KAFİR BİR İNSANI MÜSLÜMAN OLMAYA ZORLAMAK:
1. Kanı Her Zaman Helal Olan
Kafirler
2. Öldürülmeleri Caiz Olmayan
Kâfirler
Mezheblere Göre Cizye Hükmüne
Tabi Olanlar:
Mezheblere Göre Cizyenin Miktarı:
Mezheblere Göre Kafir Bir İnsanı
Müslüman Olmaya Zorlamak
İslâm alimleri
kafirleri iki sınıfta mütalaa etmişlerdir:
1. Kanı
(öldürülmesi) her zaman için helal olan kafirler. Bunlar İslâm dininden dönen mürtedler ve müslümanlarla savaş
halinde olan kafirlerdir.
2. Öldürülmesi caiz olmayan kafirler. Bunlar da
cizye vermeleri karşılığında müslümanlann himayesi
altına giren zımmiler, kendilerine ernan verilen kafirler ve kendileriyle sulh yapılan
kafirlerdir.
Bu tür kafirlerin müslüman olmaya zorlanmaları, kabul etmedikleri taktirde
de öldürülmeleri gerekir.
A. Mürted hakkında Resulullah (sav)
şöyle buyuruyor: "La ilahe illallah Muhammedun Resulullah diyenin (Allah'dan
başka hiçbir ilah olmadığına ve benim Allah'ın Peygamberi olduğuma şehadet edenin) kanı şu üç şeyden birini yapmadıkça helal
değildir. Kanını helal kılan şeyler:
- Masum bir insanı kasden öldürmek,
- Evli iken zina
etmek,
- Dinden çıkıp cemaatı terk etmektir."[1]
Diğer bir hadis-i
şerifte: "Kim dinini değiştirirse onu öldürün"[2] buyurulmuştur. Ayrıca Hz. Ebu Bekir mürted olduklarını
açıkça söylememelerine rağmen dinen mali bir ibadet olan zekalı vermeyip mürted olduklarını davranışlarıyla ortaya koyan insanlara
karşı ordusuyla savaşmış ve bu hususta şu meşhur sözünü söylemiştir:
"Allah'a yemin
olsun ki. Resulullah'a verdikleri bir yuları (hayvan
bağını) dahi vermemede diretirlerse onlarla savaşırım."[3]
Zikredilen hadis-i
şerifler ve İslâm'ın birinci halifesi Hz. Ebu Bekir'in uygulaması, dinden çıkan mürtedin
İslâm'a dönmedikçe öldürülmesi gerektiğini göstermektedir.
B.
Müslümanlarla savaş halinde bulunan kafirler için ise Allah Teala
şöyle buyuruyor:
"Sizinle
savaşanlarla Allah yolunda savaşın. Fakat haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi
aşanları sevmez." "Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi
yurtlarınızdan çıkardıkları gibi siz de onları çıkarın."[4]
Diğer bir âyet-i celilede:
"Ey müminler
çevrenizde bulunan kâfirlerle savaşın. Sizi sert ve kuvvetli bulsunlar. İyi
bilin ki Allah kendisinden korkanların yanındadır"[5]
buyurulmaktadır.
Yine bir âyet-i celilede:
"Ey Peygamber,
kafir ve münafıklarla cihad et. Onlara karşı sert davran.
Onların varıp kalacakları yer Cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir. "[6] buyurmuştur.
Bu âyet ve hadislere rağmen günümüzde İslâm'dan dönen ve diğer kâfirlere
yaranmak için İslâm'a ve müslümanlara saldırmayı sanat
haline getiren bir kısım şahsiyetsiz mürtedler
imansızlıklarım örtbas edip saf müslümanları da
kandırmak için kendilerinin de müslüman olduklarını,
aslında dinde zorlamanın bulunmadığını İddia etmekte ve şu âyet-İ ce-üleyi kendilerine deli!
göstermektedirler:
"Dinde zorlama
yoktur. Artık hak batıldan seçilip belli olmuştur. Kim tağutları
inkâr edip Allah'a iman ederse, muhakkak ki o kopmayan sağlam bir kulpa
sarılmıştır. Allah her şeyi çok iyi İşiten ve çok iyi bilendir."[7]
Müslümanların günümüz mürted ve münafıklarına karşı uyanık olmaları, inkar ve
nifaklarını mazur ve meşru göstermeleri için dillerine doladıkları bu âyet-i celilenin hiçbir zaman onların söylediğini ifade etmediğini
anlamaları gerekir. Müslümanlar dinlerini hakkıyla bilmedikleri taktirde mürted ve münafıkların hile ve desiselerinden kendilerini
kurtaramayacaklar, ayaklar altında ezilmeye ve her münasebette aşağılanmaya
maruz kalacaklardır.
