14. BÖLÜM.. 2

YEMİNLER.. 2

14.1. Tarifi 2

14.2. Yemin, Ancak Allah'ın İsmî Veya Bir Sıfatı Anılarak Yapılır 2

14.3. Yemin Şekilleri 2

14.4. Müslümanların Yeminleri Île Andetmek. 2

14.5. Gayrimüslim Olmaya Veya İslâm'dan Çıkmaya Datr Yapılan Yeminler 2

14.6. Allah'tan Başkası Adına Yemin Etmek  Yasaktır 3

14.7. Yemin Olunanı. Ta'zim Etmeksizin Allah'tan Başkası Üzerine Yemin Etmek  3

14.8. Allah'ın,   Mahlûk Atı Üzerine Yemin Etmesi 3

14.0. Yeminin Şartları Ve Rükûnlarj 4

14.10. Yeminin Hükmü. 4

14.11. Yeminîn Kısımları 4

14.11.1. Yemin-İ Lağv Ve Hükmü. 4

14.11.2. Mun'akîde Yemin Ve Hükmü. 4

14.11.3. Ğamûs Yemini Ve Hükmü. 4

14.12. Yeminler Örf Ve Niyete Dayanır 5

14.13. Unutma Ve Hata İle Yemin Bozulmaz. 5

14,14. Zorlananın Yemini Bağlayıcı Değildir 5

14.15. Yeminde İstisna. 5

14.16. Yeminin Tekrar Edilmesi 5

14.17. Yeminin Kefareti 5

14.17.1. Kefaretin Tanımı 5

14.17.2. Kefaretin Hikmeti ve Kısımları 6

14.17.2.1. Yemek Yedirmek. 6

14.17.2.2. Giydirmek. 6

14.17.2.3.  Köle Azad Etmek. 6

14.17.2.4. Bunlara Güç Yetirilmediğinde Oruç Tutulması 6

14.17.2.5. Kıymetini Vermek. 7

14.17.3. Kefaretin Yemini Bozmadan Önce ve Bozduktan Sonra Ödenmesi 7

14.17.4. Maslahat İçin Yemini Bozmanın Caiz Olması 7

14.13. Yemin Edilen Şeylere Göre   Yeminlerin Kısımları 7

14.19. Nezir 8

14.19.1. Anlamı 8

14.19.2. Nezir, Eski Bir İbadettir 8

14.193. Câhiliye Döneminde Nezir 8

14.19.4. Nezrin İslâm'da Meşru Olması 8

14.19.5. Nezir Ne Zaman Sahihtir, Ne Zaman Değildir?. 8

14.19.6. Mübah Olan Nezir 8

14.19.7. Şartlı ve Şartsız Nezir 9

14.19. 8. Ölüler İçin Yapılan Nezir 9

14.19.9. Belirli Bir Yerde İbadeti Nezretmek. 9

14.19.10. Belirli Bir Şeyhe  Nezir 10

14.19.11. Oruç Nezredip Tutamayan. 10

14.19.12. Malı Tasadduk Etmeye Yemin. 10

14.19.13. Nezir Kefareti 10

14.19.14. Oruç Nezri Varken Ölen Kimse. 10

 


14. BÖLÜM

 

YEMİNLER

 

 

14.1. Tarifi

 

«Yemin», sağ el manasına gelmektedir. Arablar yeminleştikleri zaman birbirlerinin sağ ellerini tutarlardı. Şeriatte yeminin mana­sı, Allah'ın isim veya sıfatlarını anarak bir işin gerçek olduğunu be­lirtmek veya te'kid etmektir. Ya da yemin edenin bir işi yapaca­ğına dair takviye edilmiş bir and vermesidir. Yemin, and, kasem, aynı manadadır.

 

14.2. Yemin, Ancak Allah'ın İsmî Veya Bir Sıfatı Anılarak Yapılır

 

Yemin, sadece Allah'ın isminin veya bir sıfatının anılmasıyla yapılır. Bu sıfatın zatî veya fiilî olması, eşittir. Meselâ; «vallahi, Al­lah'ın izzetine andolsun, azametine andolsun, kibriyasma andolsun, kudretine andolsun, iradesine andolsun, İlmine andolsun» v.s... Mus-hafa, Kur'an'a veya sûre ya da bir âyete yapılan yemin de böy­ledir.

Kur'ân-ı Kerîm'de Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

«Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki, bu sizin konuşmanız ka­dar kesin ve gerçektir.» (Zariyat: 23)

«Doğunun ve batının Rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter ve kimse de önümü­ze geçemez.» (Meâric: 40-41)

Ibn Ömer'den rivayete göre, o şöyle demiştir: Nebî aleyhİsse-lam «Hayır, kalbleri değiştirene andolsun ki...» diye yemin ederdi.

Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayete göre, o şöyle demiştir: Allah Rasûlü, duasında ısrarlı olduğu zaman, «Ebu'l-Kasım'ın cam elin­de olana andolsun ki...a derdi. (Hadisi, Ebû Dâvud kaydetmiştir.)

 

14.3. Yemin Şekilleri

 

«Veymullahl» de yemindir. Çünkü «vallahi» veya «Allah'ın hak­kı için...» manasmdadır. «Yemînullah» da, Hanefilere ve Mâlİkîle-re göre yemindir. Çünkü bunun manası; «Allah'a andolsun,»  dur.

Şâfiiler; «Niyetsiz yemin olmaz. Yemin eden, eğer yemini kas­tederse, bu kesinleşir. Eğer yemini kastetmediyse ,bu yemin sa­yılmaz.» demiştir. Ahmed'den yapılan iki rivayetten en sahihine gö­re, niyetsiz de olsa yemin gerçekleşir.

«Amrullah» lâfzı da, Hanefiler ve Mâlikîlere göre yeminair. Çün­kü bunun manası, «Allah'ın hayatına ve bekasına andolsun,» şek­lindedir.

Şafiî, Ahmed ve îshak ise, «Yemin, ancak niyet ile olur,» de­mişlerdir.

«AksemtÜ aleyke» ve «aksemtü billahi» bir kelimedir. Âlimlerin bazdan, bunun mutlak yemin olduğunu, bir kısmı ise, ancak niyet­le yemin olacağını söylemişlerdir.

