Zekatın Önemi Ve Faziletleri Hakkında Ayetler
Zekatın Önemi Ve Faziletleri Hakkında
Zekat vermek İslam'ın
çok önemli rükûnlarından biridir. Meşhur olan kavle
göre Allah cette celaiuhu kendi Yüce Kelamı'nda 82
yerde namazla birlikte zekatı emretmiştir. Sadece zekatın zikredildiği yerler
ise buna ilavedir. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiemln meşhur bir hadisi vardır:
"İslam beş şey üzerine kurulmuştur: 1-Kelime-i Şehadet
2-Namaz. 3-Zekat. 4-Oruç. 5-Hacc". Bir hadiste
bu-yuruluyor ki: "Allahu
Teâlâ zekat vermeyen kimsenin namazını kabul etmez.
Çünkü Allahu Teâlâ (Kur'an-ı Kerîm'de) onu namazla birleştirmiştir. O halde bu
ikisi arasında ayırım yapmayın"[1]Bu beş
şey İslam'ın temelleridir. Bunlardan birini inkar edenin kafir olduğuna dair
alimlerin görüş birliği vardır. Bunlar ibadetlerin en önemlileridir. Bunlar bir
bakıma İslam'ın dayanağıdır. Ancak eğer dikkatlice bakılırsa onların hülasası
şudur; Kulluğu ikrar ettikten sonra, Mevla'nın huzurunda ve sevgilinin
dergahında iki türlü hazır bulunmakdır. Birincisi,
ruhanidir. Namaz yoluyla elde edilir. Bundan ■dolayı Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem
şöyle buyurmuştur: "Namaz kılan Allah ile konuşmaktadır". Bundan
dolayı namaza Mü'miniehn Miracı denmiştir. Bu hazır
bulunmak, insanın her zaman ki ihtiyaç ve zaruretini, sahibi ve malikinin
huzuruna arz etme vaktidir. İnsanın her zaman ihtiyaçları doğar. O halde
tekrar tekrar Mevla'sının huzurunda bulunması
gerekmektedir. Bundan dolay: hadislerde şu konu sıkça geçmektedir;
Peygamberimiz saiiaiiahu aleyhi veseilem
ve bütün Enbiya-i Kiram aieyhimüsseiam'\n bir ihtiyaçları
olduğunda, namaza yönelirlerdi. Bu hazır oluşta, kul tarafından hamd ve senadan sonra yardım talebi vardır. Allah tarafından
da duaya icabet edileceği vaadi vardır. Fatiha suresini tefsir eden hadislerde
bu açıklanmıştır. Bundan dolayı Namaza gelin diye nida edildiği zaman, hemen
onunla birlikte Felaha gelin diye ilan edilmektedir. Yani İki cihan kurtuluşu
için gelin denilmektedir. Bunu teyid eden pek çok
hadis birikimi mevcuttur. Namaz iki cihanın felah ve kurtuluşu olduğundan
dünya ve ahiretin her ikisi de insana ihsan edilir.
Bundan dolayı zekat bir bakıma bunun tamamlayıcısı ve bütün leyicisid ir. (Sanki şöyle denilmektedir) "Bizim
kapımızdan sana ne verildiyse, ondan çok az bir miktarını (yüzde iki buçuğunu)
Bizim adımızı anan fakirlere de ver". Bu bir bakıma o kapıdan verilen
ihsanın şükrüdür. Bu hem aklîdir, hem fıtrîdir hem de âdetlere uygundur. Şöyle
ki; padişahın saray bahşişlerinden o sarayın hizmetçilerine de verilir. İşte
bundan dolayıdır ki, Kur'an-ı Kerim'de sık sık namaz emri nerelerde geçiyorsa
onunla birlikte çoğunlukla zekat emri geçmektedir.
"Namaz yoluyla Bizden isteyin ve alın. Sonra ondan birazını Bizim adımızı
ananlara (Mü'minlere) verin" denmek
istenmektedir. Sonra işin tadı da şudur ki, bu az miktarın eda edilmesi üzerine
başlı başına bir mükafat, apayrı bir sevap ve bol bol
nimetler vaad edilmiştir.Mevla'nın kapısında ikinci
hazır bulunmak ise cismânîdir. Sevgilinin mekanında hazır bulunmaktır ki, buna
Hacc denir. Bunda gene! olarak can ve mal yönünden
meşakkat vardır. Bundan dolayı gücü yeten kişinin ömründe bir kere O'nun
huzurunda hazır bulunması kararlaştırılmıştır. Orada hazır bulunmak için de,
kendi kendini pisliklerden temizlemek gayesiyle bir ay oruç tutmak zaruri kılınmıştır.
Bütün pisliklerin kökü mide ve haya yeridir. (Mevla'nın huzurunda hazır
bulunmaya) kabiliyet meydana gelmesi için birkaç gün özenle bu uzuvlar korunmalıdır.
Bundan dolayı oruç ayı biter bitmez Hacc mevsimi
başlamaktadır. Galiba bu hikmetinden dolayı Fukaha-i
Kiram bu ibadetleri yukarıdaki tertibe göre kendi kitaplarında
anlatmaktadırlar.Oruçta bundan başka diğer faydaların göz önünde bulunması
yukarıdaki hikmete ters düşmez. Ayetlerde mal harcanmaması ile ilgili
zikredilen tehditlerden bazıları ikinci bölümde geçmiştir. Ulemanın çoğunluğuna
göre bu ayetler zekat verilmemesi üzerine nazil olmuştur. Bütün bu ayet ve
hadislerin hepsinin zikredilmesinin zor olduğu açıktır. Örnek olarak bu konuda
birkaç ayet ve hadis zikredilecektir. Müslüman için bir ayet veya Rasûlullah saiiaüahu aleyhi vese//em'in bir irşadı bile kafidir. Ama sırf adı Müslüman
olan kimse için Kur'an-ı Kerim'in tamamı ve tüm
hadis kitapları boştur. İtaatkar birine Mevla'nın emri şudur diye bir kere
söylenmesi onun için yeterlidir. Söz dinlemeyen biri için binlerce uyarı boştur.
Azab tasması takılmadan o nasıl anlayabilir?
1) Namaz
kılın, zekat verin. Rükû edenlerle birlikte rükû edin. (Bakara-43)
İZAH: Hz. Mevlâna Tanvî kuddise sinvhu şöyle yazmıştır:
İslam'ın furûunda ameller iki kısımdır; Zahiri
ameller ve Batınî ameller. Zahiri ameller de iki kısımdır; bedeni ibadetler ve
mâli ibadetler. Öyleyse bunlar üç bütündür Yukarıdaki ayette bu üç bütünden
birer cüz'î (parça) zikredilmiştir. Namaz bedeni
ibadettir. Zekat mali ibadettir. Huşu ve huzû bâtınî ibadettir. Bâtınî tevazûun meydana gelmesinde tevazu
ehliyle beraberliğin büyük etkisi ve muazzam tesiri vardır. Bundan dolayı
lafzını ilave etmek son derece yerindedir[2](ayetin
sonuna)
lafzını ilave etmek son derece yerindedir.Bu
görüşe göre rükûdan maksat huşu ve huzûdur. Ayrıca bu
ayeti Keri-me'den çok ince
manalar çıkmaktadır: 1-Bütün ibadetler arasında en önemlisi namazdır. Bundan
dolayı namaz öne alınmıştır. 2-İkinci derecedeki ibadet zekattır. Bundan dolayı
ikinci olarak zikredilecektir. 3-Az önce geniş olarak geçtiği
gibi zekat bu nimetin şükrüdür. 4-lbadetler içinde
bedeni ibadetler, mali ibadetlerden öndedir. Bundan dolayı ayette önce bedeni
ibadet sonra da mali ibadet zikredilmiştir. 5-İbadetlerde zahiri suret (dış
görünüş) batınî hakikatten önde gelir. Bundan dolayı
ayeti kerime'de huşu ve huzuyu meydana getirmek için
(kendilerinde bu sıfatlar bulunan) toplulukla beraber olmanın büyük etkisi
vardır. Bundan dolayı meşâyih, dergâhlarda (bir
müddet) kalmaya önem vermişlerdir. Çünkü bu büyük zatların yanında kalmakla bu
sıfat insanda çok çabuk ortaya çıkar. 7-Bu üç türlü ibadette Müslümanların topyekün fertlerinin amel etmeleri çok önemlidir. Bundan
dolayı bu ayeti kerime'de cemi (çoğul) sığası kullanılmıştır. Dikkatle bakılırsa
daha incelikler ortaya çıkacaktır.ikinci görüş şudur: Rükûdan maksat namazdaki
rükûdur. Şah Abdulaziz kuddise
sirruhu hazretlerinin Tefsir-i Azizi deki yazısının
hulasası şudur; "Namaz kılanlarla beraber namaz kılın, yani cemaatle namaz
kılın" denmektedir. Bu söz bir bakıma cemaati pekiştirmektir. Cemaatle
namaz kılmak bu dinin (İslam'ın) özelliğidir. Başka dinlerde öyle değildir.
Namazın rükû lafzı ile ifade edilmesinin sebebi şudur; Daha önceki ayetlerde yahudilerden bahsedilmişti. Onların namazlarında rükû
yoktur. Öyleyse bu ayette bir bakıma, "Müslümanlar gibi namaz kılın"
cümlesine işaret edilmiştir.[3]Namaz
konusunda cemaatin çok özel bir etkisi vardır. Bunun geniş açıklaması Fezail-i Namaz adlı kitabımda geçmiştir.
Hatta fıkıf alimleri cemaatsiz kılınan namazın eksik
olduğunu söylemişlerdir.
2) Allah
şöyle dedi: "Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Rahmeti, Allah'tan
korkanlara, zekatını veren ve ayetlerimize iman eden kimselere
yazacağım".
(Araf-156)
İZAH: Hz. Hasan ve Katâde mdıyaiiahu anhuma'öar)
nakledildiğine göre Allah'ın rahmeti dünyada her şahsı kuşatmıştır. İster iyi
insan olsun ister kötü. Ancak ahirette özellikle müttakiler içindir. Bir köylü Mescid-i
Nebevi'ye gelip namaz kıldı ve "Allah'ım bana ve Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiieme
rahmet eyle ve rahmetine bizden başkasını ortak etme" diye dua etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei-lem onun duasını işitti ve
"Sen Allah'ın geniş olan rahmetini daralttın. Allah celle celaiuhu rahmetinin yüz hisse olduğunu buyurarak bir
hissesini dünyaya indirmiş, onu da bütün dünyaya taksim etmiştir. İşte bundan
dolayıdır ki, bütün mahlukat, cinler veya insanlar yahut hayvanlar, biri
diğerine (çoluk çocuğa, kendine veya başkasına) rahmet etmektedir. Doksan dokuz
rahmeti ise kendi yanında tutmuştur" buyurdu. Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: "Allahu Teâlâ'nın rahmeti 100 hissedir. Onlardan biri sayesinde
yaratıklar birbirine merhamet ederler. Bundan dolayı hayvanlar kendi
yavrularına merhamet ederler. 99 rahmet ise kıyamet gününe
bırakılmıştır". Daha bir çok hadiste bu konu geçmektedir.[4]Ne
kadar sevindirici bir olay ve ne kadar hoş bir şeydir ki, analar evlatlarına o
kadar şefkat gösterirler ki, onların en ufak sıkıntılarından dolayı huzursuz
olurlar. Babalar evlatlarını bir musibet içinde görünce perişan olurlar.
Akrabalar, yakınlar, karı-koca kendilerinin veya başkalarının başına gelen
musibeti görünce ızdırap duyarlar. Bütün bu şeyler Allahu Teâlâ'nın kalplere koymuş
olduğu rahmetin eseridir. Dünyadaki bütün rahmetlerin toplamı (Allah'ın
indirdiği) rahmetin yüzde biridir. Onun doksan dokuz hissesini Allah ceiie celaiuhu kendi indinde
tutmaktadır. O kadar büyük rahîm, o kadar büyük şefik olan Allah'ın emirlerine
aldırış etmemek ne kadar bir utanmazlık ve ne kadar büyük bir zulümdür! Bir anne
evladına son derece iyilik etse, sonra o evlat annesinin sözüne aldırış etmese
anne ne kadar üzülür. Halbuki annenin lütuf ve keremi Allah'ın Lütuf ve Kere-mi'nin karşılığında hiç bir şey değildir. Bu örnekten, Allahu Teâlâ'nın emirlerine
aldırış etmemenin durumu ölçülebilir.
3)
İnsanların malları arasında çoğalması için verdiğiniz faiz, Allah nez-dinde artmaz. Fakat Allah'ın rızasını dileyerek
verdiğiniz zekat böyle değildir. İşte onlar, sevaplarını kat kat arttıranların ta kendileridir". (Rum-39)
İZAH: Mücahid rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: Daha üstün mal elde etmek niyetiyle verilen bütün mallar (ayette geçen)
çoğalması için verilen mallara dahildir. Yani ister dünyada daha üstünü ve daha
fazlasını almak ümidiyle, ister ahirette daha fazla
elde etmek ümidiyle harcansın hepsi de malın çoğalması ümidine dahildir. Bundan
dolayı zekat ve faiz beraber zikredilmişlerdir. Hz. Mücahid rah-metuiiahi
aleyh''den nakledilen bir başka hadise göre bundan maksat hediyedir.[5]Yani
hediye gibi şeyleri bir başkasına verirken, o da bana bundan daha değerlisini
verir niyetiyle vermektir. Mesela birini yemeğe davet ederken, o kişinin
kendisine yemeğe yaptığı masraftan daha değerli bir hediye vereceğini niyet etmek
gibi. Buna âdet yerini bulsun diye düğünlerde, düğün sahibine verilen para ve
takılar da dahildir. Bütün bunların hepsi (ayeti kerime'de bildirilen) malı
arttırmak için yapılan harcamalardır. Bütün bu harcamalar için (Allah'ın)
şöyle bir kanunu vardır: Sadece Allah rızası için harcanan şeyler O'nun
katında artırılacaktır.Hz.. Said
bin Cübeyr rahmetuiiahi
aleyh buyurdu ki: "Dünyada karşılığını almak için verilen bir hediyenin ahirette hiçbir sevabı yoktur". Şu açıktır ki, ahiret niyetiyle verilmeyince, orada, ona niçin verilsin
ki? Hz. Ka'b Kurazi rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: "Bir kimse diğer bir kimseye karşılığında daha çok vermesi niyetiyle
bir şey verirse, o şey Allah indinde herhangi bir artışa sebep olmaz. Kim de
yalnız Allah için verirde, verdiği kimseden hiçbir mükafat ve karşılık
beklemezse, işte o mal Allah indinde devamlı artar, durur"[6]
Öyleyse birine zekat veya başka bir mal verip de, verdiği kişinin devamlı
kendisine minnettar kalmasını bekleyen kimse, bu kötü niyetinden dolayı kendi
sevabını kendisi azaltmış olur. Birinci bölümün 34. sırasında şu ayet
geçmişti:"Ve şöyle derler: Biz sizi ancak Allah rızası için yediriyoruz.
Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz" (İnsan-9)
Allahu Teâlâ Rasûiullah
saiiaiiahu aleyhi vesellemi
fazla karşılık talep etmek niyetiyle mal harcamaktan özellikle men etmiştir.
Nitekim bir başka yerde hususi olarak Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e
şöyle buyurmuştur:
"Çok şey istemek
için, birine bir şey verme". (Müddesir-6)
Allah cette celaiuhu için harcamanın sevabı ve onun dünya ve ahirette artışı birinci bölümde bir çok ayetler ve
rivayetlerde anlatılmıştır. Öyleyse malını infak edenlerin önemle göz önünde
tutmaları gereken şey şudur: Birine mal harcarken ondan herhangi bir karşılık
veya teşekkür asla beklenmemelidir. Şu ayrı bir husustur ki, alan kişinin
görevi veren kişiye minnettar olması ve teşekkür etmesidir. Ancak veren kişi bu
niyetle verirse, onun vermesi Allah için olmaktan çıkıp dünya için verilenlere
dahil olur. Özelikle zekatta bunun vehmi bile olmamalıdır. Çünkü o kişi bu
durumda kendi görevini yerine getirmektedir. Görevi yerine getirmekle kime
ihsan edilmiş olur ki? Bundan dolayı baştaki ayeti kerime'de zekatın Allah
rızası için verilmesi şart kılınmıştır.
1) Hz. İbni Abbas
radıyaiiahu anhuma buyurdu
ki: Ne zaman ki Kur'an'-daki
"Altın ve gümüş biriktirenler" (ifadesinin geçtiği
Tevbe suresinin 34. ayeti) nazil oldu, bu ayet
Sahabelere çok ağır geldi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh, "Ben sizin
bu müşkülatınızı halledeceğim" dedi ve Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in
yanına giderek, "Ey Allah'ın Nebisi! Bu ayet Sahabelerin üzerine ağır
geldi" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah ceiie ceiaiuhu zekatı, geriye
kalan malınızı temizlemek için farz kılmıştır. Zaten miras hükümlerini de, mal
sizden sonrakilere kalsın diye farz kılmıştır". Hz.
