Delillerin Çelişmesi,
Bağdaştırılması, Bağdaştırılamayadan Tercih
1. Delillerin Çelişmesi Gerçekte
Var mıdır?
2. Şer'i Delillerin
Çeliştiklerini Zannetmenin Sebebleri:
B. Delil Olmayan Bir Metnin Delil
Zannedilmesi:
C. Geçici Olarak Gönderilen
Hükmün, Devamlı Olduğunu Sanmak:
a. Tahsis Yaparak Tevil: (Tevilun
bit-tahsis)
Delillerden Birini Diğerine
Tercih Etme:
1. Fıkıh Alimlerinin Tercih
Şekilleri:
2. Hadis Alimlerinin Tercih
Şekilleri:
Delillerden Birinin Hükmünün
Neshi
5. Neshin Varlığını Gösteren
Deliller:
Neshedilmesi İmkansız Olan
Hükümler:
Nesheden ve Neshedilen Ayetlere
Misaller:
Birbirini Nesheden Hadislere
Misaller:
D. Kur'ânın Hadisleri Neshetmesi
E. Hadislerin Kur'anı
Neshetmeleri
H. Hükümle Amel Ettikten Sonra
Nesih
1. Hükümle Amel Etmeden önce
Nesih
İ. Ağır Hükmün Kaldırılıp
Hafifinin İndirilmesi
J. Hafif Hükmü Kaldırıp Ağırının
İndirilmesi
L. Sadece Lafzın Neshi (Tilavetin
Kaldırılması)
Hem Lafzın, Hem de Hükmün Neshi
Şekli
Nasih ve Mensuhu Bilme Yolları
Neshin Gerçekleştiğini İnkâr
Edenler
Bu konulara kitabın
çeşitli kısımlarında yeri geldikçe değinilmişti. Bununla birlikte,
birbirleriyle ilintili olan bu konuları, toplu bîr şekilde özetlemenin faydalı
olacağı düşünüldü ve özetlenerek anlatılmaya çalışıldı.
Bundan maksad, bir
hüküm hakkında, birbirine zıt olan iki veya daha fazla delilin bulunmasıdır.
Bunu iyi anlamak için aşağıda sıralanacakkonuları
bilmek gerekmektedir.
Deliller, sağlam
oldukları, manalarını açık seçik bir şekilde ifade ettikleri ve iyi
kavranıldıktan takdirde, birbirleriyle çelişmezler. Zira bu delilleri beyan
eden ve bunların İfade ellikleri hükümleri koyan merci tek bir mercidir.
Yüce Mevlanın ve O'nun
adına konuşan peygamberinin böyle bir tenakuza düşmeleri, mümkün değildir.
Diğer yandan, şer'i
deliller, mükellefin yükümlü olduğu hükümleri İfade ederler. Eğer bunların
gerçek manada çeliştikleri mümkün olursa, yükümlü olan kul, hangisini
yapacağını bilemez ve bilemediğinden dolayı da ondan hüküm düşer. Böylece o
hüküm boşuna zikredilmiş olur. Hâşâ şeriatın koyucusu böyle bir abesle
iştigalden beridir, münezzehtir.
O halde, gerçekte
deUerin çelişmesi söz konusu değildir. Ancak çelişir gibi oldukları bir
vakıadır. Bunun sebebi nedir?
a.
Delillerin birbirleriyle bağdaşma şeklinin kapalı olması:
Aslında deliller,
birbirleriyle çelişir bir durumda değillerdir. Fakat okuyucu onların
çeliştiklerini zanneder. Çünkü onların bağdaşmaları oldukça kapalıdır. Buna
misal olarak: Beyi ölen hanımın, bekleme süresi hakkında inen ve birbiriyle
çelişiyor gibi görülen şu iki âyet zikredilmektedir:
"İçinizden ölüpte
geride eşler bırakan erkekler, karılarının evlerinden çıkartmayarak, bir yıla
kadar bakılmasını vasiyet etsinler. Şayet kadınlar evden çıkacak olurlarsa,
kendileri için yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur..."[1]
"Sizden, ölen ve
geride eş bırakan erkeklerin eşleri dört ay on gün iddet beklerler. İddetlerini
tamamlayınca kendileri için meşru bir surette yaptıkları işlerde size bir günah
yoktur..."[2]
Görüldüğü gibi,
birinci âyel-i kerime, kocası ölen kadının bekleme süresinin bir yıl, ikinci
âyet-i kerime ise, dört ay on gün olduğunu ifade etmekledirler.
- Cumhur ulema, bu iki âyetin birbirleriyle
çeliştiklerini ve bunları bağdaştırmanın mümkün olmadığını, bu itibarla birini
diğerine tercih etmek gerektiğini ve son âyet Kur'an'daki sıralamada daha önce
geliyorsa da birinci âyeti nesh ettiğini (hükmünü kaldırdığını) söylemişlerdir.
Ancak, Fahreddini Razi, sıralamada önce gelen bir âyetin sonra gelen âyeti
neshe demeyeceğini ve bunları birbirleriyle bağdaştırmak icabettiğini
bildirmiştir. Bunlar, şu şekilde bağdaştırılmıştır;
- İki âyetin konulan farklıdır. Bu nedenle
âyetler arasında çelişki, dolayısıyla nesli yoktur. Zira birinci âyet, kocası
Ölen kadının kocasının evinde kendi istek ve iradesiyle bir yıl kalabileceğini
ifade etmektedir ve kadının bekleme süresiyle alakası yoktur. Eğer iddet
bekleme ile alakası olsaydı, bu iş kadının İsteğine bırakılmazdı. Kadın buna
mecbur tutulurdu. Ayette böyle bir mecburiyet yoktur. Bu sadece, ölenin
velisinde kadının bir hakkıdır, dilerse o hakkını kullanır. Dilerse kullanmaz.
- İkinci âyet ise.
kocası ölen kadının bekleme mecburiyetinde olduğu müddeti beyan etmektedir.
Buna göre bir hanımın kocası ölürse, o dört ay on gün beklemek zorundadır. Bu
süreyi tamamlamadan evlenemez. Fakat bu kadın islerse, ölen kocasının evinde
bir yıl kalabilir. Mirasçılar, onu çıkaramazlar.
Biz de bu iki âyeti
bağdaştıran görüşün daha isabetli olduğu kanaatindeyiz. Zira âyetlerden
birinin hükmünün kalktığını söylemektense, mümkün olduğu sürece her ikisinin
bükümlerinin de geçerli olduğunu söylemek daha evladır. Fakat, bunları
bağdaştırma şekli oldukça kapalıdır. "Bağdaştırmaya çalışmanın bir zorlama
olduğunu" söyleyenlere verilecek cevabın tatminkâr olmadığı da bir
gerçektir.
Şer'i delillerin
çeliştiklerini zannetmenin ikinci sebebi de delil olmayan bir metnin delil
olduğunu sanmak ve diğerleriyle çeliştikleri kanaattna varmaktır.
Meselâ; Mut'a
nikânının (belli bir zamana kadar geçici evliliğin) haram kılındığını beyan
eden mütevatîr hadisler karşısında böyle bir evlenmenin caiz olduğunu beyan
eden Abdullah b. Abbas'ın ve benzerlerinin kanaatlerini delil zannetmek, mut'a
nikahı hakkında çelişkili deliller olduğu tahminini doğurur. Halbuki,
mütevatir hadislere ters düşen haberi ahadler delil olamaz ve çelişki meydana
getiremezler. Bu konuya bilahare değinilecektir.
Yüce Mevla ve O'nun
elçisi Resulullah, belli bir zamana kadar geçerli olacak bir hükmü bildirirler,
onun geçici olduğunu İfade eden bir şey zikretmezler. Kullar o hükmün kıyamete
kadar devam edecek bir hüküm olduğunu sanırlar Sonra birinci hükmün süresi
bitince ikinci hükmü beyan ederler. Bu defa kullar, bu iki hükmü ifade eden
delillerin çeliştiklerini zannederler. Halbuki mesele, birinci hükmün sona
erdiğini ve ikinci hükmün yürürlüğe girdiğini beyandır. Çelişkili hükümler
koyma değildir. İşte buna İslâm hukukunda nasih ve mensuh denilmektedir.
İleride buna da değinilecektir.
Bağdaştırma Yolları
(Tahsis ve Takyid):
Birbiriyle çelişiyor
gibi görünen delilleri revü etme yoluyla bağdaştırmak mümkündür. Daha önce
tevilden bahsedildiğinden, burada ona özetle değinmek gerekmektedir.
Tevil bir kelimeyi
zahiri manasından çıkarıp muhtemel olan başka bir manasında kullanmaktır.
Tevil'in doğru
olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:
a. Tevil
edilen mana, kelimenin gösterdiği muhtemel manalardan biri olmalıdır. Bir
kelime, ihtimali olmayan bir manaya tevil edilemez.
b. Tevili
gerektiren bir sebep bulunmalıdır. Meselâ, sözün zahiri manası, herkes
larafından bilinen dini bir esasa muhalif olması veya tesbiti daha kuvvetli
olan bir nassa ters düşmesi, yahut manayı ifade şeklinde daha güçlü olan bir
metne zıd olması, onun tevilini gerektiren sebeplerdendir.
c. Tevil, dayanaksız olmamalıdır. Yoksa yanlış olma
ihtimali büyüktür.
Tevil edilen nasların
iki ana kısmı vardır:
A. Allah
Tealimin yaratıklarına benzediği imajını veren âyet ve hadislerin tevili.
Meselâ:
fıkıh usulü
537
"... Allah'ın
eli, onların ellerinin üstündedir..."[3] âyetindeki
"Allah'ın eli" ifadesini "Allah'ın kudreti" şeklinde tevil
etmek. "... Rahman olan Allah arşın üzerine oturdu"[4] âyetindeki
"oturdu" ifadesini "hâkimiyeti altına aldı" şeklinde tevil
etmek ve buna dayanak olarak da "Allah'ın benzeri hiç bir
şey yoktur..."[5]
âyetini zikretmek, buna misal olan tevillerdendir.
Bu türden olan
tevillerin asıl gayesi, Allah Tealayı tenzihtir, nasları birbirleriyle
bağdaştırma değildir. Bu İtibarla konumuzun dışındadır.
B- Kulların
yükümlü oldukları hükümlere ait olan nasların tevili.
Bizim konumuzla ilgili
olan tevil, işte bu türden olan tevildir. Çünkü bunun gayesi, birbirleriyle
çelişiyor gibi görülen nasları bağdaştırmaktır. Böyle bir tevil sayesinde İki
nasdan birini iptal etme yerine, her iki nasla da amel edilmiş olur ki, asıl
olan da budur. Bu kısımdan olan tevil de kendi içinde İki ana kısma
ayrılmaktadır:
Bundan maksat,
birbirleriyle çelişiyor gibi görünen iki nasdan birini genel hüküm diğerini de
genel hükmün sadece belli fertlerine has olan özel bir hüküm sayarak tevil
etmek, böylece iki nassı birbiriyle bağdaştırmak ve her ikisiyle de amel
etmektir.
Mesela; "Sizden
Ölüp de geride eş bırakan erkeklerin karıları, dört ay ongun iddet
beklerler"[6] âyet-i kerimesi, beyi ölen
her hanımın -hamile olsun veya olmasın- dört ay on gün idde! beklemesi genel
hükmünü İfade etmektedir. Halbuki şu âyet "... Hamile kadınların iddeti
ise, doğum yapma-larıyla tamamlanmış olur..."[7] gebe
olan kadınların iddetlerinin doğum yapmaları olduğunu beyan etmektedir. O
halde, doğum yapan hanım, aynı zamanda beyi ölen bir hanım ise hükmü ne olacaktır?
Birinci âyete göre dört ay on gün mü? Yoksa İkinci âyete göre doğum yapması mı?
İki âyetin zahirde çeliştikleri sanılır. Fakat, iki âyeti tahsis yoluyla
bağdaştırarak bu vehmi gidermek mümkündür.
Şöyle ki: Birinci
âyetin genel bir hüküm İfade eden bir nas olduğu, ikinci âyetin İse, sadece
hamile olan kadınlara mahsus olduğu belirtilir. Buna göre: ''Hamile olan
kadın, kocası defnedilmeden dahi doğum yaparsa, iddeti bîtmiş olur. Yeni bir
beyle nikâhlanabilir. Hamile olmayansa, dört ay on gün beklemelidir"
hükmüne varılır.
Görüldüğü gibi. bu iki
âyeli bu şekilde bağdaştıranlar, "hanımın iddet beklemesinin asıl sebebi,
rahmin boş olup veya olmadığını tesbittir" diyen alimlerdir. (Bunlar, iki
sürenin kısa olanını esas almaktadırlar).
"Kocası ölen
kadının İddet beklemesinin sebebi, hem rahmin boş olup olmadığını tesbit
etmek, hem de kocaya bir vefa borcunu ifa etmektir" diyen alimler ise, bu
iki âyeti şöyle bağdaştırmışlardır: Kocası ölen kadın, her halükârda dört ay
on gün iddet beklemek zorundadır. Ancak, hamilelik durumu daha uzunsa, doğum
yapıncaya kadar beklemek şarttır. (Bunlar iki süreden daha uzun olanını esas
almışlardır).
b.
Kayıtlayarak Tevil (Tevilun bi't-Takyîd):
Bundan maksad ise,
birbiriyle çelişiyor gibi görünen iki nasdan birini kayıtsız şartsız mutlak
hanımlığı kabul etmek, diğerini de kayıt koyan bir nas saymak ve mutlak olanda
da bu kaydın geçerli olduğuna karar vermektir. Böylece mutlak olan nas,
kayıtlı sayılarak tevil edilir ve her iki nas bağdaştırılmış olur.
Meselâ; "Leş, kan,
domuz eti, bir de Allah'tan başkası adına kesilen, size haranı
kılındı..."[8] âyet-i kerimesinde,
"kan" kelimesi kayıtsız ve şartsız olarak zikredilmiştir. Buna göre
etlerin üzerinde dahi kalsa, her kan haramdır Şu âyette ise; "De ki: Bana
vahyolunanlarda, yiyen bir kişinin yediği her hangi bir şeyin haram olduğuna
dair bir hüküm bulamıyorum. Ancak leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki,
o pistir- ya da doğru yoldan çıkarak, Allah'tan başkası adına kesilen
hayvanların yenmesi haramdır..."[9]
"Kan" kelimesi, "akıtılmış olma" kaydıyla birlikte
zikredilmektedir.
Birinci âyet kanı
mutlak olarak, ikinci âyet ise akıtılmış olarak zikrettiklerinden iki âyet
arasında çelişki varmış gibi görünür. İşte bu âyetlerden, kayıtsız olan
birinci âyet de kayıtlı sayılarak, levil edilir. Ayetler bağdaştırılıp her
ikisiyle de amel edilmiş olur. Buna göre,-haram kılınan kanın, "akan
kan" olduğu hükmüne varılır.
Eğer herhangi bir
tevil yoluyla, birbirine zıd görünen delilleri bağdaştırmak mümkün olmazsa,
duruma bakılır:
Onlardan birinin
(zaman itibariyle), diğerinden daha sonra geldiği tesbit edilemez ise, tercih
yollarından biriyle, delillerin biri diğerine tercih edilir.
Metinlerde tercih
şöyledir:
a. En kuvvetli
sayılan muhkem İle onun alt derecesinde olan nıüfesser, birbiriyle
çeliştiklerinde muhkem mülessire tercih edilir.
Mesela: "...
İffetli kadınlara zina isnad edenlerin şahidliklerini ebediy-
yen kabul
etmeyin"[10] âyetinde
"ebediyyen" ifadesi bulunduğu için bu âyet muhkemdir.
"...İçinizden adalet sahibi iki kişiyi yaptıklarınıza şahid tutun..."[11]
âyeti ise, müfesserdir. Muhkem olan birinci âyet, müfesser olan ikinci âyete
tercih edilir ve zina iftirasında bulunanın tevbe ederek adil olma sıfatına
sahip olması halinde dahi şahitliğinin bir daha kabul edilemeyeceği hükmüne
varılır.
b. Müfesser
ile onun alt derecesinde olan nass birbiriyle çelişirse, müfes-serler nasslara
tercih edilirler. Mesela: "Adet görme dışında kendisinden kan giden kadın,
her namaz vakti için abdest alır"[12] hadis-i
şerifi müfesserdir. Buna mukabil, adet görme dışında kendisinden kanın
gittiğini soran hanıma, Resulullah'ın: "Ey Fâtime! Sen her namaz için
abdest al”[13] buyurması ise, bir
nassdır.
Burada müfesser nassa
tercih edilir ve adet görme dışında kendisinden kan giden kadının, her namaz
için değil, her namaz vakti için abdest alması gerektiği hükmüne varılır.'
c. Nass ile
onun alt derecesinde bulunan zahir'in çelişmeleri halinde, nass, Zahir'e tercih
edilir.
Mesela: "... Size
helal olan ve hoşunuza giden kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenin..
."[14] âyet-i
kerimesi nassdır. Dörde kadar hanımla evlenilebileceğini ifade etmektedir.
Buna mukabil
"evlenilmeleri haram olanlar dışında, iffetli olarak, zina etmeyerek,
mallarınızla, evlenmek istemeniz size helal kılındı..."[15]
âyeti ise, zahir'dir.
Evlenilecek kadınlar
için her hangi bir sayı sınırı belirtmemektedir. Burada Nass olan birinci
âyet, ikinciye tercih edilir ve dörtten fazla kadınla ev-lenilemeyeceği hükmüne
varılır.
d. Delaletu'l-İbare
ile Delaletıf1-İşare. birbirleriyle çeliştikleri zaman, birincisi daha
kuvvetli olduğundan, ikincisine tercih edilir.
Mesela: "Ey iman
edenler! Öldürülenler hakkında kısas yapma size farz kılındı"[16] âyet-i
kerimesi, delaletul-ibaresiyle, her kasıtlı katile dünyada kısasın gerekli
olduğunu' ifade etmektedir. Buna karşılık "kim bir mü'mini kasıtlı olarak
öldürürse, onun cezası cehennemdir. Orada ebedi olarak kalacaktır"[17] âyeti
delalü'l-işare'si ile 'kasıtlı katile, ahirette cezasını çekeceğinden, dünyada
kısas cezası uygulanmaz" manasını ifade etmektedir. Bu iki delaletten
birincisi tercih edilir ve kasıtlı katile, ahirette göreceği cezaya ilaveten
dünyada da kısas uygulanacağı hükmüne varılır.
e. Delaletu'I-İşare ile Delaletu'l-Fahva'nın birbirleriyle
çeliştikleri zaman da birincisi daha kuvvetli olduğu için İkinciye tercih
edilir.
Mesela: "Kim bir
mü'mini kasıtlı olarak öldürürse, onun cezası, cehennemdir. Orada ebedi olarak
kalacaktır"[18] âyet-i kerimesi
delaletu'l-işaresiyle 'kasıtlı katile, ahirette cezasını çekeceğinden dünyada
kısas cezasının uygulanmayacaağım ve cezanın bir uzantısı olan keffaretin de
gerekmediği' manasını ifade etmektedir. Şu âyet ise: "Kim bir mü'mini hata
İle öldürürse, keffaret olarak bir mü'min köle azad etmesi, bir de öldürülenin
ailesine diyet ödemesi gerekir..."[19] delaletu'l-fahvasıyla
'kasıtlı katile de keffa-retin gerektiğini' ifade eder ve bu İki delalet
birbiriyle çelişirler. Birincisi daha kuvvetli olduğu için ikinciye tercih
edilir ve kasıtlı katile keffarel gerekmediği hükmüne varılır.
f. Delaletu'l-Fahva ile Delaletu'l-İktİza'nın
çelişmeleri halinde de birinci deelalet şekli daha kuvvetli olduğundan ikinciye
tercih edilir.
Yukarıda zikredilen
tercih şekilleri hadisler İçin de geçerlidir. Bu tercih yolları dışında
hadislerin birbirlerine tercihi için başka yollar da vardır. Bunları da şu
şekilde özetlemek mümkündür: Eğer iki hadis-i şerif birbirleriyle çelişiyorlarsa:
a. Mütevaûr
olan hadis, mütevatir olmayana tercih edilir. Meselâ, mut'a nikâhının
yasaklandığını beyan eden mütevatir hadis, bunun caiz olduğunu İfade eden ve
Abdullah b. Abbas'a isnad edilen ahad hadise tercih edilir. Bu konu bilalıere
izah edilecektir.
b. Ravilerinin
hepsi adil olan hadis, ravilerinin bazıları zayıf olan hadise tercih edilir.
c. Şafii ve
Hanbel Üzere göre sened zinciri bitişik olan hadis, sened zinciri kopuk olan
mürsel hadise tercih edilir.
d. Hadislerin
dereceleri aynı ise, Ebu Hanİfe, fakih olan sahabinin rivayet ettiği hadisi,
fakih olmayanın rivayet ettiğine tercih eder. İmam Malik, Medine halkının amel
ettiği hadisi, onların amel etmediklerine tercih eder.
Hadis alimleri;
yukarıda zikredilen tercih sebeplerine ilaveten şunları da tercih sebebi
saymışlardır:
Eğer İki hadis
birbiriyle çelişir ve bağdaştınlmalan da mümkün olmazsa, tercihler şöyle
yapılır:
a. Buhârî,
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesei, Tİrmizi ve İbn Mace'nİn ittifakla rivayet ettikleri
hadis, bunların ittifak etmedikleri hadise tercih edilir.
b. Daha
sonra, Buhârî ve Müslim'in İttifak etlikleri hadis, diğerlerine tercih edilir.
c. Sonra,
Buhârî'nin rivayet ettiği hadis, diğerlerinin rivayet ettiklerine tercih
edilir.
d. Sonra,
Buhârî'nin aradığı şartları kuşatan hadis, bunlara sahip olmayana tercih
edilir.
e. Sonra,
Müslim'in aradığı şartlara sahip olan badis diğerlerine tercih edilir.
f. Haram
kılan nas, helal kılana tercih edilir.
Şayet delillerin
bağdaştırılması mümkün olmazsa bunlardan birinin hükmünün kaldırıldığına karar
verilir ve bu meseleye nasih ve mensuh meselesi denilir. Bu konuda şunlar,
zikretmek uygun görülmektedir.
Abdurrahırum b. Habib
es-Selemi diyor ki: Hz. Ali, insanlara kıssalar anlatan bir hikayecinin
yanından geçti ve ona: "Sen, nasibi, mensuhtan ayırmayı biliyor musun?
dedi. O da: "Hayır" diye cevap verdi. Bu defa Hz. Ali ona: "Hem
kendin helak oldun. Hem de İnsanları helak ettin" buyurdu."[20]
Said b. Feyruz Ebu Buhleri[21]
diyor ki: "Hz. Ali, Küfe Mescidinde insanlara kıssalar anlatan bir
hikayeciyi gördü ve onun için: "Bu adam, beni tanıyın, beni tanıyın. Ben
falan oğlu filanım" diyor. Sorun ona bakalım nasilı-le mensubu birbirinden
ayırabiliyor mu? dedi. Ona: "Mü'nıinlerin emirİ sana diyor ki: Nasilıle
mensubun farkını biliyor mu?" elediler. O da: "Hayır" dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali: "Bir daha gelip burada konuşmaya kalkışmasın"
buyurdu."[22] Dahhak b. Muzahim diyor
ki: "Abdullah b. Abbas, kıssalar anlatan bir hikayecinin yanından geçti
ve ona ayağı ile vurdu, sonra ona: "Sen, nasihle mensuhun farkını biliyor
musun? dedi. Adam, hayır dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas ona: Hem kendin
helak oldun, hem de başkalarını helak ettin dedi."[23]
Görüldüğü gibi Hz. Ali
ve İbn Abbas, nasih ve mensuhun ne demek olduğunu bilmeyen vaazlara sohbet
etmeyi yasaklamışlar ve onların hem kendilerini hem de diğerlerini helak
ettiklerini beyan etmişlerdir. Bu da konunun çok önemli bir konu olduğunu
göstermektedir. Buna hayret edilmemelidir. Zira nasih ve mensubu
bilmeyenlerin, kaldırılan hükümleri geçerli, sonradan gelen hükümleri geçersiz
zannetmeleri ve ona göre fetva vermeleri her zaman muhtemeldir. Böylece hem
kendileri günah işlerler, hem de diğer insanları saptırırlar. Bu nedenle
müçtehid olan veya fetva makamında bulunan alimlerin bunları bilmeleri
kaçınılmaz bir zarurettir.
Nesih kelimesinin
lügatta bir kaç manası vardır.
A. Alıntı
yapmak ve aktarmak. Bir kitabın diğerinden kopya edilmesi gibi. Kur'anı Kerim,
Levh-i Mahflız'dan alındığından, bu manaya göre Kur'anın tümüne neshedilen
(Levh-i Mahfuzdan aktarılan) demek caizdir. Şu âyet-i kerimede geçen
"yazıyoruz" diye tercüme edilen ve nesih kökünden türetilen
"nestensihu" kelimesi, bu manada kullanılmıştır. "İşte Kitabımız
size gerçekleri söylüyor. Şüphesiz Biz, dünyada iken yaptıklarınızı yazıyor
(kopya ediyor)duk."[24]
Nesh'in lügattakt bu manasının konumuzla herhangi bir alakası yoktur.