Şafiîler, Allah'ın ismi üzerine yapılanan yemin olacağını, Al­lah'ın adına yapılmayanın ise —yemin kastedilmiş bile olsa— ye­min sayılmayacağını söylemiştir. Mâlik şöyle demiştir: «Şayet yemin eden, 'Allah'a kasem olsun,' derse yemin olur. Eğer, 'kasem olsun' veya 'sana kasem olsun' derse bu şekliyle, ancak niyetle yemin olur.»

14.4. Müslümanların Yeminleri Île Andetmek

ikinci cildde, şöyle demiştik: Müslümanların yeminleriyle ya­pılan and, birşey gerektirmez. Meselâ yemin eden, «şöyle yaparsam, bir ay oruç veya Allah'ın beytini hacc, üzerime borç olsun,» derse, ya da «Şöyle yaparsam, haram bana helal olsun,» derse, yahud da «Şayet böyle yaparsam ,bütün malım sadaka olsun,» derse, bu ve bu tür lâfızlarda, yerine getirilmediği zaman yemin kefareti vardır. Bu, âlimlerin en muteber görüşüdür. «Bir şey gerekmez,» diyenler olduğu gibi, «Yeminini yerine getirmediği zaman, yeminine bağla­dığı şeyi yapması gerekir.» diyenler de olmuştur.

 

14.5. Gayrimüslim Olmaya Veya İslâm'dan Çıkmaya Datr Yapılan Yeminler

 

Yahudi ve Hıristiyan olmak veya Allah ve Rasûlü'nden uzak olmak üzerine yemin eden kimse; «Eğer şöyle yaparsam, böyle ola­yım,» der.

Âlimlerden bir cemaat; «Bu yemin değildir ve kefareti de yok­tur. Çünkü naslarda bundan şiddetli sakındırma ve tehdit vardır,» demişlerdir. Şafiî de bunlardandır.

Ebû Dâvûd ve Nasâî'nin, Büreyde'nin babasından rivayetine göre, Nebi şöyle buyurmuştur: «Yemin eden, 'Ben, İslâm'dan uzak olayım ki...'» diye yemin eder de yalan söylerse, dediği gibi olmuş­tur. Şayet doğru söylemiş ise, İslâm'a asla salim olarak dönmez.»

Sabit b. Dehhak (r.a.)'dan rivayete göre, Nebi aleyhisselam şöy­le buyunnüştur: «Kim İslâm'ın dışında bir din üzerine yemin eder­se, o dediği dindendir.»

Hanefîler, Ahmed, İshak, Süfyân ve Evzâî, «bunun yemin oldu­ğu ve eğer yerine getirmezse keffareti gerektiği» görüşündedirler.

 

14.6. Allah'tan Başkası Adına Yemin Etmek  Yasaktır

 

Yemin ,ancak Allah'ın ismi veya sıfatlarından biri üzerine ya­pılırsa olur. Bunun dışındaki yeminler haramdır. Çünkü yeminde, yemin olunan şeyi ta'zim (yüceltme) vardır. Yalnız, tek olan Allah, ta'zime müstehaktir.

Kim, Allah'tan başkasına yemin edip, nebî, velî ya da baba, Ka­be ve buna benzer şeyler üzerine kasem ederse, bu yemin gerçekleş­memiş olur. Yerine getirilmezse, kefaret gerekmez. Allah'tan başka­sını ta'zîm sebebiyle de günahkâr olmuştur.

îbn Ömer'den rivayete göre; Nebi aleyhisselâm, bir topluluk ara­sında, babası üzerine yemin eden Ömer'e rastlayınca, onlara sesle­nerek, «Dikkat edin! Allah azze ve celle, sîzi babalarınız üzerine ye­min etmekten menediyor. Kim, yemin ederse, ya Allah üzerine ye­min etsin ya da sussun.» buyurdu. Ömer, şöyle demiştir: «Vallahi, Nebî'nin bunu menettiğini işittiğim günden beri ne kendim, ne de başkasından naklen baba üzerine yemin etmedim.»

Ibn Ömer, «Hayır, Kabe'ye andolsun ki...» diye yemin eden bi­rini işitti ve şöyle dedi: «Allah Rasûlü'nü, şöyle buyururken işittim: «Kim Allah'tan başkası üzerine yemin ederse, şirk koşmuştur.»

Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayete göre, o şöyle demiştir; Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu: «Sizden yemin eden kimse, yeminin­de, 'Lât ve Uzza'ya andolsun ki...' derse, hemen 'Allah'tan başka ilah yoktur.' desin. Arkadaşına, 'Haydi kumar oynayalım.' diyen de, hemen sadaka versin.»

Ebû Davud'un, Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayetine göre, Rasûlül-iah sallallahu aleyhi ve sellem; «Kim, bir emanet üzerine yemin eder­se, bizden değildir,» buyurmuştur.

Nebî aleyhisselam şöyle buyurmuştur: ^Babalarınız, analarınız ve putlar üzerine yemin etmeyin. Allah'tan başkası üzerine yemin et­meyin. Doğru olmanız dışında yemin etmeyin.» (Hadisi, Ebû Dâvûd ve Nesâî, Ebû Hureyre'den rivayet etmiştir.)

 

14.7. Yemin Olunanı. Ta'zim Etmeksizin Allah'tan Başkası Üzerine Yemin Etmek

 

Nebî aleyhisselam'ın , Allah üzerine O'nu ta'zim ile anmayı kas­tederek yemin eden kimse gibi, Allah'tan başkası üzerine, onu ta'zim ile anmayı kastederek yemin etmeyi yasakladığı» rivayet olunmuş­tur. Ta'zim kastedilmeden sözü te'kid etme amacıyla yapılan yemin­ler ise, benzerlik sebebiyle mekruhtur. Çünkü, Allah'tan başkasını yüceltme (ta'zim) düşüncesini akla getirir.

Rasûl aleyhisselâtu ve's-selâm, bir bedevi için, «Babasına and-olsun, kurtuldu.» buyurmuştur.

Beyhakî şöyle demiştir: «Bu tür yeminler, Arapların ağzından, kasıtsız olarak çıkar.»

Nevevî bu görüşü kuvvetli bulup, «Bu, hoş bir cevaptır,» de­miştir.

