4. KISIM... 1

İCTİHAD   VE   TAKLİD.. 1

1. BÖLÜM İCTÎHAD1. 1

382) Müctehid. 2

383) İçtihadın Şartları 2

Birinci Şart: Arab Dili'ni Bilmek. 2

İkinci Şart: Kitabı (Kur'anı) Bilmek. 2

Üçüncü Şart: Sünneti Bilmek. 3

Dördüncü Şart: Fıkıh Usûlünü Bilmek. 4

Beşinci Şart: Üzerinde icmâ" Hâsıl Olmuş Mevzuları Bilmek. 4

Altıncı Şart: Şerîatin Maksad ve Gayelerini Bilmek. 4

Yedinci Şart: içtihada Fıtratan Kabiliyetli Olmak. 4

384) Haklarında ietihad Edilebilecek ve Edilemeyecek Hususlar. 5

385) Îctihâd Zamanla Ve Mekanla Kayıtlanmaz. 5

386) İçtihadın Hükmü. 6

387) İçtihadın Değişmesi ve Ibîâli (na-k-dı) 6

388) İçtihadın Tecezzüü (Bölünmesi) 7

2.BÖLÜM... 7

TAKLÎD.. 7

(ETTA-KLÎD) 7

390) Taklidin Hükmü. 8

391) Mezhebierin Taklîd Edilmesi 9

 

 

 

4. KISIM

 

İCTİHAD   VE   TAKLİD

 

   1. BÖLÜM İCTÎHAD1

 

381) Arab Dilinde (kelime olarak) ictihâd, cühd sarfeünck, herhangi bir işi yap­mak için olanca gayreti harcamak demektir.

Fıkıh Usulcülerinin ıstılahında ise ictihâd demek, ıstınbât yolu ile, şer"î hükümleri anlayıp öğrenmek isteğiyle müctehidin gayret harcamasıdır. Ictihâdm bu ıstılahı tarifinden şunlar anlaşılıyor:

1) Müctehidin gayretini harcaması. Yani müctehid gayretinin olancasını harca­makta, daha fazla bir gayret göstermekten kendisini âciz hissetmektedir.

2) Gayretini sarfedenin müctehid olması. Müctehid olmayanın sarfettiği gayret kıymet taşımaz. Çünkü ietihadda bulunabilme ehliyetine sahib değildir. Sadece icti­hâd ehliyetine sahib olanın içtihadı makbuldür.

3)  Bu cühd, amelî ve şer"î hükümleri anlamak gayesiyle sarfedilmelidir; bun­ların dışındaki hükümleri anlamak için harcanmış olmamalıdır. Buna göre aklî, hissî yahut dile dair hükümleri anlamak için harcanan cühd, Usulcülerce ıstılahı ictihâd nev'inden değildir.

4) Şer"î hükümleri anlamanın ıstınbât yoluyla olması şarttır. Yani bu hükümlerin tedkîk, inceleme ve araştırmalara tabî tutulan delillerinden çıkarılarak elde edilmele­ri şarttır. Bu kayda göre muftîden meseleleri sormak, öğrenmek yahut tslâmî kita-blardan meseleleri idrâk ve zihinde muhafaza etmek, Fıkıh Usûlü Ilmi'nde ıstılahı ic­tihâd değildir.

 

382) Müctehid

 

îctihâdın tarifinden, müctehid demekle kimin kasdedildiği anlaşılmış olmak­tadır. Buna göre müctehid, kendisinde ictihâd melekesi bulunan yani taf-sîlî delille­rinden, "amelî ve şer"î hükümleri ıstınbât iktidar ve gücü bulunan, Usulcülerce fakîh olan şahıstır. Buna göre şer"î hükümleri tedkîk, inceleme, araştırma ve ıstınbâtta bu­lunmadan, âlimleri dinleyerek, telkinle, ezberle yahut kitablar yoluyla öğrenen insan müciehid ve fakîh sayılamaz. îctİhâd kudreti ve iktidarı ancak şahsı müctehid kılan ictihâd şartlarının şahısta bulunmasıyla hasıl olur.

 

383) İçtihadın Şartları

 

Birinci Şart: Arab Dili'ni Bilmek

 

Müctehid Arablann hitabını, kelamlarındaki müfredatın (kelimelerin) ve ifâde uslüblannın manalarım anlayabilecek tarzda Arab Dilini bilmek mecburiyetindedir. Arabcanm bilinmesi ya tabii bir şekilde olur (: Arablann kendi dilleri olan Arabcayi bilmeleri gibi), ya da öğrenilerek olur. Öğrenerek Arabcayi bilmek na.hiv, -sarf, belagat, me"ânî ve beyân gibi arab Dili ilimlerini öğrenmekle olur. Müctehidin bu tarzda Arab Dilini öğrenmesi zarurîdir. Çünkü şerî"atin nasslan Arab Lisânı ile vürûd bulmuştur. Onun için şerî"atin nasslarının anlaşılması, bu nasslardan hükümlerin çıkarılması ancak çok iyi bir Arab Lisânı bilgisiyle mümkindir. Husûsen Kitab ve Sünnetin nasslan yüksek belagat, fe-sâ.hat ve beyân seviyesine sâhib bu­lunduklarından Arab Dilini bilmeden, Arabcanın ifade ve tâbirdeki uslûblannı, belâğî ve beyânı esrarını ihata etmeden, kelime ve ibarelerinin nelere işaret ettiğine vâkıf olmadan şer"î nasslann iyice anlaşılması, manalarının zevkine varılmasının ve nelere delâlet ettiklerinin idrâk olunması imkânsızdır. Müctehid Arab Lisânını ne kadar biliyorsa, o nisbette nasslan anlama, nasslann basit ve derin manalannı idrak etme kabiliyetine sahib demektir. Fakat müctehidin Arabcayı, Arab Dili imamlan ve meşhur Arab Dilcileri gibi bilmesi şart değildir. Müctehidin, şer"î nasslan selîm ola­rak anlaması için ve şer"î nasslann neleri kasdettiklerini idrâk etmesini mümkin kılacak kadar Arab Dilini bilmesi kendisine kâfidir.

