2- MENDUB
Şeriatın koyucusunun
gerekli görmemekle beraber yapılmasını istediği hususlardır.
Diğer bir tarife göre,
mendub yapıldığında sevap kazanılan, terk edildiğinde
ceza görülmeyen hususlardır.
Başka bir tarife göre
ise, mendub yapanları övülen, yapmayanları kınanmayan
hususlardır.
Menduba, sünnet, müstehab, ihsan ve
nafile de denir.[1]
Bunlar, Peygamber
efendimizin (sav) devamlı yaptığı ve farz olmadıklarını bildirdiği sünnet
çeşitleridir. Sabah namazının sünneti gibi. Bu türden olan sünnetin yapılması
sevaptır. Terk eden kişi cezayı hak etmese de kınanmaya layıktır. Çünkü Rasululiah'ın (sav) devam ettiği bir sünnete karşı inatçılık
yapmıştır.
Bunlar ise, Peygamber
efendimizin (sav) devamlı bir surette yapmadığı, bazan
yapıp bazan da terk ettiği sünnetlerdir. İkindi ve
yatsı farz namazlarından önce kılınan dört rek'at
sünnetler gibi. Bunların yapılmaları güzeldir. Terk eden de kınanmaz.
Peygamber efendimizin
(sav) yaşadığı toplumun örf ve adeti olarak yaptığı fiilleridir. Yemek yeme ve
su içme şekli, kıyafet biçimi gibi. Peygamber efendimizin (sav) yaptığı bu
şeylerin aslında sevilen hususlar oldukları şüphesizdir.
Fakat, bunları terk
etmek ne cezayı ne de kınanmayı gerektirir.
Mendubla ilgili olan şu İki hususa çok iyi dikkat edilmelidir.
1. Sünnetle
sabit olan mendublar, farzların hadimleri, hamileri
ve devamlarını sağlayan vasıtalardır. Çünkü mendublar,
farzların ifası için kişinin nefsini eğiten ön hazırlıklardır. Zira insan,
terk edilmesi cezayı mucib olmayan ibadetleri
aksatmadan ifa ederse, elbetteki terkinde ceza göreceği ibadetleri hiç
aksatmadan eda edecektir. Buna mukabil, mendubları
terk etmeye alışan insanların zamanla farzları da terk edeceklerinden
korkulur.
Şurası da bir
gerçektir ki, günümüz toplumunda farzlarla mendublar
birbirine karıştırıldığından farzlar terk edilip, mendublar
titizlikle yapılmaktadır. Mesela farz olan beş vakit namazı kılmayanların,
sünnet olan teravih namazlarında üst üste yığıldıkları, oruç tutmadıkları
halde bayram namazına koştukları görülmektedir. İşte bu cehaletin zirvesidir.
Başka bir yoruma da hacet yoktur.
Ne yazık ki, bu acı
durum, cahil sofilerde de görülmektedir- Mesela, binbir
çeşit nimetlerle iftar sofralarını donattıkları, kalbur üstü zevatı davet
etmeyi unutmadıkları, öğlenden sonraki "kaylule"
uykusunu kaçırmadıkla-rını ve nefse ağır gelmeyen
bütün nafile ibadetleri titizlikle yaptıkları görülür.
Buna mukabil,
çalıştırdıkları işçilere ücretleri bakımdan asla merhamet etmedikleri,
çevrelerindeki fakirlere infakta bulunmayı düşünmedikleri, fesada dalan
toplumu kötülüklerden men etmedikleri, küfre karşı hakiki cihad-dan
ürküp, buna hazırlık yapmadan dahi çekindikleri, kafirlerin müsaade ettikleri
çalışma tarzını tercih edip bunu cihad saydıkları
görülür. İşte bu da gafletin tâ kendisidir. İnsanları bu gafletten uyandıracak
zevat elbetteki âlimlerdir.
Ne yazık ki, gaflette
olan müslümanlan uyarmakla yükümlü olan din adamlarının
bir kısmı adeta küfrün meddahlığını yapmada yanşa girişen bel'am
kılıklı alimler olmuşlardır. Bunların bazıları, küfre hizmetten gurur
duymakta, bazıları ise, kendilerine yüklenen vazifeleri yerine getirmekten
başka bir şey düşünmemektedir. İçlerinde davet adamı bir hoca diyebileceğimiz
zevat pek azdır.
Acaba böyle bir
toplumun dini yönden hali nedir? Buna nasıl bir ad ta-kılmalıdır. İşte içinden
çıkılamayan meselelerden birisi de budur. Allah müs-lümanlara şuur ihsan etsin. Gerçekleri görme basireti
versin.
2. Dikkat
edilmesi gereken ikinci bir husus şudur: Mendubların
kısım kısım yapılmaları zorunlu değilse de, bir bütün olarak yapılmaları
mecburidir. Yani Resulullah'ın (sav) devamlı yaptığı
veya bazen yapıp bazen de terk ettiği sünnetleri bizler bazen terk edebilirsek
de, her zaman terk etmemiz caiz değildir. Mesela, Ezan-ı Şerifi tamamen terk
etmek asla caiz değildir. Şayet bir belde halkı böyle bir hale düşerse, zorla
sünneti ihyaya sevk edilir. Keza, bir insanın İslâmî
cemaati tamamen terk etmesi caiz değildir. Aksi taktirde cemaate gelmeye
zorlanır. Yine İslâm toplumunda bazı insanlar evlenmeyi terk edebilirler.
Fakat bütün toplumun bunu terk etmesi caiz değildir. Aksi taktirde İslâm
ümmetinin sonu gelir.