 

14.8. Allah'ın,   Mahlûk Atı Üzerine Yemin Etmesi

 

Araplar, sözlerine önem verilerek, kulak verilip, dinlenmesi için konuşmalarına yemin ile başlarlardı. Çünkü Araplar, konuşanın yeminini, konuşmasıyla kasdettiği şeye Özel Önem verdiğine bir de­lil kabul ederlerdi. Konuşan, sözünü te'kid için yemin eder. Bu yüz­den Kur'ân'da pek çok şey üzerine yemin edilmiştir. Bunlardan ba­zıları şunlardır:

Kur'ân : «Mecid olan Kur'ân'a andolsun.» (Kâf: 1) Bazı yaratılmışlar : «Güneşe ve onun ışığına andolsun...» (Şems: 1) «Kararıp ortalığı bürüdüğü zaman, geceye andolsun. Açılıp ay­dınlandığı zaman, gündüze andolsun.» (Leyi: 1)

Bu ancak, yemin eden ve yemin edilen hakkındaki pekçok hik­met sebebiyle böyledir. Bu hikmetlerden bazıları şunlardır: Dikkat­leri üzerine yemin edilen bu şeylerdeki ibretlere yöneltmek, onla­rın doğru yönü göstericiliğini yakalamak için, haklarında düşünme­ye teşvik.

Allah sübhânehû ve teâlâ, Kur'ân'a, o gerçekten Allah kelamı olduğu için ve tüm saadet sebeplerinin onda bulunduğunu beyan için yemin etmiştir.

Güneşe, aya ve yıldızlara ise, onlardaki fayda ve menfaatlere işaret için yemin etmiştir. Onların bir halden başka bir hale dön­meleri, yaratılmış olduklarına delalet eder. Onların hakim bir ya­ratıcıları vardır. Ona şükretmekten ve O'nu birlemekten gaflet et­mek doğru değildir.

Rüzgâra, Tûr'a, kaleme ve yıldızlı göğe ise, bunların hepsi fikir ve nazar ile O'nu birlemeyi gerektiren Allah'ın ayetleri olduğu için yemin ediyor.

Üzerine yemin edilen şeylerin en önemlileri, Allah'ın vahdani­yeti ve Nebî'nin risaleti, cesetlerin tekrar diriltilmesi ve kıyamet gü­nüdür. Çünkü bunlar nefislerin özümlemesi gereken dinin esasla-rmdandır.

Mahlûkâta yemin, sırf Allah'a mahsustur. Biz insanların ise, Allah ve sıfatlan dışında bir şeye yemin etmemiz doğru değildir.

 

14.0. Yeminin Şartları Ve Rükûnlarj

 

Yeminde şu şartlar bulunmalıdır: Yemin edenin âkil, baliğ ve müslüman olması, yeminin iyi bir şeye yapılması ve ihtiyarî olma­sı gerekir. Eğer cebren yemin ettirilirse, yemin geçerli olmaz.

Rükûnları: Yemin olarak kullanılan lafızlar ile olmalıdır.

 

14.10. Yeminin Hükmü

 

Yemin eden, yeminini yerine getirirse, iyi bir kimse olur. Eğer yapmazsa yeminini bozmuş olur ve keffaret gerekir.

 

14.11. Yeminîn Kısımları

 

Yemin üç kışıma ayrılır:

a- Yemin-i Iağv,

 b- Yemin-i mun'akide,

 c- Yemin-i .eamûs.

 

14.11.1. Yemin-İ Lağv Ve Hükmü

 

Lağv yemini; yemin kastedilmeden yapılan yemindir. Meselâ bir kimsenin «vallahi yiyeceğim, (veya) içeceğim, (veya) hazır bulu­nacağım.» ve benzeri sözleri yemin kasdetmeden, dil sürçmesinden dolayı söz söylemesi gibi.

Mü'minlerİn anası Aişe (r.a.)'dan rivayete göre, o şöyle demiş­tir: «Allah sizi yeminlerinizdeki lağvdan  dolayı muaheze   etmez.» ayeti, bir kimsenin «Hayır vallahi,» «Evet vallahi,» «Asla vallahi.» gibi sözleri hakkında inmiştir.» (Hadisi Buharı, Müslim ve başka­ları kaydetmiştir.)

Mâlik, Hanefîler, Leys ve Evzâ'î şöyle demişlerdir: *Lağv ye­mini, kişinin doğru olduğunu sandığı birşey üzerine yemin etmesi­dir. Sonra bunun aksi ortaya çıkar. Bu hata konusuna girer.»

Ahmed'den bu konuda iki rivayet vardır.

Bu yeminin hükmü : Bu yeminin kefareti yoktur ve yemin eden muaheze edilmez.

 

14.11.2. Mun'akîde Yemin Ve Hükmü

 

Mun'akide yemin; yemin kastedilip, azmedilerek yapılan yemin­dir. Bu, örf ve alışkanlık sonucu dille söylenen Iağv yemini değil, kasten ve kasıtlı olarak yapılan yemindir. «Yemin-i mun'akide, ge­leceğe yönelik olarak bir şeyi yapmak ve yapmamak üzerine yemin edilmesidir.» de denmiştir.

Hükmü: Bozulduğu zaman, kefaret gerekir. Allah Teâlâ şöy­le buyuruyor: «Allah sizi rastgele (Iağv) yeminlerinizden dolayı de­ğil, fakat kalblerinizin kasdettiği yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, hakimdir.» (Bakara: 225)

«Allah size rastgele (Iağv) yeminlerinizden dolayı değil, bile bi­le ettiğiniz yeminlerden ötürü hesab sorar. Yeminin keffareti, aile­nize yedirdiğinizin ortalamasından, en düşkünü yedirmek yahut giy­dirmek ya da bir köle azâd etmektir. Bulamayan üç gün oruç tut­malıdır. Yeminlerinizin keffareti budur. Yemin ettiğinizde, yemin­lerinizi tutun, Şükredesiniz dîye Allah size böylece ayetlerini açık­lıyor.» (Maide: 89)

 

14.11.3. Ğamûs Yemini Ve Hükmü

 

Ğamûs yeminine «sâbire» de denir. Bu, kendisiyle başkasının hakkının gasbedildiği veya fısk ve m'yanetin amaçlandığı yalan ye­re yapılan yemindir. Ğamûs yemininin kefareti yoktur ve büyük günahlardandır. Çünkü bu küfürden de daha büyüktür. Gamûs di­ye isimlendirilmesi, sahibini cehennem ateşine batırdığı içindir.

Bu yeminden tevbe etmek ve gasb edilen hakları sahiplerine İade etmek gerekir.

