1. Örf Kesin Olan Bir Nassa Ters
Düşmemelidir.
2. Örfün Her Durumda veya Çoğu Zaman Kendisine
Uyulan Bir Örf Olması Şarttır.
3. Örfün Daha Önceden Yerleşmiş ve Hüküm
Zamanında da Geçerli Olan Bir Örf Olması Şarttır.
Örfün Ve Örfe Dayanan Hükümlerin
Değişmesi:
Örfün Değişmesiyle Hükümlerin de
Değiştiğine Dair Misaller:
Örfle Zanni Delilin Çatışması:
İnsanların
alışageldikleri ve işlerini düzenlemede esas aldıkları bir kısım söz ve
törelere örf denir.[1]
Alimler, örfün dinî
delil olacağı hakkında ihtilaf etmişlerdir.
1. Hanefi ve
Malİkî mezhebinden olanlar:
Örfün fıkhî hükümlere dayanak olabileceğini söylemişler ve delil
olarak şunları ileri sürmüşlerdir:
a. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Ey Muhammedi Sen affı al. Örfü
(marufu) emret ve cahillere aldırış etme."[2]
Bu âyetin zahiri örfün
dinî bir delil olduğunu göstermektedir.
b. İmam Ahmed b. Hanbel Müsned'inde, Abdullah b. Mes'ud'dan şu merfu hadisi
rivayet etmiştir: "Abdullah b. Mes'ud der ki:
Müslümanların güzel gördükleri bir şey, Allah katında da güzel, kötü
gördükleri şey ise, Allah katında da kötüdür.”[3]
c. Ebu Süfyan'ın hanımı Hind, Peygamberimiz'e gelip
kocasının nafaka hususundaki cimriliğinden şikâyetçi olunca Resulullah Hind'e şu cevabı
vermiştir: "Ebu Süfyan'ın
malından örfe göre sana ve çocuğuna yetecek kadar al.”[4]
d. İnsanların
herhangi bir hususu örf haline getirmeleri, o hususla amel edilmesinin,
insanların menfaat ve maslahatına uygun düştüğünü veya onlardan zorluğu
kaldırdığını gösterir.
Maslahatı
gerçekleştirmek şer'i bir delildir. Zorluğu gidermek ise, şer'i bir gayedir.
Aynı zamanda bir nevi maslahattır. Bu itibarla örf de şer'İ bir delil sayılır.
İslâm geldiğinde,
Arapların maslahatlarını gerçekleştiren bir kısım örflerini reddetmemiş,
aksine kabul etmiştir. Mesela, "diyeti" sadece suçluya değil, onun
bütün erkek akrabalarına yüklemiştir. Yine mirasta "asabe"[5] müessesesini
kabul etmiştir.
2. Hanefi ve
Malikilerin dışındaki alimlerin örfü delil kabul etmedikleri görüşü şöhret
bulmuştur. Bununla beraber İmam Şafii'nin önce Irak halkının örfüne dayanarak
tesis ettiği bazı hükümleri, Mısır'a döndüğünde Mısırlıların örfünü esas alarak
değiştirdiği bilinmektedir.
Karrafî şöyle der: "örf, bütün mezhebler
arasında müşterek bir delildir. Araştıran bunu açıkça beyan ettiklerini
görebilir."
Şafii mezhebinden olan
İmam Nevevî şöyle der: "Yeminlerde, itiraflarda ve
söyleniş şekline göre anlamı değişen benzeri şeylerde fetva verecek alim,
bunları söyleyenlerin memleketlisi olmalı veya örflerine göre sözlerinden neyi
kasdettiklerinİ bilen biri olmalıdır. Böyle olmayan
kişinin bu hususlarda fetva vermesi caiz değildir."[6] Örfün
delil olduğunu kabul eden alimler, örf hususunda şunları söylemişlerdir:
"Örfen bilinen birşey,
şart koşulmuş gibidir." "Örf ile sabit olan, nas
ile sabit olmuş gibidir."
