14.2. Yemin, Ancak Allah'ın İsmî Veya Bir Sıfatı Anılarak
Yapılır
14.4. Müslümanların Yeminleri Île Andetmek
14.5. Gayrimüslim Olmaya Veya İslâm'dan Çıkmaya Datr
Yapılan Yeminler
14.6. Allah'tan Başkası Adına Yemin Etmek Yasaktır
14.7. Yemin Olunanı. Ta'zim Etmeksizin Allah'tan Başkası
Üzerine Yemin Etmek
14.8. Allah'ın,
Mahlûk Atı Üzerine Yemin Etmesi
14.0. Yeminin Şartları Ve Rükûnlarj
14.11.1. Yemin-İ Lağv Ve Hükmü
14.11.2. Mun'akîde Yemin Ve Hükmü
14.11.3. Ğamûs Yemini Ve Hükmü
14.12. Yeminler Örf Ve Niyete Dayanır
14.13. Unutma Ve Hata İle Yemin Bozulmaz
14,14. Zorlananın Yemini Bağlayıcı Değildir
14.16. Yeminin Tekrar Edilmesi
14.17.2. Kefaretin Hikmeti ve Kısımları
14.17.2.4. Bunlara Güç Yetirilmediğinde Oruç Tutulması
14.17.3. Kefaretin Yemini Bozmadan Önce ve Bozduktan
Sonra Ödenmesi
14.17.4. Maslahat İçin Yemini Bozmanın Caiz Olması
14.13. Yemin Edilen Şeylere Göre Yeminlerin Kısımları
14.19.2. Nezir, Eski Bir İbadettir
14.193. Câhiliye Döneminde Nezir
14.19.4. Nezrin İslâm'da Meşru Olması
14.19.5. Nezir Ne Zaman Sahihtir, Ne Zaman Değildir?
14.19.7. Şartlı ve Şartsız Nezir
14.19. 8. Ölüler İçin Yapılan Nezir
14.19.9. Belirli Bir Yerde İbadeti Nezretmek
14.19.10. Belirli Bir Şeyhe Nezir
14.19.11. Oruç Nezredip Tutamayan
14.19.12. Malı Tasadduk Etmeye Yemin
14.19.14. Oruç Nezri Varken Ölen Kimse
«Yemin», sağ el
manasına gelmektedir. Arablar yeminleştikleri zaman birbirlerinin sağ ellerini
tutarlardı. Şeriatte yeminin manası, Allah'ın isim veya sıfatlarını anarak bir
işin gerçek olduğunu belirtmek veya te'kid etmektir. Ya da yemin edenin bir
işi yapacağına dair takviye edilmiş bir and vermesidir. Yemin, and, kasem,
aynı manadadır.
Yemin, sadece Allah'ın
isminin veya bir sıfatının anılmasıyla yapılır. Bu sıfatın zatî veya fiilî
olması, eşittir. Meselâ; «vallahi, Allah'ın izzetine andolsun, azametine
andolsun, kibriyasma andolsun, kudretine andolsun, iradesine andolsun, İlmine
andolsun» v.s... Mus-hafa, Kur'an'a veya sûre ya da bir âyete yapılan yemin de
böyledir.
Kur'ân-ı Kerîm'de
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Göğün ve yerin
Rabbine andolsun ki, bu sizin konuşmanız kadar kesin ve gerçektir.» (Zariyat:
23)
«Doğunun ve batının
Rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz
yeter ve kimse de önümüze geçemez.» (Meâric: 40-41)
Ibn Ömer'den rivayete
göre, o şöyle demiştir: Nebî aleyhİsse-lam «Hayır, kalbleri değiştirene
andolsun ki...» diye yemin ederdi.
Ebû Saîd el-Hudrî'den
rivayete göre, o şöyle demiştir: Allah Rasûlü, duasında ısrarlı olduğu zaman,
«Ebu'l-Kasım'ın cam elinde olana andolsun ki...a derdi. (Hadisi, Ebû Dâvud
kaydetmiştir.)
«Veymullahl» de
yemindir. Çünkü «vallahi» veya «Allah'ın hakkı için...» manasmdadır.
«Yemînullah» da, Hanefilere ve Mâlİkîle-re göre yemindir. Çünkü bunun manası;
«Allah'a andolsun,» dur.
Şâfiiler; «Niyetsiz
yemin olmaz. Yemin eden, eğer yemini kastederse, bu kesinleşir. Eğer yemini
kastetmediyse ,bu yemin sayılmaz.» demiştir. Ahmed'den yapılan iki rivayetten
en sahihine göre, niyetsiz de olsa yemin gerçekleşir.
«Amrullah» lâfzı da,
Hanefiler ve Mâlikîlere göre yeminair. Çünkü bunun manası, «Allah'ın hayatına
ve bekasına andolsun,» şeklindedir.
Şafiî, Ahmed ve îshak
ise, «Yemin, ancak niyet ile olur,» demişlerdir.
«AksemtÜ aleyke» ve
«aksemtü billahi» bir kelimedir. Âlimlerin bazdan, bunun mutlak yemin olduğunu,
bir kısmı ise, ancak niyetle yemin olacağını söylemişlerdir.
Şafiîler, Allah'ın
ismi üzerine yapılanan yemin olacağını, Allah'ın adına yapılmayanın ise —yemin
kastedilmiş bile olsa— yemin sayılmayacağını söylemiştir. Mâlik şöyle
demiştir: «Şayet yemin eden, 'Allah'a kasem olsun,' derse yemin olur. Eğer,
'kasem olsun' veya 'sana kasem olsun' derse bu şekliyle, ancak niyetle yemin
olur.»
ikinci cildde, şöyle
demiştik: Müslümanların yeminleriyle yapılan and, birşey gerektirmez. Meselâ
yemin eden, «şöyle yaparsam, bir ay oruç veya Allah'ın beytini hacc, üzerime
borç olsun,» derse, ya da «Şöyle yaparsam, haram bana helal olsun,» derse,
yahud da «Şayet böyle yaparsam ,bütün malım sadaka olsun,» derse, bu ve bu tür
lâfızlarda, yerine getirilmediği zaman yemin kefareti vardır. Bu, âlimlerin en
muteber görüşüdür. «Bir şey gerekmez,» diyenler olduğu gibi, «Yeminini yerine
getirmediği zaman, yeminine bağladığı şeyi yapması gerekir.» diyenler de
olmuştur.
