MASUM BİR İNSANI ÖLDÜRMEYE
ZORLAMAK
Mezheblere Göre Masum Bir İnsanı Öldürmeye Zorlamanın Hükmü
Daha önce belirtildiği
gibi, ruhsat bulunmayan hükümlerden biri de zorlanan kişinin masum bir insanı
öldürmesi hükmüdür.
Eğer bir insan:
"Şu kişiyi öldür veya organlarından birini kesip kopar, yoksa seni
öldürürüz veya organlarından birini kesip koparırız" şeklinde tehdit
edilirse, bu insan öldürülmesi istenileni öldüremez. Organlarından birini kesip
atamaz. Tehditlere karşı sabretmesi gerekmektedir. Kendisi öldürülse dahi
başkasını öldürmesine ruhsal yoktur. Çünkü Allah Teala
haksız yere bir insanı öldürmeyi haram kılarken bu hususta hiçbir istisna
yapmamış ve herhangi bir ruhsat tanımamıştır. Allah Teala
şöyle buyuruyor: "Bir mümin diğer bir mümini öldüremez. Bu ancak hata ile
olabilir."[1] Diğer bir âyette:
"Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmeyin..."[2] buyurulmaktadır. Başka bir âyette ise: "Kim bir mümini
kasten öldürürse onun cezası cehennemdir. Orada ebedi olarak kalacaktır. Allah
ona gazab ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır"[3] buyurulmaktadır.
Görüldüğü gibi âyet-i celiielerde masum bir İnsanı öldürmenin hatadan başka
herhangi bir istisnası zikredilmemiştir. Dolayısıyla tehdit altında masum bir
insanı öldürmek, caiz görülmemektedir. Aksi taktirde kendi canını mümin
kardeşinin canına tercih eden kişi günahkar olur. Hatta bazı alimlere göre
kendisine kısas dahi tatbik edilir.
Keza herhangi bir müslümanı, ikrahla (zorlama ile) ölüme sürükleyebilecek
bir şekilde dövmek de ruhsat verilmeyen hallerdendir. Bu İtibarla bir müslümana: "Şu adamı ölümcül bir derecede döv. Aksi
taktirde seni öldüreceğiz veya organlarından birini kesip koparacağız"
şeklinde tehditler yapılsa, böyle bir müslümanın
azimeti seçip tehditlere göğüs germesinden başka bir çıkar yolu yoktur. Zira
bu hususta da Allah Teala şöyle buyuruyor: "Mümin
erkeklere ve mümin kadınlara bir şey yapmadıkları halde eziyet edenler şüphesiz
kî bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.”[4]
Bu konuda dikkat
edilmesi gereken bir husus da şudur: Müslüman bir amîr memuruna masum bir
insanı öldürme gibi hakkında ruhsat olmayan herhangi bir emri verirse, cebre
başvursa dahi böyle bir emre itaat edilemez. Aksi taktirde İtaat eden kişi
günahkardır. Hatta bazı alimlere göre, daha sonra İzah edileceği gibi, kısasa
mahkum edilir.
Peygamber efendimiz
(sav) İdarecinin günah olan bir şeyi emretmesi halinde ona itaat
edilemeyeceğini beyan ederek şöyle buyuruyor: "Müslüman kişinin sevdiği
hususlarda da hoşuna gitmeyen hallerde de kendine verilen emri dinleyip
gereğini yapması gerekir. Ancak Allah'a karşı gelmekle emredilme durumu
müstesnadır. Şayet Allah'a isyanla emredilirse artık dinleme ve itaat etme
yoktur."[5] Bu hadis-i şerifin diğer
rivayetleri şöyledir:
"Kişinin verilen
emri dinleyip ona itaat etmesi, Allah'a karşıgelmekle
emredilmediği sürece vacibtir. Şayet kul, Allah'a
isyanla emredilirse artık dinleme ve itaat etme diye bir şey yoktur. "[6]
"Benden sonra
idari işlerinizi; sünneti söndüren (terkeden) bid'atlerle amel eden ve namazı vaktinden erteleyen bir
kısım insanlar üzerlerine alacaklardır." Abdullah bin Mes'ud
diyor ki: Ey Allah'ın Rasulü! Şayet bu insanlara
kavuşursam nasıl davranayım? diye sordum. Resulullah:
"Ey kulun annesinin oğlu! Bana nasıl davranacağını mı soruyorsun? Allah'a
isyan edene itaat yoktur"[7] buyurdu.
