Şer'i Deliller Arasında
İstishabın Yeri
İstishabın lügat manası:
Birinden ayrılmamak,
birini arkadaşlığa çağırmak, bir kimseden, başkasını arkadaş vermesini
İstemektir.
Bu kelimenin ıstılahİ manası ise:
Değiştiğini belirten
bir delil ortaya çıkmadıkça, herhangi bir hususun halen devam ettiğini kabul
etmektir.
Görüldüğü gibi, İstishab, şer'i delil kabul edildiği takdirde, daha önce
var olan bir husus aynen geçerli, yok olan bir husus da aynen geçersiz sayılır.
Yeterkİ değiştiklerini belirten yeni bir delil ortaya
çıkmış olmasın. Var olan bir hususun, halen devam ettiğini kabullenmeye misal:
Kaybolan kişinin yaşadığını kabul etmektir.
Yok olan bir şeyin yok
olmasının devam ettiğine misal İse, akil-baliğ olmayanın mükellef olmadığına
hüküm vermektir.
İstishaba dayanılarak bir kısım hususların devam etitğine veya sabit oluduğuna
hüküm verilir.
Haklarında hüküm
verilecek olan hususların çeşitlerine göre, istishab
dört kısma ayrılmaktadır. Bunlardan ilk üçü, fıkıh alimleri tarafından
ittifakla delil olarak kabul edilirken, dördüncü kısmın iki yönlü veya tek
yönlü delil olacağı hakkında ihtilaf etmişlerdir. Şöylekİ:
1. Eşyanın,
evvelce var olan asıl "hükmünün" geçerliliğini ifade eden istishab. (İstishab
el-Hükmü'1-Asli li'1-Eşya) Burada iki ihtimal vardır:
a. Helal
veya haram oldukları bilinen hükümler: Bunları değiştiren yeni bir husus ortaya
çıkmadıkça istishaba dayanılarak bunların devam
ettiklerine karar verilir. Mesela; Sarhoş edici hale gelmedikçe üzüm suyunun
helal, sarhoş ediciliği giderilmedikçe içkinin haram oluşuna hüküm verilir. Ve
bu hükmün devam ettiği bildirilir.
b. Helal
veya haram oldukları bilinmeyen hükümler: Bir şeyin helal veya haram olduğuna
dair herhangi bir hüküm bulunmazsa, "Eşyada asıl olan mübalılıktir"[1]
prensibi gereğince o şeyin mubah olduğuna karar verilir. Ve mübahlığının
devam ettiği hükmü sabit kalır.
Mesela, herhangi bir
yiyecek, içecek, giyecek veya hayvan, yahut bitki, ya
da cansız varlık hakkında helal veya haram olduğunu bildiren bir hüküm
bulunmazsa "eşyada asıl olan mubahlıktır" prensibine dayanılarak
bunların mubah olduklarna hüküm verilir. Bunların mübahlığını değiştiren yeni bir durum ortaya çıkmadıkça
mubah oluşlarının devam ettiğine hüküm verilir.
2. Evvelce
yok olan bir hususun hali hazırda da yokluğunu sürdürdüğünü ifade eden istishab (İstishab el-Berae el-Asliyye).
İnsanın mükellef
olduğunu ortaya koyan deliller bulunmadıkça, yükümlü olamayacağını kabul etme
bu kabildendir. Mesela; küçük yaşta olan bir insan, ergenlik çağına
ulaşmadıkça şer'i yükümlülüklerle mükellef olmaz. Keza kişinin borçlu olduğu isbat edilmedikçe, borçlu sayılamaz. Bir şirketin kâr
ettiği isbat edilmedikçe, kâr ettiği kabul edilemez.
Eşler, evliliklerini isbat etmedikçe, evli sayılamaz
v.s. Çünkü asıl olan yokluktur. Aksi isbat edilmedikçe
istishaba dayanılarak aynı yokluğun devam ettiğine
hüküm verilir.
3. Dinen veya aklen
sonra ortaya çıktıkları tesbit edilen şeylerin,
varlıklarını sürdürdüklerini ifade eden istishab:
Mesela, borçlu bir
insanın, borcunu ödediğine veya alacaklı tarafından borcunun bağışlandığına
dair bir delil ortaya koymaması halinde, istishaba dayanılarak
borçluluğunun devam ettiğine hüküm verilir. Keza mal alan müşteri parayı
ödediğini ispatlamadıkça, parayı ödemekle, yine evlenen kişi, meh-ri ödediğini ispatlamadıkça, melıri ödemekle yükümlüdür. Çünkü bunlar, varlıkları
ispatlanan şeylerdir. Aksi ispat edilmedikçe, istishab
gereği varlıklarını sürdürdükleri kabul edilir.
