Mütevatir Hadis île Amel Etmenin
Hükmü:
Meşhur Hadis ile Amel Etmenin
Hükmü:
Ahad Hadis İle Amel Etmenin
Hükmü:
Ahad Hadisle Amel Etmenin
Şartları:
Dini Kaynak Olarak Sünnetin
Derecesi:
İslâm'da Sünnetin Yeri (Sünnetin
Delil Oluşu)
Sünnet Şeriatin İkinci
Kaynağıdır:
1. Kur'an-ı Kerim'de Sünnetin
Şer'i Delil Olduğuna Dair Beyanlar:
a. Allah'a ve Peygamberine İtaati
Birlikte Emreden Ayetler:
2. Resulullah'ın Sahih Sünneti
Fiil ve Sözlerini, Takrir ve Sıfatlarını Almamızı Emretmektedirler.
a. Resulullah'ın Sünnetine
Uymamızı Emreden Hadisler:
b. Sünnete Uyulduğunda
Sapıklıktan ve Cehennemden Uzaklaşılacağını Beyan Eden Hadisler:
c. Sünnetin Muhafazası îçin
Yazılmalarına Ruhsat Veren Hadisler:
d. Ezberlenen Sünnetinin
İnsanlara Aktarılmasını Emreden Hadisler:
3. Sahabeler, Sünnetin Şer'î
Delil Olduğu İnancını Taşımışlardır
4. Sünnetin Delil Olmayacağını
Söyleyen Hasta Kalpliler:
Sünnete Sokulmak İstenen
Şüpheler:
1. "Kur'an Yeter, Sünnete
İhtiyaç Yoktur" Diyenler:
2. "Kur'an Korunmuş Sünnet Korunmamıştır"
Diyenler:
3. "Sünnetle Amel Edildiğinde Şer'i
Hükümlerle Çelişir" Diyenler:
4. "Resulullah Hadis Yazmayı
Yasaklamıştır" Diyenler:
5. "Hadislerin Çoğu Kur'an'a
Ters Düşmektedir" Diyenler:
1. Kavli Sünnetlerin Emir
Kalıplarını İfade Etmesi Hükmü:
2. Resulullah'ın Fiili
Sünnetlerinin Hükmü:
1- Kur'an-ı Kerim'in Kapalı Olan
Âyetlerini Açıklayan Fiiller:
2. Kur'an-ı Kerim'i Açıklar
Mahiyette Olmayan Fiiller:
A. Resulullah îçin Sıfatı (Hükmü)
Bilinen Fiiller
B. Resulullah îçin Hükmü Bilinemeyen Fiiller
(Mutlak fiiller):
a. Yapılmalarında Sevap Umulmayan
Mutlak Fiiller:
b. Yapılmalarında Sevap Umulan
Mutlak Filler:
2. Resulullah'ın Beşeriyeti
Gereği Yaptığı Fiiller.
3. Yalnız Resulullah'a Mahsus Olan Hususlar:
4. Resulullah'ın Kasıtsız Şekilde
Yaptığı Fiiller (Sehven Yapılan Fiiller):
B. Vefatı Anında Kendisine Tam Malik Değilken
Kalem ve Yazı Malzemesi İstemesi:
Mealen Hadîs Rivayet Etmenin
Hükmü:
Sünnet; Peygamber
efendimiz (sav)in söylediği sözler, yaptığı işler ve doğru görüp reddetmediği
hususlardır. Tariften de anlaşıldığı gibi Sünnet üç çeşittir.
1. Peygamber
efendimizin sözleri; mesela: "Ameller niyetlere göredir”[1] hadisi
bu kabildendir.
2. Peygamber
efendimizin bizzat yaptığı işler. Meselâ; Resulullah (sav)in abdest alma ve
namaz kılma şekli fiili sünnetlerdir. Keza el kesmesi bu kabildendir.
3. Takriri
Sünnet: Peygamber efendimiz (sav)in, sahabe-i kiramın söylediği veya yaptığı
şeyler karşısında sükut etmesi, onlara karşı çıkmaması ya da razı olduğunu
gösteren bir tavır takmmasıdır. Çünkü Peygamber efendimiz (sav)in reddedilmesi
gereken bir mesele karşısında susması mümkün değildir. Zira Allah Teala
"o, iyiliği emreder, kötülükten men eder”[2] buyurmuştur.
Takriri sünnete misal
olarak şu hadis-i şerifleri zikretmek mümkündür: "Hazreti Aişe (ra) diyor
ki; "Bir gün bana bir firasetçi geldi.[3]
Zeydin oğlu Usame ile babası Zeyd bin Harise yatıyorlardı. Resulullah da orada
bulunuyordu. Firasetçi: "Bu ayaklar birbirlerindendir" dedi. Resulullah
buna sevindi ve bu onun hoşuna gitti. Bu halini Aişe'ye bildirdi.[4]
Resulullah bu olayda
neseb tesbiti için firasetçilerin görüşüne itibar edileceğine karşı çıkmamış,
bundan memnun olduğunu bildirmiştir. İşte bu, bir takriri sünnettir. Ancak
firasetin neseb tesbitinde delil olup olmayacağı alimler arasında
ihtilaflıdır. Bu konular hususunda fıkıh kitaplarına bakılmalıdır.
Cabir (ra) diyor ki:
"Resulullah bizi Kureyş'e ait bir kervanı gözetlememiz için gönderdi.
Başımıza Ebu Ubeyde bin el-Cerrah'ı emir tayin etti. Resulullah bize, azık
olarak ancak bir kırba dolusu hurma verebildi. Bize azık koymak için bundan
başka bir şey bulamadı. Ebu Ubeyde herkese günde bir hurma veriyordu. Ebu
Zubeyr diyor ki: "Cabir'e günde bir tek hurma ile ne yapıyordunuz"
diye sordum. O da şu cevabı verdi: "Biz o hurmaları çocukların emdiği
gibi emiyorduk. Sonra su içiyorduk. O gün geceye kadar bu bize yetiyordu.
Değneklerimizle palamut ağaçlarının yapraklarını döküyor, sonra onları ıslatıp
yiyorduk. Bir de baktık ki denizin kıyısında büyük bir kum yığını gibi bir şey
önümüze dikildi. Yanına geldik. Baktık ki o "anber (balina balığı)"
diye adlandırılan bir hayvanmış. Cabir diyor ki: "Ebu Ubeyde önce, bu bir
leştir, dedi, Daha sonra: "Hayır. Siz, Allah'ın elçisinin elçilerisiniz,
Allah yolundasınız. Sizler çaresiz kaldınız. Bundan yeyin" dedi.
Cabir diyor ki;
"Biz üçyüz kişi olarak o hayvanın yanında bir ay kaldık.[5] Öyle ki
bizler şişmanladık."
Cabir diyor ki:
"Biz o hayvanın gözbebeğinden testilere yağ doldurduk ve ondan boğa kadar
parçalar kesiyorduk. Ebu Ubeyde bizden on üç adamı götürüp o hayvanın gözünün
kovuğuna oturttu. O hayvanın kaburgalarından birini yukarıya doğru dikti.
Beraberimizde bulunan
develerin en büyüğüne eğer vurup üzerine bindi. Ve o kaburganın altından
geçti.
Biz o hayvanın elinden
haşladığımız parçaları azık olarak yanımıza aldık. Medine'ye dönünce Resulullah'a
gittik. Hadiseyi ona anlattık. Bunun üzerine Resulullah (sav) "Bu bir
rızıktır. Allah onu sizin için denizden çıkardı. Beraberinizde onun etinden
bize yedireceğiniz bir şey var mı?" dedi. Cabir diyor ki: "Biz o
hayvanın etinden Resulullah'a gönderdik. Resulullah ondan yedi"[6] Bu
olayda da Resulullah ölmüş balığın etinin yenilmesine dair bir ruhsat bulunduğuna
işaret etmiştir. Çünkü, buna karşı çıkmamış, aksine tasvip etmiştir. Ayrıca
zaruret halinde leşten yenilebileceğine dair bir ruhsat bulunduğunu takriri
sünnetiyle ifade etmişlerdir. Zira Ebu Ubeyde balığın bir leş olduğunu
zannederek ondan yemenin mubah olduğu kanaatiyle onu yemişler, Resulullah da
bu kanaatinin yanlış olduğunu beyan etmemiştir. Onun balık olması hasebiyle
sadece zaruret halinde değil, normal hallerde de yeni-lebilineceğini beyan
etmiştir.
Ebu Said el-Hudri
diyor ki, Resulullah'ın sahabelerinden bir topluluk yolculuğa çıkmışlardı.
Nihayet Arap kabilelerinden bir kabilenin bulunduğu bir yerde konakladılar.
Kendilerini misafir etmelerini istediler. O kabilenin insanları, onları misafir
etmemede direttiler. Bu esnada kabilenin efendisi (lideri) bir haşarat (akrep)
tarafından sokuldu. Onun için her türlü çareye başvurmuşlar. Fakat ona hiçbir
şey fayda vermemiş. Bunun üzerine kabileden bir kısım insanlar: "Şurada
konaklayan insanlara gitseniz. Belki onların bazılarında bir şey bulunur"
demişler. Onlar çıkıp sahabelerin yanına geldiler ve onlara: "Ey topluluk!
Efendimiz sokuldu, onun için her çareye başvurduk. Fakat bir fayda sağlamadı.
Sizin her hangi birinizde buna fayda verecek bir şey var mı" dediler.
Sahabelerden biri "Evet. Vallahi ben afsunlarım. Fakat biz size misafir
olmak istedik, siz bizi misafir etmediniz. Şimdi sizler bize bir ücret
vermedikçe ben onu afsunlamam" cevabını verdi.
Bunun üzerine onlar
bir sürü (otuz adet) koyun vermek üzere anlaştılar. O sahabe gitti. Sokulan
kişiye elhamdülillah! Rabbil alemini (fatihayı) okudu ve tükürüp üfledi.
Sokulan adam, sanki bağlandığı bir ipten boşanmış gibi oldu. Kendisinde
herhangi bir kıvranma olmaksızın yürümeye başladı. Onlar da ittifak ettikleri
ücreti verdiler. Sahabelerden bazıları: "Bunlar aramızda bölüştürülsün"
dediler. Fakat afsunlayan sahabe: "Resulullah'a varıp meseleyi ona
anlatmamıza ve bize ne emredeceğini görmemize kadar bir şey yapmayın" dedi.
Resulullah'a geldiler. Durumu ona anlattılar. Resulullah da: "Sen Fatiha
Sû-resi'nin afsunlama duası olduğunu nasıl bildin? Doğru yapmışsınız, onları
taksim edin. Bana da bir pay ayırın" buyurdu ve güldü.[7]
Görüldüğü gibi Resulullah
akrebin sokmasına karşı afsunlamanın bir sakıncası olmadığına işaret etmiş,
ayrıca afsunlayanın aldığı ücretin helal olduğunu vurgulamıştır. Ancak
afsunlamadan alınan ücret mezhebler arasında ihtilaflıdır. Bazıları, bu
olayların özel olaylar olduğunu, genel olarak alınamayacağını belirtmişler,
diğerleri ise bu olayların birer örnek olduklarını ve benzeri olaylar da caiz
olduğunu söylemişlerdir. Detay için fıkıh kitaplarına başvurulmalıdır.
Sünnet; ravilerin
sayıları ve güven derecelerine göre de kafi sünnet, zanni sünnet diye iki ana
kısma ayrılmaktadır. Ancak Hanefiler hadisleri
Mütevatir Hadisler,
Meşhur Hadisler, Ahad Hadisler diye üç kısma, Cumhur ulema ise hadisleri
sadece mütevatir ve ahad diye iki kısma ayırmışlardır.
Cumhura göre meşhur
hadisler ahad hadislerin sınıfındandır.
Sahabe, tabiin ve tebei
tabiin döneminde, yalan üzere ittifak etmesi mümkün olmayan bir topluluğun Resulullah'dan
rivayet ettiği hadislerdir.
Mütevatir hadislerin Resulullah'm
ameli olan sünnetlerden misali pek çoktur. Mesela Peygamber efendimizin namaz
kılma, oruç tutma ve hac etme şekli mütevatiren bizlere gelmiştir.
Mütevatir sünnetlerin Resulullah'm
sözü olan türüne örnek İse şu hadis-i şerifi zikretmek mümkündür: Hz. Ali Resulullah'ın
şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Bana yalan isnad etmeyin. Kim bana karşı
yalan uydurur-sa o kimse cehennem ateşine girsin.”[8]
Abdullah bin Amr'İn
rivayetinde bu hadisin metni: "Kim kasıtlı olarak bana karşı yalan
uyduracak olursa, cehennem ateşinde yerini hazırlasın, "[9] şeklînde;
Abdullah bin Abbas'ın
rivayetinde ise: "Benden bildiğiniz dışında hadis nakletmekten kaçının.
Kim kasıtlı olarak yalan uydurur da bana isnad edecek olursa cehennem ateşinde
yerini hazırlasın”[10]
şeklindedir.
Bu hadis-i şerif,
Cabir bin Abdullah[11] Enes
bin Malik,[12] Ebu Said el-Hudri,[13]
Abdullah bin Mes'ud,[14] Ebu
Hureyre[15] Mürre[16] Kays
b. Sad b. Ubade,[17] Seleme bin el-Ekva,[18] Ukbe
bin Amir,[19] Zeyd bin Erkam,[20] Halid
bin Arfada[21] Muaviye bin Ebu Süfyan[22] Muğire
bin Şu'be [23] Zübeyir bin Avam[24] gibi,
çokça sahabeden rivayet edilmiştir.
Tirmizî bu hadisin Ebu
Bekir, Ömer, Osman, Said bin Zeyd, Amr bin el-As, Büreyde, Ebu Musa el-Ğafiki,
Ebu Umame, Abdullah bin Amr el-Mukan-na ve Evs es-Sakafi tarafından da rivayet
edildiğini zikretmiştir.[25]
Mütevatir hadis ile
amel etmek farzdır. Çünkü Resulullah'dan geldiği kesindir. Zira tevatür yolu
ile gelişi Resulullah'a nisbetinin doğruluğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle
ittifakla mütevatir olan bir hadisi inkar eden dinden çıkmış olur.
Alimler bir hadisin
mütevatir olması için, en az kaç kişinin onu rivayet etmesi gerektiği
hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: Bazıları beş, bazıları oniki,
bazıları yirmi, bazıları kırk, bazdan yetmiş, bazıları ise üçyüzon küsur
kişinin her rivayet zincirinde rivayet etmesi gerektiğini söylemişlerdir.
Ancak belirli bir sayı
üzerinde karar kılınması doğru görülmemektedir. Zira ravilerin durumlarının da
dikkate alınması icab etmektedir.
Dikkat edilmesi
gereken bir nokta da şudur: Sahabe-İ kiram, tabiin ve tebei tabiinden sonraki
dönemlerde hadisin çok kişiler tarafından rivayet edilmesi, hadisi mütevatir
hadis derecesine ulaştırmaz.
Meşhur hadis, sahabe
döneminde, bir sahabenin veya mütevatir hadisde-ki sayıya ulaşmayan bir sahabe
topluluğunun, tabiin ve tebei tabiin döneminde İse, tevatür derecesine ulaşan
bir topluluğun Resulullah'dan rivayet ettiği hadislerdir. Meşhur hadise misal
olarak Ömer bin el Hattab (ra)'ın Resulullah'dan rivayet ettiği ve Buhârî'nin
Sahih'inde birinci hadis olarak zikrettiği şu hadisi göstermek mümkündür.
"Ameller ancak niyetlere göredir...”[26]
Görüldüğü gibi
mütevatir ile meşhur arasındaki fark şudur: Mütevatir hadis üç asırda da
tevatür yoluyla rivayet edilirken, Meşhur Hadis sadece tabiin ve tebe-İ tabiin
dönemlerinde tevatür yoluyla rivayet edilmiştir.
Meşhur hadis, katiyet
ve kesinlik ifade etmez. Kesinliğe yakın bir derecede zan ifade eder. Kişiye
güven telkin eder. Buna rağmen meşhur hadisle amel etmek vacibtir. Çünkü bir
sahabe veya sahabelerden rivayet edildiği kesindir. Sahabeler ise, itimat
edilecek kişilerdir. Hadisi Resulullah'dan rivayet ettiklerine güvenilir.
Ahad hadis sahabe,
tabiin ve tebei tabiin dönemlerinde tevatür derecesine ulaşmayan sayıdaki
insanın Resulullah'dan rivayet ettiği hadislere denilir. Buna misal olarak da
Ebu Hureyre (ra)ın rivayet ettiği şu hadisi zikretmek mümkündür: "Kim bir
koyun satın alır da onun memesi bağlanılarak sütünün toplandığını anlarsa, o
kişi üç güne kadar serbesttir. Dilerse, o koyunu olduğu gibi kabullenir,
istemezse koyunu geri iade eder. Onunla beraber bir sa'[27]
miktarı da hurma verir."[28]
Ahad hadis, tercih
edilen bir zan ifade eder. Yani Resulullah'dan geldiği zannı kuvvetlidir. Çünkü
hadisi rivayet edenlerde doğru söylediklerini ifade eden sıfatlar mevcuttur.
Bununla beraber ahad hadis, mütevatir derecesinde kesinlik ifade etmez. Zira Resulullah'dan
gelmesinde az da olsa şüphe vardır.
Yine Ahad Hadisler,
meşhur hadisler derecesinde kesinliğe yakın bir kanaat telkin etmezler. Keza
Ahad Hadisler, tabiin ve tebe-İ tabun dönemlerinde Meşhur Hadisler kadar İlgi
görmemişlerdir. İşte bu nedenlerle, kesin bilgilere dayanan, zan ve tahminler
üzerine kurulamayan İtikadı meselelerde Ahad Hadislere dayanılamaz. Buna
mukabil hukuki meselelerde doğruluğu tercih edilen Ahad Hadisler delil sayılır.
Hz. Ebu Bekir ve Hz.
Ömer (ra) iki kişinin işittiklerine dair şahitlik etmeleri halinde ahad
hadislerle amel etmişlerdir. Hz. Ali (ra) de hadisleri rivayet eden raviyi
doğru söylediğine dair yemin ettirir, sonra hadisle amel ederdi.
Ahad hadislerle amel
edebilmek için, ravilerde, hadisin lafzında ve manasında bir takım şartların
bulunması gerekmektedir.
a.
Naklettiği hadisi işittiği veya gördüğü zaman; ravinin temyiz gücüne sahip
olması ve onu muhafaza edebilecek yetenekte bulunması şarttır.