Âyet-i celitenin hangi manayı ifade ettiğini, elbetteki mürted ve münafıklar değil, bu âyetlere gerçekten iman
eden selef-i salilün ve onların yolunda giden
müminler anlayacaktır.
Bu hususta Kurtubi, Tefsiri'nde özetle şunian
zikretmektedir: Bazı alimlere göre bu âyet mensuhtur.
Diğer bazı alimlere göre ise bu bir grup insana mahsustur. Bazı alimlere göre ise
âyet-i celilenin manası İslâm'a girene "zorla müslüman oldu demeyin" şeklindedir.
a. Abdullah
bin Mes'ud, Süleyman bin Musa ve birçok müfessire
göre "Dinde zorlama yoktur" âyet-i celilesi
mensuhtur (hükmü kaldırılmıştır) Zira Ra-sulullah (sav) arapları müslüman olmaya
zorlamış, bunlardan, müslüman olmak dışında hiçbir
bedel kabul edilmemiştir. Bu âyeti nesneden âyet ise şudur:
"Ey Peygamber!
Kâfir ve münafıklarla cihad et. Onlara karşı sert davran.
Onların varıp kalacakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir.”[8]
b. Şa'bi, Katade, Hasan Basri, Dahhak, Abdullah bin Abbas ve Süddi, bu âyet-İ celilenin
özellikle bazı kafirlerin müslüman olmaya
zorlanamayacaklarını bildirdiğini ve bu itibarla özel bir grup İnsana mahsus
olup, mensuh olmadığını söylemişlerdir. Ancak müslüman olmaya zorlanamayacak kâfirlerin kimler olduğu
hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
1) Şa'bi, Katade, Hasan Basri ve Dahhak bu âyet-i celile ile kendilerine kitap verilen yahudi
ve hristiyanların kastedildiğini, bunlar cizye
verdikleri taktirde cebren müslüman olmaya zorlanamayacaklarıni, putperestlerin ise İslâm'ı kabulden
başka yollarının olmadığını söylemişler ve: "Ey Peygamber! Kafir ve
münafıklarla cihad et. Onlara karşı sert
davran..." âyeti celilesin-den müslümanlara cizye veren ehli kitap dışındaki kafirlerin
kast edildiğini beyan etmişlerdir. Bu hususta Zeyd
bin Eşlem, babasının şöyle söylediğini rivayet etmektedir:
"Bir gün Ömer bin
Hattab'ın yaşlı bir hristiyan
hanıma şöyle dediğini İşittim: "Ey acuze, müslüman
ol, kurtul. Şüphesiz ki Allah Peygamberi hak peygamber olarak gönderdi."
İhtiyar kadın, Hz. Ömer'e: "Ben yaşlı bir
acuzeyim. Artık ölümüm yaklaştı" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ey Allah'ım sen şahid
ol! dedi ve "dinde zorlama yoktur" âyeti celilesini
okudu.[9]
2) Ebû Dâvûd, Abdullah bin Abbas'dan, "dinde zorlama yoktur" âyeti ce-lilesinin özellikle Ensar'dan bazıları hakkında indiğini rivayet etmektedir. Abdullah
bin Abbas der ki: Ensardan
hanımlar, İslâm gelmeden önce çocukları yaşamayınca; "çocuğum yaşarsa onu
yahudi yapacağım" şeklinde adakta bulunurlardı.
