ZARURET HALI 1

1. Zaruret Hali: 2

2. Zaruretten Doğan Ruhsatlar: 5

Zaruret Halinde Mubah Olacakları Kur'an'da Beyan Edilen Haramlar: 5

3. Ruhsatların Sınırı: 5

A.  Ötmeyi Önleyecek Miktarda Yemek İttifakla Caizdir. 6

B.  Doyduktan Sonra Yemek İttifakla Caiz Değildir: 6

C. Doyuncaya Kadar Yeme İse ihtilaf Konusudur: 7

D. Bu Haramlardan Alıp Azık Olarak Götürmenin Hükmü: 9

4. Ruhsatlardan İstifadenin Hükmü: 11

5- Ruhsatlardan İstifade Etmeyi Engelleyen Haller: 12

Zaruret Halinde Mubah Olacakları Beyan Edilmeyen Haramlar: 13

1. İçki İçmek: 13

2. İnsan Eti Yemek. 14

Başkalarına Ait Olan Mallardan İstifade: 16

A. Ağaç Üzerindeki Meyvalardan Yemek: 18

B.  Tarladaki Ekin Ve Benzeri Şeylerden Yemek: 18

C.  Hayvanları Sağıp Sütünü İçmek: 18

 

ZARURET HALI

 

Malum olduğu üzere, Allah Teala, cinleri ve insanları, anlamsız put ve hey­kellere tapmaları için değil, İnsanları bir damla sudan düşünen varlıklar ha­line getiren yüce yaratıcıları Allah'a kulluk etmeleri için yaratmıştır. Yaptığı her şeyde hikmet sahibi olan Allah Teala, insanlara kulluk vazifelerini hak­kıyla ila edebilmeleri İçin, üzerinde yaşadıkları yeryüzünde yiyecek, içecek ve barınak gibi çeşitli nimetler vermiş, göklerdeki güneş ve aydan, denizler altındaki balıklara kadar her şeyi insanların emrine amade kılmıştır. İnsan­lara, annelerinden daha merhametli olan yüce Mevla, yarattığı şeylerden ba­zılarını, sırrına eremediğimiz hikmetine binaen, kullarına yasaklamış bulun­maktadır. Her şeye sahip olan Allah Teala, bu yasakların kapsamını ümmet­lere göre daraltıp genişletmiştir.

Muhammed Ümmetine yasakladığı şeylerden bazıları da; domuz eti, İçki, leş, akıtılmış kan, kesilirken üzerine Allah'ın ismi anılmayan veya Allah'tan başka birinin adı anılan yahut putlar adına kesilen hayvanlar, eti yenilmeyen hayvanlar, boğularak veya dövülerek yahut yüksek bir yerden düşerek ya da dövüşerek veya yırtıcı hayvanla-- tarafından yiyilerek ölen hayvanlardır.

Şayet bir insan, aç veya susuz kalır da, canının tehlikeye düşeceğinden ve Allah'a kulluk edemeyeceğinden korkarsa, Allah Teala böyle bir insana bu haramların çoğunu mubah kılmış ve bunlardan yiyip içmesine ruhsat ver­miştir.

Ne yazık ki Allah'ı tanımayan insanlar, bu yasaklara normal hallerinde de uymazlar ve Allah Teala'nın da beyan ettiği gibi: "Kafirler ise, dünyada zevku sefa içinde yaşarlar ve hayvanlar gibi yeyip içerler. Onların varıp kala­cakları yer ise cehennem ateşidir."[1]

Allah'a iman ettiklerini iddia eden bir kısım insanlar da zaruret halinde ve­rilen bu ruhsatlan suistimal ederek her sıkıntıda bunlardan faydalanmaya ko­şarlar.

Bundan dolayıdır ki, zaruret halinin ne olduğunu, kimlerin bundan isti­fade edebilip, mükellef olduğu asıl hükmü terk edebileceğini ve ruhsata la­yık olduğunu izaha ihtiyaç vardır.

Bu bölümde, yolcu olanın, hastalananın ramazan orucunu yiyebilmesi gi­bi, farzların terkedilmesi mahiyetinde olan ruhsatların sebebleri değil, açlığından ölümcül hale gelenin leşden yiyebilmesi gibi haramlardan istifade edil­mesi mahiyetinde olan ruhsatların sebeblerinden bahsedilecektir.

Zira birinci tür ruhsatlar, İlmihal kitaplarında izah edilmekte, İkinci tür ruh­satlar ise izaha muhtaçdır. Bunları açıklamak için şu kavramlara değinmek gerekmektedir:

1.  Zaruret hali nedir? Hangi insan çaresiz kalmış sayılır.

2.  Zaruretten doğan ruhsatlar nelerdir? Her harama ruhsat var mıdır?

3.  Ruhsatların sınırı nedir? Haramlardan ne kadar yenilebilir? Bunlar azık olabilir mi?

4.  Ruhsatlardan istifade etmenin hükmü nedir? Vacip midir, mubah mıdır?

5.  Ruhsatlardan istifade etmeye engel olan maniler nelerdir? Günahkar ol­mak buna engel midir?

 

1. Zaruret Hali:

 

Âyet-i celileîerde, İnsanlara haram kılınan bazı şeyler zikredildikten son­ra zaruret halinde bunları yemeye izin varildiği bildirilmekte, fakat zaruret halinin ne olduğu hakkında geniş izah verilmemektedir.

Allah Teala şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Allah, leşi, kanı, domuz eti­ni bir de Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Bir kimse mec­bur kalır, zaruret haddini aşmadan ve başkalarının hakkına tecavüz etme­den bunlardan yerse, ona günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışla­yan ve çok merhamet edendir.”[2]

Diğer bîr âyet-i celilede şöyle buyuruyor:

"Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen, boğu­lan, dövülerek, düşerek, birbiriyle dövüşerek ölen, canı çıkmadan kesti­ğiniz hariç, yırtıcı hayvanlar tarafından yenilen, dikilen o taşlar (putlar, heykeller) için kesilen hayvanlar, sizin için haram kılınmıştır... Açlık se­bebiyle zaruret içinde olanlar, günaha kaçmayacak bir şekilde bu haram kılınan şeylerden yiyebilirler. Çünkü Allah, çok bağışlayan ve çok mer­hamet edendir."[3]

Zaruret hali hususunda Rasululiah'dan şu hadis-i şerifler zikredilmekte­dir:

a. Ebu Vakid el-Leysi; Resulullah'tan şunu sorduklarını rivayet ediyor: - "Ey Allah'ın Rasulü! Biz öyle bir yerde bulunuyoruz ki orada aç kalıyo­ruz. Leş yemek bizlere ne zaman helal olur?" Resulullah (sav) onlara:

-  "Sabah yemeğini yemediğiniz, akşam yemeğini yemediğiniz halde saz otunu da leşle birlikte sebze gibi pişirme imkanı bulamadığınız taktirde, leş size serbesttir”[4] cevabını vermiştir.

Görüldüğü gibi Resulullah, sabah akşam yemeklerinin yenilmemesiy'e be­raber yenilecek bir otun da bulunmadığı taktirde zaruret halinin gerçekleşe­bileceğini ve leş gibi haramlardan yenilmeye ruhsat verileceğini beyan bu­yurmuştur.

b.  Ukbe bin Vehb, Fucey'a el-Amiri'den şunu rivayet ediyor: Fucey'a Resulullah':» gelip:

-  "Ya Resulullah! Leşi bize helal kılan nedir?" demiş, Resulullah da:

-  "Sizin yemeğiniz nedir1?" diye sormuş, onlar da:

- "Sabahleyin bir bardak süt, akşamleyin bir bardak süt" demişler.  Bunun üzerine Resulullah:

- "Yemin olsun ki (babam hakkı İçin) bu açlığın tâ kendisidir" buyurmuş ve onlara bu durumda iken leşi helal kılmıştır.[5]

Sabahleyin bir bardak süt, akşamleyin bir bardak süt, kişinin ölmesini ön­ler, bununla beraber Resulullah, bu halde olan bir insanın leşden yemesine ruhsat vermiştir. Bu hadis-i şerife göre, zaruret halinin gerçekleşmesi için, ki­şinin ölümcül derecede aç kalması şart değildir. Kişinin açlıktan dolayı ölü­me sürükleyecek bir hastalığa yakalanacağından korkmasının da zaruret hali için yeterli olacağı anlaşılmaktadır.

c.  Cabir bin Semure diyor ki: Bir adam ailesi ile birlikte geldi. Harre'de ko­nakladı.[6] Bu adam Cabir'e şöyie dedi:

- "Benim bir devem kayboldu. Eğer onu bulursan yakalayıver." Cabir de­veyi buldu fakat bu defa sahibini bulamaz oldu. Deve hastalandı. Cabir'in ha­nımı:

-  "Bunu boğazla" dedi. Cabir kabul etmedi. Sonra deve murdar oldu. Bu defa Cabir'in hanımı:

-  "Deveyi soy da yağını ve  etini kurutup yiyelim" dedi. Cabir:

-  "Resulullah'a sorayım ondan sonra" dedi. Cabir Resulullah'a gelip deve­nin yenilip yenilemeyeceğini sordu. Resulullah ona:

-  "İhtiyacını karşılayacak bir şeyin var mı?" dedi. Cabir:

-  "Hayır" dedi. Resulullah ona:

-  "Murdar olan deveyi yeyin" buyurdu.