Yahudi ve Hıristiyan
olmak veya Allah ve Rasûlü'nden uzak olmak üzerine yemin eden kimse; «Eğer
şöyle yaparsam, böyle olayım,» der.
Âlimlerden bir cemaat;
«Bu yemin değildir ve kefareti de yoktur. Çünkü naslarda bundan şiddetli
sakındırma ve tehdit vardır,» demişlerdir. Şafiî de bunlardandır.
Ebû Dâvûd ve
Nasâî'nin, Büreyde'nin babasından rivayetine göre, Nebi şöyle buyurmuştur:
«Yemin eden, 'Ben, İslâm'dan uzak olayım ki...'» diye yemin eder de yalan
söylerse, dediği gibi olmuştur. Şayet doğru söylemiş ise, İslâm'a asla salim
olarak dönmez.»
Sabit b. Dehhak
(r.a.)'dan rivayete göre, Nebi aleyhisselam şöyle buyunnüştur: «Kim İslâm'ın
dışında bir din üzerine yemin ederse, o dediği dindendir.»
Hanefîler, Ahmed,
İshak, Süfyân ve Evzâî, «bunun yemin olduğu ve eğer yerine getirmezse
keffareti gerektiği» görüşündedirler.
Yemin ,ancak Allah'ın
ismi veya sıfatlarından biri üzerine yapılırsa olur. Bunun dışındaki yeminler
haramdır. Çünkü yeminde, yemin olunan şeyi ta'zim (yüceltme) vardır. Yalnız,
tek olan Allah, ta'zime müstehaktir.
Kim, Allah'tan
başkasına yemin edip, nebî, velî ya da baba, Kabe ve buna benzer şeyler
üzerine kasem ederse, bu yemin gerçekleşmemiş olur. Yerine getirilmezse,
kefaret gerekmez. Allah'tan başkasını ta'zîm sebebiyle de günahkâr olmuştur.
îbn Ömer'den rivayete
göre; Nebi aleyhisselâm, bir topluluk arasında, babası üzerine yemin eden
Ömer'e rastlayınca, onlara seslenerek, «Dikkat edin! Allah azze ve celle, sîzi
babalarınız üzerine yemin etmekten menediyor. Kim, yemin ederse, ya Allah
üzerine yemin etsin ya da sussun.» buyurdu. Ömer, şöyle demiştir: «Vallahi, Nebî'nin
bunu menettiğini işittiğim günden beri ne kendim, ne de başkasından naklen baba
üzerine yemin etmedim.»
Ibn Ömer, «Hayır,
Kabe'ye andolsun ki...» diye yemin eden birini işitti ve şöyle dedi: «Allah
Rasûlü'nü, şöyle buyururken işittim: «Kim Allah'tan başkası üzerine yemin
ederse, şirk koşmuştur.»
Ebû Hureyre (r.a.)'den
rivayete göre, o şöyle demiştir; Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu: «Sizden yemin
eden kimse, yemininde, 'Lât ve Uzza'ya andolsun ki...' derse, hemen 'Allah'tan
başka ilah yoktur.' desin. Arkadaşına, 'Haydi kumar oynayalım.' diyen de, hemen
sadaka versin.»
Ebû Davud'un, Ebû
Hüreyre (r.a.)'den rivayetine göre, Rasûlül-iah sallallahu aleyhi ve sellem;
«Kim, bir emanet üzerine yemin ederse, bizden değildir,» buyurmuştur.
Nebî aleyhisselam şöyle
buyurmuştur: ^Babalarınız, analarınız ve putlar üzerine yemin etmeyin.
Allah'tan başkası üzerine yemin etmeyin. Doğru olmanız dışında yemin etmeyin.»
(Hadisi, Ebû Dâvûd ve Nesâî, Ebû Hureyre'den rivayet etmiştir.)
Nebî aleyhisselam'ın ,
Allah üzerine O'nu ta'zim ile anmayı kastederek yemin eden kimse gibi,
Allah'tan başkası üzerine, onu ta'zim ile anmayı kastederek yemin etmeyi
yasakladığı» rivayet olunmuştur. Ta'zim kastedilmeden sözü te'kid etme
amacıyla yapılan yeminler ise, benzerlik sebebiyle mekruhtur. Çünkü, Allah'tan
başkasını yüceltme (ta'zim) düşüncesini akla getirir.
Rasûl aleyhisselâtu
ve's-selâm, bir bedevi için, «Babasına and-olsun, kurtuldu.» buyurmuştur.
Beyhakî şöyle
demiştir: «Bu tür yeminler, Arapların ağzından, kasıtsız olarak çıkar.»
Nevevî bu görüşü
kuvvetli bulup, «Bu, hoş bir cevaptır,» demiştir.
Araplar, sözlerine
önem verilerek, kulak verilip, dinlenmesi için konuşmalarına yemin ile
başlarlardı. Çünkü Araplar, konuşanın yeminini, konuşmasıyla kasdettiği şeye
Özel Önem verdiğine bir delil kabul ederlerdi. Konuşan, sözünü te'kid için
yemin eder. Bu yüzden Kur'ân'da pek çok şey üzerine yemin edilmiştir.
Bunlardan bazıları şunlardır:
Kur'ân : «Mecid olan
Kur'ân'a andolsun.» (Kâf: 1) Bazı yaratılmışlar : «Güneşe ve onun ışığına
andolsun...» (Şems: 1) «Kararıp ortalığı bürüdüğü zaman, geceye andolsun.
