3- ICMA.. 1

İcmanın Şartları : 1

1. Müctehidlerin İttifakı: 1

2.  İttifaka Bütün Müctehidlerin Katılması: 2

3. Mevcut Müctehidlerin ittifakı: 2

4. Hz. Peygamber'den Sonra Yapılması: 2

5.  ittifakın Açıkça Yapılması: 2

6. Gerçek veya Hükmî Bir İttifakın Bulunması: 2

A. Çoğunluğun İttifakı: 3

B. Medine Müctehidlerinin İttifakı: 4

C. Hulefa-i Raşidîn'in İttifakı: 4

D.  Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in İttifakları: 5

E. Haremeyn eş-Şerifeyn'deki Sahabelerin İttifakı: 5

F. Ehl-i Beyt'in İttifakı: 5

G- Sükût-i İcma (Susmak Suretiyle İcma): 6

Sükut-ı İcmayı Delil Sayanlar: 6

Sükutu İcmayı Delil Saymayanlar: 6

H. îcma-ı Mürekkeb: 6

İcmaın Delil Oluşu: 7

İcmaın Dayanağı: 9

İcmaın Kıyas veya Mesalîh-i Mürsele Dayanıp Dayanamayacağı: 10

1. Kıyasa Dayanıp Dayanamayacağı: 10

2.  Mesalih-i Mürsele'ye Dayanıp Dayanamayacağı: 10

İcmaın Kesin veya Zanni Bir Delil Oluşu: 11

İcmaın Nesh Edilmesi (İcmaın Geçerliliğini Kaybetmesi) 11

1. îcmaı Ne Yapanlar ne de Onlardan Sonra Gelenler Bozabilir: 11

2- îcmaı Yapanlar Bozabilirler. Sonradan Gelenler Bozamazlar: 11

3. Kur'an ve Sünnete Dayanan Bozulamaz. Maslahata Dayanan Bozulabilir: 11

İcmaın Mümkün Olup Olamayacağı: 12

 

3- ICMA

 

Cumhur ulemaya göre İcma, Peygamber (s.a.v)'in vefatından sonraki asırlardan herhangi birinde, bütün müslüman müctehidlerin dînî bir hü­küm üzerinde ittifak etmeleridir.

Görüldüğü gibi, icmaın gerçekleşmesi için aşağıda ayrı ayrı izah edilecek olan şartların bulunması gerekmektedir.

 

İcmanın Şartları :

 

1. Müctehidlerin İttifakı:

 

Bu nedenle halkın (avamın) veya fıkıh ilminde müctehid olmayan alim­lerin herhangi bir mesele üzerinde ittifak etmelerine icma denilemez.

Diğer yandan icmaın gerçekleşebilmesi için en az üç müctehidin bulun­ması şart koşulmuştur.

 

2.  İttifaka Bütün Müctehidlerin Katılması:

 

İcmada aranan ittifak, belde ve kavimleri değişik olsa dahi, bütün müc-tehidler arasında tahakkuk eden ittifaktır. Bir müctehidin dahi ittifaka katıl­maması İcmaın gerçekleşmesine manidir. Binaenaleyh, muhalif olanların sayısı çok az dahi olsa, çoğunluğun ittifakı, cumhur ulemaya göre, icma sa­yılmaz.

Buradaki müctehid kavramına dinin kesin hükümlerinden birini inkar et­meyen fırkalardaki müctehidler de dahildir. Buna mukabil,Gulatı Şia gibi[1] İslâm'ın kesin olan hükümlerinden birini inkâr eden fırkaların müctehidle-ri icmada nazar~ı itibara alınmaz. Bunların herhangi bir rolleri yoktur.

 

3. Mevcut Müctehidlerin ittifakı:

 

İcmada, fıkhı meselenin ortaya çıkıp tartışıldığı zamanda yaşayan alimle­rin ittifakı aranmaktadır. Bu itibarla, daha sonraki asırlarda gelen müctehidlerin aynı görüş üzerinde ittifak etmeleri şart olmadığı gibi, bir mesele üze­rinde İttifak eden müctehidlerin, o meseleyle ilgili görüşlerini ölünceye ka­dar muhafaza etmeleri de şart değildir.

 

4. Hz. Peygamber'den Sonra Yapılması:

 

İttifak, Resulullah (s.a.v) efendimizin ahirete göç etmesinden sonra ger­çekleşmiş olmalıdır. Çünkü O hayatta olduğu sürece, Allah'ın elçisi olması itibariyle, meseleler üzerinde hüküm verme yetkisi yalnızca O'na aittir.

 

5.  ittifakın Açıkça Yapılması:

 

İttifak, müctehidlerden her birinin aynı zamanda ve açıkça görüşlerini or­taya koymalarıyla gerçekleşmelidir. Bu da, ya bir araya gelmeleri suretiyle ve­ya görüşleri karşılaştırılarak tahakkuk eder.

 

6. Gerçek veya Hükmî Bir İttifakın Bulunması:

 

Müctehidler tek bir görüşte ya gerçekten veya hükmen ittifak etmelidir­ler. Eğer bir mesele hakkında tek bir görüş ileri sürülür de onun üzerinde İt­tifak yapılırsa ortada gerçek bir İttifak vardır. Buna mukabil bir mesele hak­kında iki görüş İleri sürülür de, müctehidler üçüncü bir görüşe yer vermez­lerse, burada üçüncü bir görüşün bulunmadığı hususunda "hükmî" bîr itti­fak söz konusudur.