Müctehidin fetva ve içtihadına, hakimin hüküm ve kararına
dayanak olabilecek bir örfte şu şartların bulunması gereklidir.
Bu İtibarla İnsanların
faiz yemeyi örf haline getirmeleri, hiçbir zaman bu sömürü aracını meşru
kılmaz. Çünkü Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Faiz yiyenler,
yerlerinden şeytanın çarptığı gibi kalkarlar. Bu, onların: 'Faiz de aynen
alış-veriş gibidir' demelerindendir. Halbuki Allah alış-verışi
helal, faizi ise haram kılmıştır..."[7]
"Ey iman edenler!
Allah'tan korkun ve eğer iman ediyorsanız faizden arta kalanı bırakın. Eğer
böyle yapmazsanız, Allah'a ve Rasulü'ne karşı harb ilan etmiş olduğunuzu bilin."[8]
Yine, bir kısım
kadınların, İslâmi tesettürden uzaklaşıp açık saçık
bir halde gezip dolaşmayı örf haline getirmeleri, bu hayasızlığı elbettekİ meşru kılmaz. Ve böyle kadınların cehennemin
yakıtı olmasını engellemez. Çünkü, Allah Teala şöyle
buyuruyor:
"Ey Muhammedi Mü'min kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar.
Irz ve namuslarını korusunlar. Görünmesi zaruri olanlar dışında zinetlerini göstermesinler..."[9]
Diğer bir âyeti celilede şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammedi
Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına
söyle: Dış örtülerini üzerlerine alıp örtsünler..."[10]
Peygamber (sav)
efendimiz, açık-saçık olan kadınlar hakkında şöyle buyuruyor:
"îki sınıf
cehennemlik insanlar vardır ki, ben onları henüz görmedim: Ellerinde bulunan
sığır kuyrukları gibi kamçılarla insanları döven topluluk. Bir de giyinmiş
oldukları halde çıplak olan, (erkekleri) kendilerine meylettiren, (onlara) meyleden
ve başları deve hörgücü gibi olan kadınlardır. Bunlar cennete giremezler. O'nun
kokusunu dahi alamazlar. Halbuki cennetin kokusu beşyüz
senelik bir mesafeden alınır."[11]
Peygamber efendimiz
(sav) koku sürünüp, sokaklara çıkan kadınlar İçin de şöyle buyuruyor:
"Herhangi bir
kadın koku sürünür, sonra kokusunu alacak bir topluluğun yanından geçerse o
kadın zaniyedir."[12]
Son olarak bir kısım sun'İ süslerle bezenip iffetli insanları yoldan çıkarmaya
çalışan kadınlar hakkında Hz. Ömer'in oğlu Abdullah
şunu rivayet eder:
"Peygamber (sav),
saç takan kadını, saç taktıran kadını, ben yapan kadını, ben yaptıran kadını
lanetledi."[13]
Binaenaleyh, kendisine
uyuiup-uyulmaması müsavi olan bir örf, şer'i delil
olamaz. Çünkü İnsanlar bazen bununla amel eder, bazen de etmezler. Böylece
birbirine zıt iki teamül sözkonusu olur. Bunların
hiçbiri de delil olamaz. Mesela:
Bir baba kızını
evlendirirken ona bir kısım mallar verir de, sonra o malların ödünç olarak
verildiğini söyler, kız da kendisine çeyiz olarak hibe edildiğini İddia
ederse, örfe başvurulur. Herkesin veya çoğunluğun uyduğu örfe göre hüküm
verilir. Şayet her iki tarafı destekleyen ve birbiriyle çelişen eşit İki örf
bulunursa, örflere İtibar edilmez. Yemin etmesiyle birlikte babanın İddiası
kabul edilir. Çünkü veren odur, ne niyetle verdiğini daha iyi bilir.
Hükümden sonra ortaya
çıkan bir örfe itibar edilemez.
