SERİ KAİDELER.. 2

Delillerin Çelişmesi, Bağdaştırılması, Bağdaştırılamayadan Tercih. 2

Delillerin Çelişmesi 2

1. Delillerin Çelişmesi Gerçekte Var mıdır?. 2

2. Şer'i Delillerin Çeliştiklerini Zannetmenin Sebebleri: 2

B. Delil Olmayan Bir Metnin Delil Zannedilmesi: 3

C. Geçici Olarak Gönderilen Hükmün, Devamlı Olduğunu Sanmak: 4

Tevil Etme: 4

A.  Tarifi: 4

B.  Şartları: 4

C. Kısımları: 4

a. Tahsis Yaparak Tevil: (Tevilun bit-tahsis) 5

Delillerden Birini Diğerine Tercih Etme: 6

A. Tercih Şekilleri 6

Hadisler Arasında Tercih. 8

1. Fıkıh Alimlerinin Tercih Şekilleri: 8

2. Hadis Alimlerinin Tercih Şekilleri: 8

Delillerden Birinin Hükmünün Neshi 9

1. Neshin Ehemmiyeti: 9

2. Nesih Kavramı: 9

3. Neshe Misaller; 11

4. Neshin Hikmeti: 12

Îslâmda Neshin Sebepleri: 13

5. Neshin Varlığını Gösteren Deliller: 14

6. Neshin Şartları: 15

Neshedilmesi İmkansız Olan Hükümler: 16

7. Neshin Zamanı 17

8. Neshin Kısımları 17

A. Açık Nesih: 17

B.  Kapalı Nesih: 17

a. Hükmün Tümünü Nesih: 18

b. Hükmün Bir Bölümünü Nesih: 18

9. Neshin Şekilleri: 19

A. Dinler Arası Nesih: 19

B. Ayetler Arası Nesih: 20

Nesheden ve Neshedilen Ayetlere Misaller: 22

C. Hadisler Arası Nesih: 28

Birbirini Nesheden Hadislere Misaller: 28

Mut'a Nihakına Dair Görüşler: 29

D. Kur'ânın Hadisleri Neshetmesi 35

E. Hadislerin Kur'anı Neshetmeleri 36

F.  Bir Defa Nesih. 39

G.  Birkaç Defa Nesih. 39

H. Hükümle Amel Ettikten Sonra Nesih. 39

1. Hükümle Amel Etmeden önce Nesih. 39

İ. Ağır Hükmün Kaldırılıp Hafifinin İndirilmesi 40

J. Hafif Hükmü Kaldırıp Ağırının İndirilmesi 40

K. Sadece Hükmün Neshi 41

L. Sadece Lafzın Neshi (Tilavetin Kaldırılması) 41

Recmi İnkâr Edenler: 49

Hem Lafzın, Hem de Hükmün Neshi Şekli 50

Nasih ve Mensuhu Bilme Yolları 51

Neshin Gerçekleştiğini İnkâr Edenler. 51

 

SERİ KAİDELER

 

Delillerin Çelişmesi, Bağdaştırılması, Bağdaştırılamayadan Tercih

 

Bu konulara kitabın çeşitli kısımlarında yeri geldikçe değinilmişti. Bunun­la birlikte, birbirleriyle ilintili olan bu konuları, toplu bîr şekilde özetleme­nin faydalı olacağı düşünüldü ve özetlenerek anlatılmaya çalışıldı.

 

Delillerin Çelişmesi

 

Bundan maksad, bir hüküm hakkında, birbirine zıt olan iki veya daha faz­la delilin bulunmasıdır. Bunu iyi anlamak için aşağıda sıralanacakkonuları

bilmek gerekmektedir.

 

1. Delillerin Çelişmesi Gerçekte Var mıdır?

 

Deliller, sağlam oldukları, manalarını açık seçik bir şekilde ifade ettikle­ri ve iyi kavranıldıktan takdirde, birbirleriyle çelişmezler. Zira bu delilleri be­yan eden ve bunların İfade ellikleri hükümleri koyan merci tek bir mercidir.

Yüce Mevlanın ve O'nun adına konuşan peygamberinin böyle bir tena­kuza düşmeleri, mümkün değildir.

Diğer yandan, şer'i deliller, mükellefin yükümlü olduğu hükümleri İfade ederler. Eğer bunların gerçek manada çeliştikleri mümkün olursa, yükümlü olan kul, hangisini yapacağını bilemez ve bilemediğinden dolayı da ondan hüküm düşer. Böylece o hüküm boşuna zikredilmiş olur. Hâşâ şeriatın ko­yucusu böyle bir abesle iştigalden beridir, münezzehtir.

O halde, gerçekte deUerin çelişmesi söz konusu değildir. Ancak çelişir gi­bi oldukları bir vakıadır. Bunun sebebi nedir?

 

2. Şer'i Delillerin Çeliştiklerini Zannetmenin Sebebleri:

 

a. Delillerin birbirleriyle bağdaşma şeklinin kapalı olması:

Aslında deliller, birbirleriyle çelişir bir durumda değillerdir. Fakat okuyu­cu onların çeliştiklerini zanneder. Çünkü onların bağdaşmaları oldukça ka­palıdır. Buna misal olarak: Beyi ölen hanımın, bekleme süresi hakkında inen ve birbiriyle çelişiyor gibi görülen şu iki âyet zikredilmektedir:

"İçinizden ölüpte geride eşler bırakan erkekler, karılarının evlerinden çıkartmayarak, bir yıla kadar bakılmasını vasiyet etsinler. Şayet kadın­lar evden çıkacak olurlarsa, kendileri için yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur..."[1]

"Sizden, ölen ve geride eş bırakan erkeklerin eşleri dört ay on gün iddet beklerler. İddetlerini tamamlayınca kendileri için meşru bir surette yaptıkları işlerde size bir günah yoktur..."[2]

Görüldüğü gibi, birinci âyel-i kerime, kocası ölen kadının bekleme süre­sinin bir yıl, ikinci âyet-i kerime ise, dört ay on gün olduğunu ifade etmek­ledirler.

-  Cumhur ulema, bu iki âyetin birbirleriyle çeliştiklerini ve bunları bağ­daştırmanın mümkün olmadığını, bu itibarla birini diğerine tercih etmek ge­rektiğini ve son âyet Kur'an'daki sıralamada daha önce geliyorsa da birinci âyeti nesh ettiğini (hükmünü kaldırdığını) söylemişlerdir. Ancak, Fahreddini Razi, sıralamada önce gelen bir âyetin sonra gelen âyeti neshe demeyeceğini ve bunları birbirleriyle bağdaştırmak icabettiğini bildirmiştir. Bunlar, şu şe­kilde bağdaştırılmıştır;

-  İki âyetin konulan farklıdır. Bu nedenle âyetler arasında çelişki, dola­yısıyla nesli yoktur. Zira birinci âyet, kocası Ölen kadının kocasının evinde kendi istek ve iradesiyle bir yıl kalabileceğini ifade etmektedir ve kadının bek­leme süresiyle alakası yoktur. Eğer iddet bekleme ile alakası olsaydı, bu iş kadının İsteğine bırakılmazdı. Kadın buna mecbur tutulurdu. Ayette böyle bir mecburiyet yoktur. Bu sadece, ölenin velisinde kadının bir hakkıdır, diler­se o hakkını kullanır. Dilerse kullanmaz.

- İkinci âyet ise. kocası ölen kadının bekleme mecburiyetinde olduğu müd­deti beyan etmektedir. Buna göre bir hanımın kocası ölürse, o dört ay on gün beklemek zorundadır. Bu süreyi tamamlamadan evlenemez. Fakat bu kadın islerse, ölen kocasının evinde bir yıl kalabilir. Mirasçılar, onu çıkaramazlar.

Biz de bu iki âyeti bağdaştıran görüşün daha isabetli olduğu kanaatinde­yiz. Zira âyetlerden birinin hükmünün kalktığını söylemektense, mümkün ol­duğu sürece her ikisinin bükümlerinin de geçerli olduğunu söylemek daha evladır. Fakat, bunları bağdaştırma şekli oldukça kapalıdır. "Bağdaştırmaya çalışmanın bir zorlama olduğunu" söyleyenlere verilecek cevabın tatminkâr olmadığı da bir gerçektir.

 

B. Delil Olmayan Bir Metnin Delil Zannedilmesi:

 

Şer'i delillerin çeliştiklerini zannetmenin ikinci sebebi de delil olmayan bir metnin delil olduğunu sanmak ve diğerleriyle çeliştikleri kanaattna varmaktır.

Meselâ; Mut'a nikânının (belli bir zamana kadar geçici evliliğin) haram kı­lındığını beyan eden mütevatîr hadisler karşısında böyle bir evlenmenin ca­iz olduğunu beyan eden Abdullah b. Abbas'ın ve benzerlerinin kanaatleri­ni delil zannetmek, mut'a nikahı hakkında çelişkili deliller olduğu tahmini­ni doğurur. Halbuki, mütevatir hadislere ters düşen haberi ahadler delil olamaz ve çelişki meydana getiremezler. Bu konuya bilahare değinilecektir.

 

C. Geçici Olarak Gönderilen Hükmün, Devamlı Olduğunu Sanmak:

 

Yüce Mevla ve O'nun elçisi Resulullah, belli bir zamana kadar geçerli ola­cak bir hükmü bildirirler, onun geçici olduğunu İfade eden bir şey zikretmez­ler. Kullar o hükmün kıyamete kadar devam edecek bir hüküm olduğunu sa­nırlar Sonra birinci hükmün süresi bitince ikinci hükmü beyan ederler. Bu defa kullar, bu iki hükmü ifade eden delillerin çeliştiklerini zannederler. Hal­buki mesele, birinci hükmün sona erdiğini ve ikinci hükmün yürürlüğe gir­diğini beyandır. Çelişkili hükümler koyma değildir. İşte buna İslâm hukukun­da nasih ve mensuh denilmektedir. İleride buna da değinilecektir.

Bağdaştırma Yolları (Tahsis ve Takyid):

Birbiriyle çelişiyor gibi görünen delilleri revü etme yoluyla bağdaştırmak mümkündür. Daha önce tevilden bahsedildiğinden, burada ona özetle değin­mek gerekmektedir.

 

Tevil Etme:

 

A.  Tarifi:

 

Tevil bir kelimeyi zahiri manasından çıkarıp muhtemel olan baş­ka bir manasında kullanmaktır.

 

B.  Şartları:

 

Tevil'in doğru olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:

a. Tevil edilen mana, kelimenin gösterdiği muhtemel manalardan biri ol­malıdır. Bir kelime, ihtimali olmayan bir manaya tevil edilemez.

b. Tevili gerektiren bir sebep bulunmalıdır. Meselâ, sözün zahiri manası, herkes larafından bilinen dini bir esasa muhalif olması veya tesbiti daha kuv­vetli olan bir nassa ters düşmesi, yahut manayı ifade şeklinde daha güçlü olan bir metne zıd olması, onun tevilini gerektiren sebeplerdendir.

c.  Tevil, dayanaksız olmamalıdır. Yoksa yanlış olma ihtimali büyüktür.

 

C. Kısımları:

 

Tevil edilen nasların iki ana kısmı vardır:

A. Allah Tealimin yaratıklarına benzediği imajını veren âyet ve hadislerin tevili. Meselâ:

fıkıh   usulü                                                       537

"... Allah'ın eli, onların ellerinin üstündedir..."[3] âyetindeki "Allah'ın eli" ifadesini "Allah'ın kudreti" şeklinde tevil etmek. "... Rahman olan Allah ar­şın üzerine oturdu"[4] âyetindeki "oturdu" ifadesini "hâkimiyeti altına aldı" şeklinde tevil etmek ve buna dayanak olarak da "Allah'ın benzeri hiç bir

şey yoktur..."[5] âyetini zikretmek, buna misal olan tevillerdendir.

Bu türden olan tevillerin asıl gayesi, Allah Tealayı tenzihtir, nasları birbir­leriyle bağdaştırma değildir. Bu İtibarla konumuzun dışındadır.

B- Kulların yükümlü oldukları hükümlere ait olan nasların tevili.

Bizim konumuzla ilgili olan tevil, işte bu türden olan tevildir. Çünkü bu­nun gayesi, birbirleriyle çelişiyor gibi görülen nasları bağdaştırmaktır. Böy­le bir tevil sayesinde İki nasdan birini iptal etme yerine, her iki nasla da amel edilmiş olur ki, asıl olan da budur. Bu kısımdan olan tevil de kendi içinde İki ana kısma ayrılmaktadır:

 

a. Tahsis Yaparak Tevil: (Tevilun bit-tahsis)

 

Bundan maksat, birbirleriyle çelişiyor gibi görünen iki nasdan birini ge­nel hüküm diğerini de genel hükmün sadece belli fertlerine has olan özel bir hüküm sayarak tevil etmek, böylece iki nassı birbiriyle bağdaştırmak ve her ikisiyle de amel etmektir.

Mesela; "Sizden Ölüp de geride eş bırakan erkeklerin karıları, dört ay ongun iddet beklerler"[6] âyet-i kerimesi, beyi ölen her hanımın -hamile ol­sun veya olmasın- dört ay on gün idde! beklemesi genel hükmünü İfade et­mektedir. Halbuki şu âyet "... Hamile kadınların iddeti ise, doğum yapma-larıyla tamamlanmış olur..."[7] gebe olan kadınların iddetlerinin doğum yap­maları olduğunu beyan etmektedir. O halde, doğum yapan hanım, aynı za­manda beyi ölen bir hanım ise hükmü ne olacaktır? Birinci âyete göre dört ay on gün mü? Yoksa İkinci âyete göre doğum yapması mı? İki âyetin zahir­de çeliştikleri sanılır. Fakat, iki âyeti tahsis yoluyla bağdaştırarak bu vehmi gidermek mümkündür.

Şöyle ki: Birinci âyetin genel bir hüküm İfade eden bir nas olduğu, ikin­ci âyetin İse, sadece hamile olan kadınlara mahsus olduğu belirtilir. Buna gö­re: ''Hamile olan kadın, kocası defnedilmeden dahi doğum yaparsa, iddeti bîtmiş olur. Yeni bir beyle nikâhlanabilir. Hamile olmayansa, dört ay on gün bek­lemelidir" hükmüne varılır.

Görüldüğü gibi. bu iki âyeli bu şekilde bağdaştıranlar, "hanımın iddet bek­lemesinin asıl sebebi, rahmin boş olup veya olmadığını tesbittir" diyen alimlerdir. (Bunlar, iki sürenin kısa olanını esas almaktadırlar).

"Kocası ölen kadının İddet beklemesinin sebebi, hem rahmin boş olup ol­madığını tesbit etmek, hem de kocaya bir vefa borcunu ifa etmektir" diyen alimler ise, bu iki âyeti şöyle bağdaştırmışlardır: Kocası ölen kadın, her ha­lükârda dört ay on gün iddet beklemek zorundadır. Ancak, hamilelik duru­mu daha uzunsa, doğum yapıncaya kadar beklemek şarttır. (Bunlar iki sü­reden daha uzun olanını esas almışlardır).

b. Kayıtlayarak Tevil (Tevilun bi't-Takyîd):

Bundan maksad ise, birbiriyle çelişiyor gibi görünen iki nasdan birini ka­yıtsız şartsız mutlak hanımlığı kabul etmek, diğerini de kayıt koyan bir nas saymak ve mutlak olanda da bu kaydın geçerli olduğuna karar vermektir. Böy­lece mutlak olan nas, kayıtlı sayılarak tevil edilir ve her iki nas bağdaştırıl­mış olur.

Meselâ; "Leş, kan, domuz eti, bir de Allah'tan başkası adına kesilen, si­ze haranı kılındı..."[8] âyet-i kerimesinde, "kan" kelimesi kayıtsız ve şartsız olarak zikredilmiştir. Buna göre etlerin üzerinde dahi kalsa, her kan haram­dır Şu âyette ise; "De ki: Bana vahyolunanlarda, yiyen bir kişinin yediği her hangi bir şeyin haram olduğuna dair bir hüküm bulamıyorum. Ancak leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki, o pistir- ya da doğru yoldan çıkarak, Allah'tan başkası adına kesilen hayvanların yenmesi haram­dır..."[9] "Kan" kelimesi, "akıtılmış olma" kaydıyla birlikte zikredilmektedir.

Birinci âyet kanı mutlak olarak, ikinci âyet ise akıtılmış olarak zikrettik­lerinden iki âyet arasında çelişki varmış gibi görünür. İşte bu âyetlerden, ka­yıtsız olan birinci âyet de kayıtlı sayılarak, levil edilir. Ayetler bağdaştırılıp her ikisiyle de amel edilmiş olur. Buna göre,-haram kılınan kanın, "akan kan" olduğu hükmüne varılır.

 

Delillerden Birini Diğerine Tercih Etme:

 

Eğer herhangi bir tevil yoluyla, birbirine zıd görünen delilleri bağdaştır­mak mümkün olmazsa, duruma bakılır:

Onlardan birinin (zaman itibariyle), diğerinden daha sonra geldiği tesbit edilemez ise, tercih yollarından biriyle, delillerin biri diğerine tercih edilir.

 

A. Tercih Şekilleri

 

Metinlerde tercih şöyledir:

a. En kuvvetli sayılan muhkem İle onun alt derecesinde olan nıüfesser, bir­biriyle çeliştiklerinde muhkem mülessire tercih edilir.

Mesela: "... İffetli kadınlara zina isnad edenlerin şahidliklerini ebediy-

yen kabul etmeyin"[10] âyetinde "ebediyyen" ifadesi bulunduğu için bu âyet muhkemdir. "...İçinizden adalet sahibi iki kişiyi yaptıklarınıza şahid tu­tun..."[11] âyeti ise, müfesserdir. Muhkem olan birinci âyet, müfesser olan ikin­ci âyete tercih edilir ve zina iftirasında bulunanın tevbe ederek adil olma sı­fatına sahip olması halinde dahi şahitliğinin bir daha kabul edilemeyeceği hükmüne varılır.

b. Müfesser ile onun alt derecesinde olan nass birbiriyle çelişirse, müfes-serler nasslara tercih edilirler. Mesela: "Adet görme dışında kendisinden kan giden kadın, her namaz vakti için abdest alır"[12] hadis-i şerifi müfesserdir. Buna mukabil, adet görme dışında kendisinden kanın gittiğini soran hanıma, Resulullah'ın: "Ey Fâtime! Sen her namaz için abdest al”[13] buyurması ise, bir nassdır.

Burada müfesser nassa tercih edilir ve adet görme dışında kendisinden kan giden kadının, her namaz için değil, her namaz vakti için abdest alması ge­rektiği hükmüne varılır.'

c. Nass ile onun alt derecesinde bulunan zahir'in çelişmeleri halinde, nass, Zahir'e tercih edilir.

Mesela: "... Size helal olan ve hoşunuza giden kadınlardan iki, üç ve dör­de kadar evlenin.. ."[14] âyet-i kerimesi nassdır. Dörde kadar hanımla evlenilebileceğini ifade etmektedir.

Buna mukabil "evlenilmeleri haram olanlar dışında, iffetli olarak, zi­na etmeyerek, mallarınızla, evlenmek istemeniz size helal kılındı..."[15] âyeti ise, zahir'dir.

Evlenilecek kadınlar için her hangi bir sayı sınırı belirtmemektedir. Bura­da Nass olan birinci âyet, ikinciye tercih edilir ve dörtten fazla kadınla ev-lenilemeyeceği hükmüne varılır.

d. Delaletu'l-İbare ile Delaletıf1-İşare. birbirleriyle çeliştikleri zaman, bi­rincisi daha kuvvetli olduğundan, ikincisine tercih edilir.

Mesela: "Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas yapma size farz kılındı"[16] âyet-i kerimesi, delaletul-ibaresiyle, her kasıtlı katile dünyada kı­sasın gerekli olduğunu' ifade etmektedir. Buna karşılık "kim bir mü'mini ka­sıtlı olarak öldürürse, onun cezası cehennemdir. Orada ebedi olarak kalacaktır"[17] âyeti delalü'l-işare'si ile 'kasıtlı katile, ahirette cezasını çekece­ğinden, dünyada kısas cezası uygulanmaz" manasını ifade etmektedir. Bu iki delaletten birincisi tercih edilir ve kasıtlı katile, ahirette göreceği cezaya ila­veten dünyada da kısas uygulanacağı hükmüne varılır.

e.  Delaletu'I-İşare ile Delaletu'l-Fahva'nın birbirleriyle çeliştikleri zaman da birincisi daha kuvvetli olduğu için İkinciye tercih edilir.

Mesela: "Kim bir mü'mini kasıtlı olarak öldürürse, onun cezası, cehen­nemdir. Orada ebedi olarak kalacaktır"[18] âyet-i kerimesi delaletu'l-işaresiyle 'kasıtlı katile, ahirette cezasını çekeceğinden dünyada kısas cezasının uygulanmayacaağım ve cezanın bir uzantısı olan keffaretin de gerekmediği' manasını ifade etmektedir. Şu âyet ise: "Kim bir mü'mini hata İle öldürür­se, keffaret olarak bir mü'min köle azad etmesi, bir de öldürülenin aile­sine diyet ödemesi gerekir..."[19] delaletu'l-fahvasıyla 'kasıtlı katile de keffa-retin gerektiğini' ifade eder ve bu İki delalet birbiriyle çelişirler. Birincisi da­ha kuvvetli olduğu için ikinciye tercih edilir ve kasıtlı katile keffarel gerek­mediği hükmüne varılır.

f.  Delaletu'l-Fahva ile Delaletu'l-İktİza'nın çelişmeleri halinde de birinci deelalet şekli daha kuvvetli olduğundan ikinciye tercih edilir.

 

Hadisler Arasında Tercih

 

Yukarıda zikredilen tercih şekilleri hadisler İçin de geçerlidir. Bu tercih yol­ları dışında hadislerin birbirlerine tercihi için başka yollar da vardır. Bunla­rı da şu şekilde özetlemek mümkündür: Eğer iki hadis-i şerif birbirleriyle çe­lişiyorlarsa:

 

1. Fıkıh Alimlerinin Tercih Şekilleri:

 

a. Mütevaûr olan hadis, mütevatir olmayana tercih edilir. Meselâ, mut'a ni­kâhının yasaklandığını beyan eden mütevatir hadis, bunun caiz olduğunu İfa­de eden ve Abdullah b. Abbas'a isnad edilen ahad hadise tercih edilir. Bu ko­nu bilalıere izah edilecektir.

b. Ravilerinin hepsi adil olan hadis, ravilerinin bazıları zayıf olan hadise tercih edilir.

c. Şafii ve Hanbel Üzere göre sened zinciri bitişik olan hadis, sened zinci­ri kopuk olan mürsel hadise tercih edilir.

d. Hadislerin dereceleri aynı ise, Ebu Hanİfe, fakih olan sahabinin rivayet ettiği hadisi, fakih olmayanın rivayet ettiğine tercih eder. İmam Malik, Me­dine halkının amel ettiği hadisi, onların amel etmediklerine tercih eder.

 

2. Hadis Alimlerinin Tercih Şekilleri:

 

Hadis alimleri; yukarıda zikredilen tercih sebeplerine ilaveten şunları da tercih sebebi saymışlardır:

Eğer İki hadis birbiriyle çelişir ve bağdaştınlmalan da mümkün olmazsa, tercihler şöyle yapılır:

a. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesei, Tİrmizi ve İbn Mace'nİn ittifakla ri­vayet ettikleri hadis, bunların ittifak etmedikleri hadise tercih edilir.

b. Daha sonra, Buhârî ve Müslim'in İttifak etlikleri hadis, diğerlerine ter­cih edilir.

c. Sonra, Buhârî'nin rivayet ettiği hadis, diğerlerinin rivayet ettiklerine ter­cih edilir.

d. Sonra, Buhârî'nin aradığı şartları kuşatan hadis, bunlara sahip olmaya­na tercih edilir.

e. Sonra, Müslim'in aradığı şartlara sahip olan badis diğerlerine tercih edi­lir.

f. Haram kılan nas, helal kılana tercih edilir.

 

Delillerden Birinin Hükmünün Neshi

 

Şayet delillerin bağdaştırılması mümkün olmazsa bunlardan birinin hük­münün kaldırıldığına karar verilir ve bu meseleye nasih ve mensuh mesele­si denilir. Bu konuda şunlar, zikretmek uygun görülmektedir.