Açılıp aydınlandığı zaman, gündüze andolsun.» (Leyi: 1)
Bu ancak, yemin eden
ve yemin edilen hakkındaki pekçok hikmet sebebiyle böyledir. Bu hikmetlerden
bazıları şunlardır: Dikkatleri üzerine yemin edilen bu şeylerdeki ibretlere
yöneltmek, onların doğru yönü göstericiliğini yakalamak için, haklarında
düşünmeye teşvik.
Allah sübhânehû ve
teâlâ, Kur'ân'a, o gerçekten Allah kelamı olduğu için ve tüm saadet
sebeplerinin onda bulunduğunu beyan için yemin etmiştir.
Güneşe, aya ve
yıldızlara ise, onlardaki fayda ve menfaatlere işaret için yemin etmiştir. Onların
bir halden başka bir hale dönmeleri, yaratılmış olduklarına delalet eder.
Onların hakim bir yaratıcıları vardır. Ona şükretmekten ve O'nu birlemekten
gaflet etmek doğru değildir.
Rüzgâra, Tûr'a, kaleme
ve yıldızlı göğe ise, bunların hepsi fikir ve nazar ile O'nu birlemeyi
gerektiren Allah'ın ayetleri olduğu için yemin ediyor.
Üzerine yemin edilen
şeylerin en önemlileri, Allah'ın vahdaniyeti ve Nebî'nin risaleti, cesetlerin
tekrar diriltilmesi ve kıyamet günüdür. Çünkü bunlar nefislerin özümlemesi
gereken dinin esasla-rmdandır.
Mahlûkâta yemin, sırf
Allah'a mahsustur. Biz insanların ise, Allah ve sıfatlan dışında bir şeye yemin
etmemiz doğru değildir.
Yeminde şu şartlar
bulunmalıdır: Yemin edenin âkil, baliğ ve müslüman olması, yeminin iyi bir şeye
yapılması ve ihtiyarî olması gerekir. Eğer cebren yemin ettirilirse, yemin
geçerli olmaz.
Rükûnları: Yemin
olarak kullanılan lafızlar ile olmalıdır.
Yemin eden, yeminini
yerine getirirse, iyi bir kimse olur. Eğer yapmazsa yeminini bozmuş olur ve
keffaret gerekir.
Yemin üç kışıma
ayrılır:
a- Yemin-i
Iağv,
b-
Yemin-i mun'akide,
c-
Yemin-i .eamûs.
Lağv yemini; yemin
kastedilmeden yapılan yemindir. Meselâ bir kimsenin «vallahi yiyeceğim, (veya)
içeceğim, (veya) hazır bulunacağım.» ve benzeri sözleri yemin kasdetmeden, dil
sürçmesinden dolayı söz söylemesi gibi.
Mü'minlerİn anası Aişe
(r.a.)'dan rivayete göre, o şöyle demiştir: «Allah sizi yeminlerinizdeki
lağvdan dolayı muaheze etmez.» ayeti, bir kimsenin «Hayır vallahi,»
«Evet vallahi,» «Asla vallahi.» gibi sözleri hakkında inmiştir.» (Hadisi
Buharı, Müslim ve başkaları kaydetmiştir.)
Mâlik, Hanefîler, Leys
ve Evzâ'î şöyle demişlerdir: *Lağv yemini, kişinin doğru olduğunu sandığı
birşey üzerine yemin etmesidir. Sonra bunun aksi ortaya çıkar. Bu hata
konusuna girer.»
Ahmed'den bu konuda
iki rivayet vardır.
Bu yeminin hükmü : Bu
yeminin kefareti yoktur ve yemin eden muaheze edilmez.
Mun'akide yemin; yemin
kastedilip, azmedilerek yapılan yemindir. Bu, örf ve alışkanlık sonucu dille
söylenen Iağv yemini değil, kasten ve kasıtlı olarak yapılan yemindir. «Yemin-i
mun'akide, geleceğe yönelik olarak bir şeyi yapmak ve yapmamak üzerine yemin
edilmesidir.» de denmiştir.
Hükmü: Bozulduğu
zaman, kefaret gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Allah sizi rastgele
(Iağv) yeminlerinizden dolayı değil, fakat kalblerinizin kasdettiği
yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, hakimdir.» (Bakara: 225)
«Allah size rastgele
(Iağv) yeminlerinizden dolayı değil, bile bile ettiğiniz yeminlerden ötürü
hesab sorar. Yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından, en
düşkünü yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azâd etmektir. Bulamayan üç
gün oruç tutmalıdır. Yeminlerinizin keffareti budur. Yemin ettiğinizde, yeminlerinizi
tutun, Şükredesiniz dîye Allah size böylece ayetlerini açıklıyor.» (Maide: 89)
Ğamûs yeminine
«sâbire» de denir. Bu, kendisiyle başkasının hakkının gasbedildiği veya fısk ve
m'yanetin amaçlandığı yalan yere yapılan yemindir. Ğamûs yemininin kefareti
yoktur ve büyük günahlardandır. Çünkü bu küfürden de daha büyüktür. Gamûs diye
isimlendirilmesi, sahibini cehennem ateşine batırdığı içindir.
Bu yeminden tevbe
etmek ve gasb edilen hakları sahiplerine İade etmek gerekir.
Allah Sübhânehû şöyle
buyuruyor:
«Birbirinizi aldatmak
için yemin etmeyin ki, bu yüzden sağlamca yere basmakta olan ayak sürçebilir;
Allah yolundan alıkoymanıza karşılık kötü bir azab tadarsınız ve (ahirette) de
size büyük bir azab vardır. (Nahl: 94)
Ahmed ve Ebû Şeyh'in
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayetine göre, Nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur:
«Beş şeyin keffareti yoktur: Allah'a şirk koşmak, haksız yere bir can almak,
mü'mine iftira ve kendisiyle haksız yere mal koparılan sâbire (ğamûs) yemini.»
Buharî'nin Abdullah b.
