Yemin Riddet (Dinden Dönmek) Île Hükümsüz Olur :
Ne İçin Yemin Yapılıyorsa, Onun Mevcut Olması Şarttır :
ALLAH (C.C.) İLE
YEMİN ÜÇ KISMA AYRILIR
Boşama Ve Köle Azâd Etmekle İlgili Yemine Gelince :
Allah'tan Başkasıyla Yemin Etmek :
Şefaatten Mahrum Olayım, Demek Yemin Sayılır Mı?
İçinde Bismillah Yazılı Bir Kitabı Kaldırarak Yemin
Ederse :
Keffareti Bir Defada Bir Fakire Vermek :
Keffaret Vekâlet Yoluyla Ödenebilir Mi?
Yemin Keffaretiyle Kefen Alınır Mı?
Keffaret Ana-Babaya Veya Evlâda Verilebilir Mi?
Gayr-İ Müslim Vatandaşlara Verilir Mi?
Yemin Keffareti Orucunu Bayram Günleri Tutmak Caiz Olur
Mu?
Üzerinde Îki Yemin Keffareti Bulunan Kimse :
Kendisine Yemin Keffareti Gereken Bir Başkasının Yerine
Oruç Tutmak Caiz Midir?
Oruç Tutacak Güçte Olmayan Yaşlı Ne Yapar?
Fıkıhta, bir şeyi
yapmaya veya yapmamaya azmedip üzerine Allah (C.C.) adıyla sağlam bağlantıda
bulunmaya Yemin denir. Bo-jşama
veya azâd etmeye ta'likan
yapılan and'a da Yemin denilmiştir.
Yemîn iki kısma
ayrılır .
Allah (C.C.) ile veya
O'nun Sıfatlarından bir sıfat ile yemin etmek; diğeri de Allah'tan başkasıyla
yemin etmek.[1]
Allah'tan başkasıyla
yemin etmek de iki kısma ayrılır :
1. Baba-dedelerle, peygamber ve meleklerle, oruç ve
namaz gibi ibadetlerle yemin etmek gibi. Kabe, Zemzem, Harem-i Şerîf ve benzeri
kutsal yerlerle yemin etmek de bu türdendir ve caiz değildir.
2. Şart ve ceza şeklinde yapılan yemindir. Bu da ya Allah'a yakınlık ifade eder, ya
da etmez. Örneğin : «Şunu yaparsam bana bir gün oruç, veya namaz, veya hac ya da umre vâcib olsun», gibi,
bunlar Allah'a yakınlık ifade eden yeminlerdir. «Şu işi yaparsam, karım boş
olsun veya kölem azâd olsun» derse, bunda yakınlık
söz konusu değildir.[2]
Yeminin Rüknü :
Allah (C.C.) ile veya
O'nun sıfatlarınO iu
biriyle yemin etmenin rüknü, Allah'ın ismini veya sıfatlarından İr ı "mi
anmakla gerçekleşir.[3]
Yemin edenin âkil ve
baliğ olması şarttır. O halde delinin ve çocuğun yaptığı yemin sahih değildir,
bir hüküm ifade etmez. Aynca yemin edenin Müslüman
olması da şarttır. Bu bakımdan kâfirin yemini sahih sayılmaz. Yemin ettikten
sonra İslâm'a giren ve sonra yemini bozan kâfire keffaret
gerekmez. Çünkü" henüz Müslüman olmadan yemin etmişti ki bu bir hüküm
ifade etmemekteydi.[4]
Adam Müslüman iken
yemin eder ve sonra dinden dönerse, yap1-tığı yemin hükümsüz kalır. Sonra
tekrar İslâm'a dönse bile artık o yeminin hükmü gerekmez.[5]
Yeminin sıhhati için
hürriyet şart değildir. Kölenin, esirin, tutuklunun yapacağı yemin hüküm
taşır, yani sahihtir. Hanefîlere göre, zorlanarak yapılan yemin de sahihtir, hüküm
taşır. Bunun gibi, şaka yollu veya alay vâri yemin
etmek de hüküm taşır. [6]
O halde mevcut olmayan
ve olması da imkân dahilinde bulunmayan bir şey için yemin etmek sahih
sayılmaz.