B. Bir şeyi iptal edip başkasını onun yerine
koymak. "Güneş gölgeyi nes-hetti" cümlesindeki '"neshetti"
ifadesi, bu manadadır. Yani, güneş gölgeyi kaldırıp onun yerine geldi
demektir. Bizim konumuzla ilgili olan ve şu âyette de zikredilen nesihten
maksat, işte budur. "Biz, bir âyeti nesheder (hükmünü, kaldırır) veya onu
unutturursak, daha iyisini veya aynısını getiririz..."[25]
- Basra valisi Utban
b. Ğazvan'ın şu hutbesinde geçen nesih de bu manadadır: "Halid b. Umeyr
el Adevi diyor ki: Utbe b. Gazvan bize bir hutbe irade etti. Allah'a hamdedip
onu övdükten sonra şunları söyledi: ... Hiçbir peygamberlik yoktur ki,
neshedilip sonunda kıralhğa dönüşmüş olmasın. Sizler, bunları duyacaksınız ve
bizden sonra bir çok valileri deneyeceksiniz."[26]
"Zamanlar ve
çağlar birbirlerini neshettiler" cümlesindeki nesih de bu manadadır. Bir
zaman veya çağ gider, başkası onun yerine gelir demektir.
C. Bir şeyi giderip
yerine herhangi bir şey koymamak. "Rüzgar izleri neshetti"
cümlesindeki nesih bu manadadır.
"Rüzgar hiç bir
iz bırakmadı" demektir. Şu âyette geçen, nesih kökünden türetilen ve
giderme olarak tercüme edilen "yensahu" ifadesi de bu manadadır.
"...Allah, şeytanın soktuğu şüpheleri giderir (nesheder)."[27]
Kur'an-t Kerimde bu
manada neshin bulunup bulunmadığı ihtilaflıdır. Ebu Ubeyde, Kur'anda bu manada
neshin olduğunu, Resulullah'a bazı sûreler İnip sonra kaldırıldığını,
insanların onu yazıp okumadıklarını iddia etmiş.
Nesih kelimesinin
ıstılahı manasına gelince; fıkıh usulü alimleri, bunu çeşitli şekillerde tarif
etmişlerdir. Bunlardan en meşhurları şunlardır:
a. Nesih,
şer'i bir hükmün müddetinin sona erdiğini açıklamadır. Bu tarife göre neshin
iki yönü vardır. Allah Tealaya göre nesih, geçici olan bir hükmün sona
erdirdiğini beyandır.
Bize göre nesih ise,
bir hükümle başkasını değiştirmektir. Çünkü biz, kaldırılan hükmün geçici
olduğunu bilemeyiz.
b. Nesih,
istikrar bulan bir hükmün daha sonra gelen bir hitapla kaldırılmasıdır. Öyle
ki, ikinci hitap olmasaydı, birinci hüküm geçerli sayılırdı.
c. Nesih,
şeriatın koyucusunun, daha sonra beyan ettiği bir delille, şer'i bir hükmü kaldırmasıdır.
Bütün tariflere göre,
nesihte geliş zamanları farklı olan iki ayrı nassın bulunması gerekmektedir.
Bunlardan önce gelen ve kaldırılana mensuh, sonra gelen ve sabit kalana da
nasih denilmektedir.”[28]
a. Önceki
ümmetlerde geçerli olan ve İslâm gelince neshedilip kaldırılan hükümlere bir
örnek: Yahudilere, belli hayvanların ve İç yağlarının haram kılınıp sonra
Muhammed (sav) ümmetine helal kılınmasıdır. Bu hususta Allah Teala şöyle
buyurmaktadır: "Biz, yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Sığır
ve davarın İse, sırt, bağırsak ve kemik yağlarının dışında iç yağlarını da
haram kıldık. Azgınlıklarından dolayı, onları bu şekilde cezalandırdık..
."[29]
Diğer bir âyette ise şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammedi De
ki: "Bana v a hy olu ilanlarda, yiyen bir kişinin yediği herhangi bir
şeyin haram olduğuna dair bir hüküm bulamıyorum. Ancak, leş veya akıtılmış
kan, yahut domuz eti -ki, bu pistir- yahut doğru yoldan çıkarak Allah'tan
başkası adına kesilen hayvanların yenmesi müstesnadır (haramdır)."[30]
Görüldüğü gibi,
birinci âyette yahudilere, deve, kaz, ördek gibi tırnaklı hayvanların; sığır ve
davarın da belli iç yağlarının haram kılındığı beyan edilmekte, ikinci âyetle
İse, bunların Muhammed (sav) ümmetine yenmesi yasaklanan şeyler arasında
bulunmadıkları zikredilmekte ve yahudilere, azgınlıkları sebebiyle koyulan bir
kısım yasakların. Muhammed ümmetinden kaldırıldığı ifade edilmektedir.
b. İslâmcla önce var
olan daha sonra kaldırılan hükümlere misal: Ölen kişinin ölümü anında anne ve
babasına ve diğer akrabalarına vasiyet etmesinin farz kılınması, daha sonra
miras paylarını belirten âyetlerle neshedilme-sidir. Bu hususta Allah Teala
şöyle buyuruyor:
"Sizden birine
ölüm geldiği zaman, eğer geride mal bırakıyorsa, anne-babaya ve akrabalara,
örfe göre vasiyette bulunmanız, size farz kılındı. Bu, muttakiler üzerine bir
borçtur.[31] Diğer bir âyette ise
şöyle buyuruyor:
"Allah size,
evlatlarınızın miras taksimi hususunda, erkeklerin paylarının kadınların İki
katı olmasını emretmektedir... Eğer ölen, ana ve baba ile birlikte çocuklar da
bırakırsa, ana ve babanın her birinin terekeden payı altıda birdir. Şayet
ölenin çocuğu yok da, kendisine ana ve babası mirasçı oluyorsa, annenin payı
üçte birdir..."[32]
İşle Nisa Sûresi'nin
bu âyeli bundan sonra gelen âyet, bir de en son âyeti, aynı surede geçen ve
ana-babaya, akrabalara vasiyet etmeyi tarz kılan âyeli, neshelmişler. hükmünü
geçersiz kılmışlardır.
Bu hususla Abdullah b.
Abbas diyor ki: Kişi ölünce, malı çocuğuna kalırdı. Ana ve babaya ise vasiyel
edilirdi. Nihayet Allah Teala bu hükümlerden dilediğini neshetti (kaldırdı).
Erkeğe, iki kadının payı kadar verdi. Ana ve babadan herbirine mirasın yerine
göre altıda birini veya üçte birini verdi. Karıya, sikizde bir veya dörtte bir
pay verdi. Kocaya mirasın yansını veya dörtte birini verdi."[33]
c. Daha önce gelen bir
hadis-i şerifin, sonra gelen bir hadisle neshedil-diğine misal ise, şu hadis-i
şeriftir:
"Ben, sizlere
kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Artık onları ziyaret edin. Üç günden
fazla kurban etlerini bekletmenizi yasaklamıştım. Bundan sonra o etleri uygun
gördüğünüz kadar bekletin. Yine ben sizlere deri su kapları dışındaki kablarda
bulunan şiraları (üzüm sularını) içmenizi yasaklamıştım. Artık bütün kaplarda
olan şiralardan için. Ancak, sarhoşeden birşeyi içmeyin."[34] Hadisin
başka bir rivayeti şöyledir: "Bensiz-lere, kabirleri ziyaret etmeyi
yasaklamıştım. Muhammed'e annesinin kabrini ziyaret etmeye dair izin verildi.
Sizler de kabirleri ziyaret edin. Zira bu ziyaret ahireti hatırlatır.”[35]
Görüldüğü gibi, hadis-i şerifte daha önce belli şeylerin yasaklanıp daha sonra
serbest bırakıldığı beyan edilmektedir.
Aslında semavi dinler,
yaratıcı yüce Mevla tarafından, kullarının menfaat ve maslahatlarını gerçekleştirmek
maksadıyla, onlara gönderilen ilahi nizamlardır. Gönderen merci bir,
gönderilen yaratıklar da aynı sınıftan olduklarına göre, semavi dinler
arasında ve onların sonuncusu olan İslâm şeriatının kendi içinde nasih ve
mensubun olmaması icap etmektedir. Buna rağmen, gerek dinler arasında, gerekse
İslâm dininin kendi İçinde nasih ve mensuhun bulunduğu bir gerçektir. O halde
bunun sır ve hikmeti nedir? Bu hususta şu noktalara dikkat etmek gerekir:
a. Nesih
olayı, dinlerin temel esasları olan, Allah Tealanın sıfatları, kulların mutlak
menfaatleri, geçmiş ve gelecekle ilgili olan haberler ve benzeri konularda
ceryan etmemiştir. Hiç bir semavi din, Allah'ın (hâşâ) zalim olduğunu, yalan
söylemenin caiz olduğunu, cennet ve cehennemin olmayacağını söylememişlerdir.
Zira bunlar dinin temel esaslanndandır.
b. Dinin
detayı mahiyetindeki hükümlerde ise, nesih olayı gerçekleşmiştir. Sebebi ise,
ilk yaratılışından kıyamete kadar devam eden beşeriyetin he-pisinin farklı
seviyede olmaları ve her seviyede olana münasip olan hükümlerin konulmasıdır.
Böylece dinin temel esasları olmayan konularda bütün İnsanlığı çelikten
kalıplar İçine koymak yerine her ümmete, zamanına uygun olan veya terbiyesini
icap ettiren hükümler koyulmuş olsun. Mesela, İsrail oğullarının azgınlığını
terbiye için onlara belli hayvanlar haram kılınmış ve Cumartesi günü avlanma
yasağı konmuş, onlardan sonra gelen ümmetlerden ise bu yasaklar kaldırılmıştır.
İslâmın kendi içinde
neshin vuku bulmasının hikmetleri
a. İnsanları,
detaylı hükümlere tedrici bir şekilde alıştırmak, onların düşkün oldukları
kötü huyları aşamalı olarak tedavi etmektir. Buna misal olarak içki ve kumarı
zikretmek mümkündür.
İnsanlar, nefsi
okşayan içki ve kumara çokça düşkünlerdi. Günümüzün cahilleri gibi, İçki
içmeyi bir meziyet sayıyorlardı. Allah Teala İçkiyi tedrici bir şekilde
yasakladı ve böylece o cahilleri aşamalı bir şekilde tedavi etti.
-Birinci olarak,
İçkinin hoş bir şey olmadığını beyan etti ve buyurdu ki;
"Hurma
ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden sarhoş edici İçkiler ve güzel rızıklar
edinirsiniz..."[36] Bu
âyette, güzel rızıklar karşılığında, sarhoş edici içkiler zikredilerek, içkinin
güzel bir şey olmadığına işaret edilmiştir.
- ikinci olarak, içki
ve kumarın zararlı şeyler olduklarını açık bir şekilde beyan etti ve buyurdu
ki,
'"Sana içki ve
kumardan soruyorlar. De ki: Onlarda büyük günah vardır. İnsanlar İçin
faydaları da vardır. Ancak günahları faydalarından daha büyüktür..."[37] Büyük
günahı icap ettiren şeyler insanlar için zararlı olan
şeylerdir.
-Üçüncü olarak, İçkiyi
günün uzun bir bölümünde yasakladığını bildirdi ve: "Ey İman edenler!
Sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın..."[38]
buyurdu. Bu âyetten sonra mü'minler, gündüzün tamamında, gecenin de bir
bölümünde içki İçmiyorlardı.
- Dördüncü olarak,
içkiyi ve kuman tamamen yasakladı ve şöyle buyurdu: "Ey iman edenler!
İçki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler.
Bu pislikten kaçının ki, kurtuluşa eresiziniz." "Şüphesiz ki,
şeytan, kumar ve içki İle aranıza düşmanlık ve kin sokmayı, sizi Allah'ın
zikrinden ve namazdan alıkoymayı ister. Artık bunlardan vazgeçmez
misiniz?"[39]
b. İnsanlara
putperestliği hatırlatacak her şeyi yasaklamak, daha sonra kafalardan bu
düşünce silinince, gerçek anlamıyla putperestlik olmayan hususları serbest
bırakmak, keza kötü alışkanlıklara çağrışım yapacak vasıtaları yasaklamak,
bunlardan tamamen vazgeçilince o yolları serbest bırakmaktır. İşte şu hadis-i
şerifte, kabirlerin ziyaretinin önce yasaklanması putperestliği çağrıştıracak
davranışlara engel olmak gayesine, belli kaplarda şira içmenin yasaklanması,
içkiyi hatırlatacak vasıtaları ortadan kaldırmak maksadına bina-endir.
Bu maksad hasıl
olunca, kabirleri ziyaret ve her türlü kapta şira içmek serbest bırakılmıştır.
"Ben sizlere, kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım, artık onları
ziyaret edin... Yine ben sizlere, deri su kapları dışındaki kaplardan şira
içmenizi yasaklamıştım, artık bütün kaplarda olan şıralardan için. Ancak sarhoş
eden bir şeyi içmeyin."[40]
Cahiliye döneminde,
mirasın tümü ölenin en büyük çocuğuna veriliyordu. Bu adeti kırmak için
tedrici hükümler koyuldu. Önce, mirastan ana, baba ve akrabalara da vasiyet
edilmesi farz kılındı,[41] daha
sonra ise, mirasın ölenin yakınları arasında belli paylar şeklinde dağıtılması
emredildi.[42]
Hulasa, İslâmda neshin
vuku bulması çeşitli hikmetlere binaendir. Yoksa yüce Mevla'nın -hâşâ-
bilmediği bir neticeyi denemesi için değildir. Neshe bu gözle bakanlar,
Kur'anda neshin olamayacağını iddia etmektedirler. Bunlar, neshin hikmetlerini
düşünmelidirler.
Allah Teala şöyle
buyuruyor: "Biz, bir âyeti nesheder (hükmünü kaldırır) veya onu
unutturursak, daha iyisini veya aynısını getiririz. Allah'ın herşeye kadir
olduğunu bilmez misiniz?"[43]
Diğer bir âyette:
"Biz, bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman ki,
Allah ne indirdiğini çok iyi bilir, müşrikler, Peygamber'e: "Sen ancak bir
iftiracısın" derler. Hayır! Onların çoğu bunu bilmezler"[44]
buyurmaktadır.
Başka bir âyette de:
"Allah, hükümlerden dilediği hükmü siler, dilediğini bırakır. Esas kitap
O'nun katındadır"[45]
buyurmuştur.
Görüldüğü gibi,
birinci âyetle, âyetlerin neshedilebileceği veya unutturulabileceği; ikinci
âyette, âyetlerin birbirleriyle değiştirileceği; üçüncü âyette ise, Allah'ın
dilediğini silip kaldıracağı ve dilediğini de olduğu gibi bırakacağı
zikredilmektedir. Bunlar da ıstılahı anlamda nesih demektir. Nitekim, ölen
kişinin ana-baba ve akrabalarına, örfe göre vasiyet etmesi farz kılınmış[46] daha
sonra, bütün akrabaların mirastaki paylan belirlenmiş [47]ve
Önceki âyet nes-hedilmiştir. yine ölen erkeğin hanımının bir yıla kadar iddet
bekleyebileceği beyan edilmiş [48]daha
sonra böyle bir kadının sadece dört ay on gün idde bekleyeceği bildirilerek
birinci iddel şekli neshedilmiştir.[49]
Keza, zina ettiği dört
şahitle tesbit edilen kadının, ölünceye veya Allah'ın bir çıkar yol
göstermesine kadar evlerde göz hapsinde tutulacağı[50]
beyan edilmiş, daha sonra ise, bekâr olduğu halde zina eden kadın ve erkeğe
yüz sopa vurulacağı[51] evlenmiş
iseler recmedilecekleri bildirilmiş[52] ve
evlerde tutma cezası neshedilmiştir.
Yine İnsanların hem
açığa vurdukları, hem de içlerinde gizledikleri kötü niyetlerinden sorumlu
olacakları beyan edilmiş,[53] daha
sonra ise, kişinin ancak gücünün yettiğinden sorumlu olacağı, içinden
geçirdiği kötü niyetlerinden sorumlu tutulmayacağı bildirilmiş[54] ve
birinci âyet neshedilmiştir.[55] Bunların
benzerleri çoktur. Bilahere zikredilecektir.
Ancak Mutezile
mezhebine mensup olan Ebu Müslim el-İsbahani, Kur'an-da neshin olmadığını ve
neshin varlığını ifade eden âyetlerden maksadın, Kuran âyetleri değil,
mucizeler olduğunu, neshe örnek gösterilen misallerin birbirleriyle
bağdaşlınlabilineceğini söylemiştir.
Bu meseleye konumuzun
sonunda değinilecek, Ebu Müslim'in ve onu tak-lid eden modernisücrin şaz duruma
düştükleri görülecektir.
Bir hükmün,
neshedilmeye müsait olması için aşağıda zikredilen şartları içermesi gerekir.
Aksi takdirde hükmün neshi mümkün değildir. Bu şartlar özelle şunlardır:
a. Nesheden
ve neshedilen hükümlerin birbirleriyle bağdaştırılması İmkansız olmalıdır.
Daha önce de belirtildiği gibi, iki hükmü herhangi bir tevil yoluyla
bağdaştırmak mümkün olursa, ortada nesih diye bir durum olamaz.
b. Nesheden
delil, neshedilenden sonra inmiş olmalıdır. Çünkü nesih, bir hükmü kaldırıp
diğerini onun yerine koymak veya yerine bir hüküm koymadan var olan hükmü sona
erdirmektir. Bu da iki delilin bulunmasını, birincinin ifade ettiği hükmün,
ikinci tarafından kaldırılmış olmasını gerektirir. Bu ise, neslıedenin daha
sonra gelmesini icap ettirir. Aksı takdirde, bir anda birbirine zıt iki hükmün
gönderildiği varsayımına ulaşılmış olur ki, hikmet sahibi yüce Mevla ve O'nun
elçisi Hz. Muhammed (sav) bundan beridirler.
c. Neshedilecek
hüküm, aklıselim sahibi olan insanlar tarafından iyiliği veya kötülüğü
hakkında ittifak edilen bir hüküm olmamalıdır. Zira, gerçekten İyi olan
hükümlerin emredileceği ve kötü olanların da yasaklanacağı ve bunların değişmeyeceği
muhakkaktır. Çünkü Allah, İslâm nizamını kullarının menfaat ve maslahatlarını
gerçekleştirmesi ve onlara gelecek zararları önlemesi için göndermiştir.
Bu nedenle, yalan
söylemeyi, zulmü, hayasızlığı ve benzeri kötülükleri yasaklayan, Allah'a imanı,
ana-babaya itaati, dürüstlüğü, adil olmayı ve benzeri iyilikleri emreden
hükümlerin neshedilmeleri imkansızdır. Ancak bazı ümmetleri cezalandırmak için
temiz olan şeylerin onlara yasaklandığı vardır. Mesela, İsrail oğullarına
azgınlıkları sebebiyle, Cumartesi günü avlanmanın ve belli tırnaklı hayvanların
etlerinin yasaklanması bir cezalandırmadır. Böyle bir durumda, kulların
menfaatine olan şeylerin neshedilmeleri mümkündür ve olmuştur. Bu bir
istisnadır.
d. Neshedilecek
hüküm, ebedilik ifade eden bir kayıtla kayıtlı olmamalıdır. Aksi takdirde
neshi mümkün değildir. Çünkü hem bir hükmün ebediliğini bildirmek, hem de onu
sonradan kaldırmak bir çelişkidir. Mesela, cihad etme farzı, neshedilmesi
imkansız olan hükümlerdendir. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"...Cihad, Allah'ın beni göndermesinden itibaren ümmetimin sonu Deccalle
savaşmcaya kadar, devam edicidir. Onu ne zalimin zulmü iptal edebilir, ne de
adaletlinin adaleti.”[56]
Bu şartlara göre şu
hükümlerin neshedilmeleri imkansızdır:
A. Dinin Aslını Teşkil Eden Hükümler.
İtikatla ilgili olan
hükümler bu türdendir. Mesela; Allah'a, ahiret gününe iman etmeyi emreden.
Allah'a ortak koşmayı ve zinayı yasaklayan hükümlerin neshedilmeleri mümkün
değildir. Zira bunlar, dinden dine değişmeyen İlahi düsturlardır.
B. Ahlâk Ve Faziletin Temelini Teşkil Eden
Hükümler.
Mesela; adaletli
olmayı, ana-babaya iyi davranmayı, dürüst olmayı emreden, zulmü, yalanı ve
başkalarının hakkını yemeyi yasaklayan hükümlerin kaldırılıp, yerlerine
bunların zıddı hükümlerin konulması mümkün değildir.
C. Ebedilikle Kayıtlanan Hükümler.
Naslarda zikredilen
herhangi bir hüküm, "ebedî" kaydı İle kayıtlı olursa, neshedilmesi
kabil değildir.
D. Halvr.
vaad ve lehdid İfade eden hükümler de neshedilemezler. Çünkü, bLinların neshi
haber verenin yalancılığını ifade eder.
E. Naslarla
tesbit edilmeyen hükümler.
Çünkü nesih, naslarda
bulunan bir özelliktir. Naslar dışında olamaz. Buna göre;
a. İcmaın,
Kitap ve .sünneti neshelmesi mümkün değildir. Çünkü bir nas kesin ise, onun
hilafına icma yapılama?;. Kğre nas zanni bir delil ise, onun aksine icma yapmak
mümkündür. Bu da şunu ifade eder:
Fıkıh alimleri, zanni
delile muhalif olan ve daha tercihe şayan görülen bir delile dayanarak icma
etmişlerdir. Artık bu icma'ı bozmak caiz değildir.
b. Kitap ve
sünnetin de icma'ı neshetme ihtimali yoktur. Zira neslıedenin daha sonra
gelmesi şarttır. Kitap ve sünnet ise, icmadan önce vardır.
c. Kitaba
veya sünnete yahut kıyasa dayanılarak yapılan icma, yeni bir icma ile
neshedilemez.
d. Maslahata
dayanılarak yapılan icmaın neshedilmesi mümkündür. Zira zamanla maslahatlar
değişebilir,
e. Kıyas,
kitap, sünnet ve icmaı neshedemez. Zira kıyas yapabilmek için Kitap, sünnet ve
icmaın bulunması gerekir, yoksa kıyas batıldır.
f. Kitap,
sünnet ve İcmaın, kıyası neshetme ihtimalleri de söz konusu değildir. Zira
bunlar, kıyaslan önce mevcuttur. Önce gelenin sonra geleni nes-hetmesi ihtimal
dışıdır.
g. Kıyas, kıyası neslıedemez. zira kıyas, görüşe
ve içtihada dayalı olan bir delildir. Görüşün görüşü neshetmesi sözkonusu
değildir. Ancak bir müetehidin kıyası, diğer bir müetehidi bağlamaz. O, daha
farklı bir hükme varabilir. Bu bir nesih değil, başka görüş ileri sürmektir.
Şüphesizki nesih, Resulullah
(sav) hayatta iken mümkündür. Onun vefatından sonra neshin bulunması
İmkânsızdır. Çünkü nesih, vahiy ile olur. Resulullah (sav)'ın al lirete
İntikalinden sonra vahiy kesilmiştir. Ayrıca nesneden delilin, neshedilene-
eşit olması şarttır. Vahye eşil olacak hiç bir şey yoktur ki, onu
neslıedebilsin.
Nesih, açık nesih,
kapalı nesih olmak üzere iki ana kısma ayrılmaktadır.
Açık nesihte,
kaldırılan hükmün sona erdiği açıkça beyan edilir. Resulullah (sav)'ın şu
hadis-i şerifinde durum böyledir:
"Ben sizlere,
kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Artık onları ziyaret edin. Üç günden
fazla kurban etlerini tutmanızı yasaklamıştım. Bundan sonra o etleri uygun
gördüğünüz kadar tutun. Yine ben sizlere, deri su kapları dışındaki kaplarda
bulunan şiraları içmeyi yasaklamıştım. Artık bütün kaplarda olan şiralardan
için. Yalnız sarhoş eden bir şeyi içmeyin.”[57]
Kıblenin neshini beyan
eden âyet de açık neshe misaldir:
"Ey Muhammed!
Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni, sevdiğin kıbleye mutlaka
çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede
olursanız olun, yüzününüz onun tarafına çevirin..." [58]Bu
âyette de ilk kıble olan Kudüs'ün kıble olmasının neshedildiği açıkça beyan
edilmektedir.
Örtülü olan nesihde,
kaldırılan hükmün sona erdiği açıkça beyan edilmemektedir. Ancak ortada,
birbiriyle çelişen ve bağdaştınlmalan imkânsız olan iki nas bulunur ve
bunlardan birinin daha sonra geldiği bilinir. Böylece son nassın birinciyi
neshettiği kararına varılır. Örtülü olan nesih, kendi arasında iki kısma
ayrılmaktadır:
Burada kapalı nesih
Önceki hükmün tümünü neshetmiş olur. Fertlerinden hiç biri istisna edilmiş
olamaz. Bu şıkka misal olarak beyi ölen hanımın İddet bekleme süresini belirten
şu iki âyet zikredilmektedir:
"İçinizden ölüp
de geride eşler bırakan erkekler, kadınlarının evlerinden çıkarümayarak, bir
yıla kadar bakılmasını vasiyet etsinler..."[59] Bu
âyet, ölenin hanımının bir yıl idde! bekliyeceğini ifade etmektedir.