Bu aşamada ravinin,
ergenlik çağına ulaşmış olması, müslüman olması şart değildir. Bunun içindir
ki, hicret senesinde 9 yaşında bulunan Enes b. Ma-lik'in ve Resulullah'ın
ahirete intikali sırasında yaklaşık 10 yaşında olan Nu-man b. Beşir'in rivayet
ettiği hadisler kabul edilmiştir.
Aynı şekilde Mut'im b.
Cübeyr'İn (ra) müslüman olmasından önce Rasu-lullah'm Akşam Namazında Tûr
Suresini okurken duyduğunu rivayet etmesi kabul edilmiştir.
b. Buna
karşılık Hadisi rivayet ettiği vakitte, ravinin ergenlik çağına ermiş,
müslüman, adil[29] ve zabıt[30] olması
şarttır.
Ravinin Ahad hadisin
lafzından manayı tamamlayacak lafızları düşürmemesi şarttır.
Ahad hadisin manasının
dinde kesin olarak bilinen hususlara ters düşmemesi şarttır.
Bu şartlara İlaveten
fıkhi mezheplerde Ahad hadislerin kabulü için her mezheb kendisine ait bir
kısım özel şartlar aramaktadır.
a. Hadisi
rivayet eden ravi rivayet ettiği hadise muhalefet etmemelidir. Aksi taktirde
bu hadisin hükmünün başka bir hadisle kaldırıldığı anlaşılır ve bununla amel
edilmez.
İşte bu nedenledir ki,
Haneliler, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadisi delil olarak kabul
etmemişlerdir: "Köpek birinizin kabından su içtiğinde o kişi kabı yedi
defa yıkasın.”[31] Başka bir rivayette
"sizden birinizin kabından köpek su içtiği zaman onun temizlemesi,
birincisi toprakla olmak üzere yedi defa yıkamasıdır" şeklindedir/n Çünkü
Ebu Hureyre(ra) kendisi bu gibi kaplan üç defa yıkardı.
b. Hadis,
insanlar önünde tekrarlanan ve meşhur olması gereken bir mevzuda olmamalıdır.
Zira bu gibi mevzularda rivayet edilen hadisler Ahad yoluyla değil, tevatür
yoluyla gelirler.
Hanefiler bu noktadan
hareketle "rükua varırken ve rükudan kalkarken ellerin yukarı
kaldırıldığını" anlatan hadisi ve "namazda besmelenin aşikar
çekildiğini" bildiren hadis-i şerifi delil olarak almamışlardır. Çünkü
bunların kapsadıkları hususlar herkesçe meşhur olması ve gizli kalmaması
gereken meselelerdir.
Buna mukabil Hanefiler
"Namazda kahkaha İle gülmenin abdesti bozacağını" beyan eden hadis-i
şerifi kabul etmişlerdir. Çünkü bu husus çokça tekrar etmeyen bir hadisedir.
c. Ravi,
fakih değil ise, rivayet ettiği ahad hadisin kıyasa ve umumi kaidelere muhalif
olmaması gerekir. Çünkü mealen hadis rivayet etmenin yaygın olması sebebiyle,
fakih olmayan bir ravinin kıyasa ve umumi kaidelere muhalif olarak rivayet
ettiği hadisin doğruluğundan şüphe edilir.
İşte bu sebeple
Hanefiler, Ebu Hureyre'den (ra) rivayet edilen "Deve ve koyunların
memelerini bağlamayın. Kim böyle olan hayvanları satın alırsa, sağdıktan sonra
o kişi tki durumdan birini seçmekte serbesttir. İsterse onu olduğu gibi
kabullensin, istemezse onu geri versin ve onunla beraber bir sa'ölçüsü de hurma
versin"hadis-i şerifin[32] son
bölümündeki"... bir sa' ölçüsü de hurma versin" kısmını tazminatın
genel kaidelerine ters düşmesi sebebiyle reddetmişlerdir. Çünkü tazminatın
genel kaidesi şudur: Emsali bulunan şeylerin emsali ödenir. Emsali bulunmayan
şeylerin ise değeri ödenir. Hurma ise sütün ne emsalidir ne de değeridir.
Şayet ravi dört
halifeler, dört Abdullahlar, Zeyd bin Sabit ve Hz. Aişe (r.a.) gibi fıkhı bilen
bir kişi olursa, haber-i ahad kıyasa tercih edilir.
Diğer yandan Hanefiler
Mürsel Hadis'i delil olarak kabul ederler ve ona haber-i ahad gözü ile
bakarlar.
İmam Malik; ahad
hadisin delil olması için tek bir şart aramaktadır. O da; Ahad hadisin Medine
halkının amel ve davranışlarına ters olmamasıdır. Bir hadis'te "alışveriş
yapan iki taraf alışveriş yaptıkları yerden ayrılmadıkça,
alışverişlerini bozup
bozmamakta serbesttirler...”[33]
buyurulmuştur. İmam Malik, bu hadisi "Muvatta" adlı kitabında Altın
Zincir denen senetle[34]
rivayet etmesine rağmen, bunun hakkında şöyle demiştir: "Biz muhayyer
olmak için belirli bir sınır bilmiyoruz. Bu hadisle Medine'de herhangi bir
kimsenin amel ettiği bilinmemektedir." [35]İmam
Malik de mürsel hadisle amel eder.
İmam Safi ise Ahad
haberin delil olması için tek bir şart aramaktadır. O da; hadisin senedinin
kopuk olmamasıdır. Bu nedenle İmam Şafii mürsel hadislerle şu istisnai
durumlar dışında amel etmez.
a. Hadisi rivayet eden tabii Said b. el-Müseyyeb
ve Hasan Basrİ gibi sahabelerle sıkça görüşen biri olmalıdır.
b. Mürsel
hadisin doğruluğu ya başka bir müsnet hadisle desteklenmeli veya mürsel hadis
alimlerce kabul edilmelidir.
c. Mürsel hadis bazı sahabelerin sözlerine
uymalıdır.
d. Mürsel
hadis ilim erbabınca kabul edilip fetvaya esas teşkil etmeli veya kıyasa uygun
olmalıdır. Şayet bu hallerden birinden olmazsa, mürsel hadis delil olamaz.
Ahmed bin Hanbel ise;
Ahad hadisin kabulünde hiçbir şart aramadığı gibi, mürsel hadislerin kabulünde
de herhangi bir şart aramamaktadır.
Şuna iyi dikkat etmek
gerekir. Bir hadisin tesbitinin kesin oluşu onun manasını ifade etmesinin de
kesin oluşunu gerektirmez. Zira;
Mütevatir ya da
mütevatir olmayan hadislerden her biri ifade etmek İstedikleri manaları açık
seçik bir şekilde ifade ederlerse bunların manalarına delaletleri kesindir.
Eğer açık seçik ifade etmezler, çeşitli yorumlara müsait olurlarsa bu tür
hadislerin manalarına delaletleri zannidir. Mesela Resulullah nineye mirastan
altıda bir pay verdi [36]hadis-i
şerifi manasına delaleti kesindir. Ninenin mirastaki payının altıda bir
olduğunu beyan etmektedir. Fakat bu hadis ahad hadis olduğundan, doğru olduğu
zannidir, kesin değildir.
Sünnet-i seniyye
Kur'an'dan sonra gelmekte ve İslâm'ın ikinci kaynağını teşkil etmektedir.
Çünkü:
a. Genellikle
hadisler Kur'an-ı Kerim'i açıklar mahiyettedir. Bu itibarla birinci kaynak
Kur'an-ı Kerim, ikinci kaynak ise onu açıklayan Sünnet'dir.
b. Peygamber
efendimiz (sav) Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderdiğinde aralarında geçen şu
karşılıklı konuşma, Sünnet'in ikinci kaynak olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır.
Muaz b. Cebel, Resulullahla
aralarında şu konuşmanın geçtiğini rivayet eder: Resulullah:
- "Bir mesele ile karşılaştığında ne
yaparsın?" buyurdu. Muaz:
- 'Allah'ın Kitabında olanlarla hüküm
veririm" dedi. Resulullah:
- "Şayet Allah'ın Kitabında
bulunmazsa..."Muaz:
- "Allah Rasulünün Sünneti ile.." Resulullah:
- "Allah'ın Rasulünün sünnetinde de
bulunmazsa" Muaz:
- "Görüşümle İctihad ederim. Elimden gelen
gayreti harcamadan geri kalmam."
Muaz der ki; Resulullah
göğsüme vurdu ve şunları söyledi:
"Allah'ın
Peygamberinin elçisini Allah ve Rasulünün razı olacağı şeylere muvaffak kılan
Allah'a hamd olsun."[37]
Sünnette Kur'an-ı
Kerim'de Zikredilmeyen Hükümler Var mıdır?
Kur'an-ı Kerim İle
karşılaştırıldığında Sünnet'in hükümlerinin üçe ayrıldığı görülür.
1.Kur'an-ı
Kerim'de Bulunan Hükümlerin Aynısını İfade Eden Hadisler. Bunlar, Kur'andaki
hükümleri pekiştirme mahiyetindedir. Namaz, oruç, zekat ve haccın farz olduğunu
açıklayan hadisler bu türdendir.
2. Kur'an-ı
Kerim'in Getirdiği Hükümleri Açıklar Mahiyetteki Hadisler.
a. Mücmel olan âyet-i celileleri açıklayanlar.
Namazın şeklini öğreten ame-sünnetler bu kabildendir.
b. Genel
olan bir hükmü özelleştiren hadisler. Mesela; "Biz Peygamberler topluluğu
miras bırakmayız, bıraktıklarımız sadakadır."[38]
hadis-i şerifi Nisa Sûresi 11, 12 ve 176. âyetlerde zikredilen miras
hükümlerine Pey gamberler için bir özellik getirmektedir.
c. Mutlak
olan bir hükmü kayıtlayan hadisler: "Vasiyet malın üçte biri için
geçerlidir. Üçte biri de çoktur”[39] hadis-i
şerifi "Bu paylar ölenin borçları ödt> nip vasiyeti de yerine
getirildikten sonra hak sahiplerine verilir...”[40]
Âyet-i celiledeki mutlak vasiyyete üçte bir kaydını getirmektedir. Böylece terekenin
üçte birinden fazlasını vasiyyet etmek geçersizdir. Ancak mirasçı kabul
ederse; üçte birinden fazlasını yerine getirir.
3. Kur'an-ı Kerim'de Bulunmayan Yeni Hükümleri
Kapsayan Hadisler. Bu husus âlimler arasında ihtilaflıdır.
A. Bir kısım
âlimler; hadis-i şeriflerin Kur'an-ı Kerim'de bulunmayan yeni hükümler
getirdiği kanaatindedir. Buniar, delil olarak şu meseleleri ileri sürmüşlerdir.
a. Vahşi
olmayan eşeklerin etinin haram oluşu.
Enes Ora) der ki;
Peygamber Efendimiz (sav) geceleyin Hayber'e geldi. O, geceleyin bir kavme
varınca sabah olmadan savaşı başlatmazdı. Sabaha kadar beklerdi. Hayberlİler,
omuzlarında kürekler olduğu halde evlerinden dışarı çıktılar. Resulullah'ı
görünce; "İşte Muhammed (sav) ve beşli ordusu" dediler. Sonra da
kalalanna sığındılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) ellerini
kaldırarak; "Allahu Ekber, Hayber harab oldu. Biz bir topluluğun mıntıkasına
indiğimizde uyarılanların sabahı ne kötü olur" dedi. Biz eşekler
yakaladık, onların etini pişirdik. Peygamber efendimizin bir davetçisi şöyle
bağırdı: "Allah ve Rasulü eşek etlerini yemeyi size yasaklıyor" Bunun
üzerine kaplar dökülerek içindekilerle beraber kırıldı."[41]
Hadis-i şerifin ifade
ettiği bu hüküm yeni bir hükümdür. Çünkü Kur'an'da eşek etleri ile ilgili
herhangi bir hüküm yoktur.
b. Her
yırtıcı hayvanın ve leş yiyen pençeli kuşun etinin haram olması hükmü: Resulullah
(sav) "Her köpekdişi olan yırtıcı hayvanın yenilmesini yasakladı.”[42]
Diğer bir rivayette; "Resulullah (sav) köpekdişi olan her yırtıcı hayvanın
ve leş yiyen pençeli kuşun yenilmesini yasaklamıştır"[43] buyurmuştur.
Görüldüğü gibi bunların haram olması, hadis-i şerif ile beyan edilmiştir.
c. Altın ve ipeğin erkeklere haram oluşu:
Hz. Ali (ra.) der ki: Resulullah
(sav) sol eli ile İpeği sağ eli ile de altını tuttu. Ellerini bunlarla
birlikte yukarı kaldırdı ve şöyle buyurdu: "Bu iki şey ümmetimin
erkeklerine haram, kadınlarına helaldir,"[44]
Altın ve ipeğin haram olduğuna dair birçok rivayetler mevcuttur.[45]
d. Tek bir
şahid ve davacının yemin etmesiyle hüküm verme: Mesela, Allah Kur'an-ı Kerimde
"Ey iman edenler! Belirli bir vadeye kadar birbirinize borçlandığınız
zaman onu yazın... Erkeklerinizden iki de şahit tu-tun" [46]buyuruyor.
Sünnet, tek bir şahidin şehadetiyle birlikte yemin etmesinin Kur'an-ı Kerİm'de
zikredilen iki şahidin yerini tutacağını beyan etmiştir.
B. Diğer bir
kısım âlimler ise; hadislerin getirdiği her hükmün aslının Kur'an'da mevcut olduğunu
söylemişlerdir.
Bunlar, hadislerin
getirdikleri ve yeni oldukları zannedilen hükümlerin;
a. Kur'an-ı
Kerim'de aslı bulunan hükümlerin neticeleri ve teferruatı mahiyetinde
olduklarını belirtmişler ve: "Bu teferruatın Kur'an'daki asıl hükümlere
tabi oldukları gizlidir" demişlerdir. Mesela Kur'an-ı Kerim'de
"...Sütanneleriniz ve süt kızkardeşleriniz size haram kılındı"[47] asıl
hüküm zikredilmiş, Peygamber efendimiz de bunun detayı mahiyetindeki
"soydan dolayı haram olanlar süt emmeden dolayı da haramdırlar”[48] hadis-i
şerifini bu-vurarak evlenmenin haram oluşu bakımından soy, yakınlık derecesiyle
süt emme yakınlığı derecesinin aynı olduğunu bizlere bildirmiş ve yukarıda geçen
âyetteki asıl hükmün teferruatını beyan etmiştir.
b. Yahut,
hadislerde zikredilen ve yeni oldukları zannedilen hükümler, Kur'an-ı Kerim'de
aslı bulunan iki hükümden birinin kapsamına giren ve girdiği açıkça belli
olmayan hükümlerdir. Mesela Allah Teala: "Peygamber onlara temiz şeyleri
helal, murdar şeyleri ise haram kılar"[49] buyurmuş
Sünnet İse yabani olmayan eşekleri, yırtıcı hayvanları, leş yiyen pençeli
kuşları murdar olan şeylere ilave etmiş, kertenkele ve toy kuşunu da helal
şeylere dahil etmiştir.
İslâm dininin temel
iki kaynağından birincisi Allah Teala'nın Cebrail aracılığıyla Hz. Muhammed'e
gönderdiği Kur'an-ı Kerim, ikinci kaynağı ise, Kur'an'ı bize açıklayan Resulullah'ın
sünnetidir.
İslâm Ümmeti,
Kur'an'ın birinci, sünnetin de ikinci kaynak olduğu hususunda ittifak etmiştir.
Ancak bir kısım şaz mezhepler ve marjinal fırkalar, Ra-sulullah'ın sünnetinin
İslâm dininin ikinci kaynağı olması hususunda ortaya bazı tutarsız şüpheler
atmışlardır. İslâm düşmanları da bu şüpheleri değerlendirerek islâm ümmetinin
düşünce ve inançlarını bulandırmaya çalışmışlardır.
İslâm'ın devlet nizamı
olduğu zamanlarda, bu yüce dini İyi bilen, ona yöneltilen saldırılara cevap
verecek yetenekte olan alimler, sünnetin İslâm'ın ikinci kaynağı olduğuna gölge
düşürmek isteyenlere kafi derecede cevap vermişler ve kalpleri hasta olan bu
insanlara gereken ilmî delilleri zikretmişlerdir.
Ne yazık ki, birinci
dünya savaşından sonra müslümanlar tamamen mağlup olmuşlar ve İslâm dini
yürürlükten bütünüyle kaldırılmıştır. İslâm alimleri, darağaçlarına çekilmiş,
hapishanelere doldurulmuş, çeşitli terör ve despotluklarla susturulmuşlardır.
İşte böyle bir dönemde tekrar şaz görüşler yeniden hortlamış, marjinal kalan
fırkalar meydanları boş bulmuşlardır. Bunların eski hastalıkları yeniden
depreşmiş ve bunlar, çeşitli yollarla cahil kalan müslümanlan peygamberlerine
ve onun hadislerine karşı kışkırtmaya girişmişlerdir.
Bu gibi kimselerin
halini müşahade eden alimler, İslâm ümmetinin birlik ve beraberlik içinde
olmasına şiddetli bir ihtiyaç bulunduğu bir çağda bu gibi kimselere cevap
vermekten ise vermemeyi tercih ettikleri olmuştur. Fakat onlar, bunu idrak
edememiş, bu husustaki iddialarına yenilerini de ilave etmekten geri
durmamışlardır. Bu insanlar, şunu iyi bilmelidirler ki. bu davranışlarıyla
önce müslümanlar nezdinde Resulullah'ın itibarını silmeye, daha sonra da ona
gelen vahyin değerini düşürmeye hizmet etmektedirler. Diğer taraftan bunlar
müslümanlar arasında ayrılıklara, sebep olacak meseleleri gündemde tutmaya
çalışan ve emperyalist emeller doğrultusunda ilmîlik kisvesi altında faaliyet
gösteren oryantalistlerin amaçlarına, belli bir oranda da olsa, katkıda
bulunmaktadırlar.
İslâm'ın çerçevesi
dışına çıkan kadîyanilik, behailik, dürzilik, nusayrilik, raftzilik ve benzeri
fırkalar da önce hadislere şüphe sokarak işe başlamışlar, daha sonra ise haşa
Allah'ın bir beşere hulul edeceği (gireceği) İnancına kadar varmışlardır.