Amr'dan rivayetine göre, Nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «Büyük günahlar
şunlardır: Allah'a şirk koşmak, ana-babanm hakkına riayetsizlik, cana kıymak ve
ğamûs yemini.»
Ebû Davud'un İmran b.
Husayn'dan rivayetine göre, Nebî aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «Kimi yalan
yere sâbire yemini ederse, yüzüyle cehennemdeki oturağını hazırlasın.»
Yeminler, insanlann
i'tiyad edindiği örflere dayanır, yoksa lü-gâtın delaletine ve şer'î
ıstılahlara değil. «Et» yemeyeceğine yemin eden kimse «balık» yerse, yeminini
bozmamış olur. Halbuki Allah balığı «et» diye isimlendirmiştir. Fakat onu da
kastederse veya kavminin örfünde balık, etin umumuna giriyorsa o zaman, buna
göre amel edilir.
Kim bir şeye yemin
eder ve onun ilk anlaşılan mânâdan başkasını kastederse, niyete değer verilir,
lafza değil. Fakat başka biri onu bir şeye yemin ettirirse, bu durumda yemin
ettirenin niyetine değer verilir, yemin edenin değil. Ancak, yeminin hüküm
açısından bir faidesi yoksa, o başka.
Nevevî şöyle demiştir:
Kadı'mn veya naibinin bir şey üzerine yemin istemesi dışında, yeminlerde yemin
edenin niyetine bakılır. Kadı veya naib yemin ettirdiğinde ise, yemin onların
niyeti (Yemin edilmesini istedikleri şey) üzerinedir. Burada tevriyye
(kalbinden başka bir şey geçirme) sahih değildir. Halbuki bu başka hallerde
sahih olurdu. Başka durumlarda sahih olmasına rağmen burada tevriyye (yemin
edenin kalbinde gerçek niyetini gizlemesi) sahih değildir. Batıl ve haram bile
olsa, bu yemini bozamaz.
Başkasının onu yemine
çağırması dışında, yemin edenin niyetine değer verilmesinin delili, Ebû Dâvûd
ve İbn Mâce'nin Süveyd bin Hanzale'den naklettiği, şu hadistir: «Nebî
aleyhisselam'a gitmek üzere, yanımızda Vail bin Hucr da olduğu halde çıktık.
Düşmanları onu yakaladı. Onlar benden yemin almaya ısrar etti. Ben de onun
benim kardeşim olduğuna yemin ettim. Onu serbest bıraktılar. Ne-
bî aleyhisselam'a
geldik. O'na, düşmanların beni yemine zorladığını ve benim de onun kardeşim
olduğuna dair yemin ettiğimi bildirdim. Nebi aleyhiselam: 'Doğru söylemişsin.
Müslüman, müslümamn kardeşidir.'» buyurdu.
Yemin isteyenin, yemin
edilmesini İstediği şeye dair niyetine değer verileceğinin delili ise, Müslim,
Ebû Dâvûd ve Tinnizi'nin Ebû Hüreyre (r.a.)'den naklettiği. Nebi
aleyhisselam'ın: «Yemin, yemin edenin niyeti üzerinedir.» şeklindeki
buyruğudur.
Bir rivayette
«yeminin, arkadaşının senin doğru sözlü olmanı istediği şey üzerinedir.»
Buradaki
«arkadaşın»dan kasıt, «yemin isteyen kimse»dir.
Bir şeyi yapmamaya
yemin eden kimse, onu unutarak veya ha-taen yaparsa, Rasûl aleyhisselam'ın:
«Allah ümmetimin unutma, hata ve zorlanarak yaptıkları hususunda bana cevaz
verdi.» buyruğu gereğince yeminini bozmuş olmaz.
Allah Teâlâ da şöyle
buyuruyor: «Yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur.» (Ahzab : 5)
Kişinin zorlandığı
yeminini yerine getirmesi şart değildir. Geçen hadis gereğince, onu bozarsa
günah işlemiş olmaz. Çünkü zorlanma, iradeyi ortadan kaldırır. İradenin
ortadan kalkması da sorumluluğu kaldırır. Bu yüzden, üç imam —Ebû Hanife'nin
aksine olarak— zorlanarak yapılan yeminin gerçekleşmediği görüşüne sahip
olmuştur.
Yemin eden «inşaallah»
derse, istisna yapmış olur ve yeminini bozması günah değildir.
Ibni Ömer (r.a.)'den rivayete
göre, Rasûl aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «Yemin edip «inşaallah» diyen
kimse, günah yüklenmemiş olur.»
Yemin bir şeyde veya
bir kaç şeyde tekrar edilir de, sonra bozulursa ; Ebû Hanife, Mâlik ve bir
rivayette Ahmed; «Bütün yeminler için bir kefaret gerekir.» demiştir.
Hanbelilere göre:
«Yemin eden, aynı kefareti gerektiren şeyler üzerine yemin ederse, bir kefaret
verir. Çünkü kefaretler aynı cinstendir. Eğer yeminlerin gerektirdiği
kefaretler farklı ise, (meselâ zihar ve Allah adına yemin gibi.) iki kefaret
gereklidir. Bunlar birleştirilemez.
Örtme anlamına gelen
«küfür» kelimesinin mübalağa sîgası-dır. Burada onunla, dünya ve ahirette
hesaba çekileceği bir izin kalmaması için, bazı günâhlara kefaret olan ve
onları Örten ameller kastedilmektedir.
Yemin eden yeminini
bozunca, mun'akide yeminin kefareti şunlardır:
1- Yemek
yedirmek,
2- Giydirmek,
3- Köle azad
etmek.
Bunlardan istediğini
yerine getirir. Eğer bunlara gücü yetmezse üç gün oruç tutar.
Bu üç kefaret, daha
yükseğe doğru sıralanmıştır. En düşüğü yemek yedirmek, ortası giydirmek ve en
yükseği köle azad etmektir.
Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor:
«Allah, size rastgeie
yeminlerinizden dolayı değil, bile bile ettiğiniz yeminlerden dolayı hesap
sorar. Yeminin kefareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü
yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bulamayan üç gün oruç
tutmalıdır. Yeminlerinizin keffareti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi
tutun. Şükredesiniz diye Allah size böylece âyetlerini açıklıyor.» (Maide: 89)
Yemini bozmak, akdi
bozmak ve onu yerine getirmemek dir. Bu yüzden zorunlu olarak kefareti
gerektirir.
Yemek yedirmenin
miktarı ve çeşidi hususunda şer'î bir nass varid olmamıştır. Böyle olan bütün
durumlarda, miktar belirlemek için örfe müracaat edilir. Yemeğin miktarı,
kişinin ailesine genellikle yedirdiği yemek olarak takdir edilir. Ne mevsimin
ve uygun olanın genişletilerek en kıymetlisi ve ne de bazı zamanlarda ailesine
yedirdiği en düşük olan yemeği değil.
Eğer kişinin evinde
genellikle et, sebzeler ve buğday ekmeği yeniliyorsa, bundan daha aşağı olan
şeyle yemin kefaretini yerine getiremez. Ancak bu yedikleri gibi veya daha
değerlisini yedirerek öder. Çünkü benzeri, ortalamadır. Bundan daha değerli
olan ise, ortalama olan ve onun ilavesidir. Bu, ferdlerin ve şehirlerin değişmesiyle
değişen şeylerdendir.
îmam Malik, Medine'de
«müdd»ün yeterli olduğu görüşünde olup şöyle demiştir: «Diğer şehirlerde ise,
onların maişetleri bizim hayat tarzımızdan başkadır. Ben, Allah Teâlâ'nın
«Ailenize yedirdiğinizin ortalamasından...» buyruğu gereğince, geçimliklerinin
ortalamasını keffaret olarak vermeleri görüşündeyim.»
Bu Dâvûd ve
arkadaşlarının, mezhebidir. Fakihler on fakirin müslümanlardan olmasını şart
koşmuşlardır. Ebû Hanife ise, bunun zimmet ehlinden olan fakirlere de
verilmesinin caiz olduğu görüşündedir.
Eğer bir fakiri on gün
doyurursa, Ebû Hanife'ye göre on miskinin yerine geçer. Başkaları ise, «Bir
fakire karşılık olur.» demişlerdir.
Yemek yedirme kefareti
ancak, güç yetirene vacibtir. Güç ye-tiren kimse ise, kendi ve ailesinin
nafakasından fazlasını bulandır. (Katâde gibi) bazı âlimler, güç yetirmeyi
yanında elli dirhem bulundurması ile, bazıları da (Neha'î gibi) yirmi dirhem
bulundurması ile takdir etmişlerdir.
Bu elbisedir. Elbise
diye isimlendirilen şey yeterlidir. En azı fakirlerin giymeyi adet edindikleri
şeydir. Çünkü
ayet bunu ortalama
veya ailesine giydirdiği ile kayıtlandirmamıştir. Şalvar (don, pantolon) ile
gömlek yeterlidir.
Aba veya izar ve rida
da yeterlidir. Başlık, sarık, ayakkabı, mendil veya havlu ise yeterli
değildir.
Hasan ve îbn Sîrîn'den
ikişer elbise olmasının vacib olduğu nakledilmiştir.
Sa'îd bin Müseyyeb:
«Başına saracağı bir sarık ile sarınacağı bir aba», demiştir.
'Atâ, Tâvûs ve Neha'î
ise: «Elbise ve rida gibi her tarafı örten bir giyecek» olduğu görüşündedir.
îbn Abuas (r.a.)'dan
da «Her bir fakir için bir aba veya ihram örtüsü verilmesi gerektiği»
nakledilmiştir.
Malik ve Ahmed: «Her
bir fakire kadın veya erkek obuasına göre, içinde namaz kılmanın sahih olduğu
birer elbise verilir.» demişlerdir.
Ebû Hanife, Ebû Sevr
ve îbn Munzir'e göre ayetin mutlak olması ile amel edilerek, kafir bile olsa
bir köle azad edilmesidir.
Cumhur ise mü'min
olmayı şart koşmuştur. Onlar buradaki mut-lakhğm zihar veya Öldürme kefareti
hakkındaki «Mü'min bir kole-yi azad etmesi...» ayeti ile kayıtlandırıldığma
hamletmişlerdir.
Bu üç şeyden birini
yapmaya güç yetiremeyen kimsenin üç gün oruç tutması vacibtir.
Hastalık ve benzeri
sebepler ile buna da güç yetiremeyen güç yetirdiğinde oruç tutmaya niyetlenir.
Eğer buna kadir olamaz ise, Allah'ın afvı geniştir.
Orucun ard arda olması
şart değildir. Ayn ayn günlerde tutması caiz olduğu gibi, peş peşe tutması da
caizdir.
Hanefî ve Hanbelilerin
«ard arda» kelimesinin geçtiği kıraati delil getirerek ard arda tutulmasını
şart koşmaları sahih değildir. Bu kıraat şazdır ve şaz kıraat delil olarak
kullanılamaz. Çünkü o Kur'ân'dan değildir. Bu konuda Nebi aleyhisselam'dan
nakledilen ayeti tefsir eden hiçbir hadis, sahih değildir.
Üç imam, yemin
kefaretinde yiyecek veya giyeceğin kıymetini Ödemenin yeterli olmadığında
ittifak etmiştir. Ebû Hanife ise bunu caiz görmüştür.
Fakihler, kefaretin
ancak yeminin bozulmasından sonra vacib olduğunda ittifak etmişler, fakat
yemini bozmadan önce kefaret ödemenin cevazında ayrılığa düşmüşlerdir.
Fakihlerin cumhuru, kefaretin yemini bozmadan önce ve sonra yerine
getirilmesinin caiz olduğu görüşündedirler.
