2. Zaruretten Doğan Ruhsatlar:
Zaruret Halinde Mubah Olacakları Kur'an'da Beyan Edilen Haramlar:
A. Ötmeyi Önleyecek Miktarda Yemek
İttifakla Caizdir.
B. Doyduktan Sonra Yemek İttifakla
Caiz Değildir:
C. Doyuncaya Kadar Yeme İse ihtilaf Konusudur:
D. Bu Haramlardan Alıp Azık Olarak Götürmenin Hükmü:
4. Ruhsatlardan İstifadenin Hükmü:
5- Ruhsatlardan İstifade Etmeyi Engelleyen Haller:
Zaruret Halinde Mubah Olacakları Beyan Edilmeyen Haramlar:
Başkalarına Ait Olan Mallardan İstifade:
A. Ağaç Üzerindeki Meyvalardan Yemek:
B. Tarladaki Ekin Ve Benzeri
Şeylerden Yemek:
C. Hayvanları Sağıp Sütünü İçmek:
Malum olduğu üzere,
Allah Teala, cinleri ve insanları, anlamsız put ve
heykellere tapmaları için değil, İnsanları bir damla sudan düşünen varlıklar
haline getiren yüce yaratıcıları Allah'a kulluk etmeleri için yaratmıştır.
Yaptığı her şeyde hikmet sahibi olan Allah Teala,
insanlara kulluk vazifelerini hakkıyla ila edebilmeleri İçin, üzerinde
yaşadıkları yeryüzünde yiyecek, içecek ve barınak gibi çeşitli nimetler vermiş,
göklerdeki güneş ve aydan, denizler altındaki balıklara kadar her şeyi
insanların emrine amade kılmıştır. İnsanlara, annelerinden daha merhametli
olan yüce Mevla, yarattığı şeylerden bazılarını, sırrına eremediğimiz hikmetine
binaen, kullarına yasaklamış bulunmaktadır. Her şeye sahip olan Allah Teala, bu yasakların kapsamını ümmetlere göre daraltıp
genişletmiştir.
Muhammed Ümmetine
yasakladığı şeylerden bazıları da; domuz eti, İçki, leş, akıtılmış kan,
kesilirken üzerine Allah'ın ismi anılmayan veya Allah'tan başka birinin adı
anılan yahut putlar adına kesilen hayvanlar, eti yenilmeyen hayvanlar,
boğularak veya dövülerek yahut yüksek bir yerden düşerek ya
da dövüşerek veya yırtıcı hayvanla-- tarafından yiyilerek
ölen hayvanlardır.
Şayet bir insan, aç
veya susuz kalır da, canının tehlikeye düşeceğinden ve Allah'a kulluk
edemeyeceğinden korkarsa, Allah Teala böyle bir
insana bu haramların çoğunu mubah kılmış ve bunlardan yiyip içmesine ruhsat vermiştir.
Ne yazık ki Allah'ı tanımayan
insanlar, bu yasaklara normal hallerinde de uymazlar ve Allah Teala'nın da beyan ettiği gibi: "Kafirler ise, dünyada
zevku sefa içinde yaşarlar ve hayvanlar gibi yeyip
içerler. Onların varıp kalacakları yer ise cehennem ateşidir."[1]
Allah'a iman ettiklerini
iddia eden bir kısım insanlar da zaruret halinde verilen bu ruhsatlan suistimal ederek her sıkıntıda bunlardan faydalanmaya koşarlar.
Bundan dolayıdır ki,
zaruret halinin ne olduğunu, kimlerin bundan istifade edebilip, mükellef
olduğu asıl hükmü terk edebileceğini ve ruhsata layık olduğunu izaha ihtiyaç
vardır.
Bu bölümde, yolcu
olanın, hastalananın ramazan orucunu yiyebilmesi gibi, farzların terkedilmesi mahiyetinde olan ruhsatların sebebleri değil, açlığından ölümcül hale gelenin leşden yiyebilmesi gibi haramlardan istifade edilmesi
mahiyetinde olan ruhsatların sebeblerinden
bahsedilecektir.
Zira birinci tür
ruhsatlar, İlmihal kitaplarında izah edilmekte, İkinci tür ruhsatlar ise izaha
muhtaçdır. Bunları açıklamak için şu kavramlara
değinmek gerekmektedir:
1. Zaruret hali nedir? Hangi insan çaresiz
kalmış sayılır.
2. Zaruretten doğan ruhsatlar nelerdir? Her
harama ruhsat var mıdır?
3. Ruhsatların sınırı nedir? Haramlardan ne
kadar yenilebilir? Bunlar azık olabilir mi?
4. Ruhsatlardan istifade etmenin hükmü nedir?
Vacip midir, mubah mıdır?
5. Ruhsatlardan istifade etmeye engel olan
maniler nelerdir? Günahkar olmak buna engel midir?
Âyet-i celileîerde, İnsanlara haram kılınan bazı şeyler
zikredildikten sonra zaruret halinde bunları yemeye izin varildiği
bildirilmekte, fakat zaruret halinin ne olduğu hakkında geniş izah
verilmemektedir.
Allah Teala şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Allah, leşi, kanı,
domuz etini bir de Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Bir kimse
mecbur kalır, zaruret haddini aşmadan ve başkalarının hakkına tecavüz etmeden
bunlardan yerse, ona günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok
merhamet edendir.”[2]
Diğer bîr âyet-i celilede şöyle buyuruyor:
"Leş, kan, domuz
eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen, boğulan, dövülerek, düşerek,
birbiriyle dövüşerek ölen, canı çıkmadan kestiğiniz hariç, yırtıcı hayvanlar
tarafından yenilen, dikilen o taşlar (putlar, heykeller) için kesilen
hayvanlar, sizin için haram kılınmıştır... Açlık sebebiyle zaruret içinde
olanlar, günaha kaçmayacak bir şekilde bu haram kılınan şeylerden yiyebilirler.
Çünkü Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir."[3]
Zaruret hali hususunda
Rasululiah'dan şu hadis-i şerifler zikredilmektedir:
a. Ebu Vakid el-Leysi; Resulullah'tan şunu sorduklarını rivayet ediyor: - "Ey
Allah'ın Rasulü! Biz öyle bir yerde bulunuyoruz ki
orada aç kalıyoruz. Leş yemek bizlere ne zaman helal olur?" Resulullah (sav) onlara:
- "Sabah yemeğini yemediğiniz, akşam
yemeğini yemediğiniz halde saz otunu da leşle birlikte sebze gibi pişirme
imkanı bulamadığınız taktirde, leş size serbesttir”[4] cevabını
vermiştir.
Görüldüğü gibi Resulullah, sabah akşam yemeklerinin yenilmemesiy'e
beraber yenilecek bir otun da bulunmadığı taktirde zaruret halinin gerçekleşebileceğini
ve leş gibi haramlardan yenilmeye ruhsat verileceğini beyan buyurmuştur.
b. Ukbe bin Vehb, Fucey'a el-Amiri'den şunu rivayet ediyor: Fucey'a
Resulullah':» gelip:
- "Ya Resulullah! Leşi bize helal kılan nedir?" demiş, Resulullah da:
- "Sizin yemeğiniz nedir1?" diye
sormuş, onlar da:
- "Sabahleyin bir
bardak süt, akşamleyin bir bardak süt" demişler. Bunun üzerine Resulullah:
- "Yemin olsun ki
(babam hakkı İçin) bu açlığın tâ kendisidir" buyurmuş ve onlara bu durumda
iken leşi helal kılmıştır.[5]
Sabahleyin bir bardak
süt, akşamleyin bir bardak süt, kişinin ölmesini önler, bununla beraber Resulullah, bu halde olan bir insanın leşden
yemesine ruhsat vermiştir. Bu hadis-i şerife göre, zaruret halinin
gerçekleşmesi için, kişinin ölümcül derecede aç kalması şart değildir. Kişinin
açlıktan dolayı ölüme sürükleyecek bir hastalığa yakalanacağından korkmasının
da zaruret hali için yeterli olacağı anlaşılmaktadır.
c. Cabir bin Semure diyor ki: Bir adam ailesi ile birlikte geldi. Harre'de konakladı.[6] Bu
adam Cabir'e şöyie dedi:
- "Benim bir
devem kayboldu. Eğer onu bulursan yakalayıver." Cabir
deveyi buldu fakat bu defa sahibini bulamaz oldu. Deve hastalandı. Cabir'in hanımı:
- "Bunu boğazla" dedi. Cabir kabul etmedi. Sonra deve murdar oldu. Bu defa Cabir'in hanımı:
- "Deveyi soy da yağını ve etini kurutup yiyelim" dedi. Cabir:
- "Resulullah'a
sorayım ondan sonra" dedi. Cabir Resulullah'a gelip devenin yenilip yenilemeyeceğini sordu.
Resulullah ona:
- "İhtiyacını karşılayacak bir şeyin var
mı?" dedi. Cabir:
- "Hayır" dedi. Resulullah
ona:
- "Murdar olan deveyi yeyin" buyurdu.
Cabir diyor ki, daha sonra devenin sahibi gelid. Cabir ona durumu anlattı.
