Evini Mescid Olarak Vakfeden Gayr-İ Müslim :
VAKIF HANGİ SÖZLERLE GERÇEKLEŞİR?
VAKFEDİLMESİ CAİZ OLAN, OLMAYAN ŞEYLER
VAKFEDİLEN MAL, YIKILIR VEYA GELİR GETİREMEZ OLURSA NE
YAPILIR?
Yolda Kalmışlar İçin Bir Malı Vakfetmek :
Komşular Adına Sarfedilmek Üzere Vakfetmek :
VAKIFLA İLGİLİ ÖNEMLİ HUSUSLARIN VE ŞARTLARIN ÖZETİ
Vakfe Dahil Olan Ve Olmayan Şeyler :
BORÇLU KİMSENİN BORCUNA YETECEK KADAR MALINI VAKFETMESİ
GEÇERLİ DEĞİLDİR
VAKFIN GEÇERLİLİĞİ ŞU İKİ HUSUSTAN BİRİYLE MÜMKÜNDÜR
Geçerlilik Kazanan Vakıf = Vakf-Î Lâzım :
Vakfın Şartları Ve Uygulanması :
VÂKIFIN ŞARTLARINI DEĞİŞTİRMEK
Vâkıfın Koymuş Olduğu Şartlara Muhalefet Caiz Midir?
MÜTEVELLİNİN AZLİNİ GEREKTİREN HUSUSLAR
Birden Fazla Mütevelli Bulunan Vakıf :
Bir Vakfın Malı Diğer
Vakfa Sarfedilebilir Mi?
Vakıf Malın Yerini Değiştirmek :
Akar Olan Bir Vakfın Değiştirilmesi :
Vakf, sözlükte durma
kımıldamama anlamına gelir. İslâm Hukukunda : İmam Ebû Hanife'ye göre; bir mal
veya mülkün aynını vâkıfın, yani vakfedenin mülkiyetinde tutmak, gelirini
fakirlere ya da hayır yollarından birine tasadduk etmektir.[1]
Bu tarife göre,
vakfedilen mal veya mülkü vakfeden kimse "bir daha geri alamaz, vakfından
dönemez diye bir lüzum yoktur. Vâkıf (vakfeden) dilediği zaman vakfından
dönebilir ve başkasına satabilir.
Ancak bu tarif
çerçevesi içinde vakfın lüzumlu olup kalması iki yoldan biriyle gerçekleşebilir
: Hâkimin bu hususta yapılan vakfın lüzumuna karar vermesi ve devamlılığını
sağlamasıyla; diğeri ise, bir malın veya mülkün gailesi (elde edilen geliri)
nin vasiyet yoluyla hayır işlerine vakfedilmesiyle...[2]
İmam Ebû Yusuf ile
İmam Muhammed'e göre : Bir mal veya mül kün aynını Allah'ın mülkü hükmünde
tutup gelirinin Allah'ın kullarına tahsis edilmesidir. Bu durumda yapılan vakf
artık lüzumluluk kesbeder, ne satılır, ne hibe edilir, ne de miras olarak
kalır.[3]
Fukahanm çoğuna göre,
vakf konusunda fetva, İmameyn'in görüş ve içtihadına göredir.
Vakf hakkında açık bir
âyet yoktur. Daha çok Sünnet ve ic-mâ' ile sabit olmuştur. Abdullah bin Ömer (R.A.),
Hayber'den kendisine isabet eden araziyi tasadduk etmek üzere Rasûlüllah (AS.)
Efendimizden müsaade istediğinde, Allah Rasûlü ona şöyle buyurdu :
«Aslım (aynını) tut,
gelirini hayır yollarında tasadduk et.»[4]
Vakıf dan vakfettiği
mal eya mülkün giderilmesi kaadının hükmüyle gerçekleşir. Şöyle ki : Adam
malını vakfedip ona bir mütevelli ta'yin eder ve sonra bu hususta hâkimin
verdiği bir karar yoktur gerekçesiyle döner, bu yüzden durum hâkime intikal
eder, o da vakfın lüzumuna karar verirse, artık vakfın lüzumu kesinleşmiş olur
ve vâkıf dönüş yapamaz. Bu, tamamen îmam Ebû Hanîfe'ye göredir.
Vâkıf, vakfettiği
mal.ya da mülkün ileride ibtalından endişe edsr ve o gün için hâkime başvurup
bunun lüzumuna bir karar çıkarta-mazsa, o takdirde yazdırdığı vakıfnameye şu
cümleleri ilâve etmesi gerekir : «Şayet ileride benim vakfettiğim şu malı
herhangi bir kaa-dı ya da vali ibtal edecek olursa, bu mal ve mülk aslıyla ve
içinde bulunan herşeyiyle vasiyyetim. olarak satılır, elde edilen para fakirlere
tasadduk edilir-
Böyle bir vasiyette
bulunmak her zaman yararlıdır. Asıl vâkıf öldükten sonra vârisleri tarafından
yürütülen vakf mal ve mülk bir gün gelir de özelliğini kaybeder, yıkılmaya
yüzîtutarsa, o takdirde hâkime başvurmadan mütevelli olan vârisler onu satıp
parasını fakirlere tasadduk edebilirler.
Vasiyyet yoluyla
yapılan vakf, adamın ölümünden sonra mülkiyeti zail olmaz, ancak icma'a göre,
vakf gereklilik kazanır. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, bu durumda da vakfedilen
malın veya mülkün sa-hipliliği vereseye- mülk olarak kalır. îmameyn'e göre,
kalmaz. Yani vârisler onu kendilerine mülk edinemezler. Aslı muhafaza edilip gelirini
tasadduk ederler. [5]
Adam hayatta iken,
«Ben Öldüğümde şu evimi şu ve şu hususlar için vakfettim» diye vasiyette
bulunursa, öldükten sonra vasiyeti sıhhat kazanır, ancak geriye bıraktığı malın
üçte birini aşmadığı takdirde geçerli olur. Aştığı takdirde, aşan kısmı
geçerlik kazanmaz, meğerki vârisler bunu .kendi hisseleriyle tamamlamış
olsunlar.
Ölüm hastalığında da
bu hususta yapılan vasiyet geçerlidir. Ölüme ta'lîk edilen vasiyet
hükmündedir. Ancak bu hususta imamların görüşü farklıdır : İmam Ebû Hanife'ye
göre, adam sıhhatta iken yaptığı vakf ne ise, hastalığında yaptığı vakf da
odur; lüzumluluk kesbetmez; rakabesi (sahipliği) vârislere intikal eder,
İmameyne göre, ölüme ta'lik edilen vasiyet hükmündedir ve bıraktığı malın üçte
birinden geçerlidir, ayni zamanda lüzum kesbeder, rakabesi vârislere intikal
etmez.[6]
O halde bir taşınmaz
malını sözlü olarak vakfedenin artık o maldan mülkiyeti kalkmış sayılır. Bunun
mutlaka yazılı olması şart değildir. Nitekim îmam Ebû Yusuf ile diğer üç
mezhep sahibi imâmla nn içtihadı bu doğrultudadır. Fetva da bunların görüşüne
göredir.[7]
îmam Muhammed'e göre,
yapılan vakfe bir velî ta'yin edilip ona teslim edilinceye kadar kişinin
mülkiyetinden çıkmaz. Velîye teslim edilince, artık vâkıfın mülkiyeti kalkmış
sayılır.
İmam Ebû Yusuf'a göre,
müşâ1 (ortaklar arasında hisseler- belirlenmemiş mülk) bir mülk
vakfedilebilir. îmam Muhammed'e göre, hisse belli olmadığı için, vakfedümesi
doğru değildir.
Yine İmam Ebû Yusuf'a
göre, bir malı vakfeden kimse onun veliliğini kendi uhdesinde tutabilir.
Mezhebin zahiri de budur. Ama İmam Muhammed'e göre, veliliği kendi üzerinde
tutması caiz değildir.
Bunun gibi, vâkıf,
vakfettiği mülkü başka bir mülk ile değiştirme şartım koyabilir. Bu, îmam Ebû
Yusuf'a göredir ki, kıyas değil, istihsandır. Fetva da buna göre verilmiştir.[8]
Vakfın rüknü, vakfe
delâlet eden özel sözlerdir- Meselâ : «Şu tarlamı, geliri şu şu hususlara
sarfedümek üzere Allah için vakfettim» demek kâfidir. [9]
Bir mal veya mülkün
vakfedilmesinin asıl sebebi, Allah'a yakın olmayı arzulamak, O'nun rızasını
tahsile çalışmaktır. [10]
îmam Ebû Hanîfe ile
îmam Muhammed'e göre, mülkün aynının kişiden zail olması, Allah için hayır
yollarında kullanılmasıdır, imam Ebû Yusuf'a göre ise, mülkün asimin kişinin
elinde kalması, gelirinin Allah için hayır yollarında sarf edilmesidir. Artık
bu durumda o mülkü satamaz, başka bir mülk ile değiştiremez, miras edinilemez.
O halde «Ben bu arazimi ebedi vakf olmak üzere sadaka ettim» veya «Öldüğümde şu
malımı vakfettim» derse, bu sahihtir. Artık ne satılır, ne de miras edinilir.
Ancak ölümden sonraya bırakılan vakfın, terekenin üçte birini aşmaması gerekir.
Aştığı takdirde, aşan kısım vakf olmaktan çıkar, varislere intikal eder.
Meğerki varisler kendi nzalanyla o arta kalan kısmı murislerinin vakfına
terketmiş olsunlar. O takdirde sahih sayılır. O halde ölümden sonraya
bırakılan bir vaerekenin üçte birini geçmemelidir.[11]
Vakfın bir takım şartları
vardır. Fukaha vakfın ana amacını dikkate alarak bu şartları şöyle tesbit
etmişlerdir :
1 — Vakfeden kimsenin âkil ve baliğ olması,
2 — Hür bulunması,
3 — Vakfedilen şeyin Allah'a yaklaştırıcı bir anlam
taşıması,
4 — Vakfedilen şeyin vâkıfın mülkiyetinde bulunması,
5 — Vakfeden kimsenin hacr altına alınmış olmaması,
6 — Vakfettiği şeyi bilmesi ve vakfedilen şeyin belli
olması,
7 — Vakfedilecek şeyin bir başka şeyin gerçekleşmesine
ta'lik edilmemesi,
8 — Vakfettiği şeyin satılmasını, parasının kendi
ihtiyacına sar-fedilmesini şart koşmaması,
9 — Vakfedilen mülkün gelirinin ebediyen fakirlere
sarfedüme-si gibi, kesintiye uğramıyacak bir anlamda açıklanması.
Bu şartların kısaca
açıklanması ve misallerle değerlendirilmesi :
Henüz ergen olmamış
çocuğun ve aklî dengesi yerinde olmayan delinin bir mal veya mülkü vakfetmesi
sahih.[12]
Kölenin, esaret kaydı
altında bulunan kimselerin vakfı sahih değildir. Çünkü bunların kendilerine
ait hiçbir mallan yoktur.
