2- SÜNNET.. 2

Tarifi: 2

Sahih Sünnetin Kısımları: 4

1. Mütevatir Hadisler: 4

Mütevatir Hadis île Amel Etmenin Hükmü: 5

2. Meşhur Hadis: 5

Meşhur Hadis ile Amel Etmenin Hükmü: 6

3. Ahad Hadis. 6

Ahad Hadis İle Amel Etmenin Hükmü: 6

Ahad Hadisle Amel Etmenin Şartları: 7

A. Ravide Aranan Şartlar: 7

B. Lafzında Aranan Şart: 7

C. Manasında Aranan Şart 7

Hanefilerin Şartları: 7

Malikilerin Şartları: 8

Şafiîlerin Şartları: 9

Hanbelîlerin Şartları: 9

Dini Kaynak Olarak Sünnetin Derecesi: 9

İslâm'da Sünnetin Yeri (Sünnetin Delil Oluşu) 12

Sünnet Şeriatin İkinci Kaynağıdır: 13

1. Kur'an-ı Kerim'de Sünnetin Şer'i Delil Olduğuna Dair Beyanlar: 13

a. Allah'a ve Peygamberine İtaati Birlikte Emreden Ayetler: 13

2. Resulullah'ın Sahih Sünneti Fiil ve Sözlerini, Takrir ve Sıfatlarını Almamızı Emretmektedirler. 18

a. Resulullah'ın Sünnetine Uymamızı Emreden Hadisler: 18

b. Sünnete Uyulduğunda Sapıklıktan ve Cehennemden Uzaklaşılacağını Beyan Eden Hadisler: 20

c. Sünnetin Muhafazası îçin Yazılmalarına Ruhsat Veren Hadisler: 20

d. Ezberlenen Sünnetinin İnsanlara Aktarılmasını Emreden Hadisler: 21

3. Sahabeler, Sünnetin Şer'î Delil Olduğu İnancını Taşımışlardır. 21

4. Sünnetin Delil Olmayacağını Söyleyen Hasta Kalpliler: 22

Sünnete Sokulmak İstenen Şüpheler: 23

1. "Kur'an Yeter, Sünnete İhtiyaç Yoktur" Diyenler: 23

2.  "Kur'an Korunmuş Sünnet Korunmamıştır" Diyenler: 24

3.  "Sünnetle Amel Edildiğinde Şer'i Hükümlerle Çelişir" Diyenler: 25

4. "Resulullah Hadis Yazmayı Yasaklamıştır" Diyenler: 25

5. "Hadislerin Çoğu Kur'an'a Ters Düşmektedir" Diyenler: 26

1. Kavli Sünnetlerin Emir Kalıplarını İfade Etmesi Hükmü: 27

2. Resulullah'ın Fiili Sünnetlerinin Hükmü: 28

Fiili Sünnetin Kısımları: 28

1- Kur'an-ı Kerim'in Kapalı Olan Âyetlerini Açıklayan Fiiller: 28

2. Kur'an-ı Kerim'i Açıklar Mahiyette Olmayan Fiiller: 29

A. Resulullah îçin Sıfatı (Hükmü) Bilinen Fiiller. 29

B.  Resulullah îçin Hükmü Bilinemeyen Fiiller (Mutlak fiiller): 30

a. Yapılmalarında Sevap Umulmayan Mutlak Fiiller: 30

b. Yapılmalarında Sevap Umulan Mutlak Filler: 30

Teşri Olmayan Fiiller. 33

1. Zelle (Ayak Sürçmesi): 33

2. Resulullah'ın Beşeriyeti Gereği Yaptığı Fiiller. 35

A. Örf ve Adetler: 35

B. Tecrübeye Dayanan Fiiller: 35

3.  Yalnız Resulullah'a Mahsus Olan Hususlar: 35

4. Resulullah'ın Kasıtsız Şekilde Yaptığı Fiiller (Sehven Yapılan Fiiller): 36

A. Namazda Eksiklik Yapması: 36

B.  Vefatı Anında Kendisine Tam Malik Değilken Kalem ve Yazı Malzemesi İstemesi: 36

Mealen Hadîs Rivayet Etmenin Hükmü: 37

1.  Caizdir Diyenler: 38

2.  Caiz Değildir Diyenler: 38

 

2- SÜNNET

 

Tarifi:

 

Sünnet; Peygamber efendimiz (sav)in söylediği sözler, yaptığı işler ve doğ­ru görüp reddetmediği hususlardır. Tariften de anlaşıldığı gibi Sünnet üç çe­şittir.

1. Peygamber efendimizin sözleri; mesela: "Ameller niyetlere göredir”[1] hadisi bu kabildendir.

2. Peygamber efendimizin bizzat yaptığı işler. Meselâ; Resulullah (sav)in abdest alma ve namaz kılma şekli fiili sünnetlerdir. Keza el kesmesi bu ka­bildendir.

3. Takriri Sünnet: Peygamber efendimiz (sav)in, sahabe-i kiramın söyle­diği veya yaptığı şeyler karşısında sükut etmesi, onlara karşı çıkmaması ya da razı olduğunu gösteren bir tavır takmmasıdır. Çünkü Peygamber efendi­miz (sav)in reddedilmesi gereken bir mesele karşısında susması mümkün de­ğildir. Zira Allah Teala "o, iyiliği emreder, kötülükten men eder”[2] buyur­muştur.

Takriri sünnete misal olarak şu hadis-i şerifleri zikretmek mümkündür: "Hazreti Aişe (ra) diyor ki; "Bir gün bana bir firasetçi geldi.[3] Zeydin oğ­lu Usame ile babası Zeyd bin Harise yatıyorlardı. Resulullah da orada bulu­nuyordu. Firasetçi: "Bu ayaklar birbirlerindendir" dedi. Resulullah buna se­vindi ve bu onun hoşuna gitti. Bu halini Aişe'ye bildirdi.[4]

Resulullah bu olayda neseb tesbiti için firasetçilerin görüşüne itibar edi­leceğine karşı çıkmamış, bundan memnun olduğunu bildirmiştir. İşte bu, bir takriri sünnettir. Ancak firasetin neseb tesbitinde delil olup olmayacağı alim­ler arasında ihtilaflıdır. Bu konular hususunda fıkıh kitaplarına bakılmalıdır.

Cabir (ra) diyor ki: "Resulullah bizi Kureyş'e ait bir kervanı gözetlememiz için gönderdi. Başımıza Ebu Ubeyde bin el-Cerrah'ı emir tayin etti. Resulullah bize, azık olarak ancak bir kırba dolusu hurma verebildi. Bize azık koy­mak için bundan başka bir şey bulamadı. Ebu Ubeyde herkese günde bir hur­ma veriyordu. Ebu Zubeyr diyor ki: "Cabir'e günde bir tek hurma ile ne ya­pıyordunuz" diye sordum. O da şu cevabı verdi: "Biz o hurmaları çocukla­rın emdiği gibi emiyorduk. Sonra su içiyorduk. O gün geceye kadar bu bi­ze yetiyordu. Değneklerimizle palamut ağaçlarının yapraklarını döküyor, son­ra onları ıslatıp yiyorduk. Bir de baktık ki denizin kıyısında büyük bir kum yığını gibi bir şey önümüze dikildi. Yanına geldik. Baktık ki o "anber (bali­na balığı)" diye adlandırılan bir hayvanmış. Cabir diyor ki: "Ebu Ubeyde ön­ce, bu bir leştir, dedi, Daha sonra: "Hayır. Siz, Allah'ın elçisinin elçilerisiniz, Allah yolundasınız. Sizler çaresiz kaldınız. Bundan yeyin" dedi.

Cabir diyor ki; "Biz üçyüz kişi olarak o hayvanın yanında bir ay kaldık.[5] Öyle ki bizler şişmanladık."

Cabir diyor ki: "Biz o hayvanın gözbebeğinden testilere yağ doldurduk ve ondan boğa kadar parçalar kesiyorduk. Ebu Ubeyde bizden on üç adamı gö­türüp o hayvanın gözünün kovuğuna oturttu. O hayvanın kaburgalarından birini yukarıya doğru dikti.

Beraberimizde bulunan develerin en büyüğüne eğer vurup üzerine bin­di. Ve o kaburganın altından geçti.

Biz o hayvanın elinden haşladığımız parçaları azık olarak yanımıza aldık. Medine'ye dönünce Resulullah'a gittik. Hadiseyi ona anlattık. Bunun üzeri­ne Resulullah (sav) "Bu bir rızıktır. Allah onu sizin için denizden çıkardı. Beraberinizde onun etinden bize yedireceğiniz bir şey var mı?" dedi. Cabir diyor ki: "Biz o hayvanın etinden Resulullah'a gönderdik. Resulullah ondan yedi"[6] Bu olayda da Resulullah ölmüş balığın etinin yenilmesine dair bir ruh­sat bulunduğuna işaret etmiştir. Çünkü, buna karşı çıkmamış, aksine tasvip etmiştir. Ayrıca zaruret halinde leşten yenilebileceğine dair bir ruhsat bulun­duğunu takriri sünnetiyle ifade etmişlerdir. Zira Ebu Ubeyde balığın bir leş olduğunu zannederek ondan yemenin mubah olduğu kanaatiyle onu yemiş­ler, Resulullah da bu kanaatinin yanlış olduğunu beyan etmemiştir. Onun ba­lık olması hasebiyle sadece zaruret halinde değil, normal hallerde de yeni-lebilineceğini beyan etmiştir.

Ebu Said el-Hudri diyor ki, Resulullah'ın sahabelerinden bir topluluk yolculuğa çıkmışlardı. Nihayet Arap kabilelerinden bir kabilenin bulunduğu bir yerde konakladılar. Kendilerini misafir etmelerini istediler. O kabilenin insanları, onları misafir etmemede direttiler. Bu esnada kabilenin efendisi (li­deri) bir haşarat (akrep) tarafından sokuldu. Onun için her türlü çareye baş­vurmuşlar. Fakat ona hiçbir şey fayda vermemiş. Bunun üzerine kabileden bir kısım insanlar: "Şurada konaklayan insanlara gitseniz. Belki onların ba­zılarında bir şey bulunur" demişler. Onlar çıkıp sahabelerin yanına geldiler ve onlara: "Ey topluluk! Efendimiz sokuldu, onun için her çareye başvurduk. Fakat bir fayda sağlamadı. Sizin her hangi birinizde buna fayda verecek bir şey var mı" dediler. Sahabelerden biri "Evet. Vallahi ben afsunlarım. Fakat biz size misafir olmak istedik, siz bizi misafir etmediniz. Şimdi sizler bize bir üc­ret vermedikçe ben onu afsunlamam" cevabını verdi.

Bunun üzerine onlar bir sürü (otuz adet) koyun vermek üzere anlaştılar. O sahabe gitti. Sokulan kişiye elhamdülillah! Rabbil alemini (fatihayı) okudu ve tükürüp üfledi. Sokulan adam, sanki bağlandığı bir ipten boşanmış gibi ol­du. Kendisinde herhangi bir kıvranma olmaksızın yürümeye başladı. Onlar da ittifak ettikleri ücreti verdiler. Sahabelerden bazıları: "Bunlar aramızda bölüş­türülsün" dediler. Fakat afsunlayan sahabe: "Resulullah'a varıp meseleyi ona anlatmamıza ve bize ne emredeceğini görmemize kadar bir şey yapmayın" de­di. Resulullah'a geldiler. Durumu ona anlattılar. Resulullah da: "Sen Fatiha Sû-resi'nin afsunlama duası olduğunu nasıl bildin? Doğru yapmışsınız, onla­rı taksim edin. Bana da bir pay ayırın" buyurdu ve güldü.[7]

Görüldüğü gibi Resulullah akrebin sokmasına karşı afsunlamanın bir sa­kıncası olmadığına işaret etmiş, ayrıca afsunlayanın aldığı ücretin helal ol­duğunu vurgulamıştır. Ancak afsunlamadan alınan ücret mezhebler arasın­da ihtilaflıdır. Bazıları, bu olayların özel olaylar olduğunu, genel olarak alı­namayacağını belirtmişler, diğerleri ise bu olayların birer örnek olduklarını ve benzeri olaylar da caiz olduğunu söylemişlerdir. Detay için fıkıh kitapla­rına başvurulmalıdır.

 

Sahih Sünnetin Kısımları:

 

Sünnet; ravilerin sayıları ve güven derecelerine göre de kafi sünnet, zanni sünnet diye iki ana kısma ayrılmaktadır. Ancak Hanefiler hadisleri

Mütevatir Hadisler, Meşhur Hadisler, Ahad Hadisler diye üç kısma, Cum­hur ulema ise hadisleri sadece mütevatir ve ahad diye iki kısma ayırmışlar­dır.

Cumhura göre meşhur hadisler ahad hadislerin sınıfındandır.

 

1. Mütevatir Hadisler:

 

Sahabe, tabiin ve tebei tabiin döneminde, yalan üzere ittifak etmesi mümkün olmayan bir topluluğun Resulullah'dan rivayet ettiği hadislerdir.

Mütevatir hadislerin Resulullah'm ameli olan sünnetlerden misali pek çoktur. Mesela Peygamber efendimizin namaz kılma, oruç tutma ve hac et­me şekli mütevatiren bizlere gelmiştir.

Mütevatir sünnetlerin Resulullah'm sözü olan türüne örnek İse şu hadis-i şerifi zikretmek mümkündür: Hz. Ali Resulullah'ın şöyle buyurduğu­nu söylemiştir: "Bana yalan isnad etmeyin. Kim bana karşı yalan uydurur-sa o kimse cehennem ateşine girsin.”[8]

Abdullah bin Amr'İn rivayetinde bu hadisin metni: "Kim kasıtlı olarak ba­na karşı yalan uyduracak olursa, cehennem ateşinde yerini hazırlasın, "[9] şeklînde;

Abdullah bin Abbas'ın rivayetinde ise: "Benden bildiğiniz dışında hadis nakletmekten kaçının. Kim kasıtlı olarak yalan uydurur da bana isnad ede­cek olursa cehennem ateşinde yerini hazırlasın”[10] şeklindedir.

Bu hadis-i şerif, Cabir bin Abdullah[11] Enes bin Malik,[12] Ebu Said el-Hudri,[13] Abdullah bin Mes'ud,[14] Ebu Hureyre[15] Mürre[16] Kays b. Sad b. Ubade,[17] Seleme bin el-Ekva,[18] Ukbe bin Amir,[19] Zeyd bin Erkam,[20] Halid bin Arfada[21] Muaviye bin Ebu Süfyan[22] Muğire bin Şu'be [23] Zübeyir bin Avam[24] gibi, çokça sahabeden rivayet edilmiştir.

Tirmizî bu hadisin Ebu Bekir, Ömer, Osman, Said bin Zeyd, Amr bin el-As, Büreyde, Ebu Musa el-Ğafiki, Ebu Umame, Abdullah bin Amr el-Mukan-na ve Evs es-Sakafi tarafından da rivayet edildiğini zikretmiştir.[25]

 

Mütevatir Hadis île Amel Etmenin Hükmü:

 

Mütevatir hadis ile amel etmek farzdır. Çünkü Resulullah'dan geldiği ke­sindir. Zira tevatür yolu ile gelişi Resulullah'a nisbetinin doğruluğunu orta­ya koymaktadır. Bu nedenle ittifakla mütevatir olan bir hadisi inkar eden din­den çıkmış olur.

Alimler bir hadisin mütevatir olması için, en az kaç kişinin onu rivayet et­mesi gerektiği hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: Bazıları beş, ba­zıları oniki, bazıları yirmi, bazıları kırk, bazdan yetmiş, bazıları ise üçyüzon küsur kişinin her rivayet zincirinde rivayet etmesi gerektiğini söylemişlerdir.

Ancak belirli bir sayı üzerinde karar kılınması doğru görülmemektedir. Zi­ra ravilerin durumlarının da dikkate alınması icab etmektedir.

Dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur: Sahabe-İ kiram, tabiin ve te­bei tabiinden sonraki dönemlerde hadisin çok kişiler tarafından rivayet edilmesi, hadisi mütevatir hadis derecesine ulaştırmaz.

 

2. Meşhur Hadis:

 

Meşhur hadis, sahabe döneminde, bir sahabenin veya mütevatir hadisde-ki sayıya ulaşmayan bir sahabe topluluğunun, tabiin ve tebei tabiin dönemin­de İse, tevatür derecesine ulaşan bir topluluğun Resulullah'dan rivayet etti­ği hadislerdir. Meşhur hadise misal olarak Ömer bin el Hattab (ra)'ın Resulullah'dan rivayet ettiği ve Buhârî'nin Sahih'inde birinci hadis olarak zikret­tiği şu hadisi göstermek mümkündür. "Ameller ancak niyetlere göredir...”[26]

Görüldüğü gibi mütevatir ile meşhur arasındaki fark şudur: Mütevatir ha­dis üç asırda da tevatür yoluyla rivayet edilirken, Meşhur Hadis sadece ta­biin ve tebe-İ tabiin dönemlerinde tevatür yoluyla rivayet edilmiştir.

 

Meşhur Hadis ile Amel Etmenin Hükmü:

 

Meşhur hadis, katiyet ve kesinlik ifade etmez. Kesinliğe yakın bir derecede zan ifade eder. Kişiye güven telkin eder. Buna rağmen meşhur hadis­le amel etmek vacibtir. Çünkü bir sahabe veya sahabelerden rivayet edildi­ği kesindir. Sahabeler ise, itimat edilecek kişilerdir. Hadisi Resulullah'dan ri­vayet ettiklerine güvenilir.

 

3. Ahad Hadis

 

Ahad hadis sahabe, tabiin ve tebei tabiin dönemlerinde tevatür derece­sine ulaşmayan sayıdaki insanın Resulullah'dan rivayet ettiği hadislere deni­lir. Buna misal olarak da Ebu Hureyre (ra)ın rivayet ettiği şu hadisi zikretmek mümkündür: "Kim bir koyun satın alır da onun memesi bağlanılarak sütü­nün toplandığını anlarsa, o kişi üç güne kadar serbesttir. Dilerse, o koyu­nu olduğu gibi kabullenir, istemezse koyunu geri iade eder. Onunla beraber bir sa'[27] miktarı da hurma verir."[28]

 

Ahad Hadis İle Amel Etmenin Hükmü:

 

Ahad hadis, tercih edilen bir zan ifade eder. Yani Resulullah'dan geldiği zannı kuvvetlidir. Çünkü hadisi rivayet edenlerde doğru söylediklerini ifade eden sıfatlar mevcuttur. Bununla beraber ahad hadis, mütevatir derecesin­de kesinlik ifade etmez. Zira Resulullah'dan gelmesinde az da olsa şüphe var­dır.

Yine Ahad Hadisler, meşhur hadisler derecesinde kesinliğe yakın bir ka­naat telkin etmezler. Keza Ahad Hadisler, tabiin ve tebe-İ tabun dönemlerin­de Meşhur Hadisler kadar İlgi görmemişlerdir. İşte bu nedenlerle, kesin bil­gilere dayanan, zan ve tahminler üzerine kurulamayan İtikadı meselelerde Ahad Hadislere dayanılamaz. Buna mukabil hukuki meselelerde doğruluğu tercih edilen Ahad Hadisler delil sayılır.