Ömer radıyaiiahu anh sevincinden
tekbir getirdi. Sonra Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Ben kişinin
hazine olarak saklayacağı en hayırlı şeyi sana haber vereyim mi? O saliha bir kadındır ki, kocası kendine baktığı zaman onu
memnun eder. Ona bir şey emrederse itaat eder. Yanından ayrılıp gidince
(kocasının malını veya iffetini) muhafaza eder". (Ebû Dâvûd, Mişkat)
İZAH: Bu
ayet meali ikinci bölümün ayetler kısmında 5. sırada geçmiştir. Bu ayeti
kerimenin zahirinden anlaşıyor ki, zaruretten doiayı
da olsa her türlü malı biriktirmek şiddetli azaba sebeptir. Bundan dolayı
Sahâbe-i KiranVa ağır gelmişti. Çünkü Allahu Teâlâ'nın ve O'nun yüce Rasûlü saiiaiiahu aleyhi vesellem'in sözleriyle amel etmek Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum ecmâ/n'in canıydı. Bir taraftan
da bazı ihtiyaçlar para vs.yi biriktirmeyi mecbur kılmaktaydı. Bu yüzden büyük
bir sıkıntı oluyordu. Bunu Hz. Ömer radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiieme sorarak halletti, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem,
"Zekat, edâ edildikten sonra kalan malın temiz olması için farz
kılınmıştır" diye teselli buyurdu. Bu da mal biriktirmeye delil oldu.
Şöyle ki, zaten zekat sene boyu ma! bulunduğu zaman
farz olur. Eğer mal tutmak caiz olmasaydı zekat neden farz olsun ki?Bir de bu
ayetten zekatın ne büyük bir fazileti olduğu bilinmiş oldu. Şöyle ki, onu edâ
etmenin sevabı bir tarafa, onun sebebiyle mal saf ve temiz olur. Bizzat Kur'an-ı Kerim'de de bu yöne işaret edilmiştir. Allahu Teâlâ buyuruyor
ki;"Ey Rasûlüm! Onların mallarından sadaka al ki,
bununla onları (günahlarının, kirlerinden) temizleyesin".
(Tevbe-103)
Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Malınızın zekatını edâ
ediniz. Bu sizin temizlenmenize sebeptir"[7] Bir
başka hadiste şöyle geçmektedir: "Mallarınızı
zekatla (kirden veya zayi olmaktan) koruyunuz. Hastalarınızı sadaka ile tedavi
ediniz. Belalar için duaları hazırlayınız"[8] Bir
başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Zekatla
mallarınızı koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Belaların yok olması
için dua ve yakarma ile yardım isteyin"[9]Baştaki
hadiste ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem mal biriktirmenin cevazı hakkında
ikinci delil olarak, "Miras hükmü, mal biriktirmenin caiz olduğunu
göstermek içindir" buyurmuştur. Eğer malı tutmak caiz olmasaydı o zaman
miras taksimi neyin nesi olurdu? Ondan sonra Rasûlulİah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
şu konuda uyarmıştır ki; caiz olması ayrı bir şeydir, ancak hazine olarak
saklanacak bir şey değildir. Aksine mal mutlaka harcanmalıdır. Saklayıp korunacak
şey ise saliha hanımdır.Bazı rivayetlerden
anlaşıldığına göre Sahâbe-i Kiram burada bir soru sormaları üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu şekilde buyurmuştur. Nitekim Hz. Sevban radıyaiiahu
anh buyurdu ki: Bu ayeti kerime (yani) nazil
olduğunda biz Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem ile birlikte seferdeydik. Bazı Sahabeler,
"Ya Rasûlallah! Hazine
olarak saklanacak şeyin ne olduğunu bilseydik" deyince Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
"En güzel şey zikreden dil, şükreden kalp ve din işlerinde yardımcı olan saliha hanımdır" buyurdu.[10] Bir
hadiste geçtiğine göre bu ayet nazil olunca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Altın ve gümüş berbat olsun.
Onlar ne kötü şeydirler". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu
sözünü üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Sahabeler "Hazine olarak
saklanmaya layık olan en hayırlı şey nedir?" diye sordular. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Zikreden l
2) Ebû Derdâ radiyaliahu
an/i'dan rivayete göre Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
şöyle buyurmuştur: "Zekat İslam'ın (çok büyük ve sağlam) köprüsüdür. (Taberani, Terğib)
İZAH: Sağlam
köprü, bir yere gidebilmek için vesile ve kolaylığa sebep olduğu gibi zekatta
İslam'ın hakikatına kolaylıkla ulaşmaya veya Allah ceiie ceiaiu-hu'nun
yüce huzuruna varmaya bir vesile ve bir yoldur. Hz.
Ömer bin Abdulaziz rahmetuiiahi
ateytiln torunu Abdulaziz
bin Umeyr rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "Namaz seni yolun yarısına kadar ulaştırır. Oruç padişahın
kapısına kadar ulaştırır. Sadaka ise seni padişahın yanına eriştirir"[12]
Meşhur büyüklerden ve
tasavvuf ehlinden olan Hz. Şakîk
Belhi rahmetuiiahi eieyti'm sözünden de anlaşılacağı gibi zekatın köprü ile
ince bir münasebeti vardır. O diyor ki: Biz beş şeyi aradık, onları beş yerde
bulduk; 1-Rızkın bereketini kuşluk namazında bulduk, 2-Kabrin ışığını teheccüd namazında bulduk, 3-Mün-ker ve Nekir'e verilecek cevabı Kur'an okumakta bulduk, 4-Sırat köprüsünden kolayca geçmeyi oruçta ve sadaka vermekte bulduk, 5-Arşın gölgesini
halvette (yalnızlıkta) bulduk.[13]
3) Hz. Câbir radiyaiiahu
anft'dan rivayete göre bir adam, "Ya Rasûlallah! Zekatını veren bir
adam hakkında ne dersiniz?" diye sorunca Rasûiullah
sai-laiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kim malının zekatını edâ ederse,
malın şerri O adamdan gider" (Taberani, İbniHuzeyme, Hâkim, Terğib)
İZAH: Bazı
rivayetlerde hadisteki ifade şu şekilde geçmiştir: "Sen malının zekatını
edâ edince onun şerrini yok etmiş olursun"[14] Yani
mal pek çok serlere sebeptir. Ancak eğer onun zekatı düzenli bir şekilde edâ
edilirse, şerrinden korunulmuş olur. Ahiret açısından durum bellidir. Çünkü o artık maldan
dolayı kişiye azab edilmez. Dünya açısından şu
yönüyle malın şerrinden korunulmuş olur. Zekat edâ etmek
malın korunmasına sebeptir. Bu konu ilerdeki hadiste gelmektedir Eğer zekat edâ
edilmezse o mal zayi olur. Bu da ilerdeki bölümün altıncı sırasında
gelmektedir.
4) Hz. Hasan radıyaiiahu anVdan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem şöyle
buyurmuştur: "Mallarınızı zekatla koruma altına alın. Hastalarınızı sadaka
ile tedavi edin. Belâ dalgalarını Allah'a dua edip yalvararak karşılayın[15]. (Ebû Dâvûd, Taberani,
Beyhaki, Terğib)
İZAH:
Hadiste geçen Tahsin lafzının manası dört tarafı kuşatan bir kale yapmaktır.
Yani insan kaleye sığınınca her taraftan korunduğu gibi zekatı vermekte o malı
kaleye konulmuş gibi muhafaza eder. Bir hadiste şöyle geçmektedir:
Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesetiem Kabe'de Hatim denilen yerde
oturuyordu. Bir adam şöyle dedi: "Falanca adamlar büyük zarara uğradılar.
Denizin dalgaları onların mallarını zayi etti". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
şöyle buyurdu: "Karada, denizde veya herhangi bir yerde zayi olan mallar
zekatı verilmediğinden zayi olmaktadır. Mallarınızı zekat vererek koruyunuz.
Hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz ve belaların inmesini dualarınızla
uzaklaştırınız. Dua inmiş olan belayı yok eder ve inmemiş olan belayı durdurur.
Allah bir kavmin bekâsını dilerse veya onların çoğalmasını isterse, o kavme
günahlardan iffet ve civanmertliği (yani cömertlik ve âlicenaplığı) nasip eder.
Bir kavmi de yok etmek istediği zaman onlarda hıyanetlik meydana getirir[16]
5) Hz. Alkame radıyaiiahu
anh diyor ki: Bizim topluluğumuz, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm
huzuruna geldiklerinde Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem bize, "Muhakkak sizin İslam'ınızın tamamı,
mallarınızın zekatını edâ etmenizdir" buyurdu.
(Bezzazjerğib)
İZAH:
İslam'ın tamamlanmasının zekata bağlanması açık bir şeydir. Zekat İslam'ın beş
meşhur rüknü olan Kelime-i Şehadet, namaz, oruç, hac
ve zekattan biri olduğuna göre bunlardan bir rükün dahi eksik olursa İslam
tamamlanmış olamaz.Hz. Ebû Eyyub radıyaiiahu anh buyurdu ki: Bir adam Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese//em'in
huzuruna geldi ve "Beni Cennet'e sokacak bir amel söyleyiniz" dedi.Rasûlullah saitaüahu aleyhi veseiiem, "Allah'a ibadet et, kimseyi O'na ortak
koşma, namazı gereği üzere kıl, zekat ver ve akrabanı gözet" buyurdu. Bir
başka hadiste şöyle geçmektedir: Bir köylü sahâbi "Bana öyle amel söyle ki, onunla amel edince
Cennet'e gireyim" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurdu: "Allah'a ibadet et, kimseyi ona ortak koşma, farz namazı gereği
üzere kıl. Farz olan zekatı edâ et, Ramazan orucunu tut", O kişi şöyle dedi:
"Canım kudret elinde bulunan Zat'a yemin olsun ki bunda en ufak bir
fazlalık ve eksiklik yapmayacağım". Adam oradan gidince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Kim Cennetlik bir adam görüp
gönlünü hoş etmek istiyorsa bu adama baksın"[17]
6) Abdullah
bin Muaviye radıyaiiahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurdu: "Üç şey vardır ki kim onları yaparsa, imanın tadını tadar. Sadece
bir olan Allah'a ibadet etmek. Allah'tan başka ilah olmadığını bilmek ve gönül
hoşluğu ile (ağırlık hissetmeden) her sene zekat vermektir. (Hayvanların
zekatında şuna dikkat edilmelidir:) Yaşlı, uyuz, hasta ve değersiz hayvan
verilmemelidir. Aksine orta halli bir hayvan verilmelidir. Allah ceiie ceiaiuhu zekat olarak sizin
en üstün malınızı istemez ancak
kötüsünü vermenizi de
emretmez". (EbûDâvûd, Terğib)
İZAH: Bu
hadiste her ne kadar hayvanların zekatı söz konusu ise de ancak her türlü
zekatın durumu aynıdır. Şöyle ki; ne en üstün mal vermek vaciptir ne de âdî mal
vermek caizdir. Bilakis orta yollu mal vermek asıldır. Elbette bir kimse kendi
rızasıyla sevap elde etmek için Allahu Teâlâ'yı razı etmek için en güzel malını verirse, bu onun
için bir saadettir. Ve onun güzel kısmetli oluşudur. Bu konuda Sahâbe-i Kiram'ın ahvaline dikkatle bakılmalı ve onların amei tarzı incelenmelidir. İki vakıayı örnek olarak burada
naklediyorum.Müslim bin Şu'be rahmetullahi
aleyh diyor kî: Nâfi bin Alkame
rahmetullahi aleyh benim babamı kavmimizin başına
reis yapmıştı. Bir defasında o babama bütün kavmin zekatını toplayıp
getirmesini emretti. Babam herkesten zekat mallarını tahsil etmem ve toplamam
için beni gönderdi. Ben zekat almak için Si'r radıyaiiahu anh adında yaşlı bir
zatın yanına gittim. O bana, "Yeğenim nasıl bir mal alacaksın?"diye
sordu. Ben, "En âlâsını alacağım. Hatta koyunun memesine bile bakacağım,
küçük mü büyük mü diye, yani tek tek herşeye bakıp her yönüyle en üstününü seçip alacağım"
dedim. O şöyle dedi: "Önce ben sana bir hadis söyleyeyim (tâ ki meseleyi
bilmiş olasın. Ondan sonra gönlün neyi isterse onu al). Ben Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese//em"zamanında burada oturuyordum. Benim yanıma Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem tarafından elçi olarak iki kişi geldi ve <Bizi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem sizin zekatınızı almak için gönderdi> dediler.
Ben onlara kendi koyunlarımı göstererek, <Bunlara ne kadar zekat düşer?>
diye sordum. Onlar koyunları sayarak, <Bir koyun vacip oldu> dediler. Ben
son derece güzel, yağlı ve memeleri sütle dolu bir koyunu zekat olarak vermek
üzere çıkardım. Onlar ona bakarak, <Bu yavrusu olan bir koyundur. Bize Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem tarafından böyle koyunları almaya izin yoktur>
dediler. Ben, <O halde nasıl alacaksınız?> dedim. Onlar, <Altı aylık bir
koç veya bir yaşını doldurmuş bir keçi> dediler. Ben altı aylık bir yavruyu
çıkarıp onlara verdim. Onlar da alıp gittiler'[18]İkinci
vakıa şudur: Hz. Übeyy Ibni Ka'b radıyaiiahu
anh buyurdu ki: Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
bir defasında beni zekat toplamak için gönderdi. Ben bir adamın yanına gittim.
O develerini benim karşıma çıkardı. Ben onların zekatı olarak bir dişi devenin
vacip olduğunu gördüm ve "Bir dişi deve ver" dedim. O "Bir
yaşındaki deve ne işe yarar ki? Ne binmeye yarar ne de süt verir" diyerek,
son derece güzel iyi besili ve iri yapılı bir deve çıkardı ve "Bunu
al" dedi. Ben "Bunu kabul edemem ancak Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
kendisi seferdedir. Bugün sizin yakınınızda bir yerde konaklayacaktır. Eğer siz
isterseniz kendiniz gidip doğrudan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e
takdim ediniz. Eğer Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi veseiiem kabul
ederse ben alırım" dedim. Adam o deveyi alarak benimle beraber yola
koyuldu. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'in huzuruna vardığımızda adam, "Ya Rasûlallah! Sizin elçiniz
zekatımı almak için bana gelmişti. Allah'a yemin olsun ki bundan önce hiçbir
zaman sizin veya sizin elçinizin benden mal talep etme saadeti bana nasip
olmadı. Ben sizin elçinizin karşısına develerimi .çıkardım. O onlara bakıp,
<Bunlar için bir senelik dişi deve vaciptir> dedi. Ya
Rasûlallah! Bir yaşındaki deve ne süt verir ne de
binmeye yarar. Bundan dolayı ben en güzel bir dişi deveyi ona takdim etmiştim.
Şimdi o deve yanımdadır. Elçiniz onu kabul edemeyeceğini söyledi. Bundan dolayı
ben size getirdim. Ya Rasûlallah!
Onu kabul ediniz!" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
buyurdu ki: "Senin üzerine vacip olan onun söylediğidir. Eğer sen nafile
olarak daha yaşlı ve daha iyi bir deve verirsen, Allah ceiie
ceiaiuhu sana onun ecrini verecektir". Adam
"Ya Rasûiullah! Ben
bunun için deveyi yanımda getirdim, onu kabul ediniz" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem o devenin alınmasına izin verdi.[19]Bu o
zatların kalplerinde bulunan zekat malını edâ etmenin heyecanıydı. Onlar,
"Bugün benim yanıma Allah'ın ve O'nun Rasûlü'nün
elçisi geldi ve ben buna layık oldum" diye iftihar ediyorlar ve bunu bir
şeref sayıyorlardı. Onlar zekatı bir ceza veya zorla alınan bir şey olarak
görmüyorlardı. Onlar zekatı kendi ihtiyaçları, kendi menfaatleri ve kendi
işleri olarak kabul ediyorlardı. Bizler iyi mal hakkında, "Onu saklayalım
işimize yarar" diye düşünüyoruz, O yüce zatlar ise ancak Allah yolunda
harcadıklarının işlerine yaradıklarını kabul ediyorlardı, Hz.
Ebû Zev radıyaiiahu
anh'm kıssası birinci bölümün ayetler kısmında 11.
ayetin açıklamasında geçmişti. Şöyle ki; Benî Süleym
kabilesine mensup bir şahıs Ebû Zer radı-yaiiahu anh'\n
yanında kalıp hizmet etmeyi kendisinden talep edince o şöyle buyurdu: "Şu
şartla benim yanımda kalabilirsin; Ben birine bir şey vermeni söylersem, benim
malımın en güzel've en üstününü seçip
vermelisin". Bu kıssa geniş olarak geçmişti. Gelecek bölümde 11 no'lu hadiste bu konu geniş olarak gelecektir. Şöyle ki,
zekat ve sadakalarda, özelikle zekat olarak bozuk mal asla verilmemelidir.
7) Ebû Hureyre radıyaiiahu
an/i'dan rivayete göre Rasûlullah
saiiallahu aleyhi veseilem
şöyle buyurdu: "Sen malının zekatını verirsen, üzerine (farz) olanı edâ
etmiş olursun. Kim de haram bir yolla (faiz, rüşvet vs. ile) mal biriktirir,
sonra onu tasadduk ederse, ona o sadakadan hiçbir
sevap ulaşmaz. Aksine o haram kazancın vebali de üzerinde kalır". (ibniHibban, ibniHuzeyme,
Hâkim, Terğib)
İZAH: Bu
hadisi şerifte iki konu vardır. Birincisi vacip derecesinde olan zekattır.
İkincisi de nafile derecesinde olan sadakalardır. Bir hadiste şöyle geçmektedir: "Kim zekatını verirse üzerine vacip olan
hakkı ödemiş olur. Ondan fazlasını vermesi daha efdaldir"[20] Hz. Zımâm bin Sa'lebe
radıyaiiahu anh ile ilgili
hadis meşhurdur. Sahihi Buhari, Müslim ve diğer
bütün kitaplarda pek çok yolla zikredilmiştir. O hadiste Hz.
Zımâm radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseilem'e
İslam ve onun erkânı hakkında sorular sormuş, Rasûlullah
saiiallahu aleyhi veseilem
de hepsine genişçe cevap vermiştir. Orada diğer erkânla birlikte Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseilem zekatı da zikretmiştir. Hz.