Vakfedenin Müslüman
olması şart değildir. Bu balamdan bir Gayr-i müslim vatandaş, malının bir
kısmını çoluk-çocuğuna, gerisini fakirlere vakfederse caizdir. Hattâ gayr-i
müslim fakirlere verilmek üzere şart koşup vakfederse yine de caiz kabul
edilmiştir. O halde bu vasiyyete rağmen Kayyım-Kayyum vakfedile-ni başkalarına
sarfederse kendisinden tazmin edilir.
Vakfedilecek bir mal
veya mülkün Allah'a yakınlığı gerektiren bir anlam taşımalıdır. O halde bir kilise
veya havraya sarfedilmek üzere yapılan vakf caiz değildir. Çünkü Kur'ân'a göre,
bunların hükmü kaldırılmış ve Allah'a yakınlık ölçüsü kalmamıştır.
Bunun gibi,
Müslümanlarla savaşacak fakirlere dağıtılmak üzere yapılan vakf da caiz
değildir. [13]Bunun gibi bir gayr-i
müslim vatandaşın malını bir kilise, havra ya da Mecusî ateşhanesine vakfetmesi
sahih değildir, hükümsüz ve anlamsızdır.[14]
Bir gayr-i müslim
evini Müslümanların namaz kılması için vakfeder ve hemen Müslümanların gelip
namaz kılmasına müsaade eder, Müslümanlar da o evde namaz kılar, sonra o gayr-i
müslim ölürse, vakfettiği ev onun varislerine kalır; mescid olarak bırakılmaz.[15]
Bunun gibi, gayr-i
müslim vatandaş evini kilise veya havra olarak vakfeder, sonra ölürse, bu ev
yine onun varislerine kalır. Çünkü yapılan vakfta Allah'a yakınlık söz konusu
değildir.
Vakfedilen bir mal
veya mülkün vakfedildigi sırada vakfedenin mülkiyeti altında bulunması şarttır.
O halde zorla başkasının malını alıp vakfettikten sonra onu satın alır veya
adamla anlaşırsa, yine de yaptığı vakf sahih değildir. Çünkü vakfettiği anda
mülkiyetinin altında bulunmuyordu.[16]
Satın alınıp henüz
bedeli ödenmeden ve satın alman mal kabze-dilmeden vakfedilebilir mi? Vakfetse
bile, bedelini ödeyip kabzettik-ten sonra sahih olur. Aksi halde bir hüküm
ifade etmez.
Vakfedilen mal veya
mülkün ismi ve miktarı belli olmalıdır. O halde arazisinden belirsiz bir
parçayı vakfetmek sahih değildir; vakîfetse bile hükümsüz sayılır. Ama büyük
bir evdeki hissesini vakfeder de hissesi henüz belli olmasa bile âciz olur.
Çünkü taksimat yapıldığında ona ne kadar hissenin düştüğü ortaya çıkar. O
halde bir bakıma belli bir malı vakfetmiştir. Buna istihsanen cevaz
verilmiştir.
«Şu veya şu araziyi
vakfettim, geliri Allah için fakirlere sarfe-ı dilsin» der ve iki araziden
kesinlikle hangisini vakfettiğini belirtmezse, yapılan vakf sahih olmaz. Bunun
gibi, «Şu malımı ebediyen Allah için sadaka olsun veya yakınlarıma
sarfedilsin» diye vakfederse, yine sahih sayılmaz. Çünkü kullandığı cümlede
kesinlik yoktur.
Vakfettiği bağ veya
bahçenin ağaçlarını istisna, eder, meselâ : «Şu bahçemi Allah için sadaka olmak
üzere vakfettim, ancak için-deği ağaçlan değil» derse, sahih olmaz- Çünkü bahçe
içindeki ağaçlarla vakfedilebilir, ikisi bir bütün sayılır. Vakfedilen yer tam
ma'-lûm olmamış kabul edilir.[17]
Vakfın bir şarta
ta'lik edilmemiş olması gerekir. Meselâ : «Oğlum gelecek olursa, şu evim Allah
için vakıf sadakadır» derse, oğlu gelse bile yapılan vakf hükümsüzdür. Çünkü
bir şarta ta'lik edilen vakf sahih değildir. Bunun gibi, «Şu arazim vakfedilmiş
bir şada-kamdır, eğer istersem veya arzu edersem...» derse, vakfedilmiş sayılmaz.[18]
Vakfedilen bir mal
veya mülkün satılmasını ve elde edilecek paranın kendi ihtiyacına sarfedilmesini
şart koşarsa, yaptığı vakf sahih olmaz.
Vakfın gelirinin
kesintisiz fakirlere ve muhtaçlara ya da bu anlamda olan hayır cihetlerine
sarfedilmesini belirtmesi gerekir. Aksi halde îmam Ebû Hanife ile İmam
Muhammed'e göre, yapılan vakıf sahih olmaz, imam Ebû Yusuf'a göre, böyle bir
şartı zikretmese bile, yapılan vakfta zımnen anılmış sayılır ve sahih olur.[19]
Vakfedilen şeyin bir
akar veya ev ve benzeri bir taşınmaz mal olması şarttır. Taşınır malların vakfı
sahih değildir. Ancak silâh ve benzeri şeyler müstesna.[20]
Vakfın
gerçekleşebilmesi için vakfedildiğine delâlet eden sözlerle yapılması gerekir-
Buna birkaç örnek verelim «Benim şu
tarlam hayatımda da, öldüğümden sonra da ebediyen sadakadır!» veya «Benim şu
bahçem ya da evim hayatımda da, öldüğümden sonra da ebediyen vakf
edilmiştir!.^ veya «Şu evim aslı saklı bir sadakalır, bu hayatımda da,
öldüğümden sonra da böyle devam edecektir!» derse, bununla vakf gerçekleşmiş
olur. Artık aslı saklı kalmak şartiyle geliri ebediyen fakirlere tasaduk
edilir.[21]
Tabii bu, İmam Ebû
Yusuf ile İmam Muhammed'e göredir. İmam Ebû Hanife'ye göre, adam yaşadığı
sürece bu tasadduk ile adamaktır. Gelirini fakirlere dağıtması gerekir. Ancak
dilerse yapmış olduğu bu adak diğer bir manayla vakften dönebilir. Dönmediği
takdirde, Öldükten sonra yapmış olduğu vakf terekesinin üçte birinden
hesaplanıp çıkarılır. Üçte birini aşacak olursa, aşan kısmı Vakf sayılmaz.
Ancak vârisler kendi nzalarıyla aşan kısmı hibe ederler, yani murisleri adına
vakfederlerse, caiz olur.
«Benim şu evim veya
bahçem vakfedilmiş bir sadakadır ve ebediyen sadaka olarak kalacaktır» derse,
bütün ilim adamlarına göre, vakf gerçekleşir. Ancak İmam Muhammed'e göre, bir
mütevelliye teslim edildiği takdirde caiz olur. îmam Ebû Hanîfe'ye göre,
vakfedilen yerin geliri sadaka edilmek üzere adanmış, anlamını taşır, mülkün
aslı olduğu gibi kalır ve valrfeden öldüğünde bu mal miras olarak varislere
intikal eder.[22]
«Benim şu arazim
vakfedilmiş bir sadakadır, yoksullara ait olmak üzere» derse, bilicmâ' vakf
olur. Çünkü yoksulların anılması, onun ebediyen sadaka olarak
değerlendirilmesine delâlet etmektedir.[23]
O halde vakfedilen bir
taşınmaz mal için, «vakf, sadaka, fakir ve ebedi tabirlerini kullanmak en
sıhhatli şeklidir. Ama bununla beraber, «Şu evim Allah için ebediyen vakıftır»
derse yine de kâfi gelir. Fakirleri anması şart değildir. îmam Ebû Yusuf'un da
dediği gibi, ?.ımnen onlara vakfedildiği anlaşılır.[24]
Yukarıda da kısaca belirttiğimiz
gibi, her şeyin vakfedilmeşi çâiz' ve sahih değildir. Çünkü vakftan maksad,
taşınmaz bir malın aslı baki kalmak, geliri ebediyen fakirlere, hayır yollarına
sarfedilmek-tir. O halde aslı baki kalmayan veya hiç geliri olmayan bir şeyi
vakfetmenin bir anlamı yoktur.
O nedenle fukahaya
göre : Tarla, bahçe, ev, dükkan hamam, han, otel ve benzeri taşınmaz malların
vakfedilmeşi caizdir. Bunun gibi, vakfedilen bir taşınmaz mala tabi' olan
aletler de aynı kapsama girer. Örneğin, tarlasını içindeki pulluk, saban ve
benzeri âletlerle vakfeden kimsenin vakfı sahih sayılır. [25]Hatta
çift eden öküzleri, bugün için traktörü tarlayla birlikte vakfetmenin sahih
olduğu kabul edilmiştir. Çünkü bu gibi şeyler tarlaya tabi'dir, yalnız
başlarına vakfedilmez, ama tarlayla birlikte vakfedilebilirler.[26]
Bu-husustaki genel
kaide şudur : Memleketin örfüne göre, vakfedilen taşınır malların vakfı
caizdir. Silâh, kitap, Mushaf, tabut, teneşir gibi serler bu cümledendir. Fetva
da buna göredir. Şemsü'l-Eimme Halvanî de ayni görüştedir. Fakîh Ebuleys de
buna cevaz vermiştir.[27]
Meyva ve benzeri
ağaçlan, dikili bulundukları toprakla birlikte vakfetmek caizdir. Çünkü ağaç,
dikili bulunduğu araziye tabi'dir. Toprağı değil sadece ağaçları vakfetmek
sahih ve caiz değildir.
Para, elbise ve
benzeri şeylerin vakfı caiz değildir. Ancak fuka-hadan bir kısmına göre,
memleketin bu hususta câri bir örfü varsa» o takdirde caiz olur. Para ticarî
konularda çalıştırılır, elde edilen kazanç fakirlere tasadduk edilir.[28] Elbise,
fakirlere ihtiyaç anında verilir, sonra tekrar geri alınarak bu şekilde hayrı
sürdürülmeye çalışılır.