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (ra) iki kişinin işittiklerine dair şahitlik etme­leri halinde ahad hadislerle amel etmişlerdir. Hz. Ali (ra) de hadisleri riva­yet eden raviyi doğru söylediğine dair yemin ettirir, sonra hadisle amel ederdi.

 

Ahad Hadisle Amel Etmenin Şartları:

 

Ahad hadislerle amel edebilmek için, ravilerde, hadisin lafzında ve ma­nasında bir takım şartların bulunması gerekmektedir.

 

A. Ravide Aranan Şartlar:

 

a. Naklettiği hadisi işittiği veya gördüğü zaman; ravinin temyiz gücüne sa­hip olması ve onu muhafaza edebilecek yetenekte bulunması şarttır.

Bu aşamada ravinin, ergenlik çağına ulaşmış olması, müslüman olması şart değildir. Bunun içindir ki, hicret senesinde 9 yaşında bulunan Enes b. Ma-lik'in ve Resulullah'ın ahirete intikali sırasında yaklaşık 10 yaşında olan Nu-man b. Beşir'in rivayet ettiği hadisler kabul edilmiştir.

Aynı şekilde Mut'im b. Cübeyr'İn (ra) müslüman olmasından önce Rasu-lullah'm Akşam Namazında Tûr Suresini okurken duyduğunu rivayet etme­si kabul edilmiştir.

b. Buna karşılık Hadisi rivayet ettiği vakitte, ravinin ergenlik çağına ermiş, müslüman, adil[29] ve zabıt[30] olması şarttır.

 

B. Lafzında Aranan Şart:

 

Ravinin Ahad hadisin lafzından manayı tamamlayacak lafızları düşürme­mesi şarttır.

 

C. Manasında Aranan Şart

 

Ahad hadisin manasının dinde kesin olarak bilinen hususlara ters düşme­mesi şarttır.

Bu şartlara İlaveten fıkhi mezheplerde Ahad hadislerin kabulü için her mezheb kendisine ait bir kısım özel şartlar aramaktadır.

 

Hanefilerin Şartları:

 

a. Hadisi rivayet eden ravi rivayet ettiği hadise muhalefet etmemelidir. Ak­si taktirde bu hadisin hükmünün başka bir hadisle kaldırıldığı anlaşılır ve bu­nunla amel edilmez.

İşte bu nedenledir ki, Haneliler, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadisi delil olarak kabul etmemişlerdir: "Köpek birinizin kabından su içtiğinde o kişi kabı yedi defa yıkasın.”[31] Başka bir rivayette "sizden birinizin kabın­dan köpek su içtiği zaman onun temizlemesi, birincisi toprakla olmak üzere yedi defa yıkamasıdır" şeklindedir/n Çünkü Ebu Hureyre(ra) kendisi bu gibi kaplan üç defa yıkardı.

b. Hadis, insanlar önünde tekrarlanan ve meşhur olması gereken bir mevzuda olmamalıdır. Zira bu gibi mevzularda rivayet edilen hadisler Ahad yoluyla değil, tevatür yoluyla gelirler.

Hanefiler bu noktadan hareketle "rükua varırken ve rükudan kalkarken ellerin yukarı kaldırıldığını" anlatan hadisi ve "namazda besmelenin aşikar çekildiğini" bildiren hadis-i şerifi delil olarak almamışlardır. Çünkü bunların kapsadıkları hususlar herkesçe meşhur olması ve gizli kalmaması gereken me­selelerdir.

Buna mukabil Hanefiler "Namazda kahkaha İle gülmenin abdesti bozaca­ğını" beyan eden hadis-i şerifi kabul etmişlerdir. Çünkü bu husus çokça tek­rar etmeyen bir hadisedir.

c. Ravi, fakih değil ise, rivayet ettiği ahad hadisin kıyasa ve umumi kaide­lere muhalif olmaması gerekir. Çünkü mealen hadis rivayet etmenin yaygın olması sebebiyle, fakih olmayan bir ravinin kıyasa ve umumi kaidelere mu­halif olarak rivayet ettiği hadisin doğruluğundan şüphe edilir.

İşte bu sebeple Hanefiler, Ebu Hureyre'den (ra) rivayet edilen "Deve ve koyunların memelerini bağlamayın. Kim böyle olan hayvanları satın alır­sa, sağdıktan sonra o kişi tki durumdan birini seçmekte serbesttir. İsterse onu olduğu gibi kabullensin, istemezse onu geri versin ve onunla beraber bir sa'ölçüsü de hurma versin"hadis-i şerifin[32] son bölümündeki"... bir sa' öl­çüsü de hurma versin" kısmını tazminatın genel kaidelerine ters düşmesi se­bebiyle reddetmişlerdir. Çünkü tazminatın genel kaidesi şudur: Emsali bu­lunan şeylerin emsali ödenir. Emsali bulunmayan şeylerin ise değeri ödenir. Hurma ise sütün ne emsalidir ne de değeridir.

Şayet ravi dört halifeler, dört Abdullahlar, Zeyd bin Sabit ve Hz. Aişe (r.a.) gibi fıkhı bilen bir kişi olursa, haber-i ahad kıyasa tercih edilir.

Diğer yandan Hanefiler Mürsel Hadis'i delil olarak kabul ederler ve ona haber-i ahad gözü ile bakarlar.

 

Malikilerin Şartları:

 

İmam Malik; ahad hadisin delil olması için tek bir şart aramaktadır. O da; Ahad hadisin Medine halkının amel ve davranışlarına ters olmamasıdır. Bir hadis'te "alışveriş yapan iki taraf alışveriş yaptıkları yerden ayrılmadıkça,

alışverişlerini bozup bozmamakta serbesttirler...”[33] buyurulmuştur. İmam Ma­lik, bu hadisi "Muvatta" adlı kitabında Altın Zincir denen senetle[34] rivayet etmesine rağmen, bunun hakkında şöyle demiştir: "Biz muhayyer olmak için belirli bir sınır bilmiyoruz. Bu hadisle Medine'de herhangi bir kimsenin amel ettiği bilinmemektedir." [35]İmam Malik de mürsel hadisle amel eder.

 

Şafiîlerin Şartları:

 

İmam Safi ise Ahad haberin delil olması için tek bir şart aramaktadır. O da; hadisin senedinin kopuk olmamasıdır. Bu nedenle İmam Şafii mürsel ha­dislerle şu istisnai durumlar dışında amel etmez.

a.  Hadisi rivayet eden tabii Said b. el-Müseyyeb ve Hasan Basrİ gibi sa­habelerle sıkça görüşen biri olmalıdır.

b. Mürsel hadisin doğruluğu ya başka bir müsnet hadisle desteklenmeli veya mürsel hadis alimlerce kabul edilmelidir.

c.  Mürsel hadis bazı sahabelerin sözlerine uymalıdır.

d. Mürsel hadis ilim erbabınca kabul edilip fetvaya esas teşkil etmeli ve­ya kıyasa uygun olmalıdır. Şayet bu hallerden birinden olmazsa, mürsel ha­dis delil olamaz.

 

Hanbelîlerin Şartları:

 

Ahmed bin Hanbel ise; Ahad hadisin kabulünde hiçbir şart aramadığı gi­bi, mürsel hadislerin kabulünde de herhangi bir şart aramamaktadır.

Şuna iyi dikkat etmek gerekir. Bir hadisin tesbitinin kesin oluşu onun ma­nasını ifade etmesinin de kesin oluşunu gerektirmez. Zira;

Mütevatir ya da mütevatir olmayan hadislerden her biri ifade etmek İste­dikleri manaları açık seçik bir şekilde ifade ederlerse bunların manalarına de­laletleri kesindir. Eğer açık seçik ifade etmezler, çeşitli yorumlara müsait olur­larsa bu tür hadislerin manalarına delaletleri zannidir. Mesela Resulullah ni­neye mirastan altıda bir pay verdi [36]hadis-i şerifi manasına delaleti kesin­dir. Ninenin mirastaki payının altıda bir olduğunu beyan etmektedir. Fakat bu hadis ahad hadis olduğundan, doğru olduğu zannidir, kesin değildir.

 

Dini Kaynak Olarak Sünnetin Derecesi:

 

Sünnet-i seniyye Kur'an'dan sonra gelmekte ve İslâm'ın ikinci kaynağını teşkil etmektedir. Çünkü:

a. Genellikle hadisler Kur'an-ı Kerim'i açıklar mahiyettedir. Bu itibarla bi­rinci kaynak Kur'an-ı Kerim, ikinci kaynak ise onu açıklayan Sünnet'dir.

b. Peygamber efendimiz (sav) Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderdiğinde ara­larında geçen şu karşılıklı konuşma, Sünnet'in ikinci kaynak olduğunu açık­ça ortaya koymaktadır.

Muaz b. Cebel, Resulullahla aralarında şu konuşmanın geçtiğini rivayet eder: Resulullah:

-  "Bir mesele ile karşılaştığında ne yaparsın?" buyurdu. Muaz:

-  'Allah'ın Kitabında olanlarla hüküm veririm" dedi. Resulullah:

-  "Şayet Allah'ın Kitabında bulunmazsa..."Muaz:

-  "Allah Rasulünün Sünneti ile.." Resulullah:

-  "Allah'ın Rasulünün sünnetinde de bulunmazsa" Muaz:

-  "Görüşümle İctihad ederim. Elimden gelen gayreti harcamadan geri kalmam."

Muaz der ki; Resulullah göğsüme vurdu ve şunları söyledi:

"Allah'ın Peygamberinin elçisini Allah ve Rasulünün razı olacağı şeyle­re muvaffak kılan Allah'a hamd olsun."[37]

Sünnette Kur'an-ı Kerim'de Zikredilmeyen Hükümler Var mıdır?

Kur'an-ı Kerim İle karşılaştırıldığında Sünnet'in hükümlerinin üçe ayrıldı­ğı görülür.

1.Kur'an-ı Kerim'de Bulunan Hükümlerin Aynısını İfade Eden Hadis­ler. Bunlar, Kur'andaki hükümleri pekiştirme mahiyetindedir. Namaz, oruç, zekat ve haccın farz olduğunu açıklayan hadisler bu türdendir.

2. Kur'an-ı Kerim'in Getirdiği Hükümleri Açıklar Mahiyetteki Hadisler.

a.  Mücmel olan âyet-i celileleri açıklayanlar. Namazın şeklini öğreten ame-sünnetler bu kabildendir.

b. Genel olan bir hükmü özelleştiren hadisler. Mesela; "Biz Peygamberler topluluğu miras bırakmayız, bıraktıklarımız sadakadır."[38] hadis-i şe­rifi Nisa Sûresi 11, 12 ve 176. âyetlerde zikredilen miras hükümlerine Pey gamberler için bir özellik getirmektedir.

c. Mutlak olan bir hükmü kayıtlayan hadisler: "Vasiyet malın üçte biri için geçerlidir. Üçte biri de çoktur”[39] hadis-i şerifi "Bu paylar ölenin borçları ödt> nip vasiyeti de yerine getirildikten sonra hak sahiplerine verilir...”[40] Âyet-i celiledeki mutlak vasiyyete üçte bir kaydını getirmektedir. Böylece te­rekenin üçte birinden fazlasını vasiyyet etmek geçersizdir. Ancak mirasçı ka­bul ederse; üçte birinden fazlasını yerine getirir.

3.  Kur'an-ı Kerim'de Bulunmayan Yeni Hükümleri Kapsayan Hadisler. Bu husus âlimler arasında ihtilaflıdır.

A. Bir kısım âlimler; hadis-i şeriflerin Kur'an-ı Kerim'de bulunmayan ye­ni hükümler getirdiği kanaatindedir. Buniar, delil olarak şu meseleleri ileri sürmüşlerdir.

a. Vahşi olmayan eşeklerin etinin haram oluşu.

Enes Ora) der ki; Peygamber Efendimiz (sav) geceleyin Hayber'e geldi. O, geceleyin bir kavme varınca sabah olmadan savaşı başlatmazdı. Sabaha ka­dar beklerdi. Hayberlİler, omuzlarında kürekler olduğu halde evlerinden dı­şarı çıktılar. Resulullah'ı görünce; "İşte Muhammed (sav) ve beşli ordusu" de­diler. Sonra da kalalanna sığındılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) ellerini kaldırarak; "Allahu Ekber, Hayber harab oldu. Biz bir topluluğun mın­tıkasına indiğimizde uyarılanların sabahı ne kötü olur" dedi. Biz eşekler yakaladık, onların etini pişirdik. Peygamber efendimizin bir davetçisi şöyle bağırdı: "Allah ve Rasulü eşek etlerini yemeyi size yasaklıyor" Bunun üze­rine kaplar dökülerek içindekilerle beraber kırıldı."[41]

Hadis-i şerifin ifade ettiği bu hüküm yeni bir hükümdür. Çünkü Kur'an'da eşek etleri ile ilgili herhangi bir hüküm yoktur.

b. Her yırtıcı hayvanın ve leş yiyen pençeli kuşun etinin haram olması hük­mü: Resulullah (sav) "Her köpekdişi olan yırtıcı hayvanın yenilmesini ya­sakladı.”[42] Diğer bir rivayette; "Resulullah (sav) köpekdişi olan her yırtıcı hay­vanın ve leş yiyen pençeli kuşun yenilmesini yasaklamıştır"[43] buyurmuştur. Görüldüğü gibi bunların haram olması, hadis-i şerif ile beyan edilmiştir.

c.  Altın ve ipeğin erkeklere haram oluşu:

Hz. Ali (ra.) der ki: Resulullah (sav) sol eli ile İpeği sağ eli ile de altını tut­tu. Ellerini bunlarla birlikte yukarı kaldırdı ve şöyle buyurdu: "Bu iki şey üm­metimin erkeklerine haram, kadınlarına helaldir,"[44] Altın ve ipeğin haram olduğuna dair birçok rivayetler mevcuttur.[45]

d. Tek bir şahid ve davacının yemin etmesiyle hüküm verme: Mesela, Al­lah Kur'an-ı Kerimde "Ey iman edenler! Belirli bir vadeye kadar birbirini­ze borçlandığınız zaman onu yazın... Erkeklerinizden iki de şahit tu-tun" [46]buyuruyor. Sünnet, tek bir şahidin şehadetiyle birlikte yemin etmesi­nin Kur'an-ı Kerİm'de zikredilen iki şahidin yerini tutacağını beyan etmiştir.

B. Diğer bir kısım âlimler ise; hadislerin getirdiği her hükmün aslının Kur'an'da mevcut olduğunu söylemişlerdir.

Bunlar, hadislerin getirdikleri ve yeni oldukları zannedilen hükümlerin;

a. Kur'an-ı Kerim'de aslı bulunan hükümlerin neticeleri ve teferruatı ma­hiyetinde olduklarını belirtmişler ve: "Bu teferruatın Kur'an'daki asıl hüküm­lere tabi oldukları gizlidir" demişlerdir. Mesela Kur'an-ı Kerim'de "...Sütan­neleriniz ve süt kızkardeşleriniz size haram kılındı"[47] asıl hüküm zikre­dilmiş, Peygamber efendimiz de bunun detayı mahiyetindeki "soydan dola­yı haram olanlar süt emmeden dolayı da haramdırlar”[48] hadis-i şerifini bu-vurarak evlenmenin haram oluşu bakımından soy, yakınlık derecesiyle süt emme yakınlığı derecesinin aynı olduğunu bizlere bildirmiş ve yukarıda ge­çen âyetteki asıl hükmün teferruatını beyan etmiştir.

b. Yahut, hadislerde zikredilen ve yeni oldukları zannedilen hükümler, Kur'an-ı Kerim'de aslı bulunan iki hükümden birinin kapsamına giren ve gir­diği açıkça belli olmayan hükümlerdir. Mesela Allah Teala: "Peygamber onlara temiz şeyleri helal, murdar şeyleri ise haram kılar"[49] buyurmuş Sünnet İse yabani olmayan eşekleri, yırtıcı hayvanları, leş yiyen pençeli kuşları murdar olan şeylere ilave etmiş, kertenkele ve toy kuşunu da helal şeylere dahil etmiştir.

 

İslâm'da Sünnetin Yeri (Sünnetin Delil Oluşu)

 

İslâm dininin temel iki kaynağından birincisi Allah Teala'nın Cebrail ara­cılığıyla Hz. Muhammed'e gönderdiği Kur'an-ı Kerim, ikinci kaynağı ise, Kur'an'ı bize açıklayan Resulullah'ın sünnetidir.

İslâm Ümmeti, Kur'an'ın birinci, sünnetin de ikinci kaynak olduğu husu­sunda ittifak etmiştir. Ancak bir kısım şaz mezhepler ve marjinal fırkalar, Ra-sulullah'ın sünnetinin İslâm dininin ikinci kaynağı olması hususunda ortaya bazı tutarsız şüpheler atmışlardır. İslâm düşmanları da bu şüpheleri değer­lendirerek islâm ümmetinin düşünce ve inançlarını bulandırmaya çalışmış­lardır.

İslâm'ın devlet nizamı olduğu zamanlarda, bu yüce dini İyi bilen, ona yö­neltilen saldırılara cevap verecek yetenekte olan alimler, sünnetin İslâm'ın ikinci kaynağı olduğuna gölge düşürmek isteyenlere kafi derecede cevap ver­mişler ve kalpleri hasta olan bu insanlara gereken ilmî delilleri zikretmişler­dir.

Ne yazık ki, birinci dünya savaşından sonra müslümanlar tamamen mağ­lup olmuşlar ve İslâm dini yürürlükten bütünüyle kaldırılmıştır. İslâm alim­leri, darağaçlarına çekilmiş, hapishanelere doldurulmuş, çeşitli terör ve des­potluklarla susturulmuşlardır. İşte böyle bir dönemde tekrar şaz görüşler ye­niden hortlamış, marjinal kalan fırkalar meydanları boş bulmuşlardır. Bun­ların eski hastalıkları yeniden depreşmiş ve bunlar, çeşitli yollarla cahil ka­lan müslümanlan peygamberlerine ve onun hadislerine karşı kışkırtmaya gi­rişmişlerdir.

Bu gibi kimselerin halini müşahade eden alimler, İslâm ümmetinin birlik ve beraberlik içinde olmasına şiddetli bir ihtiyaç bulunduğu bir çağda bu gi­bi kimselere cevap vermekten ise vermemeyi tercih ettikleri olmuştur. Fakat onlar, bunu idrak edememiş, bu husustaki iddialarına yenilerini de ilave etmekten geri durmamışlardır. Bu insanlar, şunu iyi bilmelidirler ki. bu davra­nışlarıyla önce müslümanlar nezdinde Resulullah'ın itibarını silmeye, daha sonra da ona gelen vahyin değerini düşürmeye hizmet etmektedirler. Diğer taraftan bunlar müslümanlar arasında ayrılıklara, sebep olacak meseleleri gün­demde tutmaya çalışan ve emperyalist emeller doğrultusunda ilmîlik kisve­si altında faaliyet gösteren oryantalistlerin amaçlarına, belli bir oranda da ol­sa, katkıda bulunmaktadırlar.

