6. BÖLÜM... 2

1. HİLALİN GÖRÜNMESİ 2

2. HALİFELİK.. 2

3. İSLÂM'DA HELAL BESİNİN GEREKLİLİĞİ 2

Ramazan Orucunun Başlangıç ve Bitiş Tarihlerinin Ancak Hilalin Görülmesiyle Tesbit Edileceğini 2

Belirten Hadisler: 2

Şaban Ayının Dikkatle Hesaplanması Hakkındaki Hadisler: 3

Hilalin Görülmemesi Halinde Ramazan Orucunun Otuz Güne Tamamlanacağını Bildiren Hadisler: 4

Bir Kameri Ayın Yirmidokuz veya Otuz Gün Olabileceğini, Bundan Fazla veya Eksik Olamayacağını 4

Belirten Hadisler: 4

Ramazan Hilalini Görmede Tek Kişinin Şahitliğinin Yeterli Oluşunu Bildiren Hadisler: 5

Şevval Hilalini Tesbitte İki Şahidin Gerekliliği Hakkındaki Hadisler: 6

Hilalin Görünmesi Hakkında Mezheblerin Görüşleri: 7

Hanefi Mezhebi: 7

1.  Ramazanın Başlamasını Tesbit: 7

2.  Ramazanın Bitişini Tesbit: 8

Şafii Mezhebi: 9

Maliki Mezhebi: 10

Hanbeli Mezhebi: 10

2. HALİFELİK.. 11

1. Hilafetin Gerekliliği: 11

2. Hilafetin Geleceği: 11

3. Halifede Aranan Şartlar: 12

A. Halifenin Kureyş Kabilesinden Olması: 12

B. Halifeye Biat Edilmesi Gerekir: 13

C. Halifenin İstişare İle Seçilmiş Olması 14

a. İstişarenin Gerekliliği: 14

b. Şura Ehli ve Şekli 16

c. Hulefa-ı Raşidin'in Seçilmelerinde Başvurulan İstişare Şekilleri: 17

Hz. Ebu Bekir'in Seçilmesi: 17

Hz. Ömer'in Seçilmesi: 17

Hz. Osman'ın Seçilmesi: 17

Hz. Ali'nin Seçilmesi: 18

İstişare Neticesinin Bağlayıcı Olup Olmaması: 18

Sahabenin İstişare Ederek Sonuca Bağladıkları Bazı Örnekler: 18

D. Halifenin Adil Olması: 19

Adaletli Olmayan Emire (İdareciye) İtaat Yoktur. 19

Zalim idarecinin Ahirette de Akıbeti: 20

İdareciliğin Gayet Zor Bir Meslek Oluşu: 21

E. Halifenin Sevk Ve İdareyi Bilmesi: 21

F- Halifenin Veliyyul Emr Olmak İçin Gerekli Sıfatlara Sahip Olma İşi: 22

G. Ulu'l-emre İtaat: 23

Özetle Halifenin Vazifeleri Şunlardır: 24

3. İSLÂM'DA HELAL BESİNİN GEREKLİLİĞİ 24

1. Hayvanın, Eti Yenen Bir Hayvan Olması Şartı: 25

2. Hayvanı Kesen, Avlayanın Müslüman veya Ehli Kitap Olması Şartı: 26

Bu Konuda Mezheblerin Görüşleri: 28

Kimler Ehli Kitaptır; 29

Ehli Kitabın Kestiği Veya Avladığı Hayvanların Hükmü: 31

3- Müslüman ve Ehli Kitabın Dinlerini Değiştirmemeleri Şartı: 33

4. Müslüman ve Ehli Kitabın Akıllı ve Temyiz Gücü: 34

5- Hayvanın Allah İçin Kesilmesi veya Avlanması Şartı 34

6. Kesilen, Avlanan Hayvanın Üzerine Allah'ın Adının Anılması: 37

1. Hanefi, Hanbeli ve Maliki Mezheblerinde Meşhur Görüşlere Göre: 38

2. Şafii, Hanbeli, Maliki Mezheblerinden Meşhur Olmayan Görüşler: 40

7- Sahibinin İzni Olmadan Kesilen Hayvanın Hükmü: 42

 

6. BÖLÜM

 

1. HİLALİN GÖRÜNMESİ

 

2. HALİFELİK

 

3. İSLÂM'DA HELAL BESİNİN GEREKLİLİĞİ

 

Bu konuda Hz. Ebu Hureyre, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, Hz. Abbas'ın oğ­lu Abdullah, Hz. Cabir, Hz. Aişe, Hz. Huzeyfe, Hz. Ömer, Hz. Enes, Hz. Ebu Bekre ve Hz. Ta'lik b. Ali gibi pek çok sahabî, Resulullah (sav)'den birçok hadis rivayet etmişlerdir.

Günümüzde önemli bîr mesele olması sebebiyle, özetle şunları zikretmek­te fayda mülahaza edilmiştir.

 

Ramazan Orucunun Başlangıç ve Bitiş Tarihlerinin Ancak Hilalin Görülmesiyle Tesbit Edileceğini  

 

Belirten Hadisler:

 

a. Ebu Hureyre (r.a), Peygamber efendimiz (sav)'in şöyle buyurduğunu söyler: Ramazan orucunu hilali gördüğünüzde tutun. Hilali gördüğünüz­de açın. Şayet hava kapalı olursa, (ayın tesbİtine mani olursa) otuzu sayın.”[1]

Diğer bir rivayette "...Sayıyı otuza tamamlayın.”[2]

Başka bir rivayette: "Hilali görmedikçe orucu tutmayın. Hilali görmedik­çe orucu bozmayın. Hilali gördüğünüzde orucu tutun. Hilali gördüğünüz­de orucu açın. Şayet hava kapalı olursa, (hilalin görülmesine engel olursa) otuz günü sayın.”[3]

b. Abdullah b. Abbas (r.a), Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Orucu Ramazandan önce tutmayın. Orucu hilali gördüğünüzde tu­tun. Hilali gördüğünüzde açın. Şayet hilalin görülmesine bulut mani olur­sa, otuz günü tamamlayın.”[4]

Diğer bir rivayette: Abdullah b. Abbas der ki: Ramazan ayından önce oru­ca başlayanlara şaşarım. Halbuki Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Orucu, hi­lali gördüğünüzde tutun ve hilali gördüğünüz zaman açın. Şayet hava ka­palı olursa, (hilali görmenize mani olursa) sayıyı otuzgüne tamamlayın.”[5]

c. Abdullah b. Ömer (r.a)'dan, Resulullah (sav)'m, Ramazanı anlatarak şöy­le buyurduğu rivayet olunur: "Hilali görmedikçe orucu tutmayın. Hilali gör­medikçe orucu açmayın. Şayet hava kapalı olursa (hilali görmenize mani olursa), görüldüğü gibi kabul edin.”[6]

Diğer bir rivayette Abdullah Resulullah'ın şöyle buyurduğunu İşittim, der: "Hilali gördüğünüzde orucu tutun. Hilali gördüğünüzde onu açın. Şayet hava kapalı olursa görüldüğünü kabul edin."[7]

d. Cabir b. Abdullah (r.a) der ki, Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Hila­li gördüğünüzde orucu tutun. Hilali gördüğünüzde onu açın. Şayet hava ka­palı olursa (hilali görmenize mani olursa) otuzu sayın.”[8]

e. "Ebu Bek re (r.a)'den, Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivayet edi­lir: "Hilali gördüğünüzden dolayı orucu tutun. Hilali gördüğünüzden dola­yı onu açın. Şayet hava kapalı olursa, (hilali görmenize mani olursa) sayı­yı otuza tamamlayın. "[9]

f. Ta'lik b. Ali der ki, Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Hilaligördüğünüz zaman orucu tutun. O'nu gördüğünüz zaman orucu açın. Şayet hava kapa­lı olursa, (onu görmenize mani olursa) sayıyı tamamlayın.”[10]

g.  Huzeyfe el-Yeman (r.a), Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu söyler: "Hilaligörmedikçe veya sayıyı (Şaban ayının sayısını) tamamlamadıkça ay gelmeden önce oruca başlamayın. Sonra hilali görünceye veya sayıyı (Rama­zan ayının sayısını) tamamlayıncaya kadar orucu tutun."[11]

 

Şaban Ayının Dikkatle Hesaplanması Hakkındaki Hadisler:

 

a. "Ebu Hureyre (r.a), Rasuiullah'ın (sav) şöyle buyurudğunu rivayet edi­yor: "Ramazan ayı için Şaban ayının hilalini hesaplayın."[12]

b. "Hz. Aişe (r.anh) şöyle buyuruyor: "Resulullah (sav), Şaban ayının hi­laline gösterdiği titizliği başkasına göstermezdi. Sonra hilali görünce (Rama­zan) orucunu tutardı. Şayet hava kapalı olursa, (O'nun görülmesine mani olur­sa) otuz günü sayar, sonra oruç tutardı."[13]

c. Ebu Hureyre (r.a), Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu söyler: "Orucu, hilali gördüğünüzde tutun ve onu gördüğünüzde açın. Şayet hava ka­palı olursa, (görmenize engel olursa) Şaban ayının sayısını otuza tamam­layın.”[14]

 

Hilalin Görülmemesi Halinde Ramazan Orucunun Otuz Güne Tamamlanacağını Bildiren Hadisler:

 

a. Ebu Hureyre (r.a), Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Hilali gördüğünüzde orucu (Ramazan orucunu) tutun. Hilali gördü­ğünüzde orucu açın (bitirin). Şayet hava kapalı olursa, (hilali görmenize ma­ni olursa) otuz gün oruç tutun."[15]

b. Ebu Hureyre (r.a), Resulullah (sav)'dan şu hadis-i şerifi rivayet ediyor: "Önceden devam eden bir orucunuzun tesadüf etmesi hariç, Ramazan'dan bir veya iki gün önce oruca başlamayın. Hilali gördüğünüzde oruç tutma­ya başlayın. Hilali gördüğünüzde orucu açın. Şayet hava kapalı olursa (hi­lali görmenize mani olursa) otuz günü tamamlayın, sonra orucu açın.”[16]

c. Abdullah b. Abbas (r.a), Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu söylü­yor: "önceden devam eden bir orucunuzun tesadüf etmesi hariç, Rama­zan'dan bir veya iki gün önce oruç tutmaya başlamayın. Orucu, hilali gör-düğnüüzde tutun ve hilali gördüğünüzde açın. Şayet bulut hilalin görülme­sine mani olursa sayıyı otuza tamamlayın. Sonra orucu bozun. Ay yirmido-kuzdur." İmam Ahmed: 'Yani, ay eksiktir' şeklinde tefsir etmiştir.[17]

Bir Kameri Ayın Yirmidokuz veya Otuz Gün Olabileceğini, Bundan Fazla veya Eksik Olamayacağını

 

Belirten Hadisler:

 

A. Abdullah b. Ömer (r.a), Resulullah (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Ayın yirmidokuzuncu gecesi olunca, hilali görmeden orucu tutma­yın. Hilali görmeden orucu açmayın. Şayet hava kapalı olursa, (görmeni­ze mani olursa) sayıyı otuza tamamlayın.”[18]

B. Diğer bir rivayette Abdullah şöyle der: Resulullah (sav), Ramazan'dan bahsetti. İki elini birbirine vurarak: "Bir ay şöyle şöyle ve şöyledir" dedi. Üçün­cü defasında başparmağını kapattı ve şöyle buyurdu: "Orucu hilali gördü­ğünüzde tutun ve hilali gördüğünüzde açın. Şayet hava kapalı olursa, (si­ze engel olursa) ayı otuza göre takdir edin”[19] Görüldüğü gibi, Resulullah iki elini üç defa birbirine vurarak oruç günlerinin sayısını parmaklarla ifade et­miştir. Üç kere onun otuz olduğuna göre, orucun da otuz olduğu ortaya çık­maktadır. Ancak Resulullah son defasında baş parmağını kapatarak günlerin sayısının yirmidokuz da olabileceğini beyan etmiştir.

C. Abdullah'dan nakledilen diğer bir rivayet ise şöyle varid olmuştur: "Bir ay yirmidokuz olur. Hilali görmeden orucu tutmayın. Ve hilali görmedikçe orucu açmayın. Şayet hava kapalı olursa (görmenize engel olursa), O'nu tak­dir edin."[20] Bu lıadis-i şerifte zikredilen "Onu takdir edin" ifadesinden ne­yin kastedildiği hususunda alimler ihtilaf etmişlerdir:

a. İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ebu Hanife, selef ve haleften cumhur ulema, diğer hadisleri de göz önünde bulundurarak, bunun manasının "Şa­yet hilali göremezseniz, ayı tam sayı olan otuza göre takdir edin" olduğunu söylemişlerdir.

b. İmam Ahmed b. Hanbel ise, "Şayet hilali göremezseniz, onun bulut al­tında olduğunu takdir edin" manasını ifade ettiğini bildirmiş ve ayın yirmi-dokuzunda hava açık olur da hilal görülmezse, otuza tamamlanacağını, bu­na mukabil hava bulutlu veya sisli olur da görülmezse, bu hadise göre hila­lin var sayılacağını ve o ayın yirmidokuz kabul edileceğini söylemiştir.

c. İbn Şureyh, İbn Kuteybe gibi üçüncü bir kısım alimler ise, buradaki "O'nu takdir edin" ifadesinden, ''Şâyel hilali göremezseniz, astronomik he­saplara göre onu takdir edin" anlamının kasdedildığini ileri sürmüşler, ancak bu görüşleri alimler tarafından kabul görmemiştir. Çünkü diğer bir rivayet­te:

"...Şayet hilali görmenize kava durumu mani olursa, ayın sayısını otu­za göre takdir edin" diye varid olmuştur.[21]

Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Ramazan ayının başlangıç ve bitiş tarihlerinin tesbitinde başvurulacak yol, hilale bakmaktır. Hilal gö­rülmediği takdirde, birinci görüşe göre bu ayın otuz olduğu takdir edilecek; ikinci görüşe göre, hilalin bulutlar allında var olduğu farzedilecek ve üçün­cü görüşe göre ise, astronomik hesapların takdirine başvurulacaktır. Bu son görüşün kabule şayan olmadığı belirtilmiştir. Dolayısıyla her şeyi bırakıp tak­vim hesaplarını esas almak fevkalade yanlıştır. Bundan derhal vazgeçmek ge­rekir.

D. Abdullah b. Ömer (r.a), Rasukıliah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah, hilalleri, vakitleri bildiren vasıtalar kıldı. Hilali gördüğünüz­de orucu tutun. Hilali gördüğünüzde orucu açın. Şayet hava kapalı olursa,

 (buna mani olursa) takdire çalışın ve bilin ki, bir kameri ay otuz günden faz­la olmaz.”[22]

 

Ramazan Hilalini Görmede Tek Kişinin Şahitliğinin Yeterli Oluşunu Bildiren Hadisler:

 

Ramazan orucunun başladığını tesbit için tek kişinin hilali gördüğüne da­ir şahitliği, şu hadis-i şeritlere dayanılarak yeterli görülmüştür:

a. Nafi', Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: İnsanlar, hilali izliyorlardı. Ben, Rasukıliah (sav)'a O'nu (hilali) gördüğümü haber verdim. Bunun üzerine Resulullah oruç tuttu ve insanlara oruç tutma­larını emretti.[23]

b. İkrime, Abdullah b. Abbas'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Bîr bedevi, Resulullah'a geldi. "Ben hilali gördüm" dedi. Resulullah: «Lailahe il­lallah Muhammedürresulullah'a (Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muham-med'in Allah'ın Rasulü olduğuna) şahidlik eder misin» dedi. Bedevi; «evet» dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz: «Ey Bilal, insanlara bildir de ya­rın oruç tutsunlar» dedi."[24]

Tirmizi, bu hadis-i şerifi rivayet ettikten sonra şunları söylüyor: "İlim eh­linin çoğu bu hadisle amel ederek, oruç tutmak için yalnız bir kişinin şahit­liği makbuldür demişlerdir. Nitekim İbnü'l-Mubarek, Şafii, İmam Ahmed ve Küfe ehli bu görüştedir. Buna mukabil orucun bozulması için en az İki ki­şinin şahitliğinin gerekli olduğunda ihtilaf yoktur, ittifak vardır."

 

Şevval Hilalini Tesbitte İki Şahidin Gerekliliği Hakkındaki Hadisler:

 

Aşağıda zikredilen hadis-i şerifler, Ramazan'ın bittiğini gösteren. Şevval hilalini tesbitte iki şahidin gerekli olduğunu ifade etmektedirler:

a. Rib'i b. Haraş. Peygamber efendimizin sahabelerinden birinin şöyle bu­yurduğunu rivayet eder: 'İnsanlar, Ramazan'ın son günü hakkında ihtilafa düş­müşlerdi. Bu sırada iki bedevi geldi ve "Dün akşam hilali gördük' diyerek Ra-sulullah'ın yanında Allah'a yemin edip şahidlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah, insanların orucu bozmalarını emretti.[25]

b. Bu ravilerden nakledilen ikinci bir rivayet şöyledir: Resulullah (sav), Ramazan'ın otuzuncu gününü tamamlamak üzere oruçlu iken sabahleyin iki be­devi geldi. Allah'tan başka ilah olmadığına ve dün hilali gördüklerine dair şa­hitlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah emretti ve insanlar orucu bozdular.[26]

c. Yine aynı ravilerden nakledilen üçüncü bir rivayet şöyledir: İnsanlar, Ramazan'ın otuzuncu gününü tamamlamak üzere oruçlu İken, iki bedevi gel­di ve dün akşam hilali gördüklerine dair şahidlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah (sav) emretti, insanlar da oruçlarını bozdular.[27]

Rib'i b. Haraş, aynı hadisi, Ebu Mes'ud el-Ensarî'den rivayet ederek şöy­le söylediğini nakletti: Biz, Ramazan'ın otuzuncu gününün sabahında idik. İki bedevi geldi ve Resulullah'ın huzurunda, dün hilali gördüklerine dair şa-hidlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah emretti, insanlar da oruçlarını bozdu­lar.[28]

d. Ebu Umeyr b. Enes der ki: Resulullah'ın sahabilerinden olan Ensar ka­bilesine mensup amcalarım şu hadisi rivayet ederek dediler ki: Havanın el­verişsizliği yüzünden Şevval ayının hilalini göremedik ve oruç tutuyorduk. Gündüzün geç vakitlerinde bir kafile geldi. Dün hilali gördüklerine dair şa­hitlik ettiler. Bunun üzerine Rasuluilah (sav), İnsanların oruçlarını bozmala­rını ve ertesi gün bayram namazına gitmelerini emretti.[29]

e.  Hz. Enes (r.a)'den şu hadis-i şerif rivayet edilir: Enes'in amcaları Rasu-iullah'ın huzurunda hilali gördüklerine dair şahidlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah (sav), insanlara oruçlarını bozmalarını ve ertesi gün bayram na­mazına gitmelerini emretti.[30]

f. Abdurrahman b. Ebu Leyla şöyle der.- Ömer (r.a)'le beraber bulunuyor­duk. O'na bir adam geldi ve 'Şevval hilalini gördüm' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a), "Ey insanlar orucunuzu bozun' dedi...[31]

Her ne kadar Hz. Ömer (r.a)'den rivayet edilen bu haber tek kişinin şa­hitliği ile de Ramazan orucunun bozulabileceğini ifade ediyorsa da, diğer ha­dislerde İki veya daha çok kişinin şahitliği beyan edildiğinden, Ramazan oru­cunun sona erdiğine karar vermek için, en az İki şahidin gerektiği hükmü­ne varılmıştır.

Bununla beraber, tek kişinin şahitliğini kabullenen mezhepler de yok de­ğildir.

Hilalin Görülmesinin Beldeden Beldeye Değişmesi: Hilalin görülmesinin beldeden beldeye değişik olabileceği görüşünde olan alimler, aşağıdaki hadis-i şerifi delil göstermişlerdir:

Kureyb der ki: Ummü'1-Fadl bint Haris, beni Şam'da bulunan Muavi-ye'ye gönderdi. Şam'a vardim. Ummii'l-Fadl'ın isteğini yerine getirdim. Ben, Şam'da İken, Ramazan ayı başladı. Cum'a gecesi bizzat ben de hilali gördüm. Sonra, Ramazan ayının sonuna doğru Medine'ye döndüm. Abdullah b. Ab-bas (r.a) bana, bazı şeyler sordu. Sonra hilalden bahsetti ve dedi ki: 'Hilali ne zaman gördünüz?' Cum'a gecesi gördük dedim. 'Sen de gördün mü?' de­di, evet insanlar da gördüler ve oruç tuttular. Muaviye de oruç tuttu dedim. Abdullah b. Abbas: 'Fakat biz O'nu (hilali) Cumartesi günü gördük, otuz gü­nü tamamlayıncaya veya O'nu (Şevval hilalini) görünceye kadar oruç tuta­cağız' dedi. 'Muaviye'nin görmesi ve oruç tutması senin için yeterli değil mi?' dedim, 'Hayır, kâfi değil. Resulullah bize böyle emretmişti' dedi."[32]

 

Hilalin Görünmesi Hakkında Mezheblerin Görüşleri:

 

Hanefi Mezhebi:

 

Bu mezhepten olan alimler, hilalin görülmesi hususunda havanın açık olup- olmaması arasında fark gözeterek özetle aşağıdaki görüşleri beyan et­mişlerdir:

 

1.  Ramazanın Başlamasını Tesbit:

 

Şaban ayının yirmidokuzuncu günü, güneşin batması anında İnsanlar hi­lali araştırmaya çıkarlar:

a.  Hilali görürlerse, ertesi gün Ramazandır.

b. Hava bulutlu veya dumanlı olur da hilali göremezierse, Şaban ayını otuz güne tamamlarlar ve sonra oruca başlarlar.

