Boşanmayı Zamana Bağlamaya İlişkin Bir Fasıl
Kendisiyle Gerdeğe Girilmeyen Kadının Boşanması Hakkında Bir Fasıl
Erkeğin Boşama Yetkisini Karısına Vermesi
«Sen Muhayyersin Deyimi Hakkında
«Senin Boşanman Senin Elindedir» Deyimi Hakkında
İstersen Kendini Boşa» Deyim Hakkında
Hasta Kimsenin Karısını Boşaması
Kesin Talâk Île Boşanmış Olan Kadın Eski Kocasına Ne İle
Helâl Olur
(Boşanma -sünnete en
uygun olan, uygun olan ve bidat olan boşanmalar olmak üzere -üç çeşittir.
Sünnete en uygun olan boşanma : kişinin, karısını temizlik halinde ve o
temizlik halinde onunla cinsel ilişkide bulunmamışken bir talâk ile boşayıp
iddeti bitinceye kadar onu bir daha nikâhı altına almamağıdır.) Zira Ashab-ı
Kiram (Radıyallâhü anhümJ'ın karılarını hep bu şekilde boşuyorlardı. Onlara
göre bu şekilde boşamak, kaçlını her bir temizlik halinde bir talâk ile
boşamaktan daha iyi idi. Hem de bu şekilde boşanan kadını, eğer kocası pişman
olursa bir daha alabilir ve kadının da zararı bu şekilde boşanmada daha azdır.
Bunun içindir ki bu şekildeki boşanmaya hiç kimse mekruh dememiştir.
(Sünnete uygun olan
boşanma da, kişinin kendisiyle gerdeğe girdiği karısını -üç talâk tamam
oluncaya kadar-her bir temizlik halinde bir talâk ile boşamasıdır.) İmam Mâlik:
«Bu şekildeki boşanma ve bidat olup mubah olan, ancak kadını bir talâk ile
boşamaktır. Zira kadın boşamak, aslında haram olup ona ancak, başka kurtuluş
yolu olmadığı zaman cevaz verilmiştir. Bu da bir talâk ile de hasıl olur»
demiştir. Bizim ise delilimiz Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in Abdullah tbfl-i Ömer'e hitaben buyurduğu:
«Sünnet olan
boşama kadının temizlenmesini bekleyip
her bir temizlik halinde onu bir talâk ile boşamandir» ([1])
hadisidir. Kimisi: -Kadının iddeti uzamasın diye onu boşamayı temizlik halinin
sonuna bırakmak daha iyidir, demiş ise de, zahir olan şudur ki kadın
temizlenir temizlenmez onu boşamak daha iyidir. Zira eğer kişi boşamayı
geciktirirse, bakarsın nefsine hâkim oîamayıp kadınla cinsel ilişkide bulunur
ve ondan sonra onu boşar, ki o zaman muhtemelen kadın gebe iken onu
boşamış,olur.
(Bidat olan boşanma
da: kişinin, karısını bir kelimeyle yahut bir temizlik halinde üç talâk ile
boşamasıdır. Kişi böyle de yaparsa karısı boşanmış olur. Fakat kendisi günah
işler.) îmam Şafii: «Boşanmanın her çeşidi sahih olduğuna güre mubahtır. Zira
sıhhat hürmete aykırıdır. Aybaşı halindeki boşanma ise lizatihi haram olmayıp
kadının iddetini uzattığı için haram olmuştur> demiştir.
Biz diyoruz ki:
Boşanma ile evlilik bağı koptuğu ve aile yuvası yıkıldığı için onda asıl,
hürmettir. Ancak ona ihtiyaç hasıl olduğu ve ondan başka kurtuluş yolu
bulunmadığı zaman cevaz verilmiştir. Bu ihtiyaç da bir talâk ile
giderilebilir. Her bir temizlik halinde bir talâk ile boşamak da yine
ihtiyacın gereğidir. Zira bir kadın huysuz olduğu zaman onu boşama ihtiyacı her
temizlik halinde yenilenmiş olur.
Bir temizlik halinde
iki talâk ile boşamak da -aynı binâen- yine bidattir. Bir talâk ile ve fakat
kesin olarak boşamanın bidat olduğu hakkmda ise, iki rivayet vardır. Mebsut'un
aslında «Bu da, ona ihtiyaç olmadığı için sünnete aykırıdır» diye geçmektedir.
(Sünnete uygun olan
boşanma da -sayı vakit olmak üzere- iki yönden olur. Sayı yönünden sünnet olan
boşanmada, kendisiyle gerdeğe girilen ve girilmeyen kadınlar arasında fark
yoktur.) Kendisiyle gerdeğe girilen ve girilmeyen kadınların ikisi hakkmda da
sünnete uygun olan boşanma -yukarıda da geçtiği üzere- bir talâk ile
boşanmadır. (Vakit yönünden sünnete uygun olan boşanma ise, yalnız kendisiyle
gerdeğe girilen kadın hakkında câridir. O da kadını, temizlik halinde ve kendisiyle o temizlik
halinde cinsel ilişkide bulunulmamışken boşamaktır.) Zira kadın aybaşı halinde
olduğu zaman ondan tab'en iğrenilir. Kendisiyle cinsel ilişkide bulunulduğu
zaman da ona karşı cinsel arzu gevşer. Bunun için bu iki kadını, boşamak,
ihtiyaçtan dolayı olmıyabilir.
(Kendisiyle gerdeğe
girilmeyen kadın ise, temizlik halinde de, aybaşı halinde de boşanabilir.) İmam
Züfer bu kadını da kendisiyle gerdeğe girilen kadına kıyas ederek aybaşı
halinde boşanmasını bidat saymıştır. Biz diyoruz ki . Kendisiyle gerdeğe girilmeyen
kadma karşı duyulan cinsel arzu güçlü olduğu için kadın aybaşı halinde iken
dahi ona karşı olan cinsel arzu azalmaz. Kendisiyle gerdeğe girilen kadın da,
her aybaşı halinde temizlenince ona karşı arzu yenilenir.
(Eğer bir kadın küçük veya yaşlı olduğu
için aybaşı halini görmüyor ve kocası da onu üç talâk ile ve sünnete uygun
olarak boşamak istiyorsa, önce onu bir talâk ile boşadıktan sonra birer ay ara
ile iki kez daha birer talâk ile boşar.) Zira bu kadın hakkında bir aylık süre,
bir aybaşı halini görmek hükmündedir. Cenâb-ı Hak (Az-ze ve Celle)
:-Kadınlarınız içinde aybaşı hâlini görmekten kesilenler ile henüz aybaşı
hâlini görmemiş olanların iddetini tâyin edemezseniz, bilin ki onların iddet
beklemesi üç aydır» ([2])
buyurmuştur.
Sonra, bu kadının
boşanması eğer ayın basma rastlarsa, aylan hilâl itibanyladır. Eğer ayın
ortalarında olursa talâkların dağıtımı hakkında günler itibanyladır. imam Ebû
Hanif e'ye göre iddet hakkında da öyledir. Diğer iki İmam ise: «Birinci ay son
ay ile tamamlanır. Ortadaki iki ay ise, hilâl itibanyladır- demişlerdir, ki bu
icâreler meselesidir. (Kişi,
ay hâli görmiyen kadınla cinsel ilişkide bulunmuş olsun olmasın onu istediği
zaman boşıyabilir.) İmam Züfer: «Eğer onunla cinsel ilişkide bulunmuş ise,
aradan bir ay geçmeden onu boşaması haramdır. Çünkü bu kadın için bir aylık
süre, bir kez ay hâli
hükmündedir. Ay hâli gören kadın ise kocası kendisiyle cinsel ilişkide
bulunduğu zaman nasıl bir kez ay hâli görmeden onu boşaması haram ise, bu da
bir ay hâli geçmeden kocasının onu boşaması haramdır. Hem de kadına karşı olan
meyil, cinsel ilişki ile gevşer ve zamanla tekrar güçlenir, ki o zaman da, bir
aydır» demiştir.
Biz diyoruz ki: Aybaşı
görmeyen kadının gebe kalma ihtimali yoktur. Ay hâli gören kadını, bir kez ay
hâli görmeden boşamanın haram olması ise bu ihtimal içindir.
Gebe olan kadını ise, cinsel ilişkiden
hemen sonra dahi boşamak caizdir.) Çünkü bu kadının iddeti doğum yapmakla
bittiği için onunla cinsel ilişkide bulunmanın iddetini değiştirmek yönünden
bir rolü yoktur.
(İmam Ebü Hanife ile
İmam Ebü Yûsuf'a göre gebe olan kadını da önce bir talâk ile boşadıktan sonra
birer ay ara ile iki kez daha birer talâk ile boşamak sünnete uygundur.) tmam
Muham-m e d ile İmam Z ü f e r ise : (Bu kadının yalnız bir talâk ile boşanması
sünnete uygundur. Zira boşanma da asıl, hürmet olup şeriat ancak ihtiyaç
halinde ona cevaz vermiştir. İhtiyaç ise iddetin her bölümünde yeniden
belirdiği için talâkların o bölümlere dağıtılması emrolunmuştur. Gebe olan
kadının iddeti ise aylara bölünmez, ki talâklarının aylara dağıtılması
emrolunsun» demişlerdir.) İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf da: -Gebe kadının
iddeti aylara bölünmüyorsa da, boşanmanın cevazı ihtiyaçtan dolayı olduğuna
göre, aylar bu ihtiyacın birer delilidirler- demişlerdir.
(Ay halinde olan
kadını boşamak haram ise de, eğer kocası onu boşarsa boşanmış olur.) Zira kadının
iddeti uzamasın diye onu ay halinde boşamaktan nehyedilmiştir. Bu ise o demek
değildir ki eğer kocası onu boşarsa boşanmış olmaz. IVe kocasının onu bir daha
nikâhı altına alması müstahaptır.) Zira Abdullah îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)
karısını ay halinde boşamıştı. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem), H z. Ömer'e: -Oğluna söyle
de karısını bir daha nikâhı altına alsın» ([3])
buyurmuştur. Sonra, bu müstahablık ulemadan kiminin
görüşüdür. En doğrusu şudur ki vâcibtir.
Zira hem işlenmiş günahtan pişmanlık duymak vâcibtir ve hem de Peygamber
Efendimiz bunu emretmiştir. Emir ise vucubta hakikattir. (Sonra ne zaman ki ay
hâlinden temizlenir ve bir daha ay hâline girip, o ay hâlinden de temizlenirse
o zaman kocası isterse onu boşar, isterse bırakır.)
İmam Muhammed'in Mebsut'unda bu şekilde
geçmektedir. T a h a v i ise: •Kadın birinci ay hâlinden temizlenince kocası
onu boşar- diye kaydetmektedir. Ebul-Hasan el-Ker-h I demiştir ki: Tahavi1 nin
dediği, İmam Ebü Hanife' nin,"
Mebsut'ta geçen de, iki imam'in görüşüdür.
(îki îmam'ın dayanağı
şudur: «Sünnete uygun olan boşanmada her iki temizlik hâli arasına bir tam ay
hâli girer. Burada ise, birinci ay hâli tam olmadığı için ikinci ay hâli ile
tamamlanmış olur.-
I m a m Ebû Hanife de:
-Birinci ay hâlinde kişi onu bir daha nikâhı altına aldığı için sanki onu ay
hâlinde boşamamiş-tır. Bunun için. onu, birinci ay hâlinden sonra gelen
temizlik hâlinde boşaması sünnete uygundur- demiştir.
(Eğer bir kimse, kendisiyle gerdeğe
girdiği ve ay hâlini gören karısına i «Sen benden üç talâk ile ve sünnete uygun
olarak boşsun» der ve bu sözü ile hiç bir şeyi kasdetmezse, karısı her bir temizlik
hâlinde bir talâk İle kendisinden boşanmış olur.) Çünkü sünnete uygun olan
boşanma üç talâk ile olduğu zaman böyledir. (Eğer bu sözü ile «Talâkların her
üçü de birlikte- veyahut «Her biri bir temizlik hâlinde vâki olsun» diye
kastederse) kadın ister ay başı hâlinde, ister temizlik hâlinde olsun (neyi
kasdetmiş ise Öyle olur.)
îmam Züfer: «Eğer
«Talâkların her üçü birlikte vâki olsun» diye kasdederse kasdı sahih değildir.
Çünkü sünnete aykırıdır» demiştir.
Biz diyoruz ki Adamın ifâdesi bu mânâyı da taşıdığı için, bu
mânâyı eğer kasdederse kasdı sahihtir. (Eğer kadın aybaşı hâlini gerenlerden
değil veyahut gebe ise, aynı anda bir talâk, bir ay sonra bir talâk ve bir ay
sonra da bir talâk vâki olur.) Zira -yukarıda da açıkladığımız üzere- aybaşı
halini gören kadın için her bir temizlik nasıl boşanma ihtiyacının delili ise,
bunun için de bir aylık süre boşanma ihtiyacının delilidir. (Eğer her üç
talâkın da aynı anda vâki olmasını kasdederse, bize göre her üç talâk da aynı
anda vâki olur. tmam Züfer'e göre ise vâki olmaz.) Fakat eğer «Sen sun-
nete uygun bir şekilde
benden boşsun- der ve «Üç talâk, ile» demeden üç talâkın birlikte vâki
olmasını kasdederse, kasdı sahih olmaz. Çünkü üç talâkın birlikte vâki olması
sünnete aykırı olduğu gibi bunu ağzı ile de söylememiştir.[4]
(Aklı başında ve
erginlik çağına ermiş olan her erkeğin, karısını boşaması geçerlidir. Çocuk,
deli ve uykuda olan kimsenin ise geçerli değildir.}Zira Peygamber
Efendimiz:Çocuk ve delinin boşamaları dışında, bütün boşamalar geçerlidir- ([5])
buyurmuştur. Hem de ehliyet akla bağlıdır. Çocuk ile delinin ise akıllan
yoktur. Uykuda olan kimsenin de kasdı yoktur. (Tehdit altında karısını boşayan kimsenin de boşaması
geçerlidir.) İmam-ı Şafii: -Geçerli değildir. Çünkü tehdit altında olan
kimsenin kasdı yoktur. Şer'i tasarruflar da ancak kasıt ile geçerli olurlar.
Kansını şakadan boşayan kimse ise öyle değildir. Zira her ne kadar kansını
şakadan boşuyorsa da, boşama deyimlerini kas-den kullanır- demiştir.
Biz diyoruz ki: Tehdit
altında olan kimse de, boşamaya ehilken boşama deyimlerini kullandığı için
gereğinin lâzım gelmesi gerekir. Çünkü o da, tehdit altında olmayan kimse gibi,
duyduğu ihtiyaçtan dolayı bu işi yapar. Zira iki kötü durum arasında kalıp da
kendisi için ehevn-i şer olan boşamayı seçer. Bu ise kasıd değil de nedir?
Ancak aradaki fark şudur ki kişi bu boşamaya istekli değildir, ki bunun da
zaran yoktur. Nitekim şakadan boşayan kimse de boşamaya istekli olmadığı halde
boşama deyimlerini kullandığı için boşanma vâki olur.
(Sarhoş olan kimsenin
de,boşaması geçerlidir.) K e r h I ile T a h a v i ise geçerli olmadığı
görüşünü benimsemişlerdir, ki Imam-ı Şafiî' nin de iki görüşünden biri bu
yoldadır. Zira kasıd ancak akıl ile mümkün olur. Sarhoş olan kimse ise aklı başından
gitmiştir. Biz diyoruz ki:
Sarhoş olan kimsenin aklı, günah olan bir nedenle başından gittiği için
-cezasını görsün diye- başından gitmemiş hükmündedir. Hattâ eğer içki yüzünden
kendisinde başağnsı meydana gelip de bu yüzden aklı başından giderse, o zaman
biz: -Boşaması geçerli değildir- deriz.
(Dilsiz olan kimsenin de boşaması
işaretle vâki olur.) Zira işaretten mânâ anlaşıldığı zaman o da ifade gibi
olduğu için, zarurete binâen ifade yerine geçer.
(Cariyenin talâk
sayısı -kocası ister hür ister köle olsun
dir.) İmam-ı Şafii:
«Talâk sayısı erkeklerin vasfına göredir. Zira Peygamber Efendimiz (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) :-Talâk
erkeklerin, iddet ve kadınların vasfına göredir» ([6])
buyurmuştur. Hem de malikiyet insanlara has bir vasıftır. İnsanlık ise hür
olan kimsede daha kâmil olduğu için, sahip olduğu malikiyetin de daha çok
olması gerekir.» demiştir. Bizim de delilimiz Peygamber Efendimiz'in
-Cariyenin talâkı ikidir. İddeti de iki kez aybaşı hâlini görmektir- ([7])
hadisidir. Hem de kadının nikâh ile erkeğe helâl olması kadın için bir
nimettir. Nimet ise kölelikle yanya iner. Bunun için cariyenin talâkı birbuçuk
olması gerekir. Fakat talâk parçalanmadığı için biz iki kabul ediyoruz.[8]
(Boşanmanın deyimleri
-sarik ve kinaye, yâni açık ve kapalı olmak üzerem- iki çeşittir. Sarih ı
kişinin, karısına «Sen benden boşsun», «benden boşandın- ve «Seni boşadım-
gibi boşanmayı açık olarak İfade eden deyimlerdir. Bu deyimlerle kadın
kocasından -rec'i olarak- boşanmış olur.) Yâni kadının iddeti daha bitmemişken
eğer kocası pişmanlık duyup da onu bir daha nikâhı altına almak isterse
alabilir. Zira bu deyimler hep boşanmada kullanılagelen ve başka mânâlarda
kullanılmayan deyimler olduğu için sarihtirler. Ancak bu deyimlerde talâk
sayışma değinilmediği için bu deyimlerle sadece bir talâk vâki olur ve
dolayısıyla bu boşanma rec'i bir boşanma olur. (Bu deyimlerle boşanma vâki olması için diyete ihtiyaç
yoktur. Çünkü bu deyimler hep boşanmada kuilamlageldiği için boşanmada
sarihtirler.