Adam Cabir'e:
- "Onu kesseydin ya"
dedi. Cabir:
- "Senden utandım" dedi.[7]
Bu hadise yorum yapan İbn Huveyzİmendad şöyle diyor:
"Aç kalan insan, öleceğinden korkmasa dahi leşten yiyebilir. Çünkü Resulullah Cabir bin Se-mure'ye açlıktan dolayı
öleceğinden korktuğunu sormamış, kendisine yetecek kadar şeylerin bulunup
bulunmadığını sormuştur. Cabir yetecek kadar bir
şeyin bulunmadığını b'ldirince Resulullah
ona murdar olan deveden yeme izni vermiştir.”[8]
Görüldüğü gibi hadis-i
şeriflerde aç kalan İnsanlara leşten yeme ruhsatı tanınmaktadır.
Birinci hadis-i
şerifte, bir insanın, sabah, akşam birşey yememesi ve
leşin dışında yiyeceği bir otu da bulamaması durumunda zaruret halinin gerçekleşebileceği
beyan edilmektedir.
İkinci hadis-i şerifte
ise, bir insanın sabah akşam içeceği birer bardak sütten başka birşey bulamaması durumunda da zaruret halinin
gerçekleşebileceği bildirilmektedir.
Üçüncü hadis-i şerifte
ise, bir insanın kendisinin ve ailesinin çok zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak
kadar yiyecek bir şeyinin bulunmaması durumunda da zaruret halinin
gerçekleşebilmesi açıklanmaktadır.
Bir kısım alimler,
zaruret halinin gerçekleşebilmesi için kişinin açlıktan dolayı ölümcül hale
gelmesini veya ölüme götürecek bir hastalığa yakalanmasını şart koşmuşlardır.
Birinci hadis-i şerif buna işaret buyurmaktadır.[9]
Diğer bir kısım
alimler ise, zaruret halinin gerçekleşmesi için aç kalan insanın ölümcül hale
gelmesinin veya ölüme götürecek bir hastalığa yakalanmasının şart olmadığını,
bu hallere düşeceğinden korkmasının da yeterli olacağını söylemişlerdir.
Nitekim ikinci hadis-i şerif bunu desteklemektedir. Zira bu hadiste leşin ne
zaman helal olacağını soran insanlar, sabah akşam, İçecekleri birer bardak süt
bulduklarını söylemişler, bununla beraber Resulullah
onlara leşi helal kılmıştır. Sabah, akşam içilen birer bardak sütün ölümü
önleyeceği muhakkaktır.[10]
Başka bir kısım
alimler ise, zaruret halinin gerçekleşebilmesi için aç kalan insanın
öleceğinden korkmasının dahi şart olmadığını, çünkü Resulullah
üçüncü hadiste murdar olan deveden soran kişiye açtığından dolayı öleceğinden
korkup korkmadığını sormamış, yeteri kadar bir şeyinin bulunup bulunmadığını
sormuş ve bulunmadığını bildiren bu kişiye leşten yeme ruhsatı vermiştir.[11]
Mezheblere göre; zaruret halinin gerçekleşebilmesi için kişinin
açlıktan dolayı öleceğinden korkması gerekmektedir. Bu korkunun zanni galibe dayanması yeterli görülmüş, öleceğini kesin
olarak bilmesi şartı aranmamıştır.[12]
Zaruret halinin
varlığı sözkonusu olunca, aç veya susuz kalan çaresiz
insanın bir kısım haramlardan faydalanmasına ruhsat verilmektedir. Bu haramları
şöyle sıralamak mümkündür:
- Hakkında ruhsat zikredilen haramlar.
- Hakkında ruhsat zikredilmeyen haramlar.
- Başkalarına ait olan mallar.
Domuz eti, leş, kan,
kesilirken üzerine Allah'ın ismi anılmayan veya Allah'tan başka birinin adı
anılarak kesilen, putlar adına kesilen hayvanlar, boğularak, dövülerek, bir
yerden düşerek, dövüşerek veya yırtıcı hayvanlar tarafından yenilerek ölen
hayvanlar bu türden olan haramlardandır.
Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de bunların
haram olduklarını zikrettikten sonra zaruret halinde bulunan çaresiz insanın
bunlardan yiyebileceğini açıkça zikretmiştir.
Artık bunların
yenilmesine ruhsat verildiği şüphesizdir Bu itibarla herhangi bir ihtilaf söz
konusu değildi. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Leş,
kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen, boğulan, dövülerek,
düşerek, dövüşerek ölen, canı çıkmadan kestiğiniz hariç yırtıcı hayvanlar
tarafından yenilen, putlar için kesilen hayvanlar sizin için haram kıhnmıştır... Açlık sebebiyle zaruret içinde olanlar,
günaha kaymayacak bir şekilde, bu haram kılınan şeylerden yiyebilirler."[13]
Bütün alimler, Allah Teala tarafından yasaklanan leş ve benzeri haramlardan,
açlığından dolayı çaresiz kalan bir insanın yiyebileceği hakkında ittifak
etmişlerdir.
Çünkü Allah Teala bu türden olan haramları zikrettikten sonra:
"... Bir kimse mecbur kalır zaruret haddini aşmadan ve başkalarının
hakkına tecavüz etmeden bunlardan yerse, ona günah yoktur..."[14]
buyurmaktadır.
Diğer bir âyet-i celilede:
"... Kendinizi
ellerinizle tehlikeye düşürmeyin..."[15] buyurulmaktadır. Bu nedenle alimler, aç kalan çaresiz bir
insanın bu haramlardan ne kadar yiyebileceği ve bunlardan bir miktarı azık
olarak taşıyıp taşıyamayacağı hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Bütün alimler,
açlığından dolayı çaresiz kalan bir insanın, yiyecek helal bir şey bulamadığı
taktirde, zikredilen bu tür haramlardan ölmesini önleyecek kadar bir miktarda
yemesinin caiz olduğu hakkında ittifak etmişlerdir. Zira ayet-i celileler yenilmesine ruhsat vermişlerdir.
Bu hususta da alimler
ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah Teala şöyle buyuruyor:
- "Yeyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü
Allah, israf edenleri sevmez. "[16]
Diğer bir âyet-i celilede:
- "Kafirler ise,
dünyada zevk ve sefa içinde yaşarlar ve hayvanlar gibi yeyip içerler. Onların
varıp kalacakları yer ise cehennemdir"[17] buyurulmuştur. Görüldüğü gibi doyduktan sonra tıka basa
yemek zevklerinin kölesi olan kafirlerin adetidir. Bu hususta Peygamber
efendimiz (sav) de şöyle buyuruyor:
- "insanoğlu,
karnından daha kötü bir kap doldurmuş değildir. İnsanoğluna, belini yukarda
tutabilecek kadar yemesi kafidir. Şayet karnının mutlaka doldurulması
istenilirse, üçte biri yemekle, üçte biri içecekle ve üçte biri de nefesle
doldurulsun.”[18]
- Naf'i diyor ki:
"Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, beraber yemek
yiyeceği bir iakir kendisine getirilmedikçe yemek
yemezdi. Bir gün ben, Abdullah'la yemek yemesi için bir adam getirdim. Adam
çok yedi. Bunu göre Abdullah şöyle dedi: "Ey Nafi!
Bir daha bu adamı yanıma katma. Zira ben. Resulullah'm
şöyle buyurduğunu duydum: "Mümin bir bağırsağına yer, kafir yedi bağırsağına
yer."[19]
- Ebu
Asib diyor ki: Resulullah
bir gece çıkıp bana geldi ve beni dışarı çağırdı. Ben de çıktım. Sonra Ebu Bekir'e uğradı, onu da çağırdı, o da dışarı çıktı.
Sonra Ömer'e uğradı, onu da çağırdı, o da çıktı. Resulullah
oradan yürüyüp Ensar'dan birinin bahçesine girdi.
Bahçenin sahibine: "Bize taze hurma yedir" dedi. Bahçe sahibi, bir
hurma salkımı getirip ortaya koydu. Önce kendisi yedi. Sonra Resulullah ve sahabeler yediler. Daha sonra Resulullah soğuk su isledi, onu içti ve şöyle buyurdu:
"Kıyamet gününde mutlaka bundan sorguya çekileceksiniz." Bunun
üzerine Ömer, hurma dalını alıp yere vurdu. Öyleki
hurmalar Rasululiah'a doğru dağıldı. Sonra Ömer:
"Ey Allah'ın Rasulü! Biz kıyamet gününde bundan
mutlaka sorumlu olacak mıyız?" dedi. Resulullah:
"Evet. Sorumlu olacaksınız. Kişi ancak avret mahallini örttüğü bir parça
bezden, açlığını giderdiği ekmek kırıntısından, sıcak ve soğukta içine girmeye
çalıştığı taş kovuğundan sorumlu olmayacaktır" cevabını verdi."[20]
Zikredilen bu üç
hadis-i şerifte müminin normal hallerde bile obur olmaması, yemesinde ve
içmesinde ölçülü olması istenilmekledir. Elbetteki zaruret halinde olduğu İçin
haramlardan yeme ruhsatına hak kazanan çaresiz mümin de bu ölçüleri aşmaması
gerekmektedir.
Alimler, açlığından
dolayı çaresiz kalan bir İnsanın, başka bir şey bulamadığı taktirde leş gibi
haramlardan, ölmesini Önleyecek kadar yemesinin caiz, doyduktan sonra yemesinin
haram olduğu hakkında İttifak ederlerken, doyuncaya kadar yemesinin ve azık
alıp götürmesinin caiz olup olmaması hakkında, aşağıda belirtileceği şekilde
ihtilaf etmişlerdir. Bazıları caiz görmezken, diğerleri caiz görmüşlerdir.
a. Bir kısım
alimlere göre, çaresiz insanın ruhsat tanınan haramlardan doyuncaya kadar
yemesi caiz değildir. Bunlardan, ancak ölmesini önleyecek miktarda yiyeblir.