 

2.  Ramazanın Bitişini Tesbit:

 

Ramazan ayının yirmidokuzuncu günü, güneşin battığı vakit Şevval ayı­nın hilali araştırılır:

A. Hilal görülürse, ertesi gün bayramdır.

B.  Hilal görülmezse, Ramazan otuz güne tamamlanır.

C.  Bir Kameri ayın sayısı:

Yirmidokuz veya otuzdur. Bundan az veya çok olamaz.

D.  Hilalin görülme vakti:

Hilalin, güneşin batmasından sonra görülmesi muteberdir. Bu itibarla hilal, zeval vaktinden (Öğlenden) Önce veya sonra gündüzleyin görülürse, bu­nunla o gün ne oruca başlanır, ne de oruç bozulur. Çünkü o hilal ertesi gü­ne ait sayılır.

E. Hilalin görülmesinin beldeden beldeye değişip değişmemesi: Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre Ramazan hilali nerede gö­rülürse görülsün, bütün müslüman mükelleflerin oruç tutmaları gerekir. Ye-terki hilalin görüldüğünü belirten şahitlik, hakim huzurunda yapılıp tasdik edilsin.

Şafiilere göre ise, aralarında yirmidört fersah (yaklaşık 126 km.) veya da­ha fazla mesafe bulunan iki beldenin hilalleri ayrı ayrı görülmelidir. Birinde görülen hilal, diğer beldeyi bağlamaz. Bundan yakın mesafelerde ise bir yer­de görülürse, diğerinde de görülmüş sayılır.

F. Ramazan ve Bayramın tesbitinde, müneccimlere (gök bilginlerine) ve astronomik hesaplara başvurulup başvurulmayacağı:

Cumhur ulemaya göre, müneccimlerin bu husustaki sözlerine itibar edil­mez. Çünkü hesaplar, kesin olsalar da bunları yapanlar hatadan masum de­ğildirler. Nitekim memleketlerin takvimlerinin birbirinden farklı oluşu da bu­nu göstermektedir. Diğer yandan, hesaplara göre Kameri aylar mutlaka otuz veya yirmidokuz değildir. Az da olsa kesirlidirler. Allah Teala, kullarına ko­laylık olması için orucun yirmidokuz veya otuz olacağını Peygamberi vası­tasıyla bizlere bildirmiş ve müslümanları kesirleri hesaplamaktan azade kıl­mıştır.

G.  Hilali gören şahitlerin sayısı:

Hanefi mezhebine göre Ramazan hilalinin görülmesinde aranan şahit sayısı Şevval hilalinin görülmesinde aranandan farklı olduğu gibi, her iki ay­da da havanın açık veya kapalı olması durumunda da aranan şahit sayılan değişmektedir. Şöyleki:

a. Orucun başladığını bildiren Ramazan hilalinin görülmesinde gerekli olan sahi! sayısı:

1) Havanın kapalı (bulutlu veya sisli) olması halinde, Ramazan hilali için tek kişinin hilali gördüğüne dair şahitliği yeterlidir. Erkek veya kadın ol­ması farksızdır. Ancak, şahidin müslüman, adil, akıllı ve baliğ olması şarttır.

2)  Havanın açık olması halinde iki görüş zikredilmiştir:

Tercih edilen görüşe göre, haberi, zann-ı galip ifade edecek sayıda çok kişinin hilali gördüklerine dair şahitlik etmeleri gerekmektedir. Bu kişilerin sayılarım tayin etme, Müslüman ulu'l-emr'e (idareciye) bırakılmıştır. Bu­nunla beraber elli, beşyüz olsun diyenler de vardır.

Diğer bir görüşe göre İse; İki adil şahidin şehadeti yeterli sayılmıştır. Gü­nümüzde bu görüşün alınmasını uygun görenler vardır.

b. Orucun (Ramazanın) bittiğini belirten Şevval hilalinin görülmesinde ge­rekli olan şahit sayısı:

1) Havanın kapalı olması halinde: Adil iki erkeğin veya bir erkek İki ka­dının hilali gördüklerine dair şahitlikleri yeterlidir. Şahitlerin müslüman, akıllı, baliğ, hür ve adi! olmaları şarttır.

2)  Havanın açık olması halinde; Yine iki görüş zikredilmiştir:

- Tercih edüen görüşe göre, haberleri zann-ı galip ifade edecek sayıda çok kimsenin şahitlik etmeleri gerekir.

- Diğer bir görüşe göre ise, iki adil şahidin şahitliği yeterli sayılmaktadır. Bu zayıf görüştür.[33]

 

Şafii Mezhebi:

 

Bu mezhebin sadece Hanefi mezhebinden farklı olan görüşlerini zikret­meye çalışacağız. Birleştikleri hususlar Hanefi mezhebi bölümünde zikredil­miştir.

A. Şafii mezhebine göre hilalin görülmesi beldeden beldeye değişebilir: Şöyleki; Hilal, herhangi bir ülkede görülürse, ona yakın olan ülkelerde de gö­rülmüş sayılır. Bağdat'la Küfe gibi. Buna mukabil, görülen yere uzak düşen beldelerde görülmüş sayılmaz. Bu beldeler, kendi görmelerine veya yakın­larındaki beldelerin görmelerine göre oruca başlar veya bitirirler. Irak'la Su-ud bu türdendir.

Uzaklık mesafesi: Tercih edilen görüşe göre yirmidört fersahtır. Yani, yaklaşık olarak 126 km. mesafedir. (94.939-20 cm. diyenlerde vardır). Diğer bir görüşte ise, misafir olmak için aranan mesafedir.

B.  Ramazan veya Bayramın tesbitinde müneccimlerin sözlerine itibar edilip-edilmeyeceği:

Şafii mezhebinden olan Subkî ve ona tabi olan bir kısım alimler, hilalin tesbiti hususunda müneccimlerin sözlerine itibar edileceğini söylemişlerse de, mezhepte hakim olan görüş bunların sözlerine İtibar edilemeyeceğidir.[34]

C. Hilalin görülmesinde gereken şahit sayısı ve sıfatları:

a. Orucun başladığını ifade eden Ramazan hilalinin görülmesinde tek ki­şinin hilali gördüğüne dair şahitliği yeterli sayılmıştır. Ancak şahidin adil, hür ve erkek olması şart koşulmuştur. Havanın açık veya kapalı olması Şafii mez­hebine göre önemli değildir. Her iki halde de hüküm aynıdır.

b. Orucun sona erdiğini İfade eden Şevval ayı hilalinin görülmesinde de tercih edilen görüşe göre yukarıdaki sıfatlara sahip olan tek kişinin şahitli­ği yeterli sayılmıştır. Burada da havanın açık veya kapalı (bulutlu, duman­lı) olmasının herhangi bir farkı yoktur.[35]

 

Maliki Mezhebi:

 

Bu mezhebin de sadece Hanefi mezhebinden farklı görüşlerini özetleme­ye çalışalım:

A.  Maliki mezhebine göre hilalin görülmesi, beldeden beldeye değişik sa­yılmamıştır. Bir ülkede görüldüğünde bütün mükellef müslümanların oruç tut­maları gerekir.

B.  Hilalin tesbitinde İki adil şahit şarttır. Tek şahit yeterli değildir.[36]

 

Hanbeli Mezhebi:

 

1.  İnsanlar, Şabanın yirmidokuzuncu günü hilali araştırmaya çıkarlar:

A.  Hilal görülürse, ertesi gün oruç tutulur.

B.  Hilal görülmezse iki İhtimal vardır:

a.  Hava açık olduğu halde görülmezse, bu durumda ertesi gün oruca, baş­lanmaz.

b. Hava kapalı (bulutlu veya dumanlı) olur da, hilal görülmezse, bu du­rumda İmam Ahmed'den üç görüş nakledilmiştir:

Tercih edilen birinci görüşe göre, oruç tutmak vaciptir.

İkinci görüşe göre ise, İnsanlar müslüman olan ulu'l-emirlerine tabidirler. Eğer O oruç tutarsa, onlar da tutar, tutmazsa tutmazlar.

Üçüncü bir görüşe göre ise, oruç tutmak gerekmez. Şayet o günün Rama-zan'dan olduğu daha sonra anlaşılırsa, oruç tuttuğu takdirde de Ramazan bor­cunu ödemiş olamaz.

2. Bu mezhebe göre, Ramazan hilalinin görülmesinde tek şahit yeterlidir. Ramazan'ın bittiğini belirten Şevval hilalinin görülmesinde ise iki kişinin gör­düklerine dair şahitlikleri gerekli görülmüştür.

3. Bu mezhebe göre de, hilal nerede görülürse görülsün, bütün müslüman­ların oruç tutmaları gerekir. Hilalin görüldüğü yerin yakın veya uzak olma­sının herhangi bir farkı yoktur.[37]

Şii mezhebine göre hilal, şu dört husustan birinin gerçekleşmesiyle tesbit edilmiş olur:

a. Bizzat kişinin kendisinin görmesiyle hilal görülmüş olur. Velevki gören kişi tek bir insan olsun. (Bunun görmesi kendisini bağlar).

b. Hilalin görüldüğü, bilgi ifade edecek bir şekilde, yaygınlaşır ve teva­tür yoluyla nakledilecek olursa, hilal tesbit edilmiş olur.

c. Şaban ayı otuza tamamlanmış olursa, Ramazan hilali tesbit edilmiş olur. Diğer aylar İçin de bu hüküm geçerlidir.

d.  Şer'i şahedetle de hilal tesbit edilmiş olur. Bu da İki adil şahidin hila­li gördüklerine dair şahitlik etmeleri ve şer'i hakimin buna karar vermesiy­le gerçekleşmiş olur. Ancak, hakimin ve şahitlerin hata ettikleri anlaşılmış ol-mamalıdır.[38]

e. Hilalin bir beldede tesbit edilmesi, diğer beldenin halkı için yeterli de­ğildir. Beldelerin birbirlerine yakın olmaları veya uzaklıklarının birbirine uy­gun olduğunun bilinmesi hali müstesnadır.[39]

 

2. HALİFELİK

 

Günümüzde hassas bir mesele olan, bu müessesenin gerekliliği, mahiyeti, bunu üstlenecek zatların kimler olabileceği, vazife ve yetkilerinin neler oldu­ğu hususunda Peygamber efendimiz (sav)den şu hadisler rivayet edilmiştir:

 

1. Hilafetin Gerekliliği:

 

Rasulullalı (sav) söyle buyuruyor:

"Kim, itaatten elini çekerse, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna elinde hiçbir delil olmayarak çıkar. Kim, halifeye biat etmeden ölürse cahiliyyet Ölü­müyle ölmüş olur."[40] Diğer bir hadis-i şerifte:

"Üç kişi yolculuğa çıktığında içlerinden birini emir yapsınlar”[41] bu­yurmaktadır.

Evet sahabe-i kiram bu müessesenin büyük bir ihtimama sahip olduğu­nu bildikleri için, Resulullah'ın defninden önce birinci halife Hz. Ebu Bekir'in (ra) seçmişlerdir.

 

2. Hilafetin Geleceği:

 

Rasulullalı (sav) hilafetin geleceği hakkında şöyle buyuruyor:

"Peygamberlik hilafeti otuz senedir. Ondan sonra Allah mülkü (diğer ri­vayette mülkünü) dilediğine verir.”[42]

Huzeyfe (ra) Peygamber efendimiz (sav)'ın şöyle buyurduğunu nakleder:

"Sizde Peygamberlik dönemi, Allahın dilediği kadar devam edecek sonra Allah onu kaldırmayı dilediği zaman kaldıracaktır. Ondan sonra Peygamber­lik metodunu izleyen hilafet dönemi gelecek ve Allahın dilediği kadar devam edcektir. Sonra onu da Allah, kaldırmayı dileyince kaldıracaktır. Ondan sonra ısırıcı bir saltanat halini alacak ve Allah, dilediği kadar devam ede­cektir. Daha sonra müstebit bir saltanat olacak ve Allah'ın dilediği kadar de­vam edecektir. Daha sonra Allah, onu da kaldırmayı dilediğinde kaldıracak­tır. Nihayet Peygamberlik metodunu izleyen hilafet dönemi gelecektir, dedi ve sustu.”[43] Diğer bir hadis-i şerifte Ebu Ubeyde bin el-Cerrah Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Dininizin başlangıcı Peygamberlik ve Rahmet dönemindedir. Daha sonra hilafet ve Rahmet dönemi olacaktır. On­dan sonra boz-bulanık bir saltanat, daha sonra ise içki içmenin ve ipek giy­menin helal görüleceği bir saltanat ve diktatörlük dönemi gelecektir.”[44]

 

3. Halifede Aranan Şartlar:

 

Halife olacak zatın, bazıları ihtilaf konusu olan, şu şartları haiz olması ge­rekmektedir.

 

A. Halifenin Kureyş Kabilesinden Olması:

 

Bu hususta şu hadis-i şerifler delil gösterilmektedir: Hz. Ömerin oğlu Ab­dullah der ki Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

"İnsanlardan iki kişi kaldığı sürece bu iş[45] Kureyşdedir.”[46] Amr bin As der ki, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kureyş hayırda da serde de kıyamete kadar insanların idarecileridir.”[47] Ebu Hureyre (ra) Resulullah (sav)İn şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Bu hususta[48] insanlar, Kureyş'e tabidirler. Müslümanları müslüman-larına, kafirleri kafirlerine tabidirler. İnsanlar madenler gibidir. Cahiliyet döneminde seçkin olanları islâm'da da seçkindirler. Eğer Hakk'ı idrak ederlerse! İnsanların en hayırlı olanlarının bu işi (hilafeti) en çok kerih gö­renler olduklarıı görürsün. Ta ki içine düşünceye kadar.”[49]

Muaviye b. Süfyan diyor ki, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Şüphesiz bu iş Kureyştedir. Onlar dini ayakta tuttukları müddetçe, kim onlara düşmanlık ederse, Allak onu yüzüstü süründürür.”[50]

Bazı alimler, halifeye itaat konusunda ilerde[51] zikredilecek hadislerin bir kısmını delil göstererek, halifenin Kureyş'ten olmasının şart olmadığını, yukarıda zikredilen hadislerin gelecekteki olayları haber verme mahiyetin­de olduklarını, Kureyş kabilesinden olmayanların da diğer şartlan haiz olma­ları şartıyla halife olabileceklerini söylemişlerdir.[52]

 

B. Halifeye Biat Edilmesi Gerekir:

 

Biat; Ehlu'1-Hall vel-Akd, ordu ve bütün İslâm topluluğu, bir günaha ve­sile olmadıkça, hoşlarına giden veya gitmeyen bütün hususlarda halifeyi din­leyip ona itaat edeceklerine dair söz vermeleri, halifenin de onlara İslâm Ce­za Hukuku'nu tatbik edeceğine, adaletli olacağına, İslâm'ın bütün emirleri­ni yerine getireceğine, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetinin icab ettir­diği şekilde hareket edeceğine dair söz vermesidir.

Bu hususta Ubade bin Samit (ra) şöyle diyor:

"Resulullah (sav) bizi çağırdı. O'na biat ettik. Biatta bizden şöyle söz al­dı: "Hoşumuza giden hususlarda da, sevmediğimiz hallerde de, zor durum­larımızda da kolay anlarımızda da başkalarının kendimize tercih edildikleri hallerde de seni dinleyip itaat edeceğimize ve yaptığının açık bir küfür ol­duğu hakkında Allah katından elimizde bir delil bulunmadıkça işi ehlinden almaya kalkışmayacağımıza dair biat ederiz. "[53]

Diğer bir rivayet de şöyledir:

"Resulullah'a hoşumuza giden hususlarda da sevmediğimiz hallerde de O'nu dinleyip itaat edeceğimize, işi ehlinden almaya kalkışmayacağımıza, ne­rede olursk hakkı yapıp veya söyleyeceğimize, Allah hakkında kınayanın kı­namasından korkmayacağımıza dair biat ettik.”[54]

Evet, Sahabe-i Kiram böyle biat etmişlerdir. Şu âyet-i kerimenin de bildir­diği gibi sahabeler, bir zaman Resulullah'a ağaç altında biat etmişlerdir.

"Ey Muhammed! Şüphesiz ki sana biat edenler, ancak Allah'a biat et­mişlerdir. Allah'ın kudreti onların kuvvetinin üstündedir. Kim ahdini bo­zarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a olan ahdini ye­rine getirirse, Allah ona büyük bir mükafat verecektir. "[55]

Peygamber efendimiz (sav) Medine'ye hicret etmeye karar verdiği zaman, Medinelilerle biatleşmiş, Hudeybiye musalahasından önce ashabından, yu­karıdaki âyette belirtilen biati almış, Mekke'yi fethinden sonra içlerinde ka­dınların da bulunduğu Mekke ehliyle biatleşmiştir.

Peygamber efendimiz (sav) ahirete intikalinden sonra sahabeler, hicret eden muhacirlerin üstünlüğüne kanaat getirmişler ve halife olarak Hz. Ebu Bekir'e biat etmişlerdir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'i halifeliğe namzet göster­dikten sonra ona biat etmiş ve bütün müslümanlar da bu biata katılmışlar­dır. Keza Hz. Ömer'in halifeliğe aday gösterdiği altı kişiden Hz. Osman seçilince Medine halkı Hz. Osman'a biat etmişlerdir. Hz. Osman'dan sonra Me-dineliler Hz. Ali'ye de biat etmişlerdir.

Sahabeler döneminde biat, tam bir hürriyet içinde yapılıyor, müslümanlar, halifeye itaat etmeyi isteyerek kabul ediyorlardı. Emeviler döneminde ve Abbasilerin iik halifeleri döneminde de biat meselesi devam etmiş, fakat bu dönemlerde biat. iktidarı zorla kabullendirme ve insanları cebren itaate zorlama şeklini almıştır.[56] Halifeye biat gereklidir. Fakat zorla değildir.

Halifeye biat etmeden ölenler hakkında Peygamber efendimiz sav) şöy­le buyuruyor:

"... Kim boynunda biat bulunmadan ölürse cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.”[57]

 

C. Halifenin İstişare İle Seçilmiş Olması

 

Burada istişareden maksat halifenin, müslümalann istişaresiyle başa ge­tirilmesi demektir.

 

a. İstişarenin Gerekliliği:

 

Bu şartın asıl dayanağı, İslâm nizamının aslında istişareye dayalı olması­dır. İstişarenin gerekliliği hakkında Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Müslümanların işleri aralarında müşavere ile yürütülür. "[58] Bir başka âyette ise. "... İşlerinde onlarla istişare et..,"[59] buyurmuştur.

Peygamber efendimiz, (sav) hakkında vahiy inmeyen ve müslümanlan il­gilendiren bütün meselelerde ashabı ile istişarede bulunur ve ümmetin böy­le davranmasını isterdi. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:

"Emirleriniz (İdarecileriniz) en hayırlı olanlarınız, zenginleriniz müsa­mahakarlarınız olduğu ve işleriniz yaptığınız istişare ile yürütüldüğü za­man, sizin için yerin üstü altndan hayırlıdır. Şayet emirleriniz en kötüle­riniz, zenginleriniz cimrileriniz olur ve işlerinizi kadınlarınızın sevk ve ida­resine bırakırsanız, işte o zaman sizin için yerin altı üstündan daha hayırlıdır."[60] Resulullah'ın Bedir savaşından önce sahabilerle istişarede bulundu­ğunu rivayet eden Hnes (ra) der ki:

"Ebu Süiyan'ın yolda olduğu haberi Resulullah'a ulaşınca o ashabı ile is­tişare etti. Evvela Ebu Bekirle konuştu. Rassulullah O'na aldırış etmedi. Sonra Ömer konuştu. O'na da aldırış etmedi. Bunun üzerine (Ensarın ileri ge-lenlerinden olan) Saad bin Ubade ayağa kalktı ve şunları söyledi: "Ey Allah'ın Rasulü! Galiba bizim konuşmamızı istiyorsun. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki bu atlarla denize dalmamızı emretsen, elbette ki ora­ya dalarız. "Berk el-ğimad" (o zaman en uzak yer anlamında bir deyimdir) denilen yere kadar bu atları üzengileyip koşturmamızı emredersen elbette-ki onu da yaparız. Knes der ki, Resulullah hareket edileceğini İlan etti. İn­sanlar hareket ettiler ve nihayet Bedİr'e vardılar."[61]

Rasulullalh'sav) Lîhud savaşında da sahabelerle İstişarede bulunarak şöy­le buyurmuştur:

-  "Medine'nin içinde beklesek de, düşman buraya girmeye çalışınca bu­rada onlarla savaşsak nasıl olur?" Sahabeler:

- "Vallahi onlar, cahiliyyet devrinde buraya içimize giremediler. İslâm dö­neminde mi buraya girecekler?" diye cevap verdiler. Resulullah:

-  "O halde sizi serbest bırakıyorum" dedi. Ensardan olan sahabeler bir­birlerine:

"Resulullahın görüşünü reddettik" dediler. Resulullah'a gelerek: "Ey Allah'ın Rasulü! Nasıl İstersen öyle yap" dediler.