Mesela; bir kişi ölür de, geride öz erkek kardeşleriyle veya baba bir üvey erkek kardeşleriyle birlikte dedesi kalırsa, dedenin miras payı hakkın­da sahabe-i kiram ikiye ayrılmışlardır:

Bazıları yalnız dedenin mirasçı olup, kardeşlerin öz olsun üvey olsun mi­rastan mahrum kalacaklarını beyan etmişler, diğerleri ise dede İle birlikte öz veya üvey erkek kardeşlerin de mirasçı olacaklarını bildirmişlerdir.

İşte bu meselede dedenin mirasçı oîacağs hususunda "hükmî" bir icma var­dır. Binaenaleyh, "dede mirastan tamamen mahrum edilir" şeklindeki üçün­cü bir görüş hükmî icmaa ters düştüğü için red edilir.

İcmaın gerçekleşmesi için yukarıda zikredilen şartların bulunması gerek­mektedir.

Bununla beraber bazı alimler bir kısım ittifakları, zikredilen şartlan kap­samadıkları halde, icma saymışlardır.

Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:

 

A. Çoğunluğun İttifakı:

 

Taberî, Ebu Bekr el-Razî, Hasen el-Hayyad, bir görüşe göre Ahmed b. Han-bel gibi bazı alimler, çoğunluğun ittifakıyla icmaın gerçekleşeceği görüşünü savunmuşlardır. Bunların delilleri şunlardır:

a.  Bir hadis-İ şerifte Peygamber efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: "Allah ümmet-i Muhammed'i sapıklıkta birleştirmez. Allah'ın desteği bir­lik beraberlik içinde olanlaradır. Cemaatten ayrılan ateşe ayrılmış olur."[2]

Cumhur ulema ise bu hadis-i şerifin sadece çoğunluğun birleşmesini de­ğil, bütün ümmet-i Muhammed'İn birleşmesini beyan ettiğini söylemişlerdir.

b.  İslâm ümmeti, Hz. Ebu Bekir'in halife seçilmesinde sahabelerin çoğun­luğunun İttifakını İcma saymışlardır.

c.  Haber-i vahid kesinlik ifade etmeyip zan ifade ederken, cemaatten nak­ledilen haber-i mütevatir kesinlik ifade eder. İctihadda da durum böyledir. Çoğunluğun görüşü ile İcma tahakkuk etmiş olur.

d.  Bütün müctehidlerin İttifakı şart koşulduğu takdirde hiç bir zaman ic­ma gerçekleşemez. Zira, herhangi bir icmada bir veya iki kişinin muhalefet etmemesi mümkün değildir. Böyle bir veya iki kişinin muhalefet ettikleri it­tifakı İcma kabul etmemek dînî bir delili işlemez hale getirmektir.

e.  Sahabe-i kiram, Abdullah b. Abbas'ın "avl"[3] "Riba el-Fadl"[4] ve "Mut'a"da[5] çoğunluğa muhalefetini kınamışlardır.

Cumhur ulema ise, müctehidlerden çoğunun ittifakıyla icmaın gerçekle­şemeyeceğini beyan etmiş ve şunu söylemişlerdir:

İcmaın delilleri, İslâm ümmetinin ancak birleştiği takdirde hataya düşme­yeceğini, sadece bir kısım alimlerin ittifakında hata olabileceğini göstermek­tedir. Bu nedenle çoğunluğun görüşü icma değildir.

 

B. Medine Müctehidlerinin İttifakı:

 

İmam Malik'ten, "sahabe-i kiramdan sadece Medine'deki müctehidlerin it­tifaklarının icma sayılacağı, buna delil olarak da şu hadis-i şerifi gösterdiği rivayet edilmektedir":

"Bir bedevi, Peygamber (s.a.v)'e geldi, O'na İslâm'a gireceğine dair biat etti. Ertesi gün ise kızgın bir şekilde gelerek, Biatimi boz, dedi. Üç kere tek­rar etmesine rağmen Peygamber efendimiz kabul etmedi. Ve şöyle buyurdu:

- "Medine bir körüğe benzer. Habis olanı dışarı atar, iyi olanı parlatır.”[6]

İmam Malik'e göre bu hadis, Medine'Ii müctehid alimlerin görüşlerinin doğ­ruluğunu İfade eder. Çünkü hata, Medine'de bulunmayan "habis" şeydir.

Cumhur ulema yalnızca Medine'li müctehid alimlerin ittifakı ile İcmaın ger­çekleşemeyeceğini, çünkü bunların da diğer şehirlerdeki alimler gibi masum olmadıklarım, bu hadisin ise Medine şehrinin mübarek yer olduğuna İşaret ettiğini, Medine halkının masumluğuna delalet etmediğini söylemişlerdir.

 

C. Hulefa-i Raşidîn'in İttifakı:

 

İmam Ahmed b. Hanbel ve bazı alimler, sadece Hulefa-i Raşidîn'in ittifak­larını icma saymışlar, şu hadis-i şerifi de delil olarak göstermişlerdir:

"Size düşen, benim sünnetime ve benden sonra gelen doğru yoldaki Hu­lefa-i Raşidîn'in sünnetine uymaktır. Bunlara sımsıkı sarılın ve bunları diş­lerinizi üzerine kenetlercesine tutun.”[7]

Cumhur ulema, "bu hadis-i şerifin Hulefa-i Raşidîn'in ittifaklarının icma olacağım göstermediğini, bunların kendilerini taklid edenlere hayırlı ve la­yık önderler olduklarını gösterdiğini" söylemişlerdir.