Müslim, Ebû Dâvûd ve
Tirmizî'de bulunan hadiste, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: «Kim (daha hayırlı) bir şey görürse, yeminine kefaret versin ve
onu yapsın.»
Bu hadis, kefaretin
yemini bozmadan önce verilmesinin caiz olduğunu gösterir.
Kefaret, yeminin
bozulmasından öne alınınca, yemin bozma günah olan gayri meşru bir şey
olmaktan çıkıp, meşru olur. Kefaretin
öne alınması, yemin
edilen şeyi mubah yapar. Müslim'de ise Nebî aleyhisselam'm kefaretin te'hir
edilmesinin caiz olduğunu ifade eden şu hadisi vardır: «Bir şey üzerine yemin
eden, sonra ondan daha hayırlısını gören kimse, onu yapsın ve yeminine kefaret
versin.»
Bunlar (cumhur) şöyle
demiştir: Önce yemin bozan kimse günahı meşru kılmış olur. Kefareti yerine
getirmesi mümkün olmadan önce ölebilir. Belki de Rasûl aleyhisselam'ın önce
kefaret ödemeye yönelmesinin hikmeti budur.
Ebû Hanife, kefaretin
ancak yemini bozma sonrasında sahih olduğu, çünkü onun bu durumda
gerekliliğinin tahakkuk ettiği görüşündedir. Ona göre Nebî aleyhisselam'ın:
«Yeminine kefaret versin ve hayırlı olanı yapsın.» hadisinin anlamı, «kefareti
ödemeyi amaçlasın.» şeklindedir. Buna örnek Allah Teâlâ'nın: «Kur'ân okuduğun
zaman Allah'a sığın.» (Nahl: 98) ayetidir. Yani: «Kur'ân okumak istediğinde»
demektir. İlk görüş daha uygundur.
Aslolan; yemin edenin
yeminine vefa göstermesidir. Tercih edilen bir maslahat gördüğü zaman,
yeminine uymaktan vazgeçmesi caizdir.
Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: «İnsanların arasını düzeltmeniz, günahtan sakınmanız ve iyi olmanız
için, Allah'a yaptığınız yeminleri
engel kılmayın.»
(Bakara : 224)
Allah'a yemin sizi
takva, iyi olma ve ıslah etmeden alıkoymasın. Allah azze ve celle şöyle
buyuruyor: «Allah şüphesiz size, yeminlerinizi keffaretle geri almanızı meşru
kılmıştır.» (Tahrim: 2)
Yani, kefareti yerine
getirerek, yeminlerinizi helal kılmayı size meşru kılmıştır. Ahmet, Buharı ve
Müslim'in rivayetine göre Nebî aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «Bir şey üzerine
yemin ettiğin zaman, ondan daha hayırlısını görürsen, daha hayırlısını yap ve
yeminine keffaret ver.»
Yemin edilen şeye
göre, yeminlerin aşağıdaki kısımlara ayrılması mümkündür:
1- Vacibi
yapmak veya haramı terketmek üzerine yemin etmek : Bunda yemini bozmak
haramdır. Çünkü bu yemin, Allah'ın kullarına yüklediği şeyi te'kid eder.
2- Vacibi
terk veya haramı yapma üzerine yemin
etmek :
Bu yemini bozmak
vaciptir. Çünkü, günah üzerine yemin edilmiştir. Kefaret ise vacip olur.
3- Mubahı
yapma veya terketme üzerine yemin etmek: Bu
yeminden dönmek
mekruhtur. Yerine getirmek İse mendubtur.
4- Mendubu
terk veya mekruhu yapma üzerine yemin etmek:
Bu yemini yerine
getirmemek mendub, onu yerine getirmek mekruhtur. Kefaret gerektirir.
5- Mendubu
yapma veya mekruhu terk üzerine yemin etmek:
Bu Allah'a itaattir.
Onu yerine getirmek mendub, bozmak ise mekruhtur.
Nezir; kişinin,
Şeriat'in aslında bağlayıcı olmayan bir ibadeti, bunu iş'ar eden, «Şu kadar
parayı tasadduk etmem Allah için üzerime borç olsun.» veya «Eğer Allah
hastalığıma şifa verirse, üç gün oruç tutmam üzerime borç olsun.» gibi sözlerle
bağlayıcı hale getirmesidir. Kafir bile olsa akıllı, ergin ve hür kimsenin
yaptığı nezirler sahih olur.
Allah Sübhânehû,
Meryem'in annesinin karnındaki çocuğu Allah'a adadığını bildirerek şöyle
buyuruyor:
«İmrân'm karısı, «Yâ
Rabbi! Karnımda olanı sadece sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul
buyur. Doğrusu Sen, İşiten ve Bilen'sin.» demişti.» (ÂI-i Imran: 35) aAllah,
Meryem'e bunu emrederek, şöyle buyurdu. İnsanlardan birini görecek olursan,
oBen, Rahman'a oruç adadım, bugün hiç bir insanla konuşmayacağım.» de.»
(Meryem: 26)
Allah, câhiliye
ehlinin Allah katında şefaatlerini ve O'na yakın mertebeye ulaştırılmalarını
isteyerek, ilâhlarına nezirde bulunduklarını anlatarak şöyle buyuruyor:
«Kendi zanlanna göre,
«Bu Allah'ındır, bu da putlanmrandir.» diyerek Allah'ın yarattığı hayvanlar ve
ekinlerden pay ayırdılar. Putlar için ayırdıkları, Allah İçin verilmez, ama
Allah için ayırdıkları putlara verilirdi, ne kötü hüküm veriyorlardı.» (En'am:
136)
Nezir, kitab ve
sünnetle meşru kılınmıştır.
Kitab'dan delilleri:
Allah Sübhânehû, şöyle
buyuruyor:
«Sarfettiğiniz harcı
ve adadığınız adağı, şüphesiz Allah bilir.» (Bakara: 270)
«Sonra kirlerini
giderip temizlensinler, adaklarım yerine getirsinler, Kabe'yi tavaf etsinler.