4. Daha önce var olan bir sıfatın halihazırda da
devam ettiğini ifade eden istishab:
Kaybolan kişinin
"hayatta olma" sıfatının devam ettiğini kabul etme gibi. Fıkıh
alimleri istishabın bu çeşidi hakkında, aşağıda
belirtildiği şekilde ihtilaf etmişlerdir:
Bazıları, bu tür istishabın iki yönlü diğerleri ise, tek yönlü delil olacağını
söylemişlerdir.
a. Şafii ve Hanbeli mezhebinden olan alimler, bu tür istishabın, hem olumlu hem de olumsuz olmak üzere iki yönlü
delil olduğunu bildirmişler ve bu itibarla istishaba
dayanılarak; olumsuz yönden eski hakların kaybolmayacağına, olumlu yönden de
yeni hakların kazanılacağına hüküm verilmesi gerektiğini söylemişlerdir.
Mesela; istishaba dayanılarak, yeri ve yaşayıp-yaşamadığı
bilinmeyen kayıp kişinin, öldüğünü belirten bir delil ortaya çıkmadıkça, sağ
olduğuna karar verilir. Böylece bu kişi sağ olan bir insanın bütün haklarına
sahip olur.
Olumlu yönden, vasiyet
ve miras yoluyla kendisine İntikal eden bir kısım yeni haklar kazanır. Olumsuz
yönden de mal ve eşyalar üzerindeki eski mülkiyet hakkını, daha önceden var
olan evlilik hakkını ve benzeri haklarını korur. Bu hakların elinden çıkmasına
engel olur.[2]
b. Hanefi ve Maliki
mezhebinden olan alimler ise, bu tür bir istishabın
sadece olumsuz yönden delil olduğunu, bu nedenle yalnız mevcut olan bir kısım
hakların kaybolmasını engelleyeceğini, fakat yeni haklar kazandırmayacağını
söylemişlerdir.
Bunlara göre, yukardaki misalde, kaybolan kişi, sadece önceden var olan,
mülkiyet ve evlilik gibi eski haklarını korur. Fakat, yeniden doğacak olan
miras ve vasiyyet gibi haklara sahip olamaz.[3]
1. İstİshab, aslında fıkhi hükümler
için yeni bir kaynak veya şer'i bir delil değildir. Sadece var olan hükümlerin
geçerliliklerini kabullenmek ve mevcut olan delillerin İşlerliğini sağlamaktır.
2. İstishab, nas olmadığı zaman
başvurulur. Bu nedenledir ki, şer'i delillerin sınırını geniş tutanlar, istishaba az başvurmuşlar, dar tutanlar İse, bunu çoğu
durumlarda şer'i delil olarak almışlardır. Zahiriyye
mezhebinden olan alimler, şer'i delilleri; Kitab,
Sünnet ve bunlara dayanan İcma ile sınırladıkları
için, İstishabın alanını geniş tutmuşlar ve ona çokça
başvurmuşlardır. Öyleki, cumhur ulemasının kıyasa
dayandırdıkları hükümleri, Zahiriyye ve İmamiyye mezhebleri istishaba dayandırmışlardır. Şafii ve Hanbeli
mezheb-leri de kıyasa çok
zaruri hallerdebaşvurdukları için, Zahiriye ve İmamiy-ye'den sonra istishaba çokça başvuran mezheblerdendirler.
Hanefî v.e Maliki
mezhebinden olan alimlerse, kıyas, istihsan gibi ictihad yollarına çokça başvurdukları için, istishabı fazlaca delil olarak almamışlardır. Buna en az
başvuran mezheblerdendirler.
3. Fıkıh alimleri, İstishaba
dayanarak bazı şer'i kurallar tesbit etmişlerdir:
a. "Değiştiğini
gösteren bir husus ortaya çıkmadıkça var olan bir şeyin aynen devam etmesi esasdır." Kaybolan kişinin hayatta olduğunu farzetme buna misaldir.
b. "Eşyanın
mubah olması esastır." Helal veya haram olduğu bilinmeyen şeyleri mubah
saymak buna dayanır.
c. Beraeti zimmet esastır. Yani, "insanın berî[4] olması esastır." Suçlu olduğu ispat
edilmedikçe sanığın (zanlının) suçsuz sayılması, borçlu olduğu İspat edilmediçe, kişinin borçsuz sayılması bu kaideye
dayanmaktadır.
d. "Varlığı
kesin olan bir şey, şüphe ile yok olmaz." Bu kaideye dayanılarak aşağıda
zikredilen hükümlere varılmıştır:
- Bir kişi kesin
olarak abdestsiz olur da, sonra abdestli
olduğunda şüphe ederse, bu kişi abdestsizdir. Çünkü, abdestli olmadığı kesin, abdestli
olduğu şüphelidir.