Cabir diyor ki, daha sonra devenin sahibi gelid. Cabir ona durumu anlat­tı. Adam Cabir'e:

-  "Onu kesseydin ya" dedi. Cabir:

-  "Senden utandım" dedi.[7]

Bu hadise yorum yapan İbn Huveyzİmendad şöyle diyor: "Aç kalan insan, öleceğinden korkmasa dahi leşten yiyebilir. Çünkü Resulullah Cabir bin Se-mure'ye açlıktan dolayı öleceğinden korktuğunu sormamış, kendisine yete­cek kadar şeylerin bulunup bulunmadığını sormuştur. Cabir yetecek kadar bir şeyin bulunmadığını b'ldirince Resulullah ona murdar olan deveden yeme izni vermiştir.”[8]

Görüldüğü gibi hadis-i şeriflerde aç kalan İnsanlara leşten yeme ruhsatı tanınmaktadır.

Birinci hadis-i şerifte, bir insanın, sabah, akşam birşey yememesi ve le­şin dışında yiyeceği bir otu da bulamaması durumunda zaruret halinin ger­çekleşebileceği beyan edilmektedir.

İkinci hadis-i şerifte ise, bir insanın sabah akşam içeceği birer bardak süt­ten başka birşey bulamaması durumunda da zaruret halinin gerçekleşebile­ceği bildirilmektedir.

Üçüncü hadis-i şerifte ise, bir insanın kendisinin ve ailesinin çok zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yiyecek bir şeyinin bulunmaması durumun­da da zaruret halinin gerçekleşebilmesi açıklanmaktadır.

Bir kısım alimler, zaruret halinin gerçekleşebilmesi için kişinin açlıktan dolayı ölümcül hale gelmesini veya ölüme götürecek bir hastalığa yakalanma­sını şart koşmuşlardır. Birinci hadis-i şerif buna işaret buyurmaktadır.[9]

Diğer bir kısım alimler ise, zaruret halinin gerçekleşmesi için aç kalan insanın ölümcül hale gelmesinin veya ölüme götürecek bir hastalığa yakalan­masının şart olmadığını, bu hallere düşeceğinden korkmasının da yeterli ola­cağını söylemişlerdir. Nitekim ikinci hadis-i şerif bunu desteklemektedir. Zi­ra bu hadiste leşin ne zaman helal olacağını soran insanlar, sabah akşam, İçe­cekleri birer bardak süt bulduklarını söylemişler, bununla beraber Resulullah onlara leşi helal kılmıştır. Sabah, akşam içilen birer bardak sütün ölümü önleyeceği muhakkaktır.[10]

Başka bir kısım alimler ise, zaruret halinin gerçekleşebilmesi için aç ka­lan insanın öleceğinden korkmasının dahi şart olmadığını, çünkü Resulullah üçüncü hadiste murdar olan deveden soran kişiye açtığından dolayı ölece­ğinden korkup korkmadığını sormamış, yeteri kadar bir şeyinin bulunup bu­lunmadığını sormuş ve bulunmadığını bildiren bu kişiye leşten yeme ruhsa­tı vermiştir.[11]

Mezheblere göre; zaruret halinin gerçekleşebilmesi için kişinin açlıktan dolayı öleceğinden korkması gerekmektedir. Bu korkunun zanni galibe da­yanması yeterli görülmüş, öleceğini kesin olarak bilmesi şartı aranmamıştır.[12]

 

2. Zaruretten Doğan Ruhsatlar:

 

Zaruret halinin varlığı sözkonusu olunca, aç veya susuz kalan çaresiz in­sanın bir kısım haramlardan faydalanmasına ruhsat verilmektedir. Bu haram­ları şöyle sıralamak mümkündür:

-  Hakkında ruhsat zikredilen haramlar.

-  Hakkında ruhsat zikredilmeyen haramlar.

-  Başkalarına ait olan mallar.

 

Zaruret Halinde Mubah Olacakları Kur'an'da Beyan Edilen Haramlar:

 

Domuz eti, leş, kan, kesilirken üzerine Allah'ın ismi anılmayan veya Al­lah'tan başka birinin adı anılarak kesilen, putlar adına kesilen hayvanlar, bo­ğularak, dövülerek, bir yerden düşerek, dövüşerek veya yırtıcı hayvanlar ta­rafından yenilerek ölen hayvanlar bu türden olan haramlardandır.

Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de bunların haram olduklarını zikrettikten sonra zaruret halinde bulunan çaresiz insanın bunlardan yiyebileceğini açık­ça zikretmiştir.

Artık bunların yenilmesine ruhsat verildiği şüphesizdir Bu itibarla herhan­gi bir ihtilaf söz konusu değildi. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen, boğu­lan, dövülerek, düşerek, dövüşerek ölen, canı çıkmadan kestiğiniz hariç yırtıcı hayvanlar tarafından yenilen, putlar için kesilen hayvanlar sizin için haram kıhnmıştır... Açlık sebebiyle zaruret içinde olanlar, günaha kay­mayacak bir şekilde, bu haram kılınan şeylerden yiyebilirler."[13]

 

3. Ruhsatların Sınırı:

 

Bütün alimler, Allah Teala tarafından yasaklanan leş ve benzeri haramlar­dan, açlığından dolayı çaresiz kalan bir insanın yiyebileceği hakkında ittifak etmişlerdir.

Çünkü Allah Teala bu türden olan haramları zikrettikten sonra: "... Bir kimse mecbur kalır zaruret haddini aşmadan ve başkalarının hakkına tecavüz etmeden bunlardan yerse, ona günah yoktur..."[14] buyur­maktadır.

Diğer bir âyet-i celilede:

"... Kendinizi ellerinizle tehlikeye düşürmeyin..."[15] buyurulmaktadır. Bu nedenle alimler, aç kalan çaresiz bir insanın bu haramlardan ne kadar yiye­bileceği ve bunlardan bir miktarı azık olarak taşıyıp taşıyamayacağı hususun­da farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

 

A.  Ötmeyi Önleyecek Miktarda Yemek İttifakla Caizdir.

 

Bütün alimler, açlığından dolayı çaresiz kalan bir insanın, yiyecek helal bir şey bulamadığı taktirde, zikredilen bu tür haramlardan ölmesini önleye­cek kadar bir miktarda yemesinin caiz olduğu hakkında ittifak etmişlerdir. Zi­ra ayet-i celileler yenilmesine ruhsat vermişlerdir.

 

B.  Doyduktan Sonra Yemek İttifakla Caiz Değildir:

 

Bu hususta da alimler ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah Teala şöyle buyu­ruyor:

-  "Yeyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sev­mez. "[16]

Diğer bir âyet-i celilede:

- "Kafirler ise, dünyada zevk ve sefa içinde yaşarlar ve hayvanlar gibi yeyip içerler. Onların varıp kalacakları yer ise cehennemdir"[17] buyurulmuştur. Görüldüğü gibi doyduktan sonra tıka basa yemek zevklerinin kölesi olan kafirlerin adetidir. Bu hususta Peygamber efendimiz (sav) de şöyle bu­yuruyor:

- "insanoğlu, karnından daha kötü bir kap doldurmuş değildir. İnsanoğ­luna, belini yukarda tutabilecek kadar yemesi kafidir. Şayet karnının mut­laka doldurulması istenilirse, üçte biri yemekle, üçte biri içecekle ve üçte bi­ri de nefesle doldurulsun.”[18]

-  Naf'i diyor ki: "Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, beraber yemek yiyeceği bir iakir kendisine getirilmedikçe yemek yemezdi. Bir gün ben, Abdullah'la ye­mek yemesi için bir adam getirdim. Adam çok yedi. Bunu göre Abdullah şöy­le dedi: "Ey Nafi! Bir daha bu adamı yanıma katma. Zira ben. Resulullah'm şöyle buyurduğunu duydum: "Mümin bir bağırsağına yer, kafir yedi bağır­sağına yer."[19]

- Ebu Asib diyor ki: Resulullah bir gece çıkıp bana geldi ve beni dışarı ça­ğırdı. Ben de çıktım. Sonra Ebu Bekir'e uğradı, onu da çağırdı, o da dışarı çıktı. Sonra Ömer'e uğradı, onu da çağırdı, o da çıktı. Resulullah oradan yü­rüyüp Ensar'dan birinin bahçesine girdi. Bahçenin sahibine: "Bize taze hur­ma yedir" dedi. Bahçe sahibi, bir hurma salkımı getirip ortaya koydu. Ön­ce kendisi yedi. Sonra Resulullah ve sahabeler yediler. Daha sonra Resulullah soğuk su isledi, onu içti ve şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde mutlaka bundan sorguya çekileceksiniz." Bunun üzerine Ömer, hurma dalını alıp ye­re vurdu. Öyleki hurmalar Rasululiah'a doğru dağıldı. Sonra Ömer: "Ey Al­lah'ın Rasulü! Biz kıyamet gününde bundan mutlaka sorumlu olacak mıyız?" dedi. Resulullah: "Evet. Sorumlu olacaksınız. Kişi ancak avret mahallini ört­tüğü bir parça bezden, açlığını giderdiği ekmek kırıntısından, sıcak ve so­ğukta içine girmeye çalıştığı taş kovuğundan sorumlu olmayacaktır" ceva­bını verdi."[20]

Zikredilen bu üç hadis-i şerifte müminin normal hallerde bile obur olma­ması, yemesinde ve içmesinde ölçülü olması istenilmekledir. Elbetteki zaru­ret halinde olduğu İçin haramlardan yeme ruhsatına hak kazanan çaresiz mü­min de bu ölçüleri aşmaması gerekmektedir.