Yine bu hadisin diğer rivayetleri
"Allah'a isyanda
hiçbir beşere itaat yoktur"[8] "Allah'a
isyanda hiçbir mahluka itaat yoktur"[9] "Allah'a
isyanda hiçbir kimseye itaat yoktur”[10]
şeklindedir.
Allah'a karşı günah
işlemenin emredildiği bir hadise Peygamber efendimiz (sav) zamanında cereyan
etmiş ve Peygamber efendimiz o hadise dolayısıyla Allah'a isyanda hiçbir
varlığa itaat edilemeyeceğini, itaat edildiği taktirde günaha vesile olacağını
ve böyle bir durumda her hangi bir ruhsatın söz konusu edilemeyeceğini beyan
etmiştir.
Hz. Ali buyuruyor ki: "Bir zaman Resulullah (sav) bir yere müfreze gönderdi. Müfrezenin
başına bir adamı emir tayin etti. Emir askerlere kızarak odun toplatıp ateş
yaktırdı. Sonra onlara: "Girin bu ateşe" diye emir verdi. Bazı askerler
ateşe girmek İstediler. Diğerleri: "'Biz bu ateşten kaçarak iman
ettik" dediler. Hadise Resulullah'a (sav)
anlatıldı. Resulullah (sav) ateşe girmek isteyenlere:
"Şayet ona girseydiniz, kıyamete kadar o ateşte kalacaktınız"
buyurdu. Ateşe girmek istemeyenlere ise güzel sözler söyledi ve sonra şöyle buyurdu:
"Allah'a isyanda itaat yoktur. İtaat ancak iyiliğin emredilmesindedir.”[11]
Bütün bu hadis-i
şeriflerden de anlaşıldığı gibi, Allah Teala'nın
ruhsat tanımadığı hususlarda herhangi bir sebebe başvurarak ruhsat icad etme imkan ve ihtimali yoktur. Bu mey anda "filan
zatın emridir veya zorla yaptırılmıştır" şeklindeki mazeretler geçerli
değildir. Müslüman kişinin bu tür imtihanlar karşısında metanetle sabretmekten
başka çaresi yoktur. Aksi taktirde Adli îlahi'de sorumlu olacağı gibi bir kısım
alimlere göre, dünyada da cezalandırılması gerekmektedir.
Diğer yandan masum bir
insanın canına kıyma veya zina etme gibi Allah'a isyanı emreden idarecilerin
birinci derecede sorumlu oldukları ve daha dünyada iken cezalandırılacakları
muhakkaktır. Bu hususta Hz. Ebu
Bekir (ra) döneminde bir hadise cereyan etmiş ve Hz. Ebu Bekir (ra) İdarecisini cezalandıracağını beyan etmiştir. Daha
sonra haklı olduğunu anlayınca vazgeçmiştir.
Hz. Aişe diyor ki: "Siyah
bir adam, Ebu Bekir'e (ra)
gidip geliyordu. Ebu Bekir ona ilgi gösteriyor ve Kur'an okutturuyordu. Bir gün Hz.
Ebu Bekir (ra) vergi
toplama işi veya askeri bir vazife için bir adam gönderdi. O siyah zat:
"Beni de onunla beraber gönder" dedi. Ebu
Bekir (ra): Hayır bizim yanımızda duracaksın, dedi.
Adam ısrar etti. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (ra) onu memuruyla
beraber gönderdi. Ve memuruna ona iyi davranmasını tavsiye etti. Kısa bir
zaman sonra siyah adam eli kesilmiş olarak geri döndü. Ebu
Bekir (ra) onu görünce gözleri yaşla doldu ve ona:
"Ne oldu sana dedi. Siyah adam: "O bana bazı işlerini yapma
vazifesini veriyordu. Tek bir vazifede ona ihanet ettim. O da elimi kesti.