 

İkinci Şart: Kitabı (Kur'anı) Bilmek

 

Müctehidde bulunması icabeden, ictihâd şartlarından biri de müctehidin Kitabı bilmesidir. Çünkü Kitab esaslann, dayanakların temeli ve kaynağı, her şer"î delilin istinâdgâhıdır. Onun için müctehidin Kur'an ayetlerinin hepsini icmâlî olarak (umûmen) bilmesi, a.hkâm (hukukî) ayetlerini de bir bir ve teferruatlı olarak bilmesi şarttır. Çünkü amelî ve şer"î hükümler bu (hukukî) ayetlerden istınbât olunmaktadır. Bazı âlimler ahkâm ayetlerinin sayısını beş yüz olarak tesbit etmişlerdir. Aslında ahkâm ayetlerinin beş yüz sayısında bırakılması doğru değildir. Dikkatli tedfcîk, de­rin düşünce ve iyi idrâk ile diğer ayetlerden de hüküm çıkarılması hatta kıssalardan, peygamberlerin başlarından geçen vak'alardan hüküm ıstınbâtı mümkindir. Sonra, müctehidin ahkâm ayetlerini ezberlemesi şart değildir, ihtiyaç halinde ayetlere ko­layca müracaat edebilmesi için bu ayetlerin Kitabdaki yerlerini bilmesi kâfidir. Alimler bu ayetlerin tesbitine, şerhedilmelerine, delalet ettikleri hükümlerin bey­anına ehemmiyet vermişler, bu mevzûya dâir birçok eserler telif etmişlerdir. Cassâs (elca-s-sâ-s) olarak bilinen Ebû Bekr A.hmedu bni "aliyyi nâzî (vf. 370 H.)nin tel'lifi kitâbu a.hkâmi 1-kur'an isimli eser, Ebû Bekrini bnu T'arabî (vf. 543 H.)nin kitâbu a.hkâmi 1-kur'ân adlı eseri bunlardandır. Aynca bazı Kur'an tefsircileri ahkâm ayetlerinin tefsirine hususi bir itina göstererek bu ayetlerin üzerinde fazla durmuşlar, bu ayetlerden çıkanlan hükümleri izah etmişler, fakihlerin ayetler hakkındaki görüşlerini beyan buyurmuşlardır. Kurtubî'nin (el-kur-tubî: vf. 761 H.) elcâmi"u

lia.hkâmi 1-kur'ân ismini verdiği tefsir, altıncı hicrî asır fakîhlerinden Tabrasî (e-t-tabrasî)nin mecma"u lbeyâni fî tefsiri 1-kur'ân adındaki tefsiri de bu eserlerdendir. Bu ve benzeri kitablar hâli hazırda müctehidin ahkâm ayetlerine müracaatını, ayetle­rin delalet ettiği mânâ ve hükümleri anlayıp idrak etmesini kolaylaştınr.

Kur'an ayetlerinin hangisinin nâsih ve hangisinin mensûh olduğunu bilmek de Kitabı bilmeye dahildir. Nâsih ve mensûh mevzuu fazla uzun bir şey değilse de müctehidin bilmesi icabeder. Nühhâs (ennu.h.hâs: vf. 338 H.) olarak tanınmış İmam ebû bekr mu.hammedu bni a.hmedin kitâbu nnâsı-hi ve lmensû-h isimli eseri bu sahada te'lîf olunan kitablardandır.

Ayrıca müctehidin ahkâm ayetlerinin nuzûl sebeblerini de bilmesi zarurîdir. Çünkü bu bilgi müctehide ayetin maksadının anlaşılmasında büyük nisbette yardım edecektir.

 

Üçüncü Şart: Sünneti Bilmek

 

Müctehidin Sünnetten nelerin sahih, nelerin zayıf olduğunu, hadîs râvîlerinin hallerini ve durumlarını, ne nisbette "adalet sahibi olduklarını, -dab-t, takva, vera" dereceleriyle fakihlik seviyelerini, Mütevâtir, Meşhur ve â.hâd Sünneti bilmesi, hadîslerin manalarını anlaması, vürûd sebeblerini kuvvet ve sıhhat bakımından ha­dislerin derecelerini, hadisler arasında tercih yapma kaidelerini, hadislerin nâsih ve mensûh olanlarını bilmesi şarttır. Müctehidin bütün hadislerin hepsini bilmesi şart değildir; sadece ahkâm hadislerini bilmesi kâfidir. Bu hadisleri bilmiş olmak için, onları ezbere bilmek lazım değildir. Müctehidin sahih hadis ve Sünnet kitablarına sâhib olması, ahkâm hadislerinin bu kitablardaki yerlerini bilmesi kâfidir. Keza râvîlerin hâl ve durumlarını bilmiş olmak için, hadis imamlarının te'lîf ettiği cer.h ve ta"dîl kitablarına müctehidin mâlik olması (elinin altında bulunması) kâfidir. Biz bu­rada kâfidir diyoruz. Zira müctehidin, zikrettiğimiz şekilde Sünnet bilgisine sadece tek başına hâli hazırda ulaşabilmesi çok zor olduğundan hadis âlim ve imamlanna istinâd edip, onlara müracaat etmesi şarttır.