Bunun üzerine Resulullah: "Şimdi mi? Bir Peygamber teçhizatını kuşan­dı mı artık savaşmadan onu yerine bırakmaz" buyurdu.[62]

Buhârî'nİn rivayetinde: "Allah hükmünü verinceye kadar yerine bırakmaz"[63] şeklindedir. Peygamber efendimiz (sav) ailevi meselelerinde de sa­habelerle istişarede bulunmuştur. Nitekim Hz. Aişe (ranh.), "İfk" hadisesin­de Resulullah (sav)'in Hz. Ali ve Hz. Usame ile istişare ettiğini rivayet ede­rek şöyle buyuruyor:

'Vahyin inmesi gecikince Resulullah (sav) hanımından ayrılması hususun­da Ali bin Ebi Talib ve Üsame bin Zeyd'e sorular sorarak onlarla istişare et­ti. (Üsame bildiği kadarıyla Resulullah'ın hanımının beri ve iffetli olduğuna işa­ret etti. Ali İse. şöyle dedi: Allah seni zor durumda bırakmış değildir. Ondan başka pekçok kadın vardır. Cariye'ye sor. O sana doğru olanı söyler, Bunun üzerine Resulullah cariyeye yönelerek: "Bu hususta seni şüpheye düşürecek bir şey gördün mu?" dedi. Cariye şu cevabı verdi: Ben onda küçük yaşta bir hanım olmasından başka bir şey görmedim. Öyle ki ailesinin hamurunun ba­şında uyuyor da evcil hayvan (koyun) gelip onu yiyor."[64]

Peygamber efendimiz (sav)den sonra gelen halifeler de mubah olan hu­suslarda güvenilen ilim erbabiyla istişare ediyorlar, Kitap ve sünnetten orta­ya bir delil çıkınca, ona bağlı kalıyor, başka bir şeye başvurmuyorlardı. Mesela; Ebu Bekir (ra) zekatı vermeyenlerle savaşmayı isterken istişare et­tiği Hz. Ömer kendisine karşı çıkmış ve şöyle demiştir: "Nasıl bunlarla sava­şacaksın? Halbuki Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Ben, insanların la ila­he illallah demelerine kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Şayet la ila­he illallah derlerse ceza hak etme durumları hariç kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar." Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'e şu cevabı vermiştir: "Val­lahi, Rasuiullah'ın aynı saydığı iki şeyi birbirinden ayıranlarla savaşırım." Bu­nun üzerine Hz. Ömer Hz. Ebu Bekire tâbi oldu. Görüldüğü gibi Ebu Bekir, istişarenin neticesine bağlı kalmadı. Çünkü O'nun elinde Rasuiullah'ın (sav) buyurduğu şu hadis-i şerif vardı: "Kim dinini değiştirirse onu öldürün."[65]

Hz. Ömer de genç ihtiyar bütün kurralarla istişarede bulunurdu.[66]

Madem ki İslâm nizamı aslında istişareye dayanmaktadır ve Peygamber efendimiz (sav) ile O'ndan sonra gelen halifeler de, hakkında nass bulunma­yan hususlarda istişareye başvurmuşlardır. O halde halifenin seçiminin de is­tişare ile olması gerekmektedir. Çünkü halifeliğin miras yoluyla, zorla inti­kali, İslâm nizamının istişare ile yürütülmesine engel olur. Bunun da İslâm'ın ruhuna ters düştüğü ve yukarıda zikredilen âyet ve hadislerle taban tabana zıt olduğu muhakkaktır. Bu hususta Hz. Ömer (ra) şöyle buyuruyor:

"Kim, bir adama müslümanlarla istişare etmeksizin biatta bulunursa, bi­at edene artık hiç biat edilemez. Biat edilene de biat edilemez. Kendilerini ölüme sürüklemelerinden korkulur."[67] Görüldüğü gibi Hz. Ömer, İslâm üm­metinin isteği ve iradesi dışında, kendi inisiyatifiyle birine biat eden kişiyi ve bu şekilde kendisine biat edileni halifelik hakkından mahrum bırakmakta­dır.

 

b. Şura Ehli ve Şekli

 

Kur'an-ı Kerim, istişareyi emreder, Sünnet-i seniyye bunun gerekliliğini be­yan eder. Fakat istişarenin ehlini ve şeklini tam olarak tayin etmezler. Bunun kimler tarafından, nasıl yapılacağını insanlara bırakmışlardır. Zira İstişare; top­luluktan topluluğa, asırdan aşıra ve beldeden beldeye değişik şekillerde ola­bilecek bir husustur.

Allah Teala, adaletli davranmayı ve istişarede bulunmayı emretmiş, bu iki yüce emrin, en güzel bir şekilde tahakkukunu insanlara bırakmıştır.[68]

Aslında İslâm nizamının müesseseleri, hakkıyla iman edenler İçin hazz ve­ren bir ruh, zevkle yaşanılan bir hayat düsturudur, öyleki gerçek imanın bu­lunduğu yerde bu yüce nizam kendiliğinden ortaya çıkar, tabiî bir nizam ola­rak ona uyulur. Tatbikinde kayda değer bir muhalefet görülmez. Çünkü o, müminlerin ruhunu okşar, fıtratlarına uygun düşer.

Şayet bir mümin, nefsinin ateşine yanar veya şeytanın vesveselerine uyar, yahut insanlığını kaybeden sapıkların aldatmalarına kanar da bu ilahi nizama muhalefet ederse, bizzat kendisi içindeki itici İmanın gereği olarak ısrarla cezalandırılmasını İster. Çünkü o "şeriatın kestiği parmağın acımadı­ğına" iman etmiştir, yoksa Cüheyniyye kabilesinden olan hamile bir kadının Resulullah (sav)'e gelerek zinadan dolayı cezalandırılmasını istemesi, "ham­lini (karnındakini) vaz et (doğur) gel" emrini yerine getirdikten sonra tekrar Resulullah'a gelerek recmedilmesini istemesi üzerine "bebek büyüdükten son­ra gel" fermanına uyarak çocuğun eline bir parça ekmek verip onunla Rasu­iullah'ın huzuruna tekrar varıp recmedilmesini istemesi, başka nasıl yorum­lanabilir. Buna benzer misaller pek çoktur. Dileyen için sahih hadis kitapla­rı açıktır.

İşte İslâm nizamı, müminler tarafından seve seve uyulan ilahi bir nizam olduğu içindir ki, insanların uydurdukları beşeri sistemler gibi, çelik kalıp­lar içine dökülmeye, anlamsız formalitelere bağlanmaya, cebir ve şiddet kul­lanılarak tatbik edilmeye asla muhtaç değildir.

Şûra müessesesinin donuk olmaması, müminlere, uygun gördükleri şekil­de bu müesseseden istifade etme İmkanı verilmesi, bu hikmetlere mebnidir.

Bununla beraber İslâm alimleri, kendisiyle istişare yapılacak olan zatta ba­zı sıfatlar aramışlardır. Bunları şu şekilde Özetlemek mümkündür:

İstişare konusu dini hükümler olursa, istişare edilenin alim olması, şayet İstişare konusu bir kısım dünyevi işler olursa, istişare edilenin aklı selim sa­hibi olması, konuda tecrübeli olması ve istişare edene karşı samimi olması gerekmektedir. Bu hususta Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:

"Kendisiyle istişare edilen kişi, mutemed (güvenilen) bir kişidir.”[69]

Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

"Sizden birinizle bir kardeşiniz istişare ettiği zaman, ona doğru olanı göstersin.”[70]

- Peygamber efendimiz, Hz. Hbu Bekirle, Ömer'e hitaben şöyle buyurmuş­tur: "Bir istişarede ittifak ettiğiniz zaman size muhalefet etmem."[71]

 

c. Hulefa-ı Raşidin'in Seçilmelerinde Başvurulan İstişare Şekilleri:

 

Hz. Ebu Bekir'in Seçilmesi:

 

Herhangi bir kimsenin tayin edilmesi sözkonusu olmaksızın serbestçe is­tişare yapılmış ve neticede Hz. Hbu Bekir hilafet makamına getirilmiştir.

 

Hz. Ömer'in Seçilmesi:

 

Hz. Ebu Bekir, akrabası olmayan Hz. Ömer'i halifeliğe aday göstermiş, bu tekliften sonra müminler. Hz. Hbu Bekir'le bu meseleyi derinlemesine tartış­mışlar ve O'nu haklı bulunca kendi istekleriyle Hz. Ömer'e biat etmişlerdir. Şüphesiz ki Hz. Ebu Bekir, sadece bir teklifte bulunmuştu. Bu teklifin bağ­layıcı bir yönü yoktu.[72]

 

Hz. Osman'ın Seçilmesi:

 

Hz. Ömer, hilafet meselesini, istişare İle aralarından birini seçecek olan, allı kişiye havale etmiştir. Bu altı kişi de aralarından Hz. Osman'ı halife seç­mişlerdir. Burada da Hz. Ömer'in yaptığı br tayin değil sadece teklifti.

 

Hz. Ali'nin Seçilmesi:

 

Hz. Ali de sahabelerin büyüklerinin istişareleriyle halifeliğe seçilmiştir.

Bu dört halifenin seçilmelerinde istişare ehli, Medine'de yaşayan Muha­cir ve Ensardı. Medine halkına böyle bir hakkın tanınmasının meşru sebeb-leri vardı. Şöyleki, Medine, İslâm'ın yuvasiydı. Medine'liler de İslâm davası­nın koruyucularıydı. Diğer Arap beldelerinde henüz İslâm yerleşmemişti. Öy-leki. Peygamber efendimiz (sav)'in vefatını müteakib, Medine ve Mekke dı­şında dinden dönme hadiseleri görülmüştü. Elbeüe halifelik gibi ciddî bir me­selenin ele alınmasında, henüz kalblerinde iman yerleşmeyen toplulukların uzak lululma.sı gerekiyordu.

Hcv ne kadar Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde ileri gelen müslüman-tar nuicahid ve savaşçılar olanık çeşitli bölgelere yayılmış idiyseler de her-hani bir bölgede tam olarak yerleşmiş değillerdi ki o bölge de istişareye ka­tılmış olsunlar.

Hz. Ali'nin döneminde, müslümanlar bazı bölgelere yerleşmişlerdi. Me­sela, Sanıda, Irak'da, Mısırda büyük sahabeler bulunuyordu. Bununla bera­ber, Hz. Ali'yi hilafete sadece Medineliler seçmişlerdi. Hz. Ali (ra)'de, müs-lümanların nizam ve intizamlarını muhafaza etmek İçin bu vazifeyi mecbu­ren kabul etmişti. Aslında Hz. Ali'nin Medine halkının seçmeleriyle yetinme­si kaçınılmaz bir yoldu.

Çünkü. Medine'nin etrafı, fitne çıkarmak İçin yola çıkan ordularla kuşa­tılmış bir durumda iken, Hz. Ali'nin, Mısır. Şam, İrak ve Fars'da yaşayan ile­ri gelen müslümanların biati için beklemesi makul değildi. Çünkü onlarla İs­tişareye şartlar müsait değildi. Zaten Şam hariç, bütün şehirler Hz. Ali'nin hi­lafetini kabul edip ona biat etmişlerdi.

Muaviye'nin de İslâm'ın menfaatini, çoğunluğun görüşünü ve Hz. Ali'nin üstünlüğünü göz önünde bulundurarak halifeliğini kabul etmesi gerekliydi. Ne yazık ki durum tersine oldu. Bize "la havle vela kuvvete İlla billah" de­mek kaldı.

 

İstişare Neticesinin Bağlayıcı Olup Olmaması:

 

Bilindiği gibi istişarede çeşitli görüşler İleri sürülebilir. İstişare eden zat, değişik görüşlerin Kitap ve Sünnete en yakın olanını alır. Şayet buna karar vermezse. Allah Teata'nın kendisini irşad ettiği görüşü seçer ve 'Allah'a tevek­kül edip onu uyular.[73]

 

Sahabenin İstişare Ederek Sonuca Bağladıkları Bazı Örnekler:

 

-  Halifelerin seçiminde istişare edip halife seçmeleri

- Dinden çıkan mürteciler hakkında, istişare edip sonra onlara karşı savaş­maları

- Dedenin mirasçı olup olmaması ve miras payı hakkında İstişare edip ka­rara bağlamaları

-  İçki içenin cezasının miktarı hakkında, İstişare edip karara bağlamala­rı.

- Çeşitli savaşlarda istişare etmeleri: Hatta Hz. Ömer, Hürmüz'ün müslüman olup yanımı geldiği zaman onunla harb hususunda istişare etmiştir.[74]

 

D. Halifenin Adil Olması:

 

Halifede aranan dördüncü şart adil olmasıdır. Buradaki adaleten maksat, hem hukukî, hem de ahlakî yönden adil olmasıdır.

Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tufanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olun. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Ada­letli olun. Çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. "[75]

Diğer bir âyette ise şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Allah için şahitlik ederek adaleti ayakta tutanlar ol­un. Kendiniz veya ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa. Zengin de olsa, fakir de olsa. Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Heva ve heve­se uymayın ki adaleti yerine getirebileniniz. Şayet eğri davranır veya yüz çevirirseniz, şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."[76]

 

Adaletli Olmayan Emire (İdareciye) İtaat Yoktur

 

Bu konu İle ilgili olarak Peygamber efendimiz (sav )den şu hadis-i şerif­ler rivayet edilmektedir:

Hz. Ali (ra)den rivayet ediliyor ki, Peygamber efendimiz (sav), bir yere bir müfreze gönderdi. Müfrezenin başına Ensar'dan birini emir tayin etti. Müf­rezeye bunu dinleyip İtaat etmelerini emretti. Ne var ki bunlar bir şeyden do­layı emirlerini kızdırdılar. Emir onlara:

- "Haydi bana odun toplayın" dedi. Onlar da odun topladılar. Sonra emir onlara:

-  "Ateş yakın" dedi. Onlar da yaktılar. Sonra emir onlara

-  "Resulullah size beni dinleyip itaat etmenizi emretmedi mi?" dedi. On­lar da

-  "Evet" dediler. Emir onlara:

- "Haydi girin bu ateşe" dedi. Bunun üzerine onlar birbirlerine baktılar ve şöyle dediler:

-  "Biz ateşten kaçarak Resulullaha sığındık". Onlar bu halde İken emirîn öfkesi yatıştı ve ateş de söndü. Resulullah'a dönünce hadiseyi ona nakletti­ler. Peygamber efendimiz de şu cevabı verdi: "Eğer o ateşe girecek olsalar­dı ondan bir daha çıkamazlardı. İtaat ancak iyiliklerdedir.[77]

Diğer bir rivayette;

"... Bazıları o ateşe girmek istediler. Diğer bazıları ise şöyle dedi: "Biz iman ederek bu ateşten kaçtık." Sonra hadise Resulullah'a intikal etti. O da ateşe girmek isteyenler için şunu söyledi: "Şayet ona girecek olsaydınız, kıyame­te kadar orada kalırdınız."[78]

Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'dan Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edil­mektedir. "Müslüman kişi, günah işlemesi emredümedikçe, emirini dinle­yip ve ona itaat etmekle mükelleftir. Şayet günah işlemesi emredilirse, ne din­lenilir ne de itaat edilir.”[79]

Tirmizi sahibi Ebu İsa, bu manada Hz. Ali, Hz. İmran bin Huseyn ve Hz. Hakemden hadisler rivayet edildiğini ve bu hadisin sahih ve hasen olduğu­nu söylemektedir.

Abdullah bin Mes'uddan Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmek­tedir.

"Benden sonra işlerinizi sevk ve idare etmeyi, Sünneti söndüren, bidat­le amel eden ve namazı vaktinden geciktiren adamlar üzerlerine alacaklar­dır." Abdullah bin Mes'ud der ki, dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü, şayet bunla­ra erişirsem nasıl davranayım? Resulullah şöyle buyurdu:

"Ey abdın annesinin oğlu! Nasıl davranacağını bana mı soruyorsun? Al­lah'a isyan edene itaat yoktur.”[80]

 

Zalim idarecinin Ahirette de Akıbeti:

 

Bu hususta Peygamber efendimiz (sav)'den şu hadis-i şerifler rivayet edilmektedir:

Makil (ra) der ki: Resulullah'ın şöyle buyurduğunu işittim:

"Hiçbir kul yoktur ki, Allah, insanları idare etmeyi ona emanet etsin, o da idare ettiği insanlara hainlik yapıp ölsün de Allah da ona cenneti haram kılmasın.”[81]

Diğer bir rivayette de şöyledir:

"Hiçbir emir yoktur ki, müslümanlann İdaresini üzerine almasına rağmen, onlar için çalışmasın ve onlara nasihat etmesin. Bununla beraber onlarla bir­likte Cennet'e girebilsin."[82]

Amr bin el-Cühenî der ki, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Allah, kime müslümanların işlerinden birini idare etmeyi verir de o da onların ihtiyaçları eksiklikleri ve fakirlikleri karşısında kendisini saklar­sa Allah da onun ihtiyacı, eksikliği ve fakirliğinden uzak durur.”[83]

 

İdareciliğin Gayet Zor Bir Meslek Oluşu:

 

İdarecilik, hele halifelik her kişinin haddi değildir. Günümüzde ağızlar da sakız gibi çiğnenen bu yüce ve zor vazifenin ne derece ağır ve ciddi oldu­ğunu belirten Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:

"Yakında sizler, emirliği çokça arzulayanlar olacaksınız. Fakat o, pişman­lık ve üzülme sebebi olacaktır. Emziren ne hoş, memeden kesen ne kötüdür.”[84] Burada emzirenden maksat, İnsanı ulu'l-emirliğe ulaştıran hayattır. Hayat, İda­reci için tatlıdır. Çünkü, onu hayatta iken hesaba çekecek kimse yoktur. "Me­meden keserTden inaksal ise ölümdür. Bu ise zalim idareciler için pek acı­dır. Çünkü Ölümden sonra tek hakim Allah Tealadtr. Artık burada bütün va­sıtalar işlemez olur. Bu hususu çok iyi bilen Hz. Ömer, hançer yarası aldık­tan sonra kendisinden, birini halife teklif etmesi istenildiği zaman şu ceva­bı vermiştir:

"... Ben sizin işinizi hem diri iken hem de ölü iken mi yükleneceğim. Bu işlen nasibimin başa baş kurtulmak olmasını ne kadar arzularım. Ne aleyhi­me olsun ne de lehime..."[85]

Ebu Unıame (ra) Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Hiç bir adam yoktur ki, on veya daha fazla insanın idaresini üzerine al­sın da, Kıyamet gününde Allah'ın huzuruna eli boynuna bağlı olarak çık­mış olmasın. Yaptığı iyilikler elini çözer. Günahları ise buna engel olur. İda­reciliğin başlangıcı kınanmak, ortası pişmanlık sonu ise Kıyamet günün­de rüsvaylıktır.”[86]

Peygamber efendimiz (sav), sadece idarecilerin değil insanları yargılayan­ların da ciddi ve riskli bir vazife yaptıklarına dikkati çekerek şöyle buyuruyor

"Kim hakimlik vazifesini üzerine alır veya insanlar arasında hakim tayin edilirse, o kişi bıçaksız kesilmiş olur."[87]

 

E. Halifenin Sevk Ve İdareyi Bilmesi:

 

Halifede bulunması gereken beşinci sıfat, idareciliği bilmesi, güçlü bir ira­deye sahip olması ve İslâm'ın bütün emirlerini tatbik edebilecek bir kaabiliyette olmasıdır. Bu sıfatlan sahip olamayanlara halifelik gibi ağır bir vazi­fenin emanet edilmesi uygun görülmemiş, halta Peygamber efendimiz (sav) zayıf İradeli sahabelere, herhangi bir idareciliği vermekten kaçınmıştır.

a.  Bu hususla Ebu Zer (ra) şöyle der: Dedim ki;

- "Ey Allahın Rasulü, beni idareci yapmaz mısın?" Bunun üzerine Rasulul-lah elini omuzuma vurdu ve şöyle buyurdu:

- "Ey Ebu Zer! Sen zayıf iradeli bir insansın, idarecilik bir emanettir. Bu, Kıyamet gününde rüsuaylık ve pişmanlık sebebidir. Ancak bunu hak ederek alıp buna karşı bütün sorumluluklarını yerine getiren hariçtir.”[88]

Diğer bir rivayette:

"Ey Ebu Zer! Ben seni zayıf (gazabını frenleyenle yen) biri görüyorum. Ben kendim için sevdiğimi senin için de seviyorum. Sakın iki kişinin idaresini üzerine alma. Yetimin malını sevk ve idare etmeyi üstlenme”[89] buyurmuş­tur.

b.  Abdunahman bin Semine der ki, Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Ey Abdurrahman! Sen idareciliği isteme! Eğer sen istedikten sonra sana verilirse, üzerine yıkılıkalırlar. Şayet sen istemeden sana verilirse yardım görürsün."[90]

c.  Ebu Musa el-Eş'ari (ra) der ki:

"Ben ve amcazadelerimden İki adam Resulullah'ın yanına vardık. O adamlardan birisi Resulullah'a hitaben: "Allahın senin İdarene verdiği bazı İş­lere bizi idareci tayin et" dedi. Diğer adam da aynı şeyi söyledi. Bunun üze­rine Resulullah şu cevabı verdi:

"Vallahi biz bu işi, ne isteyene veririz ne de buna tamah edene”[91]

Sahih hadis kitaplarında zikredilen bu son iki hadis-i şerif karşısında, mil­letten biat toplayan zevalin ne cevap verecekleri cidden merak konusudur.

 

F- Halifenin Veliyyul Emr Olmak İçin Gerekli Sıfatlara Sahip Olma İşi:

 

Tam veliyyu'1-emr olmak için bulunması gereken sıfatlar şunlardır:

Müslüman olmak, hür olmak, akıllı olmak, ergenlik çağma ermiş olmak ve erkek olmak.

a. Elbetteki halifenin her şeyden önce, gerçekten müslüman olması gere­kir. Çünkü kafirlerin müslümanlar üzerinde herhangi bir otoriteleri yoktur ki, onların emir veya idarecileri yahut en üst mertdebede halifeleri olabilsin­ler.

Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor:

"... Allah, kafirlere, müminlerin üstünde hiçbir vasıta vermeyecektir. "[92]

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere ve sizden olan İda­recilere de itaat edin..."[93] Bu âyette zikredilen "sizden olan" kaydı gözden kaçmamalıdır.

b. Halifenin hür olması şarttır: Çünkü kölenin, efendisinin emirleriyle ha­reket etme mecburiyeti vardır.

c. Halifenin akıllı ve ergenlik çağma erişmiş olması gerekir. Çünkü deli­nin ve çocuğun kendi İşlerinde vaziyet edemedikleri muhakkaktır. Nİzam-ı alemi yürütmeleri elbetteki mümkün değildir.

d. Halifenin erkek olması gerekir: Kadınların bazı fıtri özelliklerinden ve namahrem olmalarından dolayı, halifelik gibi ağır sorumluluk yükleyen ve büyük bir metaneti gerektiren bir vazifeyi üstlenemeyecekleri muhakkaktır.

Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor:

- "Erkekler, kadınlar üzerine yöneticidirler. Çünkü Allah, kimini kimin­den üstün kılmıştır ve çünkü erkeklerin mallarından harcamaktadır­lar.. ."[94]

Ebu Bekr'e şöyle der:

- "Resulullah'dan duyduğum bir husus sebebiyle Allah beni korudu. Şöy­le ki; Kisra helak olunca, Resulullah: "Onun yerine kimi getirdiler?" diye sor­du, kızını getirdiler, dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "idare işlerini ka­dına veren bir topluluk asla iflah olmayacaktır. "[95] Tirmizi sahibi Ebu İsa, bu hadisin sahih ve hasen olduğunu söylemektedir.

İslâm alimleri, bu zikredilen şartlar dışında, halifenin müctehid olması gi­bi, başkaca şartlardan da bahsetmişlerdir. Burada önemli olanlar zikredilmiş, diğerleri ana kaynaklara havale edilmiştir.

 

G. Ulu'l-emre İtaat:

 

Ulul-emr, kendisinde aranan şartlara sahip olur, ehlül-hall ve'l akd'le is­tişare yaparak insanları adaletle sevk ve idare ederse artık ona itaat etmek vacip olur. Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Ey îman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan idare­cilere de İtaat edin. Eğer Allaha ve ahiret gününe iman ediyorsanız, ara­nızda herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüz zaman, onun hükmü­nü Allaha ve Peyambere havale edin. Bu daha hayırlıdır ve netice bakımın­dan daha güzeldir. "[96] Bu hususta Peygamber efendimiz (sav) den şu hadis-i şerifler rivayet edilmektedir:

Ebu Hureyre (ra Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Kim, bana itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan eder­se, Allah'a isyan etmiş olur. Emire itaat eden de bana itaat etmiş olur. Emire iysan eden ise, bana isyan etmiş olur.”[97]

Ummu'l-Husayn (ra) der ki, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Başınıza burnu kopuk Habeşli köle dahi emir tayin edilirse, sizi Allah'ın Kitabı ile idare ettiği müddetçe onu dinleyin ve ona itaat edin.”[98]

 Enes bin Malik der ki, Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Başı kuru üzüm ibi olan Habeşli bir köle dahi başınıza getirilirse, onu dinleyin ve ona itaat edin.”[99]

Ebu Zer (ra) der ki, dostum Resulullah, bana dinleyip İtaat etmemi em­retti. "Velev ki emir Habeşli burnu kopuk bir köle dahi olsa..."[100]

Bazı İslâm alimleri, bu son üç hadis-i şerife dayanarak halifenin Kureyş'ten olmasının halife omada şart olmadığını söylemişlerdir.

Abdullah bin Amr'dan Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilir:

"Kim bir imama biat eder, ona elini uzatıp söz verir ve kalben ona bağ­landığını bildirirse, gücü yettiği kadarıyla ona itaat etsin. Başka biri gelir de onun elinden imamlığı almaya kalkışırsa o kalkışanın boynunu vu­run.”[101]

Ebu Hureyre (ra)den Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:

"Kim itaatten çıkar, cemaatten ayrılır da sonra ölürse, cahiliyet ölümü ile ölmüş olur."[102]

 

Özetle Halifenin Vazifeleri Şunlardır:

 

Müslümanların sınırlarını korumak, ordularını techizatlandırmak, eşkiya-ları, hırsızlan, yol kesicileri kahretmek, ganimet mallarını taksim etmek, İs­lâm Ceza hukukunu tatbik etmek. İnsanlar arasında meydana gelecek anlaş­mazlıkları halletmek, cuma ve bayram namazlarını kıldırmak, müslümanla-rın zekatlarını toplayıp layık olanlara dağıtmak, velisi olmayan küçükleri ev­lendirmek ve İslâm'ın bütün hükümlerini tatbik etmektir.[103]

 

 3. İSLÂM'DA HELAL BESİNİN GEREKLİLİĞİ

 

Câhili bir topluluğun içinde yaşamamız hasebiyle yeme ve içmelerimiz­de ve diğer davranışlarımızda çok titiz ve dikkatli olmamız gerekmektedir. Bu hususta Resulullah şöyle buyurmaktadır: "Helal olan şeyler de bellidir. Ha­ram olan şeyler de bellidir. Fakat bu ikisinin arasında, bir çok insanların bilemediği helal ve haramdan her birine benzemeyen (birbirleriyle karıştı­rılan) şüpheli şeyler vardır. Kim, bu şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini ve ırzını korumuştur. Kim de bu şüpheli şeyleri yaparsa, harama sürüklenmiş olur. Böyle bir kişinin durumu, bir korunun çevresinde hayvan otlatan bir çobanın durumuna benzer. Çobanın güttüğü hayvanların koruya girmele­ri kuvvetli bir ihtimaldir. İyi bilin ki her kralın bir korusu olduğu gibi, Al­lah'ın da korusu vardır. Allah'ın korusu haram kıldığı şeylerdir..."[104] Görül­düğü gibi hadis-i şerif şüpheli şeylerden kaçınılmasını emretmektedir. Bu­gün yediğimiz birçok şey mesela etler şüpheli yiyeceklerdir.

Peygamberimiz diğer bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar! Şüphesiz ki Allah temizdir. O ancak temiz olanı kabul eder. Allah mümin­lere, peygamberlere emrettiği şeyi emretmiştir. Allah peygamberlere: Ey peygamberler! Temiz ve helallerden yeyin ve salih amel işleyin. Şüphe­siz ben, yaptıklarınızı çok iyi bilenim"[105] buyurmuştur. Müminlere ise: "Ey iman edenler. Size verdiğim rızıkların temiz ve helal olanından yeyin, buyurmuştur."[106]

Resulullah devamla şöyle buyurdu: "Bakarsın ki kişi, uzun bir yolculuk yapar, öyle ki saçı, başı birbirine karışır ve üzerini tozlar bürür. iki elini gö­ğe doğru kaldırır ve "ya Rabb" diye yalvarır. Ne yazık ki bunun yediği ha­ramdır. İçtiği haramdır, giydiği haramdır ve haramla beslenmiştir. Artık bunun duası nasıl kabul edilecektir.”[107]

Evet, yememize. İçmemize, giymemize dikkat edelim ki ibadetlerimiz ve dualarımız kabule şâyân olsunlar.

İslâm ahkâmında kesilen veya avlanan bir hayvandan yemenin helal ol­ması için bir kısım şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunları şu şekil­de Özetlemek mümkündür:

a.  Hayvan, eti yenen bir hayvan olmalı;

b.  Hayvanı kesen veya avlayan kişi müslüman veya ehli kitap olmalı;

c.  Dinini değiştirmemeli;

d.  Akıllı ve temyiz gücüne sahip olması;

e.  Hayvanın Allah İçin kesilmesi veya avlanması;

f.  Hayvan kesilirken üzerine; avlanırken de av vasıtası üzerine Allah'ın adı­nın anılması.

 

1. Hayvanın, Eti Yenen Bir Hayvan Olması Şartı:

 

Bu konuda Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"Ey Muhammedi De ki: Bana vahyolunanlarda, yiyen bir kişinin yedi­ği herhangi bir şeyin haram olduğuna dair bir hüküm bulamıyorum. Ancak leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki bu pistir- yahut doğru yoldan çıkarak Allah'dan başkası adına kesilen hayvanların yenmesi ha­ramdır..."[108]

Diğer bir âyetinde şöyle buyuruyor: "Leş, kan, domuz eti, Allah'dan baş­kası adına kesilen, boğularak, dövülerek, düşerek, birbiriyle dövüşerek ölen, canı çıkmadan kestiğiniz hariç, yırtıcı hayvanlar tarafından parça­lanmış olan ve dikili o taşlar için kesilen hayvanlar sizin İçin haram kı­lınmıştır... "[109] Başka bir âyet-i celilede şöyle buyurmaktadır: "Peygamber on­lara iyiliği emreder, kötülüğü men eder. Temiz şeyleri onlar için helal, pis şeyleri de haram kılar...”[110]

Görüldüğü gibi âyet-i celileler; leşin, akıtılmış kanın, domuz etinin, bo­ğularak, dövülerek, düşerek, birbirleriyle dövüşerek ölen hayvanların, yır­tıcı hayvanlar tarafından saldırıya uğrayan ve kesilmeden önce ölen hayvan­ların, putlar için veya Allah'dan başka herhangi bir şey adına kesilen hayvan­ların ve Resulullah'ın haram kıldığı murdar şeylerin yenilmelerinin haram ol­duğunu bildirmektedirler.

Resulullah da murdar şeyleri veciz bir ifade ile şu hadisinde beyan etmiş­tir. Abdullah bin Abbas diyor ki: "Resulullah, her köpek dişi bulunan yırtıcı hayvanın ve pençesi bulunan yırtıcı kuşun yenilmesini yasakladı."[111] Bu hadis-i şerif, Ali bin Ebu Talib;[112] Cabir bin Abdullah;[113] Halid bin Velid;[114] ve İrbad bin Sariye'den[115] de rivayet edilmiştir. Ebu Salebe bin el-Huşenî'den, hadisin sadece "Resulullah (sav) her köpek dişi bulunan yırtıcı hayvanın ye­nilmesini yasakladı"[116] bölümü; Ebu Hureyre'den İse, "Resulullah (sav) "Her köpek dişi bulunan yırtıcı hayvanın yenilmesi haramdır" buyurdu, bölümü rivayet edilmiştir.[117]

 

2. Hayvanı Kesen, Avlayanın Müslüman veya Ehli Kitap Olması Şartı:

 

A.. Evvela hayvanı kesenin veya avlayanın insan olması gerekir:

Bu itibarla eti yenilen hayvan bizzat insan tarafından boğazlanmalıdır. Av hayvanlarının ise,[118] insanın atacağı bir araçla vurulması veya üzerine salıve­receği eğitilmiş avlayıcı bir hayvan tarafından yakalanması gerekir. Sadece aletler yoluyla kesilen hayvanlar yenilmez. Zira kesme veya avlama kasdı-nın bulunması şarttır.

B.. Hayvanı boğazlayan veya avlayan kişinin, müslüman veya ehl-i ki­tap olması şarttır:

Bu itibarla bütün âlimler, herhangi bir dini kabul etmeyen bir dinsizin, İs­lâm dininden dönen bir mürtedin, puta veya ateşe tapan bir putperest veya ateşperestin, Allah'a ortak koşan bir müşrikin boğazladığı veya avladığı

hayvanların etinin yenilmeyeceği hakkında ittifak etmişlerdir. Zira bunlar kes­tikleri hayvanları Allah'dan başkası adına kesmiş olurlar.

Şiilerin İmamiye ve Zeydiye mezhebine göre ehl-i kitap olan yahudi ve hristiyanların kestikleri dahi yeni İnlemektedir.

Müslümanların ve ehl-i kitabın dışındaki insanların kestikleri veya avla­dıkları hayvanların yenilemeyeceği hususunda ittifak eden İslâm âlimleri, bu konuya delil olarak şunları zikretmişlerdir:

a. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Allah, size... Allah'dan baş­kası adına kesilenleri haram kıldı..."[119] "... dikilen o taşlar İçin kesilen hay­vanlar, sizin için haram kılınmıştır..."[120] Burada "Allah'dan başkası adına kesilenler" ifadesinden maksat, ateşperestlerin ateş için, putperestlerin put­ları için ve İnancı olmayanların bizzat kendileri için kestikleridir.[121]

b.  Allah Teala diğer bir âyette şöyle buyuruyor: "Kendilerine kitap ve­rilenlerin yemekleri size helaldir..."[122] Bu âyette özellikle ehli kitabın kes­tiğinin yenileceği ifade edildiğine göre, ehli kitab olmayan gayr-i müslimlerin kestiklerinin yenilmeyeceği ortaya çıkmaktadır.

c.  Resulullah'dan şu hadis-i şerif rivayet edilmektedir: "Tufeyl'in babası Amir bin Vasile diyor ki: "Ben Ebu Talib'in oğlu Hz. Ali'nin yanında bulunu­yordum. Bir adam ona geldi ve Resulullah sana ne gibi sırlar veriyordu, de­di. Ali kızdı ve şunları söyledi: Resulullah bana, İnsanlardan gizlediği herhan­gi bir sır vermedi, fakat o, bana şu dört hususu söyledi. Soru soran adam: O döıt şey nedir? dedi. Alı: Resulullah şöyle buyurdu, dedi: "Allah babasına la­net edene lanet eder, Allah, Allah'dan başkası için bir hayvanı kesene la­net eder, Allah yeryüzünde fesad çıkaranı barındırana lanet eder. Allah, yerin sınır ve alâmetlerini değiştirene lanet eder."[123] Bu hadis Abdullah bin Abbas'dan da rivayet edilmiştir.[124] Görüldüğü gibi hadis-i şerifte Allah'dan başkası adına bir hayvan kesenin Allah'ın lanetine uğratılacağı bildirilmiştir. Bu da Allah'dan başkası adına kesilenin haram olduğunu gösterir. Hadisi yo­rumlayan Şevkânİ şöyle diyor: "Allah'dan başkası adına kesilenden maksat, Allah'dan başka herhangi bir kimse veya şey için kesilen hayvanlardır. Me­sela, put için kesilen, haç için kesilen, Hz. Musa veya İsa için kesilen, Kabe İçin kesilen bu türdendir. Bunlar gibi, varlıklar İçin kesilen hayvanların ye­nilmesi helal değildir.[125]

d. Bu hususta sahabelerden şu kaviller nakledilmektedir:

1) Ebu el-Hayr diyor ki: "Ben Ali bin Vale es-Sebei'nin üzerinde deri bir kürk gördüm. Elimi ona sürdüm. Ali bana şöyle dedi: Elini neden sürüyor­sun? Ben bunu Abdullah bin Abbas'a sormuş ve demiştim ki: Biz Mağrib'te (Batı Afrika) bulunuyoruz. Orada Berberiler ve Ateşperestler var. Bize kes­tikleri koçları getiriyorlar.

Biz onların kestiklerini yemiyoruz, yine onlar bize içine su ve içyağı doldurdukları tulumları getiriyorlar (bu tulumlar için ne dersin)? Abdullah şu cevabı vermişti: Biz Resulullah'a bunu sorduk. O bize: "Derinin temizliği ta-baklanmasıyladır(sepiyapılmasıyladıı)buyurdu.”[126] Burada ateşperestle­rin kestiklerinin yenilmediği zikredilmektedir.

2) Abdullah bin Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Müslümanın içinde (kalbinde) Allah'ın ismi mevcuttur. Şayet o, hayvanı keserken unutur da Allah'ın adını anmaz ise, kestiği yenir. Fakat ateşperest olan biri, hayva­nı keserken Allah'ın adını ansa bile onun kestiği yenmez."[127]

3)  Hz. Ali'nin bu hususta şöyle dediği naklediliyor: "Ateşperestlerin ek­meklerini yemenin bir mahzuru yoktur. Onların kestiklerini yemek yasaklan­mıştır."[128] Ehl-i kitap olmayan diğer kâfirlerin de ateşperestler gibi oldukla­rı muhakkaktır.

 

Bu Konuda Mezheblerin Görüşleri:

 

Müslüman veya ehl-i kitap olan insanların dışındaki kişilerin kestikleri ve avladıkları hayvanların yenilmeyeceği hakkında mezhebler arasında İttifak var­dır. Şöyle ki:

a. Hanefi mezhebine göre: Eti yenilen bir hayvanı kesenin veya avlayanın müslüman veya ehl-i kitab olması şarttır. Bu itibarla Allah'a ortak koşanın, ateşperestin, putperestin ve İslâm'dan çıkan mürtedin kestiği veya avladığı yenmez.

Çünkü Allah Teala şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Allah size... Allah'dan başkası adına kesilenleri de haram kıldı..."[129] "... Dikilen o taşlar için ke­silen hayvanlar sizin için haram kılınmıştır..."[130] "Kesilirken üzerine Al­lah'ın adı anılmayan hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır..."[131]

Hanefilere göre, kesilen hayvan üzerine besmele çekmek şart olduğun-don onlar, müslüman ve ehl-İ kitap dışındaki İnsanların kestikleri veya av­ladıkları hayvanların yenilmeyeceğine delil olarak bu son âyeti de göstermiş­lerdir.[132]

b. Şafii mezhebine göre ise; eti yenen hayvanı kesenin veya avlayanın müs­lüman veya ehli kitap olması şarttır. Ehli kitap dışındaki ateşperest, putpe­rest ve mürted gibi kâfirlerin ne kestiği ne de avladığı helaldir. Şayet bir müs-lamanın hayvan kesmesine veya avlanmasına bir ateşperest ortak olursa, ke­silen veya avlanan hayvanın yenilmesi haram olur.

Diğer yandan bir müslümanın dahi, bir hayvanı Allah'dan başkası adına kesmesi halinde o hayvanı yemek helal değildir. Bir müslamanın Allah'dan başka bir şeye saygı göstererek böyle bir işi yapması onu küfre düşürür. Ke­za bir müslümanın bir yöneticiye veya başka birine yaklaşmak maksadıyla kestiği hayvanı yemek haramdır. Şayet hayvanı kesmekten maksadı, gelen bir insanın gelmesinden dolayı sevindiğini ve bu yolla Allah'a kurban kestiğini ortaya koymak olursa, kesilen hayvanı yemenin bir mahzuru yoktur.[133]

c. Maliki mezhebine göre; müslümanlann ve ehli kitabın dışındaki insan­ların kestikleri hayvanlar yenilmediği gibi ehli kitabın avladığı hayvanlar da yenilmez.[134]

d. Hanbeli mezhebine göre; eti yenen bir hayvanı kesenin veya avlayanın müslüman veya ehli kitap olması şarttır. Bu itibarla bir müslüman, İslâm di­ninden çıkıp hrisüyan veya yahudi dahi olsa, mürted olduğu için kestiği yen­mez. Bu husus Hanefi, Şafii, Maliki mezheblerinde de ayının böyledir. Zira İslâm dininden dönüp ehli kitabın dinine giren bir mürtede ehli kitap mu­amelesi yapılmaz: (Bundan cizye alınarak öldürülmesinden vaz geçilmez, ken­disiyle evlenilmez ve köle yapılarak sağ bırakılmaz). Keza putperestlerin, zın­dıkların, ateşperestlerin ve ehli kitap olmayan bütün kâfirlerin kestikleri ve­ya avlandıkları hayvanlar yenmez. Çünkü Allah Teala sadece ehli kitabın ye­meklerinin yenilebileceğini zikretmişlerdir. Bunların dışındakilerin yemek­lerinin yenilmeyeceği anlaşılmaktadır.[135]

e. Şiilere göre ise; sadece müslümanın kestiği yenilir. Ehli kitabın kestiği yenmez. Şiiler, "kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helaldir"[136]

âyet-i celilesindekî "yemeği" ifadesinden kesilmeyi gerektirmeyen maddeler­den teşekkül eden yemeklerin kastedildiğini söylemişler ve ehli kitabın kestiği hayvanların yenilemeyeceğini iddia etmişlerdir.[137] Bu konuda Zübde-tü'l-Ahkdm isimli eserde şunlar zikredilmektedir: "Hayvanı kesenin müslü­man olması veya ondan doğan çocuk gibi, müslüman hükmünde biri olma­sı şarttır. Bütün İslâmî fırkaların kestikleri yenilir. Sadece düşmanlık besle­yenlerin kestikleri müstesnadıdr."[138] (Yani açıkça ehli beyte düşmanlık eden­lerin kestiği yenmez).

 

Kimler Ehli Kitaptır;

 

a. Yahudi ve hristiyanların ehli kitap oldukları alimler tarafından İttifak edi­len bir konudur. Bunların müslümanlarla barış içinde olmaları veya savaş ha­linde bulunmaları farksızdır.

b. Ancak Hz. Ali'nin Tağlipoğullarından hristiyan olan arapları ehli kitap kabul etmediği ve bunlar hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Bunlar, hristiyanlığın sadece içki içme adetine bağlı kalmışlardır."[139] Hz. Ali bu hususta şu âyeti okumuştur: "Onlardan bazılarının okuyup yazmaları yoktur. Bir kısım kuruntular hariç, kitabı bilmezler, onlar sadece zanda bulunurlar. "[140] Said bin Cübeyr de aynı görüştedir. Rabî, İmam Şafii'den de aynı görüşte olduğunu nakletmiştir.[141] Hatta Şafii'den arap olan bütün hris­tiyanların kestiklerinin yenilmediği de nakledilmektedir.[142] Fakat cumhur ule­maya göre, Tağlipoğulları dahil, bütün hristiyanlar ehli kitapdır.[143] Yeter ki İs­lâm dininden çıkıp hristiyan veya yahudi olmasın. İslâm'dan çıkan herhan­gi bir dine girse de ona mürted hükmü uygulanır.