Örf, değişik yönlerden
çeşitli kısımlara ayrılmaktadır:
1. Yapılan
bir iş veya söylenilen bir söz olması bakımından ikiye ayrılır:
Burada yapılan bir
İşin örf haline gelmesi söz konusudur. Mesela, insanların bazı eşyaları satın
alırken aldım-sattım sözünü söylemeden parayı verip eşyayı almaları, kahvehane
ve hamam gibi yerlere girerken ne kadar kalacaklarını tayin etmemeleri, bir
şeyi sipariş vermeleri, mehrin bir kısmını peşin
ödeyip diğerini tecil etmeleri gibi örfler ameli örflerdendir.
Bu kısımda ise,
söylenilen bir sözün örf halini alması söz-konusudur. Mesela, "et"
kelimesine balık etinin girmemesi, "merkeb"
(binek) kelimesinden sadece eşeğin anlaşılması, "evlâd"
kelimesinden erkek çocuğun kasdedilmesî, "şart
olsun"[14] sözünün hanımı boşama
anlamına gelmesi, "beygir" (yük taşıyan) kelimesinden sadece iğdiş
atların anlaşılması kavli örflerdendir.
2. Bütün
insanlar tarafından kabullenilmesi veya sadece bir ülke halkı, yahut da sadece
bir meslek erbabı tarafından benimsenmesi bakımından da örf, genel örf, özel
örf olarak ikiye ayrılır:
Herhangi bir devirde
bütün İnsanların kabullendikleri örftür. Yukarıda zikredilen amelî örfler bu
türdendir.
Sadece bir ülke veya
şehir halkının yahut yalnızca bir meslek erbabının benimsedikleri örftür. Bazı
yerlerde "merkeb" kelimesinden sadece
eşeğin anlaşılması, ticaret erbabının alacaklarını isbat
için yalnız özel defterlerine itibar etmeleri özel örflerdendir.
Mezheb imamlarının zamanında mevcud
olan örflere itibar edilerek bir kısım fıkhı hükümler konulmuştur. Örflerin
ülkeden ülkeye değişik oluşu bunlara dayandırılan hükümlerin de değişik
olmasına sebep olmuştur. Ayrıca zaman geçtikçe
örflerin değişmesi, sonradan gelen alimlerin öncekilere muhalefet etmelerine
sebep olmuştur. Bu tür ihtilaflara "delillerden kaynaklanmayan, sadece
zaman değişiminden kaynaklanan ihtilaflar" adı verilmiştir. Bu hususta
meşhur fıkıh alimi İbn Abİdin
şöyle der: "Fıkhı hükümler, ya açık bir nassa dayanır ki, bunlar fıkhın birinci derecesini teşkil
ederler, ya da ictihad ve
görüşten kaynaklanırlar. Müctehid, bu tür hükümlerin
çoğunu zamanındaki örfe dayandırmıştır. Öyle ki, o zamandaki örf değişik olsa
İdi, müc-tehidin o
husustaki içtihadı da değişik olacaktı. İşte bu nedenledir ki, İnsanların örf
ve adetlerini bilmek itihadın şartlarından
sayılmıştır. Birçok hükümler, zamanın değişmesiyle değişir. Zira hükümlerin
değişmemesi insanların zarar görmelerine sebep olur ve kolaylaştırıcı olan
Şeriat-ı ğarrâ'nın genel kurallarına ters düşer.
Aynı mezhebten olan alimlerin sonradan gelenlerinin,
öncekilere muhalefet etmeleri bundan kaynaklanmaktadır. "[15]
a. Hanefi
mezhebine göre bir insan bir şeyi gasbederse:
- Ya
o şeyi aynen muhafaza etmiş olur, bu durumda malı sahibine iade etmekle
yükümlüdür.
- Veya o şeyde
değerini düşüren bir işlem yapar. Bu durumda, o şeyle beraber düşen değeri de aynca ödemekle yükümlüdür.