Zımâm radıyaiiahu anh, "Bana zekattan başka bir şey vacip mi?" diye
sorunca Rasûlullah saiiallahu
aleyhi veseilem, "Elbette. Eğer nafile olarak
verirsen, bunda serbestsin" buyurdu.
Hz. Ömer radıyaiiahu anh zamanında adamın biri ev sattı. Hz.
Ömer radıyaiiahu anh
adama, "Evine dikkatlice bir çukur açarak onun parasını oraya koy"
dedi. Adam, "Peki böyle yapmak Kente dahil değil mi?" dedi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh, "Zekatı verilen mal Kenz'e
dahil değildir" buyurdu. Hz. İbni
Ömer radıyaiiahu anhuma
diyor ki "Ben zekatını verdiğim ve kendiyle Allah'a itaat ettiğim
müddetçe, benim yanımda Uhud dağı kadar altın
olmasına aldırmam"[21]Hadis
kitaplarında buna benzer pek çok rivayetler vardır. Bundan dolayı ulemanın
çoğunluğu ve dört mezhep imamının görüşü şudur: Malda, mal olma açısından
zekattan başka bir şey vacip değildir. Elbette diğer yönleriyle bir şey
vacipse, o başka bir durumdur. Mesela hanımın ve küçük evlatların nafakası ve
buna benzer diğer nafakalar gibi... Veya bunun gibi darda kalmış birinin ihtiyacını
görmektir. Şöyle ki; bir kişi açlık veya susuzluktan dolayı ölüyorsa, onu
ölümden kurtarmak farz-ı kifayettir. İmam Gazali rahmetuiiahi
aleyh İhya-ül Ulum'da şöyle buyurmaktadır: Bazı
tabiînin görüşüne göre malda, zekattan başka da bazı haklar vardır. Bu Nehaî, Şa'bî Atâ ve Mücahidin
görüşüdür, Biri İmam Şa'bi rahmetuiiahi
aieyh'e, "Malda zekattan başka da bir hak var
mı?" diye sorunca o, "Evet" dedi ve şu ayeti okudu; (Bu ayet
birinci bölümün ayetler kısmında 2. sırada geçmişti). Bu zatlar diyorlar ki:
"Müslümanın haklarına şu da dahildir; Bir
ihtiyaç sahibi görünce onun ihtiyacını gidermek zenginlerin görevidir".
Ancak fıkıh yönünden sahih olan şey şudur; Bir şahıs çok zor durumda çaresizlik
derecesine varmışsa, onun bu halini gidermek farzı kifâyedir.
Ancak onun giderilmesinin borç şeklinde mi yoksa yardım şeklinde mi olması
konusunda görüşler farklıdır.[22]Çaresiz
kalmış biri eğer açlık veya susuzluk ya da başka bir
sebepten dolayı helak olmaya yaklaşmışsa, ona yardım etmek kendi sahasında
müstakil bir vaciptir. Ancak buna rağmen bir zengine mâli yönden zekattan
fazlasını vermek vacip değildir. Burada iki konu dikkate değerdir. Birincisi;
ifrat (aşırı gitmektir: Genellikle bizlerin âdeti şudur; Bir şeye doğru
ilerlediğimiz zaman öyle hızlı koşuyoruz ki, artık az da olsa sınır ve hududa
riayet etmiyoruz. Öyleyse şuna riayet etmemiz gerekir. Bir başkasının malını
onun rızası olmadan almak caiz değildir. Fakihler muztar (çaresiz) kimsenin başkasının malını izinsiz
yemesine izin vermişlerdir. Ancak bu konuda Hanefilerin iki görüşü vardır;
Ölmüş hayvan eti yemek başkasının malını yemekten önde gelir veya başkasının
malını yemek ölmüş hayvanın etini yemekten önde gelir. Bunlar fıkıh
kitaplarında mevcuttur. Ancak (yukarıdaki bu hüküm) kişinin ölmüş hayvanı
yemesine izin verilecek bir duruma düşmesi halinde geçerli olur. O takdirde
başkasının malını yiyebilir. Aİlahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:"Birbirinizin mallarını haksız
yere yemeyin. İnsanların bir kısmı mallarını bile bile
günaha girerek yemek için onları hakimlere aktarmayın". (Bakara-188)
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Kimseye zülüm etmeyin.
Bir kimsenin malını onun rızasını almadan yemek helal değildir"[23] Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi meşhurdur: "Kim bir karış toprağı
birinden zulümle alırsa, kıyamet günü o bir karış toprak bölümü yedi kat yerle
birlikte tasma yapılıp o kişinin boynuna takılacaktır"[24]Havâzin Kabilesi'nin heyetinin başından geçenler meşhurdur.
Onlar mağlup olduktan sonra Müslüman olup Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ln
huzuruna geldiklerinde kendilerinden ganimet olarak alınan esir ve malların
iade edilmesini talep ettiler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bazı
hikmetlerine binâen her iki şeyin iade edilemeyeceğini, onlardan yalnız bir
tanesinin iade edilebileceğini söz verdi. Onlar esirlerin iade edilmesini talep
ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem o esirlerde hak sahibi olan bütün müslümanlara şöyle bir ilan yaptı: "Ben onlara
esirlerini iade edeceğime söz verdim. Sizden kim gönül hoşluğu ile kendi
payını karşılıksız veriyorsa versin. Kim de böyle yapmak istemezse biz onun
karşılığını ona vereceğiz". Evet Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e iman
ettikten sonra Sahabelerden hangisi bu teklifi red
edebilirdi? Topluluktakiler, "Biz gönüllü olarak veriyoruz" dediler.
Rasûtullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem, "Kalabalığın arasında kimin
gönüllü verdiği kimin gönülsüz olduğu anlaşılamaz. O haide
sizin başkanlarınız sizle ayrı ayrı konuşup sizin nzalığınızı bana bildirsinler" dedi.[25]
Başkasının malında dikkatli, olmaktaki bu örnek davranış Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e
aittir. Bu konuyu teyid eden büyük bir hadis birikimi
vardır. Cebren ve zorlama yoluyla, rızası alınmadan bir başkasının malını
almak asla caiz değildir. Ûle-ma-i
Hak (Hak üzere olan alimler) bu konuda o kadar ihtiyat göstermişlerdir ki, bir
kimsenin toplumdan utanarak bir hayır işine yardım etmesini bile uygun bulmamışlardır.
Bundan dolayı bir taraftan bu konuda ifrattan kaçınmak gerekir. Cebren ve
zorlama yoluyla başkasının malı alınmamalıdır. Herhangi bir geçici tahrike
kapılıp da söz ve davranışlarla, yazı ve konuşmalarla geçmiş İslam alimleri ve
büyüklerine asla ters düşmemek gerekir. Yoksul ve fakirleri sevmek ve kollamak
duygusu çok mübarek bir şeydir. Ancak bu konuda asla haddi aşma-malıdır.
Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseilem
şöyle buyurmuştur: "İnsanların en kötüsü, başkasının dünyası İçin kendi ahiretine zarar verendir"[26]O
halde bir taraftan bu konuda *s'j\ ifrattan sakınmak
gerekir. Diğer taraftan ±hjü tefritten kaçınmak da
çok önemli ve son derece gereklidir. Şu doğrudur ki, malda sadece zekat
vaciptir. Ancak yalnız vacibin edâ edilmesiyle yetinmek asla uygun değildir.
Şimdiye kadar bu kitapta geçen konular ve rivayetler gür bir sesle şunu ilan
ediyorlar ki; Kişinin işine yarayacak olan mai sadece
kendi hayatında verdiği ve Allah'ın hazinesine yatırdığı maldır. Ölümden sonra
ne ana-baba hatırlar ne de hanım ve evlatlar sorarlar. Hepsi birkaç günlük,
bedava, yapmacık gözyaşları akıtarak kendi işlerine dalarlar. Kimi aylarca ve
yıllarca öleni hayal bile etmez. Bütün bunlardan sarfı nazar edilse bile
yukarıdaki hadis hakkında çok önemli ve genel bir usulü de zihne yerleştirmek
gerekir. Şöyle ki; dillerimizde dinle ilgili boş ve manasız şöyle bir söz
vardır: "Efendim, biz dünyacıların, farzları edâ etmesi bile ganimettir.
Nafileler ise büyük insanların işidir". Bu söz şeytanın hilesidir. Nafile
ve tetavvular farzların tamamlanması içindir. Kim,
"Ben Allahu Teâlâ'nın
bir farzını tam olarak edâ ettim" diyebilir ki? Farzlarda mutlaka bir
eksiklik olduğundan, onu tamamlamak için de nafileler bulunmaktadır.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "İnsan namazını öyle bir halde
bitirir ki, ona namazın onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri,
altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri ve yarısı yazılır'[27] Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bunu m
ZEKATI ALIKOYMAKLA İLGİLİ UYARI VE TEHDİTLER
Zekatı Alıkoymakla İlgili Ayetler
Zekatı Alıkoymakla İlgili Hadisler
Kur'an-ı Kerim'de pek
çok ayetler nazil olmuştur. Bunlardan bir çoğu ikinci bölümde (yani mal
harcamayıp cimrilik yapmaya karşı vaîdler bölümünde) geçmiştir. Alimler bu
ayetlerin zekatı edâ etmemekle ilgili olduğunu açıklamışlardır. Şu açıktır ki;
zekat icmâ ile sabit olduğundan geride geçen uyarı ve tehditler zekatın eda
edilmemesi hususunu da gayet tabii bir şekilde içine almıştır. Nitekim bu
konuda şu ayetler zikredilmiştir:
1) Altın ve
gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenleri can yakıcı bir azabla
müjdele.
(Tevbe-34)
Bu ayet ikinci bölümde
5. numarada mealiyle birlikte geçmişti. Sahâbe-İ Kiram'ın ve ulemanın
çoğunluğuna göre bu ayet zekat hakkında nazil olmuştur, Bu ayette zikredilen
acıklı azab, zekat vermeyenler içindir. Bu konu ayetin açıklamasında geçmişti.
Bir çok hadisi şeriflerde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in sözleriyle
de bu teyid edilmektedir. Yani ayeti kerimede zikredilen azab, kişinin malı
kızdırılıp onunla alnı, yan tarafları ve diğer azaların dağlanmasıdır. Bu zekatı
alıkoymanın azabıdır. Allah ceiie ceiaiuhu kendi lütfuyla bizi muhafaza
eylesin. Kızdırılmış olan bir madenin en ufak bir dağlaması bile çok şiddetli
acı vermektedir. Kaldı ki, mal ne kadar olursa insan o kadar fazla
dağlanacaktır. Birkaç günlük şu dünyada bu altın ve gümüş parçalarını yanında
tutarak insan ne şiddetli bir musibeti karşısına almaktadır.
2) Allah'ın
kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik yapanlar, bunun
kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler.
(Ali İmran-180)
Bu ayeti kerime
mealiyle birlikte ikinci bölümün 3. sırasında geçmiştir. Bu-hâri'deki hadiste
bu ayeti teyid eden Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in şu buyruğu da
geçmiştir: "Allah celle ceiaiuhu kime mal verir de, o kimse, o malın
zekatını edâ etmezse, o mal yılan olarak sahibinin boynuna takılır ve <Ben
senin malınım, senin hazinenim> der". Bir evde yılan çıksa, karanlıkta
yılan sarılır diye korkudan o eve gitmek dâhi zor olur. Ancak Allah'ın
yüceRasûlü saiiaiiahu aleyhi veseliem (mefhûm olarak) şöyle buyurmuştur:
"(Hazinelerde ve çelik kasalarda) bugün saklanan bu mal zekatı edâ
edilmeyince yılan şekline girip size dolanacaktır". Evde bulunan bir
yılanın insana dolanacağı kesin değildir. Belki de dolanır diye sadece bir
ihtimal verilir. Bu belkiler ve ihtimallerden dolayı yılan buradan çıkacak
şuradan çıkacak diye sık sık endişe ve korku meydana gelmektedir. Halbuki zekat
verilmediği taktirde azab edilmesi kesindir. Ancak buna rağmen bizde bu azab
korkusu bulunmamaktadır.(Karun Hz. Musa âlâ nebiyyina ve aleyhissalatü
vesselamın amcasının oğ-iuydu. Onun kıssası meşhur ve bilinen bir şeydir.
Kur'an-ı Kerim'de Kasas suresinde ki 76-82. ayetler tamamen bu kıssa
hakkındadır. Bu ayetlerin açıklamalı olarak meali şöyledir:)
3) Şüphesiz
ki Karun, Musa'nın kavmindendi (onun amcasının oğluydu). Fakat onlara karşı
(malının çokluğundan dolayı) kibirlenip azdı. Biz onaanahtarlarını güçlü
kuvvetli bir topluluğun zorlukla taşıyabildiği hazineler vermiştik (şu açıktır
ki, anahtarlar bu kadar fazla olunca hazinesi daha fazla olur). Bir zaman kavmi
ona şöyle demişti: "Şımarma! Şüphesiz ki Allah şıma-ranları sevmez".
/ Allah'ın sana verdiği nimetlerle ahiret yurdunu da gözet. Dünyadaki nasibini
de (ahirete götürmeyi) unutma. Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de
(Ö'nun kullarına) iyilik et. (Allah'a isyan ederek ve üzerine vacip olan haklan
zayi ederek) yeryüzünde bozgunculuk isteme. Şüphesiz ki Allah bozguncuları
sevmez. / Karun: "Bu servet, bana ancak bende bulunan, bir ilim sayesinde
verilmiştir (benim iyi çalışmam ve iş yürütmem sayesinde verilmiştir. Ne onda
gaybî bir ihsan vardır, ne bir başkasının onda hakkı vardır)". (Allahu
Teâlâ onun bu sözüne bir azar olarak şöyle buyurdu:) O (Karun), Allah'ın daha
önce gelmiş geçmiş nesiller içinde, kendinden (Karun'dan) daha güçlü ve daha
zengin kimseleri helak ettiğini bilmez mi? (Bu dünyada olmuştur. Ahirette ki
Cehennem azabı da ayrıdır). Suçlulara (öğrenmek gayesiyle) günahları sorulmaz.
(Çünkü herkesin bütün hallerini Allah bilir. Ancak hesaba çekmek için soru
sorulması ayrı bir husustur). / Sonra Karun büyük bir ihtişam içinde kavminin
karşısına çıktı. (Onun kavminden) dünya hayatını arzulayanlar: "Ne olurdu
Karun'a verilen gibi bizim de olsaydı. Gerçekten o çok kısmetli biriymiş"
dediler. (Bu bir temenni ve mal hırsı idi. Bundan dolayı onların kafir olmaları
gerekmez. Günümüzde de pek çok Müslüman başka milletlerin dünyevi yükselişini
görerek her zaman onlara imrenmektedir
ve dünyevi yükseliş için sa'yu gayret göstermektedir) / Kendilerine (din) ilmi
(ve anlayışı) verilenler ise (o dünya hırsı olanlara); "Yazıklar olsun
size! İman edip salih amel işleyen için Allah'ın sevabı (bu birkaç günlük mal
ve mülkten yüzbinlerce defa) daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler
kavuşabilir" dediler. / Sonunda Karun'u da evini de yere geçirdik. Allah'a
karşı kendisine yardım edecek hiçbir topluluğu olmadı. O kendini de savunamadı.
(Şüphesiz Allah'ın azabından kim kurtarabilir ve kim kurtulabilir?) / (Karun'un
başına gelen azabı görünce) daha dün onun yerinde olmayı arzulayanlar,
"Vay! Demek ki (rızkın genişliği ve darlığının kaynağı iyi kısmetli veya
kötü kısmetli olmak değildir. Aksine) Allah kullarından dilediğinin rızkını
genişletiyor ve daraltıyor. (Bu bizim hatamız ki, biz Allah'ın verdiği
genişliği kısmet güzelliği zannediyoruz.) Eğer Allah bize lütufta
bulunmasaydı. Bizi de yere geçirirdi. (Çünkü biz de nihayetinde günahkarız)
Vay! Demek ki kafirler asla felah bulamazlar" demeye başladılar. (Kasas-76-82)
Hz. İbni Abbas
radıyallahu anhuma diyor ki: Karun Hz. Musa aleyhisselam in kavmindendi. Onun
amca oğluydu. Dünyevi ilimlerde çok yükselmişti. Hz. Musa alâ nebiyyina ve
aleyhissalatü vesselama hased ederdi. Hz. Musa aleyhisselam ona "Allah
ceiie ceiaiunu bana senden zekat almamı emretti" dedi. O zekat vermeyi red
etti ve halka "Musa zekat adıyla sizin malınızı yemek istiyor. O namazı
emretti, siz buna katlandınız. O daha başka emirleri de yürürlüğe koydu, siz
onlara da katlandınız. Şimdi o size zekatı emrediyor, ona da katlanın"
dedi. Halk, "Biz buna katlanamaytz, Sen bir tedbir söyle" dediler.
Karun şöyle dedi; "Ben şöyle düşündüm: Bir fahişe kadın, < benimle
zina etti> diye Musa'ya iftira etmeye razı edilmelidir". Halk pek çok
ödül vaad ederek bir fahişe kadını, Hz. Musa aieyhisseiam'a iftira atmaya razı
ettiler. Kadının razı olması üzerine Karun Hz. Musa aieyhisse-tem1 in yanına
gitti ve "Allah'ın sana vermiş olduğu hükümleri, bütün Benî İsrail'i
toplayıp onlara anlat" dedi. Hz. Musa aieyhiss&iam bu görüşü beğendi
ve bütün Beni İsrail'i topladı. Hepsi toplanınca Hz. Musa aieyhisseiam Allah'ın
ahkâmını anlatmaya başladı; "Allah bana emretti ki; siz O'na ibadet edin.
