4- SAHABE-I KİRAMIN SOZU.. 1

Sahabe-i Kiramın Sözünün Delil Oluşu: 1

Tabiin'in Görüşü. 4

Sahabelerin Adil Oluşu: 5

 

4- SAHABE-I KİRAMIN SOZU

 

Sahabe, Peygamber efendimiz (sav)'i gören, ona iman eden ve onunla ar­kadaş olabilecek kadar bir süre beraber kalan kişidir.[1] Hulefa-i Raşidîn, Efen­dimizin hanımları, Dört Abdullahlar, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel gibi.

Peygamber efendimiz (sav)'in âhirete irtihal etmesinden sonra bazı hadi­seler meydana gelmiştir. Sahabe-i Kiram'dan ilmi ve fıkhı ile meşhur olan­lar, bu gibi hadiseler hakkında fetva vermişler ve bu fetvalar da müslümanlara aktarılmıştır. Bazı alimler bu fetvaları delil olarak kabul etmiş, diğerle­ri ise bunlara muhalefet etmişlerdir. Bu itibarla sahabe-i kiram'ın sözünün de­lil olup olmadığını bilmek gerekmektedir.

 

Sahabe-i Kiramın Sözünün Delil Oluşu:

 

Bu meselenin İzahına girmeden önce, sahabe-i kiramın sözü hakkında dik­kat edilmesi gereken şu dört hususu bilmek gerekmektedir:

1. Herhangi bir sahabenin sözü, diğer bir sahabe için bağlayıcı değildir. Bu sebeple Sahabe-i Kiram'ın bir konuda ihtilafları söz konusu olabilir. Esasen bir sahabenin, kendi sözünün diğer Sahabe-i Kiram İçin de bağlayı­cı delil olduğunu iddia ettiği vaki değildir. Mesela, öz veya bababir kardeş­lerle dedenin miras payı hakkında sahabe-i kiram ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı, sadece dedenin mirasçı olacağını, diğerleri ise erkek kardeşlerin de dede ile beraber mirasçı olacağını söylemişlerdir. Fakat hiçbir taraf kendi gö­rüşünün diğerlerini bağlayıcı mahiyette olduğunu ileri sürmemiştir.

2. Sahabe-i Kiramın, ictihad etmeye veya görüş bildirmeye müsait olma­yan meseleler hakkındaki sözleri Peygamber eicndimiz'e nisbet edilen ha­dis hükmündedir. Delil olma bakımından aynen hadis gibidir. Mesela, Hz. Ai-şe (r.anlı)'ın, annesinin karnında bulunan cenin hakkında, "Bir çocuk iki yıl­dan fazla annesinin karnında kalmaz, bir iğin bir kere dönme zamanı kadar dahi olsa..."[2] sözü bu kabildendir. Keza Abdullah bin Mes'ud (r.a)'ın, "Hayzın en az müddeti üç gündür"[3] sözü ve, Hz. Ali (r.a.)'ın, bir gecede altı re­kat namaz kıldığı ve her rekatında altı secde yaptığı[4] şeklindeki namazı bu türdendir. Çünkü, bu gibi bükümler görüş ve ictihadla keşfedilecek hü­kümler değildir. Dolayısiyİe bunların Peygamber efendimizden nakledilen sün­netler olduğu anlaşılır.

3. Sahabe-i Kiramın görüş ve içtihadından kaynaklanan, diğer sahabe-i ki­ram tarafından reddedilmeyen ve meşhur olan sözleri ise, icmaın "Sükut-i ic-ma" bölümüne girerler.

4.  Sahabe-i Kiramın görüş ve içtihadından kaynaklanan ve tekrar edilme­diğinden dolayı meşhur olmayan sözleri İse, alimler  arasında İhtilaflıdır.

