ZIHAR BAHSİ 2

Zıharın Kefareti 3


ZIHAR BAHSİ

 

Ziharı Kişinin, karısını kendisiyle evlenmesi haram olan her­hangi bir kadına benzetmesidir.

(Eğer bir kimse karısına  «sen benim için annemin sırtı gibi­sin- derse karısı ona haram olup kefaret vermeden onunla cinsel İlişkide bulunamaz, ona dokunamaz ve onu öpemez.) Zira Cenâb-ı Hak CAzze ve Celle)  

 Karılarını annelerinin yerine koyup kendilerine hram kıldıktan sonra sözlerinden dönenler kendileriyle karıları bir birine dokunmaden bir köle azat etmeleri gerekir ([1])Zihar ,cahiliye devrinde boşamanındeyimlerinden biri iken islamiyet onu ,yalnız kefaret vermeyi gerektiren ve onunla evlilik bagı kopmayan bir şey olarak kabul etti.Keferet gerektirmesi nedenide ,çirkin,kötü ve ve asılsız bir söz olmasıdır.Sonra aybaşı halindeki kadını öpmek haram değilken zihar eden kimsenin keferet vermeden karısını öpmesinin haram olmasıda zıharın az vaki olması içindir.Oroc tutmak ve aybaşı haline girmek ise her zaman vaki olan olaylardır. İhramda olankimseninde karısını öpmemesi yine bunun içindir 

 (Eğer kişi kefaret vermeden karısıyla cinsel ilişkide bulunursa, ona kefaret vermekten başka bir şey lâzım gelmez. Sadece tevbe edip Allah'tan mağfiret diliyecek ve kefaret vermeden bir daha yap­mayacaktır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), zıhar yapıp da kefaret vermeden karısıyla cinsel ilişkide bulıınan adama: «Allah'tan mağfiret dile ve kefaret vermeden bir daha yapma- ([2]) diye buyurmuştur. Eğer başka bir şey gerekseydi Peygamber Efendimiz ona işaret bu­yuracaktı.

(«Sen benim için annemin sırtı gibisin» deyimi ahardan başka bir şey değildir.) Çünkü bu deyim zıharda sarihtir. (Şayet kişi onun­la talâkı kasd ederse kasdı geçerli olamaz.) Zira bu deyimle cahili-ye devrinde talâk kasd ediliyor idiyse de islâmiyet tarafından kal­dırıldığı için bu deyimde talâk mânâsı ihtimali yoktur.

(Kişinin karısına: «sen benim için annemin karnı yahut «uy­luğu» veya «bacaklarının arası gibisin» dediği zaman da zihar yap­mış olur.) Zira zıhar: kişinin kendisine helâl olan karısına haram olan bir kadına benzetmekten başka bir şey değildir. Bu vasıf ise, bakılması caiz olmayan organlarda da bulunmaktadır.

(Kişinin karısını -kız kardeşi, halası, teyzesi ve süt annesi gi­bi- kendisiyle evlenmesi caiz olmayan herhangi bir kadına da ben­zetmesi zıhardir.) Zira bunlar da sürekli haramlık vasfında anne gi­bidirler.

(Kişinin, karısına «senin başın, yüzün, boynun» yahut «yann-, üçte birin» veya «bedenîn benim için annemin sırtı gibidir» deme­si de zıhardır.) Çünkü çok kere bu organlar söylenir de onlarla be­denin hepsi kasd edilir.

