Ziharı Kişinin, karısını kendisiyle evlenmesi haram olan herhangi
bir kadına benzetmesidir.
(Eğer bir kimse
karısına «sen benim için annemin sırtı
gibisin- derse karısı ona haram olup kefaret vermeden onunla cinsel İlişkide
bulunamaz, ona dokunamaz ve onu öpemez.) Zira Cenâb-ı
Hak CAzze ve Celle)
Karılarını annelerinin yerine koyup
kendilerine hram kıldıktan sonra sözlerinden dönenler
kendileriyle karıları bir birine dokunmaden bir köle
azat etmeleri gerekir ([1])Zihar ,cahiliye devrinde boşamanındeyimlerinden biri iken islamiyet
onu ,yalnız kefaret vermeyi gerektiren ve onunla evlilik bagı
kopmayan bir şey olarak kabul etti.Keferet
gerektirmesi nedenide ,çirkin,kötü ve ve asılsız bir söz olmasıdır.Sonra aybaşı halindeki kadını
öpmek haram değilken zihar eden kimsenin keferet vermeden karısını öpmesinin haram olmasıda zıharın az vaki olması
içindir.Oroc tutmak ve aybaşı haline girmek ise her
zaman vaki olan olaylardır. İhramda olankimseninde
karısını öpmemesi yine bunun içindir
(Eğer kişi kefaret vermeden karısıyla cinsel
ilişkide bulunursa, ona kefaret vermekten başka bir şey lâzım gelmez. Sadece tevbe edip Allah'tan mağfiret diliyecek
ve kefaret vermeden bir daha yapmayacaktır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), zıhar yapıp da kefaret vermeden karısıyla cinsel ilişkide bulıınan adama: «Allah'tan mağfiret
dile ve kefaret vermeden bir daha yapma-
([2]) diye
buyurmuştur. Eğer başka bir şey gerekseydi Peygamber Efendimiz ona işaret buyuracaktı.
(«Sen benim için
annemin sırtı gibisin» deyimi ahardan başka bir şey değildir.) Çünkü bu deyim zıharda sarihtir. (Şayet kişi onunla talâkı kasd ederse kasdı geçerli
olamaz.) Zira bu deyimle cahili-ye devrinde talâk kasd
ediliyor idiyse de islâmiyet tarafından kaldırıldığı
için bu deyimde talâk mânâsı ihtimali yoktur.
(Kişinin karısına:
«sen benim için annemin karnı yahut «uyluğu» veya «bacaklarının arası gibisin»
dediği zaman da zihar yapmış olur.) Zira zıhar: kişinin kendisine helâl olan karısına haram olan bir
kadına benzetmekten başka bir şey değildir. Bu vasıf ise, bakılması caiz
olmayan organlarda da bulunmaktadır.
(Kişinin karısını -kız
kardeşi, halası, teyzesi ve süt annesi gibi- kendisiyle evlenmesi caiz olmayan
herhangi bir kadına da benzetmesi zıhardir.) Zira
bunlar da sürekli haramlık vasfında anne gibidirler.
(Kişinin, karısına «senin
başın, yüzün, boynun» yahut «yann-, üçte birin» veya
«bedenîn benim için annemin sırtı gibidir» demesi de zıhardır.)
Çünkü çok kere bu organlar söylenir de onlarla bedenin hepsi kasd edilir.