Bir kısım alimler Kitap ve sünnetten bir delil olmadığı veya en azından buna işaret edilmediği takdirde Sahabe-i Kiram'ın son şekilde zikredilen gö­rüşünün delil olduğunu söylemişler ve görüşlerine dayanak olarak şunları zik­retmişlerdir:

A. Allah Teala şöyle buyuruyor: "İlk îman eden muhacirler ve ensarile iyilik yaparak onlara tabi olanlardan Allah razı oldu. Onlar da Allah'dan razı oldular."[5] Burada Allah Teala Sahabe-i Kiramdan ve İyilikte bulunma­da onlara tabi olanlardan razı olduğunu bildirmektedir. Sahabelerin söyledik­lerini almak ve yaptıklarında onlara tabi olmak Allah'ın rızasına erişmektir.

B.  Peygameber efendimiz (sav)'den rivayet edilen şu hadisler sahabe-i ki­ramın üstünlüğünü ve onlara uymanın doğruluğunu göstermektedir:

Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Yıldızlargöğün güvencesidir. Yıl­dızlar yok olunca göğe vadedilenler başına gelecektir. Ben de ashabım için güvenceyim. Ben gidince ashabıma vadedilenler başına gelecektir. Ashabım da ümmetim için güvencedir. Onlar gidince de ümmetime vadedilenler ba­şına gelecektir."[6] Diğer bir hadis-i şerifte "En hayırlınız benim asrımda olan­lardır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra daha sonra gelenlerdir"[7] bu­yurmuş ve sahabenin üstünlüğünü beyan etmiştir.

C. Sahabe-i Kiram kendilerinden sonraki alimlerden daha fazla anlayış ka­biliyetine ve imkânlara sahipti. Çünkü, sahabe, konuştuğu herhangi bir şe­yi bizzat Resulullah'lan veya ondan rivayet eden başka bir sahabeden işitmiş olabilir. Ayrıca onların ilimlerinin sonrakilerden daha fazla olduğu şüphesiz­dir. Sahabe-i Kiramdan çokları Resulullah'la uzun zaman kalmalarına rağmen herhangi bir şey katmamak veya çıkarmamak için hadis rivayet etmekten ka­çınmışlar ve verdikleri fetvaları kendilerine nisbeî etmişlerdir. Bu itibarla fet­valarının çoğunun Resulullah'ın hadislerine dayandığı muhtemeldir. Kısaca, sahabe-i kiramın verdikleri fetvalarda şu altı ihtimalden beşi uyulması gere­ken hususlardır.

a.  Fetvası, bizzat Resulullah'dan duyduğunu nakil ise,

b.  Resulullah'dan duyan başka bir sahabeden nakil ise,

c.  Bize gizli kalan bir hususu Kur'anKerinVin herhangi bir âyetinden an­lamasının neticesi ise,

d.  Bütün sahabenin üzerinde ittifak ettikleri bir fetva olur. Fakat bizlere sadece fetva verenin sözü ulaşmış ise,

e.  Sahabe-i Kiramın arap dilini çok iyi bilmesi, vahyin indiğine şahit ol­ması ve tevilleri bizzat müşahade etmesi sebebiyle vermiş olduğu fetva bi­zim anlamayacağımız ve onun anlayabileceği bir husustan kaynaklanmış olur ise, Sahabe-i Kiramın fetvası bağlayıcı bir delildir, ona uymak gerekir. Şayet,

f. Sahabenin fetvası, Resutuüah'dan rivayet edilmeyen, kendi görüşünden kaynaklanan bir fetva olur da, görüşünde de hatalı olduğu anlaşılırsa; bu du­rumda sahabenin sözü hüccet değildir. Delil sayılmaz.

Görüldüğü gibi altı ihtimalden beşi itibar edilmesi gereken ve sadece bi­ri kabule şayan olmayandır. Bu da genelinde sahabenin sözünün delil oldu­ğunu ifade eder. Kesin delil olmasa da kesine yakın bir zanni telkin eder. Bu itibarla kabule şayandır. Bizim kanaatimiz de bu yöndedir.

Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli mezheblerinden bir kısım alimler ise: Saha­be-i Kiramın sözünün bağlayıcı delil olmayacağını İleri sürmüşler ve şunla­rı söylemişlerdir:

- Sahabe hatadan masum değildir. Diğer müctehidler gibi onların da ha­ta etmeleri mümkündür. Sahabenin ilim, fazilet ve takva bakımından üstün­lüğü diğer müctehidlerin onlara tabi olmalarını gerektirmez.