- Yahut o şeyde
değerini artıran bir işlem yapar. Bu halde ise, mal sahibi İki şık arasında
serbesttir. Ya malını gasıba
bırakır, ondan değerini alır, veya gasıbın artırdığı
miktarı gasıba öder ve malını geri alır.
Bu hükümler karşısında
bîr adam bir elbiseyi gasbeder de, onu başka bir
renge boyarsa, acaba değerini artırmış mı, yoksa eksiltmiş mi olur?
Ebu Hanife'ye göre, siyah renge
boyarsa değerini düşürmüş olur. Çünkü Ebu Hanife döneminde siyah renkli elbiseler hoş görülmez imiş. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed ise, elbisenin siyah renge
boyanmasının değerini artıracağını söylemişlerdir. Çünkü bunların zamanında
Abbasî halifeleri siyah giydiği için siyah renkli elbiseler, daha fazla rağbet
görmekte imiş.
b. Hanefi mezhebine
göre, önceleri vakıf mallarının kiralanması belirli bir müddet ile sınırlı
değildi. Daha sonra gelen alimler, zamanlarındaki örfe dayanarak ev ve dükkân
gibi, gayri menkullerin bir yıldan, tarla ve tarım arazilerinin üç yıldan
fazla süreyle icara verilemeyeceği hükmünü koymuşlardır.
c. Ebu Hanife, an ve ipek böceğini
diğer haşarata kıyaslayarak satılmalarının caiz olmadığı görüşünde idi. Daha
sonra İmam Muhammed örfe dayanarak bunların satılmasına cevaz vermiştir.
d. Bir adam
evini satar da taşınabilir merdiveninden söz etmez ise, merdivenin satılmış
sayılmayacağı görüşü hakim iken, daha sonraları evler iki katlı olunca,
merdivenden söz edilmese dahi satışa dahil olacağı görüşü hakim
olmuştur.
e. Maliki fakihleri, örfe dayanarak "erkeğin başının açık
olmasının" doğuda yaşayan insanlar için şahsiyeti zedeleyen bir husus
olduğu, batıda yaşayan insan için ise, şahsiyeti zedelemediği görüşüne
varmışlardır. Günümüzde İse, doğuda bulunan insanlar İçin de durum
değişmiştir.
Eğer örfle zannî bir delil çatışırsa, örfün zanni
delili kayıtlayacağı görüşü savunulmuştur.[16]
1. Bu
nedenle müctehidler, örfe dayanarak bir şeyin
yapılmasını sipariş verme anlamına gelen "Akd-i
İstisnâ"yı caiz görmüşlerdir. Terziye elbise, marangoza masa, saraca mest
sipariş vermek gibi. Halbuki akd-i istisna, haber-i ahad olan ve zann ifade eden şu
hadis-i şerifle çatışmaktadır:
Hakim b. Hizam'ın (r.a) şunları söylediği rivayet edilir: dedim ki:
Ey Allah'ın Rasulü! Adam bana geliyor, bende bulunmayan
birşeyi kendisine satmamı istiyor. Ben ona satışta
bulunup, sonra o şeyi çarşıdan satın alarak verebilir miyim? Resulullah (sav) şu cevabı verdi: "Kendinde olmayan birşeyi satma."[17]
Fıkıh alimleri bu
hadis-i şerifin kaçan kölenin, ürküp vahşileşen devenin, sudaki balığın ve
benzeri şeylerin satılamayacağını ifade ettiğini söyleyerek; sipariş verme
işinin örfen yapılması dolayısıyla bu hadis-i şerifi
sınırladığı (belli fertlere tahsis ettiği) görüşünü savunmuşlardır.