Kimseyi O'na ortak koşmayın. Akrabayı gözetin..." Diğer hükümleri de
sayarken onların arasında şu hükmü de söyledi: "Eğer bir evli kişi zina
ederse, o taşlanarak öldürülmeli?" Halk, "Eğer sen kendin zina
edersen hüküm nedir?" dediler. Hz. Musa aieyhisseiam, "Ben zina
edersem, ben de taşlanmalıyım" dedi. Halk "Sen zina ettin"
dediler. Hz. Musa aieyhisseiam hayretle, "Ben mi?" dedi. Halk
"Evet sen" dediler. Böyle dedikten sonra o kadını çağırarak
"Sen Musa hakkında ne diyorsun?" diye sordular. Hz. Musa
aieyhisseiam da kadına yemin verdirerek, "Sen ne diyorsun?" dedi.
Kadın, "Madem ki siz yemin ederek söylememi istediniz. Öyleyse durum
şudur; Bu adamlar bana şu kadar ödül vereceklerine dair söz verdiler. Ta ki ben
size iftira atayım. Siz bu suçlamadan tamamen uzaksınız" dedi. Bunu
duyunca Hz. Musa aieyhisseiam ağlayarak secdeye kapandı. O secde halindeyken
Allah ceiie cete/uhu'dan şöyle bir vahiy geldi: "Ağlamaya gerek yok.
Onları cezalandırman için biz yeryüzünü sana amade kıldık. Sen nasıl istersen
ona emret". Hz. Musa aieyhisseiam başını secdeden kaldırdı ve yeryüzüne
"Onları yut" diye emir verdi. Toprak onları topuklarına kadar
yutmuştu ki onlar acizlik içinde Hz. Musa aieyhisseiam a yalvarmaya
başladılar. Hz. Musa aieyhisseiam tekrar emir verdi ki; "Onları
batır". Nihayet onlar boğazlarına kadar battılar. Feryad ederek Hz. Musa
aiey-hisseiam'a yalvarmaya başladılar. Hz. Musa aieyhisseiam toprağa tekrar
"Onları içine al" dedi. Toprak hepsini yuttu. Bunun üzerine Allah
ceiie ceiaiuhu tarafından Hz. Musa aieyhisseiam'a şöyle bir vahiy geldi:
"Onlar sana yalvardılar ve acizlik gösterdiler. İzzetime yemin olsun ki,
eğer onlar Bana yalvarsalardı ve Bana dua etselerdi, Ben onların dualarını
kabul ederdim".
Bir başka hadiste Hz.
İbni Abbas radıyaiiahu anhumadan şöyle nakledilmiştir: "Ayeti Kerimede
geçen Dünyadaki nasibini de unutma ifadesinin manası Dünyada ahiret için amel
et demektir". Hz. Mücahid rahmetuiiahi a/ey/ı'den şöyle nakledilmiştir:
"Allah'a itaat etmek, ahirette sevabı verilen, dünyadan bir
nasiptir". Hz. Hasan rahmetuiiahi ateyft'den şöyle nakledilmiştir:
"Dünyadaki nasibini de unutma demek yani Dünyada ihtiyacın kadarını tut.
Fazla olanı ileri gönder demektir". Bir başka hadiste yine ondan şöyle
nakledilmiştir: "Kişi bir yıllık erzakını saklamalı ve ondan fazlasını
sadaka olarak vermelidir[1]. Bu
konunun bir parçası, cimriliği açıklayan ikinci bölümün ayetler kısmında 8
numarada geçmiştir.
1) Ebü
Hureyre radıyaiiahu an/ı'dan rivayete göre Rasûlullah sallaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Altın ve gümüş sahibi onun hakkını (zekatı) eda
etmezse, kıyamet günü altın ve gümüş ateşten kaplamalarla kaplanır. Sonra
Cehennem ateşinde kızdırılır. Sonra o kişinin yanları, alnı ve sırtı onunla
dağlanır. Böyle tekrar tekrar kızdırılarak dağlanır. Miktarı dünya hesabıyla
ellibin sene olan kıyamet günü süresince (bu devam eder durur). Nihayet
gideceği yere (ya Cennet'e ya da Cehennem'e) gider". (Müslim,
Mişkat)
İZAH: Bu çok
uzun bir hadistir. Bu hadisin ilerisinde deve sahiplerinin develerin zekatını
vermemelerinden, sığır ve davar sahiplerinin onların zekatını vermemelerinden
dolayı çekecekleri azab ve o azabın durumu anlatılmıştır. Bizim ülkemiz
(Hindistan'da) genellikle zekat vacip olacak miktarda bir kişinin hayvanı
bulunmamaktadır. Araplarda ise hayvan bolluğu vardı, Şüphesiz ki altın gümüş ve
onunla ilgili maddeler genel olarak ülkemizde bulunmaktadır. Bundan dolayı (o
uzun) hadisin bu kadarıyla yetindik. Zaten bununla da diğer bütün şeylerin
zekatını alıkoymanın neticesinin ne olacağı tahmin edilebilir.Bu hadiste
zikredildiğine göre zekat vermemenin azab ve vebali şöyledir: Altın ve gümüş
Cehennem ateşinden parçalar haline gelip kişiyi d ağlayacaktır. Bu sadece
kıyamet gününün azabıdır. Kıyamet günü mahkemeye çıkarılma günüdür. Ancak o
günün miktarı 50 bin sene olacaktır. O kadar bir zaman zekatı alıkoymanın
azabını çekerek diğer amellerinin kendisinin affedilmesine ve Cennet'e gitmeye
izin çıkmasına sebep olacak bir konumda olup olmadığını öğrenmiş olacaktır.
Eğer o ameller buna layık değilse veya af için bir yol yoksa, yahut zekatı
alıkoymanın azabını biraz daha çekmesi gerekiyorsa, Cehennem'e atılacaktır.
Orada insanın başına gelecekler yazıyla ve sözle anlatılamaz.Bu hadiste kıyamet
günü 50 bin sene olarak geçmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Meârİc suresinin başındaki
ayette de kıyamet gününün miktarının aynı olduğunu bildirmiştir. Ancak bazı
hadislerde şöyle geçmektedir: "Allahu Teâlâ'nın itaatkar kullarına o gün
bir farz namaz kılacak kadar hafif geçecektir. Bazılarının ameline göre
öğlenden ikindiye kadar olacaktır"[2] Bu
kadar çabuk geçmesinin manası şudur; onlar o gün seyrü sefa içinde
olacaklardır. Gezip eğlenmeye düşkün olanların hepsi bilirler ki lezzet
vakitleri dakikalar içinde gider.Bir hadiste Rasûlullah sailaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "(Azab edilirken) gümüş gümüş üzerine ve
altın altın üzerine konmayacaktır (öyle azab edilmeyecektir). Aksine onların bedeni
o kadar büyültülecek ki, bütün paralar yan yana eşit şekilde beden üzerine
konabilecektir. Sonra o kişilere <Hazinelerinizin tadını tadın>
denecektir". Hz. Sevban radıyaiiahu an/ı'dan şöyle nakledilmiştir:
"insanın yanında ne kadar altın ve gümüşü varsa, onun her kıratı[3]
ateşten bir parça yapılacak, sonra onlarla, onun bütün vücudu, yüzünden ayağına
kadar dağlanacaktır. Ondan sonra Allah dilerse onu affeder veya o, Cehennem'e
atılır"[4] Bu hadiste geçen malı
ateşte kızdırıp vücudu dağlama azabı, ikinci bölümün ayetler kısmında 5 numarada
geçtiği gibi Kur'an-ı Kerim'de de zikredilmiştir. İlerde geleceği gibi bazı
hadislerde malın yılan şekline sokulup tasma olarak boynuna takılacağı
zikredilmiştir.
2) Ebû
Hureyre radtyailahu an/ı'den rivayete göre Rasûlullah saiiallahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "Allah kime mal verir de zekatını eda etmezse,
o mal kıyamet günü (zehirinin çokluğundan) başının tüyleri giden bir yılan
şekline sokulur. Onun gözlerinin üzerinde iki siyah nokta vardır. Yılan o kimsenin
boynuna takılır ve onun çenesinin iki tarafını yakalar. Sonra <Ben senin malınım, ben senin hazinenim>
der". Daha sonra Rasûluilah
sai-laiiahu aleyhi veseiiem (bunu teyid etmek için) Kur'an-ı Kerim'deki şu
ayeti keri-me'yi okudu: "Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği nimetlere
nankörlük edenler bunun kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler"
(Buharı, Mişkat)
İZAH: Bu ayet mealiyle birlikte ikinci bölümün 3. sırasında
geçmiştir. Hadiste geçen yılanın bir sıfatının Şücâ olduğu beyan edilmiştir.
Bazı alimler onun erkek yılan olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise şöyle
demişlerdir: "Şücâ, kuyruğunun üzerinde dimdik durup dövüşen yılana
denir"[5] Hadiste geçen yılanın ikinci sıfatı
başında tüy
olmamasıdır. Yılan çok zehirli olunca zehirinin şiddetinden onun başındaki
tüyler dökülür. Yılanın üçüncü sıfatı da üzerinde iki siyah nokta olmasıdır.
Onun üzerinde iki siyah nokta olması yılanın çok zehirli olmasının alâmetidir.
Bu tip yılanlar uzun ömürlü olmaktadırlar. Bazı alimler iki nokta yerine
yılanın ağzındaki zehirin çokluğundan her iki tarafındaki zehir köpüğü olarak
mana vermişlerdir. Bazıları da yılanın ağzının iki tarafından dışarı çıkan iki
diştir demişlerdir. Bazıları yılanın iki tarafındaki asılı olan zehir
torbacıkları olduğunu açıklamışlardır.[6]Bu
hadiste zekatı verilmeyen malın yılan olup tasma olarak giydirileceği zikredilmiştir.
Birinci hadiste ise ateşte kızdırılarak dağlama yapılacağı geçmiştir. Her iki
azap çeşidi, Kur'an-ı Kerim'in iki ayetinde de geçmiştir. Bu iki ayet de ikinci
bölümün ayetler kısmının açıklamalarında geçmiştir. İki azapta da herhangi bir
çelişki yoktur. Değişik vakitlere göre de farklı azap olabilir. Malın
çeşitlerine göre ve insanların değişikliklerine göre de azap farklı olabilir.
Bir de iki azab bir arada da olabilir.Şah Veliyyullah rahmetuiiahi aleyh
hazretleri Hüccetullahil Bâliğa adlı eserinde şöyle buyurmaktadır: "Malın
yılan olup insanın arkasına takılması ve ateşle kaplanıp dağlanmasındaki farkın
sebebi şudur; İnsan eğer malı öz olarak seviyorsa, onun ayrıntılarıyla özel
bir ilişkisi yoksa onun malı tek bir şey olup onun peşine takılacaktır. Kimin
de malın ayrıntılarıyla gönül bağı varsa ve altın ve gümüşü saya saya
yığıyorsa, bulduğu her şeyi para yaparak bir köşeye koyuyorsa, o kimsenin malı
ateşle kaplanıp kendisi onunla dağlanacaktır."Bir hadiste şöyle
geçmektedir: "Bir kimse, arkasına hazine bırakarak (bu dünyadan) giderse,
o hazine başının tüyleri dökülmüş ve kendisinde iki nokta bulunan bir yılan
olup kıyamet günü o kişinin peşine düşecektir. O korkarak, <Sen ne belasın
böyle?> deyince yılan, <Ben, senin bırakıp geldiğin hazinenim>
diyecektir. Yılan onun önce ellerini, sonra da bütün bedenini yiyecektir"[7] Kıyametin
azaplanyla ilgili sık sık şu konu geçmektedir ki, bir kimse herhangi bir azaptan
dolayı parça parça olacak, sonra azabın (tekrar) musallat olması için asıl
haline dönecek ve ikinci defa azaba müsait hale gelecektir.
3) Hz.
Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Biz namaz kılmak ve
zekat vermekle emrolunduk. Kim zekat vermezse onun namazı da (kabul)
Olmaz".
(Taberani, Terğib)
İZAH: Yani her ne kadar farz eda edilmiş olsa da, namazla ilgili Allah'tan
alacağı sevabı alamaz. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur "Kim zekat
vermezse, o (kâmil) Müslüman değildir. Ona işlediği iyi ameller fayda
vermez"[8] Yani diğer iyi ameller ile
zekat vermemenin vebali giderilemez. Onun hesabı ayrıca o kişinin üzerinde
kalır. Bir başka hadiste, "Zekat vermeden din (mükemmel) olmaz"
bu-yurulmuştur.[9] Diğer bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Allahu Teâlâ zekat vermeyenin namazını kabul etmez. Madem
ki Allahu Teâlâ (Kur'an'ın bir çok yerinde) namaz ve zekatı bir araya
toplamıştır. O halde siz onları ayırmayın"[10]Ayırmaktan
kasıt namaz kılıp zekat vermemektir.
4) Hz. Ali
radıyallahu anft'dan rivayete göre Rasûluliah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Allah ceiio ceiaiuhu Müslümanların zenginlerine, onların
fakirlerine yetecek miktarını farz kılmıştır. Fakirlerin acıktıkları veya
elbisesiz kaldıklar zaman sıkıntıya düşmeleri, ancak onların zenginlerinin
görevlerini yerine getirmemelerindendir. İyice dinleyin ki Allahu Teâlâ o
zenginleri (farzı eda etmediklerinden dolayı) şiddetli bir hesaba çekecek ve
onlara acıklı bir azab verecektir".
Taberani)
İZAH:
Yukarıdaki hadisin özeti şudur: Allahu Teâlâ Allâm-ül Ğuyûb yani gaybı çok iyi
bildiğinden, zekat için farz kıldığı miktar kesinlikle o kadar yeterlidir ki,
eğer insanlar onu tam olarak verseler ve usulüne uygun olarak eda etseler
hiçbir şahıs aç ve çıplak kalamaz. Bu apaçık ve kesin olan bir şeydir. Hz, Ebû
Zer Ğıfari radıyaiiahu anh'\n hadisinde bu maksat daha açık bir sözle ifade
edilmiştir. Bu hadis uzunca bir hadistir. Fakih Ebûlleys Semerkandi
rahmetuiiahi aleyh Tenbih-ül Ğâfilin'üe onu geniş olarak zikretmiştir. O
hadiste diğer suallerle birlikte şu da vardır: Ben, "Ey Allah'ın Nebisi!
Siz zekatı emrettiniz. Zekat nedir?" diye sordum. Rasûluliah sallallahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ebû Zer! Emanete riayet etmeyenin imanı
yoktur. Zekatı vermeyenin namazı yoktur {kabul olunmaz). Allahu Teâlâ
zenginlere, onların fakirlerine yetecek miktarda zekatı vacip kıldı. Allahu
Teâlâ kıyamet günü onların mallarının zekatını soracak ve bu yüzden onlara azab
edecektir". Bu hadis açıkça delalet ediyor ki yukarıdaki hadis zekatla
ilgilidir.İmamı Gazali rahmetuiiahi aleyh İhya'öa şöyle buyurmuştur: Allahu
Teâlâ zekatı ihmal edenler için şiddetli azab sözü vermiştir. Nitekim şöyle
buyurmuştur;
"Altın ve gümüşü
biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenleri ise can yakıcı bir azap ile
müjdele".
(Tevbe-34,35)
Allah yolunda
sarfefmeMen kasıt zekat vermektir İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh ondan sonra
şöyle buyuruyor: "Zekat kendisiyle alâkalı mallar itibariyle 6 kısımdır;
1-Hayvanların zekatı, 2-Altın ve gümüşün zekatı, 3-Ticaret mallarının zekatı,
4-Maden ve definelerin zekatı, 5-Mahsullerin zekatı, 6-Fıtır sadakası[11] Bütün
bunlar (madenlerin zekatı hariç) dört mezhep imamları arasında ittifak edilen
hususlardır. Madenler hakkında ise Hanefilere göre zekat yerine Humus yani
beşte biri vaciptir. Vacip olma açısından zekat gibidir. Kesinlikle Müslümanlar
bütün bu çeşit malların zekatlarını özenerek ve üzerinde durarak ayırırlarsa,
hiç bir yoksulun çaresizlikten ölmesine sıra gelmez.Hz. Ali radıyaiiahu antiın
rivayet ettiği bu hadisten dolayı bazı alimler, "Bu hadiste zekattan fazla
bir miktarın vacip olduğu kasdedilmiştir" diye şüpheye düşmüşlerdir. Bu
doğru değildir. Çünkü eğer bu kasdedilmiş olsaydı o zaman bu hadis bizzat Hz.
Ali radıyaiiahu anh'm diğer rivayetlerine ters düşerdi. Hz. Ali radıyai-lahu
an/i'dan rivayete göre Rasûluliah saiiailahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Zekatın vacib olması kendisinden başka olan sadakaların hükümlerini
kaldırmıştır". Bu hadis merfu olarak da nakledilmiştir. İmam Râzi Cessâs
rahmetuiiahi aleyh Ahkâm-ül Kur'an'da, "Bunun Hz. Ali radıyaiiahu an/j'ın
sözü olduğu güzel bir senetle nakledilmiştir" diye yazmıştır.Kenz-ul
Ummâlln yazan pek çok hadis kitaplarından bu rivayeti naklet-mistir. Lafzı
şöyledir: "Zekat Kur'an'da geçen her sadakayı neshetmiştir (vacib olmasını
kaldırmıştır). Cünüplükten dolayı gusül, ondan başka gusüllerin hükmünü
kaldırmıştır. Ramazan orucu, diğer oruçların farziyetini neshetmiştir. Kurban
kesmek diğer kesimlerin vacibliğini kaldırmıştır". Bizzat Hz. Ali
radıyaiiahuanh şöyle buyurmuştur: "Bir kimse bütün dünyanın malına sahib
olsa, niyeti sadece rıza-i ilahi olsa, o zâhiddir". Bu konu gelecek
bölümün başında zikredilecektir. Bazı alimler şöyle demişlerdir: "Zekat
farz olmadan önce kendi ihtiyacını ayırıp geri kalanı Allah yolunda sarf etmek
gerekiyordu. Zekatın farz olması bu hükmü kaldırmıştır. Allâme Süyûti
rahmetuiiahi aieyti'm aşağıdaki ayetin tefsirinde Süddî rahmetuiiahi aieyh'Ğen
naklettiği tefsir buna örnektir."Ey Muhammedi Sen af yolunu tut. İyiliği
emret ve cahillere aldırış etme(A'raf-199)Bu ayetteki emirden îcâb kasdedilse
bile o neshedümiştir. Bununla beraber yukarıdaki hadisten zekattan fazla olan
malı vermek manasını çıkarmak, Ra-sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in şu
sözüne de ters düşer: "Kim zekatını verirse üzerindeki hakkı ödemiş olur.