Ayrıca yeminin istisna
ile yapılmaması da şarttır. Örneğin : «Vallahi şu işi -inşaAllah-
yapmıyacağım» demek gibi.[7]
1. Yemin-i Ğâmûs : Geçmişte
olan bir şeyin olmadığına, olmayan bir şeyin olduğuna yemin etmek gibi. Bu yeminden
dolayı sahibi günahkâr olur ve günaha daldığı için Ğâmûs
denir. Bunun kef-fareti
yoktur; sahibinin tevbe ve istiğfar etmesi,
bağışlanmasını dilemesi gerekir.
2. Yemin-i Lağv : Boş ve anlamsız yemin. Geçmişte olmayan bir şeyi oldu sanarak veya
içinde bulunduğu zamanda mevcut olan bir şeyin mevcut olmadığını sanarak yemin
etmek, bu cümledendir. Bir de ağız alışkanlığı olup âdet haline gelen yeminlere
de bu isim verilmiştir. Bu tür yeminler bir hüküm taşımaz. Keffaret
de gerekmez. Ancak ağzı yemine alıştırmamak, sünnete riayettir.
3. Bağlantı yapan yemindir. Gelecekte bir şeyi yapma voya yapmamaya azmedip yemin etmek bu cümledendir. Böyle
bir yemin bozulduğu takdirde keffaret gerekir.[8]
Bu üçüncü kısım ise
yapılan yemini muhafaza hususunda dörde
ayrılır : Birincisi, kendisine vâcib olan bir fiili
yapmaya azmedip yemin etmek veya kendisine günah olan bir fiili yapmamaya azmedip
yeminde bulunmak. Bu zaten yeminden önce de kendisine farz idi. Yaptığı yeminle
bunu daha sıkı bağlamış olur. İkincisi, yapılan yemini muhafaza etmek caiz
değildir. Örneğin, kendisine farz olan bir taati terketmeye veya kendisine haram ve günah sayılan bir fiili
işlemeye yemin etmek bu cümledendir. Böyle bir yemini muhafaza etmek caiz
değildir. Üçüncüsü, yaptığı ye'mini
muhafaza ile onu bozmak arasında serbest olmasıdır; ancak bozması daha
hayırlıdır. Dördüncüsü, yaptığı yemini bozmasıyla, muhafaza etmesi ibahatte eşittir,
ancak bozması daha uygun sayılır.[9]
Gelecekle ilgili ise,
o da yemin, yani bağlantı yapmış yemin kabul edilir. Geçmişle ilgili ise, onda ne yemini lağv, ne de
yemin-i-ğâmûs tahakuk eder.
Yani bu anlamda bir hüküm taşımaz. Ancak yaptığı yeminin aksini bilir veya
bilmezse, talâk vaki' olur. Adak ile yemin etmek ise, onun geçerliğini ve
gerçekleşmesini kuvvetlendirmektir. Bunu bir misal ile açıklıyalım
: «Eğer bu falan değilse, bana bir haccetmek gerekli olsun» der ve kasdettiği kimse o adam çıkmaz ve kendisi de onun falan olduğunda şüphe etmemişse, o takdirde adak mahiyetindeki yemininden dolayı kendisine bir hac gerekir.[10]
Allah İC.C.) ile yemin
etmek mekruh değilse de buna dili alıştırmamak veya pek az yemin etmek daha
uygundur.[11]
Allah İC.C.)
ile veya O'nun Rahman, Rahim gibi isimlerinden biriyle yemin etmek,
geçerlidir. Yani şer'î anlamda yemin kabul edilir. Halk ilâhî isimlerden
herhangi biriyle yemin hususunu bilsin bilmesin farketmez.
Mezhebin zahiri de budur. Ayni zamanda sahih
görüşte bu doğrultudadır.
Bunun gibi halkın
örfünde Allah'ın sıfatlarından bir sıfatla yemin ediliyorsa, o takdirde o
sıfatla yemin etmek de, şer'î anlamda yemin kabul edilir. Meselâ : Allah'ın İzzeti
veya Kibriyası ile yemin letmek
bu cümledendir. Yani bazı kesimlerde halk bu sıfatlarla yemin eder. Meşayihten çoğu bunu ihtiyar etmiştir.[12]
' O halde ilâhî
sıfatlardan biriyle yemin etmek, örfî yönden muteber sayılır. Böyle bir örf
yoksa, farklı görüşler ortaya konmuştur. Buna bir misal verelim : «Rabbime and olsun» veya «Arş'm Rabbine yemin
ederim» veya «Âlemlerin Rabbine and olsun» diye yemin
etmek, uygundur, çünkü bu hususta yaygın bir örf mevcuttur.[13]
Bunun gibi, «Cenâb-ı Hakk'a
yemin, olsun» derse, bu da sahihtir. Çünkü sözü edilen tabir örf yönünden çok
yaygındır. Eİ-Mebsut sahibi de ayni tesbiti yapmış ve sahih olduğunu belirtmiştir.