İslâm'ın çerçevesi dışına çıkan kadîyanilik, behailik, dürzilik, nusayrilik, raftzilik ve benzeri fırkalar da önce hadislere şüphe sokarak işe başlamışlar, daha sonra ise haşa Allah'ın bir beşere hulul edeceği (gireceği) İnancına ka­dar varmışlardır.

İşte İslâm'dan ayrılan bu gibi mezhep ve fırkaların durumuna düşmemek için, sorumsuzca davranışlarımızdan vazgeçmemiz, bir şey hakkında konu­şuyorsak onu iyice incelememiz ve insaf ölçülerini elden kaçırmadan onun hakkında fikir beyan etmemiz gerekir. Zaten tarih boyunca da sünnete göl­ge düşürmek isteyen fırkalar ya tamamen İnkıraza uğramışlar veya kabukla­rına çekilerek felsefi tartışmalarla kendilerini tatmine çalışmışlardır. Pratik­te İslama ve müslümanlara herhangi bir şey sunmamışlardır. Bu söylenenler bir iddia değil yaşanan bir gerçektir. Sağımıza, solumuza baktığımızda bu­nu görmemiz mümkündür.

Hadislerin delil oluşuna şüphe sokmak isteyenlere bir hatırlatma olmak üzere şunların kaleme alınması uygun görülmüştür.

 

Sünnet Şeriatin İkinci Kaynağıdır:

 

Kur'an, sünnet, sahabelerin davranışları ve aklı selim, sünnetin, İslâm'ın ikinci kaynak olduğunu ifade etmektedir.

 

1. Kur'an-ı Kerim'de Sünnetin Şer'i Delil Olduğuna Dair Beyanlar:

 

Kur'an'da bir çok âyet Resulullah'a itaat edilmesini emretmekte, O'na kar­şı gelmeyi yasaklamaktadır. Bir kısım âyetler, Allah'a ve Rasulüne İtaati bir­likte İfade buyururken, diğer bir kısım ayetler Resulullah'a itaat etmeyi yal­nız olarak zikretmişler, böylece Resulullah'a İtaatin ayrı bir özelliği olduğu­nu beyan etmişlerdir.

Diğer bir kısım âyetler de Resulullah'ın sünnetinin vahy olduğuna işaret etmişlerdir.

Konu ile ilgili olan âyetleri şöylece sıralamak mümkündür:

 

 

a. Allah'a ve Peygamberine İtaati Birlikte Emreden Ayetler:

 

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin. Sizden olan idarecilere de. Eğer aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa dü­şerseniz onu Allah'a ve Peygamberine götürün. Eğer Allah'a ve ahiret gü­nüne iman ediyorsanız (bunu böyle yapın) Bu daha hayırlıdır. Netice olarak daha güzeldir.”[50]

Görüldüğü gibi âyetin başında "Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin" buyrularak "itaat edin" emri iki defa zikredilmiştir. Aslında Allah'a itaat pey­gambere itaat demektir. Buna rağmen İtaat emrinin iki kez zikredilmesi, "Kur'an'da zikredilmeyip sadece sünnette zikredilen hükümlere uymak ge­rekmez" şeklindeki vehim ve kuruntuları bertaraf etmek ve Resulullah'ın hiç­bir kimse için sabit olmayan müstakil ve özel bir İtaat edilme hakkına sahip olduğunu beyan etmek içindir. Bu nedenledir ki müslümanlardan olan ida­recilere itaat etme emri tekrarlanmamışım Çünkü onların Allah'a ve Peygam­bere itaat dışında ayrı bir itaat edilme haklan yoktur. Kur'an gibi veciz bir ki­tapta itaat emrinin tekrarı, gözden kaçırılmamalıdır.

Yine âyet-i kerimenin devamında: "Eğer aranızda herhangi bir şey hak­kında anlaşmazlığa düşerseniz onun hükmünü Allah'a ve Peygamberine götürün" buyurulmaktadır.

Elbetteki anlaşmazlık konusu olan meseleyi Allah'a götürmekten maksad, Allah Teala'nın kitabı olan Kur'an'a başvurmaktır. Akıl sahibi hiç bir kimse, "Bundan maksat meseleyi bizzat Allah'ın kendisine götürmektir" diye bir İd­diada bulunamaz. Meselenin hükmünü Resulullah'a götürmekten maksat ise, Resulullah hayatta iken bizzat kendisine götürmek, vefatından sonra da sünnetine başvurmaktır. Resulullah'ın vefatından sonra "sünnetinin hakem­liğini kabullenmemek" âyetin geniş kapsamlı manasını delilsiz olarak daralt­maktır, ilmi olmayan ve İslâm'ın ruhuna ters düşen bir davranıştır. Çünkü bu iddiaya göre, Kur'an'm bu emri, sadece Resulullah'ın yirmiüç yıllık peygam­berliği dönemi için geçerli olur ki, bu da "Kur'an'ın hükümlerinde esas olan kıyamete kadar baki olmasıdır" esasına ters düşmekte ve Resulullah'ın Kur'an'ı uygulama pratiği olan sünnet hazinesini hiçe saymaktır. Böylece âye­tin cümle ve kelimelerinden sünnetin şer'î bir delil olduğu açıkça anlaşılmak­tadır. Yeter ki onu düşünüp anlayacak akıllar bulunsun.

Başka bir âyette: "Ey Muhammed! De ki: "Allah'a itaat edin, Peygambe­re itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse Peygamber sadece kendisine yükleni­len yükümlülükten sorumludur. Sizler de size yüklenilen yükümlülükten sorumlusunuz. Eğer Peygambere itaat ederseniz, hidâyete kavuşmuş olursunuz. Peygambere düşen, ancak tebliğ etmektir"[51] buyurulmaktadır. Görüldüğü gibi bu âyette de peygambere İtaat ayrı bir emir olarak zikre­dilmiş ki, Peygamberin de özel bir itaat hakkı bulunduğu vurgulansın. Ayrica Peygambere itaatin hidâyete eriştireceği zikredilmiş ve böylece Rasulul-lah'ın zatının ve sünnetinin mü'minlerin rehberi olduğu beyan edilmiştir.

Bu âyette dikkati çeken diğer bir husus da şudur: "Peygambere itaatin in­sanları hidâyete ulaştıracağı" vadiyle "peygambere düşen ancak tebliğ etmek­tir" fermanının yanyana zikredilmesidir. Bu da göstermektedir ki, "Peygam­bere düşen ancak tebliğ etmektir" ifadesinden maksad: " Peygamber, sapan­ların ve isyankârların yaptıklarından sorumlu değildir" demektir. Yoksa bun­dan maksad "Peygamber ancak Allah'ın emirlerini tebliğ eden bir postacı ni­teliğindedir. Onun sünnetinin şer'î hiçbir değeri yoktur" demek değildir. Eğer böyle olsaydı Allah'a itaatin emredilmesi yeterli olurdu. Ayrıca Resulullah'a itaat etme emri yersiz ve anlamsız bir uzatma sayılır ve Resulullah'a itaatin hidâyete ulaştıracağı vadi gerçek dışı bir vaad olurdu. Haşa Allah Teala böyle bîr vâdden münezzehtir.

Diğer bir âyette "Allah ve Rasulü, bir şey hakkında hüküm verdiği za­man herhangi bir mümin erkeğin ve mümin bir kadının kendi işlerinde başka hükmü seçme hakları yoktur. Kim Allah'a ve Rasulü1 ne isyan eder­se, şüphesiz ki o açıkça sapmıştır"[52] Duyurulmaktadır. Bu âyetteki: "Allah'ın verdiği hükümden" maksat O'nun bize gönderdiği Kur'an'daki hükümlerdir. "Resulullah'ın verdiği hükümlerden maksat ise, "Hayatta iken hakemlik ya­pıp verdiği hükümler ve beyan ettiği emir ve yasaklardır."

"Resulullah'ın bu hükümlerine sadece o hayatta iken uymak gereklidir. Ve­fatından sonra onun hükümleri bizî bağlamaz" diyebilir miyiz? Bunu söyle­mekle delilsiz bir iddiada bulunmuş olmaz mıyız? Böyle bir iddia ne dere­ce doğru olur? Bugün Resulullah'ın sünnetini kabul etmeyen bir insan onun hangi hükmünü kabullenmiş olur?

Allah Teala birçok âyetinde, kendisiyle birlikte Peygamberine itaat eden­leri övmekte onların mertebelerinin yüksek olacağını ve kurtuluşa erecek­lerini belirtmektedir. "Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, İşte on­lar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar”[53]

Şayet Rasuiuliah'a itaatin bir anlamı olmasaydı, onu Allah'a itaatle birlik­te zikretmenin manası ne olurdu? Resulullah'a itaat, sünnetini almamızı ge­rekli kılmaz mı? Rasufullah'ın sünnetini reddederek ona itaati hiçe sayanlar, bu âyetler karşısında ne cevap vereceklerdir?

Yine şu âyetlerde: "Kim Allah'a ve Rasulüne itaat eder, Allah'tan korkar ve O'ndan çekinecek olursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileri­dir. "[54] "Aralarında Peygamberin hükmetmesi için Allah'a ve Rasulüne davet edildikleri zaman müminlerin sözü ancak "işittik ve itaat ettik" olur. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir."[55]

"Allah'a ve Peygambere İtaat edin ki merhamet oiunasınız"[56] buyurulmaktadır.

Âyetlerde Allah'tan korkmanın; Allah'a ve Rasulü'ne itaatle olacağı, mü­minlerin Allah'ın ve Rasulü'nün hükmüne çağırılmaları halinde "işittik ve ita­at ettik" diyecekleri belirtiliyor. "Ben sadece Kur'an'a İtaat ederim, hadisler beni bağlamaz" diyenler, takvaya nasıl erişebilirler ve mümin olma sıfatını na­sıl muhafaza edebilirler?

Allah Teala diğer bir çok âyet-i kerime'de de kendisiyle birlikte Peygam­bere itaat etmeyenleri kınamakta ve onları küfürle vasıflandırmaktadır:

"Ey iman edenler! Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin. Davetini işittiğiniz hal­de peygamberden yüz çevirmeyin."[57]

"De ki Allah'a ve Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şüphe­siz ki Allah kâfirleri sevmez."[58]

Peygamberin sünnetini reddedenler bu âyeti çok iyi düşünmeli ve felse­fi cedellerden vazgeçmelidirler.

"Ey iman edenler! Allah'ın Rasulü sizi kendinize hayat verecek şeyle­re davet ettiği zaman Allah'ın ve Rasulünün davetini kabul edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve O'nun huzurunda toplanacaksınız. "[59]

b. Yalnız Resulullah'a İtaat Etmeyi Emreden Âyetler: "Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Peygambere itaat edin ki, merhamet edilesiniz."[60] Sünneti red eden, bu itibarla Peygambere itaati ha­fife alan insanlar, bu âyeti düşünüp kendilerine acısınlar ve nasıl bir tavır ta­kındıklarını iyice gözden geçirsinler.

"Eğer Peygambere itaat ederseniz hidâyete erişmiş olursunuz..."[61] "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın..."[62] Âyetin ifadesine göre Allah'ın sevgisine eriş­mek, Peygambere uymakla tahakkuk ediyor. Temelsiz felsefelere ve akli cedellere uymakla değil.

"Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakladıysa ondan da kaçının. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki, Allah azabı pek şiddetli olan­dır. "[63] Her ne kadar bu âyet ganimet mallan hakkında inmişse de âyette ge­çen "ne verdiyse" ifadesi genel bir anlam taşıdığından Resulullah'ın ümme­tine verdiği her emir ve yasağı kapsamakta ve sünnetin delil olduğunu gös­termek için yeterli görülmektedir. Çünkü Resulullah'ın ümmetine bahşettiği en değerli hediyesi sünnettidir.

Nitekim İbn Cüreyc ve Abdullah b. Mes'ud, bu âyeti umumi manada tef­sir etmişler, emir ve yasağının müslümanları bağladığını söylemişlerdir.

Bir gün Abdullah b. Mes'ud: "Allah Teala dövme yapan (ben yapan) dövme yaptıran, tüylerini alan, güzellik için dişlerinin arasını törpületen ve Allah 'm yaratma şeklini değiştiren kadınlara lanet eder" demiştir. Onun bu sözü, Esedoğullarından Ümmü Yakub isimli Kur'an'ı çok iyi okuyan ve an­layan bir kadına ulaşmış kadın da İbn Mesud'a gelerek "İşittiğime göre sen şöyle ve şöyle olan kadınlara lanet okumuşsun" demiştir. Abdullah bin Me-sud da o kadına şu cevabı vermiştir:

"Niçin ben, Resulullah tarafından lanetlenen ve Allah'ın kitabında da hükmü bulunan kimseleri lanetlemeyeyim" Kadın: "Ben Kur'an'ın iki kapa­ğının arasında bulunan bütün âyetleri okudum. Böyle bir lanetleme bulama­dım." demiş, Abdullah bin Mes'ud da "Eğer okumuş olsaydın onu bulurdun. Sen Allah Teala'mn "Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasak-ladiysa ondan da kaçının" âyetini okudun mu? diye sormuş, kadın: "Evet okudum" demiştir.Bunun üzerine Abdullah: "Kadınların bunları yapmaları­nı Resulullah yasaklamıştır" demiştir.[64]

Görüldüğü gibi İbn Mes'ud, bu âyeti "umum İfade eden bîr âyet" olarak genel anlamda tefsir etmiştir. Ve Resulullah'ın buyurduğu veya yasakladığı her şeyin âyetle zikredilmiş gibi hüküm İfade edeceğini söylemiştir.

"Ayetlerimize İman edenler o kimselerdir ki, okuyup yazması olmayan ve Allah'ın elçisi olan Peygambere uyarlar. Peygamber onlara iyiliği em­reder, kötülüğü men eder. Temiz şeyleri onlar için helal, murdar şeyleri de haram kılar. Onların üzerlerindeki ağır yükleri ve kendilerini bağla­yan bağları kaldır ir... "[65]

Ayette zikredilen temiz şeyleri helal kılma ve murdar şeyleri haram kıl­ma fiilleri Resulullah'a izafe edilmiştir. Elbetteki bunun bir anlamı vardır. O da sünnete uymanın gerekliliğini belirtmektedir.

"... o Peygambere uyun ki doğru yola eresiniz."[66] Peygambere uyma, sünneti kabullenme dışında nasıl mümkün olacaktır. Bundan başka bir yol var mıdır?

Allah Teala diğer bazı âyetlerinde de Peygambere itaat etmenin son de­rece önemli olduğunu beyan ederek ona itaatin Allah'a İtaat sayılacağını, onun hakemliğini kabul etmeyenin mü'min olamayacağını bildirmiştir. "Kim Pey­gambere itaat ederse şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirir­se, Biz seni onların üzerine koruyucu olarak göndermedik"[67]

Peygamberin söylediklerine uymadan ve yaptıklarını yapmadan ona ita­at edilmesi hiç mümkün müdür? Bu da sünnetin şer'î bir hüccet olduğunun açıkça bir delili değil midir?

"Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni ha­kem, seçip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar."[68]

Bu âyette, Resulullah'ı hakem seçmeyenin mü'min olamayacağı beyan edil­miştir. Resulullah'ın hakemliğini sadece sağlığına tahsis etmek, bu âyeti dar bir çerçevede yorumlamak olmaz mı? Sırf sünnete karşı çıkmak için bir zor­lama sayılmaz mı?

Resulullah'a uymayı emreden diğer âyetler de göz önünde bulunduruldu­ğunda şu gerçek ortaya çıkmaktadır: Resulullah'ın hakemliği hem hayatta iken hem de ölümünden sonra geçerlidir. Vefatından sonra sözleri ve fiilleri alı­narak hakemliği kabul edilmiş olur. Âyette Resulullah'ın hakemliğinin sade­ce hayatı boyunca geçerli olduğuna hiçbir işaret olmadığı gibi, Kur'an'ın ge­nel İfadesi, onun hakemliğinin ölümünden sonra da devam ettiğini gerektir­mektedir. Bu da ancak sünnetine uymakla olur.

Kur'an-ı Kerim mücmel bir kısım farzlar ve genel kaideler getirmiştir. Bu mücmel farzların tafsilatını ve genel kaidelerin detayını ancak Resulullah'ın açıklamasıyla bilmek mümkündür. Mesela Allah Teala; "Ey iman edenler! Oruç size farz kılındı..."[69] "Namazı kılın, zekatı verin..."[70] "Ey iman eden­ler! Sözleşmeleri yerine getirin..."[71] buyuruyor. Allah Teala bunların nasıl yapılacağını öğretmeyi Peygamber efendimize bırakmıştır. O halde Peygamber'in sünneti olmadan bu emirlerin nasıl yapılacağını bilmek mümkün değildir. Nitekim Allah Teala; "... Sana da Kur'an'ı İndirdik ki, insanlara vahy edilenleri açıklayasın..."[72] buyurmuştur.

Ayetler Resulullah'ın sünnetinin de Allah tarafından bir vahiy olduğuna işaret etmektedirler. "O arkadaşınız (Resulullah) kendi arzu ve hevasından konuşmaz. Onun konuştuğu gönderilen vahiyden başka bir şey değildir. "[73]

"... Allah sana kitap ve hikmeti indirmiş, ve sana bilmediğin şeyleri öğ­retmiştir. Allah'ın sana olan lütfü büyüktür."[74]

"... Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size indirdiği Kitabı ve hikmeti ha­tırlayın. Allah bununla size öğüt verir. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi çok İyi bilendir."[75]

Bu iki âyette, indirildiği ifade edilen "Kitap"ıan maksadın Kur'an-ı Kerim olduğu muhakkaktır. "Hikmet"ten maksat ise, birçok alime göre Resulullah'ın sünnetidir. Bu İtibarla sünnetin de "vahy-î gayri metluv" olduğu beyan edil­miştir. Zira hikmetin lügat manası, bir şeyi tam yerine koymak ve bir işi İcap ettiği gibi yapmaktır. Resulullah'ın sünneti de bizlere dinin nasıl tatbik edil­diğini öğrettiği İçin ona hikmet denilmiştir.

"... Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yola iletiyorsun."[76] Âyette doğru yo­la iletme işi Resulullah'a isnad ediliyor. Bu da gösteriyor ki Resulullah'ın söz ve fiillerinin İslâm şeriatında önemli bir yeri vardır. Şayet Resulullah'ın sö­zü dinlenmeyecek ve fiilleri işlenmeyecek olursa, onun insanlara doğru yo­lu göstermesi nasıl gerçekleşmiş olabilir?

 

2. Resulullah'ın Sahih Sünneti Fiil ve Sözlerini, Takrir ve Sıfatlarını Almamızı Emretmektedirler.

 

Resulullah, çeşitli hadis-i şeriflerinde bizlere sünnetine uymamızı, sünne­tine tabi olduğumuz takdirde sapmayacağımızı, sünnetini zihninde muhafa­za edemeyenlerin yazarak onu muhafaza etmelerini, ezberlenen sünnetinin İnsanlara nakledilmesini emretmiş ve sünnetine karşı çıkacakların kendile­rini beğenen şımarık kişiler olacaklarını haber vermiştir.