 

D.  Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in İttifakları:

 

Bir kısım alimler de şu hadis-i şerife dayanarak, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'in ittifaklarının icma olacağını ileri sürmüşlerdir:

"Benden sonra gelen Ebu Bekir ve Ömer'e uyun.”[8]

Cumhur ulema bu hadis-i şerifin de, "Hz. Ebü Bekir ve Hz. Ömer'in izle­rinden gidilecek birer önder olduklarını ifade ettiğini, onların ittifaklarının icma sayılacağına delalet etmediğini" belirtmiştir.

 

E. Haremeyn eş-Şerifeyn'deki Sahabelerin İttifakı:

 

Bazı alimler, Mekke ve Medine'de bulunan sahabelerin ittifaklarını icma saymışlardır. Bunlar, "sahabe-i kiram'ın önceleri bu iki beldede bulunduk­larını ve daha sonra çeşitli yerlere dağıldıklarını" delil göstermişlerdir.

Cumhur ulema, bu görüşün isabetli olmadığını, çünkü, icmaın sadece sa­habe dönemine tahsis edilemeyeceğini bildirmişlerdir.

 

F. Ehl-i Beyt'in İttifakı:

 

Şii alimleri, Ehl-i Beyt'in ittifakı ile'icmaın gerçekleşeceğini söylemişler, delil olarak da şu âyet-i kerimeyi göstermişlerdir:

"... Ey Peygamber ailesi, şüphesiz Allah sizi murdarlıklardan arındırıp tertemiz yapmak ister."[9]

Şiiler, "yanlış görüşün de bir murdarlık olduğunu, bunun EhlBeyt'de bu­lunmadığını, onlarda hakikatten başka şey görülmeyeceğini" söylemişler ve onların ittifaklarını icma saymışlardır.

Cumhur ulema ise, yalnızca Ehl-i Beyt'in ittifakının İcma sayılmayacağı­nı, çünkü bunların da masum olmadıklarını ve delil gösterilen âyetin başta-rafindan anlaşıldığı üzere, burada Ehl-i Beyt'den maksadın Peygamber'imi-zin hanımları olduğunu söylemişlerdir.

Diğer yandan Şii'lerin iddia ettiği gibi, buradaki Ehl-i Beyt'den maksat Hz. Ali, Hz. Fatıma ve bunların çocukları olsa dahi, âyet-i cehle bunların masum­luğunu ifade etmemektedir. Kaldı ki günahtan arınmış olmaları İctihadların-da hata yapmamalarını gerektirmez. Zira ictihadda hala günah değildir. Ni­tekim Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

"Hâkim ictihad eder bir hüküm verir de isabet ederse onun için iki mü­kâfat vardır. Şayet ictihad eder de hüküm verirken yanıltrsa onun için bir mükâfat vardır.”[10]

 

G- Sükût-i İcma (Susmak Suretiyle İcma):

 

Müctehidlerİn herbirinin görüşlerini açıkça belirterek yaptıkları icmaa "sarih icma" denir. Cumhur ulemanın kabul ettiği icma bu tür olanıdır.

Müctehidlerden biri veya bir kısmı herhangi bir mesele hakkında görüşü­nü açıkça ortaya koyar da, diğer müctehidler buna karşı çıkmayarak susar­larsa bu duruma "sükût-i icma" denir.

Şâfiilerin çoğunluğu, Hanefilerin ise az bir bölümü bu tür bir ittifakı İc­ma kabul etmemektedir.

Buna mukabil İmam Ahmed b. Hanbel, Hanefilerin çoğunluğu ve Şâfiile­rin az bir kısmı sükût-ı icmaı delil saymışlar ve şunları söylemişlerdir:

 

Sükut-ı İcmayı Delil Sayanlar:

 

a. Müctehidler topluluğunda, fetva vermeyi öncelikle büyüklerin üstlen­diği, diğerlerinin görüşlerinin verilen fetvaya uygun olması halinde sükût et­meleri yaygın bir örf dür.

b. İctihad, şer'î bir hükmü ortaya koyar. Böyle bir hükmün açıklanması İcabeden yerde müctehidlerin susması, açıklanan görüşe katıldıklarını gös­terir.

c. Ayrıca buradaki sükûttan maksat; muhalefetten ve karşı çıkmaktan uzak olan, düşünüp görüş oluşturulabilecek kadar bir zamanı ihtiva eden, sü­kûttur.

"Müctehidin içtihada karşı olmasına rağmen fetva verene saygısından dolayı susmayı tercih edebileceği, Abdullah b. Abbas'ın Hz. Ömer'den çekin­diği" şeklindeki iddialar doğru değildir. Çünkü, "Hakkın çiğnenmesi karşı­sında susan dilsiz şeytandır."

 

Sükutu İcmayı Delil Saymayanlar:

 

a.  Susan kişiye herhangi bir söz veya görüş isnad edilemez. Aksi takdir­de konuşmayan insanlara söylemedikleri ve açığa vurmadıkları bir kısım gö­rüşlerin sorumluluğu yüklenmiş olur. Susanın sükûtunu muvafakat veya rı­za kabul etmeye dair elimizde hiçbir delil yoktur. Katılmış olsalardı görüş­lerini açıkça söylerlerdi.

b. Verilen fetva karşısında sükût, gizli olan çeşitli psikolojik durumlardan kaynaklanabilir. Meselâ fetva veren bir müctehidin karşısında diğer mücte­hidin susma sebebi çekinme, henüz kesin bir görüşe varamama veya her müc­tehidin sevap alacağı esasına dayanarak fetva verenin görüşüne karşı çıkma­ma ve benzeri şeyler olabilir.