(Eğer kişi bu
deyimlerle boşanmayı değil de, başka mânâları kasd ederse, ne hükmen ne de
dıyaneten kendisinden kabul olunmaz.) Zira bu deyimler boşanma mânâsında
sarihtirler.
(Bu deyimlerden
herhangi biriyle -kişi daha fazla bir sayıyı da kasdetse ancak bir talâk vâki
olur.) Çünkü bu deyimler «Sen benden bir talâk ile boşsun) mânâsını da
taşırlar. Bunun içindir ki birden fazla bir sayı kasdedildiği zaman «Sen
benden iki» veya «üç talâk ile boşsun» demek gerekir. İmam-ı Şafii: «Kişi karısına
«Benden boşsun dediği zaman onunla kaç talâk kasdederse o kadar talâk vâki
olur. Çünkü «Benden boşsun» nasıl «Benden bir talâk ile boşsun» kanısını
taşıyorsa. «Benden iki» veya «Üç talâk ile boşsun» mânâsını da taşır. Bunun
için bunlardan hangisini kasdederse o vâki olur demiştir.
(Eğer bir kimse,
kansına: «Sen benden boşsun boş» dedikten sonra: «ben birincisiyle bir talâk, ikincisiyle
de bir talâk kasd ettim» dese, kabul olunur.) Zira ikisi de boşamaya yarayan
deyimlerdir. Bu kimse sanki «sen benden boşsun, sen benden boşsun» demiştir.
Bunun için eğer kadınla gerdeğe girmiş ise, kadın kendisinden rec'i talâk ile
boşanmış olur. (Kadına
«Senin başın», «Senin yüzün» yahut «Senin bedenin benden boş olsun- dendiği
zaman da kadm boşanmış olur.) Zira baş, yüz ve beden kelimelerinin her üçü de
şahsın kendisi mânâsında da kullanılırlar. (Kişi karısına: «Senin yarın» yahut «üçte birin benden
boş olsun- dediği zaman da, kadın kendisinden boşanmış olur.) Çünkü bir şeyin
-yansı, yahut üçte biri gibi- şayi olan bir cüzü nasıl satılabiliyor, hibe
edilebiliyor vesair tasarruflara mahal oluyorsa, boşanmada bu tasarruflardan
biridir. Ancak boşanma parçalanmayı kabul etmediği için, böyle denildiği zaman
kadının tamamı boşanmış olur. ([9])
(Eğer kişi karısına:
«Senin elin» yahut «ayağın benden boş olsun- dese kadın boşanmış olmaz.) İmam
Züfer ile tmam-ı Şafiî: «Boşanmış olur. Çünkü bir kadınla evlenildiği zaman kadının
bütün vücudu kocasına helâl olduğuna göre, organlarının her-biri nikâha yer
olur ve nikâha yer olunca her biri talâka da yer olur. Ondan da -şayi olan
cüz'de olduğu gibi- kadının tamamına geçer. Fakat eğer kişi, kadına: «Senin
yarınla», «üçte birinle», «elinle» yahut «ayağınla evlendim» derse, nikâh
sahih olmaz. Çünkü diğer cüzlerdeki hürmet hille galip geldiği için burada
külle sirayet yoktur. Boşanmada ise hüküm tersinedir» demişlerdir.
Biz diyoruz ki:
Tükürük ve tırnak gibi infisal eden cüzler nasıl talâka mahal olamıyorlarsa, el
ve ayak gibi muayyen olan cüzler de talâka mahal olamazlar. Çünkü talâk hürmet
mükellefiyetini doğurduğu için mahallinin mükellef olması gerekir.
Mükellefiyet ise muayyen cüzlerin değil, şahsın vasfıdır. Bunun içindir ki
cüzlerin nikâhı da bâtıldır. Fakat şayi olan cüzler öyle değildir. Zira şahsın
varlığı şayi olan cüzlerin varlığı ile kâimdir. Bundan dolayıdır ki şayi olan
cüzler bize göre nikâha mahaldirler. Öyle ise talâka da mahaldirler.
«Sırt ile «karın»
kelimelerinde de ihtilâf edilmiştir. Fakat en zahir olan görüş şudur ki: bu
iki kelime bedenin tamamını ifâde etmedikleri için onlarla boşanma vâki olmaz.
(Eğer kişi, kansına -Seni yarım talâk ile»
yahut -bir talâkın üçte biri ile boşadım- derse, kadm bir talâk ile boşanmış
olur.) Çünkü talâk parçalanmayan bir şey olduğu için, onun cüzü onun tamamı
demektir.
(Eğer kişi, karısına:
-Sen benden iki talâkm üç yarısı ile boşsun» dese kadm üç talâk ile boşanmış
olur.) Çünkü iki talâkın yarısı bir talâk olduğuna göre, iki talâkın üç yansı
üç talâk olur. Eğer kişi: -Sen bir talâkın üç yarısı ile benden boşsun» dese,
kimisi: «İki talâk vâki olur. Çünkü bir talâkın üç yarısı bir buçuk talâktır ve
talâkta buçuk bulunmadığına göre iki talâk olur», kimisi de: «Üç talâk vâki
olur. Çünkü bir talâkın üç yansı üç yanm talâktır ve talâkta yanm
bulunmadığına göre, üç tam talâk olur» demiştir.
(İmam Ebü Hanife'ye
göre, kişinin, kansına : -Sen birden ikiye kadar- yahut -bir ile İki arasında
benden boşsun» dediği zaman bir talâk, -Sen birden üçe kadar» yahut -bir ilâ üç
arasında benden boşsun» dediği zaman da iki talâk vâki olur. İki İmam ise:
-Birinci surette iki, ikinci surette üç talâk vâki olur» demişlerdir.) İmam
Züf er de : -Birinci surette bir şey vâki olmaz. İkinci surette bir talâk vâki
olur» demiştir, ki kıyas da bunu gerektirir. Zira bir kimse bir başkasına: -Şu
duvardan bu duvara kadar» yahut -Şu iki duvann arasını sana sattım» dediği
zaman nasıl duvarlar satışa dahil olmayıp, yalnız duvarlann arası satılıyorsa,
burada da birinci surette bir ile iki sayılan değil de, bu iki sayı arasının
vâki olması gerekir. Bu iki sayı arasında ise sayı yoktur, ikinci surette de
bir ile üç sayılan arasında bir sayı bulunduğuna göre bir talâk vâki olması
lâzım gelir. İki İmam da Örf-i lisana bakarak bu görüşlerini istihsan
etmişlerdir. Zira Örf-i lisanda birisi i -Malım sana bir dirhemden yüz dirheme
kadar helâldir.» dediği zaman bundan »malımdan sana yüz dirhem helâldir- diye
kasd eder. İmam Ebü Hanif e' nin
de dayanağı şudur: bir kimse : «Yaşım altmış ile yetmiş arasındadır- dediği
zaman «altmıştan çok, yetmişten azdır- demek ister.
Eğer kişi: -Birden üçe kadar» dedikten
sonra : «Ben bundan bir talâk kasd ettim» derse, diyaneten kabul olunur, hükmen
kabul olunmaz. Çünkü bu ifadede bu mânâyı taşıyorsa da bu mânâ uzaktır.
(Eğer kişi karısına:
-Sen buradan Şam'a kadar benden boşsun» dese, kadın ondan bir talâk ile boşanır
ve kocası onu bir daha nikâhı altına alabilir.) İmam
Züf er; -Kesin olarak boşanır
ve kocası onu bir daha nikâhı altına
alamaz. Çünkü bu sözü ile -Seni uzun bir talâk ile boşuyorum» demek
istemiştir» demiştir.
Biz diyoruz ki:
bilâkis bu, talâkın kısa olduğunu ifade etmiştir. Çünkü eğer kendisinden
boşamrsa yalnış Ş a m'a kadar değil, Dünyanın her yerinde boşanmış olur.
(Eğer, kişi karısına:
-Sen Mekke'de benden boşsun» dese, kadın kendisinden derhal ve her yerde
boşanmış olur. -Sen benden evin içinde boşsun- sözü de bunun gibidir.) Zira
boşanmanın bâzı yerlere has olması düşünülemez. Şayet: -Benim maksadım
-Mekke'ye gittiğin zaman benden boşsun» demek idi dese, -diyaneten kabul olunur,
hükmen kabul olunmaz. Çünkü bu mânâ bu ifâdeden uzaktır.» Kişinin karısına :
-Sen hasta iken benden boşsun» demesi de bunun gibidir. Şayet: «Ben hastaîandjğm
zaman benden boşsun» demek istedim» dese, hükmen kabul olunmaz.
(Eğer kadına : -Mekke'ye girdiğin zaman
benden boşsun» dese, kadm Mekke'ye girmedikçe boşanmış olmaz.) Zira boşanması
için M e k k e ' ye girmesini şart
koşmuştur.[10]
(Eğer kişi, kansına;
«Sen yann benden boşsun» dese, kadın tan yerinin ağarmasıyla boşanmış olur.)
Çünkü kadını bütün günde boşanma ile vasıflandırmışım Bu da ancak eğer
boşanma, günün ilk saatinde vâki olursa doğru olur. Şayet bu sözü ile günün
sonunu kasd ederse diyaneten kabul olunur, hükmen kabul olunmaz. Zira bir
bütünden bütünün bir parçasını kasd etmiş olur, ki bu mânâ mecazdır. Mecaz ise
kerimeye muhtaçtır.
(Eğer kişi karısına :
-Sen bugün, yann» yahut «yann, bugün boşsun» dese, kelâmda hangi gün daha önce
geçiyorsa, kadm o gün boşanmış olur.) Buna göre boşanma birinci deyimde aynı
gün, ikinci deyimde de ertesi gün vâki olur. Çünkü birinci deyimde Önce -Bu
gün» denildiği için yarına kalmaz. İkinci deyimde de önce «yann-denildiği için
öne alınmaz. Bunun için her iki deyimde de ikinci gün manasızdır.
(Eğer kşi karışma:
-Sen yannki günde boşsun» dedikten sonra: -Ben -yannki günde» sözümle -yann
akşam- diye kast ettim» dese -İmam Ebû Hanife'ye göre- hükmen kabul olunur-
Diğer iki İmam ise t özellikle
hükmen kabul olunmaz.) Çünkü «yarınki günde» deyince, onu yarınki günün
hepsinde boşanmış olmakla vasıflandırmış olur. Bu itibarla bu da «sen yarın
benden boşsun deyimi gibidir. Bunun içindir ki eğer bu deyimi kullanan kimse
hiçbir mânâyı kasd etmezse, boşanma ittifakla günün ilk saatinde vâki olur.
Çünkü «yarınki günde» deyimi ile «yarın- deyimi arasında -ikisi de zarf olduğu
için- fark yoktur- (demişlerdir.) imam Ebû Hanife'de «yarınki günde- deyiminde zarfiyet
edata mezkur olduğu için bu deyimden «yarınki günün herhangi bir saatinde sen
benden boşsun» mânâsı daha zahirdir, ancak herhangi bir saat kasdediimezse iki
saat taayyün eder. Fakat kişi günün son saatim kasdedince onun kasdı
muteberdir. «Yarın benden boşsun» deyimi ise Öyle değildir. Çünkü bu deyim,
onda zarfiyet edatı mezkur olmadığı için, «bütün günde» demektir. Nitekim Ben
bir haftayı oruç tutacağım» ile Bu haftada oruç tutacağım» deyimleri arasında
da aynı fark mevcuttur» demiştir.
(Eğer kişi, bu gün
evlendiği karısına t «Sen dün benden boşsun» dese, bir şey lazım gelmez.» Çünkü
boşanmayı Öyle bir zamana bağlıyor ki, o zaman boşama yetkisine sahip değildi.
Bunun için, bu deyim -Ben daha yokken sen benden boşsun- deyimi gibi boş bir deyimdir.
Kaldı ki bu deyimi «Sen dün benim nikâhım altında değildin» yahut «Falanca
tarafından boşanmıştın» mânâsında da anlamak mümkündür. (Eğer kendisine bu
sözü söylediği kansı kendisiyle dünden önce evlenmiş idiyse, o zaman bu sözü
söylediği anda ondan boşanmış olur,) Çünkü bu sözü söylerken hem boşanmayı, boşama
yetkisine sahip olmadığı bir zamana bağlamamış ve hem de bu sözü -Sen dün benim
nikâhım altında değildin», yahut «Falanca, seni boşarruştı» mânâsmda anlamak
mümkün değildir. Bunun için bu söz inşadır ve inşa ile boşanma hemen vâki olur.
(Eğer kişi, karısına i «Ben seninle daha
evlenmemişken sen benden boşsun» dese, yine bir şey lazım gelmez.) Çünkü bu
deyimde boşamayı öyle bir zamana bağlıyor ki o zaman boşamaya yetkili değildi.
Bunun için bu deyim de «Ben daha çocukken» yahut «uykuda iken seni boşadım-
kabilindendir veyahut yukarıda söylediğimiz mânada onu haber olarak anlamak
mümkündür. (Eğer ı -Ben seni
boşamadığım zaman» yahut «boşamadıkça benden boşsun» dese, bu sözünü bitirir
bitirmez boşanma vâki olur.)
Çünkü bu sözünü
bitirdikten sonra eğer onu boşarsa boşadığı için, boşamazsa boşamadığı için
boşanmış olur.
(Eğer: «Ben seni
boşamazsam benden boşsun- dese, kendisi Ölmedikçe kadın boşanmış olmaz.) Çünkü
kadını boşamayacağmdan ancak kendisinin ölümü ile ümit kesilir. Nasıl ki «Eğer
ben B a s -r a' ya gitmezsem karım boş olsun» deyiminde de hüküm böyledir.
Sahih olan rivayete göre, kadının da Ölümü erkeğin ölümü gibidir.
(Eğer bir kimse,
karısına: «Ben seni boşamadıkça benden boşsun. Benden boşsun» dese, kadın
şartlı olan birinci «benden boşsun» ile değil, şartsız olan ikinci «benden
boşsun» ile boşanmış olur.) Yâni eğer bu sözünü aralıksız olarak söylerse
–stihsanen- hüküm böyledir. Kıyas ise, aralıksız olarak dahi söylese -eğer
kadınla gerdeğe girmiş ise- şartlı olan birinci «benden boşsun» ile de boşanmasını
gerektirir, ki îmam Züfer buna kaildir. Çünkü ikinci «Benden boşsun» bitmeden
boşanma vâki olmaz. Bitinceye kadar da araya -az dahi olsa- zaman girmiş olur.
Istihsanm da dayanağı
şudur: Yemini yerine getirme zamanı -halin delaletiyle- yeminden müstesnadır.
Çünkü gaye yemini yerine getirmektir. Yemini yerine getirmek de ancak eğer
onun zamanı müstesna tutulursa mümkündür. Bunun aslı -yeminler bahsinde
geleceği üzere- -Şu evde durmayacağım- diye yemin ettikten sonra evden hemen
taşınmaya başlayan kimse ile benzerlerinin meselesidir (Eğer bir kimse, bir
kadına: «Seninle evleneceğim gün benden boşsun- dedikten sonra kadınla
evlenirse -evlendiği zaman gece dahi olsa- kadın ondan boşanır.) Çünkü «gün-
kelimesi, güneşin doğuşundan batışına kadar süren zaman mânâsında kullanıldığı
gibi, mutlak zaman mânâsında da kullanılır. Eğer beraberindeki fiil «Bir gün
oruç tuttum- misâlinde olduğu gibi -uzayan fiillerden ise- bir zaman birim
olduğu için -birinci mânâya hamledilir. Eğer beraberindeki gün arkasını düşmana dönen kimse» ([11])
âyet-i kerimesinde olduğu gibi uzamayan fiillerden ise, ikinci mânâya
hamledilir. Evlenmek ise, ikinci tür olan fiillerdendir. Bunun için bu misâlde
geçen «gün» kelimesi mutlak zaman mânâsmdadır. Şayet kişi: «Ben onunla birinci
mânâyı kasdet-tim» dese -bu mânâ hakikat olduğu için-diyâneten olduğu gibi,
hükmen de kabul olunur. «Gece- ise, yalnız güneşin batışı ile doğuşu
arasındaki zamana, «gündüz- de, yalnız güneşin doğuşu ile batışı arasındaki
zamana mahsustur.[12]
(Eğer kişi, karısına i
-Ben senden boşum» dese -bu sözü ile onu aoşamak dahi istese- bir şey lâzım
gelmez. Eğer «Ben senden uzağım- yahut «Sana haramım dese ve maksadı onu
boşamak İse, kadın ondan boşanmış olur.l İmam-ı Şafiî: -Eğer boşamak maksadı
ile söylerse, birinci deyimle de boşanma vâki olur. Çünkü evlilik kan ile koca
arasında müşterek bir vasıf olup, erkek nasıl kadından kendini ona teslim
etmesini isteyebil iyorsa, kadın da erkekten, kendisiyle cinsel ilişkide
bulunmasını isteyebilir. Boşanma ise, bu müşterek vasfı ortadan kaldırmak için
vazedilmiş bir şeydir. Bunun için erkeğin kadına: «Ben senden uzağım-
yâhut-Sana haramım» dediği zaman nasıl boşanma vâki oluyorsa, -Ben senden boşum»
dediği zaman da vâki olur» demiştir. Biz diyoruz ki: Boşanma evlilik bağını koparmak
içindir. Bu bağ ise, yalnız kadın üzerinde bulunmaktadır. Nitekim bu bağdan
dolayıdır ki, kadın bir başka erkek ile evlenemez. Erkek ise, başka kadınlarla
evlenebilir. Şayet boşanma, aralarındaki müşterek evlilik vasf' -.ıi kaldırmak
için dahi olsa, bu vasıf da kadına mahsustur. Ni-teki i bu bağdan dolayıdır ki,
kadın bir başka erkek ile evlenemez. Erkek ise, başka kadınlarla evlenebilir.