"Sizden ölen ve
geride eş bırakan erkeklerin eşleri, dört ay on gün iddet beklerler..."[60] Bu
âyet ise, Ölenin hanımının dört ay on gün iddet bekleyeceğini İfade
etmektedir. Naslann içinde birbirlerini neshettiklerine dair herhangi bir
açıklama yoktur. Fakat iki nasda belirtilen iddet süresi birbiriyle çelişmekte
ve sıralamada önce de olsa, dört ay on günü içeren âyetin daha sonra indiği
bilinmektedir. Bu itibarla bu âyetin bir yıl süreyi içeren âyeti zımnen (kapalı
olarak) neshettiği hükmüne varılmıştır.
Ancak bazı alimler,
iki âyetin birbirleriyle bağdaştırılabileceğini, neshe gerek olmadığını, zira
iddetin bir yıi olduğunu belirten âyetin kadının kocasının evinde bir yıl
kalma hakkına sahip olduğunu ifade ettiğini, diğerinin ise, kadının her
halükârda dört ay on gün İddet beklemesi İcap ettiğini ifade buyurduğunu
söylemişlerdir.
Burada ise, kapalı
nesih, önceki hükmün fertlerinden yalnız bir bölümünü nesheder. Diğer fertler
için önceki hüküm geçerlidir.
Bunun misali ise, iffetli
kadınlara zina isnad edip de iddialarını doğrulayacak dört şahit getiremeyen
iftiracılar ve böyle bir iddiada bulunan kocadır. Bu hususta yüce Mevla şöyle
buyurmuştur:
"İffetli
kadınlara zina isnad edip de sonra dört şahid getiremeyenlere seksen değnek
vurun..."[61] Görüldüğü gibi, bu âyet-i
kerime, iffetli kadınlara zina isnad edip de dört şahid getiremeyen herkese
seksen değnek vurulmasını ifade etmektedir. Şu âyette ise, kocanın farklı bir
hükme tabi olduğu beyan edilmektedir:
"Karılarına zina
isnad edip de, kendilerinden başka şahitleri olmayan kocaların şahitliği, doğru
söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'ı şahid tutup yemin etmesiyle
olur."[62]
Görüldüğü gibi, bu
âyette kocanın karısına zina etti iddiasında bulunması halinde, dört şahit
getiremezse, ona dört defa yemin ellirileceğİ, eğer yemin ederse, artık ona
.sopa vurulmayacağı beyan edilmiş ve birinci âyetin genel hükmünden kocalar
İstisna edilmiştir. İşle bu ela hükmün belli fertlerini kapatı bir şekilde
nesihtir.
Ancak bu İki âyeti,
nasih ve mensuh kabul etme yerine bunlardan birincisini anım (genel hüküm
ifade eden), İkincisini de onu tahsis eden (belli fertleri İstisna eden) kabul
elmek daha isabetlidir. Böylece iki nassın da tevil edilerek bağdaştmlmalan
sağlanmış olur.
Nasih ve mensuhla
ilgili olan en önemli konulardan biri de neshin çeşitli şekillendir. Çünkü
neshin dinler arası nesih, âyetler arası nesih, hadisler arası nesih, âyet ve
hadis arası nesih, sadece hükmü nesih, sadece tilaveti nesih, hem hükmü hem de
tilaveti nesih, bir defa nesih, tekrar eden nesih, hükmün yapılmasından sonra
nesih, hükmün yapılmasından önce nesih, yerine hüküm konularak nesih,
konulmayarak nesih, hafifi getirip ağırı nesih, ağırı getirip hafifi nesih
gibi çeşitli şekilleri vardır. Bunlar, misalleriyle birlikte İzah edilmeye
çalışılacaktır.
Daha Önce izah
edildiği üzere, semavi dinleri gönderen yüce Mevladır. Bunların kaynağı tek
olduğundan, temellerini teşkil eden hükümlerde değişiklik söz konusu değildir.
Mesela, Allah'ın varlığı ve birliğine, ahiret günü ve ondaki hesaba iman etme
gibi, itikadi konuların geçmiş ümmetlere ait olan veya gelecekte tahakkuk
edeceği bildirilen haberlerin neshedilmeleri imkânsızdır.
Buna karşılık, belli
şeylerin helal veya haram kılınması gibi, kulların yükümlü kılınacakları
hükümlerde insanlık geliştikçe nesih hadisesinin vuku bulduğu görülmektedir.
İlahi dinlere mensup olan insanlar bu gerçeği kabullenmektedirler.
Ancak yahudiler,
dinlerin arasında neshin olmayacağını, bunun bir karar değiştirme sayılacağını,
yüce Mevla'nın da bundan uzak olduğunu, çünkü karar değiştirme, sonucu
bilmemeden kaynaklanacağını söylemişlerdir.
Aslında nesih, bir
karar verip sonra onu değiştirmek değildir. Nesih, geçici olduğu Allah
tarafından bilinen ve kullar tarafından bilinmeyen hükümlerin sürelerinin sona
erdiğini beyan etmektir. Bunda yüce Mevla'ya bir eksiklik isnad edilmesi
sözkonusu değildir. Zira, bir kısım insanların manevi hastalıklarını tedavi
elmek için onlara belli yasaklar koymak, bu hastalıklara yakalanmayanlardan o
yasaklan kaldırmak bir eksiklik değil, aksine hikmetli davranmaktır. Şeriatın
koyucusu hakim olan Allah Tealaya yaraşan bir sıfattır.
Nitekim. Allah Teala.
İsrail oğullarının buzağıya tapmaları yüzünden onları cezalandırarak
tevbelerinin birbirlerini Öldürmeleri şeklinde kabul edileceğini bildirmişti.
"Bir zaman Musa kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Buzağıyı ilah edinmekle
şüphesiz kendinize zulmettiniz. O halde yaratanınıza tevbe edin ve birbirinizi
öldürün. Yaratanınız katında bu sizin için daha hayırlıdır..."[63]
Halbuki Muhammed (sav) ümmetinin tevbesinin bir daha yapmamaya karar verip
Allah'tan aff dilemesiyle kabul edeceğini beyan etmiştir.
Yine Allah Teala,
İsrail oğullarının azgınlıkları yüzünden onlara deve, kaz, ördek gibi bazı
tırnaklı hayvanların etlerini yemeyi, Cumartesi günü avlanmayı yasaklamış,[64] Muhammed
ümmetinden bu yasakları neshedip kaldırmıştır.[65]
Kaldırılan diğer hükümlerin de çeşitli hikmetleri vardır.
Diğer yandan
yahudilerin kendi Tevratlarında dinler arası nesihlere örnekler
zikredilmektedir. Mesela, bir yerde şu ifade geçmektedir: "Allah Teala,
Nuh'a gemiden çıktığı zaman şöyle buyurmuştur: Ben, bütün canlıları sana ve
soyundan gelenlere yiyecek kıldım. Bunları size bitkiler gibi serbest bıraktım.
Kan hariç. Onu yemeyin. Sonra AHalı, Musa'ya ve İsrail oğullarına bir çok
hayvanı haram kıldı."
Bu hüküm nesih değil
de ya nedir?
Ellerindeki Tevratın
başka bölümlerinde şu ifadeler geçmektedir: "Adem (a.s), kardeşi bacı ile
evlendiriyordu. Sonra Allah bunu, Musa (a.s) ve diğerlerine haram kıldı."
"İbrahim Halilu'r-Rahman'a, oğlunu boğazlamasını emretti. Sonra ona;
'oğlunu boğazlama" buyurdu."
"Musa, İsrail
oğullarına, buzağıya tapanlarını öldürmelerini emretti. Sonra onlardan kılıcı
uzaklaştırmalarını emretti."'
Bütün bu ifadeler,
nesihe birer örnektirler.
Hulâsa, yahudiler,
dinler arasında nesih olayının bulunamayacağını iddia etmişler, fakat
ellerindeki Tevratta da nesih olaylarının zikredildiğini unutmuşlardır. Asıl
meseleleri İse, sonra gelen hiristiyanlık ve İslam dinine iman etmemelerine bir
mazeret bulmaktır.
İslâm ümmetinin hemen
hemen tümü, Kuran-ı Kerimin âyetleri arasında neshin aklen caiz olduğu ve
fiilen de gerçekleştiği üzerinde ittifak etmişlerdir. Ancak Ebu Müslim
el-İsbahanî, şülerin bir bölümü ve .son dönem alimlerinden bazıları, âyetlerin
birbirlerini neshelmeleri, aklen mümkün olsa da fiilen gerçekleşmediği
kanaatindedirler. Çünkü bir hükmün konulması, iyi oluşunu, onu kalclırmaksa,
kötülüğünü ifade eder. Bu da meselenin neticesini bilmemeyi gerektirir ki,
Allah Teala bundan münezzehtir.
Aslında belli bir
şeyin özel bir zamanda İyi, diğer bir zamanda ise kötü olması mümkündür.
İlaçlarda durum böyledir. Dolayısıyle bunların dayanakları o kadar tutarlı
(Jcğildir. Bu mesele daha sonra izah edilecektir.
Kur'an-ı Kerimin
âyetleri arasında neshin fiilen gerçekleştiğini beyan eden selef-i salibin ve
cumhur ulema, neshediimiş olan âyetlerin sayısı hakkında ihtilaf etmişlerdir.
Bu ihtilafın iki temel sebebi vardır:
a. Bunlardan
biri, nesih kavramını farklı şekillerde anlamalardır. Mesela bazı alimler,
tahsis, takyid, kasr, İstisna ve neshi aynı şeyler saymışlar ve Kur'anda neshin
çokça bulunduğunu tesbit etmişlerdir. Hicri 738'de vefat eden ve bu sahada en
geniş eserlerden birini yazan Hibelullah b. Abdurrahman el-Barezî bu türden
olan alimlerdendir. İbn cl-Barezi'ye göre Kur'anda iki-yüz kırk dokuz (249)
âyet neshedilmiştir. Neshedilen âyetlerin sayısı ise, yüz-sekiz (108) âyettir.
Yine bu alime göre,
"kılıç âyeti" diye adlandırılan "Mukaddes olan haram aylar
çıkınca, müşrikleri nerede bulursanız Öldürün. Onları yakalayın, çemberinize
alın. Her gözetilecek yerden onları gözetin..."[66]
âyeti ile elli bîr surede yüz ondört (114) âyet neshedilmiştir. Bunlar da
genel olarak, müşriklerden uzak durmayı, onlardan yüzçevirmeyi ve onlara
dokunmamayı ifade eden âyet-i kerimelerdir. Keza buna göre "kıtal
âyeti" diye adlandırılan, "Kitap ehlinden Allah'a ve ahiret gününe
iman etmeyenlere, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayanlarla
ve hak din olan İslâmı din edilmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle cizye
verinceye kadar savaşın"[67]
âyeti ile de yedi surede sekiz âyet neshedilmiştir. Bu zatın misalleri
incelenince, nesih kavramını oldukça geniş tuttuğu görülmektedir. Buna göre
tahsis, kasr, takyid ve istisnalar da nesihtir.[68]
Halbuki, hicri 117'de
vefat eden, nasih ve mensuhla ilgili en eski eseri yazdığı bildirilen Kalade
b. Deame cs-Sedusî'nin tesbitine göre, Kur'anda neshedilen âyetlerin sayısı
kırk âyettir. Çünkü bu zat. nesih kavramını daha dar tutmuştur.[69]
Hicri 124'de vefat
eden İbn Sihab ez-Zührİ'nin "en-Nasih ve'l-Mensuh" isimli eserinde
tesbitine göre ise, Kur'anda neshedilen âyetlerin sayısı yaklaşık olarak kırk
âyettir.[70]
Hicri 911 'de- vefat
eden Celaleddin es-Sııyııtî'ye göre ise, Kur'anda neshedilen âyetlerin sayısı
yirmidir.[71]
b. Neshedilmiş
olan âyetlerin sayısı hakkında ihtilaf etmelerinin diğer bir sebebi de,
âyetleri birbirleriyle bağdaştırmada farklı metodlar takip etmeleridir. Bazı
alimler, var güçleriyle âyetleri birbirleriyle bağdaştırmaya çalışırken,
diğerleri, buna gerek görmemişler ve selefin bu husustaki herhangi bir
rivayetini almadan
kaçınmamışlardır.
Nesih hususunda
ihtiyatlı davrananlardan biri de yukarıda zikredilen Su-yuti'dir.
Biz de Kur'anda
neshedilen âyetlere misaller zikrederken, Suyuti'nin tesbitlerini gözününde
bulundurmaya çalışacağız.
Önce neshedilen âyeti,
sonra onu neshedeni zikretmeye çalışacağız:
a.
"Sizden birine ölüm geldiği zaman, eğer geride mal bırakıyorsa, ana-babaya
ve akrabalara örfe göre vasiyette bulunması, size farz kılındı. Bu muttakiler
üzerine bir borçtur."[72]
Bu âyeı, miras
hükümlerini getiren Nisa Suresi'nİn onbir, oniki ve yüz yetmiş altıncı
âyetleriyle neshedilip hükmü kaldırılmışın-.
Bu hususta Abdullah b.
Abbas diyor ki: "Ölenin malı, çocuklarına veril-Iirdi. Ana-babaya ise,
vasiyet yapılırdı. Allah, bunlardan dilediğini neshetti. Çocukların erkek
olanlarına, kızların iki katını verdi. Ana-baba'dan her birine (yerine göre)
altıda bir veya üçle bir verdi. Karıya sekizde bir veya dörtte bir, kocaya ise
yarım veya dörtle bir verdi."[73]
Suyuti diyor ki:
"Bazılarına göre bu âyet, miras âyetleriyle; diğer bazılarına göre
"Şüphesizki Allah her hak sahibine hakkını verdi. Artık mirasçıya vasiyet
edilemez”[74] hadis-i seriliyle; Başka
bir kısım alimlere göre ise, icmayla nesh edilmiştir.”[75]
b."İçinizden
ölüpte geride eşler bırakan erkekler, karılarının evlerinden çıkarılmayarak,
bir yıla kadar bakılmasını vasiyet etsinler. Şayet kadınlar oradan çıkacak
olurlarsa, kendileri için yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur...”[76]
Bu âyet, şu âyetle
neshedilmiştir:
"Sizden Ölen ve
geride eş bırakan erkeklerin eşleri, dört ay on gün id-det beklerler...”[77]
Bu hususla Abdullah b.
Abba.s diyor ki: Birinci âyette “bakılmasını vasiyet etsinler" ifadesi,
miras âyetinde kadına verilen dörtle bir veya sekizde bir payla neshedilmiştir.
Yine bu âyette geçen "bîr yıla kadar kalma" süresi İse, İkinci âyette
geçen "dört ay on gün" ifadesiyle neshedilmiştir.[78]
c. "Boşanan
kadınlar, üç ay başı İddet beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman
ediyorlarsa, Allah'ın rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri onlar için helal
değildir. Kocaları, sulh olmak isterlerse, iddet süresi içinde onları geri
almaya daha çok hak sahibidirler...”[79]
Bu âyetin,
"Kocaları... onları geri almaya daha çok hak sahibidirler" bölümü,
"karısını üç talakla boşayan kocanın, karısı, başka bir koca ile evlenip
boşanmadan önce onu geri alamayacağını İfade eden şu âyetlerle neshedilmiştir:
"Boşama iki
defadır. Bundan sonra kadınlar ya iyilikle tutulur ya da güzellikle
bırakılır... Eğer erkek bu kadını bir daha boşarsa, kadın başka bir erkekle
evlenmedikçe kendisine helal olmaz. Eğer ikinci koca kadını boşarsa, ve onlar
da (birinci koca ve kadın) Allah'ın koyduğu sınırları koruyacaklarına kanaat
getirirlerse, tekrar nikahla birbirlerine dönmelerinde her İkisine de bir
günah yoktur..."[80]
Bu görüş de, Abdullah
b. Abbas'dan nakledilmiştir. Ancak önceki âyetin üç talakla boşanmayan kadınlar
hakkında, son iki âyetin de üç talakla boşanan kadınlar hakkında olduklarını
söyleyerek âyetleri birbirleriyle bağdaştırmak mümkündür. Buna göre burada
nasih ve mensuh yoktur.
d. "Doğuda,
batıda Allah'ındır. Her nereye yönelirseniz, Allah'ın yüzü (rızası)
oradadır..."[81] Bu
âyet-i kerime, namaz kılarken herhangi bir yere yönelinebileceğini beyan
etmektedir. Kıbleye yönelmeyi emreden şu âyetle neshedilmiştir.
"Yüzünü göğe
çevirip durduğunu görüyoruz. Seni sevdiğin kıbleye mutlaka çevireceğiz. Hemen
yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü
onun tarafına çevirin..."[82]
Bu hususta Abdullah b.
Abbas diyor ki, Kur'anda ilk neshedilen mesele kıble meselesidir. Bir de
boşanan kadınlara, kocalarının tekrar dönebileceklerini ifade eden Bakara
Sûresi âyet İkiyüz yirmi sekizdir. Zira bir koca karısını üç talakla da
boşasa, ona tekrar dönmeye başkalarından daha fazla hak sahibi idî. Bu âyette;
"Boşama iki defadır... Bir daha boşarsa kadın başka bir erkekle
evlenmcdikçe o kocaya helal değlidir" âyetleri ile neshedilmiştir.[83]
Bera b, Azib de diyor
ki, HasuJullah, Medine'ye ilk geldiğinde, annesi taralından dedelerinin veya
dayılarının yanında konakladı. O, Kudüs'e doğru yönelerek on altı veya onyedi
ay namaz kıldı. Resulullah (sav), kıblesinin Bey-tullah (Kabe) olmasını
arzuluyordu. (Nihayet Kabe'nin kıble olduğu bildirildi.) Resulullah'ın kabeye
yönelerek kıldığı ilk namaz, ikindi namazı idi. Bazı insanlar da onunla beraber
namaz kılmışlardı. Onunla namaz kılanlardan biri çıkıp başka bir mescidde
namaz kılan ve rükû halinde olan bir cemaatın yanına vardı ve "Ben
Allah'ı şahid tutarak diyorum ki, Resulullah'la birlikte Mekek'ye yönelerek
namaz kıldım" dedi. Cemaat, bulundukları şekilleriyle Beytullah'a
döndüler..."[84]
Bir kısım alimler,
kıblenin kabeye döndürülmesin! beyan eden son âyetin, başka bir âyeti değil,
hadisi neshetliğini, zira Kudüse yönelmeyi emreden her hangi bir âyet
bulunmadığını, bunu Resulullah'in bir inli sünnet olarak yaptığını
söylemişlerdir.
e.
"Fuhuş yapan kadınlarınıza karşı içinizden dört şahid getirin. Şahitlik
yaparlarsa, ölüm onları alıncaya veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar
onları evlerde tutun. Sizden fuhuş yapan kadın ve erkeğe eziyet edin. Tevbe
edip kendilerini düzeltirlerse, onlardan vazgeçin, "[85]
Bu iki âyet, şu âyetle
neshedilip hükümleri kaldırılmıştır. "Zina eden kadın ve zina eden
erkeğin her birine yüzer değnek vurun...”[86]
Bu hususta, Abdullah
b. Abbas diyor ki: "Fuhuş yapan kadınlarınıza karşı..." âyetinde
yalnız kadınların hükmü beyan edildi. "'Sizden fuhuş yapan kadın ve
erkeğe eziyet edin..." âyetinde ise, kadın ve erkeğin hükmü birlikte
zikredildi. Sonra bunlar, "Zina cek-n kadına ve zina eden erkeğe seksener
sopa vurun" üyeliyle neshedildiler. Hükümleri kaldırıldı."[87]
Ubade b. Şamil de
diyor ki: (Son âyel İnince) Resulullah şöyle buyurdu: "Benden alın, benden
alın. Allah fuhuş işleyenlere bir yol açtı. Evlenmiş olan evlenmiş olanla zina
ederse, yüz sopa vurulur, bir de taşlanarak öldürülür. Bekar olan, bekar olanla
zina ederse, yüz sopa vurulur, bir de bir yıl sürgün edilir.”[88]
f. "...İçinizde
olanı açıklasanız da gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker. Dilediğini
bağışlar, dilediğine de azap eder..."[89]
Kulun içinden geçirdiği her şeyden hesap vereceğini ifade eden bu âyet, şu
âyetle neshe-dilmiştir. "Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiğiyle
mes'ul tutar..."[90]
Bu hususta Ebu Hureyre
diyor ki: Birinci âyet inince, Resulullah'ın sahabelerine çok ağır geldi.
Onlar, Resulullah'a gelip önünde diz çöktüler ve şöyle dediler. Ey Allah'ın
Rasulü! "Bizler, namaz, oruç, cihad, zekât gibi gücümüzün yettiği
amellerle yükümlü kılınmıştık. Sana bu âyet indi. Biz buna güç
yetiremiyoruz..." Daha sonra aziz ve celil olan Allah, "Allah bir
kimseyi ancak gücünün yettiği İle mes'ul tutar..." âyetini indirdi."[91]
Bunun benzeri bir hadis de Abdullah b. Abbas'dan rivayet edilmiştir.[92]
g. "Ey
iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de
Allah'tan korkasınız diye sayılı günler olarak oruç farz kılındı... Gücü
yetenlerin, bîr yoksulu doyuracak kadar fidye vermesi gerekir."[93]
Abdullah b. Ömer ve
Seleme b. el-Ekva'a göre bu âyetin.......(yetıkune)
bölümünün manası,
"güç yetirenler" demektir ve âyetin bu bölümü, bundan sonra gelen şu
âyetle neshedilmiştir: "...sizden her kim Ramazan ayına erişirse onu
oruçla geçirsin..."[94]
Bu hususla Seleme b.
el-Ekva' diyor ki: "'Gücü yetenlerin bir yoksulu doyuracak kadar fidye
vermeleri gerekir..." âyeti İnince, dileyen insan orucunu yiyor ve yerine
fitre veriyordu. Nihayet bundan sonra inen âyet geldi, bunu neshetti ve her
gücü yetenin oruç tutması gerektiğini beyan etti. "[95] Abdullah
b. Ömer de aynı görüştedir.[96]
Abdullah b. Abbas ise.
âyetteki: "... (yetikunehu) İfadesini güç yetireme-yenler manasına yorumlamış
ve âyetin oruç tutmaya güç yetiremiyen yaşlıları İfade ettiğini, bunların her
gün için bir fakiri doyuracak kadar fitre vermelerinin emredildiğini, bu
itibarla âyetin nesh edilmediğini söylemiştir.[97]
Diğer yandan, yukarıda
zikredilen âyetin, "sizden öncekilere farz kılındığı gibi" bölümünün
bundan sonra gelen üçüncü âyetle neshedildiği, söylenmiştir. Zira önceki
ümmetlerin yalnız akşamlan orucu bozup geceleri de oruç tutma mecburiyeti
vardı. İlk zamanlarda müslümanlar da aynı şekilde oruç tutma zorunda
olduklarını kabullenerek oruçlarını yalnız akşamleyin açıyorlardı. Fakat
bazıları buna dayanamadılar, bu nedenle geceleri oruçlu geçirme hükmü
neshedildi.
Ayrıca yine bundan
sonraki âyetle: "Sayılı günler" ifadesinden maksadın,
"Aşure" orucu veya her ayda üç gün tutulan ve beyaz günler diye
isimlendirilen günlerin orucu olduğunu ve bu orucun farziyetinin "...
sizden her kim Ramazan ayına görürse onu oruçla geçirsin..." âyetiyle
neshedildiğini söyleyenler de vardır.[98]
h "Sana
haram ayda savaş etmeyi soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak
büyük
günahtır..."[99]
âyeti, şu âyetle neshedilmişür: "... Ey iman edenleri Müşrikler sizinle
nasıl topluca savaşıyorlarsa, siz de onlarla topluca savaşın. Bilin ki Allah,
mutlaka takva sahipleriyel beraberdir."[100]
ı. "Ey
iman edenler! Allah'tan hakkıyla korkun ve ancak müslüman olarak ölün"[101]
âyetinin, "Allah'tan hakkıyla korkun" bölümü şu âyetle nesli edilmiştir:
"Gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun..."[102]
Birinci âyetin nes-hedilmediğini söyleyenler de vardır.
j. "...Yeminleşerek
mirasçı yaptıklarınız kişilerin paylarını da verin..."[103] Bu
âyet, bir kısım insanların: "Eğer ben Önce ölür isem, sen bana mirasçı ol.
Sen ölür isen, ben sana mirasçı olayın" diyerek yeminleştikle-rini,
bunların yeminleri gereği birbirlerine mirastan pay vermelerini emretmekledir.
Ve bunun hükmü şu âyetle neshedilmiştir: "...Akraba olanlar, Allah'ın
Kitabına göre, birbirlerine daha yakındır..." yani, akrabalar birbirlerine
mirasçı olurlar. Yemini eşerek belli insanlaram mirasçı kılınmaları yersizdir.