Buna mukabil, bir kişi
kesin olarak abdest aldığını bilir de abdestinin bozulduğunda şüpheye düşerse, abdesti bozulmuş sayılmaz. Bununla namaz kılabilir. Çünkü abdestli olduğu kesin, abdestsiz
olduğu ise şüphelidir. Kesinlikle var olan şey, şüphe ile yok olmaz.
Bu meselede İmam
Malik, abdestin bozulmuş olacağını, bununla namaz
kılınamayacağını söylemiş ve gerekçe olarak da şunları belirtmiştir: Bu kişinin
namazını eda etmekle mükellef olduğu kesindir. Bu yükümlülükten, namazını
ancak sıhhati kesin bir şekilde kılmasıyla kurtulabilir. Bu da bozulduğundan
şüphe etmediği kesin bir abdestle kılmasıyle
mümkündür.
Burada iki esasın
birbiriyle çatıştığı görülür. Birinci esas: Kesinlikle var olan abdestin şüphe ile bozulmayacağıdır. İkinci esas: Kişinin
kesin olarak mükellef olduğu namazı, ancak sıhhati kesin bir şekilde eda
edebileceği esasıdır. İmam Malik, ikinci esası almıştır. Bu görüşün daha
ihtiyatlı olduğu muhakkaktır.
- Bir kişi, oruçlu
olur da, güneşin battığında şüphe eder ve orucunu açarsa, orucunu bozmuş olur
ve kaza etmesi gerekir. Çünkü gündüz olduğu kesin, güneşin battığı ise
şüphelidir. Buna mukabil:
- Sahura kalkan bir
insan, tanyerinin ağardığında şüphe etmesine rağmen bir şey yeyip-içse, orucu
sahihtir. Çünkü gece olduğu kesin, şafak attığı ise şüphelidir.
- Bir erkek, hanımını
boşadığında şüphe ederse, hanımı boş sayılmaz. Çünkü evlilikleri kesin,
boşanma ise şüphelidir.
- Bir erkek, hanımını
boşar da, üç talakla mı, yoksa bir talakla mı boşadığında şüphe ederse, hanımı
bir talakla boş olur. Çünkü evliliğin varlığı kesindir. Üç talakla sona erdiği
ise şüphelidir. Kesin olan birşey şüphe ile zail
olmaz.
İmam Malik, burada da
cumhur ulemaya muhalefet ederek, hanımın üç talakla tamamen boş olacağını
söylemiştir. Gerekçesi şudur: Boşanmanın gerçekleştiği kesindir. Üç talakla
olmayıp tek talakla olduğu ise, şüphelidir. Şüphe ile evlilik devam etmez.
- Bir erkek,
hanımlarından birini boşar da, hangisini boşadığını unutur ve boşanan hanımı
tayinde şüpheye düşerse, hanımlarından hiçbiri boş olmaz. Çünkü, her bir
hanımının nikahlı olduğu kesin, boşandığı ise şüphelidir.
İmam Malik, burada da
cumhur ulemaya muhalefet ederek, hanımların hepsinin boş olacağını söylemiştir.
Çünkü, kadınlardan birinin boş olduğu kesindir. Bunun hangisi olduğunu tayinde
şüphe vardır. O halde hepsi boş sayılır.
Bu konuda İmam Malik'i
lenkid eden Zahiriye mezhebinden İbn
Hazm, şöyle der: "Maliki mezhebinden olanlar,
boşanmayan diğer hanımları boş sayarak kesin helal olanı haram kabul etmişler
ve kesin bir batıla düşmüşlerdir. Bunların görüşüne göre, bir insan kasıtlı
olarak başka birini haksız yere öldürür de bir şehirde gizlenirse, bütün şehir
halkını öldürmek gerekir. Yine evlenmiş olan bir İnsan, zina eder de bir
toplumun İçinde kaybolursa, bütün toplumu recmetmek
gerekir. "[5]
Burada İbn Hazm, şüphe götürmeyen ceza
hükümlerini boşamaya kıyaslayarak, Malikilerİ
eleştirmektedir. Aslında bunları birbirine kıyaslaması, Kıyas Maal-Farik'tir.[6]
Bununla beraber, Mafikilcrin bütün hanımları boş saymalarının
neticesinde bu hanımların başka erkeklerle evlenebilmeleri sakat bir neticedir.