Yahudilik dinine
mensup olan Beni Nadr Medine'den sürgün edilince içlerinde
Ensann yahudileştirilen
çocukları da bulunuyordu. Bu nedenle Ensar'dan
olanlar şöyle dediler: "Biz çocuklarımızı bırakamayız." Bunun üzerine
Allah Teala "Dinde zorlama yoktur" âyeti celilesini indirdi.[10]
Kurtubi'nİn naklettiği diğer bir rivayette ise: "Ensara mensub olanlar: "Biz
bu adağımızı onların dininin bizim dinimizden daha üstün olduğu kanaatiyle
yapıyorduk. Artık Allah Teala İslâm'ı gönderdikten
sonra çocuklarımızı alıp zorla İslâm dînine sokalım" dediler. Bunun
üzerine: "Dinde zorlama yoktur" âyeti celilesi
nazil oldu. Bunlardan isteyenin, cizye vererek dininde kalabileceğini,
isteyenin de müslüman olacağını bildirmiş oldu."[11]
Bu hadiseye yorum
yapan Hattabi diyor ki; "Bu hadise İslâm
gelmeden önce putperestliği bırakıp yahudi veya hristiyan olanların kendilerinden cizye alınması
karşılığında ehli kitab sayılacaklarını, bunların
kadınlarıyla evlenmenin ve kestikleri hayvanları yemenin caiz olduğunu
göstermektedir. Ancak İslam geldikten sonra putperest iken yahudi
veya hristiyan olanların artık cizye karşılığında
öldürülmekten kurtulma hakları yoktur. Zira kafirleri müslüman
olmaya cebretmek vacibtir. Bu nedenle müslüman olmaları veya müslümanlara
boyun eğip İslâm'ın haklarındaki hükmüne razı olmalarına kadar kafirlerle
savaşılmıştır.[12]
3) Süddi der ki, bu
âyet-i ceîile Ensar'dan Ebu Husayn adlı biri hakkında
inmiştir ve buna hastır. Bu adamın iki oğlu vardı. Şam'dan Medine'ye zeytinyağı
satan tacirler geldi. Dönüp giderlerken Ebu Husayn'ın iki oğlu bu tacirlerle karşılaştı. Tacirler,
bunlardan hristiyan olmalarını istedi. Onlarda hristiyan olup Şam'a gittiler. Babaları bu olay üzerine
oğullarından şikâyetçi olarak Rasuullah'a geldi ve
bunların arkasından birini gönderip geri çevirmelerini istedi. Ehli kitapla
savaşmayı emreden âyeti celile daha nazil olmamıştı.
İşte bu hadisenin üzerine: "Dinde zorlama yoktur..."âyeti celilesi İndi.
4) Bir kısım alimler de bu âyet-i celilenin özellikle ehli kitaptan esir alınan ve akıl
baliğ olan insanlara mahsus olduğunu söylemişlerdir. Bunların cizye vermeleri
halinde İslâm'a girmeye zorlanamayacaklarını, buna mukabil ehli kitabın akil
baliğ olmayan çocuklarının ve her yaştaki diğer kafirlerin İslâm'a girmeye
mecbur edileceklerini bildirmişlerdir. Çünkü bu tür esirlerden faydalanmak
mümkün değildir. Zira bunların kestiği yenilmeyip kendisiyle de evlenilmez.
c. Bir kısım
alimler de "Dinde zorlama yoktur" âyetinin manasının "kılıç
korkusuyla müslüman olanlara müslüman
olmaya zorlandı demeyin" olduğunu söylemişlerdir.
Alusi bu âyet-i celilenin
izahında özetle şöyle diyor: "Ayet Allah'ın birliğini gösteren delillerin
akabinde zikredilmiş, kendi başına bir hükmü ifade etmektedir. Bu âyetin manası
şudur: "Dini kabul ettirmek hiçbir zaman zorlama sayılmaz." Çünkü
zorlamak, faydasız ve kendisinde hayır bulunmayan şeyleri kabul ettirmektir.
Halbuki İslâm dini bütünüyle fayda ve hayırdır. Böylece bu âyet bize bir gerçeği
haber vermekte ve belli bir yasaklama getirmemektedir.
Âyet-i celilenin "din zorla kabul ettirilemez" manasına
geldiği söylenirse bu âyetin ya "Ey Peygamber!
Kafir ve münafıklarla cihad et" âyetiyle neshedildiğini ya da sadece cizye
verip teslim olan ehli kitap için nazil olduğunu kabul etmek gerekir."[13]
Müslümanlara cizye
verme anlaşması yaparak İslâm'ın hükümlerine boyun eğip, müslümanların
emri altında yaşadıklarını kabul eden zımmilerin canı,
malı, ırzı ve himayeye muhtaç olan herşeyleri teminat
altına alınmış olur. Artık bunlar güven içinde yaşarlar.
Ancak, alimlerin
bazıları zımmi statüsüne tabi olacakların çerçevesini
dar tutarken diğerleri geniş tutmuşlardır.