 

1. Neshin Ehemmiyeti:

 

Abdurrahırum b. Habib es-Selemi diyor ki: Hz. Ali, insanlara kıssalar an­latan bir hikayecinin yanından geçti ve ona: "Sen, nasibi, mensuhtan ayırma­yı biliyor musun? dedi. O da: "Hayır" diye cevap verdi. Bu defa Hz. Ali ona: "Hem kendin helak oldun. Hem de İnsanları helak ettin" buyurdu."[20]

Said b. Feyruz Ebu Buhleri[21] diyor ki: "Hz. Ali, Küfe Mescidinde insan­lara kıssalar anlatan bir hikayeciyi gördü ve onun için: "Bu adam, beni ta­nıyın, beni tanıyın. Ben falan oğlu filanım" diyor. Sorun ona bakalım nasilı-le mensubu birbirinden ayırabiliyor mu? dedi. Ona: "Mü'nıinlerin emirİ sa­na diyor ki: Nasilıle mensubun farkını biliyor mu?" elediler. O da: "Hayır" dedi. Bunun üzerine Hz. Ali: "Bir daha gelip burada konuşmaya kalkışmasın" buyurdu."[22] Dahhak b. Muzahim diyor ki: "Abdullah b. Abbas, kıssalar an­latan bir hikayecinin yanından geçti ve ona ayağı ile vurdu, sonra ona: "Sen, nasihle mensuhun farkını biliyor musun? dedi. Adam, hayır dedi. Bu­nun üzerine Abdullah b. Abbas ona: Hem kendin helak oldun, hem de başkalarını helak ettin dedi."[23]

Görüldüğü gibi Hz. Ali ve İbn Abbas, nasih ve mensuhun ne demek ol­duğunu bilmeyen vaazlara sohbet etmeyi yasaklamışlar ve onların hem ken­dilerini hem de diğerlerini helak ettiklerini beyan etmişlerdir. Bu da konu­nun çok önemli bir konu olduğunu göstermektedir. Buna hayret edilmeme­lidir. Zira nasih ve mensubu bilmeyenlerin, kaldırılan hükümleri geçerli, son­radan gelen hükümleri geçersiz zannetmeleri ve ona göre fetva vermeleri her zaman muhtemeldir. Böylece hem kendileri günah işlerler, hem de diğer in­sanları saptırırlar. Bu nedenle müçtehid olan veya fetva makamında bulunan alimlerin bunları bilmeleri kaçınılmaz bir zarurettir.

 

2. Nesih Kavramı:

 

Nesih kelimesinin lügatta bir kaç manası vardır.

A. Alıntı yapmak ve aktarmak. Bir kitabın diğerinden kopya edilmesi gi­bi. Kur'anı Kerim, Levh-i Mahflız'dan alındığından, bu manaya göre Kur'anın tümüne neshedilen (Levh-i Mahfuzdan aktarılan) demek caizdir. Şu âyet-i kerimede geçen "yazıyoruz" diye tercüme edilen ve nesih kökünden türeti­len "nestensihu" kelimesi, bu manada kullanılmıştır. "İşte Kitabımız size ger­çekleri söylüyor. Şüphesiz Biz, dünyada iken yaptıklarınızı yazıyor (kop­ya ediyor)duk."[24] Nesh'in lügattakt bu manasının konumuzla herhangi bir alakası yoktur.

B.  Bir şeyi iptal edip başkasını onun yerine koymak. "Güneş gölgeyi nes-hetti" cümlesindeki '"neshetti" ifadesi, bu manadadır. Yani, güneş gölgeyi kal­dırıp onun yerine geldi demektir. Bizim konumuzla ilgili olan ve şu âyette de zikredilen nesihten maksat, işte budur. "Biz, bir âyeti nesheder (hükmü­nü, kaldırır) veya onu unutturursak, daha iyisini veya aynısını getiri­riz..."[25]

- Basra valisi Utban b. Ğazvan'ın şu hutbesinde geçen nesih de bu ma­nadadır: "Halid b. Umeyr el Adevi diyor ki: Utbe b. Gazvan bize bir hutbe irade etti. Allah'a hamdedip onu övdükten sonra şunları söyledi: ... Hiçbir peygamberlik yoktur ki, neshedilip sonunda kıralhğa dönüşmüş olmasın. Siz­ler, bunları duyacaksınız ve bizden sonra bir çok valileri deneyeceksiniz."[26]

"Zamanlar ve çağlar birbirlerini neshettiler" cümlesindeki nesih de bu manadadır. Bir zaman veya çağ gider, başkası onun yerine gelir demektir.

C. Bir şeyi giderip yerine herhangi bir şey koymamak. "Rüzgar izleri nes­hetti" cümlesindeki nesih bu manadadır.

"Rüzgar hiç bir iz bırakmadı" demektir. Şu âyette geçen, nesih kökünden türetilen ve giderme olarak tercüme edilen "yensahu" ifadesi de bu mana­dadır. "...Allah, şeytanın soktuğu şüpheleri giderir (nesheder)."[27]

Kur'an-t Kerimde bu manada neshin bulunup bulunmadığı ihtilaflıdır. Ebu Ubeyde, Kur'anda bu manada neshin olduğunu, Resulullah'a bazı sûreler İnip sonra kaldırıldığını, insanların onu yazıp okumadıklarını iddia etmiş.

Nesih kelimesinin ıstılahı manasına gelince; fıkıh usulü alimleri, bunu çe­şitli şekillerde tarif etmişlerdir. Bunlardan en meşhurları şunlardır:

a. Nesih, şer'i bir hükmün müddetinin sona erdiğini açıklamadır. Bu ta­rife göre neshin iki yönü vardır. Allah Tealaya göre nesih, geçici olan bir hük­mün sona erdirdiğini beyandır.

Bize göre nesih ise, bir hükümle başkasını değiştirmektir. Çünkü biz, kal­dırılan hükmün geçici olduğunu bilemeyiz.

b. Nesih, istikrar bulan bir hükmün daha sonra gelen bir hitapla kaldırıl­masıdır. Öyle ki, ikinci hitap olmasaydı, birinci hüküm geçerli sayılırdı.

c. Nesih, şeriatın koyucusunun, daha sonra beyan ettiği bir delille, şer'i bir hükmü kaldırmasıdır.

Bütün tariflere göre, nesihte geliş zamanları farklı olan iki ayrı nassın bu­lunması gerekmektedir. Bunlardan önce gelen ve kaldırılana mensuh, son­ra gelen ve sabit kalana da nasih denilmektedir.”[28]

 

3. Neshe Misaller;

 

a. Önceki ümmetlerde geçerli olan ve İslâm gelince neshedilip kaldırılan hükümlere bir örnek: Yahudilere, belli hayvanların ve İç yağlarının haram kı­lınıp sonra Muhammed (sav) ümmetine helal kılınmasıdır. Bu hususta Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Biz, yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıl­dık. Sığır ve davarın İse, sırt, bağırsak ve kemik yağlarının dışında iç yağ­larını da haram kıldık. Azgınlıklarından dolayı, onları bu şekilde cezalan­dırdık.. ."[29] Diğer bir âyette ise şöyle buyuruyor:

"Ey Muhammedi De ki: "Bana v a hy olu ilanlarda, yiyen bir kişinin ye­diği herhangi bir şeyin haram olduğuna dair bir hüküm bulamıyorum. An­cak, leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki, bu pistir- yahut doğru yol­dan çıkarak Allah'tan başkası adına kesilen hayvanların yenmesi müstes­nadır (haramdır)."[30]

Görüldüğü gibi, birinci âyette yahudilere, deve, kaz, ördek gibi tırnaklı hayvanların; sığır ve davarın da belli iç yağlarının haram kılındığı beyan edil­mekte, ikinci âyetle İse, bunların Muhammed (sav) ümmetine yenmesi ya­saklanan şeyler arasında bulunmadıkları zikredilmekte ve yahudilere, azgın­lıkları sebebiyle koyulan bir kısım yasakların. Muhammed ümmetinden kal­dırıldığı ifade edilmektedir.

b. İslâmcla önce var olan daha sonra kaldırılan hükümlere misal: Ölen kişinin ölümü anında anne ve babasına ve diğer akrabalarına vasiyet etmesi­nin farz kılınması, daha sonra miras paylarını belirten âyetlerle neshedilme-sidir. Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Sizden birine ölüm geldiği zaman, eğer geride mal bırakıyorsa, anne-babaya ve akrabalara, örfe göre vasiyette bulunmanız, size farz kılındı. Bu, muttakiler üzerine bir borçtur.[31] Diğer bir âyette ise şöyle buyuruyor:

"Allah size, evlatlarınızın miras taksimi hususunda, erkeklerin payla­rının kadınların İki katı olmasını emretmektedir... Eğer ölen, ana ve ba­ba ile birlikte çocuklar da bırakırsa, ana ve babanın her birinin tereke­den payı altıda birdir. Şayet ölenin çocuğu yok da, kendisine ana ve ba­bası mirasçı oluyorsa, annenin payı üçte birdir..."[32]

İşle Nisa Sûresi'nin bu âyeli bundan sonra gelen âyet, bir de en son âyeti, aynı surede geçen ve ana-babaya, akrabalara vasiyet etmeyi tarz kılan âyeli, neshelmişler. hükmünü geçersiz kılmışlardır.

Bu hususla Abdullah b. Abbas diyor ki: Kişi ölünce, malı çocuğuna ka­lırdı. Ana ve babaya ise vasiyel edilirdi. Nihayet Allah Teala bu hükümlerden dilediğini neshetti (kaldırdı). Erkeğe, iki kadının payı kadar verdi. Ana ve babadan herbirine mirasın yerine göre altıda birini veya üçte birini ver­di. Karıya, sikizde bir veya dörtte bir pay verdi. Kocaya mirasın yansını ve­ya dörtte birini verdi."[33]

c. Daha önce gelen bir hadis-i şerifin, sonra gelen bir hadisle neshedil-diğine misal ise, şu hadis-i şeriftir:

"Ben, sizlere kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Artık onları ziya­ret edin. Üç günden fazla kurban etlerini bekletmenizi yasaklamıştım. Bundan sonra o etleri uygun gördüğünüz kadar bekletin. Yine ben sizlere deri su kapları dışındaki kablarda bulunan şiraları (üzüm sularını) içme­nizi yasaklamıştım. Artık bütün kaplarda olan şiralardan için. Ancak, sarhoşeden birşeyi içmeyin."[34] Hadisin başka bir rivayeti şöyledir: "Bensiz-lere, kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Muhammed'e annesinin kab­rini ziyaret etmeye dair izin verildi. Sizler de kabirleri ziyaret edin. Zira bu ziyaret ahireti hatırlatır.”[35] Görüldüğü gibi, hadis-i şerifte daha önce bel­li şeylerin yasaklanıp daha sonra serbest bırakıldığı beyan edilmektedir.

 

4. Neshin Hikmeti:

 

Aslında semavi dinler, yaratıcı yüce Mevla tarafından, kullarının menfa­at ve maslahatlarını gerçekleştirmek maksadıyla, onlara gönderilen ilahi ni­zamlardır. Gönderen merci bir, gönderilen yaratıklar da aynı sınıftan olduk­larına göre, semavi dinler arasında ve onların sonuncusu olan İslâm şeriatı­nın kendi içinde nasih ve mensubun olmaması icap etmektedir. Buna rağmen, gerek dinler arasında, gerekse İslâm dininin kendi İçinde nasih ve mensuhun bulunduğu bir gerçektir. O halde bunun sır ve hikmeti nedir? Bu husus­ta şu noktalara dikkat etmek gerekir:

a. Nesih olayı, dinlerin temel esasları olan, Allah Tealanın sıfatları, kulla­rın mutlak menfaatleri, geçmiş ve gelecekle ilgili olan haberler ve benzeri ko­nularda ceryan etmemiştir. Hiç bir semavi din, Allah'ın (hâşâ) zalim olduğu­nu, yalan söylemenin caiz olduğunu, cennet ve cehennemin olmayacağını söylememişlerdir. Zira bunlar dinin temel esaslanndandır.

b. Dinin detayı mahiyetindeki hükümlerde ise, nesih olayı gerçekleşmiş­tir. Sebebi ise, ilk yaratılışından kıyamete kadar devam eden beşeriyetin he-pisinin farklı seviyede olmaları ve her seviyede olana münasip olan hüküm­lerin konulmasıdır. Böylece dinin temel esasları olmayan konularda bütün İn­sanlığı çelikten kalıplar İçine koymak yerine her ümmete, zamanına uygun olan veya terbiyesini icap ettiren hükümler koyulmuş olsun. Mesela, İsrail oğullarının azgınlığını terbiye için onlara belli hayvanlar haram kılınmış ve Cumartesi günü avlanma yasağı konmuş, onlardan sonra gelen ümmetlerden ise bu yasaklar kaldırılmıştır.

 

Îslâmda Neshin Sebepleri:

 

İslâmın kendi içinde neshin vuku bulmasının hikmetleri

a. İnsanları, detaylı hükümlere tedrici bir şekilde alıştırmak, onların düş­kün oldukları kötü huyları aşamalı olarak tedavi etmektir. Buna misal olarak içki ve kumarı zikretmek mümkündür.

İnsanlar, nefsi okşayan içki ve kumara çokça düşkünlerdi. Günümüzün ca­hilleri gibi, İçki içmeyi bir meziyet sayıyorlardı. Allah Teala İçkiyi tedrici bir şekilde yasakladı ve böylece o cahilleri aşamalı bir şekilde tedavi etti.

-Birinci olarak, İçkinin hoş bir şey olmadığını beyan etti ve buyurdu ki;

"Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden sarhoş edici İçki­ler ve güzel rızıklar edinirsiniz..."[36] Bu âyette, güzel rızıklar karşılığında, sarhoş edici içkiler zikredilerek, içkinin güzel bir şey olmadığına işaret edil­miştir.

- ikinci olarak, içki ve kumarın zararlı şeyler olduklarını açık bir şekilde beyan etti ve buyurdu ki,

'"Sana içki ve kumardan soruyorlar. De ki: Onlarda büyük günah var­dır. İnsanlar İçin faydaları da vardır. Ancak günahları faydalarından da­ha büyüktür..."[37] Büyük günahı icap ettiren şeyler insanlar için zararlı olan

şeylerdir.

-Üçüncü olarak, İçkiyi günün uzun bir bölümünde yasakladığını bildirdi ve: "Ey İman edenler! Sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar nama­za yaklaşmayın..."[38] buyurdu. Bu âyetten sonra mü'minler, gündüzün tama­mında, gecenin de bir bölümünde içki İçmiyorlardı.

- Dördüncü olarak, içkiyi ve kuman tamamen yasakladı ve şöyle buyur­du: "Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işin­den birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki, kurtuluşa eresiziniz." "Şüp­hesiz ki, şeytan, kumar ve içki İle aranıza düşmanlık ve kin sokmayı, si­zi Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoymayı ister. Artık bunlardan vaz­geçmez misiniz?"[39]

b. İnsanlara putperestliği hatırlatacak her şeyi yasaklamak, daha sonra ka­falardan bu düşünce silinince, gerçek anlamıyla putperestlik olmayan husus­ları serbest bırakmak, keza kötü alışkanlıklara çağrışım yapacak vasıtaları ya­saklamak, bunlardan tamamen vazgeçilince o yolları serbest bırakmaktır. İş­te şu hadis-i şerifte, kabirlerin ziyaretinin önce yasaklanması putperestliği çağ­rıştıracak davranışlara engel olmak gayesine, belli kaplarda şira içmenin ya­saklanması, içkiyi hatırlatacak vasıtaları ortadan kaldırmak maksadına bina-endir.

Bu maksad hasıl olunca, kabirleri ziyaret ve her türlü kapta şira içmek ser­best bırakılmıştır. "Ben sizlere, kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım, ar­tık onları ziyaret edin... Yine ben sizlere, deri su kapları dışındaki kaplar­dan şira içmenizi yasaklamıştım, artık bütün kaplarda olan şıralardan için. Ancak sarhoş eden bir şeyi içmeyin."[40]

Cahiliye döneminde, mirasın tümü ölenin en büyük çocuğuna veriliyor­du. Bu adeti kırmak için tedrici hükümler koyuldu. Önce, mirastan ana, ba­ba ve akrabalara da vasiyet edilmesi farz kılındı,[41] daha sonra ise, mirasın ölenin yakınları arasında belli paylar şeklinde dağıtılması emredildi.[42]

Hulasa, İslâmda neshin vuku bulması çeşitli hikmetlere binaendir. Yok­sa yüce Mevla'nın -hâşâ- bilmediği bir neticeyi denemesi için değildir. Nes­he bu gözle bakanlar, Kur'anda neshin olamayacağını iddia etmektedirler. Bunlar, neshin hikmetlerini düşünmelidirler.

 

5. Neshin Varlığını Gösteren Deliller:

 

Allah Teala şöyle buyuruyor: "Biz, bir âyeti nesheder (hükmünü kaldı­rır) veya onu unutturursak, daha iyisini veya aynısını getiririz. Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilmez misiniz?"[43]

Diğer bir âyette: "Biz, bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdi­ğimiz zaman ki, Allah ne indirdiğini çok iyi bilir, müşrikler, Peygamber'e: "Sen ancak bir iftiracısın" derler. Hayır! Onların çoğu bunu bilmezler"[44]

buyurmaktadır.

Başka bir âyette de: "Allah, hükümlerden dilediği hükmü siler, diledi­ğini bırakır. Esas kitap O'nun katındadır"[45] buyurmuştur.

Görüldüğü gibi, birinci âyetle, âyetlerin neshedilebileceği veya unutturulabileceği; ikinci âyette, âyetlerin birbirleriyle değiştirileceği; üçüncü âyette ise, Allah'ın dilediğini silip kaldıracağı ve dilediğini de olduğu gibi bıraka­cağı zikredilmektedir. Bunlar da ıstılahı anlamda nesih demektir. Nitekim, ölen kişinin ana-baba ve akrabalarına, örfe göre vasiyet etmesi farz kılınmış[46] da­ha sonra, bütün akrabaların mirastaki paylan belirlenmiş [47]ve Önceki âyet nes-hedilmiştir. yine ölen erkeğin hanımının bir yıla kadar iddet bekleyebilece­ği beyan edilmiş [48]daha sonra böyle bir kadının sadece dört ay on gün idde bekleyeceği bildirilerek birinci iddel şekli neshedilmiştir.[49]

Keza, zina ettiği dört şahitle tesbit edilen kadının, ölünceye veya Allah'ın bir çıkar yol göstermesine kadar evlerde göz hapsinde tutulacağı[50] beyan edil­miş, daha sonra ise, bekâr olduğu halde zina eden kadın ve erkeğe yüz so­pa vurulacağı[51] evlenmiş iseler recmedilecekleri bildirilmiş[52] ve evlerde tutma cezası neshedilmiştir.

Yine İnsanların hem açığa vurdukları, hem de içlerinde gizledikleri kötü niyetlerinden sorumlu olacakları beyan edilmiş,[53] daha sonra ise, kişinin an­cak gücünün yettiğinden sorumlu olacağı, içinden geçirdiği kötü niyetlerin­den sorumlu tutulmayacağı bildirilmiş[54] ve birinci âyet neshedilmiştir.[55] Bun­ların benzerleri çoktur. Bilahere zikredilecektir.

Ancak Mutezile mezhebine mensup olan Ebu Müslim el-İsbahani, Kur'an-da neshin olmadığını ve neshin varlığını ifade eden âyetlerden maksadın, Kuran âyetleri değil, mucizeler olduğunu, neshe örnek gösterilen misalle­rin birbirleriyle bağdaşlınlabilineceğini söylemiştir.

Bu meseleye konumuzun sonunda değinilecek, Ebu Müslim'in ve onu tak-lid eden modernisücrin şaz duruma düştükleri görülecektir.

 

6. Neshin Şartları:

 

Bir hükmün, neshedilmeye müsait olması için aşağıda zikredilen şartları içermesi gerekir. Aksi takdirde hükmün neshi mümkün değildir. Bu şartlar özelle şunlardır:

a. Nesheden ve neshedilen hükümlerin birbirleriyle bağdaştırılması İmkan­sız olmalıdır. Daha önce de belirtildiği gibi, iki hükmü herhangi bir tevil yoluyla bağdaştırmak mümkün olursa, ortada nesih diye bir durum olamaz.

b. Nesheden delil, neshedilenden sonra inmiş olmalıdır. Çünkü nesih, bir hükmü kaldırıp diğerini onun yerine koymak veya yerine bir hüküm koyma­dan var olan hükmü sona erdirmektir. Bu da iki delilin bulunmasını, birin­cinin ifade ettiği hükmün, ikinci tarafından kaldırılmış olmasını gerektirir. Bu ise, neslıedenin daha sonra gelmesini icap ettirir. Aksı takdirde, bir anda bir­birine zıt iki hükmün gönderildiği varsayımına ulaşılmış olur ki, hikmet sa­hibi yüce Mevla ve O'nun elçisi Hz. Muhammed (sav) bundan beridirler.

c. Neshedilecek hüküm, aklıselim sahibi olan insanlar tarafından iyiliği ve­ya kötülüğü hakkında ittifak edilen bir hüküm olmamalıdır. Zira, gerçekten İyi olan hükümlerin emredileceği ve kötü olanların da yasaklanacağı ve bun­ların değişmeyeceği muhakkaktır. Çünkü Allah, İslâm nizamını kullarının men­faat ve maslahatlarını gerçekleştirmesi ve onlara gelecek zararları önlemesi için göndermiştir.

Bu nedenle, yalan söylemeyi, zulmü, hayasızlığı ve benzeri kötülükleri ya­saklayan, Allah'a imanı, ana-babaya itaati, dürüstlüğü, adil olmayı ve benze­ri iyilikleri emreden hükümlerin neshedilmeleri imkansızdır. Ancak bazı ümmetleri cezalandırmak için temiz olan şeylerin onlara yasaklandığı vardır. Mesela, İsrail oğullarına azgınlıkları sebebiyle, Cumartesi günü avlanmanın ve belli tırnaklı hayvanların etlerinin yasaklanması bir cezalandırmadır. Böy­le bir durumda, kulların menfaatine olan şeylerin neshedilmeleri mümkün­dür ve olmuştur. Bu bir istisnadır.

d. Neshedilecek hüküm, ebedilik ifade eden bir kayıtla kayıtlı olmama­lıdır. Aksi takdirde neshi mümkün değildir. Çünkü hem bir hükmün ebedi­liğini bildirmek, hem de onu sonradan kaldırmak bir çelişkidir. Mesela, cihad etme farzı, neshedilmesi imkansız olan hükümlerdendir. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "...Cihad, Allah'ın beni göndermesinden itibaren ümmetimin sonu Deccalle savaşmcaya kadar, devam edicidir. Onu ne zali­min zulmü iptal edebilir, ne de adaletlinin adaleti.”[56]

 

Neshedilmesi İmkansız Olan Hükümler:

 

Bu şartlara göre şu hükümlerin neshedilmeleri imkansızdır:

A.  Dinin Aslını Teşkil Eden Hükümler.

İtikatla ilgili olan hükümler bu türdendir. Mesela; Allah'a, ahiret gününe iman etmeyi emreden. Allah'a ortak koşmayı ve zinayı yasaklayan hüküm­lerin neshedilmeleri mümkün değildir. Zira bunlar, dinden dine değişmeyen İlahi düsturlardır.

B.  Ahlâk Ve Faziletin Temelini Teşkil Eden Hükümler.

Mesela; adaletli olmayı, ana-babaya iyi davranmayı, dürüst olmayı emre­den, zulmü, yalanı ve başkalarının hakkını yemeyi yasaklayan hükümlerin kaldırılıp, yerlerine bunların zıddı hükümlerin konulması mümkün değildir.

C.  Ebedilikle Kayıtlanan Hükümler.

Naslarda zikredilen herhangi bir hüküm, "ebedî" kaydı İle kayıtlı olursa, neshedilmesi kabil değildir.

D. Halvr. vaad ve lehdid İfade eden hükümler de neshedilemezler. Çünkü, bLinların neshi haber verenin yalancılığını ifade eder.   

E. Naslarla tesbit edilmeyen hükümler.

Çünkü nesih, naslarda bulunan bir özelliktir. Naslar dışında olamaz. Buna göre;

a. İcmaın, Kitap ve .sünneti neshelmesi mümkün değildir. Çünkü bir nas kesin ise, onun hilafına icma yapılama?;. Kğre nas zanni bir delil ise, onun aksine icma yapmak mümkündür. Bu da şunu ifade eder:

Fıkıh alimleri, zanni delile muhalif olan ve daha tercihe şayan görülen bir delile dayanarak icma etmişlerdir. Artık bu icma'ı bozmak caiz değildir.

b. Kitap ve sünnetin de icma'ı neshetme ihtimali yoktur. Zira neslıedenin daha sonra gelmesi şarttır. Kitap ve sünnet ise, icmadan önce vardır.

c. Kitaba veya sünnete yahut kıyasa dayanılarak yapılan icma, yeni bir ic­ma ile neshedilemez.

d. Maslahata dayanılarak yapılan icmaın neshedilmesi mümkündür. Zira zamanla maslahatlar değişebilir,

e. Kıyas, kitap, sünnet ve icmaı neshedemez. Zira kıyas yapabilmek için Kitap, sünnet ve icmaın bulunması gerekir, yoksa kıyas batıldır.

f. Kitap, sünnet ve İcmaın, kıyası neshetme ihtimalleri de söz konusu de­ğildir. Zira bunlar, kıyaslan önce mevcuttur. Önce gelenin sonra geleni nes-hetmesi ihtimal dışıdır.

g.  Kıyas, kıyası neslıedemez. zira kıyas, görüşe ve içtihada dayalı olan bir delildir. Görüşün görüşü neshetmesi sözkonusu değildir. Ancak bir müetehidin kıyası, diğer bir müetehidi bağlamaz. O, daha farklı bir hükme vara­bilir. Bu bir nesih değil, başka görüş ileri sürmektir.