 

H. îcmaMürekkeb:

 

Mücetehidler herhangi bir mesele hakkında İkiye ayrılır da ortada üçün­cü bîr görüş bulunmazsa, icmamürekkeb var demektir. Mesela, sahabeler dedenin baba bir erkek kardeşler ile anne-baba bir erkek kardeşlerle miras­çı olması halinde iki kısma ayrılmışlardır. Bazıları sadece dedenin mirasçı ola­cağını ve kardeşlerin mirastan mahrum kalacağnı söylemişlerdir. Diğer ba­zıları ise dede ile birlikte erkek kardeşlerin de mirasçı olacaklarını söylemiş­lerdir. Bu faraziyede iki görüş üzerinde icma vardır. Üçüncü bir görüş ileri sürülerek "dede hiç mirasçı olamaz" denilmesi icma-ı mürekkebe ters düş­tüğü için reddedilir.

Alimler, icmamürekkeb hususunda iki kısma ayrılmışlardır:

a. Alimlerin çoğunluğuna göre: Belirli bir asırdaki mücdehidler, fıkhı bir mesele hakkında iki kısma ayrılırlar İse, o mesele için üçüncü bir görüşün ileri sürülemeyeceği hakkında icma edilmiş sayılır. Artık bunlardan sonra ge­len alimlerin aynı mesele hakkında üçüncü bir görüş İleri sürmeleri caiz de­ğildir.

b. Azınlıkta kalan alimler ise, "böyle bir durumda müctehidlerin tek bir görüş üzerinde ittifak etmedikleri için icmaın gerçekleşmediğini, bunlardan sonra gelen alimlerin üçüncü bir görüş ortaya atabileceklerini bildirmişler­dir.

 

İcmaın Delil Oluşu:

 

1. Şiiler, bir kısım Hariciler ve Mutezileden Nazzam, icmaın delil olmaya­cağını İddia etmişler ve şunları ileri sürmüşlerdir:

a. Müctehidlerden herbirinin tek başına hata etmesi mümkün olduğu gi­bi, İcma ettikleri mesele hakkında da hata etmeleri mümkündür.

b.  Allah Teala bir âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler, Al­lah'a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan idarecilere de. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz zaman onun hükmünü Allah'a ve Peygamber'e havale edin."[11]

Bu âyet, İhtilaf edilen meselenin Allah'ın Kitabına ve Peygamber'in sün­netine havale edilmesini emrediyor. Bu itibarla icmaın yapıldığı asırdan sonra gelen müctehidler, önceki asrın mü cteh İdi erinin icma ettikleri mese­le hakkında ihtilaf ederlerse, meselenin çözümü için Allah'ın Kitabına ve Ra-sulü'nün sünnetine baş vurulması gerekir. Öncekilerin icmaı, sonra gelenle­ri bağlayıcı bir delil olamaz.

c. Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderdiği zaman, Muaz, hü­küm vermesi gerektiğinde başvuracağı kaynakları belirtmiş, icmaı bunlardan saymamıştır. Hz. Peygamber de Muaz'm beyanını tasvib etmiştir.

d. Cumhur ulemanın İcmaın delil olduğuna dair zikrettikleri hadisler "haber-i ahad"dır, kesinlik ifade etmezler. Bu hadislerin manen mütevatir ol­dukları farzedilse dahi, bunlar İslâm ümmetinin küfürde ittifak etme veya ke­sin delillere karşı çıkma gibi, hata ve sapıklıklara düşmeyeceklerini ifade eder­ler. Ayrıca küfre düşme ve kesin delillere karşı çıkma dışındaki hataların İs­lâm ümmetinden toplu olarak görülebileceğini beyan eden bir kısım hadis­ler de vardır. Mesela, bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v) efendimiz şöyle bu­yuruyor: "Şüphesiz ki, Allah Teala, ilmi insanlardan çekip alarak yok etmez, fakat O, alimlerin ruhunu alarak ilmi çekip alır. Hiçbir alim bırakmayın­ca insanlar bir kısım cahil başkanlar edinirler, onlardan (fetva) sorulur. On­lar da ilimsiz fetva verirler. Böylece hem kendileri saparlar, hem de insan­ları saptırırlar.”[12]

2. Cumhur ulema ise, icmaın kendisiyle amel edilmesi gereken bir delil olduğunu beyan etmişler ve şöyle ispatlamışlardır:

a. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Kendisine doğru yol açıklandıktan son­ra kim Peygamberle ayrılığa düşer ve mü'minlerin yolunun dışında bir yol takib ederse, onu gittiği yerde bırakırız ve cehennem'e sokarız. O cehennem ne kötü bir yerdir."[13]

Allah Teala bu âyet-i kerimede mü'minlerin yolu dışında bir yol takib e-deni cehennem'e koyacağını beyan ediyor. Bu da mü'minlerin yoluna tabi olmak gerektiğini, onların yolunun dışında bir yol takib etmenin haram ol­duğunu göstermektedir.

b. Allah Teala diğer bir âyette de şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler, Al­lah'a itaat edin. Peygamber'e İtaat edin ve sizden olan idarecilere de. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, aranızda herhangi birşeyde İhtilafa düştüğünüz zaman onun hükmünü Allah'a ve Peygamber'ine ha­vale edin...”[14]

Allah (c.c) bu âyet-i celilede ulu-1 emre itaat edilmesini emrediyor. Yöne­tim bakımından idareciler, ulu-1 emr olduğu gibi, dînî meselelerde ihtisas sa­hibi olan müctehidler de ulu-1 emr'dir. Bunlara itaat edilmesi gerekmektedir.

c.  Peygamber efendimizden İslâm ümmetinin sapıklık ve hatada birleşme-yeceğini beyan eden bir çok hadisler nakledilmektedir. Bu hadisler haber-i ahad olsalar dahi çok oldukları için birbirlerini takviye etmekte ve kuvvet ka­zanmaktadırlar. Meselâ Hz. Peygamber bir hadiste şöyle buyuruyor: "Şüphe-sizki Allah, ümmetimi sapıklıkta birleştirmez.”[15] Diğer bir hadis-i şerifte "Şüphesiz ki, Allah ümmetimi ancak hidâyette birleştirir”[16] buyuruyor. Keza bir başka hadis-i şerifte "Allah'ın desteği beraberlik içinde olanlara­dır. Cemaatten ayrılan ateşe ayrılmış olur”[17] buyurmaktadır.