Ebu Hanife bu görüştedir İmam
Sallı ve İmam Ahmed bin Hanbei'den
nakledilen iki görüşten tercih edileni de böyledir. İmam AUük'len
nakledilen zayif bir görüşe göre İmam Malik'le bu
kamın nedir, Hasan-ı Basri'nin de bu görüşle olduğu
nakledilmekledir.
Bu görüşle olan
alimler .şöyle demişledir; ''Çaresiz kalan insan, leş yemeden önce eğer
ölmesinden korkmasaydı bu leşten yemeyecekti.
Leşten yedikten sonra da ölmesini
önleyecek kadar yeyince, zarureti
kalkar. Artık leşten doyuncaya kadar yiyemez”[21]
Bu hususta Şevkani şöyle diyor: "Âyet-i celileler,
leş ve benzerlerinin haram olduklarını bildirmiş ve bunların zaruret halinde
istisnai bir şekilde mubah olacaklarını beyan etmişlerdir. Zaruret ortadan
kalkınca bunların haram olmaları devam edecektir, ölümü Önleyecek derecede
bunlardan yemenin zarureti gidereceğinde şüpbe
yoktur."[22]
Allah Teala şöyle buyuruyor:
"... Açlık sebebi
İle zaruret içinde olanlar günaha girmeyecek bir şekilde bu haram kılınan
şeylerden yiyebilirler..."[23]
Ayet-İ ceiilede "günaha girmeyecek bir şekilde" ifadesi
zikredilmektedir. Bu da doyuncaya kadar yememeyi gerektirmektedir. Aksi
taktirde günaha kaymış olabilir.[24]
Daha önce zikredilen
"insanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır"[25]
hadis-i seri fiyle "insan üç şey dışında her
şeyden sorumludur"[26] hadis-i
şerifleri de bu görüşü desteklemekledir.
b. Diğer bir
kısım alimler ise. çaresiz kalan bir insanın leş gibi haramlardan doyuncaya
kadar yiyebileceği kanaatindedir.
İmam Malik'ten
nakledilen iki görüşten tercih edileni bu yöndedir. İmam Şafii ve İmam Ahmed bin JlanbeTden nakledilen
iki görüşten zayıf olanları da bu doğrultudadır.[27]
Hattabİ eliyor ki: "Leşin ne zaman helal olacağını soran
kişilere, Resulullah'ın "yemeğiniz nedir"
diye sorduktan sonra onların da 'yemeğimiz sabah bir bardak süt. akşam bir
bardak süt" demeleri üzerine Resulullah'm onlara
leşi helal kılması gösteriyor ki. haramlardan doyuncaya kadar yenilebilir. Çünkü
sabah akşam içilen birer bardak süt ölmeyi önler. Buna ilaveten leşin yenilmesine
ruhsat verilmesi doyuncaya kadar yemenin serbest olduğunu gösterir. Diğer
yandan çaresiz kalan bir insan doyuncaya kadar yemez ise hiç yemezden önceki
hali gibi bu şeylere İhın acı devam ediyor demektir.
Bir insana bir şeyi mubah saydıktan sonra ihtiyacını gidermeden önce o şeyi yasaklamak
caiz olmaz.
Çaresizlikten dolayı leş
gibi şeylerden yeme ruhsatına sahip olan insanın durumu. evlemneye
şiddetle iştiyakı olan ve hür bir kadınla evlenmeye gücü yetmediği için köle
bir kadınla evi eninesine izin verilen kişinin
durumuna benzemektedir. Şimdi köle hanımla evlenen bu kişinin evliliğe karşı iştiyakı
azalırsa nikahı iptal mi edilecektir? Elbetteki hayır. O halde çaresiz insanın
bir miktar yemesiyle, doymasına nasıl engel olunabilir?"[28]
İbni Huveyzimendad'da bu görüşü
destekleyerek, şunları zikrediyor: "Resulullah;
murdar olan devenin etini soran kişiye "ihtiyacını karşılayacak kadar bir
şeylerin var mı?" dîye sormuş ve o kişi de: "Hayır" diye cevap
vermiştir. Bunun üzerine Resulullah o kişiye
"murdar olan deveyi yeyin" demiştir.[29]
Resulullah bu zata doymamasını şart koşmamıştır. Aksine
depolamasına ruhsat vermiştir."[30]
Görüldüğü gibi iki
görüşte olan alimlerin her bir grubu dolaylı deliller zikretmekte ve görüşünü
kuvvetlendirmeye çalışmaktadır. Kanaatimizce birinci görüş isabetlidir.
c. Diğer bir
kısım alimlerse, çaresiz kalan insanın leş ve benzerlerinden doyuncaya kadar
yemesini zaruret halinin devamlı veya geçici olmasına göre farklı hükümlere
tabi tutmuşlardır. Bunlara göre;
Eğer, zaruret hali,
murdar olan devenin etinden soran bedevinınki gibi,
devamlı ise çaresiz İnsanın leş ve benzerlerinden doyuncaya kadar yemesi ve
yanında azık olarak alıp götürmesi caizdir.
Şayet zaruret hali
geçici ise caiz değildir.[31]
a. Alimlerin
çoğu, açlığından dolayı çaresiz kalan bir insanın, domuz eti gibi haramlardan
hem yiyebileceğini hem de azık olarak alıp götürebileceğini caiz görmektedir.
Çünkü bunları taşımanın bir mahzuru yoktur. Eğer helal bir yiyecek bulursa
haramlardan aldığı azığı atar. Bulamazsa zaruret hali devam ettiği çin bunlardan yiyebilir. [32]Şayet
başka bir çaresizle karşılaşırsa, ona bunları satamaz. Karşılıksız vermesi
gerekir.
Ancak Şafii mezhebine
göre ruhsat verilen bu tür haramlardan yedikten sonra helal bir yiyeceğe
kavuşan insanın, gücü yettiği ölçüde haramları kusması gerekmektedir.
Ruhsal verilen
haramların azık olarak taşmableceğine cevaz veren
alimler, görüşlerine delil olarak şu hadisleri zikretmişlerdir:
- Cabir
(ra) diyor ki: "Resulullah
bizi Kureyş'e ait bir kervanı gözetlememiz için
gönderdi. Başımıza Ebu Ubeyde
bin el-Cerrah'ı emir tayin etti. Resulullah bize,
azık olarak ancak bir kırba dolusu hurma verebildi. Bize azık koymak için
bundan başka bir şey bulamadı. Ebu Ubeyde herkese günde bir hurma veriyordu. (Ebu Zübeyr diyor ki: "Cabir'e günde tek bir hurma ile ne yapıyordunuz, diye
sordum. O da şu cevabı verdi: "Biz o hurmaları çocukların emdiği gibi
emiyorduk. Sonra su içiyorduk. O gün geceye kadar bize yetiyordu.
Değneklerimizle palamut ağaçlarının yapraklarını döküyor, sonra onları ıslatıp
yiyorduk.") Cabir diyor ki; "Biz deniz
kenarında yolumuza devam ediyorduk. Bir de gördük ki denizin kıyısında büyük br kum yığını gibi bir şey önümüze dikildi. Yanma geldik.
Baktık kî o "anber, (balina balığı)" diye
adlandırılan bir hayvanmış. Cabir diyor ki: "Ebu Ubeyde önce, bu bir leştir,
dedi. Daha sonra: Hayır, siz Allah'ın elçisinin elçilerisiniz, Allah
yolundasınız. Sizler çaresiz kaldınız. Bundan yeyin" dedi.
Cabir diyor ki "Biz üçyüz
kişi olarak o hayvanın yanında bir ay kaldık. Öy-leki bizler şişmanladık."[33]
Cabır diyor ki: "Biz o hayvanın göz bebeğinden testilere
yağ doldurduk ve ondan boğa kadar parçalar kesiyorduk. Ebu
Ubeyde bizden onüç adamı
götürüp o hayvanın gözünün kovuğuna oturttur. O hayvanın kaburgalarından
birini yukarıya doğru dikti.
Beraberimizde bulunan
develerin en büyüğüne eğer vurup üzerine bindi ve o kaburganın altından geçti.
Biz o hayvanın etinden
haşladığımız parçaları azık olarak yanımıza aldık. Medine'ye dönünce Resulullah'a gittik. Hadise ona anlatıldı. Bunun üzerine Resulullah (sav): "Bu bir rızıktır.
Allah onu sizin için denizden çıkardı. Beraberinizde onun etinden bize
yedireceğiniz bir şey var mı?" dedi.
Cabir diyor ki: "Biz o hayvanın etinden Resulullah'a gönderdik. Resulullah
ondan yedi."[34]
Görüldüğü gibi,
sahabeler, bu ölmüş hayvanın murdar olduğu kanaatinde iken bundan parçalar koparıp
azık olarak almışlardır, Medine'ye gelince, Resulullah
onlara bu hayvanın ölüsünün helal olduğunu belirterek getirdikleri etten
isteyip yemiştir.