Bundan başka bir şey yapmadım" dedi. Ebu Bekir (ra): "Bunun elini kesenin belki de yirmiden fazla vazifede
ihanet ettiğini görürsünüz. Allah'a yemin olsun ki eğer sen doğru söylüyorsan
sana yapılanın karşılığında ona mutlaka kısas uygulayacağım, buyurdu. Sonra Ebu Bekir (ra) bu siyah adama
yine ilgi gösterdi. Bu hadise siyah adamın Ebu Bekir
(ra) nezdİndekİ itibarını
sarsmadı. Adam geceleri kalkıp Kur'an okuyordu. Ebu Bekir (ra) sesini işitince:
"Vay haline o adamın! Bu zatın elini nasıl kesti, derdi. Aradan uzun zaman
geçmeden Ebu Bekir (ra) ailesi kendilerine ait zinetlerini
ve bazı eşyalarını kaybettiler. Ebu Bekir (ra) bu siyah adama: "Bu gece diri olan Allah'ın
kapısını çal. (Allah'a dua et, hırsızı bildirsin) buyurdu. Kolu kesik adam
kalkıp kıbleye yöneldi sağlam ve kesik elini kaldırarak: "Ey Allah'ım!
Sen hırsızlık edeni bana göster" diye dua etti. Veya buna benzer bir
niyazda bulundu. Öğlen vakti olur olmaz eşyaları siyah adamın yanında buldular
(hırsızın o olduğu ortaya çıku). Bunun üzerine Ebu Bekir (ra) ona: "Vay
haline! Sen Allah'ı hakkıyla tanımıyorsun. Onu iyice bilmiyorsun, dedi. Sonra Ebu Bekir (ra) ayağının kesilmesini
emretti ve kesildi."[12]
Bu hadiseden de
anlaşıldığı gibi, siyah kişinin elini kesen memurun Hz.
Ebu Bekir (ra) tarafından
kısas edileceği belirtiliyor ve eli kesen memurun haklı olduğu ortaya çıkınca
memur affediliyor.
Zorlama ne olursa
olsun, bir müslümanı haksız yere öldürmeye asla ruhsat
yoktur. Bu itibarla, bir insan ölüm tehdidiyle mecbur edilse bile haksız yere müslümanı öldüremez. Zira bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Allah'ın
öldürülmesini haram kıldığı bir cana, haklı bir sebeb
olmadıkça sakın kıymayın..."[13]
Keza, herhangi bir müslümantn organlarından birini koparmaya veya ölüme sebeb olacak derecede onu dövmeye de ruhsat yoktur. Bu
hususta da Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Mümin erkekler
ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden ötürü eziyet edenler, şüphesiz
iftira etmişler ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir."[14]
Hanefi mezhebine göre
bir insan, masum bir insanı öldürmeye cebr edilir de
hakkında ruhsat bulunmayan bu günahı işler ve masum adamı öldürürse, kısasın
uygulanıp uygulamayacağı, uygulanırsa kime uygulanacağı hakkında şu görüşler
zikredilmektedir:
A. Ebu
Hanife ve talebesi Muhammed'e göre kısas cebredilene
değil sadece zorlayana uygulanır. Zira asıl sebeb
zorlayandır. Cebredilen ise bu işi tehdit altında yapmıştır. Tehdit altında
yapılan işlerden sorumlu olunmayacağı Resulullah
tarafından beyan edilmiştir. Peygamber efendimiz:
"Şüphesiz ki
Allah, ümmetimin üzerinden, hata etmenin, unutmanın ve onlara zorla
yaptırılanların sorumluluğunu kaldırmıştır”[15]
buyurmuştur.
B. İmam Ebu Yusuf'a göre ise, cebredilene de zorlayana da kısas
gerekmez. Sadece zorlayana diyet gerekir. Çünkü cebredilen bunu yapmaya mecburdur.
Zorlayan ise öldürme işini bizzat kendisi yapmamıştır.
C. İmam Züfer'e göre ise kısas cebredüene
uygulanır. Zorlayana uygulanmaz. Çünkü öldürme hadisesi cebredilen tarafından
uygulanmıştır.[16]
Diğer yandan Hanefi
mezhebine göre aşağıda zikredilecek hususlar hakkında şu hükümler beyan
edilmiştir.
a. Halifenin
tayin ettiği amir, bir insana herhangi bir kişiyi haksız yere öldürmesini veya
organlarından birini kesmesini emreder de bu insan da amirin kendisine
emrettiğini yaparsa kısas emredilene değil amire uygulanır. Çünkü amirin emri
ikrahtır (zorlamadır) Zira memurun emirle yaptığı işler amirine isnad edilir.