«Allah hakkı için...»
diye yemin ederse, îmam Ebû Hanîfe'ye
göre yemin yasılmasa bile, îmanı Ebû Yusuf'a göre
yemin sayılır. Bunun gibi, «Allah'ın kuvveti, O'nun irâdesi", O'nun
sevgisi, O'nun Kelâmı hakkı için» diye yemin ederse, bunlar da yemin kabul
edilir. Çünkü halk arasında bu türlü yeminler çok şayi'dir.[14]
«Allah'a ahd olsun, İlâhî emanet hakkı için» derse, bunda şüphe
edenler olmuştur. Tahavîye göre, yemin sayılmaz. îmam
Ebû Yusuf'tan da bu mealde bir rivayet yapılmıştır.
Ama «Allah'ın ahdi, Allah'ın zimmeti hakkı İçin» derse, bu yemin sayılır.
«Allah ile şehadet ederim ki...» veya «Allah'a yemin ederim» •Allah'a
kasem ederim», «Allah ile azmediyorum, O'nun ahdiyle yemin ediyorum...» derse,
bunlar da yemin kabul edilir. Bunun gibi, «Allah üzerine yemin olsun»,
«Allah'ın yeminiyle, «Allah'ın ömrüyle», «Allah üzerine adak olsun» veya
«Allah'ın adağıyla yemin olsun» gibi sözler de yemin sayılır.[15]
Genellikle yemin
Allah'ın isimlerinden veya sıfatlarından biriyle yapılırsa muteber olur. Bunun
için Allah'tan başkasıyla yapılan yemin
sahih değildir. Buna bir misal verelim : «Peygamber ile yemin-ederim» veya
«Kabe hakkı için» gibi sözler bu cümledendir.[16]
îmam Muhammed'e göre,
«Kur'ân ile» yemin etmek de sahih kabul edilmez. Fukahadan çoğuna göre, İmam Muhammed zamanında, kimse Kur'ân ile yemin etmezdi. Ama günümüzde, Allah Kelâmı olduğu
düşünülerek onunla yemin edenler çoğalmıştır. Bu bakımdan Kur'ân
ile yapılan yemin bugün için sahihtir. Fetva da bunların görüşüne göredir.
Nitekim fukahanm meşayihi
de ayni görüşü ihtiyar etmişlerdir. Muhammed bin Mukatü
de Kur'ân ile yeminin sahih olduğuna kaaildir.[17]
Fukahadan bir kısmı, bu da yemin sayılır demişlerse de sahih
olan kavle göre, yemin sayılmaz. Ama *Şu şeyi yaparsam Kur'ân'-dan
ilgim kesilsin» veya «Kıbleden, ya da Namaz ve Oruc'tan ilgim kesilsin» diye yemin ederse, muhtar olan
kavle göre, bunlarla yemin sahihtir. Çünkü bunların hepsi ilâhî emirle farz
kılınmıştır. Dolayı-siyle Allah ile yemin etmek
demektir. «Dört kitaptan beri olayım» demek de yemin sayılmıştır.[18]
İçinde Bismillahi'r-Rahmâni'r-Rahîm
yazılı bir kitabı kaldırarak, «Eğer şu işi yaparsam bu kitapta yazılı bulunan
şeyden beri olayım» derse, yemin sayılır. Veya doğrudan doğruya, «Bismillah'tan berî olayım» diye yemin ederse bu da
sahihtir. Ama «Mü'minlerden berî olayım»- derse
yemin sayılmaz.[19]
Ramazan ayı'ını kasdederek «Şu otuz
günden beri olayım» der ve bununla onun farziyetini kasdederse, yemin sayılır. «îmândan berî olayım» derse,
yemin kabul edilmez.