İşte İslâm'dan ayrılan
bu gibi mezhep ve fırkaların durumuna düşmemek için, sorumsuzca
davranışlarımızdan vazgeçmemiz, bir şey hakkında konuşuyorsak onu iyice
incelememiz ve insaf ölçülerini elden kaçırmadan onun hakkında fikir beyan
etmemiz gerekir. Zaten tarih boyunca da sünnete gölge düşürmek isteyen
fırkalar ya tamamen İnkıraza uğramışlar veya kabuklarına çekilerek felsefi tartışmalarla
kendilerini tatmine çalışmışlardır. Pratikte İslama ve müslümanlara herhangi
bir şey sunmamışlardır. Bu söylenenler bir iddia değil yaşanan bir gerçektir.
Sağımıza, solumuza baktığımızda bunu görmemiz mümkündür.
Hadislerin delil
oluşuna şüphe sokmak isteyenlere bir hatırlatma olmak üzere şunların kaleme
alınması uygun görülmüştür.
Kur'an, sünnet,
sahabelerin davranışları ve aklı selim, sünnetin, İslâm'ın ikinci kaynak
olduğunu ifade etmektedir.
Kur'an'da bir çok âyet
Resulullah'a itaat edilmesini emretmekte, O'na karşı gelmeyi yasaklamaktadır.
Bir kısım âyetler, Allah'a ve Rasulüne İtaati birlikte İfade buyururken, diğer
bir kısım ayetler Resulullah'a itaat etmeyi yalnız olarak zikretmişler,
böylece Resulullah'a İtaatin ayrı bir özelliği olduğunu beyan etmişlerdir.
Diğer bir kısım
âyetler de Resulullah'ın sünnetinin vahy olduğuna işaret etmişlerdir.
Konu ile ilgili olan
âyetleri şöylece sıralamak mümkündür:
"Ey iman edenler!
Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin. Sizden olan idarecilere de. Eğer
aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Peygamberine
götürün. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız (bunu böyle yapın) Bu
daha hayırlıdır. Netice olarak daha güzeldir.”[50]
Görüldüğü gibi âyetin
başında "Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin" buyrularak
"itaat edin" emri iki defa zikredilmiştir. Aslında Allah'a itaat peygambere
itaat demektir. Buna rağmen İtaat emrinin iki kez zikredilmesi, "Kur'an'da
zikredilmeyip sadece sünnette zikredilen hükümlere uymak gerekmez"
şeklindeki vehim ve kuruntuları bertaraf etmek ve Resulullah'ın hiçbir kimse
için sabit olmayan müstakil ve özel bir İtaat edilme hakkına sahip olduğunu
beyan etmek içindir. Bu nedenledir ki müslümanlardan olan idarecilere itaat
etme emri tekrarlanmamışım Çünkü onların Allah'a ve Peygambere itaat dışında
ayrı bir itaat edilme haklan yoktur. Kur'an gibi veciz bir kitapta itaat
emrinin tekrarı, gözden kaçırılmamalıdır.
Yine âyet-i kerimenin
devamında: "Eğer aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa
düşerseniz onun hükmünü Allah'a ve Peygamberine götürün" buyurulmaktadır.
Elbetteki anlaşmazlık
konusu olan meseleyi Allah'a götürmekten maksad, Allah Teala'nın kitabı olan
Kur'an'a başvurmaktır. Akıl sahibi hiç bir kimse, "Bundan maksat meseleyi
bizzat Allah'ın kendisine götürmektir" diye bir İddiada bulunamaz.
Meselenin hükmünü Resulullah'a götürmekten maksat ise, Resulullah hayatta iken
bizzat kendisine götürmek, vefatından sonra da sünnetine başvurmaktır. Resulullah'ın
vefatından sonra "sünnetinin hakemliğini kabullenmemek" âyetin geniş
kapsamlı manasını delilsiz olarak daraltmaktır, ilmi olmayan ve İslâm'ın
ruhuna ters düşen bir davranıştır. Çünkü bu iddiaya göre, Kur'an'm bu emri,
sadece Resulullah'ın yirmiüç yıllık peygamberliği dönemi için geçerli olur ki,
bu da "Kur'an'ın hükümlerinde esas olan kıyamete kadar baki
olmasıdır" esasına ters düşmekte ve Resulullah'ın Kur'an'ı uygulama
pratiği olan sünnet hazinesini hiçe saymaktır. Böylece âyetin cümle ve
kelimelerinden sünnetin şer'î bir delil olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yeter
ki onu düşünüp anlayacak akıllar bulunsun.
Başka bir âyette:
"Ey Muhammed! De ki: "Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin.
Eğer yüz çevirirlerse Peygamber sadece kendisine yüklenilen yükümlülükten
sorumludur. Sizler de size yüklenilen yükümlülükten sorumlusunuz. Eğer
Peygambere itaat ederseniz, hidâyete kavuşmuş olursunuz. Peygambere düşen,
ancak tebliğ etmektir"[51]
buyurulmaktadır. Görüldüğü gibi bu âyette de peygambere İtaat ayrı bir emir
olarak zikredilmiş ki, Peygamberin de özel bir itaat hakkı bulunduğu
vurgulansın. Ayrica Peygambere itaatin hidâyete eriştireceği zikredilmiş ve
böylece Rasulul-lah'ın zatının ve sünnetinin mü'minlerin rehberi olduğu beyan
edilmiştir.
Bu âyette dikkati
çeken diğer bir husus da şudur: "Peygambere itaatin insanları hidâyete
ulaştıracağı" vadiyle "peygambere düşen ancak tebliğ etmektir"
fermanının yanyana zikredilmesidir. Bu da göstermektedir ki, "Peygambere
düşen ancak tebliğ etmektir" ifadesinden maksad: " Peygamber, sapanların
ve isyankârların yaptıklarından sorumlu değildir" demektir. Yoksa bundan
maksad "Peygamber ancak Allah'ın emirlerini tebliğ eden bir postacı niteliğindedir.
Onun sünnetinin şer'î hiçbir değeri yoktur" demek değildir. Eğer böyle
olsaydı Allah'a itaatin emredilmesi yeterli olurdu. Ayrıca Resulullah'a itaat
etme emri yersiz ve anlamsız bir uzatma sayılır ve Resulullah'a itaatin
hidâyete ulaştıracağı vadi gerçek dışı bir vaad olurdu. Haşa Allah Teala böyle
bîr vâdden münezzehtir.
Diğer bir âyette
"Allah ve Rasulü, bir şey hakkında hüküm verdiği zaman herhangi bir mümin
erkeğin ve mümin bir kadının kendi işlerinde başka hükmü seçme hakları yoktur.
Kim Allah'a ve Rasulü1 ne isyan ederse, şüphesiz ki o açıkça sapmıştır"[52] Duyurulmaktadır.
Bu âyetteki: "Allah'ın verdiği hükümden" maksat O'nun bize gönderdiği
Kur'an'daki hükümlerdir. "Resulullah'ın verdiği hükümlerden maksat ise,
"Hayatta iken hakemlik yapıp verdiği hükümler ve beyan ettiği emir ve
yasaklardır."
"Resulullah'ın bu
hükümlerine sadece o hayatta iken uymak gereklidir. Vefatından sonra onun
hükümleri bizî bağlamaz" diyebilir miyiz? Bunu söylemekle delilsiz bir
iddiada bulunmuş olmaz mıyız? Böyle bir iddia ne derece doğru olur? Bugün Resulullah'ın
sünnetini kabul etmeyen bir insan onun hangi hükmünü kabullenmiş olur?
Allah Teala birçok
âyetinde, kendisiyle birlikte Peygamberine itaat edenleri övmekte onların
mertebelerinin yüksek olacağını ve kurtuluşa ereceklerini belirtmektedir.
"Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, İşte onlar Allah'ın
kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle
beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar”[53]
Şayet Rasuiuliah'a
itaatin bir anlamı olmasaydı, onu Allah'a itaatle birlikte zikretmenin manası
ne olurdu? Resulullah'a itaat, sünnetini almamızı gerekli kılmaz mı?
Rasufullah'ın sünnetini reddederek ona itaati hiçe sayanlar, bu âyetler
karşısında ne cevap vereceklerdir?
Yine şu âyetlerde:
"Kim Allah'a ve Rasulüne itaat eder, Allah'tan korkar ve O'ndan çekinecek
olursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir. "[54] "Aralarında
Peygamberin hükmetmesi için Allah'a ve Rasulüne davet edildikleri zaman
müminlerin sözü ancak "işittik ve itaat ettik" olur. İşte bunlar
kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir."[55]
"Allah'a ve
Peygambere İtaat edin ki merhamet oiunasınız"[56]
buyurulmaktadır.
Âyetlerde Allah'tan
korkmanın; Allah'a ve Rasulü'ne itaatle olacağı, müminlerin Allah'ın ve
Rasulü'nün hükmüne çağırılmaları halinde "işittik ve itaat ettik"
diyecekleri belirtiliyor. "Ben sadece Kur'an'a İtaat ederim, hadisler beni
bağlamaz" diyenler, takvaya nasıl erişebilirler ve mümin olma sıfatını nasıl
muhafaza edebilirler?
Allah Teala diğer bir
çok âyet-i kerime'de de kendisiyle birlikte Peygambere itaat etmeyenleri
kınamakta ve onları küfürle vasıflandırmaktadır:
"Ey iman edenler!
Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin. Davetini işittiğiniz halde peygamberden yüz
çevirmeyin."[57]
"De ki Allah'a ve
Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki Allah kâfirleri
sevmez."[58]
Peygamberin sünnetini
reddedenler bu âyeti çok iyi düşünmeli ve felsefi cedellerden
vazgeçmelidirler.
"Ey iman edenler!
Allah'ın Rasulü sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman
Allah'ın ve Rasulünün davetini kabul edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi
arasına girer ve O'nun huzurunda toplanacaksınız. "[59]
b. Yalnız Resulullah'a
İtaat Etmeyi Emreden Âyetler: "Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve
Peygambere itaat edin ki, merhamet edilesiniz."[60]
Sünneti red eden, bu itibarla Peygambere itaati hafife alan insanlar, bu âyeti
düşünüp kendilerine acısınlar ve nasıl bir tavır takındıklarını iyice gözden
geçirsinler.
"Eğer Peygambere
itaat ederseniz hidâyete erişmiş olursunuz..."[61]
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın..."[62]
Âyetin ifadesine göre Allah'ın sevgisine erişmek, Peygambere uymakla tahakkuk
ediyor. Temelsiz felsefelere ve akli cedellere uymakla değil.
"Peygamber size
ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakladıysa ondan da kaçının. Allah'tan
korkun. Şüphesiz ki, Allah azabı pek şiddetli olandır. "[63] Her
ne kadar bu âyet ganimet mallan hakkında inmişse de âyette geçen "ne
verdiyse" ifadesi genel bir anlam taşıdığından Resulullah'ın ümmetine
verdiği her emir ve yasağı kapsamakta ve sünnetin delil olduğunu göstermek
için yeterli görülmektedir. Çünkü Resulullah'ın ümmetine bahşettiği en değerli
hediyesi sünnettidir.
Nitekim İbn Cüreyc ve
Abdullah b. Mes'ud, bu âyeti umumi manada tefsir etmişler, emir ve yasağının
müslümanları bağladığını söylemişlerdir.
Bir gün Abdullah b.
Mes'ud: "Allah Teala dövme yapan (ben yapan) dövme yaptıran, tüylerini
alan, güzellik için dişlerinin arasını törpületen ve Allah 'm yaratma şeklini
değiştiren kadınlara lanet eder" demiştir. Onun bu sözü, Esedoğullarından
Ümmü Yakub isimli Kur'an'ı çok iyi okuyan ve anlayan bir kadına ulaşmış kadın
da İbn Mesud'a gelerek "İşittiğime göre sen şöyle ve şöyle olan kadınlara
lanet okumuşsun" demiştir. Abdullah bin Me-sud da o kadına şu cevabı
vermiştir:
"Niçin ben, Resulullah
tarafından lanetlenen ve Allah'ın kitabında da hükmü bulunan kimseleri
lanetlemeyeyim" Kadın: "Ben Kur'an'ın iki kapağının arasında bulunan
bütün âyetleri okudum. Böyle bir lanetleme bulamadım." demiş, Abdullah
bin Mes'ud da "Eğer okumuş olsaydın onu bulurdun. Sen Allah Teala'mn
"Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasak-ladiysa ondan da
kaçının" âyetini okudun mu? diye sormuş, kadın: "Evet okudum"
demiştir.Bunun üzerine Abdullah: "Kadınların bunları yapmalarını Resulullah
yasaklamıştır" demiştir.[64]
Görüldüğü gibi İbn
Mes'ud, bu âyeti "umum İfade eden bîr âyet" olarak genel anlamda
tefsir etmiştir. Ve Resulullah'ın buyurduğu veya yasakladığı her şeyin âyetle
zikredilmiş gibi hüküm İfade edeceğini söylemiştir.
"Ayetlerimize
İman edenler o kimselerdir ki, okuyup yazması olmayan ve Allah'ın elçisi olan
Peygambere uyarlar. Peygamber onlara iyiliği emreder, kötülüğü men eder. Temiz
şeyleri onlar için helal, murdar şeyleri de haram kılar. Onların üzerlerindeki
ağır yükleri ve kendilerini bağlayan bağları kaldır ir... "[65]
Ayette zikredilen
temiz şeyleri helal kılma ve murdar şeyleri haram kılma fiilleri Resulullah'a
izafe edilmiştir. Elbetteki bunun bir anlamı vardır. O da sünnete uymanın
gerekliliğini belirtmektedir.
"... o Peygambere
uyun ki doğru yola eresiniz."[66]
Peygambere uyma, sünneti kabullenme dışında nasıl mümkün olacaktır. Bundan
başka bir yol var mıdır?
Allah Teala diğer bazı
âyetlerinde de Peygambere itaat etmenin son derece önemli olduğunu beyan
ederek ona itaatin Allah'a İtaat sayılacağını, onun hakemliğini kabul etmeyenin
mü'min olamayacağını bildirmiştir. "Kim Peygambere itaat ederse şüphesiz
Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu
olarak göndermedik"[67]
Peygamberin
söylediklerine uymadan ve yaptıklarını yapmadan ona itaat edilmesi hiç mümkün
müdür? Bu da sünnetin şer'î bir hüccet olduğunun açıkça bir delili değil midir?
"Rabbine yemin
olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem, seçip sonra da
verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe
iman etmiş olamazlar."[68]
Bu âyette, Resulullah'ı
hakem seçmeyenin mü'min olamayacağı beyan edilmiştir. Resulullah'ın
hakemliğini sadece sağlığına tahsis etmek, bu âyeti dar bir çerçevede
yorumlamak olmaz mı? Sırf sünnete karşı çıkmak için bir zorlama sayılmaz mı?
Resulullah'a uymayı
emreden diğer âyetler de göz önünde bulundurulduğunda şu gerçek ortaya
çıkmaktadır: Resulullah'ın hakemliği hem hayatta iken hem de ölümünden sonra
geçerlidir. Vefatından sonra sözleri ve fiilleri alınarak hakemliği kabul
edilmiş olur. Âyette Resulullah'ın hakemliğinin sadece hayatı boyunca geçerli
olduğuna hiçbir işaret olmadığı gibi, Kur'an'ın genel İfadesi, onun
hakemliğinin ölümünden sonra da devam ettiğini gerektirmektedir. Bu da ancak
sünnetine uymakla olur.
Kur'an-ı Kerim mücmel
bir kısım farzlar ve genel kaideler getirmiştir. Bu mücmel farzların
tafsilatını ve genel kaidelerin detayını ancak Resulullah'ın açıklamasıyla
bilmek mümkündür. Mesela Allah Teala; "Ey iman edenler! Oruç size farz
kılındı..."[69] "Namazı kılın,
zekatı verin..."[70]
"Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin..."[71]
buyuruyor. Allah Teala bunların nasıl yapılacağını öğretmeyi Peygamber efendimize
bırakmıştır. O halde Peygamber'in sünneti olmadan bu emirlerin nasıl
yapılacağını bilmek mümkün değildir. Nitekim Allah Teala; "... Sana da
Kur'an'ı İndirdik ki, insanlara vahy edilenleri açıklayasın..."[72]
buyurmuştur.
Ayetler Resulullah'ın
sünnetinin de Allah tarafından bir vahiy olduğuna işaret etmektedirler. "O
arkadaşınız (Resulullah) kendi arzu ve hevasından konuşmaz. Onun konuştuğu
gönderilen vahiyden başka bir şey değildir. "[73]
"... Allah sana
kitap ve hikmeti indirmiş, ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın
sana olan lütfü büyüktür."[74]
"... Allah'ın
üzerinizdeki nimetini ve size indirdiği Kitabı ve hikmeti hatırlayın. Allah
bununla size öğüt verir. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi çok İyi
bilendir."[75]
Bu iki âyette,
indirildiği ifade edilen "Kitap"ıan maksadın Kur'an-ı Kerim olduğu
muhakkaktır. "Hikmet"ten maksat ise, birçok alime göre Resulullah'ın
sünnetidir. Bu İtibarla sünnetin de "vahy-î gayri metluv" olduğu
beyan edilmiştir. Zira hikmetin lügat manası, bir şeyi tam yerine koymak ve
bir işi İcap ettiği gibi yapmaktır. Resulullah'ın sünneti de bizlere dinin
nasıl tatbik edildiğini öğrettiği İçin ona hikmet denilmiştir.
"... Şüphesiz ki
sen, dosdoğru bir yola iletiyorsun."[76]
Âyette doğru yola iletme işi Resulullah'a isnad ediliyor. Bu da gösteriyor ki Resulullah'ın
söz ve fiillerinin İslâm şeriatında önemli bir yeri vardır. Şayet Resulullah'ın
sözü dinlenmeyecek ve fiilleri işlenmeyecek olursa, onun insanlara doğru yolu
göstermesi nasıl gerçekleşmiş olabilir?
Resulullah, çeşitli
hadis-i şeriflerinde bizlere sünnetine uymamızı, sünnetine tabi olduğumuz
takdirde sapmayacağımızı, sünnetini zihninde muhafaza edemeyenlerin yazarak
onu muhafaza etmelerini, ezberlenen sünnetinin İnsanlara nakledilmesini
emretmiş ve sünnetine karşı çıkacakların kendilerini beğenen şımarık kişiler
olacaklarını haber vermiştir.