Zekattan arta kalan ise Allah'ın fazlıdır"[12] Bu
konudaki bir çok rivayetler daha önce de geçmişti. Bundan daha açık olan Hz.
Ebû Hureyre radıyallahu antim vasıtasıyla nakledilen ve Hz. Ali radıyallahu
anh1 m hadisiyle aynı manada olan rivayettir. Onda şöyle buyurulmuştur:
"Eğer Allahu Teâlâ zenginlerin zekatının fakirlere kâfi gelmeyeceğini
bilseydi, onlara zekattan başka şeyleri de farz kılardı. Öyleyse şimdi fakirler
aç kalıyorsa bu zenginlerin zulmünden dolayıdır"[13] Yani
zenginler zekatlarını tam olarak ödemedikleri için fakirler yokluk çekiyorlar.
Bundan dolayı Muhaddis Heysemt rahmetuiiahi aleyh Mecma-uz Zevâicföe Hz. Ali
radıyallahu an/ı'ın bu hadisine "Zekatın farz olması" başlığını atmıştır.
Hatta bu bölüme bu hadisle başlamıştır. Bundan da hadiste kasdedilen şeyin
zekat olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Kenz-ül Ummâl yazarı da bundan dolayı
onu Kitab-uz Zekat bölümünde zikretmiştir.Hafız İbnü Abdilberr rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "Allahu Teâlâ'nın diye başlayan ayeti ve buna benzer diğer
ayetler zekat verilmeme durumuna bağlanmıştır. İslam memleketlerinin çoğu
fakihlerinin görüşü ve mezhebi budur. Hz. Ömer, Hz. İbni Ömer, Hz. Câbir, Hz.
Ibni Mes'ud, Hz. Abdullah Ibni Abbas radıyallahu anhum un görüşleri de
aynıdır.Ebû Dâvûd ve başkalarının zikrettiği şu hadiste bunu teyid etmektedir.
Hz. Ümmü Seleme radıyallahu anha diyor ki: Ben altından bir takı takıyordum
Rasûlul-lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e, "Bu Kenz'e (yani malı biriktirip
yığmaya) dahil mi?" diye sordum. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem,
"Bir şeyin miktarı zekatın n
Hz. Enes radıyaiiahu
anh buyuruyor ki: Ensardan biri gelerek Peygamber sal-lallahu aleyhi
veseilemöen bir şey istedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem,
"Evinizde bir şey yok mu?" diye sordu. Adam, "Bir yaygı var.
Yarısını seriyor yansını da üzerimize alıyoruz ve bir de su içmek için bir
kabımız var" dedi. Rasûlullah saiiat-lahu aleyhi veseiiem her ikisini de
getirmesini istedi. Sonra onları açık arttırmayla iki dirheme sattı ve parasını
ona verdi ki, bir dirhemiyle gıda maddesi alıp evine versin. Bir dirhemiyle de
bir balta alıp gelsin. Adam baltayı alıp geldi. Rasûlullah -saiiaiiahu aleyhi
veseiiem kendi mübarek eliyle ona ağaçtan bir sap taktı ve "Git odun kesip
sat, on beş gün seni buralarda görmeyeyim" buyurdu. Adam söz tuttu ve on
beş gün sonra on dirhem kazanıp geldi. Bir kısmıyla gıda maddesi bir kısmıyla
da elbise satın aldı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki:
"Bu dilenmekten daha güzeldir. Çünkü dilenmekten dolayı kıyamet günü
senin yüzünde bir iz olacaktı". Ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Dilenmek için sadece üç kişiye müsaade vardır;
1-Helak
edici fakirliğe uğrayan, 2-Ağır tazminat ödemeye mahkum olan, 3-Acı bir kan
davasına düşen". Bu üç halde bile Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiemdilenmeye sadece izin vermiştir. Olayda adı geçen ve fakirliğe müptela
olmuş kişiye ne dilenme izni verdi ne de onun nafakasını başkasının boynuna
yükledi.Kısaca hadis kitaplarındaki binlerce olaylar şuna şahittir ki; vacib
hükmünün ilgisi sadece zekattır. Buna (vacip olarak başka bir sadakayı) ilave
etmek Rasûluüah satialiahualeyhi vese//em'in şu sözüyle aynı anlama
gelir:"Sadakada aşırı giden ve haddi aşan onu vermeyen
gibidir."Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem Hz. Dahhak bin Kays'ı
sadakaları toplamak için gönderdi. O, mallar içinde en güzel develeri alıp
getirdi. Rasûlullah Sai-laiiahu aleyhi veseilem bunu görünce, "Sen
insanların en güzel mallarını mı alıp getirdin?" buyurdu. O, "Ya
Rasûlailah! Siz bugünlerde cihada çıkmak için niyet ediyorsunuz. Ben üzerine
binilebilmesi ve yük yüklenebilmesi için böyle develeri getirdim" dedi.
Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem, "Git onları geri ver ve düşük derecede
mal alıp gel" buyurdu.[17]
Halbuki cihadın önemi açıktır. Cihad öncesi Rasûlullah sai-lallahu aleyhi
veseilem öyle teşvik etmiştir ki, Hz. EbÛ Bekr Slddlk radıyallahu anh evinin
bütün sermayesini alıp getirmiş. Hz. Ömer radıyallahu anh herşeyin yarısını
takdim etmişti. Hz. Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh bir defasında "Ya
Rasûlailah benim yanımda dört bin dirhemim var. İki binini ev masrafları için
bırakıyorum. İki binini de Allah için veriyorum" dedi. Bir sahâbi,
"Ya Rasûlallah ben bütün gece çalışıp, ücret olarak iki sa[18]
hurma kazandım. Yarısını eve bıraktım yarısı işte hazırdır" dedi.[19] Hz.
Ebû Mes'ud radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem sadaka
verilmesini emrederdi. Bizden bazılarının yanında hiçbir şey olmazdı. Onlar
sadece (sadaka verebilmek için) pazara giderler, çalışırlar, ücret olarak bir
Müdd (yaklaşık 800 gr) hurma kazanırlar ve onu sadaka olarak verirlerdi.[20]Bu
konu birinci bölümün hadisler kısmında 24 numarada geçmiştir. Ancak bütün
bunlara rağmen Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem (yukarıda anlatılan olayda)
usule uygun olarak basit bir devenin yerine iyi bir deveyi dahi kabul etmemiştir.
Bundan dolayı vacibin ilgi alanı mâlî açıdan sadece zekattır. Mal harcama
konusuna gelince, müslüman mal toplamak için yaratılmamıştır. Birinci bölümde
geçen Kur'an-ı Kerim ayetleri ve Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem'ln
irşadlan çok kuvvetli bir şekilde buna teşvik etmekte ve pekiştirmektedir.
Şöyle ki, mal Allah'ın razı olduğu işlere harcanmalıdır. Kişi kendi gücünün
yettiği kadar yokluğa dayanıp, başkasına harcamalıdır. Sadece Allah'ın
hazinesine yatırmakla mal işe yarayacaktır. O'nun hazinesine yatırılan malın
ne zayi olma endişesi vardır ne de o hazinenin batma ihtimali. İnsanın son
derece muhtaç olduğu zaruret vaktinde işe yarayacaktır. Bizzat Ailahu Teâlâ'nın
şöyle buyurduğunu Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem naklediyor: "Ey insan sen kendi hazineni Benim
hazineme akıt. Böyle yaparsan ne onun yanma, ne çalınma, ne de denizde batma
korkusu kalır. Ben senin son derece muhtaç olduğun zaman onu sana tam olarak
veririm"[21]Birinci bölümde 30
numarada Ailahu Teâlâ'nın şu irşadı geçmişti: "Herkes yarın (kıyamet) için
önden ne göndermiş olduğuna baksın. / O kimseler gibi olmayın ki, Allah'ı
unutmuşlar. (Bunun cezası olarak) Allah da onları kendilerine unutturmuştur
(Haşr-18,19)". 31 numaradaki diğer ayette şöyle buyuru I muştur: "Şüphesiz
mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir imtihandır.Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Bu sizin için daha
hayırlıdır. (Teğabun-15,16)"Aynı bölümde 1 numarada Rasûlullah sailaiiahu
aleyhi veseiiem'm şu hadisi de geçmiştir: "Benim yanımda Uhud dağı kadar
aitın olsa, ondan hiçbir şeyi yanımda tutmayı gönlüm istemez. Ancak borç ödemek
için ayırdığım müstesna". 3 numarada Rasûlultah sailaiiahu aleyhi veseilem
şöyle buyurmuştur: "İhtiyaçtan fazlasını Allah yolunda harcamanız sizin
için hayırlıdır. Saklayarak bir köşeye koymanız kötüdür". 12 numarada
Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştu: "Saya saya
harcama. Gücünün yettiği kadar harca". 20 numarada şu vakıa geçmişti: Bir
koyun kesildi. Onun bir butundan başka hepsi taksim edildi. Rasûlullah
sailaiiahu aleyhi veseilem, "Ne kadar taksim edildi?" buyurunca,
"Bir butu kaldı, geri kalanı taksim edildi" denildi. Rasûlullah
sailaiiahu aleyhi veseilem, "O buttan başka hepsi baki kaldı"
buyurdu.Birinci bölümde bu çeşit pek çok irşadlar geçmiştir. Bundan dolayı (mal
harcamakta) vacip nedir, mendub ve müstehab nedir? gibi konulardan sarfı nazar
ederek (bilmeliyiz ki) işe yarayacak olan mal, insanın hayatında ileri gönderdiği
maldır. Eğer mihnet ve meşakkatle kazandığı bu şeyi kendi ihtiyaç zamanında
işe yaraması için bir yerde saklaması gerekiyorsa Allah yolunda harcamalıdır.
Bunun ahiretteki faydası kesindir. Dünyada da bol bol faydası vardır, Belaların
uzaklaşmasında, hastalıklardan kurtulup sıhhate kavuşmakta sadakanın çok büyük
etkisi vardır. Onun sayesinde kötü ölümden korunulur. Rasûlullah sailaiiahu
aleyhi vese//em'in şu hadisi meşhurdur. "İki adam imrenilmeye layıktır.
Birincisi, 'Allah'ın kendisine Kur'an ihsan ettiği ve onu gece gündüz okuyan,
onunla amel etmeye kendini veren kişidir. İkincisi, Allah'ın kendisine mal
ihsan ettiği ve her zaman onu Allah yolunda bol bol harcamaya koşan
kişidir"[22]İkinci bölümde 3 numarada
Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi geçmişti: "Mal sahipleri
çok büyük zarardadırlar. Ancak iki eliyle sağa sola, oraya buraya Allah yolunda
harcayan kimse müstesnadır". 7 numarada da şöyle bir hadis geçmiştir:
"Komşusu yanında aç yatarken karnı tok olan asla mü'min
olamaz".Kısaca bu kitabın birinci bölümünde bu konu geçmiştir. Konunun
özeti şudur: Malı toplayıp saklamak asla Müslümana yakışmaz. Bunun en uygunm
5) Hz.
Büreyde radiyaliahu an/j'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem şöyle buyurmuştur: "Hangi kavim zekat vermezse, Allahu Te-âla
onları kıtlığa uğratır"
(Tebarani, Terğib)
İZAH: Kıtlık
vebası bizlere öyle musallat olmaktadır ki, bir sınırı yoktur. Onu gidermek
için binlerce tedbir alınmakta ancak hiçbir işe varamamaktadır. Allahu Teâla
bir günahtan dolayı herhangi bir azabı indirirse dünyada onu engelleyeme kimin
gücü yeter? Yüzbinlerce tedbir alınız, binlerce kanun yapınız, bir şey mülkün
sahibi tarafından musallat edilmişse o sadece O'nun gidermesi ile gidebilir. O
hastalığı söylemiş ve onun gerçek ilacını da haber vermiştir. Eğer maksadınız
hastalığı gidermekse doğru ilacı tercih ediniz. Bizler hastalıkların
sebeplerini kendimiz üretiyoruz. Sonrada hastalıklar artıyor diye ağlıyoruz. Bu
ne biçim akılılıktır?Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bu alemde meydana
gelen hadiseler ve musibetler üzerine ve onların sebepleri üzerine özellikle
dikkatleri çekmiştir. Ben onları kısaca El-ltidal adlı r
6) Hz. Ebü
Hureyre radıyallahu anh diyor ki: Ben Ömer bin Hattab'tan daha önce
işitmediğim bir hadis işittim. Halbuki onlar arasında Rasûlullah sai-laiiahu
aleyhi vesellem ile en fazla beraber olan ben idim. Ömer radıyallahu anh şöyle
dedi; "Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: <Karada ve
denizde zayi olan mallar, zekatı verilmediğinden dolayı zayi olmaktadır".
(Taberani, Terğib)
İZAH: Yani
zekat vermemenin ahiretteki vebal ve azabı ayrıdır. Dünyada bunun vebali malın
zayi olmasına sebep olmasıdır. Bir başka hadiste bu hadisi şerifle ilgili bir
de kıssa nakledilmiştir. Hz. Ubade bin Sâmit radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükerreme'de Hatîm'in gölgesinde oturmaktayken
biri gelerek, "Ya Rasûlallah! Falan kabilenin denizin kenarında duran mali
helak oldu (görünen o ki, denizin dalgalarıyla zayi oldu)" dedi.
Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Karada ve denizde
(yani bütün dünyada) malların zayi olmasının sebebi; zekatı
verilmediğindendir. O halde zekat vererek mallarınızı koruyun. Hastalarınızı
sadaka ile tedavi edin. Ansızın gelen musibetleri dua ile uzaklaştırın. Çünkü
dua ansızın gelen musibetleri giderir. Henüz gelmemiş olan musibetleri de
engeller". Birde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Allah ceiie ceiaiuhu bir kavmin yükselmesini ve devamını dilerse, onlarda
iffet (ahlâkî temizlik) ve semahat yani yumuşaklık ve cömertlik nasib eder. Bir
kavmi de sona erdirmeyi ve yok etmeyi dilediğinde onlar arasında hıyanetlik ortaya
çıkarır". Ondan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şu ayeti
kerimeyi okudu:"Nihayet kendilerine verilen o nimetlere sevinip zevke
dalınca onları azabımızla ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp
şaşkına döndüler[25] (En'am-44)
Bu ayet diye
başlamaktadır. Bundan önceki iki ayette ibret ve nasihat elde etmek için önceki
ümmetlerin helak olmalarının bir kanunu şöyle anlatılmıştır. "Şüphesiz
senden önceki ümmetlere de peygamber gönderdik. (Onlar peygamberin sözünü
tutmayınca) yalvarmaları için onları musibet ve hastalıklarla yakaladık (yani
musibetler ve hastalıklara uğrattık). / Onlara azabımız geldiği zaman
yalvarmaları gerekli değil miydi? (yalvarsalardı onlara merhamet edilecek ve
kusurları affedilecekti) Fakat kalpleri katılaştı (ki nasıl nasihat kabul
ederlerdi). Şeytan yaptıklarını süsleyerek gösterdi (böylece onlar güzel
gördükleri kötü amellere daldılar). / Kendilerine peygamberler tarafından
yapılan öğütleri unuttuklarında (onlara iltifat bile etmediklerinde) bizonlara
(zevkü sefanın, rahatlık ve refahın) her türlü kapısını açtık. Nihayet
kendilerine verilen nimetlerle sevinip zevke dalınca (onların sapıklığı daha da azdı). Bunun üzerine biz
onları azabımızla ansızın yâkalayı verdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına
döndüler. (En'am-42,43,44)"
Bu ayeti kerimeler çok
büyük ibret ayetleridir. Şöyle ki, Allahu Teâlâ'ya isyan edilmesine rağmen
eğer herhangi bir zorluk yerine, zevk, sefa, rahat ve refah imkanları
açılıyorsa , bu daha tehlikeli bir şeydir. Bir hadiste geçtiğine göre
Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Sen günahlarına
ısrarla devam eden ve kendisine dünya bolluğu ve genişliği verilen birini
görünce (bil ki) bu Allah tarafından o kişiye verilen bir mühlettir".
Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve- (yukarıda geçen) (En'am süresindeki 44.)
ayeti okudu.Hz. Ebû Hâzim ranmetuiiahi a/eyh'in şöyle dediği naklediliyor:
"Sen Allah'a isyan ettiğin halde O'nun nimetlerinin senin üzerine ard
arda geldiğini görürsen bundan kork. Allahu Teâla'ya yaklaştırmayan her nimet
musibettir"[26] 6. bölümün hadisler
kısmında 17 numarada bu konu geniş olarak gelecektir. Mal Allahu Te-âla'nın
nimetlerinden büyük bir nimet olduğu için onu olabildiği kadar Allah yolunda
fazla harcayarak Allahu Azimüşşan'ın yüce huzuruna yaklaşmaya vesile
kılınmalıdır. Bir kimse malı Allah yolunda bol bol harcayarak Allah'a yakınlık
kurmak yerine Allah'ın en önemli farzlarından olan zekatı dahi vermezse, o kimsenin
isyankar olmasında ne şüphe vardır. Böyle bir kimse malının kalıcı olacağından
umutlanmamalıdır. Zira o bizzat kendisi malının zayi olması için tertip
yapmaktadır. Bir de eğer bu durumda Allah etmesin, zayi olmazsa daha da tehlikelidir.