 

a. Resulullah'ın Sünnetine Uymamızı Emreden Hadisler:

 

"Ben sizi bıraktığım müddetçe siz de beni bırakın. Sizden önceki ümmet­ler çokça soru sormaları ve Peygamberleriyle anlaşmazlığa düşmeleri yü­zünden helak olmuşlardır. Ben size bir şeyi yasaklarsam, ondan kaçının. Bir şeyi de emredersem onu gücünüzün yettiği ölçüde yapın"[77]

Diğer bir rivayette: "Size konuştuğumda (hadis söylediğimde) benden alın, sizden öncekiler çokça soru sormalarından ve peygamberleriyle ihtilafa düşmelerinden dolayı helak olmuşlardır. "[78]

Irbad b. Sariye diyor ki: "Birgün Resulullah bize namaz kıldırdı. Sonra bi­ze yöneldi ve bizlere Öyle etkili bir vaaz etti ki, onun tesirinden gözler yaş döktü, kalpler ürperdi. Bir kişi "Ey Allah'ın Rasulü! Bu vaaz vedalaşan bir in­sanın vaazı gibiydi. Sen bize ne yapmamızı emredersin?" dedi. Resulullah da buyurdu ki: "Size Allah'tan korkmanızı, Habeşli bir köle dahi olsa, idare­cinizi dinleyip ona itaat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü sizin benden son­ra yaşayanlarınız çokça ihtilaflar görecektir. Siz benim sünnetimden ve hi­dâyet üzere olan raşid halifelerin sünnetinden ayrılmayın. O sünnetlere sım­sıkı sarılın ve azı dişlerinizi üzerlerine kenetleyin. Sonradan uydurulan hu­suslardan kaçının. Zira sonradan uydurulan herşey bid'attir. Her bid'at te sapıklıktır. "[79]

Görüldüğü gibi, hadis-i şerifte bid'atlerden kaçınabilmek için Resulullah'ın sünnetine ve raşid halifelerinin İcma ve içtihadlarına uyulması emredilmektedir. Pratikte bunlara uymayan mezheplerin sapıklıkları görülmektedir. Başka delile ihtiyaç yoktur.

Enes b. Malik diyor ki: "Resulullah bana buyurduki: "Oğulcağızım! Eğer sen kalbinde her hangi bir kimseyi aldatma isteği taşımayarak sabahlaya­biliyor ve akşama erişebiliyorsan, bunu yap." Sonra da bana buyurdu ki: "Oğulcağızım bu benim sünnetimHir. Kim benim sünnetimi ihya ederse, şüp­hesiz o beni sevmiş olur. Kim de beni severse, benimle birlikte cennette ola­caktır."[80]

Görüldüğü gibi Resulullah, kendisini sevmenin sünnetini ihya etmekle ola­cağını beyan etmiştir. Onun sünnetine uymaksızın onu sevdiğini söyleyen na­sıl doğru konuşmuş olur? Zira bir insanı seven onun güzel amellerini yapma­ya özenir. Resulullahı sevip de onun güzel ahlâkını örneklendiren amelleri­ni işlememek mümkün değildir.

Resulullah, namaz ve hac gibi, ibadetlerin yapılma şekillerini kendisinden öğrenmemizi emrederek buyurmuştur ki: "Benim nasıl namaz kıldığımı gö­rüyorsanız o şekilde namaz kılın. Namaz vakti geldiğinde biriniz ezan okusun. En yaşlınız imam olsun."[81]

Cabir bin Abdullah diyor ki: "Ben, Rasuluilah devesine binmiş olarak şey­tanı taşladığını gördüm. O diyordu ki, "Ey insanlar! Hac ibadetlerinizi benden alın. Çünkü ben bilemiyorum belki de bu yılımdan sonra bir daha hac yapamam. "[82]

"Resulullah Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderdiğinde ona: "Sa­na bir dava arz edildiğinde onun hakkında nasıl hüküm verirsin" diye sor­muş. Muaz da "Allah'ın Kitabıyla hüküm veririm" demiştir. Resulullah: "Eğer Allah'ın Kitabında bulamazsan (ne ile hüküm verirsin) deyince. Muaz da: "Resulullah'ın sürmeliyle" cevabını vermişti. Bz. Peygamber: "Şayet Resulullah'ın sünnetinde de Allah'ın kitabında da meselenin hükmünü bulamazsan (ne yaparsın)" diye sormuş. Muaz da: "Görüşümle içtihad ederim ve bü­tün gayretimi harcamaktan geri durmam" demişti.[83]

 

b. Sünnete Uyulduğunda Sapıklıktan ve Cehennemden Uzaklaşılacağını Beyan Eden Hadisler:

 

"Sizlere iki şey bıraktım. Bu ikisine sarıldığınız müddetçe asla sapmaz­sınız. Bunlar Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir."[84]

Resulullah buyurdu ki: "Bütün ümmetim cennete girecektir. Ancak imti­na edenler (diretenler) hariç." Dediler ki: Ey Allah'ın Rasulü! İmtina eden kim­dir? Resulullah da: "Bana karşı gelen imtina edendir" buyurmuştur."[85]

 

c. Sünnetin Muhafazası îçin Yazılmalarına Ruhsat Veren Hadisler:

 

Abdullah b. Amr diyor ki: "Ben ezberlemek maksadıyla, Resulullah'dan duyduğum her şeyi yazıyordum. Kureyşliler beni bundan alıkoydular ve de­diler ki: "Resulullah'dan duyduğun herseyi nasü yazıyorsun? Nihayet o da bir beşerdir. Öfkeli olduğunda da konuşuyor. Sakin iken de. Bunun üzerine yaz­maktan vaz geçtim ve meseleyi Resulullah'a anlattım. O da parmağıyla ağ­zına işaret ederek buyurdu ki: "Yaz. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz. "[86]

Ebu Hureyre diyor ki: "Resulullah'ın sahabelerinden hiçbir kimse, benden daha fazla hadis rivayet etmiş değildir. Ancak Abdullah bin Amr hariçtir. Çün­kü o hadisleri yazıyordu. Ben ise, yazmıyordum."[87]

Resulullah Mekke'nin fethinden sonra bir hutbe okudu. Hutbesinde Mek­ke'nin kutsallığını anlattı. Bu hutbeyi dinleyen Yemen halkından Ebu Şah İsim­li bir zat ayağa kalktı ve dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Bu söylediklerini ba­na yazılı olarak verir misin?. Resulullah da buyurdu ki: Bunu Ebu Şah'a ya­zın”[88]

Yine Resulullah, ezberlediği hadisleri unutmasından şikâyetçi olan bir za­ta eliyle yazıyı göstererek buyurmuştur ki: "Sağ elinle yardımlaş"[89]

Görüldüğü gibi Resulullah, zaman zaman hadislerin yazılmasını emretmiş­tir. Bu da sünnetin delil olduğunu gösterir. Aksi takdirde delil olmayacak şey­lerin yazılmasını emretmesi anlamsız olurdu ki, bu da Resulullah'a layık ol­mayan bir husustur.

 

d. Ezberlenen Sünnetinin İnsanlara Aktarılmasını Emreden Hadisler:

 

Zeyd bin Sabit Resulullah'ın şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir: "Allah, bizden bir hadis duyup da onu tebliğ edinceye kadar muhafaza eden kişinin yüzünü ak eylesin. Nice kendisinden daha fakih (âlim) olanla­ra fıkhı (ilmi) taşıyanlar vardır. Nice fıkhı taşıyıp nakleden vardır ki, kendi­si fakih değildir.”[90]

 

3. Sahabeler, Sünnetin Şer'î Delil Olduğu İnancını Taşımışlardır

 

Bu nedenle sahabeler, Resulullah bir şey yapınca hemen ona tabi olma­ya koşuyorlar, onun yaptığı işin kendilerini bağlayıcı olup olmadığını araş­tırma İhtiyacı dahi hissetmiyorlardı. Ancak Resulullah, bazı özel fiillerinin sa­habeleri bağlamadığını açıklıyor ve bu fiillerinde kendisine tabi olmamala­rı gerekdiğini beyan ediyordu. Buna örnek olarak şu hadisleri zikretmek mümkündür.

Ebu Said el-Hudri diyor ki: "Resulullah bir zaman sahabelerine namaz kıl­dırırken papuçlarını çıkardı ve sol tarafına koydu. Cemaat bunu görünce on­lar da papuçlarını çıkarıp attılar.

Resulullah namazını bitirince onlara: "Sizi papuçlarınızı atmaya sevk eden sebeb nedir?" diye sordu. "Biz senin onları çıkarıp attığını gördük, biz de at­tık" dediler. Resulullah (sav) de buyurdu ki: "Bana Cibril (as) geldi ve pa-puçlarımda pislik bulunduğunu bildirdi. Sizden biriniz mescide geldiği zaman papuçlarına baksın. Onlarda br pislik veya eziyet verecek bir şey gö­rürse, onu silsin ve onlarla namazını kılsın. "[91]

Hz. Aişe diyor ki: "Resulullah bir gece mescitte namaz (teravih namazı) kıldı. İnsanlar da onun kıldığı namazı kıldılar. Ertesi gün de o namazı kıldı. Bu defa İnsanlar oldukça çoğaldı. Sonra insanlar üçüncü veya dördüncü ge­cede toplandılar. Resulullah onların yanma gitmedi. Sabah olunca buyurdu ki: "Sizin ne yaptığınızı gördüm. Sizin yanınıza gelmeme engel olan tek se­bep, bu namazın size farz kılınacağından korkmamdır" Bu olay Ramazan ayında olmuştu."[92]

Görüldüğü gibi sahabiler, nafile ibadetlerde bile hemen Resulullah'a uy­muşlar ve onun yaptığını yapmaya çalışmışlardır.

Abdullah b. Ömer diyor ki: "Resulullah, arasını açmaksızın (hiç iftar etmek­sizin) oruç tutmaya devam etti. İnsanlar da arasını açmadan oruç tutmaya de­vam ettiler. Fakat bu onlara zor geldi. Bunun üzerine Resulullah onlara aç­madan oruç tutmalarını yasakladı. Onlar da dediler ki: "Sen de hiç açmadan oruç tutuyorsun."

Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki: "Ben sizin gibi değilim. Ben devam­lı yedirilip içiriliyorum."[93] Diğer bir rivayette "... beni Rabbim yediriyor ve içiriyor”buyurmuştur[94] Elbetteki sahabeler Resulullah'a tabi olmanın gerek­li olup olmadığını bizlerden daha iyi biliyorlardı ve gerekli olduğunu idrak ettiklerinden Resulullah'a hemen tabî oluyorlardı. Bizlere ne oluyor da bu­nu kabullenmemeye çareler arıyoruz. Kendimizi sahabelerden daha anlayış­lı görüyoruz?

 

4. Sünnetin Delil Olmayacağını Söyleyen Hasta Kalpliler:

 

Peygamber efendimiz, hadislerle amel etmeyecek olan kişilerin nasıl İn­sanlar olacaklarını bizlere tanıtmış ve bu gibi İnsanlardan uzak olmamızı be­yan etmiştir.Bu hususta Ebu Rafi[95] Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Sakın sizden birinizi koltuğuna yaslanmış otururken, kendi­sine emrettiğimiz veya yasakladığımız hususlardan bir husus geldiğinde "biz bunu bilmiyoruz. Biz Allah'ın Kitabında ne bulduksa ona tabi oluruz" di­yen biri olarak görmeyeyim. "[96]

Mikdam b. Mâdi Kerib ise Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiş­tir. "Dikkat edin! Bana kitap, bir de onun kadarı (vahyi gayri metluv.) veril­miştir. Yakında karnı tok olan ve koltuğuna yaslanan bir kişi: "Siz sadece bu Kur'an'a sarılın. Siz onda neyin helal olduğunu görürseniz onu helal sa­yın ve neyin de haram olduğunu görürseniz onu haram sayın" diyecektir. Dik­kat edin! Ehlî eşeklerin etleri size helal değildir. Köpek dişi bulunan yırtı­cı hayvanların etleri de helal değildir."[97] Diğer bir rivayette şöyledir. "Dik­kat edin olabilir ki, koltuğuna yaslanan bir kimseye benim hadisim ulaşır. O da der ki: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı bulunmaktadır. Onda neyin helal olduğunu görürsek onu helal sayarız. Neyin de haram olduğu­nu görürsek onu haram sayarız." Dikkat edin. Allah'ın rasulünün haram kıldığı Allah'ın haram kıldığı gibidir. "[98]

Bütün bunlardan sonra Peygamberi hafife almayı ve onun sünnetini red etmeyi, bir modernlik sayan, kendilerinin de aydın ve İleri görüşlü oldukla­rı vehmine kapılan bir kısım zayıf iradeli taklitçilere şunu hatırlatmada fay­da vardır. Sizler Resulullah'ın sünnetini reddederek biryere varamazsınız? İs­lâm'a hizmet etmeniz yerine ona şüpheler sokmuş oluyorsunuz. Resulullah'ı devre dışı bırakarak, Kur'an'ı felsefi görüşleriyle açıklamaya çalışan şımarık­lara zemin hazırlıyorsunuz. İçinizden kâfirlere şirin görünme hastalığına yakalananlar da şunu iyi bilsinler ki, bu halleriyle onlara yaranamazlar. Müslüman olduğunuzu söylediğiniz müddetçe sizler onların nezdinde geri­cisiniz. Örümcek kafalısınız. Yobazsınız. Mürtecisiniz. O halde nedir sizin bu haliniz? Kimlere hizmet ediyorsunuz? İyi niyetli olmanız yeterli değildir. Bi­raz da kafanızı çalıştırıp bilgisizliğinizi anlayınız. Aczinizi itiraf ediniz. Allah'ın elçisinin önüne geçmekten haya ediniz ve şu âyetin sesine kulak veriniz:

"Ey iman edenler! Allah'ın ve Rasulünün önüne geçmeyin. AUah'dan korkun. Şüphesiz ki Allah, işiten ve bilendir."[99]

Diğer yönden başka bir takım müminler de "Orta yolu tutalım. Hadisleri ne tamamen reddedelim. Ne de sahih denen her hadisi alalım. Hadislerin rhü-tevatir olanlarını alalım. Diğerlerini yedek bir kaynak kabul edelim. Aklımı­za ve mantığımıza uyarsa onları alırız. Şayet uymazlarsa almayız. Mütevatir hadisler de parmak sayılarım geçmez" şeklinde iddialarla ortaya çıkmakta­dırlar. Aslında bunlarla hadisleri tamamen reddedenler arasında pratikte pek fark yoktur. Çünkü bunlar da yalnız kendi ölçülerine göre mütevatir say­dıkları bir kaç hadisi kayıtsız şartsız kabullenmekte, diğer sahih hadislerin ka-bullenilmesinde akıllarını hakem kılmaktadırlar. Bunlara şunu sormak yerin­de olur: "Sizler mütevatir olmayan sahih hadislerin kabul edilip veya edilme­yeceği hususunda aklınızı hakem kılıyorsunuz. Ancak sizlerin her biriniz di­ğerinden farklı düşünüyorsunuz. Şimdi müslümanlar peygamberlerinin ha­disini bırakıp da sizlerden hanginizin aklını esas alsınlar. Çünkü her biriniz kendi aklının daha üstün olduğunu iddia ediyor. Yoksa sizler, müslümanla-rın ittifak içinde olmalarından rahatsız mı oluyorsunuz? Müslüman olmanız dolayısıyla hakkınızda böyle bir kanaate varmak İstemiyoruz. Fakat davra­nışlarınız İnsanları buna sürüklüyor. Bırakın bu meseleleri de akıllarınızın enerjilerini müslümanlara faydalı olacak meselelere harcayın. Zira İslâm di­ni, akılların mahsulü bir din değil, nakillerin ortaya koyduğu bir dindir. Akıl­larınızı nasları anlamada kullanınız. Onları yargılamada kullanmayınız. Çünkü akıllarınız nasları yargılayacak güçte değildir. Âyette buyurulduğu gi­bi: "Size İlimden sadece az bir pay verilmiştir.”[100]

 

Sünnete Sokulmak İstenen Şüpheler:

 

Rasulullalı'ın hadislerini yargılamaya çalışan ve bilgiçlik taslayan bazı İnsanlar bir kısım tutarsız delillerle hadislere olan güveni sarsmaya çalışmış­lardır. Bunların iddialarını şöylece özetlemek mümkündür.

 

1. "Kur'an Yeter, Sünnete İhtiyaç Yoktur" Diyenler:

 

Allah Teala şöyle buyurmuştur: "... Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırak­madık..."[101] "... Biz sana her şeyi açıklayan hidâyet rehberi, rahmet kay­nağı ve müslümanlar için bir müjde olan Kur'anı indirdik."[102] iddiasını ile­ri sürmektedirler.Bu iddia tutarsızdır. Çünkü birinci âyetteki "kitap"tan levh-i mahfuz mu yoksa Kur'an-ı Kerim mi olduğu hususu ihtilaflıdır. "Levh-i mah­fuzdur" diyen görüşde, hadise karşı çıkanlar için herhangi bir delil yoktur. "Kur'an-ı Kerimdir" diyen görüşe göre de bu âyette ve bundan sonra zikre­dilen âyette hadis düşmanlarına herhangi bir delil yoktur. Çünkü âyetler, Kur'an-ı Kerim'in umumi kaideler ihtiva ettiklerini beyan etmektedirler. Kur'an'ın ihtiva ettiği genel kaidelerden biri de "sünnete başvurmanın zorun­lu olduğu" kaidesidir. Daha önce de izah edildiği gibi Cenab-ı Allah Kitabın­da bu hususu şöyle ifade buyurmaktadır:

"Rabbine yemin olsun ki aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem se­çip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar."[103] Âyet-i kerimede müminlerin ara­larında çıkan anlaşmazlıklarda Resulullahı hakem seçmeleri emredilmekte ve bunu yapmadıkları takdirde mümin olamayacakları bildirilmektedir. Elbetteki Resulullah hayatta iken hakem kendisi olacaktır. Vefatından sonra ise onun sünneti hakem kabul edilecektir. Aksi takdirde, Resulullah'ın hakemliği yir­mi üç sene gibi bir zamana sıkıştırılmış olur ki bu da Kur'an'ın emirlerinin kıyamete kadar baki olması esasına ve Resulullah'ı rehber kılma emrine ters düşer. Diğer bir âyette "Kim Peygambere itaat ederse, şüphesiz o Allah'a İtaat etmiş olur"[104] buyuru 1 maktadır. Allah Teala bu âyetinde Peygambere ita­atin kendisine İtaat sayılacağını bildirmiştir. Elbetteki Resulullah'a sağken ita­at onun emir ve sözlerini dinlemekle olur. Ölümünden sonra ise yine onun söz ve fiilleri olan hadislere tabi olmakla olur. Şayet sadece Allah'a, dolayı­sıyla Kur'an'a itaat etme söz konusu olsaydı Peygambere itaat edilmesinin em-redilmesİ boşuna olurdu. Bu da gösteriyor ki hadislerle amel etmek Kur'an'ın hükümlerindendir. Ve muhalifler tarafından delil gösterilen bu âyetlere ha­disler de dahildir.