 

C. Doyuncaya Kadar Yeme İse ihtilaf Konusudur:

 

Alimler, açlığından dolayı çaresiz kalan bir İnsanın, başka bir şey bulama­dığı taktirde leş gibi haramlardan, ölmesini Önleyecek kadar yemesinin ca­iz, doyduktan sonra yemesinin haram olduğu hakkında İttifak ederlerken, do­yuncaya kadar yemesinin ve azık alıp götürmesinin caiz olup olmaması hakkında, aşağıda belirtileceği şekilde ihtilaf etmişlerdir. Bazıları caiz görmez­ken, diğerleri caiz görmüşlerdir.

a. Bir kısım alimlere göre, çaresiz insanın ruhsat tanınan haramlardan do­yuncaya kadar yemesi caiz değildir. Bunlardan, ancak ölmesini önleyecek miktarda yiyeblir.

Ebu Hanife bu görüştedir İmam Sallı ve İmam Ahmed bin Hanbei'den nak­ledilen iki görüşten tercih edileni de böyledir. İmam AUük'len nakledilen za­yif bir görüşe göre İmam Malik'le bu kamın nedir, Hasan-ı Basri'nin de bu gö­rüşle olduğu nakledilmekledir.

Bu görüşle olan alimler .şöyle demişledir; ''Çaresiz kalan insan, leş yeme­den önce eğer ölmesinden korkmasaydı bu leşten  yemeyecekti. Leşten ye­dikten sonra da  ölmesini önleyecek  kadar yeyince, zarureti kalkar. Artık leş­ten doyuncaya kadar yiyemez”[21]

Bu hususta Şevkani şöyle diyor: "Âyet-i celileler, leş ve benzerlerinin ha­ram olduklarını bildirmiş ve bunların zaruret halinde istisnai bir şekilde mubah olacaklarını beyan etmişlerdir. Zaruret ortadan kalkınca bunların haram olmaları devam edecektir, ölümü Önleyecek derecede bunlardan yemenin zarureti gidereceğinde şüpbe yoktur."[22]

Allah Teala şöyle buyuruyor:

"... Açlık sebebi İle zaruret içinde olanlar günaha girmeyecek bir şekil­de bu haram kılınan şeylerden yiyebilirler..."[23]

Ayet-İ ceiilede "günaha girmeyecek bir şekilde" ifadesi zikredilmektedir. Bu da doyuncaya kadar yememeyi gerektirmektedir. Aksi taktirde günaha kay­mış olabilir.[24]

Daha önce zikredilen "insanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurma­mıştır"[25] hadis-i seri fiyle "insan üç şey dışında her şeyden sorumludur"[26] hadis-i şerifleri de bu görüşü desteklemekledir.

b. Diğer bir kısım alimler ise. çaresiz kalan bir insanın leş gibi haramlar­dan doyuncaya kadar yiyebileceği kanaatindedir.

İmam Malik'ten nakledilen iki görüşten tercih edileni bu yöndedir. İmam Şafii ve İmam Ahmed bin JlanbeTden nakledilen iki görüşten zayıf olanları da bu doğrultudadır.[27]

Hattabİ eliyor ki: "Leşin ne zaman helal olacağını soran kişilere, Resulullah'ın "yemeğiniz nedir" diye sorduktan sonra onların da 'yemeğimiz sabah bir bardak süt. akşam bir bardak süt" demeleri üzerine Resulullah'm onlara leşi helal kılması gösteriyor ki. haramlardan doyuncaya kadar yenilebilir. Çün­kü sabah akşam içilen birer bardak süt ölmeyi önler. Buna ilaveten leşin ye­nilmesine ruhsat verilmesi doyuncaya kadar yemenin serbest olduğunu gös­terir. Diğer yandan çaresiz kalan bir insan doyuncaya kadar yemez ise hiç yemezden önceki hali gibi bu şeylere İhın acı devam ediyor demektir. Bir in­sana bir şeyi mubah saydıktan sonra ihtiyacını gidermeden önce o şeyi ya­saklamak caiz olmaz.

Çaresizlikten dolayı leş gibi şeylerden yeme ruhsatına sahip olan insanın durumu. evlemneye şiddetle iştiyakı olan ve hür bir kadınla evlenmeye gü­cü yetmediği için köle bir kadınla evi eninesine izin verilen kişinin durumuna benzemektedir. Şimdi köle hanımla evlenen bu kişinin evliliğe karşı iş­tiyakı azalırsa nikahı iptal mi edilecektir? Elbetteki hayır. O halde çaresiz in­sanın bir miktar yemesiyle, doymasına nasıl engel olunabilir?"[28]

İbni Huveyzimendad'da bu görüşü destekleyerek, şunları zikrediyor: "Resulullah; murdar olan devenin etini soran kişiye "ihtiyacını karşılayacak kadar bir şeylerin var mı?" dîye sormuş ve o kişi de: "Hayır" diye cevap ver­miştir. Bunun üzerine Resulullah o kişiye "murdar olan deveyi yeyin" demiştir.[29]

Resulullah bu zata doymamasını şart koşmamıştır. Aksine depolamasına ruhsat vermiştir."[30]

Görüldüğü gibi iki görüşte olan alimlerin her bir grubu dolaylı deliller zik­retmekte ve görüşünü kuvvetlendirmeye çalışmaktadır. Kanaatimizce birin­ci görüş isabetlidir.

c. Diğer bir kısım alimlerse, çaresiz kalan insanın leş ve benzerlerinden doyuncaya kadar yemesini zaruret halinin devamlı veya geçici olmasına göre farklı hükümlere tabi tutmuşlardır. Bunlara göre;

Eğer, zaruret hali, murdar olan devenin etinden soran bedevinınki gibi, devamlı ise çaresiz İnsanın leş ve benzerlerinden doyuncaya kadar yemesi ve yanında azık olarak alıp götürmesi caizdir.

Şayet zaruret hali geçici ise caiz değildir.[31]

 

D. Bu Haramlardan Alıp Azık Olarak Götürmenin Hükmü:

 

a. Alimlerin çoğu, açlığından dolayı çaresiz kalan bir insanın, domuz eti gibi haramlardan hem yiyebileceğini hem de azık olarak alıp götürebilece­ğini caiz görmektedir. Çünkü bunları taşımanın bir mahzuru yoktur. Eğer he­lal bir yiyecek bulursa haramlardan aldığı azığı atar. Bulamazsa zaruret ha­li devam ettiği çin bunlardan yiyebilir. [32]Şayet başka bir çaresizle karşılaşır­sa, ona bunları satamaz. Karşılıksız vermesi gerekir.

Ancak Şafii mezhebine göre ruhsat verilen bu tür haramlardan yedikten sonra helal bir yiyeceğe kavuşan insanın, gücü yettiği ölçüde haramları kusması gerekmektedir.

Ruhsal verilen haramların azık olarak taşmableceğine cevaz veren alim­ler, görüşlerine delil olarak şu hadisleri zikretmişlerdir:

- Cabir (ra) diyor ki: "Resulullah bizi Kureyş'e ait bir kervanı gözetleme­miz için gönderdi. Başımıza Ebu Ubeyde bin el-Cerrah'ı emir tayin etti. Resulullah bize, azık olarak ancak bir kırba dolusu hurma verebildi. Bize azık koymak için bundan başka bir şey bulamadı. Ebu Ubeyde herkese günde bir hurma veriyordu. (Ebu Zübeyr diyor ki: "Cabir'e günde tek bir hurma ile ne yapıyordunuz, diye sordum. O da şu cevabı verdi: "Biz o hurmaları çocuk­ların emdiği gibi emiyorduk. Sonra su içiyorduk. O gün geceye kadar bize yetiyordu. Değneklerimizle palamut ağaçlarının yapraklarını döküyor, son­ra onları ıslatıp yiyorduk.") Cabir diyor ki; "Biz deniz kenarında yolumuza devam ediyorduk. Bir de gördük ki denizin kıyısında büyük br kum yığını gibi bir şey önümüze dikildi. Yanma geldik. Baktık kî o "anber, (balina ba­lığı)" diye adlandırılan bir hayvanmış. Cabir diyor ki: "Ebu Ubeyde önce, bu bir leştir, dedi. Daha sonra: Hayır, siz Allah'ın elçisinin elçilerisiniz, Allah yolundasınız. Sizler çaresiz kaldınız. Bundan yeyin" dedi.

Cabir diyor ki "Biz üçyüz kişi olarak o hayvanın yanında bir ay kaldık. Öy-leki bizler şişmanladık."[33]

Cabır diyor ki: "Biz o hayvanın göz bebeğinden testilere yağ doldurduk ve ondan boğa kadar parçalar kesiyorduk. Ebu Ubeyde bizden onüç adamı götürüp o hayvanın gözünün kovuğuna oturttur. O hayvanın kaburgaların­dan birini yukarıya doğru dikti.

Beraberimizde bulunan develerin en büyüğüne eğer vurup üzerine bin­di ve o kaburganın altından geçti.

Biz o hayvanın etinden haşladığımız parçaları azık olarak yanımıza aldık. Medine'ye dönünce Resulullah'a gittik. Hadise ona anlatıldı. Bunun üzerine Resulullah (sav): "Bu bir rızıktır. Allah onu sizin için denizden çıkardı. Be­raberinizde onun etinden bize yedireceğiniz bir şey var mı?" dedi.