Çünkü bu durumda mal bir başka büyük musibetin öncüsüdür. Allahu Teâla kendi
lütfuyla korusun.
7) Hz. Aİşe
radıyallahu anha'dan rivayete göre RasÛlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle
buyurdu: "Hangi mala zekat matı karışırsa o malı mutlaka helak eder". (Şafii, Buhâri, Mişkat)
İZAH: Bu
hadisi şerifin maksadı hakkında alimlerin iki açıklaması vardır ve her ikisi de
doğrudur. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem\n bu hadisi her iki görüşü
doğrulamaktadır. Bunlardan birincisi şudur: Bir mala zekat vacip olur da, ondan
zekat ayrılmazsa bütün mal zekatla karışmış olur. Ve bu zekat malı, hepsini
helak eder. Bu maksada uygun olarak bu hadisi şerif birinci hadisi şerif ile
aynı manada olmaktadır. Çünkü bu konu aynen birinci hadisi şerifin konusudur.
Hafız İbni Tey-miye rahmetuliahi aleyh Münteka adlı eserinde bu manayı tercih
etmiştir. Bundan dolayı bu hadisin başlığına Zekat ayırmakta acele etme bubi
diye yazmıştır. Humeydi rahmetuliahi aleyh bu hadisten sonra şunu nakletmiştir:
"Eğer senin üzerine zekat vacip olur da, onu ayırmazsan haram olan mal
helali de helak eder". Yani alıkonulması haram olan zekat malı,
alıkonulması helal olan diğer malı da zayi eder.İkinci açıklama Hz. İmam Ahmed
bin Hanbel rahmetuliahi a/eyft'den nakledilmiştir. Şöyle ki, bir kimse zekat n
8) Hz.
Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh buyurdu ki: "Bir kimse temiz (helal)
mal kazanır, ancak zekatı alıkoyması o malı kirletir. Bir kimse de haram mal
kazanır, zekatını verirse o malı temizlemez (helal yapmaz)".
İZAH: Ne
ağır bir tehdıtdir ki insan büyük bir gayret ve canla başla helal ve harama
dikkat ederek bir mal kazanırda, basit bir cimrilik yüzünden yani zekata
dikkat etmemesinden dolayı malın tamamı Allahu Teâlâ indinde pis olur. Bir
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Bir
Kimse haram yolla mal kazanır sonra onu sadaka olarak verirse, ona bunda hiçbir
sevap yoktur. Vebali de üzerinde kalır"[28] Yani
haram kazanmanın vebali omuzunda kalır. Sadakadan dolayı da hiçbir sevap
alamaz.
9) Hz. Esma
bînti Yezid radıyallahu anha'öan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem şöyle buyurdu: "Hangi kadın altın gerdanlık takarsa, kıyamet günü
onun boynuna aynı onun gibi ateşten bir gerdanlık takılır. Hangi kadın kulağına
altın küpe takarsa kıyamet günü onun kulağına onun gibi ateşten bir küpe
takılır". (Ebû Dâvud.Neseî, Terğib)
İZAH: Bu
hadisi şerifte kadınların altın takınmalarının caiz olmadığı ve haram olduğu
anlaşılmaktadır. Bundan dolayı bazı alimler bu hadisi İslam'ın ilk zamanlarına
dayandırmışlardır. Çünkü bütün alimlere göre diğer hadislere istinaden
kadınlar için altın ve gümüş ziyneti caizdir. Ancak bazı alimler bu ve buna
benzer diğer hadisleri zekatı verilmeyen ziynet eşyası olarak yorumlamışlardır.
Bazı hadisler de bunu teyid etmektedir. Nitekim bizzat Hz. Esma radıyallahu
an-Zia'nın rivayetinde şöyle geçmektedir: "Ben ve halam Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi ve-se//em'in yanına geldik. Kolumuzda altın bilezikler vardı.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, <Onların zekatını veriyor musunuz?>
buyurdu. Ben, <Hayır> dedim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem,
<Siz Allahu Teâlâ'nın size ateşten bilezikler takmasından korkmuyor
musunuz? Onların zekatını veriniz> buyurdu.[29] Bu
rivayet saf ve şeffaftır ki Cehennem ateşi, onların zekatının verilmediği.takdirde
giydirile-çektir. Hanımların buna çok dikkat etmeleri gerekir. Zira bugün
bedenlerinin süsü olan ziynet eşyaları, zekatı verilmediği takdirde yarın
Cehennem'in alevlenen ateşi olup bedenleri için azab olacaktır.Hz, Esma
radıyaltahu anha'run "Zekat vermiyorum" demesi o vakit bu meseleyi
bilmediğinden olabilir. Nitekim ikinci hadiste onların sorması bunun delilidir.
Şu da olabilir, onlar o ana kadar ziynet eşyasını kadınların temel ihtiyacı
olarak biliyorlardı. Halbuki ziynet eşyası asıl ihtiyaç değildir. Fazlalıktan
bir şeydir. Bu manaya göre bu hüküm sadece altına ait değildir. Gümüşün hükmü
de aynıdır. Nitekim bir başka hadiste Hz. Aişe radıyaiiahu anha buyurdu ki:
RasûlulSah saiiaüahu aleyhi veseiiem yanıma geldi ve ellerimde ki gümüş yüzükleri
gördü ve "Bunlar nedir?" buyurdu. Ben, "Size karşı süsleneyim
diye bunları yaptırmıştım" dedim. Rasûluliah saliailahu aleyhi veseiiem,
"Onların zekatını veriyor musun?" buyurdu. Ben, "Hayır"
deyince, "Cehennem ateşi için sana bunlar yeter" buyurdu.[30]Bu hadiste
(zekatla ilgili) olumsuz cevabın önceki hadiste geçen iki sebebine ilave
olarak bir üçüncü sebebi de şu olabilir: Gümüş yüzüklerin ağırlığı genellikle
zekat n
10) Hz.
Dahhâk rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Allahu Teâla zekat vermeyi emrettiği
zaman münafıklardan bir takım insanlar yanlarında bulunan en âdi meyveyi
getiriyorlardı. Bunun üzerine Allahu Teâla Kur'an-ı Kerim'-deki Bakara
suresinin 267. ayetini indirdi". (Dürrü
Mensur)
İZAH: Hadisi
şerifte geçen ayeti kerime ve meali şöyledir:"Ey İman edenleri
Kazandıklarınızın temiz ve helal olanlarından ve sizin için yerden
çıkardıklarımızdan Allah için harcayın. Ancak gözünüzü yumarak (utanıp sıkılarak)
alabileceğiniz kötü şeyleri sadaka olarak vermeyin. Bilin ki Allah Ğani'dir.
Hiçbir şeye muhtaç değildir (O böyle kötü maldan dolayı hoşlanmaz). O, övülmeye
layık olandır".
(Bakara-267)
Pek çok hadisler, bu
ayetler hakkında gelmiştir. Hepsinin birleştiği nokta aynıdır. Hz. Berâ
radıyaiiahu anh diyor ki: "Bu ayetler biz Ensar topluluğu hakkında
inmiştir. Bizim bağlarımız vardı. Herkes kendi bağının durumuna göre az-çok birşeyler
getirirdi. Bazı insanlar bir-iki salkım getirip mescide asarlardı. Ehli Suffe
yemek için özel hiçbir intizamı olmayan fukara cemaatiydi. Onlardan hangisi acıkırsa
o salkımlara bir sopayla vurur, hurmalardan olgun veya ham ne düşerse onu
yerdi. Bazı insanlar hayır işlerine merak ve ilgileri olmadığından işe yaramayan
tipteki hurma salkımlarını veya bozulmuş hurma salkımlarını asarlardı". Bunun
üzerine (yukarıdaki) ayeti kerime nazil olmuştu. Ayetin maksadı şudur: Eğer
size utanıp sıkılarak alacağınız, ama norma! şartlarda almayacağınız bir hediye
verilse (durumunuz ne olurdu?). Bu ayet indikten sonra güzel ve olgun hurma
salkımları gelmeye başladı.Bu konuda bir çok rivayetler gelmiştir. Bir hadiste
bazı insanların pazardan ucuz mal alıp onu sadaka olarak verdikleri, bunun
üzerine yukarıdaki ayeti kerimenin nazil olduğu bildirilmiştir. Hz. Ali
kerremallahu vechehunun şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Bu ayeti kerime
farz olan zekat hakkında inmiştir. Çünkü halk hurmaları toplayınca iyilerini
seçip ayırırlardı. Zekat almak için onlara bir adam gidince onun önüne bozuk
malı koyarlardı". Bir hadiste şöyle geçmektedir: Ra-sûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bir defasında mescide gitti. Mübarek ellerinde bir değnek
vardı. Biri mescide işe yaramayan hurma salkımı asmıştı. Rasûlullah sah laiiahu
aleyhi veseiiem o salkıma elindeki değnekle vurdu ve "Bunu buraya asan
kişi eğer bundan daha iyisini assaydı ne zarar ederdi ki? Bu kişi Cennet'te
aynen böyle işe yaramaz hurmalar bulacaktır" buyurdu.[32] Hz.
Aişe radıyaliahu anha_ Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle
buyurduğunu naklediyor: "Siz yiyemeyeceğiniz malı yoksullara yedirmeyin[33] Bir
hadiste şöyle geçmektedir: Et kokmuştu. Hz. Aişe radıyaliahu anha onu Allah
için birine vermeyi diledi. Rasûlullah saiiaiiahualeyhi veseiiem, "Sen
kendin yemediğin şeyi sadakamı veriyorsun?" buyurdu. sat şudur: Bu mal
Allah adına verildiğine göre mümkün olduğu kadar iyi mal verilmelidir. Ancak
iyisini veremiyor diye kişi kötüsünden de vazgeçip, neticede ortadan
kaybolmamalıdır.[34] Eğer kalitelisini vermeye
muvaffak olamıyorsa, değeri düşük olanı vermek, vermemekten daha hayırlıdır.
Zekat olarak düşük rnal vermek de zekat vermenin bir kısmıdır. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm zekat vermekle ilgili buyurduğu usul 4.bölümün
hadisler kısmında 6 numarada geçmiştir. Şöyle ki, Alla-hu Teâlâ ne en güzel mal
talep etmekte ne de değersiz mala izin vermektedir. Bilakis orta yollu mal
talep etmektedir, işte zekat vermenin asıl usûl ve kaidesi budur.Hz. Ebû Bekr
Sıddık radıyaliahu anh emri altında bulunan kimselere zekat toplamanın
hükümleri ile ilgili yazdığı yazıda zekatın tafsilatını yazmıştır. Yazının
başına şöyle yazmıştır: "Kim (alttaki) açıklamalara uygun olarak zekatı
tahsil ederse, ona verilsin. Kim de bundan ziyadesini almak isterse ona zekat
verilmesin". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Hz. Muaz radıyaliahu
anh'\ Yemen'e vali tayin edip gönderirken namaz hükmüyle birlikte zekat eda
edilmesi hükmünü telkin etmiş ve "Onlar zekat verirlerse onların en iyi
mallarını almaya çalışma. Mazlumun bedduasından sakın çünkü mazlumun
bedduasının kabul olmasına hiçbir engel yoktur" buyurdu.İmam Zühri
rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Hükümetten zekat memuru geldiği zaman
koyunları üçe ayırmalıdır. En iyileri bir yere en kötüleri bir yere koymalı ve
zekat memuru da üçüncü hisse olan orta yollu olanlardan almalıdır"[35]
Zekat alan kişiyle ilgili asıl kanun budur. Ancak zekat veren kendi rızasıyla
en iyi malını verirse bunda da bir sakınca yoktur. Dördüncü bölümde 6. hadisin
açıklamasında Sahâbe-i Kiram'ın bazı vakıaları ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm şu irşadı geçmiştir: Siz kendi rızanızla, zekatın ölçüsünden fazla
olarak en değerli mal vermek isterseniz Allahu Teâla size onun ecrini
verecektir. Bundan dolayı zekat veren kimse işine asıl yarayacak olan malın
verdiği mal olduğunu düşünerek en üstün malı seçerek vermelidir.İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Zekatı ahiret için vermek isteyenler
için bazı âdaplar ve usuller vardır. Onlara riayet etmek gerekir", imam
Gazali rahmetuiiahi aleyh bu konuyu çok geniş bir şekilde anlatmıştır. Ben onu
son derece kısa olarak ve yer yer basit açıklamalarla anlatıyorum. Bu onun
tercümesi değildir. İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh 8 âdâb zikretmiştir:
1) Zekatın
niçin vacip olduğunu ve niçin İslam'ın rüknü yapıldığını düşünmektir. Bunun üç
sebebi vardır:
a) Dil ile
Kelime-i Tevhid-i ikrar etmektir; Bu Allahu Teâla'yı tek olarak Mâ'bûd kabul
etmenin ikrarıdır. Yani O'na başka bir şey ortak değildir. Sevgi davasında
bulunan kimsenin kalbinde ihtiyari olarak, tek olan o Yüce Zât'tan başka bir
şeye yer kalmayınca bu ikrar kemâle erip tamamlanabilir. Çünkü sevgi ortaklığa
asla tahammül edemez. Sadece dilde kalan muhabbet davası boştur. Sevgi
imtihanı, sevilen başka bir şeyle karşı karşıya kalınca ortaya çıkar. Herkesin
tabiatında mal sevgisi vardır. Bundan dolayı Allah sevgisi ve O'nun tek bir
Mâ'bûd olduğunu ikrar etmenin bir imtihan ölçüsü olarak mal harcanması farz
kılınmıştır. Bununla insanların Cenabı Hakk'a karşı olan sevgileri ölçülür.
Bundan dolayı Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki
Allah müminlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın
almıştır".
(Tevbe-111)
Canın satın alınması
cihad yoluyladır. Mal harcamak, canı harcamaktan daha hafiftir. Mademki mal
harcamak, sevginin imtihan ölçüsü olmuştur. O halde insanlar bu imtihanda üç
kısma ayrılırlar. Birinci kısım o insanlardır ki, Allah'ın birliğini dosdoğru
ikrar ettiler. Hiçbir şeyin zerre kadar O'nun sevgisine ortak olmasına
müsaade etmediler ve
verdikleri sözü tam olarak yerine getirdiler. Şöyle ki, kendi mallarının
hepsini O'nun adına feda ettiler. Kendileri için ne bir dinar bıraktılar ne de
bir dirhem. Bu durumda zekatın farz olması gibi bir mesele olmaz. Bundan dolayı
bazı büyük zatlardan şöyle nakledilmiştir: Onlardan birine, "200 dirheme
ne kadar zekat vaciptir" diye sorulunca o, "Avamdan olan insanlar
için şeriatı mutah-haranın kanununa göre beş dirhemdir. Ancak bizim bütün
mallarımızı Allah yolunda harcamamız zaruridir" buyurdu. İşte bu sebepten
dolayıdır ki, Hz. Ebû Bekr Slddlk radıyaltahu anh bütün malini Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellem'e takdim etmiş ve sevgi davasını öyle ispat etmiştir
ki, sevgiliden başka hiçbir şeyi bırakmamıştır.İkinci kısım orta dereceli insanlardır
ki, onlar ihtiyaç ve zaruret kadarını bırakırlar. Bunlar, nimetler ve
lezzetlerle meşgul olmayan kimselerdir. Elbette ihtiyaç kadarını ayırırlar ve
ihtiyaçtan fazla olanı Allah yolunda harcarlar. Bu zatlar harcama hususunda
zekatla iktifa etmeyip ne kadar fazla malları varsa onların hepsini harcarlar.
Bundan dolayı İmarn Nehai rahmetuiiahi aleyh ve Şa'bi rahmetuiiahi aleyh ve
bunlar gibi zatlar malda zekattan başka da hakların vacib olduğu görüşündedirler.
Onlara göre bir zengin nerede ihtiyaç sahibi olan birini görürse, zekatın
dışında kalan mal ile onun ihtiyacını gidermesi vaciptir. Ancak fıkha göre
sahih olan şudur: Eğer bir şahıs ıztırar ve çaresizlik derecesine ulaşmışsa
onun ihtiyacını görmek farz-ı kifayedir. Ûlema-i Kiram arasında şu hususta
görüş ayrılığı vardır: "Muztarr" olan kişiye helak olmaktan
kurtaracak kadar malı bağış olarak mı vermeli yoksa borç olarak vermek yeterli
midir? "Borç verilmelidir" diyenler güya üçüncü kısma
girmektedirler.Üçüncü kısım ise en aşağı derecedeki insanlardır. Onlar sadece
vacip olanı yani zekat miktarını eda ederler. Ne ondan az ne de çok verirler.
Halkın geneli, aşağı yukarı bu kısma girmektedir. Çünkü onlar malı
sevmektedirler. Onu harcamakta cimrilik etmektedirler ve onlarda ahiret arzusu
azdır.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh sadece üç kısım insanı yazmış dördüncü
kısmı zikretmemiştir. Onlar da farz olan miktarı tam olarak eda etmezler veya
hiç eda etmezler. Çünkü onlar Allah sevgisi davasında tamamen yalancıdırlar. Yalan
sevgi davasına kalkışanları zikretmeye ne hacet vardır!
b) Zekatın
vacip olmasının sebeplerinden biri de, insanı çok tehlikeli ve korkunç bir şey
olan cimrilik sıfatından temizlemektir. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem
buyurdu ki: "Üç şey helak edicidir; 1-Kendisine itaat edilen hırs ve
cimrilik (yani eğer bir şahsın tabiatında cimrilik varsa ve o kendi tabiatının
tersine amel ediyor ve tabiatını zorluyorsa bu cimrilik tehlikeli değildir.