Şayet boşanma, aralarındaki müşterek evlilik vasfını kaldırmak için dahi olsa,
bu vasıf da kadına mahsustur. Nitekim kadma -Falanca erkeğin nikâhlısıdır» denilir
de, erkeğe -Falanca kadının nikâhlısıdır» denilmez. Erkeğin; -Ben senden
uzağım» yahut -Sana haramım» demesi ise öyle değildir. Çünkü «Senden uzağım»
yahut -sana haramım» deyimleri, karı ile kocanın birbirlerine helâl olma
vasfım kaldırmak içindir. Bu vasıf ise ikisi arasında müşterektir. Bunun için
erkek kadına: -Sen benden uzaksm- veyahut bana haramsın» dediği zaman eğer maksadı
kadını boşamaksa nasıl kadm boşanıyorsa «ben senden uzağım» yahut «sana
haramım» demesi halinde de -eğer maksadı boşamaksa- kadın boşanır.
(Eğer kişi karısına: «Sen bir talak ile
ya boşsun, ya değilsin» derse, bir şey lâzım gelmez.) Ben diyorum ki: Elcami-ül
Sağir'de böyle ihtilafsız olarak zikredilmiştir. Oysa bu, imam Ebû Hani f e'
nin görüşüdür. îmam Ebû Yûsuf da sonradan bu görüşe katılmıştır. İmam Muhammed
ise -ki İmam Ebû Yûsuf da önce onun gibi söylüyordu-: «Kadın rec'i olarak ve
bir talâk ile boşanır» demiştir. Şayet bunda ihtilâf bulunmazsa da îmam
Muhammed' den bu konudaiki rivayet gelmiştir.
îmam Muhammed: -Çünkü
bu deyimde tereddüt talâkın aslında olmayıp sayısmdadır. Yâni «sen ya bir
talâk ile boşsun, ya bir talâk ile boş değilsin» mânâsındadır ve böyle olunca
«bir talâk ile» kaydı, itibardan düşer de yalnız «sen boşsun» kalır, ki onunla
bir talâk vâki olur. Fakat -sen ya boşsun, ya değilsin» deyimi böyle değildir.
Çünkü bu deyimde tereddüt talâkın aslında olduğu için onunla boşanma vâki olmaz»
demiştir.
îmam Ebû Hanife ile
îmam Ebû Yûsuf jse : -Talâk ile beraber sayı zikredildiği zaman boşanma sayı
ile vâki olur. Nitekim kişi, kendisiyle gerdeğe girmediği karışma : «sen üç
talâk ile boşsun» dediği zaman kadm kendisinden üç talâk ile boşanır. Oysa
eğer boşanma, talâkın aslı ile vâki olsaydı «üç talâk ile» kaydı mânâsız
olurdu. Zira kendisiyle gerdeğe girilmediği için idde-ti yoktur, ki iddeti
içinde üç talâk vâki olsun- demişlerdir.
[Eğer kişi kadma: «ben
ölürken» yahut «sen ölürken benden boşsun» dese bir şey değildir.) Zira kendisi
ölürken boşamaya, kadın da ölürken boşanmaya ehil değildir.
(Eğer kişi, câriye olan karısının
tamamına, yahut bir kısmına, ya da kadının, köle olan kocasının tamamma, yahut
bir kısmına mâlik olursa, biribirinden ayrılmış olurlar.) Zira eğer kadın
kocasına mâlik olursa kendisinde hem mâlikiyet, hem memlûkiyet vasıflan
toplanmış olur ve eğer erkek karısına mâlik olursa kansi ona câriye olur.
Câriye ile ise, ancak zaruret halinde evlenilebilir. Bu kimse için ise, câriye
ile evlenmek zarureti yoktur. Zira câriye onun cariyesi olduğu için zaten
onunla cinsel ilişkide bulunabilir.[13]
(Eğer bir kimse
karışma büyük, şehadet ve orta parmaklarını göstererek: -sen bu kadar taiâk ile
boşsun- dese, kadın üç talâk ile boşanmış olur.) Zira talâkın sayısı «bu kadar-
gibi mübhem bir deyimle dahi ifade edildiği zaman, eğer parmaklarla işaret
edilirse kaç talâk kasdedildiği anlaşılmış olur. peygamber Efendimiz ayın gâh
otuz, gâh yirmidokuz gün sürdüğünü söylemek isterken, on parmağını açarak ve
iki kez «Ay bu kadar, bu kadar ve bu kadardır» buyurmuş ve ikinci kezde üçüncü
olarak «bu kadardır» deyince bir elinin başparmağını kapatmıştır. ([14])
Söylediğimiz bu aynı sebepten dolayı,
eğer kişi bir parmakla işaret ederse bir talâk, iki parmakla işaret ederse iki
talâk vâki olur. işaret de daima açık olan parmakla olur. Kimisi: -Eğer
parmaklarının sırtını gösterirse işaret, kapalı olan parmaklarladır- demiştir.
İşaret, açık olan
parmaklarla olduğuna göre, eğer kişi: «Ben kapalı olan iki parmağımla işaret
ettim» dese diyaneten kabul olunur, hükmen kabul olunmaz. Kişinin: «ben elimle
işaret ettim» dediği zaman da hükmen kabul olunmaz. Çünkü zahire aykırıdır.
Eğer kişi «bu kadar» demeden
parmaklarıyla işaret ederse işaret ettiği parmaklar kaç tane olursa olsun bir
talâk vâki olur. Çünkü mübhem olan sayı zikredümemiştir, ki açık parmaklar
onun açıklaması olsun. Bunun için yalnız «sen boşsun» kalır, onunla da yalnız
bir talâk vâki olur.
(Eğer kişi t «sen
benden kesin olarak» veyahut «kesinlikle boşsun:» dese, kadın kesin olarak
boşanmış olur.) tmam-ı Şafiî: «Eğer kadınla gerdeğe girmiş ise, kadın rec'i
olarak boşanır. Çünkü kadını bir veya iki talâk ile boşamak, onu bir daha geri
alabilmek için meşru kılınmıştır. Eğer kişi böyle söylerse meşrua aykırı olduğu
için hükümsüzdür. Nasıl ki «sen benden -dönüş hakkım bulunmamak kaydıyla-
boşsun» dediği zaman da böyledir» demiştir. Biz diyoruz ki: -Sen benden boşsun» deyimi ile bir
talâk vâki olduğu halde,- onunla kesin talâk vâki olur. Nitekim kişi, kendisiyle
gerdeğe girmediği kansını bir talâk ile boşadığı zaman kadın kendisinden kesin
olarak boşanmış olur. Kendisiyle gerdeğe girdiği karısını da bir talâk ile
boşadığı zaman eğer onu, iddeti daha bitmemişken bir daha nikâhı altına
almazsa boşanması kesinleşmiş olur. İşte «kesin olarak» veyahut -kesinlikle-
kaydı bunu belirtmek içindir. Kişinin -sen benden -dönüş hakkım bulunmamak
kaydıyla- boşsun» dediği zaman da, bize göre kadın kesin olarak boşanmış olur.
Bunun için eğer kişi «sen benden kesin olarak» veyahut «kesinlikle boşsun- der
ve bununla hiçbir sayı kasd etmezse kadın kesinlikle ve fakat bir talâk ile ve
eğer üç talâk kasdederse üç talâk ile boşanmış olur.
(Eğer kişi: «sen
benden talâkın en çirkinliğiyle boşsun» dese yine böyledir.) Zira talâkın en
çirkini kesin olan talâktır. Bunun için bu deyim de «sen benden kesin olarak
boşsun- deyimi gibidir, «talâkın en kötüsü, en fenası en pisi- de öyledir.
(Kişi «şeytanın talâkı» yahut «bidat
talâkı» dediği zaman da yine böyledir.) Zira sünnet olan talâk rec'i talâk
olduğuna göre bidat talâk, yahut şeytanın talâkı da kesin olan talâk olur. İmam
E b û Yûsuf dan: «Kişi: -sen bidat talâkı ile boşsun» dediği zaman, eğer «sen
kesin olarak boşsun» demek istemezse kesin boşanma vâki olmaz. Çünkü aybaşı
halinde olan kadının talâkı da bidat talâkıdır. Bunun için. niyet gerekir»
diye söylediği de rivayet olunmuştur. imam Muhammed de: -Kişi: «sen bidat- yahut «şeytanın
talâkı ile boşsun» dediği zaman rec'i talâk olur. Zira bidat, yahut şeytan
talâkı yalnız kesin talâk değildir. Kadın aybaşı halinde iken boşanması da
bidat talâkıdır. Kesin talâk ise şüphe ile olamaz» demiştir.
(Dağ gibi bir talâk, deyimi de kesin
talâktır.) Zira dağ gibi talâk güçlü talâk demektir. Güçlü talâk ise kesin
olan talâktır. î m a m Ebû Yûsuf ise: -Kişi «dağ gibi bir talâk» dediği zaman
rec'i talâk olur. Çünkü dağ tek bir şey olduğuna göre ona benzetilen talâk bir
talâk olur» demiştir. (Eğer
bir kimse: «sen en güçlü bir talâk ile» yahut «bin talâk gibi bir talâk ile»
yahut «bu odanın dolusu kadar bir talâk ile boşsun» dese, kadın bir talâk ile
ve fakat kesin olarak boşanır. Ancak eğer bu vasıflarla üç talâk kasdederse o
zaman üç talâk vâki olur.) Birinci misalde: Çünkü «en güçlü bir talâk»
demiştir. En güçlü talak ise kesin olan talâktır. Rec'i talâk olması da, çünkü
lâfız rec'i olması ihtimalini de taşır. İkinci misalde: çünkü bir şeyi bin şeye
benzetmek bazen o şeyin güçlülüğünü, bazen çokluğunu ifade etmek içindir ve
hangisi kasdedilirse o olur. Kasd olmadığı zaman ise en azı sabit olur. Üçüncü
misalde de: çünkü herhangi bir şey, bazen büyük, bazen çok olduğu için bir
yeri doldurur. Kişi hangisini kasdederse o olur ve eğer birini de kasd etmezse,
o zaman en azı sabit olur.
İmam Ebû Hanife'ye
göre kaide şudur ki: kişi: «falan şey gibi bir talâk» dediği zaman -o şey
ister büyük, ister küçük olsun ve büyük olduğu zaman büyüklük vasfı ister
söylensin, ister söylenmesin- kadın kesin olarak boşanmış olur. Zira -yukarıda
da geçtiği üzere -teşbih ziyadeyi gerektirir.
îmam Ebû Yûsuf'a göre
de -o şey ister büyük, ister küçük olsun- eğer büyüklük vasfı söylense kadın
kesin olarak boşanır. Büyüklük vasfı söylenmediği zaman İse boşanma rec'idir.
Çünkü teşbih bazen
şeyin bir olduğunu ifâde etmek için olur. Fakat büyüklük vasfı söylendiği
zaman bu ihtimalde mahal kalmaz, imam Züfer'e göre de eğer şey halk arasında
büyük diye tanınıyorsa, kadın kesin olarak boşanır. Yoksa boşanma rec'idir.
tmam Muhammed ise, kimisi : « İ m a m Ebû Hani f e ile» kimisi: «îmam Ebû Yûsuf
ile beraberdir» demiştir. Buna
göre eğer bir kimse karısına : -sen benden iğne ucu gibi bir talâk ile» yahut
-dağ gibi bir talâk ile» yahut -dağ gibi büyük bir talâk ile boşsun- derse,
birinci misalde kadın -îmam Ebû Hanife ile İmam Züfer'e göre kesin, İmam Ebû
Yûsuf'a göre rec'i, üçüncü misalde ise her üç imama göre de kesin olarak
boşanmış olur. (Eğer
kişi: -sen zor» yahut «geniş- yahut -uzun bir talâk ile boşsun- derse kadın bir
talâk ile ve kesin olarak boşanmış
olur.)
Zira telâfisi mümkün
olmayan bir,şey zor olur. Talâk da eğer kesin olursa telâfisi mümkün olmaz.
Telâfisi zor olan şeyler hakkında «bu iş uzun ve geniştir- de denilir. İmam
Ebü Yûsuf-dan ise : «Bu deyimlerle rec'i talâk vâki olur. Çünkü bu vasıflar talâka
uymazlar» diye söylediği rivayet olunmuştur. Eğer kişi yukarıda geçen bu
deyimlerle üç talâkı kasdederse üç talâk vâki olur. Çünkü bu deyimlerin
hepsiyle kesin talâk vâki olur. Kesin talâk ise -hafif ve ağır olmak üzere- iki
çeşittir.[15]
(Eğer kişi kendisiyle
gerdeğe girmediği karısına: «Seni üç talâk ile boşadım- derse üç talâk vâki
olur.) Zira üç talâkı birlikte söylediği için her üçü de vâki olur. (Fakat
eğer) «seni boşadım, boşadım, boşadım» gibi (talâkları ayn ayn söylerse, bir
talâk vâki olur.) Çünkü kendisiyle gerdeğe girilmediği için iddeti yoktur ve
iddeti olmadığı için birinci «boşadım» ile kesin olarak boşanmış olur. Bunun
için ikinci ve üçüncü talâk artık vâki olmaz.
(Eğer kişi: «sen
benden, Önce bir talâk ile, sonra bir talâk ile boşsun» dese, yine bir talâk
vâki olur.t Çünkü birinci talâk vâki olunca kadın onunla kesin olarak boşandığı
için ikinci talâk artık vâki olmaz.
(Eğer: sen benden bir
talâk ile ve o talâktan önce de bir talâk ile boşsun- dese, iki talâk vâki
olur.) Çünkü ikinci talâk vâki olmayınca ondan önceki talâk vâki olmaz ve o
vâki olunca ondan önceki talâk ondan önce vâki olmuş olur. Bu itibarla bu
deyim' de sen iki talâk ile benden boşsun» deyimi gibidir.
(Eğer: -sen bir
talâkın beraberinde bulunan bir talâk ile- yahut «beraberinde bir talâk
bulunan bir talâk ile benden boşsun- dese, kadın iki talâk ile boşanmış olur.)
İmam Ebû Yûsuf-dan: «İkinci surette bir talâk vâki olur. Çünkü şey, beraberinde
bulunduğu şeyin tabii olduğu için ondan sonra gelir. Bu itibarla, mak-sud olan
talâk vâki olunca beraberinde olan talâk ondan sonra olduğu İçin artık vâki
olmaz- diye söylediği rivayet olunmuştur.
Kendisiyle gerdeğe
girilmiş olan kadın hakkında ise, bu suretlerin hepsinde iki talâk vâki olur.
Çünkü bu kadın iddetli olduğu için boşanma ehliyeti birinci talâktan sonra da
bakidir.
(Eğer kişi, kendisiyle
gerdeğe girmediği karışma: «şu işi yaparsan bir talâk ile ve bir talâk ile
boşsun- dese ve kadın da o işi yapsa -İmam Ebû Hanife'ye göre- kadın bir talâk
ile boşanmış olur. Diğer iki imam ise : «iki talâk ile boşanır- demişlerdir ve
eğer kişi ona: benden bir talâk ile ve bir talâk ile boşsun eğer şu işi yaparsan-
dese ve kadın da o işi yapsa, kadın ittifakla (iki talâk ile boşanır.) İki İmam
: -çünkü (ve) edatı hükümde mutlak ortaklığı ifâde ettiği için -eğer şu işi
yaparsan üç talâk ile boşsun- yahut «sen bir talâk ile ve bir talâk ile boşsun
eğer şu işi yaparsan» misallerini de nasıl talâkların hepsi birlikte vâki
oluyorsa, bu misalde de öyledir» demişlerdir.
İmam Ebû Hanife de:
-hükümde mutlak ortaklık, iki şeyin hükümde beraberliği ile birinin diğerinden
sonra geldiği ihtimallerinin ikisini de taşır. Birinci ihtimalde her ne kadar
iki talâk vâki oluyorsa da, birinci ihtimalde -şartsız olarak söylendiği zamanda
olduğu gibi- bir talâk vâki olduğu için birden fazlası şüpheli olur. Şüphe ile
ise talâk vâki olmaz. Fakat eğer cart, cümlenin sonunda gelirse -cümledeki
hükmü şarta bağladığı için- talâkların hepsi birlikte vâki olurlar. Şart, cümlenin
başında geldiği zaman ise -cümlenin mânâsında bir değişiklik husule gelmediği
için- yalnız bir talâk vâki olur- demiştir. Eğer kişi: «Şu işi yaparsan bundan bir talâk iîe,
sonra bir talâk ile boşsun- derse -Kerhİ: «bunda da aynı ihtilâf mevcuttur»
demiş ise de, en doğrusu şudur ki: -sonra» bağı iki şeyin hükümde
birinin diğerinden sonra geldiğini ifâde
ettiği için- ittifakla bir talâk vâki olur. (Boşama 'deyimlerinin ikinci kısmına gelince i bunlar
kinayet olan deyimlerdir. Kinayet ile -eğer boşama kasdedilmez veyahut durum
boşamaya delâlet etmezse- boşanma vâki olmaz.) Zira kinayet olan deyimler
boşamaya vazedümedikleri için boşamayı da, başka mânâyı da taşırlar. Bunun
için onîarla boşanmanın vâki olması niyete bağlıdır.