 

7. Neshin Zamanı

 

Şüphesizki nesih, Resulullah (sav) hayatta iken mümkündür. Onun vefa­tından sonra neshin bulunması İmkânsızdır. Çünkü nesih, vahiy ile olur. Resulullah (sav)'ın al lirete İntikalinden sonra vahiy kesilmiştir. Ayrıca nesneden delilin, neshedilene- eşit olması şarttır. Vahye eşil olacak hiç bir şey yoktur ki, onu neslıedebilsin.

 

8. Neshin Kısımları

 

Nesih, açık nesih, kapalı nesih olmak üzere iki ana kısma ayrılmaktadır.

 

A. Açık Nesih:

 

Açık nesihte, kaldırılan hükmün sona erdiği açıkça beyan edilir. Resulullah (sav)'ın şu hadis-i şerifinde durum böyledir:

"Ben sizlere, kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Artık onları ziya­ret edin. Üç günden fazla kurban etlerini tutmanızı yasaklamıştım. Bundan sonra o etleri uygun gördüğünüz kadar tutun. Yine ben sizlere, deri su kapları dışındaki kaplarda bulunan şiraları içmeyi yasaklamıştım. Artık bütün kaplarda olan şiralardan için. Yalnız sarhoş eden bir şeyi içmeyin.”[57]

Kıblenin neshini beyan eden âyet de açık neshe misaldir:

"Ey Muhammed! Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni, sevdiğin kıbleye mutlaka çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzününüz onun tarafına çe­virin..." [58]Bu âyette de ilk kıble olan Kudüs'ün kıble olmasının neshedildiği açıkça beyan edilmektedir.

 

B.  Kapalı Nesih:

 

Örtülü olan nesihde, kaldırılan hükmün sona erdiği açıkça beyan edilme­mektedir. Ancak ortada, birbiriyle çelişen ve bağdaştınlmalan imkânsız olan iki nas bulunur ve bunlardan birinin daha sonra geldiği bilinir. Böylece son nassın birinciyi neshettiği kararına varılır. Örtülü olan nesih, kendi arasında iki kısma ayrılmaktadır:

 

a. Hükmün Tümünü Nesih:

 

Burada kapalı nesih Önceki hükmün tümünü neshetmiş olur. Fertlerinden hiç biri istisna edilmiş olamaz. Bu şıkka misal olarak beyi ölen hanımın İddet bekleme süresini belirten şu iki âyet zikredilmektedir:

"İçinizden ölüp de geride eşler bırakan erkekler, kadınlarının evlerin­den çıkarümayarak, bir yıla kadar bakılmasını vasiyet etsinler..."[59] Bu âyet, ölenin hanımının bir yıl idde! bekliyeceğini ifade etmektedir.

"Sizden ölen ve geride eş bırakan erkeklerin eşleri, dört ay on gün iddet beklerler..."[60] Bu âyet ise, Ölenin hanımının dört ay on gün iddet bek­leyeceğini İfade etmektedir. Naslann içinde birbirlerini neshettiklerine dair herhangi bir açıklama yoktur. Fakat iki nasda belirtilen iddet süresi birbiriy­le çelişmekte ve sıralamada önce de olsa, dört ay on günü içeren âyetin da­ha sonra indiği bilinmektedir. Bu itibarla bu âyetin bir yıl süreyi içeren âyeti zımnen (kapalı olarak) neshettiği hükmüne varılmıştır.

Ancak bazı alimler, iki âyetin birbirleriyle bağdaştırılabileceğini, neshe ge­rek olmadığını, zira iddetin bir yıi olduğunu belirten âyetin kadının kocası­nın evinde bir yıl kalma hakkına sahip olduğunu ifade ettiğini, diğerinin ise, kadının her halükârda dört ay on gün İddet beklemesi İcap ettiğini ifade bu­yurduğunu söylemişlerdir.

 

b. Hükmün Bir Bölümünü Nesih:

 

Burada ise, kapalı nesih, önceki hükmün fertlerinden yalnız bir bölümü­nü nesheder. Diğer fertler için önceki hüküm geçerlidir.

Bunun misali ise, iffetli kadınlara zina isnad edip de iddialarını doğrula­yacak dört şahit getiremeyen iftiracılar ve böyle bir iddiada bulunan koca­dır. Bu hususta yüce Mevla şöyle buyurmuştur:

"İffetli kadınlara zina isnad edip de sonra dört şahid getiremeyenle­re seksen değnek vurun..."[61] Görüldüğü gibi, bu âyet-i kerime, iffetli kadın­lara zina isnad edip de dört şahid getiremeyen herkese seksen değnek vu­rulmasını ifade etmektedir. Şu âyette ise, kocanın farklı bir hükme tabi ol­duğu beyan edilmektedir:

"Karılarına zina isnad edip de, kendilerinden başka şahitleri olmayan kocaların şahitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Al­lah'ı şahid tutup yemin etmesiyle olur."[62]

Görüldüğü gibi, bu âyette kocanın karısına zina etti iddiasında bulunma­sı halinde, dört şahit getiremezse, ona dört defa yemin ellirileceğİ, eğer ye­min ederse, artık ona .sopa vurulmayacağı beyan edilmiş ve birinci âyetin ge­nel hükmünden kocalar İstisna edilmiştir. İşle bu ela hükmün belli fertlerini kapatı bir şekilde nesihtir.

Ancak bu İki âyeti, nasih ve mensuh kabul etme yerine bunlardan birin­cisini anım (genel hüküm ifade eden), İkincisini de onu tahsis eden (belli fert­leri İstisna eden) kabul elmek daha isabetlidir. Böylece iki nassın da tevil edi­lerek bağdaştmlmalan sağlanmış olur.

 

9. Neshin Şekilleri:

 

Nasih ve mensuhla ilgili olan en önemli konulardan biri de neshin çeşit­li şekillendir. Çünkü neshin dinler arası nesih, âyetler arası nesih, hadisler arası nesih, âyet ve hadis arası nesih, sadece hükmü nesih, sadece tilaveti ne­sih, hem hükmü hem de tilaveti nesih, bir defa nesih, tekrar eden nesih, hük­mün yapılmasından sonra nesih, hükmün yapılmasından önce nesih, yerine hüküm konularak nesih, konulmayarak nesih, hafifi getirip ağırı nesih, ağı­rı getirip hafifi nesih gibi çeşitli şekilleri vardır. Bunlar, misalleriyle birlikte İzah edilmeye çalışılacaktır.

 

A. Dinler Arası Nesih:

 

Daha Önce izah edildiği üzere, semavi dinleri gönderen yüce Mevladır. Bunların kaynağı tek olduğundan, temellerini teşkil eden hükümlerde deği­şiklik söz konusu değildir. Mesela, Allah'ın varlığı ve birliğine, ahiret günü ve ondaki hesaba iman etme gibi, itikadi konuların geçmiş ümmetlere ait olan veya gelecekte tahakkuk edeceği bildirilen haberlerin neshedilmeleri imkân­sızdır.

Buna karşılık, belli şeylerin helal veya haram kılınması gibi, kulların yü­kümlü kılınacakları hükümlerde insanlık geliştikçe nesih hadisesinin vuku bul­duğu görülmektedir. İlahi dinlere mensup olan insanlar bu gerçeği kabullen­mektedirler.

Ancak yahudiler, dinlerin arasında neshin olmayacağını, bunun bir karar değiştirme sayılacağını, yüce Mevla'nın da bundan uzak olduğunu, çünkü ka­rar değiştirme, sonucu bilmemeden kaynaklanacağını söylemişlerdir.

Aslında nesih, bir karar verip sonra onu değiştirmek değildir. Nesih, ge­çici olduğu Allah tarafından bilinen ve kullar tarafından bilinmeyen hü­kümlerin sürelerinin sona erdiğini beyan etmektir. Bunda yüce Mevla'ya bir eksiklik isnad edilmesi sözkonusu değildir. Zira, bir kısım insanların mane­vi hastalıklarını tedavi elmek için onlara belli yasaklar koymak, bu hastalık­lara yakalanmayanlardan o yasaklan kaldırmak bir eksiklik değil, aksine hik­metli davranmaktır. Şeriatın koyucusu hakim olan Allah Tealaya yaraşan bir sıfattır.

Nitekim. Allah Teala. İsrail oğullarının buzağıya tapmaları yüzünden on­ları cezalandırarak tevbelerinin birbirlerini Öldürmeleri şeklinde kabul edi­leceğini bildirmişti. "Bir zaman Musa kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Buzağıyı ilah edinmekle şüphesiz kendinize zulmettiniz. O halde yarata­nınıza tevbe edin ve birbirinizi öldürün. Yaratanınız katında bu sizin için daha hayırlıdır..."[63] Halbuki Muhammed (sav) ümmetinin tevbesinin bir daha yapmamaya karar verip Allah'tan aff dilemesiyle kabul edeceğini beyan etmiştir.

Yine Allah Teala, İsrail oğullarının azgınlıkları yüzünden onlara deve, kaz, ördek gibi bazı tırnaklı hayvanların etlerini yemeyi, Cumartesi günü avlanmayı yasaklamış,[64] Muhammed ümmetinden bu yasakları neshedip kaldır­mıştır.[65] Kaldırılan diğer hükümlerin de çeşitli hikmetleri vardır.

Diğer yandan yahudilerin kendi Tevratlarında dinler arası nesihlere örnek­ler zikredilmektedir. Mesela, bir yerde şu ifade geçmektedir: "Allah Teala, Nuh'a gemiden çıktığı zaman şöyle buyurmuştur: Ben, bütün canlıları sana ve soyundan gelenlere yiyecek kıldım. Bunları size bitkiler gibi serbest bı­raktım. Kan hariç. Onu yemeyin. Sonra AHalı, Musa'ya ve İsrail oğullarına bir çok hayvanı haram kıldı."

Bu hüküm nesih değil de ya nedir?

Ellerindeki Tevratın başka bölümlerinde şu ifadeler geçmektedir: "Adem (a.s), kardeşi bacı ile evlendiriyordu. Sonra Allah bunu, Musa (a.s) ve diğer­lerine haram kıldı." "İbrahim Halilu'r-Rahman'a, oğlunu boğazlamasını em­retti. Sonra ona; 'oğlunu boğazlama" buyurdu."

"Musa, İsrail oğullarına, buzağıya tapanlarını öldürmelerini emretti. Son­ra onlardan kılıcı uzaklaştırmalarını emretti."'

Bütün bu ifadeler, nesihe birer örnektirler.

Hulâsa, yahudiler, dinler arasında nesih olayının bulunamayacağını iddia etmişler, fakat ellerindeki Tevratta da nesih olaylarının zikredildiğini unut­muşlardır. Asıl meseleleri İse, sonra gelen hiristiyanlık ve İslam dinine iman etmemelerine bir mazeret bulmaktır.

 

B. Ayetler Arası Nesih:

 

İslâm ümmetinin hemen hemen tümü, Kuran-ı Kerimin âyetleri arasında neshin aklen caiz olduğu ve fiilen de gerçekleştiği üzerinde ittifak etmişlerdir. Ancak Ebu Müslim el-İsbahanî, şülerin bir bölümü ve .son dönem alimlerin­den bazıları, âyetlerin birbirlerini neshelmeleri, aklen mümkün olsa da fiilen gerçekleşmediği kanaatindedirler. Çünkü bir hükmün konulması, iyi oluşu­nu, onu kalclırmaksa, kötülüğünü ifade eder. Bu da meselenin neticesini bil­memeyi gerektirir ki, Allah Teala bundan münezzehtir.

Aslında belli bir şeyin özel bir zamanda İyi, diğer bir zamanda ise kötü olması mümkündür. İlaçlarda durum böyledir. Dolayısıyle bunların dayanak­ları o kadar tutarlı (Jcğildir. Bu mesele daha sonra izah edilecektir.

Kur'an-ı Kerimin âyetleri arasında neshin fiilen gerçekleştiğini beyan eden selef-i salibin ve cumhur ulema, neshediimiş olan âyetlerin sayısı hak­kında ihtilaf etmişlerdir. Bu ihtilafın iki temel sebebi vardır:

a. Bunlardan biri, nesih kavramını farklı şekillerde anlamalardır. Mesela bazı alimler, tahsis, takyid, kasr, İstisna ve neshi aynı şeyler saymışlar ve Kur'anda neshin çokça bulunduğunu tesbit etmişlerdir. Hicri 738'de vefat eden ve bu sahada en geniş eserlerden birini yazan Hibelullah b. Abdurrahman el-Barezî bu türden olan alimlerdendir. İbn cl-Barezi'ye göre Kur'anda iki-yüz kırk dokuz (249) âyet neshedilmiştir. Neshedilen âyetlerin sayısı ise, yüz-sekiz (108) âyettir.

Yine bu alime göre, "kılıç âyeti" diye adlandırılan "Mukaddes olan haram aylar çıkınca, müşrikleri nerede bulursanız Öldürün. Onları yakalayın, çemberinize alın. Her gözetilecek yerden onları gözetin..."[66] âyeti ile el­li bîr surede yüz ondört (114) âyet neshedilmiştir. Bunlar da genel olarak, müşriklerden uzak durmayı, onlardan yüzçevirmeyi ve onlara dokunmamayı ifade eden âyet-i kerimelerdir. Keza buna göre "kıtal âyeti" diye adlandı­rılan, "Kitap ehlinden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyenlere, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayanlarla ve hak din olan İslâmı din edilmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle cizye verinceye ka­dar savaşın"[67] âyeti ile de yedi surede sekiz âyet neshedilmiştir. Bu zatın mi­salleri incelenince, nesih kavramını oldukça geniş tuttuğu görülmektedir. Bu­na göre tahsis, kasr, takyid ve istisnalar da nesihtir.[68]

Halbuki, hicri 117'de vefat eden, nasih ve mensuhla ilgili en eski eseri yaz­dığı bildirilen Kalade b. Deame cs-Sedusî'nin tesbitine göre, Kur'anda nes­hedilen âyetlerin sayısı kırk âyettir. Çünkü bu zat. nesih kavramını daha dar tutmuştur.[69]

Hicri 124'de vefat eden İbn Sihab ez-Zührİ'nin "en-Nasih ve'l-Mensuh" isimli eserinde tesbitine göre ise, Kur'anda neshedilen âyetlerin sayısı yak­laşık olarak kırk âyettir.[70]

Hicri 911 'de- vefat eden Celaleddin es-Sııyııtî'ye göre ise, Kur'anda neshe­dilen âyetlerin sayısı yirmidir.[71]

b. Neshedilmiş olan âyetlerin sayısı hakkında ihtilaf etmelerinin diğer bir sebebi de, âyetleri birbirleriyle bağdaştırmada farklı metodlar takip etmele­ridir. Bazı alimler, var güçleriyle âyetleri birbirleriyle bağdaştırmaya çalışırken, diğerleri, buna gerek görmemişler ve selefin bu husustaki herhangi bir

rivayetini almadan kaçınmamışlardır.

Nesih hususunda ihtiyatlı davrananlardan biri de yukarıda zikredilen Su-yuti'dir.

Biz de Kur'anda neshedilen âyetlere misaller zikrederken, Suyuti'nin tesbitlerini gözününde bulundurmaya çalışacağız.

 

Nesheden ve Neshedilen Ayetlere Misaller:

 

Önce neshedilen âyeti, sonra onu neshedeni zikretmeye çalışacağız:

a. "Sizden birine ölüm geldiği zaman, eğer geride mal bırakıyorsa, ana-babaya ve akrabalara örfe göre vasiyette bulunması, size farz kılındı. Bu muttakiler üzerine bir borçtur."[72]

Bu âyeı, miras hükümlerini getiren Nisa Suresi'nİn onbir, oniki ve yüz yet­miş altıncı âyetleriyle neshedilip hükmü kaldırılmışın-.

Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ölenin malı, çocuklarına veril-Iirdi. Ana-babaya ise, vasiyet yapılırdı. Allah, bunlardan dilediğini neshetti. Çocukların erkek olanlarına, kızların iki katını verdi. Ana-baba'dan her bi­rine (yerine göre) altıda bir veya üçle bir verdi. Karıya sekizde bir veya dört­te bir, kocaya ise yarım veya dörtle bir verdi."[73]

Suyuti diyor ki: "Bazılarına göre bu âyet, miras âyetleriyle; diğer bazıla­rına göre "Şüphesizki Allah her hak sahibine hakkını verdi. Artık mirasçı­ya vasiyet edilemez”[74] hadis-i seriliyle; Başka bir kısım alimlere göre ise, icmayla nesh edilmiştir.”[75]

b."İçinizden ölüpte geride eşler bırakan erkekler, karılarının evlerin­den çıkarılmayarak, bir yıla kadar bakılmasını vasiyet etsinler. Şayet ka­dınlar oradan çıkacak olurlarsa, kendileri için yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur...”[76]

Bu âyet, şu âyetle neshedilmiştir:

"Sizden Ölen ve geride eş bırakan erkeklerin eşleri, dört ay on gün id-det beklerler...”[77]

Bu hususla Abdullah b. Abba.s diyor ki: Birinci âyette “bakılmasını vasiyet etsinler" ifadesi, miras âyetinde kadına verilen dörtle bir veya sekizde bir payla neshedilmiştir. Yine bu âyette geçen "bîr yıla kadar kalma" süresi İse, İkinci âyette geçen "dört ay on gün" ifadesiyle neshedilmiştir.[78]

c. "Boşanan kadınlar, üç ay başı İddet beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorlarsa, Allah'ın rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemele­ri onlar için helal değildir. Kocaları, sulh olmak isterlerse, iddet süresi için­de onları geri almaya daha çok hak sahibidirler...”[79]

Bu âyetin, "Kocaları... onları geri almaya daha çok hak sahibidirler" bö­lümü, "karısını üç talakla boşayan kocanın, karısı, başka bir koca ile evlenip boşanmadan önce onu geri alamayacağını İfade eden şu âyetlerle neshedil­miştir:

"Boşama iki defadır. Bundan sonra kadınlar ya iyilikle tutulur ya da gü­zellikle bırakılır... Eğer erkek bu kadını bir daha boşarsa, kadın başka bir erkekle evlenmedikçe kendisine helal olmaz. Eğer ikinci koca kadını boşarsa, ve onlar da (birinci koca ve kadın) Allah'ın koyduğu sınırları ko­ruyacaklarına kanaat getirirlerse, tekrar nikahla birbirlerine dönmelerin­de her İkisine de bir günah yoktur..."[80]

Bu görüş de, Abdullah b. Abbas'dan nakledilmiştir. Ancak önceki âyetin üç talakla boşanmayan kadınlar hakkında, son iki âyetin de üç talakla bo­şanan kadınlar hakkında olduklarını söyleyerek âyetleri birbirleriyle bağdaş­tırmak mümkündür. Buna göre burada nasih ve mensuh yoktur.

d. "Doğuda, batıda Allah'ındır. Her nereye yönelirseniz, Allah'ın yü­zü (rızası) oradadır..."[81] Bu âyet-i kerime, namaz kılarken herhangi bir ye­re yönelinebileceğini beyan etmektedir. Kıbleye yönelmeyi emreden şu âyetle neshedilmiştir.

"Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni sevdiğin kıbleye mut­laka çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nere­de olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin..."[82]

Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki, Kur'anda ilk neshedilen mesele kıble meselesidir. Bir de boşanan kadınlara, kocalarının tekrar dönebilecek­lerini ifade eden Bakara Sûresi âyet İkiyüz yirmi sekizdir. Zira bir koca ka­rısını üç talakla da boşasa, ona tekrar dönmeye başkalarından daha fazla hak sahibi idî. Bu âyette; "Boşama iki defadır... Bir daha boşarsa kadın başka bir erkekle evlenmcdikçe o kocaya helal değlidir" âyetleri ile neshedilmiştir.[83]

Bera b, Azib de diyor ki, HasuJullah, Medine'ye ilk geldiğinde, annesi ta­ralından dedelerinin veya dayılarının yanında konakladı. O, Kudüs'e doğru yönelerek on altı veya onyedi ay namaz kıldı. Resulullah (sav), kıblesinin Bey-tullah (Kabe) olmasını arzuluyordu. (Nihayet Kabe'nin kıble olduğu bildiril­di.) Resulullah'ın kabeye yönelerek kıldığı ilk namaz, ikindi namazı idi. Bazı insanlar da onunla beraber namaz kılmışlardı. Onunla namaz kılanlar­dan biri çıkıp başka bir mescidde namaz kılan ve rükû halinde olan bir ce­maatın yanına vardı ve "Ben Allah'ı şahid tutarak diyorum ki, Resulullah'la birlikte Mekek'ye yönelerek namaz kıldım" dedi. Cemaat, bulundukları şe­killeriyle Beytullah'a döndüler..."[84]

Bir kısım alimler, kıblenin kabeye döndürülmesin! beyan eden son âyetin, başka bir âyeti değil, hadisi neshetliğini, zira Kudüse yönelmeyi emreden her hangi bir âyet bulunmadığını, bunu Resulullah'in bir inli sünnet olarak yap­tığını söylemişlerdir.

e. "Fuhuş yapan kadınlarınıza karşı içinizden dört şahid getirin. Şahit­lik yaparlarsa, ölüm onları alıncaya veya Allah onlara bir yol açıncaya ka­dar onları evlerde tutun. Sizden fuhuş yapan kadın ve erkeğe eziyet edin. Tevbe edip kendilerini düzeltirlerse, onlardan vazgeçin, "[85]

Bu iki âyet, şu âyetle neshedilip hükümleri kaldırılmıştır. "Zina eden ka­dın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun...”[86]

Bu hususta, Abdullah b. Abbas diyor ki: "Fuhuş yapan kadınlarınıza kar­şı..." âyetinde yalnız kadınların hükmü beyan edildi. "'Sizden fuhuş yapan ka­dın ve erkeğe eziyet edin..." âyetinde ise, kadın ve erkeğin hükmü birlikte zikredildi. Sonra bunlar, "Zina cek-n kadına ve zina eden erkeğe seksener so­pa vurun" üyeliyle neshedildiler. Hükümleri kaldırıldı."[87]

Ubade b. Şamil de diyor ki: (Son âyel İnince) Resulullah şöyle buyurdu: "Benden alın, benden alın. Allah fuhuş işleyenlere bir yol açtı. Evlenmiş olan evlenmiş olanla zina ederse, yüz sopa vurulur, bir de taşlanarak öldürülür. Bekar olan, bekar olanla zina ederse, yüz sopa vurulur, bir de bir yıl sürgün edilir.”[88]

f. "...İçinizde olanı açıklasanız da gizleseniz de Allah onunla sizi hesa­ba çeker. Dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder..."[89] Kulun içinden geçirdiği her şeyden hesap vereceğini ifade eden bu âyet, şu âyetle neshe-dilmiştir. "Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiğiyle mes'ul tutar..."[90]

Bu hususta Ebu Hureyre diyor ki: Birinci âyet inince, Resulullah'ın saha­belerine çok ağır geldi. Onlar, Resulullah'a gelip önünde diz çöktüler ve şöy­le dediler. Ey Allah'ın Rasulü! "Bizler, namaz, oruç, cihad, zekât gibi gücü­müzün yettiği amellerle yükümlü kılınmıştık. Sana bu âyet indi. Biz buna güç yetiremiyoruz..." Daha sonra aziz ve celil olan Allah, "Allah bir kimseyi an­cak gücünün yettiği İle mes'ul tutar..." âyetini indirdi."[91] Bunun benzeri bir hadis de Abdullah b. Abbas'dan rivayet edilmiştir.[92]

g. "Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzeri­nize de Allah'tan korkasınız diye sayılı günler olarak oruç farz kılındı... Gücü yetenlerin, bîr yoksulu doyuracak kadar fidye vermesi gerekir."[93]

Abdullah b. Ömer ve Seleme b. el-Ekva'a göre bu âyetin.......(yetıkune)

bölümünün manası, "güç yetirenler" demektir ve âyetin bu bölümü, bundan sonra gelen şu âyetle neshedilmiştir: "...sizden her kim Ramazan ayına eri­şirse onu oruçla geçirsin..."[94]

Bu hususla Seleme b. el-Ekva' diyor ki: "'Gücü yetenlerin bir yoksulu do­yuracak kadar fidye vermeleri gerekir..." âyeti İnince, dileyen insan orucu­nu yiyor ve yerine fitre veriyordu. Nihayet bundan sonra inen âyet geldi, bu­nu neshetti ve her gücü yetenin oruç tutması gerektiğini beyan etti. "[95] Ab­dullah b. Ömer de aynı görüştedir.[96]

Abdullah b. Abbas ise. âyetteki: "... (yetikunehu) İfadesini güç yetireme-yenler manasına yorumlamış ve âyetin oruç tutmaya güç yetiremiyen yaşlı­ları İfade ettiğini, bunların her gün için bir fakiri doyuracak kadar fitre ver­melerinin emredildiğini, bu itibarla âyetin nesh edilmediğini söylemiştir.[97]

Diğer yandan, yukarıda zikredilen âyetin, "sizden öncekilere farz kılındı­ğı gibi" bölümünün bundan sonra gelen üçüncü âyetle neshedildiği, söylen­miştir. Zira önceki ümmetlerin yalnız akşamlan orucu bozup geceleri de oruç tutma mecburiyeti vardı. İlk zamanlarda müslümanlar da aynı şekilde oruç tutma zorunda olduklarını kabullenerek oruçlarını yalnız akşamleyin açıyorlardı. Fakat bazıları buna dayanamadılar, bu nedenle geceleri oruçlu geçir­me hükmü neshedildi.                                                                                