(Eğer bir kimse,
karısına t «sen benim için annem gibisin» dese, ona: «sen bu sözünden neyi kasd ettin?» diye sorulur. Eğer: «ben ona: «sen benim için
annem kadar değerlisin» demek istedim» dese, kabul olunur.) Çünkü bu deyimden
bu mânânın kasd edilmesi yaygındır. (Eğer: «ben bu
sözümle zıhan kasd ettim»
dese zıhar olur.) Çünkü kadın annenin tamamına
benzetilince onun organına da benzetilmiş olur. Fakat bu deyim bu mânâda açık
olmadığı için niyete muhtaçtır. (Eğer t «ben bu sözümle onu boşamak istedim»
dese, kesin boşanma olur.) Çünkü bu söz kadını haramlıkta anneye benzetmek
olduğu için sanki: «sen bana haramsın» deyip bu sözü ile onu boşamak istemiştir
(ve eğer hiç bir niyeti yoksa o zaman bu söz) İmara Ebû
Hanife ile İmam Ebü Yûsuf'a
göre (bîrşey değildir.) Zira bu sözü, kadına değer
vermek mânâsına hamledilebi-lir. İmam Muhammed ise: «zıhar olur. Zira kadını annenin bir organına benzetmek zıhar olduğuna göre, onu annenin tamamına benzetmenin zıhar olması evleviyetle lâzım
gelir» demiştir. Eğer kişi bu sözü ile sadece kadını kendine haram kılmak
isterse, îmam Ebû Yûsuf a göre İla, İmam Muhammed
e göre zıhar
olur.
(Eğer kişi: «sen benim
için annem gibi haramsın» der ve bu sözü ile zıhar
veyahut boşanmayı kasd ederse, kasd
ettiği şey ne ise, o vâki olur.)
(Eğer kişi: «sen benim
için annem gibi haramsın» der ve bu sözü ile zıhar
veyahut boşanmayı kasd ederse, kasd
ettiği, ne ise o olur.) Zira bu sözde hem benzetme, hem haram kılma vardır, bunun
için zıhar da, boşama da olabilir. Eğer kişinin hiç
bir niyeti bulunmazsa, o zaman İmam Ebû Yûsuf'a göre
ila, İmam Muhammed'e göre zıhar olur.
(Eğer kişi: «sen benim
için annemin sırtı gibi haramsın» der ve bu sözü ile kadını boşamak veyahut ila
etmek isterse, îmam Ebû Hanife'ye
göre zıhardan başka bir şey değildir. Diğer iki İmam
İse t -neyi kasd ederse o olur» demişlerdir.)
(Kişi ancak, nikâhlı
karısını ahar edebilir. Hatta eğer cariyesini zıhar
ederse zıhar etmiş olmaz.) Zira Cenâb-ıHak (Azze ve Celle);«İçinizde
kanlarını anneleri yerine
koyanlar...» ([3]) diye buyurmuştur. Hem de
cariyenin asıl görevi hizmettir. Onunla cinsel ilişkide bulunmanın helâl olması
tali bir gayedir. Bunun için câriye nikâhlı kadının hükmüne giremez. Hem de zıhar, talâktan naklolunduğu için câriye nasıl boşanamı-yorsa,-zıhar da
edilemez.
(Eğer kişi bir kadını,
kadının haberi olmaksızın nikahladıktan sonra onu zıhar
eder ve ondan sonra kadın durumu öğrenip nikâhım kabul ederse, yapılan zıhar batıldır.) Çünkü kişi kadını zıhar
ederken kadın gerçekten kişiye haram olduğu için kişinin ona: «sen benim için
annemin sırtı gibisin- sözü doğru idi.
(Eğer bir kimse,
nikâhı altındaki birden çok kadınlara: «siz benim için annemin sırtı
gibisiniz» derse, hepsini zıhar etmiş olur.)
Çünkü bu sözünü
hepsine söylemiştir, ^asıl ki kişi birden çok olan karılarına: «siz benden
boşsunuz» dediği zaman hepsi boşanmış olurlar, (ve her biri için kişiye bir
kefaret lâzım gelir.) Çünkü bu sözü ile her biri için ayn
ayn hürmet hasıl olur. Kefaret de bu hürmeti ortadan
kaldırmak içindir. Bunun için kadınlar kaç tane olurlarsa kişiye o kadar
kefaret lâzım gelir. îla ise öyle değildir. Çünkü ilada kefaret yemininin
hürmetini korumak içindir. îla ise bir tane yemindir.[4]
(Zıhann
kefareti bir köle azatlarnaktır. Eğer kişi köle
bulamazsa iki ay pespeşe oruç tutmaktır. Eğer oruç
da tutamazsa altmış yoksulu yedirmektir.! Zira bu hulusta varit olan nass bu şekildedir.