(Kinâyetler iki kısım olup bir kısmı ile
rec'i boşanma vâki oluı ve bir talâktan fazla vâki olmaz. Bunlar da «günlerini
say-, «rah minin boş olduğunu
öğren» ve «sen birsin» deyimleridir.) Zira bi rinci deyim «iddetini bekle»
mânâsında olabildiği gibi «senin ömründen ancak sayılı günler kalmıştır»
mânâsında da olabilir. Eğer kişi bu deyimi kullanırken birinci mânâyı
kasdederse, «seni boşadım» demek olduğu için onunla bir talâk vâki olur, ve
bir talâk da rec'idir. İkinci
deyim de «rahminin boş olduğunu öğrendiğin zaman evlenebilirsin» mânâsında
olabildiği gibi, «rahminin boş olduğunu öğrendiğin zaman seni boşıyacağım-
mânâsında da olabilir. Eğer kişi birinci mânâyı kasdederse «seni boşadım» demek
olduğu için onunla bir talâk vâki oUır ve vâki olan talâk rec'idir.
Üçüncü deyim de «sen bir talâk ile
boşsun» mânâsında olabildiği gibi, «sen benim gözümde birsin» mânâsında da
olabilir. Eğer kişi birinci mânâyı kasdederse kadın kendisinden bir talâk ile
ve rec'i olarak boşanmış olur. Çünkü bu deyimlerin hepsinde «sen benden boşsun»
mânâsı mukadderdir ve bu mânâ mukadder olmayıp ağızla söylendiği zaman nasıl
-üç talâk dahi kasdedilse- bile sadece bir talâk vâki oluyorsa, bu da öyledir.
(Kinayenin geri kalan deyimleri ise, eğer
kişi onlarla boşanmayı kasdederse boşanma kesin olarak ve bir talâk vâki olur.
Eğer kişi onlarla üç talâk kasdederse üç talâk, iki talâk kasdederse bir talâk
ve fakat boşanma kesin olarak vâki olur. Bu deyimler de «sen kopuksun»,
-hürsün», «ipin omuzun üzerindedir», «baban gile git», «bağımsızsın», -benden uzaksın»,
«seni baban gile geri verdim», «seni serbest kıldım», «senden ayrıldım»,
«senin emrin senin elindedir», «kendine bir yol seç-, «benden örtün»,
«uzaklaş», «git», -kalk», «kendine koca ara» ve benzeri deyimlerdir.) Çünkü bu
deyimlerin hepsi boşamayı da, başka mânâları da verebilirler. Bunun için bu
deyimlerle boşanmanın vâki olması niyete bağlıdır
(Ancak eğer kadın
boşanmasını isterken kişi bu deyimlerden birini kullanırsa -niyeti boşamak
değilse bile- boşanma hükmen vâki olur. Kendisiyle Allah arasında ise -eğer
niyeti boşamak değilse- boşanma vâki olmaz. Kudurî, bu deyimlerin arasında
ayırım yapmadan : -eğer kadın boşanmasını isterken kişi bu deyimlerden birini
kullanırsa -«benim maksadım onu boşamak değildi» dese bile- hükmen kabul
olunmaz» demiştir.) Oysa demişlerdir ki: (Bu da eğer deyim redde yaramıyorsa
böyledir.» Eğer deyim redde yarıyorsa, kişi onu -kadın boşanmasını isterken
dahi- kullansa, eğer ; «Benim maksadını onu boşamak değildi- dese kabul olunur.
Kısacası şudur ki:
kişi bu deyimlerden birini kullanırken ya hoşnutluk halinde olur, ya öfkeli
olur, ya da kadm boşanmasını ister. Deyimler de üç kısımdır. Bir kısmı hem
cevaba, hem redde yarar. Bir kısmı yalnız cevap olur, red olamaz. Bir kısmı da
hem cevaba', hem sövgüye yarar. Kişi hoşnutluk halinde iken bu deyimlerden
hiçbiri ile -eğer niyeti boşamak değilse- boşanma vâki olmaz ve eğer kendisi
niyetini inkâr ederse söz onun sözüdür. Kadın boşanmasını isterken, kişinin bu
deyimlerden birini kullanması halinde ise, eğer kullandığı deyim -«sen
bağımsızsın», -kopuksun», haramsın», «iddetini bekle», «senin emrin senin
elindedir-, gibi- redde yaramayıp yalnız cevaba yarayan deyimlerden ise,
«benim mah» şadım onu boşamak değildi» dese bile hükmen kabul olunmaz. Çünkü
kadın boşanmasını istediği için zahir şudur ki, kadını boşamış-tır. Fakat eğer
kullandığı deyim -git-, «çık-, -kalk-, «örtün- ve benzeri gibi- hem cevaba, hem
redde yanyan deyimlerden ise sözü kabul olunur.
Kişi öfkeli iken bu
deyimlerden birini kullanması halinde ise -kullandığı deyim hangi kısımdan
olursa olsun- sözü kabul olunur. Ancak eğer - iddetini bekle», «senin emrin
senin elindedir» gibi- ne redde ve ne de sövgüye yaramayıp yalnız cevaba
yanyan bir deyim ise, o zaman onun sözü dinlenemez. Çünkü öfkeli olduğu için
zahir şudur ki karısını boşamıştır. Sonra, yukarıda geçen ilk üç deyim dışında kalan
kinayelerle kesin boşanmanın vâki olması biz Hanefi' lere göredir, imam-ı
Şafii ise: «Bütün kinayelerle vâki olan boşanmalar rec'idir. Çünkü kinaye
sarihin yerine kaimdir. Sarih ile ise -eğer sayı zikredilmezse- bir talâk vâki
olur ve bir talâk rec'i talâktır. Bunun içindir ki onunla talâk sayısı azalır»
demiştir.
Biz diyoruz ki: kişi
karısını kesin olarak kendisinden ayırmaya yetkilidir. Çünkü eğer bu yetkiye
sahip bulunmazsa kadını üç talâk ile boşamak zorunda kalır ve bir daha onunla
evlenme imkânını bulamaz. Sonra kinayeler gerçekte kinaye olmayıp, sarihin yaptığı
aynı işi kendi mânâlanyla yapmaktadırlar. Kinayelerde niyetin şart olması da,
bu ayrılmanın hangi çeşidi olduğunu belirtmek içindir. Talâk sayısının onunla
azalması da, çünkü kesin boşanma da bir ayrılıştır ve her ayrılışta talâkın
sayısı azalır. Üç talâk niyetini getirmek de, ayrılmanın -hafif ve ağır olmak
üzere- iki çeşidi bulunduğu için caiz olmuştur ve niyet olmayınca hafifi lâzım
gelir.
(Kinayelerde iki talâk
niyetini getirmek -bize göre- sahih değildir. İmam Züfer -. -sahihtir-
demiştir.) Çünkü «iki-, sayıdır. Kesin boşanmada ise -yukarıda da söylediğimiz
gibi- sayı yoktur.
(Eğer kişi karısına:
-iddetini bekle, iddetini bekle, iddetini bekle» dedikten sonra : -birinci
-İddetini bekle» deyimi ile boşanmasını. İkinci ve üçüncüsü ile İse hakiki
mânâsını kasdettim- dese, hükmen kabul olunur.) Zira deyimin hakiki mânâsını
kasdetmiştir. Hem de boşanan kadına iddetini bekle- demek âdet olduğu için,
onun bu sözü zahire göre doğrudur. (Eğer : -Ben ikinci ve üçüncüsü ile bir şey
kasdetmedim- dese, o zaman üç talâk vâki olur.) Zira birincisi ile kadını
boşamak isteyince, kadın da kendi boşanmasını ister duruma girmiş olur. Bunun
için : -Ben ikinci ve üçüncüsü ile bir şey kasdetmedim- sözü -zahire göre
yalan olduğu için- kabul oiunmaz. Fakat eğer: -Ben hiçbiri ile onu boşamak
istemedim dese -zahire göre doğru söylediği için- kabul olunur. Eğer: «Ben birinci
ve ikincisi ile değil, yalnız üçüncüsü ile boşanmasını kasdettim- dese. yine
bir talâk vâki olur.
Sonra, erkeğin maksadı
boşamak olmadığına dâir sözü nerede kabul olunuyorsa ancak yemin ile kabul
olunur. Çünkü erkek, kendi niyetini doğru söylemekte emindir. Eminin sözü de
ancak yemin ile kabul olunur.[16]
Erkek bu yetkiyi
karısına -sen muhayyersin-, «senin boşanman senin elindedir- ve -istersen
kendini boşa- olmak üzere- üç deyim ile olur.[17]
(Kişi karısına, boşama
niyetiyle : -sen muhayyersin-, yahut -kendini boşa- dediği zaman kadın
oturduğu yerden kalkmadığı sürece kendini boşayabilir. Eğer yerinden kalkar,
yahut elindeki işi bırakıp bir başka işe başlarsa, bu yetki elinden çıkmış
olur.) Zırâ hem Ashabı- Kiram bunda icma etmişlerdir, hem de karısına bu
yetkiyi veren kimse ona, kendini boşama yetkisini temlik etmiş olur. Temliklerde
ise -satış akdinde olduğu gibi- ayni oturuşda kabul etmek şarttır. Çünkü
oturuşun bütün saatleri bir sayılır. Ancak oturuş bazen kalkıp gitmekle, bazen
başka işe girişmekle değişir. Zırâ -yemek oturuşu, münazara oturuşu, çekişme
oturuşu gibi- herşeyin oturuşu ayrıdır.
(Kadmm bu yetkisi
kadının yerinden kalkmasıyla bozulmuş olur.) Zira bu yetkisini kullanmadan
yerinden kalkması bu yetkisinden vazgeçmiş olduğunu gösterir. Para bozma ve
peşin para ile veresiye mal satma akidleri ise Öyle değildir. Çünkü bu
akitlerde bedeli almadan alıcı ile satıcının biribirinden ayrılmaları akdi fesada
götürür. Sonra, kişinin
karışma : -sen muhayyersin- dediği zaman «sen kendini boşamada muhayyersin-
diye niyet etmesi gerekir. Çünkü eğer niyet olmazsa bu söz başka mânâ
ihtimallerini de taşır.
(Eğer kadın, kocasının
bu sö2ü üzerine kendini boşarsa bir talâk ile ve kesin olarak boşanmış olur.)
Fakat kıyasa göre boşanmama-sı gerekir. Zira erkeğin kendisi -boşamak niyetiyle
dahi olsa- bu deyimle karısını boşayamaz, ki onunla boşama yetkisini başkasına
verebilsin. Fakat bu hususta Ashab'ın icmaı bulunduğu için biz -is-tihsanen-
boşanır, diyoruz. Hem de erkek, karısını istediği kadar nikâhı altında
tutabildiği ve istediği zaman onu boşayabildiği için, bu hükümde kadını kendi
yerine ikame edebilir. Sonra, bununla vâki olan boşanma kesindir. Zira eğer
kesin olmazsa, kocasının onu -iddeti daha bitmemişken- bir daha nikâhı altına
alabildiği için ona bu yetkiyi vermesinde mânâ kalmaz.
(Kadının bu yetkiye dayanarak kendini
boşaması -kocası üç talâk kasd etmiş olsa bile- üç talâk olamaz.) Zira bu
boşanma ile kadının kurtulması amaçlanmıştır. Kadının kurtulması ise, kesin
olan bir talâk ile dahi hasıl olduğu için birden fazlasına lüzum yoktur.
(Bu deyimle boşanmanın vâki olması için ya
erkeğin «kendini ihtiyar et» ya da kadının -kendimi ihtiyar ettim» demesi
gerekir. Hatta eğer erkek: «İhtiyar et», kadın da -ihtiyar ettim» dese, boşanma
vaki olmaz.) Çünkü bu durumda, ne erkeğin kadından neyi ihtiyar etmesini
istediği ve ne kadının neyi ihtiyar ettiği, bilinemez.
(Kişi kadına s
-kendini ihtiyar et», kadın da «ihtiyar ettim» dese, kesin olan bir talâk vâki
olur.) Zira erkek «kendini ihtiyar et» dediği için, kadının «ihtiyar ettim»
sözü -kendimi ihtiyar ettim» mânâsında olur.
(Eğer kişi boşama
niyetiyle s -ihtiyar et», kadın da «kendimi İhtiyar ettim» dese, boşanma vâki
olur.) Zira kadının sözü açıklamalı olduğu gibi, erkeğin sözü de kasdettiği
mânâ ihtimalini taşımaktadır.
(Eğer kişi kadına:
-ihtiyar et, ihtiyar et, ihtiyar et», kadın da: «Ben birinci talâkı» yahut
«ortasını» ya da -sonuncusunu ihtiyar ettim» dese -İmam Ebu Hanife'ye göre-
kadın üç talâk ile boşanmış olur ve kişinin niyetine de ihtiyaç yoktur.) Çünkü
kişinin sözündeki tekrar üç talâka delâlet eder (diğer iki İmam ise: -bir talâk
ile boşanır.) Zira «birinci», -orta» «sonuncu, gibi deyimler her ne kadar sıra
sayıları ise de talâklarda sıra düşünülmediği için, kadının «kendimi birinci-
yahut «ikinci- veya -üçüncü talâk ile boşadım» sözleri arasında fark yoktur.
Her üçünde de sanki «kendimi bir talâk ile boşadım» demiş gibi olur»
(demişlerdir.) î m a m Ebû Hanife de: «talâklarda birinci, orta veya sonuncu diye
bir şey olmadığı için, bu kadın sanki yalnız -ihtiyar ettim» demiştir. Yalnız
-ihtiyar ettim» dediği zaman nasıl üç talâk ile boşa-niyorsa bu da öyledir-
demiştir.
(Eğer kadın yalnız:
-kendimi ihtiyar ettim» dese) erkek ona üç kere «ihtiyar et» dediği için (üç
talâk ile boşanmış olur.) (Eğer
kadın: «ben kendimi bir talâk ile boşadım» veya «ihtiyar ettim» dese, bir talâk
ile ve kesin olarak boşanır.) (Eğer kişi kadına : «bir talâk üe kendini ihtiyar et» veyahut -sen
kendini bir talâk ile boşayabilirsin» dese ve kadın da . «ben kendimi ihtiyar
ettim» veya «boşadım» diye cevap verse, bir talâk ile boşanır ve boşanma rec'i
olur.) Çünkü kocası ona bir talâk ile boşanma yetkisini vermiştir. Bir talâk ise
nassan rec'i talâktır.[18]
(Eğer kişi kadına üç
talâk niyetiyle: -senin boşanman senin elindedir» dese, kadın da: «ben kendimi
bir kere ile ihtiyar ettim* dese üç talâk vaki olur.) Çünkü «kendimi ihtiyar
ettim» deyimi «senin boşanman senin elindedir» deyimine cevap olabilir, «bir
kere ile» de «defaten» demek olduğu için her üç talâk birlikte vâki olur.
(Eğer kadın: -kendimi
bir talâk ile boşadım» dese bir talâk ile ve fakat kesin olarak boşanmış olur.)
Zira kocası ona üç talâk niyetiyle boşama yetkisini vermekle ona kesin boşanma
yetkisini vermiş olur. O da kocasının sözüne cevaben kendini boşadığı için, her
ne kadar bir talâk ile ise de boşanması kesin olarak vâki olur.
(Eğer kişi: -senin
boşanman bugün ve yarından sonra senin elindedir» dese, gece bu hükme dahil
olmaz. Şayet kadın aynı günde, kocasının, kendisine verdiği bu yetkiyi red
ederse, o günün yetkisi elinden çıkıyorsa da yarından sonra yine sahih olur.)
Çünkü «bugün» deyimi «akşama kadar» demek olduğu için akşam ona dahil değildir
ve ona dahil olmayınca da aralarına girdiği günler biribi-rinden ayrı iki vakit
olur. Birinin red edilmesiyle diğeri red edilmiş olmaz.
îmam Züfer: -sen bugün ve yarından sonra
boşsun» dediği zaman nasıl her iki vakit de bir vakit ise, burada da her iki
vakit bir vakittir. Bunun için birinin reddi ile diğeri red olur» demiştir.
Biz diyoruz ki: iki misâl arasında fark vardır. Çünkü boşama geçici olamadığı
halde boşama yetkisi geçici olur.
(Eğer kişi ı -senin
boşanman bugün ve yarın senin elindedir» dese, o zaman gece de bu hükme dahil
olur. Şayet kadın aynı günde «d ederse, onunla birlikte ertesi gün de red
edilmiş olur.) Çünkü iki vakit arasına hükme dahil olmayan bir vakit girmediği
için her Ün vakit bir vakit sayılmaktadır. Kaldı ki bazen gece basar da henüz
konuşma meclisi sürer. Bunun için bu kimse sanki «senin boşanman iki- gün
senin elindedir» demiştir.
İmam Ebû Hanife' den
-eğer kadın bu misalde de aynı günü reddederse ertesi gün kendini boşayabilir.