Bu İtibarla neshedilmiştir.[104]
k. "...
Eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir..."[105] Bu
âyet-i kerime, yahudilerin, aralarında hüküm vermesi için Resulullah'a
gelmeleri halinde, Rasulullalı'ı, hakemliği kabul edip etmemede serbest
bırakmış ve aralarında hüküm vermesini mecburi kılan şu âyetle neshedilmiştir:
"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların heva ve heveslerine
uyma..."[106]
1. "... Eğer
sizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa, ikiyüz kişiye galip gelir. Sizden yüz kişi
olursa, kâfirlerden bin kişiye galip gelir..."[107] Bu
âyet-i kerime bir mü'minin, savaşla on kâfire galip geleceğini beyan etmiş,
mü'minlerin, sayıca çok olan kâfirlerle savaşmada gevşek davranmamalarını emretmiştir.
Bu âyet, yükümlülüğü daha hafifleten şu âyetle neshedilmiştir: "Şimdi
ise, Allah yükünüzü hafifletti... Bundan böyle içinizden sabırlı yüz kişi
çıkarsa, ikiyüz kişiye galip gelir. Bin kişi çıkarsa, Allah'ın izniyle ikl-bin.
kişiye galip gelir..."[108] Bu
âyet bir mü'minin iki kâfire galip geleceğini beyan etmiştir.
n. "Ey
iman edenler! Peygamberle gizli konuşmak İstediğiniz zaman, konuşmazdan önce
bir sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Eğer sadaka
verecek bir şey bulamazsanız, şüphesizki Allah, çok affeden ve çok merhamet
edendir."[109] Bu
âyet-i kerime, Rasuluîlah'la fısıl-daşmak İsteyenlerin, önce sadaka verip sonra
bu şekilde konuşabüecekler-ni beyan etmiş ve daha sonra gelen şu âyetle neshedilmiştir:
"Gizli konuşmanızdan Önce sadaka vermekten mi çekindiniz? Bunu
yapmadığınız halde Allah sizi affetti..."[110]
Bu hususta Hz. Ali
diyor ki: "Ey iman edenler! Peygamberle gizli konuşmak İstediğiniz zaman,
konuşmazdan önce bir sadaka verin..." âyeti inince, Resulullah bana:
"Bu sadakanın bir dinar olmasını nasıl görüyorusun?" dedi. Ben de,
"ona güçleri yetmez" dedim. "Peki, yarım dinar olsa"?"
dedi. Ben: "Ona da güçleri yetmez" dedim. "Peki, ne kadar
olsun1?" dedi, ben de: "Arpa tanesi ağırlığında altın olsun"
dedim. Resulullah (sav): "Sen çok kanaatkarsın" dedi. İşte bunun
üzerine "Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermekten mi
çekindiniz?..." âyeti indi ve benim sebebimle Allah bu ümmetin yükünü
hafifletti."[111]
n.
"Artık bundan sonra başka kadınlar sana helal değildir. Güzellikleri
hoşuna gitse de onları başkalarıyla değiştirmen de helal değildir. Ancak sahip
olduğun cariyeler hariç..."[112] Bu
âyet-i kerimenin, sıralamada bundan Önce bulunan fakat daha sonra indiği
belirtilen şu âyetle neshedildiği ve Resulullah'm dilediği hanımla evlenmesinin
helal kılındığı beyan edilmiştir.
"Ey Peygamber!
Mehirlerini verdiğin hanımlarını... Sana helal kıldık..."[113] Bu
hususta Hz. Aişe (r.anha) diyor ki: "Resulullah ölmeden önce, kadınlar ona
helal kılındı."[114]
o. "Ey
elbisesine bürünen (Peygamber)!" "Geceleyin az bir bölümü hariç,
kalkınamaz kıl)." "Gecenin yarısında kalk yahut yarısını biraz
eksilt, yada onu artır ve Kur'an'ı tane tane oku."[115]
Resulullah'a gecenin
çoğunu veya yarısını, yahut yarısından biraz eksiğini ibadetle geçirmesini
emereden bu âyetleri, mü'minfer de yapmışlar, gecenin bu miktarlarını tayin
etmede ve onları ibadetle geçirmede zorlanmışlardır. Öyleki, ayaklan şişer
olmuştur. İşte bunun üzerine sûrenin son âyeti irir iniş, gece İbadetinin
farziyetini kişinin gücünün yettiği miktara indirmiştir. Daha sonra da, namazın
vakitlerini zikreden İsra sûresinin yetmiş sekizinci âyeti[116] ve
Rum Sûre.si'nin on yedi ve on sekizinci âyetleriyle de[117] bu
surenin son âyetinde kişiye gücü ölçüsünde tarz kılınan namazı, ümmetten ittifakla
kaldırılmışlardır. Böylece müslümanların gece namazı kılmak fark değil, nafile
haline gelmiştir. Resulullah'tan da kaldırılıp kaldırılmadığı ihtilaflıdır. Bu
sûrenin son âyeti şöyledir: "Şüphesiz ki, Rabbin senin ve beraberindeki bir
kısım insanların, gecenin üçte İkisine yakın, yarısı ve üçte biri kadar bir
müddet kalkıp namaz kıldığını biliyor... Allah, o namaz vaktini tam
hesaplayamayacağınızı bildi ve sizi affetti. O halde (namazınızda) Kur'andan
kolayınıza geleni okuyun. Allah içinizden hasta olanları, yer yüzünde Allah'ın
lütfundan rızık arayanları ve Allah yolunda savaşanları bilmektedir. O halde
(namazınızda) Kur'andan kolayınıza geleni okuyun... "[118]
Bu âyetin
"Kur'andan kolayınıza geleni okuyun" bölümü, mü'minlerin güçlerinin
yettiği kadar namaz kılıp onda Kur'an okumalarını emretmiş ve sûrenin
başlamanda belli müddetlerde kılınması emredilen namazı neshetmiş-tir. daha
sonra bu da ümmetten nesheclilmiştir.
p. "Ey
mü'minler! Güçlünüz, zayıfınız hep birlikte savaşa koşun...”[119]
âyet-i kerimesinin:
"...zayıfınız" bölümü, özürlülerin savaşa katılma mecburiyetinde
olmadıklarını beyan eden şu iki âyetle neshedilmiştir:
"Allah'a ve
Peygamberine karşı samimi oldukları takdirde acizlere, hastalara, harcayacak
bir şey bulamayanlara cihada çıkmamaktan dolayı bir sorumluluk yoktur."[120]
"(Savaşa
katılmayıp geride kalan) köre bir günah yoktur, topala bir günah yoktur,
hastaya bir günah yoktur. "[121]
r.
"Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla
evlenebilir. Zina eden kadın da, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir
erkekle evlenebilir. Bunlarla evlenmek mü'minlere haram kılındı."[122]
Bu âyet-i kerimenin,
mutlak evlendirmeyi emreden şu âyetle neshedildi-ği bildirilmekte ve zina
edenlerle etmeyenlerin birbirleriyle evlenebilecekleri belirtilmektedir.
"İçinizden bekâr olanları, köle ve cariyelerinizden salih olanları
evlendirin."[123]
s. Hülasa,
Kur'an'daki nasih ve mensulı âyetlerin sayısı, bazı alimlere göre oldukça
azdır. Yirmi âyeti geçmemektedir. Bunların en meşhur olanlarını zikretmeye
çalıştık. Diğer bazı alimlere göre ise, oldukça çoktur.[124]
Kanaatımızca,
"Kur'an'da nasih ve mensuhun sayısını abartanlar, İfrattan uzak
değillerdir. Zira misal verdikleri âyetlerin çoğunu birbirleriyle bağdaştırmak
mümkündür. Diğer yandan, "Kur'an'da hiç nasih ve mensuh yoktur"
diyenler de tefrite kaçmışlar, birbiriyle çelişen âyetleri zorlama tevillerle
bağdaştırmaya çalışmışlardır. Vakıa, Kur'anda nasılı ve mensuh vardır. Fakat
sayıları o kadar çok değildir.
Nesihin şekillerinden
biri de hadislerin birbirlerini neshetmeleridir. Bütün İslâm alimleri,
hadislerin birbirlerini neshettikleri hususunda ittifak etmişlerdir. Son
zamanlarda ortaya çıkan marjinal bir fırka, bunlarda da neshin olmadığını idcKa
etmişlerse de bunlara itibar edilmemektedir.
a. Kabirleri ziyaretin yasaklanıp sonra serbest
bırakılması:
Büreyde el-Eslemi
diyor ki: Rasulullalı (sav) şöyle buyurdu: "Ben sizlere kabirleri ziyaret
etmeyi yasaklamıştım. Artık onları ziyaret edin. Kurban etlerini üç günden
fazla bekletmenizi yasaklamıştım. Artık onları uygun gördüğünüz kadar
bekletin. Su kapları dışındaki kaplardan şıra içmenizi yasaklamıştım. Bundan
sonra bütün kaplardan için. Fakat sarhoş eden herhangi bir şeyi içmeyin.”[125]
Görüldüğü gibi Resulullah, önce kabirleri ziyaret etmeyi, üç günden fazla
kurban etlerini bekletmeyi ve su kaplan dışında kaplardan şira içmeyi
yasakladığını, daha sonra ise, bu yasağı neshettiğini bizzat kendisi beyan
etmektedir.
b. Mut'a[126] nikahının
serbest bırakılıp sonra yasaklanması:
Sahih olan görüşe
göre, Resulullah'ın döneminde bu nikah, önceserbest bırakılmış, sonra
yasaklanmış, tekrar serbest bırakılmış ve sonra kıyamete kadar yasaklanıp
haram kılınmıştır.[127]
Bu hususta İmam Nevevi
diyor ki: "Doğru ve tercihe şayan olan şudur ki, mut'a nikahı iki kere
helal kılınmış ve iki kere de yasaklanmıştır. Hayber'in fethinden önce helaldi.
Hayberin fethi esnasında yasaklandı. Sonra Mekke'nin fethi ve Evtas (Huneyn)
savaşında helal kılındı. Bu ikisinin zamanlan birbirine bitişik olduğu için
bunlar bir sayıldı. Huneyn savaşından üç gün sonra kıyamete kadar haram
kılındı."[128]
Mut'a nikahı çokça
gündeme getirildiği için bu mesele hakkında genişçe malumat verilmeye
çalışılacaktır.
1) Mut'a
nikahı kesin olarak haramdır. Bunu yapan günahkârdır. Abdullah b. Abbas hariç
bütün sahabiler ve onlardan sonra gelen alimler bu görüştedir. Şii mezhebi
dışında diğer bütün mezhepler de aynı görüşü beyan etmişlerdir. Hatta Abdullah
b. Abbas'ın da daha önceki kanaatini değiştirerek mut'anin haram kılındığını
söylediği rivayet edilmektedir.
Müslümanların kahir
çoğunluğunu teşkil eden bu alimler, mut'anın haram olduğuna dair şu âyeti ve
hadis-i şerifleri zikretmişlerdir.
A. Allah
Teala şöyle buyuruyor: "Mü'minler, muhakkak kurtuluşe ermişlerdir. Öyle
mü'minler ki,... onlar namuslarını korurlar. Ancak zevceleri, (eşleri) ve
sahip oldukları cariyeleri hariç, bunlardan dolayı kınanmazlar. Kim, bunun
ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşan mütecavizlerdir."[129]
Âyet-i kerime
müminlerin namuslarını harama bulaştırmadan koruyacaklarını ancak hanımları ve
cariyeleriyle ilişkide bulunabileceklerini bunun dışına taşanların haddi aşan
mütecavizler olacaklarını beyan etmiştir. Kendisiyle mut'a nikahı yapılan
hanım, kişinin ne eşi ne de cariyesidir. O halde mut'a yapan kişi haddi aşan
mütecavizdir. Zira İslâm'da eşlerin ve cariyelerin hukuku bellidir. Mut'a
yapılan hanım bu haklara sahip değildir. Öyle ki, erkeğin ölmesi halinde
mirasından pay alamaz. Belirlenen süre bittikten sonra kendiliğinden boş
sayılır v.s. Bu da gösteriyor ki, kendisiyle mut'a yapılan hanım ne bir eş ne
de" bir cariyedir.
B. Resulullah
(sav), bazı savaşlarda mut'a yapmayı serbest bırakmış, daha sonra kesin olarak
yasaklamıştır. Konu ile ilgili olarak şu hadisleri zikretmek yeterli
görülmektedir.
a. Hz. AH
(r.a) diyor ki: Resulullah (sav) Hayber savaşı esnasında kadınlarlamut'a
yapmayı ve vahşi olmayan eşeklerin etlerini yemeyi yasakladı."[130]
- Muhammed b. Ali
diyor ki: Ali b. Ebi Talib (r.a) Abdullah b. Abbas'ın mut'a hakkında yumuşak
davrandığını görünce ona: "Ey Abbas'ın oğlu yavaş ol. Zira Resulullah
(sav) Hayber savaşı esnasında mut'a yapmayı ve vahşi olmayan eşekleri
yasakladı."[131]
- Hz. Ali (r.a) diyor
ki: Resulullah mui'a yapmayı yasakladı. Mut'a evlenme imkânı olmayanlara
serbest bırakılmıştı. Sonra evlenme, boşanma, iddet bekleme ve kadın erkeğin
birbirlerinden mirasçı olmaları hükümleri inince, artık mut'a neshedildi."[132]
b. Sebre b. Mabed
el-Cuheni'nin oğlu Rabi diyor ki, Sebre, Resulullah'la birlikte Mekke'nin fethi
savcısında bulunmuştu ve şunları söyledi:
"Biz orada onbeş
gün kaldık. Resulullah bize kadınlarla mut'a yapmamıza İzin verdi. Ben,
kavmimden bir adamla beraber çıkıp gittik. Ben ondan daha yakışıklı idim. Onun
çirkine yakın bir şekli vardı. Her birimizin birer aba'sı vardı. Benim abam
eskiydi. Amcamın oğlunun abası i.se, yeni ve parlaktı. BİZ, Mekke'nin üstüne
veya altına varınca karşımıza, boynu uzun kendisi şirin genç deve gibi bir kız
çıklı. Ona dedik ki: Seninle bizden birimiz mut'a yapabilir mi? O da: Ne
verebilirsiniz? dedi. Bizler, her birimiz abasını açtı. Kız, ikimize de bakmaya
başladı. Arkadaşım kızın yantarafa baktığını görünce şöyle dedi: Bunun abası
eski, benim abam yeni ve parlak. Kız da iki veya üç defa, onun abasının zararı
yok dedi. Sonra ben onunla mut'a yaptım. Rasulul-lah mut'ayı yasaklayıncaya
kadar onunla kaldım."[133]
- Diğer bir rivayette
Sebre şöyle demiştir: Ben o kadınla üç gün kaldım. Sonra Rasulullah buyurdu ki:
"Kimin yanında
kendileriyle mut'a yapıları kadın varsa artık onu bıraksın.”[134]
- Başka bir rivayette
Sebre, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Ben sizlere,
kadınlarla mut'a yapmaya izin vermiştim. Şüphesiz ki Allak bunu kıyamete kadar
haram kıldı. Kimin yanında bu kadınlar varsa, artık yolunu serbest bıraksın.
Onlara verdiğiniz şeylerden hiç bir şey geri almayın.”[135]
Yine başka bir
rivayette Sebre, şöyle demiştir:
"Şüphesiz ki,
Rasulullah (sav) mut'ayı yasakladı ve şöyle buyurdu: Dikkat edin! Mut'a bu
günden itibaren kıyamete kadar haramdır, kim bir şey verdiyse onu almasın. [136]
c. Seleme b. el-Ekva
diyor ki: "RasuluUah (sav) Evtas savaşının olduğu yıl bize, mul'a yapmaya
üç defa ruhsal verdi, sonra onu yasakladı."[137]
Beyhaki,
"Mekke'nin fethi ile l-vtas savası birbirlerine çok yakın olduklarından
aynı zamanı ifade ederler" demektedir.
d. Abdullah
b. Ömer diyor ki: Ömer b. el-llattab halife olunca bir hutbe okudu ve şöyle
dedi: "Şüphesiz ki RasuluUah (sav) bize mut'a yapmaya üç defa İzin verdi,
sonra onu haram kıldı. Allah'a yemin olsun ki, kimin evli olduğu halde mut'a
yaptığını öğrenirsem, onu mutlaka taşlayarak öldürürüm. Ancak Resulullah'ın
bunu yasaklamasından sonra, tekrar helal kıldığına dair dört şahit
getirirlerse, kendilerini kurtarırlar.”[138]
e. Hz.
Zübeyr'in oğlu Urve diyor ki: Hakim'in kızı Havle, Ömer b. el-Hat-tab'ın yanma
vardı ve ona: ''Ümeyye'nin oğlu Rebİa bir kadınla mut'a yaptı. Kadın da ondan
gebe kaldı" dedi. Bunun üzerine Ömer, cübbesini sürükleyerek kızgın bir
şekilde dışarı çıktı ve şöyle dedi: "Evet bu bir mut'a yapma. Şayet
benden önce herhangi bir kimse bunu yapanı recmetmiş olsaydı ben de bunu
mutlaka recmederdim."[139] Bu
son rivayet gösteriyor kî, her ne kadar Hz. Ömer mut'a yapana zina cezası
uygulayacağını söylemişse de, kendi döneminden önce böyle bir şey
yapılmadığından bundan vazgeçmiştir. Şüpheden dolayı cezayı düşürmüştür.
f. Ebu
Hureyre (r.a) diyor ki: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Evlenme, boşanma,
iddet bekleme ve miras (hükümleri) mut'ayı haram kıldı.”[140]
g. Hz.
Halid'in torunu Ikılid b. Muhacir diyor ki: Bir kişinin yanında otururken,
başka bir kişi geldi ve o oturandan mul'a yapma hakkında letva isledi. Oturan
adam sorana, onu yapmasını emretti, ibn Ebi Amre ise letva verene: 'Yavaş
ol" dedi. Adam: 'Bunda ne var? Bu. takva sahiplerinin önderi olan Resulullah'ın
döneminde yapılmıştı' dedi. İbn Hbi Amre şu cevabı verdi: "Mut'a yapmaya,
İslâm'ın ilk döneminde, çaresiz kalanlara ruhsal verilmişti. Buna ruhsat, leş,
kan ve domuz etini yemeye ruhsat gibiydi. Sonra Allah dinini kuvvetlendirdi ve
mul'ayı yasakladı."[141]
h. Urve b.
Zübeyr diyor ki; Bir gün Abdullah b. Zübeyr Mekke'de ayağa kalktı ve bir kişiyi
kasdederek[142] şöyle dedi: "Bir
kısım İnsanlar var ki, Allah onların gözlerini kör ettiği gibi. kalplerini de
kör etmiştir. Bunlar, mut'a yapmaya fetva veriyorlar." Bunun üzerine o
adam, Abdullah b. Zübeyr'e seslenerek şöyle dedi: "Şüphesiz ki sen, çok
katı ve sert birisin. Muhakkak ki mut'a, takva sahiplerinin önderi döneminde
yapılmaktaydı." Abdullah da ona şu cevabı verdi: "Sen, kendini dene
de görelim. Allah'a yemin olsun ki eğer onu yaparsan, seni kendi taşlarınla
recmederim."[143]
2. Mut'a
nikahı helaldir. Şii İmamiye'ye göre mut'a nikahı neshedilmemeş-tir. Dileyen
günümüzde dahi bunu yapabilir. Ancak bunu yapmak İçin şu şartların
gerçekleşmesi gerekir:
a.
Tarafların teklif ve kabulünü içeren bir akdin bulunması gerekir. Sadece buna,
kalben razı olmaları veya hiç bir akid yapmadan mut'a yapmaları, yahut yazı ya
da işaretle bu nikahı akdetmeleri caiz değildir.
Teklif şekilleri,
"seninle mut'a yaptım" veya ''seninle evlendim" yahut "seni
nikahladım" ifadeleriyle gerçekleşir.
Kabul şekilleri İse,
mut'a yapmaya rıza göstermeyi ifade eden her türlü sözdür.
b. Akid yapılırken, verilecek mehrin mutlaka
belirtilmesi gerekir.
c. Akid yapılırken mut'atiın devam edeceği
sürenin de belirtilmesi gerekir.
Şii mezhebine göre,
kendisiyle mut'a yapılan kadının hakları özetle şunlardır:
1. Kadından
doğacak çocuğun soyu tesbit edilmiş olur. Çocuk, mut'a yapan tarafların çocuğudur,
diğer çocuklardan farkı yoktur.
2. Kadın, sürenin bitiminde İddet beklemek
zorundadır.
İddet bekleme süresi:
Hamile için doğum yapmasına kadardır. Hamile olmayan için, adet görüyorsa iki
defa adet görmesidir. Görmüyorsa ve adet görme yaşında İse, kırk beş gündür.
Mut'a yapan koca ölürse, kadın dört ay on günden veya hamlini vaz etmeden
hangisi daha uzun olursa o kadar bekler.
3.Mut'a
yapan kadının konut hakkı, nafaka hakkı ve mirasçı olma hakkı yoktur.
4. Mut'a
yapan kadının boşanması, ittifak edilen sürenin bitimi veya bu süre için
kadından vaz geçildiğinin beyanı ile gerçekleşir.[144]
Görüldüğü gibi,
şiirlerde, belli şartların tahakkuk etmesi halinde mut'a yapmak caizdir.
Bunlar, görüşlerine delil olarak aşağıda zikredilen şu âyeti, yasaklanmasından
önce mut'anın helal olduğunu belirten hadisleri, Abdullah b. Abbas'ın önceki görüşünü ve ehli beytten rivayet ettikleri kendi
kaynaklarındaki hadisleri zikretmişlerdir. Konu hakkında geniş bilgi almak
isteyenler, şü kaynaklara baş vurmalıdır. Biz burada, dayandıkları âyeti ve
hadisleri zikredip onlara ne gibi cevaplar verildiğini kısaca serdetmeye
çalışacağız: a. Allah Teala şöyle buyuruyor: "... O kadınlardan
faydalanmanıza[145] mukabil,
kararlaştırılmış olan mihirlerini[146] verin."[147]
Şii İmamiye
mezhebinden olan alimler, bu âyete dayanarak ve buna "belli bir vadeye
kadar" lafzını ekleyerek âyeti "o kadınlardan -belli bir vadeye
kadar- faydalanmanıza mukabil kararlaştırılmış olan ücretlerini verin"
şeklinde okuyan Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas ve Ubey b. Kâ'b'ın şaz
kıraatlerine dayanarak mut'a nikahının helal olduğunu söylemişlerdir.
Sünnete bağlı kalan
alimler ise, bunlara şu cevabı vermişlerdir: Bu âyetin mut'a hakkında indiğini
söylemek yersizdir. Zira Allah Teala bundan sonra gelen âyette: "O kadınlarla
ailelerinin izinleriyle evlenin”[148]
buyurmuştur. Bilindiği gibi velinin İzni ve iki şahidin şehadeliyle yapılan
evlilik, normal evliliktir. Mut'a için böyle bir şey söz konusu değildir.[149] Bu
âyetin önünde ise şu ifade geçmektedir: "... Haram kılman kadınların
dışındaki kadınlarla, iffetli olmanız ve hayasızlık yapmamanız halinde
mallarınızla evlenmeniz size helal kılındı.”[150]
İffetli olma ve sefahate düşmeme sıfatlan, evlenmeden maksadın sadece şehvani
arzuları doyurmak olmadığını ifade etmektedir.'Bu ad mut'anın
kıtsdedilmudiğini gösterir. Zira mut'a yapanın tek maksadı, şehvani arzularını
gidermektir. Onun aile yuvası kurarak iffetini koruma veya çocuk sahibi olma
diye bir maksadı yoktur. Mut'a yapan kadın, kısa zamanda durmadan adam
değiştirir, iler bir zaman diliminde bir başkasının kucağına varır. Böyle bir
kadının illetini muhafaza etmesi pek güçtür. İşte âyetin ön tarafında geçen bu
sıfatlar gösteriyor ki, Şiilerin âyetin "onlardan faydalanmanız"
bölümünü "muta yapmanız" şeklinde İzahları yersizdir.
Abdullah b. Mes'udun,
Abdullah b. Abbas'ın ve Ubey b. Kaab'ın âyete, "belli bir vadeye
kadar" ifadesini ilave ederek okumalarına gelince, bu bir şaz kıraattir.
Ona dayanılamaz.
Ayrıca şu âyet-i
kerime de, mut'a yapmanın haram olduğunu ifade etmektedir: "Mü'minler,
mutlaka kurtuluşa ermişlerdir. Onlar öyle mü'minler-dir ki- namuslarını
korurlar. Ancak hanımları ve sahip oldukları cariyeler hariçtir. Bunlardan
dolayı kınanmazlar. Kim de bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşan
mütecavizlerdir."[151]
Şüphesiz ki, mut'a
yapılan kadın, ne kişinin hanımıdır, ne de cariyesi. O halde bunu yapan haddi
aşan mütecavizdir.[152]
Diğer yandan şiilerin
iddia etlikleri gibi âyelin, mut'a hakkında İndiği kabul edilse bile bu âyet
neshedilmistir.