Abdullah bin Abbas ise Tağlipoğullannın da ehli kitap olduklarını söyle­miş ve şu âyeti okumuştur. "Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanlart dost edinmeyin, onlar birbirlerinin dostudur. Sizden kim onları dost edinir­se o da onlardandır. Muhakkak ki, Allah zalim kavmi hidâyete erdir­mez. "[144] İbn Abbas bunu okuduktan sonra şunu söylemiştir: "Tağliboğulla-rının hristiyanları dost edinmeleri, onları hristiyan kabul etmek ve kestikle­rini yemek için kâfidir."[145] Zühri de arap olan hristiyanların kestiklerinin ye­di nilmesinde bir mahzur olmadığını söylemiş ve şöyle demiştir: "Şayet sen, on­ların kesilen hayvanın üzerine Allah'dan başka birinin adını andıklarını işi­tirsen onu yeme. Böyle bir şey işitmezsen onu ye. Çünkü Allah, onların kâ­fir olduklarını bilerek kestiklerini helal kılmıştır."[146] Hanefi, Maliki ve Han-belilere göre bütün hristiyanlar ehli kitaptır. Arap olup veya olmaması fark­sızdır.

c.  Ebu Hanife'ye göre Sabiüer de kestiklerinin yenilmesi bakımından eh­li kitaptır. Fakat aynı mezhebin alimleri Ebu Yusuf'a ve İmam Muhammed'e göre, Sabiiler ehli kitap sayılmazlar. Ancak Zebur'a tabi olanlar hariçtir.[147] Şa-fiiler'e göre Sabiiler ehli kitap değildir.[148] Hanbelilere ve Malikilere göre de durum aynıdır.

d.  Mecusilerin[149] kestiklerinin yenilemeyeceği ve bunların hanımlanyla ev-lenilemeyeceği, fakat kendilerinden cizye alınarak zımmî(müslümanların hi­mayelerinde yaşayan kişi) yapılabilecekleri hakkında alimler arasında ittifak vardır.

Bunların kestiklerinin yenilmemesi ve hanımlanyla evlenilmemesine rağ­men, kendilerinden cizye kabul edilip zımmî yapılabilmeleri şu hadis-i şe­riflerden kaynaklanmaktadır:

Bacele diyor ki, Muaviye bin Husayn'ın oğlu Ceze'nin kâtipliğini yapıyor­dum. Bize Ömer bin Hattab'ın ölümünden bir yıl önce şu mektubu geldi: "Mecusilerden (birbirleriyle evlenmeleri haram olan) akraba eşleri birbirinden ayı­rın.'" Bacele devamle diyor ki; Abdurrahman bin Avf in Resulullah'ın Hacer'de yaşayan mecusilerden cizye aldığına dair şahitlik etmesi anına kadar, Ömer bin Hattab mecusilerden cizye almamıştır.[150] Görüldüğü gibi Hz. Ömer me-cusileri ehli kitap saymamış ve bunlardan cizye kabul etmemiştir. Fakat Ab­durrahman bin Avf Resulullah'ın bunlardan cizye alındığına dair şahitlik edince Ömer bunlardan cizye alıp canlarını kurtarmalarını kabul etmiş, lıa-nımlanyla evlenmenin ve kestikleri hayvanları yemenin caiz olmadığına da­ir icma edilmiştir.[151]

 

Ehli Kitabın Kestiği Veya Avladığı Hayvanların Hükmü:

 

1. Cumhur ulemaya göre; şartlan bulunduğu taktirde, ehli kitabın hem kes­tiği hem de avladığı eti yenen hayvanlar yenir. Zira bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor: "Bugün size, temiz ve güzel olan şeyler helal kılındı. Ken­dilerine kitap verilenlerin yemekleri size helaldir. Sizin yemekleriniz de onlara helaldir..."[152]

Bu konuyla ilgili bir hadiseyi anlatan Abdullah bin Muğaffal şöyle diyor: "Biz Hayber kalesini kuşatmıştık. Orada bulunan bir kişi, içinde içyağı bulunan bir tulumu aşağı attı. Ben onu almaya koştum, dönüp baktım, bir de ne göreyim! Resulullah! Ben ondan utandım."[153] Abdullah diğer bir rivayet­te şöyle diyor: "Ben Hayber savaşında bir tulum İçyağı buldum, onu hiç bı­rakmadım ve kendi kendime "Bugün ben bundan kimseye bir şey vermeye­ceğim" dedim. Dönüp baktım, bir de ne göreyim Resulullah! Bana bakıp gü­lümsüyor. "[154]

Görüldüğü gibi, Abdullah bin Muğaftel, Hayber'de yaşayan yahudilerin at­tığı içyağı kapmış ve kimseye vermeyerek onu yemek istemiştir. Bunu gören Resulullah, Abdullah'ın bu davranışına karşı çıkmamış ve ona gülümseyerek bakmıştır. Bu da Resulullah'ın bunu tasvip ettiğini gösteren takriri bir sünnetidir.[155]

Cumhur ulemaya göre, ehli kitabın yemeğinin helal olduğunu İfade eden âyet genel anlamlı olduğundan, her hhristiyan ve yahudinin kestiğini yemek helaldir. Yeter ki, diğer şartlar bulunmuş olsun.[156]

2. Cumhur ulemanın dışındaki alimler ise; ehli kitabın kesdiğinin ve av­ladığının yenilmesi hakkında farklı görüşler beyan etmişlerdir. Bunları şu şe­kilde Özetlemek mümkündür:

a. Şiilerin İmamiye[157] mezhebine ve Zeydiye mezhebinin birçok alimleri­ne göre, ehli kitabın kestiği yenmez. Bunlar "kendilerine kitap verilenle­rin yemeği size helaldir"[158] âyeti celilesinden kitap ehlinin, etin dışındaki

diğer yemeklerinin kastedildiğini ileri sürmüşlerdir.[159]

b. Hz. Ali'nin, Tağliboğullarına mensub olan Arap hristiyanlarının kestik­lerini yemeyi yasakladığı ve onlar hakkında şöyle buyurduğunu rivayet edilmektedir: "Onlar hristiyanlığın sadece İçki içme huyuna bağlı kalmışlardır."[160] Hz.Ali'nin bunları söyledikten sonra şu âyeti okuduğu rivayet edilmek­tedir: "Onlardan bazılarının okuyup yazması yoktur. Bir kısmı kuruntular hariç, kitabı bilmezler, onlar sadece zanda bulunurlar."[161] Said bin Cubeyr,

Muhammed bin Ali'nin ve Nehai'nin de aynı görüşte olduklarını nakletmekte­dir.

Bu konuda İmam Ahmed bin Hanbel'den İki görüş nakledilmektedir. Bi­rinci görüşe göre, Tağliboğullarına mensub olan hristiyan arapların ne kes­tiği yenir ne de hanımlarıyla evlenilir. Tercih edilen ikinci görüşe göse ise, bunların hem kestikleri yenir, hem de hanımlarıyla evlenmek caizdir.[162]

c.  İmam Şafii'nin ise, arap olan ehli kitabın kestiğinin yenilmeyeceğim söy­lediği rivayet edilmektedir.[163]

d. İmam Malik'in ehli kitabın kestiklerinin helal, fakat avladıkları hayvan­ların haram olduğunu söylediği rivayet edilmektedir. Bu konuda İbni Kuda­me şöyle diyor: "İmam Malik'in dışında ehli kitabın avladığı avı haram sayan birine bilmiyorum. İmam Malik, ehli kitabın kestiğini helal, avladığını ise ha­ram saymıştır. Bu görüş isabetli değildir, zira avladıkları hayvanlar da diğer yedikleri şeyler gibidir. Ayetin genel hükmüne dahildir."[164]

e. Yine İmam Malik'e göre, ehli kitabın kendilerine haram olan deve gi­bi hayvanları kesmeleri halinde veya kestikleri hayvanlardan yemeleri haram olan içyağını elde ettikleri taktirde, müslümanların bu tür hayvan ve içyağı yemeleri de caiz değildir.

Allah Teala şu âyette ehli kitab olan yahudilere bazı içyağlarını ve deve gibi tek tırnaklı yahut ördek gibi parmakları ayrık olmayan hayvanları haram kıldığını bildirmektedir. "Biz, yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağlarının dışında içyağ­larını da haram kıldık, aşırı gitmelerindendolayı onları böyle cezalandır­dık. Şüphesiz ki, biz doğru söyleyenleriz."[165]

İşte İmam Malik'e göre ehli kitabın kendilerine haram kılınan bu tür hay­vanları kesmeleri veya bu tür içyağları kestikleri hayvanlardan elde etmeleri durumunda, bu hayvanları ve içyağlarıni müslümanların da yemesi caiz de­ğildir. Zira Allah Teala: "... Kendilerine kitap verilenlerin yemeği size he­laldir.. ."[166] buyurmuştur. Kendilerine haram olan şeyler bunların yemeği de­ğildir. Bu itibarla âyetin kapsamına girmemektedir. İçyağlar İse, kesilen hayvanın bizzat kesicisine helal olmayan bir bölümdür. Müslümanın kestiği hayvanlardan akan kana benzer, bu itibarla müslümanlara da helal olmaz. Bu konuda İmam Ahmed'den de iki görüş nakledilmektedir: Tercih edi­len görüşe göre bu tür et ve İçyağlarının yenilmesi caizdir.[167] Hanefi ve Şa-füler'e göre de bu tür et ve İçyağları yenilmektedir.[168]

Cumhur ulema, İmam Malik'e cevap olarak yukarıda geçen şu hadiseyi zik­retmişlerdir: Abdullah bin Mugaffel diyor ki: "Ben Hayber savaşında bir tu­lum yağı buldum. Onu hiç bırakmadım, kendi kendime bugün ben bundan kimseye bir şey vermeyeceğim" dedim. Etrafa bakındım, bir de ne göreyim Resulullah! O, bana bakıp gülümsüyordu."[169] Hadiste yahudilere haram olan içyağlarının Abdullah bin Mugaffel tarafından alındığı ve Resulullah'ın bunu yasaklamadığı, böylece takıirî bir sünnetle ehli kitaba haram ve müslüman­lara helal olan şeylerin ehli kitap tarafından kesilmesi halinde müslümanla­ra helal olacağı beyan edildiği görülmektedir.

 

3- Müslüman ve Ehli Kitabın Dinlerini Değiştirmemeleri Şartı:

 

Hayvanı boğazlayan veya avlayan müslüman veya ehli kitabın dinini de­ğiştirmemesi şarttır. İslâm dininden çıkan kişi, hristiyan veya yahudi olsa da­hi mürted sayıhr ve kestiği yenmez. Böyle bir insana tekrar İslâm'a dönme­si teklif edilir, kabul etmediği taktirde öldürülür.

Bu hususta Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: "Kim dinini değişti­rir ise, onu öldürün”[170] İslâm dininden çıkanın kestiğinin yenilmeyeceği eh­li kitap muamelesi yapılamayacağı, mezhebler arasında ittifak konusudur.[171]

Ehl-i kitap olan bir hristiyan veya yahudi, kendi dininden çıkarırsa, ehli kitaplığı kaybettiği İçin kestiği yenmez. Keza ehli kitap olan bir yahudi, hris­tiyan olursa veya bir hristiyan yahudi olursa kestiği ve avladığı yenmez. Zi-

ra bir müslümanın dininden dönmesi halinde kestiği yenilmez. Ehli kitap da böyledir.[172]

Allah Teala bir âyette şöyle buyuruyor: "Kim İslâm'dan başka bir din arar­sa onun dini asla kabul edilmez..."[173] Dinini değiştirip yahudi olan bir hristiyan veya hristiyan olan bir yahudi, batıl bir din aramış ve bulmuştur. Bu ondan kabul edilmez.

 

4. Müslüman ve Ehli Kitabın Akıllı ve Temyiz Gücü:

 

Hayvanı kesen veya avlayan müslüman veya ehli kitabın akıllı ve temyiz gücüne sahip olması şart koşulmaktadır. Bu İtibarla, deli bir İnsan veya temyiz gücüne sahip olmayan bir çocuğun yahut aklı başında olmayan bir sarhoşun kestiği veya avladığı bir hayvan yenmez.[174] Zira bu tür insanların hayvanı kesme niyetleri sağlam değildir. Hanefİler, Malikiler ve Hanbeliler bu görüştedir. Şafiilerden ise, iki görüş nakledilmektedir. Tercih edilen gö­rüşe göre, delinin, temyiz gücüne sahip olmayan fakat hayvanı kesmeye gü­cü yeten çocuğun ve aklı başında bulunmayan bir sarhoşun kestiği kerahat-le birlikte yenir. Diğer bir görüşe göre yenmez.[175] Bu konuda İbn Kudame şöyle diyor:

"Diğer ibadetlerde olduğu gibi, hayvanı kesmede de kastın bulunması, ke­senin aklı başında biri olması şarttır. Aklı olmadığından kesme niyeti taşıma­yan bîr insanın kesmesi, aletin kendiliğinden hayvanı kesmesi gibidir. Bunu yemek caiz değildir.[176]

Dilsizin, cünüp olan insanın, hayızlı kadının kestikleri yenir. Dilsizin İşa­retle besmele çekmesi, cünüp ve hayızlının İse fiilen ağızlarıyla besmele çek­meleri gerekir. Aksi taktirde besmeleyi şart koşanlara göre bunların kestik­leri yenmez.

 

5- Hayvanın Allah İçin Kesilmesi veya Avlanması Şartı

 

Bir hayvanın yenilmesi İçin, Allah için kesilmesi veya avlanması şarttır. Ak­si taktirde yenmez. Bu hususta Allah Teala şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Al­lah, size leşi, kanı, domuz etini, bir de Allah'dan başkası adına kesileni haram kıldı...”[177]

"... Ancak leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki bu pistir- yahut

Allah'dan başkası adına kesilen hayvanların yenmesi haramdır..."[178] “... dikilen o taşlar için kesilen hayvanlar sîzin için haram kılınmıştır..."[179]

Görüldüğü gibi âyeti celileler, Allah'dan başkası adına kesilenlerin, diki­li taşlar için (put ve benzeri şeyler için) kesilenlerin yenilmesinin haram ol­duğunu beyan etmektedirler. Bu hususta Peygamber efendimiz de şöyle bu­yurmaktadır: "... Allah, Allah'dan başkası için bir hayvanı kesene lanet ed­er.. ."[180] Bu hadis-i şerifi izah eden İmam Nevevi şöyle diyor: "Allah'dan baş­kası için kesilenden maksat, Allah'dan başka herhangi bir şey adına kesilen­dir. Mesela bir put için yahut Hz. Musa veya Hz. İsa için kesilen veya Kabe için kesilenler bu türdendir. Bütün bunlar haramdır. Bu şekilde kesilen bir hayvanı yemek helal olmaz, velev ki, bunu kesen müslüman veya yahudi ya­hut hristiyan olsun. Diğer yandan Allah'dan başkası için hayvan kesilirken, kendisi için hayvan kesilene saygı gösterilmesi ve ona ibadet edilmesi kas­tedilecek olursa, bu bir kâfirliktir. Kesen kişi, kesmeden önce müslüman ise, bu şekilde kesmesiyle mürted olur." İmam Nevevi sözlerine devamla şöyle diyor: Alimlerimizden olan İbrahim el-Mervezi şöyle diyor: Buhara alimleri, devlet yöneticileri karşılanırken onlara yaklaşmak maksadıyla kesilen hay­vanların haram olduğuna fetva vermişler ve çünkü "bu şekilde kurban kes­mek Allah'dan başkası adına kesmektir," demişlerdir.[181]

Ehli kitabın Allah'dan başkası adına kestiği hayvan yenilmez. Ancak Ata, Şa'bi ve Mekhul yenilebileceğini söylemişler ve şöyle demişlerdir. "Allah Te-ala bunların ne söylediklerini bilerek yemeklerinin bize helal olduğunu bil­dirmiştir. O halde bunlar hayvanı keserken üzerine İsa'nın adım ansalar da­hi kestikleri yenir." Bu görüş İrbad bin Sariye, Ubade bin es-Samit ve Ebu Umame el-Bahil'den rivayet edilmektedir. Fakat alimlerin çoğunluğu, ehli ki­tabın İsa'nın üzerine veya Üzeyr'in ismini anarak kestikleri yahut kiliseleri veya bayramları için kestiklerinin yenilmeyeceği görüşündedirler. Zira bu şe­kilde kesilen bir hayvan Allah'dan başkası adına kesilmiştir ve haramdır. Ha-nefiler, Şafiiler, Hanbelİler bu görüştedir. İmam Malik'in İse, haram sayma­yıp mekruh gördüğü rivayet edilmektedir. Bu konuda nıezheb alimleri şun­ları zikretmektedirler:

a. Hanefi mezhebinden olan Kâşâni Özetle şöyle diyor.- "Eğer ehli kitabın

hayvanı nasıl kestiği görülür ve hayvanı keserken sadece Allah'ın adını an­dığı işitilirse, kestiği hayvan yenir. Ehli kitabın, hayvanı nasıl kestiği görülmez

ve üzerine neyi zikrettiği işitilmez ise yine kestiği hayvan yenir, zira bu du­rumda -rnüslümana olduğu gibi- buna da hüsn-ü zanda bulunulur ve hayvan keserken üzerine sadece Allah'ın adını andığı kanaatiyle hareket edilir.

Şayet ehli kitap, hayvanın üzerine sadece Hz. İsa'nın adını anarak veya Al­lah Teala ve Hz. İsa'nın adını birlikte anarak yahut "üç ilahın üçüncüsü olan Allah'ın adıyla" diyerek kesecek olursa, kestiği hayvan yenmez. Çünkü bu Allah'dan başkası adına kesilmiştir. Kâşâni devamla diyor ki: "Hz. Ali'den eh­li kitabın kestikleri sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Allah Teala onların ne söylediklerini bildiği halde kestiklerini helal kılmıştır. Şayet onların sade­ce İsa Mesih (as)in adım andıkları veya Allah Teala İle birlikte İsa Mesih'in adını andıkları işitilirse, kestikleri yenmez. "[182]

b. Şafii mezhebinden olan Muhammed el-Şirbinİ şöyle diyor: Müslümanın da başkasının da Allah'dan başkası için kestiği helal olmaz. Zira bu Al­lah'dan başkası adına kesilmiştir. Hatta bir müslüman, kendisi için hayvan ke­silene saygı göstermek ve İbadet etmek maksadıyla kesmesi halinde kâfir olur ve ona secde etmiş gibidir. Şayet kişi hayvanı Kabe için vyea peygamberler için keser de bundan asıl maksadı, Allah'ın evi olduğu için Kabe'ye saygı gös­termek ve Allah'ın elçileri oldukları için peygamberlere tazimde bulunmak olursa, kestiğini yemek helaldir.

Bir devlet İdarecisine yakın olma maksadıyla kesilen yenmez, ancak ida­recinin geldiğine sevindiğini göstermek maksadıyla fakat Allah İçin keserse yenir. Bu "akika" kurbanına benzer. Şayet hayvanı Allah için keser de cin­lerin serlerinin kendisinden uzaklaşmasını isterse, kestiği yenir. Fakat sade­ce cinlerin serlerinin def edilmesi için keser ise.kestiği yenmez. "[183]

c.  Hanbeli mezhebinden olan İbn Kudame şöyle diyor: "Eğer kitap ehli kasıtlı olarak besmele çekmez ise veya hayvanın üzerine Allah'dan başkası­nın adını anar İse, kestiği hayvanı yemek helal değildir. Zira Allah Teala: "Ke­silirken üzerine Allah'ın adı zikredilmeyen hayvanları yemeyin..." buyur­muştur.[184] "Şüphesiz ki Allah size... Allah'dan başkası adına kesilenleri ha­ram kıldı..." buyurmuştur.[185] Bu görüş Hz. Ali'den nakledilmektedir. Nehaî, Şafii, Hammad, İshak ve Ashab-i Rey (Hanefiler) de bu görüştedir. Fakat Atâ, Mücahid, Mekhul şöyle demişlerdir: Şayet bir hristiyan, İsa Mesih'in ismini anarak bir hayvanı kesecek olursa, onu yemek helaldir. Zira Allah Teala, bun­ların böyle söyleyeceklerini bilerek bunların kestiklerini bize helal kılmıştır."

İbn Kudame bunlara cevaben şöyle diyor: "Kendilerine kitap verilenle­rin yemeği size helaldir..."[186] âyeti celilesinde beyan edilen yemekten mak­sat, müslümanın yemeğinde bulunması gereken şartları kapsayan yemeklerdir. Nasıl ki, bir müslümanın Allah'dan başkası adına kesdiği yenmiyor, eh­li kitabınki de yenmez.

Şayet hayvanı kesenin Allah'ın adını anıp anmadığı veya Allah'dan baş­kasının adını anıp anmadığı bilinmez ise, kestiği hayvan helaldir. Zira Allah Teala her hayvan kesen kişinin nasıl kestiğini bilemeyeceğimizi bilerek müslümanın ve ehli kitabın kestiklerini bize helal kılmıştır."[187]

İbn Kudame kitabının başka bir bölümünde diyor ki: "Ehl-i kitabın kili­seleri veya bayramları İçin kestiklerine bakılır. Eğer onu bîr müslüman ke­ser ise veya bir ehli kitap üzerine yalnız Allah'ın adını anarak keser ise o hay­vanı yemek helaldir. Çünkü helal olma şartı bulunmuştur.