(Kişi bu üç kefaretten
hangisini ödemek zorunda olursa, zıhar ettiği kadına
yaklaşmadan, onu ödemesi gerekir.) Zira köle azatla-makla
oruç tutmanın kadına yaklaşmaktan önce olmaları nasstan
sabittir. Yoksullara yemek yedirmek de kefaret olduğu için, onu da önce yapmak
lâzımdır, ki kadına yaklaşmak ona helâl olsun.
(Azatlanacak
olan köle ister müslüman, ister gayrimüslim, ister
erkek, ister kadın, ister büyük, ister çocuk olsun kâfi gelir.) Çünkü bunlann hepsine köle denir, İmam-: Şafiî, gayrimüslim köle
hakkında bizim görüşümüze katılmayarak: «Kefaret Allah'ın hakkıdır. Allah'ın
hakkı ise -zekât gibi- Allah'ın düşmanına verilemez» demiştir.
Biz diyoruz ki: âyette
azatlanması emrolunan köle
mutlaktır. Bunun için herhangi bir köleyi azatlamakla bu emir yerine gelmiş
olur.
(Fakat iki gözü kör,
yahut iki el veya ayağı kesik olan köle olamaz.) Zira iki gözü kör olan köle
ile, iki eli veya ayağı bulunmayan köle organının menfaatından
tamamen yoksundur. Organının menfaati tamamen zail olmayan köleyi azatlamak ise
caizdir. Bunun için eğer köle tek gözlü, yahut çapraz olarak bir el ve bir
aya-
ğı kesik olursa azatlanabilir.
Çünkü bu kölenin organ menfaati tamamen zail olmayıp sadece eksilmiştir. Fakat
eğer kesilen el ile ayak çapraz olmayıp bir yandan olursa, yürümesi mümkün
olmadığı için azatlanamaz. Sağır olan köle ise
caizdir. Fakat kıyas onun da caiz olmamasını gerektirir. Çünkü sağır olan kimse
kulağın menfaati olan işitmekten yoksundur. Ancak sağır olan kimse, ona bağînldığı zaman işittiği için biz istihsanen:
-caizdir- diyoruz. Hattâ eğer anadan doğma sağu olursa -ki o zaman aynca dilsiz de olur- azatlanamaz.
(Her iki elinin
başparmakları olmayan köle de azatlanamaz.)
Çünkü ellerin gücü
başparmaklarda olduğu için başparmakları bulunmayan eller iş göremez,
(Sürekli deli olup hiç
ayılmayan köle de azatlanamaz.) Zira vücut organlanndan ancak akıl ile yararlanılabilir. Akıl
olmayınca hiç birinin yararı olamaz, (gâh deliren, gâh ayıları köle ise, azatlanabilir.) Çünkü bu köle, zaman zaman
ayıldığı için organlarının yararından tamamen yoksun değildir.
(Zıhar
eden kimse eğer azatlamak için köle bulamazsa, kefareti, içinde Ramazan ayı ve
bayram günleri bulunmayan iki ay peş-peşe oruç tutmaktır.) Peşpeşe
tutmanın şart olması, çünkü âyet-i Kerîme'de «Peşpeşe»
diye kayıd vardır. Ramazan ayında da oruç tutmak
farz olduğu için Ramazanda tutulan oruç kefaret orucu olamaz. Zira eğer
kefaret orucu olursa, Allah'ın emrini ibtal etmiş
olur. Bayram günlerinde de oruç tutmaktan nehyedildiği
için o günlerde tutulan oruç kâmil olan bir vacibin yerine geçemez.