Tehlikeli cimrilik insanın tabiatında olup da ona uygun olarak amel etmektir).
2-Kendi-sine ittiba edilen nefsani arzular. (Bu da yukarıdaki gibidir. Mesela
bir kişide şehvet olsa ve o kişi kendini zorlayarak şehvetini engellese bu
tehlikeli değildir. Asıl tehlikeli olan şehvete uygun amel etmektir).
3-Herkesin kendi görüşünü en üstün kabul etmesidir". Bundan başka
Kur'an-ı Kerim'de bir çok ayette
ve hadisi şeriflerde
cimrilik kötülenmiştir. Bunlardan bir kaçı ikinci bölümde geçmiştir. İnsandan
cimrilik sıfatının zail olabilmesi İçin mecburi olarak malını harcamaya onu
alıştırmak gerekir. Çünkü birine olan sevgi ve ilgiyi kesmek kasdedildiğinde
onun şekli şöyle olur: Kişi kendini zorlayarak o kimseden uzak durmalıdır.
Neticede onun sevgisi gider. Bu açıdan zekata temizlenme vasıtası denilmiştir.
Çünkü o insan, Allah yolunda ne kadar fazla mal verirse, ne kadar fazla sevinç
ve memnuniyetle verirse ve Allah yolunda harcamanın mutluluğu yüzünde ne kadar
fazla olursa, o kadar cimrilik pisliğinden temizlenmiş olur.
c) Zekatın
vacip olmasının sebeplerinden biri de mal nimetine şükürdür. Allahu Teâlâ'nın
herkesin malı ve canında o kadar ihsan ve ikramı vardır ki, haddi hesabı
yoktur. Öyleyse Tâât-ı Bedeniyye, bedeni nimetlerin şükrüdür. Tâât-ı Maliye ise
mali nimetlerin şükrüdür. Bir fakiri gören, o fakirin darlık içinde olduğunu,
kötü halini, rızık azlığından dolayı içine düştüğü musibeti gören ve buna
rağmen kalbinde Allahu Teâla'nın bu nimetine şükretmenin hayali bile geçmeyen
kimse ne kadar alçak ve zelil bir insandır. Halbuki Allahu Teâlâ o şahsın
üzerine nimetler indirmiştir. Şöyle ki, onu dilenmekten müstağni kılmıştır.
Onu o fakir gibi kendi ihtiyacını başkasının önünde açmaktan uzak kılmıştır.
Hatta başka bir şahsın ihtiyacını onun önünde açacak bir seviyeyi ona nasip
etmiştir. Öyleyse bunun şükrü, malının onda birini veya kırkta birini Allah adına
harcamak değil midir? (Onda bir ile, yerden çıkan mahsullerin öşürü, kırkta bir
ile zekat kastedilmiştir).
2) Zekatın
ikinci edebi, edâ edilmesinin vaktiyle ilgilidir. O da şudur Zekatı eda etmek
için çok acele edilmelidir. Şöyle ki; onun vacip olma vaktinden önce verilmelidir
ki, böyle yapmak Allahu Teâlâ'nın hükmünü yerine getirme hususundaki arzuyu
açıklamak ve fakirlerin gönüllerinde sevinç meydana getirmektir. Zekatı
geciktirmek ise kendine ve malına herhangi bir hastalık ve afet gelmesi
ihtimalini taşımaktadır. Zekatın acele verilmesi görüşünde olanlara göre, onun
geciktirilmesi ayrıca bir günahtır. Öyleyse hangi vakit zekat verme fikri kalbe
gelirse bu meleğin bir tahriki -olarak bilinmelidir. Çünkü hadiste şöyle
geçmektedir: "İnsanla birlikte bir meleğin tahriki bir de şeytanın
tahriki olur. Meleğin tahriki hayra yöneltmek ve hakkı tasdik etmektir. İnsan
bu hali hissedince Allah'a şükretmelidir. Şeytanın tahriki ise kötülüğe
yöneltmek ve hakkı yalanlamaktır. İnsan bu durumu hissedince Euzü billahi
mineşşeytânirraclm desin;[36]Bir
başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsanın kalbi Allahu Teâlâ'nın iki
parmağı arasındadır. Ne tarafa isterse döndürür. Bundan dolayı Allah yolunda
mal harcamak için kalbe gelen düşüncenin değişme tehlikesi de vardır. Buna
ilave olarak şeytan insana kendi ihtiyacını hatırlatır, durur". Bu mesele
ikinci bölümün ayetler kısmında 2 numarada geçmiştir. Bir de meleğin
tahrikinden sonra şeytanın da tahriki olmaktadır. Öyleyse şeytanın tahrikinden
önce hemen zekat verilmelidir.
Eğer zekatın tamamını
bir vakitte eda etmek maksat ise onun en güzel şekli şudur: Herhangi bir ay
tayin edilmelidir. En iyisi en faziletli olan aylardan biri tayin edilmelidir.
Tâ ki bu ayda zekat vermekle sevap çoğalmış olsun. Mesela Muharrem ayı (hicri)
yılın ilk ayı olmakla birlikte Eşhur-ü Hurum'dandır. Bu ayda Aşure denilen bir
gün vardır ki, o günde sadaka vermek ve çoluk çocuğa harcamada genişlik göstermenin
fazileti hakkında rivayetler gelmiştir. O halde zekat bu ayda verilecekse 10.
günü verilmelidir.1 Yada mesela mübarek Ramazan ayında verilmelidir. Çünkü hadislerde
şöyle geçmektedir. Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseilem cömertlik ve ihsanda
bütün insanlardan öndeydi. Ramazan ayında ise Rasûlullah saiiallahu aleyhi
veseiiem'\n ihsan ve cömertliği hızlı esen rüzgar gibi hızlanırdı. Aynı zamanda
bu ayda bin geceden daha üstün olan Kadir Gecesi vardır. Bir de Allahu
Teâlâ'nın nimetleri bu ayda kulları üzerine günden güne artmaktadır. Aynı
şekilde Zilhicce ayı da çok faziletli aylardandır. Bu ayda Hac yapılır. Bu ay
da Eyyâm-ı Ma'lûmât vardır. Yani Zilhiccenin on günü ve ayrıca Eyyâm-ı Ma'dûdât
vardır. Yani teşrik günleri... Kur'an-ı Kerim'de her iki vakitte de Allahu
Teâlâ'nın anılmasına teşvik edilmiştir. Öyleyse bir kimse eğer zekat vermek için
Ramazan ayını seçmişse, bunun için son on gün uygundur. Kim de Zilhicce ayını
seçmişse onun için ilk on gün efdaldir.Bu Allah'ın aciz kulu Zekeriyya'nın
tavsiyesi şudur: Mutlaka herkes kendi zekatının takriben ölçüsünü bilir. Bundan
dolayı senenin başından itibaren zaruret yerlerine bu ölçüye göre azar azar
vermelidir. Zekatın vacib olmasını gerektiren bir yıl sona erdiğinde malının
ve zekatının tam hesabını yapmalıdır. Eğer bir eksiklik varsa tamamlamalı, eğer
biraz fazla verildiyse Allah'a şükretmelidir. Çünkü vacip olan miktardan fazla
vermek ancak Allah'ın tevfiki ile olmuştur. Bu tertibe göre zekat vermenin üç
hikmeti vardır: 1-Eğer zekatın miktarı ziyade olursa büyük bir meblağı bir
anda vermek çoğu zaman insanın tabiatına ağır gelir. Halbuki zekatı eda etmekte
gönül rızasıyla vermenin çok büyük önemi vardır. 2-İhtiyacın yer ve zamanı her
vakit kolayca bulunamaz. Yukarıdaki tertibe göre zekat verilirse ihtiyaç
yerlerine verilmiş olur. Ama eğer sene sonunda zekatı hesap ederse, "zaman
zaman veririm" düşüncesiyle ayırırsa, bu durumda her gün gecikme olacaktır.
Bir de zekatı eda etmeden önce canda veya malda tatsız bir olayın meydana
gelmeyeceğinden emin olunmaz. Zekat vacip olduktan sonra onu vermemek bütün
ulemanın ittifakıyla günahtır. 3-Zekatı aralıklı vakitlerde vermekle (eğer
insanda cimrilik fazla yoksa) ümid edilir ki çoğu zaman vacip olan miktardan
fazla verilmiş olacaktır -ki bu da beğenilen bir şeydir-. Ama bir anda zekatı
hesaplayıp bir de onun üzerine ziyade etmek pek çok insana ağır gelir.Burada
bir şeyi önemle zihne yerleştirmek gerekir. O da şudur: Zekatın dayanağı Kamerî
yıldır. Şemsî yıl değildir. Bazı insanlar milâdî takvimin aylarına göre zekat
hesaplarını tutmaktadırlar. Böyle yapmakla zekat her sene (Hicri takvime göre)
gecikir. Buna ilaveten her 36 senede bir, bir yıllık zekat eksik olup kişinin
zimmetine kalacaktır.
3) Zekatın üçüncü edebi onu gizli olarak
vermektir. Böyle yapmak şöhreti izhar etmekten korunmak ve alan kişiyi
gizleyerek onu zilletten kurtarmaktır. Eğer zekatı alenen vermeyi gerektiren
bir mecburiyet yoksa gizli olarak vermek efdaldir. Çünkü sadakanın hikmeti
cimrilik pisliğini gidermek ve mal sevgisini zail etmektir. Fazla şöhret
konusunda makam ve mevki sevgisinin etkisi vardır. Bu hastalık, yani makam sevgisi,
mal sevgisinden daha tehlikelidir. İnsanlara mal sevgisinden daha fazla
musallat olmuştur. Cimrilik sıfatı kabirde akrep olup insanı sokar. Riya ve
şöhret sıfatı ise ejderha olup insanı sokar. Cimrilik sıfatını yok ederek riya
sıfatını güçlendirmek akrebi öldürüp yılana yedirmeye benzer ki, bu durumda
şüphesiz akrep ölmüş ve zararı yok olmuştur. Ancak yılan daha da
kuvvetlenmiştir. Halbuki maksat her ikisini de öldürmektir. Hele yılanı
öldürmek daha önemlidir.
4) Dördüncü edep şudur: Eğer bir kimse zekat
verirken dînî bir maslahatı açığa çıkarıyorsa, mesela başkalarını teşvik etmek
maksadını taşıyorsa veya insanlar onun davranışlarına tabî oluyorlarsa yahut
başka bir dînî maslahat ve fayda varsa, o takdirde zekatı açıktan vermek efdal
olur. Bu iki maddenin beyanı Birinci bölümün ayetler kısmının 9 numarasında
geniş olarak geçmiştir.
5) Beşinci edep şudur: Kişi kendi sadakasını
Menn ve Ezâ ile berbad etmemelidir. Menn kelimesinin manası iyiliği başa
kakmaktır. Yani sadaka verdiği kimsenin başına verdiği sadakayı kakmaktır.
Ezâ'nın manası ise sıkıntı vermektir. Yani sadaka verdiği kimseyi kendi eli
altında ve kendine muhtaç gören ve onun ihtiyaçlarının kendisine bağlı olduğunu
düşünen veya "Ben zekat vererek ona ihsan ettim" diye gurura
kapılarak ona eziyet vermektir. Bu konu da birinci bölümün ayetler kısmının 8
numarasında genişçe geçmiştir.
6) Altıncı edep şudur: Kişi kendi sadakasını
küçük görmelidir. Onu büyük bir şey zannetmekle ucub (kendini beğenme)
hastalığı doğar ki, çok korkunç bir şeydir ve iyi amelleri berbat edicidir.
Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de kınama tarzında şöyle buyurmuştur:"O gün
(Huneyn savaşında Allah sizi galip kılınca) sayınızın çokluğu sjzi
gururlandırmiştı. Fakat çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı. (Kafirlerin ok
yağmuru sizi o kadar perişan etmişti ki) o geniş yeryüzü size dar gelmeye
başlamıştı. Sonra da (savaş meydanından) yüz çevirip kaçmıştınız. / Sonra Allah
peygamberinin ve müminlerin üzerine sekine (teselli) indirdi. Göremediğiniz
askerler gönderdi". (Tevbe-25,26)
Bu, hadis kitaplarında
geçen meşhur bir kıssadır. Bu kıssa ile ilgili pek çok rivayetler gelmiştir.
Onların özeti şudur: Hicretin 8. yılının mübarek Ramazan ayında Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem Mekke-i Mükerreme'yi fethedince Havâzin ve Sakîf
kabileleri üzerine hamle yapmak için Ramazan ayı içinde hareket etmişti.
Müslüman topluluğu o vakit daha önceki savaşlara göre çok fazla olduğundan,
"Biz bu kadar kalabalığız, mağlup olmayız" diye kendi çokluklarıyla
böbür-iendiler. Allahu Teâlâ gururu ve kendini beğenmeyi sevmediğinden savaşın
başlangıcında müslümanlar yenildiler. Ayeti kerimedeki, "Sayınızın
çokluğu sizi gu-rurlandırmıştı ancak çokluğunuz size bir fayda
sağlamamıştı" ifadesi bu olaya İşaret etmektedir. Hz. Urve radıyailahu anh
diyor ki; "Rasûlullah sallatlahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükerreme'yi
fethedince Havâzin ve Sakif kabileleri saldırıya geçmek üzere Huneyn bölgesine
toplandılar". Hz. Hasan rahmetuiiahi a/ey/j'den nakledildiğine göre
Mekke'liler fetihten sonra Medine'lilerle bir olunca şöyle dediler:
"Vallahi artık biz birlikte Huneyn'dekilerle savaşacağız". Onların bu
gururlu sözleri Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e ağır geldi ve bundan
hoşlanmadı'.[37] Hulâsa ucub yüzünden onların
başına bu sıkıntı geldi.Alimler şöyle yazmışlardır: İnsan kendi iyiliğini ne
kadar küçük görürse Allah indinde o iyilik büyük görülür. Günahı kendi gözünde
ne kadar büyük görürse, Allah indinde o günah basit ve az görülür. Yani insan
basit bir günah işleyince, "Ben çok büyük ahmaklık ettim, asla bunu
yapmamam lazımdı" diye onu büyük görmelidir. Hiçbir günahı, "Hadi
canım sende. Bundan da ne olur?" diye düşünmemelidir.Bazı alimlerin şöyle
dedikleri nakledilmiştir: İyilik üç şeyle kemâle erer; 1-"Hiçbir şey
yapmadım" diye o iyilik küçük görülmelidir. 2-lyiiik yapma fikri gelince
onu yapmakta acele edilmelidir. Allah etmesin yoksa bu mübarek düşünce (yani
iyilik yapma düşüncesi) akıldan çıkar veya herhangi bir sebepten dolayı o
iyilik yapılamaz. 3-lyilik gizli yapılmalıdır. İnsanın yaptığı hayırları küçük
görmesinin yolu şudur; Hayra harcadığı şeyleri, kendine harcadığı şeylerle ve
bir de har-camayıp da geriye kalan şeylerle mukayese etmelidir. Sonra "Ben
Allah yolunda ne kadar harcadım, kendime ne kadar sakladım?" diye
düşünmelidir. Mesela, eğer yanında bulunan şeylerin üçte birini harcadıysa bir
bakıma o mülkün sahibi olan Mevlâsı ve Sevgilisi'nin rızası uğrunda henüz üçte
birini harcamış olur. Sevme iddiasında bulunan kişinin kendi payına malın üçte
ikisi düşmüş olur. Eğer biri bunun aksine (yani üçte biri kendine üçte ikisi de
Allah yolunda) harcarsa veya hepsini harcarsa -ki bu zamanda bunun örneğini
bulmak zordur-, yine de şöyle düşünmek gerekir: "Nihayetinde mal zaten
Allah'ındır. İnsanın yanında bulunan şeyi O vermiştir". O lütuf, kerem ve
insanıyla insana vermiş ve kendi ihtiyacında kullanması için izin vermiştir.
Eğer sizin yanınızda başka birinin emaneti olsa ve o kişi emaneti verirken,
"Eğer bir ihtiyacın olursa onu kendi malın gibi bilerek harca" dese,
siz de herhangi bir vakit onun emanetini eksik veya fazla olarak iade etseniz,
bunda sizin hangi ihsanınız olmuştur ki? Bu durumda, "Biz büyük bir iş
yaptık" diyebilir misiniz?Sonra buna ilave olarak Allahu Teâlâ'nın verdiği
şeyi O'na geri vermek yani yani O'nun adına harcamak karşılığında O'nun
tarafından öyle ecir, sevab ve mükafat vaadleri yapılmıştır ki, bu açıdan
bakıldığında, "Biz O'nun emanetini geri verdik" denilemez. Aksine
örnek olarak şöyle denilebilir. Mesela bir adam 100 rupiyi1 emanet olarak senin
yanına koymuştu. Eğer o paradan 50-60 rupiyi geri alsa ve "Çok yakında
bunun karşılığında sana şu kadar altın vereceğim" dese veya başka bir
şekilde bir adam 50 rupi alsa ve 500 rupilik bir çek keserek sana teslim etse,
bu durumda senin "Ben emanet veren kişiye biraz para iade ettim" diye
gururlanmanın ne yeri vardır? Bundan dolayı bu edebin altında şu da bulunmaktadır:
Kişi sadakayı övünerek veya gururlanarak vermek yerine utangaç bir vaziyette
vermelidir. Örnek olarak bir adamın birinin emanetinden kendisine az-çok bir
şeyler ayırarak gerisini vermesi gibidir. Mesela birinin 100 rupisi emanet
olarak birinin yanında olsa, emaneti geri verme vakti gelince onun sadece 50 rupisini
verse ve "Çünkü siz, bana bundan harcamak için izin vermiştiniz. Bundan
dolayı ben 50 rupisini harcadım veya bir ihtiyacım için ayırdım" dese (-ki
bunu derken insanın üzerinden bir utangaçlık, bir hâyâ, bir gayret, bir acizlik
ve bir zillet damlar. "Ben bu iyi kalbli insanın malında tasarruf ettim.