Alimler ahkâm hadislerini bir araya toplamaya itina göstermişler ve hususta eserler yazarak ahkâm hadislerini Fıkıh mevzûlarma göre tertîbetmişler, kısa veya uzunca şerhler yazmışlar, hadislerin ihtiva ettiği hükümleri açıklamışlar, muhtelif beldelerin ileri gelen fakihlerinİn görüşleri arasında mukayesede bulunmuşlar ve ha­dislerin senedleri hususunda bilgi vermişlerdir. Bu eserler, müctehide ahkâm ayet­lerinin tesbîtini, manalarının ve hükümlerinin anlaşılmasını kolaylaştıran vesilelerdendir. Şeyh mu.hammedu bnu "aliyyi şevkânînin eseri olan neylu l'ev-târi şer.hu munte-ka l'a-hbâr isimli kitab bunlardandır. Ayrıca müctehid, sadece ahkâm hadislerine inhisar etmeyen sahih hadis kitablanyla şerhlerinden de bu sadette fayda­lanır.

 

Dördüncü Şart: Fıkıh Usûlünü Bilmek

 

Giriş'te de zikrettiğimiz gibi Fıkıh Usûlünü bilmek her müctehid ve fakîh için zarurettir. Çünkü müctehid şerî"atin delillerini, kendilerine müracaattaki sıralarını,

bunlardan hükümlerin çıkarılma yollarını, lafızların manalarına delalet tarzlarını, bu delaletlerin kuvvet nisbetini, hangisinin hangisinden önce geldiğini, deliller arasındaki tercih kaidelerini ve diğer Fıkıh Usûlü timinin tedkîk ettiği mevzuları bu ilim ile öğrenir ve bilir, ilk ve son zamanlarda âlimler bu ilme dâir birçok eserler te'lîf buyurmuşlardır. Bu Fıkıh Usûlü ki tablan, alimlerin işbu ilmin mevzûlanna ve kaidelerine kolayca vâkıf olmalarını temin eylemiştir.

 

Beşinci Şart: Üzerinde icmâ" Hâsıl Olmuş Mevzuları Bilmek

 

Karşılaştığı ve hakkında ietihadda bulunduğu meselelerde icmâ"a aykırı hareket­te bulunmamak için müetehidin, hangi mevzu ve meseleler üzerinde icmâ" hasıl ol­duysa onları bilmesi mecburîdir.

 

Altıncı Şart: Şerîatin Maksad ve Gayelerini Bilmek

 

içtihadın şartlanndan biri de şerî"atin sarahaten beyan etmediği hükümleri kıyas yahut maslahat ve beşerî münâsebetlerde örf haline gelmiş bulunan, insanlann mas­lahatlarım tahakkuk ettiren âdetlere dayanarak istinbât edebilmek için insanların maslahatlarım, Şerîatin maksad ve gayelerini, hükümlerin illetlerini bilmektir. Bun­dan dolayı insanların örf ve adetlerini ihata etmek, insanların maslahatlarını dikkate alıp bunlara binâen hüküm istinbâtı için şarttır. Çünkü insanların örf ve adetlerini nazarı dikkate almak, insanların meşrû maslahatlarını dikkate almaktır.

 

Yedinci Şart: içtihada Fıtratan Kabiliyetli Olmak

 

Usulcülcrin sarahaten beyan etmemelerine rağmen, bize göre içtihadın bir zarurî şartı da, alimde içtihada fıtrî bir istîdâd bulunmasıdır. Yani müetehidin ince bir idrâk sahibi olması yanında fıkhî bir akıl seviyesine, zihnî bir berraklığa, basiret ve kalb gözü işlerliğine ve açıklığına, güzel anlayışa, zihin keskinliğine mâlik olması şarttır. Bu fıtrî istîdâd ve kabiliyete sahib olmadan, şahıs yukarıda içtihadın şartları olarak saydığımız içtihadın aletleri durumundaki vasıfları hâiz olsa bile, içtihadın aletini bilse, öğrense bile müetehid olamaz. Çünkü içtihadın aleti olan bu şartlar, fıtrî ic-tihâd kabiliyeti ve istîdâdıyla bir arada insanda bulunmazlarsa şahsı müetehid kılamazlar, müetehid yapamazlar. Bu görüşümüzde garabet ve tuhaflık yoktur. Me­sela insanda fıtrî bir şiir istîdâd ve kabiliyeti yoksa Arab Dilini öğrenmesi, Arab Dili ilimlerini iyi kavraması, şiir vezinlerini güzelce hafızasına yerleştirmesi o insanı (Arabca şiir yazan) şâir yapamaz, işte ietihadda durum böyledir, ileri gelen, sivril-miş müetehidler, diğerlerinden daha fazla ictihâd ilimlerini, ietihad vesile ve aletleri­ni bilen insanlar değillerdi. Fakat diğerlerinden daha fazla ietihad kabiliyetine ve fıtrî ictihâd istidadına sahib idiler!...

