diğer rivayette Zeyd bin Ali'den nakl olunmuştur.

«İçlerinde İbn Teymiyyc re İbn Kayyım'in da bulunduğu son­raki âlimlerden bir grup aynı görüşü benimsemişlerdir. Ibn Muğîs «Vesaik» isimli kitapta bu görüşü Muhammed bin Veddâh'tan nakIetmîştir. Muhammed bin Bekî, Muhammed bin Abdüsselâm ve di­ğerleri gibi, Kurtuba âlimlerinden bir cemaattan bu yönde fetva naklolunmuşum Bu görüşü îbn Münzir; 'Atâ, Tâvûs, Ömer ve îbn Dînâr gibi tsâ'nın arkadaşlanndan nakletmiş, yine İbn Muğîs bu görüş hakkında Alî, İbn Mes'ûd, Abdurrahman bin Avf ve Zübeyr'-den bir yazı nakletmiş tir.»

Bİr lâfızla yapılan üç talâkin mutlak olarak vâki olmayacağım söyleyenlerin delillerine gelince: Bunlar.bu tip talâkın bid'ât üze­re yapılan talâk sayılacağı ve bid'ât üzere yapılan talâkın vâki ol­mayıp geçersiz olacağı görüşündedirler.

Bu görüş bazı taiînden rivayet olunmuş, aynı zamanda îbn Aliy-ye ve Hişam bin Hakem'den de naklolunmuş tur. Ebû Ubeyde ve ba­zı zahir ehli aynı görüştedir. Bakır, Sâdık, Nasır ile şâir bid'ât üze­re yapılan talâkın vaki olmadığını söyleyenlerin de görüşleri bu yön­dedir. Çünkü bir lâfızla yapılan üç talâkla,arka arkaya kullanılan lâfızlarla yapılan üç talâk aynı cümleden sayılır.

Talâk konusunda, hanımıyla cinsel birleşme yapanla yapma­yanı tefrik edenler İbn Abbas ve îshak bin Râhûye'nin arkadaşla­rından bir topluluktur.

 

11.16.  «Elbette»[7] Sözcüğü İlk Yapılan  Boşama

 

Tirmizî şöyle demiştir: «Nebî aleyhisselam'm ashabı ve diğer ilim ehlinden kişiler «elbette» sözcüğü ile yapılan talâk hakkında ihtilâf etmişlerdir. Ömer bin Hattab'dan rivayet olunduğuna göre; o, «elbette» sözcüğü ile yapılan talâkı «bir talâk» sayardı. Ali'den rivayet olunduğuna göre, o elbette talâkını üç talâk sayardı. İlim ehlinden bazıları; «Bu konuda kişinin niyetine bakılır. Eğer bir ta­lâka niyet etmişse bir sayılır. Üç talâka niyet etmişse üç sayılır. Eğer iki talâka niyet etmişse yine bir sayılır» demişlerdir.

Malik bin Enes, elbette talâkı hakkında; «Eğer karısıyla cin­sel ilişkide bulunmuşsa üç talâk sayılır» demiştir.

Şafii ise: «Eğer bir talâka niyet etmişse bir sayılır ve karısına dönme hakkına sahip olur, eğer ikiye niyet etmişse iki, üçe niyet et­mişse üç talâk sayılır.» demiştir.

 

11.17.  Rici Ve Bain Talâk

 

Talâk, ya ric'î olur, ya da bâin olur. Bâin de ikiye ayrılır: Ya beynûnet-i suğrâ, ya da beynûnet-i kübrâ olur.

Bunların her birerlerinin kendine ait özel durumları vardır ki onları aşağıda zikrediyoruz.

 

11.17.1.  Ric'î Talâk

 

Ric'î talâk, kocanın hakiki olarak zifafa girdiği hanımını bir mal karşılığı olmadan, daha evvel de asla üzerinden talâk geçme­den mücerred olarak boşamasıdır. Ric'î talâk'ta boşama sözcüğü­nün açık veya kinayeli olması arasında bir fark yoktur. Şayet ko­ca ,hakiki olarak zifafa girmediği karısını boşarsa veya mal karşı­lığında karısını boşarsa, yahutta yaptığı talâkla üçü tamamlamışsa, bu durum bâin olarak gerçekleşmiş olur.

Ric'î talâk konusunda asıl olan şu ayet-i kerîmedir :

«Boşanma iki defadır. (Bundan sonrası) Ya iyilikle tutma, ya da iyilik yaparak bırakmadır.» (Bakara; 229)

Yani Allah'ın meşru kıldığı talâk, bir defa yapıldıktan sonra, aı-dmdan bir defa daha yapılması şeklini alan talâktır. Bu durum­da kocanın birinci boşamadan sonra karışım iyilikle tutması ca­izdir. Nitekim ikinci talâktan sonra da karısını iyilikle tutması hak­kı vardır.

«İyilikle tutma»nın mânâsı; karısına dönmesi, nikâhını tekrar geri alması ve onunla iyi geçinmesi demektir.

Bu hak ancak ric'î talâk vâki olduğu zaman mümkün olur. Allahu Tealâ şöyle buyuruyor: «Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanmışlarsa, rahimlerinden Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl de­ğildir. Kocaları bu arada barışmak isterlerse, kanlarını geri almak­ta daha çok hak sahibidirler.» (Bakara; 228).

Hadis-i şerifte geçtiği üzere Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Ömer (r.a.)'a «Ona emret, karısına dönsün» buyurmuştur. (Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.)

Ric'î talâktan istisna edilen üç hal ise, aşağıda açıklanacağı üzere Kur'an-i Kerim'le sabittir. Üçü tamamlayan talâk, karının bâ­in olarak boşanmasına sebep olur. Onu kocasına haram kılar. Bu kadının, tahlil nikâhı kasdetmeksizin hakiki bir nikâhla evlenince-ye kadar, ona dönmesi helâl değildir. Allahu Tealâ şöyle buyurmuş­tur: «Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe bir daha kendisine helâl olmaz.» (Bakara, 230). Yani ikinci talâktan sonra üçüncü kez karısını boşarsa, üçe ulaşan bu talâktan sonra, kadın başka bir erkekle sahih bir nikâhla evleninceye ka­dar birinci kocasına helâl olmaz.

Temastan önce vâki olan talâk da, karıyı bâin talâkla boş kı­lar. Çünkü bu durumdaki talâkta iddet beklemek yoktur. Müracaat ise iddet müddetinde geçerli olur. Iddet bekleme ortadan kalkınca, karısına geri dönme işlemi ortadan kalkmış olur. Allahu Teâlâ şöy­le buyurmuştur. «Ey inananlar! Mü'min kadınlarla nikahlanıp on­ları, temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları gü­zellikle serbest bırakın.» (Ahzab; 49)

Temastan önce ve halvetten sonra vâki olan talâk bâin sayılır. Bu tür talâkta iddet beklenmesi ihtiyat için olup, karısını dönebile­ceği anlamına gşlmez. Kadının kocasından boşanması ve ondan kur­tulması için mal vermeyi teklif etmesi suretiyle mal üzerine vaki olan talâk da bâin sayılır. Çünkü kadın bu malı bir nevi karşılık ola­rak vermiştir. Bu karşılık da, evlilik bağının çözülmesi durumudur. Evlilik bağının çözülmesi ise, bâin talâktan başka bir şekilde müm­kün oimaz. Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur: «Eğer Allah'ın yasala­rını ikisi koruyamayacaklar diye korkarsanız, o zaman kadının fid­ye vermesinde ikisine de günah yoktur.» (Bakara; 229)

 

11.17.1.1. Ric'i Talâkın Hükmü

 

Ric'i talâk, kişinin hanımından mal bakımından faydalanması­na mâni değildir. Çünkü ric'î talâk evlilik akdini kaldırmayıp, mül­kiyet hakkını gidermez ve kocasına helâl olmasını da etkilemez. Ric'î talâk her ne kadar ayrılmak için bir sebep ise de boşanan ka-dın, iddet beklediği müddetçe, üzerine boşanma hükümleri geçerli olmaz. Ancak koca kansına dönmeden önce iddet biterse o zaman boşanmayla ilgili hükümler tatbik edilir. İddet bittiği zaman karı­şma dönmezse bu durumda kadın talâk-ı bâinle boş olmuş olur. Du­rum böyle olunca ric'î talâk, hanımdan maddi olarak faydalanma­ya manî değildir. Eşlerden birisi vefat ettiği zaman iddet devam edip sona ermediği müddetçe diğeri ona varis olur ve kadının na­fakası kocanın üzerine vacip olur. Aynı zamanda koca tarafından vâki olan talâk,yapılan zihar ve i'Iâ yemini kadın üzerine geçerli olur.