Nitekim Allah Teala bir âyet-i celilede:
"Gerçekten Firavun bulunduğu yerde büyüklenip zorbalığa kalkıştı. O yerin
halkını fırkalara böldü. İçlerinden bir fırkayı zayıflatıp eziyor, oğullarını
boğazlıyor ve kadınlarını sağ bırakıyordu"[17] buyuruyor.
Âyet-i celilede öldürme işi, Firavuna isnad
edilmiştir. Halbuki öldürme işini bizzat Firavun yapmayıp emrinde bulunanlara
yaptırıyordu.
Keza, Hz. Ebu Bekir eli kesilen siyah
adamın amiri hakkında: "Allah'a yemin olsun ki, eğer sen doğru
söylüyorsan sana yapılanın karşılığında ona mutlaka kısas uygulayacağım"[18] buyurmuştur.
Böylece amirin verdiği emirlerden sorumlu olacağını beyan etmiştir.[19]
b. Hanefi
Mezhebine göre, şayet bir insan ölümle tehdit edilerek kendisini ateşe atması
istenilir de o adam kendini ateşe atarsa Allah katında sorumlu olmayacağı
temenni edilir. Zira ateşten kurtulma imkanı olabilir. Halbuki diretmesi
halinde öleceği muhakkaktır. Zorlayana kısas uygulanır.
c. Bir
insana zorla suya girmesi emredilir de o kişi suya girip helak olursa duruma
bakılır. Eğer o su İnsanı öldürecek bir mahiyette ise zorlayana kısas
uygulanır. Aksi taktirde uygulanmaz.
Bu hususla ilgili Hz. Ömer döneminde şöyle bir hadise vuku bulmuştur: Hz. Ömer bir adama orduda askeri bir vazife vermişti.
Bunlar bir dağa tırmandıktan sonra soğuk bir günde üzerinde köprü bulunmayan
bir nehre varmışlardı. Ordu komutanı bu adama: "Suya gir! Geçebileceğimiz bir geçit (sığ bir yer) tesbit
et, dedi. Adam komutana: "Suya girdiğimde öleceğimden korkarım" dedi.
Komutan adama bunu yapmaya zorladı. Adam suya girdi ve şöyle dedi:
"Nerdesin ey Ömer! Nerdesİn ey Ömer!" Kısa
bir süre sonra adam öldü. Hz. Ömer Medine'nin
çarşısında dolaşırken kendisine bu haber ulaştığı zaman: "Keşke orada
olsaydım, keşke orada olsaydım" dedi. Sonra Hz.
Ömer ordu komutanına haber gönderip onu vazifeden aldı ve ona: "Eğer bu
hususta bir sünnet olmasaydı o adamın karşılığında sana mutlaka kısas uygulardım"
dedi. Ona diyet ödetti ve şöyle dedi: "Bundan sonra benim hiçbir işimde
çalışma (artık sana hiçbir vazife vermeyeceğim).[20]
Hz. Ömer bu hadisede ordu komutanına kısas
uygulamamıştır, ona diyet ödetmiştir. Çünkü aslında suyun telef edici mahiyette
olmamasından komutanın kasıtsız olduğunu anlamıştır. Kasıtsız olma
durumlarında sünnete beyan edildiği gibi kısas uygulanmaz, diyet Ödettirilir.
Hazreti Ömer de bunu yapmıştır.
d. Eğer bir
insan öldürülme tehdidi ile kendi elini kesmeye zorlanır da elini keserse
Allah katında bundan dolayı sorumlu olmayacağı tahmin edilir. Çünkü bütün
bedenini telef etmektense, sadece bir organını feda etmesi daha hayırlıdır.
Bir hadis-i şerifte Hz. Aişe
(ra) diyor ki: "Resulullah
iki şeyden birini seçmede serbest bırakıldığında o iki şeyden her zaman daha
kolay olanını seçerdi."[21]
Masum bir insanı
öldürmeye zorlamanın hükmü: Bu mezhebe göre de, zorlamalar karşısında haksız
yere bîr insanı öldürmeye ruhsat yoktur. Böyle bir belaya maruz kalan müslümanın sabredip kendi canını feda ederek müslü-man kardeşinin canını
kurtarması gerekir.