Cami'lere veya köprü
ve su yollarına, kuyu açmaya ve benzeri şeylere geliri sarfedümek üzere yapılan
vakfe, fukahadan bir kısmı cevaz vermiştir. Bilhassa fetâvâ kitaplarında bu
cevaza geniş yer verilmiştir.[29]
Bilindiği gibi, Muşa :
Ortaklar arasında kullanılan, fakat hisselere ayrılmayan bir maldır. İleride hisselerin ayrılması mümkün
olduğundan, ortaklardan birinin kendi hissesini vakfetmesi caizdir. İmam
Muharamed'e göre, caiz değildir. Buhara âlimleri, İmam Mu-hammed'in görüşüne
göre amel etmişlerdir ve fetva da ona göre verilmiştir. Bununla beraber, muşa'
olan bir malın ortaklarından birinin kendi hissesini -belli olmadığı halde-
vakfetmesine cevaz verilmiş ve bununla amel edilmiştir. Nitekim İmam Ebû Yusuf
da aynı görüştedir. Hicrî beşinci asırdan sonra gelen fakîhler, İmam Ebû
Yusuf'un havliyle fetva vermişlerdir.[30]
Ancak muşa' bir malın
mescid veya kabristan olmak üzere vakfedilmeşi caiz görülmemiştir, nitekim
bunda ittifak vardır. Ayrı görüş ortaya koyan olmamıştır. İster bu muşa' mal
kabil-i kısmet olsun, ister olmasın farketmez bu konuda.[31]
Ama hâkim, muşa' bir
malın vakfını uygun görüp karar verirse, bu kesinleşir ve imamlar arasında
görüş birliğinin sağlanmasını sağlar.[32]
İki kişi arasında
ortaklaşa bulunan bir dükkânı, ortaklardan biri kendi.hissesine düşeni
vakfeder ve üzerine vakfedildiğine dair bir levha koymak isterse, diğeri buna
engel olabilir. Yani levha koydurt-mayabilir. Ancak hâkim levha konulmasına
karar verdiği takdirde artık ortağın buna müdahale hakkı kalkar. [33]
Vakıf binasının bir
kısmı yıkılırsa, hâkim onları yine geriye kalan vakıf binasına sarfeder. Buna
ihtiyaç yoksa, ileride ihtiyaç doğar düşüncesiyle saklar, Mevcut binaya
sarfedilmesi mümkün olmadığı takdirde, elde edilen malzemeyi satıp parasını
onun ıslahına sarfe-debilir. Vakfın geliriyle geçinenlere sarf edilmez.[34]
Vakıf bir taşınmazın
duvarları yıkılır, veya çatısının bir kısmı çökerse, vakıf sahipleri ondan
yararlanamazlar. Ancak vakıf malın imar edilmesi mümkün olmaz ve bundan umut
kesilirse, o takdirde vakıf sahipleri de muhtaç durumda iseler, İmam Ebû
Yusuf'un kıyasına göre, kendilerine harcayabilirler. İmam Muhammed'in kavline
göre, vâkıfın varislerine intikal eder. Et-Tehzib sahibi de ayni' hususu tesbit
etmiştir-
Yapılan vakf mal ile
mütevellinin bulunduğu yer arasında bir köprü bulunuyor ve ancak o köprüden
vakfe ulaşılabiliyorsa, köprü yıkıldığı takdirde, vakfın geliri ona
sarfedilebilir mi? Vâkıfın vakıfnamesinde böyle bir şart konulmuşsa,
sarfedilebilir, konulmamışsa sarfedilemez. Ancak fukaha bu durumda, köprü
yapılmadığı takdirde vakfın verimsiz hale geleceği ve belki de yıkılacağı söz
konusu olursa, o takdirde vakfın gelirini köprünün tamirine sarfetmeye fetvâ
vermişlerdir. Bunda istihsan vardır.[35]
Yolda kalmışlara
yardımda bulunmak üzere yapılan bir vakıf caizdir. Bunlar ister fakir, ister
zengin olsunlar farketmez. Bunun gibi, her sene vakfeden nâmına hacce bir kimse
gönderilmek üzere bir şart konulmuşsa, o şarta da aynen riâyet gerekir. Bunun
gibi, camilerde hizmet gören hatip, imam, müezzin ve vaizler için de vakfedilen
malın gelirinden sarfedilmek üzere konulan şart da muteberdir.
Bunun gibi, şu Allah
için vakfettiğim malın gelirinin savaşanlara, fakir cenazelere, onların
kabirlerine, kefenlerine ve benzeri hususlara sarf edilmesini şart koşması da
caizdir. Mütevelli bu şartlara aynen uyar.
Kendi malını kendi
nefsine sadaka olmak üzere vakfederse, fukaha buna da cevaz vermiştir. Muhtar
olan kavi de budur.[36]
Bunun gibi, «malımı
sadaka olmak üzere kendi adıma, sonra da falan adama, sonra da fakirlere
vakfettim» derse, İmam Ebû Yusuf'a göre caizdir.
Yakın ve uzak akrabaya
geliri sarfedilmek üzere bir gayr-i menkulü vakfetmek caizdir. Sadece yakın
akraba için derse, ona göre muteber olur. Mutlak anlamda çoğul tabiri
kullanarak akrabalarım derse, Imanıeyn'e göre yakın uzak bütün akrabalarına
vakfetmiş sayılır- Bu durumda kadın erkek, küçük büyük tefrik edilmeden vakfın
geliri eşit biçimde bunlar arasında taksim olunur.
«En yakınım için
vakfettim» derse, o takdirde adamın bir oğlu bir de ana-babası hayatta ise, vakfın geliri sadece oğluna verilir. Onun vefatından sonra
fakirlere kalır. Adamın yalnız yakanı olarak ana-babası bulunursa, ikisi aynı
seviyede kabul edilir ve vakfın geliri aralarında eşit biçimde taksim edilir.
İkisinden biri vefat ederse, ona düşen yarı hisse fakirlere sarfedilir. Bunun
gibi, adamın beş evladı bulunur ve malının gelirini bunlar adına vakfederse,
elde edilen gelir bunlar arasında eşit biçimde taksim edilir. Onlardan biri vefat edecek olursa, ona
düşen pay diğer kardeşlere intikal etmez, fakirlere sarfedilir.
Yine «şu malımı Allah
için geliri en yakınıma sarfedilmek üzere vakfettim der ve bu durumda sadece
baba babası, bir de kardeşleri bulunursa, vakfın geliri dedesine verilir,
kardeşlerine değil, çünkü dede kardeşlerden daha yakındır. Bunun gibi, biri
ana-baba 'birbiri de baba bir iki kardeşi bulunursa, ana-baba bir kardeşi
tercih edilir. Diğer yakınları da bu ölçüye göre, dikkate alınır.
«Malımı Allah için
geliri yakınlarımdan fakirlere ve sonra da miskinlere sarfedilmek üzere
vakfettim» derse, akrabasından sadece fakir olanlara sarfedilir. Onlardan fakir
kalmayınca, miskinlere, düşkünlere sarfedilir.[37]
Adam malını Allah için
komşularına sarfedilmek üzere vakfederse,
kıyasa göre, sadece evine bitişik olan komşularına sarfedilir, îstihsanen
mahalle mescidinde toplanan komşularına sarfedilir. Muhtar olan kavi de budur.
«Şu malımı Allah için
geliri hanedanıma sarfedilmek üzere vakfettim» derse, bu tabirden dolayı baba
tarafından olan yakınlarına sarfedilir; bunların muslini, gayr-i müslim, erkek
veya kadın olması arasında bir fark yoktur. Vakfedenin babası ve oğlu da bu
tabirin kapsamına dahildir, kız çocuğu da böyledir. Ancak kız çocuğunun
çocukları ile kız kardeşlerinin çocukları bu tabirin kapsamı dışında kalır.[38]
«Malımı Allah için geliri
fakirlere sarfedilmek üzere vakfettim» derse, yakınlarından da fakir bulunursa,
o takdirde onlar da vakfın kapsamına girerler. Ancak onlardan daha yakın
olanlar daha yakın olanlara sarfedilerek başlanır. Onlardan fakir kalmadığı
takdirde uzak akrabaya, ondan sonra komşularından fakir olanlara, sonra da o
memleketin fakirlerine sarfedilir.[39]
1. Vakfedilecek şeyin Ayn olması şarttır. O halde zimmette
olan bir alacağını henüz ele geçirmeden vakfedecek olursa, sahih kabul
edilmez. Vakfetse bile, alacağı eline geçtiğinde dilediği gibi harcayabilir.
Kendisi henüz alacağını tahsil etmeden
ölürse, vârisleri onun gayr-i
sahih vakfetmesinden dolayı vâris olma hakkını kaybetmezler, bilakis alacağı
tahsil edip kendi aralarında taksim ederler,
2. Vakfedilen şeye başkasının hakkı taalluk edebilir :
Bir kimse başkasına
rehin verdiği veya icar etmiş olduğu bir malını vakfedebilir. Çünkü gerek
rehin, gerekse icar, malın mülkiyetini asıl sahibinden almamaktadır.
3. Vakfedilen bir malın meşgul bulunmaması şart değildir
:
O halde bir malın gerek
vakfedenin, gerekse bir başkasının malıyla meşgul bulunması, o malın
vakfedümesine engel bir sebep değildir. Mal sahibi -buna rağmen- vakfedecek
olursa, sahih sayılır. Buna bir örnek verelim :
-İçinde kendi eşyası
bulunan evini, boşaltmadan vakfedecek olursa, ev vakfedilmiş sayılır. Bilahare
eşya boşaltılır- Bunun gibi, evinde başkası kiracı olarak bulunur veya bir
diğerinin eşyası yerleştirilmiş olursa, kiracı veya eşya çıkarılmadan da o ev
vakfedile-bilir.
4. Vakfedilecek malın vakf esnasında vakfedenin malı
olması gerekir.
O halde bir kimse başkasına
ait bir malı -asıl sahibinin iznini almadan- vakfederse, sahih olmaz. Ancak
üçüncü şahıs olarak fuzulî durumunda vakfettikten sonra asıl mal sahibi bunu
uygun görürse, yapılan vakf geçerli olur.
Bunun gibi, ölen
kimsenin terekesiyle borcu karşılaştırıldığında borcu terekesini aşıyorsa, o
takdirde vârisleri onun borcunu ödemedikçe terekesinden hiçbir malı
vakfedemezler.
5. Vakfedilen bir malın hisse-i şayi'a olmasında bir sakınca yoktur. O halde izâle-i şüyu'
yapılmadan bir kimse kendisine ait muşa' bir malı vakfedebilir.
Ancak muşa' olan malın
kabristan veya cami olmak üzere vakfedilecek olursa, o takdirde hisse-i şayiah
bir malın vakfı sahih kabul edilmez.
6. Vakfedilecek
bir malın belli ve belirli olması gerekir.
O halde belirsiz
rasgele bir şeyin vakfedilmesi sahih olmadığı gibi, şu iki dükkânımdan herhangi
birini vakfettim veya şu zeytinlikteki ağaçlarımdan on kadarını vakfettim,
derse, yapılan bu vakıf mal belirsiz olduğundan sahih sayılmaz.
7. Vakfedilecek bir malın sınırını belirtmek şart
değildir.
Bir kimse bir tarla, bir
bahçe veya bir evini, sınırını belirtmeden vakfederse, sahih olur. Çünkü şahsın
mülkiyetinde olan o malın her zaman sınırını belirtmek mümkündür.