- Sahabe-i Kiram da bu görüşte idi. Öyle ki, onlar fetva vermeye hazırla­nıyor ve hata edeceklerini farzediyoıiardı. Mesela, Hz. Ebu Bekir'den miras âyetinde zikredilen "Kelale" kelimesi sorulunca şu cevabı vermiştir: "O ke­lime İçin ben kendi görüşümü söyleyeceğim, eğer doğru İse Allah'dandır, ha­talı ise benden ve şeytandandır. Kelale, baba ve çocuğun dışındaki mirasçı­dır.”[8]

Ebu Musa el-Eş'ari, Hz. Ömer hakkında yazdığı bir yazıda, "bu, Allah'ın Ömer'e gösterdiğidir" diye yazmış, fakat Hz. Ömer Ebu Musa'ya, "onu sil, ye­rine bu Ömer'in görüşüdür. Eğer yanlışsa Ömer'dendir diye yaz" demiştir.

Yine Abdullah b. Mes'ud bir kişiye, "zifafa girmeden boşadığı hanımının annesi ile evlenebileceğine" dair fetva vermiş, sonra Medine'ye gidip saha­belere sorunca hata ettiğini anlamış ve Küfe'ye dönüp fetva verdiği adamın hanımından ayrılmasını İstemiştir.

-  Sahabe-i Kiramın birbirlerini hatah çıkardıkları olmuştur. Mesela: Hz. Ömer, zina eden kadını re cm etmek İsterken Hz. Muaz ona şunu söylemiş­tir: "Allah onun sırtına vurmak için sana izin vermiş, karnında olan İçin sa­na izin vermemiştir. "Bunun üzerine Hz. Ömer, "Eğer Muaz olmasaydı Ömer helak olurdu"[9] demiştir.

-  Tabiinden bazıları sahabenin sözüne karşı çıkmışlar, sahabe İse itiraz­ları kınamak şöyle dursun, bazı itirazları da kabul etmişlerdir. Mesela: Hz. Ali (r.a), bir yahudi ile zırh hususundaki anlaşmazlığında, tabiinden Şureyh adındaki hakime başvurarak muhakeme edilmeyi istemiştir. Yahudi, "Bu benim zirhımdır çünkü bendedir." demiş, bunun üzerine Şureyh Hz. Ali'den davasını isbat etmesini istemiştir. Hz. Ali şahit olarak kölesi Kamber ve oğ­lu Hz. Hasan'ı gösterince, Şureyh, "Kölenizin şahitlliğini kabul ediyorum, fa­kat oğlunuzun şahitliğini kabul etmiyorum" demiştir. Bunun üzerine Hz. Ali zırhı yahudiye vermiştir. Yahudi de bu üstün davranış üzerine zırhı Hz. Ali'ye iade etmiştir" ve müslüman olmuştur.[10]

Tabiinin sahabe sözüne karşı çıkıp buna sahabenin rıza gösterdiğine di­ğer bir misal de şudur: Abdullah b. Abbas, oğlunu kesmeyi adayan bir kişi­ye yüz deve kesmesi gerektiğine dair fetva vermiş, tabiinden olan Mesruk bu­na karşı çıkmış, tek bir koyun kesmesi gerektiğini bildirerek şunları söyle­miştir: "Bu adamın çocuğu Hz. İsmail'den daha hayırlı değildir. Allah ona bir kurbanı fidye olarak ihsan etmiştir." Bunun üzerine Abdullah b. Abbas gö­rüşünden vaz geçerek Mesruk'un sözlerini kabul etmiştir.[11]

- “İlk iman eden muhacirler ve ensar İle iyilikte onlara tabi olanlardan Allah razı oldu. Onlar da Allah'dan razı oldular"[12] âyeti celilesi, sahabe-i kiramın İçtihatta da örnek alınmalarını İfade etmektedir. Sahabe-i Kiram hakkındaki hadis-i şerifler ise, onların üstünlüklerini ve derecelerinin yük­sek olduğunu beyan eder, hiçbir zaman ise onların masum olduklarını ve­ya sözlerinin delil olduğunu ifade etmez. İmami Gazali bu görüştedir.

