3. İSLÂM'DA HELAL BESİNİN GEREKLİLİĞİ
Ramazan Orucunun Başlangıç ve Bitiş Tarihlerinin Ancak Hilalin
Görülmesiyle Tesbit Edileceğini
Şaban Ayının Dikkatle Hesaplanması Hakkındaki Hadisler:
Hilalin Görülmemesi Halinde Ramazan Orucunun Otuz Güne Tamamlanacağını
Bildiren Hadisler:
Bir Kameri Ayın Yirmidokuz veya Otuz Gün Olabileceğini, Bundan Fazla veya
Eksik Olamayacağını
Ramazan Hilalini Görmede Tek Kişinin Şahitliğinin Yeterli Oluşunu
Bildiren Hadisler:
Şevval Hilalini Tesbitte İki Şahidin Gerekliliği Hakkındaki Hadisler:
Hilalin Görünmesi Hakkında Mezheblerin Görüşleri:
1. Ramazanın Başlamasını Tesbit:
A. Halifenin Kureyş Kabilesinden Olması:
B. Halifeye Biat Edilmesi Gerekir:
C. Halifenin İstişare İle Seçilmiş Olması
c. Hulefa-ı Raşidin'in Seçilmelerinde Başvurulan İstişare Şekilleri:
İstişare Neticesinin Bağlayıcı Olup Olmaması:
Sahabenin İstişare Ederek Sonuca Bağladıkları Bazı Örnekler:
Adaletli Olmayan Emire (İdareciye) İtaat Yoktur
Zalim idarecinin Ahirette de Akıbeti:
İdareciliğin Gayet Zor Bir Meslek Oluşu:
E. Halifenin Sevk Ve İdareyi Bilmesi:
F- Halifenin Veliyyul Emr Olmak İçin Gerekli Sıfatlara Sahip Olma İşi:
Özetle Halifenin Vazifeleri Şunlardır:
3. İSLÂM'DA HELAL BESİNİN GEREKLİLİĞİ
1. Hayvanın, Eti Yenen Bir Hayvan Olması Şartı:
2. Hayvanı Kesen, Avlayanın Müslüman veya Ehli Kitap Olması Şartı:
Bu Konuda Mezheblerin Görüşleri:
Ehli Kitabın Kestiği Veya Avladığı Hayvanların Hükmü:
3- Müslüman ve Ehli Kitabın Dinlerini Değiştirmemeleri Şartı:
4. Müslüman ve Ehli Kitabın Akıllı ve Temyiz Gücü:
5- Hayvanın Allah İçin Kesilmesi veya Avlanması Şartı
6. Kesilen, Avlanan Hayvanın Üzerine Allah'ın Adının Anılması:
1. Hanefi, Hanbeli ve Maliki Mezheblerinde Meşhur Görüşlere Göre:
2. Şafii, Hanbeli, Maliki Mezheblerinden Meşhur Olmayan Görüşler:
7- Sahibinin İzni Olmadan Kesilen Hayvanın Hükmü:
Bu konuda Hz. Ebu
Hureyre, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, Hz. Abbas'ın oğlu Abdullah, Hz. Cabir, Hz.
Aişe, Hz. Huzeyfe, Hz. Ömer, Hz. Enes, Hz. Ebu Bekre ve Hz. Ta'lik b. Ali gibi
pek çok sahabî, Resulullah (sav)'den birçok hadis rivayet etmişlerdir.
Günümüzde önemli bîr
mesele olması sebebiyle, özetle şunları zikretmekte fayda mülahaza edilmiştir.
a. Ebu
Hureyre (r.a), Peygamber efendimiz (sav)'in şöyle buyurduğunu söyler: Ramazan
orucunu hilali gördüğünüzde tutun. Hilali gördüğünüzde açın. Şayet hava kapalı
olursa, (ayın tesbİtine mani olursa) otuzu sayın.”[1]
Diğer bir rivayette
"...Sayıyı otuza tamamlayın.”[2]
Başka bir rivayette:
"Hilali görmedikçe orucu tutmayın. Hilali görmedikçe orucu bozmayın.
Hilali gördüğünüzde orucu tutun. Hilali gördüğünüzde orucu açın. Şayet hava
kapalı olursa, (hilalin görülmesine engel olursa) otuz günü sayın.”[3]
b. Abdullah
b. Abbas (r.a), Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Orucu
Ramazandan önce tutmayın. Orucu hilali gördüğünüzde tutun. Hilali gördüğünüzde
açın. Şayet hilalin görülmesine bulut mani olursa, otuz günü tamamlayın.”[4]
Diğer bir rivayette:
Abdullah b. Abbas der ki: Ramazan ayından önce oruca başlayanlara şaşarım.
Halbuki Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Orucu, hilali gördüğünüzde tutun
ve hilali gördüğünüz zaman açın. Şayet hava kapalı olursa, (hilali görmenize
mani olursa) sayıyı otuzgüne tamamlayın.”[5]
c. Abdullah
b. Ömer (r.a)'dan, Resulullah (sav)'m, Ramazanı anlatarak şöyle buyurduğu
rivayet olunur: "Hilali görmedikçe orucu tutmayın. Hilali görmedikçe
orucu açmayın. Şayet hava kapalı olursa (hilali görmenize mani olursa),
görüldüğü gibi kabul edin.”[6]
Diğer bir rivayette
Abdullah Resulullah'ın şöyle buyurduğunu İşittim, der: "Hilali
gördüğünüzde orucu tutun. Hilali gördüğünüzde onu açın. Şayet hava kapalı
olursa görüldüğünü kabul edin."[7]
d. Cabir b.
Abdullah (r.a) der ki, Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Hilali
gördüğünüzde orucu tutun. Hilali gördüğünüzde onu açın. Şayet hava kapalı
olursa (hilali görmenize mani olursa) otuzu sayın.”[8]
e. "Ebu
Bek re (r.a)'den, Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Hilali gördüğünüzden dolayı orucu tutun. Hilali gördüğünüzden dolayı onu
açın. Şayet hava kapalı olursa, (hilali görmenize mani olursa) sayıyı otuza
tamamlayın. "[9]
f. Ta'lik b.
Ali der ki, Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Hilaligördüğünüz zaman orucu
tutun. O'nu gördüğünüz zaman orucu açın. Şayet hava kapalı olursa, (onu
görmenize mani olursa) sayıyı tamamlayın.”[10]
g. Huzeyfe el-Yeman (r.a), Resulullah'ın (sav)
şöyle buyurduğunu söyler: "Hilaligörmedikçe veya sayıyı (Şaban ayının
sayısını) tamamlamadıkça ay gelmeden önce oruca başlamayın. Sonra hilali
görünceye veya sayıyı (Ramazan ayının sayısını) tamamlayıncaya kadar orucu
tutun."[11]
a. "Ebu
Hureyre (r.a), Rasuiullah'ın (sav) şöyle buyurudğunu rivayet ediyor:
"Ramazan ayı için Şaban ayının hilalini hesaplayın."[12]
b. "Hz.
Aişe (r.anh) şöyle buyuruyor: "Resulullah (sav), Şaban ayının hilaline
gösterdiği titizliği başkasına göstermezdi. Sonra hilali görünce (Ramazan)
orucunu tutardı. Şayet hava kapalı olursa, (O'nun görülmesine mani olursa) otuz
günü sayar, sonra oruç tutardı."[13]
c. Ebu
Hureyre (r.a), Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu söyler: "Orucu,
hilali gördüğünüzde tutun ve onu gördüğünüzde açın. Şayet hava kapalı olursa,
(görmenize engel olursa) Şaban ayının sayısını otuza tamamlayın.”[14]
a. Ebu
Hureyre (r.a), Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Hilali
gördüğünüzde orucu (Ramazan orucunu) tutun. Hilali gördüğünüzde orucu açın (bitirin).
Şayet hava kapalı olursa, (hilali görmenize mani olursa) otuz gün oruç
tutun."[15]
b. Ebu
Hureyre (r.a), Resulullah (sav)'dan şu hadis-i şerifi rivayet ediyor:
"Önceden devam eden bir orucunuzun tesadüf etmesi hariç, Ramazan'dan bir
veya iki gün önce oruca başlamayın. Hilali gördüğünüzde oruç tutmaya başlayın.
Hilali gördüğünüzde orucu açın. Şayet hava kapalı olursa (hilali görmenize
mani olursa) otuz günü tamamlayın, sonra orucu açın.”[16]
c. Abdullah
b. Abbas (r.a), Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu söylüyor: "önceden
devam eden bir orucunuzun tesadüf etmesi hariç, Ramazan'dan bir veya iki gün
önce oruç tutmaya başlamayın. Orucu, hilali gör-düğnüüzde tutun ve hilali
gördüğünüzde açın. Şayet bulut hilalin görülmesine mani olursa sayıyı otuza tamamlayın.
Sonra orucu bozun. Ay yirmido-kuzdur." İmam Ahmed: 'Yani, ay eksiktir'
şeklinde tefsir etmiştir.[17]
A. Abdullah
b. Ömer (r.a), Resulullah (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Ayın
yirmidokuzuncu gecesi olunca, hilali görmeden orucu tutmayın. Hilali görmeden
orucu açmayın. Şayet hava kapalı olursa, (görmenize mani olursa) sayıyı otuza
tamamlayın.”[18]
B. Diğer bir
rivayette Abdullah şöyle der: Resulullah (sav), Ramazan'dan bahsetti. İki elini
birbirine vurarak: "Bir ay şöyle şöyle ve şöyledir" dedi. Üçüncü
defasında başparmağını kapattı ve şöyle buyurdu: "Orucu hilali gördüğünüzde
tutun ve hilali gördüğünüzde açın. Şayet hava kapalı olursa, (size engel
olursa) ayı otuza göre takdir edin”[19]
Görüldüğü gibi, Resulullah iki elini üç defa birbirine vurarak oruç günlerinin
sayısını parmaklarla ifade etmiştir. Üç kere onun otuz olduğuna göre, orucun
da otuz olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak Resulullah son defasında baş
parmağını kapatarak günlerin sayısının yirmidokuz da olabileceğini beyan
etmiştir.
C.
Abdullah'dan nakledilen diğer bir rivayet ise şöyle varid olmuştur: "Bir
ay yirmidokuz olur. Hilali görmeden orucu tutmayın. Ve hilali görmedikçe orucu
açmayın. Şayet hava kapalı olursa (görmenize engel olursa), O'nu takdir
edin."[20] Bu lıadis-i şerifte
zikredilen "Onu takdir edin" ifadesinden neyin kastedildiği
hususunda alimler ihtilaf etmişlerdir:
a. İmam
Malik, İmam Şafii, İmam Ebu Hanife, selef ve haleften cumhur ulema, diğer
hadisleri de göz önünde bulundurarak, bunun manasının "Şayet hilali
göremezseniz, ayı tam sayı olan otuza göre takdir edin" olduğunu
söylemişlerdir.
b. İmam
Ahmed b. Hanbel ise, "Şayet hilali göremezseniz, onun bulut altında
olduğunu takdir edin" manasını ifade ettiğini bildirmiş ve ayın
yirmi-dokuzunda hava açık olur da hilal görülmezse, otuza tamamlanacağını, buna
mukabil hava bulutlu veya sisli olur da görülmezse, bu hadise göre hilalin var
sayılacağını ve o ayın yirmidokuz kabul edileceğini söylemiştir.
c. İbn
Şureyh, İbn Kuteybe gibi üçüncü bir kısım alimler ise, buradaki "O'nu
takdir edin" ifadesinden, ''Şâyel hilali göremezseniz, astronomik hesaplara
göre onu takdir edin" anlamının kasdedildığini ileri sürmüşler, ancak bu
görüşleri alimler tarafından kabul görmemiştir. Çünkü diğer bir rivayette:
"...Şayet hilali
görmenize kava durumu mani olursa, ayın sayısını otuza göre takdir edin"
diye varid olmuştur.[21]
Burada dikkat edilmesi
gereken husus şudur: Ramazan ayının başlangıç ve bitiş tarihlerinin tesbitinde
başvurulacak yol, hilale bakmaktır. Hilal görülmediği takdirde, birinci görüşe
göre bu ayın otuz olduğu takdir edilecek; ikinci görüşe göre, hilalin bulutlar
allında var olduğu farzedilecek ve üçüncü görüşe göre ise, astronomik
hesapların takdirine başvurulacaktır. Bu son görüşün kabule şayan olmadığı
belirtilmiştir. Dolayısıyla her şeyi bırakıp takvim hesaplarını esas almak
fevkalade yanlıştır. Bundan derhal vazgeçmek gerekir.
D. Abdullah
b. Ömer (r.a), Rasukıliah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah,
hilalleri, vakitleri bildiren vasıtalar kıldı. Hilali gördüğünüzde orucu
tutun. Hilali gördüğünüzde orucu açın. Şayet hava kapalı olursa,
(buna mani olursa) takdire çalışın ve bilin
ki, bir kameri ay otuz günden fazla olmaz.”[22]
Ramazan orucunun
başladığını tesbit için tek kişinin hilali gördüğüne dair şahitliği, şu
hadis-i şeritlere dayanılarak yeterli görülmüştür:
a. Nafi',
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: İnsanlar, hilali
izliyorlardı. Ben, Rasukıliah (sav)'a O'nu (hilali) gördüğümü haber verdim.
Bunun üzerine Resulullah oruç tuttu ve insanlara oruç tutmalarını emretti.[23]
b. İkrime,
Abdullah b. Abbas'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Bîr bedevi, Resulullah'a
geldi. "Ben hilali gördüm" dedi. Resulullah: «Lailahe illallah
Muhammedürresulullah'a (Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muham-med'in
Allah'ın Rasulü olduğuna) şahidlik eder misin» dedi. Bedevi; «evet» dedi. Bunun
üzerine Peygamber efendimiz: «Ey Bilal, insanlara bildir de yarın oruç
tutsunlar» dedi."[24]
Tirmizi, bu hadis-i
şerifi rivayet ettikten sonra şunları söylüyor: "İlim ehlinin çoğu bu
hadisle amel ederek, oruç tutmak için yalnız bir kişinin şahitliği makbuldür
demişlerdir. Nitekim İbnü'l-Mubarek, Şafii, İmam Ahmed ve Küfe ehli bu
görüştedir. Buna mukabil orucun bozulması için en az İki kişinin şahitliğinin
gerekli olduğunda ihtilaf yoktur, ittifak vardır."
Aşağıda zikredilen
hadis-i şerifler, Ramazan'ın bittiğini gösteren. Şevval hilalini tesbitte iki
şahidin gerekli olduğunu ifade etmektedirler:
a. Rib'i b.
Haraş. Peygamber efendimizin sahabelerinden birinin şöyle buyurduğunu rivayet
eder: 'İnsanlar, Ramazan'ın son günü hakkında ihtilafa düşmüşlerdi. Bu sırada
iki bedevi geldi ve "Dün akşam hilali gördük' diyerek Ra-sulullah'ın
yanında Allah'a yemin edip şahidlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah,
insanların orucu bozmalarını emretti.[25]
b. Bu
ravilerden nakledilen ikinci bir rivayet şöyledir: Resulullah (sav), Ramazan'ın
otuzuncu gününü tamamlamak üzere oruçlu iken sabahleyin iki bedevi geldi.
Allah'tan başka ilah olmadığına ve dün hilali gördüklerine dair şahitlik
ettiler. Bunun üzerine Resulullah emretti ve insanlar orucu bozdular.[26]
c. Yine aynı
ravilerden nakledilen üçüncü bir rivayet şöyledir: İnsanlar, Ramazan'ın
otuzuncu gününü tamamlamak üzere oruçlu İken, iki bedevi geldi ve dün akşam
hilali gördüklerine dair şahidlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah (sav)
emretti, insanlar da oruçlarını bozdular.[27]
Rib'i b. Haraş, aynı
hadisi, Ebu Mes'ud el-Ensarî'den rivayet ederek şöyle söylediğini nakletti:
Biz, Ramazan'ın otuzuncu gününün sabahında idik. İki bedevi geldi ve Resulullah'ın
huzurunda, dün hilali gördüklerine dair şa-hidlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah
emretti, insanlar da oruçlarını bozdular.[28]
d. Ebu Umeyr
b. Enes der ki: Resulullah'ın sahabilerinden olan Ensar kabilesine mensup
amcalarım şu hadisi rivayet ederek dediler ki: Havanın elverişsizliği yüzünden
Şevval ayının hilalini göremedik ve oruç tutuyorduk. Gündüzün geç vakitlerinde
bir kafile geldi. Dün hilali gördüklerine dair şahitlik ettiler. Bunun üzerine
Rasuluilah (sav), İnsanların oruçlarını bozmalarını ve ertesi gün bayram
namazına gitmelerini emretti.[29]
e. Hz. Enes (r.a)'den şu hadis-i şerif rivayet
edilir: Enes'in amcaları Rasu-iullah'ın huzurunda hilali gördüklerine dair
şahidlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah (sav), insanlara oruçlarını
bozmalarını ve ertesi gün bayram namazına gitmelerini emretti.[30]
f. Abdurrahman
b. Ebu Leyla şöyle der.- Ömer (r.a)'le beraber bulunuyorduk. O'na bir adam
geldi ve 'Şevval hilalini gördüm' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a), "Ey
insanlar orucunuzu bozun' dedi...[31]
Her ne kadar Hz. Ömer
(r.a)'den rivayet edilen bu haber tek kişinin şahitliği ile de Ramazan
orucunun bozulabileceğini ifade ediyorsa da, diğer hadislerde İki veya daha
çok kişinin şahitliği beyan edildiğinden, Ramazan orucunun sona erdiğine karar
vermek için, en az İki şahidin gerektiği hükmüne varılmıştır.
Bununla beraber, tek
kişinin şahitliğini kabullenen mezhepler de yok değildir.
Hilalin Görülmesinin
Beldeden Beldeye Değişmesi: Hilalin görülmesinin beldeden beldeye değişik
olabileceği görüşünde olan alimler, aşağıdaki hadis-i şerifi delil
göstermişlerdir:
Kureyb der ki:
Ummü'1-Fadl bint Haris, beni Şam'da bulunan Muavi-ye'ye gönderdi. Şam'a vardim.
Ummii'l-Fadl'ın isteğini yerine getirdim. Ben, Şam'da İken, Ramazan ayı
başladı. Cum'a gecesi bizzat ben de hilali gördüm. Sonra, Ramazan ayının sonuna
doğru Medine'ye döndüm. Abdullah b. Ab-bas (r.a) bana, bazı şeyler sordu. Sonra
hilalden bahsetti ve dedi ki: 'Hilali ne zaman gördünüz?' Cum'a gecesi gördük
dedim. 'Sen de gördün mü?' dedi, evet insanlar da gördüler ve oruç tuttular.
Muaviye de oruç tuttu dedim. Abdullah b. Abbas: 'Fakat biz O'nu (hilali)
Cumartesi günü gördük, otuz günü tamamlayıncaya veya O'nu (Şevval hilalini)
görünceye kadar oruç tutacağız' dedi. 'Muaviye'nin görmesi ve oruç tutması
senin için yeterli değil mi?' dedim, 'Hayır, kâfi değil. Resulullah bize böyle
emretmişti' dedi."[32]
Bu mezhepten olan
alimler, hilalin görülmesi hususunda havanın açık olup- olmaması arasında fark
gözeterek özetle aşağıdaki görüşleri beyan etmişlerdir:
Şaban ayının
yirmidokuzuncu günü, güneşin batması anında İnsanlar hilali araştırmaya
çıkarlar:
a. Hilali görürlerse, ertesi gün Ramazandır.
b. Hava
bulutlu veya dumanlı olur da hilali göremezierse, Şaban ayını otuz güne
tamamlarlar ve sonra oruca başlarlar.
Ramazan ayının
yirmidokuzuncu günü, güneşin battığı vakit Şevval ayının hilali araştırılır:
A. Hilal
görülürse, ertesi gün bayramdır.
B. Hilal görülmezse, Ramazan otuz güne
tamamlanır.
C. Bir Kameri ayın sayısı:
Yirmidokuz veya
otuzdur. Bundan az veya çok olamaz.
D. Hilalin görülme vakti:
Hilalin, güneşin
batmasından sonra görülmesi muteberdir. Bu itibarla hilal, zeval vaktinden
(Öğlenden) Önce veya sonra gündüzleyin görülürse, bununla o gün ne oruca
başlanır, ne de oruç bozulur. Çünkü o hilal ertesi güne ait sayılır.
E. Hilalin
görülmesinin beldeden beldeye değişip değişmemesi: Hanefi, Maliki ve Hanbeli
mezheplerine göre Ramazan hilali nerede görülürse görülsün, bütün müslüman
mükelleflerin oruç tutmaları gerekir. Ye-terki hilalin görüldüğünü belirten
şahitlik, hakim huzurunda yapılıp tasdik edilsin.
Şafiilere göre ise, aralarında
yirmidört fersah (yaklaşık 126 km.) veya daha fazla mesafe bulunan iki
beldenin hilalleri ayrı ayrı görülmelidir. Birinde görülen hilal, diğer beldeyi
bağlamaz. Bundan yakın mesafelerde ise bir yerde görülürse, diğerinde de
görülmüş sayılır.