"Ben sizi
bıraktığım müddetçe siz de beni bırakın. Sizden önceki ümmetler çokça soru
sormaları ve Peygamberleriyle anlaşmazlığa düşmeleri yüzünden helak
olmuşlardır. Ben size bir şeyi yasaklarsam, ondan kaçının. Bir şeyi de
emredersem onu gücünüzün yettiği ölçüde yapın"[77]
Diğer bir rivayette:
"Size konuştuğumda (hadis söylediğimde) benden alın, sizden öncekiler
çokça soru sormalarından ve peygamberleriyle ihtilafa düşmelerinden dolayı
helak olmuşlardır. "[78]
Irbad b. Sariye diyor
ki: "Birgün Resulullah bize namaz kıldırdı. Sonra bize yöneldi ve bizlere
Öyle etkili bir vaaz etti ki, onun tesirinden gözler yaş döktü, kalpler
ürperdi. Bir kişi "Ey Allah'ın Rasulü! Bu vaaz vedalaşan bir insanın
vaazı gibiydi. Sen bize ne yapmamızı emredersin?" dedi. Resulullah da
buyurdu ki: "Size Allah'tan korkmanızı, Habeşli bir köle dahi olsa, idarecinizi
dinleyip ona itaat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü sizin benden sonra
yaşayanlarınız çokça ihtilaflar görecektir. Siz benim sünnetimden ve hidâyet
üzere olan raşid halifelerin sünnetinden ayrılmayın. O sünnetlere sımsıkı
sarılın ve azı dişlerinizi üzerlerine kenetleyin. Sonradan uydurulan hususlardan
kaçının. Zira sonradan uydurulan herşey bid'attir. Her bid'at te sapıklıktır.
"[79]
Görüldüğü gibi,
hadis-i şerifte bid'atlerden kaçınabilmek için Resulullah'ın sünnetine ve raşid
halifelerinin İcma ve içtihadlarına uyulması emredilmektedir. Pratikte bunlara
uymayan mezheplerin sapıklıkları görülmektedir. Başka delile ihtiyaç yoktur.
Enes b. Malik diyor
ki: "Resulullah bana buyurduki: "Oğulcağızım! Eğer sen kalbinde her
hangi bir kimseyi aldatma isteği taşımayarak sabahlayabiliyor ve akşama
erişebiliyorsan, bunu yap." Sonra da bana buyurdu ki: "Oğulcağızım bu
benim sünnetimHir. Kim benim sünnetimi ihya ederse, şüphesiz o beni sevmiş
olur. Kim de beni severse, benimle birlikte cennette olacaktır."[80]
Görüldüğü gibi Resulullah,
kendisini sevmenin sünnetini ihya etmekle olacağını beyan etmiştir. Onun sünnetine
uymaksızın onu sevdiğini söyleyen nasıl doğru konuşmuş olur? Zira bir insanı
seven onun güzel amellerini yapmaya özenir. Resulullahı sevip de onun güzel
ahlâkını örneklendiren amellerini işlememek mümkün değildir.
Resulullah, namaz ve
hac gibi, ibadetlerin yapılma şekillerini kendisinden öğrenmemizi emrederek
buyurmuştur ki: "Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız o şekilde namaz
kılın. Namaz vakti geldiğinde biriniz ezan okusun. En yaşlınız imam olsun."[81]
Cabir bin Abdullah
diyor ki: "Ben, Rasuluilah devesine binmiş olarak şeytanı taşladığını
gördüm. O diyordu ki, "Ey insanlar! Hac ibadetlerinizi benden alın. Çünkü
ben bilemiyorum belki de bu yılımdan sonra bir daha hac yapamam. "[82]
"Resulullah Muaz
b. Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderdiğinde ona: "Sana bir dava arz
edildiğinde onun hakkında nasıl hüküm verirsin" diye sormuş. Muaz da
"Allah'ın Kitabıyla hüküm veririm" demiştir. Resulullah: "Eğer
Allah'ın Kitabında bulamazsan (ne ile hüküm verirsin) deyince. Muaz da: "Resulullah'ın
sürmeliyle" cevabını vermişti. Bz. Peygamber: "Şayet Resulullah'ın
sünnetinde de Allah'ın kitabında da meselenin hükmünü bulamazsan (ne
yaparsın)" diye sormuş. Muaz da: "Görüşümle içtihad ederim ve bütün
gayretimi harcamaktan geri durmam" demişti.[83]
"Sizlere iki şey
bıraktım. Bu ikisine sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız. Bunlar Allah'ın
Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir."[84]
Resulullah buyurdu ki:
"Bütün ümmetim cennete girecektir. Ancak imtina edenler (diretenler)
hariç." Dediler ki: Ey Allah'ın Rasulü! İmtina eden kimdir? Resulullah
da: "Bana karşı gelen imtina edendir" buyurmuştur."[85]
Abdullah b. Amr diyor ki:
"Ben ezberlemek maksadıyla, Resulullah'dan duyduğum her şeyi yazıyordum.
Kureyşliler beni bundan alıkoydular ve dediler ki: "Resulullah'dan
duyduğun herseyi nasü yazıyorsun? Nihayet o da bir beşerdir. Öfkeli olduğunda
da konuşuyor. Sakin iken de. Bunun üzerine yazmaktan vaz geçtim ve meseleyi Resulullah'a
anlattım. O da parmağıyla ağzına işaret ederek buyurdu ki: "Yaz. Canım
elinde olan Allah'a yemin olsun ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz. "[86]
Ebu Hureyre diyor ki:
"Resulullah'ın sahabelerinden hiçbir kimse, benden daha fazla hadis
rivayet etmiş değildir. Ancak Abdullah bin Amr hariçtir. Çünkü o hadisleri yazıyordu.
Ben ise, yazmıyordum."[87]
Resulullah Mekke'nin
fethinden sonra bir hutbe okudu. Hutbesinde Mekke'nin kutsallığını anlattı. Bu
hutbeyi dinleyen Yemen halkından Ebu Şah İsimli bir zat ayağa kalktı ve dedi
ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Bu söylediklerini bana yazılı olarak verir
misin?. Resulullah da buyurdu ki: Bunu Ebu Şah'a yazın”[88]
Yine Resulullah,
ezberlediği hadisleri unutmasından şikâyetçi olan bir zata eliyle yazıyı
göstererek buyurmuştur ki: "Sağ elinle yardımlaş"[89]
Görüldüğü gibi Resulullah,
zaman zaman hadislerin yazılmasını emretmiştir. Bu da sünnetin delil olduğunu
gösterir. Aksi takdirde delil olmayacak şeylerin yazılmasını emretmesi
anlamsız olurdu ki, bu da Resulullah'a layık olmayan bir husustur.
Zeyd bin Sabit Resulullah'ın
şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir: "Allah, bizden bir hadis duyup
da onu tebliğ edinceye kadar muhafaza eden kişinin yüzünü ak eylesin. Nice
kendisinden daha fakih (âlim) olanlara fıkhı (ilmi) taşıyanlar vardır. Nice
fıkhı taşıyıp nakleden vardır ki, kendisi fakih değildir.”[90]
Bu nedenle sahabeler, Resulullah
bir şey yapınca hemen ona tabi olmaya koşuyorlar, onun yaptığı işin
kendilerini bağlayıcı olup olmadığını araştırma İhtiyacı dahi
hissetmiyorlardı. Ancak Resulullah, bazı özel fiillerinin sahabeleri bağlamadığını
açıklıyor ve bu fiillerinde kendisine tabi olmamaları gerekdiğini beyan
ediyordu. Buna örnek olarak şu hadisleri zikretmek mümkündür.
Ebu Said el-Hudri
diyor ki: "Resulullah bir zaman sahabelerine namaz kıldırırken
papuçlarını çıkardı ve sol tarafına koydu. Cemaat bunu görünce onlar da
papuçlarını çıkarıp attılar.
Resulullah namazını
bitirince onlara: "Sizi papuçlarınızı atmaya sevk eden sebeb nedir?"
diye sordu. "Biz senin onları çıkarıp attığını gördük, biz de attık"
dediler. Resulullah (sav) de buyurdu ki: "Bana Cibril (as) geldi ve
pa-puçlarımda pislik bulunduğunu bildirdi. Sizden biriniz mescide geldiği zaman
papuçlarına baksın. Onlarda br pislik veya eziyet verecek bir şey görürse, onu
silsin ve onlarla namazını kılsın. "[91]
Hz. Aişe diyor ki:
"Resulullah bir gece mescitte namaz (teravih namazı) kıldı. İnsanlar da
onun kıldığı namazı kıldılar. Ertesi gün de o namazı kıldı. Bu defa İnsanlar
oldukça çoğaldı. Sonra insanlar üçüncü veya dördüncü gecede toplandılar. Resulullah
onların yanma gitmedi. Sabah olunca buyurdu ki: "Sizin ne yaptığınızı
gördüm. Sizin yanınıza gelmeme engel olan tek sebep, bu namazın size farz
kılınacağından korkmamdır" Bu olay Ramazan ayında olmuştu."[92]
Görüldüğü gibi
sahabiler, nafile ibadetlerde bile hemen Resulullah'a uymuşlar ve onun
yaptığını yapmaya çalışmışlardır.
Abdullah b. Ömer diyor
ki: "Resulullah, arasını açmaksızın (hiç iftar etmeksizin) oruç tutmaya
devam etti. İnsanlar da arasını açmadan oruç tutmaya devam ettiler. Fakat bu
onlara zor geldi. Bunun üzerine Resulullah onlara açmadan oruç tutmalarını
yasakladı. Onlar da dediler ki: "Sen de hiç açmadan oruç tutuyorsun."
Bunun üzerine Resulullah
buyurdu ki: "Ben sizin gibi değilim. Ben devamlı yedirilip
içiriliyorum."[93]
Diğer bir rivayette "... beni Rabbim yediriyor ve içiriyor”buyurmuştur[94] Elbetteki
sahabeler Resulullah'a tabi olmanın gerekli olup olmadığını bizlerden daha iyi
biliyorlardı ve gerekli olduğunu idrak ettiklerinden Resulullah'a hemen tabî
oluyorlardı. Bizlere ne oluyor da bunu kabullenmemeye çareler arıyoruz.
Kendimizi sahabelerden daha anlayışlı görüyoruz?
Peygamber efendimiz,
hadislerle amel etmeyecek olan kişilerin nasıl İnsanlar olacaklarını bizlere
tanıtmış ve bu gibi İnsanlardan uzak olmamızı beyan etmiştir.Bu hususta Ebu
Rafi[95] Resulullah'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Sakın sizden birinizi koltuğuna
yaslanmış otururken, kendisine emrettiğimiz veya yasakladığımız hususlardan
bir husus geldiğinde "biz bunu bilmiyoruz. Biz Allah'ın Kitabında ne
bulduksa ona tabi oluruz" diyen biri olarak görmeyeyim. "[96]
Mikdam b. Mâdi Kerib
ise Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. "Dikkat edin! Bana
kitap, bir de onun kadarı (vahyi gayri metluv.) verilmiştir. Yakında karnı tok
olan ve koltuğuna yaslanan bir kişi: "Siz sadece bu Kur'an'a sarılın. Siz
onda neyin helal olduğunu görürseniz onu helal sayın ve neyin de haram
olduğunu görürseniz onu haram sayın" diyecektir. Dikkat edin! Ehlî
eşeklerin etleri size helal değildir. Köpek dişi bulunan yırtıcı hayvanların
etleri de helal değildir."[97]
Diğer bir rivayette şöyledir. "Dikkat edin olabilir ki, koltuğuna
yaslanan bir kimseye benim hadisim ulaşır. O da der ki: "Bizimle sizin
aranızda Allah'ın kitabı bulunmaktadır. Onda neyin helal olduğunu görürsek onu
helal sayarız. Neyin de haram olduğunu görürsek onu haram sayarız."
Dikkat edin. Allah'ın rasulünün haram kıldığı Allah'ın haram kıldığı gibidir.
"[98]
Bütün bunlardan sonra
Peygamberi hafife almayı ve onun sünnetini red etmeyi, bir modernlik sayan,
kendilerinin de aydın ve İleri görüşlü oldukları vehmine kapılan bir kısım
zayıf iradeli taklitçilere şunu hatırlatmada fayda vardır. Sizler Resulullah'ın
sünnetini reddederek biryere varamazsınız? İslâm'a hizmet etmeniz yerine ona
şüpheler sokmuş oluyorsunuz. Resulullah'ı devre dışı bırakarak, Kur'an'ı
felsefi görüşleriyle açıklamaya çalışan şımarıklara zemin hazırlıyorsunuz.
İçinizden kâfirlere şirin görünme hastalığına yakalananlar da şunu iyi
bilsinler ki, bu halleriyle onlara yaranamazlar. Müslüman olduğunuzu
söylediğiniz müddetçe sizler onların nezdinde gericisiniz. Örümcek
kafalısınız. Yobazsınız. Mürtecisiniz. O halde nedir sizin bu haliniz? Kimlere
hizmet ediyorsunuz? İyi niyetli olmanız yeterli değildir. Biraz da kafanızı
çalıştırıp bilgisizliğinizi anlayınız. Aczinizi itiraf ediniz. Allah'ın
elçisinin önüne geçmekten haya ediniz ve şu âyetin sesine kulak veriniz:
"Ey iman edenler!
Allah'ın ve Rasulünün önüne geçmeyin. AUah'dan korkun. Şüphesiz ki Allah,
işiten ve bilendir."[99]
Diğer yönden başka bir
takım müminler de "Orta yolu tutalım. Hadisleri ne tamamen reddedelim. Ne
de sahih denen her hadisi alalım. Hadislerin rhü-tevatir olanlarını alalım.
Diğerlerini yedek bir kaynak kabul edelim. Aklımıza ve mantığımıza uyarsa onları
alırız. Şayet uymazlarsa almayız. Mütevatir hadisler de parmak sayılarım
geçmez" şeklinde iddialarla ortaya çıkmaktadırlar. Aslında bunlarla
hadisleri tamamen reddedenler arasında pratikte pek fark yoktur. Çünkü bunlar
da yalnız kendi ölçülerine göre mütevatir saydıkları bir kaç hadisi kayıtsız
şartsız kabullenmekte, diğer sahih hadislerin ka-bullenilmesinde akıllarını
hakem kılmaktadırlar. Bunlara şunu sormak yerinde olur: "Sizler mütevatir
olmayan sahih hadislerin kabul edilip veya edilmeyeceği hususunda aklınızı
hakem kılıyorsunuz. Ancak sizlerin her biriniz diğerinden farklı
düşünüyorsunuz. Şimdi müslümanlar peygamberlerinin hadisini bırakıp da
sizlerden hanginizin aklını esas alsınlar. Çünkü her biriniz kendi aklının daha
üstün olduğunu iddia ediyor. Yoksa sizler, müslümanla-rın ittifak içinde
olmalarından rahatsız mı oluyorsunuz? Müslüman olmanız dolayısıyla hakkınızda
böyle bir kanaate varmak İstemiyoruz. Fakat davranışlarınız İnsanları buna
sürüklüyor. Bırakın bu meseleleri de akıllarınızın enerjilerini müslümanlara
faydalı olacak meselelere harcayın. Zira İslâm dini, akılların mahsulü bir din
değil, nakillerin ortaya koyduğu bir dindir. Akıllarınızı nasları anlamada
kullanınız. Onları yargılamada kullanmayınız. Çünkü akıllarınız nasları yargılayacak
güçte değildir. Âyette buyurulduğu gibi: "Size İlimden sadece az bir pay
verilmiştir.”[100]
Rasulullalı'ın
hadislerini yargılamaya çalışan ve bilgiçlik taslayan bazı İnsanlar bir kısım
tutarsız delillerle hadislere olan güveni sarsmaya çalışmışlardır. Bunların
iddialarını şöylece özetlemek mümkündür.
Allah Teala şöyle
buyurmuştur: "... Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık..."[101]
"... Biz sana her şeyi açıklayan hidâyet rehberi, rahmet kaynağı ve
müslümanlar için bir müjde olan Kur'anı indirdik."[102]
iddiasını ileri sürmektedirler.Bu iddia tutarsızdır. Çünkü birinci âyetteki
"kitap"tan levh-i mahfuz mu yoksa Kur'an-ı Kerim mi olduğu hususu
ihtilaflıdır. "Levh-i mahfuzdur" diyen görüşde, hadise karşı
çıkanlar için herhangi bir delil yoktur. "Kur'an-ı Kerimdir" diyen
görüşe göre de bu âyette ve bundan sonra zikredilen âyette hadis düşmanlarına
herhangi bir delil yoktur. Çünkü âyetler, Kur'an-ı Kerim'in umumi kaideler
ihtiva ettiklerini beyan etmektedirler. Kur'an'ın ihtiva ettiği genel
kaidelerden biri de "sünnete başvurmanın zorunlu olduğu" kaidesidir.
Daha önce de izah edildiği gibi Cenab-ı Allah Kitabında bu hususu şöyle ifade
buyurmaktadır:
"Rabbine yemin
olsun ki aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin
hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla boyun eğmedikçe, iman etmiş
olmazlar."[103] Âyet-i
kerimede müminlerin aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Resulullahı hakem
seçmeleri emredilmekte ve bunu yapmadıkları takdirde mümin olamayacakları
bildirilmektedir. Elbetteki Resulullah hayatta iken hakem kendisi olacaktır.
Vefatından sonra ise onun sünneti hakem kabul edilecektir. Aksi takdirde, Resulullah'ın
hakemliği yirmi üç sene gibi bir zamana sıkıştırılmış olur ki bu da Kur'an'ın
emirlerinin kıyamete kadar baki olması esasına ve Resulullah'ı rehber kılma
emrine ters düşer. Diğer bir âyette "Kim Peygambere itaat ederse, şüphesiz
o Allah'a İtaat etmiş olur"[104] buyuru
1 maktadır. Allah Teala bu âyetinde Peygambere itaatin kendisine İtaat
sayılacağını bildirmiştir. Elbetteki Resulullah'a sağken itaat onun emir ve
sözlerini dinlemekle olur. Ölümünden sonra ise yine onun söz ve fiilleri olan
hadislere tabi olmakla olur. Şayet sadece Allah'a, dolayısıyla Kur'an'a itaat
etme söz konusu olsaydı Peygambere itaat edilmesinin em-redilmesİ boşuna
olurdu. Bu da gösteriyor ki hadislerle amel etmek Kur'an'ın hükümlerindendir.
Ve muhalifler tarafından delil gösterilen bu âyetlere hadisler de dahildir.
Allah Teala Kur'an'ı
bizzat kendisinin koruyacağını bildirmiş ve; "zikri biz indirdik. Onun
koruyucusu da şüphesiz Biziz"[105] buyurmuştur.
Hadisler için böyle bir garanti yoktur" demektedirler.