Abdullah b. Ömer der ki: Bir gün Câbiye denilen yerde Hz. Ömer bir ko­nuşma yaptı ve şunları söyledi: "Ey İnsanlar, ben bu an sizin içinizde, Rasu-lullah'ın bizim içimizde ayağa kalkarak bizlere konuştukları biçimde bulu­nuyor ve konuştuklarını size naklediyorum. Resulullah buyurdu ki: "Size as­habımı, sonra onların peşinden gelenleri, sonra da daha sonra gelenleri tav­siye ediyorum. Bunlardan sonra yalan yaygınlaşır. Öyle ki, kişi yemin et­mek ister, fakat yemin ettirilmez. Şahitlik yapmak ister, fakat şahitliği ka­bul edilmez. îyi bilin ki, bir erkek nâmahrem bir kadınla yalnız kaldığın­da onların üçüncüsü mutlaka şeytandır. Sakın cemaatten ayrılmayın, bö­lük pörçüklükten kaçının, çünkü şeytan tek başına kalanla beraberdir. İki kişiden ise çok uzaktır. Kim cennet'in ortasını isterse cemaatten ayrılmasın. Kim yaptığı iyilikten dolayı sevinir ve kötülükten dolayı da üzülürse işte mü'min odur.”[18]

Yine bir hadis-i şerifte: "Kira cemaatten bir karış uzaklaşırsa, İslâm halkasını boynundan çıkarmış olur" buyurmaktadır.[19]

d. Bilgileri çeşitli ve akü seviyeleri farklı olmasına rağmen, bütün mücte-hidlerin tek görüşte ittifak etmeleri, o görüşün doğru ve hak olduğunu, ona ters düşen bir delilin bulunmadığını, bunun aksini iddia edenin İse, İslâm ce­maatini gafletle suçlamaktan başka bir şey yapmadığını ortaya koyar.

 

İcmaın Dayanağı:

 

1.  Alimlerin kahir çoğunluğu "icmaın Kitab ve sünnet'den mutlaka bir da­yanağının bulunması gerektiğini, çünkü şeriatın ası! kaynağının Allah Teala ve O'nun gönderdiğini tebliğ eden Rasulultah olduğunu" söylemişlerdir. Mesela, büyük annelerle evlenmenin haram olduğu hususunda yapılan icma, "annelerinizle evlenmeniz size haram kihndı"[20] âyet-i kerimesine dayanı­larak yapılmıştır. Çünkü büyük anneler de "anne" ifadesine dahildir.

Sünnete dayanılarak yapılan icmaa misal ise, sahabe-i kiramın, Muğİre b. Şube'nin Resulullah'tan rivayet ettiği hadise dayanarak büyük anneye miras­tan altıda bir pay verilmesi hususundaki icmalarıdır. Kabise b. Zueyb der kî: Bir nine Hz. Ebu Bekir'e geldi. Ondan miras payını sordu. Hz. Ebu Bekir, "Al­lah'ın Kitabında sana bir şey gösterilmiyor. Resulullah'ın sünnetinde de sa­na birşey olduğunu şimdiye kadar duymadım. Git, ben insanlara sorayım" de­di. Bunun üzerine Muğire b. Şube, "Resulullah'ın nineye altıda bir pay ver­diğini gördüm" dedi. Hz. Ebu Bekir, Muğire'ye, "seninle birlikte başka biri de varmıydı?" diye sorunca, Muhammed b. Mesleme el-Ensari ayağa kalka­rak Muğire'nin söylediklerini teyid etti. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir nine­ye altıda bir pay verdi.[21]

2. Amidi ve diğer bazı alimler, "İcmaın mutlaka bir dayanağı bulunması­nın şart olmadığını, Allah'ın müctehidlere yardım ederek doğruyu göstere­bileceğini söylemişler ve şu misali zikretmişlerdir: Pazarda "aİdim-sattım" sö­zünü kullanmadan yapılan alışverişlerin sahih olduğu hakkında icma vardır. Bu icmaın Kitab veya sünnet'den herhangi bir dayanağı yoktur.

Cumhur ulema, bunlara şu cevabı vermişlerdir: Bu mesele hakkında ic­ma edildiği söylenilemez. Çünkü İmam Şafii bu tür alışverişlerin batıl oldu­ğunu söylemiştir. Ayrıca icma edildiği farzedilse dahi bunun herhangi bir da­yanağı olmadığını söylemek caiz değildir. Zira dayanağı olduğu halde bize ulaşmamış olabilir.

İcmaın bağlayıcılığı, onun Kitap veya sünnete dayanmasını gerektirmek­tedir. Bu nedenle cumhurun görüşü isabetlidir.