(Eğer bir kimse, karısına t «sen benim için annem gibisin» de­se, ona: «sen bu sözünden neyi kasd ettin?» diye sorulur. Eğer: «ben ona: «sen benim için annem kadar değerlisin» demek istedim» dese, kabul olunur.) Çünkü bu deyimden bu mânânın kasd edilmesi yay­gındır. (Eğer: «ben bu sözümle zıhan kasd ettim» dese zıhar olur.) Çünkü kadın annenin tamamına benzetilince onun organına da benzetilmiş olur. Fakat bu deyim bu mânâda açık olmadığı için niyete muhtaçtır. (Eğer t «ben bu sözümle onu boşamak istedim» dese, ke­sin boşanma olur.) Çünkü bu söz kadını haramlıkta anneye benzet­mek olduğu için sanki: «sen bana haramsın» deyip bu sözü ile onu boşamak istemiştir (ve eğer hiç bir niyeti yoksa o zaman bu söz) İmara Ebû Hanife ile İmam Ebü Yûsuf'a göre (bîrşey değildir.) Zira bu sözü, kadına değer vermek mânâsına hamledilebi-lir. İmam Muhammed ise: «zıhar olur. Zira kadını an­nenin bir organına benzetmek zıhar olduğuna göre, onu annenin tamamına benzetmenin zıhar olması evleviyetle lâzım gelir» demiş­tir. Eğer kişi bu sözü ile sadece kadını kendine haram kılmak ister­se, îmam Ebû Yûsuf a göre İla, İmam Muham­med e   göre zıhar olur.

(Eğer kişi: «sen benim için annem gibi haramsın» der ve bu sö­zü ile zıhar veyahut boşanmayı kasd ederse, kasd ettiği şey ne ise, o vâki olur.)

(Eğer kişi: «sen benim için annem gibi haramsın» der ve bu sö­zü ile zıhar veyahut boşanmayı kasd ederse, kasd ettiği, ne ise o olur.) Zira bu sözde hem benzetme, hem haram kılma vardır, bu­nun için zıhar da, boşama da olabilir. Eğer kişinin hiç bir niyeti bu­lunmazsa, o zaman İmam Ebû Yûsuf'a göre ila, İmam Muhammed'e   göre zıhar olur.

(Eğer kişi: «sen benim için annemin sırtı gibi haramsın» der ve bu sözü ile kadını boşamak veyahut ila etmek isterse, îmam Ebû Hanife'ye göre zıhardan başka bir şey değildir. Diğer iki İmam İse t -neyi kasd ederse o olur» demişlerdir.)

(Kişi ancak, nikâhlı karısını ahar edebilir. Hatta eğer cariyesi­ni zıhar ederse zıhar etmiş olmaz.) Zira Cenâb-ıHak (Azze ve Celle);«İçinizde kanlarını anneleri yerine koyanlar...» ([3]) diye buyurmuştur. Hem de cariyenin asıl görevi hizmettir. Onunla cinsel ilişkide bulunmanın helâl olması ta­li bir gayedir. Bunun için câriye nikâhlı kadının hükmüne giremez. Hem de zıhar, talâktan naklolunduğu için câriye nasıl boşanamı-yorsa,-zıhar da edilemez.

(Eğer kişi bir kadını, kadının haberi olmaksızın nikahladıktan sonra onu zıhar eder ve ondan sonra kadın durumu öğrenip nikâhım kabul ederse, yapılan zıhar batıldır.) Çünkü kişi kadını zıhar ederken kadın gerçekten kişiye haram olduğu için kişinin ona: «sen benim için annemin sırtı gibisin- sözü doğru idi.

(Eğer bir kimse, nikâhı altındaki birden çok kadınlara: «siz be­nim için annemin sırtı gibisiniz»  derse, hepsini zıhar etmiş olur.)

Çünkü bu sözünü hepsine söylemiştir, ^asıl ki kişi birden çok olan karılarına: «siz benden boşsunuz» dediği zaman hepsi boşanmış olur­lar, (ve her biri için kişiye bir kefaret lâzım gelir.) Çünkü bu sözü ile her biri için ayn ayn hürmet hasıl olur. Kefaret de bu hürme­ti ortadan kaldırmak içindir. Bunun için kadınlar kaç tane olurlarsa kişiye o kadar kefaret lâzım gelir. îla ise öyle değildir. Çünkü ila­da kefaret yemininin hürmetini korumak içindir. îla ise bir tane ye­mindir.[4]

 

Zıharın Kefareti

 

(Zıhann kefareti bir köle azatlarnaktır. Eğer kişi köle bulamaz­sa iki ay pespeşe oruç tutmaktır. Eğer oruç da tutamazsa altmış yok­sulu yedirmektir.! Zira bu hulusta varit olan nass bu şekildedir.