Bununla beraber,
İslâm'dan önce kendilerine kitap İndirilen ehli kitabın ve mecusi
diye adlandırılan ateşe veya güneşe tapanların müslümanlarla
yaptıkları muahede neticesinde zımmi olabilecekleri,
alimlerce ittifakla kabul edilmektedir.
Ehli kitap hakkında
Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Kitap ehlinden
Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyenler, Allah'ın ve
Peygamberin haram kıldığını haram saymayanlar ve hak din olan İslam'ı din
edinmeyenlere boyun eğip kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”[14]
Mecusİlerden cizye alınarak zımmi
statüsüne tabi olacaklarına dair şu ha-dis-i şerifler
ve sahabe-i kiramın tatbikatı delildir:
Said bin Yezid diyor ki: Resulullah (sav) Bahreyn Mecusilerinden cizye aldı. Ömer
bin Hattab ve Osman bin Af fan da Farisilerden
almışlardır."[15]
Cafer bin Muhammed,
babası Muhammed'den naklederek diyor ki: "Bir zaman Hz.
Ömer Mecusiler'den bahisle şöyle dedi: "Ben
bunlar hakkında bir şey bilmiyorum. Bunun üzerine Abdurrahman
bin Avf şu cevabı verdi: "Ra-suluüah'm (sav) "Siz onlara ehli kitap muamelesi
yapın" dediğini İşittiğime dair şehadet
ederim."[16]
Becale diyor ki: "Muaviye'nin
oğlu Cez'in katipliğini yapıyordum. Hz. Ömer'in ölmeden bir sene önce bize şöyle bir yazısı
geldi: Mecusilerden nikah düşmeyenlerle evlenenleri[17] birbirinden
ayırın." Hz. Ömer, Abdurrahman bin Avf in, Resulullah'ın Hecer bölgesi mecusilerinden cizye aldığına şahidlik
etmesine kadar bunlardan cizye almamıştı."[18]
Diğer bir rivayette
ise, Becale diyor ki:
"Ben, Muavİye'nin oğlu Cez'in katibi
İdim. Bize Hz. Ömer'den şu yazı geldi, "Sen,
çevrende bulunan mecusileri araştır ve onlardan cizye
al. Çünkü Abdurrahman bin Avf
Rasuluilah'm Hecer mecusilerinden cizye aldığını bana bildirdi."[19]
a. Ebu Hanife'ye göre: Cizye; ehli
kitaptan, mecusilerden bir de Arap olmayan müşriklerden
alınır. Arap olan müşriklerin ise, cizye vererek müslü-manların emri altında zımmi
statüsünde yaşamaları mümkün değildir. Çünkü Resulullah
bunlarla müslüman olmalarına kadar savaşmıştır.
Bunlardan İslam olmaları dışında herhangi bir şey kabul etmemiştir.[20]
b. İmam
Şafii; cizyenin Kur'an-ı Kerim'de beyan edildiği
gibi, ehli kitap-dan bir de hadis-i şeriflerde bildirildiği gibi mecusilerden alınacağını, buna mukabü
hiçbir müşrikden cizye alınamayacağını, zira Allah Teala, hiçbir İstisna yapmadan "müşrikleri nerede
bulursanız öldürün"[21]
buyurduğunu söylemiştir.
c. İmam
Malik'e göre; dinden dönen mürted dışında her tür
kafirden cizye alınabilir. Kafir İster müşrik ister putperest olsun, ister arap ister arap olmayan olsun,
İster Kureyşli ve ister bunların dışındaki
kabilelerden olsun durum değişmez.[22]
Bu mezhebe göre
cizyenin miktarı, ya sulh anlaşması ile belirlenir.
Bunun asgari ve azamisi anlaşmaya bağlıdır. Veya cizye halife tarafından,
kafirler mağlup edildikten sonra belirlenir. Bu taktirde cizyenin miktarı
zengin olduğu belli olanlar için yıllık 48 dirhem, orta halliler için 24
dirhem, emeği ile geçinen fakirler için ise 12 dirhemdir. Herkes payına düşeni
taksitlere bölerek her ay öder. Bu hususta Hanbeli
mezhebi de aynıdır.
Bu mezhebe göre ise,
cizyenin asgarisi zengin olsun fakir olsun, hür ve baliğ olan insanlar için bir
dinardır. Ancak sulh anlaşması bu miktarı arttırabilir. Yine zımmiler, kendi İstekleri İle bu miktarı artırabilirler.
Çünkü Resulullah, Muaz bin Cebel'İ Yemen'e gönderirken ona bu miktarı almasını emretmişti.