Bizce bu görüş zayıftır.Birinci görüş daha isabetlidir. Çünkü sahabe, Resulullah'ın yanında ve onun medresesinde yetişmiştir. Onların hata etme oran­lan, diğer müctehidlerden daha azdır.

Bu hususta dört mezheb imamından şu görüşler nakledilmiştir:

Ebu Hanife, "Eğer meselenin hükmünü Allah'ın Kitabında ve Resulullah'ın sünnetinde bulamazsam, o hususta sahabe-i kiramdan dilediğimin sözünü alır, dilediğimi bırakırım. Fakat hepsinin sözünü bırakarak başkalarının sözüne baş vurmam." demiştir.

İmam Malik, Resulullah ve ondan sonra gelen Ulu'1-Emr, hükümler koy­muşlardır. Bunları almak, Allah'ın Kitabını tasdik etmek ve Allah'a tam ita­at etmektir. Hiç kimsenin bu hükümleri değiştirmeye veya bunlara muhalif olanların görüşlerine itibar etmeye hakkı yoktur." demiştir.

İmam Şafii, "Sahabelerden herhangi biri bir söz söyler de diğer sahabe­lerin o söze katıldığı veya muhalefet ettiği tesbit edilmezse, mesele için Al­lah'ın Kitabında, Resulullah'ın sünnetinde ve icmada bir hüküm bulamazsam o sahabenin sözüne tabi olurum" demiştir.[13] İmam Şafii'den, bunun tersi de nakledilmektedir.[14]

Ahmed bin Hanbel ise, "Uymak demek, Resulullah'dan ve ashabından nak­ledilene tabi olmak demektir." demiştir.

 

Tabiin'in Görüşü

 

a. Tabiin, Kadı Şureyh, Hasan el-Basrt, Alkame ve İbrahim en-Nehaî gi­bi, sahabe döneminde fetva veren kimselerden ise, bazı alimlere göre bun­ların sahabe dönemindeki görüşü, sahabe sözü gibidir. Diğerlerine göre ise, tabiinin görüşü deli! olamaz. Ebu Hanife'den her iki görüş de nakledilmek­tedir.[15]

b. Tabiin'in görüşü, sahabe döneminde ortaya çıkmaz, daha sonraki dö­nemlerde ortaya çıkarsa, bunların görüşleri hüccet olamaz. Diğer imamların görüşleri gibidir.[16]

 

Sahabelerin Adil Oluşu:

 

Sahabelerin tümünün adil olduklarını kabul ederiz. Yani hadis rivayetin­de kasden yalan söylemekten kaçındıklarına ve bu rivayetlerini reddetme­mizi icap ettirecek ameller işleyecek derecede sapmadıklarına inanırız. Gö­rüldüğü gibi Sahabenin hadis rivayeti hususundaki adaletlerinin özel bir an­lamı vardır. Zira adalet kavramı, yerine göre farklı anlamlara gelmektedir. Bun­ları şu şekilde özetlemek mümkündür.

1. Zulmetmeme ve haksız davranmama anlamında adalet.

Bu anlamdaki adalet: "Davranışlarda insaflı olma ve haklıya hakkını ver­me" şeklinde tarif edilmektedir.

2. Fıska ve isyana düşmeme anlamında adalet.

Bu anlamdaki adalet ise "takva sahibi olma" şeklinde izah edilmektedir.

3- Masum olma anlamında adalet.

Bu anlamdaki adaletten maksad, günah İşlemeye engel olan bir meleke­ye sahip olma demektir. Böyle bir adalet, ancak peygamberler ve melekler için söz konusudur.

4. Günahdan korunmuş olma anlamında adalet.

Bu anlamdaki adaletten maksat ise, var olan bir güç ve meleke ile değil, Allah'ın lütfü ile günah İşlemeden ve hatadan korunmuş olma demektir. Böy­le bir adalet, veliler için söz konusudur. Bazı alimler, sahabelerin adaletle­rinin de bu türden olduğunu söylemişlerse de bu görüş tercihe şayan değil­dir.