Allah Sübhânehû şöyle buyuruyor:

«Birbirinizi aldatmak için yemin etmeyin ki, bu yüzden sağ­lamca yere basmakta olan ayak sürçebilir; Allah yolundan alıkoymanıza karşılık kötü bir azab tadarsınız ve (ahirette) de size bü­yük bir azab vardır. (Nahl: 94)

Ahmed ve Ebû Şeyh'in Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayetine göre, Nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «Beş şeyin keffareti yoktur: Allah'a şirk koşmak, haksız yere bir can almak, mü'mine iftira ve kendisiyle haksız yere mal koparılan sâbire (ğamûs) yemini.»

Buharî'nin Abdullah b. Amr'dan rivayetine göre, Nebi aleyhis­selam şöyle buyurmuştur: «Büyük günahlar şunlardır: Allah'a şirk koşmak, ana-babanm hakkına riayetsizlik, cana kıymak ve ğamûs yemini.»

Ebû Davud'un İmran b. Husayn'dan rivayetine göre, Nebî aley­hisselam şöyle buyurmuştur: «Kimi yalan yere sâbire yemini eder­se, yüzüyle cehennemdeki oturağını hazırlasın.»

 

14.12. Yeminler Örf Ve Niyete Dayanır

 

Yeminler, insanlann i'tiyad edindiği örflere dayanır, yoksa lü-gâtın delaletine ve şer'î ıstılahlara değil. «Et» yemeyeceğine ye­min eden kimse «balık» yerse, yeminini bozmamış olur. Halbuki Al­lah balığı «et» diye isimlendirmiştir. Fakat onu da kastederse ve­ya kavminin örfünde balık, etin umumuna giriyorsa o zaman, buna göre amel edilir.

Kim bir şeye yemin eder ve onun ilk anlaşılan mânâdan başka­sını kastederse, niyete değer verilir, lafza değil. Fakat başka biri onu bir şeye yemin ettirirse, bu durumda yemin ettirenin niyetine değer verilir, yemin edenin değil. Ancak, yeminin hüküm açısından bir faidesi yoksa, o başka.

Nevevî şöyle demiştir: Kadı'mn veya naibinin bir şey üzerine yemin istemesi dışında, yeminlerde yemin edenin niyetine bakılır. Kadı veya naib yemin ettirdiğinde ise, yemin onların niyeti (Yemin edilmesini istedikleri şey) üzerinedir. Burada tevriyye (kalbinden başka bir şey geçirme) sahih değildir. Halbuki bu başka hallerde sahih olurdu. Başka durumlarda sahih olmasına rağmen burada tev­riyye (yemin edenin kalbinde gerçek niyetini gizlemesi) sahih değil­dir. Batıl ve haram bile olsa, bu yemini bozamaz.

Başkasının onu yemine çağırması dışında, yemin edenin niye­tine değer verilmesinin delili, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce'nin Süveyd bin Hanzale'den naklettiği, şu hadistir: «Nebî aleyhisselam'a gitmek üzere, yanımızda Vail bin Hucr da olduğu halde çıktık. Düşmanları onu yakaladı. Onlar benden yemin almaya ısrar etti. Ben de onun benim kardeşim olduğuna yemin ettim. Onu serbest bıraktılar. Ne-

bî aleyhisselam'a geldik. O'na, düşmanların beni yemine zorladığını ve benim de onun kardeşim olduğuna dair yemin ettiğimi bildirdim. Nebi aleyhiselam: 'Doğru söylemişsin. Müslüman, müslümamn kar­deşidir.'» buyurdu.

Yemin isteyenin, yemin edilmesini İstediği şeye dair niyetine değer verileceğinin delili ise, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tinnizi'nin Ebû Hüreyre (r.a.)'den naklettiği. Nebi aleyhisselam'ın: «Yemin, yemin edenin niyeti üzerinedir.» şeklindeki buyruğudur.

Bir rivayette «yeminin, arkadaşının senin doğru sözlü olmanı istediği şey üzerinedir.»

Buradaki «arkadaşın»dan kasıt, «yemin isteyen kimse»dir.

 

14.13. Unutma Ve Hata İle Yemin Bozulmaz

 

Bir şeyi yapmamaya yemin eden kimse, onu unutarak veya ha-taen yaparsa, Rasûl aleyhisselam'ın: «Allah ümmetimin unutma, hata ve zorlanarak yaptıkları hususunda bana cevaz verdi.» buyru­ğu gereğince yeminini bozmuş olmaz.

Allah Teâlâ da şöyle buyuruyor: «Yanılmalarınızda size bir so­rumluluk yoktur.» (Ahzab : 5)

 

14,14. Zorlananın Yemini Bağlayıcı Değildir

 

Kişinin zorlandığı yeminini yerine getirmesi şart değildir. Ge­çen hadis gereğince, onu bozarsa günah işlemiş olmaz. Çünkü zor­lanma, iradeyi ortadan kaldırır. İradenin ortadan kalkması da so­rumluluğu kaldırır. Bu yüzden, üç imam —Ebû Hanife'nin aksine olarak— zorlanarak yapılan yeminin gerçekleşmediği görüşüne sa­hip olmuştur.

 

14.15. Yeminde İstisna

 

Yemin eden «inşaallah» derse, istisna yapmış olur ve yeminini bozması günah değildir.

Ibni Ömer (r.a.)'den rivayete göre, Rasûl aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «Yemin edip «inşaallah» diyen kimse, günah yüklen­memiş olur.»

 

14.16. Yeminin Tekrar Edilmesi

 

Yemin bir şeyde veya bir kaç şeyde tekrar edilir de, sonra bozulursa ; Ebû Hanife, Mâlik ve bir rivayette Ahmed; «Bütün yemin­ler için bir kefaret gerekir.» demiştir.

Hanbelilere göre: «Yemin eden, aynı kefareti gerektiren şey­ler üzerine yemin ederse, bir kefaret verir. Çünkü kefaretler aynı cinstendir. Eğer yeminlerin gerektirdiği kefaretler farklı ise, (me­selâ zihar ve Allah adına yemin gibi.) iki kefaret gereklidir. Bunlar birleştirilemez.

 

14.17. Yeminin Kefareti

 

14.17.1. Kefaretin Tanımı

 

Örtme anlamına gelen «küfür» kelimesinin mübalağa sîgası-dır. Burada onunla, dünya ve ahirette hesaba çekileceği bir izin kal­maması için, bazı günâhlara kefaret olan ve onları Örten ameller kastedilmektedir.