 

2.  "Kur'an Korunmuş Sünnet Korunmamıştır" Diyenler:

 

Allah Teala Kur'an'ı bizzat kendisinin koruyacağını bildirmiş ve; "zikri biz indirdik. Onun koruyucusu da şüphesiz Biziz"[105] buyurmuştur. Hadisler için böyle bir garanti yoktur" demektedirler.

Bunların tutunmaya çalıştıkları bu âyette Rasuluflah'ın sünnetini reddet­meyi gerektirecek bir husus söz konusu değildir. Zira Resulullah'dan sonra­ki dönemlerde, sahabeler, tabiiler ve tebei tabiiler hadislerin ezberlenmek su­retiyle muhafaza edilmesi hususunda bir beşerin gücünün yeteceği en son gayreti ve titizliği göstermişlerdir. Bu zatlar sahih olan hadisleri, sahih olma­yanlardan ayırmışlar, hadis uyduranları tesbit edip soyutlamışlardır. Hadis­leri rivayet eden zatlarda ağır şartlar arayarak Resulullah'a karşı yalan uydur­ma yollarını tıkamışlardır. Zaten hadis uydurmanın cezasının cehennem olacağını kesin olarak bilen bir müslümanın hadis uydurması beklenilmeyen bir cinayettir.Zira Resulullah'a yalan uyduran bir kişinin cezalandırılacağını belirten hadis-i şerif bizim tesbitimize göre otuza yakın sahabeden rivayet edil­miştir. (Bu husus mütevatir hadis bölümünde izah edilmiştir)

 

3.  "Sünnetle Amel Edildiğinde Şer'i Hükümlerle Çelişir" Diyenler:

 

Diğer yandan delil gösterilen âyetteki "zikir" kelimesine hadislerin de da­hil olmadığı kesin olarak söylenebilir mi? Âyette korunacağı beyan edilen zi-kire hadisler de dahil ise âyeti sadece Kur'an'ın korunmasına tahsis etmek

delilsiz bir iddia olmaz mı? "Sünnetle amel edildiği takdirde şer'î hükümler birbirleriyle çelişirler. Zira hadislerin çoğunun delil olması tartışmalıdır, der­ler. Onların bu iddiaları da tutarsızdır. Zira bir meselenin şer'î hükmünün ne olduğu hususundaki İhtilafların sebebi, hadislerin şer'î delil sayılması değil, naslardan hüküm çıkaran alimlerin aklî güçlerinin, ilmî seviyelerinin, kültür­lerinin, toplum yapılarının farklı olması ve nasların da genel ifadeler taşıma­larıdır. Hadislerle amel edilmediği ve yalnızca Kur'an'ın kaynak kabul edil­diği takdirde de bu türden olan ihtilaflar kaçınılmazdır.

Nitekim Kur'an-i Kerİm'de geçen ve asıl anlamı "sona erme olan" Kuru1 ke­limesinin manasının adetten kesilme mi yoksa temizlikten kesilme mi mana­sına geldiği hususu müctehit alimler tarafından ihtilaf edilen bir meseledir. Buna benzeyen misaller pek fazladır.

Diğer yandan hadislerle amel edilmediği takdirde bu tür ihtilafların yapıl­ma ihtimali daha çoktur. Zira âyetlerin yorumlamalarında akıllar esas alına­caktır. İnsanların birbirleriyle ihtilaf ettikleri bir vakıadır. Hatta bir insanın ak­şamleyin verdiği hükümden sabahleyin cayarak kendi kendine muhalefet et­tiği görülmektedir. Bütün bu İhtimallerle birlikte "Hadisler alınmazsa ihtilaf­lar olmaz" demek yanlıştır. Bu anlayış taassuptan kaynaklanmaktadır. Böy­le yapan fırkaların bölük pörçük oldukları bilinen bir husustur.

 

4. "Resulullah Hadis Yazmayı Yasaklamıştır" Diyenler:

 

"Resulullah hadislerin yazılmasını yasaklamış ve: "Benden birşey yazma­yın kim benden Kur'andan başka bir şey yazdıysa onu imha etsin" buyur­muştur.[106] Bu da hadislerin önemli olmadıklarını ve dini hükümler olamaya­caklarını gösterir" demektedirler.

Hadise soğuk bakan bu gibi kimselerin ileri sürdükleri bu hadis de ken­dileri için delil değildir. Çünkü hadislerin yazılmasını yasaklayan bu hadis-i şerif, İslâm'ın İlk dönemlerinde Kur'anla hadisleri aynı malzemeler üzerin­de yazarak onları birbirine karıştırabilen vahiy katipleri hakkında varid ol­muştur. Böyle olmayan insanlar İçin hadislerin yazılmasının yasaklandığı va­ki değildir. Aksine yazmalarına ruhsat verilmiş, hatta emredildiği de olmuş­tur. Bunlara örnek olarak daha önce zikredilen Abdullah bin Amr'a; "Yaz. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, buradan haktan başka birşey çık­maz. "[107] Ebu Hureyre'nin: "Resulullah'ın sahabilerinden hiç bir kimse ben­den daha fazla hadis rivayet etmiş değildir. Abdullah b. Amr hariç. Çünkü o yazıyordu ben yazmıyordum"[108] ifadesi; Mekke fethi gününde Hz. Peygamberin okuduğu hutbenin kendisine yazılı olarak verilmesini isteyen Ebu Şah'ın olayı[109] ve "Ensar'dan bir zata Rasululah'ın eliyle yazıyı göstererek sa­ğınla (sağ elinle) yardımlaş”[110] buyurması zikredilebilir. Görüldüğü gibi ha­dislerin yazılmasının yasaklanması belirli kişiler için söz konusu olmuştur. Ge­nel bir yasaklama olmadığı gibi yer yer teşvik de edilmiştir. Diğer yandan ha­disleri reddedenlerin hadislere dayanarak düşüncelerini isbatlamaya hakla­rı yoktur. Hadisleri delil gösterme, onları kabullenenlerin işidir. Hesabınıza gelince hadisleri almanız, gelmeyince almamanız çelişki içinde olduğunuzu ve görüşlerinizin tutarsızlığını göstermektedir.

 

5. "Hadislerin Çoğu Kur'an'a Ters Düşmektedir" Diyenler:

 

"Hadislerin çoğu Kur'an'a ters düşmektedir. Bu nedenle bunları kabullen­mek mümkün değildir. Çünkü bir hadiste: "Size bir hadis geldiğinde onu Al­lah'ın kitabıyla karşılaştırın. Eğer ona uyarsa o hadisi alın. Şayet uymazsa onu bırakın" buyurulmuştur demektedirler.

Bunların bu delilleri de asılsızdır. Birinci olarak delil gösterdikleri hadis sahih hadis kitaplarında mevcut değildir. Yahya bin Mâin gibi hadis sarraf­ları "Bunun uydurma bir hadis olduğunu zındıklar tarafından uydurulduğu­nu" söylemişlerdir.[111] Aslında hayret edilecek durum şudur; Bu kadar titizlik­le toplanıp yazılan sahih hadis kitaplarında ki sağlam hadisleri kabullenmek­te zorlanan bu insanlar, kaynağı dahi bilinmeyen ve ravilerden Eş'asın Sev-bandan hadis rivayet ettiği görülmeyen bu "söze" hadis diye sımsıkı sarılmış­lar, bir çok hadisi Kur'an'la çelişir gibi gösterip red etmişlerdir. Aslında ha­dislerin Kur'anla tamamen çelişmeleri mümkün değildir. Bu konu ile İlgili ola­rak Tirmizînin şârihi Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah İbnu'l-Arabi özet­le şunları zikretmektedir: Hadisleri reddedenler üç kısma ayrılmaktadır:

A. Hadisi küçümseyerek kasıtlı bir şekilde reddedenler. Bunlar Resulullah'la alay ettikleri İçin kâfirdirler.

B. Hadisi haber-i ahad olduğu için reddedenler. Bunların bazıları bid'at-çi diğer bazıları da kâfirdirler...

C. Hadisi Kur'an'a ters düştüğü için reddedenler. Bu şekilde mutala edi­len hadisleri üç kışıma ayırmak mümkündür.

a. Genel bir hüküm İfade eden âyetlere muhalif olan hadisler. Bunlarla mu­halif görülen âyetleri birbirleriyle bağdaştırmak mümkündür. Hadislerin

Kur'an'm genel hükmünü kayıtladığı veya tahsis ettikleri kabul edilir. Böy­lece ihtilaf ortadan kalkar.

b.  Kur'an'ın zahirine muhalif olan hadisler. Bu hadislerle amel edilip veya edilmeyeceği şüphelidir. Eğer Kur'an da, hadis de zahiri metinlerse, Kur'anla amel edilir. Şayet Kur'an zahiri bir metin şeklinde ve hadis de nass olan bir me­tin şeklinde ise Kur'an'ın zahiri o hadisin ifadesine göre tevil edilir.

c.  Şayet hadisle Kur'an'm arasını bulmak imkansız ise, bu takdirde Kur'an'la amel edilir. Ancak hadisle Kur'anın tamamen birbirleriyle çelişecek­leri ihtimalinde İhtiyatlı olunmalıdır. Bunların birbirleriyle çelişeceklerine ih­timal veren hadis sahih değildir. Batıldır."[112]

Araştırmaya başvurmadan hadisin Kur'anla çeliştiğini savunarak onu he­men red etmeye kalkışmak basitliktir. İlim adamına yakışmayan bir sıfattır.

Hadis alimleri, hadislerin sağlamlık ve kuvvetlilik derecelerini tesbit için hayatlarını bu yola vakfetmiş ve değerli çalışmalarını yazıp kaydederek gü­nümüze kadar gelmesini sağlamışlardır. Böylece hangi hadisin sahih, hangi­sinin asılsız olduğunu tesbit etmişler, bir kısım insanların hadisler hakkında ileri geri konuşmalarına yer bırakmamışlardır. Yeter ki bunların değerli eser­lerini okumuş ve neyin ne demek olduğunu anlamış olsunlar. Halisane bir niyet taşıyıp insaf ölçülerini kaybetmesinler.

Fiili Sünnetler:

Resulullah'ın söylediği bir söz veya yaptığı bir iş, yahut doğru gördüğü bir takrir mahiyetinde olan sünnet, bizler için, farziyet mi, yoksa mendubluk ve­ya mübahlık mı ifade ederler. Fıkıh usulü alimleri Resulullah'ın sünnetini biz­leri bağlayıcılık derecesine göre kavli sünnet ve fiili sünnet diye iki ana kıs­ma ayırmışlar, takriri sünnetini ise, genel olarak kavli sünnetin dahilinde mü­talaa etmişlerdir.

 

1. Kavli Sünnetlerin Emir Kalıplarını İfade Etmesi Hükmü:

 

Kavli sünnetlerin emir kalıplarının ifade ettiği hüküm Resulullah'ın kav­li sünnetinin ve buna girdirilen takriri sünnetinin bizleri bağlayan şer'i bir de­lil oldukları, alimlerce ittifakla kabul edilen bir konudur. Yeter ki, sahih ol­sunlar. Ancak kavli ve takriri sünnetin farziyet veya mendubluk yahut mü­bahlık ifade ettiğine dair herhangi bîr delil bulunmaz da bunlar mutlak ma­hiyette olurlarsa, hangi hükmü ifade ettikleri, alimler arasında şu şekilde ih­tilaflıdır:

a. Cumhur ulemaya göre, aksine bir delil bulunmadığı taktirde mutlak ma­hiyetteki emirler vücub (farz) İfade ederler. Ancak emirin vücubiyetten başka bir hüküm ifade ettiğine dair herhangi bir delil bulunursa, bu taktirde o emir delilin gösterdiği hükmü ifade eder. Cumhurun görüşüne göre Rasulul-lah'dan bir emir duyulduğu taktirde hemen ona uyulması gerekir. Daha sonra o emrin başka bir hüküm İfade edip veya etmediği araştırılır ve neti­ceye varılır. Vücub İfade eden emirlere misal olarak şu hadisi zikretmek müm­kündür: Ebu Umame el Bahili diyor ki; Ben Resulullah'ın şöyle buyurduğu­nu işittim: "Rabbiniz olan Allah'tan korkun. Beş vakit namazınızı kılın. Ra­mazan ayınızın orucunu tutun ve idarecilerinize itaat edin ki Rabbinizin cennetine giresiniz."[113]

b. İbn Süreye gibi, bir kısım Şafii alimlerine göre ise, durup araştırmak ge­rekir. Resulullah'ın mutlak olan emirlerinin hangi hükmü ifade ettikleri ke­sin olarak belli değildir. Buna göre, Resulullah'tan bir emir duyulduğu zaman önce onun neyi ifade ettiği araştırılır. Tesbit edildikten sonra ifade ettiği hük­me göre onunla amel edilir.

c. Maliki mezhebinden olan diğer bir kısım alime göre ise, mutlak mahi­yetteki emirler aksine bir delil bulunmadıkça mübahlık ifade ederler. Ancak başka bir hüküm ifade ettiklerine dair delil bulunursa, emirlerle ona göre amel edilir. Cumhurun görüşü tercihe şayandır.

 

2. Resulullah'ın Fiili Sünnetlerinin Hükmü:

 

Resulullah'ın fiili sünnetleri, çeşitli türlerde olduğu için, bunların hü­kümleri de türlerine göre farklıdır.[114] Resulullah'ın bir fiili, bizim için farz, va­cip, mendub, mubah olabilir. Bu itibarla önce Resulullah'ın fiili sünnetinin çeşitlerini daha sonra da her birinin hükmünü bilmek gerekir.

 

Fiili Sünnetin Kısımları:

 

Teşrî sünnetler ve teşri olmayan sünnetler diye iki kısma ayrılmaktadır.

Teşri Sünnetler:

Resulullah, bunları bizler İçin bir şeriat ve uyulması icap eden bir nizam olsunlar diye yapmıştır. Bu türden olan fiili sünnetlerde şu ihtimaller vardır:

 

1- Kur'an-ı Kerim'in Kapalı Olan Âyetlerini Açıklayan Fiiller:

 

Bu fiillerin hükmü, açıkladıkları âyetin hükmü gibidir. Resulullah'ın fiili­nin âyetleri açıklar mahiyette olduğu iki şekilde anlaşılır.

Resulullah bunu sözü ile beyan eder. Mesela; Resulullah hac farizasını yap­tıktan sonra "Haccın ibadetlerini (yapma şeklini) benden alın”[115] buyur­muş, "haccı ve umreyi Allah için tamamlayın;[116] "Oraya gitmeye gücü ye­ten herkese Allah için Kabeyi haccetmek farzdir.."[117] âyetlerini yaptığı fi­illeriyle açıkladığını beyan etmiştir.

Resulullah'ın yaptığı işin şeklinden anlaşılır.

Mesela; Ammar bin Yasir diyor ki; İnsanların yanında su yoktu... Aziz ve celil olan Allah temiz toprakla teyemmüm etme ruhsatını indirdi. Bunun üze­rine müslümanlar ve Resulullah kalkıp ellerini yere vurdular. Sonra onları kal­dırdılar, topraktan dolayı onları silkelemediler ve o elleriyle yüzlerini ve el­lerini omuzlarına kadar, içten de koltuklarına kadar meshettiler.[118]

Bu hadis-i şerifte Resulullah'ın teyemmüm ederken ellerini, omuzlarına ve koltuklarına kadar meshettiği zikredilmektedir.Bu da teyemmümü beyan eden âyetteki "yüzlerinizi ve ellerinizi toprakla meshedin" [119]ifadesindeki "eller­den" maksadın abdestte olduğu gibi, ellerin dirseklere kadar bölümü oldu­ğunu göstermektedir. Buna göre, nasıl ki abdest alan ellerini dirseklere ka­dar yıkar teyemmüm eden kişi de ellerini dirseklere kadar mesheder. Çün­kü Resulullah teyemmüm âyetini yaptığı fiiliyle böyle açıklamıştır. Nitekim, Abdullah bin Ömer, Cabir bin Abdullah, İbrahim en-Nehai, Hasan el-Basri, Süfyan es-Sevri, İmam Ebu Hanife, İmam Malik ve İmam Şafii; "Teyemmü­mün elleri bir kere yere vurup yüzü meshetmek, bir kere daha vurup elleri dirseklere kadar meshetmekten ibaret olduğunu söylemişlerdir.[120] Yine Resulullah'ın hırsızın elini bilekten kesmesi, Maide Sûresi âyet 38. de geçen ve hırsızların ellerini kesmeyi emreden âyetteki "el" kavramından maksadın bi­leğe kadar olan kısım olduğunu göstermiştir.

 

2. Kur'an-ı Kerim'i Açıklar Mahiyette Olmayan Fiiller:

 

Bu türden olan filleri kendi aralarında da kısımlandırmak mümkündür.

 

A. Resulullah îçin Sıfatı (Hükmü) Bilinen Fiiller

 

Bunların hükmü şudur: Eğer bu fiiller Rasullah'a has olan bir fiil değilse, Resulullah için bunların hükmü ne İdiyse, müminler için de odur. Vacip idiyse, vacip; mendub idiyse,'mendub; mubah idiyse mubahtır. Zira Allah Teala: "Muhakkak ki Allah'ın Rasulünde sizin için güzel bir numune vardır"[121] buyurmuştur.

Sahabe-i Kiram da böyle davranmışlardır. Mesela: Hz. Ömer'in Hacer-i Es-vedi öperken: "Ben iyi biliyorum ki sen bir taşsın. Ne zarar verebilirsin ne de bir fayda. Şayet Resulullah'ın seni öptüğünü görmeseydim, elbetteki se­ni öpmezdim"[122] demesi, sahabelerin Resulullah'a kayıtsız şartsız uydukları­nın bir ifadesidir. Hülasa, Resulullah'ın bu türden olan fiillerine uyarız. Resulullah'a has oldukları ortaya çıkıncaya kadar. Bu ortaya çıkarsa onlarla amel etmeyiz.

 

B.  Resulullah îçin Hükmü Bilinemeyen Fiiller (Mutlak fiiller):

 

İslâm alimlerinin en çok üzerinde durdukları ve haklarında çeşitli görüş­ler bildirdikleri filler bu türden olan fiillerdir. Resulullah'ın bu fiillerini şu şe­kilde özetlemek mümkündür:

 

a. Yapılmalarında Sevap Umulmayan Mutlak Fiiller:

 

Bunların hükmü bizler için mubahtır. Dilersek onları yaparız, dilersek yap­mayız. Resulullah'ın alış veriş şekli buna örnektir. Mesela; "Resulullah, bir gaz­veden dönerken yolda bir okka karşılığında Cabir bin Abdullah'ın devesini kendisine satmasını teklif etmiş, Cabir de Medine'ye kadar binmesi şartıyla deveyi satabileceğini bildirmiş, Resulullah da deveyi bu şartla satın almış ve Medine'ye döndüğünde devenin bedelini ödemiş, kendisini de Cabir'e ver­miştir. "[123]

Bu akitte Resulullah (devenin Medine'ye kadar binilmesi şartını İçeren) şart­lı bir satışı kabul etmiştir. Bizler ise bunu kabul edip veya etmemede serbest sayılırız. Keza Resulullah, satın aldığı bir malın hem bedelini vermiş, hem de o malı satana hediye etmiştir. Bu ondan bir lütuftur. Bizler İçin bağlayıcı de­ğildir.