Bunların tutunmaya
çalıştıkları bu âyette Rasuluflah'ın sünnetini reddetmeyi gerektirecek bir
husus söz konusu değildir. Zira Resulullah'dan sonraki dönemlerde, sahabeler,
tabiiler ve tebei tabiiler hadislerin ezberlenmek suretiyle muhafaza edilmesi
hususunda bir beşerin gücünün yeteceği en son gayreti ve titizliği
göstermişlerdir. Bu zatlar sahih olan hadisleri, sahih olmayanlardan
ayırmışlar, hadis uyduranları tesbit edip soyutlamışlardır. Hadisleri rivayet
eden zatlarda ağır şartlar arayarak Resulullah'a karşı yalan uydurma yollarını
tıkamışlardır. Zaten hadis uydurmanın cezasının cehennem olacağını kesin olarak
bilen bir müslümanın hadis uydurması beklenilmeyen bir cinayettir.Zira Resulullah'a
yalan uyduran bir kişinin cezalandırılacağını belirten hadis-i şerif bizim
tesbitimize göre otuza yakın sahabeden rivayet edilmiştir. (Bu husus mütevatir
hadis bölümünde izah edilmiştir)
Diğer yandan delil
gösterilen âyetteki "zikir" kelimesine hadislerin de dahil olmadığı
kesin olarak söylenebilir mi? Âyette korunacağı beyan edilen zi-kire hadisler
de dahil ise âyeti sadece Kur'an'ın korunmasına tahsis etmek
delilsiz bir iddia
olmaz mı? "Sünnetle amel edildiği takdirde şer'î hükümler birbirleriyle
çelişirler. Zira hadislerin çoğunun delil olması tartışmalıdır, derler.
Onların bu iddiaları da tutarsızdır. Zira bir meselenin şer'î hükmünün ne
olduğu hususundaki İhtilafların sebebi, hadislerin şer'î delil sayılması değil,
naslardan hüküm çıkaran alimlerin aklî güçlerinin, ilmî seviyelerinin, kültürlerinin,
toplum yapılarının farklı olması ve nasların da genel ifadeler taşımalarıdır.
Hadislerle amel edilmediği ve yalnızca Kur'an'ın kaynak kabul edildiği
takdirde de bu türden olan ihtilaflar kaçınılmazdır.
Nitekim Kur'an-i
Kerİm'de geçen ve asıl anlamı "sona erme olan" Kuru1 kelimesinin
manasının adetten kesilme mi yoksa temizlikten kesilme mi manasına geldiği
hususu müctehit alimler tarafından ihtilaf edilen bir meseledir. Buna benzeyen
misaller pek fazladır.
Diğer yandan
hadislerle amel edilmediği takdirde bu tür ihtilafların yapılma ihtimali daha
çoktur. Zira âyetlerin yorumlamalarında akıllar esas alınacaktır. İnsanların
birbirleriyle ihtilaf ettikleri bir vakıadır. Hatta bir insanın akşamleyin
verdiği hükümden sabahleyin cayarak kendi kendine muhalefet ettiği
görülmektedir. Bütün bu İhtimallerle birlikte "Hadisler alınmazsa ihtilaflar
olmaz" demek yanlıştır. Bu anlayış taassuptan kaynaklanmaktadır. Böyle
yapan fırkaların bölük pörçük oldukları bilinen bir husustur.
"Resulullah
hadislerin yazılmasını yasaklamış ve: "Benden birşey yazmayın kim benden
Kur'andan başka bir şey yazdıysa onu imha etsin" buyurmuştur.[106] Bu
da hadislerin önemli olmadıklarını ve dini hükümler olamayacaklarını
gösterir" demektedirler.
Hadise soğuk bakan bu
gibi kimselerin ileri sürdükleri bu hadis de kendileri için delil değildir.
Çünkü hadislerin yazılmasını yasaklayan bu hadis-i şerif, İslâm'ın İlk
dönemlerinde Kur'anla hadisleri aynı malzemeler üzerinde yazarak onları
birbirine karıştırabilen vahiy katipleri hakkında varid olmuştur. Böyle
olmayan insanlar İçin hadislerin yazılmasının yasaklandığı vaki değildir.
Aksine yazmalarına ruhsat verilmiş, hatta emredildiği de olmuştur. Bunlara
örnek olarak daha önce zikredilen Abdullah bin Amr'a; "Yaz. Canım elinde
olan Allah'a yemin olsun ki, buradan haktan başka birşey çıkmaz. "[107] Ebu
Hureyre'nin: "Resulullah'ın sahabilerinden hiç bir kimse benden daha
fazla hadis rivayet etmiş değildir. Abdullah b. Amr hariç. Çünkü o yazıyordu
ben yazmıyordum"[108] ifadesi;
Mekke fethi gününde Hz. Peygamberin okuduğu hutbenin kendisine yazılı olarak
verilmesini isteyen Ebu Şah'ın olayı[109] ve
"Ensar'dan bir zata Rasululah'ın eliyle yazıyı göstererek sağınla (sağ
elinle) yardımlaş”[110] buyurması
zikredilebilir. Görüldüğü gibi hadislerin yazılmasının yasaklanması belirli
kişiler için söz konusu olmuştur. Genel bir yasaklama olmadığı gibi yer yer
teşvik de edilmiştir. Diğer yandan hadisleri reddedenlerin hadislere dayanarak
düşüncelerini isbatlamaya hakları yoktur. Hadisleri delil gösterme, onları
kabullenenlerin işidir. Hesabınıza gelince hadisleri almanız, gelmeyince
almamanız çelişki içinde olduğunuzu ve görüşlerinizin tutarsızlığını göstermektedir.
"Hadislerin çoğu
Kur'an'a ters düşmektedir. Bu nedenle bunları kabullenmek mümkün değildir.
Çünkü bir hadiste: "Size bir hadis geldiğinde onu Allah'ın kitabıyla
karşılaştırın. Eğer ona uyarsa o hadisi alın. Şayet uymazsa onu bırakın"
buyurulmuştur demektedirler.
Bunların bu delilleri
de asılsızdır. Birinci olarak delil gösterdikleri hadis sahih hadis
kitaplarında mevcut değildir. Yahya bin Mâin gibi hadis sarrafları "Bunun
uydurma bir hadis olduğunu zındıklar tarafından uydurulduğunu"
söylemişlerdir.[111] Aslında
hayret edilecek durum şudur; Bu kadar titizlikle toplanıp yazılan sahih hadis
kitaplarında ki sağlam hadisleri kabullenmekte zorlanan bu insanlar, kaynağı
dahi bilinmeyen ve ravilerden Eş'asın Sev-bandan hadis rivayet ettiği
görülmeyen bu "söze" hadis diye sımsıkı sarılmışlar, bir çok hadisi
Kur'an'la çelişir gibi gösterip red etmişlerdir. Aslında hadislerin Kur'anla
tamamen çelişmeleri mümkün değildir. Bu konu ile İlgili olarak Tirmizînin
şârihi Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah İbnu'l-Arabi özetle şunları
zikretmektedir: Hadisleri reddedenler üç kısma ayrılmaktadır:
A. Hadisi
küçümseyerek kasıtlı bir şekilde reddedenler. Bunlar Resulullah'la alay
ettikleri İçin kâfirdirler.
B. Hadisi
haber-i ahad olduğu için reddedenler. Bunların bazıları bid'at-çi diğer
bazıları da kâfirdirler...
C. Hadisi
Kur'an'a ters düştüğü için reddedenler. Bu şekilde mutala edilen hadisleri üç
kışıma ayırmak mümkündür.
a. Genel bir
hüküm İfade eden âyetlere muhalif olan hadisler. Bunlarla muhalif görülen
âyetleri birbirleriyle bağdaştırmak mümkündür. Hadislerin
Kur'an'm genel hükmünü
kayıtladığı veya tahsis ettikleri kabul edilir. Böylece ihtilaf ortadan
kalkar.
b. Kur'an'ın zahirine muhalif olan hadisler. Bu
hadislerle amel edilip veya edilmeyeceği şüphelidir. Eğer Kur'an da, hadis de
zahiri metinlerse, Kur'anla amel edilir. Şayet Kur'an zahiri bir metin şeklinde
ve hadis de nass olan bir metin şeklinde ise Kur'an'ın zahiri o hadisin
ifadesine göre tevil edilir.
c. Şayet hadisle Kur'an'm arasını bulmak
imkansız ise, bu takdirde Kur'an'la amel edilir. Ancak hadisle Kur'anın tamamen
birbirleriyle çelişecekleri ihtimalinde İhtiyatlı olunmalıdır. Bunların
birbirleriyle çelişeceklerine ihtimal veren hadis sahih değildir.
Batıldır."[112]
Araştırmaya
başvurmadan hadisin Kur'anla çeliştiğini savunarak onu hemen red etmeye
kalkışmak basitliktir. İlim adamına yakışmayan bir sıfattır.
Hadis alimleri,
hadislerin sağlamlık ve kuvvetlilik derecelerini tesbit için hayatlarını bu
yola vakfetmiş ve değerli çalışmalarını yazıp kaydederek günümüze kadar
gelmesini sağlamışlardır. Böylece hangi hadisin sahih, hangisinin asılsız
olduğunu tesbit etmişler, bir kısım insanların hadisler hakkında ileri geri
konuşmalarına yer bırakmamışlardır. Yeter ki bunların değerli eserlerini
okumuş ve neyin ne demek olduğunu anlamış olsunlar. Halisane bir niyet taşıyıp
insaf ölçülerini kaybetmesinler.
Fiili Sünnetler:
Resulullah'ın
söylediği bir söz veya yaptığı bir iş, yahut doğru gördüğü bir takrir
mahiyetinde olan sünnet, bizler için, farziyet mi, yoksa mendubluk veya
mübahlık mı ifade ederler. Fıkıh usulü alimleri Resulullah'ın sünnetini bizleri
bağlayıcılık derecesine göre kavli sünnet ve fiili sünnet diye iki ana kısma
ayırmışlar, takriri sünnetini ise, genel olarak kavli sünnetin dahilinde mütalaa
etmişlerdir.
Kavli sünnetlerin emir
kalıplarının ifade ettiği hüküm Resulullah'ın kavli sünnetinin ve buna
girdirilen takriri sünnetinin bizleri bağlayan şer'i bir delil oldukları,
alimlerce ittifakla kabul edilen bir konudur. Yeter ki, sahih olsunlar. Ancak
kavli ve takriri sünnetin farziyet veya mendubluk yahut mübahlık ifade
ettiğine dair herhangi bîr delil bulunmaz da bunlar mutlak mahiyette
olurlarsa, hangi hükmü ifade ettikleri, alimler arasında şu şekilde ihtilaflıdır:
a. Cumhur
ulemaya göre, aksine bir delil bulunmadığı taktirde mutlak mahiyetteki emirler
vücub (farz) İfade ederler. Ancak emirin vücubiyetten başka bir hüküm ifade
ettiğine dair herhangi bir delil bulunursa, bu taktirde o emir delilin
gösterdiği hükmü ifade eder. Cumhurun görüşüne göre Rasulul-lah'dan bir emir
duyulduğu taktirde hemen ona uyulması gerekir. Daha sonra o emrin başka bir
hüküm İfade edip veya etmediği araştırılır ve neticeye varılır. Vücub İfade
eden emirlere misal olarak şu hadisi zikretmek mümkündür: Ebu Umame el Bahili
diyor ki; Ben Resulullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Rabbiniz olan
Allah'tan korkun. Beş vakit namazınızı kılın. Ramazan ayınızın orucunu tutun
ve idarecilerinize itaat edin ki Rabbinizin cennetine giresiniz."[113]
b. İbn
Süreye gibi, bir kısım Şafii alimlerine göre ise, durup araştırmak gerekir. Resulullah'ın
mutlak olan emirlerinin hangi hükmü ifade ettikleri kesin olarak belli
değildir. Buna göre, Resulullah'tan bir emir duyulduğu zaman önce onun neyi
ifade ettiği araştırılır. Tesbit edildikten sonra ifade ettiği hükme göre
onunla amel edilir.
c. Maliki
mezhebinden olan diğer bir kısım alime göre ise, mutlak mahiyetteki emirler
aksine bir delil bulunmadıkça mübahlık ifade ederler. Ancak başka bir hüküm
ifade ettiklerine dair delil bulunursa, emirlerle ona göre amel edilir.
Cumhurun görüşü tercihe şayandır.
Resulullah'ın fiili
sünnetleri, çeşitli türlerde olduğu için, bunların hükümleri de türlerine göre
farklıdır.[114] Resulullah'ın bir fiili,
bizim için farz, vacip, mendub, mubah olabilir. Bu itibarla önce Resulullah'ın
fiili sünnetinin çeşitlerini daha sonra da her birinin hükmünü bilmek gerekir.
Teşrî sünnetler ve
teşri olmayan sünnetler diye iki kısma ayrılmaktadır.
Teşri Sünnetler:
Resulullah, bunları
bizler İçin bir şeriat ve uyulması icap eden bir nizam olsunlar diye yapmıştır.
Bu türden olan fiili sünnetlerde şu ihtimaller vardır:
Bu fiillerin hükmü,
açıkladıkları âyetin hükmü gibidir. Resulullah'ın fiilinin âyetleri açıklar
mahiyette olduğu iki şekilde anlaşılır.
Resulullah bunu sözü
ile beyan eder. Mesela; Resulullah hac farizasını yaptıktan sonra "Haccın
ibadetlerini (yapma şeklini) benden alın”[115]
buyurmuş, "haccı ve umreyi Allah için tamamlayın;[116]
"Oraya gitmeye gücü yeten herkese Allah için Kabeyi haccetmek farzdir.."[117]
âyetlerini yaptığı fiilleriyle açıkladığını beyan etmiştir.
Resulullah'ın yaptığı
işin şeklinden anlaşılır.
Mesela; Ammar bin
Yasir diyor ki; İnsanların yanında su yoktu... Aziz ve celil olan Allah temiz
toprakla teyemmüm etme ruhsatını indirdi. Bunun üzerine müslümanlar ve Resulullah
kalkıp ellerini yere vurdular. Sonra onları kaldırdılar, topraktan dolayı
onları silkelemediler ve o elleriyle yüzlerini ve ellerini omuzlarına kadar,
içten de koltuklarına kadar meshettiler.[118]
Bu hadis-i şerifte Resulullah'ın
teyemmüm ederken ellerini, omuzlarına ve koltuklarına kadar meshettiği
zikredilmektedir.Bu da teyemmümü beyan eden âyetteki "yüzlerinizi ve
ellerinizi toprakla meshedin" [119]ifadesindeki
"ellerden" maksadın abdestte olduğu gibi, ellerin dirseklere kadar
bölümü olduğunu göstermektedir. Buna göre, nasıl ki abdest alan ellerini
dirseklere kadar yıkar teyemmüm eden kişi de ellerini dirseklere kadar
mesheder. Çünkü Resulullah teyemmüm âyetini yaptığı fiiliyle böyle
açıklamıştır. Nitekim, Abdullah bin Ömer, Cabir bin Abdullah, İbrahim en-Nehai,
Hasan el-Basri, Süfyan es-Sevri, İmam Ebu Hanife, İmam Malik ve İmam Şafii;
"Teyemmümün elleri bir kere yere vurup yüzü meshetmek, bir kere daha
vurup elleri dirseklere kadar meshetmekten ibaret olduğunu söylemişlerdir.[120]
Yine Resulullah'ın hırsızın elini bilekten kesmesi, Maide Sûresi âyet 38. de
geçen ve hırsızların ellerini kesmeyi emreden âyetteki "el"
kavramından maksadın bileğe kadar olan kısım olduğunu göstermiştir.
Bu türden olan filleri
kendi aralarında da kısımlandırmak mümkündür.
Bunların hükmü şudur:
Eğer bu fiiller Rasullah'a has olan bir fiil değilse, Resulullah için bunların
hükmü ne İdiyse, müminler için de odur. Vacip idiyse, vacip; mendub
idiyse,'mendub; mubah idiyse mubahtır. Zira Allah Teala: "Muhakkak ki
Allah'ın Rasulünde sizin için güzel bir numune vardır"[121] buyurmuştur.
Sahabe-i Kiram da
böyle davranmışlardır. Mesela: Hz. Ömer'in Hacer-i Es-vedi öperken: "Ben
iyi biliyorum ki sen bir taşsın. Ne zarar verebilirsin ne de bir fayda. Şayet Resulullah'ın
seni öptüğünü görmeseydim, elbetteki seni öpmezdim"[122] demesi,
sahabelerin Resulullah'a kayıtsız şartsız uyduklarının bir ifadesidir. Hülasa,
Resulullah'ın bu türden olan fiillerine uyarız. Resulullah'a has oldukları
ortaya çıkıncaya kadar. Bu ortaya çıkarsa onlarla amel etmeyiz.
İslâm alimlerinin en
çok üzerinde durdukları ve haklarında çeşitli görüşler bildirdikleri filler bu
türden olan fiillerdir. Resulullah'ın bu fiillerini şu şekilde özetlemek
mümkündür:
Bunların hükmü bizler
için mubahtır. Dilersek onları yaparız, dilersek yapmayız. Resulullah'ın alış
veriş şekli buna örnektir. Mesela; "Resulullah, bir gazveden dönerken
yolda bir okka karşılığında Cabir bin Abdullah'ın devesini kendisine satmasını
teklif etmiş, Cabir de Medine'ye kadar binmesi şartıyla deveyi satabileceğini
bildirmiş, Resulullah da deveyi bu şartla satın almış ve Medine'ye döndüğünde
devenin bedelini ödemiş, kendisini de Cabir'e vermiştir. "[123]
Bu akitte Resulullah
(devenin Medine'ye kadar binilmesi şartını İçeren) şartlı bir satışı kabul
etmiştir. Bizler ise bunu kabul edip veya etmemede serbest sayılırız. Keza Resulullah,
satın aldığı bir malın hem bedelini vermiş, hem de o malı satana hediye
etmiştir. Bu ondan bir lütuftur. Bizler İçin bağlayıcı değildir.
Bu fiillerin hükmü
hususunda alimler farklı görüşler zikretmişlerdir. Durup araştırmak gerekir:
Bir kısım alimlere göre, Resulullah'm bu gibi fiilleri karşısında ne
olduklarını belirten bir delil ortaya çıkıncaya kadar durmak, onları yapmamak
gerekir.
Zira yapılan bu
fiillerin sıfatı (hükmü) belli olmadan onu işlemek Rasu-lullah'a tam uymak
olmaz. Çünkü Resulullah onu bir nafile olarak işlemişse biz de onu bir farz
olarak yapacak olursak bu Resulullah'a uymak değil ona karşı çıkmak olur. Tıpkı
Firavunun sihirbazlarının Musa'nın gösterdiği mucizelere benzeyecek sihri
yapmaya kalkışmalarına benzer ki, bu bir uyma değil karşı çıkmadır.