 

384) Haklarında ietihad Edilebilecek ve Edilemeyecek Hususlar

 

 Islâmî ve şer"î hükümlerin hepsinde ietihadda bulunulamaz. (Yani bütün şer"î hükümler ictihâd mahalli değildir.) Onun için bazı Usûl alimleri şöyle demişlerdir:

"Hakkında ietihad edilebilecek (muetehedun fîh) hususlar, hakkında kati delil ol­mayan her şer"î hükümdür." Yani hakkında kat'î delil bulunan şer"î hükümlerde ieti­hadda bulunulamaz; bu hükümlerde ihtilaf edilemez. Bunlar, haklannda kat'î nass-lann bulunduğu, durumlan intişâr edip yaygınlaşmış, âlim ve cahilin aynı ölçüde bilip tanıdığı, hiç kimsenin bilmemekle mâzûr görülmediği; namazın ve orucun farzlığı, zinanın haramlığı ve benzeri gibi hükümlerdir.

Haklannda kat'î nasslann vârid olmadığı, sübût yahut delâlet bakımından -zannî nassların vârid olduğu hükümlerde ancak ietihad edilebilir, ictihâd edilecek hükümlerin nasslan .sübût bakımından -zannî ise, (ki bu hal Peygamber Efendimizin Sünnetinde olabilir) müetehid, nassın .subût (sabitlik) nisbetini tedkîk eder; senedin sıhhat mikdânnı, kuvvetini, râvîlerinin .si-kah olup olmadıklanm, onlara istînâd edi­lip edilemeyeceğini ve bunlara benzer tedkîk ve araştırmanın îcâbettiği mevzular üzerinde durur. Bu meselelerde müetehidler fazlaca ihtilaf ediyorlar. Mesela bir ha­dis, müetehidin biri nezdinde .sabit ise de diğer müetehid nezdinde .sabit olmayabi­liyor; ve hadîs ile bu diğer müetehid amel etmiyor.

Delalet bakımından -zannî olan hükümlere gelince: ictihâd bunlarda, lafzın ma­naya delalet kuvvetini, bir delaletin başka bir delalete tercîh anlayışıyla, bu hükümlerden maksadın ne olduğunda teksîf olunur. Fakihler lafızların delaletleri, bazılannın bazılanna tercihi hususundaki ölçü mahiyetinde olan kaideler ve umumi kıstaslarda ittifak etseler de, bu meselelerde ihtilaf etmekte, hatta bazen bu kıstas ve ölçülerde de ihtilafa düşmektedirler. Bunun neticesinde de ıstınbâtta ve hüküm çıkarmakta geniş bir görüş farklılığı hasıl olmaktadır. Mesela emrin ve nehyin mûcebi, "âmmın ferdlerine delâletinin -zannî mi yoksa -ka-t"î mi olduğu, mu-tla-kın mu-kayyedle alâkası ve diğer mahallinde işaret ettiğimiz mevzular hep bu cinsten­dir.

Keza ictihâd, Şerîat Sahibince hakkında bir nassm îrâd buyurulmadığı mesele­lerde de ceryân eder. Böyle meselelerde müetehid kıyas v.s. gibi şerî"atin diğer delâletlerine müracaata mecburdur. Şübhesiz bu delillerin sıhhat dereceleri, bu delil­lerden hükümlerin istinbât keyfiyyeti, bu delillere istinaden istinbât olunmuş hükümler hakkında müctehidlerin görüşleri farklıdır.

 

385) Îctihâd Zamanla Ve Mekanla Kayıtlanmaz

 

içtihadı bir zaman ve bir mekân kayıtlamaz. Yani ictihâd sadece bir zamana ve sadece bir mekâna mahsus değildir. Çünkü istinad ettiği şey, şahısta şartlarının bu­lunmasıdır. Bu ise her zaman mümkin olan bir şeydir. Onun için içtihadı sadece bir muayyen zamana inhisar ettir(ip o zamanın haricinde ictihâd olmaz de)mek caiz değildir. Allah'ın fazıl ve keremi geniştir; sadece ilk müslümanlara inhisar etmiş, son zaman müslümanlan hakkında Allah'ın fazıl ve keremi yoktur denemez, ilim ehli, Rabblerinin insanlara gönderdiği, ASSÜ Muhammed Efendimizin insanlara tebliğ ettiği şeyleri onlara beyan eden müetehidin her zaman mevcud olduğunu sarahaten ifade buyurmuşlardır. Bazı alimlerin ietihad kapısının kapandığı tarzındaki fetva­larının sebebi, bu âlimlerin serî"atin muhafazasına, kendilerinin müctehidliklerini iddia eden cahillerin şerî"atle oynamalarına çalışmalarıydı. Bu fetva ictihâd

iddiasında bulunan bu cahiller için verilmiştir; ilim ehli ve ictihâd ehliyetine sahib zatlar için verilmemiştir.