«Orucumdan veya
Namazımdan beri olayım» diye yemin ederse, sahih sayılmaz,
«Eğer şu işi yaparsam
Yahudi veya Hıristiyan ya da Kâfir olayım» derse,
bunlar kendi itikadınca küfür sayılıyorsa, yemin kabul edilir.[20] O
halde belirttiği işi yapacak olursa, keffaret
gerekir. Ancak yemini bozunca, Kelime-i Şehadeti
getirmesi, tavsiye olunur. [21]
Yemin keffareti, fakirleri korumaya, sosyal adaleti kısmen olsun
sağlamaya, toplum yapısındaki boşluğu doldurmaya yönelik bir sosyal anlamda
yardımdır.
Keffaret şu üç şeyden biriyle yerine getirilmiş olur ;
1. Varsa bir köle azâd etmek
(hürriyetine kavuşturmak).
2. Köle yoksa, on fakiri giydirmek veya on fakiri
sabahlı akşamlı doyurmak.
3. Bunlardan hiçbirine güç getiremediği takdirde üç gün
oruç tutmak.
Günümüzde kölelik
cariyelik konusu kapanmıştır. Bu bakımdan nasü bir
köle azâd edilmesi gerekiyor, diye üzerinde
durmuyoruz. Bu hüküm, zorbalar tarafından esir alınıp köle olarak kullanılan masum
insanları kurtarmayı amaçlar. Savaşlarda da elde edilen esirlere zaman zaman köle muamelesi yapılırdı.
On fakiri giydirme
hususuna gelince : îmanı Ebû Hanife
ile İmam Ebû Yusuf a göre, elbisenin en aşağısı,
bütün bedeni örtecek şekilde olmasıdır. Sadece bir gömlek ya
da bir don yeterli değildir. Sahih olan da budur.[22]
Yemini bozduğunda
zengin iken keffaret vermek istediğinde fakir düşen
kimsenin üç gün üstüste oruç tutması kafi gelir.
Şöyle ki, bu konuda zenginlik, keffaret verileceği
vakit ile itibar edilir. Daha önce zengin ya da
fakir bulunması buna te'sir etmez.[23]
Kendisine keffaret gereken kimsenin elinde mal ve parası bulunmaz da
gaibde malı bulunur veya birinde alacağı olur, ama
hemen tahsil etmesi mümkün değilse, o takdirde üç giın
oruç tutması yeterli sayılır. îmam Muhammed'in de ictihad
ve tesbiti bu anlamdadır. Ama adam alacağını hemen
tahsil edebiliyorsa, o takdirde oruç tutması caiz olmaz.
Bunun gibi kadına
yemin keffareti gerekir, fakirleri giydirecek veya
yedirecek mal ve parası bulunmaz, sadece kocası üzerinde meh-ri bulunur ve kocasının da ödeme imkânı olursa, o takdirde
kadının oruç tutması caiz değildir, mehrini alıp
fakirleri yedirmesi gerekir.
Ancak kadının alacağı mehr kadar başkasına borcu varsa, aldığı mehri borcuna yatırır, keffaret
için üç gün oruç tutar.[24]
Fukahanm çoğuna göre, kadın mehrini
alıp henüz borcunu yatırmadan oruç tutabilir mi? En sahih kavle göre,
tutabilir. El-Mebsut sahibi de ayni fetvayı
vermiştir.
On fakire birer çift
ayakkabı veya birer sarık vermek kafi değildir. Ve bunlar elbiseye- de dahil
değildir.
Keffaret olarak verilen elbiselerin çok eski olması halinde,
şu hususa dikkat edilir : Yeni elbise altı ay giyiliyoı,
verilen eski elbise dört ay ancak giyilebilirse, o takdirde caiz olur. Artık
ikisi arasındaki kıymete bakılmaz. [25]
Keffaret ister yiyecek veya bedeli olsun, ister elbise veya
bedeli olsun, hepsini birden bir defada bir fakire vermek caiz değildir. Ancak
başka fakir bulmakta zorluk çekiyorsa, o takdirde ayni fakire her gün sabahlı
akşamlı doyacak kadar buğday ya da bedelini veya
ayni fakire her gün bir elbiseyi vermek kâfi gelir, yani keffaret
ödenmiş olur.