Bineanaleyh Resulullah'm mutlak fullerinin ne olduğuna dair bir delil buluncaya
kadar durmak ve hiç bir şey yapmamak gerekir. Ha-neti mezhebinden olan Serahsi,
bu görüşün batıl olduğunu söylemiştir. Çünkü bu görüş Resulullah'a uymayı
başlangıçta tehlikeli görmekte ve ona uyanı kınamaktadır.
Yapmak gerekir: Diğer
bir kısım alimlere göre ise, mutlak fiillerinin yapılmayacağına dair bir delil
bulunmadığı sürece bunlarda Resulullah'a uymak gerekir. Zira naslar Resulullah'a
uymayı emretmektedir. Bu naslardan bazıları şunlardır:
"Muhakkak
Allah'ın Rasulünde sizin için güzel bir numune vardır. "[124] "Ey
iman edenler Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin..."[125]
"De ki: Eğer
Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın."[126]
"Onlar
yanlarındaki Tevratta ve İncikle yazılı buldukları, okuyup yazması olmayan
Allah'ın elçisi Peygambere tabi olurlar... Peygamber onlara temiz şeyleri
helal, murdar şeyleri haram kılar.."[127]
"Peygamberin
emrine karşı gelenler, başlarına bir bela gelmesinden yahut şiddetli bir azaba
uğramalarından sakınsınlar."[128]
Uymak Serbesttir:
Başka bir kısım alimlere göre ise, Resulullah'm yaptığı fiillerin kendisi için
hangi sıfatta oldukları bilinecek olursa o fiiller, o sıfatlarıyla yapılarak Resulullah'a
uyulur. Vacip ise vacip olarak, mendub ise mendub olarak, mubah ise mubah
olarak yapılırlar. Şayet o fiillerin sıfatı bilinmeyecek olursa bunların mubah
oldukları tesbit edilir. Bunlar görüşlerine delil olarak şunları
zikretmişlerdir:
Ebu Said el-Hudri
diyor ki: "Bir zaman Resulullah sahabelerine namaz kıldırırken aniden
papuçlarını çıkarıp onları sol tarafına koydu. Topluluk bunu görünce onlar da
papuçlarını çıkarıp attılar. Rasululîah namazı bitirince, "sizi
papuçlarınızı atmaya sevk eden sebeb ne idi?" diye sordu. Onlar da:
"Biz senin onları çıkartıp attığını gördük. Biz de çıkarıp attık"
dediler. Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki: "Cibril (as) bana geldi ve
papuçlarımda pislik bulunduğunu bildirdi. Sizlerden biriniz mescide geldiği
zaman baksın, eğer papuçlannda bir pislik veya eziyet verecek bir şey bulunursa
onu sil-sin ve onlarla namaz kılsın.”[129]
Görüldüğü gibi
sahabeler, Resulullah'm mutlak olan fiiline açıklama olmadan uyulması
gerektiğini zannetmişler, Resulullah da onlara kayıtsız şartsız uymalarının
vacip olmadığını beyan etmiştir. Eğer Resulullah'm mutlak mahiyetteki fiiline
bir açıklama bulunmaksızın uyulması vacip olsaydı Resulullah onlara "sizi
buna sevk eden sebeb nedir" diye sormazdı. Sadece bunun özel bir durum
olduğunu açıklamakla yetinirdi. Bu da gösteriyor ki Resulullah'm mutlak
fiillerine uymak mubahtır. Farz değildir.
Hz. Aişe bildirmiştir
ki, Resulullah bir gecenin yarısında evden çıktı, mescidde namaz kıldı. Bir
kısım adamlar da onun kıldığı namazı kıldılar. Sabah olunca insanlar bunu
birbirlerine anlattılar. Ertesi gece daha fazla insan toplandı. Resulullah'la
birlikte namaz kıldılar. Yine sabah olunca insanlar bunu birbirlerine
anlattılar, üçüncü gece mescidin cemaati daha fazlalaştı.
Resulullah oraya
gitti. Namaz kıldı, onlar da onun kıldığı namazı kıldılar. Dördüncü gece olunca
artık mescid cemaati almaz oldu. Nihayet Resulullah sabah namazına gitti Onu
kıldırıp bitirince, insanlara yöneldi, şehadet getirdi. Sonra dedi ki:
"Sizin durumunuz gözümden kaçmadı. Fakat ben bunun size farz olacağından,
sizin de bunu eda etmekten aciz kalacağınızdan korktum."[130]
Görüldüğü gibi Resulullah
insanlara yaptığı her Fiilde araştırma yapmadan kendisine uymalarının doğru
olmayacağını, o zamanda nafile olan bir ibadetin insanların bu davranışlarıyla
farza dönüşebileceğini bildirmiştir. Bu da gösteriyor ki, Rasulullalı'ın sıfatı
bilinmeyen fiillerine uymak farz değil, mubahtır.
Bir de Resulullah'a
tam olarak uymak, onun yaptığı fiilin hem aslını hem de sıfatını yapmakla olur.
Onun yaptığı fiilin sıfatı (hükmü) bilinmez ise, kesin olan sıfatının sabit
olduğu kabul edilir. Bu da mubah olma sıfatıdır. Bunun dışındaki farzlık ve
mendubluk sıfatlarının var olmaları bunları ifade edecek delillerin varlığına
bağlıdır.
Diğer yandan fiiller
bir şeyi yapmak ve yapmamak olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Nasıl ki Resulullah'ın
bir şeyi terk etmesi halinde, bizim de onu terk ederek Resulullah'a uymamızı
emreden bir delil olmadıkça, Resulullah'a terk de uymamız gerekli değildir. Bir
şeyi yapmasında da durum böyledir. Onun yapılmasında Resulullah'a uymamızı
emreden bir delil olmadıkça serbest oluruz.
Ayrıca "Resulullah'a
bütün fiillerinde uymak gereklidir" demek herkesin onun bütün fiillerini
tesbit edip onlara uyması için gece gündüz Resulullah'tan ayrılmaması
gerektiğini söylemek olur ki, kimse bunu iddia etmemektedir. Bundan da
anlaşılıyor ki, bizler Resulullah'a mutlak fiillerinde uymakla yükümlü
değiliz. O bizim için mubahtır.
Hanefi âlimleri, Resulullah'ın
mutlak mahiyetteki fiilleri hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.
Cessas ve Serahsi'ye
göre, Resulullah'ın fiillerinin kendisine has oldukları ortaya çıkmadıkça
onlara uymak caizdir. Bu fiillerin has fiiller olduğuna dair deliller ortaya
çıkacak olursa o zaman o fiiller bırakılır.
Bunlara göre önce Resulullah'ın
yaptığına uyulur, Sonra onun Resulullah'a has olup olmadığı araştırılır.[131] Hanefilerde
tercih edilen görüş budur.
Kerhi ve benzeri
alimlere göre ise, Resulullah'ın fiillerinin kendisine has olmadıkları ortaya
çıkıncaya kadar onlara uyulmaz. Bu görüşte olanlara göre önce Resulullah'ın
fiillerinin kendisine has olup olmadığı araştırılır. Bu fiillerin Resulullah'a
has olmadıkları delillerle isbatlanmadıkça bu fiillere uyulmaz.
Bu hususta Kerhi,
diyor ki: Resulullah'ın fiillerinde iki ihtimal vardır.
- Fiil, Resulullah'a
has olan bir fiildir.
- Fiil, Resulullah'a has olmayan bir fiildir.
Eğer bir fiilin her iki
yöne de ihtimali varsa, bu yönlerden birine dair bir delil ortaya çıkıncaya
kadar beklemek gerekir. Çünkü ortada birbirleriyle çakışan İki ihtimal vardır.
Resulullah'ın teşri
olmayan fiilleri bizleri bağlamazlar. Onları yapmamız gerekmediği gibi Resulullah'a
has olan bazılarını da yapmamız yasaktır. Bu türden olan fiilleri şu ana
kısımlara ayırmak mümkündür. Zelle (ayak kayması), beşer olarak tabiatından
kaynaklanan fiiller, kasıtsız olarak yaptığı fiiller ve kendisine has olan
fiiller.
Bu İfadenin lügat
manası "ayak kayması" demektir. İstılahı manası ise, bir işi yapana
isteği olmaksızın musallat olan, onu asıl yapmak istediği şeyden alıkoyup
meşgul eden arızi bir fiildir. Bu kelimenin lügat manasıyla istilahi manası
arasında büyük bir bağlantı vardır. Nasıl ki yolda yürümek İsteyen kişinin,
istemediği halde ayağı kayarsa onunla meşgul olur, zelle yapan insan da bir
fiili işlerken ona arzulamadığı bir hal musallat olur, bu defa o kişi onunla
meşgul olur.
Bir peygamberin zelle
sayılan bir fiili işlediği şu iki yoldan biri ile bilinir:
A. Ya bizzat
kendisinin beyanından anlaşılır. Nitekim Hz. Musa'nın bir yumruk vurup Kıptiyi
öldürmesinden sonra: "Bu yaptığım şeytanın işidir. O gerçekten insanı
saptıran apaçık bir düşmandır"[132]
demesi zelle yaptığının kendisi tarafından beyanıdır.
B. Veya
Allah Teala'mn bildirmesiyle anlaşılır. Nitekim Hz. Adem'in yasaklanan ağaçtan
yemesinin bir zelle olduğu yüce Mevla tarafından bildirilmiş ve buyurulmuştur
ki: "Adem Rabbine karşı geldi ve yolunu şaşırdı.”[133]
Resulullah'tan meydana
gelen zellelere misal olarak şunlan zikretmek mümkündür:
Bedir'de esir alınan
müşriklerin öldürülmeleri yerine fidye karşılığı salıverilmeleri. Bu hususta
Allah Teala şöyle buyuruyor: "Hiçbir peygambere yeryüzünde düşmanlarına
tam bir darbe indirmedikçe esir almak yaraşmaz. Siz dünya malını istiyorsunuz.
Allah ise sizin için ahireti istiyor... Eğer Allah'ın geçmişte verdiği bir
hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size mutlaka büyük bir azap
dokunurdu."[134]
Âyet-i kerimenin "siz dünya malını istiyorsunuz" çoğul ifadesi
gösteriyor ki aslında Resulullahı bu yanlış sonuca düşürenler, esirlerin fidye
karşılığı affedilmesini teklif eden sahabelerdir. Bu nedenle sitem, Resulullah'a
değil topluluğa yapılmıştır.
Tebük savaşına
katılmamak için izin isteyen münafıklara izin verilmesi. Bu hususta Allah Teala
şöyle buyuruyor: "Allah seni affetsin. Doğru söyleyenler sana belli
olmadan ve yalan söyleyenleri de bilmeden cihada çıkmamalarına niçin izin verdin?"[135] Âyet-i
kerimede, Resulullah'a, daha evla olan "izin vermemeyi" terk
ettiğinden, nazik bir üslupla sitem edilmiş ve haklarında vahiy inmeden bunu
yapmaması icap ettiği belirtilmiştir.
Kureyş'in ileri
gelenleriyle meşgul olup, âmâ bir sahabenin sorularına cevap verilmemesi ve
ona iltifat edilmemesi. Bu hususta da yüce Mevla şöyle buyuruyor:
"Peygamber, âmâ geldi diye, yüzünü ekşitti, çevirdi. Ne biliyorsun belki
de o, kendisini arındıracaktı. Yahut Öğüt alacaktı da bu öğüdün faydasını
görecekti Fakat sen İhtiyaç duymayan kimseye alaka gösteriyorsun. Onun
temizlenmemesinden sana ne? Allah'tan korkup, koşarak sana gelene İse,
aldırmıyorsun. Hayır, öyle yapma. Bu âyetler bir öğüttür."[136]
Evet, Resulullah'ın
zelleleri bizler İçin bir teşri değildir. Bilakis bunların yanlış oldukları
belirtildiği için bunlardan kaçınmamız gerekmektedir.
Resulullah'ın bu
türden olan fiilleri de müminleri bağlayıcı değildir. Bunları da şu kısımlara
ayırmak mümkündür:
Peygamber Efendimizin
yaşadığı toplumda hakim olan ve Resulullah tarafından da yapılan örf ve
adetler teşri maksadıyla yapılmadıkları taktirde müminleri bağlamazlar. Mesela
Resulullah'ın yemek yeme, yürüme ve uyuma şekli hadislerle bağlayıcılığı
belirtilmediği taktirde bizleri bağlamazlar. Zira bunlar genellikle örf ve
adetle ilgili hususlardır. Örneğin elle yemek yemek, yalın ayak yürümek, deveye
binmek bizler için yapılması gereken fiiller değildir. Bunları yapmak
serbesttir.
Peygamber efendimizin
tecrübelerine dayanan, beşer olmasından kaynaklanan ve teşrii için yapmadığı
belli olan fiilleri, müminleri bağlayıcı değildir. Bunlara örnek olarak Resulullah'ın
hurma ağaçlarını aşılamayı uygun görmemesini zikretmek mümkündür.
Talha b. Ubeydullah
(ra) diyor ki: "Resulullah ile beraber hurma ağaçlarının üzerlerine çıkan
bir topluluğun yanından geçiyorduk. Resulullah bunları gördü ve "ne
yapıyorlar" dedi. Orada bulunanlar: "Ağaçlan aşılıyorlar, erkeğini alıp
dişisine aşılıyorlar" dediler. Resulullah: "Bunun bir fayda sağlayacağını
sanmıyorum" buyurdu. Resulullah'ın bu sözü ağaçları aşılayanlara ulaşınca
aşılamadan vazgeçip ağaçlardan indiler. Onların böyle yaptıkları Resulullah'a
ulaşınca şöyle buyurdu: "Ben sadece bir tahminde bulundum. Ben de sizin
gibi beşerim. Tahminimden dolayı beni muaheze etmeyin. Fakat sizlere Allah
Teala şöyle buyuruyor dediğim zaman onu alın. Çünkü ben Allah adına yalan
söylemem" diğer bir rivayette hadisin sonu şöyledir: "Dünyaya ait
işlerinizi siz daha iyi bilirsiniz.”[137]
Resulullah'ın yaptığı
bazı fiiller vardır ki, onlar yalnız Resulullah'a hastır. Onun dışındaki
müslümanların o fiilleri yapma yetki ve yükümlülükleri yoktur. Mesela, Resulullah'ın
dört hanımdan daha fazlasıyla evlenmesi, vefatından sonra onun hanımlarıyla
evlenmenin yasak olması, gece namazlarının ona farz olması, yiyip içmeden peş
peşe oruç tutması, zekat ve sadaka almanın kendisine ve ehli beytine haram olması
bu gibi fiillerdendir.[138]
Bunlar da bizlere bir
teşri olsunlar maksadıyla yapılmadıklarından bunların aynısını yapmamız caiz
değildir.
Bunlara misal olarak
şu hadiseleri zikretmek mümkündür:
Bu hususta Ebu Hureyre
(ra) diyor ki: "Resulullah bize günün yarısından sonraki iki namazdan
(öğle veya ikindiden) birini kıldırdı. O bize iki rekat kıldırdıktan sonra
selam verdi. Kalktı, camide yere yatırılmış bir ağacın yanına gitti ve ona
yaslandı. Sanki o, öfkeliydi. Sağ elini sol elinin üzerine koydu. Parmaklarını
birbirine geçirdi, sağ yanağını sol elinin üzerine koydu. Cemaatten hızlılar
mescidin kapısından dışarı çıktılar ve "namaz kısaltıldı" dediler.
Topluluğun içinde Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Fakat bunlar Resulullah'a
konuşmaktan çekindiler. Topluluğun içinde elleri uzun olan ve kendisine
"zülyedeyn" denilen biri de bulunuyordu. İşte bu zat dedi ki:
"Ey Allah'ın Rasulü! Sen unuttun mu? Yoksa namaz kısaltıldı mı? Resulullah
buyurdu ki: Ne unuttum, ne de kısaltıldı, (ne diyorsunuz?) Bu iş Zülyedeyn'in
dediği gibi mi oldu?" Oradakiler: "Evet öyle oldu" dediler..
Bunun üzerine Resulullah öne geçti. Terk ettiği kısmı kıldı. Sonra selam verdi.
Sonra tekbir getirdi. Secdeye vardı. Bu secdesi diğer secdesi gibiydi veya
biraz uzundu. Sonra başını kaldırdı. Tekbir getirdi. Tekrar tekbir getirip bir
daha secdeye vardı. Bu da diğer secdeleri gibi veya daha uzundu. Sonra başını
kaldırdı. Tekbir getirdi, ve selam verdi.[139] Resulullah'ın
ikindi namazını üç rekat kılarak selam verdiği daha sonra kendisine
hatırlatılınca bir rek'at daha kılıp sehiv secdesiyle tamamladığı da rivayet
edilmektedir.[140]
Bu hususta Abdullah
bin Abbas diyor ki: Resulullah (sav)in hastalığı ağır-laşınca şöyle buyurdu:
"Bana bir kitap (yazı yazılacak malzeme) getirin de artık benden sonra bir
daha sapmayacağınız bir yazıyı size yazayım." Bunun üzerine Ömer:
"Acı ve ağrılar Resulullah'a galip geldi. Bizim elimizde Allah'ın kitabı
bulunmaktadır. O bize yeterlidir" dedi. Sahabeler ihtilaf ettiler.
Gürültüler çoğaldı. Resulullah da buyurdu ki: "Kalkın, benden uzaklasın.
Benim yanımda tartışmanız size yakışmaz." Abdullah bin Abbas şunu söylemiştir:
"Bu tam bir felakettir. Resulullah (sav) ile yazacağı yazının arasına girilmiştir."[141]
Görüldüğü gibi hadis-i
şerifte Peygamber efendimizin (sav) ağır hastalığı esnasında yazı yazmak
istediği beyan edilmektedir. Aslında Resulullah'ın bu yazıda neler yazmak
istediği hadis-i şerifte açıkça belirtilmemekte, sadece o yazıldığı taktirde
müslümanların sapmayacakları bildirilmektedir. Halbuki birçok sahih hadis-i
şerifte kulların Allah Teala'nın Kitabına sarılmaları halinde sapmayacakları
beyan edilmiştir. İşte bu nedenle Hz. Ömer'in, Resulullah'm ağrılar içinde
kıvranırken böyle ağır bir şeye girişmesini uygun görmediği anlaşılmaktadır.
Zira ciddi şeyleri yazmak pür dikkatliliği ve yoğun eforu gerektirir. Diğer
yandan Resulullah hadisin çeşitli rivayetlerinde belirtildiği gibi, bu isteğini
perşembe günü bildirmiştir. Halbuki, Resulullah ondan sonra dört gün daha
yaşamış ve pazartesi günü ahirete irtihal etmiştir. Yaşadığı bu günlerde yine
Abdullah bin Abbas'ın rivayet ettiği hadisin sonundaki şu ifadeleri buyurmuştur:
"Müşrikleri arap yarımadasından çıkarın. Gelen heyetlere benim ikram edip
hediyeler verdiğim gibi siz de onlara ikram edip hediyeler verin..."[142]
Şayet Resulullah (sav) yazdırmak istediği yazıda önemli şeyler kaydettirmek
istese idi, yaşamış olduğu bu dört gün içinde elbettekİ bunları kaydettirirdi.