F. Ramazan
ve Bayramın tesbitinde, müneccimlere (gök bilginlerine) ve astronomik hesaplara
başvurulup başvurulmayacağı:
Cumhur ulemaya göre,
müneccimlerin bu husustaki sözlerine itibar edilmez. Çünkü hesaplar, kesin
olsalar da bunları yapanlar hatadan masum değildirler. Nitekim memleketlerin
takvimlerinin birbirinden farklı oluşu da bunu göstermektedir. Diğer yandan,
hesaplara göre Kameri aylar mutlaka otuz veya yirmidokuz değildir. Az da olsa
kesirlidirler. Allah Teala, kullarına kolaylık olması için orucun yirmidokuz
veya otuz olacağını Peygamberi vasıtasıyla bizlere bildirmiş ve müslümanları
kesirleri hesaplamaktan azade kılmıştır.
G. Hilali gören şahitlerin sayısı:
Hanefi mezhebine göre
Ramazan hilalinin görülmesinde aranan şahit sayısı Şevval hilalinin
görülmesinde aranandan farklı olduğu gibi, her iki ayda da havanın açık veya
kapalı olması durumunda da aranan şahit sayılan değişmektedir. Şöyleki:
a. Orucun
başladığını bildiren Ramazan hilalinin görülmesinde gerekli olan sahi! sayısı:
1) Havanın kapalı
(bulutlu veya sisli) olması halinde, Ramazan hilali için tek kişinin hilali
gördüğüne dair şahitliği yeterlidir. Erkek veya kadın olması farksızdır.
Ancak, şahidin müslüman, adil, akıllı ve baliğ olması şarttır.
2) Havanın açık olması halinde iki görüş
zikredilmiştir:
Tercih edilen görüşe
göre, haberi, zann-ı galip ifade edecek sayıda çok kişinin hilali gördüklerine
dair şahitlik etmeleri gerekmektedir. Bu kişilerin sayılarım tayin etme,
Müslüman ulu'l-emr'e (idareciye) bırakılmıştır. Bununla beraber elli, beşyüz
olsun diyenler de vardır.
Diğer bir görüşe göre
İse; İki adil şahidin şehadeti yeterli sayılmıştır. Günümüzde bu görüşün
alınmasını uygun görenler vardır.
b. Orucun
(Ramazanın) bittiğini belirten Şevval hilalinin görülmesinde gerekli olan
şahit sayısı:
1) Havanın kapalı
olması halinde: Adil iki erkeğin veya bir erkek İki kadının hilali
gördüklerine dair şahitlikleri yeterlidir. Şahitlerin müslüman, akıllı, baliğ,
hür ve adi! olmaları şarttır.
2) Havanın açık olması halinde; Yine iki görüş
zikredilmiştir:
- Tercih edüen görüşe
göre, haberleri zann-ı galip ifade edecek sayıda çok kimsenin şahitlik etmeleri
gerekir.
- Diğer bir görüşe
göre ise, iki adil şahidin şahitliği yeterli sayılmaktadır. Bu zayıf görüştür.[33]
Bu mezhebin sadece
Hanefi mezhebinden farklı olan görüşlerini zikretmeye çalışacağız.
Birleştikleri hususlar Hanefi mezhebi bölümünde zikredilmiştir.
A. Şafii
mezhebine göre hilalin görülmesi beldeden beldeye değişebilir: Şöyleki; Hilal,
herhangi bir ülkede görülürse, ona yakın olan ülkelerde de görülmüş sayılır.
Bağdat'la Küfe gibi. Buna mukabil, görülen yere uzak düşen beldelerde görülmüş
sayılmaz. Bu beldeler, kendi görmelerine veya yakınlarındaki beldelerin
görmelerine göre oruca başlar veya bitirirler. Irak'la Su-ud bu türdendir.
Uzaklık mesafesi:
Tercih edilen görüşe göre yirmidört fersahtır. Yani, yaklaşık olarak 126 km.
mesafedir. (94.939-20 cm. diyenlerde vardır). Diğer bir görüşte ise, misafir
olmak için aranan mesafedir.
B. Ramazan veya Bayramın tesbitinde
müneccimlerin sözlerine itibar edilip-edilmeyeceği:
Şafii mezhebinden olan
Subkî ve ona tabi olan bir kısım alimler, hilalin tesbiti hususunda
müneccimlerin sözlerine itibar edileceğini söylemişlerse de, mezhepte hakim
olan görüş bunların sözlerine İtibar edilemeyeceğidir.[34]
C. Hilalin
görülmesinde gereken şahit sayısı ve sıfatları:
a. Orucun
başladığını ifade eden Ramazan hilalinin görülmesinde tek kişinin hilali
gördüğüne dair şahitliği yeterli sayılmıştır. Ancak şahidin adil, hür ve erkek
olması şart koşulmuştur. Havanın açık veya kapalı olması Şafii mezhebine göre
önemli değildir. Her iki halde de hüküm aynıdır.
b. Orucun
sona erdiğini İfade eden Şevval ayı hilalinin görülmesinde de tercih edilen
görüşe göre yukarıdaki sıfatlara sahip olan tek kişinin şahitliği yeterli
sayılmıştır. Burada da havanın açık veya kapalı (bulutlu, dumanlı) olmasının
herhangi bir farkı yoktur.[35]
Bu mezhebin de sadece
Hanefi mezhebinden farklı görüşlerini özetlemeye çalışalım:
A. Maliki mezhebine göre hilalin görülmesi,
beldeden beldeye değişik sayılmamıştır. Bir ülkede görüldüğünde bütün mükellef
müslümanların oruç tutmaları gerekir.
B. Hilalin tesbitinde İki adil şahit şarttır.
Tek şahit yeterli değildir.[36]
1. İnsanlar, Şabanın yirmidokuzuncu günü hilali
araştırmaya çıkarlar:
A. Hilal görülürse, ertesi gün oruç tutulur.
B. Hilal görülmezse iki İhtimal vardır:
a. Hava açık olduğu halde görülmezse, bu durumda
ertesi gün oruca, başlanmaz.
b. Hava
kapalı (bulutlu veya dumanlı) olur da, hilal görülmezse, bu durumda İmam
Ahmed'den üç görüş nakledilmiştir:
Tercih edilen birinci
görüşe göre, oruç tutmak vaciptir.
İkinci görüşe göre
ise, İnsanlar müslüman olan ulu'l-emirlerine tabidirler. Eğer O oruç tutarsa,
onlar da tutar, tutmazsa tutmazlar.
Üçüncü bir görüşe göre
ise, oruç tutmak gerekmez. Şayet o günün Rama-zan'dan olduğu daha sonra
anlaşılırsa, oruç tuttuğu takdirde de Ramazan borcunu ödemiş olamaz.
2. Bu
mezhebe göre, Ramazan hilalinin görülmesinde tek şahit yeterlidir. Ramazan'ın
bittiğini belirten Şevval hilalinin görülmesinde ise iki kişinin gördüklerine
dair şahitlikleri gerekli görülmüştür.
3. Bu
mezhebe göre de, hilal nerede görülürse görülsün, bütün müslümanların oruç
tutmaları gerekir. Hilalin görüldüğü yerin yakın veya uzak olmasının herhangi
bir farkı yoktur.[37]
Şii mezhebine göre
hilal, şu dört husustan birinin gerçekleşmesiyle tesbit edilmiş olur:
a. Bizzat
kişinin kendisinin görmesiyle hilal görülmüş olur. Velevki gören kişi tek bir
insan olsun. (Bunun görmesi kendisini bağlar).
b. Hilalin
görüldüğü, bilgi ifade edecek bir şekilde, yaygınlaşır ve tevatür yoluyla
nakledilecek olursa, hilal tesbit edilmiş olur.
c. Şaban ayı
otuza tamamlanmış olursa, Ramazan hilali tesbit edilmiş olur. Diğer aylar İçin
de bu hüküm geçerlidir.
d. Şer'i şahedetle de hilal tesbit edilmiş olur.
Bu da İki adil şahidin hilali gördüklerine dair şahitlik etmeleri ve şer'i
hakimin buna karar vermesiyle gerçekleşmiş olur. Ancak, hakimin ve şahitlerin
hata ettikleri anlaşılmış ol-mamalıdır.[38]
e. Hilalin
bir beldede tesbit edilmesi, diğer beldenin halkı için yeterli değildir.
Beldelerin birbirlerine yakın olmaları veya uzaklıklarının birbirine uygun
olduğunun bilinmesi hali müstesnadır.[39]
Günümüzde hassas bir
mesele olan, bu müessesenin gerekliliği, mahiyeti, bunu üstlenecek zatların
kimler olabileceği, vazife ve yetkilerinin neler olduğu hususunda Peygamber
efendimiz (sav)den şu hadisler rivayet edilmiştir:
Rasulullalı (sav)
söyle buyuruyor:
"Kim, itaatten
elini çekerse, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna elinde hiçbir delil olmayarak
çıkar. Kim, halifeye biat etmeden ölürse cahiliyyet Ölümüyle ölmüş olur."[40]
Diğer bir hadis-i şerifte:
"Üç kişi
yolculuğa çıktığında içlerinden birini emir yapsınlar”[41] buyurmaktadır.
Evet sahabe-i kiram bu
müessesenin büyük bir ihtimama sahip olduğunu bildikleri için, Resulullah'ın
defninden önce birinci halife Hz. Ebu Bekir'in (ra) seçmişlerdir.
Rasulullalı (sav)
hilafetin geleceği hakkında şöyle buyuruyor:
"Peygamberlik
hilafeti otuz senedir. Ondan sonra Allah mülkü (diğer rivayette mülkünü)
dilediğine verir.”[42]
Huzeyfe (ra) Peygamber
efendimiz (sav)'ın şöyle buyurduğunu nakleder:
"Sizde
Peygamberlik dönemi, Allahın dilediği kadar devam edecek sonra Allah onu
kaldırmayı dilediği zaman kaldıracaktır. Ondan sonra Peygamberlik metodunu
izleyen hilafet dönemi gelecek ve Allahın dilediği kadar devam edcektir. Sonra
onu da Allah, kaldırmayı dileyince kaldıracaktır. Ondan sonra ısırıcı bir
saltanat halini alacak ve Allah, dilediği kadar devam edecektir. Daha sonra
müstebit bir saltanat olacak ve Allah'ın dilediği kadar devam edecektir. Daha
sonra Allah, onu da kaldırmayı dilediğinde kaldıracaktır. Nihayet Peygamberlik
metodunu izleyen hilafet dönemi gelecektir, dedi ve sustu.”[43] Diğer
bir hadis-i şerifte Ebu Ubeyde bin el-Cerrah Resulullah'ın (sav) şöyle
buyurduğunu rivayet eder: "Dininizin başlangıcı Peygamberlik ve Rahmet
dönemindedir. Daha sonra hilafet ve Rahmet dönemi olacaktır. Ondan sonra
boz-bulanık bir saltanat, daha sonra ise içki içmenin ve ipek giymenin helal
görüleceği bir saltanat ve diktatörlük dönemi gelecektir.”[44]
Halife olacak zatın,
bazıları ihtilaf konusu olan, şu şartları haiz olması gerekmektedir.
Bu hususta şu hadis-i
şerifler delil gösterilmektedir: Hz. Ömerin oğlu Abdullah der ki Resulullah
(sav) şöyle buyurdu:
"İnsanlardan iki
kişi kaldığı sürece bu iş[45] Kureyşdedir.”[46] Amr
bin As der ki, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kureyş hayırda da
serde de kıyamete kadar insanların idarecileridir.”[47] Ebu
Hureyre (ra) Resulullah (sav)İn şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Bu hususta[48]
insanlar, Kureyş'e tabidirler. Müslümanları müslüman-larına, kafirleri
kafirlerine tabidirler. İnsanlar madenler gibidir. Cahiliyet döneminde seçkin
olanları islâm'da da seçkindirler. Eğer Hakk'ı idrak ederlerse! İnsanların en
hayırlı olanlarının bu işi (hilafeti) en çok kerih görenler olduklarıı
görürsün. Ta ki içine düşünceye kadar.”[49]
Muaviye b. Süfyan
diyor ki, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Şüphesiz bu iş
Kureyştedir. Onlar dini ayakta tuttukları müddetçe, kim onlara düşmanlık
ederse, Allak onu yüzüstü süründürür.”[50]
Bazı alimler, halifeye
itaat konusunda ilerde[51]
zikredilecek hadislerin bir kısmını delil göstererek, halifenin Kureyş'ten
olmasının şart olmadığını, yukarıda zikredilen hadislerin gelecekteki olayları
haber verme mahiyetinde olduklarını, Kureyş kabilesinden olmayanların da diğer
şartlan haiz olmaları şartıyla halife olabileceklerini söylemişlerdir.[52]
Biat; Ehlu'1-Hall
vel-Akd, ordu ve bütün İslâm topluluğu, bir günaha vesile olmadıkça, hoşlarına
giden veya gitmeyen bütün hususlarda halifeyi dinleyip ona itaat edeceklerine
dair söz vermeleri, halifenin de onlara İslâm Ceza Hukuku'nu tatbik edeceğine,
adaletli olacağına, İslâm'ın bütün emirlerini yerine getireceğine, Allah'ın
Kitabı ve Resulullah'ın sünnetinin icab ettirdiği şekilde hareket edeceğine
dair söz vermesidir.
Bu hususta Ubade bin
Samit (ra) şöyle diyor:
"Resulullah (sav)
bizi çağırdı. O'na biat ettik. Biatta bizden şöyle söz aldı: "Hoşumuza
giden hususlarda da, sevmediğimiz hallerde de, zor durumlarımızda da kolay
anlarımızda da başkalarının kendimize tercih edildikleri hallerde de seni
dinleyip itaat edeceğimize ve yaptığının açık bir küfür olduğu hakkında Allah
katından elimizde bir delil bulunmadıkça işi ehlinden almaya kalkışmayacağımıza
dair biat ederiz. "[53]
Diğer bir rivayet de
şöyledir:
"Resulullah'a
hoşumuza giden hususlarda da sevmediğimiz hallerde de O'nu dinleyip itaat
edeceğimize, işi ehlinden almaya kalkışmayacağımıza, nerede olursk hakkı yapıp
veya söyleyeceğimize, Allah hakkında kınayanın kınamasından korkmayacağımıza
dair biat ettik.”[54]
Evet, Sahabe-i Kiram
böyle biat etmişlerdir. Şu âyet-i kerimenin de bildirdiği gibi sahabeler, bir
zaman Resulullah'a ağaç altında biat etmişlerdir.
"Ey Muhammed!
Şüphesiz ki sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın
kudreti onların kuvvetinin üstündedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi
aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a olan ahdini yerine getirirse, Allah ona
büyük bir mükafat verecektir. "[55]
Peygamber efendimiz
(sav) Medine'ye hicret etmeye karar verdiği zaman, Medinelilerle biatleşmiş,
Hudeybiye musalahasından önce ashabından, yukarıdaki âyette belirtilen biati
almış, Mekke'yi fethinden sonra içlerinde kadınların da bulunduğu Mekke
ehliyle biatleşmiştir.
Peygamber efendimiz
(sav) ahirete intikalinden sonra sahabeler, hicret eden muhacirlerin
üstünlüğüne kanaat getirmişler ve halife olarak Hz. Ebu Bekir'e biat
etmişlerdir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'i halifeliğe namzet gösterdikten sonra
ona biat etmiş ve bütün müslümanlar da bu biata katılmışlardır. Keza Hz.
Ömer'in halifeliğe aday gösterdiği altı kişiden Hz. Osman seçilince Medine
halkı Hz. Osman'a biat etmişlerdir. Hz. Osman'dan sonra Me-dineliler Hz. Ali'ye
de biat etmişlerdir.
Sahabeler döneminde
biat, tam bir hürriyet içinde yapılıyor, müslümanlar, halifeye itaat etmeyi
isteyerek kabul ediyorlardı. Emeviler döneminde ve Abbasilerin iik halifeleri
döneminde de biat meselesi devam etmiş, fakat bu dönemlerde biat. iktidarı
zorla kabullendirme ve insanları cebren itaate zorlama şeklini almıştır.[56]
Halifeye biat gereklidir. Fakat zorla değildir.
Halifeye biat etmeden
ölenler hakkında Peygamber efendimiz sav) şöyle buyuruyor:
"... Kim boynunda
biat bulunmadan ölürse cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.”[57]
Burada istişareden
maksat halifenin, müslümalann istişaresiyle başa getirilmesi demektir.
Bu şartın asıl
dayanağı, İslâm nizamının aslında istişareye dayalı olmasıdır. İstişarenin
gerekliliği hakkında Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Müslümanların
işleri aralarında müşavere ile yürütülür. "[58] Bir
başka âyette ise. "... İşlerinde onlarla istişare et..,"[59] buyurmuştur.
Peygamber efendimiz,
(sav) hakkında vahiy inmeyen ve müslümanlan ilgilendiren bütün meselelerde
ashabı ile istişarede bulunur ve ümmetin böyle davranmasını isterdi. Nitekim
bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:
"Emirleriniz
(İdarecileriniz) en hayırlı olanlarınız, zenginleriniz müsamahakarlarınız
olduğu ve işleriniz yaptığınız istişare ile yürütüldüğü zaman, sizin için
yerin üstü altndan hayırlıdır. Şayet emirleriniz en kötüleriniz, zenginleriniz
cimrileriniz olur ve işlerinizi kadınlarınızın sevk ve idaresine bırakırsanız,
işte o zaman sizin için yerin altı üstündan daha hayırlıdır."[60] Resulullah'ın
Bedir savaşından önce sahabilerle istişarede bulunduğunu rivayet eden Hnes
(ra) der ki:
"Ebu Süiyan'ın
yolda olduğu haberi Resulullah'a ulaşınca o ashabı ile istişare etti. Evvela
Ebu Bekirle konuştu. Rassulullah O'na aldırış etmedi. Sonra Ömer konuştu. O'na
da aldırış etmedi. Bunun üzerine (Ensarın ileri ge-lenlerinden olan) Saad bin
Ubade ayağa kalktı ve şunları söyledi: "Ey Allah'ın Rasulü! Galiba bizim
konuşmamızı istiyorsun. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki bu
atlarla denize dalmamızı emretsen, elbette ki oraya dalarız. "Berk
el-ğimad" (o zaman en uzak yer anlamında bir deyimdir) denilen yere kadar
bu atları üzengileyip koşturmamızı emredersen elbette-ki onu da yaparız. Knes
der ki, Resulullah hareket edileceğini İlan etti. İnsanlar hareket ettiler ve
nihayet Bedİr'e vardılar."[61]
Rasulullalh'sav) Lîhud
savaşında da sahabelerle İstişarede bulunarak şöyle buyurmuştur:
- "Medine'nin içinde beklesek de, düşman
buraya girmeye çalışınca burada onlarla savaşsak nasıl olur?" Sahabeler:
- "Vallahi onlar,
cahiliyyet devrinde buraya içimize giremediler. İslâm döneminde mi buraya
girecekler?" diye cevap verdiler. Resulullah:
- "O halde sizi serbest bırakıyorum"
dedi. Ensardan olan sahabeler birbirlerine:
"Resulullahın
görüşünü reddettik" dediler. Resulullah'a gelerek: "Ey Allah'ın
Rasulü! Nasıl İstersen öyle yap" dediler.
Bunun üzerine Resulullah:
"Şimdi mi? Bir Peygamber teçhizatını kuşandı mı artık savaşmadan onu
yerine bırakmaz" buyurdu.[62]
Buhârî'nİn
rivayetinde: "Allah hükmünü verinceye kadar yerine bırakmaz"[63]
şeklindedir. Peygamber efendimiz (sav) ailevi meselelerinde de sahabelerle
istişarede bulunmuştur. Nitekim Hz. Aişe (ranh.), "İfk" hadisesinde Resulullah
(sav)'in Hz. Ali ve Hz. Usame ile istişare ettiğini rivayet ederek şöyle
buyuruyor:
'Vahyin inmesi
gecikince Resulullah (sav) hanımından ayrılması hususunda Ali bin Ebi Talib ve
Üsame bin Zeyd'e sorular sorarak onlarla istişare etti. (Üsame bildiği
kadarıyla Resulullah'ın hanımının beri ve iffetli olduğuna işaret etti. Ali
İse. şöyle dedi: Allah seni zor durumda bırakmış değildir. Ondan başka pekçok
kadın vardır. Cariye'ye sor. O sana doğru olanı söyler, Bunun üzerine Resulullah
cariyeye yönelerek: "Bu hususta seni şüpheye düşürecek bir şey gördün
mu?" dedi. Cariye şu cevabı verdi: Ben onda küçük yaşta bir hanım
olmasından başka bir şey görmedim. Öyle ki ailesinin hamurunun başında uyuyor
da evcil hayvan (koyun) gelip onu yiyor."[64]
Peygamber efendimiz
(sav)den sonra gelen halifeler de mubah olan hususlarda güvenilen ilim
erbabiyla istişare ediyorlar, Kitap ve sünnetten ortaya bir delil çıkınca, ona
bağlı kalıyor, başka bir şeye başvurmuyorlardı. Mesela; Ebu Bekir (ra) zekatı
vermeyenlerle savaşmayı isterken istişare ettiği Hz. Ömer kendisine karşı
çıkmış ve şöyle demiştir: "Nasıl bunlarla savaşacaksın? Halbuki Resulullah
(sav) şöyle buyurdu: "Ben, insanların la ilahe illallah demelerine kadar
onlarla savaşmakla emrolundum. Şayet la ilahe illallah derlerse ceza hak etme
durumları hariç kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar." Hz. Ebu
Bekir, Hz. Ömer'e şu cevabı vermiştir: "Vallahi, Rasuiullah'ın aynı
saydığı iki şeyi birbirinden ayıranlarla savaşırım." Bunun üzerine Hz.