5.  İçtihatta hatadan korunmuş olma manasında adalet.

Bu gibi bir adaletin sadece son zamanda gelecek olan Mehdi için sözkonusu olacağı söylenmiştir.

6. Hadis rivayetinde güvenilir olma manasında adalet

Bu da "Hadis rivayetinde kasıtlı olarak yalan söylemekten kaçınmak ve bu rivayeti kabul etmemeyi gerektirecek bir ameli işleyecek kadar seviyesiz olmamak demektir. İşte sahabelerin adilliği bu manada bir adilliktîr. Bu ne­denledir ki, sahabelerin günah işlemeleri onların rivayet ettikleri hadisleri kabul etmeye engel değildir.

Diğer insanlardan farklı olarak sahabelere böyle bir imtiyazın tanınması­na sebeb şudur:

a. Allah Teala Kur'an-i Kerim'in çeşitli surelerinde sahabeleri genel bir şe­kilde övmüş, adeta onları tezkiye etmiştir:

"İlk iman eden muhacirler ve ensar ile iyilik yaparak onlara tabi olan­lardan Allah razı oldu. Onlar da Allah'dan razı oldular. Allah onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur."[17]

Allah Teaİa'nın bizzat vasıflarını zikrederek kendilerinden razı olduğunu beyan ettiği muhacirler ve ensara karşı, daha sonra gelen, belki de onların İşlediklerinin kat kat fazlasıyle günah işleyen kimselerin, cerh ve tadil yap­maları isabetli görülmemiştir.

"Şüphesiz Allah, o ağacın altında sana biat eden müminlerden razı oldu. Kalblerinde olanı bildi ve onlara huzur ve sükûnet bahşetti...”[18]

Bu âyet-i kerime Hudeybiye sulhu yapılmadan önce, müşriklerle savaş­mak üzere Resulullah'a biatlarını yenileyen sahabeleri zikretmekte ve Allah'ın kendilerinden razı olduğunu bey:ın etmektedir. Bunların sayısı Buhârî'nin zik­rettiğine göre bin dörtyüz İle bin beşyüz arasındadır.[19] Şüphesiz ki bu saha­belerin hepsi Allah Teaİa'nın "Ey Peygamber ailesi; Şüphesiz Allah sizler­den murdarlığı gidermek ve sizi temizlemek İstern[20] âyetindeki zikrettiği Ehli beytten değillerdir. Fakat bunlardan da razı olduğunu bildirmiştir. O hal­de Ehli beytin dışındaki sahabelerin rivayet ettikleri hadisleri kabullenmemek bir taassup ve aşırılığın sonucudur ki, bu hususla mümin kardeşlerimizi uyar­mamız dini bir vecibedir.

"Daha önceden Medine'yi yurt edinip, imanı kendilerine yerleştiren­ler, hicret edip kendilerine gelen müminleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. İhtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Nefsin cimriliğinden korun­muş kimseler, kurtuluşa erenlerdir."[21]

"Onlardan sonra gelen müminler ise, şöyle dua ederler: Ey Rabbimİz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Müminlere karşı kalbimizde bir kin bırakma..."[22]

Görüldüğü gibi âyet-i kerime genel bir şekilde ensan övmekte, onların kur­tuluşa erdiklerini beyan etmekte, onlardan sonra gelen müminlerin de on­lara dua etmelerini ve onlara karşı kin beslememelerini emretmektedir. Bi­ze düşen de sahabeler hakkında hüsnü zanda bulunmak, yaptıkları kusur­larının yanlış ictihadlarından kaynaklandığına kani olmak ve hadis rivayetin­de kasıtlı olarak yalan söyleyecek seviyeye düşmeyeceklerine inanmaktır. On­lara kin beslemek elbetteki kimseye bir şey kazandırmayacak, bilakis güna­ha düşmesine vesile olabilecektir.