Ayrıca yine bundan sonraki âyetle: "Sayılı günler" ifadesinden maksadın, "Aşure" orucu veya her ayda üç gün tutulan ve beyaz günler diye isimlen­dirilen günlerin orucu olduğunu ve bu orucun farziyetinin "... sizden her kim Ramazan ayına görürse onu oruçla geçirsin..." âyetiyle neshedildiğini söyle­yenler de vardır.[98]

h "Sana haram ayda savaş etmeyi soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak

büyük günahtır..."[99] âyeti, şu âyetle neshedilmişür: "... Ey iman edenleri Müşrikler sizinle nasıl topluca savaşıyorlarsa, siz de onlarla topluca sa­vaşın. Bilin ki Allah, mutlaka takva sahipleriyel beraberdir."[100]

ı. "Ey iman edenler! Allah'tan hakkıyla korkun ve ancak müslüman ola­rak ölün"[101] âyetinin, "Allah'tan hakkıyla korkun" bölümü şu âyetle nesli edil­miştir: "Gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun..."[102] Birinci âyetin nes-hedilmediğini söyleyenler de vardır.

j. "...Yeminleşerek mirasçı yaptıklarınız kişilerin paylarını da verin..."[103] Bu âyet, bir kısım insanların: "Eğer ben Önce ölür isem, sen bana mirasçı ol. Sen ölür isen, ben sana mirasçı olayın" diyerek yeminleştikle-rini, bunların yeminleri gereği birbirlerine mirastan pay vermelerini emret­mekledir. Ve bunun hükmü şu âyetle neshedilmiştir: "...Akraba olanlar, Al­lah'ın Kitabına göre, birbirlerine daha yakındır..." yani, akrabalar birbir­lerine mirasçı olurlar. Yemini eşerek belli insanlaram mirasçı kılınmaları yer­sizdir. Bu İtibarla neshedilmiştir.[104]

k. "... Eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet veya onlardan yüz çe­vir..."[105] Bu âyet-i kerime, yahudilerin, aralarında hüküm vermesi için Resulullah'a gelmeleri halinde, Rasulullalı'ı, hakemliği kabul edip etmemede serbest bırakmış ve aralarında hüküm vermesini mecburi kılan şu âyetle nes­hedilmiştir: "Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların heva ve he­veslerine uyma..."[106]

1. "... Eğer sizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa, ikiyüz kişiye galip gelir. Siz­den yüz kişi olursa, kâfirlerden bin kişiye galip gelir..."[107] Bu âyet-i ker­ime bir mü'minin, savaşla on kâfire galip geleceğini beyan etmiş, mü'minlerin, sayıca çok olan kâfirlerle savaşmada gevşek davranmamalarını emret­miştir. Bu âyet, yükümlülüğü daha hafifleten şu âyetle neshedilmiştir: "Şim­di ise, Allah yükünüzü hafifletti... Bundan böyle içinizden sabırlı yüz ki­şi çıkarsa, ikiyüz kişiye galip gelir. Bin kişi çıkarsa, Allah'ın izniyle ikl-bin. kişiye galip gelir..."[108] Bu âyet bir mü'minin iki kâfire galip geleceğini beyan etmiştir.

n. "Ey iman edenler! Peygamberle gizli konuşmak İstediğiniz zaman, konuşmazdan önce bir sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı ve daha te­mizdir. Eğer sadaka verecek bir şey bulamazsanız, şüphesizki Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir."[109] Bu âyet-i kerime, Rasuluîlah'la fısıl-daşmak İsteyenlerin, önce sadaka verip sonra bu şekilde konuşabüecekler-ni beyan etmiş ve daha sonra gelen şu âyetle neshedilmiştir: "Gizli konuş­manızdan Önce sadaka vermekten mi çekindiniz? Bunu yapmadığınız halde Allah sizi affetti..."[110]

Bu hususta Hz. Ali diyor ki: "Ey iman edenler! Peygamberle gizli konuş­mak İstediğiniz zaman, konuşmazdan önce bir sadaka verin..." âyeti inince, Resulullah bana: "Bu sadakanın bir dinar olmasını nasıl görüyorusun?" de­di. Ben de, "ona güçleri yetmez" dedim. "Peki, yarım dinar olsa"?" dedi. Ben: "Ona da güçleri yetmez" dedim. "Peki, ne kadar olsun1?" dedi, ben de: "Ar­pa tanesi ağırlığında altın olsun" dedim. Resulullah (sav): "Sen çok kanaat­karsın" dedi. İşte bunun üzerine "Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermek­ten mi çekindiniz?..." âyeti indi ve benim sebebimle Allah bu ümmetin yü­künü hafifletti."[111]

n. "Artık bundan sonra başka kadınlar sana helal değildir. Güzellikle­ri hoşuna gitse de onları başkalarıyla değiştirmen de helal değildir. An­cak sahip olduğun cariyeler hariç..."[112] Bu âyet-i kerimenin, sıralamada bun­dan Önce bulunan fakat daha sonra indiği belirtilen şu âyetle neshedildiği ve Resulullah'm dilediği hanımla evlenmesinin helal kılındığı beyan edilmiştir.

"Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını... Sana helal kıl­dık..."[113] Bu hususta Hz. Aişe (r.anha) diyor ki: "Resulullah ölmeden önce, kadınlar ona helal kılındı."[114]

o. "Ey elbisesine bürünen (Peygamber)!" "Geceleyin az bir bölümü ha­riç, kalkınamaz kıl)." "Gecenin yarısında kalk yahut yarısını biraz eksilt, yada onu artır ve Kur'an'ı tane tane oku."[115]

Resulullah'a gecenin çoğunu veya yarısını, yahut yarısından biraz eksiği­ni ibadetle geçirmesini emereden bu âyetleri, mü'minfer de yapmışlar, gece­nin bu miktarlarını tayin etmede ve onları ibadetle geçirmede zorlanmışlardır. Öyleki, ayaklan şişer olmuştur. İşte bunun üzerine sûrenin son âyeti irir iniş, gece İbadetinin farziyetini kişinin gücünün yettiği miktara indirmiştir. Daha sonra da, namazın vakitlerini zikreden İsra sûresinin yetmiş sekizinci âyeti[116] ve Rum Sûre.si'nin on yedi ve on sekizinci âyetleriyle de[117] bu sure­nin son âyetinde kişiye gücü ölçüsünde tarz kılınan namazı, ümmetten itti­fakla kaldırılmışlardır. Böylece müslümanların gece namazı kılmak fark de­ğil, nafile haline gelmiştir. Resulullah'tan da kaldırılıp kaldırılmadığı ihtilaf­lıdır. Bu sûrenin son âyeti şöyledir: "Şüphesiz ki, Rabbin senin ve berabe­rindeki bir kısım insanların, gecenin üçte İkisine yakın, yarısı ve üçte bi­ri kadar bir müddet kalkıp namaz kıldığını biliyor... Allah, o namaz vak­tini tam hesaplayamayacağınızı bildi ve sizi affetti. O halde (namazınızda) Kur'andan kolayınıza geleni okuyun. Allah içinizden hasta olanları, yer yüzünde Allah'ın lütfundan rızık arayanları ve Allah yolunda savaşanla­rı bilmektedir. O halde (namazınızda) Kur'andan kolayınıza geleni oku­yun... "[118]

Bu âyetin "Kur'andan kolayınıza geleni okuyun" bölümü, mü'minlerin güç­lerinin yettiği kadar namaz kılıp onda Kur'an okumalarını emretmiş ve sû­renin başlamanda belli müddetlerde kılınması emredilen namazı neshetmiş-tir. daha sonra bu da ümmetten nesheclilmiştir.

p. "Ey mü'minler! Güçlünüz, zayıfınız hep birlikte savaşa koşun...”[119]

âyet-i kerimesinin: "...zayıfınız" bölümü, özürlülerin savaşa katılma mecbu­riyetinde olmadıklarını beyan eden şu iki âyetle neshedilmiştir:

"Allah'a ve Peygamberine karşı samimi oldukları takdirde acizlere, has­talara, harcayacak bir şey bulamayanlara cihada çıkmamaktan dolayı bir sorumluluk yoktur."[120]

"(Savaşa katılmayıp geride kalan) köre bir günah yoktur, topala bir gü­nah yoktur, hastaya bir günah yoktur. "[121]

r. "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir ka­dınla evlenebilir. Zina eden kadın da, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir erkekle evlenebilir. Bunlarla evlenmek mü'minlere haram kı­lındı."[122]

Bu âyet-i kerimenin, mutlak evlendirmeyi emreden şu âyetle neshedildi-ği bildirilmekte ve zina edenlerle etmeyenlerin birbirleriyle evlenebilecek­leri belirtilmektedir. "İçinizden bekâr olanları, köle ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin."[123]

s. Hülasa, Kur'an'daki nasih ve mensulı âyetlerin sayısı, bazı alimlere gö­re oldukça azdır. Yirmi âyeti geçmemektedir. Bunların en meşhur olanları­nı zikretmeye çalıştık. Diğer bazı alimlere göre ise, oldukça çoktur.[124]

Kanaatımızca, "Kur'an'da nasih ve mensuhun sayısını abartanlar, İfrattan uzak değillerdir. Zira misal verdikleri âyetlerin çoğunu birbirleriyle bağdaş­tırmak mümkündür. Diğer yandan, "Kur'an'da hiç nasih ve mensuh yoktur" diyenler de tefrite kaçmışlar, birbiriyle çelişen âyetleri zorlama tevillerle bağdaştırmaya çalışmışlardır. Vakıa, Kur'anda nasılı ve mensuh vardır. Fakat sayıları o kadar çok değildir.

 

C. Hadisler Arası Nesih:

 

Nesihin şekillerinden biri de hadislerin birbirlerini neshetmeleridir. Bütün İslâm alimleri, hadislerin birbirlerini neshettikleri hususunda ittifak etmişler­dir. Son zamanlarda ortaya çıkan marjinal bir fırka, bunlarda da neshin ol­madığını idcKa etmişlerse de bunlara itibar edilmemektedir.

 

Birbirini Nesheden Hadislere Misaller:

 

a.  Kabirleri ziyaretin yasaklanıp sonra serbest bırakılması:

Büreyde el-Eslemi diyor ki: Rasulullalı (sav) şöyle buyurdu: "Ben sizlere kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Artık onları ziyaret edin. Kurban etlerini üç günden fazla bekletmenizi yasaklamıştım. Artık onları uygun gör­düğünüz kadar bekletin. Su kapları dışındaki kaplardan şıra içmenizi yasaklamıştım. Bundan sonra bütün kaplardan için. Fakat sarhoş eden her­hangi bir şeyi içmeyin.”[125] Görüldüğü gibi Resulullah, önce kabirleri ziyaret etmeyi, üç günden fazla kurban etlerini bekletmeyi ve su kaplan dışında kap­lardan şira içmeyi yasakladığını, daha sonra ise, bu yasağı neshettiğini biz­zat kendisi beyan etmektedir.

b.  Mut'a[126] nikahının serbest bırakılıp sonra yasaklanması:

Sahih olan görüşe göre, Resulullah'ın döneminde bu nikah, önceserbest bırakılmış, sonra yasaklanmış, tekrar serbest bırakılmış ve sonra kıyamete ka­dar yasaklanıp haram kılınmıştır.[127]

Bu hususta İmam Nevevi diyor ki: "Doğru ve tercihe şayan olan şudur ki, mut'a nikahı iki kere helal kılınmış ve iki kere de yasaklanmıştır. Hayber'in fethinden önce helaldi. Hayberin fethi esnasında yasaklandı. Sonra Mekke'nin fethi ve Evtas (Huneyn) savaşında helal kılındı. Bu ikisinin zamanlan birbi­rine bitişik olduğu için bunlar bir sayıldı. Huneyn savaşından üç gün sonra kıyamete kadar haram kılındı."[128]

Mut'a nikahı çokça gündeme getirildiği için bu mesele hakkında genişçe malumat verilmeye çalışılacaktır.

 

Mut'a Nihakına Dair Görüşler:

 

1) Mut'a nikahı kesin olarak haramdır. Bunu yapan günahkârdır. Abdul­lah b. Abbas hariç bütün sahabiler ve onlardan sonra gelen alimler bu gö­rüştedir. Şii mezhebi dışında diğer bütün mezhepler de aynı görüşü beyan etmişlerdir. Hatta Abdullah b. Abbas'ın da daha önceki kanaatini değiştire­rek mut'anin haram kılındığını söylediği rivayet edilmektedir.

Müslümanların kahir çoğunluğunu teşkil eden bu alimler, mut'anın haram olduğuna dair şu âyeti ve hadis-i şerifleri zikretmişlerdir.

A. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Mü'minler, muhakkak kurtuluşe ermiş­lerdir. Öyle mü'minler ki,... onlar namuslarını korurlar. Ancak zevcele­ri, (eşleri) ve sahip oldukları cariyeleri hariç, bunlardan dolayı kınanmaz­lar. Kim, bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşan mütecaviz­lerdir."[129]

Âyet-i kerime müminlerin namuslarını harama bulaştırmadan koruyacak­larını ancak hanımları ve cariyeleriyle ilişkide bulunabileceklerini bunun dı­şına taşanların haddi aşan mütecavizler olacaklarını beyan etmiştir. Kendi­siyle mut'a nikahı yapılan hanım, kişinin ne eşi ne de cariyesidir. O halde mut'a yapan kişi haddi aşan mütecavizdir. Zira İslâm'da eşlerin ve cariyele­rin hukuku bellidir. Mut'a yapılan hanım bu haklara sahip değildir. Öyle ki, erkeğin ölmesi halinde mirasından pay alamaz. Belirlenen süre bittikten son­ra kendiliğinden boş sayılır v.s. Bu da gösteriyor ki, kendisiyle mut'a yapı­lan hanım ne bir eş ne de" bir cariyedir.

B. Resulullah (sav), bazı savaşlarda mut'a yapmayı serbest bırakmış, da­ha sonra kesin olarak yasaklamıştır. Konu ile ilgili olarak şu hadisleri zikret­mek yeterli görülmektedir.

a. Hz. AH (r.a) diyor ki: Resulullah (sav) Hayber savaşı esnasında kadınlarlamut'a yapmayı ve vahşi olmayan eşeklerin etlerini yemeyi yasakladı."[130]

- Muhammed b. Ali diyor ki: Ali b. Ebi Talib (r.a) Abdullah b. Abbas'ın mut'a hakkında yumuşak davrandığını görünce ona: "Ey Abbas'ın oğlu ya­vaş ol. Zira Resulullah (sav) Hayber savaşı esnasında mut'a yapmayı ve vahşi olmayan eşekleri yasakladı."[131]

- Hz. Ali (r.a) diyor ki: Resulullah mui'a yapmayı yasakladı. Mut'a evlen­me imkânı olmayanlara serbest bırakılmıştı. Sonra evlenme, boşanma, iddet bekleme ve kadın erkeğin birbirlerinden mirasçı olmaları hükümleri inince, artık mut'a neshedildi."[132]

b. Sebre b. Mabed el-Cuheni'nin oğlu Rabi diyor ki, Sebre, Resulullah'la birlikte Mekke'nin fethi savcısında bulunmuştu ve şunları söyledi:

"Biz orada onbeş gün kaldık. Resulullah bize kadınlarla mut'a yapmamı­za İzin verdi. Ben, kavmimden bir adamla beraber çıkıp gittik. Ben ondan da­ha yakışıklı idim. Onun çirkine yakın bir şekli vardı. Her birimizin birer aba'sı vardı. Benim abam eskiydi. Amcamın oğlunun abası i.se, yeni ve parlaktı. BİZ, Mekke'nin üstüne veya altına varınca karşımıza, boynu uzun kendisi şirin genç deve gibi bir kız çıklı. Ona dedik ki: Seninle bizden birimiz mut'a yapabilir mi? O da: Ne verebilirsiniz? dedi. Bizler, her birimiz abasını açtı. Kız, ikimize de bakmaya başladı. Arkadaşım kızın yantarafa baktığını görünce şöyle dedi: Bunun abası eski, benim abam yeni ve parlak. Kız da iki veya üç de­fa, onun abasının zararı yok dedi. Sonra ben onunla mut'a yaptım. Rasulul-lah mut'ayı yasaklayıncaya kadar onunla kaldım."[133]

- Diğer bir rivayette Sebre şöyle demiştir: Ben o kadınla üç gün kaldım. Sonra Rasulullah buyurdu ki:

"Kimin yanında kendileriyle mut'a yapıları kadın varsa artık onu bıraksın.”[134]

- Başka bir rivayette Sebre, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Ben sizlere, kadınlarla mut'a yapmaya izin vermiştim. Şüphesiz ki Allak bunu kıyamete kadar haram kıldı. Kimin yanında bu kadınlar varsa, ar­tık yolunu serbest bıraksın. Onlara verdiğiniz şeylerden hiç bir şey geri almayın.”[135]

Yine başka bir rivayette Sebre, şöyle demiştir:

"Şüphesiz ki, Rasulullah (sav) mut'ayı yasakladı ve şöyle buyurdu: Dik­kat edin! Mut'a bu günden itibaren kıyamete kadar haramdır, kim bir şey verdiyse onu almasın. [136]

c. Seleme b. el-Ekva diyor ki: "RasuluUah (sav) Evtas savaşının olduğu yıl bize, mul'a yapmaya üç defa ruhsal verdi, sonra onu yasakladı."[137]

Beyhaki, "Mekke'nin fethi ile l-vtas savası birbirlerine çok yakın olduklarından aynı zamanı ifade ederler" demektedir.

d. Abdullah b. Ömer diyor ki: Ömer b. el-llattab halife olunca bir hutbe okudu ve şöyle dedi: "Şüphesiz ki RasuluUah (sav) bize mut'a yapmaya üç defa İzin verdi, sonra onu haram kıldı. Allah'a yemin olsun ki, kimin evli ol­duğu halde mut'a yaptığını öğrenirsem, onu mutlaka taşlayarak öldürürüm. Ancak Resulullah'ın bunu yasaklamasından sonra, tekrar helal kıldığına da­ir dört şahit getirirlerse, kendilerini kurtarırlar.”[138]

e. Hz. Zübeyr'in oğlu Urve diyor ki: Hakim'in kızı Havle, Ömer b. el-Hat-tab'ın yanma vardı ve ona: ''Ümeyye'nin oğlu Rebİa bir kadınla mut'a yap­tı. Kadın da ondan gebe kaldı" dedi. Bunun üzerine Ömer, cübbesini sürük­leyerek kızgın bir şekilde dışarı çıktı ve şöyle dedi: "Evet bu bir mut'a yap­ma. Şayet benden önce herhangi bir kimse bunu yapanı recmetmiş olsaydı ben de bunu mutlaka recmederdim."[139] Bu son rivayet gösteriyor kî, her ne kadar Hz. Ömer mut'a yapana zina cezası uygulayacağını söylemişse de, ken­di döneminden önce böyle bir şey yapılmadığından bundan vazgeçmiştir. Şüp­heden dolayı cezayı düşürmüştür.

f. Ebu Hureyre (r.a) diyor ki: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Evlenme, boşanma, iddet bekleme ve miras (hükümleri) mut'ayı haram kıldı.”[140]

g. Hz. Halid'in torunu Ikılid b. Muhacir diyor ki: Bir kişinin yanında otu­rurken, başka bir kişi geldi ve o oturandan mul'a yapma hakkında letva is­ledi. Oturan adam sorana, onu yapmasını emretti, ibn Ebi Amre ise letva ve­rene: 'Yavaş ol" dedi. Adam: 'Bunda ne var? Bu. takva sahiplerinin önderi olan Resulullah'ın döneminde yapılmıştı' dedi. İbn Hbi Amre şu cevabı verdi: "Mut'a yapmaya, İslâm'ın ilk döneminde, çaresiz kalanlara ruhsal verilmişti. Buna ruhsat, leş, kan ve domuz etini yemeye ruhsat gibiydi. Sonra Allah dinini kuv­vetlendirdi ve mul'ayı yasakladı."[141]

h. Urve b. Zübeyr diyor ki; Bir gün Abdullah b. Zübeyr Mekke'de ayağa kalktı ve bir kişiyi kasdederek[142] şöyle dedi: "Bir kısım İnsanlar var ki, Allah onların gözlerini kör ettiği gibi. kalplerini de kör etmiştir. Bunlar, mut'a yap­maya fetva veriyorlar." Bunun üzerine o adam, Abdullah b. Zübeyr'e sesle­nerek şöyle dedi: "Şüphesiz ki sen, çok katı ve sert birisin. Muhakkak ki mut'a, takva sahiplerinin önderi döneminde yapılmaktaydı." Abdullah da ona şu ce­vabı verdi: "Sen, kendini dene de görelim. Allah'a yemin olsun ki eğer onu yaparsan, seni kendi taşlarınla recmederim."[143]

2. Mut'a nikahı helaldir. Şii İmamiye'ye göre mut'a nikahı neshedilmemeş-tir. Dileyen günümüzde dahi bunu yapabilir. Ancak bunu yapmak İçin şu şart­ların gerçekleşmesi gerekir:

a. Tarafların teklif ve kabulünü içeren bir akdin bulunması gerekir. Sade­ce buna, kalben razı olmaları veya hiç bir akid yapmadan mut'a yapmaları, yahut yazı ya da işaretle bu nikahı akdetmeleri caiz değildir.

Teklif şekilleri, "seninle mut'a yaptım" veya ''seninle evlendim" yahut "se­ni nikahladım" ifadeleriyle gerçekleşir.

Kabul şekilleri İse, mut'a yapmaya rıza göstermeyi ifade eden her türlü söz­dür.

b.  Akid yapılırken, verilecek mehrin mutlaka belirtilmesi gerekir.

c.  Akid yapılırken mut'atiın devam edeceği sürenin de belirtilmesi gere­kir.

Şii mezhebine göre, kendisiyle mut'a yapılan kadının hakları özetle şun­lardır:

1. Kadından doğacak çocuğun soyu tesbit edilmiş olur. Çocuk, mut'a ya­pan tarafların çocuğudur, diğer çocuklardan farkı yoktur.

2.  Kadın, sürenin bitiminde İddet beklemek zorundadır.

İddet bekleme süresi: Hamile için doğum yapmasına kadardır. Hamile ol­mayan için, adet görüyorsa iki defa adet görmesidir. Görmüyorsa ve adet gör­me yaşında İse, kırk beş gündür. Mut'a yapan koca ölürse, kadın dört ay on günden veya hamlini vaz etmeden hangisi daha uzun olursa o kadar bekler.

3.Mut'a yapan kadının konut hakkı, nafaka hakkı ve mirasçı olma hak­kı yoktur.

4. Mut'a yapan kadının boşanması, ittifak edilen sürenin bitimi veya bu süre için kadından vaz geçildiğinin beyanı ile gerçekleşir.[144]

Görüldüğü gibi, şiirlerde, belli şartların tahakkuk etmesi halinde mut'a yap­mak caizdir. Bunlar, görüşlerine delil olarak aşağıda zikredilen şu âyeti, ya­saklanmasından önce mut'anın helal olduğunu belirten hadisleri, Abdullah b. Abbas'ın önceki görüşünü ve ehli beytten rivayet ettikleri kendi kaynak­larındaki hadisleri zikretmişlerdir. Konu hakkında geniş bilgi almak isteyen­ler, şü kaynaklara baş vurmalıdır. Biz burada, dayandıkları âyeti ve hadisle­ri zikredip onlara ne gibi cevaplar verildiğini kısaca serdetmeye çalışacağız: a. Allah Teala şöyle buyuruyor: "... O kadınlardan faydalanmanıza[145] mukabil, kararlaştırılmış olan mihirlerini[146] verin."[147]

Şii İmamiye mezhebinden olan alimler, bu âyete dayanarak ve buna "belli bir vadeye kadar" lafzını ekleyerek âyeti "o kadınlardan -belli bir va­deye kadar- faydalanmanıza mukabil kararlaştırılmış olan ücretlerini verin" şeklinde okuyan Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas ve Ubey b. Kâ'b'ın şaz kıraatlerine dayanarak mut'a nikahının helal olduğunu söylemişlerdir.

Sünnete bağlı kalan alimler ise, bunlara şu cevabı vermişlerdir: Bu âyetin mut'a hakkında indiğini söylemek yersizdir. Zira Allah Teala bundan sonra gelen âyette: "O kadınlarla ailelerinin izinleriyle evlenin”[148] buyurmuştur. Bilindiği gibi velinin İzni ve iki şahidin şehadeliyle yapılan evlilik, normal ev­liliktir. Mut'a için böyle bir şey söz konusu değildir.[149] Bu âyetin önünde ise şu ifade geçmektedir: "... Haram kılman kadınların dışındaki kadınlarla, iffetli olmanız ve hayasızlık yapmamanız halinde mallarınızla evlenme­niz size helal kılındı.”[150] İffetli olma ve sefahate düşmeme sıfatlan, evlen­meden maksadın sadece şehvani arzuları doyurmak olmadığını ifade etmek­tedir.'Bu ad mut'anın kıtsdedilmudiğini gösterir. Zira mut'a yapanın tek maksadı, şehvani arzularını gidermektir. Onun aile yuvası kurarak iffetini ko­ruma veya çocuk sahibi olma diye bir maksadı yoktur. Mut'a yapan kadın, kısa zamanda durmadan adam değiştirir, iler bir zaman diliminde bir başka­sının kucağına varır. Böyle bir kadının illetini muhafaza etmesi pek güçtür. İşte âyetin ön tarafında geçen bu sıfatlar gösteriyor ki, Şiilerin âyetin "onlar­dan faydalanmanız" bölümünü "muta yapmanız" şeklinde İzahları yersizdir.