Ömer Hz. Ebu Bekire tâbi oldu. Görüldüğü gibi Ebu Bekir, istişarenin neticesine
bağlı kalmadı. Çünkü O'nun elinde Rasuiullah'ın (sav) buyurduğu şu hadis-i
şerif vardı: "Kim dinini değiştirirse onu öldürün."[65]
Hz. Ömer de genç
ihtiyar bütün kurralarla istişarede bulunurdu.[66]
Madem ki İslâm nizamı
aslında istişareye dayanmaktadır ve Peygamber efendimiz (sav) ile O'ndan sonra
gelen halifeler de, hakkında nass bulunmayan hususlarda istişareye
başvurmuşlardır. O halde halifenin seçiminin de istişare ile olması
gerekmektedir. Çünkü halifeliğin miras yoluyla, zorla intikali, İslâm
nizamının istişare ile yürütülmesine engel olur. Bunun da İslâm'ın ruhuna ters
düştüğü ve yukarıda zikredilen âyet ve hadislerle taban tabana zıt olduğu
muhakkaktır. Bu hususta Hz. Ömer (ra) şöyle buyuruyor:
"Kim, bir adama
müslümanlarla istişare etmeksizin biatta bulunursa, biat edene artık hiç biat
edilemez. Biat edilene de biat edilemez. Kendilerini ölüme sürüklemelerinden
korkulur."[67] Görüldüğü gibi Hz. Ömer,
İslâm ümmetinin isteği ve iradesi dışında, kendi inisiyatifiyle birine biat
eden kişiyi ve bu şekilde kendisine biat edileni halifelik hakkından mahrum
bırakmaktadır.
Kur'an-ı Kerim,
istişareyi emreder, Sünnet-i seniyye bunun gerekliliğini beyan eder. Fakat
istişarenin ehlini ve şeklini tam olarak tayin etmezler. Bunun kimler
tarafından, nasıl yapılacağını insanlara bırakmışlardır. Zira İstişare; topluluktan
topluluğa, asırdan aşıra ve beldeden beldeye değişik şekillerde olabilecek bir
husustur.
Allah Teala, adaletli
davranmayı ve istişarede bulunmayı emretmiş, bu iki yüce emrin, en güzel bir
şekilde tahakkukunu insanlara bırakmıştır.[68]
Aslında İslâm
nizamının müesseseleri, hakkıyla iman edenler İçin hazz veren bir ruh, zevkle
yaşanılan bir hayat düsturudur, öyleki gerçek imanın bulunduğu yerde bu yüce
nizam kendiliğinden ortaya çıkar, tabiî bir nizam olarak ona uyulur.
Tatbikinde kayda değer bir muhalefet görülmez. Çünkü o, müminlerin ruhunu
okşar, fıtratlarına uygun düşer.
Şayet bir mümin,
nefsinin ateşine yanar veya şeytanın vesveselerine uyar, yahut insanlığını
kaybeden sapıkların aldatmalarına kanar da bu ilahi nizama muhalefet ederse,
bizzat kendisi içindeki itici İmanın gereği olarak ısrarla cezalandırılmasını
İster. Çünkü o "şeriatın kestiği parmağın acımadığına" iman
etmiştir, yoksa Cüheyniyye kabilesinden olan hamile bir kadının Resulullah
(sav)'e gelerek zinadan dolayı cezalandırılmasını istemesi, "hamlini
(karnındakini) vaz et (doğur) gel" emrini yerine getirdikten sonra tekrar Resulullah'a
gelerek recmedilmesini istemesi üzerine "bebek büyüdükten sonra gel"
fermanına uyarak çocuğun eline bir parça ekmek verip onunla Rasuiullah'ın
huzuruna tekrar varıp recmedilmesini istemesi, başka nasıl yorumlanabilir.
Buna benzer misaller pek çoktur. Dileyen için sahih hadis kitapları açıktır.
İşte İslâm nizamı,
müminler tarafından seve seve uyulan ilahi bir nizam olduğu içindir ki,
insanların uydurdukları beşeri sistemler gibi, çelik kalıplar içine dökülmeye,
anlamsız formalitelere bağlanmaya, cebir ve şiddet kullanılarak tatbik
edilmeye asla muhtaç değildir.
Şûra müessesesinin
donuk olmaması, müminlere, uygun gördükleri şekilde bu müesseseden istifade
etme İmkanı verilmesi, bu hikmetlere mebnidir.
Bununla beraber İslâm
alimleri, kendisiyle istişare yapılacak olan zatta bazı sıfatlar aramışlardır.
Bunları şu şekilde Özetlemek mümkündür:
İstişare konusu dini
hükümler olursa, istişare edilenin alim olması, şayet İstişare konusu bir kısım
dünyevi işler olursa, istişare edilenin aklı selim sahibi olması, konuda
tecrübeli olması ve istişare edene karşı samimi olması gerekmektedir. Bu
hususta Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"Kendisiyle
istişare edilen kişi, mutemed (güvenilen) bir kişidir.”[69]
Diğer bir hadis-i
şerifte şöyle buyurmuştur:
"Sizden birinizle
bir kardeşiniz istişare ettiği zaman, ona doğru olanı göstersin.”[70]
- Peygamber efendimiz,
Hz. Hbu Bekirle, Ömer'e hitaben şöyle buyurmuştur: "Bir istişarede ittifak
ettiğiniz zaman size muhalefet etmem."[71]
Herhangi bir kimsenin
tayin edilmesi sözkonusu olmaksızın serbestçe istişare yapılmış ve neticede
Hz. Hbu Bekir hilafet makamına getirilmiştir.
Hz. Ebu Bekir,
akrabası olmayan Hz. Ömer'i halifeliğe aday göstermiş, bu tekliften sonra
müminler. Hz. Hbu Bekir'le bu meseleyi derinlemesine tartışmışlar ve O'nu
haklı bulunca kendi istekleriyle Hz. Ömer'e biat etmişlerdir. Şüphesiz ki Hz.
Ebu Bekir, sadece bir teklifte bulunmuştu. Bu teklifin bağlayıcı bir yönü
yoktu.[72]
Hz. Ömer, hilafet
meselesini, istişare İle aralarından birini seçecek olan, allı kişiye havale
etmiştir. Bu altı kişi de aralarından Hz. Osman'ı halife seçmişlerdir. Burada
da Hz. Ömer'in yaptığı br tayin değil sadece teklifti.
Hz. Ali de sahabelerin
büyüklerinin istişareleriyle halifeliğe seçilmiştir.
Bu dört halifenin
seçilmelerinde istişare ehli, Medine'de yaşayan Muhacir ve Ensardı. Medine
halkına böyle bir hakkın tanınmasının meşru sebeb-leri vardı. Şöyleki, Medine,
İslâm'ın yuvasiydı. Medine'liler de İslâm davasının koruyucularıydı. Diğer
Arap beldelerinde henüz İslâm yerleşmemişti. Öy-leki. Peygamber efendimiz
(sav)'in vefatını müteakib, Medine ve Mekke dışında dinden dönme hadiseleri
görülmüştü. Elbeüe halifelik gibi ciddî bir meselenin ele alınmasında, henüz
kalblerinde iman yerleşmeyen toplulukların uzak lululma.sı gerekiyordu.
Hcv ne kadar Hz. Ömer
ve Hz. Osman döneminde ileri gelen müslüman-tar nuicahid ve savaşçılar olanık
çeşitli bölgelere yayılmış idiyseler de her-hani bir bölgede tam olarak
yerleşmiş değillerdi ki o bölge de istişareye katılmış olsunlar.
Hz. Ali'nin döneminde,
müslümanlar bazı bölgelere yerleşmişlerdi. Mesela, Sanıda, Irak'da, Mısırda
büyük sahabeler bulunuyordu. Bununla beraber, Hz. Ali'yi hilafete sadece
Medineliler seçmişlerdi. Hz. Ali (ra)'de, müs-lümanların nizam ve intizamlarını
muhafaza etmek İçin bu vazifeyi mecburen kabul etmişti. Aslında Hz. Ali'nin
Medine halkının seçmeleriyle yetinmesi kaçınılmaz bir yoldu.
Çünkü. Medine'nin
etrafı, fitne çıkarmak İçin yola çıkan ordularla kuşatılmış bir durumda iken,
Hz. Ali'nin, Mısır. Şam, İrak ve Fars'da yaşayan ileri gelen müslümanların
biati için beklemesi makul değildi. Çünkü onlarla İstişareye şartlar müsait
değildi. Zaten Şam hariç, bütün şehirler Hz. Ali'nin hilafetini kabul edip ona
biat etmişlerdi.
Muaviye'nin de
İslâm'ın menfaatini, çoğunluğun görüşünü ve Hz. Ali'nin üstünlüğünü göz önünde
bulundurarak halifeliğini kabul etmesi gerekliydi. Ne yazık ki durum tersine
oldu. Bize "la havle vela kuvvete İlla billah" demek kaldı.
Bilindiği gibi
istişarede çeşitli görüşler İleri sürülebilir. İstişare eden zat, değişik
görüşlerin Kitap ve Sünnete en yakın olanını alır. Şayet buna karar vermezse.
Allah Teata'nın kendisini irşad ettiği görüşü seçer ve 'Allah'a tevekkül edip
onu uyular.[73]
- Halifelerin seçiminde istişare edip halife
seçmeleri
- Dinden çıkan
mürteciler hakkında, istişare edip sonra onlara karşı savaşmaları
- Dedenin mirasçı olup
olmaması ve miras payı hakkında İstişare edip karara bağlamaları
- İçki içenin cezasının miktarı hakkında,
İstişare edip karara bağlamaları.
- Çeşitli savaşlarda
istişare etmeleri: Hatta Hz. Ömer, Hürmüz'ün müslüman olup yanımı geldiği zaman
onunla harb hususunda istişare etmiştir.[74]
Halifede aranan
dördüncü şart adil olmasıdır. Buradaki adaleten maksat, hem hukukî, hem de
ahlakî yönden adil olmasıdır.
Bu hususta Allah Teala
şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler!
Allah için hakkı ayakta tufanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olun. Bir kavme
olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun. Çünkü o, takvaya
daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan
haberdardır. "[75]
Diğer bir âyette ise
şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler!
Allah için şahitlik ederek adaleti ayakta tutanlar olun. Kendiniz veya
ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa. Zengin de olsa, fakir de olsa.
Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Heva ve hevese uymayın ki adaleti yerine
getirebileniniz. Şayet eğri davranır veya yüz çevirirseniz, şüphe yok ki Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır."[76]
Bu konu İle ilgili
olarak Peygamber efendimiz (sav )den şu hadis-i şerifler rivayet edilmektedir:
Hz. Ali (ra)den
rivayet ediliyor ki, Peygamber efendimiz (sav), bir yere bir müfreze gönderdi.
Müfrezenin başına Ensar'dan birini emir tayin etti. Müfrezeye bunu dinleyip
İtaat etmelerini emretti. Ne var ki bunlar bir şeyden dolayı emirlerini
kızdırdılar. Emir onlara:
- "Haydi bana
odun toplayın" dedi. Onlar da odun topladılar. Sonra emir onlara:
- "Ateş yakın" dedi. Onlar da
yaktılar. Sonra emir onlara
- "Resulullah size beni dinleyip itaat
etmenizi emretmedi mi?" dedi. Onlar da
- "Evet" dediler. Emir onlara:
- "Haydi girin bu
ateşe" dedi. Bunun üzerine onlar birbirlerine baktılar ve şöyle dediler:
- "Biz ateşten kaçarak Resulullaha
sığındık". Onlar bu halde İken emirîn öfkesi yatıştı ve ateş de söndü. Resulullah'a
dönünce hadiseyi ona naklettiler. Peygamber efendimiz de şu cevabı verdi:
"Eğer o ateşe girecek olsalardı ondan bir daha çıkamazlardı. İtaat ancak
iyiliklerdedir.[77]
Diğer bir rivayette;
"... Bazıları o
ateşe girmek istediler. Diğer bazıları ise şöyle dedi: "Biz iman ederek bu
ateşten kaçtık." Sonra hadise Resulullah'a intikal etti. O da ateşe girmek
isteyenler için şunu söyledi: "Şayet ona girecek olsaydınız, kıyamete
kadar orada kalırdınız."[78]
Hz. Ömer'in oğlu
Abdullah'dan Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir.
"Müslüman kişi, günah işlemesi emredümedikçe, emirini dinleyip ve ona
itaat etmekle mükelleftir. Şayet günah işlemesi emredilirse, ne dinlenilir ne
de itaat edilir.”[79]
Tirmizi sahibi Ebu
İsa, bu manada Hz. Ali, Hz. İmran bin Huseyn ve Hz. Hakemden hadisler rivayet
edildiğini ve bu hadisin sahih ve hasen olduğunu söylemektedir.
Abdullah bin Mes'uddan
Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir.
"Benden sonra
işlerinizi sevk ve idare etmeyi, Sünneti söndüren, bidatle amel eden ve namazı
vaktinden geciktiren adamlar üzerlerine alacaklardır." Abdullah bin
Mes'ud der ki, dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü, şayet bunlara erişirsem nasıl
davranayım? Resulullah şöyle buyurdu:
"Ey abdın
annesinin oğlu! Nasıl davranacağını bana mı soruyorsun? Allah'a isyan edene
itaat yoktur.”[80]
Bu hususta Peygamber
efendimiz (sav)'den şu hadis-i şerifler rivayet edilmektedir:
Makil (ra) der ki: Resulullah'ın
şöyle buyurduğunu işittim:
"Hiçbir kul
yoktur ki, Allah, insanları idare etmeyi ona emanet etsin, o da idare ettiği
insanlara hainlik yapıp ölsün de Allah da ona cenneti haram kılmasın.”[81]
Diğer bir rivayette de
şöyledir:
"Hiçbir emir
yoktur ki, müslümanlann İdaresini üzerine almasına rağmen, onlar için
çalışmasın ve onlara nasihat etmesin. Bununla beraber onlarla birlikte
Cennet'e girebilsin."[82]
Amr bin el-Cühenî der
ki, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Allah, kime müslümanların
işlerinden birini idare etmeyi verir de o da onların ihtiyaçları eksiklikleri
ve fakirlikleri karşısında kendisini saklarsa Allah da onun ihtiyacı, eksikliği
ve fakirliğinden uzak durur.”[83]
İdarecilik, hele
halifelik her kişinin haddi değildir. Günümüzde ağızlar da sakız gibi çiğnenen
bu yüce ve zor vazifenin ne derece ağır ve ciddi olduğunu belirten Peygamber efendimiz
şöyle buyuruyor:
"Yakında sizler,
emirliği çokça arzulayanlar olacaksınız. Fakat o, pişmanlık ve üzülme sebebi
olacaktır. Emziren ne hoş, memeden kesen ne kötüdür.”[84]
Burada emzirenden maksat, İnsanı ulu'l-emirliğe ulaştıran hayattır. Hayat, İdareci
için tatlıdır. Çünkü, onu hayatta iken hesaba çekecek kimse yoktur. "Memeden
keserTden inaksal ise ölümdür. Bu ise zalim idareciler için pek acıdır. Çünkü
Ölümden sonra tek hakim Allah Tealadtr. Artık burada bütün vasıtalar işlemez
olur. Bu hususu çok iyi bilen Hz. Ömer, hançer yarası aldıktan sonra
kendisinden, birini halife teklif etmesi istenildiği zaman şu cevabı
vermiştir:
"... Ben sizin
işinizi hem diri iken hem de ölü iken mi yükleneceğim. Bu işlen nasibimin başa
baş kurtulmak olmasını ne kadar arzularım. Ne aleyhime olsun ne de
lehime..."[85]
Ebu Unıame (ra) Resulullah'ın
şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Hiç bir adam yoktur ki, on veya daha
fazla insanın idaresini üzerine alsın da, Kıyamet gününde Allah'ın huzuruna
eli boynuna bağlı olarak çıkmış olmasın. Yaptığı iyilikler elini çözer.
Günahları ise buna engel olur. İdareciliğin başlangıcı kınanmak, ortası
pişmanlık sonu ise Kıyamet gününde rüsvaylıktır.”[86]
Peygamber efendimiz
(sav), sadece idarecilerin değil insanları yargılayanların da ciddi ve riskli
bir vazife yaptıklarına dikkati çekerek şöyle buyuruyor
"Kim hakimlik
vazifesini üzerine alır veya insanlar arasında hakim tayin edilirse, o kişi
bıçaksız kesilmiş olur."[87]
Halifede bulunması
gereken beşinci sıfat, idareciliği bilmesi, güçlü bir iradeye sahip olması ve
İslâm'ın bütün emirlerini tatbik edebilecek bir kaabiliyette olmasıdır. Bu
sıfatlan sahip olamayanlara halifelik gibi ağır bir vazifenin emanet edilmesi
uygun görülmemiş, halta Peygamber efendimiz (sav) zayıf İradeli sahabelere,
herhangi bir idareciliği vermekten kaçınmıştır.
a. Bu hususla Ebu Zer (ra) şöyle der: Dedim ki;
- "Ey Allahın
Rasulü, beni idareci yapmaz mısın?" Bunun üzerine Rasulul-lah elini
omuzuma vurdu ve şöyle buyurdu:
- "Ey Ebu Zer!
Sen zayıf iradeli bir insansın, idarecilik bir emanettir. Bu, Kıyamet gününde
rüsuaylık ve pişmanlık sebebidir. Ancak bunu hak ederek alıp buna karşı bütün
sorumluluklarını yerine getiren hariçtir.”[88]
Diğer bir rivayette:
"Ey Ebu Zer! Ben
seni zayıf (gazabını frenleyenle yen) biri görüyorum. Ben kendim için sevdiğimi
senin için de seviyorum. Sakın iki kişinin idaresini üzerine alma. Yetimin
malını sevk ve idare etmeyi üstlenme”[89]
buyurmuştur.
b. Abdunahman bin Semine der ki, Resulullah
(sav) şöyle buyurdu:
"Ey Abdurrahman!
Sen idareciliği isteme! Eğer sen istedikten sonra sana verilirse, üzerine
yıkılıkalırlar. Şayet sen istemeden sana verilirse yardım görürsün."[90]
c. Ebu Musa el-Eş'ari (ra) der ki:
"Ben ve
amcazadelerimden İki adam Resulullah'ın yanına vardık. O adamlardan birisi Resulullah'a
hitaben: "Allahın senin İdarene verdiği bazı İşlere bizi idareci tayin
et" dedi. Diğer adam da aynı şeyi söyledi. Bunun üzerine Resulullah şu
cevabı verdi:
"Vallahi biz bu
işi, ne isteyene veririz ne de buna tamah edene”[91]
Sahih hadis
kitaplarında zikredilen bu son iki hadis-i şerif karşısında, milletten biat
toplayan zevalin ne cevap verecekleri cidden merak konusudur.
Tam veliyyu'1-emr
olmak için bulunması gereken sıfatlar şunlardır:
Müslüman olmak, hür
olmak, akıllı olmak, ergenlik çağma ermiş olmak ve erkek olmak.
a. Elbetteki
halifenin her şeyden önce, gerçekten müslüman olması gerekir. Çünkü kafirlerin
müslümanlar üzerinde herhangi bir otoriteleri yoktur ki, onların emir veya
idarecileri yahut en üst mertdebede halifeleri olabilsinler.
Bu hususta Allah Teala
şöyle buyuruyor:
"... Allah,
kafirlere, müminlerin üstünde hiçbir vasıta vermeyecektir. "[92]
"Ey iman edenler!
Allah'a itaat edin, peygambere ve sizden olan İdarecilere de itaat
edin..."[93] Bu âyette zikredilen
"sizden olan" kaydı gözden kaçmamalıdır.
b. Halifenin
hür olması şarttır: Çünkü kölenin, efendisinin emirleriyle hareket etme
mecburiyeti vardır.
c. Halifenin
akıllı ve ergenlik çağma erişmiş olması gerekir. Çünkü delinin ve çocuğun
kendi İşlerinde vaziyet edemedikleri muhakkaktır. Nİzam-ı alemi yürütmeleri
elbetteki mümkün değildir.
d. Halifenin
erkek olması gerekir: Kadınların bazı fıtri özelliklerinden ve namahrem olmalarından
dolayı, halifelik gibi ağır sorumluluk yükleyen ve büyük bir metaneti
gerektiren bir vazifeyi üstlenemeyecekleri muhakkaktır.
Bu hususta Allah Teala
şöyle buyuruyor:
- "Erkekler,
kadınlar üzerine yöneticidirler. Çünkü Allah, kimini kiminden üstün kılmıştır
ve çünkü erkeklerin mallarından harcamaktadırlar.. ."[94]
Ebu Bekr'e şöyle der:
- "Resulullah'dan
duyduğum bir husus sebebiyle Allah beni korudu. Şöyle ki; Kisra helak olunca, Resulullah:
"Onun yerine kimi getirdiler?" diye sordu, kızını getirdiler,
dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "idare işlerini kadına veren bir
topluluk asla iflah olmayacaktır. "[95] Tirmizi
sahibi Ebu İsa, bu hadisin sahih ve hasen olduğunu söylemektedir.