On fakire, kıymeti on
elbiseyi bulacak bir deve, bir at verecek olursa, bu da kâfi gelir. Fakirler o
deve veya atı satıp eşit şekilde aralarında taksim ederler.[26]
Genellikle malî
ibâdetlerde vekâlet caizdir. Hatta vekil olarak belirlenen kimse, müvekkili
henüz para vermeden kendi malından onun keffaretini
öderse, caiz olur. [27]
Adamın üzerinde
biriken birkaç yemin keffaretiyle kefen alıp
dağıtacak olursa, caiz olmaz. Bunun gibi keffaret
parası, cami inşasına ve benzeri yerlere de verilmez. Çünkü bu fakirlerin
hakkıdır, herhalde bu hakkı sahiplerine ulaştırmak gerekir.
Zengin de olsa yolda
kalmış ve memleketinden hemen yardım gelmesi mümkün değilse, yemin keffaretinden ona da vermek caizdir.
Üzerinde iki yemin keffareti bulunur ve yirmi elbise değerinde on elbise alıp
on fakire verecek olursa, bu sadece bir keffaret
yerine geçer. Nitekim îmam Ebû Hanîfe
ile îmam Ebû Yusuf'un görüşleri de bu anlamdadır.
Yemin keffaretini verdiği fakir ölür ve keffareti
veren adam ona vâris bulunur veya keffareti ona
verdikten sonra değerinde satın alır veya fakir aldığı keffareti
ona hibe ederse, verdiği keffaret bozulmuş olmaz.
Buna fetva verilmiştir.[28]
Ancak bu fetvayı kötüye kullanmamak gerekir. Yani danışıklı biçimde fakiri
çağırıp ona yemin keffareti verir ve sonra
anlaşmaları gereği fakir o keffareti ona bağışlarsa,
buna fetva verilmez. Çünkü maksatlı ve danışıklı bir bağış söz konusudur.
Yiyecek maddesi keffaret olarak verildiğinde hepsinin ayni cinsten olması
şart değildir. Meselâ : Beş fakire yarım sa' £1,667
gr.) buğday verirken beş fakire de birer sâ' (3,334
gr.) arpa verebilir. Fuka-ha buna cevaz vermiştir.
Bunun gibi, beş fakire elbise, beş fakire de temlik anlamında buğday ya da arpa verilirse caiz olur. Ama beş fakire elbise
verirken diğer beşini sabahlı akşamlı temlik olmaksızın yedirmek kâfi görülmemiştir.
On fakire sabahlı
akşamlı yedirmenin ölçüsü, doyacakları nis-bettir.
Ama temlik ölçüsünde buğday veya arpa verilirse, bunun nis-beti
bellidir. Ekmekle birlikte katık vermek müstehabdır.
Nitekim İmam Ebû Hanîfe'ye göre, on fakirin
önüne üç ekmek bırakır ve onlar da bununla doyacak olurlarsa, on fakiri
doyurmuş sayılır.
Ama pn fakirden biri daha önce karnını doyurup öylece gelmişse
veya on kişinin arasından biri henüz süt emiyorsa, o takdirde dokuz fakiri
doyurmuş kabul edilir, ayrıca bir fakiri daha doyurması gerekir.[29]
Fukahanın çoğuna göre, yedirilen şey arpa, darı ve benzeri tahıldan
yapılmış ekmek veya çorba ise, bunun yanında biraz da katık bulundurmak
gerekir. Buğday ekmeği ise, katık bulundurulmasa da olur.
Adam keffaret olarak beş fakiri doyurduktan sonra fakir düşerse,
o takdirde üç gün oruç tutması gerekir.[30]
Usûl ve furu'a zekât verilmediği gibi, keffaret
de verilmez. Usûl ve furu'dan kasdımız,
ana, baba, dede, nine, evlâd ve torunlardır.Bun-ların dışında kalan diğer yakınlara -fakir iseler- vermek
daha uygun olur.[31]
Bilindiği gibi, zekât
ancak Müslüman fakirlere verilirdi. Keffaret böyle
değildir, Müslümanlara verilebileceği gibi, gayr-i müslim
fakir vatandaşlara da verilebilir. Vatandaş olmayan gayr-i müslim-lere vermek caiz değildir. Bunda icmâ'
vardır.[32]
Bayram günleri bu gibi
keffaret orucunu tutmak caiz değildir. Bunun gibi
teşrik günlerinde (kurban bayramının birinci gününü takip eden ilk üç güne
verilen ad) de keffaret orucunu tutmak caiz
görülmemiştir.[33]
Üzerinde bulunan üç
yemin keffaretine karşılık birisi için bir köle azâd eder, birisi içinde on fikiri
giydirir, üçüncüsü için de on fakiri yedirirse, caizdir. Buna muhalefet eden
olmamıştır.