Cabir diyor ki: "Biz o hayvanın etinden Resulullah'a gönderdik. Resulullah ondan yedi."[34]

Görüldüğü gibi, sahabeler, bu ölmüş hayvanın murdar olduğu kanaatin­de iken bundan parçalar koparıp azık olarak almışlardır, Medine'ye gelince, Resulullah onlara bu hayvanın ölüsünün helal olduğunu belirterek getirdik­leri etten isteyip yemiştir.

Eğer zaruret halinde leş gibi şeylerden azık alınması caiz olmasaydı sa­habeler leş zannettikleri bu hayvandan azık edinmezlerdi. Resulullah'da bunlara, yeri gelmişken bunu izah ederdi. Resulullah'ın da susması gösteri-yorki aç kalan çaresiz insan kendisine mubah olan haramlardan azık edinebilir.

Diğer yandan, Cabir bin Semure, murdar olan devenin yenilip yenilme­yeceğini RasuluIIah'tan sorunca Resulullah ona: "İhtiyacını karşılayacak bir şeylerin var mı?" demiştir. Cabir "hayır" cevabını verince Resulullah: "Ölen deveyi yeyin" buyurmuştur.[35]

Bu hadisin baş tarafında zikredildiği gibi, Cabir'in hanımı devenin yağ ve etinin kurutulup yenilmesini İstemiş, Cabir de bunun üzerine Resulullah'a ge­lip sormuştur. Cabir bu deveyi bir Öğünde yiyemeyeceğine göre depo etti­ği muhakkaktır. Bu da leş gibi şeylerin azık olarak alınabileceklerini göste­rir.

b. Katade'nin de katıldığı bazı alimlere göre ise, açlığından dolayı zaru­ret halinde bulunan bir insan, kendisine mubah kılınan haramlardan azık ola­rak bir şey alamaz. Aksı taktirde zaruret halinde tanınan ruhsatlar sui İstimal edilmiş olur. Zaruret halinde genişletmeye kimsenin hakkı yoktur. Hanbelİ mezhebinde İleri sürülen zayıf bir görüş te bu doğrultudadır.[36]

 

4. Ruhsatlardan İstifadenin Hükmü:

 

Açlığından dolayı, çaresiz kalan bir İnsanın, kendisine izin verilen şeyler­den yemesi vacip midir? Yoksa caiz midir? İki görüş de zikredilmektedir.

a. Bir kısım alimler, çaresiz kalan İnsanın, kendisi için mubah sayılan kan, leş gibi şeylerden en azından canını koruyacak kadar yemesi vaciptir" demiş­lerdir. Yemez ölürse, günahkâr olur. Masruk, Taberi, Ebu Hanife, bu görüş­tedir. Şafii mezhebinde tercih edilen görüşte böyledir. Hanbeli mezhebinde İki görüşten birincisi bu meyandadır. Maliki mezhebi de bu görüştedir.[37]

Bunlara göre çaresiz kalan bir insan, yemesine izin verilen şeylerden yer­se sevaba ulaşır. Çünkü Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: "Müslüman ne hoş bir insandır (şaşarım ona) kendisine bir ha­yır dokunduğunda Allah'a hamd eder, şükreder. Başına bir bela geldiğin­de de sabreder, mükafat bekler. Müslüman her meşru şeyden mükafatlan­dırılır. Hatta ağzına koyduğu lokmasından da."[38]

Hadis-i şerifte müslümanın ağzına koyduğu lokmadan sevab kazanacağı bildirilmektedir.

Bu görüşte olan alimlere göre; şayet çaresiz kalan insan, bu tür haramlar­dan yemeyip Ölürse günahkar olur. Allah kendisini atfetmedikçe cehenne­me girer. Zira şu ayetlerin emrine muhalefet etmiştir. "... Kendinizi elinizle tehlikeye atmayın..."[39]

"Kendi kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok merha­metlidir.”[40]

Birinci âyette; "kendinizi elinizle tehlikeye atmayın" ikinci ayette İse "kendi kendinizi öldürmeyin" ifadeleri mubah hale gelen haramlardan ye­meyip Ölenin günahkar olacağına işaret etmektedirler.

b. Diğer bir kısım alimlere göre, çaresiz kalan insanın kendisine mubah kılınan haramlardan yemesi caizdir, vacip değildir. Dilerse bunlardan yer, di­lerse yemez. Hanbeli mezhebinde ikinci görüş, Şafii mezhebinde zayıf olan görüş bu şekildedir.

Bu görüşte olan alimler, delil olarak şu hadiseyi zikretmişlerdir. "Resulullah'm sahabelerinden olan Abdullah bin Huzafe es-Sehmi Roma kralına esir düşmüş, tağut kral, Abdullah'ı bir yerde hapsetmiş, üç gün Ab­dullah'ın yanına su ile karışık içki ve kebab yaptırdığı domuz etinden baş­ka bir şey koydurmamıştır.

Abdullah bunlardan yeyip İçmemiş, öylekİ açlıktan ve susuzluktan dola­yı başım yukarı kaldıramaz olmuştur. Romalılar Abdullah'ın öleceğinden kor­kup onu dışarı çıkarmışlar, Abdullah da krala şöyle demiştir: "Allah bunlan bana helal kılmıştır. Çünkü ben, çaresizim. Fakat ben, bunlardan yeyip İçe­rek, seni İslam dinine karşı sevindirecek değilim."[41]

Eğer haramlardan yemek vacip olsaydı elbetteki Abdullah kendisini Ölü­me terk etmezdi ve bunlardan yerdi. Bu da gösteriyor ki onlardan yemek caizdir. Vacip değildidir.

 

5- Ruhsatlardan İstifade Etmeyi Engelleyen Haller:

 

Bu konuda alimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

A. Hanefi mezhebine göre, zaruret halinde bulunan her müslüman, bu ruh­satlardan faydalanabilir.

Bu mezhebe göre, sahibinden kaçan köle, yol kesen eşkiya gibi günah iş­lemek İçin yolculuk yapan insanlar da zaruret halinde bulunup çaresiz kal­dıkları taktirde, leş, kan, domuz eti gibi haramlardan yeme ruhsatına sahip­tirler. Bu sıfatta olan insanların ramazan oruçlarını da yolculuk dolayısıyla ye­yip sonra kaza etmeleri caizdir.

Zira Allah Teala bir ayet-i celüesinde: "Ey iman edenler!.,. Kendi kendi­nizi öldürmeyin..."[42] buyuruyor. Âyet genel mahiyettedir. Günah işlemek için yolculuk edenle, meşru bir şekilde yolculuk edenler arasında herhangi bir ayırım yapmamaktadır.

B- Şafii mezhebine göre, aşağıda zikredilecek sıfatlarda olan insanlar, za­ruret halinde bulunup çaresiz kalsalar da, domuz eti, kan, leş gibi haramlar­dan yeme ruhsatına sahip değillerdir.

Bu insanlar:

a. Kanı helal olan kafirler. İslâm dininden dönen mürted, müslümanlar-la savaş halinde bulunan kafirler bu türdendir.

b. Kanı helal olan müslümanlar. Bunlar namazı terk eden, eşkıyalık ya­pan ve benzeri müslümanlardır.

c. Günah işlemek için yolculuk yapan müslümanlar. Efendisinden kaçan köle, sılayi rahim yapmamak için akrabalarından kaçan bir müslüman bu tür­dendir.

d. Fuhuş işleyen zani, faiz yiyen tefeci gibi, günah işlemek için mukim olan müslümanlar.

Zira Kur'an-ı Kerim'de Allah Teala, leş, kan, domuz eti gibi bir kısım ha­ramları zikrettikten sonra; "... kim azgınlık yapmadığı ve saldırıda bulun­madığı halde mecbur kalır da bunlardan yerse, ona günah yoktur"[43] bu­yurmaktadır. Böylece müslümanlara karşı azgınlık yapan ve onlara saldıran insanların bunlardan istifade edemeyecekleri ortaya çıkmaktadır. Bunlar da yukarıda zikredilen kimselerdir.[44]

C. Hanbeli mezhebine göre de yol kesen eşkiya, efendisinden kaçan kö­le gibi, günah İşlemek İçin yolculuk yapan bir müslüman bu ruhsatlardan istifade edemez. Bunlar da yukarıda zikredilen ayeti, Şafii alimleri gibi tefsir ederek görüşlerine delil göstermişlerdir.[45] Hanbeli mezhebine göre mukim olan bir insan dilenerek zaruri ihtiyacını karşılayabileceğinden, çaresiz sayı­lamayacağı ve hiçbir zaman haramlardan yeme ruhsatına sahip olamayaca­ğı zikredilmişse de tercihe şayan görülmemiştir.

D. Maliki mezhebinde meşhur olan görüşe göre yol kesen insan gibi, gü­nah işlemek için yolculuk yapan veya insanları tehdit edip mallarını alan ga-sıb gibi günah işlemek için bir yerde ikamet eden bir kişi çaresiz kaldığı tak­tirde ruhsatlardan istifade edemez.

Malikiler, yolcunun çaresiz kalmasıyla, mukim bir insanın çaresiz kalma­sı arasında fark gözetmemektedirler. Her ikisi de günahkar oldukları taktir­de ruhsatlardan istifade edemezler.

İmam Malik'ten nakledilen diğer bir görüşe göre ise, günah işlemek için yolculuk yapan insan çaresiz kaldığında haramlardan yiyebilir. Fakat böyle bir yolcu ramazan orucunu yiyemez, namazını kısaltamaz.