 

b. Yapılmalarında Sevap Umulan Mutlak Filler:

 

Bu fiillerin hükmü hususunda alimler farklı görüşler zikretmişlerdir. Durup araştırmak gerekir: Bir kısım alimlere göre, Resulullah'm bu gi­bi fiilleri karşısında ne olduklarını belirten bir delil ortaya çıkıncaya kadar durmak, onları yapmamak gerekir.

Zira yapılan bu fiillerin sıfatı (hükmü) belli olmadan onu işlemek Rasu-lullah'a tam uymak olmaz. Çünkü Resulullah onu bir nafile olarak işlemiş­se biz de onu bir farz olarak yapacak olursak bu Resulullah'a uymak değil ona karşı çıkmak olur. Tıpkı Firavunun sihirbazlarının Musa'nın gösterdiği mu­cizelere benzeyecek sihri yapmaya kalkışmalarına benzer ki, bu bir uyma de­ğil karşı çıkmadır. Bineanaleyh Resulullah'm mutlak fullerinin ne olduğuna dair bir delil buluncaya kadar durmak ve hiç bir şey yapmamak gerekir. Ha-neti mezhebinden olan Serahsi, bu görüşün batıl olduğunu söylemiştir. Çünkü bu görüş Resulullah'a uymayı başlangıçta tehlikeli görmekte ve ona uyanı kınamaktadır.

Yapmak gerekir: Diğer bir kısım alimlere göre ise, mutlak fiillerinin ya­pılmayacağına dair bir delil bulunmadığı sürece bunlarda Resulullah'a uymak gerekir. Zira naslar Resulullah'a uymayı emretmektedir. Bu naslardan bazı­ları şunlardır:

"Muhakkak Allah'ın Rasulünde sizin için güzel bir numune vardır. "[124] "Ey iman edenler Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin..."[125]

"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın."[126]

"Onlar yanlarındaki Tevratta ve İncikle yazılı buldukları, okuyup yaz­ması olmayan Allah'ın elçisi Peygambere tabi olurlar... Peygamber onla­ra temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar.."[127]

"Peygamberin emrine karşı gelenler, başlarına bir bela gelmesinden yahut şiddetli bir azaba uğramalarından sakınsınlar."[128]

Uymak Serbesttir: Başka bir kısım alimlere göre ise, Resulullah'm yaptı­ğı fiillerin kendisi için hangi sıfatta oldukları bilinecek olursa o fiiller, o sı­fatlarıyla yapılarak Resulullah'a uyulur. Vacip ise vacip olarak, mendub ise mendub olarak, mubah ise mubah olarak yapılırlar. Şayet o fiillerin sıfatı bi­linmeyecek olursa bunların mubah oldukları tesbit edilir. Bunlar görüşleri­ne delil olarak şunları zikretmişlerdir:

Ebu Said el-Hudri diyor ki: "Bir zaman Resulullah sahabelerine namaz kıl­dırırken aniden papuçlarını çıkarıp onları sol tarafına koydu. Topluluk bu­nu görünce onlar da papuçlarını çıkarıp attılar. Rasululîah namazı bitirince, "sizi papuçlarınızı atmaya sevk eden sebeb ne idi?" diye sordu. Onlar da: "Biz senin onları çıkartıp attığını gördük. Biz de çıkarıp attık" dediler. Bunun üze­rine Resulullah buyurdu ki: "Cibril (as) bana geldi ve papuçlarımda pislik bulunduğunu bildirdi. Sizlerden biriniz mescide geldiği zaman baksın, eğer papuçlannda bir pislik veya eziyet verecek bir şey bulunursa onu sil-sin ve onlarla namaz kılsın.”[129]

Görüldüğü gibi sahabeler, Resulullah'm mutlak olan fiiline açıklama ol­madan uyulması gerektiğini zannetmişler, Resulullah da onlara kayıtsız şart­sız uymalarının vacip olmadığını beyan etmiştir. Eğer Resulullah'm mutlak ma­hiyetteki fiiline bir açıklama bulunmaksızın uyulması vacip olsaydı Resulullah onlara "sizi buna sevk eden sebeb nedir" diye sormazdı. Sadece bunun özel bir durum olduğunu açıklamakla yetinirdi. Bu da gösteriyor ki Resulullah'm mutlak fiillerine uymak mubahtır. Farz değildir.

Hz. Aişe bildirmiştir ki, Resulullah bir gecenin yarısında evden çıktı, mescidde namaz kıldı. Bir kısım adamlar da onun kıldığı namazı kıldılar. Sa­bah olunca insanlar bunu birbirlerine anlattılar. Ertesi gece daha fazla insan toplandı. Resulullah'la birlikte namaz kıldılar. Yine sabah olunca insanlar bu­nu birbirlerine anlattılar, üçüncü gece mescidin cemaati daha fazlalaştı.

Resulullah oraya gitti. Namaz kıldı, onlar da onun kıldığı namazı kıldılar. Dördüncü gece olunca artık mescid cemaati almaz oldu. Nihayet Resulullah sabah namazına gitti Onu kıldırıp bitirince, insanlara yöneldi, şehadet getir­di. Sonra dedi ki: "Sizin durumunuz gözümden kaçmadı. Fakat ben bunun size farz olacağından, sizin de bunu eda etmekten aciz kalacağınızdan korktum."[130]

Görüldüğü gibi Resulullah insanlara yaptığı her Fiilde araştırma yapmadan kendisine uymalarının doğru olmayacağını, o zamanda nafile olan bir iba­detin insanların bu davranışlarıyla farza dönüşebileceğini bildirmiştir. Bu da gösteriyor ki, Rasulullalı'ın sıfatı bilinmeyen fiillerine uymak farz değil, mu­bahtır.

Bir de Resulullah'a tam olarak uymak, onun yaptığı fiilin hem aslını hem de sıfatını yapmakla olur. Onun yaptığı fiilin sıfatı (hükmü) bilinmez ise, ke­sin olan sıfatının sabit olduğu kabul edilir. Bu da mubah olma sıfatıdır. Bu­nun dışındaki farzlık ve mendubluk sıfatlarının var olmaları bunları ifade ede­cek delillerin varlığına bağlıdır.

Diğer yandan fiiller bir şeyi yapmak ve yapmamak olmak üzere iki kıs­ma ayrılmaktadır. Nasıl ki Resulullah'ın bir şeyi terk etmesi halinde, bizim de onu terk ederek Resulullah'a uymamızı emreden bir delil olmadıkça, Resulullah'a terk de uymamız gerekli değildir. Bir şeyi yapmasında da durum böy­ledir. Onun yapılmasında Resulullah'a uymamızı emreden bir delil olmadık­ça serbest oluruz.

Ayrıca "Resulullah'a bütün fiillerinde uymak gereklidir" demek herkesin onun bütün fiillerini tesbit edip onlara uyması için gece gündüz Resulullah'tan ayrılmaması gerektiğini söylemek olur ki, kimse bunu iddia etmemektedir. Bundan da anlaşılıyor ki, bizler Resulullah'a mutlak fiillerinde uymakla yü­kümlü değiliz. O bizim için mubahtır.

Hanefi âlimleri, Resulullah'ın mutlak mahiyetteki fiilleri hakkında farklı gö­rüşler zikretmişlerdir.

Cessas ve Serahsi'ye göre, Resulullah'ın fiillerinin kendisine has oldukla­rı ortaya çıkmadıkça onlara uymak caizdir. Bu fiillerin has fiiller olduğuna da­ir deliller ortaya çıkacak olursa o zaman o fiiller bırakılır.

Bunlara göre önce Resulullah'ın yaptığına uyulur, Sonra onun Resulullah'a has olup olmadığı araştırılır.[131] Hanefilerde tercih edilen görüş budur.

Kerhi ve benzeri alimlere göre ise, Resulullah'ın fiillerinin kendisine has olmadıkları ortaya çıkıncaya kadar onlara uyulmaz. Bu görüşte olanlara göre önce Resulullah'ın fiillerinin kendisine has olup olmadığı araştırılır. Bu fi­illerin Resulullah'a has olmadıkları delillerle isbatlanmadıkça bu fiillere uyulmaz.

Bu hususta Kerhi, diyor ki: Resulullah'ın fiillerinde iki ihtimal vardır.

- Fiil, Resulullah'a has olan bir fiildir.

-  Fiil, Resulullah'a has olmayan bir fiildir.

Eğer bir fiilin her iki yöne de ihtimali varsa, bu yönlerden birine dair bir delil ortaya çıkıncaya kadar beklemek gerekir. Çünkü ortada birbirleriyle ça­kışan İki ihtimal vardır.

 

Teşri Olmayan Fiiller

 

Resulullah'ın teşri olmayan fiilleri bizleri bağlamazlar. Onları yapmamız gerekmediği gibi Resulullah'a has olan bazılarını da yapmamız yasaktır. Bu türden olan fiilleri şu ana kısımlara ayırmak mümkündür. Zelle (ayak kay­ması), beşer olarak tabiatından kaynaklanan fiiller, kasıtsız olarak yaptığı fi­iller ve kendisine has olan fiiller.

 

1. Zelle (Ayak Sürçmesi):

 

Bu İfadenin lügat manası "ayak kayması" demektir. İstılahı manası ise, bir işi yapana isteği olmaksızın musallat olan, onu asıl yapmak istediği şeyden alıkoyup meşgul eden arızi bir fiildir. Bu kelimenin lügat manasıyla istilahi manası arasında büyük bir bağlantı vardır. Nasıl ki yolda yürümek İsteyen ki­şinin, istemediği halde ayağı kayarsa onunla meşgul olur, zelle yapan insan da bir fiili işlerken ona arzulamadığı bir hal musallat olur, bu defa o kişi onun­la meşgul olur.

Bir peygamberin zelle sayılan bir fiili işlediği şu iki yoldan biri ile bilinir:

A. Ya bizzat kendisinin beyanından anlaşılır. Nitekim Hz. Musa'nın bir yum­ruk vurup Kıptiyi öldürmesinden sonra: "Bu yaptığım şeytanın işidir. O ger­çekten insanı saptıran apaçık bir düşmandır"[132] demesi zelle yaptığının ken­disi tarafından beyanıdır.

B. Veya Allah Teala'mn bildirmesiyle anlaşılır. Nitekim Hz. Adem'in yasak­lanan ağaçtan yemesinin bir zelle olduğu yüce Mevla tarafından bildirilmiş ve buyurulmuştur ki: "Adem Rabbine karşı geldi ve yolunu şaşırdı.”[133]

Resulullah'tan meydana gelen zellelere misal olarak şunlan zikretmek mümkündür:

Bedir'de esir alınan müşriklerin öldürülmeleri yerine fidye karşılığı salıverilmeleri. Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor: "Hiçbir peygambere yeryüzünde düşmanlarına tam bir darbe indirmedikçe esir almak ya­raşmaz. Siz dünya malını istiyorsunuz. Allah ise sizin için ahireti istiyor... Eğer Allah'ın geçmişte verdiği bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu."[134] Âyet-i kerimenin "siz dün­ya malını istiyorsunuz" çoğul ifadesi gösteriyor ki aslında Resulullahı bu yan­lış sonuca düşürenler, esirlerin fidye karşılığı affedilmesini teklif eden saha­belerdir. Bu nedenle sitem, Resulullah'a değil topluluğa yapılmıştır.

Tebük savaşına katılmamak için izin isteyen münafıklara izin verilmesi. Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor: "Allah seni affetsin. Doğru söyleyen­ler sana belli olmadan ve yalan söyleyenleri de bilmeden cihada çıkma­malarına niçin izin verdin?"[135] Âyet-i kerimede, Resulullah'a, daha evla olan "izin vermemeyi" terk ettiğinden, nazik bir üslupla sitem edilmiş ve hakla­rında vahiy inmeden bunu yapmaması icap ettiği belirtilmiştir.

Kureyş'in ileri gelenleriyle meşgul olup, âmâ bir sahabenin sorularına ce­vap verilmemesi ve ona iltifat edilmemesi. Bu hususta da yüce Mevla şöyle bu­yuruyor: "Peygamber, âmâ geldi diye, yüzünü ekşitti, çevirdi. Ne biliyorsun belki de o, kendisini arındıracaktı. Yahut Öğüt alacaktı da bu öğüdün fay­dasını görecekti Fakat sen İhtiyaç duymayan kimseye alaka gösteriyorsun. Onun temizlenmemesinden sana ne? Allah'tan korkup, koşarak sana gele­ne İse, aldırmıyorsun. Hayır, öyle yapma. Bu âyetler bir öğüttür."[136]

Evet, Resulullah'ın zelleleri bizler İçin bir teşri değildir. Bilakis bunların yanlış oldukları belirtildiği için bunlardan kaçınmamız gerekmektedir.

 

2. Resulullah'ın Beşeriyeti Gereği Yaptığı Fiiller.

 

Resulullah'ın bu türden olan fiilleri de müminleri bağlayıcı değildir. Bun­ları da şu kısımlara ayırmak mümkündür:

 

A. Örf ve Adetler:

 

Peygamber Efendimizin yaşadığı toplumda hakim olan ve Resulullah ta­rafından da yapılan örf ve adetler teşri maksadıyla yapılmadıkları taktirde mü­minleri bağlamazlar. Mesela Resulullah'ın yemek yeme, yürüme ve uyuma şek­li hadislerle bağlayıcılığı belirtilmediği taktirde bizleri bağlamazlar. Zira bunlar genellikle örf ve adetle ilgili hususlardır. Örneğin elle yemek yemek, yalın ayak yürümek, deveye binmek bizler için yapılması gereken fiiller de­ğildir. Bunları yapmak serbesttir.

 

B. Tecrübeye Dayanan Fiiller:

 

Peygamber efendimizin tecrübelerine dayanan, beşer olmasından kaynak­lanan ve teşrii için yapmadığı belli olan fiilleri, müminleri bağlayıcı değildir. Bunlara örnek olarak Resulullah'ın hurma ağaçlarını aşılamayı uygun görme­mesini zikretmek mümkündür.

Talha b. Ubeydullah (ra) diyor ki: "Resulullah ile beraber hurma ağaçla­rının üzerlerine çıkan bir topluluğun yanından geçiyorduk. Resulullah bun­ları gördü ve "ne yapıyorlar" dedi. Orada bulunanlar: "Ağaçlan aşılıyorlar, er­keğini alıp dişisine aşılıyorlar" dediler. Resulullah: "Bunun bir fayda sağla­yacağını sanmıyorum" buyurdu. Resulullah'ın bu sözü ağaçları aşılayanla­ra ulaşınca aşılamadan vazgeçip ağaçlardan indiler. Onların böyle yaptıkla­rı Resulullah'a ulaşınca şöyle buyurdu: "Ben sadece bir tahminde bulundum. Ben de sizin gibi beşerim. Tahminimden dolayı beni muaheze etmeyin. Fa­kat sizlere Allah Teala şöyle buyuruyor dediğim zaman onu alın. Çünkü ben Allah adına yalan söylemem" diğer bir rivayette hadisin sonu şöyledir: "Dünyaya ait işlerinizi siz daha iyi bilirsiniz.”[137]

 

3.  Yalnız Resulullah'a Mahsus Olan Hususlar:

 

Resulullah'ın yaptığı bazı fiiller vardır ki, onlar yalnız Resulullah'a hastır. Onun dışındaki müslümanların o fiilleri yapma yetki ve yükümlülükleri yoktur. Mesela, Resulullah'ın dört hanımdan daha fazlasıyla evlenmesi, ve­fatından sonra onun hanımlarıyla evlenmenin yasak olması, gece namazla­rının ona farz olması, yiyip içmeden peş peşe oruç tutması, zekat ve sada­ka almanın kendisine ve ehli beytine haram olması bu gibi fiillerdendir.[138]

 

4. Resulullah'ın Kasıtsız Şekilde Yaptığı Fiiller (Sehven Yapılan Fiiller):

 

Bunlar da bizlere bir teşri olsunlar maksadıyla yapılmadıklarından bun­ların aynısını yapmamız caiz değildir.

Bunlara misal olarak şu hadiseleri zikretmek mümkündür:

 

A. Namazda Eksiklik Yapması:

 

Bu hususta Ebu Hureyre (ra) diyor ki: "Resulullah bize günün yarısından sonraki iki namazdan (öğle veya ikindiden) birini kıldırdı. O bize iki rekat kıldırdıktan sonra selam verdi. Kalktı, camide yere yatırılmış bir ağacın ya­nına gitti ve ona yaslandı. Sanki o, öfkeliydi. Sağ elini sol elinin üzerine koy­du. Parmaklarını birbirine geçirdi, sağ yanağını sol elinin üzerine koydu. Ce­maatten hızlılar mescidin kapısından dışarı çıktılar ve "namaz kısaltıldı" de­diler. Topluluğun içinde Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Fakat bunlar Resulullah'a konuşmaktan çekindiler. Topluluğun içinde elleri uzun olan ve kendi­sine "zülyedeyn" denilen biri de bulunuyordu. İşte bu zat dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Sen unuttun mu? Yoksa namaz kısaltıldı mı? Resulullah buyurdu ki: Ne unuttum, ne de kısaltıldı, (ne diyorsunuz?) Bu iş Zülyedeyn'in dediği gi­bi mi oldu?" Oradakiler: "Evet öyle oldu" dediler.. Bunun üzerine Resulullah öne geçti. Terk ettiği kısmı kıldı. Sonra selam verdi. Sonra tekbir getir­di. Secdeye vardı. Bu secdesi diğer secdesi gibiydi veya biraz uzundu. Son­ra başını kaldırdı. Tekbir getirdi. Tekrar tekbir getirip bir daha secdeye var­dı. Bu da diğer secdeleri gibi veya daha uzundu. Sonra başını kaldırdı. Tek­bir getirdi, ve selam verdi.[139] Resulullah'ın ikindi namazını üç rekat kılarak selam verdiği daha sonra kendisine hatırlatılınca bir rek'at daha kılıp sehiv secdesiyle tamamladığı da rivayet edilmektedir.[140]

 

B.  Vefatı Anında Kendisine Tam Malik Değilken Kalem ve Yazı Malzemesi İstemesi:

 

Bu hususta Abdullah bin Abbas diyor ki: Resulullah (sav)in hastalığı ağır-laşınca şöyle buyurdu: "Bana bir kitap (yazı yazılacak malzeme) getirin de artık benden sonra bir daha sapmayacağınız bir yazıyı size yazayım." Bu­nun üzerine Ömer: "Acı ve ağrılar Resulullah'a galip geldi. Bizim elimizde Al­lah'ın kitabı bulunmaktadır. O bize yeterlidir" dedi. Sahabeler ihtilaf ettiler. Gürültüler çoğaldı. Resulullah da buyurdu ki: "Kalkın, benden uzaklasın. Be­nim yanımda tartışmanız size yakışmaz." Abdullah bin Abbas şunu söyle­miştir: "Bu tam bir felakettir. Resulullah (sav) ile yazacağı yazının arasına girilmiştir."[141]

Görüldüğü gibi hadis-i şerifte Peygamber efendimizin (sav) ağır hastalığı esnasında yazı yazmak istediği beyan edilmektedir. Aslında Resulullah'ın bu yazıda neler yazmak istediği hadis-i şerifte açıkça belirtilmemekte, sadece o yazıldığı taktirde müslümanların sapmayacakları bildirilmektedir. Halbuki birçok sahih hadis-i şerifte kulların Allah Teala'nın Kitabına sarılmaları halin­de sapmayacakları beyan edilmiştir. İşte bu nedenle Hz. Ömer'in, Resulullah'm ağrılar içinde kıvranırken böyle ağır bir şeye girişmesini uygun görmediği an­laşılmaktadır. Zira ciddi şeyleri yazmak pür dikkatliliği ve yoğun eforu gerek­tirir. Diğer yandan Resulullah hadisin çeşitli rivayetlerinde belirtildiği gibi, bu isteğini perşembe günü bildirmiştir. Halbuki, Resulullah ondan sonra dört gün daha yaşamış ve pazartesi günü ahirete irtihal etmiştir. Yaşadığı bu günlerde yine Abdullah bin Abbas'ın rivayet ettiği hadisin sonundaki şu ifadeleri bu­yurmuştur: "Müşrikleri arap yarımadasından çıkarın. Gelen heyetlere benim ikram edip hediyeler verdiğim gibi siz de onlara ikram edip hediyeler ve­rin..."[142] Şayet Resulullah (sav) yazdırmak istediği yazıda önemli şeyler kay­dettirmek istese idi, yaşamış olduğu bu dört gün içinde elbettekİ bunları kay­dettirirdi. Bu da gösteriyor ki, Resulullah o anda tam kendine malik değildi. Bu sebeble Hz. Ömer'in müdahalesi sözkonusu olmuştu.