Bunun için kıyamete kadar ictihâd bakîdir; şahısta içtihadın vesileleri ve şartlan tekemmül etme kaydıyla herkese mubahtır. Ondan dolayı bu dereceye, bu şerefli mertebe ve mevkie ancak, gerçekten ictihâd ehliyetine sahib zâtlardan başkası yükselemez. Şu halde ictihâd muayyen bir zümreye, muayyen bir sülâleye, muayyen bir memlekete, muayyen bir zamana tanınmış, verilmiş bir imtiyaz değildir; şartlarıyla bütün kullara mubahtır. Çünkü Allah'ın şerî"ati bütün beşeriyet için teşrî" kılınmıştır. Bütün beşeriyetin Allah'ın Dîninin hükümlerini anlamak, öğrenmek, bu hususta düşünmek mecburiyeti vardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor

[(Kur'ânı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbler -inin- üzerinde kilitleri mi var -ki hiçbir hakikat, gönüllerine girmiyor-)][1] Çünkü ictihâd ilim mertebelerinin en yükseğidir. Ilİm ise herkese mubahtır. Hatta mübarek serî"at ilme teşvik buyurmuş, ilim sahiblerini övmüş, ilmin arttırılmasını istemiş, insanlara [(...Rabbım ilmimi arttır)][2] demelerini öğretmiştir.

 

386) İçtihadın Hükmü

 

Kendisinde ictihâd melekesi bulunan, ictihâd vesile ve sebeblerine mâlik olmak­la ictihâd ehliyetine sahib şahsın ictihâdda bulunması farzdır. Müctehid, delillerde tedkîk ve araştırma yoluyla şer"î hükme ulaşmak zorundadır, içtihadının müctehidi ulaştırdığı netice, müctehidin uymak zorunda bulunduğu şer"î hükümdür; bu hükmü başkasını taklîd ederek terketmesi caiz değildir. Müctehid içtihadında isabet etmiş ise kendisine iki ecir ve sevab vardır; içtihadında hata etmiş ise alacağı ecir ve sevab bir tanedir. Allah'ın Salât ve Selâmı Üzerine olsun Peygamberimiz böyle buyur­muştur: [(Salâhiyet sahibi (hâkim, idâri âmir veya nâibleri) ictihâd ettiğinde doğru ictihâd etse iki sevab ve ecir, hata ederse bir sevab ve ecir ile mükâfatlandınlacaktır.)]

 

387) İçtihadın Değişmesi ve Ibîâli (na-k-dı)

 

içtihadın dayanağı, tedkîk ve şer"î hükme ulaşmak için var gücü ve olanca cühdü sonuna kadar harcamaktır. Yani müctehid bir mesele hakkında tedkîkte bu­lunup, iyice araştırmada bulunup, cühdünün olancasını harcayarak bir hükme varırsa, bu hüküm o müctehid hakkında uyması mecburî olan ve kendisiyle fetva ve­receği hükümdür. Fakat bu mesele hakkında müctehidin içtihadı değişirse müctehidin yeni içtihadının muktezâsına göre amel etmesi, yeni içtihadıyla fetva buyurması ve birinci içtihadını terketmesi lazımdır.

Müctehid hâkimse, bir mesele hakkında içtihadına göre muayyen bir karar ve hüküm vermişse, başka hâkimin bu içtihadı na-k-detmesi, ibtâl edip hükümsüz kılması caiz değildir. Çünkü "içtihadın, emsali bir ictihâd ile na-k-d (nakz) oluna­mayacağı", kaidedir. Fakat hâkime, hükmettiği ilk mesele gibi başka bir mesele arzolunduğunda, bu mesele hakkında hâkimde yeni bir görüş hasıl olsa, hâkimin bu yeni içtihadıyla hükmetmesi mecburîdir, ilk verdiği hüküm ise nakzolunmaz; carî ve mer'îdir. Bu da göstermektedir ki kazâî eski hükümler, müslüman kadıyı ve hâkimi bağlayıcı değildir. Islamda kadıların tatbikatları bunu göstermektedir. Bunlardan bi­risi şudur: ARO Hattâb oğlu Ömer Efendimiz, mîrâsa dâir .hacerî meselede (bu me­seleye mîras hukukunda ayrıca elmes'eletü lmüşerrekeh, elmes'eletü l"umariyyeh de denir) ebeveynin evlâdının mîrâs alamayacağına hükmetmiş, sonra kendisine aynı mesele (başka şahıslarca) arzolunmuş ve bu sefer ebeveynin evlâdının ananın evladıyla beraber (ana bir kardeşlerle birlikte) mîras alacağına, hükmetmiş, bunun üzerine haklarında ilk hüküm verilmiş şahıslar Ömer Efendimize itiraz edince: "O, o zamanki verdiğimiz hükümdür. Bu ise şimdi vermekte olduğumuz hükümdür" bu­yurmuştu. Fakat ictihâd kati nassa muhalif olursa na-k-dolunur; hiçbir itibarı yoktur. Çünkü böyle bir ictihâd hakikatte ictihâd değildir.

 

388) İçtihadın Tecezzüü (Bölünmesi)

 

içtihadın cüzlere, parçalara, kısımlara ayrılması yani tecezzü' etmesi demek, âlimin bir meselede müctehid olması, diğer meselelerde müctehid olmaması demek­tir. Yani bazı meselelerde âlimin ictihâd şartlarını hâiz olması, içtihada muktedir bu­lunması, diğer bazı meselelerde hâiz olmaması demektir. Mesela bir şahsın mirasa dâir bütün delilleri, bütün nasslan, bütün Sünneti, âlimlerin görüşlerini ihata etmesi gibi. Böyle bazı meselelerde içtihadı ihataya sahib, ictihâd şartlarını taşıyan insan, o meselelerde ictihâdda bulunabilir. Diğer meselelerde kendisi ictihâd vesilelerine, şartlarına mâlik bulunmadığından ictihâd edemese bile bunun bir mahzuru yoktur.