İslâm alimleri, bu
zikredilen şartlar dışında, halifenin müctehid olması gibi, başkaca şartlardan
da bahsetmişlerdir. Burada önemli olanlar zikredilmiş, diğerleri ana kaynaklara
havale edilmiştir.
Ulul-emr, kendisinde
aranan şartlara sahip olur, ehlül-hall ve'l akd'le istişare yaparak insanları adaletle
sevk ve idare ederse artık ona itaat etmek vacip olur. Bu hususta Allah Teala
şöyle buyuruyor:
"Ey îman edenler!
Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan idarecilere de İtaat edin. Eğer
Allaha ve ahiret gününe iman ediyorsanız, aranızda herhangi bir şeyde
anlaşmazlığa düştüğünüz zaman, onun hükmünü Allaha ve Peyambere havale edin.
Bu daha hayırlıdır ve netice bakımından daha güzeldir. "[96] Bu
hususta Peygamber efendimiz (sav) den şu hadis-i şerifler rivayet edilmektedir:
Ebu Hureyre (ra Resulullah'ın
şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Kim, bana itaat
ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse, Allah'a isyan
etmiş olur. Emire itaat eden de bana itaat etmiş olur. Emire iysan eden ise,
bana isyan etmiş olur.”[97]
Ummu'l-Husayn (ra) der
ki, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Başınıza burnu kopuk Habeşli
köle dahi emir tayin edilirse, sizi Allah'ın Kitabı ile idare ettiği müddetçe
onu dinleyin ve ona itaat edin.”[98]
Enes bin Malik der ki, Resulullah (sav) şöyle
buyurdu:
"Başı kuru üzüm
ibi olan Habeşli bir köle dahi başınıza getirilirse, onu dinleyin ve ona itaat
edin.”[99]
Ebu Zer (ra) der ki,
dostum Resulullah, bana dinleyip İtaat etmemi emretti. "Velev ki emir
Habeşli burnu kopuk bir köle dahi olsa..."[100]
Bazı İslâm alimleri,
bu son üç hadis-i şerife dayanarak halifenin Kureyş'ten olmasının halife omada
şart olmadığını söylemişlerdir.
Abdullah bin Amr'dan Resulullah'ın
şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Kim bir imama
biat eder, ona elini uzatıp söz verir ve kalben ona bağlandığını bildirirse,
gücü yettiği kadarıyla ona itaat etsin. Başka biri gelir de onun elinden
imamlığı almaya kalkışırsa o kalkışanın boynunu vurun.”[101]
Ebu Hureyre (ra)den Resulullah'ın
şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Kim itaatten
çıkar, cemaatten ayrılır da sonra ölürse, cahiliyet ölümü ile ölmüş olur."[102]
Müslümanların
sınırlarını korumak, ordularını techizatlandırmak, eşkiya-ları, hırsızlan, yol
kesicileri kahretmek, ganimet mallarını taksim etmek, İslâm Ceza hukukunu tatbik
etmek. İnsanlar arasında meydana gelecek anlaşmazlıkları halletmek, cuma ve
bayram namazlarını kıldırmak, müslümanla-rın zekatlarını toplayıp layık
olanlara dağıtmak, velisi olmayan küçükleri evlendirmek ve İslâm'ın bütün
hükümlerini tatbik etmektir.[103]
Câhili bir topluluğun
içinde yaşamamız hasebiyle yeme ve içmelerimizde ve diğer davranışlarımızda
çok titiz ve dikkatli olmamız gerekmektedir. Bu hususta Resulullah şöyle
buyurmaktadır: "Helal olan şeyler de bellidir. Haram olan şeyler de
bellidir. Fakat bu ikisinin arasında, bir çok insanların bilemediği helal ve
haramdan her birine benzemeyen (birbirleriyle karıştırılan) şüpheli şeyler
vardır. Kim, bu şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini ve ırzını korumuştur. Kim
de bu şüpheli şeyleri yaparsa, harama sürüklenmiş olur. Böyle bir kişinin
durumu, bir korunun çevresinde hayvan otlatan bir çobanın durumuna benzer.
Çobanın güttüğü hayvanların koruya girmeleri kuvvetli bir ihtimaldir. İyi
bilin ki her kralın bir korusu olduğu gibi, Allah'ın da korusu vardır.
Allah'ın korusu haram kıldığı şeylerdir..."[104]
Görüldüğü gibi hadis-i şerif şüpheli şeylerden kaçınılmasını emretmektedir. Bugün
yediğimiz birçok şey mesela etler şüpheli yiyeceklerdir.
Peygamberimiz diğer
bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar! Şüphesiz ki Allah
temizdir. O ancak temiz olanı kabul eder. Allah müminlere, peygamberlere
emrettiği şeyi emretmiştir. Allah peygamberlere: Ey peygamberler! Temiz ve
helallerden yeyin ve salih amel işleyin. Şüphesiz ben, yaptıklarınızı çok iyi
bilenim"[105] buyurmuştur. Müminlere
ise: "Ey iman edenler. Size verdiğim rızıkların temiz ve helal olanından
yeyin, buyurmuştur."[106]
Resulullah devamla
şöyle buyurdu: "Bakarsın ki kişi, uzun bir yolculuk yapar, öyle ki saçı,
başı birbirine karışır ve üzerini tozlar bürür. iki elini göğe doğru kaldırır
ve "ya Rabb" diye yalvarır. Ne yazık ki bunun yediği haramdır.
İçtiği haramdır, giydiği haramdır ve haramla beslenmiştir. Artık bunun duası
nasıl kabul edilecektir.”[107]
Evet, yememize.
İçmemize, giymemize dikkat edelim ki ibadetlerimiz ve dualarımız kabule şâyân
olsunlar.
İslâm ahkâmında
kesilen veya avlanan bir hayvandan yemenin helal olması için bir kısım
şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunları şu şekilde Özetlemek mümkündür:
a. Hayvan, eti yenen bir hayvan olmalı;
b. Hayvanı kesen veya avlayan kişi müslüman veya
ehli kitap olmalı;
c. Dinini değiştirmemeli;
d. Akıllı ve temyiz gücüne sahip olması;
e. Hayvanın Allah İçin kesilmesi veya avlanması;
f. Hayvan kesilirken üzerine; avlanırken de av
vasıtası üzerine Allah'ın adının anılması.
Bu konuda Allah Teala
şöyle buyurmaktadır:
"Ey Muhammedi De
ki: Bana vahyolunanlarda, yiyen bir kişinin yediği herhangi bir şeyin haram
olduğuna dair bir hüküm bulamıyorum. Ancak leş veya akıtılmış kan, yahut domuz
eti -ki bu pistir- yahut doğru yoldan çıkarak Allah'dan başkası adına kesilen
hayvanların yenmesi haramdır..."[108]
Diğer bir âyetinde
şöyle buyuruyor: "Leş, kan, domuz eti, Allah'dan başkası adına kesilen,
boğularak, dövülerek, düşerek, birbiriyle dövüşerek ölen, canı çıkmadan
kestiğiniz hariç, yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış olan ve dikili o
taşlar için kesilen hayvanlar sizin İçin haram kılınmıştır... "[109] Başka
bir âyet-i celilede şöyle buyurmaktadır: "Peygamber onlara iyiliği
emreder, kötülüğü men eder. Temiz şeyleri onlar için helal, pis şeyleri de
haram kılar...”[110]
Görüldüğü gibi âyet-i
celileler; leşin, akıtılmış kanın, domuz etinin, boğularak, dövülerek,
düşerek, birbirleriyle dövüşerek ölen hayvanların, yırtıcı hayvanlar
tarafından saldırıya uğrayan ve kesilmeden önce ölen hayvanların, putlar için
veya Allah'dan başka herhangi bir şey adına kesilen hayvanların ve Resulullah'ın
haram kıldığı murdar şeylerin yenilmelerinin haram olduğunu bildirmektedirler.
Resulullah da murdar
şeyleri veciz bir ifade ile şu hadisinde beyan etmiştir. Abdullah bin Abbas
diyor ki: "Resulullah, her köpek dişi bulunan yırtıcı hayvanın ve pençesi
bulunan yırtıcı kuşun yenilmesini yasakladı."[111] Bu
hadis-i şerif, Ali bin Ebu Talib;[112]
Cabir bin Abdullah;[113]
Halid bin Velid;[114] ve
İrbad bin Sariye'den[115] de
rivayet edilmiştir. Ebu Salebe bin el-Huşenî'den, hadisin sadece "Resulullah
(sav) her köpek dişi bulunan yırtıcı hayvanın yenilmesini yasakladı"[116]
bölümü; Ebu Hureyre'den İse, "Resulullah (sav) "Her köpek dişi
bulunan yırtıcı hayvanın yenilmesi haramdır" buyurdu, bölümü rivayet
edilmiştir.[117]
A.. Evvela
hayvanı kesenin veya avlayanın insan olması gerekir:
Bu itibarla eti
yenilen hayvan bizzat insan tarafından boğazlanmalıdır. Av hayvanlarının ise,[118] insanın
atacağı bir araçla vurulması veya üzerine salıvereceği eğitilmiş avlayıcı bir
hayvan tarafından yakalanması gerekir. Sadece aletler yoluyla kesilen hayvanlar
yenilmez. Zira kesme veya avlama kasdı-nın bulunması şarttır.
B.. Hayvanı
boğazlayan veya avlayan kişinin, müslüman veya ehl-i kitap olması şarttır:
Bu itibarla bütün
âlimler, herhangi bir dini kabul etmeyen bir dinsizin, İslâm dininden dönen
bir mürtedin, puta veya ateşe tapan bir putperest veya ateşperestin, Allah'a
ortak koşan bir müşrikin boğazladığı veya avladığı
hayvanların etinin
yenilmeyeceği hakkında ittifak etmişlerdir. Zira bunlar kestikleri hayvanları
Allah'dan başkası adına kesmiş olurlar.
Şiilerin İmamiye ve
Zeydiye mezhebine göre ehl-i kitap olan yahudi ve hristiyanların kestikleri
dahi yeni İnlemektedir.
Müslümanların ve ehl-i
kitabın dışındaki insanların kestikleri veya avladıkları hayvanların yenilemeyeceği
hususunda ittifak eden İslâm âlimleri, bu konuya delil olarak şunları
zikretmişlerdir:
a. Allah
Teala şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Allah, size... Allah'dan başkası
adına kesilenleri haram kıldı..."[119]
"... dikilen o taşlar İçin kesilen hayvanlar, sizin için haram
kılınmıştır..."[120]
Burada "Allah'dan başkası adına kesilenler" ifadesinden maksat,
ateşperestlerin ateş için, putperestlerin putları için ve İnancı olmayanların
bizzat kendileri için kestikleridir.[121]
b. Allah Teala diğer bir âyette şöyle buyuruyor:
"Kendilerine kitap verilenlerin yemekleri size helaldir..."[122] Bu
âyette özellikle ehli kitabın kestiğinin yenileceği ifade edildiğine göre, ehli
kitab olmayan gayr-i müslimlerin kestiklerinin yenilmeyeceği ortaya
çıkmaktadır.
c. Resulullah'dan şu hadis-i şerif rivayet
edilmektedir: "Tufeyl'in babası Amir bin Vasile diyor ki: "Ben Ebu
Talib'in oğlu Hz. Ali'nin yanında bulunuyordum. Bir adam ona geldi ve Resulullah
sana ne gibi sırlar veriyordu, dedi. Ali kızdı ve şunları söyledi: Resulullah
bana, İnsanlardan gizlediği herhangi bir sır vermedi, fakat o, bana şu dört
hususu söyledi. Soru soran adam: O döıt şey nedir? dedi. Alı: Resulullah şöyle
buyurdu, dedi: "Allah babasına lanet edene lanet eder, Allah, Allah'dan
başkası için bir hayvanı kesene lanet eder, Allah yeryüzünde fesad çıkaranı
barındırana lanet eder. Allah, yerin sınır ve alâmetlerini değiştirene lanet
eder."[123] Bu hadis Abdullah bin
Abbas'dan da rivayet edilmiştir.[124]
Görüldüğü gibi hadis-i şerifte Allah'dan başkası adına bir hayvan kesenin
Allah'ın lanetine uğratılacağı bildirilmiştir. Bu da Allah'dan başkası adına
kesilenin haram olduğunu gösterir. Hadisi yorumlayan Şevkânİ şöyle diyor:
"Allah'dan başkası adına kesilenden maksat, Allah'dan başka herhangi bir
kimse veya şey için kesilen hayvanlardır. Mesela, put için kesilen, haç için
kesilen, Hz. Musa veya İsa için kesilen, Kabe İçin kesilen bu türdendir. Bunlar
gibi, varlıklar İçin kesilen hayvanların yenilmesi helal değildir.[125]
d. Bu
hususta sahabelerden şu kaviller nakledilmektedir:
1) Ebu
el-Hayr diyor ki: "Ben Ali bin Vale es-Sebei'nin üzerinde deri bir kürk
gördüm. Elimi ona sürdüm. Ali bana şöyle dedi: Elini neden sürüyorsun? Ben
bunu Abdullah bin Abbas'a sormuş ve demiştim ki: Biz Mağrib'te (Batı Afrika)
bulunuyoruz. Orada Berberiler ve Ateşperestler var. Bize kestikleri koçları
getiriyorlar.
Biz onların
kestiklerini yemiyoruz, yine onlar bize içine su ve içyağı doldurdukları
tulumları getiriyorlar (bu tulumlar için ne dersin)? Abdullah şu cevabı
vermişti: Biz Resulullah'a bunu sorduk. O bize: "Derinin temizliği
ta-baklanmasıyladır(sepiyapılmasıyladıı)buyurdu.”[126]
Burada ateşperestlerin kestiklerinin yenilmediği zikredilmektedir.
2) Abdullah
bin Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Müslümanın içinde
(kalbinde) Allah'ın ismi mevcuttur. Şayet o, hayvanı keserken unutur da
Allah'ın adını anmaz ise, kestiği yenir. Fakat ateşperest olan biri, hayvanı
keserken Allah'ın adını ansa bile onun kestiği yenmez."[127]
3) Hz. Ali'nin bu hususta şöyle dediği
naklediliyor: "Ateşperestlerin ekmeklerini yemenin bir mahzuru yoktur.
Onların kestiklerini yemek yasaklanmıştır."[128]
Ehl-i kitap olmayan diğer kâfirlerin de ateşperestler gibi oldukları
muhakkaktır.
Müslüman veya ehl-i kitap
olan insanların dışındaki kişilerin kestikleri ve avladıkları hayvanların
yenilmeyeceği hakkında mezhebler arasında İttifak vardır. Şöyle ki:
a. Hanefi
mezhebine göre: Eti yenilen bir hayvanı kesenin veya avlayanın müslüman veya
ehl-i kitab olması şarttır. Bu itibarla Allah'a ortak koşanın, ateşperestin,
putperestin ve İslâm'dan çıkan mürtedin kestiği veya avladığı yenmez.
Çünkü Allah Teala
şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Allah size... Allah'dan başkası adına
kesilenleri de haram kıldı..."[129]
"... Dikilen o taşlar için kesilen hayvanlar sizin için haram
kılınmıştır..."[130]
"Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanları yemeyin. Bunu
yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır..."[131]
Hanefilere göre,
kesilen hayvan üzerine besmele çekmek şart olduğun-don onlar, müslüman ve ehl-İ
kitap dışındaki İnsanların kestikleri veya avladıkları hayvanların
yenilmeyeceğine delil olarak bu son âyeti de göstermişlerdir.[132]
b. Şafii
mezhebine göre ise; eti yenen hayvanı kesenin veya avlayanın müslüman veya
ehli kitap olması şarttır. Ehli kitap dışındaki ateşperest, putperest ve
mürted gibi kâfirlerin ne kestiği ne de avladığı helaldir. Şayet bir
müs-lamanın hayvan kesmesine veya avlanmasına bir ateşperest ortak olursa, kesilen
veya avlanan hayvanın yenilmesi haram olur.
Diğer yandan bir
müslümanın dahi, bir hayvanı Allah'dan başkası adına kesmesi halinde o hayvanı
yemek helal değildir. Bir müslamanın Allah'dan başka bir şeye saygı göstererek
böyle bir işi yapması onu küfre düşürür. Keza bir müslümanın bir yöneticiye
veya başka birine yaklaşmak maksadıyla kestiği hayvanı yemek haramdır. Şayet
hayvanı kesmekten maksadı, gelen bir insanın gelmesinden dolayı sevindiğini ve
bu yolla Allah'a kurban kestiğini ortaya koymak olursa, kesilen hayvanı yemenin
bir mahzuru yoktur.[133]
c. Maliki
mezhebine göre; müslümanlann ve ehli kitabın dışındaki insanların kestikleri
hayvanlar yenilmediği gibi ehli kitabın avladığı hayvanlar da yenilmez.[134]
d. Hanbeli
mezhebine göre; eti yenen bir hayvanı kesenin veya avlayanın müslüman veya ehli
kitap olması şarttır. Bu itibarla bir müslüman, İslâm dininden çıkıp hrisüyan
veya yahudi dahi olsa, mürted olduğu için kestiği yenmez. Bu husus Hanefi,
Şafii, Maliki mezheblerinde de ayının böyledir. Zira İslâm dininden dönüp ehli
kitabın dinine giren bir mürtede ehli kitap muamelesi yapılmaz: (Bundan cizye
alınarak öldürülmesinden vaz geçilmez, kendisiyle evlenilmez ve köle yapılarak
sağ bırakılmaz). Keza putperestlerin, zındıkların, ateşperestlerin ve ehli
kitap olmayan bütün kâfirlerin kestikleri veya avlandıkları hayvanlar yenmez.
Çünkü Allah Teala sadece ehli kitabın yemeklerinin yenilebileceğini
zikretmişlerdir. Bunların dışındakilerin yemeklerinin yenilmeyeceği
anlaşılmaktadır.[135]
e. Şiilere
göre ise; sadece müslümanın kestiği yenilir. Ehli kitabın kestiği yenmez.
Şiiler, "kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helaldir"[136]
âyet-i celilesindekî
"yemeği" ifadesinden kesilmeyi gerektirmeyen maddelerden teşekkül
eden yemeklerin kastedildiğini söylemişler ve ehli kitabın kestiği hayvanların
yenilemeyeceğini iddia etmişlerdir.[137] Bu
konuda Zübde-tü'l-Ahkdm isimli eserde şunlar zikredilmektedir: "Hayvanı
kesenin müslüman olması veya ondan doğan çocuk gibi, müslüman hükmünde biri
olması şarttır. Bütün İslâmî fırkaların kestikleri yenilir. Sadece düşmanlık
besleyenlerin kestikleri müstesnadıdr."[138]
(Yani açıkça ehli beyte düşmanlık edenlerin kestiği yenmez).
a. Yahudi ve
hristiyanların ehli kitap oldukları alimler tarafından İttifak edilen bir
konudur. Bunların müslümanlarla barış içinde olmaları veya savaş halinde bulunmaları
farksızdır.
b. Ancak Hz.
Ali'nin Tağlipoğullarından hristiyan olan arapları ehli kitap kabul etmediği ve
bunlar hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Bunlar,
hristiyanlığın sadece içki içme adetine bağlı kalmışlardır."[139] Hz.
Ali bu hususta şu âyeti okumuştur: "Onlardan bazılarının okuyup yazmaları
yoktur. Bir kısım kuruntular hariç, kitabı bilmezler, onlar sadece zanda
bulunurlar. "[140] Said
bin Cübeyr de aynı görüştedir. Rabî, İmam Şafii'den de aynı görüşte olduğunu
nakletmiştir.[141] Hatta Şafii'den arap
olan bütün hristiyanların kestiklerinin yenilmediği de nakledilmektedir.[142]
Fakat cumhur ulemaya göre, Tağlipoğulları dahil, bütün hristiyanlar ehli
kitapdır.[143] Yeter ki İslâm dininden
çıkıp hristiyan veya yahudi olmasın. İslâm'dan çıkan herhangi bir dine girse
de ona mürted hükmü uygulanır.
Abdullah bin Abbas ise
Tağlipoğullannın da ehli kitap olduklarını söylemiş ve şu âyeti okumuştur.
"Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanlart dost edinmeyin, onlar
birbirlerinin dostudur. Sizden kim onları dost edinirse o da onlardandır.
Muhakkak ki, Allah zalim kavmi hidâyete erdirmez. "[144] İbn
Abbas bunu okuduktan sonra şunu söylemiştir: "Tağliboğulla-rının
hristiyanları dost edinmeleri, onları hristiyan kabul etmek ve kestiklerini
yemek için kâfidir."[145]
Zühri de arap olan hristiyanların kestiklerinin yedi nilmesinde bir mahzur
olmadığını söylemiş ve şöyle demiştir: "Şayet sen, onların kesilen
hayvanın üzerine Allah'dan başka birinin adını andıklarını işitirsen onu yeme.