Abdullah b. Mes'udun, Abdullah b. Abbas'ın ve Ubey b. Kaab'ın âyete, "belli bir vadeye kadar" ifadesini ilave ederek okumalarına gelince, bu bir şaz kıraattir. Ona dayanılamaz.

Ayrıca şu âyet-i kerime de, mut'a yapmanın haram olduğunu ifade etmek­tedir: "Mü'minler, mutlaka kurtuluşa ermişlerdir. Onlar öyle mü'minler-dir ki- namuslarını korurlar. Ancak hanımları ve sahip oldukları cariye­ler hariçtir. Bunlardan dolayı kınanmazlar. Kim de bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşan mütecavizlerdir."[151]

Şüphesiz ki, mut'a yapılan kadın, ne kişinin hanımıdır, ne de cariyesi. O halde bunu yapan haddi aşan mütecavizdir.[152]

Diğer yandan şiilerin iddia etlikleri gibi âyelin, mut'a hakkında İndiği ka­bul edilse bile bu âyet neshedilmistir.

Nitekim Hz. Aişe ve Kasını b. Muhammed'e göre: "O kadınlardan fayda­lanmanıza mukabil kararlaştırılmış olan mehirlerini verin" âyetinin,[153] "on­lar öyle mü'minlerdir ki, namuslarını korurlar. Ancak hanımları ve sahip oldukları cariyeler hariçtir. Bunlardan dolayı kınanmazlar. Kim de bunun Ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşan mütecavizlerdir"[154] âyeti ta­ralından neshedİlmîş.

Hz. Ali ve Abdullah b. Mes'ud'a göre de evlenme, boşanma, iddet bek­leme ve kadın erkek arasındaki mirası beyan eden âyetlerle n es h edil mistir. Hülasa Nisa Sûresinin yirmi dördüncü âyetini mut'anın caiz olduğuna dair de­li! göstermek hiç bir yönü ile doğru değildir.[155]

b. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Cabir b. Abdullah, Amr b. Hu-reys ve benzeri sahabeler; Tavus, Ala, Said b. el-Müseyyeb ve İbn Cüreyc gibi alimler, mut'a nikahının neshedilmediğinî söylemişlerdir. Bu da mut'anın caiz olduğunu göstermekledir.[156]

Ebu Hamza diyor ki: Abdullah b. Abbas'a, kadınlarla mut'a yapma sorul­du. Abdullah b. Abbas ona ruhsat verdi. Kölesi ona: "Herhalde mut'a yap­mak zor durumlarda ve kadınların az oldukları yerde olabilir" dedi. Abdul­lah b. Abbas da: Evet, dedi.[157]

Kays diyor ki, ben Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini işittim: "Biz, Ra-sulullalrın yanında savaşıyorduk. Yanımızda kadınlar yoklu. Dedik ki: Ken­dimizi iğdişleşlirelim mi? Ra.sulullah onu bize yasakladı ve bize belli bir sü­reye kadar elbise karşılığı kadınlarla evlenmeye ruhsal verdi." Sonra Abdul­lah şu âyeti okudu: "Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı temiz şey­leri haram saymayın. Haddi aşmayın. Allah, haddi aşanları sevmez."[158]

Cabir b. Abdullah diyor ki: "Siz, Kasulullah'ın ve Ebu Bekir'in dönemle­rinde, bir avuç hurma veya un karşılığında bir kaç gün kadınlarla mut'a ya­pıyorduk. Nihayet, Ömer b. el-Haltab geldi ve Amr b. llureys meselesinden dolayı onu yasakladı."[159]

Diğer bir rivayetle Ebu Nadre diyor ki: "Ben, Cabir b. Abdullah'ın yanın­da idim. Bir kişi geldi ve ona: 'Abdullah b. Abbas la Abdullah b. Zübeyr, Hacc-ı Temettü ve kadınlarla mut'a yapma hususunda ihtilaf" ettiler' dedi. Cabir de:

'Biz, onları KasuSullah döneminde yaptık. Sonra Ömer bunları bize yasakla­dı. Bir daha onları yapmadık' dedi."[160]

Görüldüğü gibi sahabilerden nakledilen bu görüşler, mut'anın kaldırılma­dığı imajını vermektedirler. İşte şiiler bunların sözlerine ve ehli beytten naklettikleri sözlere dayanarak mut'a nikahının caiz olduğunu iddia etmiş­lerdir.

Bu konuda da onlara şu cevaplar verilmiştir:

Abdullah b. Abbas önce bu görüşle idi sonra görüşünü değiştirdi. Nite­kim Veki'in. Hallabi'nİn, Beyhaki'nin ve Ebu Avane'nin naklettiklerine göre, Said b. Cübeyr Abdullah b. Abbas'ın bu görüşünden döndüğünü rivayet et­miştir. Muhammed b. Kaab diyor ki: "Abdullah b. Abbas dedi ki: Mut'a yap­ma İslâm'ın ilk dönemlerinde vardı. Kişi yabancı bir beldeye gidiyordu, orada tanıdığı kimse olmuyordu. Orada kalacağı müddet kadar bir kadınla evleniyordu. Kadın onun eşyalarını korusun, durumunu düzeltsin. Nihayet: "Mü'minler namuslarını korurlar. Ancak hanımları ve sahip oldukları ca­riyeler hariçtir"[161] âyetleri indi. bu İki türlü kadının haricindeki bütün ka­dınlarla evlenme haram oldu.[162]

Abdullah b. Mes'ud ve Cabir b. Abdullah'ın görüşlerine gelince; "Sahabe­ler, Resulullah (sav)'ın döneminde mul'a yapmışlardı. Sonra mut'a yapmak yasaklanmıştı. Fakat bunlara mut'anın yasaklanıp neshedildiği ulaşmamıştı. Hz. Ömer döneminde savaşların çoğalması dolayısıyla buna fiilen yeniden başvurunlar oldu. Ömer b. ilattab bunun Resulullah tarafından yasaklandı­ğını ilan etti ve bunu engelledi.

Hülasa, kadınlarla geçici evlenme mahiyetinde olan mut'a nikahı İslâm-dan önce yapılan, sonra da kaldırılan hükümlerdendir. Bu hususta ümmet İt­tifak etmiştir. Yalnız Şii imamiyeye göre caizdir Sahabelerin ve onlardan son­ra gelen alimlerin kahir çoğunluğu, bütün sünnİ mezhepler bu evlenme şek­linin neshedildiği görüşündedirler.

Hadis-i şerifler de bu doğrultudadır. Bazı sahabelerin farklı görüş beyan etmeleri, çoğunluğa karşı mukavemet edecek kuvvette değildir.[163] Kaldı ki bu hususta diretti. Meşhur olan Abdullah bin Abbas'ın görüşünü değiştirdiği nak­ledilmektedir.

 

D. Kur'ânın Hadisleri Neshetmesi

 

Neshin şekillerinden biri de Kur'an'ın hadisleri neshetmesidir. Bu husus­ta iki görüş vardır:

a. Cumhur ulemaya göre, Resulullah'm sünneti, sünnetle neshedildiği gi­bi, Kur'anla da neshedilmiş olabilir. Nitekim, kıblenin Kudüs olması, Rasu-lullah'ın kendi içtihadıyle gerçekleşmiştir. DaJıa sonra kâbenin olması âyet­le sabit olmuş, böylece âyet hadisi neshelmiştir.

Bu hususla Bera b. Azib şunu rivayet etmiştir: "Rasufullah, Medine'ye ilk geldiğinde Ensar'dan olan dayılarına misafir oldu. Onaltı veya onyedi ay Ku­düs'e doğru namaz kıldı. Resulullah, kıblenin kâbe (Beytullah) olmasını ar-zuluyordu. Resulullah'm kâbeye yönelerek kıldığı İlk namaz, ikindi namazı idi. Onunla birlikte bir topluluk da namaz kılmıştı. Onunla namaz kılanlar­dan biri çıkıp, diğer bir mescidin rükû halindeki cemaatine vardı ve: "Allah şahidim olsun ki, ben Resulullah (sav) İle birlikte Mekke'ye yönelerek namaz kıldım" dedi. Cemaat bulundukları halde Beytullah'a döndü."[164]

Evet önce Resulullah, Kudüs'e yönelerek namaz kılıyordu: Şu âyetin in­mesiyle bu sünnet neshedildi. Resulullah kâbeye yönelerek namaz kılmaya başladı.

"Ey Muhammedi Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni sev­diğin kıbleye mutlaka çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tara­fına çevir. (Ey müminler) siz de nerede olursanız olun yüzünüzü onun ta­rafına çevirin..."[165]

Kur'anın sünneti neshettiğine diğer bir misal de Resulullah'm, Medine'ye göç edecek olan mü'min kadınları müşrik olan kocalarına iade etme şartını Hudeybiye sulhunda kabul etmesi ve bunun şu âyetle neshedilmesidir: "Ey Peygamber! Mü'min kadınlar sana gelip Allah'a hiç bir şeyi ortak koşma­mak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elle­riyle ayakları arasında bir iftira uydurup İleri sürmemek ve iyilikte sana karşı gelmemek şartıyla biat ederlerse, Matlarını kabul et. Allah'tan on­ların affedilmelerini iste..."[166]

b. İmam Şafiî, "Kur'anın, sünneti neshetmeyeceğini, şayet Kur'an, sünne­ti neshederse, bunun sünnetle beyan edilmesi gerektiğini, böylece sünnetin Kur'anla değil sünnetle neshedilmiş olacağını" söylemektedir.

İmam Şafii'yi buna İten asıl sebep şudur: Şayet Resulullah (sav)'ın sünne­tinin Kur'an tarafından neshedildiği kabul edilecek olursa, âyetlerin genel ifa­delerine dayanılarak bir çok sünnetin neshedildiği iddia edilmiş olur. Böylece sünnet şer'i sahadan uzaklaştırılır. Bunun ise, tehlikesi pek büyüktür. Zi­ra Kur'anı bize açıklayan Râsulullah'tır. Onun sünneti bırakılırsa, akli izah­lara kalkışılır ve yanlış sonuçlara varılabilinir.

Mesela; "...Allah alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır..."[167] âyetinin genel manası, alınır ve "Her türlü alış veriş helaldir, hadislerin beyan ettik­leri aldatma içeren alış verişlerin yasaklanması neshedilmiş" denilecek olur­sa, aslında Resulullah'm yasakladığı bir çok alış verişe cevaz verilmiş olur ki, bu da sakat bir sonuçtur.

Keza, zina eden erkek ve kadından her birine yüzer sopa vurmayı emre­den[168] âyetin, evlendikten sonra zine edenlerin recmedilmesi sünnetini nes-hettiği iddia edilebilinir. Benzeri birçok misal zikredilebilinir.

Vakıa İmam Şafii'nin kuşkusu yerinde bir kuşkudur. Nitekim yaşadığımız dönemde bu tür iddialara çokça rastlanmaktadır. Buna rağmen cumhur'un gö­rüşü daha kuvvetlidir. Kötü niyetlileri, önlemek mümkün değildir. İmam Şa­fii gibi de davranılsa onlar marazlarına başka bir yol bulur onu işletmeye ça­lışırlar.

 

E. Hadislerin Kur'anı Neshetmeleri

 

Neshin şekillerinden biri de budur. Bu husus alimler arasında tartışma ko­nusudur.

a. Cumhur ulemaya göre, Kur'anın mütevatir hadislerle neshedilmesi ca­izdir. Çünkü kuvvellilik bakımından mütevatir hadisler âyetler gibidir. Diğer yandan Kur'anın mülevatir olmayan haberi ahad hadislerle neshedilmiş ol­ması mümkün değildir.

b. İmam Şafii'ye göre ise, Kur'anın mütevatir hadislerle dahi neshedilme­si imkansızdır. Kur'anı ancak Kuran neshedebilir. Zira nasih ve mensuhun gerçekleşeceğini bildiren âyetlerin açık ifadeleri bunu göstermektedir.

"Biz bir âyetin hükmünü kaldırırsak veya onu unutturursak, daha iyi­sini veya aynısını getiririz."[169] Hadisler, Kur'andan ne daha İyi, ne de onun aynısıdır. O halde hadisler mütevatir de olsalar, Kur'anı neshedemezler.

"Biz, bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki, Allah ne indirdiğini çok iyi bilir- müşrikler: 'Sen ancak bir iftiracısın' der­ler. Hayır! Onların çoğu bunu bilmezler. "[170] Görüldüğü gibi âyetlerin bir­birleriyle değiştirilmesi beyan ediliyor. Hadislerle değiştirilmeleri bahse ko­nu edilmiyor.

c. İbn Hazm'e göre ise, âyetlerin, mütevatir olmayan haberi ahad hadis­lerle de neshedilmeleri mümkündür. Zira İbn Hazm'ın kanaatine göre, sün­netin hepsi kafidir. Sahih olması şartıyla lesbüi kesindir. Kat'i olan Kur'an'ın, yine kat'i olan sahih sünnetle neshedilmesi mümkündür, velevki sünnet haberi ahad şeklinde olsun.

Kurtubi, İmam Malik'in de aynı görüşte olduğunu söylemekte ve bu gö­rüşün daha sahih olduğunu belirtmektedir. Kur'anın haberi ahad olan hadis­lerle neshedildiğine misal olarak şu âyet ve hadisleri zikretmektedir:

1) "Sizden birine ölüm geldiği zaman, eğer geride mal bırakıyorsa, ana-babaya ve akrabalara, uygun bir şekilde vasiyette bulunmanız, size farz kılındı. Bu muttakilerin üzerine bir borçtur"[171] âyet-i kerimesi, Amr b. Ha­rise, Ebu Elmame el-Bahili ve Enis b. Malik'ten rivayet edilen şu haberi ahad olan hadisle neshedilmiştir: Resulullah (sav) buyurdu ki: "Şüphesiz ki Allah, her hak sahibine hakkını verdi. Artık mirasçıya vasiyet yoktur.”[172] Âyet-i ker­ime ana-baba ve akrabalara vasiyet etmenin bir borç olduğunu beyan eder­ken, hadis-i şerit', artık bunun kaldırıldığını beyan etmektedir.

Vakıa bu âyet. Kurlubi'nin anlattığı gibi hadisle değil, miras hükümlerini beyan eden Nisa Sûresi onbir, on iki ve yüz yetmiş altıncı âyetlerle neshe­dilmiştir. hadis-i şerif ise, sadece âyetlerin birbirlerini neshettiğini bildirmek­tedir. Bu itibarla, âyetlerin haberi ahad olan hadislerle neshedildiğine örnek teşkil etmemektedir. Ayetlerin birbirlerini neshetmeleri konusunda bu Örnek­ler zikredilmiştir.

2) Âyetlerin haberi ahad olan hadislerle neshedildiğine diğer bir örnek­te şu âyetler ve hadis-i şerif zikredilmektedir:

"Zina yapan kadınlarınıza karşı içinizden dört şahit getirin. Şahitlik ya­parlarsa, ölüm onları alıncaya veya Allah, onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun. Sizden zina yapan iki kişiye de eziyet edin. Tevbe edip ken­dilerini düzeltirlerse, onlardan vazgeçin..."[173] Bu iki âyetin, Ubade b. es-Samit'ten rivayet edilen şu hadisle neshedildikleri söylenmiştir.

Resulullah (sav) buyurdu ki: "Benden alın. Benden alın. Allah, o kadın­lara yol gösterdi. Evlenmiş olanın evlenmiş olanla zina etmesinin cezası yüz sopa vurulması ve recmedilmesidir (taşlanarak öldürülmesidir). Bekarın bekarla zina etmesinin cezası ise, yüz sopa vurulması, ve bir yıl sürgün edil­mesidir.”[174]

Vakıa, hadis-i şerif yukarıda zikredilen âyetleri neshetmiş değil, onların İçerdikleri hükümleri açıklamıştır. Allah Teakı, Resulullah'ın dili ile zina edenlerin cezalarını beyan ederek hangi yolu gösterdiğini ifade etmektedir. Bu bir nesih değil, açıklamadır.[175]

3) Hadisin âyeti neshettiğne başka bir örnek de şu âyet ve hadis göste­rilmiştir:

"Artık bundan sonra senin için başka kadınlar helal değildir. Güzellik­leri hoşuna gitse de onları başkalarıyla değiştirmen aciz değildir..."[176] Bu âyetin, Hz. Aişe'nin rivayet ettiği "Resulullah Ölmeden önce kadınlar ona he­lal kılınmıştı"[177] hadis-i şerifiyle neshedildiği söylenmiştir.

Vakıa, bu âyelin kendisinden bir önce gelen elli birinci âyetle neshedil­diği beyan edilmiştir.

Ümmü Seleme (r.anh) diyor ki: "Resulullah ölmeden önce Allah ona ev­lenmesi haram olanlar dışında dilediği kadınla evlenmesini şu âyetle helal kıl­dı: "Ey Peygamber! Hanımlarından dilediğini bırakıp dilediğini yanında tutabilirsin. "[178]

Nasih ve mensuh ilminin üstadı sayılan Nehhas da haberi ahad olan ha­dislerin Kur'an'ı nesh edemeyeceği görüşünü tercih etmiş ve Hz. Ali, Abdul­lah b. Abbas, Ali b. Hüseyn ve Dehhak'm da ayni görüşte olduklarını zikret­miştir.[179]

Diğer yandan Ahzab Sûresi âyet ellikinin neshedilmediğini söyleyenler vardır. Nitekim Hasan el-Basri, Muhammed b. Sİrin, Ebu Bekr b. Abdurra»-man, Ebu Umame el-Bahili ve Muhammed b. Kaab b. el-Kurezİ, farklı gerek­çelerle bu kanaattadırlar. Ubey b. Kaab, Hbu Rezi'n ve İkrime'ye göre İse, ko^ numuz olan âyet Resulullah'a özel bir sınıf kadınların haram kılındıklarını be-, yan etmektedir. Onlar da yahudi ve hıristiyan kadınlarıdır. Diğer kadınlar dptf ğildir. İbn Cerir et-Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bunlara göre dft* âyetin neshi sözkonusu değildir.[180]                                                            

Tirmizi'nin, Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine göre, Nisa Sûresi âyet el-Malikide Resulullah'a yasaklanan hanımlardan maksad, aynı sûrenin 50. âyetin­de zikredilen dört kadın türünün haricinde olan kadınlardır. Helal kılınan dört kadın türü: Evlenmiş olduğu hanımlar, cariyeler, kendisiyle hicret eden ve ak­rabası olan hanımlar, bir de kendisini Resulullah'a hibe edecek olan mü'min kadınlardır. İşte 52. âyette, bu sınıfların dışındaki hanımların Resulullah'a he­lal olmadıkları beyan edilmiştir.[181] Görüldüğü gibi bu görüşe göre de konu­muz olan âyet neshedijmemişlir.

4) Sünnetin âyeti neshettiğine başka bir örnek de şu âyet ve Resulullah'ın şu fiili sünneti zikredilmiştir: "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun[182] âyet-i kerime evli, bekar ayrımı yapmadan her zina edene yüz değnek vurulmasını emretmekte, halbuki Resulullah'ın fiili sün­neti, evli olanlara böyle bir sopanın vurulmadığını göstermektedir. Nitekim Resulullah (sav), evli olarak zina eden Maiz b. el-Eslemi'ye, Cüheyniye kabi­lesine mensup olan kadına ve kocasının İşçisiyle zina eden kadına yüz sopa vurmamış, onları sadece recmetmiştir. îşte evlilerden sopanın düşmesi sün­netledir ve sopa vurmayı emreden âyet evliler açısından neshedilmiştir.

Kanaatimizce burada nesih değil, tahsis sözkonusudur. Yüz sopa vurma­nın sadece evlenmemiş olanlara ait olduğunu ifade eder.

 

F.  Bir Defa Nesih

 

Bunun misali, kocası Ölen hanımın iddet bekleme süresini bir yıldan[183] dört ay on güne[184] döndürmesidir. Bu da bir defa olmuştur. Nesihlerin kahir ço­ğunluğu bu kabildendir.

 

G.  Birkaç Defa Nesih

 

Bunun misali ise, kıblenin, Kudüs'ten çevrilip serbest bırakılması[185] da­ha sonra Kabe'ye çevrilmesidir.[186] Bir de mut'a nikâhının üç defa serbest bı­rakılıp her defasında yasaklanması ve sonunda kesin olarak yasaklanmasıdır.[187]

 

H. Hükümle Amel Ettikten Sonra Nesih

 

Neshin şekillerinden biri de budur: Buna örnek olarak, Kıble'nin çevrilmesi, mut'anın serbest bırakılıp yasaklanması ve benzeri nesihler zikredile-bilinir. Zira müslümanlar, önce Kudüs'e doğru namaz kılmışlar, daha sonra Kabe'ye yönelmeleri emredilmiştir. Yine onlar önce mut'a yapmışlar, sonra neshedilmiştir.

 

1. Hükümle Amel Etmeden önce Nesih

 

Buna misal olarak, şu hadiseler zikredilmektedir:

Resulullahla fısıldaşmaktan önce sadaka verilmesi emredildi. Bu mü'min-lere zor geldiğinden Allah Teala daha sadaka vermeden önce onlardan bu yükümlülüğü kaldırdı. Şu iki âyet bunu belirtmektedir: "Ey iman edenler! Pey­gamberle gizli konuşmak istediğiniz zaman, konuşmazdan önce sadaka verin... Gizli konuşmadan önce sadaka vermekten mi çekindiniz? Madem­ki bunu yapmadınız, Allah sizi affetti..."[188]

Hz. İbrahim'e, oğlunu kesmesi emredildi, İbrahim onu kesmeden bu emri neshedildi. Şu âyetler bunu ifade etmektedirler:

"Biz, İbrahim'i, halim selim bir evlat ile müjdeledik. Çocuk onunla yü­rüyecek çağa gelince, İbrahim ona: "Yavrucuğum! Ben rüyamda seni bo­ğazladığımı görüyorum. Bak ne dersin" dedi. Çocuk da: "Babacığım! Em-rolunduğunu yap. İnşaallah benî sabredenlerden bulacaksın" dedi. Her ikisi de Allah'ın emrine boyun eğip, İbrahim çocuğu alnı üzerine yatırın-ca, Biz ona: "Ey İbrahim! Rüyana sadakat gösterdin. İyilikte bulunanları Biz, böyle mükâfatlandırırız diye seslendik. Şüphesiz bu, apaçık bir im­tihandır. Biz ona, çocuğun yerine büyük bir kurbanlığı fidye olarak ver­dik. "[189]

Hükümle amel etmeden önce, neshedilmesinin diğer bir misali de, nama­zın, miraçta elli vakit farz edilip kılınmasından önce, beş rekâta indirilmesi­dir.[190]

 

İ. Ağır Hükmün Kaldırılıp Hafifinin İndirilmesi

 

Neshin şekillerinden biri de, var olan ağır hükmü kaldırıp onun yerine da­ha hafifini koymak suretindeki nesîhdir.

Buna misal olarak savaşta, önce bir mü'minin on kâfire denk tutulması ve birin ona karşı savaşmasının emredilmesi, daha sonra bunun hafıletilerek, bir mü'minin iki kafire denk tutulması ve birin ikiye karşı savaşmasının emre­dilmesi zikredilmiştir. Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor: "...Eğer içi­nizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa, iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi olursa, kafirlerden bin kişiye galip gelir..." "Şimdi ise, Allah yükünü­zü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Bundan böyle, içinizden sabırlı yüz kişi çıkarsa, iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa, Allah'ın izniyle ikibin kişiye galip gelir. Allah sabredenlerle be­raberdir."[191]

 

J. Hafif Hükmü Kaldırıp Ağırının İndirilmesi

 

Buna misal olarak, Önce üç gün olan Aşure orucunun emredilip, daha son­ra neslıedilerek bir ay olan Ramazan orucunun emredilmesi zikredilmiştir. Bu hususta Abdullah b. Ömer ve Hz. Aİşe diyorlar ki; Ramazan orucu in­meden önce Aşure orucu tutuluyordu. Ramazan ayında oruç tutma inince ar-tık dileyen Aşure orucunu tutuyor, dileyen tutmuyordu.[192]

Buna, başka bir misal de, daha Önce Ramazan orucunu yiyip yerine fit­re vermenin serbest olması daha sonra her güç yetirenin oruç tutması mec­bur edilip fitre verip oruç yiyebilme noktasının neshi zikredilmiştir. Abdul­lah b. Ömer ve Seleme b. el-Ekvaa göre, orucun sayılı günler olduğunu ve gücü yetenlerin fitre vererek oruçlarını yiyebileceklerini beyan eden Baka­ra Sûresi'nin 184. âyetini, hasta ve yolcunun dışında herkesin oruç tutma zo­runda olduğunu emreden 185. âyeti neshetmiş, böylece oruç tutma yerine fit­re verme ruhsatını kaldırmış ve hükmü daha ağırlaştırmıştir.[193]

Ancak, Abdullah b. Abbas, birinci âyetin neshedilmediğini, fitre vererek oruç yeme ruhsatının yaşlılara ait olduğunu, bunların da fitre vererek Rama­zan oruçlarını yiyebileceklerini söylemiştir.[194]

 

K. Sadece Hükmün Neshi

 

Neshin şekillerinden biri de herhangi bir âyet veya hadisin hükmünü kal­dırıp lafzını aynen bırakmaktır. Genel olarak nesinden bu anlaşılmaktadır.