Ric'î talâkla iki sebepten dolayı mehr-i müeccel helâl olmaz.

Bunlar ölüm veya talâktır. Ancak iddetin bitmesiyle sonraya bırakı­lan mehir helâl olur.

Rİc'ât, iddet müddetince kocanın hakkıdır. Bu hakkı Sâri' ko­caya tanımıştır. O bakımdan bu hakkı düşürmeye mâlik değildir. Hatta «benim için ric'ât yoktur.» dese bile bu sözünden vazgeçip hanımına dönmesi hakkı vardır. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle buyur­muştur. «Kocaları bu arada barışmak isterlerse karılarını geri almakta daha çok hak sahibidirler.» (Bakara; 228)

Hanımına dönmesi kocaya ait bir hak olunca, hanımın rızası ve durumu bilmesi şart olmadığı gibi veliye de ihtiyaç yoktur. Şu ayet-i kerime'den dolayı hocaya bu hak verilmiştir:

«Kocaları bu arada barışmak isterlerse karılarını geri almakta daha çok hak sahibidirler.» (Bakara: 228).

Her ne kadar, daha sonra kocasının kendisine döndüğünü in­kâr etme korkusundan dolayı müstehab olsa bile, ric'âtte şahitlerin bulunması şartı yoktur. Ancak şu ayet-i kerime'den dolayı şahitle­rin bulunması müstehabdır.

«İçinizden de iki âdil şahit getirin.» (Talâk; 2)

Kocanın hanımına dönmesi «sana döndüm» demesi gibi söz ile cima, öpmek yahut şehvetle dokunmak gibi cimaya çağrışım ya­pan fiillerle sahih olur.

Şafiî'ye göre müracaat, gücü yeten kimse için ancak açık bir sözle caiz olup cima, öpmek jahut şehvetle dokunmak gibi fiiller­le caiz olmaz. Şafiî bu görüşüne, «talâkın nikâhı giderdiği» hükmü­nü delil getirmiştir.

îbn Hazm şöyle demiştir: «Kocanın hanımıyla cima etmesi, ric'­ât sözünü söyleyinceye ve şahit bulundurup, iddet bitmeden önce kadına bildirinceye kadar ona dönmüş sayılmaz. Şayet şahit bu­lundurmadan ric'ât ederse hanımına dönmüş sayılmaz. Çünkü Al­lahu Tealâ şöyle buyurmuştur. «Kadınların iddet süreleri biteceğin­de, onları ya uygun şekilde alıkoyun, ya da uygun bir şekilde on­lardan aynim; içinizden de iki âdil şahit getirin.» (Talâk; 2)

Allahu Tealâ bu âyette ric'ât, talâk ve şahit getirme durumları­nı ayrı ayn zikretmiş olup bunları birbirinden ayırmak caiz değil­dir. Karısını boşayıp iki âdil şahit getirmeyen veya karısına dönüp yine iki âdil şahit getirmeyen Allah'ın koyduğu sınıra tecavüz etmiş demektir.

Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Bir kimse dinimizde olmayan bir amel yaparsa o reddedilmiştir.»

Ebû Dâvûd, îbn Mâce, Beyhâkî ve Taberanî'nin îmran bin Husayn'dan rivayet ettiğine göre; karısını boşayıp sonra dönen, boşarken ve dönerken şahit bulundurmayan kişi hakkında îmran bin Husayn'a sorulunca o şöyle cevap vermiştir: «Sünnete aykırı ola­rak kannı boşadm, yine sünnete aykırı olarak ona döndün. Boşar­ken ve dönerken şahit bulundur. Bir daha böyle yapma.»

Talâkın nikâhı giderdiği şeklindeki Şafi'î'nin deliline gelince; Şevkânî bu konuda şöyle demiştir: «önceki âlimlerin kanaatine gö­re iddet bekleme, kocaya tanınan muhayyerlik müddetidir. Muhay­yerlik ise söz ve fiil ile sahih olur. «Kanlarını geri almakta kocaları daha çok hak sahibidirler.» (Bakara 228) âyet-i kerimesinin zahirin­den de bu anlaşılmaktadır.»

Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in «Ona emret, kansma dönsün», sözü, müracaatın fiil ile caiz olacağını göstermektedir. Çünkü bu âyet, sözle müracaatı fiilden ayınp tahsis etmemektedir. Her kim sözle müracaatın tahsis edildiğini söylerse delil getirmesi gerekir.

 

11.17.1.2.  Ric'î Talâkla Boşanan Karıdan Kocanın Görmesi Caiz Olan Hususlar

 

Ebû Hanife şöyle demiştir: «Ric'i talâkla boşanan kadının, ko­cası için süslenmesi, güzel kokular sürünmesi, ipek elbiseler giy­mesi, sürme çekmesinde bir beis yoktur. Koca, ayağını yere vur­mak, öksürmek gibi bir hareketle veya bir sözle yanma gireceğim" bildirmeden karısının yanına giremez.»

Şafi'î şöyle demiştir: «Ric'î talâkla boşanan kadın iddet müdde-tince kesin olarak kocasına haramdır.»

İmam Mâlik, «Onunla beraber yalnız kalamaz, izni olmadan yanına giremez. Saçma bakamaz. Yanında başkası olduğu zaman onunla beraber yemek yemesinde bir beis yoktur.» demiştir.

Ibn Kasım, İmam Mâlik'in: «Onunla beraber yemek yemesinin mubah olduğu» sözünden döndüğünü nakletmiştir.

 

11.17.1.3.  Ric'î Talâkla Yapılan Boğama Talâk Sayısını Noksanlaştırır

 

Ric'î talâk, kocanın hanımı üzerine sahip olduğu talâk sayışım noksanlaştırır. Birinci talâk hakkını kullandığı zaman, koca için iki talâk kalmış olur. İkinci talâk hakkını kullanırsa bir talâk kal­mış olur. Kansma dönmesi, kullandığı talâk haklarını geri çevire-mez. Bilâkis, müracaat etmeden iddeti bitinceye kadar karısını ter-kedecek olsa, daha sonra kadın başka bir kocayla evlendikten sonra tekrar birinci kocasını alacak olsa, daha Önce vaki olan talâkla­rın geçerli sayılması kaydıyla kocasına dönmüş sayılır. İkinci ko­ca, birinci koca tarafından verilen talâkları kaldırmış olamaz. Çün­kü Ömer (r.a.)'a karısını iki talâkla boşayıp, iddeti bittikten sonra başkasıyla evlenen, sonra ondan aynlan bu kadınla evlenen birinci koca hakkında sorulduğu zaman, Ömer (r.a.) «Bu adamın daha ön­ce kullandığı talâkları geçerlidir.» şeklinde cevap vermiştir. Bu gö­rüş Ali, Zeyd ve Muâz, Abdullah bin Amr, Sa'îd bin Müseyyeb ve Hasan Basrî'den rivayet olunmuştur.

 

11.17.2.  Bâin Talâk

 

Daha Önce de geçtiği üzere bâin talâk üç talâkın tamamlanmış olması, temastan önce vâki olması ve mal üzerine yapılması durumlarındaki talâktır.