Çünkü kocası onu boşamak istediği zaman nasıl kocasının kendisini boşamasını
red edemiyorsa, kocasının ona boşanma yetkisini verdiği zaman da bu yetkiyi red
edemez» diye söylediği de rivayet olunmuştur. Zahir olan birinci rivayetin
dayanağı şudur: kadın bugün kendini boşadı-
ğı zaman nasıl
muhayyerliği yarına kalamıyorsa, bugün yetkisini red ettiği zaman da
muhayyerliği yarma kalamaz. Zira iki şey arasında muhayyer bulunan kimse, iki
şeyden ancak birini seçebilir.
î m a m E b û Yusuf
dan: '-Eğer kişi: «senin boşanman bu gün senin elindedir ve senin boşanman yann
senin elindedir- dese, iki emir olur. Çünkü bu deyimde her bir gün için
müstakil bir cümle kullanılmıştır. -Senin boşanman bu gün ve yann senin elindedir»
deyimi ise öyle değildir» diye söylediği rivayet olunmuştur.
(Eğer kişi i «Senin
boşanman falancanın geleceği gün senin elindedir» dese ve o falan kimse de
geldiği halde akşam oluncaya kadar kadın bilmezse kadın için muhayyerlik
yoktur.) Çünkü muhavr yerlik devam eden bir vasıf olduğu için «gün- kelimesi
-yukanda da geçtiği üzere- mutlak zaman değil, güneşin doğuşu ile batışı
arasında kalan zaman mânâsına hamledilir. Kadın ise güneş batın-caya kadar
adamın geldiğini işitmemiştir.
(Kadının kocası kadına
boşanma yetkisini verdiği veyahut onu muhayyer kıldığı zaman, yerinden
ayrılmadıkça veya bir başka işe girişmedikçe, yetkisi devam eder.) Zira kadına «Sen muhayyersin»
veyahut -kendini boşayabilirsin» demek, ona, kendisini boşama yetkisini temlik
etmektir.
Temlik ise, aynı yerde
yapılan karşılıklı icab ve kabul ile ancak sahih olur, ki biz bunu yukarıda da
söyledik. Sonra, kişi kadma bu yetkiyi verirken eğer kadm onun sesini
işitiyorsa, kadının meclisi kocasının sesini işittiği yerdir. Eğer işitmiyorsa,
nerede öğrenirse orası onun meclisi olur.
(Eğer kadına
muhayyerlik verilirken kadın ayakta olup ona muhayyerlik verildikten sonra
oturursa muhayyerliği elinden çıkmaz.) Zira düşünmek için, oturmak, ayakta
durmaktan daha elverişlidir. Bunun için oturmak yüz çevirmenin değil, bilâkis
işe daha fazla sarılmanın delilidir.
(Kadm oturmakta iken
yaslanması veyahut yaslanmakta iken oturması da böyledir.) Zira bu da -kadının,
dizleri üzerinde oturmakta iken bağdaş kurması gibi- bir çeşit oturuştan bir
başka çeşit oturuşa geçmek olduğu için işten yüz çevirmek değildir.
Ben diyorum ki: Bu, el-Camiüs-Sağir'İn
rivayetidir. Başka kitaplarda ise -Kadın oturmakta iken uzansa, muhayyerliği
kalkar. Çünkü uzanmak, işi Önemsememeyi gösterdiği için yüz çevirmek sayılır»
diye geçmektedir. Fakat birinci rivayet daha sahihtir. Kadının oturmakta iken
uzanması hakkında İmam Ebû Yûsuf-dan da iki rivayet gelmiştir.
(Eğer kadın kocasına ı
«Babamı çağır, ona danışayım» veyahut «Birkaç kişiyi çağır da onlan şahit
tutayım» derse, bununla muhayyerliği kalkmaz.) Çünkü danışmak doğruyu bulmak,
şahit tutmak da inkâra mahal bırakmamak içindir.
(Eğer kadın yürüyen
bir hayvanın sırtında veya mahfe içinde olup da hayvan durursa muhayyerliği
kalkmaz. Eğer hayvan durgun olup yürümeye başlarsa muhayyerliği kalkar.) Çünkü
hayvanın yürümesi ile durması binicisinin elindedir. (Gemi ise binanın hükmündedir.)
Zira hayvanın binicisi hayvanı durdurabilir. Geminin yolcuları ise gemiyi
durduramazlar.[19]
(Eğer bir kimse
karısına: -kendini boşa» derken hiçbir niyeti yok veyahut -bir talak ile» diye
niyet eder ve kadın da t «kendimi boşadım» derse, bir talâk ile boşanmış olur.
Eğer kadm -üç talak ile- der ve kocası da «üç talâk ile» diye niyet etmiş ise,
üç talâk vâki olur.) Çünkü «kendini boşa» «boşamayı yap» demektir. Boşama ise,
cins ismi olup -diğer cins isimleri gibi- aza da, çoğa da şâmildir. Bunun için
ondan ne kasd edilirse öyle olur. Eğer bir şey kasdedilmezse bir talâk vâki
olur ve o talâk da rec'idir. Çünkü «boşama» deyimi sarih talâktır. Eğer kişi
iki talâk kasd ederse, iki talâk vâki olmaz. Çünkü «iki- sayı olduğu için onu
kasd etmek sahih olmaz. Ancak eğer kadın câriye olursa o zaman iki talâk vâki olur.
Çünkü câriye için iki talâk tam talâktır.
(Eğer kişi kadına ı
«kendini boşa», kadın da «kendimi senden koparttım- dese, kadm boşanmış olur.
Fakat eğer «kendimi ihtiyar ettim» dese boşanmaz.) Çünkü «koparttun» boşamanın
kinaye deyimlerindendir, «ihtiyar ettim» ise ancak erkeğin kadına muhayyerlik
verdiği zaman cevap olarak kullanılabilir. Boşamanın ve sarih ve ne de kinaye
deyimlerinden değildir. Nitekim eğer kişi kanona, boşamak maksadıyla «seni
ihtiyar ettim», yahut «kendini ihtiyar et» dese, onunla talak vâki olmaz.
(Eğer bir kimse
karışma t «kendini boşa' dese bu sözünden bir daha geri dönemez.) Çünkü bu söz
«eğer kendini boşarsan benden boşsun» mânâsında olduğu için onda yemin mânâsı vardır. Yemin ise,
dönülmesi mümkün olmayan bir tasarruftur. Fakat eğer kadın kendini boşamadan
yerinden kalkarsa yetkisi bozulur. Çünkü kocası bu sözü ile ona kendini boşama
yetkisini temlik ettiği için kadının aynı yerde ona cevap vermesi gerekir.
Fakat eğer kocası ona «kuma'm boşa- dese öyle değildir. Çünkü bu söz temlik
olmayıp tevkil olduğu için kişi bu sözünden hem dönebilir, hem de eğer kadın
kumasını boşamadan yerinden kalkarsa vekâleti bozulmaz.
(Eğer kişi kamına:
«istediğin zaman kendini boşa dese kadın kendini oturduğu yerde de, yerinden
kalktıktan sonra da boşayabi-lir.î Çünkü «istediğin zaman» deyimi amm olup her
zamana şâmil olduğu için «ne zaman istersen» mânâsındadır.
(Eğer bir kimse bir
başkasına î «benim kanını boşa* dese, o kimse onun karısını oturduğu yerde de,
yerinden, kalktıktan sonra da boşayabilir) ve kişi bu sözünden geri de
dönebilir. Çünkü bu söz tevkil olduğu için dönülmesi mümkün olmayan bir
tasarruf değildir ve aynı yerde yerine getirilmesi de gerekmez. Fakat kişinin
kendi kansına -kendini boşa» demesi öyle değildir. Zira bu, kadının kendi
şahsı ile ilgili bir tasarrufu olduğu için tevkil olmayıp temliktir.
(Eğer kişi bir kimseye
: «istersen kanını boşa» derse, adam onun karısını ancak oturduğu yerde
bosayabilir) ve kişi bu sözünden de cayabilir, imam Z ü f e r: «Bu söz ile
önceki söz arasında fark yoktur. Çünkü eğer kişi «istersen» demese de, adam
zaten istemese boşamaz. Bunun için kişi bu sözü sanki dememiş gibi olur. Bu itibarla
bu söz, bir kimsenin bir başkasına «istersen benim malımı sat kabilindendir demiştir.
Biz diyoruz ki: bu söz
-adam «istersen» dediği için- hem temlik, hem ta'liktir. Satış ise talik kabul
etmez.
(Eğer bir kimse
karışma -kendini bir talâk ile boşa» der
ve kadın kendini üç talâk ile boşarsa -İmam Ebû Hanîfe'ye bir talâk vâki olmaz. Diğer iki İmam ise :
«bir talâk vâki olur.) Çünkü kadın kendisine verilen yetkiyi ziyadesiyle
kullandığı için ziyade lağv olup bir talâk vâki olur. Nasıl ki erkek de üçten
fazla talâka mâlik olmadığı için eğer karısını üçten fazla talâklarla
boşar-sa, üçten fazlası lağv olup ancak üç talâk vâki olur(demişlerdir.) îmam
Ebû Hanife ise: «bu kadın kendisine verilmiyen bir yetkiyi kullandığı için
sanki ona hiç yetki verilmemiştir. Çünkü kocası ona bir talâk ile boşama
yetkisini vermişken o, üç talâk ile kendini boşamışür. Bir talâk ile üç talâk
ise ayrı ayrı şeyler olup biri
tek, diğeri mürekkep olduğu için aralarında tezat vardır.» Karısını üçten
fazla talâk ile boşayan erkek ise öyle değildir. Çünkü o mâlikiyet hükmü ile
tasarruf etmektedir» demiştir.
(Eğer kişi karısına,
kendini rec'i talâk ile boşamasını söyler ve kadın kendini kesin talâk ile
boşar, yahut kişi ona, kendini kesin talâk ile boşamasını söyler, o ise,
kendini rec'i talâk ile boşarsa, erkeğin söylediği ne ise o vâki olur.) Zira
her iki misâlde de kadının kocasına muhalefeti talâkın aslında olmayıp
vasfmdadır ve muhalefet vasıfta olunca talâk, kocanın söylediği vasıfta vâki
oîur.(Eğer kişi karışma: «istiyorsan kendini üç talâk ile boşa- der, kadın ise,
kendini bir talâk ile boşarsa bir şey vâki olmaz.) Çünkü bunun mânâsı şudur ki:
eğer üç talâkı istiyorsan kendini boşa. Kadın da kendini bir talâk ile.
boşamakla üç talâkı istememiştir. Bunun için şart yerine gelmemiştir.
(Eğer kişi kadına:
«istiyorsan kendini bir talâk ile boşa- der ve kadın kendini üç talâk ile
boşarsa -İmam Ebû Hanife'ye göre- yine bîr şey vâki olmaz.) Çünkü her ne kadar
üç talâkın içinde bir talâk varsa da, üç talâkı istemek, bir talâkı istemek
değildir. (İki İmam işet -bir talâk vâki olur- demişlerdir.) Zira nasıl üç
talâk içinde bir talâk varsa, üç talâkı istemekte de bir talâkı istemek vardır.
Bunun için şart yerine gelmiştir.
(Eğer kişi kansına
— Sen istiyorsan, boşsun, kadın:
— Sen istiyorsan ben de isterim, erkek boşamak
niyetiyle
— Ben istedim, dese bir şey vâki olmaz.) Çünkü erkek, kadı-mn boşamasını kadının
şartsız isteğine bağlamış, kadın ise, kendi isteği için erkeğin isteğini şart
kılmıştır. Bunun için şart yerine gelmemiştir. Sonra, kadının bu şekilde cevap
vermesi, gereksiz bir uğra-51 olduğu için elindeki yetki de bozulmuş olur.
Erkeğin «ben istedim» sözü ile de -niyeti boşamak dahi olsa- boşanma vâki
olmaz. Çünkü kadın «sen boşanmamı istiyorsan ben de isterim» dememiştir, ki
erkeğin «istedim» sözü «boşanmanı istedim» mânâsmda olsun. Zira lafızda mezkûr
olmayan bir şeyi kasdetmek yeterli gelmez. Bunun için, eğer erkek kadını
boşamak kasdıyla «boşanmanı istedim» dese, talâk vâki olur. Çünkü bu söz başlı
basma bir boşama deyimidir.
(Kadının «babam
isterse ben isterim», yahut -falan iş olursa ben İsterim» sözü de) aynı sebebe
binâen (böyledir.)
(Eğer kadın -falan iş
olmuş ise ben isterim* der ve o iş de olmuş ise boşanmış olur.) Zira boşanmaya
geçmişte olmuş bir şeyi şart koşmak, şartsız olarak boşamak gibidir.
(Eğer kişi karısına
— «İstediğin zaman», yahut -ne zaman istersen
benden boşsun» der kadın da:
— «Ben istemiyorum» diye
cevap verse, kadının bu cevabıyla
yetkisi bozulmaz ve oturmakta olduğu yere mahsus olmaz.) Çünkü -istediğin zaman» ve «ne zaman
istersen- deyimleri aynı an ve yere mahsus olmayıp bütün zaman ve yerlere
şâmildir. Bunun için kadın -ben istemiyorum- dedikten sonra da ne zaman isterse
yine boşanmış olur. Ancak bir talâk ile boşanır. Zira «istediğin zaman» yahut -ne zaman istersen-
deyimleri her zamana şâmil ise de «her istedikçe» demek değildir.
(Eğer kişi karısına:
-sen benden her istedikçe boşsun» dese, kadın kendini, her istedikçe -üç talâk
tamam oluncaya kadar- boşa-yabilir.) Zira «her istedikçe- deyimi tekrarı
gerektirir. Ancak kadının bu yetkisi, mevcud olan nikâha mahsustur. (Eğer
kadın boşandıktan sonra bir başka kocaya vanr ve o kocadan ayrılıp tekrar eski
kocasına varırsa) bu nikâh yeni olduğu için (eğer kadın kendini boşarsa
boşanmış olmaz.)
(Fakat bu kadın
kendini bir defada üç talâk ile
boşayamaz.) Çünkü
kocası ona: «nasıl istersen» demeyip :
-her istedikçe» demiştir.
(Eğer kişi karısına:
«nerede istersen benden boşsun- dese, kadın istemedikçe boşanmış olmaz ve
kendini boşamadan yerinden kalkarsa artık kendini boşayamaz.) Zira -nerede-
kelimesi -hangi yerde- demektir. Boşanma ise, hiç bir yere mahsus olmadığı
için, «nerede» kelimesi lağvdır ve dolayısıyla deyimden yalnız -istersen benden
boşsun kalır. Kişi: «istersen benden boşsun» dediği zaman ise, kadının daha
yerinden kalkmamışken kendini boşaması gerekir.
(Eğer kişi kansına: «sen
benden -nasıl istiyorsan- boşsun- dese, kadın rec'i bir talâk ile boşanmış
olur.) Yâni eğer kadın : «ben şu şekilde boşanmak isterim- demezse hüküm
böyledir. Eğer kadın: -ben kesin bir talâk ile-, yahut «üç talâk ile boşanmak
isterim» deyip de kocası: -ben de onu kasd ettim- dese -kadının isteğiyle kocasının
kasdı arasında uyum bulunduğu için- kadınm isteği ne ise o vaki olur. Fakat
eğer kadın üç talâk ister, kocası da kesin bir talâk kasd eder, yahut kadın
kesin bir talâk ister, kocası üç talâk kasd ederse, rec'i talâk vâki olur.
Çünkü kadının isteği ile kocasınm kasdı birbirlerine uymadıkları için kadının
tasarrufu lağvdır. Eğer erkek bu sözü söylerken hiçbir kasdı bulunmazsa, o
zaman kadının isteği ne ise o vâki olur.
Ben diyorum ki: (İmam
Muhammed EI-Mebsuttfa: «Bu İmam Ebû Hanife'nin görüşüdür» demiştir. İmam
Muhammed ile İmam Ebû Yûsuf'a göre ise, eğer kaduı -ister rec'i, ister kesin
bir talâk veyahut üç talâk diye- bir şey istemezse, boşanmış olmaz.) Çünkü erkek,
boşanmayı -ne şekilde olursa olsun- kadına bırakmıştır. Kadın ise boşanmanın
hiçbir şeklini istemeyince boşanmayı istememiş olur. Zira hiçbir şey vasıfsız
olamaz.
imam Ebû Hanife de:
-Nasıl» kelimesi ile durum sorulur. Nitekim herhangi bir kimseye -bu sabah
nasılsın?» diye sorulduğu zaman onun durumu sorulmuş olur. Kişinin, kansına
-nasıl istersen» sorusu da öyledir. Yâni sen benden boşsun. Ancak ne şekilde
boşanmak istiyorsan o şekilde boşsun» demiştir.
(Eğer kişi karışma:
«Sen benden -kaç talâk ile istersen- boşsun» dese kadın kendini istediği sayı
ile boşayabilir. Eğer kadın kendini boşamadan yerinden kalkarsa yetkisi
bozulur ve eğer yetkisini red ederse red olunur.) Çünkü bu, tek bir emirdir ve
aynı zamanda halde bir hitaptır. Bunun için derhal cevap vermek gerekir.