Şayet onu bir ehli kitap keser de, üzerine Allah'dan başka birinin adını zik­reder veya kasıtlı olarak besmele çekmez ise, onu yemek helal değildir.

İmam Ahmed'den nakledilen bir görüşe göre, ehli kitabın kiliseleri ve bay­ramları için kestikleri hayvanlar mutlak surette mekruhtur. Çünkü Allah'dan başkası adına kesilmişlerdir. İmam Ahmed'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise, bu tür kesilen hayvanlardan yemek mubahtır.

Bu mesele Irbad bin Sariye'den sorulmuş o da: "Yeyİn ve bana da yedi-rin" demiştir. Aynı görüş, Ebu Umame el-Bahilî ve Ebu Müslüm el-Havlanî'den de nakledilmiştir. Ebu Derda ve Cübeyr bin Nuf'eyr bu tür kesileni yemiş­ler, Amr bin el-Esved, Mekhul, Damre bin Habıb bunun yenileceğine izin ver­mişler ve delil olarak şunu zikretmişlerdir: "Kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helaldir"[188] âyeti celilesindeki ehli kitabın yemeklerinin bizle­re helal olduğu bildirilmektedir. Kilise ve bayramları için kesilenlerin de ye­mekleri olduğu muhakkaktır.

Bu hususta el-Kadı şöyle diyor: "Eğer ehli kitap, bayramı için veya bir yıl­dız yahut bir put veya peygamber için hayvanı keser ve bunlardan birinin adı­nı üzerine anarsa, kestiği hayvanı yemek haramdır. Zira bu, Allah'dan baş­kası adına kesilendir. Şayet yalnız Allah'ın adını anar ise, bunları yemek he­laldir. Zira Allah Teala: "Eğer Allah'ın âyetlerine iman ediyorsanız Allah'ın adı zikredilerek kesilen hayvanlardan yeyin"[189] buyurmaktadır. Bununla beraber bunlardan yemek mekruhtur. Zira bu kişi kalbiyle Allah'dan başka­sı İçin kesmeyi kastetmiştir."[190]

d. Maliki mezhebinden olan Kurtubî şöyle diyor: "Bir kısım alimler: "Eh­li kitabın Allah'dan başkasının adını anarak bir hayvanı kestiğini duyar İsen onu yeme" demişlerdir. Sahabilerden Hz. Ali, Hz. Aişe ve Abdullah bin Ömer bu görüştedir. Tavus ve Hasan da aynı görüştedir. Bunlar: "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır..."[191] âyeti celilesini delil göstermişlerdir.

İmam Malik ise, "Ben bunu mekruh görürüm" demiş ve haram saymamış­tır. Diğer bir kısım alimler ise, ehli kitabın bu şeküde kestiğinin yenilmeye­ceğini söylemişlerdir. Bu görüş Abdullah bin Abbas, Ebu ed-Derda, Ubade bin es-Samid'den nakledilmiştir. Atâ, Rebia, Sabi, Mekhul ve Kasım bu gö­rüştedir. "[192]

Bu konuda İmam Buhârî şöyle diyor: "Zühri dedi ki; Arap olan hristiyan-ların kestiklerini yemenin bir mahzuru yoktur. Şayet Aliah'dan başkasının adı­nı anarak kestiğini işitirsen onu yeme. Şayet işitmezsen bil ki Allah bunla­rın kâfirliğini bildiği halde kestiklerini helal kılmıştır."[193]

 

6. Kesilen, Avlanan Hayvanın Üzerine Allah'ın Adının Anılması:

 

Daha önce de belirtildiği gibi, müslüman ve ehli kitap olmayan bir insa­nın herhangi bir şekilde kestiği yenmez. Böyle bir insan, besmele ile kesmiş olsa dahi kestiğini yemek haramdır.

Diğer yandan bir müslüman veya ehl-i kitabın hayvanı keserken bizzat hay­vanın üzerine, avlarken de avlama aracı üzerine besmele çekmesinin meş­ru bir husus olduğu hakkında alimler ittifak etmişler, fakat besmele çekme­nin farz mı yoksa sünnet mi olduğu hakkında da ihtilaf etmişlerdir.

a.  Hanefi'lere göre, Hanbeli, Maliki mezheblerinde de tercih edilen görü­şe göre, kesilen hayvanın kendi üzerine, avlanan hayvanın da avlanma ara­cı üzerine Allah'ın adını anmak şarttır. Bu itibarla, bir müslüman veya ehl-i kitap kasıtlı olarak, kestiği hayvanın üzerine veya avladığı hayvanın avlama vasıtaları üzerine Allah'ın adını anmaz ise, kestiği yenmez. Fakat unutarak an­maz ise yenir. Bir kısım alimler unutarak besmele çekilmemesi halinde de ke­silenin yenilemeyeceğini söylemişlerdir.

b.  Şafiilere göre, Hanbeli, Maliki mezheblerinde ikinci derecede olan gö­rüşe göre ise, kesilen veya avlanan bir hayvan için besmele çekmek şart de­ğildir. Sadece sünnettir. Hayvanı kesen veya avlayan bir müslüman veya eh­li kitabın kasıtlı olarak besmele çekmemeleri durumunda da kestiklerini ye­mek caizdir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur: Mezhebler arasında­ki ihtilaf, Allah'ın adının anılmasının (besmele çekilmesinin) şart olup veya olmamasıdır. Yoksa hayvanı kesen veya avlayan kişinin müslüman veya ehli kitap olmasının şart olduğunda herhangi bir ihtilaf yoktur. İttifak vardır.

Binaenaleyh, günümüzde müslüman, ehli kitap, mürted, putperest ve di­ğer kâfirlerin birlikte yaşadıkları toplumlarda hayvanın kimler tarafından ke­sildiği veya avlandığı bilinmediği için herhangi bir kasaptan veya çarşı pa­zardan et alıp yemenin helal olduğunu söylemek pek güçtür.

"Şafiiler, besmelesiz kesilenlerin de yenilebileceğine cevaz veriyorlar" di­yerek "Allah'a hiç iman etmeyenlerin veya İslâm adı taşıyan mürtedlerin kes­tiklerinin yenileceğini" söylemek doğru değildir. Zira, Şafiiler ve onlara ka­tılanlar hayvanı kesen veya avlayanın mutlaka müslüman veya ehli kitap ol­malarını şart koştuktan sonra, bunların besmele çekmelerinin şart olmadığı­nı söylemişlerdir.

Yaşadığımız ülkede herhangi bir dine inanmayanların sayısı pekçoktur. Bunların mezbahanelerinde kestikleri hayvanları yemek haramdır. Müslüman­ların bu hususta uyanmaları gerekir. Aksi taktirde günahkâr olur. Kimse de kimsenin günahını taşımaz. "... günahı ağır olan bir kimse, yükünü taşımak için bir başkasını çağırırsa, akrabası bile olsa, yükünden hiçbir şey taşın­maz..."[194]

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız bu konu, mezheblere göre şöyledir:

 

1. Hanefi, Hanbeli ve Maliki Mezheblerinde Meşhur Görüşlere Göre:

 

Hayvan kesilirken bizzat üzerine, avlanırken ise, avlama aracı üzerine bes­mele çekmek şarttır. Şayet hayvanı kesen veya avlayan besmele çekmez ise, kasıtlı olup veya olmamasına göre hükümler farklıdır.

A. Eğer hayvanı kesen veya avlayan kasden besmele çekmez ise, kesilen veya avlanan hayvanı yemek caiz değildir. Zira Allah Teala şöyle buyuruyor: "Kesilirken üzerine Allah'ın adı zikredilmeyen hayvanlardan yemeyin. Bu­nu yemek fasıklıktır."[195] Âyet-i celile, üzerine Allah'ın adı anılmadan kesi­leni yemenin fasıklık olduğunu bildirmektedir. İnsan ancak haram bir amel işlediğinde fasık olur. Bu da Allah'ın adı anılmadan kesilenin haram olduğu­nu göstermektedir. Ayrıca âyette "yemeyin" şeklinde bir yasaklama mevcut­tur. Yasaklamalar genel bir şekilde zikredildikleri taktirde, yasaklanan ame­lin haram olduğunu ifade ederler. Burada da durum aynıdır.

Allah Teala başka bir âyette şöyle buyuruyor: "... Kurbanlık hayvanlar sıra sıra dizilip boğazlanacakları zaman üzerlerine Allah'ın adım anın...”[196]

Ayette "Allah'ın adını anın" şeklinde bir emir bulunmaktadır. Emirler, genel bir şekilde zikredildikleri zaman farziyet ifade ederler. Eğer besmele çekmek şart olmasaydı, bu şekilde mutlak olarak zikredilmezdi.

Bu hususta Resulullah (sav)'den de şu hadisler rivayet edilmektedir: Adiy bin Hatim diyor ki: "Ben Resulullah'dan şunu sordum ve dedim ki: Ben köpeğimi avın üzerine gönderiyorum, onunla birlikte başka köpekler de görüyorum. Resulullah şöyle buyurdu: "Sen böyle avlanan hayvanı yeme, çün­kü sen, kendi köpeğine besmele çektin, diğer köpeklere besmele çekmedin.”[197] Diğer bir rivayette Adiy bin Hatim şöyle diyor: "Ben Resulullah (sav)'den av­lanma hakkında şunu sordum ve dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü! Ben köpeği­mi ava gönderiyor ve üzerine besmele çekiyorum, onunla birlikte avın yanın­da üzerine besmele çekmediğim başka bir köpek buluyorum, köpeklerin han­gisinin avı yakaladıklarını bilemiyorum. Resulullah şöyle buyurdu: "O avdan yeme, çünkü sen kendi köpeğinin üzerine besmele çektin, diğerinin üzerine besmele çekmedin.”[198] Görüldüğü gibi, Resulullah bu hadislerde ava doğru sa­lınan köpeğin üzerine besmele çekilmemesi halinde avın yenilmemesini em­retmiştir. Bu da besmelenin şart olduğunu gösterir.

B. Hayvan kesilirken veya avlanırken unutarak besmele çekilmez ise kesilen hayvan yenir. Zira Resulullah bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuş­lardır: "Şüphesiz ki Allah, ümmetimden hatanın unutmanın ve kendine zorla yaptırılanın sorumluluğunu düşürmüştür."[199]

Abdullah bin Abbas'dan Resulullah'm şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Müslümana kendi ismi yeter (müslüman olması), eğer hayvanı keserken Al­lah'ın ismini anmayı unutur ise, besmele çekip Allah'ın ismini ansın, son­ra onu yesin.”[200]

Ebu Hureyre (ra) diyor ki: "Bir adam gelip Resulullah'a: Ey Allah'ın Ra­sulü! Bizden birimiz bir hayvanı keser de üzerine Allah'ın ismini anmayı unu­tursa bunun hükmü nedir? diye sordu. Resulullah ona: "Allah'ın ismi her müs

lümanın ağzında mevcuttur" cevabını verdi.[201] Bu konuda İmam Alımed bin Hanbel'den nakledilen meşhur görüşe göre İmam Alımed besmele çekme hu­susunda, hayvanı avlama ile kesmeyi farklı hükümlere tabi tutmuştur.

a. İmamı Alımed hayvanı avlayan kişinin "mutlaka besmele çekmesi ge­rektiğini" söylemiş ve bunu kasıtlı olarak veya unutarak besmele çekmeme­si halinde avladığı hayvanın yenilemeyeceğini beyan etmiştir. İmam Ah-med'den şunlar nakledilmektedir: Hayvanı kesmek normal şartlarda olduğu için bunda besmelenin unutulması hoş görülebilir. Fakat hayvanı avlamak nor­mal olarak kesme şartlarında olmadığı için besmelenin unutulmasında mü­samaha gösterilemez. Besmelenin çekilmesini emreden nasların zahirine bakılır ve besmelesiz avlanan avın yenilemeyeceğine karar verilir."

b. İmam Ahmed'e göre, hayvanı kesen kişinin besmele çekmeyi unutma­sı halinde ise kestiği yenir.[202]

 

2. Şafii, Hanbeli, Maliki Mezheblerinden Meşhur Olmayan Görüşler:

 

Kesilen hayvanın üzerine ve avlanan hayvanın avlama vasıtası üzerine bes­mele çekmek şart değildir. Sadece sünnettir. Besmelenin kasten dahi çekil­memesi halinde kesilen veya avlanan hayvanları yemek caizdir. Yeter ki, hay­vanı kesen müslüman veya ehli kitap olsun. Bunlar görüşlerine delil olarak, aşağıda zikredilen âyet ve hadisleri göstermişlerdir. Allah Teala şöyle buyu­ruyor: "Ey Muhammedi De ki, bana vahy olunanlarda, yiyen bir kişinin ye­diği herhangi bir şeyin haram olduğuna dair bir hüküm bulamıyorum. An­cak leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki bu pistir- yahut doğru yol­dan çıkarak Allah'dan başkası adına kesilen hayvanların yenmesi haramdir."[203] Allah Teâla bu âyette haram olanları zikretmiş, kesilirken üzerine bes­mele çekilmeyenleri bunların içinde zikretmemiştir. En'am Sûresi, hepsi bir­den indiği için "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin...”[204] âyeti celilesinin bu âyeti neshettiğini söylemek mümkün de­ğildir. Bu nedenle son âyetin "mendubluk" ifade ettiği anlaşılmaktadır. Ve­ya bundan maksat kesilmeden ölen hayvanlardır. Yahut Aİlah'dan başkası adı­na kesilenlerdir.

Allah Teala başka bir âyette de şöyle buyuruyor: "Leş, kan, domuz eti, Al­lah'dan başkası adına kesilen, boğulan, dövülerek, düşerek, birbiriyle dö­vüşerek ölen, canı çıkmadan kestiğiniz hariç yırtıcı hayvanlar tarafından yenilen, dikilen o taşlar için kesilen hayvanlar sizin için haramtır..."[205] Allah Teala: “-... canı çıkmadan kestiğiniz hariç..." İfadesiyle kesile­nin mubah olduğunu zikretmiş ve besmelenin de çekilmesi gerektiğini zik-retmemiştir. Eğer gerekli olsaydı zikrederdi.

Allah Teala başka bir âyette de: "... kendilerine kitap verilenlerin yemek­leri size helaldir... "[206] buyurmaktadır. Allah Teala bu âyette ehl-i kitabın kes­tiğinin helal olduğunu bildirmektedir. Ehli kitab genellikle besmele çekme­den keserler. Allah Teala'nın bu durumu bilerek ehli kitabın kestiğini bizle­re helal kılması, besmele çekmenin şart olmadığını göstermektedir.

Bir hadis-i şerifte şunlar zikredilmektedir: "Hz. Aişe diyor ki: "Bir kısım in­sanlar Resulullah (sav)'den şunu sordular: "Bazı topluluklar bize et getiriyor­lar. Biz, kesilen hayvanın üzerine Allah'ın İsminin anılıp anılmadığım bilmi­yoruz." Resulullah onlara şu cevabı verdi: "Sizler onun üzerine Allah'ın is­mini anın ve onu yeyin." Aİşe şöyle diyor: "Et getiren bu insanların kâfirlik dönemleri yakındı" (yani daha yeni müslüman olmuşlardı ).[207]Diğer bir riva­yette "müşriklik dönemleri yakın olan bir topluluk bize el getiriyorlar... "[208] Başka bir rivayette: "Cahiliye dönemleri yakın olan bir topluluk bize et ge­tiriyor..."[209] diğer bîr rivayet de şöyledir: "Bedevilerden bir kısım insanlar bi­ze et getiriyorlar."[210] Başka bir rivayeti de; "çölde yaşayan bazı insanlar bi­ze et getiriyorlar..." şeklindedir.[211]

Şayet besmele çekmek şart olsaydı, çekilip çekilmediğinde şüphe edilen bu durumda çekilmiş sayılmaz ve etlerin yenilmesine izin verilmezdi.[212] Şafiiler bu hadisi bu şekilde yorumlarken başka alimler daha başka şekillerde yorumlamışlardır:

İmam Malik "Muvatta" isimli kitabında bu hadisi rivayet ettikten sonra şöy­le demektedir: "Bu İslâm'ın İlk zamanlarındaydı."[213] Yani bu hadis-i şerif mensuhtur. Zira bu "kesilirken üzerine Allah'ın ismi anılmayan hayran­lardan yemeyin"[214] âyetten önce zikredilmiştir, daha sonra gelen bu âyet, ha­disi nesh etmiştir.

İmam Malİk'in bu görüşüne katılmayan İbn Abdi'1-Berr ise, şöyle diyor: "Malik'in bu sözü zayıftır. Bu sözün ne bir delili ne de çıkar bir yolu vardır. Zira hadis-i şerif Medine'de zikredilmiş ve orada bulunan insanlardan sorul­muştur. Halbuki bunu neshettiği iddia edilen âyet, Mekke'de nazil olmuştur. Bu nedenle, hayvanın üzerine besmele sadece teberrük için çekilir. Besme­le çekmenin hayvanın yenilip yenilmemesinde herhangi bir tesiri yoktur. "[215]

Hanefilerin görüşünü destekleyen Buhârî'nin sarihi Aynî ise, bu hadisin İzahında şunları zikrediyor: "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin"[216] diye buyuran âyetten maksat, besmele çekilmeyerek kesilen her türlü hayvandır. Fakat unutarak üzerine besmele çekilme­yen hayvanlar, alimlerin ittifakıyla istisna edilmişlerdir. Üzerlerine kasıtlı olarak besmele çekilmeyenler âyetin genel hükmüne dahil olarak kalmışlar­dır. "Bu âyetten asıl maksadın leşler olduğunu" söylemek doğru değildir. Zi­ra âyeti hakiki manasından çıkarıp başka bir manaya yorumlamayı gerekti­ren bir zaruret yoktur. Çünkü leşlerin haram olduğunu belirten âyetler mev-cuttur.[217] Hadis-i şerifin ise, bu âyetin inmesinden önce söylendiği zikredil­miştir. En'am Sûresi'nin Mekke'de inmesi buna engel değildir. Zira Ebu Ab-bas ed-Darir, "Makamat et-Tenzil" isimli eserinde ayrıca Sa'lebi ve benzeri alimler de En'am Sûresi'nin altı âyetinin Medine'de nazil olduğunu söylemiş-lerdir.[218]

İbnüİ-Cevzi diyor ki: Hadisin "... sizler onun üzerine Allah'ın adını anın ve onu yeyin”[219] bölümünden kastedilen mana: "Sizler yemek yerken besme­le çekip onu yeyin" demektir. Yoksa bu hadisin manası: "Hayvanı kesilirken üzerine besmele çekilmez ise, etini yerken üzerine besmele çekin. Bu bes­mele öncekinin yerini tutar ve kâfidir" demek değildir.[220]

Şevkan bu hadise yorum yaparak şöyle diyor: "Bu hadisten anlaşıldığı­na göre, müslümanların çarşı ve pazarlarda bulunan eşyaların sıhhatli (he­lal) olduğuna karar verilir. Müslüman olan bedeviler de aynı hükümdedir. Zi­ra bunlar da genellikle besmele çekmeyi bilmektedirler. "[221]

Hülasa; Bir hayvan kesilirken üzerine besmele çekilmesinin meşru oldu­ğu hakkında icma vardır. Fakat besmele çekmenin şart olup olmadığı alim­ler arasında İhtilaf konusudur.

Ebu Hanife ve arkadaşları ile İmam Malik ve İmam Ahmed'den nakledi­len tercihe şayan görüşe göre besmele çekmek şarttır. Fakat unutarak çek­meyenin kestiği yenir.

Davud, Şa'bi bir rivayette İmam Malik ve Ebu Sevr'e göre kesilen veya av­lanan hayvanın üzerine mutlaka besmele çekilmelidir. Unutularak çekilme­mesi halinde dahi o hayvan yenmez. İmam Ahmed sadece av hususunda bun­lara katılmaktadır.

Ebu Hureyre, Tavus, Şafii bir rivayette İmam Malik ve imam Ahmed bin Hanbel'e göre, kesilen veya avlanan hayvanın üzerine besmele çekmek sünnettir. Kasten besmele çekmeden kesenin kestiği bile yenir.[222]

 

7- Sahibinin İzni Olmadan Kesilen Hayvanın Hükmü:

 

Cumhur ulemaya göre sahibinin izni olmadan kesilen hayvanın etini ye­mek caizdir.

Tavus, İkrime, İshak ve Zahirilere göre ise, böyle kesilen bir hayvanı ye­mek caiz değildir.