Ayrıca, "Böylece Biz sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık..."[23]

"Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.."[24] gi­bi âyetlerin ilk muhataplarının sahabeler oldukları unutulmamalıdır.

b. Resulullah da, sahabelerin daha sonra gelecek olan insanlardan üstün olduklarını, onlara dil uzatmadan kaçınılmasını beyan ederek, onları tezki­ye de bulunmuştur. Bu itibarla sahabelerin rivayet ettikleri hadislerin sahih olduğuna güvenilmiş ve rivayet eden sahabenin yalan söyleyeceğine ihtimal verilmemiştir. Sahabelerden sonra gelecek olan insanlar için böyle bir tez­kiye sözkonusu olmadığından cerh ve tadile tabi tutulmuşlardır. Konu ile il­gili olan hadislerden şunları zikretmek mümkündür:

Ebu Said el-Hudrî, Resulullah'm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Sahabelerime sövmeyin. Şayet sizden biriniz Uhud dağı kadar altın in-fak etse, onlardan birinin (harcadığı) ne bir ölçeğine ulaşabilir ne de yarısına.”[25]

Abdullah b. Muğaffel, Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet et­miştir: "Sahabelerim hakkında Allah'dan korkun, Allah'dan. Benden son­ra onları hedef almayın. Kim onları severse, beni sevmesinden dolayı onla­rı sever. Kim de onlara buğz etmiş olursa, bana buğz etmesinden dolayı on­lara buğz etmiş olur. Onlara eziyet etmiş olan bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allah'a eziyet etmiş olur. Allah'a eziyet edeni ise, Allah'ın yakın bir zamanda yakalayacağı beklenir...”[26]

İmran b. Husayn, Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "En hayırlı olanınız, benim çağımda olanınızdır. Sonra onlardan sonra gelenler. Sonra da onlardan sonra gelenlerdir...”[27]

Yine Abdullah b. Mes'ud, Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"İnsanların en hayırlısı benim çağımda bulunanlardır. Sonra onlar­dan sonra gelenler. Sonra da onlardan sonra gelenlerdir...”[28]

 Hz. Aişe diyor ki:

"Bir adam, Resulullah'dan, "insanların hangisi daha hayırlıdır?" diye sor­du. Resulullah (sav), "Benim içinde bulunduğum çağda olanlar. Sonra ikincisinde, sonra da üçüncüsünde olanlardır" diye cevap verdi.[29]

Cabir b. Semure diyor ki:

Ömer b. Hattab, Cabiye'de bize hutbe okudu ve dedi ki: Benim burada ayağa kalkıp konuştuğum gibi, Resulullah (sav) da ayağa kalkıp bize konuş­muştu ve buyurmuştu ki: "Sahabelerim hususunda benim hukukumu göze­tin. Sonra onlardan sonra gelenler hususunda, sonra da onlardan sonra ge­lenler hususunda.”[30]

Ebu Hureyre de, Resulullah'm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Ümmetimin en hayırlısı, benim Peygamber olarak gönderildiğim çağ­da olanlardır. Sonra onlardan sonra gelenlerdir...”[31]

Numan b. Beşir de Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiş­tir:

"Bu ümmetin en hayırlısı, benim Peygamber olarak gönderildiğim çağ­da olanlardır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra onlardan sonra gelen­ler, sonra onlardan sonrakilerden sonra gelenlerdir...”[32]

Bureyde el-Eslemî de, Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet et­miştir:

"Ümmetimin en hayırlısı benim çağımda bulunanlardır. Sonra onlardan sonra gelenlerdir...[33]

Görüldüğü gibi, İmran b. Husayn, Abdullah b. Mes'ud, Hz. Aişe, Hz. Ömer, Ebu Hureyre, Numan b. Beşir ve Bureyde el-Eslemî'den rivayet edilen bu ha-dis-i şerif, kuşak olarak sahabelerin üstünlüğünü belirtmektedir. Bunların da diğer insanlara eşitliğini söylemek isabetli değildir. İşte sahabelerin adil ka­bul edilmelerinin dayanaklarından biri de bu hadis-i şeriftir.

c. Sahabelerin hayatları, onların kendilerinden sonra gelen insanlardan farklı kişiler olduklarını ortaya koymaktadır.