Bu da gösteriyor ki, Resulullah o anda tam kendine malik değildi. Bu sebeble
Hz. Ömer'in müdahalesi sözkonusu olmuştu.
Resulullah'm ağır
hastalığı anında böyle bir teşebbüse geçmesi, onun için haşa bir nakise
değildir, çünkü Resulullah'm bazı şeylerin yazılmasına karar verip daha sonra
ondan vazgeçtiği vakidir. Nitekim Resulullah hastalığının ilk başladığı zamanda
H2. Aişe'nin yanında iken ona şöyle buyurmuştur: "Babanı ve kardeşini
bana çağır da bir yazı yazayım. Çünkü ben korkuyorum ki arzulayanın biri bir
arzuda bulunur. Konuşanın biri de "ben daha evlayım" der. Halbuki
Allah ve müminler ancak Ebu Bekir'de diretirler....”[143]
Görüldüğü gibi
Peygamber efendimizin bizleri bağlayan teşri fiilleri bulunduğu gibi, bizler
için bağlayıcı olmayan mubah fiilleri de vardır, bu itibarla Resulullah'ın
fiilî sünnetini çok iyi inceleyip sınıflandırmak gerekmektedir. Bu hususta
gerek fıkıh usulü alimleri, gerek ise fıkıh alimleri büyük bir hassasiyetle
tetkiklerde bulunmuşlar ve bizlere değerli eserler bırakmışlardır. Bunları
dikkatle okuyup anlamak ve ona göre hareket etmek gerekir. Felsefi
düşüncelerle, bizans cedelleriyle bir yere varmak mümkün değildir.
Hadislerin, bizzat
Peygamber efendimiz'in söylediği kelimelerle rivayet edilmesi mümkün
olmadığından, aynı manayı taşıyan benzeri lafızlarla rivayet edilip
edilemeyeceği alimler arasında ihtilaflıdır.
Alimlerin çoğu,
kelimeleri okunduğunda ibadet sayılan veya veciz olan (kısa olmasına rağmen
geniş manalar İhtiva eden) hadisler dışındaki hadislerin, Peygamber
efendimiz'in söylediği kelimelere benzer lafızlarla mealen rivayet edilmesini
caiz görmüşlerdir. Fakat bu gibi hadisleri rivayet eden ra-vinin kelimelerin
delalet ettiği manaları ve metinlerin üsluplarını bilen bir kişi olmasını da
şart koşmuşlardır. Bu alimler şu hadis-i şerifi delil göstermişlerdir:
Abdullah'ın oğlu Yakub, dedesi Süleyman b. Ükeyme el-Leysi'den (ra) şu hadisi
rivayet eder: "Süleyman der ki: Peygamber (sav)in yanına geldik.
"Baba ve analarımız sana feda olsun ya Resulullah! Biz senden hadis dinliyoruz,
onu dinlediğimiz gibi rivayet edemiyoruz" dedik. Bunun üzerine Resulullah
şu cevabı verdi: "Haramı helal, helali haram yapmadıkça manayı da ifade
ettiğiniz sürece bir mahzur yoktur.”[144] Bu
hadis Hasan el-Basri'ye zikr edilince "Eğer bu hadis olmasaydı rivayette
bulunmazdık" demiştir. Ayrıca bir kısım hadislerin mealen rivayet
edildiği bir gerçektir. Zira aynı mevzuda rivayet edilen hadisin değişik
lafızlarla rivayet edildiği görülmektedir.
Diğer bir kısım
alimler ise; hadisin manasında değişiklik olmaması için, mealen hadis rivayet
etmeyi caiz görmemişler, delil olarak da şunları zikretmişlerdir: "Allah
bizden birşeyi işitip de aynen işittiği gibi tebliğ edenin yüzünü ak etsin.
Nice kendisine tebliğ edilen vardır ki; bizzat işitenden tebliğ edileni daha
iyi muhafaza eder."[145]
Bir kısım hadisler
vardır ki; bizzat Resulullah'ın söylediği lafızlar söylenerek ibadet edilir.
"Ezan" ve "Ettehiyyatü" bu kabildendir.
Yine bir kısım
hadisler vardır ki; bunlar Resulullah'ın vecizeleridir. Başka lafızlarla o
manaları ifade etmek mümkün değildir. "Ne zarar verme vardır, ne de
zarara karşı zarar vermek[146] hadis-i
şerifi bu türdendir. Mallarda karşılıklı zarar verilemez demektir.
Birinci gruptan olan
alimler, lafızlarıyla ibadet edilen ve Resulullah'ın vecizeleri sayılan
hadisler dışındaki hadislerin mealen rivayet edilebileceğini söylemişlerdir. Bu
nedenle bu son itiraz geçerli değildir.
[1] Buhârî.Kit.Bedu'l-Vahy, bab: 1, Müslim, Kit. İmâre,
bab: 155, hn. 190; Ebû Dâvûd, Kit. Talak, hn. 220, Nesei, Kit. Tahare bab: 59;
İbn Mace, Kit. Zühd, bab: 26, hn. 4227
[2] Araf, 157
[3] Firaset; insanların yüzlerinden, organlarından, şekil
ve biçimlerinden, tabiat ve neseblerini çıkarmaya denilir. Bunu yapana da
firasetçi denilir.
[4] Buhârî Kit. Fedail bab. 17; Müslim Kit. Rida, bab. 40,
hn. 1459; Muvatta Kıt. Ak-tive bab: 22
[5] Buhârî'nin rivayetinde "yarım ay" dır. İki
rivayetin bağdaştırılması şöyledir. Deniz sahilinde biray kalmışlar. Onbeş gün
hayvana rastlamadan önce onbeş günde rastladıktan sonra Buhârî'de hadis bu
şekilde rivayet edilmektedir.
[6] Müslim, Kit. Sayd, bab: 17, lın. 1935; Nesei, Kit.
Sayd, bab: 35, lın. 4358; Ebû Dâvûd, Kit. Atime, Bab: 48, hn. 3841; Müsned,
İmam Ahmed, c. III, sn. 311. Ayrıca özetle Buhârî, Kit. Megazi, Bab: 85, Kit.
Zebaih, bab: 12.
[7] Buhârî, Kit. icare, bab: 16, Kit. Tıbb, bab: 33, 39;
Müslim, Kit. Selam, bab: 65, hn: 2201
[8] Buharı, Kit. İtim, bab: 38; Tirmizî, Kit. İlim, bab:
8, hn. 2660, Kit. Menakib, bab: 20, hn. 3715, îbnMace, Kit. Mukaddime, bab: 4,
hn. 11
[9] Buharı, Kit. Enbiya, bab: 50; Tirmizî Kİt. İlini, bab:
123, hn. 2669; Müsned İmanı Ahmed, c. II, sh. 59, 171, 202, 214
[10] Tirmizî, Kit. Tefsir, sûre, 1, bab: 1, lın. 2951;
Darimi, Kit. Mukaddime, bab: 25
[11] İbn Mace, Kit. Mukaddime, Bab: 4, lın. 33; Darimi,
Kit. Mukaddime, bab: 25; Müsned İmam Ahmed, c. III, sh. 303
[12] Tirmizî Kit. İlim, bab: 8, hn. 2661; îbn Mace, Kit.
Mukadime, bab: 4, hn. 22; Darimi, Kit. Mukaddime, bab: 25; Müsned İmanı Ahmed,
c. III, sh. 98, 113, 116, 166, 167, 176, 209, 223, 278, 280; Buhârî, Kit. İlim,
Bab: 38
[13] Müslim, Kit. Zühd, bab: 72, hn. 3004; İbn Mace, Kit.
Mukaddime, bab: 4, hn. 37; Müsned İmam Ahmed. c. III, sh. 39. 44, 45, 56
[14] Tirmizî, Kit. Fiten, bab: 70. hn. 2257; İbn Mace, Kit.
Mukaddime, bab: 4, hn. 30
[15] Buhâri, Kit. Edeb, bab: 109; İbn Mace, Kit. Mukaddime,
bab: 4, hn. 34; Müsned İmam Ahmed, c. II, sh. 410, 413, 469, 519; Buhârî, Kit.
İlim, bab: 38
[16] Darimi, Kit. Mukaddime, bab: 25
[17] Müsned İmam Ahıned, c. III, sh. 422
[18] Müsned İmam Ahmed, c. IV, sh. 47
[19] Müsnetf İmam Ahmed, c. IV, sh. 156, 201
[20] Müsned İmam Ahmed, c. IV, slı. 367
[21] Müsned İmam Ahmed, c. V, slı. 292
[22] Müsned İmam Ahıned, c. IV, sh. 100
[23] Buhârî, Kit. Cenaiz, bab: 34
[24] Buhârî, Kit. İlim, Bab: 38
[25] Tirmizî Kit. İlim Bab: 8, hn. 2660
[26] Buhârı, Kit. Bed'ul Vahy bab: 1, Kit. Itk, bab: 6,
Kit. Menakib bab: 45, Kit. Talak, Bab-. 11, Kit. Eynıan, bab: 23. Kit. Hiyel
bab: 1; Müslim, Kit. înıare bab: 155, hn. 1907; Ebû Dâuûd, Kit. Talak, bab: 11
lın. 2201; Nesâi Kit. Tahara Bab: 59, Kit. Talak bab: 24, Kit. Eynıan bab: 19;
İbn Mace, Kit. Zühd bab: 26, hn. 4227.
[27] Bir "sa" binkırk şer'i dirheme eşittir.
Yaklaşık olarak 2.917 kg.dır.
[28] Buhârî, Kit. Buyu" bab: 64, 65; Ebâ Dâvûd, Kit.
Buyu' bab: 46. hn. 3443; Nesei Kit. Buyu bab: 14: İbn Mace Kit. Ticaret bab: 42
hn. 2239; Müsned İmam Ahmed, c. I, slı. 430, 433.
[29] Adil: Akıllı, buluğ çağına ermiş, müslüman, büyük
günahlardan uzak, küçük günahları işlemekte ısrarlı olmayan raviye denir.
[30] Zabit: İşittiğini veya gördüğünü hafızasında zabt
edebilen ve dilediği zaman da hatırlayabilen raviye denir.
[31] Buhârî, Kit. Vudu' Bab: 33; Müslim, Kit. Taharah bab:
89, hn. 279; Nesei Kit. Ta-harah bab: 50, hn. 63, 66; İbn Mace Kit. Taharah
bab: 31, hn. 363; Darimi Kit. Vudu' bab: 59; Müsned İmam Ahmed c. II, sh. 245.
[32] Müslim Tahara bab: 89, İm. 279; Ebû Dâvûd, Kit.
Tahara, bab. 37, hn. 71 (l)Buhârî, Buyu bab. 64, 65 vd.; Ebû DâvÛd, Buyu bab
51, hn. 3443
[33] Müslim Kit. Buyu, bab: 43, 45; hn. 1531; Ebû Dâvûd
Kit. Buyu, bab: 9, hn. 3453; Nesâi; Kit. Buyu bab 9, 11; Muvatta İmanı Malik,
bab: 79; Müsned İmam Ahmed c. I, sh. 56
[34] Hz. Ömerin oğlu Abdullah'dan Nafi, Nafi'den de Malik
rivayet ederlerse, bu silsileye "Altın Zincir" denilir.
[35] Muvatta İmam Malik,
Kit. Buyu, bab: 79
[36] Ebû Dâvûd, Kit. Feraid, bab: 5, hn. 2894; îbn Mace,
Kit. Feraid bab: 4, hn. 2723; Tirmizî Kit. Feraid, bab: 10, 11 hn. 2102,
Muvatta, Kit. Feraid bab: 8, hn. 4
[37] Ebû Dâvûd, Kit. Akdiye, bab: 11, hn. 3592; Nesei, Kit.
Kudah, bab: 11; Tirmizî Kit. Ahkâm bab: 3, hn. 1327; Darimi, Kit. Mukaddime
bab: 30; Müsned İmam Ahmed c. 5, sh. 230, 236, 242
[38] Buhârî Kit. Hums, bab: 1, Kit. Fedail, bab: 12, Kit.
Meğazi bab: 14, 17. Kit. Nefe-kat bab: 3, Kit. Feraid bab: 3, Kit. îtisaın bab:
5; Müslim Kit. Cihad bab: 49, 52, 54, 56 hn. 1757, 1758; EbÛ Dâvûd Kit. İmara
bab; 19, hn. 2963, 2967; Tirmizî, Kit. Siyer bab: 44, hn. 1608, 1610; Nesei
Kit. Fey'İ bab: 9, 16; Muvatta İmam Malik Kit. Kelam bab: 27; Müsned İmam
Ahnıed, c. I, sh. 4, 6, 9, 10, 35, 47, 48, 49
[39] Buharı Kit. Cenaiz bab: 37. Kit. Vesaya bab: 2, 3 Kit.
Menakıb bab: 49, Kit. Nefa-kat bab: 1, Kit. Marad bab: 13, Kit. Deavat bab: 43,
Kit. Feraid bab: 6; Müslim Kit. el-Vasiyye bab: 5, 7, 8, 10 hn. 1628; Ebû Dâvûd
Kit. Vesaya bab: 2, hn. 2864. Tirmizî Kit. Cenaiz bab: 6, hn. 975, Kit. Vesaya
Bab: 1, Nesâî Kit. Vesaya bab: 3; îbn Mace Kİt. Vesaya bab: 5, hn. 2708;
Muuatta İmam Malik Kit. Vasiyye bab: 5
[40] Nisa, 11
[41] Buhârî Kit. Cihâd bab: 130. Megazi bab: 38; Kit.
Zebaih bab: 28. Ayrıca bakınız Müslim Kit. Sayd bab: 23, 25, 26, 27, 30, 31,
34, 37. hn. 1407, 1937, 1939, 1940, 1802, 56l, Kit. Nikah bab: 30; hn. 1407;
Neşet Kit. Sayd bab: 31; İbn Mace Kit. Zebaih bab-. 13, hn. 3192, 3193, 3194,
3196; Darimi Kit. Edahi bab: 21, 22. Ayrıca bkz. Tirmizî Kit. Nikah bab: 29,
hn. 1121. Müsned İmanı Ahmed c. II, sh. 21, 102, 143.
[42] Buharı, Kıt. Zebayih bab: 29, Kit. Tıb bab: 57;
Müslim, Kit. Sayd bab: 12, 15, hn. 1932, 1933: Ebû Dâuûd Kit. Er'mıe bab; 32,
hn. 3802; Nesei Kil. Buyu, bab: 79: Tir-mizîKit. Sayd bab: 11, hn. 1474; İbn
Mace Kit. Sayd bab: 13, hn. 3232, 3233; Mu-vatta İmam Malik, Kit. Sayd, bab: 13
[43] Müslim, Kit. Sayd, bab: 16; hn. 1934; Ebû Dâuûd, Etime
bab: 32 hn: 3803, 3804, 3805, 3806; İbn Mace Sayd bab: 13; hn. 3234
[44] İbn Mace Kit. Libas, bab: 19, hn. 3595, 3596; Nesei
Kit. Zineh bab: 40
[45] Bkz. Baharı, Kit. Libas bab: 30; Müslim Kit. Libas
3-23, hn. 2066, 2067, 2068, 2069, 2070, 2071, 2072, 2073, 2074, 2075; Tirmizî,
Kit. Libas, bab: 1, hn. 1720; Nesei; Kit. Zineh, bab: 40
[46] Bakara, 282
[47] Nisa, 23
[48] Buharı Kir. Şahadat bab: 7, Kit. Nikah, bab: 117, Kit.
Hımış, bab: 4;Müslim Kİt. Rıdaa, bab: 2, hn. 1447; EbûDâuâd, Kit. Nikah bab: 4,
hn. 2055; Tirmizî, hn. 1147; İbn Mace Nikah bab: 34, hn. 1937; Darimi, Nikah
bab: 48; Muvatta Kit. Rıdaa bab: 1, 2; Müsned İmam Ahıned, c. I, sh. 275,
290...
[49] Araf, 157
[50] Nisa, 59
[51] Nur, 54
[52] Ahzab, 36
[53] Nisa, 69
[54] Nur, 52
[55] Nur, 51
[56] Ali İmran, 132
[57] Enfal, 20
[58] Ali İmran, 32
[59] Enfal, 24
[60] Nur, 56
[61] Nur, 54
[62] Ali İmran, 31
[63] Haşr, 7
[64] Buhârl, Kit. Libas, bab: 82, 84, 85, 87; Müslim, Kit.
Libas: bab: 120 hn. 2125; Ebû Dâvûd; Kit. Terecciil bab: 5, hn. 4169; Tirmizi,
Kit. Edeb, bab: 33 İm. 2782; İbn Mace, Kit. Nikah, bab: 52 hn. 1989
[65] Araf, 157
[66] Araf, 158
[67] Nisa, 80
[68] Nisa, 65
[69] Bakara, 184
[70] Bakara, 43
[71] Maide, 1
[72] Nahl, 44
[73] Necin, 3-4
[74] Nisa, 113
[75] Bakara, 231
[76] Şura, 52
[77] Buhârî, Kit. İtisam, bab 2; Müslim, Kit. Hac, bab 412
hn: 1337; îbn Mace, Kit. Mukaddime bab: 1; Nesâî, Kit. Hac bab: 1
[78] Tirmizî, Kit. İlim, bab 17 hn: 2679
[79] Ebû Dâvûd Kit. Sünnet bab: 6, hn: 4607; Tirmizî, Kit.
İlim, bab: 16 hn: 2676; îbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 42
[80] Tirmizî, Kit.
İlim, bab: 16. Hd: 2678
[81] Buhârî, Kit. Ezan bab: 18, Edeb bab: 27 Ehad bab: 1
[82] Nesâî, Kit. Menasik bab: 220; Müsned Ahmed b. Hanbel,
c. III sh. 318 367
[83] Ebû Dâuûd Kit. Akdiye, bab: 11 hn: 3592, 3593;
Tirmizî, Kit. Ahkam bab: 3 hn: 1327; Müsned İmanı Ahmed, c. 1, sh. 236, 242
Dârimî, Kit. Mukaddime, bab: 20 Bu hadisin senedinde isimlen belirtilmeyen
kişiler vardır.
[84] Muvatta, Kil. Kader bab: 3.