Kurtubi de bu son görüşü destekleyerek şöyle diyor: "Kendi kendinizi öldürmeyin"[46] âyet-i celilesi geneldir. Günahkar, masum larkı yapmamak­tadır. Sonra günahkar insan haramlardan yeyip hayatını devam ettirirse ile­ride tevbe edip günahlarının affına mazhar olabilir. Ölmesi halinde bu İhti­mal kalmayacaktır."[47]

 

Zaruret Halinde Mubah Olacakları Beyan Edilmeyen Haramlar:

 

İçki, insan eti bu türden olan haramlardandır.

 

1. İçki İçmek:

 

Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de içkinin haram olduğunu beyan etmiş an­cak zaruret halinde içilip veya İçilemeyeceğine dair herhangi bir şey zikret-memiştir. Bu nedenle alimler, zaruret halinde içkinin içilebileceği hakkında ihtilaf etmişlerdir. Mezheblerin görüşü özetle şöyledir:

A. Ebu Hanife'ye göre; susuzluğundan dolayı öleceğinden korkan bir in­san içkiyi içerek susuzluğunu giderebilir.[48]

B. Şafii mezhebine göre; boğazına bir şey tıkanan bir insanın tıkanan şe­yi giderecek başka bir şey bulamadığı taktirde, içki içerek bunu boğazından gidermesi caiz ise de, susuzluktan dolayı öleceğinden korkan bir insanın İç­ki içebileceği hakkında İki görüş zikredilmektedir.

Tercih edilen görüşe göre bu durumda olan bir insanın İçki İçmesine ruh­satı yoktur. İkinci görüşe göre ise, İçmesine ruhsat vardır. Her iki görüşe gö­re içmesi halinde kendisine içki cezası uygulanamaz.[49] Çünkü ortada şüphe vardır.

C. Hanbeli mezhebine göre; boğazına bir şey tıkananın, başka bir şey bu­lamadığı taktirde içkiden içerek boğazına tıkanan şeyi giderebileceği caiz­dir. Zira böyle birinin zaruret içinde bulunduğu muhakkaktır. Ancak susuz­luktan dolayı öleceğinden korkan bir insanın İçki içebilmesi için içkiye su­suzluğu giderecek bir şeyin karışması gerektiği beyan edilmektedir. Şayet böy­le bir şey karışmazsa susuzluktan dolayı çaresiz kalanın İçkiden içemeyece­ği, çünkü böyle bir içkinin susuzluğu daha fazla artıracağından çare sayılma­yacağı zikredilmektedir.[50] Şayet içerse içki cezası uygulanır. Çünkü kesin olan bir haramı yapmıştır.

D. Maliki mezhebine göre; açlığından veya susuzluğundan dolayı çaresiz kalan bir insan içki içemez. Çünkü İçki susuz olan insanın susuzluğunu iyi­ce artırır.[51] Açlığı ise gideremez.

 

2. İnsan Eti Yemek

 

Zaruret halinde bulunan çaresiz, aç bir kişinin insan eti yiyebilip yiyeme­yeceği hakında da âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Mezheplere gö­re, meselenin hükmü şöyledir:

A. Hanefi mezhebine göre, açlığından dolayı öleceğinden korkan bir ça­resizin insan eti yemesi caiz değildir. Hatta açlığından dolayı Öleceğinden kor­kan çaresize, bir insan, "şu organımı kesip ye" diye teklifte bulunsa dahi, ça­resizin o teklif edenin bir azasını kesip yemesi caiz değildir. Çünkü İnsan üs­tün bir varlıktır, yiyecek olarak kullanılması caiz değildir.[52] Bu husuta Allah Teala şöyle buyuruyor: "Şüphesiz, Biz, âdemoğlunu muhterem bir varlık kıldık. Karada ve denizde onları taşıttık. Helal ve temiz şeylerle rızıklandırdık. Onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.”[53]

B. Şafiî mezhebine göre; açlığından dolayı öleceğinden korkan bir kişi İn­san eti yiyebilir. Ancak eti yenilmesi İstenen insanın Ölü veya diri olması fark­lı hükümlere tabi tutulmuştur.

a. Canlı insanı öldürüp etini yemek: Bu hususta kanı helal olanla olma­yan farklıdır.

Şafiî mezhebine göre, açlığından dolayı öleceğinden korkan çaresiz bir İn­san, kanı helal olan insandan başka bir şey bulamadığı taktirde o insanı öl­dürüp etini yiyebilir.

Meselâ bu şekilde çaresiz kalan bir müslüman, İslâm dininden dönen bir mürtedi, müslümanlarla savaş halinde olan bir kafiri, evlenmiş olduğu hal­de zina ettiği için recm edilmeyi hakkeden bir müslümanı, müslümanlara kar­şı İsyan eden bir müslüman eşkıyayı, (Şafiilere göre namazı terkeden bir müs­lümanı) ve üzerinde çaresizin kısas etme hakkı bulunan bir müslümanı öl­dürüp etini yiyebilir. Çünkü bunlar kanı helal olan kişilerdir. Zaten öldürü­leceklerdir.

Buna mukabil, açlığından dolayı çaresiz kalan bir İnsan, kanı helal olma­yan başka bir insanı öldürüp etini yiyemez. Meselâ çaresiz insan, öldürülme­yi hak etmeyen bir müslümanı veya müslümanların İdaresi altında yaşayan bir gayri müslimi (zımrniyi) yahut kendisine eman verilen bir kafiri ya da müs­lümanlarla barış antlaşması yapan bir kafiri öldürüp etini yiyemez. Çünkü bun­ların kanı helal değildir.

b. Ölü insanın etini yemek: Çaresiz kalan bir kafir, hiçbir zaman müslü­man ölünün etini yiyemez. Buna mukabil, açlığından dolayı çaresiz kalan ve ölü İnsanın etinden başka bir şey bulamayan bir müslüman, insanların eti­ni yiyebilir. Ancak İnsan etini pişirmek veya kebab yapmak caiz değildir. Di­ğer murdar etleri pişirip pişirmemek farksızdır. İkisi de caizdir.

e. Canlı bir insanın azasını kesip yemek: Açlıktan dolayı öleceğinden kor­kan çaresiz bir insanın, kendi azalarından birini kesip yemesi, sahih olan gö­rüşe göre caiz değildir. Haramdır.

Diğer bir görüşe göre İse, yememesi halinde öleceğinden korkması, ke­sip yemesi halindeki öleceğinden korkmasından daha fazla İse kesip yiye­bilir. Aksi taktirde yiyemez. Bir insan kendi azalarından birini kesip açlığın­dan dolayı ölen bir insana yediremez.

Açlığından dolayı çaresiz kalan insan, bir canlı hayvanı kesmeden bir aza­sını kesip yiyemez.[54]

C. Maliki mezhebine göre, ölü olsun, diri olsun, İnsan eti yemek hiçbir za­man caiz değildir. İnsan eti yemek her halükarda haramdır. Zira Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:

"Ölü insanın kemiğini kırmak, diri insanın kemiğini kırmak gibidir.”[55]

Diğer bir rivayette ise:

"Ölü insanın kemiğini kırmak, günah yönünden, diri insanın kemiğini kırmak gibidir”[56] buyurulmuştur.

Kemiğin kırılmasına ruhsat verilmediğine göre etini de yemek caiz olmaz.[57]

D. Hanbeli mezhebine göre, insan eti yemenin hükmü, insanın ölü veya diri olmasna göre farklı hükümlere tabidir.

a. Canlı bir insanı öldürüp etini yemek. Kişinin kanının helal veya haram olmasına göre hükümler değişiktir.

Bir İnsan, açlığından dolayı öleceğinden korkarsa, kanı helal olan bir İn­sanı öldürüp elini yiyebilir. Çünkü böyle bir insanı öldürmek helaldir. Etini yemek te helal olur. Bunların masumiyeti kalkmıştır. Bunlar adeta yırtıcı hay­vanlar hükmündedir, Ölü olarak bulunduklarında çaresiz insan tarafından et­leri yenilir. Diri olduklarında da öldürülüp yenilebilirler. İslâm dininden dö­nen mürted müslümanlarla savaş halinde bulunan bir kafir kanı helal olan insanlardandır.

Fakat çaresiz kalan aç İnsan, kanı helal olmayan bir insanı öldürüp etini yiyemez. Çünkü kanı helal olmayan bir insan, çaresiz kalan insana denktir. Birini öldürüp diğerini sağ bırakmak caiz değildir. Müslümanlar müslüman-larm idaresi altında yaşayan zımmiler, (ehl-i kitap, mecusiler) müslümanlar­la antlaşma yapmış kafirler, kanı helal olmayan İnsanlardır.

b. Ölü insanın etini yemek: Hanbeli mezhebine göre ölü insanın da ka­nı helal veya haram olanı farklı hükümlere tabidir.

Eğer ölen insan kanı helal olan biriyse, diri iken öldürülüp etini yemek caiz olduğu gibi, Öldükten sonra da çaresiz kalan aç insanın bunun etinden yemesi caizdir.