2. Hanefi ve
Maliki mezhebinden olan alimler, şer'i şerife mugayir olmayan ve örfen İtibar edilen bütün şartların taraflarca ileri
sürülmesi durumunda geçerli olacağını söylemişlerdir. Mesela, satıcının parayı
alıncaya kadar sattığı şeyi elinde tutacağını şart koşması veya alıcının alacağı
eşyanın yerine monte edilmesini şart koşarak satın alması caizdir. Halbuki
şartlı alış-veriş, görünüşte birbirleriyle çelişen ve tesbitleri
zannî olan şu üç lıadis-i
şeriften birincisine ters düşmektedir.
Amr bin Şuayb babasından babası
da dedesinden, Resulullah (sav)'ın
şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Bir sözleşmede hem ödünç verme, hem de
satış yapına helâl değildir, Alış-verişte iki şart koşma helâl değildir. Garanti
edilemeyen bir şeyin satılarak kâr edilmesi helal değildir. Kendinde Bulunmayan
bir şeyi satmak helal değildir.”[18]
Her ne kadar bu
hadiste iki şart zikredilmiş ise de diğer bir rivayette şöyledir:
"Resulullah, şartlı ahş-verişi
yasaklamıştır."[19] Bu
rivayet de dikkate alınarak bir şartla, daha fazla şartın farksız olduğu
kanaatine varılmıştır.
Bazı alimler örfün
yukarıdaki hadisi kayıtladığı görüşünü savunmuşlar, ayrıca aşağıdaki hadis-i
şerifle örfün zanni delilleri kayıtlayacağı görüşünü
desteklediğini ve birinci hadisi kayıtladığını söylemişlerdir.
Cabİr b. Abdullah'tan (r.a) rivayet ediliyor ki: Bir
gazveden dönerken, Cabir yorgun olan devesinin
üzerinde gidiyor idi. Resulullah (say) yanından geçerken
deveye vurdu ve dua etti. Bunun üzerine deve daha önce gidemediği bir şekilde
yürümeye başladı. Cabir der ki: Resulullah
(sav): "Bunu bir okka karşılığında sat bana" dedi. Hayır, dedim.
Yine Resulullah (sav): "Bunu bir okkaya
sat" dedi. Ben de aileme varıncaya kadar binmemi şart koşarak onu sattım.
Medine'ye gelince deveyi Rasulullalı'a getirdim.
Parasını nakit olarak bana verdi. Sonra oradan ayrıldım. Arkamdan birini
gönderdi. Dönünce bana şöyle buyurdu: "Ben deveni alacak değilim. Deveni
al. O senindir" buyurdu.[20]
Görüldüğü gibi Câbir (r.a) ailesine kadar binmek şartıyla devesini satmıştır.
Burada esen rüzgârlardan daha cömert olan Resulullah
(s.a.v), babası Uhud'da şehid
düşüp geriye, bir oğul, dokuz kız evlâdı bırakan Câbir
(r.a)'a ikramda bulunarak evvelâ deveye dua edip, onun daha güçlü hale gelmesine
vesile olmuş, sonra onu satın alarak Câbir'in
öfkesini yatıştırmış, sonunda da hem devenin bedelini vermiş hem de deveyi
iade etmiştir.
Şu hadis-i şerif ise,
alış-verişin geçerli olup şartın hükümsüz olacağını ifade etmektedir:
Hz. Aişe (r.a.) buyuruyor ki: Berire adlı cariye bana geldi. Ailemle (sahibimle) her yıl
bir okka Ödemek suretiyle dokuz okka karşılığında âzad
edileceğime dair yazılı sözleşme yaptım. Bana yardımda bulun dedi. Ben de:
eğer ailen (sahibin) isterse bu mikdarı onlara
sayayım (vereyim). Senin velayetin benim olsun, dedim. Berire
ailesine gidip onlara bunu söyledi. Fakat onlar bunu kabul etmediler. Berire onların yanından Hz. Aİşe'ye geldi. O sırada Resulullah
da orada oturuyor idi. Berire şöyle dedi: 'Ben bunu
onlara arzettim. Fakat onlar velayetin kendilerinde
kalması halinde ancak kabul edeceklerini söylediler. Resulullah
bunu duydu. Hz. Aişe de
durumu Resulullah'a İzah etti. Bunun üzerine Resulullah Hz. Aişe'ye "Onu satın al. Velayetin onlara aid olması şartını kabul et. Fakat velayet azâd edenindir" buyurdu.[21] Hz. Aişe'de emredileni yaptı.