Eğer zaruret halinde
leş gibi şeylerden azık alınması caiz olmasaydı sahabeler leş zannettikleri bu
hayvandan azık edinmezlerdi. Resulullah'da bunlara,
yeri gelmişken bunu izah ederdi. Resulullah'ın da
susması gösteri-yorki aç kalan çaresiz insan
kendisine mubah olan haramlardan azık edinebilir.
Diğer yandan, Cabir bin Semure, murdar olan
devenin yenilip yenilmeyeceğini RasuluIIah'tan
sorunca Resulullah ona: "İhtiyacını karşılayacak
bir şeylerin var mı?" demiştir. Cabir
"hayır" cevabını verince Resulullah: "Ölen
deveyi yeyin" buyurmuştur.[35]
Bu hadisin baş
tarafında zikredildiği gibi, Cabir'in hanımı devenin
yağ ve etinin kurutulup yenilmesini İstemiş, Cabir de
bunun üzerine Resulullah'a gelip sormuştur. Cabir bu deveyi bir Öğünde yiyemeyeceğine göre depo ettiği
muhakkaktır. Bu da leş gibi şeylerin azık olarak alınabileceklerini gösterir.
b. Katade'nin de katıldığı bazı alimlere göre ise, açlığından
dolayı zaruret halinde bulunan bir insan, kendisine mubah kılınan haramlardan
azık olarak bir şey alamaz. Aksı taktirde zaruret halinde tanınan ruhsatlar sui İstimal edilmiş olur. Zaruret halinde genişletmeye
kimsenin hakkı yoktur. Hanbelİ mezhebinde İleri
sürülen zayıf bir görüş te bu doğrultudadır.[36]
Açlığından dolayı,
çaresiz kalan bir İnsanın, kendisine izin verilen şeylerden yemesi vacip
midir? Yoksa caiz midir? İki görüş de zikredilmektedir.
a. Bir kısım
alimler, çaresiz kalan İnsanın, kendisi için mubah sayılan kan, leş gibi
şeylerden en azından canını koruyacak kadar yemesi vaciptir" demişlerdir.
Yemez ölürse, günahkâr olur. Masruk, Taberi, Ebu Hanife,
bu görüştedir. Şafii mezhebinde tercih edilen görüşte böyledir. Hanbeli mezhebinde İki görüşten birincisi bu meyandadır. Maliki mezhebi de bu görüştedir.[37]
Bunlara göre çaresiz
kalan bir insan, yemesine izin verilen şeylerden yerse sevaba ulaşır. Çünkü
Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: "Müslüman ne
hoş bir insandır (şaşarım ona) kendisine bir hayır dokunduğunda Allah'a hamd eder, şükreder. Başına bir bela geldiğinde de
sabreder, mükafat bekler. Müslüman her meşru şeyden mükafatlandırılır. Hatta
ağzına koyduğu lokmasından da."[38]
Hadis-i şerifte müslümanın ağzına koyduğu lokmadan sevab
kazanacağı bildirilmektedir.
Bu görüşte olan
alimlere göre; şayet çaresiz kalan insan, bu tür haramlardan yemeyip Ölürse
günahkar olur. Allah kendisini atfetmedikçe cehenneme girer. Zira şu ayetlerin
emrine muhalefet etmiştir. "... Kendinizi elinizle tehlikeye
atmayın..."[39]
"Kendi kendinizi
öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok merhametlidir.”[40]
Birinci âyette;
"kendinizi elinizle tehlikeye atmayın" ikinci ayette İse "kendi
kendinizi öldürmeyin" ifadeleri mubah hale gelen haramlardan yemeyip
Ölenin günahkar olacağına işaret etmektedirler.
b. Diğer bir
kısım alimlere göre, çaresiz kalan insanın kendisine mubah kılınan haramlardan
yemesi caizdir, vacip değildir. Dilerse bunlardan yer, dilerse yemez. Hanbeli mezhebinde ikinci görüş, Şafii mezhebinde zayıf
olan görüş bu şekildedir.
Bu görüşte olan
alimler, delil olarak şu hadiseyi zikretmişlerdir. "Resulullah'm
sahabelerinden olan Abdullah bin Huzafe es-Sehmi Roma kralına esir düşmüş, tağut
kral, Abdullah'ı bir yerde hapsetmiş, üç gün Abdullah'ın yanına su ile karışık
içki ve kebab yaptırdığı domuz etinden başka bir şey
koydurmamıştır.
Abdullah bunlardan
yeyip İçmemiş, öylekİ açlıktan ve susuzluktan dolayı
başım yukarı kaldıramaz olmuştur. Romalılar Abdullah'ın öleceğinden korkup onu
dışarı çıkarmışlar, Abdullah da krala şöyle demiştir: "Allah bunlan bana helal kılmıştır. Çünkü ben, çaresizim. Fakat
ben, bunlardan yeyip İçerek, seni İslam dinine karşı sevindirecek
değilim."[41]
Eğer haramlardan yemek
vacip olsaydı elbetteki Abdullah kendisini Ölüme terk etmezdi ve bunlardan
yerdi. Bu da gösteriyor ki onlardan yemek caizdir. Vacip değildidir.
Bu konuda alimler
farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
A. Hanefi
mezhebine göre, zaruret halinde bulunan her müslüman,
bu ruhsatlardan faydalanabilir.
Bu mezhebe göre,
sahibinden kaçan köle, yol kesen eşkiya gibi günah işlemek
İçin yolculuk yapan insanlar da zaruret halinde bulunup çaresiz kaldıkları
taktirde, leş, kan, domuz eti gibi haramlardan yeme ruhsatına sahiptirler. Bu
sıfatta olan insanların ramazan oruçlarını da yolculuk dolayısıyla yeyip sonra
kaza etmeleri caizdir.
Zira Allah Teala bir ayet-i celüesinde:
"Ey iman edenler!.,. Kendi kendinizi öldürmeyin..."[42]
buyuruyor. Âyet genel mahiyettedir. Günah işlemek için yolculuk edenle, meşru
bir şekilde yolculuk edenler arasında herhangi bir ayırım yapmamaktadır.
B- Şafii
mezhebine göre, aşağıda zikredilecek sıfatlarda olan insanlar, zaruret halinde
bulunup çaresiz kalsalar da, domuz eti, kan, leş gibi haramlardan yeme
ruhsatına sahip değillerdir.
Bu insanlar:
a. Kanı
helal olan kafirler. İslâm dininden dönen mürted, müslümanlar-la savaş halinde bulunan kafirler bu türdendir.
b. Kanı
helal olan müslümanlar. Bunlar namazı terk eden,
eşkıyalık yapan ve benzeri müslümanlardır.
c. Günah
işlemek için yolculuk yapan müslümanlar. Efendisinden
kaçan köle, sılayi rahim yapmamak için akrabalarından
kaçan bir müslüman bu türdendir.
d. Fuhuş işleyen
zani, faiz yiyen tefeci gibi, günah işlemek için
mukim olan müslümanlar.
Zira Kur'an-ı Kerim'de Allah Teala,
leş, kan, domuz eti gibi bir kısım haramları zikrettikten sonra; "... kim
azgınlık yapmadığı ve saldırıda bulunmadığı halde mecbur kalır da bunlardan
yerse, ona günah yoktur"[43] buyurmaktadır.
Böylece müslümanlara karşı azgınlık yapan ve onlara
saldıran insanların bunlardan istifade edemeyecekleri ortaya çıkmaktadır.
Bunlar da yukarıda zikredilen kimselerdir.[44]
C. Hanbeli mezhebine göre de yol kesen eşkiya,
efendisinden kaçan köle gibi, günah İşlemek İçin yolculuk yapan bir müslüman bu ruhsatlardan istifade edemez. Bunlar da
yukarıda zikredilen ayeti, Şafii alimleri gibi tefsir ederek görüşlerine delil
göstermişlerdir.[45] Hanbeli
mezhebine göre mukim olan bir insan dilenerek zaruri ihtiyacını
karşılayabileceğinden, çaresiz sayılamayacağı ve hiçbir zaman haramlardan yeme
ruhsatına sahip olamayacağı zikredilmişse de tercihe şayan görülmemiştir.
D. Maliki
mezhebinde meşhur olan görüşe göre yol kesen insan gibi, günah işlemek için
yolculuk yapan veya insanları tehdit edip mallarını alan ga-sıb gibi günah işlemek için bir yerde ikamet eden bir kişi
çaresiz kaldığı taktirde ruhsatlardan istifade edemez.
Malikiler, yolcunun
çaresiz kalmasıyla, mukim bir insanın çaresiz kalması arasında fark
gözetmemektedirler. Her ikisi de günahkar oldukları taktirde ruhsatlardan
istifade edemezler.
İmam Malik'ten
nakledilen diğer bir görüşe göre ise, günah işlemek için yolculuk yapan insan
çaresiz kaldığında haramlardan yiyebilir. Fakat böyle bir yolcu ramazan orucunu
yiyemez, namazını kısaltamaz.
Kurtubi de bu son görüşü destekleyerek şöyle diyor:
"Kendi kendinizi öldürmeyin"[46] âyet-i
celilesi geneldir. Günahkar, masum larkı yapmamaktadır. Sonra günahkar insan haramlardan
yeyip hayatını devam ettirirse ileride tevbe edip
günahlarının affına mazhar olabilir. Ölmesi halinde
bu İhtimal kalmayacaktır."[47]
İçki, insan eti bu
türden olan haramlardandır.
Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de içkinin
haram olduğunu beyan etmiş ancak zaruret halinde içilip veya İçilemeyeceğine
dair herhangi bir şey zikret-memiştir. Bu nedenle
alimler, zaruret halinde içkinin içilebileceği hakkında ihtilaf etmişlerdir. Mezheblerin görüşü özetle şöyledir:
A. Ebu Hanife'ye göre; susuzluğundan
dolayı öleceğinden korkan bir insan içkiyi içerek susuzluğunu giderebilir.[48]
B. Şafii
mezhebine göre; boğazına bir şey tıkanan bir insanın tıkanan şeyi giderecek başka
bir şey bulamadığı taktirde, içki içerek bunu boğazından gidermesi caiz ise de,
susuzluktan dolayı öleceğinden korkan bir insanın İçki içebileceği hakkında
İki görüş zikredilmektedir.
Tercih edilen görüşe
göre bu durumda olan bir insanın İçki İçmesine ruhsatı yoktur. İkinci görüşe
göre ise, İçmesine ruhsat vardır. Her iki görüşe göre içmesi halinde kendisine
içki cezası uygulanamaz.[49]
Çünkü ortada şüphe vardır.
C. Hanbeli mezhebine göre; boğazına bir şey tıkananın, başka
bir şey bulamadığı taktirde içkiden içerek boğazına tıkanan şeyi
giderebileceği caizdir. Zira böyle birinin zaruret içinde bulunduğu
muhakkaktır. Ancak susuzluktan dolayı öleceğinden korkan bir insanın İçki
içebilmesi için içkiye susuzluğu giderecek bir şeyin karışması gerektiği beyan
edilmektedir. Şayet böyle bir şey karışmazsa susuzluktan dolayı çaresiz
kalanın İçkiden içemeyeceği, çünkü böyle bir içkinin susuzluğu daha fazla
artıracağından çare sayılmayacağı zikredilmektedir.[50] Şayet
içerse içki cezası uygulanır. Çünkü kesin olan bir haramı yapmıştır.
D. Maliki
mezhebine göre; açlığından veya susuzluğundan dolayı çaresiz kalan bir insan
içki içemez. Çünkü İçki susuz olan insanın susuzluğunu iyice artırır.[51] Açlığı
ise gideremez.
Zaruret halinde
bulunan çaresiz, aç bir kişinin insan eti yiyebilip yiyemeyeceği hakında da âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Mezheplere göre, meselenin hükmü şöyledir:
A. Hanefi
mezhebine göre, açlığından dolayı öleceğinden korkan bir çaresizin insan eti
yemesi caiz değildir. Hatta açlığından dolayı Öleceğinden korkan çaresize, bir
insan, "şu organımı kesip ye" diye teklifte bulunsa dahi, çaresizin
o teklif edenin bir azasını kesip yemesi caiz değildir. Çünkü İnsan üstün bir
varlıktır, yiyecek olarak kullanılması caiz değildir.[52] Bu husuta Allah Teala şöyle
buyuruyor: "Şüphesiz, Biz, âdemoğlunu muhterem bir varlık kıldık. Karada
ve denizde onları taşıttık. Helal ve temiz şeylerle rızıklandırdık.
Onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.”[53]
B. Şafiî
mezhebine göre; açlığından dolayı öleceğinden korkan bir kişi İnsan eti
yiyebilir. Ancak eti yenilmesi İstenen insanın Ölü veya diri olması farklı
hükümlere tabi tutulmuştur.
a. Canlı
insanı öldürüp etini yemek: Bu hususta kanı helal olanla olmayan farklıdır.
Şafiî mezhebine göre,
açlığından dolayı öleceğinden korkan çaresiz bir İnsan, kanı helal olan
insandan başka bir şey bulamadığı taktirde o insanı öldürüp etini yiyebilir.
Meselâ bu şekilde
çaresiz kalan bir müslüman, İslâm dininden dönen bir mürtedi, müslümanlarla savaş
halinde olan bir kafiri, evlenmiş olduğu halde zina ettiği için recm edilmeyi hakkeden bir müslümanı,
müslümanlara karşı İsyan eden bir müslüman eşkıyayı, (Şafiilere göre namazı terkeden bir müslümanı) ve
üzerinde çaresizin kısas etme hakkı bulunan bir müslümanı
öldürüp etini yiyebilir. Çünkü bunlar kanı helal olan kişilerdir. Zaten öldürüleceklerdir.
Buna mukabil,
açlığından dolayı çaresiz kalan bir İnsan, kanı helal olmayan başka bir insanı
öldürüp etini yiyemez. Meselâ çaresiz insan, öldürülmeyi hak etmeyen bir müslümanı veya müslümanların
İdaresi altında yaşayan bir gayri müslimi (zımrniyi) yahut kendisine eman
verilen bir kafiri ya da müslümanlarla
barış antlaşması yapan bir kafiri öldürüp etini yiyemez. Çünkü bunların kanı
helal değildir.
b. Ölü
insanın etini yemek: Çaresiz kalan bir kafir, hiçbir zaman müslüman
ölünün etini yiyemez. Buna mukabil, açlığından dolayı çaresiz kalan ve ölü
İnsanın etinden başka bir şey bulamayan bir müslüman,
insanların etini yiyebilir. Ancak İnsan etini pişirmek veya kebab yapmak caiz değildir. Diğer murdar etleri pişirip
pişirmemek farksızdır. İkisi de caizdir.
e. Canlı bir
insanın azasını kesip yemek: Açlıktan dolayı öleceğinden korkan çaresiz bir
insanın, kendi azalarından birini kesip yemesi, sahih olan görüşe göre caiz
değildir. Haramdır.
Diğer bir görüşe göre
İse, yememesi halinde öleceğinden korkması, kesip yemesi halindeki öleceğinden
korkmasından daha fazla İse kesip yiyebilir. Aksi taktirde yiyemez. Bir insan
kendi azalarından birini kesip açlığından dolayı ölen bir insana yediremez.
Açlığından dolayı
çaresiz kalan insan, bir canlı hayvanı kesmeden bir azasını kesip yiyemez.[54]
C. Maliki
mezhebine göre, ölü olsun, diri olsun, İnsan eti yemek hiçbir zaman caiz
değildir. İnsan eti yemek her halükarda haramdır. Zira Peygamber efendimiz bir
hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ölü insanın
kemiğini kırmak, diri insanın kemiğini kırmak gibidir.”[55]
Diğer bir rivayette
ise:
"Ölü insanın
kemiğini kırmak, günah yönünden, diri insanın kemiğini kırmak gibidir”[56] buyurulmuştur.
Kemiğin kırılmasına
ruhsat verilmediğine göre etini de yemek caiz olmaz.[57]
D. Hanbeli mezhebine göre, insan eti yemenin hükmü, insanın
ölü veya diri olmasna göre farklı hükümlere tabidir.
a. Canlı bir
insanı öldürüp etini yemek. Kişinin kanının helal veya haram olmasına göre
hükümler değişiktir.
Bir İnsan, açlığından
dolayı öleceğinden korkarsa, kanı helal olan bir İnsanı öldürüp elini
yiyebilir. Çünkü böyle bir insanı öldürmek helaldir. Etini yemek te helal olur. Bunların masumiyeti kalkmıştır. Bunlar adeta
yırtıcı hayvanlar hükmündedir, Ölü olarak bulunduklarında çaresiz insan
tarafından etleri yenilir. Diri olduklarında da öldürülüp yenilebilirler.
İslâm dininden dönen mürted müslümanlarla
savaş halinde bulunan bir kafir kanı helal olan insanlardandır.
Fakat çaresiz kalan aç
İnsan, kanı helal olmayan bir insanı öldürüp etini yiyemez. Çünkü kanı helal
olmayan bir insan, çaresiz kalan insana denktir. Birini öldürüp diğerini sağ
bırakmak caiz değildir. Müslümanlar müslüman-larm idaresi altında yaşayan zımmiler,
(ehl-i kitap, mecusiler) müslümanlarla antlaşma yapmış kafirler, kanı helal olmayan
İnsanlardır.
b. Ölü
insanın etini yemek: Hanbeli mezhebine göre ölü
insanın da kanı helal veya haram olanı farklı hükümlere tabidir.
Eğer ölen insan kanı
helal olan biriyse, diri iken öldürülüp etini yemek caiz olduğu gibi, Öldükten
sonra da çaresiz kalan aç insanın bunun etinden yemesi caizdir.
Eğer ölen insan, kanı
helal olmayan biri ise, canlı iken Öldürüp etini yemek helal olmadığı gibi,
öldükten sonra da etinin yenilmesi caiz değildir. Çünkü Peygamber efendimiz,
ölü olan bir insanın diri olanla aynı olduğuna işaretle şöyle buyurmuştur:
"Ölü insanın kemiğini kırmak, günah yönünden diri insanın kemiğini kırmak
gibidir."[58]
Hanbeli mezhebi bu son meselede Şafii'den farklıdır.