Bununla beraber şayet
cebredilen, masum bir insanı öldürürse, zorlayana kısasın uygulanacağı
kesindir. Cebredilene ise kısasın uygulanması görüşü tercih edilmektedir. Zira
bu, kendi canını kurtarmak için kasıtlı olarak başka birini öldürmüştür.
Zayıf olan ikinci bir
görüşe göre ise, cebredilene kısas uygulanmaz. Çünkü o, zorlayanın aleti
mahiyetindedir ve Resulullah'ın şu hadis-i şerifinde
sorumlu olmayacaklarını beyan ettiği kişilerdendir.
Resulullah (sav) şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki,
Allah, ümmetimin üzerinden hata etmenin, unutmanın ve onlara zorla
yaptırılanların sorumluluğunu kaldırmıştır.”[22]
Bu mezhebte
zayıf olan diğer bir görüşe göre ise, kısas, zorlayana değil,
cebredilene uygulanır.
Zira zorlayan sadece sebebdir, cebredilense öldürme
işini fiilen yapandır.[23]
Masum bir insanı
öldürmeye zorlamanın hükmü: Bu mezhebe göre de cebredilen insanın, masum bir
insanı öldürmeye veya ona çeşitli işkencelerde bulunmaya hakkı yoktur. Böyle
bir insanın başına gelen belaya sabretmesi gerekir. Başkasının canına kıyarak
kendisini kurtarması helal değildir. Bu ki-Şİnin
Allah'tan, dünya ve ahiretİ için afiyet ihsan
etmesini dilemekten başka bir çaresi yoktur. Buna rağmen şayet masum bir
İnsanı öldürürse kısas hem cebredene hem de zorlanana gerekir.[24]
Masum bir insanı
öldürmeye zorlamanın hükmü: Hanbeli mezhebine göre
de, zorlamalar ne olursa olsun, masum bir insanı öldürmeye dair ruhsat yoktur.
Buna rağmen şayet cebredilen canını kurtarmak için başka bir müs-lümanı öldürürse kısas hem
cebredene hem de zorlanana uygulanır. Çünkü cebredilen kendi canını kurtarmak
için haksız yere başka bir müslümanı öldürmüştür.
Zorlayan ise ölüme vasıta olan asıl sebebtir. Bu
İtibarla her ikisi de kısası hak etmiştir.
Şayet, öldürülenin
akrabası kısasın uygulanması hakkından vazgeçer, diyet almayı tercih eder de
kısas düşüp diyet ödeme gerekirse, İmam Ahmed ve
Şafii'ye göre diyetin de hem cebredene hem de zorlanana gerektiği beyan
edilmiştir. Ebu Hanife ve
Muhammed'e göre ise, cebredilene kısas gerekmediği gibi diyet de
gerekmemektedir.
Hanbeli mezhebine göre bir devlet yetkilisi bir insanı
başkasını haksız yere Öldürmeye veya dövmeye zorlar da cebredilen de bunları
yaparsa kısas hem devlet yetkilisine hem de memuruna uygulanır. Diyet ödeme
halinde de her İkisi ortaklaşa sorumludur.
Fakat bir devlet
yetkilisi bir insana başkasını Öldürmeyi emreder de o da öldürürse duruma
bakılır. Eğer katil öldürdüğü insanın öldürülmeyi hak etmediğini bilerek bunu
yapmışsa bu defa kısas sadece katile uygulanır, devlet yetkilisine uygulanmaz.
Çünkü Peygamber efendimiz (sav) buyurduğu gibi: "Allah'a isyanda hiçbir
mahluka itaat yoktur.”[25] Şayet katil öldürülenin bu cezayı hak
etmediğini bilmiyorsa bu defa kısas sadece devlet yetkilisine uygulanır. Zira
bir memurun müslüman amirine günah bir şey
emretmedik-çe itaat etmesi vaciptir.
Diğer yandan bu tür
bir emri devlet yetkilisi olmayan bîri verir de memur emri yerine getirirse her
halükarda kısas memura uygulanır. Çünkü ulul ernr dışındaki kişiye itaat yoktur. Maktulün öldürülmeyi
hak edip etmediğini bilip bilmemesi durumu değiştirmez.[26]
Yine bir hakim vermiş
olduğu hükümle kasıtlı olarak suçsuz bir insanı ölüme mahkum ederse ona kısas
uygulanır.