Nitekim Hz. Aişe ve
Kasını b. Muhammed'e göre: "O kadınlardan faydalanmanıza mukabil
kararlaştırılmış olan mehirlerini verin" âyetinin,[153]
"onlar öyle mü'minlerdir ki, namuslarını korurlar. Ancak hanımları ve
sahip oldukları cariyeler hariçtir. Bunlardan dolayı kınanmazlar. Kim de bunun
Ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşan mütecavizlerdir"[154] âyeti
taralından neshedİlmîş.
Hz. Ali ve Abdullah b.
Mes'ud'a göre de evlenme, boşanma, iddet bekleme ve kadın erkek arasındaki
mirası beyan eden âyetlerle n es h edil mistir. Hülasa Nisa Sûresinin yirmi
dördüncü âyetini mut'anın caiz olduğuna dair deli! göstermek hiç bir yönü ile
doğru değildir.[155]
b. Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud, Cabir b. Abdullah, Amr b. Hu-reys ve benzeri sahabeler;
Tavus, Ala, Said b. el-Müseyyeb ve İbn Cüreyc gibi alimler, mut'a nikahının
neshedilmediğinî söylemişlerdir. Bu da mut'anın caiz olduğunu göstermekledir.[156]
Ebu Hamza diyor ki:
Abdullah b. Abbas'a, kadınlarla mut'a yapma soruldu. Abdullah b. Abbas ona
ruhsat verdi. Kölesi ona: "Herhalde mut'a yapmak zor durumlarda ve
kadınların az oldukları yerde olabilir" dedi. Abdullah b. Abbas da: Evet,
dedi.[157]
Kays diyor ki, ben
Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini işittim: "Biz, Ra-sulullalrın yanında
savaşıyorduk. Yanımızda kadınlar yoklu. Dedik ki: Kendimizi iğdişleşlirelim
mi? Ra.sulullah onu bize yasakladı ve bize belli bir süreye kadar elbise
karşılığı kadınlarla evlenmeye ruhsal verdi." Sonra Abdullah şu âyeti
okudu: "Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram
saymayın. Haddi aşmayın. Allah, haddi aşanları sevmez."[158]
Cabir b. Abdullah
diyor ki: "Siz, Kasulullah'ın ve Ebu Bekir'in dönemlerinde, bir avuç
hurma veya un karşılığında bir kaç gün kadınlarla mut'a yapıyorduk. Nihayet,
Ömer b. el-Haltab geldi ve Amr b. llureys meselesinden dolayı onu
yasakladı."[159]
Diğer bir rivayetle
Ebu Nadre diyor ki: "Ben, Cabir b. Abdullah'ın yanında idim. Bir kişi
geldi ve ona: 'Abdullah b. Abbas la Abdullah b. Zübeyr, Hacc-ı Temettü ve
kadınlarla mut'a yapma hususunda ihtilaf" ettiler' dedi. Cabir de:
'Biz, onları
KasuSullah döneminde yaptık. Sonra Ömer bunları bize yasakladı. Bir daha
onları yapmadık' dedi."[160]
Görüldüğü gibi
sahabilerden nakledilen bu görüşler, mut'anın kaldırılmadığı imajını
vermektedirler. İşte şiiler bunların sözlerine ve ehli beytten naklettikleri
sözlere dayanarak mut'a nikahının caiz olduğunu iddia etmişlerdir.
Bu konuda da onlara şu
cevaplar verilmiştir:
Abdullah b. Abbas önce
bu görüşle idi sonra görüşünü değiştirdi. Nitekim Veki'in. Hallabi'nİn,
Beyhaki'nin ve Ebu Avane'nin naklettiklerine göre, Said b. Cübeyr Abdullah b.
Abbas'ın bu görüşünden döndüğünü rivayet etmiştir. Muhammed b. Kaab diyor ki:
"Abdullah b. Abbas dedi ki: Mut'a yapma İslâm'ın ilk dönemlerinde vardı.
Kişi yabancı bir beldeye gidiyordu, orada tanıdığı kimse olmuyordu. Orada
kalacağı müddet kadar bir kadınla evleniyordu. Kadın onun eşyalarını korusun,
durumunu düzeltsin. Nihayet: "Mü'minler namuslarını korurlar. Ancak
hanımları ve sahip oldukları cariyeler hariçtir"[161] âyetleri
indi. bu İki türlü kadının haricindeki bütün kadınlarla evlenme haram oldu.[162]
Abdullah b. Mes'ud ve
Cabir b. Abdullah'ın görüşlerine gelince; "Sahabeler, Resulullah (sav)'ın
döneminde mul'a yapmışlardı. Sonra mut'a yapmak yasaklanmıştı. Fakat bunlara
mut'anın yasaklanıp neshedildiği ulaşmamıştı. Hz. Ömer döneminde savaşların
çoğalması dolayısıyla buna fiilen yeniden başvurunlar oldu. Ömer b. ilattab
bunun Resulullah tarafından yasaklandığını ilan etti ve bunu engelledi.
Hülasa, kadınlarla
geçici evlenme mahiyetinde olan mut'a nikahı İslâm-dan önce yapılan, sonra da
kaldırılan hükümlerdendir. Bu hususta ümmet İttifak etmiştir. Yalnız Şii
imamiyeye göre caizdir Sahabelerin ve onlardan sonra gelen alimlerin kahir
çoğunluğu, bütün sünnİ mezhepler bu evlenme şeklinin neshedildiği
görüşündedirler.
Hadis-i şerifler de bu
doğrultudadır. Bazı sahabelerin farklı görüş beyan etmeleri, çoğunluğa karşı
mukavemet edecek kuvvette değildir.[163]
Kaldı ki bu hususta diretti. Meşhur olan Abdullah bin Abbas'ın görüşünü
değiştirdiği nakledilmektedir.
Neshin şekillerinden
biri de Kur'an'ın hadisleri neshetmesidir. Bu hususta iki görüş vardır:
a. Cumhur
ulemaya göre, Resulullah'm sünneti, sünnetle neshedildiği gibi, Kur'anla da
neshedilmiş olabilir. Nitekim, kıblenin Kudüs olması, Rasu-lullah'ın kendi
içtihadıyle gerçekleşmiştir. DaJıa sonra kâbenin olması âyetle sabit olmuş,
böylece âyet hadisi neshelmiştir.
Bu hususla Bera b.
Azib şunu rivayet etmiştir: "Rasufullah, Medine'ye ilk geldiğinde
Ensar'dan olan dayılarına misafir oldu. Onaltı veya onyedi ay Kudüs'e doğru
namaz kıldı. Resulullah, kıblenin kâbe (Beytullah) olmasını ar-zuluyordu. Resulullah'm
kâbeye yönelerek kıldığı İlk namaz, ikindi namazı idi. Onunla birlikte bir
topluluk da namaz kılmıştı. Onunla namaz kılanlardan biri çıkıp, diğer bir
mescidin rükû halindeki cemaatine vardı ve: "Allah şahidim olsun ki, ben Resulullah
(sav) İle birlikte Mekke'ye yönelerek namaz kıldım" dedi. Cemaat
bulundukları halde Beytullah'a döndü."[164]
Evet önce Resulullah,
Kudüs'e yönelerek namaz kılıyordu: Şu âyetin inmesiyle bu sünnet neshedildi. Resulullah
kâbeye yönelerek namaz kılmaya başladı.
"Ey Muhammedi
Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni sevdiğin kıbleye mutlaka
çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müminler) siz de
nerede olursanız olun yüzünüzü onun tarafına çevirin..."[165]
Kur'anın sünneti
neshettiğine diğer bir misal de Resulullah'm, Medine'ye göç edecek olan mü'min
kadınları müşrik olan kocalarına iade etme şartını Hudeybiye sulhunda kabul
etmesi ve bunun şu âyetle neshedilmesidir: "Ey Peygamber! Mü'min kadınlar
sana gelip Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina
etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira
uydurup İleri sürmemek ve iyilikte sana karşı gelmemek şartıyla biat ederlerse,
Matlarını kabul et. Allah'tan onların affedilmelerini iste..."[166]
b. İmam
Şafiî, "Kur'anın, sünneti neshetmeyeceğini, şayet Kur'an, sünneti
neshederse, bunun sünnetle beyan edilmesi gerektiğini, böylece sünnetin
Kur'anla değil sünnetle neshedilmiş olacağını" söylemektedir.
İmam Şafii'yi buna
İten asıl sebep şudur: Şayet Resulullah (sav)'ın sünnetinin Kur'an tarafından
neshedildiği kabul edilecek olursa, âyetlerin genel ifadelerine dayanılarak
bir çok sünnetin neshedildiği iddia edilmiş olur. Böylece sünnet şer'i sahadan
uzaklaştırılır. Bunun ise, tehlikesi pek büyüktür. Zira Kur'anı bize açıklayan
Râsulullah'tır. Onun sünneti bırakılırsa, akli izahlara kalkışılır ve yanlış
sonuçlara varılabilinir.
Mesela; "...Allah
alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır..."[167]
âyetinin genel manası, alınır ve "Her türlü alış veriş helaldir,
hadislerin beyan ettikleri aldatma içeren alış verişlerin yasaklanması
neshedilmiş" denilecek olursa, aslında Resulullah'm yasakladığı bir çok
alış verişe cevaz verilmiş olur ki, bu da sakat bir sonuçtur.
Keza, zina eden erkek
ve kadından her birine yüzer sopa vurmayı emreden[168]
âyetin, evlendikten sonra zine edenlerin recmedilmesi sünnetini nes-hettiği
iddia edilebilinir. Benzeri birçok misal zikredilebilinir.
Vakıa İmam Şafii'nin
kuşkusu yerinde bir kuşkudur. Nitekim yaşadığımız dönemde bu tür iddialara
çokça rastlanmaktadır. Buna rağmen cumhur'un görüşü daha kuvvetlidir. Kötü
niyetlileri, önlemek mümkün değildir. İmam Şafii gibi de davranılsa onlar
marazlarına başka bir yol bulur onu işletmeye çalışırlar.
Neshin şekillerinden
biri de budur. Bu husus alimler arasında tartışma konusudur.
a. Cumhur
ulemaya göre, Kur'anın mütevatir hadislerle neshedilmesi caizdir. Çünkü
kuvvellilik bakımından mütevatir hadisler âyetler gibidir. Diğer yandan
Kur'anın mülevatir olmayan haberi ahad hadislerle neshedilmiş olması mümkün
değildir.
b. İmam
Şafii'ye göre ise, Kur'anın mütevatir hadislerle dahi neshedilmesi imkansızdır.
Kur'anı ancak Kuran neshedebilir. Zira nasih ve mensuhun gerçekleşeceğini
bildiren âyetlerin açık ifadeleri bunu göstermektedir.
"Biz bir âyetin
hükmünü kaldırırsak veya onu unutturursak, daha iyisini veya aynısını
getiririz."[169] Hadisler,
Kur'andan ne daha İyi, ne de onun aynısıdır. O halde hadisler mütevatir de
olsalar, Kur'anı neshedemezler.
"Biz, bir âyeti
değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki, Allah ne indirdiğini
çok iyi bilir- müşrikler: 'Sen ancak bir iftiracısın' derler. Hayır! Onların
çoğu bunu bilmezler. "[170] Görüldüğü
gibi âyetlerin birbirleriyle değiştirilmesi beyan ediliyor. Hadislerle
değiştirilmeleri bahse konu edilmiyor.
c. İbn Hazm'e
göre ise, âyetlerin, mütevatir olmayan haberi ahad hadislerle de
neshedilmeleri mümkündür. Zira İbn Hazm'ın kanaatine göre, sünnetin hepsi
kafidir. Sahih olması şartıyla lesbüi kesindir. Kat'i olan Kur'an'ın, yine
kat'i olan sahih sünnetle neshedilmesi mümkündür, velevki sünnet haberi ahad
şeklinde olsun.
Kurtubi, İmam Malik'in
de aynı görüşte olduğunu söylemekte ve bu görüşün daha sahih olduğunu
belirtmektedir. Kur'anın haberi ahad olan hadislerle neshedildiğine misal
olarak şu âyet ve hadisleri zikretmektedir:
1)
"Sizden birine ölüm geldiği zaman, eğer geride mal bırakıyorsa, ana-babaya
ve akrabalara, uygun bir şekilde vasiyette bulunmanız, size farz kılındı. Bu
muttakilerin üzerine bir borçtur"[171]
âyet-i kerimesi, Amr b. Harise, Ebu Elmame el-Bahili ve Enis b. Malik'ten
rivayet edilen şu haberi ahad olan hadisle neshedilmiştir: Resulullah (sav)
buyurdu ki: "Şüphesiz ki Allah, her hak sahibine hakkını verdi. Artık
mirasçıya vasiyet yoktur.”[172] Âyet-i
kerime ana-baba ve akrabalara vasiyet etmenin bir borç olduğunu beyan ederken,
hadis-i şerit', artık bunun kaldırıldığını beyan etmektedir.
Vakıa bu âyet.
Kurlubi'nin anlattığı gibi hadisle değil, miras hükümlerini beyan eden Nisa
Sûresi onbir, on iki ve yüz yetmiş altıncı âyetlerle neshedilmiştir. hadis-i
şerif ise, sadece âyetlerin birbirlerini neshettiğini bildirmektedir. Bu
itibarla, âyetlerin haberi ahad olan hadislerle neshedildiğine örnek teşkil
etmemektedir. Ayetlerin birbirlerini neshetmeleri konusunda bu Örnekler
zikredilmiştir.
2) Âyetlerin
haberi ahad olan hadislerle neshedildiğine diğer bir örnekte şu âyetler ve
hadis-i şerif zikredilmektedir:
"Zina yapan
kadınlarınıza karşı içinizden dört şahit getirin. Şahitlik yaparlarsa, ölüm
onları alıncaya veya Allah, onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun. Sizden
zina yapan iki kişiye de eziyet edin. Tevbe edip kendilerini düzeltirlerse,
onlardan vazgeçin..."[173] Bu
iki âyetin, Ubade b. es-Samit'ten rivayet edilen şu hadisle neshedildikleri
söylenmiştir.
Resulullah (sav)
buyurdu ki: "Benden alın. Benden alın. Allah, o kadınlara yol gösterdi.
Evlenmiş olanın evlenmiş olanla zina etmesinin cezası yüz sopa vurulması ve
recmedilmesidir (taşlanarak öldürülmesidir). Bekarın bekarla zina etmesinin
cezası ise, yüz sopa vurulması, ve bir yıl sürgün edilmesidir.”[174]
Vakıa, hadis-i şerif
yukarıda zikredilen âyetleri neshetmiş değil, onların İçerdikleri hükümleri
açıklamıştır. Allah Teakı, Resulullah'ın dili ile zina edenlerin cezalarını
beyan ederek hangi yolu gösterdiğini ifade etmektedir. Bu bir nesih değil,
açıklamadır.[175]
3) Hadisin
âyeti neshettiğne başka bir örnek de şu âyet ve hadis gösterilmiştir:
"Artık bundan
sonra senin için başka kadınlar helal değildir. Güzellikleri hoşuna gitse de
onları başkalarıyla değiştirmen aciz değildir..."[176] Bu âyetin,
Hz. Aişe'nin rivayet ettiği "Resulullah Ölmeden önce kadınlar ona helal kılınmıştı"[177]
hadis-i şerifiyle neshedildiği söylenmiştir.
Vakıa, bu âyelin
kendisinden bir önce gelen elli birinci âyetle neshedildiği beyan edilmiştir.
Ümmü Seleme (r.anh)
diyor ki: "Resulullah ölmeden önce Allah ona evlenmesi haram olanlar
dışında dilediği kadınla evlenmesini şu âyetle helal kıldı: "Ey
Peygamber! Hanımlarından dilediğini bırakıp dilediğini yanında tutabilirsin.
"[178]
Nasih ve mensuh
ilminin üstadı sayılan Nehhas da haberi ahad olan hadislerin Kur'an'ı nesh
edemeyeceği görüşünü tercih etmiş ve Hz. Ali, Abdullah b. Abbas, Ali b. Hüseyn
ve Dehhak'm da ayni görüşte olduklarını zikretmiştir.[179]
Diğer yandan Ahzab
Sûresi âyet ellikinin neshedilmediğini söyleyenler vardır. Nitekim Hasan
el-Basri, Muhammed b. Sİrin, Ebu Bekr b. Abdurra»-man, Ebu Umame el-Bahili ve
Muhammed b. Kaab b. el-Kurezİ, farklı gerekçelerle bu kanaattadırlar. Ubey b.
Kaab, Hbu Rezi'n ve İkrime'ye göre İse, ko^ numuz olan âyet Resulullah'a özel
bir sınıf kadınların haram kılındıklarını be-, yan etmektedir. Onlar da yahudi
ve hıristiyan kadınlarıdır. Diğer kadınlar dptf ğildir. İbn Cerir et-Taberi de
bu görüşü tercih etmiştir. Bunlara göre dft* âyetin neshi sözkonusu değildir.[180]
Tirmizi'nin, Abdullah
b. Abbas'tan naklettiğine göre, Nisa Sûresi âyet el-Malikide Resulullah'a
yasaklanan hanımlardan maksad, aynı sûrenin 50. âyetinde zikredilen dört kadın
türünün haricinde olan kadınlardır. Helal kılınan dört kadın türü: Evlenmiş
olduğu hanımlar, cariyeler, kendisiyle hicret eden ve akrabası olan hanımlar,
bir de kendisini Resulullah'a hibe edecek olan mü'min kadınlardır. İşte 52.
âyette, bu sınıfların dışındaki hanımların Resulullah'a helal olmadıkları
beyan edilmiştir.[181]
Görüldüğü gibi bu görüşe göre de konumuz olan âyet neshedijmemişlir.
4) Sünnetin
âyeti neshettiğine başka bir örnek de şu âyet ve Resulullah'ın şu fiili sünneti
zikredilmiştir: "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer
değnek vurun[182] âyet-i kerime evli,
bekar ayrımı yapmadan her zina edene yüz değnek vurulmasını emretmekte, halbuki
Resulullah'ın fiili sünneti, evli olanlara böyle bir sopanın vurulmadığını
göstermektedir. Nitekim Resulullah (sav), evli olarak zina eden Maiz b.
el-Eslemi'ye, Cüheyniye kabilesine mensup olan kadına ve kocasının İşçisiyle
zina eden kadına yüz sopa vurmamış, onları sadece recmetmiştir. îşte evlilerden
sopanın düşmesi sünnetledir ve sopa vurmayı emreden âyet evliler açısından
neshedilmiştir.
Kanaatimizce burada
nesih değil, tahsis sözkonusudur. Yüz sopa vurmanın sadece evlenmemiş olanlara
ait olduğunu ifade eder.
Bunun misali, kocası
Ölen hanımın iddet bekleme süresini bir yıldan[183] dört
ay on güne[184] döndürmesidir. Bu da bir
defa olmuştur. Nesihlerin kahir çoğunluğu bu kabildendir.
Bunun misali ise,
kıblenin, Kudüs'ten çevrilip serbest bırakılması[185] daha
sonra Kabe'ye çevrilmesidir.[186] Bir
de mut'a nikâhının üç defa serbest bırakılıp her defasında yasaklanması ve
sonunda kesin olarak yasaklanmasıdır.[187]
Neshin şekillerinden
biri de budur: Buna örnek olarak, Kıble'nin çevrilmesi, mut'anın serbest
bırakılıp yasaklanması ve benzeri nesihler zikredile-bilinir. Zira müslümanlar,
önce Kudüs'e doğru namaz kılmışlar, daha sonra Kabe'ye yönelmeleri
emredilmiştir. Yine onlar önce mut'a yapmışlar, sonra neshedilmiştir.
Buna misal olarak, şu
hadiseler zikredilmektedir:
Resulullahla
fısıldaşmaktan önce sadaka verilmesi emredildi. Bu mü'min-lere zor geldiğinden
Allah Teala daha sadaka vermeden önce onlardan bu yükümlülüğü kaldırdı. Şu iki
âyet bunu belirtmektedir: "Ey iman edenler! Peygamberle gizli konuşmak
istediğiniz zaman, konuşmazdan önce sadaka verin... Gizli konuşmadan önce
sadaka vermekten mi çekindiniz? Mademki bunu yapmadınız, Allah sizi
affetti..."[188]
Hz. İbrahim'e, oğlunu
kesmesi emredildi, İbrahim onu kesmeden bu emri neshedildi. Şu âyetler bunu
ifade etmektedirler:
"Biz, İbrahim'i,
halim selim bir evlat ile müjdeledik. Çocuk onunla yürüyecek çağa gelince,
İbrahim ona: "Yavrucuğum! Ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak
ne dersin" dedi. Çocuk da: "Babacığım! Em-rolunduğunu yap. İnşaallah
benî sabredenlerden bulacaksın" dedi. Her ikisi de Allah'ın emrine boyun
eğip, İbrahim çocuğu alnı üzerine yatırın-ca, Biz ona: "Ey İbrahim! Rüyana
sadakat gösterdin. İyilikte bulunanları Biz, böyle mükâfatlandırırız diye
seslendik. Şüphesiz bu, apaçık bir imtihandır. Biz ona, çocuğun yerine büyük
bir kurbanlığı fidye olarak verdik. "[189]
Hükümle amel etmeden
önce, neshedilmesinin diğer bir misali de, namazın, miraçta elli vakit farz
edilip kılınmasından önce, beş rekâta indirilmesidir.[190]
Neshin şekillerinden
biri de, var olan ağır hükmü kaldırıp onun yerine daha hafifini koymak
suretindeki nesîhdir.
Buna misal olarak
savaşta, önce bir mü'minin on kâfire denk tutulması ve birin ona karşı
savaşmasının emredilmesi, daha sonra bunun hafıletilerek, bir mü'minin iki
kafire denk tutulması ve birin ikiye karşı savaşmasının emredilmesi
zikredilmiştir. Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor: "...Eğer içinizden
sabırlı yirmi kişi çıkarsa, iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi
olursa, kafirlerden bin kişiye galip gelir..." "Şimdi ise, Allah
yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Bundan böyle,
içinizden sabırlı yüz kişi çıkarsa, iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin
kişi olsa, Allah'ın izniyle ikibin kişiye galip gelir. Allah sabredenlerle beraberdir."[191]
Buna misal olarak, Önce
üç gün olan Aşure orucunun emredilip, daha sonra neslıedilerek bir ay olan
Ramazan orucunun emredilmesi zikredilmiştir. Bu hususta Abdullah b. Ömer ve Hz.
Aİşe diyorlar ki; Ramazan orucu inmeden önce Aşure orucu tutuluyordu. Ramazan
ayında oruç tutma inince ar-tık dileyen Aşure orucunu tutuyor, dileyen
tutmuyordu.[192]
Buna, başka bir misal
de, daha Önce Ramazan orucunu yiyip yerine fitre vermenin serbest olması daha
sonra her güç yetirenin oruç tutması mecbur edilip fitre verip oruç yiyebilme
noktasının neshi zikredilmiştir. Abdullah b. Ömer ve Seleme b. el-Ekvaa göre,
orucun sayılı günler olduğunu ve gücü yetenlerin fitre vererek oruçlarını
yiyebileceklerini beyan eden Bakara Sûresi'nin 184. âyetini, hasta ve yolcunun
dışında herkesin oruç tutma zorunda olduğunu emreden 185. âyeti neshetmiş,
böylece oruç tutma yerine fitre verme ruhsatını kaldırmış ve hükmü daha
ağırlaştırmıştir.[193]
Ancak, Abdullah b.
Abbas, birinci âyetin neshedilmediğini, fitre vererek oruç yeme ruhsatının
yaşlılara ait olduğunu, bunların da fitre vererek Ramazan oruçlarını
yiyebileceklerini söylemiştir.[194]
Neshin şekillerinden
biri de herhangi bir âyet veya hadisin hükmünü kaldırıp lafzını aynen
bırakmaktır. Genel olarak nesinden bu anlaşılmaktadır.
Buna misal olarak şu
âyeti zikretmek mümkündür:
"Sizden birine
ölüm geldiği zaman, eğer geride mal bırakıyorsa, ana-babaya ve akrabalara uygun
bir şekilde vasiyette bulunmanız size farz kılındı. Bu, takva sahipleri
üzerine bir borçtur"[195]
âyetinin hükmü, daha önce de belirtildiği gibi, miras hükümlerini beyan eden
Nisa Sûresi 11, 12, 176. âyetlerle neshedilmiştir.
Fakat âyetin lafzı
aynen Kur'anda mevcuttur.
Eğer nassın lafzı
ortadan kaldırılır, fakat içerdiği hükmün devam ettiği bil-dirilirse, yalnız
lafzın neshi söz konusu olur.
Bu türden olan
nesihlere çok ender olarak rastlanmakta ve alimler arasında tartışmalara yol
açmaktadır. Bu nedenle, mümkün olduğu ölçüde misalleri fazlaca
zikredilecektir.
a. Bir metinde şöyte buyurulmaktadır:
"Eğer, Adem oğlunun iki vadi dolusu malı (diğer bir rivayette altını)
bulunsa, mutlaka üçüncüsünü ister. Adem oğlunun boşluğunu ancak toprak doyurur.