Gerçekten sahabeler yerlerini, yurtlarını, mallarını, mülklerini, çocukla­rını, ailelerini terk ederek tevhid inancı uğrunda hicret etmişler; Allah'ın di­nini yüceltmek için mallarıyla canlarıyla cihad etmişler, yeryüzünden fitne­yi kaldırıp dinin yalnız Allah'ın olması için gerektiğinde babalarını, oğulla­rını ve akrabalarını öldürebilmişlerdir. Elbetteki bunları yapan sahabeler, sa­dece masa başında ve ocağın önünde oturarak fikir yürütmeye kalkışan ki­şilerden ve bilgiçlik taslayan haddini bilmez cahillerden daha üstündürler. Ve onların edep dışı eleştirilerinden uzaktırlar.

d.  Sahabelerin, özellikle Hz. Osman'dan sonra geçirdikleri dehşet saçan imtihanlara gelince, bu imtihanlar çok çetin olmuştu. Öyle ki, halim selim olanlarını bile sarsmış ve çocukları ihtiyarlatmıştı. Her bir fırka kendi içtiha­dına göre amel ediyor ve naslardan kendisine deiil bulmaya çalışıyordu.

Bu tür imtihanlara düşen insanların, imanlarını korumaları bile büyük bir lütfü İlahidir. İran devriminden sonra, devrimi yapan bazı zevatın davranış­ları ve Afgan mücahidleri arasındaki kan dökme olayları, sahabelerin o dö­nemde geçirdikleri imtihanların ne kadar ağır olduğunu göstermektedir.

Evet, bizden önce yaşayan zatlar, bu imtihanların ağırlığından dolayı, sa­habelerin kusur ve halalarını bayraklaştırmamış, mümkün olduğu kadar unutmaya çalışmışlardır.

Şüphesiz ki, bu İmtihana maruz kalan sahabelerin hepsinin kusur ve ha­tası aynı derecede olmamıştır. Resulullah'la uzun zaman yaşayanlar hatala­rını tezden İdrak etmişler ve onlardan vazgeçmişlerdir. Peygamberin medre­sesinden az bir süre faydalananların İse, kusurlarını idrakleri geç veya güç olmuştur,

Diğer yandan bu İmtihana düşenlerden bazılarını günah işlemeyen bir me­lek veya günah işlemekten korunmuş bir peygamber gibi saymak isabetli de­ğildir. İctihad etmişlerdir. Bazı ictihadlannda yanıldıkları da olmuştur. Ancak bu tür yanılmalar onların rivayet ettikleri hadisleri reddetmeyi gerektirmemek­tedir. Zira, onların yanlış İctİhadları başka şey, Resulullah'a karşı yalan uy­durmaları başka şeydir. Bunları birbirine karıştırmamak gerekir.

Sahabeler, hadis rivayeti hususunda adillerdir. Cerh ve tadile tabi değil­lerdir. Onların böyle bir üstünlüğü, Kur'anKerİm'in, onları özel bir şekil­de övmesinden, Resulullah'ın onları takdir etmesinden ve sahabelerin İslâm uğrundaki büyük fedakârlıklarından kaynaklanmaktadır.[34]

 

 



[1] Hadis alimlerinin çoğunluğuna göre sahabe, Peyamberimizi gören, ona iman eden ve müslüman olarak ölene denir. Bunlar, Sahabe-i Kiram'ın Peygamberle çok ve­ya az bir süre katması şartını aramamışlardır. Çünkü, az bir süre kalanın da Rasu-lullah'dan duyduğunu veya gördüğünü rivayet edebileceğini beyan etmişlerdir.

[2] Darekutni, c. 3, Sh. 322, im. 279, 280.

[3] Darekutni, c. 1, Sh. 209, hn. 19, 21, 22

[4] Süllem el-Vusul, c. 4, Sh. 413

[5] Tevbe, 100.