Yemin keffaretini karşılamak için iki gün oruç tuttuktan sonra
on fakiri yedirecek veya giydirecek kadar imkâna erişirse, o takdirde, geriye
kalan bir günün orucunu bırakıp yiyecek ve giyecekleri keffaret
olarak vermesi gerekir.
Kendisine keffaret gereken kadın fakir olur da oruç tutmak zorunda
kalırsa, kocası dilerse oruç tutmasına engel olur ve onun yerine, yani onun
adına keffaret olarak on fakiri doyurur.[34]
Üzerinde iki yemin keffareti bulunan kimse, birisi için önce üç gün oruç
tuttuktan sonra diğeri için on fakiri yedirir veya giydirirse, tuttuğu oruç
sahih olmaz. Çünkü önce on fakiri yedirip veya giydirdikten sonra bir keffaret için üç gün oruç tutması gerekirdi. Fakirleri
yedirme veya giydirme imkânı varken oruç tutmak sahih değildir. [35]
Nasıl bir başkasının
yerine namaz kılmak veya Ramazan orucunu tutmak caiz değilse, bir başkasının
ölü olsun, diri olsun- yemin keffaretini karşılamak
için üç gün oruç tutmak da caiz değildir. Çünkü bedeni ibâdetlerde genellikle
vekâlet caiz değildir. Ancak Hacc ibâdeti müstesna.[36]
Kendisine yemin
kefareti gereken yaşlı kimse, on fakiri yedirecek veya giydirecek malî imkâna
sahip değilse, yaşlılığından dolayı oruç da tûtamıyorsa, o takdirde başkası
isterse onun yerine on fakiri' yedirip ya da
giydirebilir.[37]
Üzerinde yemin keffareti bulunduğu halde ölen veya öldürülen kimseden bu
borç düşmez. Malı varsa, mirasçılara taksim etmeden bu keffaret
borcu çıkarılıp verilir. Fukahanın çoğuna göre, Zihar keffareti de böyledir, yani
ölmekle sakıt olmaz, terekesinden ödenmesi gerekir.[38]
[1] El-Kafi - Hâkim-i Şehid Mervezî.
[2] Fetivâryi
Hindiyye.
[3] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/153.
[4] El-Bedayi'
– Kâsani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/154.
[5] El-Ihtiyar
Şerhü'I-Muhtar.
[6] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/154.
[7] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/154.
[8] El-Kâfi - Hakim-i Şehid Mervezi.
[9] El-Muhit - Radıyüddin Seralısi - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 3/154-155.
[10] El-Hulasa.
[11] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/155.
[12] El-Kâfi - Hâkim-i Şehid Mervezî.
[13] El-Bedayi'
Kâsânî.
[14] Siracü'l-Vehhac - Ş&msü'l-Eimme Halvanî.
[15] Feta-vâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/155-156.
[16] El-Hidâye
– Merğmanl.
[17] EI-Kâfi - Hâkim-i Şehid Mervezî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/156-157.
[18] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/157.
[19] Fetavâ-yi
Kaadıhan.
[20] El-Bedayi1 . Kâsanî.
[21] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/157.
[22] El-Hidiye
- Merğinani - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[23] Fethü'l-Kadir
- Kemal b. Hümanı.
[24] El-Muhit - Radıyûddin Serahsî.
[25] Fetava-yi
Kaachhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/158-159.
[26] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/159.
[27] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/159.
[28] El-Mebsut
- Radıyüddin Serahsî - Fetâvâryi Hindiyye.
[29] Fetava-yi
Kaadıhan.
[30] El-Mebsut
- Radıyüddin Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/159-161.
[31] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/161.
[32] Siracü'l-Vehhan - Şemsü'l-Eimme Halvanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/161.
[33] Et-Me"bsut
- Fetâvâ-yi Hindiyye.
[34] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi - El-Cevheretü'n-Neyyire.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/161.
[35] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/161-162.
[36] El-Mebsut
- Şemsü'l-Eimme – Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/162.
[37] SirasülVehhac
- Şemsü'l-Eimme Halvani.
[38] El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 3/162.