 

İcmaın Kıyas veya Mesalîh-i Mürsele Dayanıp Dayanamayacağı:

 

1. Kıyasa Dayanıp Dayanamayacağı:

 

a. Alimlerin bir kısmı kıyasın İcmaa dayanarak olamayacağı görüşünde­dirler. Bunlar, "kıyasın kendisinin delil oluşu alimlerce İhtilaflıdır. Dolayısıy­la İcmaa dayanak olamaz" demişlerdir.

b. Diğer bir kısım alimler ise, kıyasın bütün türlerinin icmaa dayanak ola­bileceğini, çünkü kıyasın Nas'lara dayalı bir şer'î delil olduğunu, dolayısıy­la icmam da kıyasa dayandırılarak yapılabileceğini söylemişlerdir.

c. Bir başka gurup ulema ise, her kıyasın icmaa dayanak olamayacağını, sadece ÜleM Nas ile zikredilen veya ihtilaf edilmeyecek derecede açık olan kıyasların icmaa dayanak olabileceklerini söylemişler ve şunları misal vermiş­lerdir: Domuzun etine kıyasen yağının da haram olduğu hakkında icma vardır. Sahabe-i Kiram, Hz. Ebu Bekir'in namazdaki imamlığına kıyasla ha­lifeliği hususunda icma etmişler, "Resulullah onu dinimiz için seçtiği halde biz dünyamız için nasıl seçmeyelim" demişlerdir. Yine sahabe-i kiram, içki içeni, zina iftirasında bulunana kıyaslayarak cezasının seksen sopa olduğu hakkında icma etmişlerdir. Bu hususta Hz. Ali şöyle buyurur: "Kişi içince sar­hoş olur, abuk-sapık konuşur. Böyle konuşunca da iftirada bulunur. İftira ede­nin cezası seksen sopadır."[22] Bu görüş, orta yolu almıştır ve isabetli görül­mektedir.

 

2.  Mesalih-i Mürsele'ye Dayanıp Dayanamayacağı:

 

a. Mesalih-i Mürsele'yi delil kabul etmeyenler bunun icmaa da dayanak olamayacağını söylemişlerdir.

b. Mesalih-i Mürsele'yi delil kabul edenler ise, bunun icmaa dayanak ola­bileceğini beyan etmişler ve şunu misal göstermişlerdir: Sahabe-i Kiram, Kur'an-ı Kerim'in tek mushafta toplanmasında icma etmişlerdir. Hz. Ebu Be­kir önce tereddüt ediyor, Resulullah'ın yapmadığı şeyi biz nasıl yapabiliriz diyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer, "vallahi bu iş hayırlı ve İslâm'ın masla­hatına olan bir iştir" dedi. Nihayet sahabe-i kiram Hz. Ömer'in işaret ettiği maslahata dayanarak Kur'an-ı Kerim'in tek bir mushafta toplanması hakkın­da icma etmişlerdir.[23]

Tesbitimize göre, burada zikredilen hadis-i şerifin kaynaklarında Hz. Ömer'in, "vallahi bu iş hayırlıdır" bölümü zikredilmekte, "bu İslâm'ın mas­lahatına olan bir iştir" bölümü zikredilmemektedir. Bu itibarla delil gösteril­mesi tartışılabilir.

İcmaın Kesin veya Zanni Bir Delil Oluşu:

Cumhur ulema, sarih icmaın kesin delil olduğunu, onunla amel etmenin gerektiğini söylemişler, sükût-i icma hakkında ise ihtilaf etmişlerdir. Bazıla­rı bunun da sarih icma gibi kesin delil olduğunu söylerken, diğerleri sükû-tî icmaın zan İfade ettiğini söylemişlerdir.

Ancak kafi icmaın kesin bir yolla tesbit edilmesi şarttır. Yani, mütevatir bir yolla nakledilmelidir. Haber-i alıad ile nakledilen icmalar kesin olarak tes­bit edilemediğinden kesin delil olma vasıflarını kaybederler. Tevatür yoluy­la nakledilen icma, sadece sahabe-i kiram'm icmaldir. Tabiin'in ve onlardan sonra gelenlerin icmaları ise mütevatir bir yolla tesbit edilemediğinden bun­ların herhangi bir mesele hakkında icma ettikleri ihtilaflıdır.

 

İcmaın Nesh Edilmesi (İcmaın Geçerliliğini Kaybetmesi)

 

1. îcmaı Ne Yapanlar ne de Onlardan Sonra Gelenler Bozabilir:

 

Bir kısım alimler, herhangi bir asırda bir icma yapıldığı takdirde artık o ic-manın bozulamayacağını, çünkü icmaın kesin bir şer'î delil olduğunu, onun­la amel etmenin gerektiğini ve ona muhalefet edilemeyeceğini söylemişler­dir. Bu görüş, "icma eden alimlerin ölünceye kadar aynı görüşte devam et­melerinin şart olmadığım" söyleyen alimlerin görüşüne uymaktadır.

 

2- îcmaı Yapanlar Bozabilirler. Sonradan Gelenler Bozamazlar:

 

Diğer bir kısım alimler ise, yukarıda anlatıldığı gibi, "müctehidlerin ken­dilerinden önce yapılan bir icmaı bozamayacaklarını, çünkü böyle bir icma­ın onları bağlayıcı kesin bir delil mahiyetinde olduğunu beyan etmişler, bu­na mukabil müctehidlerin bizzat kendi yaptıkları icmadan, hatalı oldukları­nı anladıkları takdirde dönebileceklerini" söylemişlerdir.

Bu görüş ise, "icmaın gerçekleşmesi için müctehidlerin hayatlarının sonu­na kadar, icma ettikleri konuda aynı görüşü muhafaza etmelerinin şart oldu­ğunu" ileri süren alimlerin görüşüne uygundur.