Böyle bir şey işitmezsen onu ye. Çünkü Allah, onların kâfir olduklarını
bilerek kestiklerini helal kılmıştır."[146]
Hanefi, Maliki ve Han-belilere göre bütün hristiyanlar ehli kitaptır. Arap olup
veya olmaması farksızdır.
c. Ebu Hanife'ye göre Sabiüer de kestiklerinin
yenilmesi bakımından ehli kitaptır. Fakat aynı mezhebin alimleri Ebu Yusuf'a
ve İmam Muhammed'e göre, Sabiiler ehli kitap sayılmazlar. Ancak Zebur'a tabi
olanlar hariçtir.[147]
Şa-fiiler'e göre Sabiiler ehli kitap değildir.[148]
Hanbelilere ve Malikilere göre de durum aynıdır.
d. Mecusilerin[149] kestiklerinin
yenilemeyeceği ve bunların hanımlanyla ev-lenilemeyeceği, fakat kendilerinden
cizye alınarak zımmî(müslümanların himayelerinde yaşayan kişi)
yapılabilecekleri hakkında alimler arasında ittifak vardır.
Bunların kestiklerinin
yenilmemesi ve hanımlanyla evlenilmemesine rağmen, kendilerinden cizye kabul
edilip zımmî yapılabilmeleri şu hadis-i şeriflerden kaynaklanmaktadır:
Bacele diyor ki,
Muaviye bin Husayn'ın oğlu Ceze'nin kâtipliğini yapıyordum. Bize Ömer bin
Hattab'ın ölümünden bir yıl önce şu mektubu geldi: "Mecusilerden
(birbirleriyle evlenmeleri haram olan) akraba eşleri birbirinden ayırın.'"
Bacele devamle diyor ki; Abdurrahman bin Avf in Resulullah'ın Hacer'de yaşayan
mecusilerden cizye aldığına dair şahitlik etmesi anına kadar, Ömer bin Hattab
mecusilerden cizye almamıştır.[150]
Görüldüğü gibi Hz. Ömer me-cusileri ehli kitap saymamış ve bunlardan cizye
kabul etmemiştir. Fakat Abdurrahman bin Avf Resulullah'ın bunlardan cizye
alındığına dair şahitlik edince Ömer bunlardan cizye alıp canlarını
kurtarmalarını kabul etmiş, lıa-nımlanyla evlenmenin ve kestikleri hayvanları
yemenin caiz olmadığına dair icma edilmiştir.[151]
1. Cumhur
ulemaya göre; şartlan bulunduğu taktirde, ehli kitabın hem kestiği hem de
avladığı eti yenen hayvanlar yenir. Zira bu hususta Allah Teala şöyle
buyuruyor: "Bugün size, temiz ve güzel olan şeyler helal kılındı. Kendilerine
kitap verilenlerin yemekleri size helaldir. Sizin yemekleriniz de onlara
helaldir..."[152]
Bu konuyla ilgili bir
hadiseyi anlatan Abdullah bin Muğaffal şöyle diyor: "Biz Hayber kalesini
kuşatmıştık. Orada bulunan bir kişi, içinde içyağı bulunan bir tulumu aşağı
attı. Ben onu almaya koştum, dönüp baktım, bir de ne göreyim! Resulullah! Ben
ondan utandım."[153]
Abdullah diğer bir rivayette şöyle diyor: "Ben Hayber savaşında bir tulum
İçyağı buldum, onu hiç bırakmadım ve kendi kendime "Bugün ben bundan
kimseye bir şey vermeyeceğim" dedim. Dönüp baktım, bir de ne göreyim Resulullah!
Bana bakıp gülümsüyor. "[154]
Görüldüğü gibi,
Abdullah bin Muğaftel, Hayber'de yaşayan yahudilerin attığı içyağı kapmış ve
kimseye vermeyerek onu yemek istemiştir. Bunu gören Resulullah, Abdullah'ın bu
davranışına karşı çıkmamış ve ona gülümseyerek bakmıştır. Bu da Resulullah'ın
bunu tasvip ettiğini gösteren takriri bir sünnetidir.[155]
Cumhur ulemaya göre,
ehli kitabın yemeğinin helal olduğunu İfade eden âyet genel anlamlı olduğundan,
her hhristiyan ve yahudinin kestiğini yemek helaldir. Yeter ki, diğer şartlar
bulunmuş olsun.[156]
2. Cumhur
ulemanın dışındaki alimler ise; ehli kitabın kesdiğinin ve avladığının
yenilmesi hakkında farklı görüşler beyan etmişlerdir. Bunları şu şekilde
Özetlemek mümkündür:
a. Şiilerin
İmamiye[157] mezhebine ve Zeydiye
mezhebinin birçok alimlerine göre, ehli kitabın kestiği yenmez. Bunlar
"kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helaldir"[158]
âyeti celilesinden kitap ehlinin, etin dışındaki
diğer yemeklerinin
kastedildiğini ileri sürmüşlerdir.[159]
b. Hz.
Ali'nin, Tağliboğullarına mensub olan Arap hristiyanlarının kestiklerini
yemeyi yasakladığı ve onlar hakkında şöyle buyurduğunu rivayet edilmektedir:
"Onlar hristiyanlığın sadece İçki içme huyuna bağlı kalmışlardır."[160] Hz.Ali'nin
bunları söyledikten sonra şu âyeti okuduğu rivayet edilmektedir:
"Onlardan bazılarının okuyup yazması yoktur. Bir kısmı kuruntular hariç,
kitabı bilmezler, onlar sadece zanda bulunurlar."[161]
Said bin Cubeyr,
Muhammed bin Ali'nin
ve Nehai'nin de aynı görüşte olduklarını nakletmektedir.
Bu konuda İmam Ahmed
bin Hanbel'den İki görüş nakledilmektedir. Birinci görüşe göre,
Tağliboğullarına mensub olan hristiyan arapların ne kestiği yenir ne de
hanımlarıyla evlenilir. Tercih edilen ikinci görüşe göse ise, bunların hem
kestikleri yenir, hem de hanımlarıyla evlenmek caizdir.[162]
c. İmam Şafii'nin ise, arap olan ehli kitabın
kestiğinin yenilmeyeceğim söylediği rivayet edilmektedir.[163]
d. İmam
Malik'in ehli kitabın kestiklerinin helal, fakat avladıkları hayvanların haram
olduğunu söylediği rivayet edilmektedir. Bu konuda İbni Kudame şöyle diyor:
"İmam Malik'in dışında ehli kitabın avladığı avı haram sayan birine
bilmiyorum. İmam Malik, ehli kitabın kestiğini helal, avladığını ise haram
saymıştır. Bu görüş isabetli değildir, zira avladıkları hayvanlar da diğer
yedikleri şeyler gibidir. Ayetin genel hükmüne dahildir."[164]
e. Yine İmam
Malik'e göre, ehli kitabın kendilerine haram olan deve gibi hayvanları
kesmeleri halinde veya kestikleri hayvanlardan yemeleri haram olan içyağını
elde ettikleri taktirde, müslümanların bu tür hayvan ve içyağı yemeleri de caiz
değildir.
Allah Teala şu âyette
ehli kitab olan yahudilere bazı içyağlarını ve deve gibi tek tırnaklı yahut
ördek gibi parmakları ayrık olmayan hayvanları haram kıldığını bildirmektedir.
"Biz, yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve
davarın sırt, bağırsak ve kemik yağlarının dışında içyağlarını da haram
kıldık, aşırı gitmelerindendolayı onları böyle cezalandırdık. Şüphesiz ki, biz
doğru söyleyenleriz."[165]
İşte İmam Malik'e göre
ehli kitabın kendilerine haram kılınan bu tür hayvanları kesmeleri veya bu tür
içyağları kestikleri hayvanlardan elde etmeleri durumunda, bu hayvanları ve
içyağlarıni müslümanların da yemesi caiz değildir. Zira Allah Teala: "...
Kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helaldir.. ."[166]
buyurmuştur. Kendilerine haram olan şeyler bunların yemeği değildir. Bu
itibarla âyetin kapsamına girmemektedir. İçyağlar İse, kesilen hayvanın bizzat
kesicisine helal olmayan bir bölümdür. Müslümanın kestiği hayvanlardan akan
kana benzer, bu itibarla müslümanlara da helal olmaz. Bu konuda İmam Ahmed'den
de iki görüş nakledilmektedir: Tercih edilen görüşe göre bu tür et ve
İçyağlarının yenilmesi caizdir.[167]
Hanefi ve Şa-füler'e göre de bu tür et ve İçyağları yenilmektedir.[168]
Cumhur ulema, İmam
Malik'e cevap olarak yukarıda geçen şu hadiseyi zikretmişlerdir: Abdullah bin
Mugaffel diyor ki: "Ben Hayber savaşında bir tulum yağı buldum. Onu hiç
bırakmadım, kendi kendime bugün ben bundan kimseye bir şey vermeyeceğim"
dedim. Etrafa bakındım, bir de ne göreyim Resulullah! O, bana bakıp
gülümsüyordu."[169] Hadiste
yahudilere haram olan içyağlarının Abdullah bin Mugaffel tarafından alındığı ve
Resulullah'ın bunu yasaklamadığı, böylece takıirî bir sünnetle ehli kitaba
haram ve müslümanlara helal olan şeylerin ehli kitap tarafından kesilmesi
halinde müslümanlara helal olacağı beyan edildiği görülmektedir.
Hayvanı boğazlayan
veya avlayan müslüman veya ehli kitabın dinini değiştirmemesi şarttır. İslâm
dininden çıkan kişi, hristiyan veya yahudi olsa dahi mürted sayıhr ve kestiği
yenmez. Böyle bir insana tekrar İslâm'a dönmesi teklif edilir, kabul etmediği
taktirde öldürülür.
Bu hususta Peygamber
efendimiz şöyle buyuruyor: "Kim dinini değiştirir ise, onu öldürün”[170] İslâm
dininden çıkanın kestiğinin yenilmeyeceği ehli kitap muamelesi yapılamayacağı,
mezhebler arasında ittifak konusudur.[171]
Ehl-i kitap olan bir
hristiyan veya yahudi, kendi dininden çıkarırsa, ehli kitaplığı kaybettiği İçin
kestiği yenmez. Keza ehli kitap olan bir yahudi, hristiyan olursa veya bir
hristiyan yahudi olursa kestiği ve avladığı yenmez. Zi-
ra bir müslümanın
dininden dönmesi halinde kestiği yenilmez. Ehli kitap da böyledir.[172]
Allah Teala bir âyette
şöyle buyuruyor: "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa onun dini asla kabul
edilmez..."[173]
Dinini değiştirip yahudi olan bir hristiyan veya hristiyan olan bir yahudi,
batıl bir din aramış ve bulmuştur. Bu ondan kabul edilmez.
Hayvanı kesen veya
avlayan müslüman veya ehli kitabın akıllı ve temyiz gücüne sahip olması şart
koşulmaktadır. Bu İtibarla, deli bir İnsan veya temyiz gücüne sahip olmayan bir
çocuğun yahut aklı başında olmayan bir sarhoşun kestiği veya avladığı bir
hayvan yenmez.[174]
Zira bu tür insanların hayvanı kesme niyetleri sağlam değildir. Hanefİler,
Malikiler ve Hanbeliler bu görüştedir. Şafiilerden ise, iki görüş
nakledilmektedir. Tercih edilen görüşe göre, delinin, temyiz gücüne sahip
olmayan fakat hayvanı kesmeye gücü yeten çocuğun ve aklı başında bulunmayan
bir sarhoşun kestiği kerahat-le birlikte yenir. Diğer bir görüşe göre yenmez.[175] Bu
konuda İbn Kudame şöyle diyor:
"Diğer
ibadetlerde olduğu gibi, hayvanı kesmede de kastın bulunması, kesenin aklı
başında biri olması şarttır. Aklı olmadığından kesme niyeti taşımayan bîr
insanın kesmesi, aletin kendiliğinden hayvanı kesmesi gibidir. Bunu yemek caiz
değildir.[176]
Dilsizin, cünüp olan
insanın, hayızlı kadının kestikleri yenir. Dilsizin İşaretle besmele çekmesi,
cünüp ve hayızlının İse fiilen ağızlarıyla besmele çekmeleri gerekir. Aksi
taktirde besmeleyi şart koşanlara göre bunların kestikleri yenmez.
Bir hayvanın yenilmesi
İçin, Allah için kesilmesi veya avlanması şarttır. Aksi taktirde yenmez. Bu
hususta Allah Teala şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Allah, size leşi, kanı,
domuz etini, bir de Allah'dan başkası adına kesileni haram kıldı...”[177]
"... Ancak leş
veya akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki bu pistir- yahut
Allah'dan başkası
adına kesilen hayvanların yenmesi haramdır..."[178] “...
dikilen o taşlar için kesilen hayvanlar sîzin için haram kılınmıştır..."[179]
Görüldüğü gibi âyeti
celileler, Allah'dan başkası adına kesilenlerin, dikili taşlar için (put ve
benzeri şeyler için) kesilenlerin yenilmesinin haram olduğunu beyan
etmektedirler. Bu hususta Peygamber efendimiz de şöyle buyurmaktadır:
"... Allah, Allah'dan başkası için bir hayvanı kesene lanet eder..
."[180] Bu hadis-i şerifi izah
eden İmam Nevevi şöyle diyor: "Allah'dan başkası için kesilenden maksat,
Allah'dan başka herhangi bir şey adına kesilendir. Mesela bir put için yahut
Hz. Musa veya Hz. İsa için kesilen veya Kabe için kesilenler bu türdendir.
Bütün bunlar haramdır. Bu şekilde kesilen bir hayvanı yemek helal olmaz, velev
ki, bunu kesen müslüman veya yahudi yahut hristiyan olsun. Diğer yandan
Allah'dan başkası için hayvan kesilirken, kendisi için hayvan kesilene saygı
gösterilmesi ve ona ibadet edilmesi kastedilecek olursa, bu bir kâfirliktir.
Kesen kişi, kesmeden önce müslüman ise, bu şekilde kesmesiyle mürted
olur." İmam Nevevi sözlerine devamla şöyle diyor: Alimlerimizden olan
İbrahim el-Mervezi şöyle diyor: Buhara alimleri, devlet yöneticileri
karşılanırken onlara yaklaşmak maksadıyla kesilen hayvanların haram olduğuna
fetva vermişler ve çünkü "bu şekilde kurban kesmek Allah'dan başkası
adına kesmektir," demişlerdir.[181]
Ehli kitabın Allah'dan
başkası adına kestiği hayvan yenilmez. Ancak Ata, Şa'bi ve Mekhul
yenilebileceğini söylemişler ve şöyle demişlerdir. "Allah Te-ala bunların
ne söylediklerini bilerek yemeklerinin bize helal olduğunu bildirmiştir. O
halde bunlar hayvanı keserken üzerine İsa'nın adım ansalar dahi kestikleri
yenir." Bu görüş İrbad bin Sariye, Ubade bin es-Samit ve Ebu Umame
el-Bahil'den rivayet edilmektedir. Fakat alimlerin çoğunluğu, ehli kitabın
İsa'nın üzerine veya Üzeyr'in ismini anarak kestikleri yahut kiliseleri veya
bayramları için kestiklerinin yenilmeyeceği görüşündedirler. Zira bu şekilde
kesilen bir hayvan Allah'dan başkası adına kesilmiştir ve haramdır. Ha-nefiler,
Şafiiler, Hanbelİler bu görüştedir. İmam Malik'in İse, haram saymayıp mekruh
gördüğü rivayet edilmektedir. Bu konuda nıezheb alimleri şunları
zikretmektedirler:
a. Hanefi
mezhebinden olan Kâşâni Özetle şöyle diyor.- "Eğer ehli kitabın
hayvanı nasıl kestiği
görülür ve hayvanı keserken sadece Allah'ın adını andığı işitilirse, kestiği
hayvan yenir. Ehli kitabın, hayvanı nasıl kestiği görülmez
ve üzerine neyi
zikrettiği işitilmez ise yine kestiği hayvan yenir, zira bu durumda
-rnüslümana olduğu gibi- buna da hüsn-ü zanda bulunulur ve hayvan keserken
üzerine sadece Allah'ın adını andığı kanaatiyle hareket edilir.
Şayet ehli kitap,
hayvanın üzerine sadece Hz. İsa'nın adını anarak veya Allah Teala ve Hz.
İsa'nın adını birlikte anarak yahut "üç ilahın üçüncüsü olan Allah'ın
adıyla" diyerek kesecek olursa, kestiği hayvan yenmez. Çünkü bu Allah'dan
başkası adına kesilmiştir. Kâşâni devamla diyor ki: "Hz. Ali'den ehli
kitabın kestikleri sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Allah Teala
onların ne söylediklerini bildiği halde kestiklerini helal kılmıştır. Şayet
onların sadece İsa Mesih (as)in adım andıkları veya Allah Teala İle birlikte
İsa Mesih'in adını andıkları işitilirse, kestikleri yenmez. "[182]
b. Şafii
mezhebinden olan Muhammed el-Şirbinİ şöyle diyor: Müslümanın da başkasının da
Allah'dan başkası için kestiği helal olmaz. Zira bu Allah'dan başkası adına
kesilmiştir. Hatta bir müslüman, kendisi için hayvan kesilene saygı göstermek
ve İbadet etmek maksadıyla kesmesi halinde kâfir olur ve ona secde etmiş
gibidir. Şayet kişi hayvanı Kabe için vyea peygamberler için keser de bundan
asıl maksadı, Allah'ın evi olduğu için Kabe'ye saygı göstermek ve Allah'ın
elçileri oldukları için peygamberlere tazimde bulunmak olursa, kestiğini yemek
helaldir.
Bir devlet İdarecisine
yakın olma maksadıyla kesilen yenmez, ancak idarecinin geldiğine sevindiğini
göstermek maksadıyla fakat Allah İçin keserse yenir. Bu "akika"
kurbanına benzer. Şayet hayvanı Allah için keser de cinlerin serlerinin
kendisinden uzaklaşmasını isterse, kestiği yenir. Fakat sadece cinlerin
serlerinin def edilmesi için keser ise.kestiği yenmez. "[183]
c. Hanbeli mezhebinden olan İbn Kudame şöyle
diyor: "Eğer kitap ehli kasıtlı olarak besmele çekmez ise veya hayvanın
üzerine Allah'dan başkasının adını anar İse, kestiği hayvanı yemek helal
değildir. Zira Allah Teala: "Kesilirken üzerine Allah'ın adı
zikredilmeyen hayvanları yemeyin..." buyurmuştur.[184] "Şüphesiz
ki Allah size... Allah'dan başkası adına kesilenleri haram kıldı..."
buyurmuştur.[185] Bu görüş Hz. Ali'den
nakledilmektedir. Nehaî, Şafii, Hammad, İshak ve Ashab-i Rey (Hanefiler) de bu
görüştedir. Fakat Atâ, Mücahid, Mekhul şöyle demişlerdir: Şayet bir hristiyan,
İsa Mesih'in ismini anarak bir hayvanı kesecek olursa, onu yemek helaldir. Zira
Allah Teala, bunların böyle söyleyeceklerini bilerek bunların kestiklerini
bize helal kılmıştır."
İbn Kudame bunlara
cevaben şöyle diyor: "Kendilerine kitap verilenlerin yemeği size
helaldir..."[186]
âyeti celilesinde beyan edilen yemekten maksat, müslümanın yemeğinde bulunması
gereken şartları kapsayan yemeklerdir. Nasıl ki, bir müslümanın Allah'dan
başkası adına kesdiği yenmiyor, ehli kitabınki de yenmez.
Şayet hayvanı kesenin
Allah'ın adını anıp anmadığı veya Allah'dan başkasının adını anıp anmadığı
bilinmez ise, kestiği hayvan helaldir. Zira Allah Teala her hayvan kesen
kişinin nasıl kestiğini bilemeyeceğimizi bilerek müslümanın ve ehli kitabın
kestiklerini bize helal kılmıştır."[187]
İbn Kudame kitabının
başka bir bölümünde diyor ki: "Ehl-i kitabın kiliseleri veya bayramları
İçin kestiklerine bakılır. Eğer onu bîr müslüman keser ise veya bir ehli kitap
üzerine yalnız Allah'ın adını anarak keser ise o hayvanı yemek helaldir. Çünkü
helal olma şartı bulunmuştur.
Şayet onu bir ehli
kitap keser de, üzerine Allah'dan başka birinin adını zikreder veya kasıtlı
olarak besmele çekmez ise, onu yemek helal değildir.
İmam Ahmed'den
nakledilen bir görüşe göre, ehli kitabın kiliseleri ve bayramları için
kestikleri hayvanlar mutlak surette mekruhtur. Çünkü Allah'dan başkası adına
kesilmişlerdir. İmam Ahmed'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise, bu tür
kesilen hayvanlardan yemek mubahtır.
Bu mesele Irbad bin
Sariye'den sorulmuş o da: "Yeyİn ve bana da yedi-rin" demiştir. Aynı
görüş, Ebu Umame el-Bahilî ve Ebu Müslüm el-Havlanî'den de nakledilmiştir. Ebu
Derda ve Cübeyr bin Nuf'eyr bu tür kesileni yemişler, Amr bin el-Esved,
Mekhul, Damre bin Habıb bunun yenileceğine izin vermişler ve delil olarak şunu
zikretmişlerdir: "Kendilerine kitap verilenlerin yemeği size
helaldir"[188] âyeti
celilesindeki ehli kitabın yemeklerinin bizlere helal olduğu bildirilmektedir.
Kilise ve bayramları için kesilenlerin de yemekleri olduğu muhakkaktır.