Onun ne büyük ihsanıdır ki, geriye kalanı benden istemedi" diye kendi
kendine duygulanır-), işte bu durum aynen Allah yolunda harcarken de olmalıdır.
Çünkü O'nun verdiğini yine O'na öyle iade ediyoruz ki, ondan hem yiyoruz hem de
kendimize biraz ayırıyoruz. Bunun sebebi şudur: Fakire verilen bir sadaka veya
ihtiyaç yerlerine yapılmakta olan harcamalar aslında Allahu Teâlâ'ya geri
verilmektedir. Fakir de aslında bir elçidir. Sanki Allah, Kendi emanetini geri
almak için Kendi adamını göndermiştir. Böyle durumlarda insanlar elçiye (vergi
memurlarına) nasılda yaranmak ve hoş görünmek için yardakçılık ederler ve,
"Sen aracı olarak efendimize ve idarecimize, <O adamın yanında bütün
talepleri karşılayacak mal o vakit yok-tu> de ve benim ihtiyaç ve durumumu
göz önünde bulundurarak sadece bu kadarını kabul et" der ve buna benzer
laflar eder. Kısaca böyle zamanlarda elçi ve memurlara tam olarak haklar
ödenmediği halde yapılan tevazular ve yaranmalar daha çok amelî şekliyle
fakirlere ve sadaka almak için gelenlere gösterilmelidir. Çünkü bunlar Allah'ın
elçileridir. Kâinatın Sahibi'nin sefirleridir. Onlar, O, mülkün sahibi olan,
Kadiri Mutlak olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah tarafından
gönderilmişlerdir. Her şeyi O vermiştir. O dilerse bir anda her şeyi elinizden
alıp sizi de muhtaç duruma düşürür. Bunun örnekleri sizin gözünüzün önündedir.
Bütün bunlar şunun içindir ki, mal tamamen Allah'ındır. O'nun yolunda hepsini
harcamak sevilen ve beğenilen bir davranıştır. O kendi lütuf ve keremiyle malın
tamamını vermeyi bize farz kılmadı. Çünkü O her şeyi vermemizi farz kılsaydı,
bizdeki tabii cimrilik ve pintilikten dolayı bu emir bize ağır gelirdi.
7) Yedinci
edep şudur: Allah yolunda sadaka verirken, özellikle de sadakaların içinde en
önemli bir emir ve farz olan zekatı verirken, en iyi malı vermelidir. Çünkü
Allah ceiie ceiaiuhu kendisi paktır. Her türlü kusurdan temizdir. Bundan dolayı
temiz malı kabul eder. Eğer insan sadaka olarak verdiği malın, Allahu Teâlâ'ya
verildiğini düşünürse, o zaman mal, O yüce zatın malı olduğu halde ve O'nun
ihsanı olduğu Hindistan ve Pakistan'ın para birimi halde O'na âdi bir malı
vermek ve kendine en iyisi ile en üstününü ayırmak ne büyük bir küstahlık ve
saygısızlıktır. Bunun m
8) Sekizinci
edep şudur ki; İnsan kendi sadakasını sevabı en çok olan yere vermelidir.
Kimde şu altı sıfattan biri bulunursa sadakayı o kişiye vermekle sadakanın
sevabı çok artar. Kimde bu sıfatlar daha fazla olursa, ecirde o kadar fazla
olur ve sevap yönünden sadaka o kadar artar.
a) Muttaki
ve haramdan kaçınan kişi olmalı ve dünyaya rağbet etmeyip ahiret işleriyle
meşgul olan kimse olmalıdır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu:
"Senin yemeğini müttakilerden başkası yemesin". Bu hadis birinci bölümün
hadisler kısmında 23 numarada geçmiştir. Bunun sebebi şudur: Muttaki o-lan
kimse senin bu sadakanla kendi takva ve taatına destek almış olur ve bir bakıma
sen onun takvasına yardımcı olup onun ibadetindeki sevaba ortak olursun,
b) İlim ehli olmalıdır. Çünkü senin ona yardımın
onun ilim elde etmesi ve ilimin yayılmasına katkıda bulunacaktır. İlim bütün
ibadetler içinde en yüce ve şerefli ibadettir. İlim meşguliyeti konusunda niyet
ne kadar iyi ve sağlam olursa bu ibadetler o kadar birbirinden üstün olur. Hz.
Abdullah İbni Mübarek rah-metuiiahi aleyh meşhur bir muhaddis ve Allah
dostudur. O kendi ihsanlarını alimlere tahsis etmişti. Biri ona, "Siz
alim olmayanlara da kerem buyursanız ne iyi olurdu" deyince, "Ben
peygamberlik derecesinden sonra ilme denk olan hiçbir derece bulamadım. İlim
ehlinden biri başka tarafa meylederse onun ilmî meşguliyetinde eksiklik olur.
Öyleyse onları ilmî meşguliyetleriyle baş başa bırakmak en üstünüdür"
dedi.
c) Kendisine sadaka verilen kişi kendi takva ve
ilminde hakiki muvahhid olmalıdır. Hakiki muvahhid olmanın alâmeti şudur: Biri
ona herhangi bir iyilik etse, o Allahu Teâlâ'ya şükreder ve kalbinden şuna
inanır ki, gerçek ihsan O yüce Zât'a aittir. Asıl veren O'dur Zahiren veriyor
görünen kişi sadece aracı ve elçidir. Hz. Lokman aieyhisseiam oğluna şöyle
vasiyet etmiştir: "Allahu Teâlâ ile kendi aranda bir başkasını iyilik
edici olarak koyma. Başkasının ihsanını kendi üzerine bir borç bil. Kim
vasıtayı hakiki ihsan zannederse, o hakiki ihsan edeni (Allahu Teâlâ'yı) hiç
tanımamış olur. O bunun bir vasıta olduğunu anlamamıştır. Halbuki Allahu Teâlâ
"Falan şahsa iyilik edilmeli" diye o kişinin kalbine koymuştu. Bundan
dolayı o kişi iyilik yapmaya mecburdu. Bir kimsenin kalbine bu mesele
yerleşince artık onun gözü sebepler üzerinde takılıp kalmaz. Aksine Müsebbib-ül
Esbab olan Allah'a yönelir. Böyle bir şahsa iyilik etmek iyilik edene daha çok
fayda sağlar. Başkalarının uzun boylu övgü ve teşekkürlerinden ziyade böyle bir
adama İhsan etmek sevap bakımından daha üstündür. Çünkü bugün iyilikler
üzerine U2un boylu methiyeler düzen kimse, yarın yardımı engellemek için aynı
şekilde kötülükleri saymaya başlayacaktır. Ama gerçek muvahhid olan kişi,
yarın kötüleme yapmayacaktır. Çünkü o aracıyı sadece bir aracı olarak
bilmiştir.
d) Kendisine
sadaka verilen kimse kendi ihtiyaçlarını gizleyen ve insanların önünde kendi
maaşının yetersizliği ve gelirinin azlığını açmayan biri olmalıdır. Özelikle o
kimse şahsiyetli insanlardan olmalı ve onun geliri önceden beri yetersiz
olmalıdır. Ancak gelirin fazla olduğu zamanlarda kendisinde bulunan şahsiyet ve
ahlak âdeti aynen baki kalmalıdır. Aslında o dışarıdan zengin görünen bir
ihtiyat sahibi olmalıdır.
Böyle insanları Allah
ceiie ceiaiuhu şöyle övmektedir:
"Durumlarını
bilmeyen kimse dilenmekten çekindikleri için onları zengin sanar"
(Tevbe-25)
Bu ayetin tamamı
şöyledir:
"Sadakalar,
kendilerini Allah yolunda (din hizmetine) vakfeden fakirler içindir. (Bu din
hizmetine bağlılık ve meşguliyetlerinden dolayı) onlar rızık aramak için
yeryüzünde dolaşamazlar. Durumlarını bilmeyen kimse, dilenmekten çekindikleri
için onları zengin zanneder. Sen onları simalarından (hallerinden) tanırsın.
Onlar insanlardan ısrarla dilenmezler. (O insanlara hizmet için) harcadığınız
her hayrı şüphesiz ki Allah çok iyi bilir. (Onlara hizmet için sadaka vermek,
haddi zatında başkalarına vermekten daha ziyade sevaptır)." (Bakara-273)
Yukarıdaki ayeti
kerimenin açıklamasında "haddi zatında" kaydını şunun için koyduk:
Aslında en çok sevap ilim ehline yardım etmektir. Ancak sonradan ortaya çıkan
bir sebepten dolayı bu sınıfın dışındakilere vermekte de fazla sevap olması
mümkündür. Mesela, başkalarının ihtiyacı onlardan (ilim ehli) den daha fazla
olursa veya "Onlara başkaları da yardım edebilir, onlardan başkaları tamamen
mahrum kalacaklardır" diye bir ümit olursa. Ancak bu geçici sebeplerin bulunmadığı
yerde ehli ilme yardım edilmesi daha efdaldir. Sonradan ortaya çıkan bir
sebepten dolayı muttaki olmayan hatta mü'min olmayan birine ihsan etmenin daha
üstün olması mümkündür. Şunu bilmek gerekir ki, bizim ülkemizde bu ayetin
manasına en uygun düşenler, dini ilimlerin yayılmasıyla meşgul olan zatlardır.
O halde, buna göre en güzel zekat verilecek yer din talebesidir. Bazı
tecrübesizlerin "Onlar çalışıp kazanamıyorlar mı?" diye
ayıplamalarına Kur'an-ı Kerim'de (yukarıdaki ayeti kerime ile) cevap
verilmiştir:Cevabın hulasası şudur: Eğer iki işten biri veya her ikisi tam bir
meşguliyeti gerektiriyorsa, bir kimse böyle iki işi yapamaz. Kendisinde biraz
din ilminin zevki olan kimse, bu konuda son derece meşguliyet ve kendini ona
vermek gerektiğini müşahede ile anlayabilir. Bu uğraşı ile mal kazanma
meşguliyeti bir araya toplanmaz. Mal kazanmakla din ilmi hizmeti eksik kalır.
Nitekim binlerce örnek gözler önündedir.[38]Hz.
İbni Abbas mdıyaiiahu anhuma buyurdu ki: "Bu ayeti kerimedeki fukaradan
kasıt, Ashabı Suffe'dir. Ashabı Suffe cemaati aslında bir talebe cemaatidir.
Onlar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem\r\ yanında zahiri ve batini
ilimleri elde etmek için kalıyorlardı". Muhammed bin Ka'b Kurazİ
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bundan Ashabı Suffe kastedilmiştir. Onların
ne evleri ne de çoluk çocukları vardı. Allahu Teâlâ onlara sadaka verilmesini
teşvik etmiştir". Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Fukaradan
maksat kendini Allah yolunda cihad için tutanlardır (yani cihadla meşgul
olanlardır). Bu yüzden de ticaret vs. yapamayanlardır"[39]İmam-ı
Gazali rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Onlar dilenmek için insanlara yapışan
kimseler değillerdir. Onların kalbi yakînden dolayı zengindir. Mücahede onların
nefsine galiptir. Böyle kimseleri özellikle araştırıp vermelidir. Bir de
hususen dindar kimselerin geçim durumlarının nasıl olduğu araştırılmalıdır.
Onlara yardım etmenin sevabı dilenen kimseye yardım etmekten kat kat fazladır.
Ancak böyle insanları araştırıp bulmak zordur. Çünkü bu kimseler kendi
hallerini başkalarına çok az açarlar. Bundan dolayı halk onları zengin sanar.
e) Kendisine
zekat verilen kişinin aile fertleri kalabalık olmalı veya bir hastalığa
mübtela olmalı yahut çalışıp kazanamayacak bir duruma düşmüş olmalıdır. Böyle
biri de yukarıda geçen, Kur'an'daki şu ayete dahildir. Kendilerini Allah yoluna
(din hizmetine) bağlayan fakirler...". 6 kişi de bağlanmıştır. İster kendi
fakirliği içinde bağlanmış olsun, ister geçim sıkıntısıyla bağlanmış olsun. Ya
da kendi kalbinin ıslahıyla meşguliyeti onu bağlamış olsun farketmez. Çünkü bu
insanlar sayılan bu mecburiyetlerden dolayı ihtiyaçları kadar kazanmaya kadir
değillerdir.Bundan dolayıdır ki, Hz. Ömer mdıyaiiahu anh bazı evlere onar onar
koyun verir veya ondan da fazla verirdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'e Fey malı geldiği zaman evli olanlara ondan iki hisse verirdi. Bekar
olanlara bir hisse verirdi. Fey, savaşmadan kafirlerden alınan mala denir.
f) Zekat
verileceklerden biri de akraba olmalıdır. Çünkü ona vermekte sadaka sevabı ayrı
ve sıla-i rahim sevabı ayrıdır. Bu konu üçüncü bölümün hadisler kısmının 6.
numarasında geçmiştir.Bu altı sıfatı zikr ettikten sonra İmam-ı Gazali
rahmetuiiahi aleyh şöyle buyuruyor: "Bunlar kendilerine yardım yapılacak
kişilerde aranan sıfatlardır. Her sıfattaki eksiklik ve fazlalığa göre,
dereceler de çok farklıdır. Yani mesela takvanın en üstün kısmıyla en aşağı
kısmı arasında yerle gök arasındaki kadar fark vardır. Akrabalık da iki
türlüdür. Bir çok yakın akraba vardır. Bir de uzak akraba vardır. Diğer
sıfatlar da aynı şekildedir. O halde her sıfatta en üstün dereceyi aramak en
önemli bir iştir. Eğer bir şahısta bütün bu sıfatlar bulunursa, o kişi büyük
ganimet ve büyük bir hazinedir. Böyle bir kişiye herhangi bir şey harcayabilmek
için çok çalışmak gerekir. Bu sıfatlarla muttasıf olan birini bulmak için
çalışmak ve aramak gerekir. Eğer çalıştıktan sonra gerçekten böyle bir şahıs
bulunursa o zaman nurun âlâ nur yani nur üzerine nur olur ve iki kat ecir
vardır. Bunlardan biri çalışmanın ecri, ikincisi gerçek yerine harcamanın
ecridir. Eğer çalışma ve gayret sonucu kişi kendi araştırmasına göre sayılan
sıfatlarla donanmış birine harcama yaparsa fakat o kişi gerçekten öyle değilse
(yani onun hakkında yanlış bilgi verildiyse) yine de zekat veren kişiye kendi
çalışmasının karşılığında bir ecir zaten verilmiş olur. Çünkü bu bir ecirde (üç
güzel sıfat vardır). Biri o kişinin nefsinin cimrilikten temizlenmesi,
ikincisi Allahu Teâlâ'nın sevgisinin o kimsenin kalbinde kuvvetlice yer
tutması ve üçüncüsü O'na itaat hususunda kişinin kendinin gayret etmesi. Bu üç
sıfat onun kalbini güçlü kılar. Kalpte Allah'a kavuşma arzusu doğar. Öyleyse
bu ikinci ecir de elde edilirse yani zekat sahih yere verilirse 0 takdirde daha çok faydalar elde edilmiş olur.
Çünkü (zekatı) alan kimselerin dua ve teveccühü buna dahil olur. Dünya ve
ahiret açısından Allah dostlarının kalplerinin büyük tesirleri ve bereketleri
elde edilir. Allahu Teâlâ onların teveccüh ve dualarına büyük bir tesir
koymuştur"[40]
[1] Dürrü Mensur
[2] Dürrtı Mensur
[3] Bir kırat 0,195 gr eder.
[4] Dürrü Mensur
[5] Feth-ül Bari
[6] Feth-ül Bari
[7] Terğib
[8] Terğib
[9] Kenz
[10] Kenz
[11] 'ihya
[12] Kenz
[13] Kenz
[14] İthaf
[15] Dürrü Mensur
[16] Terğib
[17] Mecma-üz Zevaid
[18] 2.917 kg
[19] Dürrü Mensur
[20] Buhâri
[21] Terğib
[22] Mecma-üz Zevaid
[23] Terğib
[24] Terğib
[25] Kenz
[26] Dürrü Mensur
[27] Mişkat
[28] Terğib
[29] Terğib
[30] Terğib
[31] Terğib
[32] Dürrü Mensur
[33] Kenz
[34] Cem'ul Fevaid
[35] Ebû Dâvûd
[36] Sâde
[37] Dürrü Mensur
[38] Beyan-ül Kur'an
[39] Dürrü Mensur
[40] Ihya-ül Ulum
[1] Kenz
[2] Beyan-ül Kur'an
[3] Tefsîri-i Azizi
[4] Dürrü Mensur
[5] Dürrü Mensur
[6] Dürrü Mensur
[7] Kenz
[8] Kenz
[9] Kenz
[10] Dürrü Mensur
[11] Tefsir-i Kebir
[12] İthaf
[13] Fezail-i A'mal
(Namazın Faziletleri)
[14] Kenz
[15] Kenz
[16] Kenz
[17] Terğtb
[18] Ebû Dâvûd
[19] Ebû Dâvûd
[20] Kenz
[21] Dürrü Mensur
[22] İhya
[23] Mişkat, Zeyleî
[24] Mişkat
[25] Buhâri
[26] Mişkat
[27] Ebû Dâvûd
[28] Ebû Dâvûd
[29] Dürrü Mensur