 

3. Kur'an ve Sünnete Dayanan Bozulamaz. Maslahata Dayanan Bozulabilir:

 

Üçüncü gurubu teşkil eden başka alimler ise, "icmaın dayanağının Kur'an-ı Kerim, sünnet-i seniyye veya kıyas olması halinde İcmaın değişemeyeceğini, buna mukabil İcmaın dayanağının maslahat olması halinde, maslahatın değişmesiyle icmaın da değişebileceğini" söylemişlerdir. Bu görüş daha isa­betli görülmektedir.

 

İcmaın Mümkün Olup Olamayacağı:

 

1.  Mutezile alimleri ve Şiiler, cumhur ulemanın şekillendirdikleri bir su­rette İcmaın gerçekleşmesinin mümkün olmadığını ileri sürmüşler ve delil ola­rak da şunları serdetmişlerdir:

a. Aynı asırdaki bütün müctehidlerin tesbiti İmkânsızdır. Çünkü müctehi-di müctehid olmayandan ayıracak, ittifak edilen bir ölçü yoktur.

b. Müctehidler birbirinden uzak çeşitli il ve bölgelere dağılmış olabilirler. Bir mesele hakkında hepsinin görüşünü öğrenmek için bunları biraraya ge­tirmek kolay değildir. Müctehidlerin teker teker görüşlerinin alınabileceği far-zedilse bile, daha önceden görüşü alınanın, sonrakilerin görüşlerinin alındı­ğı zamana kadar görüşünü değiştirip değiştirmediğini kesin olarak bilmek im­kânsızdır.

c.  İcmaa, sadece konu hakkında kesin delil olmadığı zaman İhtiyaç du­yulur. Bunun anlamı şudur: İcma ancak zannî delillere dayanır. Aklî seviye ve anlayış kabiliyetleri farklı olabilecek müctehidlerin zannî bir delile daya­narak icma etmeleri hemen hemen imkânsızdır.

2.  Cumhur ulema ise, icmaın mümkün olduğunu ve fiilen yapıldığını be­yan ederek şu delilleri zikretmişlerdir:

a. İslâm tarihinde icma fiilen yapılmıştır. Mesela: Ninenin miras payının altıda bir olduğu, ölünün, kızının oğlu ile, diğer bir kızı mirasçı ise, oğlanın mirasın altıda birini alacağı, ölünün sağ olan oğlunun, ölen diğer oğlunun çocuklarını mirastan mahrum edeceği, domuz etinin yanında yağının da ha­ram olduğu, öz hala ve teyzesi ile birlikte bir kadınla evlenmenin haram ol­duğu, hep icma ile tesbit edilmiştir.

b. Müctehidlerin hepsini tanımanın, güvenilir bir şekilde görüşlerini tes­bit etmenin imkânsız olduğu iddiası kabule şayan değildir. Çünkü,,Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer devrinde müctehidler bilinmekte idi. Öyle ki, Hz. Ömer bunların Medine'den ayrılmalarına engel olmuştur.

c.  İcmaın sadece zannî delillere dayanması İcmaın gerçekleşmesine ma­ni değildir. Çünkü, bir çok zannî deliller, taşıdıkları manaları açıkça ifade et­tikleri için bütün müctehidlerin icmaı elbette mümkündür.

İcmaın, fiilen yapılmış örneklen ve icmaın dînî bir delil olduğunu isbat eden delilleri, bu görüşün isabetli olduğunu göstermektedir.

Günümüzde bunun yapılması pek kolaydır. Yeterki üzerinde durulsun, çe­şitli taassuplardan uzak olunsun. Zira ulaştırma ve iletişim araçları dünyayı küçültmüş ve meşhur olan alimleri bilmeyi ve görüşlerini almayı kolaylaştır­mıştır.

 



[1] Gulatı Şia için bkz. "îtikadi Mezhebler Tarihi, M. Ebu ez-Zehra, Sh. 48-70.

[2] Tirmizî, Kit. Fiten, bab. 7, Hn. 2167.

[3] Avl: Hak sahibi mirasçıların paylarının tanı sayıdan fazla olmasına denilir. Mese­la, bir kadın ölür de geriye mirasçı olarak kocasını, annesini, kızkardeşinî bırakır­sa, ortada "avl" söz konusudur. Çünkü kocanın payı mirasın yarısı, annenin payı mirasın üçte biri, kızkardeşin payı ise mirasın yarısıdır. Burada akı tam sayı kabul edilirse, üçünü koca, üçünü de kızkardeş alır anneye pay kalmaz. İşte bu gibi me­selelerde Abdullah b. Abbas'ın dışındaki sahabeler, mirası bütün mirasçılara da­ğıtmak maksadıyla, burada altıda eşitlenen paydayı bırakıp sekize ulaşan payı esas almışlar, mirası sekiz üzerinden taksim etmişlerdir. Bana göre netice şöyle olmak­tadır: Kocanın payı sekizde üç, kızkardeşin payı sekizde üç, annenin payı ise se­kizde ikidir. 1/2(3) + 1/3(2) + 1/2(3) = 3/6 + 2/6 + 3/6 = 8/6 '3/8 + 3/8 + 2/8 = 8/8)

[4] Riba (Faiz): İki kısımdır: Peşin alış verişte söz konusu olan faiz ki, buna "Riba el fa di" denilir. Diğeri ise, veresiye yapılan alış verişte söz konusu olan faiz ki, bu­na da "Riba en nesie" denilir.