Buna misal olarak şu âyeti zikretmek mümkündür:

"Sizden birine ölüm geldiği zaman, eğer geride mal bırakıyorsa, ana-babaya ve akrabalara uygun bir şekilde vasiyette bulunmanız size farz kı­lındı. Bu, takva sahipleri üzerine bir borçtur"[195] âyetinin hükmü, daha önce de belirtildiği gibi, miras hükümlerini beyan eden Nisa Sûresi 11, 12, 176. âyetlerle neshedilmiştir.

Fakat âyetin lafzı aynen Kur'anda mevcuttur.

 

L. Sadece Lafzın Neshi (Tilavetin Kaldırılması)

 

Eğer nassın lafzı ortadan kaldırılır, fakat içerdiği hükmün devam ettiği bil-dirilirse, yalnız lafzın neshi söz konusu olur.

Bu türden olan nesihlere çok ender olarak rastlanmakta ve alimler arasın­da tartışmalara yol açmaktadır. Bu nedenle, mümkün olduğu ölçüde misal­leri fazlaca zikredilecektir.

a.  Bir metinde şöyte buyurulmaktadır: "Eğer, Adem oğlunun iki vadi do­lusu malı (diğer bir rivayette altını) bulunsa, mutlaka üçüncüsünü ister. Adem oğlunun boşluğunu ancak toprak doyurur. Allah, teube edenin tevbe-sini kabul eder."[196] Bu metin hakkında şu sahabeler farklı görüşler zikretmiş­lerdir:

1) Ebu Musa el-Eş'ari,[197] Ubey b. Kaa'b,c [198]Zeyd b. Erkam[199] ve Ebu Vahid el-Leysî,[200] bu metnin bir Kur'an âyeti olduğunu, lafzının Kur'anın toplanma­sından önce kaldırılıp manasının ise, devam ettiğini beyan etmişlerdir. Bun­lara göre bu metin sadece lafzı neshedilen (tilaveti kaldırılan) âyetlerdendir.

2) Abdullah b. Abbas,[201] bir rivayete göre Ubey b. Kaa'b[202] ve Enes b. Ma­lik[203] bu metni rivayet etmişler ve "Bilemİyoruzki bu âyet mi, yoksa değil mi?" demişlerdir. Bunlara göre ise bu metin, ya lafzı kaldırılıp manası bırakılan bir âyettir veya Resulullah'ın hadisidir.[204]

3) Abdullah b. Zübeyr,[205] Hz. Aişe,[206] ve bir rivayete göre Enes b. Malik[207] bu metni. Resulullahın hadisi şeklinde rivayet etmişlerdir.

Görüldüğü gibi, bu metnin lafzı neshedilen bir âyet olup olmadığı kesin değildir, ihtilaflıdır.

b.  Diğer bir metinde de şöyle buyurulmaktadır:

Enes b. Malik diyor ki: Biz, Bir-i Maune Gazvesinde şehid edilen yetmiş kişi hakkında İnen şu Kur'an âyetini okuduk, sonra o kaldırıldı (neshedüdi). "Bizden kavmimize tebliğ edin ki biz, Rabbimizin huzuruna vardık. O, biz­den razı oldu ve bizi de razı etti."[208] Görüldüğü gibi, Enes b. Malik'in rivayeti­ne göre bu metin de lafzı neshedilip manası baki kalan âyetlerdendir. Bunun mütevatir olmadığı unutulmamalıdır.

c. Başka bir metinde şöyle buyurulmuştur:

1) Hz. Ömer diyor ki: Bizim, Allah'ın Kitabında okuduğumuz âyetlerden biri de şu İdi: "Babalannızdan yüz çevirmeyin (onları bırakıp başkalarının ba­banız olduğunu iddia etmeyin). Zira sizin babalarınızdan yüz çevirmeniz, kü­fürdür (inkardır veya nankörlüktür)."[209] Görüldüğü gibi, Hz. Ömer'in rivaye­tine göre bu da lafzı neshedilen ayetlerdendir.

2) Ebu Hureyre ise, bunu Resulullah'dan bir hadis şeklinde rivayet etmiş­tir.[210]

d. Lafzı neshedilip (tilaveti kaldırılıp) hükmü baki kalan âyetlere en Önemli bir misal de, evlendikten sonra zina edenin taşlanarak öldürülmesi­ni beyan eden şu recim âyetidir: "Evlenmiş olan erkek veya evlenmiş olan kadın zina edecek olurlarsa, onlardan her birini mutlaka recmedin (taşlaya­rak öldürün)."[211]

Haricilerin ve Mutezileden Nazzam'ın dışında bütün İslâm ümmeti, İslâm-da evlendikten sonra zina edenin cezasının, taşlanarak Öldürmek olduğu hak­kında İttifak etmişlerdir. Buna delilleri ise, lafzı neshedilip hükmü kalan ve kendisine recim âyeti denen bu âyet, bu âyetin varlığını bildiren hadis-i şerif­ler, recmin varlığını beyan eden hadisler ve Resulullah'ın fiilen uyguladığı re­cim olaylarıdır. Konunun öneminden ve günümüzde öz güvenlerini kaybe­denlerin Hariciye düşüncesini hortlatmaya çalışmalarından dolayı, bu mese­leye Özetle değinilmesi gerekli görülmüştür.

Evvelâ recim âyetinin lafzını kimlerin rivayet ettikleri, sonra bu âyetin var­lığının nasıl vurgulandığı, daha sonra recmetme cezasının Resulullah'ın söz­lü hadislerinde nasıl zikredildiği, en son olarak da Resulullah'ın recim ceza-sini fiilen kimlere uyguladığı özetlenmeye çalışılacaktır.

1) Recm âyetinin lafzını rivayet edenler:

Bu âyet, tercüme ettiğimiz şekliyle, şu sahabilerden nakledilmiştir.

aa) Abdullah b. Abbas, Hz. Ömer'den rivayet etmiştir.

Abdullah b. Abbas, Hz. Ömer'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Kor­karım ki, insanların üzerinden uzun zaman geçerde, içlerinden birileri çıkar ve der ki: "Ben, Allah'ın Kitabında recim diye bir şey bulamıyorum." Böyle­ce insanlar, Allah'ın farzlarından bir farzı bırakarak sapmış olurlar. Dikkat edin! Kişinin evlenmesinden sonra zina etmesi, şahitlerle İsbat edilir veya zinadan hamile kalınır yahut zina eden itiraf edecek olursa, recmetmek haktır ve var­dır. "Evlenmiş olan erkek veya evlenmiş olan kadın zina edecek olurlarsa, onlardan her birini mutlaka recmedin" âyetini bizzat ben kendim okudum. Resulullah recmetti. Ondan sonra bizler de recmettik."[212]

bb) Said b. el-Müseyyeb, Hz. Ömer'den rivayet etmiştir.

Said diyor ki: Ömer, hacdan Medine'ye döndü ve insanlara bir hutbe oku­du. Onda şunları söyledi: "... Ey insanlar! Size sünnetler konuldu ve farzlar gönderildi. Artık apaçık bir yol üzere bırakıldınız. Sakın İnsanları sağa sola saptırmayın. Sakın ha sakın recim âyeti hakkında helaka düşmeyin. Birileri çıkıpta: "Biz Allah'ın Kitabında (zina eden için) iki ceza bulamıyoruz" deme­sin. Zira, Resulullah da recmi uyguladı, biz de uyguladık. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, eğer insanlar, "Ömer b. el-Hattab, Allah'ın ki­tabına İlavede bulundu" demeseler, ben: "Evlenmiş olan erkek veya evlen­miş olan kadın zina edecek olurlarsa, onlardan her birini mutlaka recmedin" âyetini (Kur'anın bir kenarına) yazardım. Zira biz onu okumuştuk."[213]

cc) Kesir b. es-Salt, Zeyd b. Sabit'ten rivayet etmiştir.

Kesir diyor ki: "Said b. el-As İle Zeyd b. Sabit, Mushafı yazıyorlardı. On­lar şu âyete ulaşınca Zeyd b. Sabit dedi ki: Ben, Resulullah'ın şöyle buyur­duğunu duydum: "Evlenmiş olan erkek veya evlenmiş olan kadın zina ede­cek olurlarsa, onlardan her birini mutlaka recmedin." Dedim ki, Ey Allah'ın Rasulü! Onu bana yazar mısın? Fakat bu, sanki Resulullah'ın hoşuna gitmedi."[214]

Beyhaki'nin rivayetine göre hadisin sonu Resulullah buyurdu ki: "Onu yaz­maya benim gücüm yetmez" şeklindedir.[215] Yani, Resulullah bu âyetin yazı­lı olarak tesbitini istememiştir. Hikmetini İse, ancak Allah bilir.

dd) Zırr b. Hubeyşi, Ubey b. Kaa'b'dan rivayet etmiştir.

Bu rivayette, recim âyetinin lafzı neslıedilmeden önce Ahzab Sûresi'nde bulunduğu zikredilmektedir.[216]

ee) Kesir b. es-Salt'ın kardeşinin oğlu, Zeyd b. Sabit'ten rivayet etmiştir.

Bu rivayette Zeyd b. Sabit, yukarıda zikredildiği şekliyle recim âyetini Mer-van'a okumuş, Mervan da: "Bunu mushafa koymayalım mı?" diye sormuştur. Zeyd de: "Ömer b. ei-Hattab dedi ki: Ben Resulullah'a gidiyor ve ona bazı şeyler hatırlatıyordum. Resulullah, recim'i zikredince, "ey Allah'ın Rasulü! Re­cim âyetini bana yaz" diyordum. Resulullah' da buyurdu ki: "Benim ona gü­cüm yetmez"[217] demiştir.

ff) Umame el-Bahili de bu âyeti, teyzesi Acma'dan rivayet etmiştir.

Acma'nın rivayetinde recim âyetinin sonu şöyledir: "...Tatmin ettikleri zevk­lerine karşılık, onları mutlaka recmedin."[218]

gg) Abdurrahman'ın kızı Amre, bu âyeti Hz. Aişe'den rivayet etmiştir.

Bu rivayette, sadece okunması neshedilip Kur'ana konulmayan recim âyeti İle hem okunması, hem de manası kaldırılan ve on defa süt emmeyi şart ko­şan süt âyetinin bir kağıda yazılı olarak Hz. Aişe'nin yatağının altında bulun­duğu, Resulullahla hastalığı esnasında meşgul oldukları bir anda, koyunun eve girip o kağıdı yediği beyan edilmektedir.[219]

Bütün bu rivayetler birleştirildiğinde şu sonuca varılmaktadır: Hz. Pey­gamber, hikmetini bilemediğimiz bir sebepten dolayı recim âyetinin Kur'an âyetleri içine yazılmasını istememiştir. Nitekim Hz. Ömer'in: ''Onu bana yaz dedim, fakat Resulullah bunu hoş görmedi" şeklindeki ifadesi ve Resulullah'ın "benim ona gücüm yetmez" şeklindeki sözleri bunu ifade etmektedir. Bu ne­denle recim âyeti okunması neshedilen âyet olarak tesbit edilmiştir.

Diğer yandan Resulullah (sav), okunmaları neshedilen bu âyetlerin, Kur'an âyetlerinin yazıldığı kağıdın dışında başka bir kağıda yazılmasına en­gel olmamıştır. Hadislerin yazılması da bu şekilde olmuştur. İşte Hz. Aişe'den gelen rivayet bunu belirtmektedir.

2) Recm âyetinin varlığını vurgulayanlar. Hz. Ömer ve Hz. Alî, recim âyetinin okunması kaldırıldığı hükmünün baki olduğu üzerinde ciddiyetle dur­muşlar, bunun Kur'anda yazılmamasından cesaret alarak onu inkâra kalkışan-

ların hem kendilerini, hem müslümanlan saptıracaklarını beyan etmişlerdir.

aa) Abdullah b. Abbas, Hz. Ömer'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Şüphesiz, Allah, Muhammed (sav)' i hak ile gönderdi, ona Kitabı indirdi, Al­lah'ın indirdiği şeylerden biri de recim âyeti idi. Biz, onu okuduk, kavradık ve ezberledik. Bu sebeple, Resulullah da recim cezasını uyguladı, ondan son­ra bizler de uyguladık. Korkarım, insanların üzerinden uzun zaman geçer, bi­rileri kalkıp der kî; "Vallahi Biz, recim âyetini Allah'ın Kitabında bulamıyo­ruz. Böylece Allah'ın İndirdiği bir farizeyi (hükmü) bırakarak sapmış olurlar. Evlendikten sonra zina eden erkek ve kadının zina ettiklerine dair şahitler bulunduğunda veya gebelik olduğunda yahut itiraf edildiğinde bunların recmedilmeieri, Allah'ın Kitabında vardır ve haktır."[220]

bb) Amir diyor ki: Şerahe el-Hamdaniyye, kocasının bulunmadığı bir za­manda hamile kaldı. Onu efendisi Hz. Ali'ye götürdü. Ali ona: "Belki kocan gelmiştir veya biri seni, buna zorlamıştır" diye sordu. Kadın hayır, dedi ve zi­na ettiğini itiraf etti. Ali ona, Perşembe günü sopa vurdu ve onu Cuma gü­nü recmetti. Ben, her ikisinde de bulundum. Ali, onu recmetmeden önce, gö­beğine kadar gömülmesini emretti ve yeri kazıldı. Sonra Ali şöyle dedi: "Recim âyeti, Resulullah'ın tatbik ettiği sünnetlerindendir. Şüphesiz, recim âyeti inmişti. Onu ve Kur'anm diğer âyetlerini okuyanlar Yemame savaşın­da yok edildiler."[221] Hz. Ali de, recim âyetini okuyan Kurraların Yemame sa­vaşında öldürüldüklerini, bu sebeple âyetin olmadığı gibi yanlış bir kanaate varılabilineceğini beyan ediyor ve müslümanlan böyle bir neticeye varmak­tan sakındırıyor.

3) Resulullah'ın sözlü hadisleriyle recmin varlığını beyan etmesi.

aa) Ubade b. es-Samit diyor ki: Resulullah'a vahiy indiği zaman, sıkıntı his­sediyor ve rengi değişiyordu. Bir gün yine ona vahiy indi, Resulullah (sav) aynı durumla karşılaştı. Resulullah (sav) açılınca şöyle buyurdu: "Benden alın! Allah, zina edenler için bir yol açtı. Evlenmiş olan evlenmiş olanla, bekâr olan bekâr olanla zina edecek olursa, evlenmiş olana yüz sopa vurulacak ve o, taşlanarak öldürülecektir. Bekâr olana ise, yüz sopa vurulacak ve bir yıl boyu sürgün edilecektir.”[222] İmam Ahmed bu hadisi Seleme b. el-Muhabbİk'ten de rivayet etmiştir.[223]

bb) Bütün sahih hadis kitaplarında zikredilen ve evlendikten sonra zina edenin cezasının öldürülmek olduğunu beyan eden Resulullah'ın şu hadisi,

Hz. Osman,[224] Ebu Umame b, Sehl,[225] Abdullah b. Amir,[226] Talha b. Ubeydul-lah,[227] Hz. Aişe[228] ve Abdullah b. Mes'ud'dan[229] rivayet edilmektedir. Resulullah (sav) buyurdu ki:

"Allah'dan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın Peygamberi oldu­ğuma şehadet eden bir müslüman kişinin kanı, ancak üç şeyden birini yapmasıyla helal olur:

-Cana kıyarak kısası hak etmek,

-Evlendikten sonra zina etmek,

-Ve dinden çıkıp cemaatı terk etmek."[230]

4) Resulullah (sav)'ın recmetme cezasını uygulaması.

Resulullah, ondan sonra gelen raşid halifeler ve İslâm ümmeti, çağlar bo­yu recim cezasını uygulamışlardır.

Biz, Resulullah (sav)'m bu husustaki uygulamalarından bazı örnekler zikrederek yetinmeye çalışacağız.

Resulullah'ın, Maiz el-Eslemi'yi, Cüheyniye kabilesinden bir kadını, koca­sının işçisiyle zina eden kadını, hamile kalan kadının çocuğunun kendisin­den olduğunu itiraf eden bir kişiyi, geceleyin hanıma tecavüz eden erkeği, yolculuğu esnasında kendisine getirilen ve zina ettiğini itiraf eden kişiyi ve bekâr olduğu kanaatiyle sopa vurduğu, daha sonra evli olduğu anlaşılınca taşlatarak öldürdüğü kişiyi recmettiği, çokça sahabe tarafından çeşitli hadis kitaplarında nakledilmektedir. Hatta Resulullah, yahudi olan iki ehli kitabı da recmetmİştir.

Aşağıda bu hadiselerin özetlenmesine çalışılacaktır.

aa) Resulullah'ın, Maiz el-Eslemi'yi recmetmesi.

Resulullah'ın Maiz el-Eslemi'yi recmettiği, Ebu Hureyre [231]Cabir b. Abdullah,[232] Cabir b. Semure,[233] Ebu Said el-Hudri,[234] Bureyde el-Eslemı[235] Nuaym b. Hazzal[236] ve Ebu Bekir es-Sıddıkı[237] gibi bir çok sahabeden hemen hemen tüm sahih hadis kitaplarında rivayet edilmiştir.

-Ebu Hureyre diyor ki: "Resulullah (sav) mescid'de bulunduğu bir zaman­da ona bir kişi (Maiz) geldi ve ona seslenip şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasulü! Ben zina ettim." Resulullah ondan yüz çevirdi. Öyleki, Resulullah onu dört defa reddetti. Maiz, kendi aleyhine dört kere şahidlik edince, Resulullah, onu çağırdı ve dedi ki: "Sen deli misin1?" O, hayır dedi. Resulullah (sav'): "Sen ev­lenmiş miydin?" buyurdu. O, evet dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav): "Bu­nu götürüp recmedin" dedi.

- Cabir b. Abdullah diyor ki: "Ben de onu recmedenlerdendim. Biz onu, namazgâhda recmettik. Taşlar onun canını yakınca kaçtı. Biz ona Harre'de ulaştık ve onu recmettik."[238]

- Bureyde el-Eslemi diyor ki: "Maiz b. Malik el-Eslemi, Resulullah (sav)'a geldi ve ona: "Ey Allah'ın Rasulü! Beni temizle" dedi. Resulullah da ona: "Vay haline geri dön, Allah'tan af dile ve O'na tevbe e£"dedi. Maiz geri döndü. Çok uzağa gitmeden tekrar geldi ve: "Ey Allah'ın Rasulü! Beni temizle" dedi. Resulullah (sav) yine ona: "Vay haline geri dön. Allah'tan af dile ve O'na tev­be et" dedi. Maiz çok uzağa gitmeden yine geri döndü ve: "Ey Allah'ın Rasulü Beni temizle" dedi. Resulullah (sav) aynı şeyleri söyledi. Nihayet dör­düncü kez aynı şeyler olunca, Resulullah ona: "Seni neden temizleyeyim" de­di. Maiz, "zinadan" dedi. Resulullah: "Bu deli mi?" diye sordu. Onun deli ol­madığını söylediler. Resulullah: "Bu içki içti mi?" dedi. Bir adam kalkıp ağ­zını kokladı, onda içki kokusu bulamadı. Resulullah: "Sen. zina ettin mi?" de­di. Maiz de: "Evet" dedi. Bunun üzerine Resulullah recmedilmesini emretti ve reçmedildi... Resulullah: "Maiz için af dileyin" dedi. Onlarda: "Allah Ma-izi, affetsin" dediler. Resulullah: "O öyle bir tevbe etti ki, onun tevbesi bir üm­mete taksim edilse, onları mutlaka kuşatır" buyurdu."[239]

-Nuaym b. Hazzal'ın rivayetine göre Maiz, yetim olarak Hazzal'ın evinde büyümüş ve Fatime İsimli bir cariye ile zina etmiş, yukarıda anlatılan itiraf­larından sonra recmedilmiştir.[240]

bb) Resulullah'ın Cüheynİye kabilesinden oian kadını recmetmesi.[241]

Bu hadise, Bureyde el-Eslemi ve İmran b. liusayn'den rivayet edilmekte­dir.

-Bureyde diyor ki: Gamidiye kabilesinden bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın Rasulü! zina ettim beni temizle" dedi. Resulullah (sav) onu geri çevirdi. Er­tesi gün olunca kadın gelip, "Ey Allah'ın Rasulü! Niçin beni geri çevirdin? Bel­ki de sen beni Maiz gibi geri çeviriyorsun. Allah'a yemin olsun ki, ben ha­mileyim" dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav): "illa da israr ediyorsan, git çocuğu doğuruncaya kadar bekle" buyurdu. Kadın, çocuğu doğurunca onu bir beze sanlı olarak getirdi ve: 'İşte çocuk onu doğurdum" dedi. Resulullah (sav): "Git, onu emzir, sütten kesince gel" buyurdu. Kadın, çocuğu süt­ten kesince, eîine verdiği bir ekmek parçasıyla onu getirdi ve: "Ey Allah'ın Rasulü! İşte çocuk. Ben onu sütten kestim. Artık o yemek yiyiyor" dedi. Resulullah çocuğu müslümanlardan birine verdi. Kadının göğsüne kadar çukur kazılmasını emretti. İnsanlara emretti. Onlar da onu recmettiler. Halid b. Ve-lid'in attığı bir taşdan dolayı fışkıran kan yüzüne geldi ve Halid ona haka­ret etti. Resulullah da: "Yavaş ol Halid! Nefsim elinde olan Allah'a yemin ol­sun ki, öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, haksız mal alan vergi memuru öyle bir tevbe etmiş olsaydı, mutlaka affedilirdi," buyurdu. Sonra Resulullah (sav) cenaze namazının kılınmasını emretti ve cenazesi kılındı."[242]

- İmran b. Husayn'in rivayetinde Hz. Ömer, Resulullah'a: "Ey Allah'ın Ra­sulü! zina ettiği halde nasıl bunun cenaze namazını kılıyorsun" demiş, Resulullah (sav) da ona: "Öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, Medine halkından yet­miş kişiye taksim edilecek olsa onları mutlaka kuşatır. Sen, Allah için ca­nını feda etmesinden daha üstün bir tevbe bulabilir misin?" cevabını ver­miştir."[243]

cc) Resulullah'ın, kocasının işçisiyle zina eden kadını recmetmesi.

Ebu Hureyre ve Zeyd b. Halid dediler ki: "Biz, Resulullah (sav)'ın yanın­da bulunuyorduk. Bir kişi ayağa kalktı ve: "Allah hakkı için sana söylüyorum. Aramızda mutlaka Allah'ın Kitabıyla hüküm vereceksin" dedi. Bunun arka­sından daha anlayışlı olan davalısı ayağa kalktı ve: "Bizim aramızda Al­lah'ın Kitabı İle hüküm ver ve müsaade et, meseleyi anlatayım" dedi. Rasulullah da: "Söyle" dedi. O, şunları söyledi:

"Oğlum bu adamın İşçisiydi, karısıyla zina etti. Ben ona fidye olarak yüz koyun bir de cariye verdim ve oğlumu kurtardım. Sonra, konuyu ilim sahi­bi İnsanlara sordum, onlar bana, oğluma yüz adet sopa vurulması, bir yıl da sürgün edilmesi, onun karısının ise, recmedilmesi gerektiğini söylediler." Resulullah (sav) şu cevabı verdi:

"Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ben aranızda mutlaka aziz ve eelil olan Allah'ın Kitabı ile hüküm vereceğim. Yüz koyun ve cariye sa­na geri verilecek, oğluna yüz sopa vurulacak ve o, bir yıl müddetince sür­gün edilecektir. Ey Uneys! Sen şu adamın karasının yanına git. Eğer o iti­raf ederse, sen onu recmet." Uneys gitti. Kadın itiraf etti ve onu recmetti."[244]

dd) Resulullah'ın, kadının taşıdığı çocuğun kendisine ait olduğunu İtiraf eden genci recmetmesi.