(Eğer kişi iki ay
bitmeden, gece veyahut unutarak gündüz, zıhar ettiği
karısı ile cinsel İlişkide bulunursa -İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre-
orucunu yeni baştan tutması lâzım gelir.)
imam Ebû Yûsuf ise. -Yeni baştan tutması gerekmez. Çünkü
geceleyin veyahut unutularak yapılan cinsel ilişki ile oruç bozulmaz, ki onunla
peşpeşelik vasfı kesilsin. Oysa şart olan peşpeşe tutmaktır. Her ne kadar kadınla cinel ilişkide bulunmadan tutmak da şart ise de, bizim
dediğimiz şekilde orucun bir kısmı, sizin dediğiniz şekilde orucun tamamı
cinsel ilişkiden sonra tutulmuş olur» demiştir. imam Ebû
Hanife ile İmam M u-h a m m
e d de: -şart yalnız cinsel ilişkide bulunmadan Önce oruç tutmak değil, aynı
zamanda tutulan oruçlar arasında cinsel ilişkide bulunmamak da şarttır. İki ay
bitmeden yapılan cinsel ilişki ile işte bu ikinci şart yok olduğu için yeni
baştan tutmak gerekir» demişlerdir.
(Eğer kişi bir gün
mazeretli veya mazeretsiz olarak oruç tutmazsa) peşpeşa
tutmuş olmadığı için (yeni baştan tutması lâzım gelir.)
(Zıhar
eden kimse eğer oruç da tutamazsa, o zaman kefareti altmış yoksulu
doyurmaktır.) Zira Cenâb-i Hak (Azze
ve Celle);
«Buna gücü yetmiyen. altmış düşkünü doyurur- ([5])
buyurmuştur. (Her bir düşkün ya yarım sa' buğday, ya bir sa' arpa veya hurma veyahut bunların değeri verilir.) Zira
Peygamber Efendimiz (Sallal-îahü
Aleyhi ve Sellem),
Evs
b. Samit ile Selemeb. S a A r'ın hadisinde;
«Her bir düşküne yarım
sa' buğday verilir» ([6])
buyurmuştur. Hem da gaye düşkünleri doyurmak olduğuna göre bir kimse ancak
günde bir fitre miktan ile doyabilir. Metinde geçen
«veyahut bunların değeri», sözü bizim mezhebimize göredir, ki biz bunu zekâtta
da söyledik.
(Eğer kişi kimine
buğday, kimine arpa veya hurma verirse caizdir.) Zira bunların hepsi de
yiyecek olduğu için bu şekilde de maksat hasıl olur.
(Eğer kişi bir
başkasına, kendisi yerine kefaretini Ödemesini emreder ve o kimse de onun
kefaretini öderse caizdir.) Zira bu, mânâ bakımından bir borçlanmadır. Fakir de
önce onun adına, sonra ken dişi adına kabul eder ve
onun bu kabulü kendisi için hem temellük, hem temlik olur.
(Eğer kişi fakirlere
bir gün öğle ve akşam yemeğini yedirir-se, fakirler
ister az, ister çok yesinler -eğer doyarlarsa- caizdir.)
îmam-ı Şafii bunu da
zekât ve fitreye kıyas ederek; -yiyeceği fakire temlik etmek gerekir. Bunun
için ona çiğ olarak verilmelidir. Zira temlik fakire daha yararlı olur. Bunun
için ibaha temlik yerine geçmez»
demiştir.
Biz diyoruz ki: nassda -doyurmak» diye buyuruluyor.
Doyurmak ise, temlik yoluyla olabildiği gibi; ibaha
yoluyla da olabilir. Zekâtta ise gerekli olan, vermek, fitrede de ödemektir.
Vermek ile ödemek ise temlikte hakikattırlar. (Eğer
yoksullar için de yeni sütten kesilmiş bir çocuk bulunursa onlara yemek
yedirmek kâfi gelmez.) Zira sütten yeni kesilmiş çocuk tam anlamıyla yemek
yiyemez.
Eğer kişinin
yoksullara yedirdiği yiyecek arpa ekmeği olursa beraberinde katık da bulunması
gerekir, ki doyuncaya kadar yiyebilsinler. Buğday ekmeği için ise katık
gerekmez.