8. Vakfederken muhayyerliği şart koşmak sahih değildir :
Meselâ, bir süre sonra
yaptığı vakfı hükümsüz sayabileceğim şart koşup bir malını vakfederse, sahih
kabul edilmez.
9. Vakfın süresiz olması gerekir :
O halde süreli,
muvakkat olan bir vakf sahih sayılmaz. Meselâ bir kimse kendi mülkiyetinde
bulunan bir akarı on yıl süreyle vakfetmek ve ondan sonra yine kendi
mülkiyetinde kalmak üzere vakfederse, geçerli kabul edilmez.
Bunun gibi, malını
vakfederken, «gerektiğinde vakfettiğim bu malı satıp kendi ihtiyacıma sarf
edebilirim» şeklinde bir şartla vakfederse, sahih olmaz. Ama ileride iyi bir
fiatla satıp vakf için daha verimli bir mal alırım, diye bir kayıt koyarsa,
sahih olur. Çünkü yapılan vakfın ileride daha yararlı duruma getirilmesi
sözkonusudur. Ne var ki bu durumda hâkimin de karar vermesi gerekir.
10. Bir malın ne için, neyin yararına vakfedildiği
kesinlikle belirtmez de, ya câmi'ye, ya da
köprüye sarfedilmek üzere, der, vakfın gelirinin kesinlikle nereye sarfedileceği bslirlenmezse, yapılan vakf sahih sayılmaz.
Ama, vakfın gelirinin
birkaç hayır kurumuna sarfedilmesi için vakfeden kimsenin mütevelliye yetki
vermesi sahih olur-
11. Vakfedilecek malın, ileride bulunduğu yerden
sökülmesini gerektiren bir durumun bulunmaması gerekir. O halde başkasına ait
bir arsa üzerinde bir ev yapar veya zeytin ağacı yetiştirir, sonra da bunları
vakfedecek olursa, sahih kabul edilmez. Çünkü evin veya ağaçların oradan
kaldırılması gerekir. Arsa başkasına aittir.
12. Ârazi-yi Emiriyeden tapu ile tasarrufunda olan bir
arazide ev yapıp veya ağaç yetiştirip -asıl sahibinden izin almadan-
vakfede-mez. Bunun gibi icare ile elinde bulunan arazide ev yapıp veya ağaç
dikip vakfetmesi sahih değildir.
13. Vakfedilecek cihetin hem hadd-i zatında, hem
vakfedenin itikadında Allah'a yakınlık ve ibâdet türünden olması gerekir.
O halde bu iki husustan
uzak bir anlamda yapılan vakf sahih sayılmaz.
14. Bir malın vakfedilirken gelirinin nereye
sarfedilmesinin belirlenmesi şart değildir. O halde adam malını vakfettiğinde
gelirinin nereye sarf edileceğini belirtmezse, o maldan elde edilen gelir fakir
ve muhtaçlara sarfedilir ve yapılan vakf sahih sayılır.
15. Vakfedilen malın gelirinin nerelere sarfedilmesinin
sayı ve ölçüsü belirlenmesi de şart değildir- Meselâ : Bir kimse malını vakfederken
gelirinin fakirlere sarf edilmesini der, şy. kadar fakir demez-se, yapılan vakf
sahihtir. Mütevelli elde edeceği geliri dilediği kadar fakir kimselere
dağıtabilir, belli bir sayı üzerinde bağlı kalmasına gerek yoktur.
16. Bir malı vakfederken gelirinin henüz doğmamış
çocuğuna sarf edilmesini veya ileride meydana gelecek bir çocuk yuvasına
sarf-edilmesmi şart koşarsa, sahih kabul edilir. Çünkü vakıf anında, mevkuf-u-aleyh'in
mevcut olması şart değildir.
17. Malını, gelirinin çocuklarına ve torunlarına
sarfedilmek üzere vakfeder, sonra evlâd ve torunlarından hiç kimse hayatta
kalmazsa, o takdirde vakfın geliri fakirlere sarfedilir.
O halde bir kimse
vakfettiği malın gelirinin çocuklarına ve torunlarına sarfedilmek üzere bir
şart koşarken, şayet evlâd ve ahfadımdan hiç kimse kalmazsa, geliri bu kez
fakirlere veya şu şu hayır kurumlarına sarfedilir diye bir kayıt koyması uygun
olur.
18. Fasit bir alımla bir malı satın aldıktan sonra, satın
alan kimse o malı vakfederse, artık satan kimse, onu feshedemez. Yapılan vakf da sahih kabul
edilir. Ama bu durumda satın alan kimse henüz malı kabzetmemişse, o takdirde
vakfedemez, etse bile sahih sayılmaz.
19. Bâtıl bir satın alma ile alman malı kabzettikten
sonra da vakfetmek caiz değildir. Meselâ, bir kimse bir yetime ait malı asıl
değerinden çok aşağı bir fiatîa onun velî veya vasisinden satın alırsa, o malı
vakfetmesi sahih olmaz. Etse bile hükümsüz sayılır- O halde o yetim ergen
olduktan sonra, o malı mütevelliden geri alabilir.
20. Vakf-i lâzım kaydiyle vakfedilen bir malı satın alıp
bir cihete vakfetmek, sahih değildir. Yapılan ikinci, vakıf hükümsüzdür. Çünkü
her vakıf ebediyen vakfedilmiştir; satılmaz. Satılsa bile alınmaz, alınsa bile
başka bir cihete vakfedilmez.
21. Devlet hazinesine ait bir malı asıl değerinden çok
düşük bir fiata satm alan kimsenin o malı vakfetmesi sahih değildir. Etse bile
yapılan vakıf hükümsüzdür.
22. Bir cihete gelirinin sarfedjlmesi şart kılınan veya
bir cihete olduğu gibi verilmesi şart kılman bir vakıf arsa üzerinde, mütevellisinin
izinini aldıktan sonra bir ev yapıp o evi başka bir cihete vakfetmek sahihtir.
23. Kendine -ait bir -mülk üzerindeki evin yalnız
kendisini vakfetmek sahih olmaz. Çünkü ev ancak üzerinde bulunduğu arsa ile
birlikte vakfedilebilir.
24. Araziye tabi' olarak içme hakkı, yeraltı su yollarına
tabi olarak suyun vakfı sahihtir.
Bir kimse cami' olmak üzere
evinin avlusunda bir bina yapıp hariçten cemaatin girmesine bir yol açık
tutmazsa, o takdirde yapılan yere cami' ve mescid hükmü verilemez. Sadece o
yer ve üzerindeki bina evin müştemilatından sayılır. Mülk sahibi istediği gibi
tasarruf edebilir.
25. Altını dükkân, han, otel gibi gelir getiren akar
şeklinde inşa edip üstünde cami' yapmak ve sözü edilen akarlardan elde edilecek
gelirlerin cami'a sarfedilmek üzere vakfetmek sahihtir. [40]
Bir tarla veya benzeri
bir araziyi vakfeden kimse, dolayısiyle ona ait yolu, suyu ve benzeri şeyleri
de vakfetmiş kabul edilir. Vakfederken bunları anmasında yarar var, anmadığı
takdirde hüküm yine belirtilen şekildedir, yani hepsi o araziyle birlikte
vakfedilmiş sayılır.
Bunun gibi, bir arsa
vakfedildiğinde üzerinde bulunan bina, ağaç ve benzeri şeyler de vakfe dahil
olur. Ancak vakıf muamelesi yapılırken ağaç üzerinde bulunan meyveler vakfe
dahil olmaz, vakfedene ait kabul edilir.
Bir bostan da
vakfedildiğüıde, içindeki sebzeler vakfe girmez, vakfedene ait kabul edilir.
26. Sınırları ve kapsadığı şeyler belirtilerek vakfedilen
bir akarın müştemilatı noksan tesbit edilir ve vakıf muamelesi bittikten sonra
daha başka şeylerin o akarın müştemilatından olduğu görülürse, onlar da
vakfedilmiş kabul edilir.
Buna bir misal verelim
: 25 odası bulunan bir otel vakfedilirken 20 oda olarak gösterilir ve muamele
bu şekilde yapılır, sonra 25 oda olduğu tesbit edilirse, beş oda da vakfe dahil
kabul edilir.
27. Bir kimse başkasıyla ortaklaşa sahip olduğu bir akardan
kendine düşen hisseyi noksan şekilde -bilmeden- belirterek vakfeder ve sonra
hissesinin daha fazla olduğu tesbit edilirse, fazla kısmı da vakfedilmiş
sayılır. [41]
28. Bir kimse borçlu olur da hastalık halinde mevcut malını vakfeder, yani bu
hususta vasiyette bulunur ve fakat bıraktığı mal ancak borçlarına yetecek kadar
bulunursa, yaptığı vasiyet geçerli
değildir. Çünkü önce kul hakkı olan borçlarının ödenmesi gerekir.
Borcu malından fazla
olan kimse ,ölüm hastalığında malının bir kısmını vakf ettikten sonra ölürse,
yaptığı vakf muteber ve caiz sayılmaz, malının tamamı borcuna kapatılır.
29. Hiç vârisi bulunmayan kimse ölüm hastalığında malının
tamamını bir hayır kurumuna vakfetse, dinen vakfı sahih ve geçerlidir.
Beytü'1-Malâ intikali için müdahale edilemez.
30. Eşinden başka hiç vârisi bulunmadığı halde ölüm
hastalığında malının tamamını vakfederse, karısı bunu uygun görürse, geçerli
sayılır, uygun görmediği takdirde onun vefatından sonra teri-kesinin altıda
birini alır, gerisi vakf olarak kalır. Kocasından başka vârisi bulunmayan kadın
malının tamamını vakfettikten sonra ölürse, kocası onun bu vakfını tasvip
ederse, malının tamahımın vakf olması geçerlik kazanır. Tasvip etmezse, üçte
biri ona verilir, gerisi vakf olarak kalır.
31. Ölüm hastalığında malını vakfedip gelirinin tamamını
bir evlâdına, o öldüğü takdirde herhangi bir hayır kurumuna şart ettikten
sonra ölürse, terekesinin üçte biri yaptığı vakfe denk gelirse, sahih, olur.
Bununla beraber diğer vârisler de belirtilen şartı tecviz ederlerse geçerlik
kazanır. Tecviz etmezlerse, o vakfın geliri hayatta olan diğer varislere
sarfedilir, yani hepsi o gelirde tasarrufa sahiptirler-
32. Yine ölüm hastalığında malından bir kısmını vakfedip
gelirinin vârislerine sarfını şart koşar, fakat onların ölümünden sonra başka,
bir hayır cihetini şart koşmazsa, ölümden sonra vârisler bunu tecviz
etmedikleri takdirde -isterse yapılan bu vakıf terekenin üçte birine tekabül
etsin- hükümsüz kalır ve o mal vârisler arasında taksim edilir.