Şafiiler, her ölünün etinin aç kalan çaresiz tarafından yenileceği
görüşündedirler. Hanbeli mezhebinde olan İbni Kudame bu konuda Şafii
mezhebine katılarak, "Bu görüş daha evladır. Çünkü diri bir insanın
masumiyeti daha büyüktür" demiştir. Han-beliler ise ölülerin diriler
hükmüne tabi oldukları kanaatindedir.
c. Çaresiz
insanın kendi azalarından herhangi birini kesip yemesi; böyle bir şey caiz
değildir. Çünkü bunu yapması neticesinde de öleceğinden korkulur ve İntihar
etmiş sayılır. Bu da caiz değildir.[59]
Açlığından veya
susuzluğundan dolayı zaruret içinde bulunan çaresiz bir insan, başkalarına ait
olan yiyecek ve İçeceklerden zaruret halini giderecek miktarda yeyip içebilir.
Ancak mal sahibinin malının başında bulunup-bulun-maması, farklı hükümlere
tabidir.
A. Mal
sahibi, malının başında bulunur ve zaruret içinde de değilse, açlığından veya
susuzluğundan dolayı çaresiz kalan bir insana, ölmesini önleyecek kadar
yiyecek veya su vermesi vaciptir. Çaresiz kalan İnsan, yiyecek veya suyu
sahibinden satın almaya veya razı ederek herhangi bir yolla almaya çalışır.
Şayet vermez diretirse, çaresiz kalan insan yiyecek veya İçecekleri sahibinden
zorla alabilir. Eğer bunun için savaşmak gerekirse savaşabilir. Çaresiz kalan
insan öldürülürse şehiddir. Hanbeli
mezhbine göre, mal sahibine diyeti ödettirilir.
Şafii mezhebine göre kısas yapılır.
Vuruşma neticesinde,
mal sahibi öldürülmüş olursa, kanı helaldir. Çaresize ise herhangi bir
sorumluluk yoktur.[60]
Şafii mezhebine göre,
çaresiz kalan insanın mal sahibi ile savaşma hakkına sahip olabilmesi için,
mutlaka müslüman biri olması şarttır. Bu mezhebe
göre. çaresiz kalan bir "zımmi" (müslümanların emri altında yaşayan gayri müslim) mal sahibi olan bir müslümanı
hiçbir zaman öldürmeye kalkışamaz. Çünkü kafirlerin müminler üzerinde hiçbir
otoriteleri yoktur. Şayet böyle bir cinayet işlerse, müslümanın
kanını öder.[61]
Eğer mal sahibi,
zaruret içindeki çaresiz insana ölmesini önleyecek kadar yiyecek veya içecek
vermez ve çaresiz de bunları zorla alamaz, açlığından veya susuzluğundan dolayı
Ölürse, Şafii mezhebine göre, mal sahibine diyet ödemek gerekmez. Sadece
günahkâr olur.[62]
Hanbeli mezhebine göre ise, mal sahibine diyet ödettirilir.
Çünkü ölmeyi önleyecek kadar yiyecek ve İçecek vermek vaciptir. Mal sahibi
bunu vermekle çaresiz insanın ölmesine sebeb
olmuştur. Dolayısıyla diyetini öder.
İbn Mansur, Ahmed
bin Hanbel'in şu hadiseyi anlattığını rivayet etmektedir:
"Bir gün susuz
kalan bir adam gelip bir evin halkından su İstedi. Ev halkı ona su vermedi.
Adam öldü. Hz. Ömer o ev halkına adamın diyetini ödettirdi.
"[63]
Bu hadiseye yorum
yapan Şevkanİ, Ahmed bin Hanbel'in görüşünü savun-maktadır.[64]
B. Mal
sahibi, malının başında bulunur ve o da çaresiz kalan biri olursa, bu
faraziyede açlığından veya susuzluğundan dolayı çaresiz kalan insan, kendisi
gibi çaresiz kalan ve ancak hayatını Ölümden kurtaracak kadar yiyecek veya
içeceği bulunan diğer çaresiz İnsandan yiyecek veya İçecek alma hakkı yoktur.
Zorla alır da çaresiz mal sahibi ölürse, diyetini öder. Mal sahibinin de
yiyecek ve içeceklerini diğer çaresize verme yükümlülüğü yoktur. Ancak çaresiz
kalan ve Öleceğinden korkulan insan peygamber olsaydı, mal sahibinin peygamberi
kendisene tercih etme yükümlülüğü vardır. Zira Allah Teala: "Müminlere Peygamber, kendi öz nefislerinden
daha üstündür..."[65]
buyurmaktadır.
Şayet, mal sahibi olan
çaresiz insan, hiçbir şeyi bulunmayan diğer çaresizi kendi nefsine tercih
eder, yiyecek veya içecekleri ona verir de kendisi ölürse, günahkâr olmaz. Zira
İslâm'da müslümanın mümin kadeşini
kendisine tercih etmesi övülen bir sıfattır. Nitekim Allah Teala
şöyle buyuruyor:
"Daha önce
Medine'yi yurt edinip İmanı kalplerine yerleştirenler, hicret edip kendilerine
gelen müminleri severler. Onlara verilen ganimet mallarından dolayı içlerinde
hiçbir çekememezlik duymazlar. İhtiyaç içinde olsalar
bile onları kendilerine tercih ederler...”[66]
C. Yiyecek
veya içeceklerin sahibi ortada yoksa, açlığından veya susuzluğundan dolayı
çaresiz kalan insan ihtiyacını giderecek kadarını alıp yiyebilir ve içebilir.
Ancak karşılıklarını ödemek zorundadır. Yenilecek eşyanın cinsîne göre hükümler
farklıdır.
Çaresiz kalan aç
insan, başkasına ait olan ağaçların üzerindeki meyvala-rından bedelini Ödemeksizin yiyebilir. Fakat bunlardan
toplayıp başka yere götüremez.
Amr bin Şuayb'dan rivayet
ediliyor ki: "Resulullah'a (sav) ağaç üzerindeki
meyvalar sorulmuş, Resulullah
da: "İhtiyaç sahibi olan her kim, onlardan saklayıp beraberinde götürmekszin, faydalanırsa, onun için bir mahzur yoktur"
cevabını vermiştir.[67]
Abdullah bin Ömer, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Sizden biriniz bir bahçeden geçerse, ondan yesin. Fakat bir şey saklayıp
beraberinde götürmesin.[68]
Peygamber efendimiz'den bunlardan da karşılıksız yemenin caiz olduğunu
gösteren şu hadis-i şerif rivayet edilmektedir:
Ubbad bin Şurahbil (bir rivayete
göre Şerahil) diyor ki: "Bir yıl bizde açlık
oldu. Ben Medine'ye geldim. Oranın duvarlarla çevrili olan bahçelerinden
birinin. Başaklan koparıp ovaladım ve yedim. Bir kısmını da elbiselerime
doldurdum. Bahçenin sahibi geldi. Beni dövdü. Elbisemi aldı. Ben de Resulullah'a geldim. O'na durumu anlattım. Bunun üzerine Resulullah bahçe sahibine şöyle buyurdu: "Sen bu
adamı ne aç iken doyurdun, ne de cahil iken eğittin" Sonra Resulullah bahçe sahibine adamın elbisesini iade etmesini
emretti. Bahçe sahibi elbiseyi iade etti. Resulullah,
bu aç adama bir veya yarım "vesk"[69]
yiyecek verilmesini emretti."[70]
Bu hususta, Semure bin Cundeb Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Sizden biriniz
bir hayvana (sürüye) rastladığı zaman, sahibi orada ise ondan izin istesin.
İzin verirse hayvanı sağıp sütünü içsin. Şayet sahibi orada yok ise, üç kere
çağırsın. Ortaya çıkıp cevap verirse, yine ondan izin istesin. Cevap veren
bulunmazsa, hayvanı sağıp sütünü içsin. Ondan bir şey götürmesin.”[71]
Hattabi, bu hadis-i şerifin zaruret içinde bulunan bir insan
için sözkonu-su olduğunu ve sütün ücretinin Ödenmesi
gerektiğini söylemektedir.
Ebu Hureyre (ra) şöyle diyor: "Biz, Resulullah'la
(sav) beraber bir yolculukta iken, dikenli ağacın yanında memesi bağlı bir
deve gördük. Devenin yanında toplandık. O anda Resulullah
bizi çağırdı. Dönüp onun yanına gittik. Resulullah
bize şöyle dedi: "Bu deve müslümanlardan bir
aileye aittir. Bu o ailenin gıdası ve Allah'tan sonra hayır ve bereket
kaynağıdır. Herhangi biriniz, azık çantasına baktığında içinde bulunan
şeylerin alınmış olduğunu görmek ister mi? Siz bunu hakkaniyete uygun görür
müsünüz?" Sahabeler: "Hayır" diye cevap verdiler. Resulullah: "İşte bu deve de böyledir" bu-yurdur. Bunun üzerine biz Resulullah'a;
"Ya bizim yeme ve içmeye zaruri bir ihtiyacımız
varsa o zaman ne buyurursun" diye sorduk. Resulullah
da "Ye, fakat alıp götürme, iç, fakat alıp götürme" cevabını verdi.[72]
Abdullah bin Ömer'den
de Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Hiçbir kimse başkasının hayvanını, izni olmadan sağmasın. Sizden biriniz
deposuna girilip dolapları kırılarak bütün yiyeceklerinin saçıp savrulmasını
hiç ister mi? Bu insanlara ait olan hayvanlar memelerinin içinde onlara
yiyeceklerini depolamaktadırlar. Hiçbir kimse başkasının hayvanını sağmasın,
ancak izni ile sağsın."[73]
Hadis-i şeriflerden
anlaşıldığı üzere, hayvanların sahibi varsa izin istenilir. İzin vermezse,
çaresiz insan öleceğinden korkarsa zorla sağabilir. Yoksa sağamaz. Mal sahibi
bulunmazsa, araştırdıktan sonra, sağabilir. Sahibini bulduğu taktirde ücretini
ödemekle mükelleftir.