Keza, Hanbeli mezhebine göre, iki şahid,
bir adamın kanını helal kılacak bir suçu işlediğine dair sahicilik ederler adam
da öldürülür, daha sonra da adamı kasten öldürtmek için yalan yere şahitlik
ettiklerini itiraf ederlerse, bu şa-hidlere kısas uygulanır. İmam Şafii de aynı görüştedir. Ebu Hanife ise, bunların direkt
katil olmadıkları için kendilerini kısastan kurtarabileceklerini, fakat
günahkar olacaklarını söylemiştir.[27]
[1] Nisa, 92
[2] İsra, 33
[3] Nisa, 93
[4] Ahzab, 58
[5] Buhârl, Kit.
Ahkam, bab: <1; Müslim, Kit.
İmare, bab: 38, hn. 1839 (metin Müslim'e aittir); Nesei,
Kit. Bey "a, bab: 34,
İm. 4210; İbn Mâce, Kit. Cihad, bab:
40, hn. 2864; Tirmizi, Kit. Cihad, bab:
29, hn. 1707; Müsned, İmanı
Ahmed, c. II, sh. 17, 142
[6] Buhârî, Kit.
Cihad, bab: 108
[7] İbn Mâce,
Kil. Cihad. bnb: 40, hn. 2865; (Metin İbn M:lceye aittir). Müsned, İmair Ahmed, c. I, sh. 400, 409, c. V, sh. 325.
429
[8] Müsned, İmam Ahmed, c. I, sh. 129. c. 4, sh. 426, 427. 432, 436
[9] Müsned, imcim Ahmed, c. I, sh. 131, c. V, sh. 66
[10] Müsned, İmam Ahmed, c. V. sh. 67
[11] Müslim, Kit. İmare, bab: 39, hn. 1840 (Metin Müslim'e aittir); EbÛDâuûd,
Kit. Cihad, bab: 87, hn. 2665; Nesei, Kit. Bey'a,
bab: 34, hn. 4210; Müsned, İmam Ahmed, c. V, sh. 70
[12] Dârakutnî, Kit, Hudud. lın.
302, 303 (e. III, sh. 184-185. Metin buna aittir)
Özetle Muvatta İmam Malik, Kit.
Hudud, bab: 30 (c. II, sh. 836); Serahsi, el-Mebsut c. IX, sh. 141, c. XXIV, sh. 43. Dârakutnî hadislerinin
kritiğini yapan Muhammed Şem-sııl
Hak diyor ki bu hadisin ravüeri güvenilir kişilerdir.
Fakat -'Fetih" adlı kitapta söylenildiği gibi senette kopukluk
bulunmaktadır.
[13] İsra, 33
[14] Ahzab, 58
[15] îbni Mâce,
Kit. Talak, bab; 16, hadi
no: 2045; Mecmeu'z-Zevaid,
c. VI, sh. 250
[16] Bedayiu's-Sanayi, c. IV, sh. 4488-4489
[17] Kasas, 4
[18] Dûrakutnt, Kit. Hudud, hn.
302, 303, c. III, sh. 184-185
[19] Serahsi, el-Mebsut, c. XXIV, sh. 43
[20] Serahsi, el-Mebsut, c. XXIV, sh. 70
[21] Buhârî, Kit.
Menakıb, bab: 23, Kit. Edeb, bab:
80, Kit. Hııdud, bab: 10; Müslim, Kit Fedail, bab:
77, 78; Ebû Dâvûd, Kit. Edeb, bab:
4; Tirmizi, Kit. Menakıb, bab:
34, Muvatta, Kit. Husnul Hulk,
Bab: 2
[22] İbn Mâce,
Kit. Talak, bab: l6, hn. 2045; Mecmeuz-Zevaid, c. VI, sh. 250
[23] Muğni el-Muhtac,
c. IV, sh. 9-10
[24] Bkz. Tefsir el-Kurtubi, c. X, sh. 183
[25] Müsned, İmam Ahmed, c. I, sh. 131, c. V, sh. 66
[26] İbn Kudame,
el-Muğni, c. VII, sh.
757-758
[27] İbn Kudame,
el-Muğni, c. VII, sh.
645-646