33. Malının bir kısmını cami' yapılmak üzere ölüm
hastalığı sırasında vakfettikten sonra ölür, ancak bu terekesinin üçte bir
nisbe-tini aşarsa, vârislerin tecvizine bağlı kalır. Tecviz etmedikleri takdirde
vakıf hükümsüz kalır. Böylece mal vârisler arasında taksim edilir. [42]
34. Yapılan vakfın geçerlik kazanması, lüzum kesbetmesi şu iki yoldan biriyle
mümkündür :
a) Tescil, yani hâkimin murafaa yoluyla vakfın lüzumuyla
hükmetmesi,
b) Vasiyet suretiyle yapılması.
O halde sadece hâkimin
hükmüyle vakıf lüzum kesbetmeyeceği gibi, vakfedenin veya mütevellisinin sözlü
ve1 yazılı vakfetmesi da yeterli değildir. Herhalde murafaa yoluyla hâkimin
karar verip tescil edilmesi gerektir.
Vasiyet yoluyla
yapılan vakıf da, adam ölünceye kadar bunun üzerinde ısrar eder, sözünden
dönmezse ve bıraktığı malın üçte biri yaptığı vakfe kâfi gelirse, o takdirde
geçerlik kazanır. Yaptığı vakıf terekesinin üçte birini aşarsa, aşan kısmını
vârisler tecviz ederse, o da vakfe dahil olur, geçerlik kazanır. Tecviz
etmezse, o takdirde aşan kısım vârislere aittir, gerisi vakıf olarak geçerlik
kazanır.
Ancak bu iki husustan
istisna edilen iki vakıf şekli varır :
A) Bir mescid inşa edip yoluyla birlikte mülkünden ifraz
edip içinde namaz kılınmak üzere halka açık tutulan ve halkın da bu sebeple
gelip orada namaz kılmasıyla umuma açıklığı sabit olan o bina vakıf olarak
geçerlik kazanır. Bunda ne vasiyete, ne de hâkimin murafaa yoluyla karar ve
tesciline gerek vardır.
B) Bir tarla veya arsasını kabristan olmak üzere ayırıp
ölülerin defnine müsaade eden ve Müslümanların da bu müsaadeye dayanarak
ölülerini oraya defnetmesiyle yapılan vakıftır ki, l?u durumda vasiyet ve
hâkimin tesciline gerek kalmadan lüzum kesbeder.
35. Sadece ilhak yoluyla vakıf lüzumlu olmaz. Meselâ, bir
adam belli bir malını hâkime tescil ettirip vakfettikten sonra bir parça malını
da tescil ettirmeksizin, «bu da ilk tescil ettirdiğim vakıf mala ilâveten
vakıftır» dese, lüzum ve geçerlik kazanmaz. Ayrıca tescil edilmesi gerekir. [43]
37. Bir mal belirtilen üç yoldan biriyle lüzum
kesbettikten sonra artık onda mülkiyet şeklinde tasarruf olunamaz. Tasarruf
olunsa bile hükümsüzdür, geçersizdir. Çünkü vakf-i lâzım, denilince mülkiyet
tasarrufundan çıkmış, dokunulmazlık kesbetmiş bir mal demektir. Aslı baki,
geliri -şartlarına uygun- ebediyen sarfedilir. Mülkiyetine dokunulmaz.
O halde bir kimse vakf-i
lâzım ile vakfettiği bir malı başkasına satamaz, bağışta bulunamaz, rehin
olarak veremez. Aynı zamanda o mal vârislere intikal etmez, yani vârisler o mala
sahip çıkıp ara-} arında taksim edemezler.
Ancak ileride de
açıklanacağı gibi, vakf-i lâzım ile vakfedilen bir mal bazı sebeplerden dolayı
başka bir mal ile değiştirilecek olursa, karşılığında alman mal onun yerine
vakıf olarak geçer, değiştirilen mal ile mülkiyete dönmüş olur, mülkiyet
hükümlerine göre muamele görür.
Bunun gibi, vakf-i
lâzım ile vakfolunmuş bir müsakkaf (üstü, örtülü vakıf bina) tamamen yıklır,
yeniden yapılması mümkün olmadığında mütevelli onun enkazını asıl değerinde
satıp elde ettiği parayı o vakfı için harcar-
Vakıf bir bahçenin
ağaçları kuruduğu takdirde, yine mütevelli vakfe sarfedilmek üzere o ağaçları
söküp satabilir.
38. Bir mal vakfedilip lüzum kesbettikten sonra başka bir
kimse çıkıp o malın kendisine ait olduğunu dâva eder ve mahkeme onun lehine
karar verirse, vakıf hükümsüz kalır, mal asıl sahibine verilir.
Vakfeden kimse o malı
başka birinden satın alıp vakfettikten sonra bir diğer kimse kendisine ait
olduğunu dâva eder ve kazanırsa, vakıf hükümsüz olur. Vakfeden kimse o malı
satın aldığı kimseye başvurup ödediği parayı geri alır. Ancak bu parayla yeni
bir mülk alıp vakfetmek gerekmez.
39. Bir kimse kendi mülkü olan dükkânını bir hayır
cihetine geliri sarfedilmek üzere vakfeder, fakat tescilini yaptırmaz, aradan
yıllar geçtikten sonra kendisi muhtaç duruma düşerse yaptığı vakfı
feshettirmek için hâkime başvurması gerekir. Hâkim feshederse, adamın
mülkiyetine geçer ve istediği gibi tasarruf edebilir.
40. Bir kimse ölümünden sonra geçerli olmak üzere bir malını vasiyet yollu
vakfederse, ölmeden önce bundan rücu' edebilir, çünkü o mal henüz onun
mülkiyetinden çıkmamıştır.
Vasiyet yollu yapılan
vakıftan rücû' = dönmek, sözlü olabileceği gibi fiilî de olabilir. Meselâ :
«Ben öldüğümde şu arsam vakıf olsun» diye vasiyet ettikten sonra, «ben bu
vasiyetimden döndüm» derse, vasiyetin hükmü kalmaz. Bunun gibi, hiçbir şey
söylemeden o arsa üzerinde ev, dükkân ve benzeri bir şey yaparsa, bu da fiilen
rücû' sayılır ve vakfın hükmü yine kalkar. Bu durumda hâkime başvurup karar
almak gerekli değildir.
41. Vakıf için yapılan teberrudan dönmek sahih kabul
edilmez. Meselâ : Bir kimse vakıf arsa üzerine kendi malıyla teberruda bulunup
vakıf için bir bina yaptıktan sonra bundan dönerse, artık bu dönüşü bir hüküm
ifade etmez, yapılan bina vakıf olarak kalır.
Bunun gibi, yapılan
vakfe sarfedilmek üzere mütevelliye bir miktar para veren kimse, mütevelli o
parayı vakıf için harcadıktan sonra rücu' edemez. Etse bile bir hüküm ifade
etmez. [44]
42. Vakıf arazi iki kasma ayrılır : Sahih vakıflardan
olan arazi Üiğeri ise, gayr-i sahih
vakıflardan olup tahsisat kapsamına giren arazi..
Arazi-yi öşriye ve
arazi-yi haraciye kapsamına giren araziler malikleri tarafından, şartlarına
uygun vakfedilirse, o sahih vakıflardan sayılır.
43. Bir kimse ölü bir araziyi, sultanın (devletin) izni
ile ihya edip mülk edindikten sonra onu bir hayır cihetine vakfederse, bu da
sahih bir vakıf olur. Ancak arazi-yi emîriyenin temliki, umumun yararıyla
bağlantılıdır. Bu bakımdan arazi-yi emiriyenin temliki umumun yararını ihlâl
ederse, o takdirde hem temliki, hem vakfi caiz değildir.
44. Sultanların arazi-yi emîriyeden temliksiz, masrafları bey-tü'1-Maldan olan
hayır cihetlerine belirledikleri vakıflar, tahsisat ka-bilindendir, vakıf
arazinin ikinci kısmına girer. [45]
45. «Şu malımın gelirini evlâdıma vakfettim» derse, evlâd sözü sadece kendi öz
çocuklarına şâmildir. Bu bakımdan torunlar bu tabirin dışında kalır. Ancak
kullandığı sözde torunları da içine alacak bir karine bulunursa, o takdirde
hem öz çocuklarına, hem torunlarına
vakfetmiş kabul edilir. Meselâ :
«Vakfettiğim mülkün gelirini nesil nesil evlâdıma şart eyledim» derse, nesil
nesil sözü bir karinedir ki torunları da vakfın kapsamına sokar.
46. Bir mülk vakfedilirken «Evlâd» tabiri iki defa
tekrarlanırsa, yakın ve uzak bütün batınlara şâmil gelir. Yalnız birinci ve
ikinci batma hasredilmiş olmaz. O halde geliri vakfedenin evlâdına ve evlâd-i
evlâdına şart kılınan vakfın geliri, vakfedenin birinci ve ikinci batında
mevcut olan evlâdı tasarruf ederken üçüncü batında dahi evlâdı meydana gelse,
onlar da vakfın gelirinde birinci ve ikinci batındaki evlâda katılırlar,
gelirden eşit şekilde yararlanırlar.
47. Bunun gibi evini oturmaları için evlâdına ve
evlâdının evlâdına, bunlardan hîç kimse kalmadığı takdirde bir camiin imamına
vakfeden kimse, soyu tamamen kesilmedikçe sıra o camiin imamına gelmez.
48. Evlâd ve evlad-ı evlâd adına şart kılınan vakıfta,
batın tertibine delâlet eden bir cümle kullanılmışsa, o tertibe riayet edilir.
Böyle bir cümle
konulmamışsa, birinci batında evlâd var iken ikinci batında bulunan evlâda
vakfın gelirinden verilmez. Bunun gibi, ikinci batında evlâd var iken, üçüncü
batındaki evlâda verilmez,
49. Mülkünü vakfedip gelirini evlâdından âlim olanlara
verilmesini şart koşan kimsenin, bu
vakfının geliri cahil olan evlâdına verilmez. Koyduğu şarta aynen riayet
edilir. Bunun gibi, fakir evlâdına verilmesini şart koşarsa, zengin olan
evlâdına verilmez-
50. Vakfettiği mülkün gelirini batın batın devam edecek
evlâdına verilmesini şart kılarsa, birinci batındaki evlâd var iken ikinci
batındaki evlâda verilmez. Ancak birinci batında birkaç evlâd var iken ikinci
batındaki evlâda verilmez. Ancak
birinci batında birkaç evlâd olduğu halde bunlardan biri ölürse, ona isabet
eden vakıf hisse evlâdına aynen verilir. Bir diğeri de vefat etse yine aynı
şekilde muamele yapılır. Birinci batından hiç kimse kalmayınca, bu defa ikinci
batındaki evlâda eşit şekilde verilmeye başlanır.