(Kişi bu üç kefaretten hangisini ödemek zorunda olursa, zıhar ettiği kadına yaklaşmadan, onu ödemesi gerekir.) Zira köle azatla-makla oruç tutmanın kadına yaklaşmaktan önce olmaları nasstan sa­bittir. Yoksullara yemek yedirmek de kefaret olduğu için, onu da önce yapmak lâzımdır, ki kadına yaklaşmak ona helâl olsun.

(Azatlanacak olan köle ister müslüman, ister gayrimüslim, is­ter erkek, ister kadın, ister büyük, ister çocuk olsun kâfi gelir.) Çün­kü bunlann hepsine köle denir, İmam-: Şafiî, gayrimüs­lim köle hakkında bizim görüşümüze katılmayarak: «Kefaret Al­lah'ın hakkıdır. Allah'ın hakkı ise -zekât gibi- Allah'ın düşmanı­na verilemez» demiştir.

Biz diyoruz ki: âyette azatlanması emrolunan köle mutlaktır. Bunun için herhangi bir köleyi azatlamakla bu emir yerine gelmiş olur.

(Fakat iki gözü kör, yahut iki el veya ayağı kesik olan köle ola­maz.) Zira iki gözü kör olan köle ile, iki eli veya ayağı bulunma­yan köle organının menfaatından tamamen yoksundur. Organının menfaati tamamen zail olmayan köleyi azatlamak ise caizdir. Bu­nun için eğer köle tek gözlü, yahut çapraz olarak bir el ve bir aya-

ğı kesik olursa azatlanabilir. Çünkü bu kölenin organ menfaati ta­mamen zail olmayıp sadece eksilmiştir. Fakat eğer kesilen el ile ayak çapraz olmayıp bir yandan olursa, yürümesi mümkün olmadığı için azatlanamaz. Sağır olan köle ise caizdir. Fakat kıyas onun da caiz olmamasını gerektirir. Çünkü sağır olan kimse kulağın menfaati olan işitmekten yoksundur. Ancak sağır olan kimse, ona bağînldığı zaman işittiği için biz istihsanen: -caizdir- diyoruz. Hattâ eğer anadan doğ­ma sağu olursa -ki o zaman aynca dilsiz de olur- azatlanamaz.

(Her iki elinin başparmakları olmayan köle  de azatlanamaz.)

Çünkü ellerin gücü başparmaklarda olduğu için başparmakları bu­lunmayan eller iş göremez,

(Sürekli deli olup hiç ayılmayan köle de azatlanamaz.) Zira vü­cut organlanndan ancak akıl ile yararlanılabilir. Akıl olmayınca hiç birinin yararı olamaz, (gâh deliren, gâh ayıları köle ise, azatlana­bilir.) Çünkü bu köle, zaman zaman ayıldığı için organlarının ya­rarından tamamen yoksun değildir.

(Zıhar eden kimse eğer azatlamak için köle bulamazsa, kefare­ti, içinde Ramazan ayı ve bayram günleri bulunmayan iki ay peş-peşe oruç tutmaktır.) Peşpeşe tutmanın şart olması, çünkü âyet-i Kerîme'de «Peşpeşe» diye kayıd vardır. Ramazan ayında da oruç tut­mak farz olduğu için Ramazanda tutulan oruç kefaret orucu ola­maz. Zira eğer kefaret orucu olursa, Allah'ın emrini ibtal etmiş olur. Bayram günlerinde de oruç tutmaktan nehyedildiği için o günlerde tutulan oruç kâmil olan bir vacibin yerine geçemez.