(Eğer kişi kansına:
-kendini üç talâktan istediğin kadar boşa» dese, kadın bir veya iki talâk ile
kendini boşayabilir. İmam Ebû Ha-nife'ye göre üç talâk ile boşayamaz. Diğer iki
İmam: «İsterse üç talâk ile de boşayabilir.] Zira «istediğin kadar» deyimi
anlamında bir sınır bulunmadığı için, -üç talâktan-daki «dan» edatı da «yemeğimden
istediğini ye- ve «kadınlarımdan istiyeni boşa- misâllerinde olduğu gibi,
bazen beyan için kullanılır. Bunun için burada da cinsin beyanı mânâsma
hamlolunur» (demişlerdir.) îmam Ebû Hanife de: «dan» edatı teb'iz mânâsında
hakikattir. Bunun için «istediğin kadar- deyiminden murad -ya bir ya iki talâk
ile» demektir, demiştir,[20]
(Eğer bir
kimse-seninle evlenirsem benden boşsun» yahut «hangi kadınla evlenirsem benden
boş olsun» sözlerinde olduğu gibİ-
herhangi bir kadınla evlenmeyi kadının kendisinden boşanmasına şart
kılarsa, kadınla evlenir evlenmez kadm ondan boşanmış
olur.)
îmam-i Şafii (Rahimehullah);
-Evlenmeden, boşama olamaz» ([21])
hadisine dayanarak: «Bu kimsenin talâka vâki olmaz» demiştir.
Biz diyoruz ki: bu, şarth bir boşamadır.
Şart yerine geldiği zaman ise erkek onu boşamaya yetkili olur. Hadis de,
kişinin, kendisiyle evli bulunmadığı bir kadına şartsız olarak: «sen benden
boşsun» demesi haline mahmuldür. Hadis'in bu mânâya hamli - Ş a' -b i, Z ü h
ri ve başkaları gibi- geçmiş bir çok ulemadan rivayet olunmuştur.
(Eğer kişi -«şu işi
yaparsan benden boşsun» sözünde olduğu gibi boşanmayı bir şarta bağlarsa, şart
meydana gelir gelmez boşanma vâki olur.) Bunda ihtilaf yoktur. Çünkü kişi
boşanmayı şarta bağlarken boşama yetkisine sahiptir ve zahir de şudur ki şart
yerine gelinceye kadar bu yetki kendisinde devam eder. Bunun için hem bize,
hem im a m-ı Şafii'ye göre sahihtir.
(Fakat eğer kişide kadını boşama yetkisi yoksa -kadını şartsız olarak boşaması
nasıl sahih değilse- şartlı olarak da sahih değildir.) Çünkü boşanmayı şarta
bağlamak, boşanmaya şart koşulan şeyin olmamasını sağlamak içindir. Eğer kişi
boşamaya yetkili olmazsa, boşama tehdidi ise o şeyin olmamasını sağlıyamaz.
(Bunun için, eğer kişi yabancı bir kadına
-şu işi yaparsan benden boşsun» dedikten sonra kadınla evlenir ve ondan
sonra kadın o işi yaparsa boşanmış olmaz.) Çünkü kişi boşamayı şarta bağlarken
-kadın nikâhı altmda olmadığı için- kadını boşamaya yetkili değildi.
(Eğer erkek ile kadın
şartın yerine gelmesinde ihtilâf ederlerse, söz erkeğindir. Ancak eğer kadm
şahit getirirse o zaman kadının sözü makbuldür.) Zira erkek aslın davacısıdır.
Asıl ise şartın yerine gelmediğidir. Hem de erkek boşanmanın vâki olmasını
inkâr, kadm ise iddia eder. ([22])
(Eğer şartın yerine gelip gelmediği, ancak kadının bildiği bir şey ise, o
zaman kadının sözü kendi şahsı hakkında makbuldür. Meselâ: erkeğin kadına
«aybaşı halini görürsen sen ve kuman benden boşsunuz» demesi halinde eğer kadm:
«Ben aybaşı halini gördüm» dese, kendisi boşanır, kuması boşanmaz.) Kadının
boşanması da bir istihsandır. Kıyas ise, onun da boşanmamasını gerektirir.
Çünkü aybaşı halini görmesi şarttır. Şartın yerine gelip gelmediği hakkındaki
ihtilafta ise erkeğin sözü dinlenir, tstihsanın dayanağı da şudur: Kadın
-aybaşı halini görüp görmediğini kendisinden başka bilen olmadığı için- kendi
şahsı hakkında emindir. Bunun için -iddet hakkında olduğu gibi- burada da onun
sözü dinlenir. Fakat kuması hakkında şahit olduğu için, hattâ töhmet altında
bulunduğu için sözü dinlenmez.
(Kişinin karısına:
«eğer Allah'ın seni Cehennem ateşinde yakmasını istiyorsan» yahut «eğer beni
seviyorsan sen ve falanca karım benden boşsunuz» demesi ve karısının da
«istiyorum», yahut «seviyorum» diye cevap vermesi halinde de) yukarıda
açıkladığımız sebebe binâen (kendisi boşanır, kuması boşanmaz.) Kadının kesin
olarak yalan söylediği de bilinemez. Çünkü olabilir ki kocasından son derece
nefret duyduğu için nikâhı altında kalmaktansa Cehennem ateşinde yanmayı tercih
eder.
(Eğer kişi karısına t
«ay başı hali gördüğün zaman benden boşsun» der ve kadın ay başı halini
görürse, üç gün geçmedikçe boşanmış olmaz.) Zira üç günden az süren kan ay başı
kanı değildir. «Üç gün geçtikten sonra biz, aybaşı halini gördüğü anda boşanmış
olduğuna hükmederiz.) Zira üç gün sürmekle, başlangıçta aybaşı olduğu
anlaşılmış olur.
(Eğer kişi kadına:
«bir aybaşı halini gördüğün zaman benden boşsun» dese kadın gördüğü aybaşı
halinden temizlenmedikçe boşanmış olmaz.) Zira kadm ancak, aybaşı kanından
temizlenince bir aybaşı hali görmüş olur.
(Eğer kişi kadına:
«bir gün oruç tuttuğun zaman benden boşsun» dese, kadın ancak oruç tuttuğu
günün akşamında boşanmış olur.) Çünkü «gün» kelimesi devam eden bir fiil ile
beraber geldiği zaman ondan, güneşin doğuşu ile batışı arasındaki zaman kasd
edilir. Fakat eğer kadına: «oruç tuttuğun zaman benden boşsun» de-se öyle
değildir. Zira bu sözde bir zaman ölçüsü bulunmadığı için kadın oruç tutmaya
başlamakla oruç tutmuş sayıldığından, boşanmış olur.
(Eğer bir kimse
karısına: «bir erkek çocuk doğurduğun zaman bir taîâk ile, bir kız doğurduğun
zaman iki taîâk ile boşsun- der ve kadm bir erkek ile bir kız doğurup da
hangisinin daha önce doğduğu bilinmezse, ona hükmen bir talak, ihtiyaten iki
talâk lâzım gelir.)
Çünkü eğer önce doğan
çocuk erkek çocuk ise bir talâk vâki olur ve kızın doğumu ile kadının iddeti
biter de başka talâk vâki olmaz. Çünkü kızın doğumu iddetin bitim zamanıdır. Eğer
önce doğan çocuk kız ise, onun doğumu ile iki talâk vâki olur ve oğlanın
doğumu ile kadının iddeti biter, onunla talâk vâki olmaz. Çünkü oğlanın doğumu
iddetin bitim zamanıdır. Buna göre, bir durumda bir talâk.
bir durumda da iki
talâk vâki olur. Bunun için ikinci talâkın vâki olması kesin değildir. Bununla
beraber ihtiyaten bu ihtimali tutmak daha iyidir. Iddetin bitmesi ise -yukarıda
da söylediğimiz gibi- her iki durumda da kesindir.
. (Eğer kişi karısına:
«Ömer ve Yûsuf ile konuşursan benden üç talâk ile boşsun» dedikten sonra kadını
bir talâk ile boşar, kadın da iddeti bittikten sonra Ömer ile konuşur, ondan
sonra kocası bir daha onu nikâhlar ve bu sefer Yûsuf ile konuşursa, birinci
talâk ile birlikte üç talâk ile boşanmış olur. İmam Züfer ise: «boşanma vâki
olmaz» demiştir.) Bu mesele kaç şekilde olur: ya kadın daha kocasının nikâhı
altmda iken her ikisiyle de konuşur, ki o zaman boşanır. Bu zahirdir. Ya
kocasının nikâhı altından çıktıktan sonra her ikisiyle konuşur, ki o zaman da
boşanmaz. Bu da zahirdir. Ya daha kocasıfiın nikâhı altında iken Ömer ile ve
nikâhı alündan çıktıktan sonra da Yûsuf ile konuşur. Bu durumda da yine boşanmaz.
Çünkü daha kocasının nikâhı altında iken her iki şart yerine gelmemiştir. Ya,
kocasının nikâhı altından çıktıktan sonra Ömer ile ve kocasına bir daha
vardıktan sonra da Yûsuf ile konuşur. İşte ihtilaflı olan mesele budur. İmam
Züfer: -Her iki şart da bir şartın hükmünde olduğu için, ancak eğer ikisi de kadın
kocasının nikâhı altında iken yerine gelirse talâk vâki olur- demiştir.
Biz de diyoruz ki:
kişi bu sözü söylerken kadın onun nikâhı altmda idi. Boşanmayı şarta
bağlamanın sıhhati için de sadece bu, şarttır. Şartın tamamı yerine geldiği
zaman da yine kadın onun nikâhı altında idi. Aradaki zamanda ise, kadının onun
nikâhı altında olmaması boşanmanın vâki olmasına mâni değildir. Nasıl ki bir mala
zekât düşmesi için malm, yılın başında ve sonunda nisab olması yeterli olup
yılın ortasında nisabın altına düşmesi ona zekât düşmesine mâni değildir.
(Eğer kişi kadına: «şu
işi yaparsan benden üç talâk ile boşsun» dedikten sonra kadını iki talâk ile
boşar ve kadm bir başka kocaya varıp ondan da ayrıldıktan sonra tekrar eski
kocasına varır ve ondan sonra o işi yaparsa -İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû
Yûsuf'a göre- üç talâk ile boşanır. İmam Muhammed ise: «kalan talâk ile
boşanır» demiştir.) İmam Züfer de buna kaildir ve ihtilâfın sebebi şudur: İ m a m Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre
kadm üç talâk ile boşandığı zaman nasıl ikinci kocaya varmasiyla talâkları
yıkılıp hiç boşanmamış gibi oluyorsa, üçten az talâklarla boşandığı zaman da
böyledir. İmam Muhammed ile
İmam Züfer ise: «kadın bir veya iki talâk ile boşandığı zaman ikinci kocaya
varmasıy-a, boşandığı talâkların hükmü kalkmaz» demişlerdir. Allah izin verirse
biz bunu sonradan da anlatacağız.
(Eğer bir kimse
karısına s «Şu işi yaparsan benden üç talâk ile boşsun- der, ondan sonra kadını
üç talâk ile boşar ve kadın bir başka kocaya vanp ondan da ayrıldıktan sonra
tekrar eski kocasına vanr ve o işi yaparsa, bir şey gelmez.) İmam Züfer: -Üç
talâk ile boşanır. Çünkü adamın sözünde -halen mevcut olan nikâhta» diye bir
kayıt yoktur- demiştir.
Biz diyoruz ki: kişi
kadım şartsız olarak üç talâk ile boşayınca, kadından boşanmaya mahal olma
vasfı kalkmış olur. Çünkü boşamak evlilik bağını koparmak demektir. Evlilik
bağı ise şartsız olan üç talâk ile koparılmıştır. Bunun için yapılan
yeminin-hükmü kalkmış olur. Fakat eğer kişi kadını bir veya iki talâk ile
boşarsa öyle değildir. Çünkü bir veya iki talâk ile boşanan kadından boşanmaya
mahal olma vasfı tamamen kalkmış olmaz.
(Eğer kişi karısına :
«seninle cinsel ilişkide bulunduğum zaman benden üç talâk ile boşsun» der ve
ondan sonra kadınla cinsel ilişkide bulunursa, iki tenasül organının
birbirlerine rastgelmesiyle kadın üç talâk ile boşanmış olur. Bununla beraber
eğer adam ilişkiyi sürdürürse kadına ikinci bir mehir lâzım gelmez.) Kişinin
cariyesine : -seninle cinsel ilişkide bulunduğum zaman hürsün» demesi de bunun
gibidir. (İmam Ebû,,Yûsuf'tan: «ilişkiyi sürdürmekle mehir vâcib olur. Fakat
had lâzım gelmez- diye söylediği de rivayet olunmuştur. Şayet bu boşanma rec'i
olur ve adam ilişkiyi sürdürürse, İmam Ebû Yûsuf'a göre bu sürdürme ile kadın
tekrar kocasının nikâhı altına dönmüş olur. îmam Muhammed: «îlişki tekerrür
etmezse ric'at sayılmaz» demiştir.[23]
(Eğer kişi karısına:
«sen benden boşsun» dedikten sonra ara vermeden -. «Allah dilerse» dese,
boşanma vâki olmaz.) Zira Peygamber Efendimiz
Aleyhi's-salâtü ve's-selâm; «Kim ki boşama veya azatlama ile yemin eder ve ara
vermeden «Allah dilerse dese, yemini kendisine lâzım gelmez» ([24])
buyurmuştur. Hem de «Allah dilerse» deyimi görünürde şart olduğu için kişi
boşanmayı Allah'ın dilemesine bağlamış olur. Allah'ın dileyip dilemediği ise bilinemez.
Bunun için kişi -Allah dilerse» deyince, başta kadını boşamak istemediği
anlaşılmış olur. (Fakat eğer bir miktar sustuktan sonra -Allah dilerse- dese,
öyle değildir.) Çünkü boşanma kesinleşmiş olduğu için artık şartın etkisi
olmaz. (Kişi daha «Allah
dilerse» dememişken kadın ölse dahi yine hüküm böyledir.l Yâni boşanma vâki
olmaz. Çünkü kişi -Allah dilerse» demesiyle kadım boşamak istemediği anlaşılmış
olur. Kadının daha önce ölmesi de buna mâni değildir. Fakat eğer kişi daha
-Allah dilerse» dememişken kendisi ölürse, öyle değildir. Çünkü bu durumda
boşanma şarta bağlanamadığı için kişinin kadını boşamak istemediğine hüküm
edilemez.
(Eğer kişi ı -Sen
benden üç talâk ile boşsun. Ancak bir», yahut -iki talâk müstesnadır» dese,
birinci surette kadın iki talâk ile, ikinci surette de bir talâk ile boşanmış
olur.) Kaide şudur ki: istisna yapıldığı zaman, istisnadan sonra ne kalırsa o
vâki olur. Zira kişinin -falancanın bende bir lirası vardır» ile -on lirası
vardır. Ancak dokuz lira müstesnadır» sözleri arasmda fark yoktur. Bu da -bu
misâllerde olduğu gibi- eğer istisna edilen miktar istisna edildiği miktardan
az olursa böyledir. Eğer -Sen benden üç talâk ile boşsun. Ancak üç talâk
müstesnadır» sözünde olduğu gibi- istisna edilen miktar ile istisna edildiği
miktar aynı olursa, istisna geçerli değildir.[25]
(Eğer bir kimse hasta
iken karısını kesin olarak boşar ve kadının iddeti daha bitmemişken Ölürse
kadın ona mirasçı olur. Eğer kadının iddeti bittikten sonra ölürse kadın ona
mirasçı olamaz.)
îmam-ı Şafii:
«Her iki surette de kadm ona mirasçı olamaz. Zira aralarındaki evlilik
bağı, kişi ölmeden kopmuştur. Kan ile kocanın birbirlerine mirasçı olmaları da
bu bağdan dolayıdır» demiştir.
Biz diyoruz ki: adam karısını
ölüm hastalığında boşaması, onu kendi malından mahrum etmek içindir. Bunun için
onun bu kötü niyeti -hiç değilse- iddetin bitimine kadar red edilsin ki kadının
zararı bir dereceye kadar Önlenmiş olsun. Zira kadının, iddeti bitmeden
-evinden dışarı çıkmaması, kendisinin başka bir erkekle veya kocasının
kendisinin kızkardeşiyle veya dördüncü kadınla evle-nememesi gibi- bir takım
şeyler hakkında evliliğin hükmü baki olduğuna göre, iddeti bitmeden ölen
kocasına mirasçı olması da lâzım gelir. Fakat eğer iddeti bittikten sonra
kocası ölürse öyle değildir. Çünkü iddetin bitmesiyle, aralarındaki evlilik
bağından bir iz kalmadığı için kadını ona vâris kılmanın yolu yoktur.
(Eğer kişi kadının
isteği üzerine onu boşadıktan veyahut kadına muhayyerlik verip de kadın
kendisini boşadıktan sonra ölürse ona mirasçı olamaz.) Çünkü bu durumda kadının
kendisi hakkının sakıt olmasına razı olmuştur. Eğer kadın kocasına: -beni rec'i
talâk ile boşa» der, kocası ise onu üç talâk ile boşarsa kadın ona mirasçı
olur. Çünkü rec'i talâk ile evlilik bağının tamamı kopmaz. Bunun için, kadın
rec'i talâk ile boşanmasını istemekle hakkının sakıt olmasma razı olmuş
sayılmaz. (Eğer kişi ölüm
hastalığında kadına -ben daha
hastalanmamış-ken seni boşadım ve senin iddetin de bitmiştir- der, kadın da onu
doğrular ve ondan sonra kadına borçlu olduğunu söyler veyahut bir şey vâsiyyet
ederse -İmam Ebu Hanife'ye göre- kadının miras hissesi ile kocasının ona
borçlu olduğunu söylediği veyahut vâsiyyet ettiği şeyden hangisi daha az ise
kadına o düşer. İki İmam ise: "Kişinin ikrarı da, vasiyeti de geçerlidir»
demişlerdir. Eğer kişi ölüm hastalığında karısının İsteği üzerine onu üç talâk
ile boşar, ondan sonra ona borçlu olduğunu söyler veyahut bir şey vasiyet
ederse -hor Üç İmama göre de- kadının miras hissesiyle, kocasının kendisine
borçlu olduğunu söylediği veyahut vasiyet ettiği şeyden hangisi az ise, o
düşer. îmam Züfer ise: «Kocasının kendisine borçlu olduğunu söylediği veya
vasiyet ettiği şey düşer. Çünkü kendi isteği üzerine mirastan olan hakkı sakıt
olunca, kendisine edilen ikrar veya vasiyetin geçerli olmasını engelliyen şey
ortadan kalkmış olur» demiştir.