Çünkü bunlardan birinin dışındaki hanımların nikahlı oldukları muhakkaktır.
Nikahlı olan bir hanımın başkasıyla evlenemeyeceğİ
şüphesizdir. Bu kişi, ancak bütün hanımlarım boşarsa bu neticeden kurtulmuş
olur.
Fıkıh usulü alimleri, istishabın dînî hükümlere dayanak olabileceğini söylemişler
ve delil olarak şunları zikretmişlerdir:
1. Geçmişte
var olan bir hususun halihazırda da varlığını sürdürdüğünü kabul etmek,
İnsanların pratikte başvurdukları çok tabii ve açık bir meseledir.
Bu nedenledir ki,
insanlar kendilerinden ayrılıp giden kişinin sağ olduğunu kabul ederler ve bu
kişi hakkında ona göre davranırlar. Mesela, ölüm haberi gelinceye kadar ona
mektup gönderirler. Bir gün geri döneceğini beklerler. Halbuki, bu kişinin o
anda ölü veya diri olduğunu kesin olarak bilmezler. İşte bu kişinin halen
yaşadığını kabul etmek, geçmişte mevcut olan bir hususun halihazırda da
varlığını devam ettirdiğine hüküm vermektir kî, buna fıkıh dilinde "İstishab" denir.
Yine insanlar, daha
önce var olan bir mülkiyetin ve evliliğin sona erdiklerini belirten bir delil
ortaya çıkmadıkça, devam ettiğini farzederler.
2. Dînî
hükümler araştırıldığı zaman, şeriatın önceden var olan bir husu-sun
-değiştiğini gösteren yeni bir durum ortaya çıkmadıkça- halihazırda da devam
ettiğini bildirdiğine şahit olunur. Mesela, evlilik bağı çözülmedikçe, eşlik
münasebetlerinin helal, sirkeye dönüşmedikçe, sarhoş edici bir içkinin haram,
içkiye dönüşmedikçe, üzüm suyunun helal olduklarını beyan ettiği görülür.
3. Peygamber (sav) efendimiz, bir hadis-i
şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ramazan orucunu
hilali gördüğünüzde tutun. Hilali gördüğünüzde açın (bitirin). Şayet hava
kapalı olursa, (hilalin görülmesine engel olursa) Şaban ayının günlerinin
sayısını otuza tamamlayın."[7]
Bu hadis-i şerif,
Ramazan hilalinin görülmemesi halinde, evvelce mevcut olan Şaban ayının
sürdüğünü geçerli saymakta ve böylece istishabın mu'te-berliğine delil olmaktadır.
Bu hadis-i şerifte,
dikkati çeken önemli bir husus da, Ramazan orucunun başlangıç ve bitiş
tarihlerinin hilalin görülmesiyle tesbit edileceği
hükmüdür.[8]
[1] Alimler, varlıkların asıl hükümlerinin ne olduğu
hakkında şu görüşleri ileri sürmüşlerdir:
A- Cumhur Ulema:
Varlıkların ası!
hükümlerinin mübahlık olduğunu bildirmişler ve delil
olarak şunları ileri sürmüşlerdir. Allah Teala şöyle
buyuruyor:
"Yeryüzünde ne
varsa hepsini sizin için yaratan O'dur. (Bakara, 29)
"O, göklerde ve
yerlerde bulunan berşeyi kendinden bir lütuf olarak
sizin hizmetinize vermiştir." (Casiye, 13)
Bu âyetler, yeryüzünde
bulunan herşeyin insan için yaratıldığını, göklerde
ve yerde bulunanların insanın hizmetine verildiğini beyan etmektedirler. Bu da
varlıkların aslında mubah olduklarını ifade eder. Çünkü haram olsalar,
insanların hizmetine verildikleri ve onlar için yaratıldıkları zikredilmezdi.
Diğer bir âyette Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammedi De
ki: Bana vahyolunanlarda, yiyen bir kişinin yediği
herhangi bir şeyin haram olduğuna dair bir hüküm bulamıyorum. Ancak leş veya
akıtılmış kan yahut domuz eti -ki bu pistir- yahut doğru yoldan çıkarak
üzerine Allah'tan başkasının adı zikredilmek suretiyle kesilen hayvanların
yenmesi haramdır," (En'am, 145)
Bu âyet de, haram
olarak zikredilenlerin dışında kalan şeylerin helal ve mubah olduğunu İfade
etmektedir.