Yemin eden yeminini bozunca, mun'akide yeminin kefareti şun­lardır:

1- Yemek yedirmek,

2- Giydirmek,

3- Köle azad etmek.

Bunlardan istediğini yerine getirir. Eğer bunlara gücü yetmez­se üç gün oruç tutar.

Bu üç kefaret, daha yükseğe doğru sıralanmıştır. En düşüğü ye­mek yedirmek, ortası giydirmek ve en yükseği köle azad etmektir.

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

«Allah, size rastgeie yeminlerinizden dolayı değil, bile bile et­tiğiniz yeminlerden dolayı hesap sorar. Yeminin kefareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek yahut giydir­mek ya da bir köle azad etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutma­lıdır. Yeminlerinizin keffareti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerini­zi tutun. Şükredesiniz diye Allah size böylece âyetlerini açıklıyor.» (Maide: 89)

 

14.17.2. Kefaretin Hikmeti ve Kısımları

 

Yemini bozmak, akdi bozmak ve onu yerine getirmemek dir. Bu yüzden zorunlu olarak kefareti gerektirir.

 

14.17.2.1. Yemek Yedirmek

 

Yemek yedirmenin miktarı ve çeşidi hususunda şer'î bir nass varid olmamıştır. Böyle olan bütün durumlarda, miktar belirlemek için örfe müracaat edilir. Yemeğin miktarı, kişinin ailesine genel­likle yedirdiği yemek olarak takdir edilir. Ne mevsimin ve uygun ola­nın genişletilerek en kıymetlisi ve ne de bazı zamanlarda ailesine ye­dirdiği en düşük olan yemeği değil.

Eğer kişinin evinde genellikle et, sebzeler ve buğday ekmeği ye­niliyorsa, bundan daha aşağı olan şeyle yemin kefaretini yerine ge­tiremez. Ancak bu yedikleri gibi veya daha değerlisini yedirerek öder. Çünkü benzeri, ortalamadır. Bundan daha değerli olan ise, ortalama olan ve onun ilavesidir. Bu, ferdlerin ve şehirlerin değiş­mesiyle değişen şeylerdendir.

îmam Malik, Medine'de «müdd»ün yeterli olduğu görüşünde olup şöyle demiştir: «Diğer şehirlerde ise, onların maişetleri bizim hayat tarzımızdan başkadır. Ben, Allah Teâlâ'nın «Ailenize yedirdi­ğinizin ortalamasından...» buyruğu gereğince, geçimliklerinin orta­lamasını keffaret olarak vermeleri görüşündeyim.»

Bu Dâvûd ve arkadaşlarının, mezhebidir. Fakihler on fakirin müslümanlardan olmasını şart koşmuşlardır. Ebû Hanife ise, bu­nun zimmet ehlinden olan fakirlere de verilmesinin caiz olduğu gö­rüşündedir.

Eğer bir fakiri on gün doyurursa, Ebû Hanife'ye göre on miski­nin yerine geçer. Başkaları ise, «Bir fakire karşılık olur.» demişler­dir.

Yemek yedirme kefareti ancak, güç yetirene vacibtir. Güç ye-tiren kimse ise, kendi ve ailesinin nafakasından fazlasını bulandır. (Katâde gibi) bazı âlimler, güç yetirmeyi yanında elli dirhem bulun­durması ile, bazıları da (Neha'î gibi) yirmi dirhem bulundurması ile takdir etmişlerdir.

 

14.17.2.2. Giydirmek

 

Bu elbisedir. Elbise diye isimlendirilen şey yeterlidir. En azı fakirlerin giymeyi adet edindikleri şeydir. Çünkü

ayet bunu orta­lama veya ailesine giydirdiği ile kayıtlandirmamıştir. Şalvar (don, pantolon) ile gömlek yeterlidir.

Aba veya izar ve rida da yeterlidir. Başlık, sarık, ayakkabı, men­dil veya havlu ise yeterli değildir.

Hasan ve îbn Sîrîn'den ikişer elbise olmasının vacib olduğu nakledilmiştir.

Sa'îd bin Müseyyeb: «Başına saracağı bir sarık ile sarınacağı bir aba», demiştir.

'Atâ, Tâvûs ve Neha'î ise: «Elbise ve rida gibi her tarafı örten bir giyecek» olduğu görüşündedir.

îbn Abuas (r.a.)'dan da «Her bir fakir için bir aba veya ihram örtüsü verilmesi gerektiği» nakledilmiştir.

Malik ve Ahmed: «Her bir fakire kadın veya erkek obuasına göre, içinde namaz kılmanın sahih olduğu birer elbise verilir.» de­mişlerdir.

 

14.17.2.3.  Köle Azad Etmek

 

Ebû Hanife, Ebû Sevr ve îbn Munzir'e göre ayetin mutlak ol­ması ile amel edilerek, kafir bile olsa bir köle azad edilmesidir.

Cumhur ise mü'min olmayı şart koşmuştur. Onlar buradaki mut-lakhğm zihar veya Öldürme kefareti hakkındaki «Mü'min bir kole-yi azad etmesi...» ayeti ile kayıtlandırıldığma hamletmişlerdir.

 

14.17.2.4. Bunlara Güç Yetirilmediğinde Oruç Tutulması

 

Bu üç şeyden birini yapmaya güç yetiremeyen kimsenin üç gün oruç tutması vacibtir.

Hastalık ve benzeri sebepler ile buna da güç yetiremeyen güç yetirdiğinde oruç tutmaya niyetlenir. Eğer buna kadir olamaz ise, Allah'ın afvı geniştir.

Orucun ard arda olması şart değildir. Ayn ayn günlerde tut­ması caiz olduğu gibi, peş peşe tutması da caizdir.

Hanefî ve Hanbelilerin «ard arda» kelimesinin geçtiği kıraati delil getirerek ard arda tutulmasını şart koşmaları sahih değildir. Bu kıraat şazdır ve şaz kıraat delil olarak kullanılamaz. Çünkü o Kur'ân'dan değildir. Bu konuda Nebi aleyhisselam'dan nakledilen ayeti tefsir eden hiçbir hadis, sahih değildir.

 

14.17.2.5. Kıymetini Vermek

 

Üç imam, yemin kefaretinde yiyecek veya giyeceğin kıymetini Ödemenin yeterli olmadığında ittifak etmiştir. Ebû Hanife ise bunu caiz görmüştür.