Alimlerden bazıları içtihadın tecezzüüne karşıdırlar. Fakat tercîhe şayan olan bi­rinci görüştür; ve ilk müctehidlerin tatbikatları bunu göstermektedir: Onlardan birine birçok meseleler sorulduğunda, sadece bazısına cevab veriyorlar, diğerleri hakkında cevab vermiyorlar ve "bilmiyorum" diyorlardı.

 

 

 

2.BÖLÜM

TAKLÎD

 

(ETTA-KLÎD)

 

389) Taklîd Arab Dilinde, insanın başkasına taktığı (yani taklîd ettiği) el-kılâdeh (gerdanlık, madalya, nişan ve benzerlerin)den alınmıştır. Fıkıh Usulü ıstılahında ise taklidi öazzâlî: "hüccet ve delilsiz olarak (başkasının) görüşünü kabul etmektir", bazıları: "Sözü hüccet olmayanın sözüne göre huccetsiz (şcr"î delilsiz) olarak amel etmektir", diğer bazıları: "Neye dayanarak söylediğini bilmediğinin sözünü ve görüşünü kabullenmendir" şeklinde tarif etmişlerdir. Bu tarifleri hulâsa edecek olur­sak, "taklîd: Delilini ve kuvvet derecesini bilmeden, başkasının görüşünü benimse­mektir" şeklinde ifade olunabilir. Mesela falan müetehidin görüşü olması sebebiyle bir şahsın delilini, bu delilin kuvvetini bilmeden, "ayıb (kusur) sebebiyle nikâh fes-hedilebilir" görüşünü benimsemesi böyle (bir taklîd ameliyesi)dir.

 

390) Taklidin Hükmü

 

Şcrîatte aslolan taklîdin zemmolunmasıdir, yerilmesidir. Çünkü taklîd delilsiz, huccetsiz olarak (başkasına) uymak ve tabî olmak demektir. Aynca taklîd, mukallid-ler yani taklidde bulunanların teşkîl ettiği zümreler arasında me.zmûm bir taassuba yol açar.

Amelî ve şer"î hükümlerde taklîdin caiz olup olmadığı alimler arasında ihti­laflıdır. Bir kısım alimler hiçbir şekilde taklîdin caiz olmadığı, mükellefin ictîhâd vesilelerini öğrenerek ietihadda bulunmak zorunda olduğu, bunun mükellef üzerine vâcib olduğu görüşündedirler. Diğer bir kısım alimler de laklîdin herkes için caiz bulunduğu, içtihada muktedir olanın da, ietihaddan âciz olanın da taklîd ile amel edebileceği görüşündedir. Diğer bir kısım alimler de, ietihaddan âciz olanlar için taklîdin caiz, müetehid olanlar için taklidin haram olduğu görüşündedirler.

Alimler taklîdi müdâfaa şeklinde olsun, taklide hücum tarzında olsun, taklîd mevzuuna dâir çok kelâm etmişler, taklîd müdâfîleriyle taklîd aleyhdârlan arasında münâkaşa, tenkîd ve cebheleşme şiddet kazanmıştır.

Bizim görüşümüze göre mesele açıktır ve kolaydır; uzun söz ve münâkaşaya ve­sile olmaya deymeyecek kadar basiddir. Şöyle ki: Her mükelleften matlûb olan şey Allah ve Peygamberine itaattir. Birçok sarih nasslar bunu ifade etmektedir. Mesela Yüce Allah [(Allah ve Peygambere itaat edin. Tâ ki rahmete kavuşturulasınız)][3]

[(...Peygamber sizeneverdi ise onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının...)][4] [(öyledeğil,Rabbineandolsunki onlar aralannda kimi oraya, kimi buraya çektikleri (kavga ettikleri) şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar)][5] [(...Rabbinizden size indirilen (Kur'an)a uyun...)][6] buyurmaktadır. Şu halde istisnasız her mükellefe farz olan Allah'a ve Peygamberine itaattir. Bu farz, celal ve izzet sahibi Yüce Allah'ın Kur'anda yahut ASSÜ Muhterem Peygamberimizin diliyle teşrî" buyurduğu şeylerin mutlaka bilinmesini icâb ettirmektedir. Allah'ın teşri" bu­yurduğu şeylerin öğrenilmesi, bilinmesi sadece Kur'an ve Sünnet nasslanna müra­caat ve onlar ile neyin kasdedildiğini anlayıp kavradıktan sonra onlardan hüküm­lerin çıkarılmasıyla olur. Mükellef bu nasslarda sarih olarak hükmü bulamazsa, şerî"atin emri üzre içtihada müracaat eyleyerek şerî"at çerçevesinde, serî"atin umu­mi esasları ışığında, şerî"atin maksad, gaye ve mefhumları istikametinde ietihadda bulunur. Hükümlerin anlaşılıp öğrenilmesinde sağlam yol budur. Şübhesiz bu yolu takibedip bu yolda yürümek muayyen bir ölçüde malûmatı ve idraki icabettirir. Bu da şahsın ilmî ve beşerî hâline göre az veya çok olabilir. Nihayet şahıs, kendisini yüce ictihâd makamına ehil kılacak seviyeye ulaşır. Eğer mükellef bu yol ile (iclihad yoluyla) hükümleri anlamaktan aciz kalırsa, hükmünü bilmek ve anlamak istediği meseleyi, kendisine Allah'ın da emrettiği üzre ilim ehlinden ve âlimlerden sorar ve aldığı cevaba göre amel eder. Yüce Allah şöyle buyuruyor:   [(...Eğer bilmiyorsanız zikir erbabına sorun...)][7]. Mükellefin muay­yen bir alime bu suâli sorması, suâli sormak için bir muayyen alimle kayıtlı olması lazım değildir. Çünkü Allah mükellefi bununla ilzam eylememiştir. Islâmî ve şer"î bir ilzamın (mecbur kılışın) bulunmadığı hususda iltizam (mecburiyet kaydıyla bir şeye bağlı kalmak) yoktur. Ayet mükellefe [(ilim erbabına)] sormasını emretmiş, muayyen bir alime sormasını emretmemiştir. Fakat mükellefe düşen, tanınmaya ve bilinmeye göre, en âlimi, en faziletliyi, en fazla "adi olanı ve en çok vera" ve takva sahibi olanı, böyle bir suâli sormak için seçmektir. Mükellefin kudreti b una yeter [(Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez...)][8]