Eğer ölen insan, kanı helal olmayan biri ise, canlı iken Öldürüp etini ye­mek helal olmadığı gibi, öldükten sonra da etinin yenilmesi caiz değildir. Çün­kü Peygamber efendimiz, ölü olan bir insanın diri olanla aynı olduğuna işa­retle şöyle buyurmuştur: "Ölü insanın kemiğini kırmak, günah yönünden di­ri insanın kemiğini kırmak gibidir."[58]

Hanbeli mezhebi bu son meselede Şafii'den farklıdır. Şafiiler, her ölünün etinin aç kalan çaresiz tarafından yenileceği görüşündedirler. Hanbeli mez­hebinde olan İbni Kudame bu konuda Şafii mezhebine katılarak, "Bu görüş daha evladır. Çünkü diri bir insanın masumiyeti daha büyüktür" demiştir. Han-beliler ise ölülerin diriler hükmüne tabi oldukları kanaatindedir.

c. Çaresiz insanın kendi azalarından herhangi birini kesip yemesi; böyle bir şey caiz değildir. Çünkü bunu yapması neticesinde de öleceğin­den korkulur ve İntihar etmiş sayılır. Bu da caiz değildir.[59]

 

Başkalarına Ait Olan Mallardan İstifade:

 

Açlığından veya susuzluğundan dolayı zaruret içinde bulunan çaresiz bir insan, başkalarına ait olan yiyecek ve İçeceklerden zaruret halini giderecek miktarda yeyip içebilir. Ancak mal sahibinin malının başında bulunup-bulun-maması, farklı hükümlere tabidir.

A. Mal sahibi, malının başında bulunur ve zaruret içinde de değilse, aç­lığından veya susuzluğundan dolayı çaresiz kalan bir insana, ölmesini önle­yecek kadar yiyecek veya su vermesi vaciptir. Çaresiz kalan İnsan, yiyecek veya suyu sahibinden satın almaya veya razı ederek herhangi bir yolla alma­ya çalışır. Şayet vermez diretirse, çaresiz kalan insan yiyecek veya İçecekle­ri sahibinden zorla alabilir. Eğer bunun için savaşmak gerekirse savaşabilir. Çaresiz kalan insan öldürülürse şehiddir. Hanbeli mezhbine göre, mal sahi­bine diyeti ödettirilir. Şafii mezhebine göre kısas yapılır.

Vuruşma neticesinde, mal sahibi öldürülmüş olursa, kanı helaldir. Çare­size ise herhangi bir sorumluluk yoktur.[60]

Şafii mezhebine göre, çaresiz kalan insanın mal sahibi ile savaşma hak­kına sahip olabilmesi için, mutlaka müslüman biri olması şarttır. Bu mezhe­be göre. çaresiz kalan bir "zımmi" (müslümanların emri altında yaşayan gayri müslim) mal sahibi olan bir müslümanı hiçbir zaman öldürmeye kal­kışamaz. Çünkü kafirlerin müminler üzerinde hiçbir otoriteleri yoktur. Şayet böyle bir cinayet işlerse, müslümanın kanını öder.[61]

Eğer mal sahibi, zaruret içindeki çaresiz insana ölmesini önleyecek kadar yiyecek veya içecek vermez ve çaresiz de bunları zorla alamaz, açlığından veya susuzluğundan dolayı Ölürse, Şafii mezhebine göre, mal sahibine diyet ödemek gerekmez. Sadece günahkâr olur.[62]

Hanbeli mezhebine göre ise, mal sahibine diyet ödettirilir. Çünkü ölme­yi önleyecek kadar yiyecek ve İçecek vermek vaciptir. Mal sahibi bunu ver­mekle çaresiz insanın ölmesine sebeb olmuştur. Dolayısıyla diyetini öder.

İbn Mansur, Ahmed bin Hanbel'in şu hadiseyi anlattığını rivayet etmek­tedir:

"Bir gün susuz kalan bir adam gelip bir evin halkından su İstedi. Ev hal­kı ona su vermedi. Adam öldü. Hz. Ömer o ev halkına adamın diyetini ödet­tirdi. "[63]

Bu hadiseye yorum yapan Şevkanİ, Ahmed bin Hanbel'in görüşünü savun-maktadır.[64]

B. Mal sahibi, malının başında bulunur ve o da çaresiz kalan biri olur­sa, bu faraziyede açlığından veya susuzluğundan dolayı çaresiz kalan insan, kendisi gibi çaresiz kalan ve ancak hayatını Ölümden kurtaracak kadar yiye­cek veya içeceği bulunan diğer çaresiz İnsandan yiyecek veya İçecek alma hakkı yoktur. Zorla alır da çaresiz mal sahibi ölürse, diyetini öder. Mal sa­hibinin de yiyecek ve içeceklerini diğer çaresize verme yükümlülüğü yok­tur. Ancak çaresiz kalan ve Öleceğinden korkulan insan peygamber olsaydı, mal sahibinin peygamberi kendisene tercih etme yükümlülüğü vardır. Zira Allah Teala: "Müminlere Peygamber, kendi öz nefislerinden daha üstün­dür..."[65] buyurmaktadır.

Şayet, mal sahibi olan çaresiz insan, hiçbir şeyi bulunmayan diğer çare­sizi kendi nefsine tercih eder, yiyecek veya içecekleri ona verir de kendisi ölürse, günahkâr olmaz. Zira İslâm'da müslümanın mümin kadeşini kendi­sine tercih etmesi övülen bir sıfattır. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Daha önce Medine'yi yurt edinip İmanı kalplerine yerleştirenler, hicret edip kendilerine gelen müminleri severler. Onlara verilen ganimet mallarından dolayı içlerinde hiçbir çekememezlik duymazlar. İhtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler...”[66]

C. Yiyecek veya içeceklerin sahibi ortada yoksa, açlığından veya susuz­luğundan dolayı çaresiz kalan insan ihtiyacını giderecek kadarını alıp yiye­bilir ve içebilir. Ancak karşılıklarını ödemek zorundadır. Yenilecek eşyanın cinsîne göre hükümler farklıdır.

 

 

A. Ağaç Üzerindeki Meyvalardan Yemek:

 

Çaresiz kalan aç insan, başkasına ait olan ağaçların üzerindeki meyvala-rından bedelini Ödemeksizin yiyebilir. Fakat bunlardan toplayıp başka yere götüremez.

Amr bin Şuayb'dan rivayet ediliyor ki: "Resulullah'a (sav) ağaç üzerindeki meyvalar sorulmuş, Resulullah da: "İhtiyaç sahibi olan her kim, onlardan sak­layıp beraberinde götürmekszin, faydalanırsa, onun için bir mahzur yok­tur" cevabını vermiştir.[67]

Abdullah bin Ömer, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Sizden biriniz bir bahçeden geçerse, ondan yesin. Fakat bir şey saklayıp be­raberinde götürmesin.[68]

 

B.  Tarladaki Ekin Ve Benzeri Şeylerden Yemek:

 

Peygamber efendimiz'den bunlardan da karşılıksız yemenin caiz olduğu­nu gösteren şu hadis-i şerif rivayet edilmektedir:

Ubbad bin Şurahbil (bir rivayete göre Şerahil) diyor ki: "Bir yıl bizde aç­lık oldu. Ben Medine'ye geldim. Oranın duvarlarla çevrili olan bahçelerin­den birinin. Başaklan koparıp ovaladım ve yedim. Bir kısmını da elbiseleri­me doldurdum. Bahçenin sahibi geldi. Beni dövdü. Elbisemi aldı. Ben de Resulullah'a geldim. O'na durumu anlattım. Bunun üzerine Resulullah bahçe sa­hibine şöyle buyurdu: "Sen bu adamı ne aç iken doyurdun, ne de cahil iken eğittin" Sonra Resulullah bahçe sahibine adamın elbisesini iade etmesini em­retti. Bahçe sahibi elbiseyi iade etti. Resulullah, bu aç adama bir veya yarım "vesk"[69] yiyecek verilmesini emretti."[70]

 

C.  Hayvanları Sağıp Sütünü İçmek:

 

Bu hususta, Semure bin Cundeb Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Sizden biriniz bir hayvana (sürüye) rastladığı zaman, sahibi orada ise ondan izin istesin. İzin verirse hayvanı sağıp sütünü içsin. Şayet sahibi ora­da yok ise, üç kere çağırsın. Ortaya çıkıp cevap verirse, yine ondan izin is­tesin. Cevap veren bulunmazsa, hayvanı sağıp sütünü içsin. Ondan bir şey götürmesin.”[71]

Hattabi, bu hadis-i şerifin zaruret içinde bulunan bir insan için sözkonu-su olduğunu ve sütün ücretinin Ödenmesi gerektiğini söylemektedir.

Ebu Hureyre (ra) şöyle diyor: "Biz, Resulullah'la (sav) beraber bir yolcu­lukta iken, dikenli ağacın yanında memesi bağlı bir deve gördük. Devenin yanında toplandık. O anda Resulullah bizi çağırdı. Dönüp onun yanına git­tik. Resulullah bize şöyle dedi: "Bu deve müslümanlardan bir aileye aittir. Bu o ailenin gıdası ve Allah'tan sonra hayır ve bereket kaynağıdır. Herhan­gi biriniz, azık çantasına baktığında içinde bulunan şeylerin alınmış oldu­ğunu görmek ister mi? Siz bunu hakkaniyete uygun görür müsünüz?" Saha­beler: "Hayır" diye cevap verdiler. Resulullah: "İşte bu deve de böyledir" bu-yurdur. Bunun üzerine biz Resulullah'a; "Ya bizim yeme ve içmeye zaruri bir ihtiyacımız varsa o zaman ne buyurursun" diye sorduk. Resulullah da "Ye, fa­kat alıp götürme, iç, fakat alıp götürme" cevabını verdi.[72]

Abdullah bin Ömer'den de Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmek­tedir: "Hiçbir kimse başkasının hayvanını, izni olmadan sağmasın. Sizden biriniz deposuna girilip dolapları kırılarak bütün yiyeceklerinin saçıp sav­rulmasını hiç ister mi? Bu insanlara ait olan hayvanlar memelerinin için­de onlara yiyeceklerini depolamaktadırlar. Hiçbir kimse başkasının hayva­nını sağmasın, ancak izni ile sağsın."[73]

Hadis-i şeriflerden anlaşıldığı üzere, hayvanların sahibi varsa izin isteni­lir. İzin vermezse, çaresiz insan öleceğinden korkarsa zorla sağabilir. Yoksa sağamaz. Mal sahibi bulunmazsa, araştırdıktan sonra, sağabilir. Sahibini bul­duğu taktirde ücretini ödemekle mükelleftir.