Bu mezhebe göre,
cizyenin miktarı, altınla alış-veriş yapan yerlerde fakire ve zengine dört
dinar, gümüşle alış-veriş yapılan yerlerde fakire ve zengine 40 dirhemdir. Bu
miktar ne artırılır ne de eksiltilir. Çünkü Hz. Ömer
bu kadarını taktir etmiştir.[23]
Bir kafir, cebren müslüman edilirse, müslümanların içine
girip İslamın nimetlerini görmesi ve hakikaten müslüman olması için bu kişinin mümin olduğuna hüküm
verilir. Çünkü Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler!
Mümin olduklarını söyleyen kadınlar, size muhacir olarak geldikleri zaman
onları imtihan edin. Onların imanlarını Allah daha iyi bilir. Mümin
olduklarını Öğrendiğiniz zaman da onları kafirlere iade etmeyin."[24]
Görüldüğü gibi âyet-i celile hicret ederek müminlere
gelen kadınların mümin oldukları anlaşıldıktan sonra kafirlere iade
edilmemelerini, müminlerin içinde kalmalarını emretmektedir. Cebren müslüman olan kişi de müslüman
olduğunu söylediği taktirde kafirlerin içine İade edilmeyip, müslümanların içinde tutulur.
Allah Teala diğer bir âyette ise şöyle buyuruyor:
"Allah'ın
dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde ne varsa hepsi
İsteyerek veya kerhen Allah'a boyun eğmiştir ve O'na döndürüleceklerdir."[25] Görülüyor
ki âyet-i celilede "İsteyerek veya kerhen" herşeyin Allah'a boyun eğdiği zikrediliyor. Bu itibarla
zorla müslüman edilen kişi, kerhen Allah'a boyun
eğdirilmiş olur ve âyet-İ celilenın gereği yerine
getirilmiş olur. Ayrıca kafirleri zorla İslamlaştırmak hak olan İslam dininin
yücelmesine vesile olur. Bunu yapmak da vaciptir. Nitekim Resulullah
(sav) bir hadis-i şeriflerinde: "islam devamlı
yücedir. Hiçbir şey ondan üstün tutulamaz"[26]
buyurmuştur.
Hanefİlere göre bir kafir cebren müslüman
edilir sonra da dininden dönerse bu adam hapsedilerek tekrar müslüman olmaya zorlanır. Fakat öldürülemez. Çünkü bu adam
mürted değil, kalbindeki gerçeği açığa vuran bİ-ridir. Hanefİlere
göre, cebren müslüman olanın çocuklarının da müslüman olduklarına hüküm verilir. Akıl baliğ olduktan
sonra müslüman olmaya zorlanır. Bununla beraber
direnmeleri halinde öldürülmezler. Çünkü bunlar aslında müslüman
olup sonra dinden dönmemişlerdir. Aslen bulundukları hali açığa
vurmaktadırlar.[27]
Bu mezhebe göre
kafirler iki kısımda mütalaa edilmektedir:
a. Mürtedler ve müslümanlarla savaş
halindeki harbilerdir. Bunlar müslüman olmaya
zorlanır ve zorlama neticesinde müslüman olduklarını
söylerlerse bu kabul edilir. Etmezlerse haklan kılıçtır.
b. Zımmiler ve müslümanlarla muahede yapan kafirler: Bunları müslüman olmaya zorlamak doğru değildir. Zira bunlardan
cizye alınarak bulundukları din üzerine kalmaları kabul edilmiştir. Bundan
sonra zorlamak haksızlıktır.[28]
Bu mezhebe göre de
kafirler iki kısımda mütalaa edilmektedir:
a. Mürtedler ve harbiler. Bunlar müslüman
olmaya zorlanıp, müslüman olduklarını söyledikleri
taktirde, böyle olduklarına hüküm verilir. Bundan sonra dinden dönerlerse
öldürülmeleri caizdir.
b. Zımmiler ve kendilerine eman
verilenler. Bunlar, müslüman olmaya zor-umak caiz değildir. Buna rağmen müslüman
olmaya zorlanır da mus uman oiduklann,
söylerlerse, kendilerinden zorlama kalktıktan sonra iradeleriyle Müslüman
olduklarım ortaya koyan bir söz veya davranışları goru
medtkçe, Tntnn müslüman olduklarına hükmedilmez. Kendilerinde böyle bir soz ve davranış görülmeden ölürlerse, onlara kafir hükmü
uygulanır.