 

14.17.3. Kefaretin Yemini Bozmadan Önce ve Bozduktan Sonra Ödenmesi

 

Fakihler, kefaretin ancak yeminin bozulmasından sonra vacib olduğunda ittifak etmişler, fakat yemini bozmadan önce kefaret ödemenin cevazında ayrılığa düşmüşlerdir. Fakihlerin cumhuru, ke­faretin yemini bozmadan önce ve sonra yerine getirilmesinin caiz olduğu görüşündedirler.

Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî'de bulunan hadiste, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Kim (daha hayırlı) bir şey görürse, yeminine kefaret versin ve onu yapsın.»

Bu hadis, kefaretin yemini bozmadan önce verilmesinin caiz olduğunu gösterir.

Kefaret, yeminin bozulmasından öne alınınca, yemin bozma gü­nah olan gayri meşru bir şey olmaktan çıkıp, meşru olur. Kefaretin

öne alınması, yemin edilen şeyi mubah yapar. Müslim'de ise Nebî aleyhisselam'm kefaretin te'hir edilmesinin caiz olduğunu ifade eden şu hadisi vardır: «Bir şey üzerine yemin eden, sonra ondan daha hayırlısını gören kimse, onu yapsın ve yeminine kefaret versin.»

Bunlar (cumhur) şöyle demiştir: Önce yemin bozan kimse gü­nahı meşru kılmış olur. Kefareti yerine getirmesi mümkün olmadan önce ölebilir. Belki de Rasûl aleyhisselam'ın önce kefaret ödeme­ye yönelmesinin hikmeti budur.

Ebû Hanife, kefaretin ancak yemini bozma sonrasında sahih ol­duğu, çünkü onun bu durumda gerekliliğinin tahakkuk ettiği görü­şündedir. Ona göre Nebî aleyhisselam'ın: «Yeminine kefaret versin ve hayırlı olanı yapsın.» hadisinin anlamı, «kefareti ödemeyi amaç­lasın.» şeklindedir. Buna örnek Allah Teâlâ'nın: «Kur'ân okuduğun zaman Allah'a sığın.» (Nahl: 98) ayetidir. Yani: «Kur'ân okumak istediğinde» demektir. İlk görüş daha uygundur.

 

14.17.4. Maslahat İçin Yemini Bozmanın Caiz Olması

 

Aslolan; yemin edenin yeminine vefa göstermesidir. Tercih edi­len bir maslahat gördüğü zaman, yeminine uymaktan vazgeçmesi caizdir.

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «İnsanların arasını düzeltmeniz, günahtan sakınmanız ve iyi olmanız için, Allah'a yaptığınız yeminleri

engel kılmayın.» (Bakara : 224)

Allah'a yemin sizi takva, iyi olma ve ıslah etmeden alıkoymasın. Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: «Allah şüphesiz size, yeminle­rinizi keffaretle geri almanızı meşru kılmıştır.» (Tahrim: 2)

Yani, kefareti yerine getirerek, yeminlerinizi helal kılmayı size meşru kılmıştır. Ahmet, Buharı ve Müslim'in rivayetine göre Nebî aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «Bir şey üzerine yemin ettiğin za­man, ondan daha hayırlısını görürsen, daha hayırlısını yap ve ye­minine keffaret ver.»

 

14.13. Yemin Edilen Şeylere Göre   Yeminlerin Kısımları

 

Yemin edilen şeye göre, yeminlerin aşağıdaki kısımlara ayrılma­sı mümkündür:

1- Vacibi yapmak veya haramı terketmek üzerine yemin et­mek : Bunda yemini bozmak haramdır. Çünkü bu yemin, Allah'ın kullarına yüklediği şeyi te'kid eder.

2- Vacibi terk veya haramı yapma üzerine  yemin etmek :

Bu yemini bozmak vaciptir. Çünkü, günah üzerine yemin edilmiştir. Kefaret ise vacip olur.

3- Mubahı yapma veya terketme üzerine yemin etmek: Bu

yeminden dönmek mekruhtur. Yerine getirmek İse mendubtur.

4- Mendubu terk veya mekruhu yapma üzerine yemin etmek:

Bu yemini yerine getirmemek mendub, onu yerine getirmek mek­ruhtur. Kefaret gerektirir.

5- Mendubu yapma veya mekruhu terk üzerine yemin etmek:

Bu Allah'a itaattir. Onu yerine getirmek mendub, bozmak ise mek­ruhtur.

 

14.19. Nezir

 

14.19.1. Anlamı

 

Nezir; kişinin, Şeriat'in aslında bağlayıcı olmayan bir ibadeti, bunu iş'ar eden, «Şu kadar parayı tasadduk etmem Allah için üze­rime borç olsun.» veya «Eğer Allah hastalığıma şifa verirse, üç gün oruç tutmam üzerime borç olsun.» gibi sözlerle bağlayıcı hale getir­mesidir. Kafir bile olsa akıllı, ergin ve hür kimsenin yaptığı nezir­ler sahih olur.

 

14.19.2. Nezir, Eski Bir İbadettir

 

Allah Sübhânehû, Meryem'in annesinin karnındaki çocuğu Al­lah'a adadığını bildirerek şöyle buyuruyor:

«İmrân'm karısı, «Yâ Rabbi! Karnımda olanı sadece sana hiz­met etmek üzere adadım. Benden kabul buyur. Doğrusu Sen, İşiten ve Bilen'sin.» demişti.» (ÂI-i Imran: 35) aAllah, Meryem'e bunu em­rederek, şöyle buyurdu. İnsanlardan birini görecek olursan, oBen, Rahman'a oruç adadım, bugün hiç bir insanla konuşmayacağım.» de.» (Meryem: 26)

 

14.193. Câhiliye Döneminde Nezir

 

Allah, câhiliye ehlinin Allah katında şefaatlerini ve O'na yakın mertebeye ulaştırılmalarını isteyerek, ilâhlarına nezirde bulunduk­larını anlatarak şöyle buyuruyor:

«Kendi zanlanna göre, «Bu Allah'ındır, bu da putlanmrandir.» diyerek Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay ayırdılar. Putlar için ayırdıkları, Allah İçin verilmez, ama Allah için ayırdık­ları putlara verilirdi, ne kötü hüküm veriyorlardı.» (En'am: 136)

 

14.19.4. Nezrin İslâm'da Meşru Olması

 

Nezir, kitab ve sünnetle meşru kılınmıştır.