 

 



[1] Muhammed, 12

[2] Bakara, 173; Nahl, 115

[3] Maide, 3

[4] Müsned, İmam Ahmed, c. V, sh. 218; Darimi, Kit. Edahi, bab: 24; Neylu'l-Evtar, c. VIII, sh. 169; Heysemi, "Bu hadisi Taberina rivayet etmiştir. Ravileri güvenilir ki­şilerdir," demiştir. Bu hadis-i şerifi şu şekillerde izah edenler de vardır:

a.  "Sabah yemeği yediğiniz, akşam yemeği yediğiniz halde bunlarla beraber bir de le-

Şİ yemeniz size caiz değildir."

b. Sabah yemeği yemediğiniz, akşam yemeği yemediğiniz ve leş dışında yiyecek bir sebze de bulamadığınız taktirde leş size helaldir.

c. Sabah yemeği yemediğiniz, akşam yemeği yemediğiniz ve leşin yanında sazotununkökünü sebze gibi yemediğiniz taktirde leş size helal olur." Bu yorumların detayı için bkz. Neylırl-Evtar, c. VIII, sh. 170-171

[5] EbûDâvûd, Kit. el-Aüme, bab: 37, hn. 3817; Neyiul Evtar, c. VIII, sh. 170 Şevkani diyor ki: "Bu hadisin senedinde Ukbe bin Vehb bulunmaktadır. Yahya bin Main,

Ukbe'nİn salih bir zat olduğunu söylemiş, buna mukabil Ali bin el-Medeni, Süfyan bin Uyeyne'nin Ukbe hakkında "o, bu işi. bilmezdi, hadis rivayeti onun işi değil­di." söylediğini rivayet etmektedir. (Bkz. Neyiul Evtar, c. VIII, sh. 170)

[6] Harre, Medine'nin önünde siyah taşlarla kaplı olan yerin adıdır.

[7] Ebû Dâvûd, Kit. Atime, bab: 37, İm. 3816; Neylu'l-Eutar, c. VIII, sh. 169-170. Şev-kani bu hadisi riv;ıyer eden Ebû Dâvûdaın ve buna yorum yapan Münzirrnin hadis hakkında herhangi bir şey söylemediklerini ve bu hadisin senedinde cerh edilen bir durumun bulunmadğını söylemiştir. Bkz. adı geçen son kaynağa

[8] Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 230

[9] Bkz. Neylu't-Eutar, c. VIII, sh. 170-171

[10] Mealim-i es-Sünen li'l-Hattabi (Ebû Dâvûd, c. IV, sh. 167

[11] Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 230

[12] Bkz. el-MuğniliİbnKudamerc. VIII, sh. 596; Muğni el-Muhtac, c. IV, sh. 306-310

[13] Maide, 3; hakkında ruhsat bulunmayan haramlar ve başkalarına ait olduğu için haranı olanlar sonra zikredileceklerdir.

[14] Bakara, 173

[15] Bakara, 195

[16] Araf, 31

[17] Muhammed. 12

[18] Tirmizi, Kit. Zühd, bab: 47, hn. 2380; Müsned İmam Ahmed. c. IV, sh. 132; Tir-mizi, bu hadisin 'hasen ve .sahih" olduğunu söylemiştir

[19] Buhârî kit. Atime, bab; 12; Müslim, Kit. Esri be, U-.b: rf2. S:, K-l, 85, hn. 2060, 206i; Tirmizi, kit. Atime, bab: 20. hn. 1818; İbnM&ce, Ki: Atinır. bab: 3, hn. 3256, 3257, 3258; Darimi, Kit. Alime, bab: 13; Muvatta, Sıfat en-Nebi. bab: 9, 10; Müsned, İmanı Ahmed, c. II. sh. 21, 43. 74; Tirmizi. hadisin "hasen ve sahih" olduğunu söylemiş­tir.

Bu hadis-i şerife yorum yapan Bedreddin et-Ayni, söyle diyor: "bu hadisten neyin kas­tedildiği alimlerce ihtilaf konusudur:

a.  Bazılarına göre, bunun zahiri manası kastedilmekle, kafirin yedi, müminin ise bir

bağırsağını dolduracak kadar yediği izah edilmektedir.

b.  Bazılarına göre ise, bu hadis mecazi anlamdadır. Geneliikle kafirlerin çokça müminlerin azca yediklerini ifade eder. Özellikle yedi sayısının zikredilmesi aşırı derecede olduğunu bildirmek içindir.

c.  Bir kısım alimler ise, bu hadis "dünyada müminin kanaat ehli olduğunu, kafirin ise

aç gözlülükten kurtulamadığını beyan eden bir misaldir, demişlerdir.

d.  Başka bir kısım alimler ise. "Bu hadis, mümini az yemeye, gaflet, uyku ve katı kalp-

liliğe düşüren çok yemeden uzak durmaya tevsik etmekte ve çokça yiyen kafirin bu sıfatlarla sıfatlanacağını bildirmektedir" demişlerdir.

e. Diğer bir kısım alimler ise "Hadis-i şerilteki müminden maksad imanı kuvvetli olan

mümindir. Köyle bir mümin ölümü ve ölümden sonrasını düşüneceği için yemeğe olan iştahını tamamen doyurmaz. Kafirin ise oburluk sarımdandır. O hayvanlar gibi tıka basa yer. Zevkini tatmin etmekten başka bir şey düşünmez," demişlerdir.

f.  Sahihi Müslim'in sarihi İmam Nevevi, bu hadis hakkında şöyle diyor: "Kafir yedi

bağırsağına yer ifadesinden maksad kafirdeki şu yedi sıfatı belirtmektir. Bunlar hırs, açgözlülük, uzun ümid, tamahkarlık, kötü huyluluk, çekcmemezlik ve şişmanlamayı sevmektir."

g.  Kurtubi de bu hadis hakkında şunları söylüyor: "Yemeğe olan arzu yedidir. Tabii

arzu, nefsin arzusu, gözün arzusu, ağzın arzusu, burnun arzusu ve açlıktan kay­naklanan arzudur. Bunların zaruri olanı açlıktan kaynaklanan arzudur. İşte mümin sadece bu arzusunu gidermek için yemek yer. Kafir ise bütün yedi arzuyu tatmin etmek için yer. Hadis-i şerif bunu izah etmektedir. (Bk2. Umdetul Kari Şerhi Sahi­hi Buharı, c. XXI, sh. 41-42). Buhârî kit. Atime, bab; 12; Müslim, Kit. Esri be, U-.b: rf2. S:, K-l, 85, hn. 2060, 206i; Tirmizi, kit. Atime, bab: 20. hn. 1818; İbnM&ce, Ki: Atinır. bab: 3, hn. 3256, 3257, 3258; Darimi, Kit. Alime, bab: 13; Muvatta, Sıfat en-Nebi. bab: 9, 10; Müsned, İmanı Ahmed, c. II. sh. 21, 43. 74; Tirmizi. hadisin "hasen ve sahih" olduğunu söylemiş­tir.

Bu hadis-i şerife yorum yapan Bedreddin et-Ayni, söyle diyor: "bu hadisten neyin kas­tedildiği alimlerce ihtilaf konusudur:

a.  Bazılarına göre, bunun zahiri manası kastedilmekle, kafirin yedi, müminin ise bir

bağırsağını dolduracak kadar yediği izah edilmektedir.

b.  Bazılarına göre ise, bu hadis mecazi anlamdadır. Geneliikle kafirlerin çokça müminlerin azca yediklerini ifade eder. Özellikle yedi sayısının zikredilmesi aşırı derecede olduğunu bildirmek içindir.

c.  Bir kısım alimler ise, bu hadis "dünyada müminin kanaat ehli olduğunu, kafirin ise

aç gözlülükten kurtulamadığını beyan eden bir misaldir, demişlerdir.

d.  Başka bir kısım alimler ise. "Bu hadis, mümini az yemeye, gaflet, uyku ve katı kalp-

liliğe düşüren çok yemeden uzak durmaya tevsik etmekte ve çokça yiyen kafirin bu sıfatlarla sıfatlanacağını bildirmektedir" demişlerdir.

e. Diğer bir kısım alimler ise "Hadis-i şerilteki müminden maksad imanı kuvvetli olan

mümindir. Köyle bir mümin ölümü ve ölümden sonrasını düşüneceği için yemeğe olan iştahını tamamen doyurmaz. Kafirin ise oburluk sarımdandır. O hayvanlar gibi tıka basa yer. Zevkini tatmin etmekten başka bir şey düşünmez," demişlerdir.

f.  Sahihi Müslim'in sarihi İmam Nevevi, bu hadis hakkında şöyle diyor: "Kafir yedi

bağırsağına yer ifadesinden maksad kafirdeki şu yedi sıfatı belirtmektir. Bunlar hırs, açgözlülük, uzun ümid, tamahkarlık, kötü huyluluk, çekcmemezlik ve şişmanlamayı sevmektir."

g.  Kurtubi de bu hadis hakkında şunları söylüyor: "Yemeğe olan arzu yedidir. Tabii

arzu, nefsin arzusu, gözün arzusu, ağzın arzusu, burnun arzusu ve açlıktan kay­naklanan arzudur. Bunların zaruri olanı açlıktan kaynaklanan arzudur. İşte mümin sadece bu arzusunu gidermek için yemek yer. Kafir ise bütün yedi arzuyu tatmin etmek için yer. Hadis-i şerif bunu izah etmektedir. (Bk2. Umdetul Kari Şerhi Sahi­hi Buharı, c. XXI, sh. 41-42).