Allah, teube edenin tevbe-sini kabul eder."[196] Bu
metin hakkında şu sahabeler farklı görüşler zikretmişlerdir:
1) Ebu Musa
el-Eş'ari,[197] Ubey b. Kaa'b,c [198]Zeyd
b. Erkam[199] ve Ebu Vahid el-Leysî,[200] bu
metnin bir Kur'an âyeti olduğunu, lafzının Kur'anın toplanmasından önce
kaldırılıp manasının ise, devam ettiğini beyan etmişlerdir. Bunlara göre bu
metin sadece lafzı neshedilen (tilaveti kaldırılan) âyetlerdendir.
2) Abdullah
b. Abbas,[201] bir rivayete göre Ubey
b. Kaa'b[202] ve Enes b. Malik[203] bu
metni rivayet etmişler ve "Bilemİyoruzki bu âyet mi, yoksa değil mi?"
demişlerdir. Bunlara göre ise bu metin, ya lafzı kaldırılıp manası bırakılan
bir âyettir veya Resulullah'ın hadisidir.[204]
3) Abdullah
b. Zübeyr,[205] Hz. Aişe,[206] ve bir
rivayete göre Enes b. Malik[207] bu
metni. Resulullahın hadisi şeklinde rivayet etmişlerdir.
Görüldüğü gibi, bu
metnin lafzı neshedilen bir âyet olup olmadığı kesin değildir, ihtilaflıdır.
b. Diğer bir metinde de şöyle buyurulmaktadır:
Enes b. Malik diyor
ki: Biz, Bir-i Maune Gazvesinde şehid edilen yetmiş kişi hakkında İnen şu
Kur'an âyetini okuduk, sonra o kaldırıldı (neshedüdi). "Bizden kavmimize
tebliğ edin ki biz, Rabbimizin huzuruna vardık. O, bizden razı oldu ve bizi de
razı etti."[208]
Görüldüğü gibi, Enes b. Malik'in rivayetine göre bu metin de lafzı neshedilip
manası baki kalan âyetlerdendir. Bunun mütevatir olmadığı unutulmamalıdır.
c. Başka bir
metinde şöyle buyurulmuştur:
1) Hz. Ömer
diyor ki: Bizim, Allah'ın Kitabında okuduğumuz âyetlerden biri de şu İdi:
"Babalannızdan yüz çevirmeyin (onları bırakıp başkalarının babanız
olduğunu iddia etmeyin). Zira sizin babalarınızdan yüz çevirmeniz, küfürdür
(inkardır veya nankörlüktür)."[209]
Görüldüğü gibi, Hz. Ömer'in rivayetine göre bu da lafzı neshedilen
ayetlerdendir.
2) Ebu
Hureyre ise, bunu Resulullah'dan bir hadis şeklinde rivayet etmiştir.[210]
d. Lafzı
neshedilip (tilaveti kaldırılıp) hükmü baki kalan âyetlere en Önemli bir misal
de, evlendikten sonra zina edenin taşlanarak öldürülmesini beyan eden şu recim
âyetidir: "Evlenmiş olan erkek veya evlenmiş olan kadın zina edecek
olurlarsa, onlardan her birini mutlaka recmedin (taşlayarak öldürün)."[211]
Haricilerin ve
Mutezileden Nazzam'ın dışında bütün İslâm ümmeti, İslâm-da evlendikten sonra
zina edenin cezasının, taşlanarak Öldürmek olduğu hakkında İttifak
etmişlerdir. Buna delilleri ise, lafzı neshedilip hükmü kalan ve kendisine
recim âyeti denen bu âyet, bu âyetin varlığını bildiren hadis-i şerifler,
recmin varlığını beyan eden hadisler ve Resulullah'ın fiilen uyguladığı recim
olaylarıdır. Konunun öneminden ve günümüzde öz güvenlerini kaybedenlerin
Hariciye düşüncesini hortlatmaya çalışmalarından dolayı, bu meseleye Özetle
değinilmesi gerekli görülmüştür.
Evvelâ recim âyetinin
lafzını kimlerin rivayet ettikleri, sonra bu âyetin varlığının nasıl
vurgulandığı, daha sonra recmetme cezasının Resulullah'ın sözlü hadislerinde
nasıl zikredildiği, en son olarak da Resulullah'ın recim ceza-sini fiilen
kimlere uyguladığı özetlenmeye çalışılacaktır.
1) Recm
âyetinin lafzını rivayet edenler:
Bu âyet, tercüme
ettiğimiz şekliyle, şu sahabilerden nakledilmiştir.
aa) Abdullah
b. Abbas, Hz. Ömer'den rivayet etmiştir.
Abdullah b. Abbas, Hz.
Ömer'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Korkarım ki, insanların
üzerinden uzun zaman geçerde, içlerinden birileri çıkar ve der ki: "Ben,
Allah'ın Kitabında recim diye bir şey bulamıyorum." Böylece insanlar,
Allah'ın farzlarından bir farzı bırakarak sapmış olurlar. Dikkat edin! Kişinin
evlenmesinden sonra zina etmesi, şahitlerle İsbat edilir veya zinadan hamile
kalınır yahut zina eden itiraf edecek olursa, recmetmek haktır ve vardır.
"Evlenmiş olan erkek veya evlenmiş olan kadın zina edecek olurlarsa,
onlardan her birini mutlaka recmedin" âyetini bizzat ben kendim okudum. Resulullah
recmetti. Ondan sonra bizler de recmettik."[212]
bb) Said b.
el-Müseyyeb, Hz. Ömer'den rivayet etmiştir.
Said diyor ki: Ömer,
hacdan Medine'ye döndü ve insanlara bir hutbe okudu. Onda şunları söyledi:
"... Ey insanlar! Size sünnetler konuldu ve farzlar gönderildi. Artık
apaçık bir yol üzere bırakıldınız. Sakın İnsanları sağa sola saptırmayın. Sakın
ha sakın recim âyeti hakkında helaka düşmeyin. Birileri çıkıpta: "Biz
Allah'ın Kitabında (zina eden için) iki ceza bulamıyoruz" demesin. Zira, Resulullah
da recmi uyguladı, biz de uyguladık. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki,
eğer insanlar, "Ömer b. el-Hattab, Allah'ın kitabına İlavede bulundu"
demeseler, ben: "Evlenmiş olan erkek veya evlenmiş olan kadın zina edecek
olurlarsa, onlardan her birini mutlaka recmedin" âyetini (Kur'anın bir
kenarına) yazardım. Zira biz onu okumuştuk."[213]
cc) Kesir b.
es-Salt, Zeyd b. Sabit'ten rivayet etmiştir.
Kesir diyor ki:
"Said b. el-As İle Zeyd b. Sabit, Mushafı yazıyorlardı. Onlar şu âyete
ulaşınca Zeyd b. Sabit dedi ki: Ben, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum:
"Evlenmiş olan erkek veya evlenmiş olan kadın zina edecek olurlarsa,
onlardan her birini mutlaka recmedin." Dedim ki, Ey Allah'ın Rasulü! Onu
bana yazar mısın? Fakat bu, sanki Resulullah'ın hoşuna gitmedi."[214]
Beyhaki'nin rivayetine
göre hadisin sonu Resulullah buyurdu ki: "Onu yazmaya benim gücüm
yetmez" şeklindedir.[215]
Yani, Resulullah bu âyetin yazılı olarak tesbitini istememiştir. Hikmetini
İse, ancak Allah bilir.
dd) Zırr b.
Hubeyşi, Ubey b. Kaa'b'dan rivayet etmiştir.
Bu rivayette, recim
âyetinin lafzı neslıedilmeden önce Ahzab Sûresi'nde bulunduğu zikredilmektedir.[216]
ee) Kesir b. es-Salt'ın
kardeşinin oğlu, Zeyd b. Sabit'ten rivayet etmiştir.
Bu rivayette Zeyd b.
Sabit, yukarıda zikredildiği şekliyle recim âyetini Mer-van'a okumuş, Mervan
da: "Bunu mushafa koymayalım mı?" diye sormuştur. Zeyd de: "Ömer
b. ei-Hattab dedi ki: Ben Resulullah'a gidiyor ve ona bazı şeyler
hatırlatıyordum. Resulullah, recim'i zikredince, "ey Allah'ın Rasulü! Recim
âyetini bana yaz" diyordum. Resulullah' da buyurdu ki: "Benim ona gücüm
yetmez"[217] demiştir.
ff) Umame
el-Bahili de bu âyeti, teyzesi Acma'dan rivayet etmiştir.
Acma'nın rivayetinde
recim âyetinin sonu şöyledir: "...Tatmin ettikleri zevklerine karşılık,
onları mutlaka recmedin."[218]
gg)
Abdurrahman'ın kızı Amre, bu âyeti Hz. Aişe'den rivayet etmiştir.
Bu rivayette, sadece
okunması neshedilip Kur'ana konulmayan recim âyeti İle hem okunması, hem de
manası kaldırılan ve on defa süt emmeyi şart koşan süt âyetinin bir kağıda
yazılı olarak Hz. Aişe'nin yatağının altında bulunduğu, Resulullahla hastalığı
esnasında meşgul oldukları bir anda, koyunun eve girip o kağıdı yediği beyan
edilmektedir.[219]
Bütün bu rivayetler
birleştirildiğinde şu sonuca varılmaktadır: Hz. Peygamber, hikmetini
bilemediğimiz bir sebepten dolayı recim âyetinin Kur'an âyetleri içine
yazılmasını istememiştir. Nitekim Hz. Ömer'in: ''Onu bana yaz dedim, fakat Resulullah
bunu hoş görmedi" şeklindeki ifadesi ve Resulullah'ın "benim ona
gücüm yetmez" şeklindeki sözleri bunu ifade etmektedir. Bu nedenle recim
âyeti okunması neshedilen âyet olarak tesbit edilmiştir.
Diğer yandan Resulullah
(sav), okunmaları neshedilen bu âyetlerin, Kur'an âyetlerinin yazıldığı kağıdın
dışında başka bir kağıda yazılmasına engel olmamıştır. Hadislerin yazılması da
bu şekilde olmuştur. İşte Hz. Aişe'den gelen rivayet bunu belirtmektedir.
2) Recm
âyetinin varlığını vurgulayanlar. Hz. Ömer ve Hz. Alî, recim âyetinin okunması
kaldırıldığı hükmünün baki olduğu üzerinde ciddiyetle durmuşlar, bunun
Kur'anda yazılmamasından cesaret alarak onu inkâra kalkışan-
ların hem kendilerini,
hem müslümanlan saptıracaklarını beyan etmişlerdir.
aa) Abdullah
b. Abbas, Hz. Ömer'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Şüphesiz, Allah,
Muhammed (sav)' i hak ile gönderdi, ona Kitabı indirdi, Allah'ın indirdiği
şeylerden biri de recim âyeti idi. Biz, onu okuduk, kavradık ve ezberledik. Bu
sebeple, Resulullah da recim cezasını uyguladı, ondan sonra bizler de
uyguladık. Korkarım, insanların üzerinden uzun zaman geçer, birileri kalkıp
der kî; "Vallahi Biz, recim âyetini Allah'ın Kitabında bulamıyoruz.
Böylece Allah'ın İndirdiği bir farizeyi (hükmü) bırakarak sapmış olurlar.
Evlendikten sonra zina eden erkek ve kadının zina ettiklerine dair şahitler
bulunduğunda veya gebelik olduğunda yahut itiraf edildiğinde bunların
recmedilmeieri, Allah'ın Kitabında vardır ve haktır."[220]
bb) Amir
diyor ki: Şerahe el-Hamdaniyye, kocasının bulunmadığı bir zamanda hamile
kaldı. Onu efendisi Hz. Ali'ye götürdü. Ali ona: "Belki kocan gelmiştir
veya biri seni, buna zorlamıştır" diye sordu. Kadın hayır, dedi ve zina
ettiğini itiraf etti. Ali ona, Perşembe günü sopa vurdu ve onu Cuma günü
recmetti. Ben, her ikisinde de bulundum. Ali, onu recmetmeden önce, göbeğine
kadar gömülmesini emretti ve yeri kazıldı. Sonra Ali şöyle dedi: "Recim
âyeti, Resulullah'ın tatbik ettiği sünnetlerindendir. Şüphesiz, recim âyeti
inmişti. Onu ve Kur'anm diğer âyetlerini okuyanlar Yemame savaşında yok
edildiler."[221] Hz.
Ali de, recim âyetini okuyan Kurraların Yemame savaşında öldürüldüklerini, bu
sebeple âyetin olmadığı gibi yanlış bir kanaate varılabilineceğini beyan ediyor
ve müslümanlan böyle bir neticeye varmaktan sakındırıyor.
3) Resulullah'ın
sözlü hadisleriyle recmin varlığını beyan etmesi.
aa) Ubade b. es-Samit
diyor ki: Resulullah'a vahiy indiği zaman, sıkıntı hissediyor ve rengi
değişiyordu. Bir gün yine ona vahiy indi, Resulullah (sav) aynı durumla
karşılaştı. Resulullah (sav) açılınca şöyle buyurdu: "Benden alın! Allah,
zina edenler için bir yol açtı. Evlenmiş olan evlenmiş olanla, bekâr olan bekâr
olanla zina edecek olursa, evlenmiş olana yüz sopa vurulacak ve o, taşlanarak
öldürülecektir. Bekâr olana ise, yüz sopa vurulacak ve bir yıl boyu sürgün
edilecektir.”[222] İmam Ahmed bu hadisi
Seleme b. el-Muhabbİk'ten de rivayet etmiştir.[223]
bb) Bütün
sahih hadis kitaplarında zikredilen ve evlendikten sonra zina edenin cezasının
öldürülmek olduğunu beyan eden Resulullah'ın şu hadisi,
Hz. Osman,[224] Ebu
Umame b, Sehl,[225]
Abdullah b. Amir,[226] Talha
b. Ubeydul-lah,[227] Hz.
Aişe[228] ve
Abdullah b. Mes'ud'dan[229] rivayet
edilmektedir. Resulullah (sav) buyurdu ki:
"Allah'dan başka
ilah olmadığına ve benim Allah'ın Peygamberi olduğuma şehadet eden bir
müslüman kişinin kanı, ancak üç şeyden birini yapmasıyla helal olur:
-Cana kıyarak kısası
hak etmek,
-Evlendikten sonra
zina etmek,
-Ve dinden çıkıp
cemaatı terk etmek."[230]
4) Resulullah
(sav)'ın recmetme cezasını uygulaması.
Resulullah, ondan
sonra gelen raşid halifeler ve İslâm ümmeti, çağlar boyu recim cezasını
uygulamışlardır.
Biz, Resulullah
(sav)'m bu husustaki uygulamalarından bazı örnekler zikrederek yetinmeye
çalışacağız.
Resulullah'ın, Maiz
el-Eslemi'yi, Cüheyniye kabilesinden bir kadını, kocasının işçisiyle zina eden
kadını, hamile kalan kadının çocuğunun kendisinden olduğunu itiraf eden bir
kişiyi, geceleyin hanıma tecavüz eden erkeği, yolculuğu esnasında kendisine
getirilen ve zina ettiğini itiraf eden kişiyi ve bekâr olduğu kanaatiyle sopa
vurduğu, daha sonra evli olduğu anlaşılınca taşlatarak öldürdüğü kişiyi
recmettiği, çokça sahabe tarafından çeşitli hadis kitaplarında
nakledilmektedir. Hatta Resulullah, yahudi olan iki ehli kitabı da
recmetmİştir.
Aşağıda bu hadiselerin
özetlenmesine çalışılacaktır.
aa) Resulullah'ın,
Maiz el-Eslemi'yi recmetmesi.
Resulullah'ın Maiz
el-Eslemi'yi recmettiği, Ebu Hureyre [231]Cabir
b. Abdullah,[232] Cabir b. Semure,[233] Ebu
Said el-Hudri,[234]
Bureyde el-Eslemı[235] Nuaym
b. Hazzal[236] ve Ebu Bekir es-Sıddıkı[237] gibi
bir çok sahabeden hemen hemen tüm sahih hadis kitaplarında rivayet edilmiştir.
-Ebu Hureyre diyor ki:
"Resulullah (sav) mescid'de bulunduğu bir zamanda ona bir kişi (Maiz)
geldi ve ona seslenip şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasulü! Ben zina
ettim." Resulullah ondan yüz çevirdi. Öyleki, Resulullah onu dört defa
reddetti. Maiz, kendi aleyhine dört kere şahidlik edince, Resulullah, onu
çağırdı ve dedi ki: "Sen deli misin1?" O, hayır dedi. Resulullah
(sav'): "Sen evlenmiş miydin?" buyurdu. O, evet dedi. Bunun üzerine Resulullah
(sav): "Bunu götürüp recmedin" dedi.
- Cabir b. Abdullah
diyor ki: "Ben de onu recmedenlerdendim. Biz onu, namazgâhda recmettik.
Taşlar onun canını yakınca kaçtı. Biz ona Harre'de ulaştık ve onu
recmettik."[238]
- Bureyde el-Eslemi
diyor ki: "Maiz b. Malik el-Eslemi, Resulullah (sav)'a geldi ve ona:
"Ey Allah'ın Rasulü! Beni temizle" dedi. Resulullah da ona: "Vay
haline geri dön, Allah'tan af dile ve O'na tevbe e£"dedi. Maiz geri döndü.
Çok uzağa gitmeden tekrar geldi ve: "Ey Allah'ın Rasulü! Beni
temizle" dedi. Resulullah (sav) yine ona: "Vay haline geri dön.
Allah'tan af dile ve O'na tevbe et" dedi. Maiz çok uzağa gitmeden yine
geri döndü ve: "Ey Allah'ın Rasulü Beni temizle" dedi. Resulullah
(sav) aynı şeyleri söyledi. Nihayet dördüncü kez aynı şeyler olunca, Resulullah
ona: "Seni neden temizleyeyim" dedi. Maiz, "zinadan" dedi.
Resulullah: "Bu deli mi?" diye sordu. Onun deli olmadığını
söylediler. Resulullah: "Bu içki içti mi?" dedi. Bir adam kalkıp ağzını
kokladı, onda içki kokusu bulamadı. Resulullah: "Sen. zina ettin mi?"
dedi. Maiz de: "Evet" dedi. Bunun üzerine Resulullah recmedilmesini
emretti ve reçmedildi... Resulullah: "Maiz için af dileyin" dedi.
Onlarda: "Allah Ma-izi, affetsin" dediler. Resulullah: "O öyle bir
tevbe etti ki, onun tevbesi bir ümmete taksim edilse, onları mutlaka
kuşatır" buyurdu."[239]
-Nuaym b. Hazzal'ın
rivayetine göre Maiz, yetim olarak Hazzal'ın evinde büyümüş ve Fatime İsimli
bir cariye ile zina etmiş, yukarıda anlatılan itiraflarından sonra
recmedilmiştir.[240]
bb) Resulullah'ın
Cüheynİye kabilesinden oian kadını recmetmesi.[241]
Bu hadise, Bureyde
el-Eslemi ve İmran b. liusayn'den rivayet edilmektedir.
-Bureyde diyor ki:
Gamidiye kabilesinden bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın Rasulü! zina ettim
beni temizle" dedi. Resulullah (sav) onu geri çevirdi. Ertesi gün olunca
kadın gelip, "Ey Allah'ın Rasulü! Niçin beni geri çevirdin? Belki de sen
beni Maiz gibi geri çeviriyorsun. Allah'a yemin olsun ki, ben hamileyim"
dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav): "illa da israr ediyorsan, git çocuğu
doğuruncaya kadar bekle" buyurdu. Kadın, çocuğu doğurunca onu bir beze
sanlı olarak getirdi ve: 'İşte çocuk onu doğurdum" dedi. Resulullah (sav):
"Git, onu emzir, sütten kesince gel" buyurdu. Kadın, çocuğu sütten
kesince, eîine verdiği bir ekmek parçasıyla onu getirdi ve: "Ey Allah'ın
Rasulü! İşte çocuk. Ben onu sütten kestim. Artık o yemek yiyiyor" dedi. Resulullah
çocuğu müslümanlardan birine verdi. Kadının göğsüne kadar çukur kazılmasını
emretti. İnsanlara emretti. Onlar da onu recmettiler. Halid b. Ve-lid'in attığı
bir taşdan dolayı fışkıran kan yüzüne geldi ve Halid ona hakaret etti. Resulullah
da: "Yavaş ol Halid! Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, öyle bir
tevbe ile tevbe etti ki, haksız mal alan vergi memuru öyle bir tevbe etmiş
olsaydı, mutlaka affedilirdi," buyurdu. Sonra Resulullah (sav) cenaze
namazının kılınmasını emretti ve cenazesi kılındı."[242]
- İmran b. Husayn'in
rivayetinde Hz. Ömer, Resulullah'a: "Ey Allah'ın Rasulü! zina ettiği
halde nasıl bunun cenaze namazını kılıyorsun" demiş, Resulullah (sav) da
ona: "Öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, Medine halkından yetmiş kişiye
taksim edilecek olsa onları mutlaka kuşatır. Sen, Allah için canını feda
etmesinden daha üstün bir tevbe bulabilir misin?" cevabını vermiştir."[243]
cc) Resulullah'ın,
kocasının işçisiyle zina eden kadını recmetmesi.
Ebu Hureyre ve Zeyd b.
Halid dediler ki: "Biz, Resulullah (sav)'ın yanında bulunuyorduk. Bir
kişi ayağa kalktı ve: "Allah hakkı için sana söylüyorum. Aramızda mutlaka
Allah'ın Kitabıyla hüküm vereceksin" dedi. Bunun arkasından daha
anlayışlı olan davalısı ayağa kalktı ve: "Bizim aramızda Allah'ın Kitabı
İle hüküm ver ve müsaade et, meseleyi anlatayım" dedi. Rasulullah da:
"Söyle" dedi. O, şunları söyledi:
"Oğlum bu adamın
İşçisiydi, karısıyla zina etti. Ben ona fidye olarak yüz koyun bir de cariye
verdim ve oğlumu kurtardım. Sonra, konuyu ilim sahibi İnsanlara sordum, onlar
bana, oğluma yüz adet sopa vurulması, bir yıl da sürgün edilmesi, onun
karısının ise, recmedilmesi gerektiğini söylediler." Resulullah (sav) şu
cevabı verdi:
"Nefsim elinde
olan Allah'a yemin olsun ki, ben aranızda mutlaka aziz ve eelil olan Allah'ın
Kitabı ile hüküm vereceğim. Yüz koyun ve cariye sana geri verilecek, oğluna
yüz sopa vurulacak ve o, bir yıl müddetince sürgün edilecektir. Ey Uneys! Sen
şu adamın karasının yanına git. Eğer o itiraf ederse, sen onu recmet."
Uneys gitti. Kadın itiraf etti ve onu recmetti."[244]
dd) Resulullah'ın,
kadının taşıdığı çocuğun kendisine ait olduğunu İtiraf eden genci recmetmesi.
Bu hususta Leclac
(r.a) diyor ki: "Çarşıda kendi işimi yaparken, kucağında çocuk bulunan
bir kadın geçti. İnsanlar onun yanına koştular. Ben de koşanlardandım. Kadınla
birlikte Resulullah'a ulaştık. Resulullah: "Bu çocuğun babası kim?"
diye sordu. Kadın sustu. Fakat yanında bulunan bir genç, "Ey Allah'ın
Rasulü! Onun babası benim" dedi. Yine Resulullah, kadına yöneldi ve:
"Bunun babası kim?" dedi. O genç tekrar: "Ey Allah'ın Rasulü!
Onun babası benim" dedi. Resulullah, gencin çevresinde bulunan bazı
kişilere baktı ve genci onlardan sordu. Onlar da: "Biz bunun iyiliğinden
başka bir şeyini bilmiyoruz" dediler. Resulullah (sav) gence: "Sen.
evlenmiş miydin?" dedi. Genç "evet" dedi. Bunun üzerine Resulullah
(sav) emretti ve o recmedil-di. Leclac diyor ki onunla gittik. Ona çukur
kazdık. Sağlamca oraya yerleştirdik. Sonra onu, canlanamayacak hale gelinceye
(ölünceye) kadar taşladık. Bu esnada bir adam geldi. Recmedilen genci
soruyordu. Biz onu Resulullah'a götürdük ve "Bu adam, habisi soruyor"
dedik. Resulullah (sav) da buyurdu ki: "O, Allah katında miskten daha
güzel kokmaktadır." Anladık ki, o kişi gencin babasıymış. Biz ona gencin
yıkanmasında, kefenlenmesinde ve defnedilmesinde yardımcı olduk."[245]
ee) Rasulullah'ın,
geceleyin namaza giden kadına tecavüz eden kişiyi recmetmesi.
Bu hususta Vail b.
Hucr diyor ki: "Resulullah'm döneminde bir kadın, namaz kılmak için
dışarı çıktı. Yolda ona bir kişi rastladı ve elbisesini kadının üzerine örtüp
ona tecavüz etti. Bunun üzerine kadın bağırdı. Adam kaçtı. Ka-dmın yanından
başka bir adam geçti. Kadın: "Bana bu işi yapan bu adamdır" dedi.