Resulullah'm ağır hastalığı anında böyle bir teşebbüse geçmesi, onun için haşa bir nakise değildir, çünkü Resulullah'm bazı şeylerin yazılmasına karar verip daha sonra ondan vazgeçtiği vakidir. Nitekim Resulullah hastalığının ilk başladığı zamanda H2. Aişe'nin yanında iken ona şöyle buyurmuştur: "Ba­banı ve kardeşini bana çağır da bir yazı yazayım. Çünkü ben korkuyorum ki arzulayanın biri bir arzuda bulunur. Konuşanın biri de "ben daha evla­yım" der. Halbuki Allah ve müminler ancak Ebu Bekir'de diretirler....”[143]

Görüldüğü gibi Peygamber efendimizin bizleri bağlayan teşri fiilleri bu­lunduğu gibi, bizler için bağlayıcı olmayan mubah fiilleri de vardır, bu itibar­la Resulullah'ın fiilî sünnetini çok iyi inceleyip sınıflandırmak gerekmekte­dir. Bu hususta gerek fıkıh usulü alimleri, gerek ise fıkıh alimleri büyük bir hassasiyetle tetkiklerde bulunmuşlar ve bizlere değerli eserler bırakmışlar­dır. Bunları dikkatle okuyup anlamak ve ona göre hareket etmek gerekir. Fel­sefi düşüncelerle, bizans cedelleriyle bir yere varmak mümkün değildir.

 

Mealen Hadîs Rivayet Etmenin Hükmü:

 

Hadislerin, bizzat Peygamber efendimiz'in söylediği kelimelerle rivayet edilmesi mümkün olmadığından, aynı manayı taşıyan benzeri lafızlarla riva­yet edilip edilemeyeceği alimler arasında ihtilaflıdır.

 

1.  Caizdir Diyenler:

 

Alimlerin çoğu, kelimeleri okunduğunda ibadet sayılan veya veciz olan (kısa olmasına rağmen geniş manalar İhtiva eden) hadisler dışındaki hadis­lerin, Peygamber efendimiz'in söylediği kelimelere benzer lafızlarla mealen rivayet edilmesini caiz görmüşlerdir. Fakat bu gibi hadisleri rivayet eden ra-vinin kelimelerin delalet ettiği manaları ve metinlerin üsluplarını bilen bir ki­şi olmasını da şart koşmuşlardır. Bu alimler şu hadis-i şerifi delil göstermiş­lerdir: Abdullah'ın oğlu Yakub, dedesi Süleyman b. Ükeyme el-Leysi'den (ra) şu hadisi rivayet eder: "Süleyman der ki: Peygamber (sav)in yanına geldik. "Baba ve analarımız sana feda olsun ya Resulullah! Biz senden hadis dinli­yoruz, onu dinlediğimiz gibi rivayet edemiyoruz" dedik. Bunun üzerine Resulullah şu cevabı verdi: "Haramı helal, helali haram yapmadıkça mana­yı da ifade ettiğiniz sürece bir mahzur yoktur.”[144] Bu hadis Hasan el-Basri'ye zikr edilince "Eğer bu hadis olmasaydı rivayette bulunmazdık" demiştir. Ay­rıca bir kısım hadislerin mealen rivayet edildiği bir gerçektir. Zira aynı mev­zuda rivayet edilen hadisin değişik lafızlarla rivayet edildiği görülmektedir.

 

2.  Caiz Değildir Diyenler:

 

Diğer bir kısım alimler ise; hadisin manasında değişiklik olmaması için, mealen hadis rivayet etmeyi caiz görmemişler, delil olarak da şunları zikret­mişlerdir: "Allah bizden birşeyi işitip de aynen işittiği gibi tebliğ edenin yü­zünü ak etsin. Nice kendisine tebliğ edilen vardır ki; bizzat işitenden tebliğ edileni daha iyi muhafaza eder."[145]

Bir kısım hadisler vardır ki; bizzat Resulullah'ın söylediği lafızlar söylene­rek ibadet edilir. "Ezan" ve "Ettehiyyatü" bu kabildendir.

Yine bir kısım hadisler vardır ki; bunlar Resulullah'ın vecizeleridir. Baş­ka lafızlarla o manaları ifade etmek mümkün değildir. "Ne zarar verme var­dır, ne de zarara karşı zarar vermek[146] hadis-i şerifi bu türdendir. Mallarda karşılıklı zarar verilemez demektir.

Birinci gruptan olan alimler, lafızlarıyla ibadet edilen ve Resulullah'ın ve­cizeleri sayılan hadisler dışındaki hadislerin mealen rivayet edilebileceğini söylemişlerdir. Bu nedenle bu son itiraz geçerli değildir.

 

 



[1] Buhârî.Kit.Bedu'l-Vahy, bab: 1, Müslim, Kit. İmâre, bab: 155, hn. 190; Ebû Dâvûd, Kit. Talak, hn. 220, Nesei, Kit. Tahare bab: 59; İbn Mace, Kit. Zühd, bab: 26, hn. 4227

[2] Araf, 157

[3] Firaset; insanların yüzlerinden, organlarından, şekil ve biçimlerinden, tabiat ve neseblerini çıkarmaya denilir. Bunu yapana da firasetçi denilir.

[4] Buhârî Kit. Fedail bab. 17; Müslim Kit. Rida, bab. 40, hn. 1459; Muvatta Kıt. Ak-tive bab: 22

[5] Buhârî'nin rivayetinde "yarım ay" dır. İki rivayetin bağdaştırılması şöyledir. Deniz sahilinde biray kalmışlar. Onbeş gün hayvana rastlamadan önce onbeş günde rast­ladıktan sonra Buhârî'de hadis bu şekilde rivayet edilmektedir.

[6] Müslim, Kit. Sayd, bab: 17, lın. 1935; Nesei, Kit. Sayd, bab: 35, lın. 4358; Ebû Dâvûd, Kit. Atime, Bab: 48, hn. 3841; Müsned, İmam Ahmed, c. III, sn. 311. Ayrıca özet­le Buhârî, Kit. Megazi, Bab: 85, Kit. Zebaih, bab: 12.

[7] Buhârî, Kit. icare, bab: 16, Kit. Tıbb, bab: 33, 39; Müslim, Kit. Selam, bab: 65, hn: 2201

[8] Buharı, Kit. İtim, bab: 38; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 8, hn. 2660, Kit. Menakib, bab: 20, hn. 3715, îbnMace, Kit. Mukaddime, bab: 4, hn. 11

[9] Buharı, Kit. Enbiya, bab: 50; Tirmizî Kİt. İlini, bab: 123, hn. 2669; Müsned İmanı Ahmed, c. II, sh. 59, 171, 202, 214

[10] Tirmizî, Kit. Tefsir, sûre, 1, bab: 1, lın. 2951; Darimi, Kit. Mukaddime, bab: 25

[11] İbn Mace, Kit. Mukaddime, Bab: 4, lın. 33; Darimi, Kit. Mukaddime, bab: 25; Müs­ned İmam Ahmed, c. III, sh. 303

[12] Tirmizî Kit. İlim, bab: 8, hn. 2661; îbn Mace, Kit. Mukadime, bab: 4, hn. 22; Da­rimi, Kit. Mukaddime, bab: 25; Müsned İmanı Ahmed, c. III, sh. 98, 113, 116, 166, 167, 176, 209, 223, 278, 280; Buhârî, Kit. İlim, Bab: 38

[13] Müslim, Kit. Zühd, bab: 72, hn. 3004; İbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 4, hn. 37; Müsned İmam Ahmed. c. III, sh. 39. 44, 45, 56

[14] Tirmizî, Kit. Fiten, bab: 70. hn. 2257; İbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 4, hn. 30

[15] Buhâri, Kit. Edeb, bab: 109; İbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 4, hn. 34; Müsned İmam Ahmed, c. II, sh. 410, 413, 469, 519; Buhârî, Kit. İlim, bab: 38

[16] Darimi, Kit. Mukaddime, bab: 25

[17] Müsned İmam Ahıned, c. III, sh. 422

[18] Müsned İmam Ahmed, c. IV, sh. 47

[19] Müsnetf İmam Ahmed, c. IV, sh. 156, 201

[20] Müsned İmam Ahmed, c. IV, slı. 367

[21] Müsned İmam Ahmed, c. V, slı. 292

[22] Müsned İmam Ahıned, c. IV, sh. 100

[23] Buhârî, Kit. Cenaiz, bab: 34

[24] Buhârî, Kit. İlim, Bab: 38

[25] Tirmizî Kit. İlim Bab: 8, hn. 2660

[26] Buhârı, Kit. Bed'ul Vahy bab: 1, Kit. Itk, bab: 6, Kit. Menakib bab: 45, Kit. Talak, Bab-. 11, Kit. Eynıan, bab: 23. Kit. Hiyel bab: 1; Müslim, Kit. înıare bab: 155, hn. 1907; Ebû Dâuûd, Kit. Talak, bab: 11 lın. 2201; Nesâi Kit. Tahara Bab: 59, Kit. Ta­lak bab: 24, Kit. Eynıan bab: 19; İbn Mace, Kit. Zühd bab: 26, hn. 4227.

[27] Bir "sa" binkırk şer'i dirheme eşittir. Yaklaşık olarak 2.917 kg.dır.

[28] Buhârî, Kit. Buyu" bab: 64, 65; Ebâ Dâvûd, Kit. Buyu' bab: 46. hn. 3443; Nesei Kit. Buyu bab: 14: İbn Mace Kit. Ticaret bab: 42 hn. 2239; Müsned İmam Ahmed, c. I, slı. 430, 433.

[29] Adil: Akıllı, buluğ çağına ermiş, müslüman, büyük günahlardan uzak, küçük gü­nahları işlemekte ısrarlı olmayan raviye denir.

[30] Zabit: İşittiğini veya gördüğünü hafızasında zabt edebilen ve dilediği zaman da hatırlayabilen raviye denir.

[31] Buhârî, Kit. Vudu' Bab: 33; Müslim, Kit. Taharah bab: 89, hn. 279; Nesei Kit. Ta-harah bab: 50, hn. 63, 66; İbn Mace Kit. Taharah bab: 31, hn. 363; Darimi Kit. Vu­du' bab: 59; Müsned İmam Ahmed c. II, sh. 245.

[32] Müslim Tahara bab: 89, İm. 279; Ebû Dâvûd, Kit. Tahara, bab. 37, hn. 71 (l)Buhârî, Buyu bab. 64, 65 vd.; Ebû DâvÛd, Buyu bab 51,  hn. 3443

[33] Müslim Kit. Buyu, bab: 43, 45; hn. 1531; Ebû Dâvûd Kit. Buyu, bab: 9, hn. 3453; Nesâi; Kit. Buyu bab 9, 11; Muvatta İmanı Malik, bab: 79; Müsned İmam Ahmed c. I, sh. 56

[34] Hz. Ömerin oğlu Abdullah'dan Nafi, Nafi'den de Malik rivayet ederlerse, bu sil­sileye "Altın Zincir"   denilir.

[35] Muvatta İmam Malik,  Kit. Buyu, bab: 79

[36] Ebû Dâvûd, Kit. Feraid, bab: 5, hn. 2894; îbn Mace, Kit. Feraid bab: 4, hn. 2723; Tirmizî Kit. Feraid, bab: 10, 11 hn. 2102, Muvatta, Kit. Feraid bab: 8, hn. 4

[37] Ebû Dâvûd, Kit. Akdiye, bab: 11, hn. 3592; Nesei, Kit. Kudah, bab: 11; Tirmizî Kit. Ahkâm bab: 3, hn. 1327; Darimi, Kit. Mukaddime bab: 30; Müsned İmam Ahmed c. 5, sh. 230, 236, 242

[38] Buhârî Kit. Hums, bab: 1, Kit. Fedail, bab: 12, Kit. Meğazi bab: 14, 17. Kit. Nefe-kat bab: 3, Kit. Feraid bab: 3, Kit. îtisaın bab: 5; Müslim Kit. Cihad bab: 49, 52, 54, 56 hn. 1757, 1758; EbÛ Dâvûd Kit. İmara bab; 19, hn. 2963, 2967; Tirmizî, Kit. Siyer bab: 44, hn. 1608, 1610; Nesei Kit. Fey'İ bab: 9, 16; Muvatta İmam Malik Kit. Kelam bab: 27; Müsned İmam Ahnıed, c. I, sh. 4, 6, 9, 10, 35, 47, 48, 49

[39] Buharı Kit. Cenaiz bab: 37. Kit. Vesaya bab: 2, 3 Kit. Menakıb bab: 49, Kit. Nefa-kat bab: 1, Kit. Marad bab: 13, Kit. Deavat bab: 43, Kit. Feraid bab: 6; Müslim Kit. el-Vasiyye bab: 5, 7, 8, 10 hn. 1628; Ebû Dâvûd Kit. Vesaya bab: 2, hn. 2864. Tir­mizî Kit. Cenaiz bab: 6, hn. 975, Kit. Vesaya Bab: 1, Nesâî Kit. Vesaya bab: 3; îbn Mace Kİt. Vesaya bab: 5, hn. 2708; Muuatta İmam Malik Kit. Vasiyye bab: 5

[40] Nisa, 11

[41] Buhârî Kit. Cihâd bab: 130. Megazi bab: 38; Kit. Zebaih bab: 28. Ayrıca bakınız Müslim Kit. Sayd bab: 23, 25, 26, 27, 30, 31, 34, 37. hn. 1407, 1937, 1939, 1940, 1802, 56l, Kit. Nikah bab: 30; hn. 1407; Neşet Kit. Sayd bab: 31; İbn Mace Kit. Ze­baih bab-. 13, hn. 3192, 3193, 3194, 3196; Darimi Kit. Edahi bab: 21, 22. Ayrıca bkz. Tirmizî Kit. Nikah bab: 29, hn. 1121. Müsned İmanı Ahmed c. II, sh. 21, 102, 143.

[42] Buharı, Kıt. Zebayih bab: 29, Kit. Tıb bab: 57; Müslim, Kit. Sayd bab: 12, 15, hn. 1932, 1933: Ebû Dâuûd Kit. Er'mıe bab; 32, hn. 3802; Nesei Kil. Buyu, bab: 79: Tir-mizîKit. Sayd bab: 11, hn. 1474; İbn Mace Kit. Sayd bab: 13, hn. 3232, 3233; Mu-vatta İmam Malik, Kit. Sayd, bab: 13

[43] Müslim, Kit. Sayd, bab: 16; hn. 1934; Ebû Dâuûd, Etime bab: 32 hn: 3803, 3804, 3805, 3806; İbn Mace Sayd bab: 13; hn. 3234

[44] İbn Mace Kit. Libas, bab: 19, hn. 3595, 3596; Nesei Kit. Zineh bab: 40

[45] Bkz. Baharı, Kit. Libas bab: 30; Müslim Kit. Libas 3-23, hn. 2066, 2067, 2068, 2069, 2070, 2071, 2072, 2073, 2074, 2075; Tirmizî, Kit. Libas, bab: 1, hn. 1720; Nesei; Kit. Zineh, bab: 40

[46] Bakara, 282

[47] Nisa, 23

[48] Buharı Kir. Şahadat bab: 7, Kit. Nikah, bab: 117, Kit. Hımış, bab: 4;Müslim Kİt. Rıdaa, bab: 2, hn. 1447; EbûDâuâd, Kit. Nikah bab: 4, hn. 2055; Tirmizî, hn. 1147; İbn Mace Nikah bab: 34, hn. 1937; Darimi, Nikah bab: 48; Muvatta Kit. Rıdaa bab: 1, 2; Müsned İmam Ahıned, c. I, sh. 275, 290...

[49] Araf, 157

[50] Nisa, 59

[51] Nur, 54

[52] Ahzab, 36

[53] Nisa, 69

[54] Nur, 52

[55] Nur, 51

[56] Ali İmran, 132

[57] Enfal, 20

[58] Ali İmran, 32

[59] Enfal, 24

[60] Nur, 56

[61] Nur, 54

[62] Ali İmran, 31

[63] Haşr, 7

[64] Buhârl, Kit. Libas, bab: 82, 84, 85, 87; Müslim, Kit. Libas: bab: 120 hn. 2125; Ebû Dâvûd; Kit. Terecciil bab: 5, hn. 4169; Tirmizi, Kit. Edeb, bab: 33 İm. 2782; İbn Mace, Kit. Nikah, bab: 52 hn. 1989

[65] Araf, 157

[66] Araf, 158

[67] Nisa, 80

[68] Nisa, 65

[69] Bakara, 184

[70] Bakara, 43

[71] Maide, 1

[72] Nahl, 44

[73] Necin, 3-4

[74] Nisa, 113

[75] Bakara, 231

[76] Şura, 52

[77] Buhârî, Kit. İtisam, bab 2; Müslim, Kit. Hac, bab 412 hn: 1337; îbn Mace, Kit. Mu­kaddime bab: 1; Nesâî, Kit. Hac bab: 1

[78] Tirmizî, Kit. İlim, bab 17 hn: 2679

[79] Ebû Dâvûd Kit. Sünnet bab: 6, hn: 4607; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 16 hn: 2676; îbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 42

[80] Tirmizî,  Kit. İlim, bab: 16. Hd: 2678

[81] Buhârî, Kit. Ezan bab: 18, Edeb bab: 27 Ehad bab: 1

[82] Nesâî, Kit. Menasik bab: 220; Müsned Ahmed b. Hanbel, c. III sh. 318 367

[83] Ebû Dâuûd Kit. Akdiye, bab: 11 hn: 3592, 3593; Tirmizî, Kit. Ahkam bab: 3 hn: 1327; Müsned İmanı Ahmed, c. 1, sh. 236, 242 Dârimî, Kit. Mukaddime, bab: 20 Bu hadisin senedinde isimlen belirtilmeyen kişiler vardır.