ictihâd ve taklid meselesindeki görüşümüz budur. Kur'an nasslannın delalet ettiği, salah sahibi selefin tâkîbeylediği tatbîkât budur: Müctehid istinbat ve ictihâd yoluyla hükümleri anlıyor; avam da şerî"atin hükümlerini müctehidlerden soruyor, sadece bir müetehide sormakla bağlı kalıp, başka müetehide sormamazlık yapmıyorlardı.

 

391) Mezhebierin Taklîd Edilmesi

 

Fıkhî islam mezhebleri, fıkhî mektebler (ekoller)dir; müessislerinin isimleriyle bilinirler. Bu zâtlar büyük müctehidlerdir; takva, salâh, ilim sahibi oldukları ve müctehidlikleri müsellemdir. Bu mezheblerden bazıları kaybolmuş, mensublarının kahnayışiyla amelî hayattan çekilmiş, görüşleri sadece fıkhî -hılâf kitablarında kalmıştır. Evzâî (el-evzâ"î) ve sufyûnu .s.sevrî mezhebleriyle diğer mezhebler bu cümledendir. Bu mezheblerden diğer bazıları da şimdiye kadar devam etmiştir; mensûbları vardır; fakihlerinin görüşlerini nakleden kitabları mevcuddur. Bu mez­hebierin taklidi caiz midir, değil midir?

Müctehidin hükümleri tedkîk ve ictihâd yoluyla aslî menbâlanndan almasının lazım geldiğini, taklidde bulunmasının caiz olmadığını kaydetmiştik. Ictihaddan aciz mükellefin de ilim ehline sormak zorunda bulunduğunu söylemiştik, ilim ehline suâl sormak (bu ilim ehli hayatta iseler, gidip fiilen kendilerine sormak kabilse) ya bizzat şefehî tarzda olur, ya da (vefat etmişlerse veya hayatta oldukları halde kendilerine şefehî olarak sormak kabil değilse yahut hayatta bulundukları halde kendilerinin ki­tabları ve eserleri neşredilmişse) bize görüşlerini sıhhatli bir şekilde nakleden, iti-mad olunur kitablarına müracaat etmekle olur. Buna göre aşağıdaki hususları zi­hinde daime canlı tutarak, bize sıhhatli bir şekilde nakledilmiş olup, hâlen mâruf ve belli mezheblerden birine avamın uyması caizdir:

1) Fıkhî islam mezhebleri, şerî"atin nasslarım tefsir eden, bu nasslardan hüküm çıkaran medreseler (ekoller)dir. Yani bu mezhebler istmbâtta ve hüküm çıkarmadaki fıkhî esaslar (metodlar)dır; yeni bir şerî"at ve Islamdan gayrı bir şey değillerdir.

2) islam şerî"ati -ki Kur'an ve Sünnet nasslaridır-, hangi mezheb olursa olsun, ondan daha geniştir, daha büyüktür. Mezhebierin hiçbirisi tslamdan daha büyük ve daha geniş değildir.

3) islam şerî"ati her mezheb hakkında hâkim ve şcr"î bir delildir ve hüccettir; fa­kat hiçbir mezheb islam şerî"ati hakkında şer"î bir delil ve hüccet değildir.

4) Bu mezheblere tabî olmayı caiz kılan unsur, bu mezhebierin, mensublarına şerî"atin hükümlerini öğretme, tanıtma ma-zınneti (elma-zmneh) oluşlarıdır. (Şerîatin ahkâmını onlara öğretip tanıtacaklarının kuvvetle zannolunmasıdir.) Yani bu mezhebler, Allahca indirilmiş Kur'an yahut Sünnetteki hükmü bize öğretme ve tanıtma hususunda ma-zınnettirlcr (bunu yapacakları kuvvetle zannolunmaktadır). Eğer bir meselede falanca mezhebin hatalı olduğu tebeyyün eder ve iyice anlaşılır, o mesele hakkında başka bir mezhebin -savâb ve doğru olduğu kafi olarak belli olur­sa, o başka mezhebin doğruluğu kâfi derecede zahir, âyân beyân belli olursa, bu meselede mezheb mensubunun doğru ve sevâb olan mezhebe tabî olması lazımdır.