Ensar'dan bir topluluğun yanından geçti ve onlara: "Şu adam bana şöyle ve
şöyle yaptı" dedi. Onlar koşup kadının kendisine tecavüz ettiğini sandığı
adamı yakaladılar ve kadının yanına getirdiler. Kadın: "Evet bu adam"
dedi. Onu alıp Resulullah'a getirdiler. Resulullah, o kişinin recmedü-mesini
emredince, kadına tecavüz eden asıl kişi ayağa, kalktı ve: "Ey Allah'ın
Rasulü! Kadının arkadaşı (ona tecavüz eden) benim" dedi. Bunun üzerine Resulullah,
kadına: "Sen git. Allah seni affetti" dedi. Getirilen kişiye güzel
sözler söyledi. Kadına tecavüz edene ise, "bunu recmedin" dedi.
Sonra bunun İçin: "Öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, Medine halkı böyle
bir teube etseydi, onların tevbeleri mutlaka kabul edilirdi" buyurdu.
"[246]
ff) Resulullah'm
yolculuğu esnasında bir kişiyi recmetmesi.
Ebu Zer diyor ki:
"Bir yolculuk esnasında Resulullahla beraberdik. Ona bir kişi geldi ve:
"Şu seviyesiz insan, zina etti" dedi. Kişi, Resulullah'm yanında
zina ettiğini itiraf etti. Resulullah, onu dört defa geri çevirdi. Sonunda
bineğinden indi ve bize bir çukur kazmamızı emretti. Biz, onun için derin
olmayan bir çukur kazıdık ve o recmedildi.
Resulullah üzgün bîr
şekilde oradan ayrıldı. Yürüyüp gittik. Bîr yerde konakladık. Resulullah
sıkıntısı geçdi ve şöyle buyurdu: "Ey Ebu Zerr! Biliyor musun? Arkadaşınız
affedildi ve cennete konuldu.”[247]
gg) Resulullah'm
zina eden bir kişiye yüz adet sopa vurması, evli olduğu ortaya çıkınca onu recmetmesi.
Cabir b. Abdullah
diyor ki: "Bir adam bir kadınla zina etti. Resulullah, ona sopa
vurulmasını emretti. Ona sopa vuruldu. Sonra evlenmiş olduğu bildirildi. Bunun
üzerine Resulullah (sav) emretti ve recmedildi."[248]
hh) Resulullah'm,
birbirleriyle zina eden bir yahudi erkeği ve kadını recmetmesi.
Resulullah (sav)'ın bu
iki yahudiyi recmettiği, Abdullah b. Ömer,[249] Bera
b. Azib,[250]
Cabir b. Abdullah[251] Ebu
Hureyre[252] ve Cabir b. Semure[253] gibi
bir çok sahabeden, sahih hadis kitablarının hemen hemen tümünde rivayet
edilmektedir.
Görüldüğü gibi İslâmda
recmetme cezasının olmadığını söylemek akıl dışı bir iddiadır.
Sahabelerin, lafzı
neshedilen recim âyetinin şeklini beyan etmelerine, re-cim'in varlığı üzerinde
titizlikle durmalarına, Resulullah (sav)'ın recmi defalarca fiilen
uygulamasına ve ondan sonra gelen halifelerin ve İslâm ümmetinin aynı yolu
takip etmelerine rağmen geçmişte Hz. Ali'ye karşı çıkan Hariciler, günümüzde
de modern geçinen Batı hayranları, recmetme cezasının, Kur'an'da zikredilmemesİ
gerekçekiyle, bunun İslâm'da olmadığını İddia etmişlerdir.
Bunlara özetle şunları
hatırlatmak gerekmektedir.
a. Recim
âyetinin lafzı Kur'anda yoksa da onun ortaya çıkacağını beyan eden âyet
mevcuttur. Yüce Mevla şöyle buyurmuştur: "Zina yapan kadınlarınızı ölüm
alıncaya veya Allah'ın onlar için bir yol açmasına kadar evlerde tutun. "[254]
Âyette, Allah'ın, zina
eden kadınlar için bir yol açmasına kadar evlerde hapsedilmeleri emredilmiş, Resulullah
da Allah'ın, bütün zina edenler için cezalar koyarak yolu açtığını beyan etmiş
ve buyurmuştur ki: "Benden alın. Artık Allah zina eden kadınlar için yol
göstermiştir. Evlenmiş olan evlenmiş olanla veya bekar olan bekar olanla zina
edecek olursa, evlenmiş olana yüz sopa vurulacak, sonra o recmedilecektir.
Bekar olana ise, yüz sopa vurula-lacak sonra o bir yıl müddetle sürgün
edilecektir.”[255]
Eğer recmin varlığını
inkar edenler, Resulullah'ın bu izahını sünnet olduğundan kabul etmezlerse,
onlara çelişkiye düştükleri hatırlatılmalıdır. Zira namazın farziyeti Kur'anda
zikredilmiş, fakat rekatların sayıları mütevatir hadislerle tesbit edilmiştir.
Keza zekatın farziyeü Kur'an'da zikredilmiş, fukaha çeşitli mallardan
verilecek miktarı hadislerle beyan edilmiştir. Recmetme şeklinde cezalandırma
da mütevatir hadislerle gelmiştir. Yerine göre mütevatir hadisleri almak,
yerine göre almamak tam bir çelişkidir.
b.
Haricilerin düştükleri hataya düşen günümüzün modernistleri, batılıların
karşısında kendilerini küçük görme ve onların çokça ayıpladıkları İslâmî hükümlere
şüphe sokma sevdasından vazgeçmelidirler. Zira batılılar, heva ve heveslerini
ilah edinen, şehvani arzularını firenleyecek herhangi bîr kayıt ve şarta bağlı
kalmayan, bu anlayışlarını en yüce makamları olan par-lementolannın
duvarlarına: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" şeklinde
nakşeden gözleri dönmüş şaşkınlardır.
Yüce M evlanın
tasviriyle bunlar: "Heva ve hevesini kendine ilah edinen, Allah'ın bilerek
saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği"[256] kimselerdir.
Niçin bunlardan çekinip yüce dinimizi onların razı olacakları şekilde anlamaya
çalışalım.
c. İslâm'da recmetme cezası yoktur demekle,
kâfirleri razı etmek elbette-ki mümkün değildir. Hatta İslâm'ın kahir çoğunluğu
inkâr edilse de, günümüzde yaşandığı gibi, yine de razı olmazlar. Allah Teala:
"Kendi dinlerine uymadıkça, yahudt ve hıristiyanlar senden asla razı
olmazlar"[257] buyurmaktadır.
O halde, bırakalım kâfirlere şirin görünme çabalarını da asaletli dini-' mizin
hükümlerine takdirle bakalım.
d. Şunu da iyi kavramak gerekir ki, günümüzdeki
modernistler, bu dini Allah'ın Peygamberinden, ondan sonra gelen raşid
halifelerden ve onların izini üçyüz küsur senedir takip eden saygıdeğer
alimlerden daha iyi anlama imkan ve kabiliyetine sahip değillerdir. Bu
itibarla, sözleri adeta fincanda fırtına veya çölde bir fısıltı olmadan öteye
gidememektedir. Kendilerini bu kadar zorlamalarına gerek yoktur. Eforlarını
kâfirleri uyarmaya ve onların şımarıklıklarını tedip etmeye harcasınlar.
İslâm'ın hükümlerini sarsmaya ve insanların zihnini bulandırmaya
harcamasınlar.
Bazı âyetlerin hem
okunmalarının neshedilip mushafa konulmadıkları, hem de İçerdikleri hükümlerin
de kaldırıldığı rivayet edilmekte ve bunun da neshin bir şekli olduğu beyan
edilmektedir.
Hz. Aişe'den
nakledilen şu metin buna misaldir:
Hz. Aişe diyor ki:
"Tesbit edilen on kere emmek haram kılar" ifadesi indirilen
Kur'andandı. Sonra neshedildi."[258]
Yani, süt emziren kadının ve akrabalarının süt emene haram olması İçin, çocuğun
en az on defa emmesi gerekli kılınmıştı. Sonra bu neshedildi. Evet, neshedüen
bu âyetin hem okunması neshedilmiş, mushafa konulmamış, hem de hükmü
kaldırılmış, sünnet haram olmak İçin on defa emme şartı giderilmiştir. Daha az
emme ile süt emme hükmü sabit olmaktadır.
Nasih ve mensuh şu
yollardan biri İle bilinir:
a. Bizzat metnin İçinde neshedildiğini beyan
eden ifadelerin açıklamasından anlaşılır. Resulullah'ın şu hadisi bu
türdendir: "Ben sizlere, kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Artık
onları ziyaret edin..."[259]
b. Ravi, naklettiği nassın tarihini söylerse,
sonraki olayın, öncekini nes-hettiği anlaşılır.
c. Ümmet, belti bir hükmün neshedildiğinde icma
ederse, bu yolla anlaşılır.
Şuna dikkat etmek
gerekir: Neshedenin, daha sonra inmesi şart ise de, Kur'an'da daha sona
yerleştirilmiş olması, muhtemeldir. Zira âyetlerin Kur'ana yerleştirilmeleri,
iniş tarihlerine göre değildir.
Semavi dinlere mensup
olan insanlar, dinler arasında neshin aklen mümkün olduğu gibi, fiilen de
gerçekleştiği hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak yahudiler, neshin aklen
mümkün olmadığını İddia etmişler, Mutezile mezhebine mensup olan Ebu Müslim
el-İsfahani[260] ise, neshin, Kur'an ve
sünnette olması aklen mümkün olsa da fiilen gerçekleşmediğini zannetmiştir.
a. Yahudiler,
neshin aklen mümkün olmadığına delil olarak şunu söylemişlerdir:
"Nesih"le "Beda" aynı şeylerdir. Beda'nın manası, gelişi
güzel davranmak, rastgele hareket etmek, kararsız olmak, duruma göre karar
değiştirmek demektir. Her şeyi bilen yüce Mevla'nın böyle bir sıfatla sıfatlanması
mümkün değildir. Zira böyle bir sıfat, geleceğin ne olduğunu bilemeyen
cahillerin sıfatıdır.
Vakıa, yahudilerin bu
iddiaları batıldır. Zira nesihle beda aynı şeyler değillerdir. Beda: Rastgele
hareket etmek, gelişi güzel davranmak olduğu halde, nesih; geçici olduğu
bilinen bir hükmün müddetinin sona erdiğini bildirmektir. Kulların, hükmün
geçici olduğunu bilmemeleri Allah Tealanın da bilmemesini gerektirmemektedir.
Allah Teala'nın
kullarının çeşitli hallerini bilmesi İtibariyle, onlara bazı ge-çicî hükümler
koyup sonra da onları iptal etmesi, onun ezeli ve ebedi ilmine herhangi bir
eksiklik getirmez, aksine onun ilminin her şeyi kuşattığını iifade eder. O,
kulları İçin bir şeyin ne kadar faydalı ve ne zamana kadardan sonra zararlı
olduğunu bilir ve indirdiği hükümleri ona göre gönderir.
Bir şeyin belli bir
zaman İçin faydalı olması, her zaman faydalı olmasını gerektirmez. Yeter ki o
şey değişebilen bir şey olsun.
Diğer yandan, neshin
aklen mümkün olmadığını iddia eden yahudilerin ellerinde bulunan Telmut'ta
semavi dinler arasında neshin fiilen gerçekleştiğine dair bir çok misal
zikredilmekte ve yahudilere cevab teşkil etmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:
"Nuh gemiden inince, Allah Teala ona: "Ben, yer yüzünün bütün
canlılarını sana ve soyuna yiyecek kıldım. Bunları size, bitkiler gibi serbest
bıraktım. Ancak kan hariç. Onu yemeyin" buyurdu."
"Sonra, Musa'ya
ve İsrail oğullarına bir çok hayvanı haram kıldı."
"Adem (a.s),
bacıyı kardeşle evlendiriyordu. Allah Teala bunu, Musa'ya ve diğerlerine haram
kıldı."
"İbrahim (a.s)'a
oğlunu kesmesi emredildi. Sonra ona: "Oğlunu boğazlama" diye
emredildi."
"Hz. Musa, İsrail
oğullarına buzağıya tapanlarını öldürmelerini emretti. Sonra onlardan
kılıçlarını uzaklaştırmalarını emretti."
"Hz. Musa'ya
peygamberlik gelmeden önce, onun emirlerine boyun eğmek gerekmiyordu.
Geldikten sonra boyun eğmek gerekti."
b. Neshin
aklen mümkün olmasına rağmen fiilen gerçekleşmediğini iddia eden Ebu Müslim
el-İsfahani ise, görüşüne delil olarak, şu akli delili zikretmiştir: "Bir
şeyi emretmek onun güzel olduğunu, onu tekrar kaldırmak ise, o şeyin kötü
olduğunu ifade eder. Bunu da geleceğin ne olacağını bilmeyen cahiller
yaparlar. Allah Teala bundan beridir."
Daha önce de
zikredildiği gibi, bir şeyin her zaman iyi veya kötü olması gerekmez. Belli bir
ilaç belli bir zaman için hastaya faydalı, daha sonra zararlı olabilir.
Yeterki bunu keşfedebilen mahir doktor bulunsun. Kulların yükümlü kılınacakları
amellerde de durum böyledir. Eğer kulların menfaat
ve maslahatları, belli
amellerin önce serbest bırakılıp sonra yasaklanmalarını veya tersini icap
ettiriyorsa, onların hayatını düzenleyen Allah Tealanın böyle yapması, neden
onun -hâşâ- cehaletini gerektirsin. Aksine Onun ilminin sonsuzluğunu
gerektirir. Fakat biz aciz kullara ilimden pek az bir pay verildiğinden,
bizlere böyle bir hakkın tanınmaması çok tabiidir. Çünkü kullar, neyin iyi ve
neyin köıü olacağını kesin bir şekilde bilemezler. Sadece tahminlere
dayanırlar, isabel ettikleri olsa da yanıldıkları pek çoktur. Bugün insanlığın
ızdıraplarının kaynaklarından biri de işte budur. İler gün değişebilecek
tüzüklerle yargılanırlar. Bir süre önce idam ettiklerini sonra kahraman İlan
ettikleri, çokça görülen yakılardandır. Fakat Allah Tealanın hükümleri değiştirmesi
elbetteki buna kıyaslanamaz.
Diğer yandan daha önce
zikredilen nasiarda fiilen neshin gerçekleştiği, ümmetin ittifak ettiği bir
konudur. Ebu Müslim gibilerinin karşı çıkmaları fazla bir önem
arzelmemektedir.
Bununla birlikte,
neshin çemberini geniş tutmaktansa, onu daraltmak daha isabetlidir. Hasların
bağdaştınlmalanna önem verilmelidir.
[1] Bakara, 140
[2] Bakara, 134
[3] Fetih, 10
[4] Taha, 5
[5] Sura, 11
[6] Bakara, 234
[7] Talak, 4
[8] Maide, 3
[9] En'am, 145
[10] Nur, 4
[11] Talak. 2
[12] Haşiye Şerlıi'l-Menar, slı. 358
[13] EbûDâvâd, Kil. Tahare, hah. 113, lın. 297. 298, 300,
3(H: Tirınizl, Kir. Ta hare. bab.
94, lın. 126
[14] Nisa. 3
[15] Nisa, 24
[16] Bakara. 178
[17] Nisa, 93
[18] Nisa, 93
[19] Nisa, 92
[20] İbn Şihab ez-Zuhri, Nasih ve Mensuh, sh.15
[21] Said b. Feyruz. hicri 83 de vefat etmiştir.
[22] İbn Şihab ez-Zuhri, Nasih ve Mensuh, sh. 16
[23] İbn Şihab ez-Zulıri, Nasih ve Mensuh, sh. 16
[24] Casiye, 29
[25] Bakara, 106
[26] Müslim, Kit. Zühd, bab: 1-1 hn. 2967; Müsned İmanı Ahıııed,
c. 4, sh. 174.
[27] Hac, 52
[28] Nasılı ve mensuhla alakalı olarak bir çok alim eser
yazmıştır. Bu eserlerin bazıları basılmış, bazıları muhdııt, bazıları da
kaybolmuştur. Sadece müelliflerin eserlerinin isim iisresinde
zikredilmekledir.
Nasilı ve Mensulıla
ilgili olarak yazılan ilk eserlerden bazıları: Hicri 117'de vefat eden Katade
b. Deame'nin eseri, Hicri 124"de vefal eden İbn Şihab ez-Zuhri'nin eseri,
İmam Şafii'nin Usul Risalesi İsmindeki eseridir.
Hicri 738de vefat eden
İbnu'l-Barezİ'nin "Nasihu'l-Kur'âni'l Aziz ve Mensuhihi" isimli
eseri, Hicri. 338'de vefat eden Ahıııed b. Mıılıaınmed en-Nehhâs'ın eseri bu
sahada geniş ıııalumaiiar içeren eserlerdendir.
Son dönem alimlerinden hu konuda eser verenlerden en meşhurları ve
eserleri ise, Dr. Mustafa Zeyd ve "Kur'an-ı Kerim'de Nesih" adlı
eseri. Ali Hasan el-Arid ve "Fethu'l-Mennan FiNeshi'l-Kur'an"adlı
eseri, Dr. Şaban Muhammed İsmail ve "Semavi Dinlerde Nesih Teorisi"
isimli eseri, Abdul Muteaî el-Cebri ve "İslâm Şari-atında Nesih"
adındaki eseridir.
[29] Enam146
[30] Enam 145
[31] Bakara, 180
[32] Nisa, 11, 12,
176
[33] Buharı, Kit. Tefsir Sure: 4, bab. 5, Kit. Vasaya, bab.
6. Kit. Feraiz, bab. 10
[34] Müslim, Kit. Cemiz, bab. 106, hn. 977; Ebû Dâvûd, Kit.
Cenaiz, bab. 81, hn. 2235; Tirmizi, Kit. Ceruıiz, bab. 60, hn. 1054; Neşe:,
Kil. Cenaiz, bab. 100, hn. 2034.
[35] Tirmizi, Kit. Cerıaiz, bab. 60, hn. 1054
[36] Nahl, 67
[37] Bakara, 219
[38] Nisa, 43
[39] Maide, 90, 91
[40] Müslim, Kit. Cenaiz, bab. 106, hn. 977; Ebû Dâvûd,
Kil. Cenaiz, bab. 81, hn. 2235; Tirmizi, Kit. Cenaiz, bab. 60.hn . 1054
[41] Bakara, 180
[42] Nisa, 11, 12, 176
[43] Bakara, 106
[44] Nahl, 101
[45] Ra’d, 39
[46] Bkz. Bakara, 180
[47] Bkz. Nisa, 11, 12, 176
[48] Bkz. Bakara, 240
[49] Bkz. Bakara, 234
[50] Bkz. Nisa, 15
[51] Bkz. Nur, 2
[52] Bkz. EbûDâvüd, Kil. Hudud, bah. 23, hn. 4413
[53] Bkz. Bakara, 284
[54] Bkz. Bakara, 286
[55] Bkz. Müslim, Kit. İman, bab. 109, hn. 125: Müsned
İmanı Alııııed, c. 2, sh. 412
[56] Ebû Dâvûd, Kit. Cehad. bab. 35, hn. 2532.
[57] Müslim, Kit. Cenaiz, bab. 106. hn. 977; Ebû Dâvûd,
Kit. Cenaiz, bab. 81,hn.. 2235; Tirmizi, Kit. Cenaiz, bab.60. hn. 1054 Nesei,
Kit. Cenaiz, bab. 100, hn. 2034
[58] Bakara. 114
[59] Bakara, 240
[60] Bakara 234
[61] Nur,4
[62] Nur,6
[63] Bakara,54.
[64] Bkz.En’am,146
[65] Bkz.En’am,145
[66] Tevbe, 5
[67] Tevbe, 29
[68] Bkz. İbn el-Barezi'nîn "Nasihul Kur'anl'l-Aziz ve
Mensuhihi" İsimli eseri, Bağdad baskısı.
[69] Bkz. "Kitabu'n-Nasih ve'l-Mensuh Fi
Kitabillah" isimli Katadenin eseri.
[70] Bkz. İbn Şİlıab cz-Zühri'nin "en Nasih
ve'l-Mensuh" isimli eseri.
[71] Bkz. Suyııtinin "el-İtkan Fi Ulumi'l-Kur'an"
isimli eseri, e. II, sh. 29-35
[72] Bakara, 180
[73] Buhârî, Kit. Tefsir, sure 4. bab 5. kit. V;i.saya.
bab.6. Kil. Ktrraiz, bab. 10
[74] Ebû Dâvûd, Kİi. V;ıs:ıy;ı, hab. (>, lın. 2870;
tinnizi, Kit. Va.saya, bab. 5, lın. 2121 (lıascn. .sahilidir); Nesei, Kil.
Va.saya, bab. 5, hn. M^'M İlin Mace, KİL Vasaya, bab.6,hn2713
[75] el-İtkan c. II, .sh. 29
[76] Bakara, 240
[77] Bakara 234
[78] Ebû Dâvûd, Kit. Talak , bab 42, hn. 2298; Nesei, Kil.
Talak, bab. 69.
[79] Bakara, 228
[80] Bakara 229,230
[81] Bakara, 115
[82] Bakara, 144
[83] Nesei, Kit. Talak, bab. 75
[84] Buhari, Kit. iman, bab, 30, Kil. Tefsir, sure. 2, bab.
12
[85] Nisa, 15, 16
[86] Nur, 2
[87] Ebü Dâvûd, Kit. Hudud, b;ıb. 23, hn. 4413
[88] Ebu Dâvûd, Kit. Hudud, bal». 23, fin. 4^5: Müslim,
Kil. Hudud, bab. 12, 13, 14, hn. 1690; Tirmizi, Kil. Hudud, bab. 8, hn. 1434
(Hasen, sahihtir); îbn Mace, Kit. Hudud, b;ıb. 7, hn, 2550. (Bu hadis-i
şerifle, evlendikten sonra zina edene, recim cezası uygulanacağı gibi, ondan
önce de yüz .supa vurulması beyan edilmiş, yine bekâr olanık zina edene, yüz
değnek vurulacağı gibi, bir de bir yıl sürgün edileceği zikredilmişin 11/. Ali,
flîisan el-Basri, jshak b. Ralıuye ve zahiri mezhebi bu hadisi esas almışlar
ve zina edenlere çift ceza uygulanacağını beyan etmişlerdir. Hz. Ömer, dört
mezheb alimleri ise, dalın sonra evli olana yüz sopa atmanın vl- bekâr olanı
da bir yıl sürgün etmenin neshedildiğini beyan etmişlerdir).
[89] Bakara, 284
[90] Bakara. 286
[91] Müslim, Kit. İman. bab, 199 hn. 125: Müsnud, İmam
Ahmed, c. 2. sh. 412
[92] Bkz. Müslim, Kit İman. bab. 200, hn. 120
[93] Bakara, 183. 184
[94] Bakara, 185
[95] Buhârî, Kit. Tefsir, sure 2, bab. 25
[96] Buhârî, Kit. Tefsir, sure 2, bab. 25
[97] Buhârî, Kit. Tefsir, sure 2, bab. 25
[98] Bkz. el-İtkan fi Ulumil Kuran, c. fi, sh. 29
[99] Bakara, 217
[100] Tevbe, 36
[101] Ali İmran, 102
[102] Tegabun, 16
[103] Nisa, 33
[104] Enfal, 75
[105] Maide, 42
[106] Maide, 49
[107] Enfal, 65
[108] Enfal, 66
[109] Mücadele, 12
[110] Mücadele, 13
[111] Tirmizi, Kit. Tefsir, sure. 58, bab. 2, hn. 3300
[112] Ahzab, 52
[113] Ahzab, 50
[114] Tirmizi, Kit. Tefsir, sure 33. bab. 19, hn. 3216
[115] Müzzemmil, 1-4
[116] Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar
geçen zaman İçinde namazları kıl ve sabah namazını da eda et..." (İsra,78)
[117] O halde, akşama girerken de sabaha ererken de Allah'ı
tenzih edin (namaz kılın).
"...Günün .sonunda ve öğlen vaktine girince, a İlah'ı tenzih edin
(namaz kılın)." (Rum, I"7, 18)
[118] Müzzemmil,20
[119] Tevbe, 41
[120] Tevbe 91
[121] Fetih 17
[122] Nur, 3
[123] Nur, 32
[124] Mesela, el-Şerefendin bin el-Barezi'ye göre Kur'nnd;ı
neslıedîlen âyetlerin sayısı İkİyüz kırk dokuz, neshedenlerin sayısı, yüz
sekizdir. Buna göre, sadece Tevbe Sûre-si'nin kılıç âyeti diye isimlendirilen
5. âyeti ile elli bir surede geçen yüz ondört âyet, yine Tevbe Sûresi'nin savaş
âyeti diye :ıdi;ındınlan 29. âyeti ile yedi sûrede geçen sekiz âyet,
neslıedilîp hükümleri kaldırılmıştır.
A. Kılış âyeti şudur: "Haram ayları
çıkınca, müşrikleri nerede bulursanız öldürün.