Kitab'dan delilleri:

Allah Sübhânehû, şöyle buyuruyor:

«Sarfettiğiniz harcı ve adadığınız adağı, şüphesiz Allah bilir.» (Bakara: 270)

«Sonra kirlerini giderip temizlensinler, adaklarım yerine getir­sinler, Kabe'yi tavaf etsinler. »(Hacc : 29)

«Onlar, nezirlerini yerine getirirler ve fenalığı yaygın olan bir günden korkarlar.» (insan: 7)

Sünnetten delilleri :

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyuruyor: «Kim Allah'a itaat hususunda nezrederse, onu yapsın. Kim de Allah'a isyan hususunda nezrederse, onu yapmasın.»

Buhari ve Müslim'in, Âişe'den rivayetine göre, «îslâm onu meş­ru kılmış, ancak, hoş görmemiştir.»

İbn Ömer'e göre, Nebî aleyhisselam nezri menetmiş ve şöyle buyurmuştur: «O hiç bir hayır getirmez. Onunla sadece, cimriden mal koparıhr.» (Hadisi, Buhari ve Müslim kaydetmiştir.)

 

14.19.5. Nezir Ne Zaman Sahihtir, Ne Zaman Değildir?

 

Nezir, kendisiyle Allah Sübhânehû'ya yaklaşılacak bir ibadet ol­duğunda, sahih olup gerçekleşir. Ona vefa göstermek de vacib olur.

Nezir, Allah'a isyan üzere olduğunda ise sahih olmayıp, ta­hakkuk da etmez. Kabirler ve isyankârlık üzerine yapılan nezir bu­na örnektir. Yine, şarap içmek, birini öldürmek, namazı terketmek ya da ana-babaya eziyet etmek üzerine yapılan nezirler de böyledir. Böyle bir şey nezredildiği zaman, ona vefa göstermek vacib değil­dir. Aksine böyle bir şeyi yapmak haramdır. Bu nezrin kefareti de yoktur. Çünkü nezir, tahakkuk etmemiştir. Allah Rasûlü, «isyanlar hususunda nezir yoktur.» buyuruyor. Böyle bir şey üzerine, nezre-dene sert davranmak için kefaret gerektiği de söylenmiştir.

 

14.19.6. Mübah Olan Nezir

 

Geçtiği gibi, bir ibadet üzerine olan nezir, sahih, ma'siyet üze­rine olan nezir ise gayr-i sahihtir. Mubah nezir ise, «Bu trene bin­mek veya bu elbiseyi giymek Allah için bana borç -olsun.* gibi söz­lerle yapılan nezirdir. Âlimlerin cumhuru, «Bu nezir değildir, bîr şey de gerektirmez.» demiştir.

Ahmed'in rivayetine göre, Nebî aleyhisselam, hutbe verirken güneş altında dikilen bir bedevi gördü. «Ne yapıyorsun?» diye sor­du. «Allah Rasûlü hutbesini bitirene değin güneş altında beklemeyi nezrettim.» dedi. Rasûl şöyle buyurdu: iBu nezir değildir. Nezir an­cak Allah rızası gözetilerek yapılan şeyde olur.»

Ahmed, «Bu tür nezirler tahakkuk eder. Nezreden onu yerine getirip getirmemekte serbesttir. Terkettiği zaman ise, kefaret ge­rekir.» demiştir.

Ravdatü'n-Neddiye yazan, bu görüşü tercih ederek şöyle de­miştir: Mubah olan nezirin de nezir diye isimlendirilmesi doğru olur. Vefa gösterilme emrinin bunu da kapsadığım şu hadis te'kid eder:

Bir kadın, «Ey Allah'ın Rasûlü, gazandan sağ salim dönersen, başında def çalacağımı nezretmiştim.» dedi. Nebî aleyhisselam, «Nezrini yerine getir.» buyurdu.

Def çalmak, mubah olmayıp, ya mekruh ya da mekruhtan da kötü bir şey olunca, asla ibadet sayılmaz. Eğer bu mubah ise, mu­bah şeyler üzerine yapılan nezre vefa göstermenin vücûbuna delil­dir. Şayet mekruh ise, bu durumda onu yerine getirmek, mubah olana vefa göstermenin daha evla olduğuna delil teşkil eder.

 

14.19.7. Şartlı ve Şartsız Nezir

 

Nezir şartlı da şartsız da olabilir.

Birincisi: Bu, bir nimetin oluşu veya bir sıkıntının giderilme­si durumunda bir ibadeti yapmayı üzerine almadır. Bunlar, a Eğer Allah hastalığıma şifa verirse, üç miskini doyurmak üzerime borç olsun.» veya «Allah şu husustaki emelimi gerçekleştirirse, şöyle yap­mak bana borç olsun.» türünden nezirlerdir. İstenilen şeyin gerçek­leşmesi halinde nezri yerine getirmek gereklidir.

İkincisi: Mutlak nezir, hiç bir şeye bağlamadan Allah için iki rekat namaz kılmayı üzerine alıp, kendine gerekli kılmaktır.

Allah Rasûlü'nün «Allah'a itaat üzerine nezreden, O'na itaat et­sin.» hadisinin hükmü altına girdiği için bu tür nezre vefa göster­mek gereklidir.

 

14.19. 8. Ölüler İçin Yapılan Nezir

 

Hanefîlerin kitaplarında şöyle denmektedir: Avamın çoğunlu­ğunun yaptığı, onlara yaklaşmak için evliya-ı kiram'm kabirlerine para, mum, yağ ve benzeri şeyler alarak, «Ey falan efendim! Eğer uzakta bulunan falan geri dönerse, ya da hastalığım iyileşirse veya ihtiyacım giderilirse sana şu kadar para veya yiyecek ya da mum yahut da yağ adıyorum.» şeklinde sözlerle ölüler üzerine yapılan nezir (adak) ler, icma ile bâtıldır. Şu yönlerden dolayı haramdır:

1- Bu mahlûka yapılan bir nezirdir. Mahlûka yapılan nezir caiz değildir. Çünkü nezir bir ibadettir. İbadet ise ancak Allah'a ya­pılır.