51. Evlâd lafzı çoğul olduğu halde bir tek çocuk hakkında
da kullanılır- O halde mülkünü vakfedip gelirinin evlâdına verilmesini şart
kılan kimsenin bir tek evlâdı bulunuyorsa, gelirin tamamı ona verilir, ikinci
batne verilmez.
Ancak hiç evlâdı
kalmayıp sadece torunları bulunan kimse, bir malını evlâdına vakfetse, bununla
torunlarını kasdetmiş kabul edilerek malın geliri onlara verilir.
52. Mülkünü çocuklarına vakfeden kimse, onlardan birini
üstün tutup fazla verilmesini belirtmediği takdirde kız erkek evlâd eşit
şekilde alır. Ancak böyle bir açıklamada bulunmuşsa, vâkfın şartına riayet
edilerek o evlâda belirtilen fazla miktar verilir. Ancak vakfeden kimse, şu
vakfettiğim mülkün gelirini, miras
taksimine göre çocuklarıma taksim edin derse, o takdirde kız ve erkek evlâd arasında
ikili birli taksim olunur.
53. Şu vakfettiğim mülkün gelirini erkek evlâdıma ve
evlâdın erkek evlâdına verilmesini şart kıldım, derse, o takdirde kızının erkek evlâdı da
buna dahil kabul edilir.
54. Adam malım evlâdına vakfettikten sonra bir evlâdı daha dünyaya gelirse, o da
ayni hakka sahip olur. Evlâd tabiri hale mevcut olanla, ileride mevcut
olacakları kapsamaktadır. Ancak şu şu evlâdıma diye belirlerse, o takdirde
ancak onlara verilir, ismi belirtilmeyenlere verilmez. Veya halen mevcut olan
evlâdıma verilmesini şart eyledim, derse, ancak onlara verilir; sonra doğacak
olan evlâdına verilmez.
55. Vakıf konusunda bir kişinin evlâdı ile ana-babası
«akraba» tabirine dahil değildir. O halde adam mülkünü vakfedip gelirini
Ikrabasına şart kılarsa, vakfın geliri sadece evlad ile ana baba dışm-iaki
yakınlara verilir.
56. Vâkıf vakfettiği mükün gelirinin akrabasına
verilmesini şart kılar, herhangi bir ayrım yapmazsa, o takdirde akrabası ister
nıüslim ister gayr-i müslim olsun, ister bu ikisinden oluşsun, hepsi-ne
verilir.
57. Bir kimse, ölümünden sonra malının üçte birini hayır
yapılmak üzere vakfetse ve bunun için bir vasiy ta'yin edip onu ci-het-i
hayırda serbest bıraksa, o takdirde adamın ölümünden sonra vasisi o malın
tevliyetini kendisine ve kendi evlâdına şart eylese, vakıf sahih olur. Vasinin
bu tasarrufu muteber sayılır.
58. Vakıfta en yakın akraba, tabiri mirastaki sıraya göre
değildir. En yakın akrabadan maksad, rahim .ve derece bakımından en yakın
olanıdır- O halde vâkıfın akrabasından biri rahim ve derece bakımından diğeri
irs ve asabe cihetinden vâkıfa yakın olsa, rahim ve derece cihetinden daha
yakın olan tercih edilir.
Buna bir misal verelim
: Vakfedenin kızının kızıyla, oğlunun oğlunun oğlu bir araya gelse, kızının
kızı tercih edilir. Mirasta ise, oğlunun oğlunun oğlu tercih edilir. Çünkü bir
adamın kızının kızı, rahm ve derecede ona, oğlunun oğlunun oğlundan daha
yakındır.
59. Vakfedene daha yakın olan, derece halamından daha çok
yakın olandır; yoksa yakınlıktaki kuvvet bağı değildir. O halde vakfedenin en
yakınlarından iki tane bir derecede bulunur, ancak birinin yakınlığı kuvvetli,
diğerinin ki zayıf olsa, ikisi de şart kılınan akrabaya dahil olurlar.
Buna bir misal verelim
: Vâkıfın ana-baba bir kardeşi ile, yal-ruz ana bir kardeşi birleşirse, ikisi
de vakfın gelirinden alır. Ana-baba bir kardeşin yakınlıktaki kuvveti diğerini
bu haktan mahrum etmez, çünkü derece bakımından eşit durumdadırlar.
60. Adam ölmeden önce evini karısına öldüğünde hiç
kimseyle evlenmemesi şartiyle- vakfederse, öldükten sonra ev kadının tasarrufuna
bırakılır. Evlendiği takdirde, hak ve tasarrufu kalkar.
61. Adam vakfettiği mülkün gelirini komşularından fakir
olanlara verilmek üzere şart ederse, o mülkün geliri ortaya çıktığı zamanki
komşularına verilir, vakfettiği zamandaki komşnularına değil. [46]
62. İslâm! ölçülere uygun yapılan sahih bir vakfın
şartlarını artık onu vakfeden de değiştiremez- Aksi halde sahih ve muteber olmaz.
Ancak tevliyet hakkındaki şart bu genellemenin dışındadır.
Ancak vâkıf mülkünü
vakfederken, ileri bazı şartları değiştir meyi açıklamışsa, o takdirde
değiştirme hakkına sahip sayılır. Tabi,. bu da bir defaya mahsustur. İkinci üçüncü defa değiştirme hakkı yoktur.
Meğerki, tekrar tekrar tekrar değiştirme kaydını koymuş olsa, o takdirde
mükerreren değiştirebilir.
63. Mütevelliler için konulan şartlar da muteberdir. Yani
mütevelli, vâkıf tarafından kendisiyle ilgili konulan şartlara aynen riâyet
eder.
64. Vakıf bir mülkünü bazı şartlarla vakfettikten sonra
henüz ölmeden hasta yatarken o şartları değiştirebilir. Çünkü yaptığı vakıf
ölümünden sonra geçerlik kazanmaktadır.
Ölümüyle ilgili
olmayan vakıflarda koyduğu şartı değiştiremez.
Ancak tevliyet hakkındaki şartları hâkimin karariyle değiştirebilir. [47]
65. İslâmî ölçülere göre yapılan sahih bir vakfın mevcut
şartlarını değiştirmek qâiz değildir- Bu bir genel kaidedir, bir takım istisnaları
vardır. Meselâ : Vakıf hakkında daha çok yararlı ya da kaçınılmaz bir durum
ortaya çıktığında bazı hususlarda mütevellinin hâkime başvurup vâkıfın şartına
aykırı davranması caizdir. Vakıf bir mülkün mevcut şartlarına göre, bir sene icare
verilmesi belirtilmişse de bir sene icarla tutan istekli çıkmadığı takdirde-,
mütevelli hâkimin kararıyla bu süreyi iki-üç seneye çıkarabilir.
O halde vakfın
yararına olan hâkim karan her zaman geçerlidir. Zararına olan kararları
geçersizdir. Mütevelli doğru çalışmaz, vakfın zararına bir takım işlere
girişirse, vâkıf, ta'yin ettiği bu mütevellinin her ne surettş olursa olsun
azledilmemesini şart etse bile, hâkim onu azledebilir. Çünkü vakfın zararına
sebep olan bir kişinin mütevelli olması doğru değildir.
66. Bir hususta vakfın şartı bilinmiyorsa, o takdirde
ötedenberi câri olan vakıf şartlarına göre amel edilir. Meselâ Vakıfla ilgili bir hususta vakfedenin koyduğu
bir şart mevcut değilse, daha önceki mütevelliler ne yolda amel etmişlerse, ona
uyularak amel edilir.
Vakfın gelirinin nereye
sarfedileceği hakkında vakfedenin şartı bilinmediği takdirde, hâkimin vereceği
karara göre, sarfedilir.
67. Vakfın şartlarında itibar, vakfedenin takririnedir-
kâtibin yazdığı şekle değildir.
Vakfeden vakıfnameyi yazdırırken
kâtip-1 onun belirttiği şartlara muhalif şartlar yazacak olur ve sonra bu
tesbit edilirse, kâtibin yazdığına göre değil, asıl vakfedenin belirttiği
şartlara göre, amel edilir.
Bunu bir misal ile
açıkhyalım :
Vakfeden vakıfnameyi
yazdırırken vakfettiğim iş bu mülkümün gelirinin zürriyetime sarfedilmesi, diye
şart ederken, kâtip yanlışlıkla veya bir zuhül eseri «zürriyetim» yerine
«evlâdım» diye yazar ve sonra bu anlaşılırsa, o takdirde vakfın geliri yalnız
vakfedenin birinci batın evlâdına değil, torunlarına da eşit şekilde
sarfedilir. Çünkü zürriyet hem evlâd hem torunları kapsamakta, evlâd tabiri
ise yalnız birinci batma delâlet etmekte, birinci batın ortadan kalkınca ancak
ikinci, üçüncü batınlara delâlet eder.
68. Vakfeden birbirine zıd iki şart yazdınrsa, o takdirde
ikinci şart dikkate alınıp birinci şartın hükmü kaldırılır. Böylece ikinci şarta
göre amel edilir,
69. Vakfiyenamede vakıf olan mülkün gelirinin belli bir
şahsa verilmesi şart edilmişse, o takdirde o şahıs hayatta bulunduğu sürece
onun yerine başkasına verilmesi caiz olmaz.
70. Vakfedilen mülkün aynını, yoksa gelirini mi sarfetmek
hususunda bir şart mevcut olmadığında, gelirinin şartına hükmedilerek ona
göre amel edilir. Buna bir örnek vereli m : Mülkünü vakfeden kimse, şu evimi
falan imama veya öğretmene vakfettim, der ve başka bir açıklamada bulunmazsa;
o takdirde, mütevelli evin kendisini o imama veya öğretmene vermez, gelirini
verir. Ancak öğretmenin ihtiyacı varsa, evde oturabilir. Ölünce o vakıf onun
varislerine intikal etmez, kiraya verilip geliri hâkimin kararıyla hayır
işlerine sarfedilir.
71. Vakfettiği mülkün gelirinin falan okul veya cami
hademelerine sarfedilmesini şart eden kimsenin, o mülkünden elde edilen gelir
okul veya cami hademesi arasında eşit biçimde taksim edilir. [48]
72. Genellikle vakıf olunan akarlar iki kısma aynür:
Aynından yararlanılan vakıflar, gelirinden
yararlanılan vakıflar. Birincisi, okul, imaret, Kur'ân Kursu,
Zaviye, Kütüphane, Hastane, misafirhane,
köprü, çeşme, sebil kuyu, kabristan gibi Hayır Te'sisleri-dîr. Bunlara
müessesat-t hayriyye denilir. Kiraya, icare veril-mez, aynından yararlanılır.
îkinçi kısım ise, icara verilir, elde edilen geliri vâkıfın beyan ettiği
şartlar dikkate alınarak sarfedilir.