(Altmış yoksul yerine
bir yoksulu altmış gün yedirmek de caizdir. Fakat altmış kişilik bir yemeği
bir yoksula bir günde vermek caiz olmayıp ancak bir günün yerine geçer.) Zira
gaye, elden geldiği kadar yoksulların ihtiyacını gidermektir. Yoksulun ihtiyacı
ise her gün yenilenir. Bunun İçin aynı yoksulu ikinci günde yedirmek bir başka
yoksulu yedirmek gibidir. Altmış kişilik bir yemeği bir günde bir yoksula
vermenin caiz olmayışı, eğer ona -yedirmek gibi- ibaha
yoluyla olursa ihtilafsızdır. Ona çiğ olarak ve defalarca vermek için temlik
etmek ise, kimisi: «caizdir» kimisi «değildir» demiştir. Caizdir diyenler:
«Çünkü kişinin ihtiyacı günde kaç defa yenilenir. Fakat bir kerede verilmesi
öyle değildir. Çünkü ayn ayrı vermek nassan vâcibtir» demişlerdir.
(Eğer kişi yemek
kefaretini henüz tamamen vermemişken, zi-har ettiği
karısına yaklaşırsa yeni baştan vermesi gerekmez.) Zira Cenâb-ı
Hak (Azze ve Celle) yemek
kefaretinde, kadına yaklaşmadan Önce verilmesini şart koşmamıştır. Ancak şu
var ki kişi vermeden kadına yaklaşmaktan menedilir.
Zira olabilir ki daha vermemişken köle azatlamaya, yahut oruç tutmaya gücü
yeter duruma gelir de, kadına yaklaştıktan sonra köle azatlar, yahut oruç
tutar. Bunun için yemek kefaretini vermeden kadına yaklaşmanın memnuniyeti,
caiz olmadığı için değil, başka sebepten dolayıdır.
(Eğer kişi iki zıhann kefaretini -her birine bir sa'
buğday vermek suretiyle- altmış yoksula verirse İmam Ebû
Hanife ile imam Ebü Yûsufa göre yalruz bir zıhann kefareti olur. İmam Muham-
med ise i «her İki aahar için
de kefaret olur. Eğer kişi bir zthar için ve bir de
Ramazan orucunu bozduğu için iki kefaret bu şekilde verirse yine her ikisi
için de kefaret olur» demiştir.) î m a
m M u h a m m e d: «Çünkü verilen miktar her iki kefaret için de kâfidir
ve kendilerine verilen kimseler de müstahaktırlar. Bunun İçin iki kefaretin sebebleri değişik olduğu zaman veyahut kefaretler ayn ayn verildiği zaman nasıl
caiz ise, bu da caizdir- demiştir.
îmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf ise: «niyet ancak iki kefaretin sebepleri değişik
olduğu zaman muteberdir. Kefaretler aym sebepten
dolayı olduğu zaman ise, niyet lağıvdır. Niyet lağv
olunca ve verilen miktar da bir kefarete kâfi gelince bir zıhann
kefareti olur. Çünkü miktarların en azı yarım sa'
olduğu için yarım sa'dan az olması caiz değildir. Çok
olması caizdir. Bunun için -mutlak olarak niyet getirildiği zaman nasıl bir
kefaretin yerine geçiyorsa- şimdi de öyledir. Fakat
eğer ayn ayn verilirse öyle
değildir. Çünkü bir yoksula iki kez vermek iki yoksula vermek gibidir»
demişlerdir.
(Eğer bir kimse
yaptığı iki zıhann kefareti için iki köle azatlar ve
fakat hangi kölenin hangi zıhann kefareti olduğunu
belirtmezse, her iki zıhar için de kefaret olur.
Bunun gibi, eğer dört ay oruç tutar veyahut yüz yirmi yoksulu doyurursa, yine
her iki zıhann kefareti olur.) Zira kefaretler aynı
cinsten olduğu için onlan biribi-rinden ayırmaya gerek yoktur.