Bidayetü'l-Müctehid kitabında İbn Rüşd, şöyle demiştir: «Talâk-ı bâine gelince; alimler hul' konusunda 'talâk mıdır, yoksa fe­sih midir?' şeklinde ihtilâf etmekle beraber talâk-ı bâinin, zifafın vâki olmaması, talâk sayısının dolmuş olması ve hul'da kadının karşılık vermesi gibi durumlarda tahakkuk edeceği hususunda ih-tifak halindedirler.

Yine âlimler, ayrı ayrı vâki olduğu takdirde hür bir kadının talâkında beynuneti gerektiren sayı üzerinde ittifak etmişlerdir. Çünkü, Allahu Teâlâ «Talâk ikidir» buyurmuştur. Alimler, üç ta­lâkın fiille değil de bir kelimeyle lâfızda vâki olması konusunda ihtilâf etmişlerdir.»

îbn Hazm'm görüşü; üç talâkı tamamlayan boşama ile, temas­tan Önce vâki olan boşamanın talâk-ı bâin olduğu, bunun dışındaki­lerin ise talâk-ı bâin olmadığı şeklindedir. İbn Hazm şöyle demiştir:

«İslâm dininin esası olan Allah'ın kitabında ve Rasûlüllah'in hadislerinde kendisinde ric'ât bulunmayan talâk-ı bâinin var oldu­ğunu bulamamaktayız. Ancak toplu halde veya ayrı ayrı verilen üç talâkla yahut cima yapmadan önce boşanan kadın bunun dışında­dır. Bundan fazlası ise yoktur. Mısır'daki ahval-i şahsiyye kanunu, kocanın ayıplı olması veya kayb olması yahut kocanın hapsolması veya kadına zarar vermesi halindeki boşamayı talâk-ı bâin saymak­tadır.

 

11.17.2.1.  Talâk-ı Bâin'in Kısımları

 

Talâk-ı bâin; üçten az olarak vâki olduğu zaman beynuneti suğ-ra, üçü tamamlandığı takdirde ise beynuneti kübrâ ismini alır.

 

a- Beynunet-i Suğra İle Vâki Olan Talâkın Hükmü

 

Beynunet-i suğra iîe vâki olan talâk, koca tarafından vâki ol­makla evlilik bağını giderir. Evlilik bağı ortadan kalkınca, boşanan kadın, kocasına nisbetle yabancı bir kadın olmuş olur ki, kocası­nın ondan faydalanması helâl değildir. îddet bitmeden önce veya sonra eşlerden birinin Ölmesi halinde diğeri ona varis olamaz. Talâk-ı bâinle boşanma ve ölüm durumlarında, verilmesi gereken mehrin kalan kısmının alınması helâl olur.

Kocanın Beynûnet-i suğra ile boşamış olduğu karısına, başka kocayla evlenmeden yeni bir akd ve mehirle dönmesi hakkı vardır. Karısına tekrar döndüğü zaman daha Önce kullanmış olduğu talâk hâlâ aynen geçerli olur. Meselâ daha önce bir talâkla karısını boşamışsa tekrar onu aldıktan sonra iki talâk hakkı daha kalmış olur. Şayet daha önce iki talâkla boşanmışsa, ancak bir talâk hakkı kal­mış olur.

 

b-  Beynunet-i Kübrâ ile Vâki Olan Talâkın Hükmü

 

Beynunet-i suğra ile vâki olan taîâk beynunet-i suğra gibi ev­lilik ilişkisini giderir ve beynûnet-i suğra'nın hükümlerini alır. An­cak beynünet-i kübrâ'da kadın başka bir kocayla sahih bir nikâhla nikahlanıp, tahlil nikâhı kasdetmeksizin ikinci koca onunla yatma­dığı müddetçe birinci kocanın bu kadına dönmesi helâl olmaz.

Çünkü Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur. «Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe bir daha kendisine he­lâl olmaz.» (Bakara, 230). Yani karısını üçüncü kez boşarsa kadın başka birisiyle evlenmeden birinci kocasına helâl olmaz. Çünkü Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Rifâe'nin karısına; «Hayır, bir­birinizin balçığından tatmadığınız müddetçe olmaz.» demiştir.

 

11.17.2.2.   Daha Önceki Talâkların Kalkması Meselesi

 

Beynûnet-i kübrâ ile boşanan kadın, başka bir kocayla evlen­dikten sonra tekrar boşansa ve iddeti bittikten sonra birinci ko­cayla evlenecek olsa, birinci kocanın, karışma yeni bir akidle sahip olup üç talâk hakkı bulunduğu hususu âlimler arasında ittifak ko­nusudur. Çünkü ikinci koca, birinciye ait olan helâlliği kaldırmış sayılır. Birinci koca ona yeni bir akidle tekrar döndüğü zaman, bu akid yeni bir helâllik kurmuş olur.

Beynûnet-ı suğra ile boşanan kadın, iddeti bittikten sonra baş­ka birisiyle evlenip sonra boşanarak birinci kocaya döndüğünde Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre durum beynunet-i kübrâ gibi olur, yeni bir helâllıkla birinci koca karısına dönmüş ve üç talâk hakkı saklı olarak ona sahip olmuş olur.

îmam Muhammed ise şöyle demiştir: «Birinci koca daha önce kullanmış olduğu talâklar sayılarak karısına dönmüş olur. Bu ki-şi, karısını ric'î talâkla boşamış, yahut beynûnet-i suğra ile boşadıktan sonra yeni bir akidle karısına varan kimse gibi olmuş olur.»

İşte bu meseleye fıkıhta «hedm» meselesi denir. Yani ikinci ko­ca, üç talâkta olduğu gibi, üçten az vâki olan talâkta daha önce­kileri kaldırır mı, kaldırmaz mı? meselesi demektir.

 

11.18.  Ölüm Döşeğindeki Hastanın Karısını Boşaması

 

Kur'ân'da ve açık sünnette ölüm döşeğindeki hastanın karısını boşaması hakkında bir hüküm sabit olmamıştır. Ancak sahabeden sabit olduğuna göre Abdurrahman bin Avf ölüm döşeğindeki has­talığında karısını boşadı. Bunun üzerine Osman (r.a.) kadının ölen kocasının mirasından alması yönünde hüküm vererek «Abdurrah­man bin Avf karısını boşamakla, onu miras hakkından mahrum bı­raktı, şeklinde onu itham etmek için değil, sünnetin bu şekilde oldu­ğunu belirtmek için böyle hüküm verdim.» demiştir.

Bunun için Abdurrahman bin Avf'ın kendi nefsine şöyle dediği varid olmuştur. «Ben karımı ona zarar vermek için veya miras hak­kından kaçınmak için boşamadım.» Yani karısının kendisinden ala­cağı mirasım inkâr etmiş değildir.

Osman b. Affân'ın durumu da bunun gibidir. Osman (r.a.) evin­de abluka altındayken «Uyeyne b. Hısn el-Fizarî'nin kızı Ümmü'1-Be-nin adındaki karısını boşamıştı. Osman (r.a.) Öldürülünce karısı, Ali (r.a.)'a geldi ve durumu haber verdi. Bunun üzerine Ali, kadının Osman'dan düşen mirasını alması yönünde hüküm vererek şöyle dedi: «Daha önce onu bırakmıştı. Ne zaman öleceğini anladı o za­man karısını boşadı.»

İşte bundan dolayı ölüm döşeğindeki hastanın karısını boşa­ması konusunda fakihler ihtilâf etmiştir.