Müessesat-i Hayriyye
de iki kısma ayrılır : Birincisi, yalnız fakirlere tahsis edilmeyip zengin
fakir herkesin yararlanacağı şekilde yapılan vakıftır. Cami, mescid, Kur'ân
Kursu, Kütüphane, Çeşme, Kuyu, Köprü, Kabristan gibi _ umuma açık tutulan
te'sisler, bu cümledendir. İkincisi, intifaı fakirlere tahsis edilen,
zenginlerin yararlanması caiz olmayan te'sislerdir : İmaretler, Hastahanelerin
yiyecek ve ilâç gibi levazımı vakıf tarafından karşılanıyorsa, bunlar ve bir de
medrese talebesinin yiyecek ve giyeceklerine tahsis edilen vakıflar bu
cümledendir.
Ancak bu gibi şeyleri
vakfeden kimse, sadece fakirlere sarfedilir, diye bir şart belirtmişse, hüküm
böyledir, Belirtmemişse, o takdirde yalnız fakirlere tahsis edilmez.
Vakfeden yaptığı vakıftan
yalnız zenginlerin yararlanmasını şart ederse, böyle bir vakıf sahih sayılmaz.
73. Vakfın gelirinin yalnız fakirlere tahsis edilmesi şart edilen bir vakfın
geliri vakfedenin evlâd ve torunlarından fakirler varsa tercihen onlara
verilir.
74. Vakıf bir mülk yıkılmaya yüz tutar ye vakfın geliri
onu tamire yetmezse, başka bir hayır sahibinin o vakfı tamir etmesine engel
olunmaz. Buna genellikle cevaz verilmiştir.
75. Vakfedilen bir ev birden fazla kimsenin oturması için
şart edilir, fakat hepsinin o eve .yerleşmesi mümkün olmazsa, o takdirde
münavebe ile o evde otururlar.
76. Vakıf bir cami' veya mescid, mahallenin
genişlemesiyle ihtiyaca cevap veremez duruma gelirse, hayır sahipleri o
mescidi veya camiyi yıkıp yerine daha büyük bir cami' veya mescid yatırabilirler.
Buna fukaha genellikle cevaz vermiştir.
Bunun gibi, vakıf olan
mescid ihtiyacı kâfi gelmediğinde, bitişiğinde gelir sağhyan bir vakıf bina
yıkılıp mescid genişletilebiür.
Bu suretle vakıf
mescid veya camiin bulunduğu yerde kimse kalnaz, mahalle başka tarafa kayarsa,
o takdirde orayı yıkıp meskûn ir yerde
yeniden inşâ etmek de caizdir. [49]
77. Bir vakıfın mütevellisi olarak ta'yin edilen kimse vakfın şartlarına hiyânet etmediği
sürece azledilemez. Hâkimin de bu hususta yetkisi yoktur. Hâkim böyle bir
karar bile verse, geçerli sayılmaz. (Tabii bütün bu hususlar İslâm sistemine
göredir.
Mütevellinin vakıf hakkında
hıyaneti ortaya çıkarsa, mütevelli vâkıfın yani vakfedenin kendisi bile olsa,
azledilir- Buna birkaç örnek verelim : Mütevelli, vakfı, emsalinden çok az bir
fiatla kiraya verir veya vakfın akarını kendi mülkiymiş gibi başkasına satar veya
vakfın gelirini vâkıfın şartının hilâfına sarfederse, bütün bunlar hiyânet
sayılır ve mütevellinin azlini gerektirir.
Bunun gibi mütevelli,
dini sınırlan aşıp açıktan günah işler, gayr-i ahlâkî yollara düşerse, bu da
azlini gerekli kılan sebeplerden biri kabul edilir.
Ayrıca mütevellinin
vakıf hakkındaki ihmali, ciddi hesap tutmaması, gelirin sarfım şunun bunun
eline bırakması da azlini âcib kılan nedenlerden biridir.
78. Mütevelli kendi kendini azledebilir. Ancak bu azlini
ya hâkime, ya da o mülkü vakfedene bildirmesi gerekir. Aksi halde azledilmiş
sayılmaz. Bildirinceye kadar vakfa sahip çıkması gerekir. [50]
79. Bir vakfın iki yetkili mütevellisi bulunursa, onlardan biri diğerinin görüşünü almaksızın
vakıfta tasarruf edemez. Aksi halde
yaptığı tasarruf muteber sayılmaz. Meğerki diğeri onun yaptığı tasarrufu
tecviz etmiş olsun...
Mütevelli ikiden fazla
bulunduğu takdirde de hüküm yine böyledir.
80. Bir vakfm hem nazırı (kontrol ve denetleyicisi), hem
de mütevellisi bulunursa, mütevelli nazırın
görüşünü almadıkça vakıfta tasarruf edemez. Etse bile muteber sayılmaz.
81. Mütevelli îhtiyaç Anında Vekîl Tutabilir mi?
Mütevelli ihtiyaç
duyulduğu zamanlarda vakıf idlerini sıhhatli biçimde yürütmek için vekîl
tutabilir. Bundan dolayi meydana bir zarar çıkarsa, mütevelli zâmin olmaz.
Çünkü İslâm Hukukunun bu
konuda vekîl tutmaya cevaz vermesi, mütevellinin vaki zarardan dolayı suçlu
tutulmasını caiz gör-, mez. Bunu bir misal ile açıkhyalım :
Bir vakfın
mütevellisi, icarcılar üzerinde bulunan alacakları tahsil etmek üzere güvenilir
bir adamım vekil ta'yin eder, fakat vekîl alacakları topladıktan sonra onu
kendisi için harcar, vekâlet yetkisini kötüye kullanırsa, harcanan para
mütevelliye ödetilmez. Ancak mütevelli güvenilir olmadığı bilinen bir adamı
vekil tutarsa, o takdirde meydana gelen zararı ödemek zorunda kalır.
82. Mütevelli vakfedenin şartının hilâfına harcamada
bulunursa, buna cevaz verilmez ve yaptığı harcama kendisine- tazmin ettirilir'
Bunun gibi,
mütevellinin örfü aşan, bilinen ölçülerin dışına taşar, şekildeki harcaması da
kabul edilmez, kendisine -ödetilir.
83. Vakfe borçlu bulunan kimse bu borcunu ödemez de mütevelli
ile bir miktarım ödemek şartiyle anlaşma yaparsa, yapılan anlaşma sahih olsa
bile anlaşma neticesi almadığı kısmı kendisine tazmin ettirilir
84. Mütevellinin eli, emanet eldir.
O halde mütevelli elindeki
vakıf malı, kendi kusuru olmaksızın zayolursa, kendisine tazmin ettirilmez.
Mütevelli vakfın gelirini
yine vakfın bir takım ihtiyaçlarına ma'-ruf olan ölçüde sarfeder, buna rağmen
mesele dava konusu olursa, sadece kendisine yemin ettirilir, beyyine istenmez.
85. Azledilen mütevelli, yerine geçen müteveüîye başvurup
kendisi vakfın babında iken kendi kesesinden bir miktar para harcadığını
iddia edrse, o takdirde yeminle yetinitmeyip kendisinden bu hususta belge veya
şahit istenir. [51]
86. İkisinin vâkıfı aynı şahıs olsa bile bir cihete sarfı
şart edilen vakfm geliri diğerine sarfedilmez. O halde mütevelli vâkıfın böyle
bir şartı yoksa, üzerinde bulunduğu vakıf malın gelirini başka bir vakıf mala
sarfederse, kendisine tazmin ettirilir.
Bunu bir misal ile
açıklayalım :
Bir şahıs tki okul
yaptırıp vakfettikten sonra her birine ba-şka başka akarlar vakfetse, okulun
birisinin akarının geliri diğerine sarfedimıez. Ancak vâkıf, sarfedilebüir diye
bir şart koymuşsa veya her ikisi için aynı akan vakfetmişse o takdirde bir
sakınca yoktur.
87. Hem vakfedenleri, hem de vakıf cihetleri bir olan iki
vakıftan birinin geliri şart kılındığı şeye kâfi gelmediğinde, diğerinin geliriyle
takviye edilebilir. Bunu bir misal ile açıkhyalım :
Bir kimse bir akar vakfedip
gelirini yapmış olduğu okulun ona-nm masraflarına şart eder, diğer bir akan ise
vakfedip gelirini aynı okulun öğretmen veya hadeiMteine verilmek üzere şart
etse, aradan bir süre geçtikten sonra okulun öğretmen veya hademesine şart kılınan
gelir yetmez olursa, o takdirde tamiri için şart edilen akamı gelirinden bir
miktar diğerine elkenebilir. [52]
88. Bir köy ya da kasaba halkı bulunduğu yeri bırakıp
başka yerlere göçederler ve köylerinde bulunan vakıf cami' tamamen mu'-attal
duruma gelir, o köye komşu bulunan bir diğer köyde cami' bulunmazsa, o
takdirde adı geçen köydeki muattal camii yıkıp kendi köylerine naklederek
yeniden yapmalan caizdir. Böylece muattal olan camiin vakıf geliri diğer cami'a
sarfedilir. Ancak bu hususta hâkimin tasvibini almak gerekir.
Bu durumda vâkıfın
vârisleri cami' yıkılmakla onun geliri bize aittir, bundan böyle onun gelirini
diğer köydeki cami'a sarfedilmek üzere göndermeyeceğiz, biz kendi nefsimize sarfedeceğiz,
diyemezler.
Bunun gibi, bir kimsenin
vakfı olan bir cami' veya Kur'ân Kursuna başka bir kimse bir miktar nakit para
vakfetse, aradan bir süre geçince, o kasaba halkı dağılır ve cami' de muattal
duruma gelir, camiin ve sözü edilen nakit paranın mütevellisi nakit paranın
kânnı oraya yakın olan kasaba veya köydeki cami1 veya Kur'ân Kursuna
sarfedebilir. Nakit parayı vakfedenin vârisleri, paranın tahsis edildiği cami'
muattal olmuş, onu başka bir cami'a sarf edemezsiniz, bizim hakkımızdır, kendimize
harcayacağız, diyemezler v4 bu konuda
engel olamazlar.
89. Vakıf Nakitleriyle İlgili Hükümler :
Bir kâr almaksızın
muhtaç olanlara ikrazı şart edilen vakıf na-kitlerini mütevelli kâr
karşılığında veremez. [53]
90. Vakfedenin şartına uyularak vakıf malın geliriyle hizmet alan kimseye yaptığı hizmet karşılığı
ücret verilir- Vazifeli kimse belirlenen hizmeti hiçbir özrü yokken terk
ederse, terkettiği sürece ücra! alamaz.
Bunun gibi bir cihetin
hizmeti karşılığında bir vakıftan o vazife karşılığı ücret alan kimse, bu
hizmeti birkaç yıl sürdürdükten sonra bir başka kimse çıkıp o vazife ve
karşıhğmdaki ücret bana şart edilmiş diye dâva eder ve dâvasını beyyine ile
isbat ederse, daha önce o hizmeti yürütüp ücret alan kimseden aldığı ücretleri
istirdad edemez.