(Eğer her iki kefaret için bir köle
azatladıktan, yahut iki ay oruç tuttuktan sonra: -Bu falanca zıhann kefareti
olsun- dese, o zıhann kefareti olur. Fakat biri zıhann, biri de katlın kefareti olan iki kefaret için bir
köle azatladıktan, yahut iki ay oruç tuttuktan sonra : «Bu, zıhann-, yahut «katlın kefareti olsun» dese, caiz
değildir.)
İmam Züfer: «Her iki surette de caiz değildir. Çünkü her bir
kefaret için kölenin yansını azatlamış olduğu için, sonradan kölenin tamamını
birine vermesi mümkün değildir. Zira artık elinden çıkmıştır- demiştir.
îmam-ı Şafiî de: «Her
iki surette de caizdir. Çünkü kefaretler -cinsleri değişik de olsa- gaye
bakımından aynıdırlar» demiştir. Biz diyoruz ki: Birinci surette kefaretler
aynı cinsten olduğu için .ikisi için edilen niyet lağv
olup sanki mutlaktır. Bunun için sonradan birine verilebilir, ikinci surette
ise, kefaretler değişik cinslerden olduğu için, ikisi için edilen niyet lağıv
değildir ve lağıv olmayınca sonradan birine verilemez. Buna bir örnek getirmek
mümkündür. Meselâ: Boynunda ramazan orucunun kazası bulunan bir kimse, eğer iki
günün niyetiyle bir gün oruç tutarsa, niyeti lağıv olduğu için bir günün
orucunu tutmuş olur. Fakat eğer bu kimsenin boynunda ayrıca, adamış olduğu bir
oruç daha bulunuyor ve hem ramazan orucunun kazası bulunan bir kimse, eğer iki
günün niyetiyle bir gün oruç tutarsa, niyeti lağıv olduğu için bir günün
orucunu tutmuş olur. Fakat eğer bu kimsenin boynunda ayrıca, adamış olduğu bir
oruç daha bulunuyor ve hem ramazan orucunun kazası ve hem de adadığı orucun
niyetiyle bir gün oruç tutarsa -oruçlar değişik cinslerden olduğu için- niyeti
muteberdir ve niyeti muteber olunca her ikisini de tutmuş sayılmaz.[7]
[1] Mücâdele sûresi âyet 3.
[2] İbn-i
Abbas (Radıyalâhü anhVdan rivayet olunan bu hadisi Sünen-i Ar-baa sahiplerinin her dördü de kitaplarına almışlardır. Ebü Dâvûd (Zıhar)
C. 1 S. 302 Îbn-İ Mâce Zıhar eden kimse cinsel ilişkide bulunmadan kefaret verir
babı) S. 150 Nesal (Zıhar)
C. 2 S. 107. Tirmizi (Eıhar)
C. 1 S. 155
[3] Yukarıda geçen Mücadele
sûresi 3. âyetinin başı
[4] Şeyhü'l-Îslâm
Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/117-120.
[5] Mücâdele sûresi âyet 4
[6] Bu şekliyle gariptir. TaberanI Evs b. Samit'in hadisini şu şekilde nakletmektedir :
Peygamber
Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem),
Evs b. Samit'e :
- Oruç tutamıyorsan altmış yoksula otuz sa' ver, buyurdu. Evs:
- Sen bana yardım etmezsen benim buna gücüm
yetmez, dedi. Bunun üze- rlne Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona onbeş sa', diğerleri de herkes
bir şey verip tâ ki otuz sa' tamam oldu»
Hadisin
muktazası şudur ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemVin Evs b. Samit'e altmış yoksula
vermesini emrettiği, otuz sa' buğdaydı. Zİ-rft arpa ile hurmadan her bir yoksula bir sa' vermek gerekir.
Feth-Ül
Kadir C. 3 S. 104
[7] Şeyhü'l-Îslâm
Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 2/120-126.