Bu hususta el-Kadı
şöyle diyor: "Eğer ehli kitap, bayramı için veya bir yıldız yahut bir put
veya peygamber için hayvanı keser ve bunlardan birinin adını üzerine anarsa,
kestiği hayvanı yemek haramdır. Zira bu, Allah'dan başkası adına kesilendir.
Şayet yalnız Allah'ın adını anar ise, bunları yemek helaldir. Zira Allah
Teala: "Eğer Allah'ın âyetlerine iman ediyorsanız Allah'ın adı
zikredilerek kesilen hayvanlardan yeyin"[189] buyurmaktadır.
Bununla beraber bunlardan yemek mekruhtur. Zira bu kişi kalbiyle Allah'dan
başkası İçin kesmeyi kastetmiştir."[190]
d. Maliki
mezhebinden olan Kurtubî şöyle diyor: "Bir kısım alimler: "Ehli
kitabın Allah'dan başkasının adını anarak bir hayvanı kestiğini duyar İsen onu
yeme" demişlerdir. Sahabilerden Hz. Ali, Hz. Aişe ve Abdullah bin Ömer bu
görüştedir. Tavus ve Hasan da aynı görüştedir. Bunlar: "Kesilirken üzerine
Allah'ın adı anılmayan hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan
çıkmaktır..."[191]
âyeti celilesini delil göstermişlerdir.
İmam Malik ise,
"Ben bunu mekruh görürüm" demiş ve haram saymamıştır. Diğer bir
kısım alimler ise, ehli kitabın bu şeküde kestiğinin yenilmeyeceğini
söylemişlerdir. Bu görüş Abdullah bin Abbas, Ebu ed-Derda, Ubade bin
es-Samid'den nakledilmiştir. Atâ, Rebia, Sabi, Mekhul ve Kasım bu görüştedir.
"[192]
Bu konuda İmam Buhârî
şöyle diyor: "Zühri dedi ki; Arap olan hristiyan-ların kestiklerini
yemenin bir mahzuru yoktur. Şayet Aliah'dan başkasının adını anarak kestiğini
işitirsen onu yeme. Şayet işitmezsen bil ki Allah bunların kâfirliğini bildiği
halde kestiklerini helal kılmıştır."[193]
Daha önce de
belirtildiği gibi, müslüman ve ehli kitap olmayan bir insanın herhangi bir
şekilde kestiği yenmez. Böyle bir insan, besmele ile kesmiş olsa dahi kestiğini
yemek haramdır.
Diğer yandan bir
müslüman veya ehl-i kitabın hayvanı keserken bizzat hayvanın üzerine, avlarken
de avlama aracı üzerine besmele çekmesinin meşru bir husus olduğu hakkında
alimler ittifak etmişler, fakat besmele çekmenin farz mı yoksa sünnet mi
olduğu hakkında da ihtilaf etmişlerdir.
a. Hanefi'lere göre, Hanbeli, Maliki
mezheblerinde de tercih edilen görüşe göre, kesilen hayvanın kendi üzerine,
avlanan hayvanın da avlanma aracı üzerine Allah'ın adını anmak şarttır. Bu
itibarla, bir müslüman veya ehl-i kitap kasıtlı olarak, kestiği hayvanın
üzerine veya avladığı hayvanın avlama vasıtaları üzerine Allah'ın adını anmaz
ise, kestiği yenmez. Fakat unutarak anmaz ise yenir. Bir kısım alimler
unutarak besmele çekilmemesi halinde de kesilenin yenilemeyeceğini
söylemişlerdir.
b. Şafiilere göre, Hanbeli, Maliki mezheblerinde
ikinci derecede olan görüşe göre ise, kesilen veya avlanan bir hayvan için
besmele çekmek şart değildir. Sadece sünnettir. Hayvanı kesen veya avlayan bir
müslüman veya ehli kitabın kasıtlı olarak besmele çekmemeleri durumunda da
kestiklerini yemek caizdir.
Burada dikkat edilmesi
gereken bir husus da şudur: Mezhebler arasındaki ihtilaf, Allah'ın adının
anılmasının (besmele çekilmesinin) şart olup veya olmamasıdır. Yoksa hayvanı
kesen veya avlayan kişinin müslüman veya ehli kitap olmasının şart olduğunda
herhangi bir ihtilaf yoktur. İttifak vardır.
Binaenaleyh, günümüzde
müslüman, ehli kitap, mürted, putperest ve diğer kâfirlerin birlikte
yaşadıkları toplumlarda hayvanın kimler tarafından kesildiği veya avlandığı
bilinmediği için herhangi bir kasaptan veya çarşı pazardan et alıp yemenin
helal olduğunu söylemek pek güçtür.
"Şafiiler,
besmelesiz kesilenlerin de yenilebileceğine cevaz veriyorlar" diyerek
"Allah'a hiç iman etmeyenlerin veya İslâm adı taşıyan mürtedlerin kestiklerinin
yenileceğini" söylemek doğru değildir. Zira, Şafiiler ve onlara katılanlar
hayvanı kesen veya avlayanın mutlaka müslüman veya ehli kitap olmalarını şart
koştuktan sonra, bunların besmele çekmelerinin şart olmadığını söylemişlerdir.
Yaşadığımız ülkede
herhangi bir dine inanmayanların sayısı pekçoktur. Bunların mezbahanelerinde
kestikleri hayvanları yemek haramdır. Müslümanların bu hususta uyanmaları
gerekir. Aksi taktirde günahkâr olur. Kimse de kimsenin günahını taşımaz.
"... günahı ağır olan bir kimse, yükünü taşımak için bir başkasını
çağırırsa, akrabası bile olsa, yükünden hiçbir şey taşınmaz..."[194]
Yukarıda özetlemeye
çalıştığımız bu konu, mezheblere göre şöyledir:
Hayvan kesilirken
bizzat üzerine, avlanırken ise, avlama aracı üzerine besmele çekmek şarttır.
Şayet hayvanı kesen veya avlayan besmele çekmez ise, kasıtlı olup veya
olmamasına göre hükümler farklıdır.
A. Eğer
hayvanı kesen veya avlayan kasden besmele çekmez ise, kesilen veya avlanan hayvanı
yemek caiz değildir. Zira Allah Teala şöyle buyuruyor: "Kesilirken üzerine
Allah'ın adı zikredilmeyen hayvanlardan yemeyin. Bunu yemek fasıklıktır."[195]
Âyet-i celile, üzerine Allah'ın adı anılmadan kesileni yemenin fasıklık
olduğunu bildirmektedir. İnsan ancak haram bir amel işlediğinde fasık olur. Bu
da Allah'ın adı anılmadan kesilenin haram olduğunu göstermektedir. Ayrıca
âyette "yemeyin" şeklinde bir yasaklama mevcuttur. Yasaklamalar
genel bir şekilde zikredildikleri taktirde, yasaklanan amelin haram olduğunu
ifade ederler. Burada da durum aynıdır.
Allah Teala başka bir
âyette şöyle buyuruyor: "... Kurbanlık hayvanlar sıra sıra dizilip
boğazlanacakları zaman üzerlerine Allah'ın adım anın...”[196]
Ayette "Allah'ın
adını anın" şeklinde bir emir bulunmaktadır. Emirler, genel bir şekilde
zikredildikleri zaman farziyet ifade ederler. Eğer besmele çekmek şart
olmasaydı, bu şekilde mutlak olarak zikredilmezdi.
Bu hususta Resulullah
(sav)'den de şu hadisler rivayet edilmektedir: Adiy bin Hatim diyor ki:
"Ben Resulullah'dan şunu sordum ve dedim ki: Ben köpeğimi avın üzerine
gönderiyorum, onunla birlikte başka köpekler de görüyorum. Resulullah şöyle
buyurdu: "Sen böyle avlanan hayvanı yeme, çünkü sen, kendi köpeğine
besmele çektin, diğer köpeklere besmele çekmedin.”[197] Diğer
bir rivayette Adiy bin Hatim şöyle diyor: "Ben Resulullah (sav)'den avlanma
hakkında şunu sordum ve dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü! Ben köpeğimi ava
gönderiyor ve üzerine besmele çekiyorum, onunla birlikte avın yanında üzerine
besmele çekmediğim başka bir köpek buluyorum, köpeklerin hangisinin avı
yakaladıklarını bilemiyorum. Resulullah şöyle buyurdu: "O avdan yeme,
çünkü sen kendi köpeğinin üzerine besmele çektin, diğerinin üzerine besmele
çekmedin.”[198] Görüldüğü gibi, Resulullah
bu hadislerde ava doğru salınan köpeğin üzerine besmele çekilmemesi halinde
avın yenilmemesini emretmiştir. Bu da besmelenin şart olduğunu gösterir.
B. Hayvan kesilirken
veya avlanırken unutarak besmele çekilmez ise kesilen hayvan yenir. Zira Resulullah
bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Şüphesiz ki Allah,
ümmetimden hatanın unutmanın ve kendine zorla yaptırılanın sorumluluğunu
düşürmüştür."[199]
Abdullah bin Abbas'dan
Resulullah'm şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Müslümana kendi ismi yeter
(müslüman olması), eğer hayvanı keserken Allah'ın ismini anmayı unutur ise,
besmele çekip Allah'ın ismini ansın, sonra onu yesin.”[200]
Ebu Hureyre (ra) diyor
ki: "Bir adam gelip Resulullah'a: Ey Allah'ın Rasulü! Bizden birimiz bir
hayvanı keser de üzerine Allah'ın ismini anmayı unutursa bunun hükmü nedir?
diye sordu. Resulullah ona: "Allah'ın ismi her müs
lümanın ağzında
mevcuttur" cevabını verdi.[201] Bu
konuda İmam Alımed bin Hanbel'den nakledilen meşhur görüşe göre İmam Alımed
besmele çekme hususunda, hayvanı avlama ile kesmeyi farklı hükümlere tabi
tutmuştur.
a. İmamı
Alımed hayvanı avlayan kişinin "mutlaka besmele çekmesi gerektiğini"
söylemiş ve bunu kasıtlı olarak veya unutarak besmele çekmemesi halinde
avladığı hayvanın yenilemeyeceğini beyan etmiştir. İmam Ah-med'den şunlar
nakledilmektedir: Hayvanı kesmek normal şartlarda olduğu için bunda besmelenin
unutulması hoş görülebilir. Fakat hayvanı avlamak normal olarak kesme
şartlarında olmadığı için besmelenin unutulmasında müsamaha gösterilemez.
Besmelenin çekilmesini emreden nasların zahirine bakılır ve besmelesiz avlanan
avın yenilemeyeceğine karar verilir."
b. İmam
Ahmed'e göre, hayvanı kesen kişinin besmele çekmeyi unutması halinde ise
kestiği yenir.[202]
Kesilen hayvanın
üzerine ve avlanan hayvanın avlama vasıtası üzerine besmele çekmek şart
değildir. Sadece sünnettir. Besmelenin kasten dahi çekilmemesi halinde kesilen
veya avlanan hayvanları yemek caizdir. Yeter ki, hayvanı kesen müslüman veya
ehli kitap olsun. Bunlar görüşlerine delil olarak, aşağıda zikredilen âyet ve
hadisleri göstermişlerdir. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Ey Muhammedi De
ki, bana vahy olunanlarda, yiyen bir kişinin yediği herhangi bir şeyin haram
olduğuna dair bir hüküm bulamıyorum. Ancak leş veya akıtılmış kan, yahut domuz
eti -ki bu pistir- yahut doğru yoldan çıkarak Allah'dan başkası adına kesilen
hayvanların yenmesi haramdir."[203]
Allah Teâla bu âyette haram olanları zikretmiş, kesilirken üzerine besmele
çekilmeyenleri bunların içinde zikretmemiştir. En'am Sûresi, hepsi birden
indiği için "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan
yemeyin...”[204] âyeti celilesinin bu
âyeti neshettiğini söylemek mümkün değildir. Bu nedenle son âyetin
"mendubluk" ifade ettiği anlaşılmaktadır. Veya bundan maksat
kesilmeden ölen hayvanlardır. Yahut Aİlah'dan başkası adına kesilenlerdir.
Allah Teala başka bir
âyette de şöyle buyuruyor: "Leş, kan, domuz eti, Allah'dan başkası adına
kesilen, boğulan, dövülerek, düşerek, birbiriyle dövüşerek ölen, canı çıkmadan
kestiğiniz hariç yırtıcı hayvanlar tarafından yenilen, dikilen o taşlar için
kesilen hayvanlar sizin için haramtır..."[205]
Allah Teala: “-... canı çıkmadan kestiğiniz hariç..." İfadesiyle kesilenin
mubah olduğunu zikretmiş ve besmelenin de çekilmesi gerektiğini
zik-retmemiştir. Eğer gerekli olsaydı zikrederdi.
Allah Teala başka bir
âyette de: "... kendilerine kitap verilenlerin yemekleri size helaldir...
"[206] buyurmaktadır. Allah
Teala bu âyette ehl-i kitabın kestiğinin helal olduğunu bildirmektedir. Ehli
kitab genellikle besmele çekmeden keserler. Allah Teala'nın bu durumu bilerek
ehli kitabın kestiğini bizlere helal kılması, besmele çekmenin şart olmadığını
göstermektedir.
Bir hadis-i şerifte
şunlar zikredilmektedir: "Hz. Aişe diyor ki: "Bir kısım insanlar Resulullah
(sav)'den şunu sordular: "Bazı topluluklar bize et getiriyorlar. Biz,
kesilen hayvanın üzerine Allah'ın İsminin anılıp anılmadığım bilmiyoruz."
Resulullah onlara şu cevabı verdi: "Sizler onun üzerine Allah'ın ismini
anın ve onu yeyin." Aİşe şöyle diyor: "Et getiren bu insanların
kâfirlik dönemleri yakındı" (yani daha yeni müslüman olmuşlardı ).[207]Diğer
bir rivayette "müşriklik dönemleri yakın olan bir topluluk bize el
getiriyorlar... "[208] Başka
bir rivayette: "Cahiliye dönemleri yakın olan bir topluluk bize et getiriyor..."[209]
diğer bîr rivayet de şöyledir: "Bedevilerden bir kısım insanlar bize et
getiriyorlar."[210]
Başka bir rivayeti de; "çölde yaşayan bazı insanlar bize et
getiriyorlar..." şeklindedir.[211]
Şayet besmele çekmek
şart olsaydı, çekilip çekilmediğinde şüphe edilen bu durumda çekilmiş sayılmaz
ve etlerin yenilmesine izin verilmezdi.[212] Şafiiler
bu hadisi bu şekilde yorumlarken başka alimler daha başka şekillerde
yorumlamışlardır:
İmam Malik
"Muvatta" isimli kitabında bu hadisi rivayet ettikten sonra şöyle
demektedir: "Bu İslâm'ın İlk zamanlarındaydı."[213]
Yani bu hadis-i şerif mensuhtur. Zira bu "kesilirken üzerine Allah'ın ismi
anılmayan hayranlardan yemeyin"[214] âyetten
önce zikredilmiştir, daha sonra gelen bu âyet, hadisi nesh etmiştir.
İmam Malİk'in bu
görüşüne katılmayan İbn Abdi'1-Berr ise, şöyle diyor: "Malik'in bu sözü
zayıftır. Bu sözün ne bir delili ne de çıkar bir yolu vardır. Zira hadis-i
şerif Medine'de zikredilmiş ve orada bulunan insanlardan sorulmuştur. Halbuki
bunu neshettiği iddia edilen âyet, Mekke'de nazil olmuştur. Bu nedenle,
hayvanın üzerine besmele sadece teberrük için çekilir. Besmele çekmenin
hayvanın yenilip yenilmemesinde herhangi bir tesiri yoktur. "[215]
Hanefilerin görüşünü
destekleyen Buhârî'nin sarihi Aynî ise, bu hadisin İzahında şunları zikrediyor:
"Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin"[216]
diye buyuran âyetten maksat, besmele çekilmeyerek kesilen her türlü hayvandır.
Fakat unutarak üzerine besmele çekilmeyen hayvanlar, alimlerin ittifakıyla
istisna edilmişlerdir. Üzerlerine kasıtlı olarak besmele çekilmeyenler âyetin
genel hükmüne dahil olarak kalmışlardır. "Bu âyetten asıl maksadın leşler
olduğunu" söylemek doğru değildir. Zira âyeti hakiki manasından çıkarıp
başka bir manaya yorumlamayı gerektiren bir zaruret yoktur. Çünkü leşlerin
haram olduğunu belirten âyetler mev-cuttur.[217]
Hadis-i şerifin ise, bu âyetin inmesinden önce söylendiği zikredilmiştir.
En'am Sûresi'nin Mekke'de inmesi buna engel değildir. Zira Ebu Ab-bas ed-Darir,
"Makamat et-Tenzil" isimli eserinde ayrıca Sa'lebi ve benzeri alimler
de En'am Sûresi'nin altı âyetinin Medine'de nazil olduğunu söylemiş-lerdir.[218]
İbnüİ-Cevzi diyor ki:
Hadisin "... sizler onun üzerine Allah'ın adını anın ve onu yeyin”[219] bölümünden
kastedilen mana: "Sizler yemek yerken besmele çekip onu yeyin"
demektir. Yoksa bu hadisin manası: "Hayvanı kesilirken üzerine besmele
çekilmez ise, etini yerken üzerine besmele çekin. Bu besmele öncekinin yerini
tutar ve kâfidir" demek değildir.[220]
Şevkan bu hadise yorum
yaparak şöyle diyor: "Bu hadisten anlaşıldığına göre, müslümanların çarşı
ve pazarlarda bulunan eşyaların sıhhatli (helal) olduğuna karar verilir.
Müslüman olan bedeviler de aynı hükümdedir. Zira bunlar da genellikle besmele
çekmeyi bilmektedirler. "[221]
Hülasa; Bir hayvan
kesilirken üzerine besmele çekilmesinin meşru olduğu hakkında icma vardır.
Fakat besmele çekmenin şart olup olmadığı alimler arasında İhtilaf konusudur.
Ebu Hanife ve
arkadaşları ile İmam Malik ve İmam Ahmed'den nakledilen tercihe şayan görüşe
göre besmele çekmek şarttır. Fakat unutarak çekmeyenin kestiği yenir.
Davud, Şa'bi bir
rivayette İmam Malik ve Ebu Sevr'e göre kesilen veya avlanan hayvanın üzerine
mutlaka besmele çekilmelidir. Unutularak çekilmemesi halinde dahi o hayvan
yenmez. İmam Ahmed sadece av hususunda bunlara katılmaktadır.
Ebu Hureyre, Tavus,
Şafii bir rivayette İmam Malik ve imam Ahmed bin Hanbel'e göre, kesilen veya
avlanan hayvanın üzerine besmele çekmek sünnettir. Kasten besmele çekmeden
kesenin kestiği bile yenir.[222]
Cumhur ulemaya göre
sahibinin izni olmadan kesilen hayvanın etini yemek caizdir.
Tavus, İkrime, İshak
ve Zahirilere göre ise, böyle kesilen bir hayvanı yemek caiz değildir.
Konu ile ilgili olarak
Resulullah'dan şu hadis-i şerif rivayet edilmektedir: Ensaıdan bir zat diyor
ki: "Resulullah ile bir cenazeye gittik. Resulullah (sav) kabrin başında
İken, kabri kazana "ayak ucunu genişlet, baş tarafını genişlet"
şeklinde tavsiyede bulunuyordu. Resulullah cenaze defninden dönünce, yemeğe
davet eden bir kadının davetçisi onu karşıladı, Resulullah daveti kabul edip
oraya gitti, yemek getirildi. Resulullah onu yemek için elini uzattı, orada
bulunan diğer insanlar da ellerini yemeğe uzatıp yemeğe başladılar...
Sahabeler, Resulullah'ın ağzında lokmayı çiğneyip durduğunu gördüler. Sonra Resulullah
şöyle buyurdu: "Bunu, sahibinden izinsiz olarak alınan bir koyunun eti
olarak buluyorum." Kadın çağırılıp kendisinden durum soruldu. Kadın şu
cevabı verdi: "Ey Allah'ın Rasulü! Bana bir koyun satın alınması için
"Bakia" denen yere birini gönderdim, orada koyun bulamadım. Sonra
koyun satın alan bir komşuma adam göndererek satın aldığı koyunu parasıyla
bana satmasını İstedim, komşumu bulamadılar. Sonra komşumun hanımına adam
gönderdim. O da bu koyunu bana gönderdi." Bunun üzerine Resulullah şöyle
buyurdu: "Sen bunu esirlere yedir.”[223]
Bu hadisin başka bir
rivayeti de şöyledir: "Ensardan bir adam diyor ki: Resulullah ile cenazeye
gittik. Cenazeden dönerken Resulullah'ı yemeğe davet eden Kuıeyşli bir kadının
davetçisi bizi karşıladı. Davetçi: "Ey Allah'ın Rasulü! Filan kadın seni
ve beraberinde bulunan İnsanları yemeğe davet ediyor" dedi. Resulullah
oraya gitti. Biz de onunla gittik. Biz çocuklar, babalarımızın yanında
çocukların oturasi icab eden yerde oturduk. Sonra yemek getirildi. Resulullah
elini uzatıp yemeğe başladı. Onun arkasından diğer insanlar da ellerini uzatıp
yemeğe başladılar. O arada insanlar Resulullah'ın lokmayı ağzında çevirdiğini
ve yutmadığını gördüler. Hemen ellerini yemekten çektiler. Biz çocuklar için
ilk anda uyanamadılar. Sonra hatırlarına geldik, ellerimizi tuttular, öyle ki
adamlar ellerimize vurup lokmaları düşürüyorlardı ve ellerimizi tutmaya devam
ettiler. Resulullah'ın ne yapacağını bekliyorlardı. Resulullah lokmayı
ağzından çıkarıp attı ve şöyle buyurdu: "Sahibinin izni olmadan alman
koyun boğazımda kaldı." Kadın ayağa kalktı ve şöyle dedi: "Ey
Allah'ın Rasulü! Seni ve seninle beraber olanları bir yemekte bir araya
getirmek arzusundaydı m. Bu nedenle Bakia'ya bir adam gönderdim. Orada satılık
koyun bulamadım. Amir bin Abu Vakkas, dün Bakia'dan bir koyun .satın almıştı.