Hanefîler şöyle demiştir: «Hasta karısını talâk-ı bâinle boşar ve bu hastalıktan ölürse, karısı kendisine varis olur. Şayet iddet bittikten sonra ölürse karısının miras hakkı yoktur. Yine bir kimse bir adamla savaşırsa veya kısas yahut recm cezasında öldürülmek üzere öne çıkartılırsa bu şekilde Ölmesi veya öldürülmesi durumun­da aynıdır. Eğer kendi emriyle karısını üç talâkla boşarsa veya ka­rısına «sen kendin boşanmayı seç» der de kadın da kendisi için bo­şanma yolunu seçer veya kocasından para karşılığında boşanırsa bu durumda kadın iddet beklerken adam ölürse kadın kocasına va­ris olamaz. Bu iki durum arasındaki fark şudur. Birinci durumda talâk bir kişiden vâki olmuştur ki bu kişi karısını miras hakkından mahrum etmek için boşadığı hissini vermektedir. O bakımdan dü­şüncesinin tersi ile muamele görür ve engel olmasını istediği hakkı vermesi gerekir. Bunun için bu talâka miras hakkından kaçmak anlamına gelen «Talâk-ı fâr» denir.

«İkinci durumdaki talâkta ise mirastan kaçınma düşünülemez. Çünkü bu talâk ile kadın boşanmayı emretmiş ve kendisine uygun görerek razı gelmiştir. Mahsur kalan yahut savaş meydanında bu­lunan kimsenin talâk-ı bâinle karısını boşaması durumu da bunun gibidir.»

Ahmed ve İbn Ebî Leylâ şöyle demişlerdir: «Kadının, iddeti bit­tikten sonra, başkasıyla evlenmediği müddetçe miras hakkı var­dır.»

Mâlik ve Leys ise «îster iddet beklesin, ister beklemesin kadı­nın miras hakkı vardır.» demişlerdir. Şafi'î «Varis olamaz» demiştir.

Bidayetü'l-Müctehid kitabında yazarı şöyle demiştir: «İhtilâfın sebebi, âlimlerin, sedd-i zerâî ile amel etmenin vacip olması konu­sundaki ihtilâflarından kaynaklanmaktadır. Bu şöyle olur: Hasta kişi hastalığı anında karısını boşadığı zaman onu mirastan mahrum etmekle itham olunur. Bu durumda şeddi zerâî'i dikkate alanlar kadına mirasın verilmesi gerektiğini söylemişler, sedd-i zerâi'i dik­kate almayıp talâkın vücubunu dikkate alanlar ise kadına mirası ge­rekli görmemişlerdir. Bu taife şöyle demektedir. «Eğer talâk vâki olmuşsa, talâkın tüm hükümlerinin geçerli olması gerekir. Şayet talâk vâki olmamışsa o zaman evlilik tüm hükümleriyle devam et­mektedir.»

«Onların bu münakaşalarına iki cevaptan birisi gerekir. Çün­kü «Şer'î Şerifteki, bir kısmı talâk hükmünü, bir kısmı ise evlilik hükmünü içeren bir talâk çeşidi vardır,» demek zordur. Bundan daha zoru, miras bakımından talâkın sahih olması veya olmaması arasında fark olduğunu söylemektir.

«Fakat bunu söyleyenler, bu görüşün Osman ve Ömer'in fet­vası olduğuna sevinmişler, hatta Malikîler bu görüşün sahabe icmâı olduğunu zannetmişlerdir. Onların bu sözlerinin bir anlamı yoktur. Şüphesiz bu konuda İbn Zübeyr'den hilaf vâki olduğu meşhurdur.

«İddet müddetinde kocasına vâris olur, diyenin görüşüne ge­lince; onlara göre iddet, evlilik hükümlerinin bir bölümündendir. Bu kimse sanki iddeti, ric'î talâkla beklenen iddet'e benzetmektedir ki bu görüş Ömer ve Aişe (r.a.)'dan rivayet olunmuştur.

«Kadın evlenmediği müddetçe miras alabileceğini şart koşan, «Bir kadının iki kocaya varis olamayacağı» üzerine müslümanlann icmâ:mı dikkate almıştır.»

Âlimler, kadının kendisinin talâkı istemesi veya kocanın kadı­na talâkı bırakıp kendini boşaması hakkında ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanife; «Bu durumda kadın asla vâris olamaz» demiştir.

Evzâî, temlik ve talâk arasmı ayırmış «Temlikte kadının miras hakkı yok, talâkta vardır,» demiştir.

Mâlik bu durumların hepsini eşit görerek; «Kadın Ölürse, er­kek ona varis olamaz, erkek ölürse kadın ona varis olur» demiştir ki, bu görüş gerçekten asıl delillere muhaliftir.

İbn Hazm şöyle demiştir: «Hastanın talâkı, sağlam kişinin bo­şaması gibidir. Hasta ister ölsün ister ölmesin arada bir fark yok­tur. Eğer hasta üç talâkı birden kullanırsa yahut hastalığında üçün­cü talâkı kullanırsa veya cimadan önce vâki olup adam ölür, ya­hut iddet bitmeden önce veya sonra kadın ölürse veya talâk-ı ric'î vâki olup adam ölmeden önce kadına dönmezse yahut iddet tamam olduktan sonra kadın ölürse bu durumların hiçbirisinde erkek ka­dına kadın da erkeğe varis olamaz. Sağlam kişinin hasta karısını, hasta kişinin sağlam karısını boşaması bunun gibi olup arada bir fark yoktur. Yine Öldürülmek için tevkif edilenle doğum sancısı içinde bulunanın talâkı da bunun gibidir, tşte insanların ihtilâf et­tikleri nokta burasıdır.»

 

11.19. Talâkta Kadını Muhayyer Kılma Ve Başkasını "Vekil Tutma

 

Talâk, kocanın haklarından bir haktır. Bizzat kendisi karısını boşayabileceği gibi boşama işlemini kadının kendisine bırakma ve boşama konusunda başkasını vekil etmesi hakkı vardır.

Karıyı muhayyer kılma ve vekil tutma durumlarının tümü ko­canın hakkını düşürmeyip, o hakkı istediği zaman kullanmasına da engel değildir.

Zahiriler bu görüşe muhalefet ederek şöyle demişlerdir: «Koca­nın talâk konusunda işi karısına bırakması veya başkasını vekil et­mesi caiz değildir.»

îbn Hazm şöyle demiştir: «Bir kimse karısını kendisini boşa­maya yetkili kılarsa, bunu uygulaması lâzım gelmeyip kadın, ister kendi nefsini boşasın ister boşamasın, boşamış sayılmaz. Çünkü Allahu Teâlâ boşamayı erkekler için bir hak kılıp kadınlar için kılmamıştır.

Kadını muhayyer bırakmakla ilgili kipler :

1.  «Kendin için uygun olara seç.»

2.  «Emrin elindedir.»

3.  «Dilersen kendini boşa.»

Fakihler bu kipler konusunda ihtilâf ederek değişik görüşler belirtmişlerdir. Bu görüşleri kısaca aşağıda özetliyoruz:

 

11.19.1.  «Kendin İçin Uygun Olanı Seç»

 

Fakihler bu kiple talâkın vâki olacağı görüşündedirler. Çünkü Şer'î Şerif bu kipi, talâk kiplerinden saymıştır. Bu konuda Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

«Ey Nebî; eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya hayatını ve süsle­rini istiyorsanız, gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıve­reyim. Eğer Allah'ı, Rasûlü'nü, Ahiret yurdunu istiyorsanız biliniz ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır.» (Ah-zab; 29)

Bu âyet nazil olunca Âişe (r.a.)'nın yanına girdi ve ona şöyle dedi: «Ben, Rasûlü'nün lisanı üzerine Allah'tan sana bir emir hatır­latmaktayım. Acele etme, git annen-babanla görüş.» Âişe (r.a.); «Ne hususta onlarla görüşeyim?» dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah sal-lallahu aleyhi ve sellem bu âyeti okudu. Âişe (r.a.) «Senin hakkında mı anne-babamdan izin isteyeceğim? Ben Allah'ı, Rasûlü'nü ve Ahi­ret yurdunu seçtim,» dedi. Âişe (r.a.) devamla «Söylediğin bu sözü hanımlarından diğerlerine bildirmemeni istiyorum.» dedi. Rasûlül­lah; «Benden böyle bir istekte bulunma. Durumu onlara haber ve­receğim.» buyurdular. Sonra Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-lem'in diğer hanımları da Âişe'nin yaptığı gibi yaptılar. Allah'ı, Ra­sûlü'nü ve Ahiret yurdunu seçtiler.

Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî'nin Aişe'den ri­vayet ettikleri hadiste Âişe (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlüllah sallalla­hu aleyhi ve sellem biz hanımlarını muhayyer bıraktı. Biz de Allah'ı ve Rasûlü'nü seçtik. Rasûlüllah bunu talâk saymadı.» Müslim'in lâf­zında ise şöyle geçmektedir: «Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem hanımlarım muhayyer bıraktı. Onun bu muhayyerliği talâk sayıl­madı.»

Bu rivayette; «Şayet Rasûlüllah'in hanımları kendi nefislerini seçmiş olsalardı, talâk sayılmış olacağına ve bu lâfzın talâkta kulla­nılacağına delâlet vardır.»

Bu konuda fakihlerden hiçbirisi ihtilâf etmemiştir.

Kadın kendi nefsini seçtiği zaman bunun talâk sayılacağı ko­nusu ihtilaflı bir konu iken bazıları bunun talâk-ı ric'î olduğunu söylemişler ki, bu görüş Ömer, İbn Mes'ûd ve İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet olunmuştur. Ömer bin Abdülaziz, îbn Ebî Leylâ, Süfyan, Şafi'î, Ahmed ve îshak'm görüşü de budur.

Bazıları ise; «şayet kadın kendi nefsini seçerse bu talâk-ı bâin olur.» demişler. Bu görüş Ali b. Ebî Talip'ten rivayet olunmuştur. Hanefîler de aynı şeyi söylemişlerdir.

Mâlik b. Enes ise şöyle demiştir: «Eğer nefsini seçerse bu üç talâk sayılır. Şayet kocasını seçerse bir talâk sayılır. HaneEîler bu yolla talâkın vâki olması için kocanın ve karının kelâmında nefis sözcüğünün geçmesini şart koşmuşlardır. Meselâ koca, karısına «seç» der, kadın da «seçtim» derse bu batıl bir söz olup, bundan bir şey lâzım gelmez.

 

11.19.2. «Emrin Elindedir.»

 

Kişi karısına «emrin elindedir» (Yani boşanmak konusunda karar sana aittir.) der, kadın da kendini boşarsa, Ömer ve Abdullah bin Mes'ud (r.a.)'ya göre bu bir talâk sayılır. Süfyân, Şafi'î ve Ah-med'in görüşleri de bu yöndedir.

Hanefiler şöyle demişlerdir: «Bu ifade ile bir defa talâk-ı bâin vâki olur. Çünkü talâk işini kanya bırakmak kadın Üzerindeki sul­tasının gitmesini gerektirir. Kadın kendi isteğiyle bunu kabul edin­ce, ric'at imkânı olmakla beraber talâk vacib olur.

 

11.19.2.1.  Kadının Niyeti mi Muteberdir, Erkeğin Niyeti mi?

 

Şafiî erkeğin niyetinin muteber olduğu görüşüne varmıştır. Eğer bire niyet ederse, bir talâk, üçe niyet ederse, üç talâk sayılır. Erkeğin, verdiği talâkı bizzat inkâr etmesi ve sayı bakımından şu kadar talâkla boşamıştım, demesi hakkı olduğu gibi muhayyerlik veya temlik konusunda da aynı hakka sahiptir.

Diğerleri ise, «eğer kadın birden çok talâka niyet ederse niyet ettiği şey vâki olur» demişlerdir. Çünkü kadın, erkek gibi sarih olarak üç talâka malik olmuş olur.

Eğer kadın kendi nefsini üç talâkla boşar, koca da «ben ancak bunlardan bir tanesini kabul ediyorum,» derse, kadın bunun sözü­ne iltifat etmez. Hüküm kadının verdiği hükümdür. Osman, îbn Ömer ve İbn Abbas'ın görüşü budur. Ömer ve İbn Mes'ud; Ab­dullah bin Mes'ud'un kıssasında geçtiği gibi «Bir talâk vâki olur,» de­mişlerdir.

 

11.19.2.2.  Kadının Muhayyer Kılınması O Anda mı Yoksa Sürekli Olarak mı Geçerlidir?

 

Îbn Kudâme Muğnî kitabında şöyle demiştir: «Talâk işi kadına bırakıldığı zaman, bu hak o andaki oturumla bağlı olmayıp, sürekli olarak geçerlidir.

«Bu görüş Ali'den rivayet olunmuştur. Ebû Sevr, îbn Münzir ve Hakem de aynı şeyi söylemişlerdir.

«Mâlik, Şafii ve «rey taraftarları» şöyle demişlerdir: «Muhay­yerlik sadece o meclise aittir. Meclisten ayrıldıktan sonra kadının boşama hakkı kalmaz. Çünkü kocanın «kendin seç» demekle talâk konusunda karısını muhayyer kılması o meclise ait olmuş olur.

«Birinci görüş tercih olunmuştur. Çünkü Ali, talâk konusunda karısını muhayyer bırakan adama «seni vekil birakmcaya kadar o hak onundur» demiştir.»

îbn Kudâme devamla demiştir ki: «Sahabeden bu görüşe mu­halif olanını bilmiyoruz. Durum böyle olunca bu konuda icma ha-sil olmuştur. Çünkü bu, bir nevi talâkta vekil bırakmadır. O bakım­dan yabancı birisini vekil bırakma durumunda olduğu gibi, muhay­yer bırakma sürekli olarak geçerli olur.»

 

11.19.2.3.  Kocanın Dönmesi

 

«Eğer koca karısına bıraktığı talâktan vazgeçerse veya 'sana ver­diğim muhayyerliği feshettim' derse bu sözü batıldır. 'Atâ, Mücahid, §a'bî, Nfeha'î, ve Evzâ'î böyle söylemişlerdir.

«Zührî, Sevrî, Mâlik ve «rey taraftarları», «Kocanın dönmek hakkı yoktur. Çünkü karısına bu şekilde sahip olmuştur. Dönme hakkına sahip değildir.» demişlerdir.»

îbn Kudâme devamla demiştir ki: «Eğer koca, karısıyla cima ederse talâk hakkına dönmüş olur. Çünkü bu bir

nevi vekil bırak­madır. Vekil bıraktığı konuda tasarruf etmek vekâleti iptal ettiğini gösterir.

«Eğer kadın kendisine verilen talâk hakkını reddederse, vekâ­letin fesh olmasıyla vekillik hükümsüz olduğu gibi adına verilen muhayyerlik de hükümsüz olur.»

 

11.19.3.  «Dilersen Kendini Boşa»

 

Hanefiler şöyle demişlerdir: «Bir kimse karısına; 'kendini boşa' der, bunu derken niyet etmezse veya bir talâka niyet ederse bunun

üzerine kadın da 'kendimi boşadım' derse bir ric'î talâk vâki ol­muş olur. Eğer kadın üç talâk ile kendini boşarsa, kocası da üç ta­lâkı isterse, bu talâklar vâki olur. Şayet koca, karısına 'kendini bo-Şa 'der, kadın da 'kendimi bâin talâkla başadım' derse, boş olur. Eğer kadın 'nefsimi seçtim' derse, boş olmaz. Koca karısına 'diledi­ğin zaman kendini boşa' derse, kadının o mecliste ve daha sonra kendini boşama hakkı vardır. Eğer koca kendi karısını boşamasını bir adama söylerse adam sadece o mecliste karısını boşayabilir.

 

11.19.4. Başkasını Vekil Tutma

 

Karıyı boşamak konusunda başka birisini vekil tutmak sahih­tir. Bunun hükmü, aynı mecliste ve daha sonra geçerli olmak üzere talâkın kadına bırakılması hükmüdür. Şafi'î başkası hakkın­da bu görüşe muvafakat etmiştir. Çünkü kişi başkasına «karımı bo­şamakta yetkil:sin», «karımı boşamakta muhayyersin» isterse «ka­rımı boşa» demiş olsun bu sözler vekil bırakmadır.