(Eğer kişi iki ay bitmeden, gece veyahut unutarak gündüz, zı­har ettiği karısı ile cinsel İlişkide bulunursa -İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre- orucunu yeni baştan tutması lâzım gelir.)

imam Ebû Yûsuf ise. -Yeni baştan tutması gerekmez. Çünkü geceleyin veyahut unutularak yapılan cinsel ilişki ile oruç bozulmaz, ki onunla peşpeşelik vasfı kesilsin. Oysa şart olan peşpe­şe tutmaktır. Her ne kadar kadınla cinel ilişkide bulunmadan tut­mak da şart ise de, bizim dediğimiz şekilde orucun bir kısmı, sizin dediğiniz şekilde orucun tamamı cinsel ilişkiden sonra tutulmuş olur» demiştir. imam Ebû Hanife ile İmam M u-h a m m e d de: -şart yalnız cinsel ilişkide bulunmadan Önce oruç tutmak değil, aynı zamanda tutulan oruçlar arasında cinsel ilişkide bulunmamak da şarttır. İki ay bitmeden yapılan cinsel ilişki ile iş­te bu ikinci şart yok olduğu için yeni baştan tutmak gerekir» de­mişlerdir.

(Eğer kişi bir gün mazeretli veya mazeretsiz olarak oruç tut­mazsa) peşpeşa tutmuş olmadığı için (yeni baştan tutması lâzım ge­lir.)

(Zıhar eden kimse eğer oruç da tutamazsa, o zaman kefareti altmış yoksulu doyurmaktır.) Zira Cenâb-i Hak (Azze ve Celle);

«Buna gücü yetmiyen. altmış düşkünü doyurur- ([5]) buyurmuştur. (Her bir düşkün ya yarım sa' buğday, ya bir sa' arpa veya hurma veyahut bunların değeri verilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallal-îahü Aleyhi ve Sellem),     Evs   b.   Samit   ile   Selemeb. S a A r'ın   hadisinde;

«Her bir düşküne yarım sa' buğday verilir» ([6]) buyurmuştur. Hem da gaye düşkünleri doyurmak olduğuna göre bir kimse ancak günde bir fitre miktan ile doyabilir. Metinde geçen «veyahut bunların de­ğeri», sözü bizim mezhebimize göredir, ki biz bunu zekâtta da söy­ledik.

(Eğer kişi kimine buğday, kimine arpa veya hurma verirse ca­izdir.) Zira bunların hepsi de yiyecek olduğu için bu şekilde de mak­sat hasıl olur.

(Eğer kişi bir başkasına, kendisi yerine kefaretini Ödemesini em­reder ve o kimse de onun kefaretini öderse caizdir.) Zira bu, mânâ bakımından bir borçlanmadır. Fakir de önce onun adına, sonra ken dişi adına kabul eder ve onun bu kabulü kendisi için hem temellük, hem temlik olur.  

(Eğer kişi fakirlere bir gün öğle ve akşam yemeğini yedirir-se, fakirler ister az, ister çok yesinler -eğer doyarlarsa- caizdir.)

îmam-ı Şafii bunu da zekât ve fitreye kıyas ederek; -yiye­ceği fakire temlik etmek gerekir. Bunun için ona çiğ olarak veril­melidir. Zira temlik fakire daha yararlı olur. Bunun için ibaha tem­lik yerine geçmez» demiştir.

Biz diyoruz ki: nassda -doyurmak» diye buyuruluyor. Doyur­mak ise, temlik yoluyla olabildiği gibi; ibaha yoluyla da olabilir. Ze­kâtta ise gerekli olan, vermek, fitrede de ödemektir. Vermek ile öde­mek ise temlikte hakikattırlar. (Eğer yoksullar için de yeni sütten kesilmiş bir çocuk bulunursa onlara yemek yedirmek kâfi gelmez.) Zira sütten yeni kesilmiş çocuk tam anlamıyla yemek yiyemez.