»(Hacc : 29)
«Onlar, nezirlerini
yerine getirirler ve fenalığı yaygın olan bir günden korkarlar.» (insan: 7)
Sünnetten delilleri :
Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyuruyor: «Kim Allah'a itaat hususunda
nezrederse, onu yapsın. Kim de Allah'a isyan hususunda nezrederse, onu
yapmasın.»
Buhari ve Müslim'in,
Âişe'den rivayetine göre, «îslâm onu meşru kılmış, ancak, hoş görmemiştir.»
İbn Ömer'e göre, Nebî
aleyhisselam nezri menetmiş ve şöyle buyurmuştur: «O hiç bir hayır getirmez.
Onunla sadece, cimriden mal koparıhr.» (Hadisi, Buhari ve Müslim kaydetmiştir.)
Nezir, kendisiyle
Allah Sübhânehû'ya yaklaşılacak bir ibadet olduğunda, sahih olup gerçekleşir.
Ona vefa göstermek de vacib olur.
Nezir, Allah'a isyan
üzere olduğunda ise sahih olmayıp, tahakkuk da etmez. Kabirler ve isyankârlık
üzerine yapılan nezir buna örnektir. Yine, şarap içmek, birini öldürmek,
namazı terketmek ya da ana-babaya eziyet etmek üzerine yapılan nezirler de
böyledir. Böyle bir şey nezredildiği zaman, ona vefa göstermek vacib değildir.
Aksine böyle bir şeyi yapmak haramdır. Bu nezrin kefareti de yoktur. Çünkü
nezir, tahakkuk etmemiştir. Allah Rasûlü, «isyanlar hususunda nezir yoktur.»
buyuruyor. Böyle bir şey üzerine, nezre-dene sert davranmak için kefaret
gerektiği de söylenmiştir.
Geçtiği gibi, bir
ibadet üzerine olan nezir, sahih, ma'siyet üzerine olan nezir ise gayr-i
sahihtir. Mubah nezir ise, «Bu trene binmek veya bu elbiseyi giymek Allah için
bana borç -olsun.* gibi sözlerle yapılan nezirdir. Âlimlerin cumhuru, «Bu
nezir değildir, bîr şey de gerektirmez.» demiştir.
Ahmed'in rivayetine
göre, Nebî aleyhisselam, hutbe verirken güneş altında dikilen bir bedevi gördü.
«Ne yapıyorsun?» diye sordu. «Allah Rasûlü hutbesini bitirene değin güneş
altında beklemeyi nezrettim.» dedi. Rasûl şöyle buyurdu: iBu nezir değildir.
Nezir ancak Allah rızası gözetilerek yapılan şeyde olur.»
Ahmed, «Bu tür
nezirler tahakkuk eder. Nezreden onu yerine getirip getirmemekte serbesttir.
Terkettiği zaman ise, kefaret gerekir.» demiştir.
Ravdatü'n-Neddiye
yazan, bu görüşü tercih ederek şöyle demiştir: Mubah olan nezirin de nezir
diye isimlendirilmesi doğru olur. Vefa gösterilme emrinin bunu da kapsadığım şu
hadis te'kid eder:
Bir kadın, «Ey
Allah'ın Rasûlü, gazandan sağ salim dönersen, başında def çalacağımı
nezretmiştim.» dedi. Nebî aleyhisselam, «Nezrini yerine getir.» buyurdu.
Def çalmak, mubah
olmayıp, ya mekruh ya da mekruhtan da kötü bir şey olunca, asla ibadet
sayılmaz. Eğer bu mubah ise, mubah şeyler üzerine yapılan nezre vefa
göstermenin vücûbuna delildir. Şayet mekruh ise, bu durumda onu yerine
getirmek, mubah olana vefa göstermenin daha evla olduğuna delil teşkil eder.
Nezir şartlı da şartsız
da olabilir.
Birincisi: Bu, bir
nimetin oluşu veya bir sıkıntının giderilmesi durumunda bir ibadeti yapmayı
üzerine almadır. Bunlar, a Eğer Allah hastalığıma şifa verirse, üç miskini
doyurmak üzerime borç olsun.» veya «Allah şu husustaki emelimi gerçekleştirirse,
şöyle yapmak bana borç olsun.» türünden nezirlerdir. İstenilen şeyin gerçekleşmesi
halinde nezri yerine getirmek gereklidir.
İkincisi: Mutlak
nezir, hiç bir şeye bağlamadan Allah için iki rekat namaz kılmayı üzerine alıp,
kendine gerekli kılmaktır.
Allah Rasûlü'nün
«Allah'a itaat üzerine nezreden, O'na itaat etsin.» hadisinin hükmü altına
girdiği için bu tür nezre vefa göstermek gereklidir.
Hanefîlerin
kitaplarında şöyle denmektedir: Avamın çoğunluğunun yaptığı, onlara yaklaşmak
için evliya-ı kiram'm kabirlerine para, mum, yağ ve benzeri şeyler alarak, «Ey
falan efendim! Eğer uzakta bulunan falan geri dönerse, ya da hastalığım
iyileşirse veya ihtiyacım giderilirse sana şu kadar para veya yiyecek ya da mum
yahut da yağ adıyorum.» şeklinde sözlerle ölüler üzerine yapılan nezir (adak)
ler, icma ile bâtıldır. Şu yönlerden dolayı haramdır:
1- Bu
mahlûka yapılan bir nezirdir. Mahlûka yapılan nezir caiz değildir. Çünkü nezir
bir ibadettir. İbadet ise ancak Allah'a yapılır.