[1] Muhammed, 12
[2] Bakara, 173; Nahl, 115
[3] Maide, 3
[4] Müsned, İmam Ahmed, c. V, sh. 218; Darimi, Kit. Edahi,
bab: 24; Neylu'l-Evtar, c. VIII, sh. 169; Heysemi, "Bu hadisi Taberina
rivayet etmiştir. Ravileri güvenilir kişilerdir,"
demiştir. Bu hadis-i şerifi şu şekillerde izah edenler de vardır:
a. "Sabah yemeği yediğiniz, akşam yemeği
yediğiniz halde bunlarla beraber bir de le-
Şİ yemeniz size caiz
değildir."
b. Sabah yemeği
yemediğiniz, akşam yemeği yemediğiniz ve leş dışında yiyecek bir
sebze de bulamadığınız taktirde leş size
helaldir.
c. Sabah yemeği
yemediğiniz, akşam yemeği yemediğiniz ve leşin yanında sazotununkökünü
sebze gibi yemediğiniz taktirde leş size helal olur." Bu yorumların detayı
için bkz. Neylırl-Evtar, c. VIII, sh. 170-171
[5] EbûDâvûd, Kit. el-Aüme, bab:
37, hn. 3817; Neyiul Evtar, c. VIII, sh. 170 Şevkani diyor ki: "Bu hadisin senedinde Ukbe bin Vehb bulunmaktadır.
Yahya bin Main,
Ukbe'nİn salih bir zat olduğunu söylemiş, buna mukabil Ali bin
el-Medeni, Süfyan bin Uyeyne'nin
Ukbe hakkında "o, bu işi. bilmezdi, hadis
rivayeti onun işi değildi." söylediğini rivayet etmektedir. (Bkz. Neyiul Evtar,
c. VIII, sh. 170)
[6] Harre, Medine'nin önünde
siyah taşlarla kaplı olan yerin adıdır.
[7] Ebû Dâvûd,
Kit. Atime, bab: 37, İm.
3816; Neylu'l-Eutar, c. VIII, sh. 169-170. Şev-kani bu hadisi riv;ıyer eden Ebû Dâvûdaın
ve buna yorum yapan Münzirrnin hadis hakkında
herhangi bir şey söylemediklerini ve bu hadisin senedinde cerh edilen bir
durumun bulunmadğını söylemiştir. Bkz.
adı geçen son kaynağa
[8] Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 230
[9] Bkz. Neylu't-Eutar, c. VIII, sh. 170-171
[10] Mealim-i es-Sünen li'l-Hattabi (Ebû Dâvûd,
c. IV, sh. 167
[11] Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 230
[12] Bkz. el-MuğniliİbnKudamerc.
VIII, sh. 596; Muğni el-Muhtac, c. IV, sh. 306-310
[13] Maide, 3; hakkında ruhsat
bulunmayan haramlar ve başkalarına ait olduğu için haranı olanlar sonra
zikredileceklerdir.
[14] Bakara, 173
[15] Bakara, 195
[16] Araf, 31
[17] Muhammed. 12
[18] Tirmizi, Kit.
Zühd, bab: 47, hn. 2380; Müsned İmam Ahmed. c. IV, sh. 132; Tir-mizi, bu hadisin 'hasen ve
.sahih" olduğunu söylemiştir
[19] Buhârî kit.
Atime, bab; 12; Müslim, Kit.
Esri be, U-.b: rf2. S:, K-l, 85, hn. 2060, 206i; Tirmizi, kit. Atime, bab: 20. hn. 1818; İbnM&ce, Ki: Atinır. bab: 3, hn. 3256, 3257, 3258; Darimi, Kit. Alime, bab: 13; Muvatta, Sıfat en-Nebi. bab: 9,
10; Müsned, İmanı Ahmed, c.
II. sh. 21, 43. 74; Tirmizi.
hadisin "hasen ve sahih" olduğunu söylemiştir.
Bu hadis-i şerife yorum
yapan Bedreddin et-Ayni, söyle diyor: "bu
hadisten neyin kastedildiği alimlerce ihtilaf konusudur:
a. Bazılarına göre, bunun zahiri manası
kastedilmekle, kafirin yedi, müminin ise bir
bağırsağını dolduracak
kadar yediği izah edilmektedir.
b. Bazılarına göre ise, bu hadis mecazi
anlamdadır. Geneliikle kafirlerin çokça müminlerin
azca yediklerini ifade eder. Özellikle yedi sayısının zikredilmesi aşırı
derecede olduğunu bildirmek içindir.
c. Bir kısım alimler ise, bu hadis "dünyada
müminin kanaat ehli olduğunu, kafirin ise
aç gözlülükten
kurtulamadığını beyan eden bir misaldir, demişlerdir.
d. Başka bir kısım alimler ise. "Bu hadis,
mümini az yemeye, gaflet, uyku ve katı kalp-
liliğe düşüren çok yemeden uzak durmaya tevsik etmekte ve
çokça yiyen kafirin bu sıfatlarla sıfatlanacağını bildirmektedir"
demişlerdir.
e. Diğer bir kısım
alimler ise "Hadis-i şerilteki müminden maksad imanı kuvvetli olan
mümindir. Köyle bir
mümin ölümü ve ölümden sonrasını düşüneceği için yemeğe olan iştahını tamamen
doyurmaz. Kafirin ise oburluk sarımdandır. O hayvanlar gibi tıka basa yer.
Zevkini tatmin etmekten başka bir şey düşünmez," demişlerdir.
f. Sahihi Müslim'in sarihi İmam Nevevi, bu hadis hakkında şöyle diyor: "Kafir yedi
bağırsağına yer
ifadesinden maksad kafirdeki şu yedi sıfatı
belirtmektir. Bunlar hırs, açgözlülük, uzun ümid,
tamahkarlık, kötü huyluluk, çekcmemezlik ve
şişmanlamayı sevmektir."
g. Kurtubi de bu hadis
hakkında şunları söylüyor: "Yemeğe olan arzu yedidir. Tabii
arzu, nefsin arzusu,
gözün arzusu, ağzın arzusu, burnun arzusu ve açlıktan kaynaklanan arzudur.
Bunların zaruri olanı açlıktan kaynaklanan arzudur. İşte mümin sadece bu
arzusunu gidermek için yemek yer. Kafir ise bütün yedi arzuyu tatmin etmek için
yer. Hadis-i şerif bunu izah etmektedir. (Bk2. Umdetul
Kari Şerhi Sahihi Buharı, c. XXI, sh. 41-42). Buhârî kit. Atime, bab; 12; Müslim, Kit. Esri be,
U-.b: rf2. S:, K-l, 85, hn. 2060, 206i; Tirmizi, kit. Atime, bab: 20. hn. 1818; İbnM&ce, Ki: Atinır. bab: 3, hn. 3256, 3257, 3258; Darimi, Kit. Alime, bab: 13; Muvatta, Sıfat en-Nebi. bab: 9,
10; Müsned, İmanı Ahmed, c.
II. sh. 21, 43. 74; Tirmizi.
hadisin "hasen ve sahih" olduğunu söylemiştir.
Bu hadis-i şerife yorum
yapan Bedreddin et-Ayni, söyle diyor: "bu
hadisten neyin kastedildiği alimlerce ihtilaf konusudur:
a. Bazılarına göre, bunun zahiri manası
kastedilmekle, kafirin yedi, müminin ise bir
bağırsağını dolduracak
kadar yediği izah edilmektedir.
b. Bazılarına göre ise, bu hadis mecazi
anlamdadır. Geneliikle kafirlerin çokça müminlerin
azca yediklerini ifade eder. Özellikle yedi sayısının zikredilmesi aşırı
derecede olduğunu bildirmek içindir.
c. Bir kısım alimler ise, bu hadis "dünyada
müminin kanaat ehli olduğunu, kafirin ise
aç gözlülükten
kurtulamadığını beyan eden bir misaldir, demişlerdir.
d. Başka bir kısım alimler ise. "Bu hadis,
mümini az yemeye, gaflet, uyku ve katı kalp-
liliğe düşüren çok yemeden uzak durmaya tevsik etmekte ve
çokça yiyen kafirin bu sıfatlarla sıfatlanacağını bildirmektedir"
demişlerdir.
e. Diğer bir kısım
alimler ise "Hadis-i şerilteki müminden maksad imanı kuvvetli olan
mümindir. Köyle bir
mümin ölümü ve ölümden sonrasını düşüneceği için yemeğe olan iştahını tamamen
doyurmaz. Kafirin ise oburluk sarımdandır. O hayvanlar gibi tıka basa yer.