Eğer kişinin yoksullara yedirdiği yiyecek arpa ekmeği olursa be­raberinde katık da bulunması gerekir, ki doyuncaya kadar yiyebil­sinler. Buğday ekmeği için ise katık gerekmez.

(Altmış yoksul yerine bir yoksulu altmış gün yedirmek de caiz­dir. Fakat altmış kişilik bir yemeği bir yoksula bir günde vermek ca­iz olmayıp ancak bir günün yerine geçer.) Zira gaye, elden geldiği kadar yoksulların ihtiyacını gidermektir. Yoksulun ihtiyacı ise her gün yenilenir. Bunun İçin aynı yoksulu ikinci günde yedirmek bir başka yoksulu yedirmek gibidir. Altmış kişilik bir yemeği bir gün­de bir yoksula vermenin caiz olmayışı, eğer ona -yedirmek gibi- ibaha yoluyla olursa ihtilafsızdır. Ona çiğ olarak ve defalarca ver­mek için temlik etmek ise, kimisi: «caizdir» kimisi «değildir» demiş­tir. Caizdir diyenler: «Çünkü kişinin ihtiyacı günde kaç defa yenile­nir. Fakat bir kerede verilmesi öyle değildir. Çünkü ayn ayrı vermek nassan vâcibtir» demişlerdir.

(Eğer kişi yemek kefaretini henüz tamamen vermemişken, zi-har ettiği karısına yaklaşırsa yeni baştan vermesi gerekmez.) Zira Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle) yemek kefaretinde, kadına yaklaşma­dan Önce verilmesini şart koşmamıştır. Ancak şu var ki kişi verme­den kadına yaklaşmaktan menedilir. Zira olabilir ki daha vermemiş­ken köle azatlamaya, yahut oruç tutmaya gücü yeter duruma gelir de, kadına yaklaştıktan sonra köle azatlar, yahut oruç tutar. Bunun için yemek kefaretini vermeden kadına yaklaşmanın memnuniyeti, caiz olmadığı için değil, başka sebepten dolayıdır.

(Eğer kişi iki zıhann kefaretini -her birine bir sa' buğday ver­mek suretiyle- altmış yoksula verirse İmam Ebû Hanife ile imam Ebü Yûsufa göre yalruz bir zıhann kefareti olur. İmam Muham-

med ise i «her İki aahar için de kefaret olur. Eğer kişi bir zthar için ve bir de Ramazan orucunu bozduğu için iki kefaret bu şekilde ve­rirse yine her ikisi için de kefaret olur» demiştir.)    î m a m   M u h a m m e d: «Çünkü verilen miktar her iki kefaret için de kâfi­dir ve kendilerine verilen kimseler de müstahaktırlar. Bunun İçin iki kefaretin sebebleri değişik olduğu zaman veyahut kefaretler ayn ayn verildiği zaman nasıl caiz ise, bu da caizdir- demiştir.

îmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf ise: «niyet ancak iki kefaretin sebepleri değişik olduğu zaman mu­teberdir. Kefaretler aym sebepten dolayı olduğu zaman ise, niyet lağıvdır. Niyet lağv olunca ve verilen miktar da bir kefarete kâfi gelince bir zıhann kefareti olur. Çünkü miktarların en azı yarım sa' olduğu için yarım sa'dan az olması caiz değildir. Çok olması ca­izdir. Bunun için -mutlak olarak niyet getirildiği zaman nasıl bir kefaretin yerine geçiyorsa- şimdi de öyledir. Fakat eğer ayn ayn verilirse öyle değildir. Çünkü bir yoksula iki kez vermek iki yoksu­la vermek gibidir» demişlerdir.