Bunlar zorlama (ikrah)
neticesinde müslüman oldukların» söyler de daha
sonra kafir oldukların, ortaya koyarlarsa, öldürülmeleri veya yeniden müslüman olmaya zorlanmaları caiz değildir.[29]
[1] Buhârî, Kil. Diyat, bab: 7; Müslim, Kit. Kıısame, bab:
25, 26, hn. 1676; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud,
bab: 1, hn. 4352; Nesei, Kit. Tahrinı,
ed-Dem, bab: 5; Tirmizî, Kit. Diy-at,
bab: 10, hn.1402; Tirmizî sahibi bu hadisin lıasen
ve sahih olduğunu bu konuda Abdullah bin Mes'ud'da
ilaveten Hz. Osman, I iz. Aişe
ve Hz. Abdullah bin Ab-bas'dan
hadisler rivayet edildiğini söylemiştir. (Bkz. son
kaynak)
[2] Buharı, Kit. Cihad, bab: 149. Kit. kısam, bab: 28, Kit. İsritabe, bab: 2; Ebû Dâvûd,
Kit. Hudud, bab: 1; hn. 4351; Tirmizî, Kit. Hudud,
bab: 35; hn. 1458 Nesei, Kİt, Tahrinı,
bab: 14; İbn Mac, Kil. Hudud, bab: 2, hn. 2535; Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 2, 7, 282, 283.
[3] Buhârî, Kit.
İtisam, bab: 3; Müslim, Kit. İman, bab: 32; Ebû Dâvûd, Kit.
Zekat, bab: 1; Tirmizî, Kit. İman, bab: 1; Nesei, Kit. Zekat, bab: 8; Muuatta, İmam Malik, Kit. Zekat, bab: 30
[4] Bakara. 190-191
[5] Tevbe, 123
[6] Tahrim, 9; Tevbe, 73
[7] Bakara, 256
[8] Tevbe, 73; Tahrim, 9
[9] Tefsir el-Kurtubî, c. III, sh. 280-281
[10] Ebû Dâvûd,
Kit. Cihad, bab: 116, hn. 2682
[11] Bkz. Kurtubi
Tefsiri, c. III, sh. 280.
[12] Bkz. Ebû
Dâvüd, c. III, sh. 132
[13] Ruhu't-Meani,
c. III,
sh. 12-13
[14] Tevbe, 29
[15] Tirmizî, Kit.
Cizye, bab: 31, lın. 1588; Muvatta Kit. Zekat, bab: 41'de özetle
[16] Muvatta Kit.
ez-Zekat, bab: 42
[17] Mecusiler, İslâm'a göre evlcnilnıesi
yasak olan akrabalarla evleniyorlardı. Mesela teyze veya halasıyla evlenmek
gibi. Bunun için Hz. Ömer bu şekilde evli olanların
ayrılmasını emretmiştir.
[18] Buharı, Kit. Cizye, bab: 1
[19] Tirmizî, Kit.
Siyer, bab: 31, hn. 1586,
1587. Tinnizî sahibi Ebu
İsa 1586 nolu hadisinde "Bu basen bir
hadistir" 1587. hadisinde ise "Bu basen ve sahih bir hadistir"
demiştir.
[20] Bkz. Ruhul
Meani, c. X, sh. 79
[21] Tevbe, 5
[22] Tefsir el-Kurtubi, c, VIII, sh. 110-111
[23] Bkz. Tefsir el-Kurtubi, c. VIII, sh. 111-112
[24] Mümtehine, 10
[25] Ali İmran, 83
[26] Buharı, Kit. Cenaiz, bab: 79; Darakutni, Kit. Nikah, bab: 30, c. III, sh. 252. Darakuini hadislerini
yorumlayan Muhanımed Şemsu'j-Hak
diyor ki: "Bu hadisin senedinde Haşnec'in oğlu
Abdullah bulunmaktadır. Darakutni bunların ikisinin
de bilinmeyen kişiler olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu hadisi Buhârî Abdullah bin Ab-bas'tan muallak olarak (Rasıılullah'a dayandırılmamış olarak) rivayet etmiştir. Bkz. Ag kaynak.
[27] Bedayiu's-Senai, c. IX, sh. 4485-4486
[28] Muğni'l-Muhtac,
c. IV, sh. 9-10
[29] İbn Kudame,
Muğni, c. VIII, sh. 144-145