[84] Muvatta, Kil. Kader bab: 3.

[85] Buhârî, Kit. İnsani; Müsned, İmam Ahmed, II sil. 361; Müslim Kit. İmare bab: 32, 33 hn: 1853; Nesai, Kit. Beyat bab: 27

[86] Ebû Dâvûd, Kit. İlim, hn: 3646 Darinıi; Kil. Mukaddime bab: 13; Müsned İmam Ahmed c. II. sh. 162, 192

[87] Buhârî, Kit. İlim, bab: 39; Tirmizî, Kil İlim, bab: 12 hn: 2668; Menakib, bab: 46 hn: 3841; Müsned, İmam Ahmed, c. II sh. 249.

[88] Buhârî Kit. İlim bab: 39; Lukata 7; Ebû Dâvûd, Kit. Menasik, bab: 89 hn: 2017; Tir­mizî, Kit. İlim bab: 12, hn: 2667; Müsned îmam Ahmed, c. II, sh. 238.

[89] Tirmizî, Kit. İlim, bab: 12. hn: 2666 (Not: Bu hadisin ravilerinden biri eleştirilen bir zattır.)

[90] Ebû Dâvûd Kit. İlim bab: 10 hn. 3660; Tirmizî Kit. ilim bab: 7 hn. 2656-2657; İb-niMace Kit. Mukaddime bab: 18 hn. 230, 232, 236; Müsned İmanı Ahmed c. I Sh. 437 c. III Sh. 225 c. IV Sh. 8

[91] Ebû Dâvûd Kit. İlim bab: 10 hn. 3660; Tirmizî Kit. ilim bab: 7 hn. 2656-2657; İb-niMace Kit. Mukaddime bab: 18 hn. 230, 232, 236; Müsned İmanı Ahmed c. I Sh. 437 c. III Sh. 225 c. IV Sh. 8

[92] Buhârî, Kit. Tehcccüd, bab: 10; Müslim, Kit. Müsafirin; 177, 178, hn: 761; Ebû Dâ­vûd, Kit. Ramazan, hn: 1373; Nesâî, Kit. Kıyam el-Leyle bab: 1.

[93] Buharı, Kit. Savın bab: 20, 48, 50. Kit. Temenni, bab: 9; Müslim, Kit. Siyam, bab: 58 hn: 1102; Ebû Dâuûd, Kit. Savm, bab: 24, hn: 2360, 2361; Tirmizî, Kit. Savın, bab: 62 hn: 778; Dârimî, Kir. Savm, bab: 14; Muvatta, Kİt. Siyam, bab: 37, 38; Müsned, İmam Ahnıed, c. II. sh. 21, 102, 112

[94] Bkz. A.g.e.

[95] Ebu Rafı Resulullah'ın azadlı kölesi olup, İsmi Eslem'dir.

[96] Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 6 hn: 4605; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hn: 2663; îbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 13.

Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 6 hn: 4605; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hn: 2663; îbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 13.

[97] Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet bab: 6, hn: 4604; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hn: 2664; İbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 12; Müsned, İmam Ahnıed, c. IV, sh. 131.00

[98] Tirmizî, Kit. ilim: bab: 10 hn: 2664

[99] Hucurat, 1

[100] İsra, 85

[101] En'am, 38

[102] Nahl, 89

[103] Nisa, 65

[104] Nisa, 80

[105] Hicr, 9

[106] Müslim, Kit. Zühd bab: 72 hn. 3004; Ebû Dâvûd Kit. İlim bab: 31ın. 3647, 3648, Dârimî Kit. Mukaddime bab: 47; Müsned, İmam Ahıned, c. III sh. 12, 31

[107] Ebû Dâvûd, Kit. İlim, bab: 3 lın. 3646; Darimi, Kit. Mukaddime bab: 13; Müsned, İmam Ahmed, c. II sh. 162, 192

[108] Buhârî, Kit. İlim, bab: 39; Tirmizî Kit. İlim bab: 12 hn. 2668; Müsned, İmam Ah­med, c. II, 249.

[109] Buhârî, Kit. Lukata, bab: 7, Kit. İlini, bab: 39; Ebû Dâvûd, Kit. Menasik, bab: 89, hn. 2017, Kit. Diyet bab: 4. hn. 4505; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 12, 2667; Müsned, İmam Ahmed, c. II, sh. 238

[110] Tirmizî, Kit. İlim, bab: 12. hn. 2666 (Not: Bu hadisin ravilerinden biri olan Halid b. Murra eleştirilen bir ravidir.

[111] Bkz. Hattabi, Mealim Fi's-Siinen Şerhi Ebû Dâvüd, lın. 4604; Aridatü'l-Ahvez; c.

X, sh. 131, 133

[112] Aridatu'l-Ahvezi X, 331

[113] Tirmizi, Kit. Cum'a, bab: 80 (salat 434) h.n. 616 (hasen, sahili); Müsned İmam Ah-med, c. V, sh. 215; Müstedrek, c. I, sh. 9

[114] Resulullah'ın mutlak mahiyette olan fiillerinin hükmü hususunda alimler, farklı gö­rüşler zikretmişlerdir.

a.  Maliki alimlerinin  bir kısmına göre, bu fiiller, emirlerden daha kuvvetli bir şekil-

de vücub ifade ederler. Çünkü sahabeler Resulullah'ın Hudeybiye sulhundan sonraki "kalkın, kurbanları kesin, sonra başınızı tras edin" emrine uymakta ihmal­kar davranmışlar, fakat Resulullah'ın başını traş ettirip kurban kestiğini görünce der­hal onu yapmışlar. Hatta neredeyse birbirlerini çiğneyip ezecek hale gelmişlerdir. (Buhâri, Kit. Şurut, bab: 3)

b. Malikilerin ve Şafıilerin diğer bir kısmına göre ise, Resulullah'ın mutlak fiilleri, emirler derecesinde vücub ifade ederler. Zira Allah Teala; "Peygambere uyun ki doğ­ru yolu bulaşınız" (Araf, 158) buyurmuştur.

c. Şafii, Maliki ve Hanefi alimlerinden bir kısmı da Resulullah'ın mutlak fiillerinin hük-

mü araştırmaya tabidir. Daha baştan ne ifade ettikleri belli değildir. Resulullah'ın yaptığı bir işin önce hükmü araştırılır. Ne olduğu belli olunca ona göre amel edi­lir.

d.  Şafii alimlerinin diğer bir kısmı, zahiri mezhebine mensub olan alimlerin tümüne

göre, Resulullah'ın mutlak mahiyetteki fiilleri mendubluk ifade eder.

[115] Nesei, Kit. Menasik bab: 220; Müsned İmanı Ahıned, c. III, sh. 318, 366; Müslim, Kit. Hac, bab: 310, hn. 1297, Ebû Dâvûd, Kit. Menasik, bab: 76, hn. 1970

[116] Bakara, 196 

[117] Ali İmran, 97

[118] Nesei, Kit. Tahare bab: 196; Tirmizî, Kit. Tahare, bab: 11, hn. 144; Ebû Dâvûd, Kit.

Tahare, bab: 123, İm. 318, 319, 320, 328; İbn Mace, Kil. Tahare, bab: 90, hn. 566; Muvatta, Kit. Tahare, bab: 91

[119] Maide, 6

[120] Diğer bazı sahabeler ve tabiinler teyemmümün elleri bir kere toprağa vurup onun­la yüzü ve elleri meshetmek olduğunu söylemişlerdir. Bunlar, Rasulullalrtan nak­ledilen diğer bir rivayeti esas almışlardır. İmam Ahıned bin Hanbel de bu görüş­tedir. (Bkz. Tirmizî, Kit. Tahare, bab: 10, hn. 144)

[121] Ahzab, 21

[122] Buhârî, Kit. Hacc, bab: 50, 57; Müslim, Kil. Hacc, bab: 248, 251, hn. I27O; Ebû Dâvûd, Kit. Menasik, bab: 48, hn. 1873; Nesei, Kit. Hacc, bab: 147, 148; îbn Ma­ce, Kit. Menasik, bab: 27, hn. 294; Darimi, Kit. Menasik, bab: 42; Muvatta, Kİt. Hacc, bab: 115; Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 21, 26, 34, 35, 39, 46, 51.

[123] Buhârî, Kit. Cihâd, bab: 113, Kit. Şurut, bab: 4; Müslim, Kit. Musakat bab: 109;hn. 715; Tirmizl Kit. Buyu, bab: 30, hn. 1253, Bbû Dâvûd, Kit. Buyu, bab: 9, hn. 3505; Müsned İmam Ahmed, c. III, sh. 299

[124] Ahzab, 21

[125] Nisa, 59

[126] Ali İmran 31

[127] Araf, 157

[128] Nur, 63

[129] Ebû Dâvûd, Kit. Salat, bab: 89, hn. 650; Darimi, Kit. Salat, bab: 1003, Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 461, c. III, sh. 20, 92

[130] Buhârî, Kit. Cuma, b;ıb: 29, kit: Teravih bab: 1; Müslim, Kit. Müsafirin, bab: 177 178, hn. 761

[131] Çünkü şu deliller bunu gerektirin ektedir:

a. "Muhakkak Allah'ın Peygamberinde sizin için güzel bir numune vardır." (Ahzab, 21)

Bu ayet, Resulullah'a fiillerinde uymanın ayrı bir yeri olduğunu beyan etmektedir. Bir mani ortaya çıkmadıkça bu nasb amel edilir. Bu mani de o fiilin Resulullah'a has olduğunu beyan edecek olan delildir.

b. "... Zeyd, karısından ilişiğini kesip boşanınca Biz onu sana nikahladık ki, evlatlıkların ilişkilerini kesip boşadıkları eşleriyle evlenmekte, mü­minlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri mutlaka yerine gelir." (Ahzab 37).../...Bu ayet İfade ediyor ki, Resulullah hakkında bir şeyin mutlak bir şekilde he­lal olduğunun sabit olması, o şeyin ümmeti İçin de helal olduğuna delildir.

c. Allah Teala, Resulullah'a has olan fiillerin ona has oluşunu beyan eder. Mesela; nıe-

lıir vermeksizin evlenmenin sadece Resulullah'a has bir evlilik olduğu beyan edilerek buyurulmuştur ki: "Eğer mümin bir kadın kendisini Peygambere ba­ğışlar ve Peygamber de onu nikahlamak isterse, bunu da sana helal kıl­dık. Bu hüküm müminlerden ayrı olarak sadece sana mahsustur..." (Ah­zab, 50)

Eğer Resulullah'ın mutlak bir şekilde fiilinin kendisine mahsus olması sözkonusu ol­saydı, bu ayette mehirsiz evlenmenin sadece ona mahsus olduğunu beyan etme­ye İhtiyaç duyulmazdı.

d.  Yine Resulullah'ın mutlak bir şekilde yaptığı fiillerinin kendisine has fiiller olma-

dığı, böyle has olanların başka bir açıklama ile beyan edildiği şu hadis-i şerifler­den de anlaşılmaktadır.

Ömer bin Seleme Resulullah'a: "Oruçlu olan (hanımını) öpebilir mi?" diye sormuş, Resulullah da Ümmü Seleme'ye sor" demiştir. Ümiııü Seleme Ömer'e Resulullah'ın bunu yaptığını bildirmiştir. Bunun üzerine Ömer: "Ey Allah'ın Rasulü Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir" demiş, Resulullah da ona: "Dikkat edin, Allah'a yemin olsıtnki, ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve ondan en çok çekinenizim" cevabını vermiştir." {Müslim, Kİt. Siyam, bab: 74, hn. 1108)

Burada Ömer b. Seleme, "Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir" di­yerek oruçlu İken öpmenin caiz olmasının ona has olduğunu tahmin etmiştir. Resulullah da mutlak bir şekilde yaptığı fiillerinin kendisine has olduğunu tahmin et­menin doğru olmadığını ve insanların Allah'tan en çok korkanı olduğu halde on­lara yasaklananı, kendisinin yapmış olamayacağını beyan etmiştir.

Hz. Aişe diyor ki: "Resulullah insanlara emrettiğinde onlara güçlerinin yeteceği amel­leri emrederdi. Onlar da Ey Allah'ın Rasulü! Biz senin gibi olamayız. Çünkü Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir" diyorlardı. Resulullah bu sözle­re kızıyordu. Öyle kî, kızdığı yüzünden besbelli oluyordu. Ve sonra diyor du ki: "Sizin Allah'tan en çok korkanınız ve onu en iyi bileniniz benim" {Buhârî, Kit. İman, bab:13)

Enes b. Malik diyor ki: "Üç kişiden oluşan bir topluluk Rasulullalvın hanımlarının ev­lerine geldiler. Resulullah "in İbadetlerini soruyorlardı. Bu kendilerine bildirilince, sanki onlar Resulullah'ın İbadetlerini az gördüler ve dediler ki: Biz Resulullah'a nasıl ulaşabiliriz. Onun geçmiş ve gelecek günahları affedilin iştir."

İçlerinden biri: "Ben bütün gece boyunca namaz kılıyorum" dedi. Diğeri; "Ben her za­man oruç tutuyorum, orucuma hiç ara vermiyorum" dedi. Bir diğeri de: "Ben ka­dınlardan uzak duruyorum, hiç evlenmiyorum." dedi. Resulullah geldi ve buyur­du ki: "Şöyle şöyle söyleyenler siz misiniz? Dikkat edin, Allah'a yemin olsun ki, ben sizin Allah'tan en çok korkantntzım ve ondan en çok çekinenizim. Fakat ben kem oruç tutuyorum, hem de ona ara veriyorum. Hem namaz kılıyorum, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir. {Buhârî, Kit. Nikah, bab: 1)

Görüldüğü gibi, Resulullah'ın yaptığı bu amellerin ona has olduğu zannedilmiş, Resulullah da mutlak olarak yaptığı amellerin kendisine has olmadığını beyan etmiş­tir.

Peygamberler, kendilerine uyulan imamlar ve önderlerdi. "Biz onları emrimizle doğ­ru yolu gösteren imamlar yaptık." (Enbiya, 73)

"Allah İbrahim'e Ben seni imam yapacağım." (Bakara, 124) Peygamber, kendi­sine uyulan imam olduğu için, kendisine has olan fiillerin hususiliği beyan edilir. Diğer fiilleri ise, mutlak olarak bırakılır ki onlara uyulsun.

[132] Kasas, 15

[133] Taha, 121

[134] Enfal, 67, 68

[135] Tevbe, 43

[136] Abese, 1-11

[137] Müslim, Kit. Fedail, bab, 140, hn. 2361, 2362, 2363; İbn Mace, Kit. Ruhun, bab: 15 hn. 2470, 2471; Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 162, c. 3, sh. 152

[138] Bir kısım alimlere göre gece, kuşluk ve vitir namazlarını kılma, kurban kesme, mis­vak kullanma, borcunu ödeyemeyerek Ölenin borcunu ödeme, dünya ile ilgili ko­nularda görüş sahipleriyle istişare etme, hanımları boşayıp boşamama da serbest bırakılma Resulullah'a has olan farzlardandır.

Buna mukabil zekat ve sadaka alma, haince davranma Ojif şeyi diliyle söylemeksizin kaş göz işaretleriyle belirtip yaptırma) teçhizatını kuşandıktan sonra savaşmadan önce çıkarma ve benzeri şeyler sadece Resulullah'a haram kılınan hususlardır.

Diğer yandan dört hanımdan fazlasıyla evlenme, hiç açmadan oruç tutma, Mekke'de savaşma, ganimetin taksiminden önce ondan istediğini alma, ganimetin beşte bi-rinin beşte birini (1/25 - % 4) kendine ayırması, geriye miras bırakmaması, vefa­tından sonra da kocalığının devam eder olması ve benzeri fiiller yalnız Resulullah'a helal kılınan hususlardır. (Bkz. Kurtubi Tefsiri, c. XIV, sh. 221-223)

[139] Buhârî, Kit. Salat, bab: 89, Kit. Ezan bab: 69, Kit. Sehiv, bab: 4, 5. Kit. Edeb, bab: 45; Müslim, Kit. Mesacid, bab: 97, 99; hn. 573. Ebû Dâvûd, Kit. Salat bab: 189. hn. 1008; Tirmizî, Kit. Salat, bab: 175, c. 292, hn. 399

[140] Konu ile ilgili olarak bakınız: Müslim, Kit. Müsafirin bab: 101, 102, hn. 574; Tir­mizî, Kit. Salat, bab: 175, hn. 395

[141] Buhâri, Kit. İlim, bab: 39, Kit. Cihâd, bab: 176, Kit. Cizye, bab: 6, Kit. İtisam, bab: 26, Kit. Marad, bab: 17, Kit. Megazi, bab: 83; Müslim, Kit. Vasiyye, bab: 20, 21, 22; Müsned İmam Aiımed, c. I, sh. 222, 334, 335, 336, (rivayetler arasında kısmen fark­lılık olsa da netice itibari İle hepsi aynı manayı ifade etmektedirler.

[142] Buhârî, Kit. Cihâd, bab: 176

[143] Konuyla ilgili olarak bkz. Buhârî, Kit. Ahkam, bab: 1, Kit. Marad, bab: 16; Müs­lim, Kit. Fedaili's-Sahabe, bab: 11, hn. 2387; Müsned İmam Ahmed, c. 6, sh. 106,

[144] Bu hadisi Taberani, "Kebir" adlı kitabında zikr etmiştir. Bu hadisi yorumlayan "Mec-mau'z-Zevaid" adlı kitabın sahibi şöyle den "Ben hadisi rivayet eden Yakub'u da, babasını da raviler arasında zikreden birini görmedim.

[145] Tirmizi Kit. İlim, Bab. 18, hn. 236; Darimi, Kit. Mukaddime, bab: 24; Müsned İmam Ahmed, c. I, s. 437, c. V, sh. 183

[146] İbnMacet Kit. Ahkâm, bab: 17, hn. 2340, 234i. (Zevaidde 2840 nolu hadisin se­nedinin kopuk olduğu 2341 nolu hadisin senedinde Cabir el Cafi bulunduğu bu­nun da itham altında olduğu zikredilmektedir). Muuatta, Kit. Akdiye, bab: 31; Müs­ned İmam Ahmed, c. V, sh. 327