5) Mezheb mensubu bir meseledeki şerTatin hükmünü, mezhebinden olmayan bir fakîhe sorup kendisine verdiği fetva ile amel edebileceği gibi, bütün ictihadlarda mezhebine bağlı kalmak mecburiyetinde olmadığından bazı meselelerde başka mez­hebe göre amel edebilir. Ancak bu bazı meselelerdeki diğer mezhebe intikalin (keyfî, canın istediği gibi, heva ve hevese göre değil;) sebebinin, şer"î bir delil ol­ması şarttır. (Yani bazı meselelerde başka mezhebe tabî olmanın şartı, bu tabî ol­mayı şer"î bir delilin icabettirmesidir. Şahıs, mensûb olduğu mezhebden başka bir mezhebe bazı meselelerde uyabilmesi için şer"î bir delilin icabına uymak

mecburiyetindedir. Bir meselede şer"î delilin İcabına uymak, o meseledeki şer"î de­lillerin İhata edilmesine bağlıdır. Delillerin ihatası ve delilin icabına uyabilmek ise Fıkıh Usûlüne ve icablarına ciddî vukuf olmadan temin edilemeyecek bir kabiliyet-tir.)

6)  Mukallidin  zemmolunmuş,  yerilmiş  mezheb  taassubundan kendini arındırması lazımdır. Çünkü mezhebler îslamın parçacıkları değildir, tslamın hükmünü fesheden birer din değillerdir. Mezhebler şcrî"atin tefsiri ve anlaşılma şekilleri, tarzları, şcrî"ate doğru bakan pencereler, tedkîk, anlayış ve inceleme usul­leri, metodlan, hüküm çıkarmanın amelî şekilleridir; hepsi de Allah'ın indirdiğine ve teşri" kıldığına varmak istemektedirler.

7) Mezheblerin ihtilaflı görüşlerinin bulunması bizi hiçbir zaman sıkmamalıdır. Anlayışta, hüküm çıkarışta ihtilaf tabiîdir, bedîhîdir. Çünkü görüş ayrılığı beşerî akıldan ayrılmayan bir hususiyettir. Akıl, idrak ve anlayışların kat'î olan farklılıkları, hüküm çıkarmada ve anlamada da mutlaka kendini göstermekte ve ayrı ıstınbâtlar, ayrı anlayışlar hasıl olmaktadır. Bizler, bize büyük bir fıkhî servet bırakan bu ilmî, fıkhı ihtilâf ile iftihar ediyor, onu Fıkhın canlılığının, gelişmesinin, büyük fakihlc-rimizin düşünce genişliği ve kapasitelerinin, parlak, berrak tslam şerîatine karşı hiz­met vazifelerini yaptıklarının bir delili sayıyoruz.

8) Bu muhtelif fıkıh mezhebi müetehidlerinin değerlerini itiraf etmemiz, onlara ihtiram duymamız, tebcilde bulunmamız, onlara karşı edcbli ve terbiyeli olmamız, onlara hayır duada bulunmamız, görüşlerinde isabetli de olsalar, hatalı da olsalar sevab ve ecre müstehak olduklarına inanmamız ve izzet, celâl sahibi Allah'ın bize öğrettiği gibi şöyle dememiz vazifemizdir: [(Bunların arkasından (kıyamete kadar) gelenler (gelmiş ve gelecek

olan mü'minler şöyle) derler: Ey Rabbimiz, bizi ve iman ile daha önden bizi geçmiş olan (din) kardeşlerimizi yarlığa. İman etmiş olanlar için kalblerimizde bir kin bırakma. Ey Rabbimiz, şübhesiz ki sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin)][9].

Bu işe başlayıp bitirmeyi nasîbeden Allah'a hamdolsun. Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafâ'ya, onun nezîh, pâk, mübarek hanedanına, mücâhid ashabına ve onlara kıyamet gününe kadar en iyi bir şekilde ve ihsan ile tabî olanlara Allah Salât ve Selâm buyursun.

- bitti-

(Mütercim der ki: Bu tercememi Rabbim, sâlih amelden başka bir şeyin fayda vermediği mahşer gününde ameli sâlihimden kılsın; ve o müdhiş ateşiyle ben âcizin, hocalarımın ve ebeveynimin arasında bir mania yapsın. Son sözüm  dir. Erzurum, 3 Mart 1978 Cuma.)

 

 



[1] Kuran 47 nci mu.hammed sûresi 24 üncü ayet.

[2] Kur'an 20 nci -tâhâ sûresi 114 üncü ayet.

[3] Kur'an 3 üncü âlu "ımrân sûresi 132 nci ayet.

[4] Kur'an 59 uncu el.haşr sûresi 7 nci ayet.

[5] Kur'an 4 üncü Ennisâ' sûresi 65 inci ayet.

[6] Kur'an 7 inci elV'râf sûresi 3 üncü ayet.

[7] Kur'an 16 ncı enna.hl sûresi 43 üncü ayet.

[8] Kur'an 2 nci eiba-karah sûresi 286 ncı ayet.

[9] Kuran 59 uncu el.haşrsûresi 10 uncu âyet.