Ben ona bir adam gönderdim ve ona dedim ki: Benim için Bakhfdan bir koyun
bakıldı, fakat bulunamadı. Bana dün bir koyun aldığın söylendi, onu bana
gönder." Fakat gönderdiğim adam onu bulamadı. Ailesini buldu. Ailesi
koyunu benim gönderdiğim adama verdi (o da getirdi). Bunun üzerine Resulullah
şöyle buyurdu: "Bunu esirlere yedirin.”[224]
Bu hadisin diğer bir
rivayeti ise şöyledir: Cabir bin Abdullah diyor ki: Bir zaman Resulullah ve
sahabeleri bir kadının yanından geçmişler ve kadın on-iara bir koyun kesip
yemek pişirmişti. Resulullah vardığı yerden dönünce, kadın: "Ey Allah'ın
Rasulü! Biz yemek yaptık, içeri buyurun ve yeyin" dedi. RasuiuIİah ve
sahabeleri içeri girdiler. Resulullah yemeye başlamadan evvel sahabeler
başlamışlardı. Resulullah bir lokma aldı, onu yutmadı ve şöyle buyurdu:
"Bu sahibinin izni olmadan kesilen bir koyun." Kadın şu cevabı verdi:
"Ey Allah'ın Rasulü! Biz Said bin Muaz ailesinden çekinmeyiz, onlar da
bizden çekinmezler. Onlar bizden alırlar, biz de onlardan alırız."[225]
Görüldüğü gibi hadisin
birinci ve İkinci rivayetlerinde Resulullah koyun yemeden vazgeçmiş ve onun
esirlere yedirilmesini emretmiştir.
Bu hadise yorum yapan
Şevkani şöyle diyor: "Bu hadis, sahibinin izni olmadan kesilenin
yenilmesinin caiz olduğunu gösterir. Cumhur ulema bu görüştedir. Zira Resulullah,
bunu yemeden kaçınmış İse de "bunu esirlere ye-dirin" buyurmuştur.
Eğer bunu yemek helal olmasaydı, esirlere yedirilmesini emretmezdi. Çünkü
onlara da ancak helal şeyleri yedirmek caizdir."[226]
Kanaatimizce hadis-i
seril' cumhurun aleyhine de delil olabilir. Zira Resulullah ve onunla beraber
olan müminler koyundan yememişlerdir. İhtimal ki esirler, müslüman değillerdi.
Müslüman olmayanın İslâmi hükümlerle yükümlü olmadıkları muhakkaktır. Cumhur
ulema, müslümanların kendilerine helal olmayan şeyleri kâfirlere de
yediremeyecekleri noktasından hareket etmişlerdir. Bunun da daha ihtiyatlı
olduğu muhakkaktır.
[1] Müslim, Kil. Siyam, bab: 19, 20 İm. 1081; Neseî, Kit. Siyam, bab: 9, 11; Darimi, Kit. Savın, bab: 2: Müsned, İmanı Ahıned. c. 2, Sh. 282, 415,
409-
[2] Müsned, İmam Ahmed, c. 2, Sh. 422
[3] Müsned, İmam Ahmcd. e. 2, Sh. 456, 430
[4] Neseî, Kil. Siyam, bab: 13; Tirmizi, Kıt. Savın, bab: 5, Hn: 688
[5] Neseî, Kit. Siyam, bab: 12; Müsned İmanı Ahmed, c. 1, Sh. 221; Muvatta,
Kit. Siyam, bab: 1, hn. 3.
[6] Buhârî Kit. Savın b;ıb: 11; Müslim, Kit. Siyam, bab:
2, hn. 1080; Nesei, Kit. Siyanı, bab: 10;
Darimi Kit. Savın bab: 25
[7] Müslim, Kit. Siyam bab: 2 hn. 1080; Nesei, Kit. Siyanı
bab 10; İbn Mace Kit. Siyanı bab: "" hn. 1654.
[8] Müsned İmam Alııned, c. 3, Sh. 42
[9] Müsned, İmanı Ahmed, c. 5, Sh. 42.
[10] Müsned, İmam Ahmed, c. 4, Sh. 23
[11] Ebu Davûd, Kit. Sııvııı, bab: <ı hn. 2326; Nesei,
Kit. Siyam, bab; 13, hn. 2128, 2129.
[12] Tirmizi Kil. Savın, bab: 1. hn. 687, Müstedrek, c. 1,
Sh. 42
[13] Ebû Dâvûd, Kit. Savın, bab: 6, hn. 2325; Müsned İmam Ahmed,
c. 6, Sh. 149; Müstedrek, c. 1, Sh. 423-
[14] Buhari, Kit. Savın, bab: 11
[15] Müslim, Kit. Siyam, bab: 17, İm. 1081; İbn Mace, Kit. Siyanı, bab: 7, hn. 1655; Nesei,
Kit. Siyam, bab: 10; Müsned, c. 3, Sh.
25
[16] Müsned İmam Ahmed, c. 2 Slı. 438, 497
[17] Ebû Dâvûd, Kit. Savın, bab: 7, hn. 2327; Müsned İmam Ahmed, c. 1, Sh. 258
[18] Buhârî, Kit. Savın, bab: 11
[19] Müslim, Kit. Siyanı, bab: 2,4 hn. 1080
[20] Muslini, Kil. Sıvanı, hah; 3 O, hn. 108li; Ebû Dâvûd,
Kir. Savın, bab. 4, hn. 2320; Darimî, Kit. Savm. b;ıb. 5;
Muvatta, Kil. Sıvam. bab. 1
[21] Buhari Şerhi Umdetü'l-Kari c. 10, Sh. 281; Muslini, Şerhi Nevevi, c. 7, Sh. 190
[22] Hakim, Müstedrek c. 1, Sh. 423. Miistedrek'in sahibi
Hakim, bu hadisin Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu ve bunlar
tarafından rivayet edilmediğini söylemiştir.
[23] Ebû Dâvûd, Ki t. Savın. b:ıb. 7, hn. 2342; Darimi, Kil
Savın, bab. 9; Müstedrek o 1, Sh. 423.
[24] Tirmizi, Kil. Savm. bab. 7, hn. «91; İbn. Mace, Kit.
Siyanı, bab: 6, hn. 1652; Ebû Dâuûd, Kit. Savm, bab. 14, hn. 2340. 2341; Nesei,
Kit Siyanı, bab. 9, hn. 2115; Darimi, KİL Savm, bab. 7; Müstedrek, c. 1, Sh. 423.
[25] Ebû Dâvûd, Kit. Savın, bab. 13, hn. 2339; Darakutni, Kit. Siyanı, bab. 12
[26] Darakutni, Kit. Siyanı, bab. 14
[27] Müsned İmam Alımeci c. 4. Siı. 314, c. 5, Sh. 363
[28] Darekutni, Kit. Siyam, bab. 11
[29] İbn Mace, Kit. Siyanı, bab. 6, hn. 1653; Müsned İmam
Alınıed, c. 5, Sh. 57, 58; Darekutni, Kit. Siyanı, bab. 14; Nesei, Kİt. el-'Ideyn, bab. 21.
[30] Müsned İmam Ahnıed, c. 3, Sh. 279
[31] Müsned İmanı Alımed, c. 1, Sh. 28
[32] Müslim, Kit. Siyam, bab. 5, hn. 1087; EbÛ Dâvûd, Kit.
Savın, bab. 9, hn. 2332; Tir-mizi, Kit. Savın, bab. 9, hn. 692; Nesei, Kit.
Savın, bab. 7, hn. 2113; Darekutni, Kit. Siyanı, bab. 21; Müsned İmam Alınıed c. 1, Sh. 306.
[33] Hilal hakkında Hanefi mezhebinin görüşleri için
bakınız:
- Bedai es-Sana'i, c.
2, Slı. 985-989, Matbuam İmam, Kahire
- Serahsi, el-Serahsi, c. 3, Sh. 139-140,
Matbaatu's-Saade, Kahire baskısı.
- Fethu'l-Kadir, c. 2,
Sh. 313-326, Mntbaatu'l-babi'l-Halebi, Kahire baskısı.
- îbnAbidin, c. 2, Sh.
385-391, Matbaatu'l-babi'l-Halebi, Kahire baskısı.
- el-Fetevai'l'Hindiyye, c. 1, Sh. 197-198, Matbaanı Bulak, Kahire
baskısı.
[34] Bkz. Muğni'l-Muhtaç, c. 1, Sh. 420-423.
[35] Bkz. Muğni'l-Muhtac, c. 1, Sh. 420-423.
[36] Bkz. Şerhu'l-Zerkani, Ala Muvatta, c. 2, SH. 152-156,
İstikamet Matbaası, Kahire, baskısı)
[37] İbni Kudame, el-Muğni, c. 3, Sh. 87-90.
[38] Bu mezheple ilgili olarak bkz. Zübdetu'l-Ehkam Sh. 9,
H. 1404 baskısı İran-Tah-ran Sepher matbaası.
[39] A.g.e.
[40] Müslim, Kit.İmare, bab 58. hn. 1851
[41] Ebâ Dâvud, Kit. Cihad, b;ıb 80, hn, 2609
[42] Ebû Dâvûd, Kit. Sünne. bab 8. hn. 4646. 4647; Müsned
İınam Alııned, c. V, Sh. 220
[43] Müsned İmam Ahmed, c. IV, sh. 273
[44] Dârimi, Kit. el-Eşribe bab 8; Mecmau'z-Zevaidc. V, sh.
181
[45] Buradaki "Bu iş"den maksat hilafettir
[46] Buhûrî, Kit. Ahkam, bab 7; Müsned İmam Ahmed c. II,
sh. 29, 93, 128.
[47] Tirmizi, Kit, Fiten, bab 49, hn. 2227
[48] Yani hilafeti
[49] Buharı, Kit. Menakıb, bab 1; Müslim Kit. İmare, bab 1,
3; Müsned, İmanı Ahmed, c. I, sh. 5, 101
[50] Buhârî, Kit. Ahkam, bab 2, Kit. Menakıb, bab 2; Dârimi
Kit. Siyer, bab, 77
[51] Bkz. Bu bölümün "Ulul-Emre İtaat" konusunun
76, 77, 78 nolu hadis-i şerifleri
[52] Bkz. Muhammed Ebu Zehra, Siyasi ve îtikadi Mezhebler
Tarihi, c. I, sh. 95-98
[53] Buhârî, Kit, Fiten, bab 2; Müslim, Kit. İmare, bab 35,
42. hn. 1836; İbnMace, Kit. Cihad, bab 41, hn. 2866; Nesai, Kit. Bey'at, bab 5;
Müsned İmam Ahmed c. V, sh. 321
[54] Buhârî, Kit. Ahkam, bab 43; Müslim, Kit. İmare, bab
41; hn. 1790; Nesei, Kit. Bey'at, bab 1, 2, 3, 4; Müsned İmam Ahmed, c. 5, sh.
314, 316, 319.
[55] Fetih, 10.
[56] M. Ebu Zehra, Siyasi ve İtikadı Mezhebler Tarihi, c.
I, slı. 99
[57] Müslim, Kit. İmare, bab 58, hn. 1851
[58] Şura, 38
[59] Ali İmran. 159
[60] Tirmizi, Kit. Firen, bab 87, hn. 2266
[61] Müslim, Kit, Cihrıd, bal) 83, hn. 1779; Müsned İmanı
Ahmed, c. III, slı. 219, 220, 257. 275
[62] Dârimi, Kit. Rüya bab 12: Müsned İmanı Ahnıed. c. III,
slı. 351
[63] Buhârî, Kit. İtisaın, bab 28
[64] Buharı, Kit. Şehadet. bab 2. 15, Kit. Megazi, bnb 34.
Kit. Tefsir bab. 24, Kit. î'tisam, bab 28; Müslim, Kir. Tevile, bab 56, h.n:
2770 (Müslim'den kısaca), Müsned İmam Alımed, e. VI, slı. 196-198.
[65] Buharı. Kit. Cihad, bab: 149, Kit. İ'tisam, bab 28,
Kit. İstitabe, bab 2; Ebû Dâvûd, Kit. Hudut, bab 1, hn. 4351; Tirmizi, Kit.
Hudud, bab 25, hn. 1458; Nesai, Kit. Tahrimi, bab 14; İbn Mace Kİt. Hudut, bab
2, hn. 2535; Müsned İmanı Alımed, c. 1, sh. 2, 7, 282.
[66] Buhârî, Kit. İ'tisam, bab 28
[67] Buhârî, Kit. Hudut, bab 30.
[68] Bkz. M. Ebu Zehra, Siyasi ve İtikadi Mezhebler Tarihi,
sh. 101.
[69] Ebû Dâvûd, Kit. Edeb, bab 14, hn. 5128; Tirmizi, Kit.
Edeb, bab 57, hn. 2822; İbn Mace, Kit. Edeb, bab 37, hn. 3745
[70] İbn Mace, Kit. Edeb, bab 37, hn. 3747
[71] Müsned İmam
Ahmed, c. IV. sh. 227
[72] Bkz. M. Ebu Zehra, Siyasi ve İtikadi Mezhebler Tarihi,
sh. 102.
[73] Bkz. Tefsir el-Kurtubî, c. IV. sh. 251, 252.
[74] Bkz. Tefsir el-Kurtubi, ç. XIV, sh. 37, 38
[75] Maide, 8
[76] Nisa, 135
[77] Buharı, Kit. Ahkam, bab: 4, Kit. Megazi, bab 59;
Müslim, Kit. İnıare, bab: 40, hn. 1840
[78] Buhârî, Kit. Ahkam, bab: 1; Müslim, Kit. İmare, bab:
39, hn. 1840; Ebû Dâvûd, Kit. Cihad, bab: 87, hn. 2625; Nesei, Kit. Bey'a, bab:
34; hn. 4210; İbn Mace, Kit. Cihad, bab: 40, hn. 2863
[79] Buhârî, Kit. Ahkam, bab: 4; Müslim, Kit. İmare, bab:
38, hn. 1839, 1840;İbn Mace, Kit. Cihad, bab: 40, hn. 2864; Tirmizi, Kit.
Cihad, bab: 29, hn. 1707; Nesei, Kit, bey'a, bab: 34f hn. 4210; Ebû Dâvûd, Kit.
Cihad, bab: 87, hn. 2626; Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 82, 94, 124.
[80] İbn Mace, Kit. Cihad, bab: 40, hn. 2865; Müsned İmam
Ahmed, c. I, sh. 400, c. V, sh. 325, 329
[81] Müslim, Kit. İmare, bab: 21, hn. 142
[82] Müslim, Kit. İmare, bab: 22, hn. 142
[83] Ebû Dâuûd, Kil. İmine, b;ib; 13, hn. 2948; Tinnizi,
Kil. Ahkam, bab: 6, hn. 1332
[84] Nesei, Kir. Dey'a, h;ıb: 30. Kil. Kudah. bab: 5:
Müsned İmanı Alımed, c. II, sh, 448, 476, c. IV, ,sh.2939
[85] Buhâri, Kil. Ahkam, bab: 51; Tinnizi, Kit. Filen.
b:ıb; <ı8, hn. 225; Ebâ Dâvâd, Kit.
İnıare, bab: 8. hn. 2939
[86] Müsned İmam Ahmed, c. V, sh. 267
[87] Tirmizi, Kit. Ahkam, bab; 1. hn. 1325; Ebû Dâuûd, Kir.
Akdiye, bab: 1 hn. 3751; İbnMace,
Kil, Ahkam, bab: 1, hn. 2308
[88] Müslim, Kit İmam, bab: 17, hn. 1825; Müsned İmam
Alımed, c. V, sh. 267.
[89] Müslim, Kit İmam, bab: 17, hn. 1825
[90] Buhârî, Kit. KeiTaıat el-Hyman, bab: 10, Kit. Ahkam,
bab: 5. 6; Müslim, Kit. İnıare, lxıb: 13. hn. 1652; Nesei, Kil. Kadaa, bab: 5.
hn. 5386; Tirmizi, Kit. Nuzur, bab: 5, hn. 1529
[91] Buhârî, Kir. Ahkam, bab: 7: Müslim, Kit. imare, bab:
14. hn. 1733; Nesei, Kit. Edebi/I- Kuda. bal): 4. hn. 5385.
[92] Nisa, 141.
[93] Nisa, 59
[94] Nisa, 34
[95] Buhârî, Kit. Megazi, bab: 82, Kit. Fiten, bab: 18;
Tirmizi, Kit. Fiten, bab: 75, hn. 2262; Nesei, Kit. Kudaa, bab: 8; Müsned İmam
Ahmed, c. V, sh. 43, 47, 50, 51.
[96] Nisa, 59
[97] Bukârî, Kit. Ahkam, bab: 1, Kit. Cihad, bab: 109;
Müslim, Kit. İmare, bab: 32, hn. 1835; Nesei, Kit. Bey'a, bab: 27; İbn Mace, Kit. Cihad, bab: 39, hn.
7859; Müsnedİmam Ahmed, c. II, sh. 253, 270, 313, 387.
[98] Müslim, Kit. Hacc, bab: 311, hn. 1298, Kit. İmare,
bab: 37, hn. 1838; Nesei, Kit. Bey'a, bab: 25; Tirmizi, Kit. Cihad, bab: 28,
hn. 1706; îbnMace, Kit. Cihad, bab: 39, hn. 2861; Müsned İmamAhmed c. IV, sh. 7
[99] Buhârî, Kit. Ahkam, bab: 4; İbn Mace, Kit. Cihad, bab:
39, hn. 2860; Müsned, İmam Ahmed, c. III, sh.
114.
[100] Müslim, Kit. Mesacid, bab: 240; İbn Mace, Kit. Cihad,
bab: 39, hn. 2862.
[101] Müslim, Kit. İmare, bab: 46, hn: 1844; Ebû DâvÛd, Kit.
Fiten, bab: 1, hn. 4248; Nesei, Kit. Bey'a, bab: 25, hn. 4197; İbn Mace, Kit.
Fiten, bab: 10, hn. 3956.
[102] Müslim, Kit. İmam, bab: 53, hn. 1848; Nesei, Kil.
Tahriın, bab: 28; Müsned İmanı Ahmed, c. II, sh. 297, 306, 488.
[103] Bkz. Saadettin Teftazani Akaid Şerhi, sh. 181
[104] Buharı, Kit. İman. bab. 39; Müslim, Kit. Musakat, bab.
107, hn. 1599; Ebû Dâvûd, Kit. Büyü, bab. 1, hn. 3329, 3330; Tirmizî, Kit.
Büyıı, bab. 1, hn. UOS: Nesei, Kit. Büyü, bab. 2, hn. '4458; İbn Mâce, Kit.
Buyu, bab. 1; Müsned İmam Ahmed. c. IV, sh. 267, 270.
[105] Mü'minun, 51
[106] Bakara, 172
[107] Müslim, Kit. İman, bab. 68, hn. 1015; Tirmizî, Kit.
Tefsir el-Kur'an, Sure 2, bab. 36 hn. 2989; Müsned İmam Ahmed, c. II, sh. 328;
Dârimi, Kit. Rikak, bab. 9.
[108] En'am, 145
[109] Maide, 3
[110] A'raf, 157
[111] Müslim, Kit. Sayd, bab. 16, lın. 1934; Ebû Dâvûd, Kit.
Et'ime, bab. 33, hn. 3803; îbn Mâce, Kit. Sayd, bab. 13, hn. 3234; Dârimi, Kit.
Edahî, bab. 18; Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 244, 289, 302, 327, 332.
[112] Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 147
[113] Tirmizî, Kit. Etime, bab. 3, hn. 1478; Müsned İmanı
Ahmed, c. III, sh. 32; Tirmizî Câbir'in bu hadisinin ha sen ve garib olduğunu
söylemektedir.
[114] Ebû Dâvûd, Kit. Et'ime, bab. 33, hn. 3806; Müsned İmam
Ahmed, c. IV, sh, 89, 90
[115] Tirmizî, Kit. Etime, bab. 1, hn. 1474; Müsned İmam
Ahmed, c. IV, sh. 128
[116] Buhârî, Kit. Zebailı, bab. 29, Kit. Tıp, bab. 57;
Müslim, Kit. Sayd, bab. 12, 13, 14,
hn. 1932; Ebû Dâvûd, Kit. Et'ime, bab. 33, hn. 3902; Tirmizî, Kit.