2- Bir
ölünün bazı işlerde Allah'ın dışında tasarruf ettiğini zannetmek ve buna
inanmak küfürdür. Bundan Allah'a sığınılır. Fakat; «Ey Allah'ım! Hastalığımı
iyileştirir veya gurbette kalanı döndürür ya da ihtiyacımı giderirsen faîan
velinin kapısındaki fakirleri doyuracağım veya mescide hasır ya da onu
aydınlatmak için yağ alacağım veya onun hizmetlerini yerine getirene para
vereceğim.» gibi sözlerle yapılan ve fakirlerin faydalanması için olan nezirler
ise Allah azze ve celle içindir. Burada, velinin ismi adağın sarfedt-leceği yer
olarak belirtilmiştir. Bu bakımdan böylesi nezirler caizdir. "
Bu nezirlerin, fakir
olmayıp, ilim, neseb, rütbe, şeref veya mal sahibi olan kimselere harcanması
caiz değildir. Şeriat'ta zenginler için bir hüküm yoktur.
Eğer belirli bir yerde
namaz, oruç, Kur'ân okuma veya i'tikaf gibi bir ibadet nezredilirse, bu yerin
üç mescidde (Kabe, Mescid-i Nebî ve Kudüs) namaz gibi, Şeriat'ta bir meziyeti
bulunan belirli bir mekân ise onu yerine getirmek gerekir. Aksi durumlarda ise,
Allah'ın uyulmasını emrettiği neziri tayin ettiği yerde yerine getirmeyebilir.
Bu Şafiiler'in görüşüdür. Onlar şöyle dediler: Kişi, bir belde halkına bir şey
tasadduk etmeyi nezretse, bunu yerine getirmesi gerekir. Bir beldede oruç
tutmayı nezretse oruç gereklidir. Çünkü oruç ibadettir ve onun için bir mekân
tayin edilmemiştir. Onu başka yerde de tutabilir.
Eğer ayrıcalığı
olmayan bir beldede namazı nezretse, onu başkasında da kılabilir. Çünkü Mescid-i
Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa' dışında mekanın değişmesinde, yemin
değişmez. Fakat bu mescidlerden birinde namaz kılmayı nezretse, Nebî aleyhisselam'in;
«Üç mescid dışında yolculuk yoktur: Mescid-i Haram, benim bu mescidim ve
Mescid-i Aksa.» hadisi gereğince bunların faziletinin büyüklüğü sebebiyle
ta'yin ettiği yerde namazı kılar.
Şafiîler, nezirde
tasadduk yerinin belirleneceğine de, nakli delil ile istidlal etmişlerdir.
Bu delil, Arar bin
Şuayb'ın babası yoluyla dedesinden naklettiği hadistir: «Bir kadın, Nebî
aleyhisselam'a gelerek: «Ey Allah'ın Rasûlü! Ben şu ve şu hayvanı cahiliyye
halkının kurbanlarını kestikleri yerde kesmeyi nezretmiştim.» dedi. Nebi
aleyhisselam: «Put için mi?» diye sordu. Kadın «Hayır» dedi. Nebî aleyhisselam:
«Heykel için mi?» diye sordu. Kadın «Hayır» dedi. Nebî aîeyhisselam: «Öyleyse
nezrini yerine getir.» buyurdu.
Hanefiler şöyle
demiştir: «Şu yerde iki rek'at namaz kılmam
(veya) şu beldenin
fakirlerine sadaka vermem Allah için üzerime borç olsun.» diye nezreden
kimsenin Ebû Hanife, Muhammed ve Ebu Yusuf'a göre, bu mekandan başka bir yerde
nezrini yerine getirmesi caizdir. Çünkü nezirden amaç, Allah azze ve celle'ye
İbadet ile yaklaşmaktır. Yoksa, mekanın kendisi .ibadete dahil değildir.
Eğer Mescid-i Haram'da
iki rek'at namaz kılmayı nezredip de, şerefçe ondan daha aşağı, veya bir şerefi
bulunmayan bir yerde nezrini yerine getirse hanefilere göre bu yeterlidir,
çünkü nezirden amaç, Allah azze ve celle'ye ibadetle yaklaşmaktır. Bu ise her
mekanda tahakkuk eder.
Belirli bir şeyhe
nezredildiğinde, eğer bu şeyh hayatta ise ve nezreden, fakirliği ve hayati
ihtiyaçları sebebiyle ona tasadduk etmeyi kasdettiyse, nezri sahih olur. Bu,
İslâm'ın teşvik ettiği ihsan meselesine girer.
Eğer bu şeyh ölü ise
ve nezreden onunla istiğaseyi kasdetmiş ve ihtiyacının giderilmesini istemişse,
bu nezir ma'siyet üzerine yapılan nezirdir ve yerine getirilmesi caiz
değildir.
Meşru bir oruç
nezredip, yaşlılığı veya kurtulamayacağı bir hastalığı sebebiyle yerine
getiremeyen kimse, onu tutmaz ve yemin kef-fareti verir veya her gün için bir
fakiri doyurur. «İhtiyaten her ikisini de yapar» da denilmiştir.
Malının tamamını
tasadduk etmeye yemin eden veya «Malım Allah yolunda sadakadır.» diyen kimse,
büyük bir şey üzerine nez-relmiştir ve bozulduğunda yemin kefareti gerekir. Bu
Şafiî'nin görüşüdür.
Malik ise, «Malının
üçte biri alınır.» demiştir.
Ebû Hanifc de; «Yalnız
zekat düşen mallarını —gayrı menkul, hayvan vs. olsun— aynen verir, zekat
düşmeyenleri ise vermez.» demiştir.
Nezreden nezrini
yerine getirmez veya nezrinden dönerse, ona yemin kefareti gerekir. Ukbe b.
Âmir'den rivayete göre, Nebî aley-hisselam, şöyle buyurmuştur:
«Nezrin kefareti,
yemin kefaretidir.»
(Hadisi, İbn Mâce ve
Tirmizi kaydetmiş; Tirmizî, «hasen-sa-hih-ğarib» demiştir.)
Ibn Mâce'nin
rivayetine göre, bir kadın, Nebî aleyhisselam'a, «Annem, üzerinde oruç nezri
varken Öldü.» dedi. Nebî aleyhisseIam, «Onun yerine velisi tutsun.» buyurdu.