Bundan sonra Resulullah hutbeye çıktı. Allah'a hamd edip, O'nu lâyıkıyla sena ettikten sonra şunları
söyledi: "Bazı adamlara ne oluyor da Allah'ın Kitabında yeri olmayan bir
kısım şartlar ileri sürüyorlar. Allah'ın Kitabında yeri olmayan şartlar
batıldır. Velevki yüz şart olsun. Allah'ın hükmü daha
âdil ve O'nun şartı daha kuvvetlidir. Velayet azad
edene aittir. "[22]
Görüldüğü gibi üç
hadis-İ şerif birbiriyle çeiişir gibidir. Bu itibarla
tesbit-leri zanni olduğu gibi delaletleri de zannidir.
Dolayısıyla örfle kayıtlandınl-malarına
kani olanlara"yanlış yapmaktalar" demek
doğru değildir.
Diğer yandan
zikredilen bu üç hadis-i şerif müctehidlerin
delillerini incelemeden görüşlerini eleştirmeye kalkışmanın cehaletten
kaynaklandığını, ilmi araştırmalara ters düştüğünü, kişinin bilmediği şeyin
düşmanı olabileceğini ve Hakk'a ulaşmanın yolunun
ilim ve irfandan geçtiğini göstermektedir. Bir kısım
insanlar bu hadislerden sadece birini görünce ve ona muhalif olan bîr içtihada
rastlayınca hemen o içtihadı hadise ters düşüyor diye eleştirmeye
kalkışıyorlar. Bu hususta nasların derinliğine İnmek
gerekir.
[1] Örfle adet arasındaki en belirgin fark; örfün,
çoğunluk tarafından kabullenilmesi, adetin ise ferdlere
mahsus olmasıdır. Bununla beraber adet, bazen geneüeşe-rek Örfe dönüşür.
[2] A'raf Suresi; 199
[3] Müsned, İmam Ahmed, c.l, sh. 379
[4] Buhârl, Kit.
Buyu', bab: 95, Kit.
Nafaka, bab: 9, 14, Kit.
Ahkam, bab: 14, 28; Müslim Kit.
Ekdiye, bab: 7 hn. 1714; EbûDâvûd, Kit. Buyu', bab: 79, hn. 3532; Nesei, Kit. Kudah, bab:
31; İbniMace, Kit. Ticeret, bab: 65 hn. 2292; Darimi, Kit. Nikah, bab: 56; Müsned, İmam Ahmed, c. VI, sh. 39, 50
[5] Bir kısım mirasçılar bazı faraziyelerde mirasın
hepsini veya pay sahihlerinden geriye kalan bütün mirası alma hakkına
sahihtirler. Bu tür miracçılara "asabe" denilir. Mesela biri vefat edip geriye bir oğul,
bir erkek kardeş ve bir de hanım bıkakırsa hanımı
mirasın sekizde birini oğlu ise asabe olduğu için
geriye kalan kısmın tümünü alır. Erkek kardeşe bir şey düşmez. Çünkü ondan daha
önce gelen oğul asa besi vardır.
[6] Bkz. Şerhu'l-Muhazzeb, c. I, sn. 46
[7] Bakara, 275
[8] Bakara, 278-279
[9] Nur, 31
[10] Ahzab, 59
[11] Müslim Kit. Libas, bab: 35, Kit. Cennet, bab: 52, İm. 2128; Müsned, İmam Ahmed, c. II, sh. 356, 440; Muuatta, İmam Malik, Kit. Libas, bab: 7
[12] Tirmizi, Kit.