[6] Müslim, Kit. Fedai] es-Salınbe, b;ıb. 207; Müsned İmam Ahmed, c. 4, Sh. 399-

[7] Buhâri, Kit. Şehnder, bab. 9, Kit. Fedail. bab. 1, Kit. Rikak, bab. 7, Kit. Eyman. bab.

10, 27; Tirmizî, Kit. Fiten, bab. 45, hn. 2221, Kit. Şehadet, bab. 4, hn. 2302, Kit. Menakıb, bab. 5, hn. 3859; İbn Mace, Kit. Ahkâm, bab. 27, hn. 2362; Müsned İmam Ahmed, c. 1, Sh. 387, 417, 438, 442.

[8] Darimî, Kît. Feraid, bab. 26

[9] Darekutni, c. 3, Sh. .322, hn. 281.

[10] Daha önce Hz. Ali, "oğulun babası için şahidlik edebileceği" görüşünde idi. Bkz. Şerh el-Menar, Sh. 736, İstanbul baskısı.

[11] Süllemü'l-Vusûl, c. 4, Sh. 421

[12] Tevbe, 100.

[13] İlam el-Muuakkıîn, c, 4, Sh. 121, (Ezher, Kahire baskısı; KiUibMedhal es-Sünen, Beyhakî)

[14] Bkz. Şerhu'l-Menar, Sh. 734,

[15] Bkz. Şerhu'l-Menar, Sh. 736.

[16] Bkz. Şerhu'l-Menar, Sh. 736.

[17] Tevbe, 100.

[18] Fetih, 18.

[19] Buharı, Kit. Meğazi, bab. 35

[20] Ahzab, 33

[21] Haşr, 9

[22] Haşr, 10

[23] Bakara, 143

[24] Ali İmran, 110

[25] Buhârî, Kit. Fedail es-Sahabe, bab. 5: Müslim, Kit. Fedail es-Sahabe, bab. 221, hn. 2540; Ebû Dâuûd, Kit. Sünnet, bab. 10, lın. 4658; Tirmizî, Kit. Menakib, bab. 59, hn. 3861; Müsned İmanı Ahıııed, c. 3, Sh. 11

[26] Tirmizî, Kit. Menakib, bab. 59, hn. 3862; Müsned İmam Ahıııed, c. 4, Sh. 87, c. 5, Sh. 54, 55.

[27] Buhârî, Kit. Şehadet, bab. 9, Kit. Fedail Eshab en-Nebi, bab. 1, Kit. Rikaak, bab. 7, Kit. Eyman, bab. 27; Müslim, Kit. Fedail Eshab en-Nebi, bab. 214, 215, Hn. 2535; EbûDâvûd, Kit. Sünnet, bab. 10, hn. 4657; Tirmizî, Kit. Fiten, bab. 45, hn. 2221, 2222; Müsned İmam Alımed. c. 4, Sh. 426, 427, 436, 449.

[28] Buharı, Kit. Şelıadet, bab. 9, Kit. Fedail, Eshab en-Nebi, bab: 1, Kit. Rikat, bab: 7, Kit. Eyman, bab: 10; Müslim Kit. Fedail Eshab en Nebi bab: 210, 211, 212, hn. 2533; Tirmizî, Kit. Menakip, bab. 57, hn. 2362; Müsned İmanı Ahıııed, c. 1, Sh. 378, 417, 434, 442.

[29] Müslim, Kit. Fedail, Eshab en-Nebi, bab. 216, hn. 2536; Müsned imanı Ahmed, c.6, Sh. 156.

[30] ÎbnMace, Kil. Ahkâm, bab. 27, hn. 2363.

[31] Müslim, Kit. Fedail, Eshab en-Nebi, bab. 213, hn. 2334; Müsned İmanı Ahıııed, c. 2, Sh. 228, 410, 479.

[32] Müsned İmanı Ahıııed, c. 4, Sh. 267, 276, 277.

[33] Müsned İmam Ahmed, c. 5, Sh. 350.

[34] Bu konu ile ilgili olarak bakınız; el-İsabeFî Temyiz es-Sahabe, c: I, Sh: 6-9; Ted-rib er-Ravi c: II, Sh: 214-216