Konu ile ilgili olarak Resulullah'dan şu hadis-i şerif rivayet edilmektedir: Ensaıdan bir zat diyor ki: "Resulullah ile bir cenazeye gittik. Resulullah (sav) kabrin başında İken, kabri kazana "ayak ucunu genişlet, baş tarafını genişlet" şeklinde tavsiyede bulunuyordu. Resulullah cenaze defninden dö­nünce, yemeğe davet eden bir kadının davetçisi onu karşıladı, Resulullah da­veti kabul edip oraya gitti, yemek getirildi. Resulullah onu yemek için elini uzattı, orada bulunan diğer insanlar da ellerini yemeğe uzatıp yemeğe baş­ladılar... Sahabeler, Resulullah'ın ağzında lokmayı çiğneyip durduğunu gör­düler. Sonra Resulullah şöyle buyurdu: "Bunu, sahibinden izinsiz olarak alı­nan bir koyunun eti olarak buluyorum." Kadın çağırılıp kendisinden durum soruldu. Kadın şu cevabı verdi: "Ey Allah'ın Rasulü! Bana bir koyun satın alın­ması için "Bakia" denen yere birini gönderdim, orada koyun bulamadım. Son­ra koyun satın alan bir komşuma adam göndererek satın aldığı koyunu pa­rasıyla bana satmasını İstedim, komşumu bulamadılar. Sonra komşumun hanımına adam gönderdim. O da bu koyunu bana gönderdi." Bunun üzeri­ne Resulullah şöyle buyurdu: "Sen bunu esirlere yedir.”[223]

Bu hadisin başka bir rivayeti de şöyledir: "Ensardan bir adam diyor ki: Resulullah ile cenazeye gittik. Cenazeden dönerken Resulullah'ı yemeğe davet eden Kuıeyşli bir kadının davetçisi bizi karşıladı. Davetçi: "Ey Allah'ın Rasu­lü! Filan kadın seni ve beraberinde bulunan İnsanları yemeğe davet ediyor" dedi. Resulullah oraya gitti. Biz de onunla gittik. Biz çocuklar, babalarımı­zın yanında çocukların oturasi icab eden yerde oturduk. Sonra yemek ge­tirildi. Resulullah elini uzatıp yemeğe başladı. Onun arkasından diğer insan­lar da ellerini uzatıp yemeğe başladılar. O arada insanlar Resulullah'ın lok­mayı ağzında çevirdiğini ve yutmadığını gördüler. Hemen ellerini yemekten çektiler. Biz çocuklar için ilk anda uyanamadılar. Sonra hatırlarına geldik, el­lerimizi tuttular, öyle ki adamlar ellerimize vurup lokmaları düşürüyorlardı ve ellerimizi tutmaya devam ettiler. Resulullah'ın ne yapacağını bekliyorlar­dı. Resulullah lokmayı ağzından çıkarıp attı ve şöyle buyurdu: "Sahibinin iz­ni olmadan alman koyun boğazımda kaldı." Kadın ayağa kalktı ve şöyle de­di: "Ey Allah'ın Rasulü! Seni ve seninle beraber olanları bir yemekte bir ara­ya getirmek arzusundaydı m. Bu nedenle Bakia'ya bir adam gönderdim. Orada satılık koyun bulamadım. Amir bin Abu Vakkas, dün Bakia'dan bir ko­yun .satın almıştı. Ben ona bir adam gönderdim ve ona dedim ki: Benim için Bakhfdan bir koyun bakıldı, fakat bulunamadı. Bana dün bir koyun aldığın söylendi, onu bana gönder." Fakat gönderdiğim adam onu bulamadı. Aile­sini buldu. Ailesi koyunu benim gönderdiğim adama verdi (o da getirdi). Bu­nun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Bunu esirlere yedirin.”[224]

Bu hadisin diğer bir rivayeti ise şöyledir: Cabir bin Abdullah diyor ki: Bir zaman Resulullah ve sahabeleri bir kadının yanından geçmişler ve kadın on-iara bir koyun kesip yemek pişirmişti. Resulullah vardığı yerden dönünce, kadın: "Ey Allah'ın Rasulü! Biz yemek yaptık, içeri buyurun ve yeyin" dedi. RasuiuIİah ve sahabeleri içeri girdiler. Resulullah yemeye başlamadan evvel sahabeler başlamışlardı. Resulullah bir lokma aldı, onu yutmadı ve şöyle bu­yurdu: "Bu sahibinin izni olmadan kesilen bir koyun." Kadın şu cevabı verdi: "Ey Allah'ın Rasulü! Biz Said bin Muaz ailesinden çekinmeyiz, onlar da bizden çekinmezler. Onlar bizden alırlar, biz de onlardan alırız."[225]

Görüldüğü gibi hadisin birinci ve İkinci rivayetlerinde Resulullah koyun yemeden vazgeçmiş ve onun esirlere yedirilmesini emretmiştir.

Bu hadise yorum yapan Şevkani şöyle diyor: "Bu hadis, sahibinin izni ol­madan kesilenin yenilmesinin caiz olduğunu gösterir. Cumhur ulema bu gö­rüştedir. Zira Resulullah, bunu yemeden kaçınmış İse de "bunu esirlere ye-dirin" buyurmuştur. Eğer bunu yemek helal olmasaydı, esirlere yedirilmesi­ni emretmezdi. Çünkü onlara da ancak helal şeyleri yedirmek caizdir."[226]

Kanaatimizce hadis-i seril' cumhurun aleyhine de delil olabilir. Zira Resulullah ve onunla beraber olan müminler koyundan yememişlerdir. İhtimal ki esirler, müslüman değillerdi. Müslüman olmayanın İslâmi hükümlerle yüküm­lü olmadıkları muhakkaktır. Cumhur ulema, müslümanların kendilerine he­lal olmayan şeyleri kâfirlere de yediremeyecekleri noktasından hareket et­mişlerdir. Bunun da daha ihtiyatlı olduğu muhakkaktır.

 



[1] Müslim, Kil. Siyam, bab: 19, 20 İm. 1081;  Neseî, Kit. Siyam, bab: 9, 11;   Darimi, Kit. Savın, bab: 2:   Müsned, İmanı Ahıned. c. 2, Sh. 282, 415, 409-

[2] Müsned, İmam Ahmed, c. 2, Sh. 422

[3] Müsned, İmam Ahmcd. e. 2, Sh. 456, 430

[4] Neseî, Kil. Siyam, bab: 13;   Tirmizi, Kıt. Savın, bab: 5, Hn: 688

[5] Neseî, Kit. Siyam, bab: 12;  Müsned İmanı Ahmed, c. 1, Sh. 221; Muvatta, Kit. Si­yam, bab: 1, hn. 3.

[6] Buhârî Kit. Savın b;ıb: 11; Müslim, Kit. Siyam, bab: 2, hn. 1080; Nesei, Kit. Siyanı, bab: 10;   Darimi Kit. Savın bab: 25

[7] Müslim, Kit. Siyam bab: 2 hn. 1080; Nesei, Kit. Siyanı bab 10; İbn Mace Kit. Siyanı bab: "" hn. 1654.

[8] Müsned İmam Alııned, c. 3, Sh. 42

[9] Müsned, İmanı Ahmed, c. 5, Sh. 42.

[10] Müsned, İmam Ahmed, c. 4, Sh. 23

[11] Ebu Davûd, Kit. Sııvııı, bab: <ı hn. 2326; Nesei, Kit. Siyam, bab; 13, hn. 2128, 2129.

[12] Tirmizi Kil. Savın, bab: 1. hn. 687, Müstedrek, c. 1, Sh. 42

[13] Ebû Dâvûd, Kit. Savın, bab: 6, hn. 2325; Müsned İmam Ahmed, c. 6, Sh. 149; Müs­tedrek, c. 1, Sh. 423-

[14] Buhari, Kit. Savın, bab: 11

[15] Müslim, Kit. Siyam, bab: 17, İm. 1081;  İbn Mace, Kit. Siyanı, bab: 7, hn. 1655; Ne­sei, Kit. Siyam, bab: 10;   Müsned, c. 3, Sh. 25

[16] Müsned İmam Ahmed, c. 2 Slı. 438, 497

[17] Ebû Dâvûd, Kit. Savın, bab: 7, hn. 2327;  Müsned İmam Ahmed, c. 1, Sh. 258

[18] Buhârî, Kit. Savın, bab: 11

[19] Müslim, Kit. Siyanı, bab: 2,4 hn. 1080

[20] Muslini, Kil. Sıvanı, hah; 3 O, hn. 108li; Ebû Dâvûd, Kir. Savın, bab. 4, hn. 2320; Darimî, Kit. Savm. b;ıb. 5;   Muvatta, Kil. Sıvam. bab. 1

[21] Buhari Şerhi Umdetü'l-Kari c. 10, Sh. 281;   Muslini, Şerhi Nevevi, c. 7, Sh. 190

[22] Hakim, Müstedrek c. 1, Sh. 423. Miistedrek'in sahibi Hakim, bu hadisin Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu ve bunlar tarafından rivayet edilmediği­ni söylemiştir.

[23] Ebû Dâvûd, Ki t. Savın. b:ıb. 7, hn. 2342; Darimi, Kil Savın, bab. 9; Müstedrek o 1, Sh. 423.

[24] Tirmizi, Kil. Savm. bab. 7, hn. «91; İbn. Mace, Kit. Siyanı, bab: 6, hn. 1652; Ebû Dâuûd, Kit. Savm, bab. 14, hn. 2340. 2341; Nesei, Kit Siyanı, bab. 9, hn. 2115; Da­rimi, KİL Savm, bab. 7;  Müstedrek, c. 1, Sh. 423.

[25] Ebû Dâvûd, Kit. Savın, bab. 13, hn. 2339;   Darakutni, Kit. Siyanı, bab. 12

[26] Darakutni, Kit. Siyanı, bab. 14

[27] Müsned İmam Alımeci c. 4. Siı. 314, c. 5, Sh. 363

[28] Darekutni, Kit. Siyam, bab. 11

[29] İbn Mace, Kit. Siyanı, bab. 6, hn. 1653; Müsned İmam Alınıed, c. 5, Sh. 57, 58; Da­rekutni, Kit. Siyanı, bab. 14;   Nesei, Kİt. el-'Ideyn, bab. 21.

[30] Müsned İmam Ahnıed, c. 3, Sh. 279

[31] Müsned İmanı Alımed, c. 1, Sh. 28

[32] Müslim, Kit. Siyam, bab. 5, hn. 1087; EbÛ Dâvûd, Kit. Savın, bab. 9, hn. 2332; Tir-mizi, Kit. Savın, bab. 9, hn. 692; Nesei, Kit. Savın, bab. 7, hn. 2113; Darekutni, Kit. Siyanı, bab. 21;  Müsned İmam Alınıed c. 1, Sh. 306.

[33] Hilal hakkında Hanefi mezhebinin görüşleri için bakınız:

- Bedai es-Sana'i, c. 2, Slı. 985-989, Matbuam İmam, Kahire

-  Serahsi, el-Serahsi, c. 3, Sh. 139-140, Matbaatu's-Saade, Kahire baskısı.

- Fethu'l-Kadir, c. 2, Sh. 313-326, Mntbaatu'l-babi'l-Halebi, Kahire baskısı.

- îbnAbidin, c. 2, Sh. 385-391, Matbaatu'l-babi'l-Halebi, Kahire baskısı.

- el-Fetevai'l'Hindiyye, c. 1, Sh. 197-198, Matbaanı Bulak, Kahire baskısı.

[34] Bkz. Muğni'l-Muhtaç, c. 1, Sh. 420-423.

[35] Bkz. Muğni'l-Muhtac, c. 1, Sh. 420-423.

[36] Bkz. Şerhu'l-Zerkani, Ala Muvatta, c. 2, SH. 152-156, İstikamet Matbaası, Kahi­re, baskısı)

[37] İbni Kudame, el-Muğni, c. 3, Sh. 87-90.

[38] Bu mezheple ilgili olarak bkz. Zübdetu'l-Ehkam Sh. 9, H. 1404 baskısı İran-Tah-ran Sepher matbaası.

[39] A.g.e.

[40] Müslim, Kit.İmare, bab 58. hn. 1851

[41] Ebâ Dâvud, Kit. Cihad, b;ıb 80, hn, 2609

[42] Ebû Dâvûd, Kit. Sünne. bab 8. hn. 4646. 4647; Müsned İınam Alııned, c. V, Sh. 220

[43] Müsned İmam Ahmed, c. IV, sh. 273

[44] Dârimi, Kit. el-Eşribe bab 8; Mecmau'z-Zevaidc. V, sh. 181

[45] Buradaki "Bu iş"den maksat hilafettir

[46] Buhûrî, Kit. Ahkam, bab 7; Müsned İmam Ahmed c. II, sh. 29, 93, 128.

[47] Tirmizi, Kit, Fiten, bab 49, hn. 2227

[48] Yani hilafeti

[49] Buharı, Kit. Menakıb, bab 1; Müslim Kit. İmare, bab 1, 3; Müsned, İmanı Ahmed, c. I, sh. 5, 101

[50] Buhârî, Kit. Ahkam, bab 2, Kit. Menakıb, bab 2; Dârimi Kit. Siyer, bab, 77

[51] Bkz. Bu bölümün "Ulul-Emre İtaat" konusunun 76, 77, 78 nolu hadis-i şerifleri

[52] Bkz. Muhammed Ebu Zehra, Siyasi ve îtikadi Mezhebler Tarihi, c. I, sh. 95-98

[53] Buhârî, Kit, Fiten, bab 2; Müslim, Kit. İmare, bab 35, 42. hn. 1836; İbnMace, Kit. Cihad, bab 41, hn. 2866; Nesai, Kit. Bey'at, bab 5; Müsned İmam Ahmed c. V, sh. 321

[54] Buhârî, Kit. Ahkam, bab 43; Müslim, Kit. İmare, bab 41; hn. 1790; Nesei, Kit. Bey'at, bab 1, 2, 3, 4; Müsned İmam Ahmed, c. 5, sh. 314, 316, 319.

[55] Fetih, 10.

[56] M. Ebu Zehra, Siyasi ve İtikadı Mezhebler Tarihi, c. I, slı. 99

[57] Müslim, Kit. İmare, bab 58, hn. 1851

[58] Şura, 38

[59] Ali İmran. 159

[60] Tirmizi, Kit. Firen, bab 87, hn. 2266

[61] Müslim, Kit, Cihrıd, bal) 83, hn. 1779; Müsned İmanı Ahmed, c. III, slı. 219, 220, 257. 275

[62] Dârimi, Kit. Rüya bab 12: Müsned İmanı Ahnıed. c. III, slı. 351

[63] Buhârî, Kit. İtisaın, bab 28

[64] Buharı, Kit. Şehadet. bab 2. 15, Kit. Megazi, bnb 34. Kit. Tefsir bab. 24, Kit. î'tisam, bab 28; Müslim, Kir. Tevile, bab 56, h.n: 2770 (Müslim'den kısaca), Müsned İmam Alımed, e. VI, slı. 196-198.

[65] Buharı. Kit. Cihad, bab: 149, Kit. İ'tisam, bab 28, Kit. İstitabe, bab 2; Ebû Dâvûd, Kit. Hudut, bab 1, hn. 4351; Tirmizi, Kit. Hudud, bab 25, hn. 1458; Nesai, Kit. Tahrimi, bab 14; İbn Mace Kİt. Hudut, bab 2, hn. 2535; Müsned İmanı Alımed, c. 1, sh. 2, 7, 282.

[66] Buhârî, Kit. İ'tisam, bab 28

[67] Buhârî, Kit. Hudut, bab 30.

[68] Bkz. M. Ebu Zehra, Siyasi ve İtikadi Mezhebler Tarihi, sh. 101.

[69] Ebû Dâvûd, Kit. Edeb, bab 14, hn. 5128; Tirmizi, Kit. Edeb, bab 57, hn. 2822; İbn Mace, Kit. Edeb, bab 37, hn. 3745

[70] İbn Mace, Kit. Edeb, bab 37, hn. 3747

[71] Müsned İmam  Ahmed, c. IV. sh. 227

[72] Bkz. M. Ebu Zehra, Siyasi ve İtikadi Mezhebler Tarihi, sh. 102.

[73] Bkz. Tefsir el-Kurtubî, c. IV. sh. 251, 252.

[74] Bkz. Tefsir el-Kurtubi, ç. XIV, sh. 37, 38

[75] Maide, 8

[76] Nisa, 135

[77] Buharı, Kit. Ahkam, bab: 4, Kit. Megazi, bab 59; Müslim, Kit. İnıare, bab: 40, hn. 1840

[78] Buhârî, Kit. Ahkam, bab: 1; Müslim, Kit. İmare, bab: 39, hn. 1840; Ebû Dâvûd, Kit. Cihad, bab: 87, hn. 2625; Nesei, Kit. Bey'a, bab: 34; hn. 4210; İbn Mace, Kit. Cihad, bab: 40, hn. 2863

[79] Buhârî, Kit. Ahkam, bab: 4; Müslim, Kit. İmare, bab: 38, hn. 1839, 1840;İbn Mace, Kit. Cihad, bab: 40, hn. 2864; Tirmizi, Kit. Cihad, bab: 29, hn. 1707; Nesei, Kit, bey'a, bab: 34f hn. 4210; Ebû Dâvûd, Kit. Cihad, bab: 87, hn. 2626; Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 82, 94, 124.

[80] İbn Mace, Kit. Cihad, bab: 40, hn. 2865; Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 400, c. V, sh. 325, 329

[81] Müslim, Kit. İmare, bab: 21, hn. 142

[82] Müslim, Kit. İmare, bab: 22, hn. 142

[83] Ebû Dâuûd, Kil. İmine, b;ib; 13, hn. 2948; Tinnizi, Kil. Ahkam, bab: 6, hn. 1332

[84] Nesei, Kir. Dey'a, h;ıb: 30. Kil. Kudah. bab: 5: Müsned İmanı Alımed, c. II, sh, 448, 476, c. IV, ,sh.2939

[85] Buhâri, Kil. Ahkam, bab: 51; Tinnizi, Kit. Filen. b:ıb; <ı8, hn. 225; Ebâ Dâvâd, Kit.

İnıare, bab: 8. hn. 2939

[86] Müsned İmam Ahmed, c. V, sh. 267

[87] Tirmizi, Kit. Ahkam, bab; 1. hn. 1325; Ebû Dâuûd, Kir. Akdiye, bab: 1 hn. 3751; İbnMace, Kil, Ahkam, bab: 1, hn. 2308

[88] Müslim, Kit İmam, bab: 17, hn. 1825; Müsned İmam Alımed, c. V, sh. 267.

[89] Müslim, Kit İmam, bab: 17, hn. 1825

[90] Buhârî, Kit. KeiTaıat el-Hyman, bab: 10, Kit. Ahkam, bab: 5. 6; Müslim, Kit. İnıa­re, lxıb: 13. hn. 1652; Nesei, Kil. Kadaa, bab: 5. hn. 5386; Tirmizi, Kit. Nuzur, bab: 5, hn. 1529

[91] Buhârî, Kir. Ahkam, bab: 7: Müslim, Kit. imare, bab: 14. hn. 1733; Nesei, Kit. Ede­bi/I- Kuda. bal): 4. hn. 5385.

[92] Nisa, 141.

[93] Nisa, 59

[94] Nisa, 34

[95] Buhârî, Kit. Megazi, bab: 82, Kit. Fiten, bab: 18; Tirmizi, Kit. Fiten, bab: 75, hn. 2262; Nesei, Kit. Kudaa, bab: 8; Müsned İmam Ahmed, c. V, sh. 43, 47, 50, 51.

[96] Nisa, 59

[97] Bukârî, Kit. Ahkam, bab: 1, Kit. Cihad, bab: 109; Müslim, Kit. İmare, bab: 32, hn. 1835; Nesei, Kit. Bey'a, bab: 27; İbn Mace, Kit. Cihad, bab: 39, hn. 7859; Müsnedİmam Ahmed, c. II, sh. 253, 270, 313, 387.

[98] Müslim, Kit. Hacc, bab: 311, hn. 1298, Kit. İmare, bab: 37, hn. 1838; Nesei, Kit. Bey'a, bab: 25; Tirmizi, Kit. Cihad, bab: 28, hn. 1706; îbnMace, Kit. Cihad, bab: 39, hn. 2861; Müsned İmamAhmed c. IV, sh. 7

[99] Buhârî, Kit. Ahkam, bab: 4; İbn Mace, Kit. Cihad, bab: 39, hn. 2860; Müsned, İmam Ahmed, c. III, sh. 114.

[100] Müslim, Kit. Mesacid, bab: 240; İbn Mace, Kit. Cihad, bab: 39, hn. 2862.

[101] Müslim, Kit. İmare, bab: 46, hn: 1844; Ebû DâvÛd, Kit. Fiten, bab: 1, hn. 4248; Ne­sei, Kit. Bey'a, bab: 25, hn. 4197; İbn Mace, Kit. Fiten, bab: 10, hn. 3956.

[102] Müslim, Kit. İmam, bab: 53, hn. 1848; Nesei, Kil. Tahriın, bab: 28; Müsned İmanı Ahmed, c. II, sh. 297, 306, 488.

[103] Bkz. Saadettin Teftazani Akaid Şerhi, sh. 181

[104] Buharı, Kit. İman. bab. 39; Müslim, Kit. Musakat, bab. 107, hn. 1599; Ebû Dâvûd, Kit. Büyü, bab. 1, hn. 3329, 3330; Tirmizî, Kit. Büyıı, bab. 1, hn. UOS: Nesei, Kit. Büyü, bab. 2, hn. '4458; İbn Mâce, Kit. Buyu, bab. 1; Müsned İmam Ahmed. c. IV, sh. 267, 270.

[105] Mü'minun, 51

[106] Bakara, 172

[107] Müslim, Kit. İman, bab. 68, hn. 1015; Tirmizî, Kit. Tefsir el-Kur'an, Sure 2, bab. 36 hn. 2989; Müsned İmam Ahmed, c. II, sh. 328; Dârimi, Kit. Rikak, bab. 9.

[108] En'am, 145

[109] Maide, 3

[110] A'raf, 157

[111] Müslim, Kit. Sayd, bab. 16, lın. 1934; Ebû Dâvûd, Kit. Et'ime, bab. 33, hn. 3803; îbn Mâce, Kit. Sayd, bab. 13, hn. 3234; Dârimi, Kit. Edahî, bab. 18; Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 244, 289, 302, 327, 332.

[112] Müsned İmam Ahmed, c. I, sh. 147

[113] Tirmizî, Kit. Etime, bab. 3, hn. 1478; Müsned İmanı Ahmed, c. III, sh. 32; Tirmizî Câbir'in bu hadisinin ha sen ve garib olduğunu söylemektedir.