Onları yakalayın,
çevrelerini kuşatın. Her gözetlenecek yerden gözetleyin." (Tevbe, 5)
Bu ây Tin nesheltiği
âyetlerin numaraları ve bulundukları sûreler şunlardır: Bakara, 8.1, M9. 190,
191, 217. 250: Ali İmran, 20, 28; Nisa, 63, 8ü, 81, 88, 90, 91; Maide, 2, 99;
ur, .un, 66, 91. 104, 106, 1U7, 108, 112, 135, 137, 158, 159; A'raf, 183, 199;
Yunus, 20, 41, 46, 99, 102, 108, 109; Hûd, 12, 121, 122; R'ad, 40; Hicr, 3, 85,
88, 89, 94; Nahl, 82, 125, 127; İsra, 54; Meryem, 39, 75, 84; Talip, 130, 131,
135; Hac, 49, 68; Mü'minun, 54, 96; Nur, 54; Furkan, 63; Nemi, 92; Kasas, 55;
Ankebut, 50; Rum, 60; l.ukman, 23; Serde, 30; Alızab, 48; Sebe, 25; Falır, 23;
Yasin, 76; Saftat, 174, 175, 178, 179; Sad, 17, ""O, 88; Zümer, 15, 39,
41; Mü'min, 55, 77; Fussilet, 34; Şura, 6, 40, 43, 48; Zuhruf, -4İ, 83, 89;
Duhan, 10, 59; Casiye, 14; Kat", 39, 45; Zariy-at, 54; Tur, 31. 45, 48;
Necin, 29; Kamer, 6; Mümtahine, 8; Nun, 44, 48; Mearic, 5, 42; Müzzemmil, 10,
11, 19; Müddessir, 11; İnsan, 8, 29; Tarik, 17; Ğaşiye, 22; Kâ-firun, 6.
âyetleri.
B. Savaş âyeti ise
şudur: "Kitap ehlinden, Allah'a ve abiret gününe İman etmeyen-
lerle, Allah'ın ve
Peygamberinin haram kıldığını, haranı saymayanlarla ve hak dini, din kabul
etmeyenlerle boyun eğip kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın."
(7'evbe, 29)
Bu âyetin neshettiği âyetlerin mimarları ve bulundukları sûreler ise,
şunlardır: Bakara, 109; Ali İmran, 111. 120; Maide, 13; Kn'aın, 70; Enlal, 61;
Ankebut, 46; Şura, 15. Konu İle ilgili olarak bkz. Şereleddin İbn el-Barezinin
Nasihul Kur'an ve Mensuhi-hi isimli risalesine. Bağdat Üniversitesi, Edebiyal
Fakültesi yayınları. Dr. Hatmi Salih ed-Damimi'nin Talıkikivle).
[125] Müslim, Kit. Cenaiz, bab. 106, hn. 977, Kil. Kdahi,
bab. 37, hn. 977; Ebû Dâuûd, Kil. Cenaiz, bab. 81, hn. 2235, Kil Eşribe, bab.
7, hn. 3698, Tirmizi, Kit. Cenaiz, bab. 6(), hn. 1054. (Tirmizi'ye göre bu
hadis asen ve sahihtir. Bu konuda, E bu Sard'den, İbn Mesuddan, Enes'den, Ebu
Htıreyre'den ve Ünımü Seleme'den de hadis rivayet edilmiştir). Nesei, Kil.
Cenaiz, bab. 100, hn. 2034, Kil. Eşribe, bab. 40, Kil. EdaJıi, bab. 36; ibn
Mace, Kil. cenaiz, bab. 47, lın. 1571. <İbn Mâce bu hadisi İbn Mes'ud'dan,
Hz. Aişe'den ve Ebu Hurcyıe'den rivayet etmiştir); Müsned, İmam Ahmed, c. 1,
sik 140 (Hz. Ali'den), c. J, sli. 452 (Abdullah b. Mes'ud'dan) c. III, sn. 38
(Ebu Said el-Hudri'den), c. III, sh. 237, (Enes b. Malik'ten) rivayet edilmiştir.
[126] Mut'a nikahı: Evlenecek olan kadın ve erkek, belli bir
değer karşılığında geçici bir süre için evleneceklerine dair ittifak ederler.
Bu süre bitince kadın kendiliğinden boşanmış olur. Kocasına mirasçı olamaz.
[127] Bkz. Müslim, Kit. Nikâh, bab. 10.
[128] Bkz. Şerhu Müslim'in Nevevi, c. II, sh. 1022.
[129] Mü'minun, 1-7
[130] Buhârî, Kil. Mağazi, bab. 38, Kit. Nikah, bab. 31,
Müslim, Kİt. Nikah, bab. 29, hn. 1407; Tirmizi, Kit. Nikah, bab. 29, hn. 1121,
Kit. Alime, bab. 6. hn. 1794, (Tirmizi'ye göre bu hadis hasen ve sahihtir);
Nesei, Kit. Nikah, bab. 71, Kit. Sayd, bab. 31; İbn Mace, Kit. Nikah, bab. 44,
hn. 1961; Darimi, Kit. Nikah, bab. 16, Kit. Edahi, bab. 21; Muvatta, Kit.
nikah, bab. 41; Müsned, İmam Ahuıed, c. I, sh. 79.
[131] Müslim, Kit. Nikah, bab. 31, 32, hn. 1407.
[132] Darkutni, Kit. Nikah, bab. 55
[133] Müslim, Kil. Nik:ıh. h:ıh. 20. hn. 1<'İO6; Müsned,
İmam Alımed, c. 3, sh. 405.
[134] Müslim. Kit. Nikah, bab. V), lın. \4i)6; Ncsei, Kil. Nik:ıh, bab. 72.
[135] Müslim, Kil. Nikah, b;ıb, 21, lın. 1406; İbn Mace,
Kil. Nikah, bab. 44, hn. 1962;
Müsned, îmam Ahıııed, e. .S, .sh.
404, '405.
[136] Müslim, Kil. Nikah, bab. 28. lın. 1406.
[137] Müslim, Kit. Nikah, bab. 18, hn.405 Darekutni, Kil.
Nikah. bab. 25
[138] İbn Mace, Kil. Nikah, bab. fi, hn. 1963
[139] Muvatta, Kil. Nikah. bab. 18. hn. 42
[140] Darekutni, Kil. Nikah, bab. 54
[141] Müslim, Kil. Nikah, hah. 27. hn. 1406
[142] Kasdedilen Ihı
kbi. Abdullah b. Abbas'dır. Zira n. mut'a
yapmanın muhali olduğunu söylüyordu.
[143] Müslim, Kil. Nikah, bab 27,hn. 1406.
[144] Konu ile ilgili olarak bakınız: Zubdetul Ahkâm sh.
203-214 uluslararası ilişkiler bölümünde İslâm! yayınlar teşkilatının yayını
[145] Şiiler, âyetin bu bölümünü "onlarla mut'a
yaptığınız takdirde" şeklinde izah etmişlerdir.
[146] Ayetin bu bölümünü İse, "ücretlerini” diye beyan
dinişlerdir.
[147] Nisa, 24
[148] Nisa, 25
[149] Bakınız, Tefsir el-Kurtubi. c. 5. sh. 129, 130
[150] Nisa, 24
[151] Mü'minun, 1-7
[152] Konu ile ilgili olarak bkz. Tefsir el-Alusi, c. 5, sh.
5-7
[153] Nisa, 24
[154] Mü'minun,1-7
[155] Konu ile ilgili
olarak bkz. Tefsir el-Kurtubi, c. 5. .sh.
129-130; Tefsir Ruhu'l Meani, c. 5, sh 129-130, Tefsir Ruhu’l Meani
c.5,sh.5-7
[156] Bkz.Neylu’l-Evtar, c.6,sh.153vd.
[157] Buhari kit.Nikah,bab.31
[158] Maide, 87. Hadisle ilgili olarak bkz-. Müslim, Kil
Nikah, bab. 11, hn. 1404; Müsned, İmam Ahmed. C.I ,sh. 420, 432; Buharı, Kil.
Nikah, bab. 8, Kit. Tefsir, sure. 5. b;ıb. 9. BuhâıTnin rivayetinde "bdli
bir .süreye kadar" ifadesi yoktur.
[159] Müslim, Kit. Nikah, bab. 10. hn. 1405
[160] Müslim, Kit. Nikah, bab. 17 hn. 1405
[161] Müminun, 1-7
[162] Tirmizi, Kit. Nikah, bab. 28. hn. 1122. Bu hadisi
Beyhaki ve Tnbaranı de rivayet etmişlerdir. Şevkani, Tirmizi'nin ravilerinin
arasında, Musa b. Ubeyde bulunduğunu, bunun da çok zayıf biri olduğunu
söylemektedir. (Neylu'l-Evtar, c. 6, sh.153...)
[163] Konu ile İlgili olarak bkz, Neylu'l-Evtar, e. 6, slı.
154-157.
[164] Buharı, Kit imam, bab, 30, Kit. Tefsir, Sure. 2, bab.
12
[165] Bakara, 144
[166] Mümtehine,12
[167] Bakara, 275
[168] Nur, 2
[169] Bakara, 106
[170] Nahl, 101
[171] Bakara, 180
[172] Ebû Dâvûd, Kil. Vnsay;i, bnb. 0, lın. 28~(); Tirmizi,
Kil. Vasaya, bab. 5, hn. 2220, 2221; Nesei, Kil. V;ıs;ıy;ı, b;ıb. 5, lın. 3ö?3;
İbn Mace, Kil. V:ısaya, bab. 6, hn. 2712, 2713: Darimİ, Kit. Vasnya, bab. 28; Müsııed,
İninin Alııned, c. 4, sh. 186, 187, 238, 239. v. 5, sh. lir
J İndisin, Hbu Uınaıııe'dcn gelen Kiviler zincirinde İsmail t>. Ayyaş
bulunmaktadır. Amr b. Hurisin raviler /incirinde de Şchr I). Hav^eb vardır. J
ler iki ravi hakkında da bazı şeyler söylenmiştir.
[173] Nisa, 15. 16
[174] Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 23, hn. 4415; Müslim, Kil.
Hudud, bab. U, hn. 1690; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 8, hn. 1434; İbn Mace, Kit.
Hudud. bab. 7, hn. 2550
[175] Bir kısmı alimlere ş>öre, bu iki âyet hadisle
değil, Nur Sûresi'nin ikinci âyetiyi neshedilmiştir. Nitekim Abdullah b. Abbas
bu görüşledir. (Bkz. Ebû Dâuûd, K»1-Hudud. bnb. Zfi, hn. 4413)
[176] Ahzab, 52
[177] Tirmizi, Kil. Tefsir, sure. .'t.^, b:ıb. K\ hn. 3216
[178] Ahzab, 51. Hadis. Tahavi la rafından rivayet
edilmiştir. (Bkz. Kurtubi Tefsiri, c. 14-sh. 219)
[179] A.g.e.
[180] A.g.e.
[181] Bkz. Tirmizi, Kit. Tefsir, sure. 33, bab. 19, hn. 3216
[182] Nur, 2
[183] Bakara, 240
[184] Bakara, 234
[185] Bakara, 115
[186] Bakara, 144, 149
[187] Konu ile ilgili
olarak muta yapma holümün? bakılmalıdır.
[188] Mücadele, 12, 13
[189] Saffat, 101-107
[190] Konu ile ilgili olarak bkz. Buhârî, Kit. Salat, bab.
1, Kit. Enbiya, bab. 5 vd.
[191] Enfal, 65, 66
[192] Buharı, Kit. Tefsir, sure. 2, bab. 24
[193] Buharı, Kit. Teefsir, sure 2, bab. 25
[194] Buhârî, Kit. Tefsir, sure 2, bab. 25
[195] Bakara. 180
[196] Buhârî, Kit. Rikak, bab. 10; Müslim, Kit. Zikat, bab.
16, 19, hn. 1048, 1049, 1050; Tirmizi, Kit. Zekat, bab. 27, hn. 2337, Kit.
Menakib, bab. 33, lın. 3793; İbnMace, Kit. Zühd, bab. 27, hn. 4235; Darimi,
Kit. Rikak, bab. 62; Müsned İmanı Ahıned, c. 1, sh. 370, c. 3, sh. 122, 168,
176, 192, 198, 236, 238, 243, 247, 272, 340, 341, c. 4, sh. 368, c. 5, sh. 117,
131, 219.
[197] Bkz. Müslim, Kit. Zekat, bab. 119, hn. 1050
[198] Bkz. Tirmizi, Kit. Menakib, bab. 33, hn. 3793, Müsned,
İmanı Ahmed, c. 5, sh. 131
[199] Müsned, İmam Ahmed, c. 4, sh. 368
[200] Müsned, İmanı Ahmed, c. 5, sh. 219
[201] Buhârî, Kit. Rikab, bab. 10; Müslim, Kit. Zekat, bab.
118, hn. 1049; Müsned İmam Ahmed, c. 1, sh. 37, c. 5, sh. 117
[202] Buhârî, Kit. Rikak, bab. 10
[203] Buhârî, Kit. Rikak, bab. 10
[204] İbn Mace, Kit. Zühd, bab. 27, hn. 4235
[205] Müsned, İmanı Ahmed, c. 3, sh. 140, 141
[206] Müsned, İmanı Ahmed, c. 6, sh. 55
[207] Buhârî, Kit. Rikak, bab. 10; Müslim, Kil. Zekat, bab.
116, 117, hn. 1048; Tirmizi, Kit. Zühd, bab. 27, hn. 2337; Müsned, İmam Ahmed,
c. 3, slı. 168, 198, 256, 238, 243.
[208] Buhârî, Kit. Meğazi, bab. 28, Kit. Cihad, bab. 184;
Müslim, Kit. Mesacid, bab. 297, hn. 677; Müsned, İmam Ahıned, c. 3, sh. 109,
111, 255
[209] Buhârî, Kit. Hudud, bab. 31; Müsned, îıııam Ahıned, c.
1, sh. 47, 55
[210] Buhârî, Kit. Feraİd, bab. 29; Müslim, Kit. İman, bab.
113, lın. 62; Müsned, İmanı Ahmed, c. 2, sh. 526
[211] İbnMace, Kir. Hudud, bab. 9, hn. 2553; Müsned, İmam
Ahmed, c. 5, sh. 131, 183; Hakim, el-Müstedrek, c. 4, sh, 360; Beyhaki, Sünenul
Kübra, c. 8, sh. 367, hn. 16913; Firdevs li'd-Deylemi, c. 2, sh. 364, hn. 3667;
Cemu'l-Cevami, hn. 11044; Mu-vatta, Kİt. Hudud, bab. 1, hn. 10;
Mecmau'z-Zevaid, c. 6, sh. 268; Heysemi, bunun Taberani'nin Kebir'inde, İbn
Hibban'm sahihinde ve İbn Mendeh'in Mar-İfe'sinde rivayet ettiklerini ravilerin
sahih hadislerin ravileri olduklarını zikretmiştir. Bkz. adı geçen son kaynak.
[212] İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 9, hn. 2553; Beyhaki,
Sünen, c. 8, sh. 367, hn. 16910
[213] Muvatta Kit. Hudud, bab. 1, hn. 10; Tirmizi (daha kısa
olarak), Kit. Hudud, bab. 17
[214] Hakini, el-Müstedrek, c. 4, sh. 360
[215] Beyhaki, es-Sünen, c. 8, sh. 367, hn. 16913
[216] Müsned İmanı Ahmed, c. 5, sh. 132; Beyhaki, Sünen, c.
8, sh. 367, hn. 16912; Şevkani, bunu'İbn Hibban'ın da rivayet ettiğini
söylemektedir. (Neylu'l-Eutar, c. 7, sh. 102)
[217] Beyhaki, Sünen, c. 8, sh. 367, hn. 16913-
[218] Mecmau'z-Zeuaid, c. 6, sh. 265. (Heysemi bu hadisi
Tnberanİ'nin Kebir adlı kitabında zikrettiğini, ravilerinin sahih hadis
kitaplarının ravileri olduğunu zikretmiştir.) İbn Mendeh de Marife isimli
eserinde rivayet etmiştir.
[219] İbn Mace, Kİt. Nikah, bab. 37, hn. 1944; Müsned İmam
Ahmed, c. 6, sh. 269
[220] Buharı, Kit. Hudud, bab. 30, 31; Müslim, Kİt. Hudud,
bab. 15. hn. 1691; Ebû Dâuûd, Kit. Hudud, bab. 23, hn. 4418; Tirmizi, Kit.
Hudud, bab. 7, hn. 1432; İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 9, hn. 2553; Muvatta, Kit.
Hudud, bab. 8
[221] Müsned, İmam Ahmed, c, I, sh. 107, 121, 140, 141, 143,
153.
[222] Müslim, Kit. Hudud, bab. 12, 13, 14, hn. 1690; Ebû
Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 23, hn. 4415; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 8, hn. 1434
(Hasen, sahih); İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 3, hn. 2550
[223] Müsned, İmam Ahmed, c. 3, sh. 476
[224] Nesei, Kit. Tahrim, bab. 5, lın. 4023; İbn Mace, Kit.
Hudııd, bab. 1, Iı. 2533; Müsned, İman) Ahmed, c. 1, sh. 61, 63, 65, 70
[225] A.g.e.
[226] A.g.e.
[227] Müsned, îmanı Ahmed, c. 1, sh. 163
[228] Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 1, hn. 4353; Nesei, Kit.
Tahrim, bab. 5, hn. 4022; Müsned, İmam Ahmed, c. 6, sh. 214
[229] Buhârî, Kit. Diyat, bab. 6; Müslim, Kit. Kasame, bab.
25, 26, hn. 1676; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 1, hn. 4352; Tirmizi, Kit. Diyet,
bab. 10, hn. 1402 (Hasen, sahih); Nesei, Kit. Tahrim, bab. 5, lın. 4021; İbn
Mace, Kit. Hudud, bab. 1, hn. 2534; Darimi, Kit. Siyer, bab. 11; Müsned, İmam
Ahmed, o 1, sh. 382, 428, 441, 469.
[230] A.g.e.
[231] Buhârî, Kit. Hudud, bab. 22, 29, Kit. Ahkam, bab. 19,
Kit. Talak, bab. 11; Müslim, Kit. Hudud, bab. 16, hn. 1691; Ebû Dâvûd, Kit.
Hudud, bab. 24, hn. 4428; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 5, hn. 1428; îbn Mace,
Kit. Hudud, bab. 9, hn. 2554
[232] Buhârî, Kit. Hudud, bab. 21, 25, Kit. Talak, bab. 11;
Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4420; Tirmizi, Kit, Hudud, bab. 5. hn. 1429
(Hasen, sahihtir).
[233] Müslim, Kit. Hudud, bab. 17, 18, hn. 1692; Ebû Dâvûd,
Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4422
[234] Müslim, Kit. Hudud, bab. 20, hn. 1694; Ebû Dâvûd, Kit.
Hudud, bab. 24, hn. 4431
[235] Müslim, Kit. Hudud, bab. 22, 23, lın. 1696; Ebû Dâvûd,
Kit. Hudud, bab. 24, hn.
4433
[236] Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 6, 24, hn. 4317, 4419;
Müsned, İmam Ahmed, c. 5, sh. 217, 314
[237] Müsned, İmam Ahmed, c. 1, sh. 8. Şevkani, bunu Ebu
Yata, Bezzar ve Taberani de rivayet etmişlerdir, senedlerinde Cabir el-Cafi
bulunmaktadır. O da zayıf biridir demektedir. (Neylul Evtar, c. 7, sh. 107)
[238] Buhârî, Kit. Hudud, bab. 22, 29, Kit. Ahkam, bab. 19,
Kit. Talak, bab. 11; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4428; Tirmizi, Kit.
Hudud, bab. 5, hn. 1428; îbn Mace, Kit. Hudud, bab. 9, hn. 2554
[239] Müslim, Kit. Hudud, bab. 22, 23, hn. 1696; Ebû Dâvûd,
Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4433.
[240] Ebû Dâuûd, Kit. Hudu, bab. 24, lın. 4419; Müsned, İmam
Ahmed, c. 5, sh. 212
[241] Bu kabileye Ganısd kabilesi de denilmektedir.
[242] Müslim, Kit. Hudud, bab. 22, 23, hn. 1695; Ebû Dâvûd,
Kit. Hudud, bab. 25, hn. 4442
[243] Müslim, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 1696; Ebû Dâvûd, Kit.
Hudud, bab. 25, hn. 4440; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 9, lın. 1435; İbnMace Kit.
Hudud, bab. 7, hn. 2555.
[244] Buharı, Kit. Hudud, bab. 30, 34, 38, 46, Kit. Ahkam,
bab. 39, Kit. Sulh, bab. 5, Kit. Şurud, bab. 9, Kit. Eyınan, bab. 2; Müslim,
Kit. Hudud bab. 25 hn. 1696, 1697; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 25, tın. 4445;
Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 8, hn. 1433; İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 7, hn. 2549;
Müsned, İmam Ahmed, c. 4, sh. 115; Nesei, Kit. Adab, bab. 22, hn. 5412;
Muvatta, Kit. Hudud, bab. 6; Tirmizi sahibi Ebu İsa, konu ile ilgili hadisleri
Ebu Bekre, Ubade b. es-Samİt, Ebu Hureyre, Ebu Saİd el-Hudrİ, Abdullah b.
Abbas, Cabir b. Senuıre, Hazzal, Bureyde el-Eslemi, Selem b. ei-Muhabbik, Ebu
Berze ve İmran b. Husayn'den de rivayet edilmiştir, demektedir.
[245] Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 24, hn. 4435; Müsned, İmam
Ahmed, c. 3, sh. 479
[246] Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 22, hn. 1454; Ebû Dâvûd,
Kit. Hudud, bab. 7, hn. 4379; Müsned, İmanı Ahıued, c. 6, sn. 599
[247] Müsned, İmanı Ahıııed, c. 5, slı. 179
[248] Ebû Dâvûd, Kil. Hudud, bab. 24, hn. 4438
[249] Buharı, Kit. Hudud, bab. 24, Kit. Tefsir, sure. 3,
bab. 6, Kit. Menakib, bab. 26, Kit. frisam, bab. 16, Kit. Tevhid, bab. 51;
Müslim, Kit. Hudud, bab. 26, hn. 1699; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 25, hn.
4446, 4449; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 10, hn. 1436; İbn Mace, Kit. Hudud, bab.
İÛ, hn. 2556; Darimi, Kİt. Hudud, bab. 15, Muvatta,
Kit. Hudud, bab. 1; Müsned, İmanı Ahmed,
c. 2, slı. 57, 63, 76, c. 5, slı. 96
[250] Müslim, Kit. Hudud, bab. 28, hn. 1700; Ebû Dâvûd, Kit.
Hudud, bab. 25, hn. 4447, 4448; İbn Mace, Kit. Hudud, bab. 10, hn. 2558
[251] Müslim, Kit. Hudud, bab. 28, hn. 1701; Ebû Dâvûd, Kit.
Hudud, bab. 25, hn. 4452, 4455
[252] Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab. 25, hn. 4450, 4451, Kit.
Akdiye, bab. 27, hn. 3624
[253] Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 10, hn, 1437; Müsned, İmam
Ahmed, c. 5, sh. 91, 94, 97, 104
[254] Nisa, 15
[255] Müslim, Kit. Hudud, 12, 13, 14, hn. 1690; Ebû Dâvûd,
Kit. Hudud, bab. 23, hn. 4415; Tirmizi, Kit. Hudud, bab. 8, hn. 1434; İbn Mace,
Kit. Hudud, bab. 7, hn. 2550; Müsned, İmam Ahmed, c. 3, sh. 476. Bu hadisi
Seleme b. el-Muhabbik de rivayet etmiştir.
[256] Casiye, 23
[257] Bakara, 120
[258] Müslim, Kit. Rıda, bab. 24, hn. 1452; Ebû Dâvûd, Kit.
Nikah, bab. 11, lın. 2062; Tir-mizi, Kit. Rıda, bab. 3, hn. 1150; Nesei, Kit.
Rıda, bab. 51; İbnMace, Kit. Nikah, bab. 35, hn. 1942; Muvatta, Kit. Rıda, bab.
17; Darimi, Kit- Nikah, bab. 49.
[259] Müslim, Kit. Cenaiz, bab. 106, hn. 977, Kit. Edahi,
bab. 37, hn. 1972; Ebû Dâvûd, Kit. Cenaiz, bab. 81, hn. 2235, Kit. Eşribe, bab.
7, hn. 3698; Tirmizi, Kit. Cenaiz, bab. 60, hn. 1054; Nesei, Kit. Cenaiz, bab.
100, hn. 2034; İbnMace, Kit. Cenaiz, bab. 47, hn. 1571; Müsııed, c. 1, sh. 145.
[260] Ebu Müslim el-İiahani, Muhaımned b. Bahr e 1
-İsfahani'dir. M. 868-934 yuları arasında yaşamıştır. Mutezile mezhebine
mensuptur. Abbasi halifesi Muktedir'in döneminde İsfahan valiliği yapmıştır. En
önemli eserlerinden biri "Camiu't-Tevil" isimli ondört ciltlik
tefsiri, bir de "en-Nasih vel Mensuh" isimli eseridir.