îmam E b û Yûsuf ile
İmam Muhammed de birinci meselede:
«çünkü kadın kocasının kendisini boşadığmı ve
iddetinin bittiğini
doğrulayanca kocası ile hiç ilgisi kalmaz. O derecede ki kocası onun
kızkardeşi ile evlenebilir, ona şahitlik edebilir ve ona zekâtını verebilir.
Bunun için onu kayırmış olma şüphesine mahal yoktur. İkinci mesele ise öyle
değildir. Çünkü ikinci meselede kadının iddeti daha bitmediği için kocası onu
kayırmış olabilir- demişlerdir.
İmam Ebü Hanife ise:
-Her iki meselede de kocasının onu kayırma ihtimali vardır. Zira kadın bazen
boşanmayı ihtiyar eder. ki kocası ona borçlu olduğunu söyliyebilsin veyahut bir
şey vasiyet edebilsin. Sonra koca ile karı bazen ikrar veya vasiyet hakkında
gizli anlaşma yaparlar, ki kadının hakkı mirastaki hissesinden daha fazla
olsun. Erkeğin karısına zekât verebilmesi, kızkar-deşiyle evlenebilmesi veyahut
lehinde şahitlik edebilmesi için ise, birbirleriyle gizli anlaşma yapmalarına
gerek yoktur, ki bu konularda erkeğin, karısını kayırmış olma şüphesi bulunsun-
demiştir.
(Eğer bir kimse
düşmanları tarafından kuşatılmış veyahut savaş alanında iken karısını üç talâk
ile boşarsa, karısı ona mirasçı olamaz. Eğer biri ile süngüleşirken, yahut idam
edilmek üzere dar-ağacına götürülürken karısını boşarsa kansı ona mirasçı olur.
Yukarıda anlattığımız üzere bunun hakkında kural şudur: kişi karısını
mirastan mahrum etmek için boşadığı zaman –istihsanen- biz karısını ona mirasçı
kılarız. Buna da ancak kişinin ölmek üzere iken karısını boşadığı zaman hüküm
edilir. Kişi karısını boşarken ölüp ölmiyeceğini kesin olarak bilemediği
durumlarda ise, ölse dahi ka-nsı ona mirasçı değildir. Düşmanları tarafmdan
kuşatılmış veyahut savaş alanında olan kimse ise kesin olarak öleceğini
bilemez. Başkası ile süngüleşmekte veyahut darağacına götürülmekte olan kimsenin
ölümü ise kesin sayılır. Sonra kesin olarak öleceğini bilen kimse, aynı
nedenle ölmeyip, başka sebeble dahi ölse yine karısı ona mirasçı olur.
(Eğer bir kimse hasta
değilken karısına -aybaşı geldiği zaman» yahut -sen şu işi yaptığın zaman»
yahut -falanca adam öğle namazını kıldığı zaman- yahut -falanca işi yaptığı
zaman benden boşsun» dedikten sonra hastalanır ve ondan sonra bu işler olursa
ka-nsı ona mirasçı olamaz. Eğer bu sözleri söylerken hasta ise -şu işi yaparsan
benden boşsun» demesi halinden başka- bütün hallerde kadın ona mirasçı olur.)
(Eğer kişi hasta iken
karısını üç talâk ile boşadıktan sonra iyileşir ve ondan sonra ölürse kadın
ona mirasçı olamaz.) İmam Z ü f e r
-mirasçı olur. Çünkü karısını mirasından mahrum etmek
için hasta iken onu
boşamıştır ve daha kadının iddeti bitmemişken de ölmüştür» demiştir.
Biz diyoruz ki: her ne
kadar kendisi hasta iken onu boşamışsa da, o hastalıkta ölmediği için sanki
karısını hasta değilken boşamıştır.
Eğer kişi hasta iken
karısını boşar, sonra kadın -Allah korusun- dinden çıkar, ondan sonra tekrar
müslüman olur ve ondan sonra kocası aynı hastalıkta ve daha kadının iddeti
bitmemişken ölürse, kadın ondan miras alamaz. Eğer kadın dinden çıkmaz, fakat
kendi isteğiyle üvey oğlu onunla cinsel ilişkide bulunur, ondan sonra kocası
ölürse, kadın mirasçı olur. Bu iki mesele arasındaki farkın dayanağı şudur:
kadın dinden çıkmakla mirasçı olma ehliyeti bozulmuş olur. Zira mürted olan
kimse hiç kimseye vâris olamaz. Üvey oğlunun kendisiyle cinsel ilişkide
bulunması ise ondan vâris olma ehliyetini kaldırmaz. Çünkü cinsel ilişki ile
sadece kocasıyla evlenmesi haram olur. Herhangi bir kimse ile evlenmenin haram
olması ise, o kimseye mirasçı olmaya mâni değildir. Fakat eğer daha kocasının
nikâhı altında iken üvey oğlu onunla cinsel ilişkide bulunursa kocasına mirasçı
olamaz. Çünkü üvey oğlunun kendisiyle cinsel ilişkide bulunması ile kocasından
boşandığı için kendisi buna razı olmuştur. Fakat üç talâk ile boşandıktan
sonra üvey oğlunun kendisiyle cinsel ilişkide bulunması öyle değildir. Çünkü bu
durumda daha önce boşanmış olduğu için iki mesele arasında fark vardır.
(Hasta değilken
karısına zina isnad eden ve hasta düştükten sonra onunla mülaane eden kimsenin
kansı ona mirasçı olur. İmam Muhammed: -mirasçı olamaz» demiştir. Zina
isnadıyla mülaanenin ikisi de hastalık halinde olduğu zaman ise -her Üç İmam'ın
ittifakıyla- ona mirasçı olur.) Bu da kişinin boşanmayı kadının yapmak zorunda
olduğu bir işi şart koşması kabilindendir. Zira kadın mülaane etmekle
kendisinden zina lekesini silmek zorundadır.
(Eğer kişi hasta
değilken ila eder, ondan sonra hasta düşer ve kansı ila ile ondan boşanırsa
kadın ona mirasçı olamaz. Eğer ila da hastalıkta olursa mirasçı olur.) Çünkü
ila : kişinin, karısına : «eğer dört aya kadar seninle cinsel ilişkide
bulunmazsam benden boşsun» demesi kabilinden olduğu için, sanki ona: «dört ay
bittikten sonra benden boşsun» demiştir. (Eğer kişi
kansıiu rec'i talâk ile boşar ve kadının iddeti daha bitmemişken ölürse,
boşanma kadının isteğiyle dahi olsa kadın ona mirasçı olur.) Zira -yukarıda da
anlattığımız üzere- rec'i boşanma ile, iddet bitmedikçe nikâh ortadan kalkmış
olmaz. Bunun içindir ki kişi rec'i talâk ile boşadığı karısı ile cinsel
ilişkide bulunabilir.[26]
(Kişi karısını rec'i
olarak bir veya İki talâk ile boşadığı zaman -eğer iddeti daha bitmemiş ise- kadın
istemese bile kocası onu bir daha nikâhı altına alabilir.) Zira Cenâb-ı Hak CAzze ve Celle) :
«Kadınlarınızı (bir veya iki talâk ile)
boşadığınız zaman, iddetlerî-ni bitirmeye yakm onları ya iyilikle nikâhınız
altında tutun, yahut iyilikle bırakın» ([27])
buyurarak «Eğer kadın isterse diye bir kayıd koymamıştır. Ancak kocasının onu
bir daha nikâhı altına alabilmesi için iddetinin daha bitmemiş olması gerekir.
Çünkü kadını bir daha geri almak eski nikâhı sürdürmek demektir. Nitekim
Cenâb-ı Hak da -Onları nikâhınız altında tutun» diye buyurmuştur. Eski nikâhı
sürdürmek ise, ancak iddet daha bitmemişken olur. Çünkü iddet bittikten sonra
nikâh ortadan kalkar.
(Kişinin, kadını bir
daha nikâhı altına geri alması da -seni» yahut -karımı bir daha nikâhım altına
aldım deyimiyle olur.) Kişi böyle dediği zaman kadın bir daha nikâhı altına
girmiş olur. İmamların hepsi bunda müttefiktirler. (Kocası onu öpmek veyahut ona
şehvetle dokunmak, yahut tenasül organına
bakmakla da onu nikâhı altına alabilir.) Bu ise biz Hanefilere göredir, tmam-ı
Şafii: -Eğer kişi ağzıyla söyliyebilirse, kadını ancak sözüyle nikâhı altına
alabilir. Çünkü boşanan kadını bir daha geri almak onunla yeni baştan evlenmek
gibidir. Yeni baştan evlenmek nasıl ancak söz ila oluyorsa bu da öyledir. Hattâ
eğer kadına -Seni bir daha nikâhım
altına aldım» demeden onunla cinsel ilişkide bulunursa zina işlemiş olur-
demiştir.
Bize göre ise, kadım
bir daha geri almak -yukarıda da açıkladığımız üzere- eski nikâhı
sürdürmektir. Eski nikâhı sürdürmek ise, nasıl söz ile oluyorsa -satış akdinde
şart koşulan muhayyerliği bozmada olduğu gibi- bazen fiil de ona delâlet eder.
Ancak eski nikâhı sürdürmeye delâlet eden, nikâha has olan bir fiil olmalıdır.
Bu fiillerin hepsi de nikâha has olan fiillerdir. Fakat kadına şeh-vetsiz
olarak bakmak veya dokunmak öyle değildir. Çünkü şehvet-siz olarak bakmak veya
dokunmak -ebe, doktor v.b. kimseler için olduğu gibi- bazen nikâhsız olarak da
helâldir. Kadının tenasül organı dışında kalan vücut aksamına bakmak da, öyledir.
Çünkü bir arada oturan kimseler çok kere birbirlerine bakarlar. Boşanan kadın
da iddeti bitinceye kadar kocasıyla birlikte oturmaktadır. Eğer ona bakması onu
nikâhı altına geri alması olursa kadının iddeti uzamış olur.
(Kişi karısını bir
daha nikâhı altma almak isteyince buna iki kişiyi şahit tutması müstahaptır.
Şayet şahit tutmasa da yine geçerlidir.) İmam-ı Şafiî İki kavlinden birinde:
-geçerli değildir.- Çünkü Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle)
«içinizden adil olan
iki kişiyi şahit tutun» ([28])
diye emir buyurmuştur. Emir ise vucub içindir- demiştir, ki imam Mâlik de bu
görüştedir. Kur'an-ı Kerim'de bu konu ile ilgili olarak geçen bütün nassların
mutlak olması bizim görüşümüzü teyid ettiği gibi, boşanan kadını bir daha geri
almak eski nikâhı sürdürmek olduğuna göre, onun için şahit tutmanın gerekmemesi
lâzım gelir. Nasıl ki ila eden kimsenin de ilasından pişmanlık getirdiği zaman
şahit tutması gerekmez. Ancak birbirlerini yalanlamalarına mahal bırakmamak
için iki şahidin huzurunda yapılması müstahaptır. I m a m -1 Şafii' nin okuduğu âyet de istinbaba mahmuldür. (Kadının
İddeti bittikten sonra kişi t «ben onu iddeti içinde nikahım altına geri
almıştım» dese ve kadın da onu doğrularsa kadın geri alınmış olur. Eğer kadın
onu yalanlarsa söz kadınındır.) Çünkü kişi, bu sözü kadının iddeti bittikten
sonra söylediği için şüphe altında bulunur. Fakat kadının onu doğrulaması
halinde bu şüpheye mahal yoktur, imam Ebû Hanife'ye göre kadın yemin etmek
zorunda da değildir.
(Eğer kişi t -Ben seni
bir daha nikâhım altına aldım- der, kadın ise ı «benim iddetim bitmiştir» diye
cevap verirse -İmam Ebû HanüVye göre- kişinin sözü geçerli olmaz.) Diğer iki
îmam: «Kadın geri alınmış olur. Çünkü zahir şudur ki kadın i «Benim iddetim
bitmiştir» demedikçe iddeti bitmiş olmaz. Burada ise kadın bunu daha dememişken
kocası onu bir daha nikâhı altına almıştır. Bunun içindir ki eğer kocası ona:
«Seni boşadım» der ve o da: «Benim iddetim bitmiştir» diye cevap verirse
kocasının sözü geçerli olup boşanması vâki olur- demişlerdir.
îmam Ebû Hanife de:
«Kadın, iddetinin bitip bitmediğini söylemekte emindir. Bunun için: «îddetim
bitmiştir- deyince, iddetinin bitmiş olduğu anlaşılır. İddetinin bitimi için en
yakın zaman da, kocasının o sözü söylediği zamandır. Boşanma meselesinde de
ihtilâf vardır. Şayet yoksa da, iddetin bitiminden sonra boşanma adamın
ikrarıyla sabit olur da, kadını geri alması onun ikrarıyla sabit olmaz»
demiştir.
(Eğer kadın üçüncü
aybaşı halinde on gün geçtikten sonra kanı kesilirse, henüz yıkanmamış olsa bile
iddeti bitmiş olur. Eğer on gün geçmeden kanı kesilirse, yıkanmadıkça veyahut
aradan tam bir namaz vakti geçmedikçe iddeti bitmiş olamaz.) Çünkü hiçbir aybaşı
hâli on günden fazla sürmediği için, on gün geçtikten sonra kan kesilince
üçüncü aybaşı hâli bitmiş olur ve onun bitimiyle de kadının iddeti biter.
Fakat eğer on gün geçmeden kan kesilirse, bir daha akması muhtemel olduğu için
kadının ya gerçekten yıkanması, ya da -yıkanmanın yerine geçmek üzere- tam bir
namaz vaktinin aradan geçmesi gerekir, ki İddeti bitmiş sayılabilsin. Ancak
eğer kadın müslüman olmayıp hristiyan veya yahudî olursa kanının kesilmesi
yeterlidir. Çünkü bu kadın müslüman olmadığı için ona ne gusül ve ne de namaz
vâcib değildir, ki ondan fazla olarak bir şey beklensin.
İmam Ebû Hanife ile
tmam Ebû Yûsuf, su bulunmadığı zaman kadının teyemmüm etmesini yeterli bulmayıp
aynca iki rekât namaz da kılmasını istihsan etmişlerdir.
îmam Muhammed ise:
«Kadın teyemmüm eder etmez iddeti bitmiş olur. Çünkü su bulunmadığı zaman
teyemmüm mutlak bir temizlenme olup yıkanma ile sabit olan bütün hükümler
onunla da sabit olur. Bunun için teyemmüm de yıkanma gibidir» demiştir.
îmam Ebû Hanife ile
îmam Ebû Yûsuf ise: «Teyemmüm gerçekte temizleyici olmayıp tersine olarak kirleticidir.
Ona zaruret halinde ancak temizleyicilik hükmü verilmiştir. İddetin bitiminde
ise zaruret yoktur» demişlerdir.
(Eğer kadın yıkanırken
vücudunun bir yerini unutup o yer kuru kalırsa, kuru kalan yer eğer bir organ
veya bir organdan çok olursa iddeti bitmiş olmaz. Eğer bir organdan az olursa
bitmiş olur.)
Ben diyorum ki: bu bir
istihsandır. Kıyas ise, tam bir organın kuru kalması hâlinde iddetin bitmesini,
bir organdan az bir miktarın kuru kalması hâlinde ise bitmemesini gerektirir.
Zira cünüblük ile aybaşı hâlinin hükmü parçalanmaz. Istihsanın dayanağı da,
bir organın tamamı ile bir kısmı arasında fark bulunmasıdır. Zira organın bir
kısmı az olduğu için çabuk kurur ve suyun ona yetişip yetişemediği bilinemez.
Bunun için biz orada iddetin bitmiş olmasına hükmederiz. Fakat ihtiyaten kadın
yine evlenemez. Organın tamamı ise çabuk kurumadığı için çoğunlukla unutulmaz.
Bu itibarla ikisi arasında fark vardır. Yıkanırken ağız ile buruna su vermemek hakkında İmam Ebû Yû s u f'
dan iki rivayet gelmiştir. îmam
Muhamm e d ise: «Ağız ve buruna
su vermenin vucubu hakkında ihtilâf bulunduğu için ağız ile burun bir organın bir kısmı
hükmündedir» demiştir.
(Eğer bir kimse,
karısını gebe iken veyahut doğum yaptıktan sonra boşarsa i «ben onunla cinsel
ilişkide bulunmadım» dese bile onu bir daha nikâhı altına alabilir.) Zira
söylediği, doğru dahi olsa, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «Çocuk kimin
döşeğinde doğarsa onundur- ([29])
buyurduğu için kadının gebe kalması veyahut doğum yapması onu yalanlar.