Ebû Hanife'nin arkadaşları «Başkasını vekil bırakma, sadece o meclise aittir. Çünkü bu bir nevi muhayyerlik olup, kocanın ka-nsma «kendin için seç» demesine benzemektedir» demişlerdir.

Muğnî sahibi şöyle demiştir: «Bize göre bu vekâlet mutlak olup, alışverişteki vekâlet gibi süreklilik ifade eder. Durum böyle olun­ca, koca, vekâleti feshetmediği veya karısıyla cimada bulunmadığı müddetçe vekilin, karısını boşama hakkı vardır. Aynen talâkın ka­dına bırakılması gibi vekil bir ve üç talâkla karısını boşayabilir.

«Kişi talâk konusundaki vekâletini ancak vekâlet vermek caiz olan akıllı kişiye verebilir.

«Çocuk ve deliye gelince, bunlara talâk emrini vermek sahih değildir. Şayet bunlar vekil tutulacak olursa bunların talâkları vâki olmaz. Rey sahipleri ise sahih olur demişlerdir.»

 

11.19.5. Bu Kiplerin Mutlak ve Mukayyed Oluşu

 

Bu sigalar bazen, talâk işini kadına bırakmak veya hiçbir şeyle kayıtlamadan «nefsin için uygun olanını seç» cümlesine ilâve yap­madan mutlak olarak getirilir.

Bu durumda kadının, eğer orda ise, talâk işinin kendisine bı­rakıldığı mecliste kendini boşayabilme hakkı vardır. Şayet orda değilse talâk iznini öğrendiği mecliste hakkım kullanabilir. Meclis değiştikten sonra boşama hakkına sahip olmadığından kendi nef­sini boşayamaz. Çünkü ifade mutlak olup, sadece o meclise yöne­liktir. Meclis değişince aynı hakka sahip olamaz.

Bu hüküm, talâkı kadına bırakmanın umumiliğine delâlet eden bir işaret bulunmadığı haldedir. Meselâ nikâh akdedilirken talâkın kadına bırakılması gibi. Çünkü bu anda talâkı karısına bırakan ko­canın, karısının aynı mecliste kendisini boşama hakkına sahip ola­cağını kasdettiği düşünülemez, işte bu siga, halin delaletiyle umu­milik ifade eder..

Talâkın kadına bırakılması ile ilgili sözler, bazen umumi olur­lar. Meselâ kişinin karısına; «dilediğin zaman nefsine uygun ola­nını seç» veya «istediğin zaman emrin elindedir» demesi gibi. Bu durumda kadın, istediği zaman kendini boşayabilir. Çünkü koca, kendini boşama hakkına umumî olarak sahip olmak şartıyla karı­sına malik olmuştur. Öyleyse kadın bu hakkını kullanabilir. Ve her­hangi bir vakitte kendini boşayabilir.

Bu sigalar, talâk hakkını bir sene müddetle kadına vermek gi­bi bazan muayyen vakti belirlerler. Bu durumda kadın ancak belirli vakitte kendini boşayabilir. Belirli vakit geçtikten sonra ise talâk­ta hakkı yoktur.

 

11.19.6. Talâk Hakkını Nikâh Akdinden Önce ve Sonra Kadına Vermek

 

Nikâh akdinden önce veya sonra talâk hakkını kadına vermek caizdir. Ancak Hanefiler; nikâh akdi zamanında akde ilk başlayan tarafın kadın olmasını şart koşmuşlardır.

Meselâ kadının erkeğe; «Ne zaman istersem boşanmam üzere, talâk hakkının bana ait olması şartıyla, nefsimi sana nikahladım» der, erkek te «kabul ettim» derse, bu kabul ile evlilik tamam olup, kadının boşama hakkı doğar. Ve kadın istediği zaman kendini bo­şayabilir. Çünkü kocanın kabulü, önce evliliğe sonra da talâkı ka­dına bırakmaya yöneliktir.

Ama erkeğin kadına, «istediğin zaman boşanman üzere ismetin elinde olarak seninle evleniyorum» demesi ve kadının da kabul et­tim demesi gibi talâkı kadına bırakmaya yakın bir icabla koca ni­kâh akdine başlarsa, bununla nikâh akdi tamam olur. Fakat talâk hakkının kadına geçmesi sahih olmaz. Bu durumda kadının kendi nefsini boşaması hakkı yoktur.

îki durum arasındaki farka gelince, birinci durumda koca, akid tamam olduktan sonra talâk hakkını kadına vermiştir. Böylece ko­ca evlilik akdinin tamamlanmasıyla sahip olunan talâk hakkıyla bo­şamaya mâlik olmuştur.

İkinci durumda ise, kocanın boşamaya mâlik olması, ona sahip olmadan önce gerçekleşmiştir. Çünkü sadece icab gerçekleşip, kabul gerçekleşmediği için evlilik akdi tamamlanmadan koca, talâka mâ­lik olmuştur.

 

11. 20. Hakimin Boşama Kararı Verdiği Durumlar

 

Hâkimin boşama karan verdiği durumlar, Mısır'da 1920 ve 1929 senesinde çıkan kanunla belirlenmiştir. Bu durumlar hakkında açık ve sarih bir nas bulunmadığı cihetle çıkartılan kanun, fakih-lerin içtihadından istifade edilerek hazırlanmış ve bu kanunla in­sanlardan zorluğu kaldırmak müsamaha dini olan islâm'ın ruhuna uygun düşen yoldan yürüyerek kolaylık gözetilmiştir.

1920 senesi 25 nolu kanunla, nafaka verilmemesi ve eşlerde ayı­bın bulunması hallerinde boşanma hükmü getirilmiştir.

1929 senesi 25 nolu kanunda ise eşlerin zarar görmesi, özürsüz olarak kocanın kaybolması ve kocanın hapsolması durumlarında hâkimin boşama karan vermesini hükme bağlamıştır.

Ayıbdan dolayı hâkimin boşama karan vermesi dışında bu ka­nunun kendine özel maddelerini sıralayarak ilgili hükümleri aşa­ğıda açıklıyoruz: (Ayıb'dan dolayı boşama hakkında ise daha önce açıklama geçmiştir.)

 

11.20.1.  Nafakanın Ödenmemesi Durumunda Talâk

 

Mâlik, Şafii ve Ahmed, kadının isteği üzerine kocasının açık malı bulunmaması halinde nafaka ödemediği takdirde, hâkimin hükmüyle ayrılmanın caiz olduğu kanaatine varmışlar ve bu görüş­lerine aşağıdaki delillerle delil getirmişlerdir.

1. Koca, karısını ya iyilikle tutacak veya onu serbest bırakıp iyilikle boşayacaktır. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Bo­şama iki defadır. (Bundan sonrası) Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak boşamadır.» (Bakara; 229) Şüphe yok ki, nafaka verilme­mesi, iyilikle tutmaya zıttır.

2. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: «Haklarına tecavüz  etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın.» (Bakara; 231).

Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem de, «İslâm'da zarar ver­mek ve zararla mukabele etmek yoktur.» buyurmuşlardır.

Kadına infakı terketmekten daha büyük hangi zarar olabilir? Bu zararı gidermek, hakime düşen bir görevdir.

3. Hakimin, kocadaki ayıpdan dolayı eşlerin arasını ayırması kabul edildiğine göre, kocanın infak etmemesi, kadına en şiddetli eza ve kocada ayıbın bulunmasından daha çok kadına bir zulüm­dür. Öyleyse infakın bulunmaması durumunda eşleri ayırmak da­ha evlâdır.