[85] Buhârî, Kit. İnsani; Müsned, İmam Ahmed, II sil. 361;
Müslim Kit. İmare bab: 32, 33 hn: 1853; Nesai, Kit. Beyat bab: 27
[86] Ebû Dâvûd, Kit. İlim, hn: 3646 Darinıi; Kil. Mukaddime
bab: 13; Müsned İmam Ahmed c. II. sh. 162, 192
[87] Buhârî, Kit. İlim, bab: 39; Tirmizî, Kil İlim, bab: 12
hn: 2668; Menakib, bab: 46 hn: 3841; Müsned, İmam Ahmed, c. II sh. 249.
[88] Buhârî Kit. İlim bab: 39; Lukata 7; Ebû Dâvûd, Kit.
Menasik, bab: 89 hn: 2017; Tirmizî, Kit. İlim bab: 12, hn: 2667; Müsned îmam
Ahmed, c. II, sh. 238.
[89] Tirmizî, Kit. İlim, bab: 12. hn: 2666 (Not: Bu hadisin
ravilerinden biri eleştirilen bir zattır.)
[90] Ebû Dâvûd Kit. İlim bab: 10 hn. 3660; Tirmizî Kit.
ilim bab: 7 hn. 2656-2657; İb-niMace Kit. Mukaddime bab: 18 hn. 230, 232, 236;
Müsned İmanı Ahmed c. I Sh. 437 c. III Sh. 225
c. IV Sh. 8
[91] Ebû Dâvûd Kit. İlim bab: 10 hn. 3660; Tirmizî Kit.
ilim bab: 7 hn. 2656-2657; İb-niMace Kit. Mukaddime bab: 18 hn. 230, 232, 236;
Müsned İmanı Ahmed c. I Sh. 437 c. III Sh. 225
c. IV Sh. 8
[92] Buhârî, Kit. Tehcccüd, bab: 10; Müslim, Kit.
Müsafirin; 177, 178, hn: 761; Ebû Dâvûd, Kit. Ramazan, hn: 1373; Nesâî, Kit.
Kıyam el-Leyle bab: 1.
[93] Buharı, Kit. Savın bab: 20, 48, 50. Kit. Temenni, bab:
9; Müslim, Kit. Siyam, bab: 58 hn: 1102; Ebû Dâuûd, Kit. Savm, bab: 24, hn:
2360, 2361; Tirmizî, Kit. Savın, bab: 62 hn: 778; Dârimî, Kir. Savm, bab: 14;
Muvatta, Kİt. Siyam, bab: 37, 38; Müsned, İmam Ahnıed, c. II. sh. 21, 102, 112
[94] Bkz. A.g.e.
[95] Ebu Rafı Resulullah'ın azadlı kölesi olup, İsmi
Eslem'dir.
[96] Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 6 hn: 4605; Tirmizî, Kit.
İlim, bab: 10 hn: 2663; îbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 13.
Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet,
bab: 6 hn: 4605; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hn: 2663; îbn Mace, Kit. Mukaddime,
bab: 13.
[97] Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet bab: 6, hn: 4604; Tirmizî, Kit.
İlim, bab: 10 hn: 2664; İbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 12; Müsned, İmam Ahnıed,
c. IV, sh. 131.00
[98] Tirmizî, Kit. ilim: bab: 10 hn: 2664
[99] Hucurat, 1
[100] İsra, 85
[101] En'am, 38
[102] Nahl, 89
[103] Nisa, 65
[104] Nisa, 80
[105] Hicr, 9
[106] Müslim, Kit. Zühd bab: 72 hn. 3004; Ebû Dâvûd Kit.
İlim bab: 31ın. 3647, 3648, Dârimî Kit. Mukaddime bab: 47; Müsned, İmam Ahıned,
c. III sh. 12, 31
[107] Ebû Dâvûd, Kit. İlim, bab: 3 lın. 3646; Darimi, Kit.
Mukaddime bab: 13; Müsned, İmam Ahmed, c. II sh. 162, 192
[108] Buhârî, Kit. İlim, bab: 39; Tirmizî Kit. İlim bab: 12
hn. 2668; Müsned, İmam Ahmed, c. II, 249.
[109] Buhârî, Kit. Lukata, bab: 7, Kit. İlini, bab: 39; Ebû
Dâvûd, Kit. Menasik, bab: 89, hn. 2017, Kit. Diyet bab: 4. hn. 4505; Tirmizî,
Kit. İlim, bab: 12, 2667; Müsned, İmam Ahmed, c. II, sh. 238
[110] Tirmizî, Kit. İlim, bab: 12. hn. 2666 (Not: Bu hadisin
ravilerinden biri olan Halid b. Murra eleştirilen bir ravidir.
[111] Bkz. Hattabi, Mealim Fi's-Siinen Şerhi Ebû Dâvüd, lın.
4604; Aridatü'l-Ahvez; c.
X, sh. 131, 133
[112] Aridatu'l-Ahvezi X, 331
[113] Tirmizi, Kit. Cum'a, bab: 80 (salat 434) h.n. 616
(hasen, sahili); Müsned İmam Ah-med, c. V, sh. 215; Müstedrek, c. I, sh. 9
[114] Resulullah'ın mutlak mahiyette olan fiillerinin hükmü
hususunda alimler, farklı görüşler zikretmişlerdir.
a. Maliki alimlerinin bir kısmına göre, bu fiiller, emirlerden daha
kuvvetli bir şekil-
de vücub ifade ederler.
Çünkü sahabeler Resulullah'ın Hudeybiye sulhundan sonraki "kalkın,
kurbanları kesin, sonra başınızı tras edin" emrine uymakta ihmalkar
davranmışlar, fakat Resulullah'ın başını traş ettirip kurban kestiğini görünce
derhal onu yapmışlar. Hatta neredeyse birbirlerini çiğneyip ezecek hale
gelmişlerdir. (Buhâri, Kit. Şurut, bab: 3)
b. Malikilerin ve
Şafıilerin diğer bir kısmına göre ise, Resulullah'ın mutlak fiilleri, emirler
derecesinde vücub ifade ederler. Zira Allah Teala; "Peygambere uyun ki doğru
yolu bulaşınız" (Araf, 158) buyurmuştur.
c. Şafii, Maliki ve
Hanefi alimlerinden bir kısmı da Resulullah'ın mutlak fiillerinin hük-
mü araştırmaya tabidir.
Daha baştan ne ifade ettikleri belli değildir. Resulullah'ın yaptığı bir işin
önce hükmü araştırılır. Ne olduğu belli olunca ona göre amel edilir.
d. Şafii alimlerinin diğer bir kısmı, zahiri mezhebine
mensub olan alimlerin tümüne
göre, Resulullah'ın mutlak mahiyetteki fiilleri mendubluk ifade eder.
[115] Nesei, Kit. Menasik bab: 220; Müsned İmanı Ahıned, c.
III, sh. 318, 366; Müslim, Kit. Hac, bab: 310, hn. 1297, Ebû Dâvûd, Kit.
Menasik, bab: 76, hn. 1970
[116] Bakara, 196
[117] Ali İmran, 97
[118] Nesei, Kit. Tahare bab: 196; Tirmizî, Kit. Tahare,
bab: 11, hn. 144; Ebû Dâvûd, Kit.
Tahare, bab: 123, İm. 318, 319, 320, 328; İbn Mace, Kil. Tahare, bab:
90, hn. 566; Muvatta, Kit. Tahare, bab: 91
[119] Maide, 6
[120] Diğer bazı sahabeler ve tabiinler teyemmümün elleri
bir kere toprağa vurup onunla yüzü ve elleri meshetmek olduğunu
söylemişlerdir. Bunlar, Rasulullalrtan nakledilen diğer bir rivayeti esas
almışlardır. İmam Ahıned bin Hanbel de bu görüştedir. (Bkz. Tirmizî, Kit.
Tahare, bab: 10, hn. 144)
[121] Ahzab, 21
[122] Buhârî, Kit. Hacc, bab: 50, 57; Müslim, Kil. Hacc,
bab: 248, 251, hn. I27O; Ebû Dâvûd, Kit. Menasik, bab: 48, hn. 1873; Nesei,
Kit. Hacc, bab: 147, 148; îbn Mace, Kit. Menasik, bab: 27, hn. 294; Darimi,
Kit. Menasik, bab: 42; Muvatta, Kİt. Hacc, bab: 115; Müsned İmam Ahmed, c. I,
sh. 21, 26, 34, 35, 39, 46, 51.
[123] Buhârî, Kit. Cihâd, bab: 113, Kit. Şurut, bab: 4;
Müslim, Kit. Musakat bab: 109;hn. 715; Tirmizl Kit. Buyu, bab: 30, hn. 1253,
Bbû Dâvûd, Kit. Buyu, bab: 9, hn. 3505; Müsned İmam Ahmed, c. III, sh. 299
[124] Ahzab, 21
[125] Nisa, 59
[126] Ali İmran 31
[127] Araf, 157
[128] Nur, 63
[129] Ebû Dâvûd, Kit. Salat, bab: 89, hn. 650; Darimi, Kit.
Salat, bab: 1003, Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 461, c. III, sh. 20, 92
[130] Buhârî, Kit. Cuma, b;ıb: 29, kit: Teravih bab: 1;
Müslim, Kit. Müsafirin, bab: 177 178, hn. 761
[131] Çünkü şu deliller bunu gerektirin ektedir:
a. "Muhakkak
Allah'ın Peygamberinde sizin için güzel bir numune vardır." (Ahzab, 21)
Bu ayet, Resulullah'a
fiillerinde uymanın ayrı bir yeri olduğunu beyan etmektedir. Bir mani ortaya
çıkmadıkça bu nasb amel edilir. Bu mani de o fiilin Resulullah'a has olduğunu
beyan edecek olan delildir.
b. "...
Zeyd, karısından ilişiğini kesip boşanınca Biz onu sana nikahladık ki,
evlatlıkların ilişkilerini kesip boşadıkları eşleriyle evlenmekte, müminlere
bir güçlük olmasın. Allah'ın emri mutlaka yerine gelir." (Ahzab
37).../...Bu ayet İfade ediyor ki, Resulullah hakkında bir şeyin mutlak bir
şekilde helal olduğunun sabit olması, o şeyin ümmeti İçin de helal olduğuna
delildir.
c. Allah
Teala, Resulullah'a has olan fiillerin ona has oluşunu beyan eder. Mesela; nıe-
lıir vermeksizin
evlenmenin sadece Resulullah'a has bir evlilik olduğu beyan edilerek
buyurulmuştur ki: "Eğer mümin bir kadın kendisini Peygambere bağışlar ve
Peygamber de onu nikahlamak isterse, bunu da sana helal kıldık. Bu hüküm
müminlerden ayrı olarak sadece sana mahsustur..." (Ahzab, 50)
Eğer Resulullah'ın
mutlak bir şekilde fiilinin kendisine mahsus olması sözkonusu olsaydı, bu ayette
mehirsiz evlenmenin sadece ona mahsus olduğunu beyan etmeye İhtiyaç
duyulmazdı.
d. Yine Resulullah'ın mutlak bir şekilde yaptığı
fiillerinin kendisine has fiiller olma-
dığı, böyle has
olanların başka bir açıklama ile beyan edildiği şu hadis-i şeriflerden de
anlaşılmaktadır.
Ömer bin Seleme
Resulullah'a: "Oruçlu olan (hanımını) öpebilir mi?" diye sormuş,
Resulullah da Ümmü Seleme'ye sor" demiştir. Ümiııü Seleme Ömer'e
Resulullah'ın bunu yaptığını bildirmiştir. Bunun üzerine Ömer: "Ey
Allah'ın Rasulü Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir"
demiş, Resulullah da ona: "Dikkat edin, Allah'a yemin olsıtnki, ben sizin
Allah'tan en çok korkanınız ve ondan en çok çekinenizim" cevabını
vermiştir." {Müslim, Kİt. Siyam, bab: 74, hn. 1108)
Burada Ömer b. Seleme,
"Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir" diyerek
oruçlu İken öpmenin caiz olmasının ona has olduğunu tahmin etmiştir. Resulullah
da mutlak bir şekilde yaptığı fiillerinin kendisine has olduğunu tahmin etmenin
doğru olmadığını ve insanların Allah'tan en çok korkanı olduğu halde onlara
yasaklananı, kendisinin yapmış olamayacağını beyan etmiştir.
Hz. Aişe diyor ki:
"Resulullah insanlara emrettiğinde onlara güçlerinin yeteceği amelleri
emrederdi. Onlar da Ey Allah'ın Rasulü! Biz senin gibi olamayız. Çünkü Allah
senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir" diyorlardı. Resulullah bu
sözlere kızıyordu. Öyle kî, kızdığı yüzünden besbelli oluyordu. Ve sonra diyor
du ki: "Sizin Allah'tan en çok korkanınız ve onu en iyi bileniniz
benim" {Buhârî, Kit. İman, bab:13)
Enes b. Malik diyor ki:
"Üç kişiden oluşan bir topluluk Rasulullalvın hanımlarının evlerine
geldiler. Resulullah "in İbadetlerini soruyorlardı. Bu kendilerine
bildirilince, sanki onlar Resulullah'ın İbadetlerini az gördüler ve dediler ki:
Biz Resulullah'a nasıl ulaşabiliriz. Onun geçmiş ve gelecek günahları affedilin
iştir."
İçlerinden biri:
"Ben bütün gece boyunca namaz kılıyorum" dedi. Diğeri; "Ben her
zaman oruç tutuyorum, orucuma hiç ara vermiyorum" dedi. Bir diğeri de:
"Ben kadınlardan uzak duruyorum, hiç evlenmiyorum." dedi. Resulullah
geldi ve buyurdu ki: "Şöyle şöyle söyleyenler siz misiniz? Dikkat edin,
Allah'a yemin olsun ki, ben sizin Allah'tan en çok korkantntzım ve ondan en çok
çekinenizim. Fakat ben kem oruç tutuyorum, hem de ona ara veriyorum. Hem namaz
kılıyorum, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Kim benim sünnetimden
yüz çevirirse, o benden değildir. {Buhârî, Kit. Nikah, bab: 1)
Görüldüğü gibi,
Resulullah'ın yaptığı bu amellerin ona has olduğu zannedilmiş, Resulullah da
mutlak olarak yaptığı amellerin kendisine has olmadığını beyan etmiştir.
Peygamberler,
kendilerine uyulan imamlar ve önderlerdi. "Biz onları emrimizle doğru
yolu gösteren imamlar yaptık." (Enbiya, 73)
"Allah İbrahim'e Ben seni imam yapacağım." (Bakara, 124)
Peygamber, kendisine uyulan imam olduğu için, kendisine has olan fiillerin
hususiliği beyan edilir. Diğer fiilleri ise, mutlak olarak bırakılır ki onlara
uyulsun.
[132] Kasas, 15
[133] Taha, 121
[134] Enfal, 67, 68
[135] Tevbe, 43
[136] Abese, 1-11
[137] Müslim, Kit. Fedail, bab, 140, hn. 2361, 2362, 2363;
İbn Mace, Kit. Ruhun, bab: 15 hn. 2470, 2471; Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 162,
c. 3, sh. 152
[138] Bir kısım alimlere göre gece, kuşluk ve vitir
namazlarını kılma, kurban kesme, misvak kullanma, borcunu ödeyemeyerek Ölenin
borcunu ödeme, dünya ile ilgili konularda görüş sahipleriyle istişare etme,
hanımları boşayıp boşamama da serbest bırakılma Resulullah'a has olan
farzlardandır.
Buna mukabil zekat ve
sadaka alma, haince davranma Ojif şeyi diliyle söylemeksizin kaş göz
işaretleriyle belirtip yaptırma) teçhizatını kuşandıktan sonra savaşmadan önce
çıkarma ve benzeri şeyler sadece Resulullah'a haram kılınan hususlardır.
Diğer yandan dört hanımdan fazlasıyla evlenme, hiç açmadan oruç tutma,
Mekke'de savaşma, ganimetin taksiminden önce ondan istediğini alma, ganimetin
beşte bi-rinin beşte birini (1/25 - % 4) kendine ayırması, geriye miras
bırakmaması, vefatından sonra da kocalığının devam eder olması ve benzeri
fiiller yalnız Resulullah'a helal kılınan hususlardır. (Bkz. Kurtubi Tefsiri,
c. XIV, sh. 221-223)
[139] Buhârî, Kit. Salat, bab: 89, Kit. Ezan bab: 69, Kit.
Sehiv, bab: 4, 5. Kit. Edeb, bab: 45; Müslim, Kit. Mesacid, bab: 97, 99; hn.
573. Ebû Dâvûd, Kit. Salat bab: 189. hn. 1008; Tirmizî, Kit. Salat, bab: 175,
c. 292, hn. 399
[140] Konu ile ilgili olarak bakınız: Müslim, Kit. Müsafirin
bab: 101, 102, hn. 574; Tirmizî, Kit. Salat, bab: 175, hn. 395
[141] Buhâri, Kit. İlim, bab: 39, Kit. Cihâd, bab: 176, Kit.
Cizye, bab: 6, Kit. İtisam, bab: 26, Kit. Marad, bab: 17, Kit. Megazi, bab: 83;
Müslim, Kit. Vasiyye, bab: 20, 21, 22; Müsned İmam Aiımed, c. I, sh. 222, 334,
335, 336, (rivayetler arasında kısmen farklılık olsa da netice itibari İle
hepsi aynı manayı ifade etmektedirler.
[142] Buhârî, Kit. Cihâd, bab: 176
[143] Konuyla ilgili olarak bkz. Buhârî, Kit. Ahkam, bab: 1,
Kit. Marad, bab: 16; Müslim, Kit. Fedaili's-Sahabe, bab: 11, hn. 2387; Müsned
İmam Ahmed, c. 6, sh. 106,
[144] Bu hadisi Taberani, "Kebir" adlı kitabında
zikr etmiştir. Bu hadisi yorumlayan "Mec-mau'z-Zevaid" adlı kitabın
sahibi şöyle den "Ben hadisi rivayet eden Yakub'u da, babasını da raviler
arasında zikreden birini görmedim.
[145] Tirmizi Kit. İlim, Bab. 18, hn. 236; Darimi, Kit.
Mukaddime, bab: 24; Müsned İmam Ahmed, c. I, s. 437, c. V, sh. 183
[146] İbnMacet Kit. Ahkâm, bab: 17, hn. 2340, 234i.
(Zevaidde 2840 nolu hadisin senedinin kopuk olduğu 2341 nolu hadisin senedinde
Cabir el Cafi bulunduğu bunun da itham altında olduğu zikredilmektedir).
Muuatta, Kit. Akdiye, bab: 31; Müsned İmam Ahmed, c. V, sh. 327