Eğer kişi kadınla yalnız kalarak kapıyı
kitiediği ve perdeleri bıraktığı halde: «ben onunla cinsel ilişkide
bulunmadım» der ve on-dan sonra kadını boğarsa onu bir daha nikâhı altına
alamaz.) Zira rec'i talâk ile boşanan kadını geri alma yetkisi ancak kadının îdde-ti
içinde olur. Bu kimse ise, kadınla cinsel ilişkide bulunmadığını söylemekle
kadının iddeti olmadığını ikrar etmiş olur. Ancak onun bu ikran -karısını geri
almak kendisinin hakkı olduğu için- kendisi hakkında makbuldür. Kadına mehrin
tamamı düşmesi ve iddeti bitmeden başka erkeklerle evlenememesi bakımından ise
makbul değildir. (Şayet kadını bir daha nikâhı altına alır ve ondan sonra
kadın, iki yılın bitmesine bir gün kala, doğum yapar, onun, kadını tekrar
nikâhı altına alması sahih olur.) Zira bu durumda doğan çocuğun kendisinden
olduğu sabit olur. Çünkü kadın iddetin bittiğini söylemiştir. Çocuk da bu kadar
süre, annesinin rahminde kalabilir. Bunun için kişinin, karısını boşamadan
kendisiyle ilişkide bulunduğuna hükmedilir. Zira eğer böyle hükmedilmezse,
kadını boşadıktan sonra onunla cinsel ilişkide bulunmuş olması lâzım gelir, ki
o zaman zina işlemiş olur. Müslüman kimse ise zina etmez.
(Eğer kişi karısına: «Doğum yaptığın
zaman benden boşsun» der ve kadın doğum yaptıktan sonra ikinci kez de doğum
yaparsa, kadını bir daha nikâhı altına almış olduğuna hükmedilir.) Yâni iki
doğum arasındaki zaman iki yıldan fazfla da olsa eğer altı aydan az olmazsa,
böyledir. Çünkü bu durumda İkinci doğum ikinci gebeliğin sonucu olur. Bu
itibarla birinci doğum ile kadın boşanmış ve kocası bundan sonra kendisiyle
cinsel ilişkide bulunmakla onu tekrar nikâhı altına almış olur.
(Eğer kişi kadına:
«sen benden her doğum yaptıkça boşsun» der ve kadın ayrı ayn karınlarda üç
doğum yaparsa, birinci doğum kadın için boşanma, ikinci doğum geri alınma ve
üçüncü doğum da keza geri alınmadır.) Çünkü kadın birinci doğumu yapınca
boşanmış ve iddete girmiş olur. İkinci doğum da bir yeni gebeliğin sonucu olduğu
için onunla kocası hem onu geri almış ve hem de bir daha boşanıp yeniden iddete
girmiş olur. Zira kocası: «sen her doğum, yaptıkça boşsun- demiştir. Üçüncü
doğum ile de kocası onu bir daha geri almış olur ve onunla bu kez üçüncü talâk
vâki olur ve kadın artık aybaşı halleriyle iddete girmiş olur.
(Rec'i talâk ile
boşanan kadın) kocasına helâl olduğu için (id-dette iken makyaj yapabilir ve
süslenebilir.) Çünkü kocasıyla arasındaki nikâh rec'i talâk ile ortadan
kalkmış olmaz. Kocasının onu geri alması da müstahaptır. Süslenmek ise geri
alınmasına yardımcı olduğu İçin meşrudur.
(Kişi rec'i talâk ile
boşadığı karısının yanma girmek istediği zaman, onu önce haberdar etmesi
veyahut ona ayaklarının sesini duyurması müstehaptır.) Yâni eğer yanına, onu
bir daha nikâhı altına almak maksadıyla girmiyorsa önceden onu haberdar etmesi
müstahaptır. Zira olabilir ki yanına girerken kadın çıplak olduğu için gözü
kadının tenasül organına ilişir de, kadın tekrar onun nikâhı altına girer ve
kocası bir daha onu boşamak zorunda kalır da id-detinin uzamasına sebep olur.
(Kişi rec'i talâk İle
boşadığı karısını şahitler huzurunda bir daha nikâhı altına almadıkça
beraberinde yolculuğa çıkaramaz.» İmam Z ü f e r: «Rec'i talâk ile nikâh
ortadan kalkmadığı için onu beraberinde yolculuğa çıkarabilir. Nitekim bunun
içindir ki -biz Ha-nefilere göre- onunla cinsel ilişkide de bulunabilir-
demiştir. Biz ise;
«Boşadığınız kadınları
iddetleri bitmedikçe evlerinden çıkarmayın ve onlar da çıkmasınlar> ([30])
âyet-i kerimesine dayanıyoruz. (Rec's boşanma cinsel ilişkiyi haram kılmaz.) î m a m - Şafii: «Haram
kılar. Zira aralarındaki evlilik bağı kopmuş olur» demiştir.
Biz diyoruz ki: rec'i boşanma ile evlilik
bağı tamamen kopmuş olmaz. Bunun içindir ki kişi kadına danışmadan onu bir daha
nikâhı altına alabilir. Çünkü belki pişmanlık duyar diye ona kadını bir daha
nikâhı altına alma yetkisi verilmiştir. Bu ise yeniden nikâh kıymak değil, eski
nikâhı sürdürmektir.[31]
(Eğer kişi üç talâktan
az bir sayı ile ve fakat kesin olarak ka-nsım boşarsa, onunla -iddeti daha
bitmemişken de, iddeti bittikten sonra da- yeniden evlenebilir.) Çünkü üç
talâktan az bir sayı ile boşanan kadın -boşanması kesin dahi olsa- eski
kocasına yeni bir nikâh ile dönebilir. (Üç talâk ile boşanan kadın ise, sahih bir nikâh ile bîr
başka erkek ile evlenip o erkek kendisiyle cinsel ilişkide bulunmadıkça ve
ondan da ayrılıp iddeti bitmedikçe eski
kocasına bir daha varamaz.) Bu hüküm: «Eğer
bir daha onu boşarsa kadın bir başka erkekle evlenmedikçe a*tık ona helâl
olamaz- ([32]) âyet-i kerimesinden
kaynaklanmaktadır. Zira âyette geçen talâktan murad üçüncü talâktır. Bir başka
koca ile evlenmek de eğer sahih bir nikâh ile olmazsa evlenmek sayılmaz. Yeni
kocanın kendisiyle cinsel ilişkide bulunmasının şartı da, ya âyette mevcut olan
bir işaretten, ya da Rufae b. A t i k ' in meşhur hadisinden çıkarılmıştır
ve -Said b. El-Müsey-y e b' den başka-
kimse bunda ihtilâf etmemiştir. Said b. El-Mûs eyyeb'in görüşü de muteber
değildir. Hattâ eğer hâkim onun görüşüne göre karar verse karan geçerli
olamaz.
(Eğer kişi bu kadınla
-onu bir daha eski kocasına helâl kılmak için- evlenirse mekruh bir iş yapmış
olur.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :-Allah, üç talâk
ile boşanan kadını eski kocasına helâl kılmak için nikahlayan kimse ile, bu
nikâha rıza gösteren kadının kocasına lanet eylesin» ([33])
buyurmuştur. (Şayet bu kimse, kadınla cinsel ilişkide bulunduktan sonra onu boşarsa
kadın eski kocasına varabilir.) Çünkü senin bir nikâh ile cinsel ilişkide
bulunma şartı yerine gelmiştir. Zira nikâh şart ile fasid oimaz. İmam Ebü Yûsuf
tan ise: «nikâh fasittir. Çünkü bu nikâh da geçici nikâh mânâsındadır. Bunun
içindir ki kadın bu nikâh ile birinci kocasına helâl olmaz» diye söylediği
rivayet olunmuştur.
îmam Muhamraed de:
«Nikâh sahihtir. Fakat onunla kadın birinci kocasına helâl olmaz. Çünkü bu
nikâh, Şeriatın haram kıldığı bir kadını helâl kılmak gayesine matuftur. Kişi
murisini öldürdüğü zaman nasıl ceza olarak ona, öldürdüğü kimseden miras
düşmüyorsa, bu da öyledir» demiştir.
(Hür olan kadın bir
veya iki talâk ile boşandığı zaman eğer iddeti bittikten sonra bir başkasıyla
evlenir ve ondan da ayrılır eski kocasına varırsa, eski kocasından hiç
boşanmamış gibi olur. Yâni ikinci koca nasıl üç talâkın hükmünü ortadan
kaldınyorsa, talâklar üçten aşağı olduğu zaman da yine öyledir. Bu da İmam Ebû
Hani-fe İle İmam Ebû Yûsuf'a göredir. İmam Muhammed ise: «Eğer talâklar üçten
aşağı olursa, kadının bir başkasıyla evlenmesinin yararı yoktur.) Zira âyet-i
kerime'de -Üç talâk ile boşanan kadın bir başkasıyla evlenmedikçe eski
kocasına helâl olamaz» diye buyuruldu-ğuna göre kadının bir başka koca ile
evlenmesi onun eski kocasıyla evlenmesini caiz kılar. Bir veya iki talâk ile
boşanan kadın ise, eski kocasıyla evlenmesi zâten caizdir» (demiştir) İmam Ebû
Hanife ile îmam Ebû Yûsuf ise: «Boşanan kadının ikinci kocaya varmasıyla üç
talâkın hükmü yıkıldığına göre, üçten aşağı olan talâkların yıkılması
evleviyetle lâzım gelir» demişlerdir.
(Eğer üç talâkla
boşanmış olan bir kadm s «benim iddetim bitti. Ondan sonra bir başkasıyla
evlendim ve o başkası benimle cinsel ilişkide bulunduktan sonra beni boşadı.
Halen ondan da benim iddetim bitmiştir» dese, eğer kocası onun bu dediklerinin
doğruluğuna kanaat getirirse onunla yeni baştan evlenebilir.) Zira bu, diyanetle
ilgili bir iş olduğu için onda bir kişinin sözü makbuldür. Ancak aradan geçen
zamanın buna imkân vermesi şarttır. Zira bu, diyanetle ilgili bir iş olduğu
için -eğer aradan geçen zaman buna imkân veriyorsa- onda bir kişinin sözü
makbul olur. Aradan geçen zamanın ne kadar olması gerektiğinde de ihtilâf
etmişlerdir, ki biz bunu -Allah izin verirse- iddet bahsinde anlatacağız.[34]
[1] Mecma-Üzzevaid C. 4 S. 336,
Darekutnî (Nikâh) S. 431
[2] Talât sûresi âyet 4
[3] Bütün Eimme-i Sitte"nin
(Talâk babında) kaydettikleri bu hadfsi, Bu* thârl (C. 2 S. 790, C. 2 S. 803,
C. 2 S. 1060 ve C. 2 S. 729 olmak üzere) dört yerde, Müslim de C. 1 S. 476'da
kaydetmişlerdir. Nasb-ürraye C. 3 S.
221
[4] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/59-64.
[5] Bu hadis garip bir hadistir.
Müellif onu (Hacir babında da) Deli yerine Bunak lâfzı ile getirmiştir. Tirmizi
de <C. 1 S. 154'de) Ebû Hüreyre (RA.)'dan getirdiği bu hadisi «Aklı yerinde
olmayan bunağın boşanması dışında bütün boşamalar, geçerlidir» şeklinde
kaydetmiştir. Nasb-ürraye C. 3 S. 221
[6] Merfu olarak gariptir. Fakat
mevkuf olarak onu, îbn-i Ebi Şeybe, Abdullah İbn-İ Abbas'tan, Taberani
(Muceminde) Abdullah îbn-i Mesud'dan. Abdur-rezzak da (Musanefinde) Hz. Osman,
Zeyd îbn-i Sabit ve Abdullah îbn-İ Abbas'-dan rivayet etmişlerdir. Yâni kişinin
sahip olduğu talâk sayısı kendisindeki hürlük: ve kölelik vasfına göre değişir.
Eğer karısını boşayan kimse hür İse, karısı câriye de olsa, onu üç defaya kadar
boşayabiiir. Eğer köle ise. kansı hür de olsa onu iki defadan fazla boşayamaz.
Kadının iddeti de kadındaki hürlük ve cariyelik vasfına göre değişir. Eğer
kadın hür ise, kocası köle de olsa, İddeti üç kere aybaşı hâlini görmektir.
Eğer câriye ise, kocası hür de olsa, İki kez aybaşı hâlini görmekle iddeti
biter
[7] Ebû Davud (Talâk) 6, Tirmizi
(TalâK) 7, îbn-i Mâce (Talâk) 30, Panml (Talâk) 17
[8] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/64-65.
[9] Bir şeyin şayi olan cüzü, o
şeyin hangi tarafı olduğu 136111 olmayan ve o şeyin her yerinde dağınık olarak
bulunan parçasıdır. Meselâ : Kölenin «yansı» veya
«üçte biri» dendiği zaman bu «yan» veya «üç. tebir», kölenin şayi olan birer
parçasıdırlar. Çünkü kölenin yansı veya üçte biri kölenin belli bir tarafı
olmayıp kölenin her tarafında dağmık olarak bulunan birer parçasıdırlar. Zira
«kölenin yansı» dendiği zaman ondan ne sağ tarafı, ne sol tarafı, ne baş
tarafı ve ne de ayak tarafı anlaşılmaz. Fakat el, ayak, ağız ve burun gibi
vücudun belU olan organlan öyle değildir. Bunlar söylendiği saman vücudun belli
olan bir-parçası kasdedilmiş olur. Bunun İçindir ki kişi, karama : «Senin onda
birin benden boş olsun dediği zaman kadm boşanmış olur da, ona: «Senin elin
ayağın
benden boş olsun» dediği zaman boşanmış olmaz.
[10] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/66-69.
[11] Enfal süresi âyet 16
[12] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/69-71.
[13] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/72-73.
[14] Ebû Dâvud (Oruç) 4, Buharİ
(Oruç) II, (Talâk) 25, Müslim (Oruç) 410, 12, 12,15, 16, 23, 26, 27 Nesal (Oruç) 16,
17, tbn-İ Mâca (Oruç) 8, İmam Ah-med'İn Müsned-i 1/184, 2/28, 42, 44, 52, 81.
[15] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/73-76.
[16] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/76-80.
[17] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/80.
[18] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/81-82.
[19] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/83-85.
[20] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi,
Kahraman Yayınları: 2/85-89.
[21] Buhar! (Talâk) B, tbn-i Mâce
(Talâk) 17 ve Dânml (Talâk) 3
[22] Şahidi bulunmayan
anlaşmazlıklarda İse, iddia edenin
değil, inkar edenin yeminli sözü dinlenir.
[23] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/89-93.
[24] Bu lâfız üe gariptir. Ancak
SÜnçnit arbaa sahipleri «Kim ki Wr «ey üzerine yemin eder ve ara vermeden
«Allah dilerse» derse yeminini yerine getirmek zorunda olmaz> mealinde
Abdullah İbn-i Ömer (Badıyallâhü anhVdan naklen kaydetmişlerdir. Tİmüri
(Yeminde İstisna Babı) C. 1 S. 198, EbÛ D&vûd (Yeminde İstisna Babı) C. 2
S. 108
[25] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/93-94.
[26] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/94-98.
[27] Bakara sûresi âyet 131.
Dikkat ediliyorsa biz âyetin tercümesinde bir veya iki talâk ile kaydını
parantez içine almış bulunuyoruz. Çünkü bu kayıt âyetin arapça metninde
yoktur. Fakat uygulama böyle olduğu için bu kayıt murattır. Zira aynı sûrenin
229. âyetinde «Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak
bırakmadır» denildikten sonra, 230. âyette «Bundan sonra kadını boşarsa, kadın
başka birisiyle evlenmedibçe bir daha kendisine helâl olmaz» diye
buyurulmaktadır. Bunun İçin bütün müfessirler âyette bu kaydın murat olduğunda
mütefikttrler.
[28] Talak sûresi ayet 2
[29] Ebû Hüreyre, Hz. Aişe,
Abdullah b. Amr b. As, Hz. Osman ve Ebû Üma-me"nm rivayet ettikleri bu
hadisi Elmme-I Sİttelıin hepsi almışlardır. Buharl (Fe-rate) ve (Hudud) C. 2 S.
999, Müslim (Çocuk Emzirme) C. 1 S. 471, Tirmizl (Çocuk Emzirme) C. 1 8. 150,
Nesai (Boşanma) C. 2 S- 110, Ebû Dâvûd (Çocuk Kimin Döşeğinde Doğarsa Onundur.
Babı) C. 1 S. 310
[30] Talak sûresi âyet 1
[31] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/98-103.
[32] Bakara sûresi âyet 230
[33] Ebû Dâvûd (Nikâh)
15, Tirmizl (Nikâh) 27,
îbn-i Mâce (Nikâh) 33, Danrnl (Nikâh) 53, îmam Ahmed'in
MÜsned'i C. 1 S. 45(M51, C. 2 S. 323
îhn-i
Mâce*nin Ükbe b. Amir'den getirdiği bu hadisin şekli böyledir.
«Peygamber Efendimiz : «İğreti olarak istenen
tekenin kim olduğunu size söyleyeyim mi? Boşanan kadını eski kocasına helâl
kılmak için nikahlayan kimsedir. Allah, boşanan kadını eski kocasına helâl
kılmak İçin nikahlayan kimse ile, hu nikâha nza gösteren kadını kocasına lanet
eylesin» buyurdu»
[34] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/103-107.