Edeb, bab: 35, hn: 2787; Nesei, Kit. Zinet, bab:
35, hn: 5129; Ebû Dâvâd, Kit. el-Tereccül, bab: 7, hn: 4173; Müsned, İmam Ahmed, c. IV, sh. 400, 414; Darimi, Kit. İstizan, bab: 18
[13] Bukârî, Kit.
Hudud, bab: 82, 83, 84, 85,
86, 87; Müslim, Kit. Libas, bab:
115 hn. 2122, 2123, 2124, 2125; Tirmizî,
Kit. Libas bab: 25, hn: 1759; Nesei, Kit. Zinet, bab:
22, 23, 24, 26, 27, hn: 5251; îbniMace,
Kit. Nikah, bab: 52, hn: 1987
[14] Eğer "şart olsun" sözü örfen
kişinin hanımını boşadığını ifade ediliyorsa bunu söyleyenin hanımı boş olur.
Mesela, "Ben bu işi yaparsam şart olsun" derse, sonra da o İşi yapsa
hanımı boş olur, Fakat "şart olsun" kelimesini söyleyen kişinin bulunduğu
beldenin örfüne göre "Yemin olsun" anlamına geliyorsa, sadece
yeminini bozmuş olur. (Hukuku İslâmiyye Kamusu, c.
II, sn. 244, madde, 201)
[15] İbni Abidin,
Mecmeatu'r-Resâil, c. II, sh. 126)
[16] Zanni deliller iki kısma
ayrılır: a- Tesbitİ zanni
olan deliller. Bunların tesbitleri kesin değildir. Zannidir. Haber-iahadlar bu
kabildendir, b- Delaleti zanni olan deliller.
Bunların tesbitleri kesin veya zanni
olabilir. Fakat taşıdıkları manayı ifade edişleri zannidir.
Kur'an-ı Kerimin manası kapalı olan âyetleri bu
türdendir. Meselâ: "Kuru" kelimesi hem hayız hem de hayızdan temizlenme manasına gelir.
[17] Nesei, Kit.
Buyu', bab: 60; Tirmizi, Kit. Buyu' bab: 19; EbûDâvûd, Kit. Talak, bab: 7 lın: 2190; İbni Mace, Kit.
Ticaret, bab: 20, lın: 2188
[18] Ebû Dâvûd,
Kit. Buya, bab: 68 hn: 3504; Tirmizi, Kit. Buyu', bab: 19, hn: 1234; Nesei, Kit. Buyu" bab: 60,71,72; Darimi, Kit. Buyu", bab:26
[19] Bkz. Taberani,
el-Evsat; İbn Hazin el-Muhalla; Hattabİ, el-MealimNeylu'l-Evtar, c. V sh. 202.
[20] Buharı, Kit. Cihad, bab: 113, Kit. Şurut, bab:
4; Müslim Kit. Musakah, bab: 109 hn: 715; Tirmizi, Kit. Buyu1, bab: 30, hn: 1253; Ebû Dâvûd,
Kit. Buyu1 bab: 69 (70)', hn: 3505; Müsned, İmam Ahmed, c. III, sh. 299
[21] Resulullah (s.a.v) burada
cariyenin hürriyetine kavuşması için sahibinin İleri sürdüğü yersiz şartın
geçici olarak kabui edilmesine izin vermiş ve fakat
gerçek durumu hutbesinde izah etmiştir.
[22] Buhârî, Kit.
Salah, bab: 70, Kit.
Buyu", bab: 67,73, Kit.
Mekatib, bab: 1, 3, Kit. Şu-rut, bab:
17; Müslim, Kit. İtk, bab: 2 hn: 504; Ebû Dâvûd, Kit.
İtk, bab: 2 hn: 3929, 3930; Tirmizi, Kit. Vasaya, bab:
7, hn: 2124; Nesei, Kit, Buyu' bab: 85,86, hn: 4646; îbniMace, Kit. İtk, bab:
3, hn: 2521; Müsned, İmam Ahmed, c. VI, sh. 82