Et'ime, bab. 3, hn. 477, Kit. Siyer, bab. 11, hn. 1560; Nesei, Kit. Sayd, bab.
28; İbnMâce, Kit. Sayd, bab. 13, hn. 3232; Dârimi, Kit. Edahî, bab. 18; Müsned
İmam Ahmed, c. IV, sh. 193, 194.
[117] Müslim, Kit. Sayd, bab. 16, hn. 1933; Tirmizî, Kit.
Et'ime, bab. 3, hn. 1479; Nesei, Kit. Sayd, bab. 28; İbn Mâce, Kit. Sayd, bab.
13, hn. 3233- Tirmizî Ebû Hureyre'nin hadisinin Hasen olduğunu söylemektedir.
[118] Resulullah'ın beyan ettiği yırtıcı hayvanlara ve
kuşlara hangi hayvan ve kuşların girdiğini bilmek İçin fıkıh kitaplarına
başvurmak gerekir.
Hanefilere göre, her et
yiyen hayvan yırtıcı sayılmakta ve eti yeni İnlemektedir. Hatta fil, kedi,
sırtlan, ak tavşan diye adlandırılan Kuzey Afrika faresi gibi hayvanlar, etleri
yenilmeyen yırtıcı hayvanlardan sayılmışlardır.
Şafiilere göre ise, sadece İnsana saldıran leş hayvanları yırtıcı kabul
edilmiştir. Bunlara göre arslan, kaplan, kurt ve benzeri hayvanlar İnsana
saldırdığı için yırtıcı sayılmış, buna karşılık tilki, sırtlan gibi insanlara
saldırmayan hayvanlar yırtıcı sayılmamış ve etlerinin yenilebileceğine hüküm
verilmiştir. iNeylû'l-Evtar, c. VI-II, sh. 131)
[119] Bakara, 173; Enam, 145; NahI, 115.
[120] Maide, 3
[121] Kurtubi Tefsiri, c. II, sh. 223.
[122] Maide, 4
[123] Müslim, Kir. Edahî, bab. 43, 44, 45, hn. 1978; Nesei,
Kit. Edahi, bab. 34; Müsned İmanı Alımed, c. I, sh. 108, 118, 152.
[124] Bk. Müsned, İmam Alımed, c. I, sh. 309, 317. Bu
rivâyet biraz farklıdır.
[125] Neylû'l-Evtar, c. VIII, sh. 158, 159
[126] Müslim, Kit. Hayz, bab. 106, 107, hn. 366
[127] Ettalik el-MuğniAla Darakutni, c. IV, sh. 296;
el-Müstedrek, c. IV, sh. 233, Kit. Zebaih, bab. 1 (Hakim bunun Bulıârî ve
Müslim'in şartlarına uygun olduğunu ve bunlar tanıtından zikıedilmediğini
söylemekte, Talikin sahibi Şemsu'l-Hak İse, bunu, Abdunezzakın eserinde
zikrettiğini söylemektedir.
[128] Darakutni, Kit. Sayd ve Zebaih, bab. 97
[129] Bakara. 173: Enam 145; NahI, 115
[130] Maide 3
[131] Enam 121.
[132] Hanefî mezhebi için bakınız, Bedai'es-Sanûi, c. VI,
sh. 2775 vd.
[133] Safii mezhebi için bk. Muhtaç, Muğni, c. IV, sh. 266
vd.
[134] Bk. İbni Kudeme, Muğni, c. VIII, sh. 567.
[135] İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 132, 133
[136] Maide, 5
[137] Bkz. Alûsî'nin "Ruhu'l-Meâni" tefsiri c. VI.
sh. 64, 65.
[138] Bkz. Zübdetü'l-Ahkam, sh. 185, Tahran Baskısı.
[139] Bkz. Ruhu'l-Meani, c. VI, sh. 64, 65; Kurtubi, c. VI,
sh. 78; Bedai'es-Sanai', c. VI, sh. 2775 ve devamı
[140] Bakara, 78
[141] Ruhu'l-Meani, c. VI, sh. 64, 65; Kurtubi, c. VI, sh.
78; İbn Kudame, Muğni, c. VI-II, s. 517
[142] Adı geçen son kaynağa bakınız.
[143] Bkz. Bedai' es-Sanayi', c. VI, sh. 2775 vd. İbn Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 517; Kurtubi, c. VI, s. 78
[144] Maide, 51
[145] Kurtubi Tefsiri, c. VI, sh. 78; Buharı, Kit. Zebaih,
bab. 22; Bedai es-Sanai', c. VI, sh. 2775 ve
devamı.
[146] Buharı, Kit. Zebaih, bab. 11
[147] Bedai es-Sanai", c. VI, slı. 2775; Tefsir
Ruhu'l-Meani, c. VI, sh. 65.
[148] el-Muhlac, Muğni, c. III. sh. 187, 190.
[149] Mecusilerin aslında ehl-i kitap olup sonra ateşperest
oldukları nakledilmektedir. Abdullah bin Abbas bunlar hakkında şöyle demiştir:
"Parislerin peygamberleri ölünce İblis onlara merusiliçi işlemiştir."
Bk. Ebû Dâvûd, Kti. Haraç, bab. 31, hn. 3042
[150] Buharı, Kıt. Cizye, bab l: Ebû Dâvûd, Kit. Haraç, bab
31, hn. 3043; Tirmizî, Kit. Siyer, b;ıb 31. hn. 1586, 1587.
[151] Sadece Ebu Sevr. Said hin el-Museyyib'den nakledilen
bir görüşe dayanarak bu icınaın dışına çıkmış ve “Mecusilerin kestikleri
hayvanların etlerinin yenileceğini" söylemiştir... / ... Ebu Sevr, bu
görüşe delil olarak, Abdurrahman bin Avf in şu sözünü zikretmiştir.
Abdurrahman b. Avf diyor ki: Resulullah'ın şöyle buyurduğuna ben şehadet ederini:
"Siz onlara ehli kitap muamelesi yapın" (Bkz. Muvatta, Kit, Zekat,
bab. 24, hn.42)
Ebu Sevr'in dışındaki
alimler, bu hadis-i şeriften, "mecusilere cizye alınması bakımından ehli
kitap muamelesi yapın" manasının kastedildiğini beyan etmişlerdir. Zira bu
konudaki başka nasslar, bu neticeyi göstermektedri. Şöyle ki; daha önce de
zik-redildiği gibi İbni Vale es-Sebeî diyor ki: Ben Abdullah bin Abbas'a şunu
sordum: Biz (Kuzey Afrika'da) batıda bulunduğumuz oluyor. Bizim çevremizde
Berberiler ve Mecusiler var. Bunlar bize kesdikleri koçları getiriyorlar. Biz
onların kestiklerini yemiyoruz. Yine onlar bize içine su ve içyağı koydukları
tulumları veriyorlar." Abdullah bin Abbas şu cevabı verdi: "Biz o
tulumları Resulullah'dan sorduk, o bize: Onun temizliği tabaklanmasıdır"
buyurdu. (Bkz. Müslim, Kit. Hayz, bab. 106, hn.366)
Görüldüğü gibi Abdullah
bin Abbas Mecusilerin kestiklerinin yenilmediğini kabul etmekte, fakar deriden
yapılan su kaplarının -tabaklanmaları şartıyla- temizlendiklerini,
Resulullah'dan duyduğunu beyan etmektedir.
Hasan bin Muhammed bin Ali diyor ki: "Resulullah (sav) Hecer
şehrinde yaşayan Mecusilere mektup yazarak onları islâm'a davet etti. Müslüman
olanların İslâm'a girmelerini kabul etti. Mecusilikte ısrar edenleri ise,
kadınlarıyla evlenilmeksizin cizye vermelerini karara bağladı. Bu hadiste de
Mecusilerin hanımlanyla evlenileme-yeceği beyan edilmektedir. Bu hususta bkz.
Tefsir, Ruhu'l-Meanî, c. VI, sh. 65. Bu eserin yazarı Alıısi şöyle diyor: Bu
hadisi Abdurrezzak, İbni Ebu Şeybe ve Beyha-ki, Hasan bin Muhammed bin Ali'den
rivayet etmişlerdir. Bu hadis her ne kadar mürsel ise de ve senedinde, zayıf
biri sayılan Kays bin Rabi bulunuyorsa da, müs-lümanlann bu konuda icma
etmeleri, bu hadisin sıhhatini desteklemektedir." (Bkz. Ruhu'l-Meani, c.
VI, slı. 65).
[152] Maide, 5. Abdullah bin Abbas. âyette zikredilen
"kitap verilenlerin yemekleri" ifadesinden maksadın kestikleri
hayvanlar olduğunu söylemiştir. Buhârî'yi şerheden Bedreddin el-Aynî, Abdullah
bin Abbas'ın âyeti bu şekilde izah ettiğini zikrettikten sonra özetle şöyle
diyor: "İbn Abbas, Ebu Umame, Mücahid, Said bin Cübeyr, İkrime. Ata,
Mekİıul, İbrahim en-Nehaî, Suddi ve Mukatil âyetteki "yemekleri" ifadesinden
kestikleri etlerin kastedildiğini söylemişlerdir. Âyetteki yemekleri ifadesinden
yedikleri bütün yemeklerin kastedilmediği muhakkaktır. Çünkü kitap ehli leş,
kan ve domuz eti gibi, müslümanlara helal olmayan şeyleri de yemektedirler. Bunların
nıüslümanlara helal olmadığı kesindir. O halde âyetteki "yemekleri"
ifadesinden kestikleri, eti yenen hayvanların kastedildiği muhakkaktır."
(Bkz. Umdetü'l-Kari, Şerhu'l-Buhârî, c. II, sh. 118, 119; Tefsir, Ruhu'l-Meanî,
c. VI, sh. 64, 65; el-Kurtubî, c. VI, sh. 76)
[153] Buhârî, Kİt. Zebaih, bab. 22; Kit. Humus, bab. 20;
Kit. Meğazî, bab 38; Müslim, Kit. Cihâd, bab: 73, hn. 1772
[154] Müslim, Kit. Cilıad, bab. 72, hn. 1772; Ebû Dâvûd,
Kit. Cihâd, bab. 137, hn. 2701; Müsned, îmanı Ahmed, c. IV, sh. 86, c. V, sn.
65; Nesei, Kİt. Danaya, bab. 38, hn. 4440; Darimi, Kit. Siyer, bab. 56, hn.
2503.
[155] Umdetu'l-Kari, c. 15, Sh. 78
[156] Tefsir el-Kurtubl, c. VI, sh. 78; Buhârî, Kit. Zebaih,
bab. 22; İbn Kudame, Muğni, c, VIII, sh. 568; el-Muhtaç, Muğni, c. IV, sh.
266-273; Tefsir, Ruhu'l-Meani, c. VI, sh. 64, 65; Bedai es-Sanai', c. VI, sh.
2775, 2830.
[157] Bugün İran, İrak, Pakistan ve diğer İslâm ülkelerinde
bulunan Şii mezhebine mensub olanların çoğu "şii-imamiye" diye
adlandırılan gruba dahildirler. (Bkz. Ebu Zehra, Itikadi Mezhebler Tarihi, Sh.
57)
[158] Ma ide 5
[159] Bkz. Zübdetü'l-Ahkam, sh. 185, Adıgeçen kaynakta şöyle
denilmektedir: Hayvanı kesenin müslünıan olması veya müslümanlardan doğan çocuk
gibi nıüslünıan hükmünde biri olması şarttır. Bütün İsîâmî fırkaların kesdiği
yenir. Ancak düşmanlık besleyenler hariçdir. Yani ehli beyte düşmanlık
besleyenlerin kestiği yenmez-Kesenin erkek olması veya ergenlik çağına erişmiş
olması şart değildir. Bu konu ile ilgili olarak ayrıca bkz. Tefsir
Ruhu'l-Meanî, c. VI, sh. 64, 65.
[160] Tefsir el-Kurtubi, c. VI, sh. 78; Tefsir Ruhu'l-Meani,
c. VI, sh. 64; İbni Kudame, Muğni c. VIII, sh. 517; Bedai's-Sanai', c. VI, sh.
2776.
[161] Bakara, 78;
[162] İbni Kudame. Muğni, c. VIII, sh. 517.
[163] İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 517; Ruhu'l-Meani, c.
VI, sh. 64; el-Kurtubî, c. VI, sh. 78.
[164] İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 567. İmam Malik ise
"Ey İman edenler. Şüphesiz ki Allah sîzi, elinizin ve oklarınızın
ulaşacağı bir kısım avlar ile imtihan eder..." (Maide, 94) âyetinde Allah
Teala yahudi ve hıistiyanlan zikretmediğini, bu itibarla bunların
avlandıklarının yenilemeyeceğini söylemiştir. (Bkz. Tefsir el-Kurtubî, c. VI,
sh. 72)
[165] En'am, 146
[166] Maide 5
[167] Bkz. İbn Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 581, 582; Tefsir
el Kurtubi, c. VI, sh. 77.
[168] Bkz. el-Muluac, Muğni, c. IV. sh. 266
[169] Müslim, Kit. CiİKid, bab. 72, hn. 1772: Ebû Dâvûd,
Kit. Cihad, bab. 137, hn. 2702; Nesei, Kit. Dahaya, bab. 38, lın. 4440; Dârimî,
Kil. Siyer, bab. 56, hn. 2503; Müsned, İncini Abmcd, ç. IV, sh. 86; c. V, sh. 65.
[170] Buhârî, Kil. Cihad, bab. 149. Kit. İtisam, bab. 28,
Kit. İstitabe, bab. 2; Ebû Dâvûd,Kit. Hudud, bab. 1, hn. 4351; Tirmizî, Kit.
Hudud, bab. 35, hn. 1458; Nesei, Kit.Tahrim, bab. 14; İbn Mace, Kil. Hudud,
bab. 2, lın. 2535; Müsned, İmanı Ahmed,c. 1, sh. 2, 7, ZS2, 283.
[171] Bkz. Bedai's-Sanai, c. IV. slı. 2776; İbni Kudame,
Muğni, c. VIII, sh. 564, c. VIII, sh. 132.
[172] Bkz. Bedai es-Sanai, c. VI, sh. 2777.
[173] Ali îmran, 85
[174] Bkz. Bedai es-Sanai, c. VI, slı. 2776; İbni Kudame,
Muğni, c. VIII, sh. 573, 581.
[175] el-Muhtac, Muğni, c. IV, sh. 267; İbni Kudame, Muğni,
c. VIII, sh. 581.
[176] Adı geçen son kaynak
[177] Bakara, 171; Nahl, 115
[178] En’am, 145
[179] Maide, 3
[180] Müslim, Kit. Edahi, bnb. 43, 44, Ay. hn. 19^8; Nesei,
Kit. Edahi, bab. 34; Müsned, İmam Ahıııed, v. 1, sh. 1U8, 118, 152
[181] Bkz. Müslim Şerhi Nevevi, c. XIII, slı. 141.
Kahire-Mısır bnskısı.
[182] Bkz. Bedai's-Sanai, c. VI, sh. 2777
[183] Bkz. el-Muhtac, Muğni, c. IV, sh. 273
[184] En'am, 121
[185] Bakara, 173
[186] Maide, 3
[187] Bkz. İbni Kudüme, Muğni, c. VIII, sh. 581-582
[188] Maide, 3
[189] En'am, 118
[190] İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 568-569
[191] Enam, 121
[192] el-Kurtubi, c. VI, sh. 76
[193] Bkz. Buhârî, Kit. Zebaih, bab. 22
[194] Fatır, 18
[195] En'am, 121
[196] Hac, 36
[197] Buhârî, Kit. Vudu, bab. 33, Kit. Zebaih, bab. 2, 7,
10; Tirmizî, Kit. Sayd, bab. 6, hn. 470; İbn Mâce, Kit. Sayd, bab. 3, hn. 3208
[198] Buhârî, Kit. Buyu', bab. 3; Müslim, Sayd, bab. 3, 5,
hn. 1929: Ebü Dâvâd, Kit. Sayd, bab 2, hn. 2854; Nesei, Kit. Sayd, bab 2, 7.
[199] İbn Mâce, Kit. Talak, bab. 16, hn. 2045;
Mecmau'z-Zevaid, c. VI, sn. 25- Bu hadisin kritiğini yapan Heysemi şöyle diyor:
Bu hadisi Taberani "Evsat" isimli kitabında rivayet etmiştir.
Ravilerin arasında Muhainmed bin Musaffa da bulunmaktadır. Ebu Hatim ve
başkaları bu zatın güvenilir biri olduğunu söylemişler, fakat aleyhinde
konuşanlar da vardır. Ancak bu konuşulan şeyler ona zarar vermeyecek niteliktedir.
Hadisin diğer ravileri İse sağlamdır. (Adı geçen son kaynak)
[200] Darakutni, Kit. Zebaih, bab. 98, c. IV, $h. 296
Daru'l-Mahasın/Kahire. Bir kısım hadis alimleri, bu nassın Abdullah bin
Abbas'ın sözü olduğu, bunu Resulullah'a isnadın yanlış olduğunu söylemişlerdir.
Nitekim Buhârî bu nassı Abdullah bin Abbas'ın sözü olarak şu şekilde
nakletmiştir: "İbni Abbas'dan şöyle rivayet edilir: "Kim unutarak
Allah'ın adını anmadan bir hayvanı keserse, onu yemenin bir mahzuru yoktur.
(Bııhâri, Kit. Zebaih, bab. 15)
Abdürrezzak da eserinde
bu nassı Abdullah bin Abbas'a dayandırarak onun şöyle dediğini rivayet
etmektedir: ... / ... .../... "Şüphesiz ki müslümanda Allah'ın ismi
mevcuttur. Eğer bir hayvan keser ve üzerine Allah'ın ismini anmayı unutur ise,
onu yeytn. Şayet bir mecusi hayvanı keser ve Allah'ın ismini anar ise onu
yemeyin." (Darakutni, Haşiyesi, c. IV, sh. 296
Darakutni de aynı nassı
Abdullah bin Abbas'a dayandırarak onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Eğer bir müslüman bir hayvanı keser de üzerine Allah'ın ismini anmaz ise,
onu yeyin, zira müslümanda Allah'ın İsimlerinden biri mevcuttur. (Darakutni,
Kit. Sayd, bab. 96)
[201] Darakutni, Kit. Sayd, bab. 94, c. IV, sh. 295;
Mecmau'z-Zevaid, Kit. Sayd, bab. 5, c. IV, sh. 30. Darakutni bu hadisi rivayet
ettikten sonra, bunun ravilerinden biri olan “Mervan bin Salimin zayıf biri
olduğunu" söylemiştir. Darakutni sarihi Şemsü'1-Hak İse "İmam Ahıned
ve başkaları Mervan'ın güvenilir biri olmadığını, Buhâri, Müslim ve Ebu Hatim
de bu zatın hadisi reddedilen biri olduğunu, Neseİ ise bu kişinin hadislerinin
terk edildiğini söylemiştir" demektedir. (Bkz. Birinci kaynağın Haşiyesi,
c. IV, sh, 295)
Bu hadise yorum yapan Heysemİ de şöyle diyor: "Bu hadisi Taberânî
"Esved* isimli kitabında zikretmiştir. Ravilerin İçinde Mervan bin Salim
el-Gıfarî bulunmaktadır. Bu zat hadisi terk edilen biridir." (Bkz. A.g.e)
[202] İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 540-541.
[203] En'am, 145
[204] En'am, 121
[205] Maide, 3
[206] Maide, 5
[207] Buhârî, Kit. Zebaih, bab. 21, Kit. Biiyu, bab 5; İbn
Mâce, Kit. Zebaih, bab. 4, fin. 3174
[208] Buharı, Kit. Tevhid, bab 13
[209] Ebû Dâvûd, Kit. Edahi, bab 19, hn. 2829
[210] Nesei, Kit. Dahaya, bab. 39, hn. 4441
[211] Muvatta, Zebaih, bab 1
[212] Muhtaç, Muğni, c. IV, slı. 266-273'e bakınız
[213] Muvatta, Kit. Zebailı, bab. 1
[214] Enam, 121
[215] ez-Zerkanî, c. III, sn. 80
[216] En'am, 121
[217] Bkz. Bakara, 173; En'am. 145; Maide, 3; NahI, 115
[218] Bkz. Umdetü'l'Kari. c. XXI. sh. 118, Kit. Zebaih. bab
21
[219] Buhârî, Kit. Zebaih, bab. 21
[220] Umdetü'l-Kari, c. XI, sh. 172, 173
[221] Neylü't-Evtar, c. VIII, sh. 158
[222] Bu konuyla ilgili olarak bkz.
- Hanefi mezhebi için;
Bedai's-Sanai, c. VI, sh. 2775-2782.
- Şafü mezhebi İçin;
Muhtaç, Muğni, c. IV, sh. 266-273
- Hanbeli mezhebi için;
İbnİ Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 540, 541, 565-
- Maliki mezhebi için; el-Kurtubî, c. VII, sh. 74-77, Şerh ez-Zerkânl,
c. III, sh. 80. Ayrıca bakınız: Neylü'l-Evtar, c. VIII, sh. 152, 158.
[223] EbûDâvûd, Kil- Büyü, bab. 3. hn. 3332
[224] Müsned İmam Ahmed, c. V, sh. 294
[225] Müsned, İmam Ahmed, c. III, sh. 351
[226] Neylü'l-Evtar, c. VIII, sh. 159.