91. Her yılın vazifeleri, o yılın gelirinden karşılanır.
O halde bir yılın
vazifesine karşılık, diğer yılın gelirinden ödenmez. Meselâ : Vakıf malın
geliri bir sene olmaz, bu bakımdan vazifeliye bir şey verilmez ve vazife
yapması da istenmez. îkinci sene vakfın geliri iki yıla yetecek kadar olursa,
vazifeli geçen yılın ücretini isteyemez. Ancak bu hususta vakfeden tarafından
bir şart varsa, o takdirde ikinci yılın gelirinden birinci yıl için ücret
ödenebilir.
92. Bir vakfm geliri zamanla masrafını karşılayamaz olursa, o takdirde mütevelli
hakime başvurur, hâkim de çok önemli sayılmayan masraf cihetlerini kaldırır.
Vakfm geliri genişleyinceye kadar hâkimin bu takdirine göre amel edilir.
Sonraları elde edilen gelir, belirlenen cihetlere sarfedilmeye yetecek olursa,
ona göre uygulamaya gidilir.
93. Bir vakfm hademesi iyi hal ile bilinir ve görevlerini
muntazaman sürdürür, ancak verilen ücret yeterli görülmezse, falza ücret
talep edebilirler. Bu durumda mütevelli hâkime başvurup vakfın geliri
yetiyorsa, o takdirde ücretlere zam yapılabilir. Onlann ay-rılmasiyle daha ehil
kişileri ilk ücretle bulmak mümkünse ücret zammına gidilmez. [54]
94. Genellikle vakıfta istinabe ve tevkil caizdir.
Vakıf hizmetinde bir
kimsenin özrü bulunmasa bile, uhdesinde bulunan hizmet cihetini yerine
getirmeye ehil bir diğerini hâkimin görüşünü almak suretiyle vekîl edebilir.
Vekîl hizmeti yerine
getirdiği müddetçe müvekkel vazifeye yine müstehik sayılır ve vekâlet için bir
ücret mukavelesi yapılmışsa, vekâlet süresince vekîl müvefckelinden ücret ahr.
Ancak kendisine hizmet
tevcih edilen kimse, vakıfnamede bilfiil hizmet etmesi şart edilmişse, o
takdirde meşru' bir özrü olmadıkça başkasını o hizmete vekîl edemez-
95. Vakıflarla ilgili tevcih edilen hizmette özürsüz
kusur eden, ihmalkârlık yapan kimselerden o hizmet geri alınıp başka bir ehil
kimseye verilir.
Mütevelli vakfı kendi nefsi
için isticar edemez. Etse bile câ-ız değildir. Ancak hâkime başvurup misline
göre bir icar belirleyip mütevelliye verilmesi kararlaştırılırsa, o takdirde
caiz olur.
Bunun gibi, mütevelli
bir vakfı, kendi akrabasından kendi lehine şahitlikleri kabul olunmayan
kimselere icar edemez. Edecek olursa sahih kabul edilmez, hükümsüz sayılır.
97. Bir sene veya iki-üç sene müddetle vakıf malı icara
veren mütevellinin sene ortasında ölmesi, yapılan icarı hükümsüz kılmaz. Yeni
ta'yin edilecek mütevelli icarı feshedemez, süresinin bitmesini bekler. Aynı
zamanda yeni bir ücret isteğinde de bulunamaz,
98. Vakıf bir mal ancak ecr-i misliyle icar olunur.
Bu bakımdan mütevelli
vakıf malını ecr-i mislinden az bir ücretle icara verirse, eğer az bir fark
ise, geçerli sayılır. Fahiş bir fark varsa, geçersiz kabul edilir.
Fahiş noksanlık beşte
bir veya daha fazla bir nisbettir. Daha az olan. bir nisbet fahiş sayılmaz.
Bunun gibi vakıf için
bir şey icar edildiğinde yine ecr-i-misliyle icar olunur. O halde mütevelli,
ecr-i mislinden fazla bir ücretle vakıf için bir şey icar ederse, sahih kabul
edilmez.
99. İçinde oturulması şart olan bir vakfı gerek
mütevellisi, gerek kendisi için şart edilen kimse, onu başkasına icar edemez.
Ancak vakfın devamını sağlamaya yönelik zarurî haller müstesna...
Vakfın gelirinin-kimlere
verilmesi belirtildikten sonra, mütevelli elde edilen geliri ancak vâkıfın
şartına uyularak o kimselere verebilir. Mütevelli vakfı ecr-i misliyle
dilediğine icare verebilir, geliri kendilerine verilen kimseler buna engel
olmazlar ve «Gelirinin bize verilmesi şart edilmiştir, o takdirde ancak bize icarla
verilmesi gerekir» diyemezler.
100. Bir vakfın bazı yerleri ta'mire muhtaç olur da
mütevellisi başka bir şehirde bulunursa, o takdirde müste'ciri, yani onu icarla
tutan kimse hâkimin muvafakatim alarak kendi malından onu tamir ettirebilir ve
yaptığı masrafı kiraya mahsub eder.
101. İçinde oturulması ilim adamlarına şart edilen bir
vakıf evde oturan ilim adamı, kendi malından bir takım ilâveler yaparsa, o
vakfe dahil sayılmaz. Öldüğü takdirde ilâve kısım vârislerine intikal eder.
Başka bir ilim adamı o evde oturursa, ilâvenin kıymetini yapan ilim adamına,
ölmüşse vârislerine ödemek zorundadır. Ödemediği takdirde, hâkim o ilâve kısmı
icare verir ve karşılığı ödeninceye kadar icar işi devam eder. [55]
102. Akar olan bir vakıf malın değiştirilmesi vakfeden
tarafından bir şart anlamında belirtilmemişse, o takdirde onun değiştirilmesi
caiz değildir. Ama böyle bir şart konulmuşsa, değiştirilmesinde bir sakınca
yoktur.
Ancak sözü edilen vakıf hiç
gelir getirmez duruma düşerse, o takdirde vakfeden değiştirilmesini men'etmiş
olsa bile yine de değiştirilebilir. Tabii bu hususta hâkimin müsaadesi
şarttır. Çünkü değiştirmede vakıf için yarar vardır. Bulunduğu hal üzere
terkedilmesi, amacından uzaklaştırılması demektir. Ancak değiştirilen vakfın diğerinden
daha kıymetli olmamasına dikkat edilir. Ya eşit olmaları, ya da değiştirilen
şeyden daha az kıymetli olması gerekir.
103. Bir şehirde bulunan bir vakıf malı, diğer bir
şehirdeki mal ile değiştirmek sahihtir. Her ikisinin de aynı beldede olması
şart değildir.
104. Akar olan bir vakfı para ile de değiştirmek caizdir.
Akar olan bir vakıf
gelir getiremez duruma düşer ve başka bir akarla değiştirilmesi mümkün olmazsa,
o takdirde para karşılığında değerlendirilip elde edilen para üe yine bir akar
vakıf vücuda getirilir.
105. Vakıfla ilgili davalarda zaman aşımı, otuz
altı'yıldır.
O halde otuz altı yıl
özürsüz olarak terkedilen bir vakıf malın dâvası istima' kılınmaz, yani dava
kendiliğinden düşer. Buna bir misal verelim : Akar olan bir vakıf, mütevellisi
bulunduğu halde bir başka kimse tarafından mülkiyet yoluyla tasarruf edilir ve
aradan otuz altı yıl geçtiği halde bir gün olsun mütevelli buna müdahale etmez,
dâva açmazsa, o takdirde dava kendiliğinden düşer. Dava etse bile dinlenmez.
Davanın dinlenmesine
engel olan husus, otuz altı yıllık zaman aşımında mütevelli tarafından hiç dâva
edilmedik şekilde geçmiş olması şarttır. O halde belirtilen süre içinde bir
defa olsun mütevelli dâva etmişse, otuz altı yıldan sonra açacağı dâvaya
bakılır ve dinlenir.[56]
[1] El-Kâfî - Hakim-i Şehid
Mervezi.
[2] En-Nihaye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[3] El-Hidâye – Merğinanî.
[4] Nesaî - İbn Mâce : Abdullah
bin Ömer (R.A.)'dan.
[5] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/185-186.
[6] Et-Tebyin - Zeyiai -
Fetavâ-yi Hindiyye.
[7] Fethü'L-Kadir - Kemal b.
Hümam - Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Haivaaı.
[8] Şerh-u Ebil-Mekârisn -
Fetavâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/186-187.
[9] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/187.
[10] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/187.
[11] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/187-188.
[12] El-Bedayi' – Kâsanİ.
[13] Nehrü'1-Fâik -= İbn Nüceym.
[14] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/188-189.
[15] Cevahirü'l-Amatî - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[16] El-Bahrü'r-Râik - tbn
Nüceym.
[17] El-Muhit . Radıyüddin
Serahsî.
[18] El-Muhit -. Radıyûddin
Serahsi.
[19] El-Bedayi' – Kasani.
[20] En-Ninaye - Fetavâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/189-190.
[21] El- Muhit - Radıyûddin
Serahsî.
[22] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[23] El-Muhit r Radıyûddin
Serahsî.
[24] El-Muhit - Radıyûddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/191.
[25] El-Muhit = Radıyüddin
Seraasi.
[26] Ez-Zahîre - Burhaneddin
Mahmud.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/192.
[27] Fetâvayi Kaadıhan.
[28] Fetâva-yi Hindiyye : 2/362.
[29] Fetâva-yi Kaadihan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/192.
[30] Hızânetü'l-Müftîn.
[31] Fethü'l-Kadîr - Kemal İbn
Hümam.
[32] Şerh-i Ebi'l-Mekariirç –
Nukaye.
[33] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/193.
[34] El-Hidâye – Merğtnani.
[35] Fetâvâ-yi Hindiyye : 2/369.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/193-194.
[36] Hızânetü'1-Müf tin.
[37] Fetâ.vâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/194-195.
[38] Şerh-i Siyer-i Kebir -
Şemsü'l-Eimme Serahsî.
[39] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - Fet&vâ-yİ Kadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/195-196.
[40] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/196-199.
[41] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/199-200.
[42] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/200-201.
[43] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/201-202.
[44] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/202-203.
[45] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/204.
[46] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/204-206.
[47] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/207.
[48] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/207-208.
[49] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/209-210.
[50] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/210.
[51] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/210-211.
[52] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/211-212.
[53] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/212-213.
[54] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/213.
[55] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/213-215.
[56] Vakıf konusunda fazla bilgi
için bak: Fetâvâ-yi Hindiyye: 2/350-480 - İtha, fu'1-Ahlâf Fi Ankami'l-Evkaf -
İstanbul: 1307.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/215-216.