Başka bir âyetle ise
şöyle buyuruluyor: "Allah'ın, kulları İçin var
ettiği zinetîni ve temiz rızıkları
kim haram etti." (A'raf, 32) Bu âyet, zinet ve rızıklann haram sayılmasını
reddediyor. Haram olmadıklarına göre, mubah olmalarından başka bir-şey
düşünülemez.
Diğer bir âyette
"... Sizin için yeryüzünde, belirli bir zamana kadar, yerleşme ve ge-çİm imkanı vardır..."
(Bakara, 36) Bu âyette, Allah Teala, yeryüzünü bizim
geçim imkanlarımızla donattığını bildiriyor. Bu da eşyaların aslında mubah
olduklarını ve Allah Tealamn bunlardan dilediğini
bizlere yasakladığını ifade eder.
Bu hususla ilgili
olarak, Peygamber (sav) efendimiz de şöyle buyuruyor:
"Bir şey hususunda
lüzumsuz soru sorarak, sualiyle o şeyin haram kılınmasına sebep olan bir müslüman, müslümanlar hakkında en
büyük günahı işleyen bir kişidir." i Buhâri, Kit. İ'tisam, bab
3; Müslim, Kil. Fedail, bab
132, 133. hn. 2358; Ebû Dâvûd, Kıt. E's-Sünneh, bab "?, hn. 4610; Müsned İmam Ahnıed c. 1. Sh. 176, 179)
Bu hadis-i şerifte,
lüzumsuz soruların yersiz olduğuna ve eşyaların mübahlığının
esas olduğuna işaret buyurulmaktadır.
Diğer bir hadis-i şerif
de şöyledir: "Helal, Allah'ın kitabında helal kıldığı, haram; Allah'ın
kitabında haram kıldığıdır. Açıklamadığı herhangi bir şey ise (kullarını mesul
tutmadığı) şeydir." (Tirmizi, Kit. Libas, bab. 6, hn. 1726; Ebû Dâvûd, Kit.
Etime, bab. 30 hn. 3800; tbni Mace, Kit.
Efinıe, bab. 60, hn. 3367) Bu hadiste de, Allah'ın açıklamadığı şeylerin
kullar iç.'n muaf şeyler olduğu beyan ediliyor ve bunların mubah olduklarına
İşarette bulunuluyor. B- Diğer Bİr Kısım Alimler:
Bütün eşyanın aslında mubah olduğu, sadece cinsel İlişkide bulunmanın yasak
olup
bunun ancak evlenmekle
helal olacağını bildirmişlerdir. C- Başka Bir Kısım Alimler İse: "Eşyada
asıl olan yasak olmasıdır" demişler ve delil olarak şu âyeti
zikretmişlerdir:
"Göklerin ve yerin
mülkü ancak Allah'ındır." (Hadid, 2;5) D- Diğer
Bazı Alimler de:
"Bu konuda durmak gerektiğini; eşyada asıl olanın ne olduğunu
söyleyemeyeceklerini, çünkü bu meseledeki delillerin birbirleriyle
çeliştiklerini" söylemişlerdir. Kanaatimizce birinci görüş isabetlidir.
Çünkü zikrettikleri deliller bunu gösterir.
[2] Bunlara göre böyle bir kişi, ölüm haberi gelinceye
kadar veya hakim tarafından öldüğüne karar verilinceye kadar, ölen
mirasçılarından pay alır ve kendisine yapılan vasiyyetten
faydalanır. Lehine kurulan bir vakıftan istifade edebilir. Diğer yandan,
evliliği aynen devanı eder, hanımı başkasıyla evlenemez. Sahip olduğu mal ve
eşyalar üzerindeki mülkiyeti devam eder. Kimse bunları alamaz.
[3] Bunlara göre kaybolan kişinin hanımıyla kimse
evlenemez. Mallan başkasına intikal etmez. Fakat, bu kişi ölen akrabalarından
miras alamaz, lehine vasiyyetten faydalanamaz v.s.
[4] Berî: Yükümsüz, suçsuz, temiz ve sâliın
manalarına gelir.
[5] el-İhkamfi Usuli'l-Ahkâm, c. V, Sh. 5
[6] Kıyas Maa’l-Farik: Farklı şeyleri birbirine kıyaslamaktır.
[7] Buharı, Kit. Savın, bab 11: Müslim, Kit. Siyanı, bcıb 19, hn. 1081; Neşet, Kit. Siyanı, bab 9; Daritnî, Kit. Siyam, bab 2.
[8] Hilalle ilgili geniş malumat kitabın sonunda
"Ekler" bölümünde verilmiştir.