(Eğer bir kimse yaptığı iki zıhann kefareti için iki köle azatlar ve fakat hangi kölenin hangi zıhann kefareti olduğunu belirtmezse, her iki zıhar için de kefaret olur. Bunun gibi, eğer dört ay oruç tu­tar veyahut yüz yirmi yoksulu doyurursa, yine her iki zıhann ke­fareti olur.) Zira kefaretler aynı cinsten olduğu için onlan biribi-rinden ayırmaya gerek yoktur. (Eğer her iki kefaret için bir köle azatladıktan, yahut iki ay oruç tuttuktan sonra: -Bu falanca zıhann kefareti olsun- dese, o zıhann kefareti olur. Fakat biri zıhann, biri de katlın kefareti olan iki ke­faret için bir köle azatladıktan, yahut iki ay oruç tuttuktan son­ra : «Bu, zıhann-, yahut «katlın kefareti olsun» dese, caiz değildir.)

İmam Züfer: «Her iki surette de caiz değildir. Çünkü her bir kefaret için kölenin yansını azatlamış olduğu için, sonradan kö­lenin tamamını birine vermesi mümkün değildir. Zira artık elinden çıkmıştır- demiştir.

îmam-ı Şafiî de: «Her iki surette de caizdir. Çünkü kefaretler -cinsleri değişik de olsa- gaye bakımından aynıdırlar» demiştir. Biz diyoruz ki: Birinci surette kefaretler aynı cinsten ol­duğu için .ikisi için edilen niyet lağv olup sanki mutlaktır. Bunun için sonradan birine verilebilir, ikinci surette ise, kefaretler değişik cinslerden olduğu için, ikisi için edilen niyet lağıv değildir ve lağıv olmayınca sonradan birine verilemez. Buna bir örnek getirmek mümkündür. Meselâ: Boynunda ramazan orucunun kazası bulunan bir kimse, eğer iki günün niyetiyle bir gün oruç tutarsa, niyeti lağıv olduğu için bir günün orucunu tutmuş olur. Fakat eğer bu kimse­nin boynunda ayrıca, adamış olduğu bir oruç daha bulunuyor ve hem ramazan orucunun kazası bulunan bir kimse, eğer iki günün niyetiyle bir gün oruç tutarsa, niyeti lağıv olduğu için bir günün orucunu tutmuş olur. Fakat eğer bu kimsenin boynunda ayrıca, ada­mış olduğu bir oruç daha bulunuyor ve hem ramazan orucunun ka­zası ve hem de adadığı orucun niyetiyle bir gün oruç tutarsa -oruç­lar değişik cinslerden olduğu için- niyeti muteberdir ve niyeti mu­teber olunca her ikisini de tutmuş sayılmaz.[7]

 



[1] Mücâdele sûresi âyet 3.

[2] İbn-i Abbas (Radıyalâhü anhVdan rivayet olunan bu hadisi Sünen-i Ar-baa sahiplerinin her dördü de kitaplarına almışlardır. Ebü Dâvûd (Zıhar) C. 1 S. 302 ÎbnMâce Zıhar eden kimse cinsel ilişkide bulunmadan kefaret verir ba­bı) S. 150 Nesal (Zıhar) C. 2 S. 107. Tirmizi (Eıhar) C. 1 S. 155

[3] Yukarıda geçen Mücadele sûresi 3. âyetinin başı

[4] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/117-120.

 

[5] Mücâdele sûresi âyet 4

[6] Bu şekliyle gariptir. TaberanI Evs b. Samit'in hadisini şu şekilde nak­letmektedir :

Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Evs b. Samit'e :

-  Oruç tutamıyorsan altmış yoksula otuz sa' ver, buyurdu. Evs:

-  Sen bana yardım etmezsen benim buna gücüm yetmez, dedi. Bunun üze- rlne Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona onbeş sa', diğerleri de herkes bir şey verip tâ ki otuz sa' tamam oldu»

Hadisin muktazası şudur ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemVin Evs b. Samit'e altmış yoksula vermesini emrettiği, otuz sa' buğdaydı. Zİ-rft arpa ile hurmadan her bir yoksula bir sa' vermek gerekir.

Feth-Ül Kadir C. 3 S. 104

[7] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/120-126.