2- Bir ölünün bazı işlerde Allah'ın dışında tasarruf ettiğini zannetmek ve buna inanmak küfürdür. Bundan Allah'a sığınılır. Fa­kat; «Ey Allah'ım! Hastalığımı iyileştirir veya gurbette kalanı dön­dürür ya da ihtiyacımı giderirsen faîan velinin kapısındaki fakirle­ri doyuracağım veya mescide hasır ya da onu aydınlatmak için yağ alacağım veya onun hizmetlerini yerine getirene para vereceğim.» gibi sözlerle yapılan ve fakirlerin faydalanması için olan nezirler ise Allah azze ve celle içindir. Burada, velinin ismi adağın sarfedt-leceği yer olarak belirtilmiştir. Bu bakımdan böylesi nezirler caiz­dir. "

Bu nezirlerin, fakir olmayıp, ilim, neseb, rütbe, şeref veya mal sahibi olan kimselere harcanması caiz değildir. Şeriat'ta zenginler için bir hüküm yoktur.

 

14.19.9. Belirli Bir Yerde İbadeti Nezretmek

 

Eğer belirli bir yerde namaz, oruç, Kur'ân okuma veya i'tikaf gibi bir ibadet nezredilirse, bu yerin üç mescidde (Kabe, Mescid-i Nebî ve Kudüs) namaz gibi, Şeriat'ta bir meziyeti bulunan belirli bir mekân ise onu yerine getirmek gerekir. Aksi durumlarda ise, Allah'­ın uyulmasını emrettiği neziri tayin ettiği yerde yerine getirmeye­bilir. Bu Şafiiler'in görüşüdür. Onlar şöyle dediler: Kişi, bir belde halkına bir şey tasadduk etmeyi nezretse, bunu yerine getirmesi gerekir. Bir beldede oruç tutmayı nezretse oruç gereklidir. Çünkü oruç ibadettir ve onun için bir mekân tayin edilmemiştir. Onu baş­ka yerde de tutabilir.

Eğer ayrıcalığı olmayan bir beldede namazı nezretse, onu baş­kasında da kılabilir. Çünkü Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa' dışında mekanın değişmesinde, yemin değişmez. Fa­kat bu mescidlerden birinde namaz kılmayı nezretse, Nebî aleyhis­selam'in; «Üç mescid dışında yolculuk yoktur: Mescid-i Haram, be­nim bu mescidim ve Mescid-i Aksa.» hadisi gereğince bunların fazi­letinin büyüklüğü sebebiyle ta'yin ettiği yerde namazı kılar.

Şafiîler, nezirde tasadduk yerinin belirleneceğine de, nakli de­lil ile istidlal etmişlerdir.

Bu delil, Arar bin Şuayb'ın babası yoluyla dedesinden nakletti­ği hadistir: «Bir kadın, Nebî aleyhisselam'a gelerek: «Ey Allah'ın Rasûlü! Ben şu ve şu hayvanı cahiliyye halkının kurbanlarını kes­tikleri yerde kesmeyi nezretmiştim.» dedi. Nebi aleyhisselam: «Put için mi?» diye sordu. Kadın «Hayır» dedi. Nebî aleyhisselam: «Hey­kel için mi?» diye sordu. Kadın «Hayır» dedi. Nebî aîeyhisselam: «Öyleyse nezrini yerine getir.» buyurdu.

Hanefiler şöyle demiştir: «Şu yerde iki rek'at namaz kılmam

(veya) şu beldenin fakirlerine sadaka vermem Allah için üzerime borç olsun.» diye nezreden kimsenin Ebû Hanife, Muhammed ve Ebu Yusuf'a göre, bu mekandan başka bir yerde nezrini yerine ge­tirmesi caizdir. Çünkü nezirden amaç, Allah azze ve celle'ye İba­det ile yaklaşmaktır. Yoksa, mekanın kendisi .ibadete dahil değil­dir.                                                                

Eğer Mescid-i Haram'da iki rek'at namaz kılmayı nezredip de, şerefçe ondan daha aşağı, veya bir şerefi bulunmayan bir yerde nezrini yerine getirse hanefilere göre bu yeterlidir, çünkü nezirden amaç, Allah azze ve celle'ye ibadetle yaklaşmaktır. Bu ise her me­kanda tahakkuk eder.

 

14.19.10. Belirli Bir Şeyhe  Nezir

 

Belirli bir şeyhe nezredildiğinde, eğer bu şeyh hayatta ise ve nezreden, fakirliği ve hayati ihtiyaçları sebebiyle ona tasadduk et­meyi kasdettiyse, nezri sahih olur. Bu, İslâm'ın teşvik ettiği ihsan meselesine girer.

Eğer bu şeyh ölü ise ve nezreden onunla istiğaseyi kasdetmiş ve ihtiyacının giderilmesini istemişse, bu nezir ma'siyet üzerine ya­pılan nezirdir ve yerine getirilmesi caiz değildir.

 

14.19.11. Oruç Nezredip Tutamayan

 

Meşru bir oruç nezredip, yaşlılığı veya kurtulamayacağı bir has­talığı sebebiyle yerine getiremeyen kimse, onu tutmaz ve yemin kef-fareti verir veya her gün için bir fakiri doyurur. «İhtiyaten her iki­sini de yapar» da denilmiştir.

 

14.19.12. Malı Tasadduk Etmeye Yemin

 

Malının tamamını tasadduk etmeye yemin eden veya «Malım Allah yolunda sadakadır.» diyen kimse, büyük bir şey üzerine nez-relmiştir ve bozulduğunda yemin kefareti gerekir. Bu Şafiî'nin gö­rüşüdür.

Malik ise, «Malının üçte biri alınır.» demiştir.

Ebû Hanifc de; «Yalnız zekat düşen mallarını —gayrı menkul, hayvan vs. olsun— aynen verir, zekat düşmeyenleri ise vermez.» de­miştir.

 

14.19.13. Nezir Kefareti

 

Nezreden nezrini yerine getirmez veya nezrinden dönerse, ona yemin kefareti gerekir. Ukbe b. Âmir'den rivayete göre, Nebî aley-hisselam, şöyle buyurmuştur:

«Nezrin kefareti, yemin kefaretidir.»

(Hadisi, İbn Mâce ve Tirmizi kaydetmiş; Tirmizî, «hasen-sa-hih-ğarib» demiştir.)

 

14.19.14. Oruç Nezri Varken Ölen Kimse

 

Ibn Mâce'nin rivayetine göre, bir kadın, Nebî aleyhisselam'a, «Annem, üzerinde oruç nezri varken Öldü.» dedi. Nebî aleyhisseIam, «Onun yerine velisi tutsun.» buyurdu.