Hanefiler, sebep ister mücerred olarak infaktan kaçınmak is­terse zor duruma düşmekten ve infaktan aciz kalmaktan dolayı ol­sun kocanın infak etmemesi durumunu ayrılma sebebi saymamış­lardır. Onların delilleri şunlardır:

1. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Varlıklı olan kimse, na­fakayı varlığına göre versin;   rızkı ancak kendisine yetecek kadar verilmiş olan kimse,    Allah'ın kendisine verdiğinden versin, Allah kimseye verdiği rızkı aşan bir yük yüklemez. Allah güçlükten son­ra kolaylık verir.» (Talâk; 7)

îmam Zührî'ye, ailesine nafaka vermekten aciz kalan adam hak­kında, «araları ayrılır mı?» diye sorulduğunda «Acele etme, onların aralan ayrılmaz» demiş ve yukarda geçen ayeti okumuştur.

2. Sahabenin içerisinde zengin ve fakir olanlar vardı. Onların hiçbirisinden, fakirliği ve zor durumda kalması sebebiyle nafaka ödemeyen kocanın karısıyla arasını   Nebî aleyhisselam'ın   ayırdığı bilinmemektedir.

3. Nebî aleyhisselam'ın hanımları,  yanında olmayan şeyleri, Nebî aleyhisselam'dan istemişlerdi. Bunun üzerine Nebî aleyhisse-lam bir ay onlardan uzaklaştı. Bu uzaklaşma onlara bir nevi ceza vermekti.

Kocanın yanında bulunmayan bir şeyi ondan istemek suç sa­yıldığına göre, koca maddi açıdan zor durumda kalınca hakkında ayrılma talebinde bulunmak, kocaya yapılacak en büyük zulümdür ki, böyle bir şeye iltifat edilemez.

4. Hanefiler dediler ki: «Gücü yetmekle birlikte infaktan ka­çınmak zulüm sayıldığına göre, bu zulmü kaldırmanın yolu, infak için malını satmak veya ailesine infak edinceye kadar kocayı hap­setmektir. Başka yollar mevcut olduğu sürece bu zulmü kaldırmak için eşlerin arasını ayırmaya karar verilemez. Durum böyle olunca, infaktan dolayı hakim eşlerin arasını ayırmaz. Çünkü talâk, hak sahibi olan koca tarafından vuku bulan Allah'a en sevimsiz gelen helâldir. Böyle bir ceza tayin edilmemişken hakim nasıl bu yola başvurabilir. Sonra boşanma yolu, zulmü kaldırmak için tek çıkar yol da değildir.

Buraya kadar bahsettiklerimiz koca infaka kadir olduğu za­mandır. Şayet koca fakir ise, o durumda zulüm vâki olmamış olur. Çünkü Allahu Teâlâ bir nefsi ancak verdiği nimetle sorumlu tutar.

Mısır Medenî Kanunu'nun 5. maddesi şöyledir: «Eğer koca ya­kın bir yerde gözden ırak ise ve kendisinin de malı varsa, bu malın­dan nafaka verilmesi yönünde hüküm verilir. Şayet açıkta malı yok­sa, hâkim iyi yollarla bu kimseyi mazur sayar ve ona belli bir müd­det tanır. Hanımının kendine harcayacağı malı göndermezse veya hanımına infak etmek için gelmezse, müddet bittikten sonra hâkim boşama kararı verir. Eğer koca, kendisine ulaşmak mümkün olma­yan uzak bir yerden ise veya durumu bilinmiyorsa yahut kaybol­muş olup hanımına infak edeceği bir malı bulunmadığı sabit olur­sa hâkim boşama karan verir.»

Bu maddeyle ilgili hükümler, nafakadan aciz kalan mahpus üze­rine de geçerli olur.

Madde 6 : «Kocanın infak etmemesi yüzünden hâkimin boşa­ması ile ric'i talâk vâki olur. Durumu düzeldiği ve iddet müddetin­de infaka hazır hale geldiği zaman, kocanın hanımına dönmesi hak­kı vardır. Şayet durumu düzelmez ve infaka hazır hale gelmezse hanımına dönmesi sahih değildir.»

 

11.20.2.  Kadına Verilen Zarardan Dolayı Boşanma

 

imâm Malik; emsalleri arasında beraber kalmaları mümkün ol­mayacak şekilde bir zararla kocasının kendisine zarar verdiğini id­dia etmesi durumunda, kadının hakimden ayrılma talebinde buluna­bileceği görüşündedir.

Bu zararlar şöyle olabilir : Meselâ kadını dövmesi, ona sövmesi veya dayanılmayacak şekilde herhangi bir eziyetle ona eziyet et­mesi, yahutta haram olan bir sözü söylemeye veya bir fiili yapma­ya onu zorlaması gibi.

Eğer kadının delil getirmesi veya kocanm itiraf etmesi ile ka­dının iddiası' hâkimin yanında sabit olursa ve yapılan eziyet, ben­zerleri arasında beraber kalmaya takat getirilemeyecek şekilde ise ve hâkim aralarını düzeltmekten aciz kalırsa bu durumda onların aralarını bâin talâkla ayınr.

Şayet kadın delil getirmekten aciz kalırsa veya koca kadına za: rar verdiğini ikrar etmezse kadının iddiası düşmüş olur.

Eğer kadından tekrar şikâyet vâki olup ayrılma talebinde bu­lunursa, mahkemece iddiasının doğruluğu ispatlanmazsa hâkim, re-şît, âdil ve erkek olmak şartıyla aile hayatından haberdar olan ve eşlerin arasım düzeltme kudretine sahip iki hakem tayin eder. Ha­kemlerin eşlerin ailelerinden seçilmeleri daha güzeldir. Ancak bu­lunmazsa başkası da hakem olabilir. Hakemlerin eşler arasındaki gerginliğin sebeplerini öğrenmeleri ve imkân nisbetinde aralarım bulmaları gerekir. Şayet aralarım bulmaktan aciz kalınıyor, geçim­sizlik her ikisinden veya sadece koca tarafından meydana geliyor­sa, gerçek durum ortaya çıkmamışsa hakim talâkı bâin'le aralarını ayınr. Şayet geçimsizlik hanım tarafından olursa eşlerin arası ta­lâkla değil hulû ile ayrılır.

Eğer hakemler bir görüş üzerinde ittifak etmezlerse, hâkim tek­rar araştırma ve inceleme yapmalarını emreder. Yine bir görüş üze­rinde birleşemezlerse hâkim başkalarıyla onlan değiştirir. Hakem­lerin üzerinde karar kıldıkları görüşlerini hakeme arz etmeleri ve hâkimin de bu görüş üzerinde hüküm vermesi gerekir.

Bu meselenin aslı Allahu Teâlâ'nm şu ayet-i kelimesidir: «Kan kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz .erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar dü­zeltmek isterlerse Allah onların aralarım buldurur.» (Nisa; 35)

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Boşanma iki defadır. (Bundan sonrası) Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak boşamadır.» (Bakara; 229)

İyilikle tutma geçmiş, artık iyilikle boşama tayin edilmiştir.

Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; «İslâm'da zarar vermek ve zarar ile mukabele etmek yoktur» buyurmuşlardır.

1929 senesi, 25 nolu kanunun 6. maddesi aynen şöyledir: «Kadın emsalleri dikkate alınarak, beraber kalmaları mümkün olmayacak şekilde kocasından zarar gördüğünü iddia ederse, hakimden ayrıl­ma talebinde bulunabilir. Kadının zarar gördüğü sabit olur ve ha­kim aralarım düzeltmekten aciz kalırsa talâk-i bâinle onlan boşar.»

Şayet hakim aynlma isteğini reddeder de sonra tekrar şikâyet gelirse ve herhangi bir zarar da mevcut değilse hakim, 7-8-9-10 ve 11. maddelerde açıklanan şekilde hüküm verir.

Madde 7 : «Tayin edilen iki hakemin erkek, adaletli mümkün­se tarafların ailesinden olmaları şart koşulur. Eğer mümkün değil­se, eşlerin durumunu bilen ve aralarını bulmaya yetenekli yaban­cılardan da hakem seçilebilir.»