[114] Ebû Dâvûd, Kit. Et'ime, bab. 33, hn. 3806; Müsned İmam Ahmed, c. IV, sh, 89, 90

[115] Tirmizî, Kit. Etime, bab. 1, hn. 1474; Müsned İmam Ahmed, c. IV, sh. 128

[116] Buhârî, Kit. Zebailı, bab. 29, Kit. Tıp, bab. 57; Müslim, Kit. Sayd, bab. 12, 13, 14,

hn. 1932; Ebû Dâvûd, Kit. Et'ime, bab. 33, hn. 3902; Tirmizî, Kit. Et'ime, bab. 3, hn. 477, Kit. Siyer, bab. 11, hn. 1560; Nesei, Kit. Sayd, bab. 28; İbnMâce, Kit. Sayd, bab. 13, hn. 3232; Dârimi, Kit. Edahî, bab. 18; Müsned İmam Ahmed, c. IV, sh. 193, 194.

[117] Müslim, Kit. Sayd, bab. 16, hn. 1933; Tirmizî, Kit. Et'ime, bab. 3, hn. 1479; Ne­sei, Kit. Sayd, bab. 28; İbn Mâce, Kit. Sayd, bab. 13, hn. 3233- Tirmizî Ebû Hureyre'nin hadisinin Hasen olduğunu söylemektedir.

[118] Resulullah'ın beyan ettiği yırtıcı hayvanlara ve kuşlara hangi hayvan ve kuşların girdiğini bilmek İçin fıkıh kitaplarına başvurmak gerekir.

Hanefilere göre, her et yiyen hayvan yırtıcı sayılmakta ve eti yeni İnlemektedir. Hat­ta fil, kedi, sırtlan, ak tavşan diye adlandırılan Kuzey Afrika faresi gibi hayvanlar, etleri yenilmeyen yırtıcı hayvanlardan sayılmışlardır.

Şafiilere göre ise, sadece İnsana saldıran leş hayvanları yırtıcı kabul edilmiştir. Bun­lara göre arslan, kaplan, kurt ve benzeri hayvanlar İnsana saldırdığı için yırtıcı sayılmış, buna karşılık tilki, sırtlan gibi insanlara saldırmayan hayvanlar yırtıcı sayılmamış ve etlerinin yenilebileceğine hüküm verilmiştir. iNeylû'l-Evtar, c. VI-II, sh. 131)

[119] Bakara, 173; Enam, 145; NahI, 115.

[120] Maide, 3

[121] Kurtubi Tefsiri, c. II, sh. 223.

[122] Maide, 4

[123] Müslim, Kir. Edahî, bab. 43, 44, 45, hn. 1978; Nesei, Kit. Edahi, bab. 34; Müsned İmanı Alımed, c. I, sh. 108, 118, 152.

[124] Bk. Müsned, İmam Alımed, c. I, sh. 309, 317. Bu rivâyet biraz farklıdır.

[125] Neylû'l-Evtar, c. VIII, sh. 158, 159

[126] Müslim, Kit. Hayz, bab. 106, 107, hn. 366

[127] Ettalik el-MuğniAla Darakutni, c. IV, sh. 296; el-Müstedrek, c. IV, sh. 233, Kit. Zebaih, bab. 1 (Hakim bunun Bulıârî ve Müslim'in şartlarına uygun olduğunu ve bunlar tanıtından zikıedilmediğini söylemekte, Talikin sahibi Şemsu'l-Hak İse, bunu, Abdunezzakın eserinde zikrettiğini söylemektedir.

[128] Darakutni, Kit. Sayd ve Zebaih, bab. 97

[129] Bakara. 173: Enam 145; NahI, 115

[130] Maide 3

[131] Enam 121.

[132] Hanefî mezhebi için bakınız, Bedai'es-Sanûi, c. VI, sh. 2775 vd.

[133] Safii mezhebi için bk. Muhtaç, Muğni, c. IV, sh. 266 vd.

[134] Bk. İbni Kudeme, Muğni, c. VIII, sh. 567.

[135] İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 132, 133

[136] Maide, 5

[137] Bkz. Alûsî'nin "Ruhu'l-Meâni" tefsiri c. VI. sh. 64, 65.

[138] Bkz. Zübdetü'l-Ahkam, sh. 185, Tahran Baskısı.

[139] Bkz. Ruhu'l-Meani, c. VI, sh. 64, 65; Kurtubi, c. VI, sh. 78; Bedai'es-Sanai', c. VI, sh. 2775 ve devamı

[140] Bakara, 78

[141] Ruhu'l-Meani, c. VI, sh. 64, 65; Kurtubi, c. VI, sh. 78; İbn Kudame, Muğni, c. VI-II, s. 517

[142] Adı geçen son kaynağa bakınız.

[143] Bkz. Bedai' es-Sanayi', c. VI, sh. 2775 vd. İbn Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 517; Kurtubi, c. VI, s. 78

[144] Maide, 51

[145] Kurtubi Tefsiri, c. VI, sh. 78; Buharı, Kit. Zebaih, bab. 22; Bedai es-Sanai', c. VI, sh. 2775 ve devamı.

[146] Buharı, Kit. Zebaih, bab. 11

[147] Bedai es-Sanai", c. VI, slı. 2775; Tefsir Ruhu'l-Meani, c. VI, sh. 65.

[148] el-Muhlac, Muğni, c. III. sh. 187, 190.

[149] Mecusilerin aslında ehl-i kitap olup sonra ateşperest oldukları nakledilmektedir. Abdullah bin Abbas bunlar hakkında şöyle demiştir: "Parislerin peygamberleri ölünce İblis onlara merusiliçi işlemiştir." Bk. Ebû Dâvûd, Kti. Haraç, bab. 31, hn. 3042

[150] Buharı, Kıt. Cizye, bab l: Ebû Dâvûd, Kit. Haraç, bab 31, hn. 3043; Tirmizî, Kit. Siyer, b;ıb 31. hn. 1586, 1587.

[151] Sadece Ebu Sevr. Said hin el-Museyyib'den nakledilen bir görüşe dayanarak bu icınaın dışına çıkmış ve “Mecusilerin kestikleri hayvanların etlerinin yenileceğini" söylemiştir... / ... Ebu Sevr, bu görüşe delil olarak, Abdurrahman bin Avf in şu sözünü zikretmiş­tir. Abdurrahman b. Avf diyor ki: Resulullah'ın şöyle buyurduğuna ben şehadet ede­rini: "Siz onlara ehli kitap muamelesi yapın" (Bkz. Muvatta, Kit, Zekat, bab. 24, hn.42)

Ebu Sevr'in dışındaki alimler, bu hadis-i şeriften, "mecusilere cizye alınması bakımın­dan ehli kitap muamelesi yapın" manasının kastedildiğini beyan etmişlerdir. Zira bu konudaki başka nasslar, bu neticeyi göstermektedri. Şöyle ki; daha önce de zik-redildiği gibi İbni Vale es-Sebeî diyor ki: Ben Abdullah bin Abbas'a şunu sordum: Biz (Kuzey Afrika'da) batıda bulunduğumuz oluyor. Bizim çevremizde Berberiler ve Mecusiler var. Bunlar bize kesdikleri koçları getiriyorlar. Biz onların kestikle­rini yemiyoruz. Yine onlar bize içine su ve içyağı koydukları tulumları veriyorlar." Abdullah bin Abbas şu cevabı verdi: "Biz o tulumları Resulullah'dan sorduk, o bi­ze: Onun temizliği tabaklanmasıdır" buyurdu. (Bkz. Müslim, Kit. Hayz, bab. 106, hn.366)

Görüldüğü gibi Abdullah bin Abbas Mecusilerin kestiklerinin yenilmediğini kabul et­mekte, fakar deriden yapılan su kaplarının -tabaklanmaları şartıyla- temizlendik­lerini, Resulullah'dan duyduğunu beyan etmektedir.

Hasan bin Muhammed bin Ali diyor ki: "Resulullah (sav) Hecer şehrinde yaşayan Me­cusilere mektup yazarak onları islâm'a davet etti. Müslüman olanların İslâm'a gir­melerini kabul etti. Mecusilikte ısrar edenleri ise, kadınlarıyla evlenilmeksizin ciz­ye vermelerini karara bağladı. Bu hadiste de Mecusilerin hanımlanyla evlenileme-yeceği beyan edilmektedir. Bu hususta bkz. Tefsir, Ruhu'l-Meanî, c. VI, sh. 65. Bu eserin yazarı Alıısi şöyle diyor: Bu hadisi Abdurrezzak, İbni Ebu Şeybe ve Beyha-ki, Hasan bin Muhammed bin Ali'den rivayet etmişlerdir. Bu hadis her ne kadar mürsel ise de ve senedinde, zayıf biri sayılan Kays bin Rabi bulunuyorsa da, müs-lümanlann bu konuda icma etmeleri, bu hadisin sıhhatini desteklemektedir." (Bkz. Ruhu'l-Meani, c. VI, slı. 65).

[152] Maide, 5. Abdullah bin Abbas. âyette zikredilen "kitap verilenlerin yemekleri" ifa­desinden maksadın kestikleri hayvanlar olduğunu söylemiştir. Buhârî'yi şerheden Bedreddin el-Aynî, Abdullah bin Abbas'ın âyeti bu şekilde izah ettiğini zikrettik­ten sonra özetle şöyle diyor: "İbn Abbas, Ebu Umame, Mücahid, Said bin Cübeyr, İkrime. Ata, Mekİıul, İbrahim en-Nehaî, Suddi ve Mukatil âyetteki "yemekleri" ifa­desinden kestikleri etlerin kastedildiğini söylemişlerdir. Âyetteki yemekleri ifadesin­den yedikleri bütün yemeklerin kastedilmediği muhakkaktır. Çünkü kitap ehli leş, kan ve domuz eti gibi, müslümanlara helal olmayan şeyleri de yemektedirler. Bun­ların nıüslümanlara helal olmadığı kesindir. O halde âyetteki "yemekleri" ifadesin­den kestikleri, eti yenen hayvanların kastedildiği muhakkaktır." (Bkz. Umdetü'l-Kari, Şerhu'l-Buhârî, c. II, sh. 118, 119; Tefsir, Ruhu'l-Meanî, c. VI, sh. 64, 65; el-Kurtubî, c. VI, sh. 76)

[153] Buhârî, Kİt. Zebaih, bab. 22; Kit. Humus, bab. 20; Kit. Meğazî, bab 38; Müslim, Kit. Cihâd, bab: 73, hn. 1772

[154] Müslim, Kit. Cilıad, bab. 72, hn. 1772; Ebû Dâvûd, Kit. Cihâd, bab. 137, hn. 2701; Müsned, îmanı Ahmed, c. IV, sh. 86, c. V, sn. 65; Nesei, Kİt. Danaya, bab. 38, hn. 4440; Darimi, Kit. Siyer, bab. 56, hn. 2503.

[155] Umdetu'l-Kari, c. 15, Sh. 78

[156] Tefsir el-Kurtubl, c. VI, sh. 78; Buhârî, Kit. Zebaih, bab. 22; İbn Kudame, Muğni, c, VIII, sh. 568; el-Muhtaç, Muğni, c. IV, sh. 266-273; Tefsir, Ruhu'l-Meani, c. VI, sh. 64, 65; Bedai es-Sanai', c. VI, sh. 2775, 2830.

[157] Bugün İran, İrak, Pakistan ve diğer İslâm ülkelerinde bulunan Şii mezhebine men­sub olanların çoğu "şii-imamiye" diye adlandırılan gruba dahildirler. (Bkz. Ebu Zehra, Itikadi Mezhebler Tarihi, Sh. 57)

[158] Ma ide 5

[159] Bkz. Zübdetü'l-Ahkam, sh. 185, Adıgeçen kaynakta şöyle denilmektedir: Hayvanı kesenin müslünıan olması veya müslümanlardan doğan çocuk gibi nıüslünıan hük­münde biri olması şarttır. Bütün İsîâmî fırkaların kesdiği yenir. Ancak düşmanlık besleyenler hariçdir. Yani ehli beyte düşmanlık besleyenlerin kestiği yenmez-Kesenin erkek olması veya ergenlik çağına erişmiş olması şart değildir. Bu konu ile ilgili olarak ayrıca bkz. Tefsir Ruhu'l-Meanî, c. VI, sh. 64, 65.

[160] Tefsir el-Kurtubi, c. VI, sh. 78; Tefsir Ruhu'l-Meani, c. VI, sh. 64; İbni Kudame, Muğni c. VIII, sh. 517; Bedai's-Sanai', c. VI, sh. 2776.

[161] Bakara, 78;

[162] İbni Kudame. Muğni, c. VIII, sh. 517.

[163] İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 517; Ruhu'l-Meani, c. VI, sh. 64; el-Kurtubî, c. VI, sh. 78.

[164] İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 567. İmam Malik ise "Ey İman edenler. Şüphe­siz ki Allah sîzi, elinizin ve oklarınızın ulaşacağı bir kısım avlar ile imtihan ed­er..." (Maide, 94) âyetinde Allah Teala yahudi ve hıistiyanlan zikretmediğini, bu itibarla bunların avlandıklarının yenilemeyeceğini söylemiştir. (Bkz. Tefsir el-Kurtubî, c. VI, sh. 72)

[165] En'am, 146

[166] Maide 5

[167] Bkz. İbn Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 581, 582; Tefsir el Kurtubi, c. VI, sh. 77.

[168] Bkz. el-Muluac, Muğni, c. IV. sh. 266

[169] Müslim, Kit. CiİKid, bab. 72, hn. 1772: Ebû Dâvûd, Kit. Cihad, bab. 137, hn. 2702; Nesei, Kit. Dahaya, bab. 38, lın. 4440; Dârimî, Kil. Siyer, bab. 56, hn. 2503; Müsned, İncini Abmcd, ç. IV, sh. 86; c. V, sh. 65.

[170] Buhârî, Kil. Cihad, bab. 149. Kit. İtisam, bab. 28, Kit. İstitabe, bab. 2; Ebû Dâvûd,Kit. Hudud, bab. 1, hn. 4351; Tirmizî, Kit. Hudud, bab. 35, hn. 1458; Nesei, Kit.Tahrim, bab. 14; İbn Mace, Kil. Hudud, bab. 2, lın. 2535; Müsned, İmanı Ahmed,c. 1, sh. 2, 7, ZS2, 283.

[171] Bkz. Bedai's-Sanai, c. IV. slı. 2776; İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 564, c. VIII, sh. 132.

[172] Bkz. Bedai es-Sanai, c. VI, sh. 2777.

[173] Ali îmran, 85

[174] Bkz. Bedai es-Sanai, c. VI, slı. 2776; İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 573, 581.

[175] el-Muhtac, Muğni, c. IV, sh. 267; İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 581.

[176] Adı geçen son kaynak

[177] Bakara, 171; Nahl, 115

[178] En’am, 145

[179] Maide, 3

[180] Müslim, Kit. Edahi, bnb. 43, 44, Ay. hn. 19^8; Nesei, Kit. Edahi, bab. 34; Müsned, İmam Ahıııed, v. 1, sh. 1U8, 118, 152

[181] Bkz. Müslim Şerhi Nevevi, c. XIII, slı. 141. Kahire-Mısır bnskısı.

[182] Bkz. Bedai's-Sanai, c. VI, sh. 2777

[183] Bkz. el-Muhtac, Muğni, c. IV, sh. 273

[184] En'am, 121

[185] Bakara, 173

[186] Maide, 3

[187] Bkz. İbni Kudüme, Muğni, c. VIII, sh. 581-582

[188] Maide, 3

[189] En'am, 118

[190] İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 568-569

[191] Enam, 121

[192] el-Kurtubi, c. VI, sh. 76

[193] Bkz. Buhârî, Kit. Zebaih, bab. 22

[194] Fatır, 18

[195] En'am, 121

[196] Hac, 36

[197] Buhârî, Kit. Vudu, bab. 33, Kit. Zebaih, bab. 2, 7, 10; Tirmizî, Kit. Sayd, bab. 6, hn. 470; İbn Mâce, Kit. Sayd, bab. 3, hn. 3208

[198] Buhârî, Kit. Buyu', bab. 3; Müslim, Sayd, bab. 3, 5, hn. 1929: Ebü Dâvâd, Kit. Sayd, bab 2, hn. 2854; Nesei, Kit. Sayd, bab 2, 7.

[199] İbn Mâce, Kit. Talak, bab. 16, hn. 2045; Mecmau'z-Zevaid, c. VI, sn. 25- Bu hadisin kritiğini yapan Heysemi şöyle diyor: Bu hadisi Taberani "Evsat" isimli kitabında rivayet etmiştir. Ravilerin arasında Muhainmed bin Musaffa da bulunmaktadır. Ebu Hatim ve başkaları bu zatın güvenilir biri olduğunu söylemişler, fakat aleyhinde konuşanlar da vardır. Ancak bu konuşulan şeyler ona zarar vermeyecek nitelik­tedir. Hadisin diğer ravileri İse sağlamdır. (Adı geçen son kaynak)

[200] Darakutni, Kit. Zebaih, bab. 98, c. IV, $h. 296 Daru'l-Mahasın/Kahire. Bir kısım hadis alimleri, bu nassın Abdullah bin Abbas'ın sözü olduğu, bunu Resulullah'a isnadın yanlış olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Buhârî bu nassı Abdullah bin Ab­bas'ın sözü olarak şu şekilde nakletmiştir: "İbni Abbas'dan şöyle rivayet edilir: "Kim unutarak Allah'ın adını anmadan bir hayvanı keserse, onu yemenin bir mahzuru yoktur. (Bııhâri, Kit. Zebaih, bab. 15)

Abdürrezzak da eserinde bu nassı Abdullah bin Abbas'a dayandırarak onun şöyle de­diğini rivayet etmektedir: ... / ... .../... "Şüphesiz ki müslümanda Allah'ın ismi mevcuttur. Eğer bir hayvan keser ve üz­erine Allah'ın ismini anmayı unutur ise, onu yeytn. Şayet bir mecusi hayvanı keser ve Allah'ın ismini anar ise onu yemeyin." (Darakutni, Haşiyesi, c. IV, sh. 296

Darakutni de aynı nassı Abdullah bin Abbas'a dayandırarak onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Eğer bir müslüman bir hayvanı keser de üzerine Allah'ın ismini anmaz ise, onu yeyin, zira müslümanda Allah'ın İsimlerinden biri mevcuttur. (Darakutni, Kit. Sayd, bab. 96)

[201] Darakutni, Kit. Sayd, bab. 94, c. IV, sh. 295; Mecmau'z-Zevaid, Kit. Sayd, bab. 5, c. IV, sh. 30. Darakutni bu hadisi rivayet ettikten sonra, bunun ravilerinden biri olan “Mervan bin Salimin zayıf biri olduğunu" söylemiştir. Darakutni sarihi Şemsü'1-Hak İse "İmam Ahıned ve başkaları Mervan'ın güvenilir biri olmadığını, Buhâri, Müs­lim ve Ebu Hatim de bu zatın hadisi reddedilen biri olduğunu, Neseİ ise bu kişinin hadislerinin terk edildiğini söylemiştir" demektedir. (Bkz. Birinci kay­nağın Haşiyesi, c. IV, sh, 295)

Bu hadise yorum yapan Heysemİ de şöyle diyor: "Bu hadisi Taberânî "Esved* isimli kitabında zikretmiştir. Ravilerin İçinde Mervan bin Salim el-Gıfarî bulunmaktadır. Bu zat hadisi terk edilen biridir." (Bkz. A.g.e)

[202] İbni Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 540-541.

[203] En'am, 145

[204] En'am, 121

[205] Maide, 3

[206] Maide, 5

[207] Buhârî, Kit. Zebaih, bab. 21, Kit. Biiyu, bab 5; İbn Mâce, Kit. Zebaih, bab. 4, fin. 3174

[208] Buharı, Kit. Tevhid, bab 13

[209] Ebû Dâvûd, Kit. Edahi, bab 19, hn. 2829

[210] Nesei, Kit. Dahaya, bab. 39, hn. 4441

[211] Muvatta, Zebaih, bab 1

[212] Muhtaç, Muğni, c. IV, slı. 266-273'e bakınız

[213] Muvatta, Kit. Zebailı, bab. 1

[214] Enam, 121

[215] ez-Zerkanî, c. III, sn. 80

[216] En'am, 121

[217] Bkz. Bakara, 173; En'am. 145; Maide, 3; NahI, 115

[218] Bkz. Umdetü'l'Kari. c. XXI. sh. 118, Kit. Zebaih. bab 21

[219] Buhârî, Kit. Zebaih, bab. 21

[220] Umdetü'l-Kari, c. XI, sh. 172, 173

[221] Neylü't-Evtar, c. VIII, sh. 158

[222] Bu konuyla ilgili olarak bkz.

- Hanefi mezhebi için; Bedai's-Sanai, c. VI, sh. 2775-2782.

- Şafü mezhebi İçin; Muhtaç, Muğni, c. IV, sh. 266-273

- Hanbeli mezhebi için; İbnİ Kudame, Muğni, c. VIII, sh. 540, 541, 565-

- Maliki mezhebi için; el-Kurtubî, c. VII, sh. 74-77, Şerh ez-Zerkânl, c. III, sh. 80. Ayrıca bakınız: Neylü'l-Evtar, c. VIII, sh. 152, 158.

[223] EbûDâvûd, Kil- Büyü, bab. 3. hn. 3332

[224] Müsned İmam Ahmed, c. V, sh. 294

[225] Müsned, İmam Ahmed, c. III, sh. 351

[226] Neylü'l-Evtar, c. VIII, sh. 159.