a- Riba el fadi: Altın gibi tartılan eşyaların veya buğday gibi hacmen ölçülen eşyaia-rın kendi cinsleriyle peşin olarak değiştirildiklerinde birinin diğerinden fazla ol­ması durumunda söz konusudur. Mesela, bir kimsenin bir kile buğdayı bir buçuk veya yarım kile karşılığında peşinen satmak, yahut on gram altını dokuz veya on-bİr gram altın karşılığında peşin olarak satması caiz değildir. Çünkü orada "Riba el fadl (fazlalık faizi)" söz konusudur. Abdullah bin Abbas ise, bu tür satışlara ce-. vaz vermektedir. Görüldüğü gibi Riba el fadl, altın-gümüş gibi tartılan, buğday-ar-pa gibi hacmen ölçülen eşyalarda söz konusu iken, kumaş gibi boy ölçümü ile öl­çülen, yumurta gibi sayı ile sayılan eşyalarda söz konusu değildir... / ... Bu itibarla iki metre kumaşı üç metre kumaş karşılığında peşinen satmak ca­iz olduğu gibi, beş adet yumurtayı yedi adet yumurta karşılığında peşin olarak sat­mak da caizdir.

b- Riba-i nesie: İki surette söz konusu olur:

1- Bir cinsten olan iki şeyi birbirleri karşılığında, eşit veya farktı miktarda veresiye sat-

mak suretiyle gerçekleşir. Mesela, on gram altını on gram altın veya dokuz gram altın karşılığında veresiye satmak veya bir kile buğdayı bir kile ya da yarım kile buğday karşılığında veresiye satmak caiz değildir. Çünkü ortada "Riba en nesie (va­de faizi)" mevcuttur.

2-  Başka cinslerden olan, faka i ölçü birimi aynı olan iki şeyin birbirleri karşılığında

eşit veya farklı miktarlarda veresiye satılmaları durumunda söz konusu olur. Me­sela, boy ölçümüne tabi olan bir metre Türk kumaşını, bir, iki veya üç metre İn­giliz beziyle veresiye satmak yine hacmen ölçülen bir kile buğdayı bir, İki yahut üç kile arpa karşılığında satmak, keza, gramla ölçülen beş gram altını beş, altı ya­hut yedi gram gümüş karşılığında veresiye satmak, sayı ile tedavül eden beş yu­murtayı altı, yedi yahut dört yumurta karşılığında veresiye satmak caiz değildir. Çün­kü, ortada "Riba en nesie" vardır.

Görüldüğü gibi, Riba en nesie kumaş gibi boyca ölçülen, altın gibi ağırlığı tartılan, buğ­day gibi hacmen ölçülen ve yumurta gibi sayılan eşyaların hepsinde söz konusu­dur.

[5] Mut'a: Geçici bir süre için evlenmek demektir.

[6] Buhârî, Kit. Medine, bab. 10; Müslim, Kit. Hacc, bab. 489, hn. 1383.

[7] Ebû Dâuûd, Kit. Sünnet, bab. 5, hn. 4607; Tirmizî, Kit. İlim, bab. 16, hn. 2676.

[8] Tirmizî, Kit. Menakib, bab. 16-37, hn. 3662, 3805; İbniMace, Kit. Mukaddime, bab. 11, hn. 97; Müsned, İmam Ahmed, c. 5, Slı. 382, 385, 399, 402.

[9] Ahzab, 33

[10] Buhârî, Kit. İtisam, bab. 21; Müslim, Kit. Akliye, bnb. 15, hn. 1716; Ebû Dâvûd, Kit. Akdiye, bab. 2, hn. 3574; İbn Mace, Kit. Ahkâm, bab. 3, hn. 2314; Nesei, Kit. el-Kudat, bab. 3; Müsned, İmanı Ahmed c. II, Sh. 187. Müsned'in rivayetinde, "...hükmünde isabet ederse ona on mükâfat vardır..." şeklindedir.

[11] Nisa, 59

[12] Baharı, Kit. İlini, bab. 34; Müslim, Kit. İlim. bab. 13, hn. 2673; Tirmizî, Kit. İlim, bab. 5, hn. 2652; İbn Mace, Kİt. Mukaddime, bab. 8, hn. 52; Darimi, Kit. Mukad­dime, bab. 26; Müsned, İmanı Ahıııed, c. II, Sn. 162.

[13] Nisa, 115

[14] Nisa, 59

[15] Tirmizi, Kit. Fiten, bab. 5, Hn. 2167; İbni Mace, Kit. Fiten, bab. 8, hn. 3950.

[16] Müsned, İmam Ahmed, c. 5, Sh. 145.

[17] Tirmizî, Kit. Fiten, bab. 7, hn. 2167.

[18] Tirmizî, Kit. Fiten, bab. 8, hn. 2165; Müsned, İmanı Ahıned, c. 1, Sh. 26.

[19] Ebû Dâuûd, Kit. Sürme, bab. 27, hn. 4758; Müsned, îmanı Ahmed, c. 5, Sh. 180; Tirmizî, Kit. Emsal, bab. 3, hn. 2863

[20] Nisa, 23

[21] İbni Mace, Kit. Feraiz, bab. 4, hn. 2724; Ebû Dâvûd, Kit. Feraiz, bab. 5, hn. 2894; Tirmizî, Kit. Feraiz, bab. 10, hn. 2101; Darimi, Kit. Feraiz, bab. 19; Muvatta, Kit. Feraiz, bab. 4-6.

[22] Muvatta , Kİt. Eşribe, bab. 2. Bu meselenin icma konusu olmadığı, ihtilaflı oldu­ğu, Hz. Ali'nin bu sözünü kıyasa deği! Seddüz-Zerai esasına dayandırarak ileri sü­rülmektedir.

[23] Bkz. Buhârî, Kit. Ahkâm, bab. 37; Tirmizî, Kit. Tefsir, Sure. 10, bab. 17, hn. 3103.