Madde 8 : «Hakemlerin eşler arasındaki geçimsizliğin sebep­lerini öğrenmeleri ve aralarını bulmak için gayret sarfetmeleri ge­rekir. Şayet belli bir yol üzerinde birleşirlerse, o yolu kararlaştırır­lar.»

Madde 9 : «Hakemler eşlerin arasını bulmaktan aciz kalır, kö­tülük koca tarafından veya her ikisinden meydana gelirse yahut durum belli olmazsa bu durumda hakim talâkı bâinle aralarını ayı­rır.»

Madde 10 : «Şayet hakemler aralarında anlaşamazlarsa, hakem araştırmayı tekrar etmelerini onlardan ister. Yine ihtilâf ederlerse, onların yerine başka iki hakem tayin eder.»

Madde 11 : «Hakemlerin kararlaştırdıkları bilgileri hakime iletmeleri hakimin de bu bilgiler doğrultusunda hüküm vermesi ge­rekir.»

 

11.20.3.  Kocanın Kaybolması Sebebiyle Boşama

 

Kocanın gıyabında boşama, kadından zaran defetmek için Mâ­lik ve Ahmed'in görüşüdür.

Kadın, kendisini bırakıp kaybolan kocasından ona infak ede­cek malı bulunsa bile aşağıdaki şartlarla aynlma talebinde buluna­bilir.

1.  Kocanın kaybolmasının, geçerli olmayan bir Özürden do­layı olması.

2.  Kocasının kaybolmasıyla kadının zarar görmesi.

3.  Kocasının .bulunduğu beldenin dışına çıkmış olması.

4.  İçinde kadının zarar gördüğü bir senenin geçmiş olması.

Eğer kocanın kaybolması Öğrenim görmek, ticari girişimde bu­lunmak, şehrin dışında görevli olmak, uzak yerde askerlik yapmak gibi geçerli bir Özürden dolayı ise, bu durumlarda kadının aynlma isteğinde bulunmasına izin verilemez.

İkâmet ettiği beldede kaybolması durumundaki hüküm de ay­nıdır.

Kadının ayrılma talebinde bulunabilmesi için; içinde zarar gör­düğü ve yalnızlık hissettiği bir senenin geçmesi ve bu sene zarfın­da kendisinin Allah'ın haram kıldığı şeylere düşmesinden korkması gerekmektedir.

Bir sene takdiri îmam Mâlik'e göredir. Bu müddetin üç ay ol­duğu da söylenmiştir. îmam Ahmed'in görüşüne göre aynlma tale­binde bulunmak için geçmesi gereken en az zaman altı aydır. Çün­kü altı ay, bir kadının kocasız olarak sabredebileceği en son zaman parçasıdır. Nitekim daha önceki bölümde geçtiği gibi Ömer'in soru sorması neticesinde Hafsa'nm cevabı bu şekilde olmuştur.

 

11.20.4.  Kocanın Hapsolması Sebebiyle Boşama

 

Mâlik ve Ahmed'e göre kocanın hapsolması sebebiyle boşama bu konuya dâhildir. Çünkü kocanın hapsolması ondan uzak oldu­ğu için kadına zarar vermektedir.

Kocanın üç sene veya daha çok hüküm giydiği sabit olur ve hüküm kesinleşip infaz edilince infaz tarihinden itibaren bir müd­det veya daha fazla zaman geçerse kadın, kocasının kendisinden uzak olması sebebiyle zarar gördüğü için hakimden boşanma tale­binde bulunabilir.

Şartlar sabit olunca Mâlik'e göre hakim talâk-ı bâinle eşleri boşar. Ahmed'e göre ise bu talâk fesh sayılır. îbn Teymiyye şöyle demiştir: «Bunun üzerine kaybolmuş kişinin kansı hakkındaki icma ile verilen hüküm gibi esir mahpus ve benzerlerinin kansı hakkın­da kadının kocasından faydalanma imkânı kalmadığı için aynı hü­küm geçerlidir.»

Mısır Medenî Kanununun 12. maddesi aynen şöyledir: «Koca geçerli bir özür olmadan bir sene ve daha çok kaybolursa karısına yetecek malı bulunsa bile, kadının kocasmdan uzak kalmasından dolayı zarar görmesi halinde hakimden talâk-ı bâinle boşanma ta­lebinde bulunabilir.»

Madde 13 : «Kaybolan kocaya vasıtayla ulaşmak mümkünse hakim uzakta oluşunu bir mazeret sayarak ona evine dönmesi için belli bir müddet tayin eder. Şayet bu müddet zarfında karısıyla be­raber kalmak için gelmezse veya karısını kaldığı yere nakil yap­mazsa yahut karısını boşamazsa bu durumda hakim karısıyla ara­sını ayırır.

«Eğer tayin edilen vakit dolar, yukarıda sayılan hususları ye­rine getirmez ve geçerli bir özür de ortaya koyamazsa hakim talâk-ı bâinle aralarını ayırır. Şayet vasıtayla kaybolan kocaya varmak müm­kün değilse hakim herhangi bir Özür kabul etmeden ve bir vakit te tayin etmeden kadım boşar.»

Madde 14 : «Üç yıl ve daha fazla müddetle hürriyeti kısıtlayıcı bir cezayla hüküm giymiş ve cezası kesinleşmiş mahpusun karısının, bir sene geçtikten sonra görmüş olduğu zarardan dolayı, kendisine intak edecek malı bulunsa bile kocasının hapsolmasından dolayı talâk-ı bâin'le boşanmayı hakimden isteyebilir.»

 



[1] Son olarak Mısır'da bu görüş uygulanmakta olup, 1929 senesi 25 nolu kanunun ilk maddesinde: «Zorlanan kişiyle, sarhoşun talâkı geçerli olmaz» denmektedir.

[2] Şu andaki Mısır mahkemelerindeki tatbikat buna göredir. 1929 senesi 25 no'lu kanunun dördüncü maddesi aynen şöyledir. «Kinaye sözle ya­nlan talâk: Hem talâka hem de başka şeya ihtimali olan talâktır ki, bu sözle niyetsiz talâk vâki olmaz.»

[3] î'lâ: Karısına yaklaşmayacağına dair yemin etmektir. İ'lâ müdleti dört aydır.

[4] Bugün Mısır'daki adete göre alışılagelmiş yemin şekli Allah adı-ıa ve talâk üzerine yapılan yemindir. Müslümanların kullandıkları yemin-erle yemin edip sonra yeminini bozana yemin keffareti gerektiği gibi is-netinde bulunan karısı da ondan ayrılmış sayılır. İlk asırlarda Mekke'ye ;itmeye ve oruç tutmaya yemin ederse bugün bu tür yeminler kullanılma­dığı için sahibine yemin lâzım gelmez.

[5] Muallak talâk konusunda Mısır'da geçerli olan tatbikat 1929 senesi 25 no'lu kanunun ikinci maddesinin kapsadığı şu kanundur: «Bir şeyi yapmak veya yapmak manasına sevkeder bir mana kasdedip başka bir şey kasdetmediği zaman, hemen yerine getirilmesi gerekmeyen talâk vaki olmaz.»

Bu maddenin esbab-ı mucibesinin izahında göyle denmektedir: «Bu­günkü Mısır Kanunu, talâk üzerine yapılan yeminin ilgası hakkında ba­zı Hanefî, Maliki ve Şafiî âlimlerinin görüşlerini almıştır. Yine aynı ka­nun, yemin manasına gelen talik sözle yapılan talâkın ilgasında Ali b. Ebi Talib, Kadı Şurayh, Davud-u Zahiri ve arkadaşlarının görüşünü be­nimsemiştir.

[6] Bu alimlerden bazıları seleften İbn Aliyye, İbn Teyraiyye, İbn Hazm ve îbn Kayyım'dır.

[7] Elbette sözcüğü Arapçada katiyet yâni kesinlik İfade eder.