[20] Mûsned İmam Ahmed. C.V.sh.81

[21] Bkz   Ebu Dûvûd Şarihi Hattabi (Ebu Davud,c.IV.sh.167-168)

[22] Bkz.Neylul’l-Evtar,c. VIII,sh.171-172

[23] Maide, 3

[24] Muğni el-Muhtac,c.IV,sh.306-310

[25] Tirmizi ,kit.Zühd,bab:47,hn.2380

[26] Müsned,İmam Ahmed,c.Vsh.81; Ayrıca bundan önceki 61. dipnotun yer aldığı yere bakınız.

[27] Bkz. Muğni'l-Muhtacc.IV.sh.306-310; el-Muğni li İbn Kudame c.VIII.sh.601vd;Tefsir el-Kurtubi,c.II.sh.216-234

[28] Ebû Dâvûd, Sarihi Hattabi (Ebû Dâvûd, c. IV, sh. 167-168

[29] Ebû Dâvûd, Kil. Alime, bab: 37, hn. 3816

[30] Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 230

[31] Bkz. el-Muğni li îbni Kudame, c. VIII, sh. 595-603; Muğni'l-Muhtac, c. IV, sh. 30ö ve devimu; Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 216 ve devamı

[32] Bkz. Muğni'l-Muhtac, c. IV, sh. 306 ve devamı; el-Muğni li İbn Kudame c. VIII, sh. 603 ve devamı; Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 216 ve devamı

[33] Buhârî'nin rivayetinde "yarını ay"dır. İki rivayetin bağdaştırılması şöyledir. Deniz sahilinde bir ay kalmışlar. Onbeş gün hayvana rastlamadan önce onbeş gün de rast­ladıktan sonra. Buhârî'de hadis bu  şekilde rivayet edilmektedir.

[34] Müslim, Kit. Sayd, bab: 17, hn. 1935; Nesei, Kir. Sayd, bab: 35, hn. 4358; Ebû Dâvûd, Kıt. Atime, bab: 48, hn. 3841; Müsned, İmam Ahmed, c. III, sh. 311; Ay­rıca özetle Buhârî, Kit. Megazi, bab: 85, Kİt. Zebaih, bab: 12

[35] Ebu Dâvûd, Kit. Atime, bab: 37, hn. 3816

[36] el-Muğni li İbni Kudame, c. VIII, sh. 306

[37] Bkz. el-Mebsut li es-Serahsi, c. XXIV sh. 251 vd.; el-Muğni li İbni Kudame, c. VI-II, sh. 596; Muğni'l-Muhtac, c. IV, sh. 306 vd.

[38] Müsned, İmam Ahmed, c. I, sh. 177-182

[39] Bakara, 195

[40] Nisa, 29

[41] el-Muğni li İbn Kudame, c. VIII, sh. 596

[42] Nisa, 29

[43] Bakara, 173; Ayet-i celiIede "azgınlık yapan" diye tercüme edilen "Bağin" ve "sal­dırıda bulunan" diye tercüme edilen "Adin" kelimeleri afinılerce çeşitli manalar­da izah edilmiştir:

a.  Katade, Hasan eJ-Basri, İbn Zeyd, Rabi ve İkrime bu ayete şu manayı vermişlerdir,

"ihtiyacından fazla yiyerek haddi açmaksızın ve bu haramlardan başkasını bulup yiyebildiği halde bunlardan yiyerek saldırganlık yapmaksızın bu yasaklananlardan yiyebilir." Bu tefsir Hanefi mezhebine daha uygundur. Çünkü Hanefilere göre, çare­siz kalan insan zaruret miktarını aşmadan ve başkalarının hakkına tecavüz etmeden bu haramlardan yiyebilir.

b.  Mücahide göre İse, "Bagin" ve "adin" kelimelerinin manası şöyledir: "Müslüman-

lara karşı azgınlık yapmaksızın ve onlara karşı saldırıda bulunmaksızın bu haram­lardan yiyebilir." Bu refsir şekli, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheblerinin görüşüne uygundur.

c.  Süddi ise, bunları şöyle izah etmiştir: "Bu haramlardan zevkle yiyerek azgınlık et-

meksizin ve doyuncaya kadar yiyerek saldırganlık etmeksizin bunlardan yiyebilir." (Bkz. Tefsir el*Kurtubi, c. II, sh. 231-232)

[44] Muğni el-Muhtac, c. IV, sh. 306 vd.)

[45] el-Mugni li İbn Kudame, c. VIII, sh. 595 vd.

[46] Nisa, 29

[47] Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 216   vd.

[48] el-Mugni li İbn Kudame, c. VIII, sh. 307-308

[49] Muğniel-Muhtac, c. IV, sh. 188-189; el-Muğnili İbn Kudame, c. VIII, sh. 307-308

[50] el-Muğni li İbn Kııdame, c. VIII, sh. 307-308

[51] Tefsir el-Kurtubi, c. II, slı. 216-234

[52] İbnAbidin, c. VI, sh. 338,

[53] İsra, 70

[54] Muğni'l-Muhtac, c. IV, sh. 306-310; Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 216-234

[55] İbn Mâce, Kit. Cenaiz, bab: 63, hn. 1616; Ebû Dâvûd, Kit. Cenaiz, bab: 64, lın. 3207; Muvatta, Kit. Cenaiz, bab: 45; Müsned İninin Ahmed, c. VI, sh. 58, 100, 105, 169; Hadisin senedinde Abdullah bin Ziyad bulunmaktadır. Zevaid adlı eserde bunun tanınmayan biri olduğu söylenilmekte, fakat İbn Kattan bu hadisin "hasen" ol­duğunu söylemiş, İbn Dakik el-İd ise bu hadisin Müslim'in şartlarına haiz olduğunu beyan etmiştir, (bkz. Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 216 vd.)

[56] İbn Mâce, Kit. Cenaiz, bab: 63, hn. 1617

[57] Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 216 ve devamı

[58] İbn Mâce, Kit. Cenaiz, bab: 63, hn. 1617

[59] el-Muğni li İbn Kudame, c. VIII, sh. 601-602

[60] el-Muğni li İbni Kudame, c. VIII, sh. 603; İbnAbidin, c. VI, sh. 338; Muğni'l-Muh-tac, c. IV, sh. 306 vd.

[61] A.g.e.

[62] A.g.e.

[63] Neylu'l-Evtar, c. II, sh. 84

[64] Neylu'l-Evtar, c. II, sh. 84

[65] Ahzab, 6

[66] Haşr, 9

[67] Tirmizi, Kit. Buyu, bab: 54, lın. 1289; Nesei, Kit. Kam Sarik, bab: 12, hn. 4941; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab: 12, hn. 4390. Tirmizi, bu hadisin "hasen" olduğunu söy­lemiştir.

[68] İbn Mâce, Kit. Ticarat, bab: 67, hn. 2301; Tirmizi, Kit. Buyu, bab: 54, hn. 1284; Tirmizi, bu hadisin "garib" olduğunu söylemiştir.

[69] Bir vesk; yaklaşık 122.160 kg.dır.

[70] İbn Mâce, Kif. Ticarat, bab: 67, hn. 2298; Ebû Dâvûd, Kit. Cihad, bab: 85, hn. 2620; Nesei, Kit. Edebu'1-Kadi, Bab: 21, hn. 5410; Müsned, İmam Ahmed, c, IV, sh. 168

[71] Ebû Dâvûd, Kit. Cihad, bab; 93, hn. 2619; Tirmzi, Kit. Buyu, bab: 60, hn. 1296; Tirmizi şöyle diyor: "Bu konuda Ömer'den ve Ebu Said'den de rivayetler vardır. Bu hadis hasen ve gariptir. Bazı ilim erbabı bununla amel etmektedir..." (Adı geçen son kaynak)

[72] İbn Mâce, Kit. Ticarat, bab: 68, hn. 2303; Bu hadisin ravileri içinde Salit bin Ab­dullah'ın senedinin kuvvetli olmadığı, Haccac bin Ertaa'nın da "müdellis" olduğu zikredilmektedir.

[73] Buharı, Kit. Lukata, bab: 8; Müslim, Kit. Lukata, bab: 13, hn. 1726; Ebû Dâvûd, Kit. Cihad, bab: 95, hn. 2623; İbn Mâce, Kit. Ticarat, bab: 68, hn. 2302; Muvatta, Kit. İstizan, bab: 17