Bu hususta Leclac (r.a) diyor ki: "Çarşıda kendi işimi yaparken, kucağın­da çocuk bulunan bir kadın geçti. İnsanlar onun yanına koştular. Ben de ko­şanlardandım. Kadınla birlikte Resulullah'a ulaştık. Resulullah: "Bu çocuğun babası kim?" diye sordu. Kadın sustu. Fakat yanında bulunan bir genç, "Ey Allah'ın Rasulü! Onun babası benim" dedi. Yine Resulullah, kadına yöneldi ve: "Bunun babası kim?" dedi. O genç tekrar: "Ey Allah'ın Rasulü! Onun ba­bası benim" dedi. Resulullah, gencin çevresinde bulunan bazı kişilere bak­tı ve genci onlardan sordu. Onlar da: "Biz bunun iyiliğinden başka bir şeyi­ni bilmiyoruz" dediler. Resulullah (sav) gence: "Sen. evlenmiş miydin?" de­di. Genç "evet" dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) emretti ve o recmedil-di. Leclac diyor ki onunla gittik. Ona çukur kazdık. Sağlamca oraya yerleş­tirdik. Sonra onu, canlanamayacak hale gelinceye (ölünceye) kadar taşladık. Bu esnada bir adam geldi. Recmedilen genci soruyordu. Biz onu Resulullah'a götürdük ve "Bu adam, habisi soruyor" dedik. Resulullah (sav) da bu­yurdu ki: "O, Allah katında miskten daha güzel kokmaktadır." Anladık ki, o kişi gencin babasıymış. Biz ona gencin yıkanmasında, kefenlenmesinde ve defnedilmesinde yardımcı olduk."[245]

ee) Rasulullah'ın, geceleyin namaza giden kadına tecavüz eden kişiyi rec­metmesi.

Bu hususta Vail b. Hucr diyor ki: "Resulullah'm döneminde bir kadın, na­maz kılmak için dışarı çıktı. Yolda ona bir kişi rastladı ve elbisesini kadının üzerine örtüp ona tecavüz etti. Bunun üzerine kadın bağırdı. Adam kaçtı. Ka-dmın yanından başka bir adam geçti. Kadın: "Bana bu işi yapan bu adam­dır" dedi. Ensar'dan bir topluluğun yanından geçti ve onlara: "Şu adam ba­na şöyle ve şöyle yaptı" dedi. Onlar koşup kadının kendisine tecavüz etti­ğini sandığı adamı yakaladılar ve kadının yanına getirdiler. Kadın: "Evet bu adam" dedi. Onu alıp Resulullah'a getirdiler. Resulullah, o kişinin recmedü-mesini emredince, kadına tecavüz eden asıl kişi ayağa, kalktı ve: "Ey Allah'ın Rasulü! Kadının arkadaşı (ona tecavüz eden) benim" dedi. Bunun üzerine Resulullah, kadına: "Sen git. Allah seni affetti" dedi. Getirilen kişiye güzel söz­ler söyledi. Kadına tecavüz edene ise, "bunu recmedin" dedi. Sonra bunun İçin: "Öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, Medine halkı böyle bir teube etseydi, on­ların tevbeleri mutlaka kabul edilirdi" buyurdu. "[246]

ff) Resulullah'm yolculuğu esnasında bir kişiyi recmetmesi.

Ebu Zer diyor ki: "Bir yolculuk esnasında Resulullahla beraberdik. Ona bir kişi geldi ve: "Şu seviyesiz insan, zina etti" dedi. Kişi, Resulullah'm ya­nında zina ettiğini itiraf etti. Resulullah, onu dört defa geri çevirdi. Sonun­da bineğinden indi ve bize bir çukur kazmamızı emretti. Biz, onun için de­rin olmayan bir çukur kazıdık ve o recmedildi.

Resulullah üzgün bîr şekilde oradan ayrıldı. Yürüyüp gittik. Bîr yerde ko­nakladık. Resulullah sıkıntısı geçdi ve şöyle buyurdu: "Ey Ebu Zerr! Biliyor musun? Arkadaşınız affedildi ve cennete konuldu.”[247]

gg) Resulullah'm zina eden bir kişiye yüz adet sopa vurması, evli oldu­ğu ortaya çıkınca onu recmetmesi.

Cabir b. Abdullah diyor ki: "Bir adam bir kadınla zina etti. Resulullah, ona sopa vurulmasını emretti. Ona sopa vuruldu. Sonra evlenmiş olduğu bildi­rildi. Bunun üzerine Resulullah (sav) emretti ve recmedildi."[248]

hh) Resulullah'm, birbirleriyle zina eden bir yahudi erkeği ve kadını rec­metmesi.

Resulullah (sav)'ın bu iki yahudiyi recmettiği, Abdullah b. Ömer,[249] Bera

b. Azib,[250] Cabir b. Abdullah[251] Ebu Hureyre[252] ve Cabir b. Semure[253] gibi bir çok sahabeden, sahih hadis kitablarının hemen hemen tümünde rivayet edilmektedir.

Görüldüğü gibi İslâmda recmetme cezasının olmadığını söylemek akıl dı­şı bir iddiadır.

 

Recmi İnkâr Edenler:

 

Sahabelerin, lafzı neshedilen recim âyetinin şeklini beyan etmelerine, re-cim'in varlığı üzerinde titizlikle durmalarına, Resulullah (sav)'ın recmi defa­larca fiilen uygulamasına ve ondan sonra gelen halifelerin ve İslâm ümme­tinin aynı yolu takip etmelerine rağmen geçmişte Hz. Ali'ye karşı çıkan Ha­riciler, günümüzde de modern geçinen Batı hayranları, recmetme cezasının, Kur'an'da zikredilmemesİ gerekçekiyle, bunun İslâm'da olmadığını İddia etmişlerdir.

Bunlara özetle şunları hatırlatmak gerekmektedir.

a. Recim âyetinin lafzı Kur'anda yoksa da onun ortaya çıkacağını beyan eden âyet mevcuttur. Yüce Mevla şöyle buyurmuştur: "Zina yapan kadınla­rınızı ölüm alıncaya veya Allah'ın onlar için bir yol açmasına kadar ev­lerde tutun. "[254]

Âyette, Allah'ın, zina eden kadınlar için bir yol açmasına kadar evlerde hapsedilmeleri emredilmiş, Resulullah da Allah'ın, bütün zina edenler için ce­zalar koyarak yolu açtığını beyan etmiş ve buyurmuştur ki: "Benden alın. Ar­tık Allah zina eden kadınlar için yol göstermiştir. Evlenmiş olan evlenmiş olanla veya bekar olan bekar olanla zina edecek olursa, evlenmiş olana yüz sopa vurulacak, sonra o recmedilecektir. Bekar olana ise, yüz sopa vurula-lacak sonra o bir yıl müddetle sürgün edilecektir.”[255]

Eğer recmin varlığını inkar edenler, Resulullah'ın bu izahını sünnet oldu­ğundan kabul etmezlerse, onlara çelişkiye düştükleri hatırlatılmalıdır. Zira na­mazın farziyeti Kur'anda zikredilmiş, fakat rekatların sayıları mütevatir hadislerle tesbit edilmiştir. Keza zekatın farziyeü Kur'an'da zikredilmiş, fukaha çe­şitli mallardan verilecek miktarı hadislerle beyan edilmiştir. Recmetme şek­linde cezalandırma da mütevatir hadislerle gelmiştir. Yerine göre mütevatir hadisleri almak, yerine göre almamak tam bir çelişkidir.

b. Haricilerin düştükleri hataya düşen günümüzün modernistleri, batılı­ların karşısında kendilerini küçük görme ve onların çokça ayıpladıkları İslâmî hükümlere şüphe sokma sevdasından vazgeçmelidirler. Zira batılılar, heva ve heveslerini ilah edinen, şehvani arzularını firenleyecek herhangi bîr kayıt ve şarta bağlı kalmayan, bu anlayışlarını en yüce makamları olan par-lementolannın duvarlarına: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" şeklinde nakşeden gözleri dönmüş şaşkınlardır.

Yüce M evlanın tasviriyle bunlar: "Heva ve hevesini kendine ilah edinen, Allah'ın bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne per­de çektiği"[256] kimselerdir. Niçin bunlardan çekinip yüce dinimizi onların ra­zı olacakları şekilde anlamaya çalışalım.

c.  İslâm'da recmetme cezası yoktur demekle, kâfirleri razı etmek elbette-ki mümkün değildir. Hatta İslâm'ın kahir çoğunluğu inkâr edilse de, günü­müzde yaşandığı gibi, yine de razı olmazlar. Allah Teala: "Kendi dinlerine uymadıkça, yahudt ve hıristiyanlar senden asla razı olmazlar"[257] buyurmak­tadır. O halde, bırakalım kâfirlere şirin görünme çabalarını da asaletli dini-' mizin hükümlerine takdirle bakalım.

d.  Şunu da iyi kavramak gerekir ki, günümüzdeki modernistler, bu dini Allah'ın Peygamberinden, ondan sonra gelen raşid halifelerden ve onların izi­ni üçyüz küsur senedir takip eden saygıdeğer alimlerden daha iyi anlama im­kan ve kabiliyetine sahip değillerdir. Bu itibarla, sözleri adeta fincanda fır­tına veya çölde bir fısıltı olmadan öteye gidememektedir. Kendilerini bu ka­dar zorlamalarına gerek yoktur. Eforlarını kâfirleri uyarmaya ve onların şıma­rıklıklarını tedip etmeye harcasınlar. İslâm'ın hükümlerini sarsmaya ve insan­ların zihnini bulandırmaya harcamasınlar.

 

Hem Lafzın, Hem de Hükmün Neshi Şekli

 

Bazı âyetlerin hem okunmalarının neshedilip mushafa konulmadıkları, hem de İçerdikleri hükümlerin de kaldırıldığı rivayet edilmekte ve bunun da neshin bir şekli olduğu beyan edilmektedir.

Hz. Aişe'den nakledilen şu metin buna misaldir:

Hz. Aişe diyor ki: "Tesbit edilen on kere emmek haram kılar" ifadesi indirilen Kur'andandı. Sonra neshedildi."[258] Yani, süt emziren kadının ve akra­balarının süt emene haram olması İçin, çocuğun en az on defa emmesi ge­rekli kılınmıştı. Sonra bu neshedildi. Evet, neshedüen bu âyetin hem okun­ması neshedilmiş, mushafa konulmamış, hem de hükmü kaldırılmış, sünnet haram olmak İçin on defa emme şartı giderilmiştir. Daha az emme ile süt em­me hükmü sabit olmaktadır.

 

Nasih ve Mensuhu Bilme Yolları

 

Nasih ve mensuh şu yollardan biri İle bilinir:

a.  Bizzat metnin İçinde neshedildiğini beyan eden ifadelerin açıklamasın­dan anlaşılır. Resulullah'ın şu hadisi bu türdendir: "Ben sizlere, kabirleri zi­yaret etmeyi yasaklamıştım. Artık onları ziyaret edin..."[259]

b.  Ravi, naklettiği nassın tarihini söylerse, sonraki olayın, öncekini nes-hettiği anlaşılır.

c.  Ümmet, belti bir hükmün neshedildiğinde icma ederse, bu yolla anla­şılır.

Şuna dikkat etmek gerekir: Neshedenin, daha sonra inmesi şart ise de, Kur'an'da daha sona yerleştirilmiş olması, muhtemeldir. Zira âyetlerin Kur'ana yerleştirilmeleri, iniş tarihlerine göre değildir.

 

Neshin Gerçekleştiğini İnkâr Edenler

 

Semavi dinlere mensup olan insanlar, dinler arasında neshin aklen müm­kün olduğu gibi, fiilen de gerçekleştiği hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak yahudiler, neshin aklen mümkün olmadığını İddia etmişler, Mutezile mezhe­bine mensup olan Ebu Müslim el-İsfahani[260] ise, neshin, Kur'an ve sünnette olması aklen mümkün olsa da fiilen gerçekleşmediğini zannetmiştir.

a. Yahudiler, neshin aklen mümkün olmadığına delil olarak şunu söyle­mişlerdir: "Nesih"le "Beda" aynı şeylerdir. Beda'nın manası, gelişi güzel davranmak, rastgele hareket etmek, kararsız olmak, duruma göre karar değiştirmek demektir. Her şeyi bilen yüce Mevla'nın böyle bir sıfatla sıfatlan­ması mümkün değildir. Zira böyle bir sıfat, geleceğin ne olduğunu bileme­yen cahillerin sıfatıdır.

Vakıa, yahudilerin bu iddiaları batıldır. Zira nesihle beda aynı şeyler de­ğillerdir. Beda: Rastgele hareket etmek, gelişi güzel davranmak olduğu hal­de, nesih; geçici olduğu bilinen bir hükmün müddetinin sona erdiğini bildir­mektir. Kulların, hükmün geçici olduğunu bilmemeleri Allah Tealanın da bil­memesini gerektirmemektedir.

Allah Teala'nın kullarının çeşitli hallerini bilmesi İtibariyle, onlara bazı ge-çicî hükümler koyup sonra da onları iptal etmesi, onun ezeli ve ebedi ilmi­ne herhangi bir eksiklik getirmez, aksine onun ilminin her şeyi kuşattığını iifade eder. O, kulları İçin bir şeyin ne kadar faydalı ve ne zamana kadardan sonra zararlı olduğunu bilir ve indirdiği hükümleri ona göre gönderir.

Bir şeyin belli bir zaman İçin faydalı olması, her zaman faydalı olmasını gerektirmez. Yeter ki o şey değişebilen bir şey olsun.

Diğer yandan, neshin aklen mümkün olmadığını iddia eden yahudilerin ellerinde bulunan Telmut'ta semavi dinler arasında neshin fiilen gerçekleş­tiğine dair bir çok misal zikredilmekte ve yahudilere cevab teşkil etmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır: "Nuh gemiden inince, Allah Teala ona: "Ben, yer yüzünün bütün canlılarını sana ve soyuna yiyecek kıldım. Bunları size, bit­kiler gibi serbest bıraktım. Ancak kan hariç. Onu yemeyin" buyurdu."

"Sonra, Musa'ya ve İsrail oğullarına bir çok hayvanı haram kıldı."

"Adem (a.s), bacıyı kardeşle evlendiriyordu. Allah Teala bunu, Musa'ya ve diğerlerine haram kıldı."

"İbrahim (a.s)'a oğlunu kesmesi emredildi. Sonra ona: "Oğlunu boğazlama" diye emredildi."

"Hz. Musa, İsrail oğullarına buzağıya tapanlarını öldürmelerini emretti. Son­ra onlardan kılıçlarını uzaklaştırmalarını emretti."

"Hz. Musa'ya peygamberlik gelmeden önce, onun emirlerine boyun eğ­mek gerekmiyordu. Geldikten sonra boyun eğmek gerekti."

b. Neshin aklen mümkün olmasına rağmen fiilen gerçekleşmediğini iddia eden Ebu Müslim el-İsfahani ise, görüşüne delil olarak, şu akli delili zikret­miştir: "Bir şeyi emretmek onun güzel olduğunu, onu tekrar kaldırmak ise, o şeyin kötü olduğunu ifade eder. Bunu da geleceğin ne olacağını bil­meyen cahiller yaparlar. Allah Teala bundan beridir."

Daha önce de zikredildiği gibi, bir şeyin her zaman iyi veya kötü olması gerekmez. Belli bir ilaç belli bir zaman için hastaya faydalı, daha sonra zarar­lı olabilir. Yeterki bunu keşfedebilen mahir doktor bulunsun. Kulların yükümlü kılınacakları amellerde de durum böyledir. Eğer kulların menfaat

ve maslahatları, belli amellerin önce serbest bırakılıp sonra yasaklanmalarını veya tersini icap ettiriyorsa, onların hayatını düzenleyen Allah Tealanın böyle yapması, neden onun -hâşâ- cehaletini gerektirsin. Aksine Onun ilminin sonsuzluğunu gerektirir. Fakat biz aciz kullara ilimden pek az bir pay veril­diğinden, bizlere böyle bir hakkın tanınmaması çok tabiidir. Çünkü kullar, neyin iyi ve neyin köıü olacağını kesin bir şekilde bilemezler. Sadece tahmin­lere dayanırlar, isabel ettikleri olsa da yanıldıkları pek çoktur. Bugün insan­lığın ızdıraplarının kaynaklarından biri de işte budur. İler gün değişebilecek tüzüklerle yargılanırlar. Bir süre önce idam ettiklerini sonra kahraman İlan ettikleri, çokça görülen yakılardandır. Fakat Allah Tealanın hükümleri değiş­tirmesi elbetteki buna kıyaslanamaz.

Diğer yandan daha önce zikredilen nasiarda fiilen neshin gerçekleştiği, ümmetin ittifak ettiği bir konudur. Ebu Müslim gibilerinin karşı çıkmaları faz­la bir önem arzelmemektedir.

Bununla birlikte, neshin çemberini geniş tutmaktansa, onu daraltmak daha isabetlidir. Hasların bağdaştınlmalanna önem verilmelidir.

 

 



[1] Bakara, 140

[2] Bakara, 134

[3] Fetih, 10

[4] Taha, 5

[5] Sura, 11

[6] Bakara, 234

[7] Talak, 4

[8] Maide, 3

[9] En'am, 145

[10] Nur, 4

[11] Talak. 2

[12] Haşiye Şerlıi'l-Menar, slı. 358

[13] EbûDâvâd, Kil. Tahare, hah. 113, lın. 297. 298, 300, 3(H: Tirınizl, Kir. Ta hare. bab.

94, lın. 126

[14] Nisa. 3

[15] Nisa, 24

[16] Bakara. 178

[17] Nisa, 93

[18] Nisa, 93

[19] Nisa, 92

[20] İbn Şihab ez-Zuhri, Nasih ve Mensuh, sh.15

[21] Said b. Feyruz. hicri 83 de vefat etmiştir.

[22] İbn Şihab ez-Zuhri, Nasih ve Mensuh, sh. 16

[23] İbn Şihab ez-Zulıri, Nasih ve Mensuh, sh. 16

[24] Casiye, 29

[25] Bakara, 106

[26] Müslim, Kit. Zühd, bab: 1-1 hn. 2967; Müsned İmanı Ahıııed, c. 4, sh. 174.

[27] Hac, 52

[28] Nasılı ve mensuhla alakalı olarak bir çok alim eser yazmıştır. Bu eserlerin bazıları basılmış, bazıları muhdııt, bazıları da kaybolmuştur. Sadece müelliflerin eser­lerinin isim iisresinde zikredilmekledir.

Nasilı ve Mensulıla ilgili olarak yazılan ilk eserlerden bazıları: Hicri 117'de vefat eden Katade b. Deame'nin eseri, Hicri 124"de vefal eden İbn Şihab ez-Zuhri'nin eseri, İmam Şafii'nin Usul Risalesi İsmindeki eseridir.

Hicri 738de vefat eden İbnu'l-Barezİ'nin "Nasihu'l-Kur'âni'l Aziz ve Mensuhihi" isimli eseri, Hicri. 338'de vefat eden Ahıııed b. Mıılıaınmed en-Nehhâs'ın eseri bu sahada geniş ıııalumaiiar içeren eserlerdendir.

Son dönem alimlerinden hu konuda eser verenlerden en meşhurları ve eserleri ise, Dr. Mustafa Zeyd ve "Kur'an-ı Kerim'de Nesih" adlı eseri. Ali Hasan el-Arid ve "Fethu'l-Mennan FiNeshi'l-Kur'an"adlı eseri, Dr. Şaban Muhammed İsmail ve "Se­mavi Dinlerde Nesih Teorisi" isimli eseri, Abdul Muteaî el-Cebri ve "İslâm Şari-atında Nesih" adındaki eseridir.

[29] Enam146

[30] Enam 145

[31] Bakara, 180

[32] Nisa, 11,  12, 176

[33] Buharı, Kit. Tefsir Sure: 4, bab. 5, Kit. Vasaya, bab. 6. Kit. Feraiz, bab. 10

[34] Müslim, Kit. Cemiz, bab. 106, hn. 977; Ebû Dâvûd, Kit. Cenaiz, bab. 81, hn. 2235; Tirmizi, Kit. Ceruıiz, bab. 60, hn. 1054; Neşe:, Kil. Cenaiz, bab. 100, hn. 2034.

[35] Tirmizi, Kit. Cerıaiz, bab. 60, hn. 1054

[36] Nahl, 67

[37] Bakara, 219

[38] Nisa, 43

[39] Maide, 90, 91

[40] Müslim, Kit. Cenaiz, bab. 106, hn. 977; Ebû Dâvûd, Kil. Cenaiz, bab. 81, hn. 2235; Tirmizi, Kit. Cenaiz, bab. 60.hn . 1054

[41] Bakara, 180

[42] Nisa, 11, 12, 176

[43] Bakara, 106

[44] Nahl, 101

[45] Ra’d, 39

[46] Bkz. Bakara, 180

[47] Bkz. Nisa, 11, 12, 176

[48] Bkz. Bakara, 240

[49] Bkz. Bakara, 234

[50] Bkz. Nisa, 15

[51] Bkz. Nur, 2

[52] Bkz. EbûDâvüd, Kil. Hudud, bah. 23, hn. 4413

[53] Bkz. Bakara, 284

[54] Bkz. Bakara, 286

[55] Bkz. Müslim, Kit. İman, bab. 109, hn. 125: Müsned İmanı Alııııed, c. 2, sh. 412

[56] Ebû Dâvûd, Kit. Cehad. bab. 35, hn. 2532.

[57] Müslim, Kit. Cenaiz, bab. 106. hn. 977; Ebû Dâvûd, Kit. Cenaiz, bab. 81,hn.. 2235; Tirmizi, Kit. Cenaiz, bab.60. hn. 1054 Nesei, Kit. Cenaiz, bab. 100, hn. 2034

[58] Bakara. 114

[59] Bakara, 240

[60] Bakara 234

[61] Nur,4

[62] Nur,6

[63] Bakara,54.

[64] Bkz.En’am,146

[65] Bkz.En’am,145

[66] Tevbe, 5

[67] Tevbe, 29

[68] Bkz. İbn el-Barezi'nîn "Nasihul Kur'anl'l-Aziz ve Mensuhihi" İsimli eseri, Bağdad baskısı.

[69] Bkz. "Kitabu'n-Nasih ve'l-Mensuh Fi Kitabillah" isimli Katadenin eseri.

[70] Bkz. İbn Şİlıab cz-Zühri'nin "en Nasih ve'l-Mensuh" isimli eseri.

[71] Bkz. Suyııtinin "el-İtkan Fi Ulumi'l-Kur'an" isimli eseri, e. II, sh. 29-35

[72] Bakara, 180

[73] Buhârî, Kit. Tefsir, sure 4. bab 5. kit. V;i.saya. bab.6. Kil. Ktrraiz, bab. 10

[74] Ebû Dâvûd, Kİi. V;ıs:ıy;ı, hab. (>, lın. 2870; tinnizi, Kit. Va.saya, bab. 5, lın. 2121 (lıascn. .sahilidir); Nesei, Kil. Va.saya, bab. 5, hn. M^'M İlin Mace, KİL Vasaya, bab.6,hn2713

[75] el-İtkan c. II, .sh. 29

[76] Bakara, 240

[77] Bakara 234

[78] Ebû Dâvûd, Kit. Talak , bab 42, hn. 2298; Nesei, Kil. Talak, bab. 69.

[79] Bakara, 228

[80] Bakara 229,230

[81] Bakara, 115

[82] Bakara, 144

[83] Nesei, Kit. Talak, bab. 75

[84] Buhari, Kit. iman, bab, 30, Kil. Tefsir, sure. 2, bab. 12

[85] Nisa, 15, 16

[86] Nur, 2

[87] Ebü Dâvûd, Kit. Hudud, b;ıb. 23, hn. 4413

[88] Ebu Dâvûd, Kit. Hudud, bal». 23, fin. 4^5: Müslim, Kil. Hudud, bab. 12, 13, 14, hn. 1690; Tirmizi, Kil. Hudud, bab. 8, hn. 1434 (Hasen, sahihtir); îbn Mace, Kit. Hudud, b;ıb. 7, hn, 2550. (Bu hadis-i şerifle, evlendikten sonra zina edene, rec­im cezası uygulanacağı gibi, ondan önce de yüz .supa vurulması beyan edilmiş, yine bekâr olanık zina edene, yüz değnek vurulacağı gibi, bir de bir yıl sürgün edileceği zikredilmişin 11/. Ali, flîisan el-Basri, jshak b. Ralıuye ve zahiri mezhe­bi bu hadisi esas almışlar ve zina edenlere çift ceza uygulanacağını beyan et­mişlerdir. Hz. Ömer, dört mezheb alimleri ise, dalın sonra evli olana yüz sopa at­manın vl- bekâr olanı da bir yıl sürgün etmenin neshedildiğini beyan etmişlerdir).

[89] Bakara, 284

[90] Bakara. 286

[91] Müslim, Kit. İman. bab, 199 hn. 125: Müsnud, İmam Ahmed, c. 2. sh. 412

[92] Bkz. Müslim, Kit İman. bab. 200, hn. 120

[93] Bakara, 183. 184

[94] Bakara, 185

[95] Buhârî, Kit. Tefsir, sure 2, bab. 25

[96] Buhârî, Kit. Tefsir, sure 2, bab. 25

[97] Buhârî, Kit. Tefsir, sure 2, bab. 25

[98] Bkz. el-İtkan fi Ulumil Kuran, c. fi, sh. 29

[99] Bakara, 217

[100] Tevbe, 36

[101] Ali İmran, 102

[102] Tegabun, 16

[103] Nisa, 33

[104] Enfal, 75

[105] Maide, 42

[106] Maide, 49

[107] Enfal, 65

[108] Enfal, 66

[109] Mücadele, 12

[110] Mücadele, 13

[111] Tirmizi, Kit. Tefsir, sure. 58, bab. 2, hn. 3300

[112] Ahzab, 52

[113] Ahzab, 50

[114] Tirmizi, Kit. Tefsir, sure 33. bab. 19, hn. 3216

[115] Müzzemmil, 1-4

[116] Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar geçen zaman İçinde namazları kıl ve sabah namazını da eda et..." (İsra,78)

[117] O halde, akşama girerken de sabaha ererken de Allah'ı tenzih edin (namaz kılın).   "...Günün .sonunda ve öğlen vaktine girince, a İlah'ı tenzih edin (namaz kılın)." (Rum, I"7, 18)

[118] Müzzemmil,20

[119] Tevbe,  41

[120] Tevbe 91

[121] Fetih 17

[122] Nur, 3

[123] Nur, 32

[124] Mesela, el-Şerefendin bin el-Barezi'ye göre Kur'nnd;ı neslıedîlen âyetlerin sayısı İkİyüz kırk dokuz, neshedenlerin sayısı, yüz sekizdir. Buna göre, sadece Tevbe Sûre-si'nin kılıç âyeti diye isimlendirilen 5. âyeti ile elli bir surede geçen yüz ondört âyet, yine Tevbe Sûresi'nin savaş âyeti diye :ıdi;ındınlan 29. âyeti ile yedi sûrede geçen sekiz âyet, neslıedilîp hükümleri kaldırılmıştır.