Zevkini tatmin etmekten başka bir şey düşünmez," demişlerdir.
f. Sahihi Müslim'in sarihi İmam Nevevi, bu hadis hakkında şöyle diyor: "Kafir yedi
bağırsağına yer
ifadesinden maksad kafirdeki şu yedi sıfatı
belirtmektir. Bunlar hırs, açgözlülük, uzun ümid,
tamahkarlık, kötü huyluluk, çekcmemezlik ve
şişmanlamayı sevmektir."
g. Kurtubi de bu hadis
hakkında şunları söylüyor: "Yemeğe olan arzu yedidir. Tabii
arzu, nefsin arzusu, gözün arzusu, ağzın arzusu, burnun arzusu ve
açlıktan kaynaklanan arzudur. Bunların zaruri olanı açlıktan kaynaklanan
arzudur. İşte mümin sadece bu arzusunu gidermek için yemek yer. Kafir ise bütün
yedi arzuyu tatmin etmek için yer. Hadis-i şerif bunu izah etmektedir. (Bk2. Umdetul Kari Şerhi Sahihi Buharı, c. XXI, sh. 41-42).
[20] Mûsned İmam Ahmed. C.V.sh.81
[21] Bkz Ebu Dûvûd Şarihi Hattabi
(Ebu Davud,c.IV.sh.167-168)
[22] Bkz.Neylul’l-Evtar,c. VIII,sh.171-172
[23] Maide, 3
[24] Muğni el-Muhtac,c.IV,sh.306-310
[25] Tirmizi ,kit.Zühd,bab:47,hn.2380
[26] Müsned,İmam Ahmed,c.Vsh.81; Ayrıca bundan
önceki 61. dipnotun yer aldığı yere bakınız.
[27] Bkz. Muğni'l-Muhtacc.IV.sh.306-310; el-Muğni li İbn
Kudame c.VIII.sh.601vd;Tefsir
el-Kurtubi,c.II.sh.216-234
[28] Ebû Dâvûd,
Sarihi Hattabi (Ebû Dâvûd, c. IV, sh. 167-168
[29] Ebû Dâvûd,
Kil. Alime, bab: 37, hn.
3816
[30] Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 230
[31] Bkz. el-Muğni
li îbni Kudame,
c. VIII, sh. 595-603; Muğni'l-Muhtac, c. IV, sh. 30ö ve devimu; Tefsir el-Kurtubi, c. II,
sh. 216 ve devamı
[32] Bkz. Muğni'l-Muhtac, c. IV, sh. 306 ve devamı;
el-Muğni li İbn Kudame c. VIII, sh. 603 ve devamı; Tefsir el-Kurtubi,
c. II, sh. 216 ve devamı
[33] Buhârî'nin rivayetinde
"yarını ay"dır. İki rivayetin bağdaştırılması şöyledir. Deniz
sahilinde bir ay kalmışlar. Onbeş gün hayvana
rastlamadan önce onbeş gün de rastladıktan sonra. Buhârî'de hadis bu
şekilde rivayet edilmektedir.
[34] Müslim, Kit. Sayd, bab: 17, hn. 1935; Nesei, Kir. Sayd, bab: 35, hn. 4358; Ebû Dâvûd,
Kıt. Atime, bab: 48, hn.
3841; Müsned, İmam Ahmed,
c. III, sh. 311; Ayrıca özetle Buhârî,
Kit. Megazi, bab: 85, Kİt. Zebaih,
bab: 12
[35] Ebu Dâvûd,
Kit. Atime, bab: 37, hn. 3816
[36] el-Muğni li
İbni Kudame, c. VIII, sh. 306
[37] Bkz. el-Mebsut
li es-Serahsi, c. XXIV sh. 251 vd.; el-Muğni li İbni
Kudame, c. VI-II, sh. 596; Muğni'l-Muhtac, c. IV, sh. 306 vd.
[38] Müsned, İmam Ahmed, c. I, sh. 177-182
[39] Bakara, 195
[40] Nisa, 29
[41] el-Muğni li
İbn Kudame, c. VIII, sh. 596
[42] Nisa, 29
[43] Bakara, 173; Ayet-i celiIede
"azgınlık yapan" diye tercüme edilen "Bağin"
ve "saldırıda bulunan" diye tercüme edilen "Adin"
kelimeleri afinılerce çeşitli manalarda izah
edilmiştir:
a. Katade, Hasan eJ-Basri, İbn
Zeyd, Rabi ve İkrime bu ayete şu manayı vermişlerdir,
"ihtiyacından
fazla yiyerek haddi açmaksızın ve bu haramlardan başkasını bulup yiyebildiği
halde bunlardan yiyerek saldırganlık yapmaksızın bu yasaklananlardan
yiyebilir." Bu tefsir Hanefi mezhebine daha uygundur. Çünkü Hanefilere
göre, çaresiz kalan insan zaruret miktarını aşmadan ve başkalarının hakkına
tecavüz etmeden bu haramlardan yiyebilir.
b. Mücahide göre İse, "Bagin"
ve "adin" kelimelerinin manası şöyledir: "Müslüman-
lara karşı azgınlık yapmaksızın ve onlara karşı saldırıda
bulunmaksızın bu haramlardan yiyebilir." Bu refsir
şekli, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheblerinin
görüşüne uygundur.
c. Süddi ise, bunları
şöyle izah etmiştir: "Bu haramlardan zevkle yiyerek azgınlık et-
meksizin ve
doyuncaya kadar yiyerek saldırganlık etmeksizin bunlardan yiyebilir." (Bkz. Tefsir el*Kurtubi, c. II, sh. 231-232)
[44] Muğni el-Muhtac,
c. IV, sh. 306 vd.)
[45] el-Mugni li
İbn Kudame, c. VIII, sh. 595 vd.
[46] Nisa, 29
[47] Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 216 vd.
[48] el-Mugni li
İbn Kudame, c. VIII, sh. 307-308
[49] Muğniel-Muhtac,
c. IV, sh. 188-189; el-Muğnili
İbn Kudame, c. VIII, sh. 307-308
[50] el-Muğni li
İbn Kııdame, c. VIII, sh. 307-308
[51] Tefsir el-Kurtubi, c. II, slı. 216-234
[52] İbnAbidin, c. VI, sh. 338,
[53] İsra, 70
[54] Muğni'l-Muhtac,
c. IV, sh. 306-310; Tefsir el-Kurtubi,
c. II, sh. 216-234
[55] İbn Mâce,
Kit. Cenaiz, bab: 63, hn. 1616; Ebû Dâvûd, Kit.
Cenaiz, bab: 64, lın. 3207; Muvatta, Kit. Cenaiz, bab:
45; Müsned İninin Ahmed, c.
VI, sh. 58, 100, 105, 169; Hadisin senedinde Abdullah
bin Ziyad bulunmaktadır. Zevaid
adlı eserde bunun tanınmayan biri olduğu söylenilmekte, fakat İbn Kattan bu hadisin "hasen"
olduğunu söylemiş, İbn Dakik el-İd ise bu hadisin
Müslim'in şartlarına haiz olduğunu beyan etmiştir, (bkz.
Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh.
216 vd.)
[56] İbn Mâce,
Kit. Cenaiz, bab: 63, hn. 1617
[57] Tefsir el-Kurtubi, c. II, sh. 216 ve devamı
[58] İbn Mâce,
Kit. Cenaiz, bab: 63, hn. 1617
[59] el-Muğni li
İbn Kudame, c. VIII, sh. 601-602
[60] el-Muğni li
İbni Kudame, c. VIII, sh. 603; İbnAbidin, c. VI, sh. 338; Muğni'l-Muh-tac, c. IV, sh. 306 vd.
[61] A.g.e.
[62] A.g.e.
[63] Neylu'l-Evtar,
c. II, sh. 84
[64] Neylu'l-Evtar,
c. II, sh. 84
[65] Ahzab, 6
[66] Haşr, 9
[67] Tirmizi, Kit.
Buyu, bab: 54, lın. 1289; Nesei, Kit. Kam Sarik, bab: 12, hn. 4941; Ebû Dâvûd,
Kit. Hudud, bab: 12, hn. 4390. Tirmizi, bu hadisin "hasen"
olduğunu söylemiştir.
[68] İbn Mâce,
Kit. Ticarat, bab: 67, hn. 2301; Tirmizi, Kit. Buyu, bab: 54, hn. 1284; Tirmizi, bu hadisin "garib"
olduğunu söylemiştir.
[69] Bir vesk; yaklaşık 122.160
kg.dır.
[70] İbn Mâce,
Kif. Ticarat, bab: 67, hn. 2298; Ebû Dâvûd, Kit.
Cihad, bab: 85, hn. 2620; Nesei, Kit. Edebu'1-Kadi, Bab: 21, hn. 5410; Müsned, İmam Ahmed, c, IV, sh. 168
[71] Ebû Dâvûd,
Kit. Cihad, bab; 93, hn. 2619; Tirmzi, Kit. Buyu, bab: 60, hn. 1296; Tirmizi şöyle diyor: "Bu konuda Ömer'den ve Ebu Said'den de rivayetler
vardır. Bu hadis hasen ve gariptir. Bazı ilim erbabı
bununla amel etmektedir..." (Adı geçen son kaynak)
[72] İbn Mâce,
Kit. Ticarat, bab: 68, hn. 2303; Bu hadisin ravileri içinde Salit bin Abdullah'ın
senedinin kuvvetli olmadığı, Haccac bin Ertaa'nın da "müdellis"
olduğu zikredilmektedir.
[73] Buharı, Kit. Lukata, bab: 8; Müslim, Kit. Lukata, bab:
13, hn. 1726; Ebû Dâvûd, Kit. Cihad,
bab: 95, hn. 2623; İbn Mâce, Kit.
Ticarat, bab: 68, hn. 2302; Muvatta, Kit. İstizan, bab: 17