A.  Kılış âyeti şudur: "Haram ayları çıkınca, müşrikleri nerede bulursanız öldürün.

Onları yakalayın, çevrelerini kuşatın. Her gözetlenecek yerden gözetleyin." (Tevbe, 5)

Bu ây Tin nesheltiği âyetlerin numaraları ve bulundukları sûreler şunlardır: Bakara, 8.1, M9. 190, 191, 217. 250: Ali İmran, 20, 28; Nisa, 63, 8ü, 81, 88, 90, 91; Maide, 2, 99; ur, .un, 66, 91. 104, 106, 1U7, 108, 112, 135, 137, 158, 159; A'raf, 183, 199; Yunus, 20, 41, 46, 99, 102, 108, 109; Hûd, 12, 121, 122; R'ad, 40; Hicr, 3, 85, 88, 89, 94; Nahl, 82, 125, 127; İsra, 54; Meryem, 39, 75, 84; Talip, 130, 131, 135; Hac, 49, 68; Mü'minun, 54, 96; Nur, 54; Furkan, 63; Nemi, 92; Kasas, 55; Ankebut, 50; Rum, 60; l.ukman, 23; Serde, 30; Alızab, 48; Sebe, 25; Falır, 23; Yasin, 76; Saftat, 174, 175, 178, 179; Sad, 17, ""O, 88; Zümer, 15, 39, 41; Mü'min, 55, 77; Fussilet, 34; Şura, 6, 40, 43, 48; Zuhruf, -4İ, 83, 89; Duhan, 10, 59; Casiye, 14; Kat", 39, 45; Zariy-at, 54; Tur, 31. 45, 48; Necin, 29; Kamer, 6; Mümtahine, 8; Nun, 44, 48; Mearic, 5, 42; Müzzemmil, 10, 11, 19; Müddessir, 11; İnsan, 8, 29; Tarik, 17; Ğaşiye, 22; Kâ-firun, 6. âyetleri.

B. Savaş âyeti ise şudur: "Kitap ehlinden, Allah'a ve abiret gününe İman etmeyen-

lerle, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını, haranı saymayanlarla ve hak dini, din kabul etmeyenlerle boyun eğip kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın." (7'evbe, 29)

Bu âyetin neshettiği âyetlerin mimarları ve bulundukları sûreler ise, şunlardır: Bakara, 109; Ali İmran, 111. 120; Maide, 13; Kn'aın, 70; Enlal, 61; Ankebut, 46; Şura, 15. Konu İle ilgili olarak bkz. Şereleddin İbn el-Barezinin Nasihul Kur'an ve Mensuhi-hi isimli risalesine. Bağdat Üniversitesi, Edebiyal Fakültesi yayınları. Dr. Hatmi Sal­ih ed-Damimi'nin Talıkikivle).

[125] Müslim, Kit. Cenaiz, bab. 106, hn. 977, Kil. Kdahi, bab. 37, hn. 977; Ebû Dâuûd, Kil. Cenaiz, bab. 81, hn. 2235, Kil Eşribe, bab. 7, hn. 3698, Tirmizi, Kit. Cenaiz, bab. 6(), hn. 1054. (Tirmizi'ye göre bu hadis asen ve sahihtir. Bu konuda, E bu Sard'den, İbn Mesuddan, Enes'den, Ebu Htıreyre'den ve Ünımü Seleme'den de hadis rivayet edilmiştir). Nesei, Kil. Cenaiz, bab. 100, hn. 2034, Kil. Eşribe, bab. 40, Kil. EdaJıi, bab. 36; ibn Mace, Kil. cenaiz, bab. 47, lın. 1571. <İbn Mâce bu ha­disi İbn Mes'ud'dan, Hz. Aişe'den ve Ebu Hurcyıe'den rivayet etmiştir); Müsned, İmam Ahmed, c. 1, sik 140 (Hz. Ali'den), c. J, sli. 452 (Abdullah b. Mes'ud'dan) c. III, sn. 38 (Ebu Said el-Hudri'den), c. III, sh. 237, (Enes b. Malik'ten) rivayet edil­miştir.

[126] Mut'a nikahı: Evlenecek olan kadın ve erkek, belli bir değer karşılığında geçici bir süre için evleneceklerine dair ittifak ederler. Bu süre bitince kadın kendiliğin­den boşanmış olur. Kocasına mirasçı olamaz.

[127] Bkz. Müslim, Kit. Nikâh, bab. 10.

[128] Bkz. Şerhu Müslim'in Nevevi, c. II, sh. 1022.

[129] Mü'minun, 1-7

[130] Buhârî, Kil. Mağazi, bab. 38, Kit. Nikah, bab. 31, Müslim, Kİt. Nikah, bab. 29, hn. 1407; Tirmizi, Kit. Nikah, bab. 29, hn. 1121, Kit. Alime, bab. 6. hn. 1794, (Tirmizi'ye göre bu hadis hasen ve sahihtir); Nesei, Kit. Nikah, bab. 71, Kit. Sayd, bab. 31; İbn Mace, Kit. Nikah, bab. 44, hn. 1961; Darimi, Kit. Nikah, bab. 16, Kit. Edahi, bab. 21; Muvatta, Kit. nikah, bab. 41; Müsned, İmam Ahuıed, c. I, sh. 79.

[131] Müslim, Kit. Nikah, bab. 31, 32, hn. 1407.

[132] Darkutni, Kit. Nikah, bab. 55

[133] Müslim, Kil. Nik:ıh. h:ıh. 20. hn. 1<'İO6; Müsned, İmam Alımed, c. 3, sh. 405.

[134] Müslim. Kit. Nikah, bab. V), lın. \4i)6; Ncsei, Kil. Nik:ıh, bab. 72.

[135] Müslim, Kil. Nikah, b;ıb, 21, lın. 1406; İbn Mace, Kil. Nikah, bab. 44, hn. 1962;

Müsned, îmam Ahıııed, e. .S, .sh.  404, '405.

[136] Müslim, Kil. Nikah, bab. 28. lın. 1406.

[137] Müslim, Kit. Nikah, bab. 18, hn.405 Darekutni, Kil. Nikah. bab. 25

[138] İbn Mace, Kil. Nikah, bab. fi, hn. 1963

[139] Muvatta, Kil. Nikah. bab. 18. hn. 42

[140] Darekutni, Kil. Nikah, bab. 54

[141] Müslim, Kil. Nikah, hah. 27. hn. 1406

[142] Kasdedilen  Ihı kbi. Abdullah  b. Abbas'dır. Zira  n. mut'a  yapmanın muhali olduğunu söylüyordu.

[143] Müslim, Kil. Nikah, bab 27,hn. 1406.

[144] Konu ile ilgili olarak bakınız: Zubdetul Ahkâm sh. 203-214 uluslararası ilişkiler bölümünde İslâm! yayınlar teşkilatının yayını

[145] Şiiler, âyetin bu bölümünü "onlarla mut'a yaptığınız takdirde" şeklinde izah et­mişlerdir.

[146] Ayetin bu bölümünü İse, "ücretlerini” diye beyan dinişlerdir.

[147] Nisa, 24

[148] Nisa, 25

[149] Bakınız, Tefsir el-Kurtubi. c. 5. sh. 129, 130

[150] Nisa, 24

[151] Mü'minun, 1-7

[152] Konu ile ilgili olarak bkz. Tefsir el-Alusi, c. 5, sh. 5-7

[153] Nisa, 24

[154] Mü'minun,1-7

[155] Konu  ile ilgili olarak bkz. Tefsir el-Kurtubi, c. 5. .sh.   129-130; Tefsir Ruhu'l Meani, c. 5, sh 129-130, Tefsir Ruhu’l Meani c.5,sh.5-7

[156] Bkz.Neylu’l-Evtar, c.6,sh.153vd.

[157] Buhari kit.Nikah,bab.31

[158] Maide, 87. Hadisle ilgili olarak bkz-. Müslim, Kil Nikah, bab. 11, hn. 1404; Müsned, İmam Ahmed. C.I ,sh. 420, 432; Buharı, Kil. Nikah, bab. 8, Kit. Tefsir, sure. 5. b;ıb. 9. BuhâıTnin rivayetinde "bdli bir .süreye kadar" ifadesi yoktur.

[159] Müslim, Kit. Nikah, bab. 10. hn. 1405

[160] Müslim, Kit. Nikah, bab. 17 hn. 1405

[161] Müminun, 1-7

[162] Tirmizi, Kit. Nikah, bab. 28. hn. 1122. Bu hadisi Beyhaki ve Tnbaranı de rivayet etmişlerdir. Şevkani, Tirmizi'nin ravilerinin arasında, Musa b. Ubeyde bulun­duğunu, bunun da çok zayıf biri olduğunu söylemektedir. (Neylu'l-Evtar, c. 6, sh.153...)

[163] Konu ile İlgili olarak bkz, Neylu'l-Evtar, e. 6, slı. 154-157.

[164] Buharı, Kit imam, bab, 30, Kit. Tefsir, Sure. 2, bab. 12

[165] Bakara, 144

[166] Mümtehine,12

[167] Bakara, 275

[168] Nur, 2

[169] Bakara, 106

[170] Nahl, 101

[171] Bakara, 180

[172] Ebû Dâvûd, Kil. Vnsay;i, bnb. 0, lın. 28~(); Tirmizi, Kil. Vasaya, bab. 5, hn. 2220, 2221; Nesei, Kil. V;ıs;ıy;ı, b;ıb. 5, lın. 3ö?3; İbn Mace, Kil. V:ısaya, bab. 6, hn. 2712, 2713: Darimİ, Kit. Vasnya, bab. 28; Müsııed, İninin Alııned, c. 4, sh. 186, 187, 238, 239. v. 5, sh. lir

J İndisin, Hbu Uınaıııe'dcn gelen Kiviler zincirinde İsmail t>. Ayyaş bulunmaktadır. Amr b. Hurisin raviler /incirinde de Şchr I). Hav^eb vardır. J ler iki ravi hakkında da bazı şeyler söylenmiştir.

[173] Nisa, 15. 16

[174] Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 23, hn. 4415; Müslim, Kil. Hudud, bab. U, hn. 1690; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 8, hn. 1434; İbn Mace, Kit. Hudud. bab. 7, hn. 2550

[175] Bir kısmı alimlere ş>öre, bu iki âyet hadisle değil, Nur Sûresi'nin ikinci âyetiyi neshedilmiştir. Nitekim Abdullah b. Abbas bu görüşledir. (Bkz. Ebû Dâuûd, K»1-Hudud. bnb. Zfi, hn.   4413)

[176] Ahzab, 52

[177] Tirmizi, Kil. Tefsir, sure. .'t.^, b:ıb. K\ hn. 3216

[178] Ahzab, 51. Hadis. Tahavi la rafından rivayet edilmiştir. (Bkz. Kurtubi Tefsiri, c. 14-sh. 219)

[179] A.g.e.

[180] A.g.e.

[181] Bkz. Tirmizi, Kit. Tefsir, sure. 33, bab. 19, hn. 3216

[182] Nur, 2

[183] Bakara, 240

[184] Bakara, 234 

[185] Bakara, 115

[186] Bakara, 144, 149

[187] Konu ile  ilgili olarak muta yapma holümün? bakılmalıdır.

[188] Mücadele, 12, 13

[189] Saffat, 101-107

[190] Konu ile ilgili olarak bkz. Buhârî, Kit. Salat, bab. 1, Kit. Enbiya, bab. 5 vd.

[191] Enfal, 65, 66

[192] Buharı, Kit. Tefsir, sure. 2, bab. 24

[193] Buharı, Kit. Teefsir, sure 2, bab. 25

[194] Buhârî, Kit. Tefsir, sure 2, bab. 25

[195] Bakara. 180

[196] Buhârî, Kit. Rikak, bab. 10; Müslim, Kit. Zikat, bab. 16, 19, hn. 1048, 1049, 1050; Tirmizi, Kit. Zekat, bab. 27, hn. 2337, Kit. Menakib, bab. 33, lın. 3793; İbnMace, Kit. Zühd, bab. 27, hn. 4235; Darimi, Kit. Rikak, bab. 62; Müsned İmanı Ahıned, c. 1, sh. 370, c. 3, sh. 122, 168, 176, 192, 198, 236, 238, 243, 247, 272, 340, 341, c. 4, sh. 368, c. 5, sh. 117, 131, 219.

[197] Bkz. Müslim, Kit. Zekat, bab. 119, hn. 1050

[198] Bkz. Tirmizi, Kit. Menakib, bab. 33, hn. 3793, Müsned, İmanı Ahmed, c. 5, sh. 131

[199] Müsned, İmam Ahmed, c. 4, sh. 368

[200] Müsned, İmanı Ahmed, c. 5, sh. 219

[201] Buhârî, Kit. Rikab, bab. 10; Müslim, Kit. Zekat, bab. 118, hn. 1049; Müsned İmam Ahmed, c. 1, sh. 37, c. 5, sh. 117

[202] Buhârî, Kit. Rikak, bab. 10

[203] Buhârî, Kit. Rikak, bab. 10

[204] İbn Mace, Kit. Zühd, bab. 27, hn. 4235

[205] Müsned, İmanı Ahmed, c. 3, sh. 140, 141

[206] Müsned, İmanı Ahmed, c. 6, sh. 55

[207] Buhârî, Kit. Rikak, bab. 10; Müslim, Kil. Zekat, bab. 116, 117, hn. 1048; Tirmizi, Kit. Zühd, bab. 27, hn. 2337; Müsned, İmam Ahmed, c. 3, slı. 168, 198, 256, 238, 243.

[208] Buhârî, Kit. Meğazi, bab. 28, Kit. Cihad, bab. 184; Müslim, Kit. Mesacid, bab. 297, hn. 677; Müsned, İmam Ahıned, c. 3, sh. 109, 111, 255

[209] Buhârî, Kit. Hudud, bab. 31; Müsned, îıııam Ahıned, c. 1, sh. 47, 55

[210] Buhârî, Kit. Feraİd, bab. 29; Müslim, Kit. İman, bab. 113, lın. 62; Müsned, İmanı Ahmed, c. 2, sh. 526

[211] İbnMace, Kir. Hudud, bab. 9, hn. 2553; Müsned, İmam Ahmed, c. 5, sh. 131, 183; Hakim, el-Müstedrek, c. 4, sh, 360; Beyhaki, Sünenul Kübra, c. 8, sh. 367, hn. 16913; Firdevs li'd-Deylemi, c. 2, sh. 364, hn. 3667; Cemu'l-Cevami, hn. 11044; Mu-vatta, Kİt. Hudud, bab. 1, hn. 10; Mecmau'z-Zevaid, c. 6, sh. 268; Heysemi, bunun Taberani'nin Kebir'inde, İbn Hibban'm sahihinde ve İbn Mendeh'in Mar-İfe'sinde rivayet ettiklerini ravilerin sahih hadislerin ravileri olduklarını zikretmiştir. Bkz. adı geçen son kaynak.

[212] İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 9, hn. 2553; Beyhaki, Sünen, c. 8, sh. 367, hn. 16910

[213] Muvatta Kit. Hudud, bab. 1, hn. 10; Tirmizi (daha kısa olarak), Kit. Hudud, bab. 17

[214] Hakini, el-Müstedrek, c. 4, sh. 360

[215] Beyhaki, es-Sünen, c. 8, sh. 367, hn. 16913

[216] Müsned İmanı Ahmed, c. 5, sh. 132; Beyhaki, Sünen, c. 8, sh. 367, hn. 16912; Şevkani, bunu'İbn Hibban'ın da rivayet ettiğini söylemektedir. (Neylu'l-Eutar, c. 7, sh. 102)

[217] Beyhaki, Sünen, c. 8, sh. 367, hn. 16913-

[218] Mecmau'z-Zeuaid, c. 6, sh. 265. (Heysemi bu hadisi Tnberanİ'nin Kebir adlı kitabında zikrettiğini, ravilerinin sahih hadis kitaplarının ravileri olduğunu zikret­miştir.) İbn Mendeh de Marife isimli eserinde rivayet etmiştir.

[219] İbn Mace, Kİt. Nikah, bab. 37, hn. 1944; Müsned İmam Ahmed, c. 6, sh. 269

[220] Buharı, Kit. Hudud, bab. 30, 31; Müslim, Kİt. Hudud, bab. 15. hn. 1691; Ebû Dâuûd, Kit. Hudud, bab. 23, hn. 4418; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 7, hn. 1432; İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 9, hn. 2553; Muvatta, Kit. Hudud, bab. 8

[221] Müsned, İmam Ahmed, c, I, sh. 107, 121, 140, 141, 143, 153.

[222] Müslim, Kit. Hudud, bab. 12, 13, 14, hn. 1690; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 23, hn. 4415; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 8, hn. 1434 (Hasen, sahih); İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 3, hn. 2550

[223] Müsned, İmam Ahmed, c. 3, sh. 476

[224] Nesei, Kit. Tahrim, bab. 5, lın. 4023; İbn Mace, Kit. Hudııd, bab. 1, Iı. 2533; Müsned, İman) Ahmed, c. 1, sh. 61, 63, 65, 70

[225] A.g.e.

[226] A.g.e.

[227] Müsned, îmanı Ahmed, c. 1, sh. 163

[228] Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 1, hn. 4353; Nesei, Kit. Tahrim, bab. 5, hn. 4022; Müsned, İmam Ahmed, c. 6, sh. 214

[229] Buhârî, Kit. Diyat, bab. 6; Müslim, Kit. Kasame, bab. 25, 26, hn. 1676; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 1, hn. 4352; Tirmizi, Kit. Diyet, bab. 10, hn. 1402 (Hasen, sahih); Nesei, Kit. Tahrim, bab. 5, lın. 4021; İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 1, hn. 2534; Darimi, Kit. Siyer, bab. 11; Müsned, İmam Ahmed, o 1, sh. 382, 428, 441, 469.

[230] A.g.e.

[231] Buhârî, Kit. Hudud, bab. 22, 29, Kit. Ahkam, bab. 19, Kit. Talak, bab. 11; Müs­lim, Kit. Hudud, bab. 16, hn. 1691; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4428; Tir­mizi, Kit. Hudud, bab. 5, hn. 1428; îbn Mace, Kit. Hudud, bab. 9, hn. 2554

[232] Buhârî, Kit. Hudud, bab. 21, 25, Kit. Talak, bab. 11; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4420; Tirmizi, Kit, Hudud, bab. 5. hn. 1429 (Hasen, sahihtir).

[233] Müslim, Kit. Hudud, bab. 17, 18, hn. 1692; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4422

[234] Müslim, Kit. Hudud, bab. 20, hn. 1694; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4431

[235] Müslim, Kit. Hudud, bab. 22, 23, lın. 1696; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn.

4433

[236] Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 6, 24, hn. 4317, 4419; Müsned, İmam Ahmed, c. 5, sh. 217, 314

[237] Müsned, İmam Ahmed, c. 1, sh. 8. Şevkani, bunu Ebu Yata, Bezzar ve Taberani de rivayet etmişlerdir, senedlerinde Cabir el-Cafi bulunmaktadır. O da zayıf biridir de­mektedir. (Neylul Evtar, c. 7, sh. 107)

[238] Buhârî, Kit. Hudud, bab. 22, 29, Kit. Ahkam, bab. 19, Kit. Talak, bab. 11; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4428; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 5, hn. 1428; îbn Mace, Kit. Hudud, bab. 9, hn. 2554

[239] Müslim, Kit. Hudud, bab. 22, 23, hn. 1696; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4433.

[240] Ebû Dâuûd, Kit. Hudu, bab. 24, lın. 4419; Müsned, İmam Ahmed, c. 5, sh. 212

[241] Bu kabileye Ganısd kabilesi de denilmektedir.

[242] Müslim, Kit. Hudud, bab. 22, 23, hn. 1695; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 25, hn. 4442

[243] Müslim, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 1696; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 25, hn. 4440; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 9, lın. 1435; İbnMace Kit. Hudud, bab. 7, hn. 2555.

[244] Buharı, Kit. Hudud, bab. 30, 34, 38, 46, Kit. Ahkam, bab. 39, Kit. Sulh, bab. 5, Kit. Şurud, bab. 9, Kit. Eyınan, bab. 2; Müslim, Kit. Hudud bab. 25 hn. 1696, 1697; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 25, tın. 4445; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 8, hn. 1433; İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 7, hn. 2549; Müsned, İmam Ahmed, c. 4, sh. 115; Nesei, Kit. Adab, bab. 22, hn. 5412; Muvatta, Kit. Hudud, bab. 6; Tirmizi sahibi Ebu İsa, konu ile ilgili hadisleri Ebu Bekre, Ubade b. es-Samİt, Ebu Hureyre, Ebu Saİd el-Hudrİ, Abdullah b. Abbas, Cabir b. Senuıre, Hazzal, Bureyde el-Eslemi, Selem b. ei-Muhabbik, Ebu Berze ve İmran b. Husayn'den de rivayet edilmiştir, demekte­dir.

[245] Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4435; Müsned, İmam Ahmed, c. 3, sh. 479

[246] Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 22, hn. 1454; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 7, hn. 4379; Müsned, İmanı Ahıued, c. 6, sn. 599

[247] Müsned, İmanı Ahıııed, c. 5, slı. 179

[248] Ebû Dâvûd, Kil. Hudud, bab. 24, hn. 4438

[249] Buharı, Kit. Hudud, bab. 24, Kit. Tefsir, sure. 3, bab. 6, Kit. Menakib, bab. 26, Kit. frisam, bab. 16, Kit. Tevhid, bab. 51; Müslim, Kit. Hudud, bab. 26, hn. 1699; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 25, hn. 4446, 4449; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 10, hn. 1436; İbn Mace, Kit. Hudud, bab. İÛ, hn. 2556; Darimi, Kİt. Hudud, bab. 15, Muvatta, Kit. Hudud, bab. 1; Müsned, İmanı Ahmed, c. 2, slı. 57, 63, 76, c. 5, slı. 96

[250] Müslim, Kit. Hudud, bab. 28, hn. 1700; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 25, hn. 4447, 4448; İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 10, hn. 2558

[251] Müslim, Kit. Hudud, bab. 28, hn. 1701; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 25, hn. 4452, 4455

[252] Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 25, hn. 4450, 4451, Kit. Akdiye, bab. 27, hn. 3624

[253] Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 10, hn, 1437; Müsned, İmam Ahmed, c. 5, sh. 91, 94, 97, 104

[254] Nisa, 15

[255] Müslim, Kit. Hudud, 12, 13, 14, hn. 1690; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 23, hn. 4415; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 8, hn. 1434; İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 7, hn. 2550; Müsned, İmam Ahmed, c. 3, sh. 476. Bu hadisi Seleme b. el-Muhabbik de rivayet etmiştir.

[256] Casiye, 23

[257] Bakara, 120

[258] Müslim, Kit. Rıda, bab. 24, hn. 1452; Ebû Dâvûd, Kit. Nikah, bab. 11, lın. 2062; Tir-mizi, Kit. Rıda, bab. 3, hn. 1150; Nesei, Kit. Rıda, bab. 51; İbnMace, Kit. Nikah, bab. 35, hn. 1942; Muvatta, Kit. Rıda, bab. 17; Darimi, Kit- Nikah, bab. 49.

[259] Müslim, Kit. Cenaiz, bab. 106, hn. 977, Kit. Edahi, bab. 37, hn. 1972; Ebû Dâvûd, Kit. Cenaiz, bab. 81, hn. 2235, Kit. Eşribe, bab. 7, hn. 3698; Tirmizi, Kit. Cenaiz, bab. 60, hn. 1054; Nesei, Kit. Cenaiz, bab. 100, hn. 2034; İbnMace, Kit. Cenaiz, bab. 47, hn. 1571; Müsııed, c. 1, sh. 145.

[260] Ebu Müslim el-İiahani, Muhaımned b. Bahr e 1 -İsfahani'dir. M. 868-934 yuları arasında yaşamıştır. Mutezile mezhebine mensuptur. Abbasi halifesi Muktedir'in döneminde İsfahan valiliği yapmıştır. En önemli eserlerinden biri "Camiu't-Tevil" isimli ondört ciltlik tefsiri, bir de "en-Nasih vel Mensuh" isimli eseridir.