Abd : Kul, köle,
çoğulu : Abîd veibad.
Âdâb-i Muaşeret :
Başkasıyla hoşgeçinme kuralları, başkalarına karşı terbiyeli ve nezaketli
davranma edebi: Görgü kuralları.
Adalet : Doğruluk,
doğru olmak anlamına gelen bu kelime, hadîs terimi olarak, "Râvînin din
-işlerinde tam istikamet sahibi olması, fısk ve fücurdan uzak
bulunması"dır.
Âdet : Teamül, herkesçe
iyi olarak kabul edilen ve daima halk tarafından tekrarlanan genel ve hukukî
davranışlar.
Adi : Bak. Adalet.
Âhad haber : Bak.
Haber-i âhâd.
Âhâd hadîs : Bak.
Haber-i âhâd.
Ahd : Söz, va'd, emir,
and, devir.
Akâid : Bak. Akîde.
Akd (akit) : İki kişi
veya iki taraf arasında yapılacak bir işin karşılıklı rızâ ile
kararlaştırılması : Bağıt.
Akîde : İnanç,
inanılacak şey, çoğulu : Akâid.
Âkü : Akıllı, akılca
ergin kimse.
Âküe : Âkıl'm dişili,
aklı başında ve akılca ergin kadın. Ceza hukuku ile ilgili bir terim olarak:
Hatâ ile veya tam bir kasıt bulunmaksızın birini öldüren kişinin ödeyeceği
diyeti vermekle yükümlü olan yakınları veya meslektaşları.
Âkid : Akit yapan
kimse veya taraf,
Âmm _: Genel, umûmî ve
şümullü ifade; bir cinsten olan birçok ferd-lere delalet eden söz.
Ansâr : Hz.
Peygamberin yardımcıları; İslâm'ın güçlenerek yayılmasında büyük hizmetleri
bulunan Medîneli ilk müslümanlar.
Arş : Tavan, çardak,
taht, şeref ve saltanat. Allah'ın arşı (Arşullah), insan aklının alamayacağı
bir mâhiyet veya Allah'ın varlıklar üzerindeki hâkimiyeti.
Asi (asıl) : Kök,
delil, nass, esas, ana-baba, dede ve nine. Çoğulu: Usûl.
Avl : Fazlalaşmak
elemek olup Feraiz'de : Miras, vârisler arasında bölüştürülürken payların
toplamının, mesele (ortak payda) den fazla olmasına denir.
Ayn : Dış dünyada var
olan maddî ve gayri şahsî şey. Belli ve somut nesne. Deyn (borç) karşıtı olarak
kullanılan bu terim, Fıkıh'ta: muayyen ve somut eşayı ifade eder. Ev, at ve
benzeri gibi.
Âzîmet : Kesin karar
ve niyet. Fıkıh terimi olarak- Kulların özürleri gözönüne alınmaksızın
üzerlerine önceden farz kılman fiil.
B
Bâğî : Âsî, meşru
yönetime karşı ayaklanan kimse.
Bağy : İsyan,
ayaklanma, kötülük.
Bâtın : Görünmeyen,
bir şeyin iç yüzü, gizli.
Bâtınî : Bir şeyin iç
yüzüne ait, dıştan görünmeyen. Âyet ve hadislerin bir iç, bir de dış anlamı
olduğunu ileri sürüp iç anlamlarına bağlanan kimse veya mezhep.
Berâet-i asliyye : Bir
şeyde asıl olan, o şeyin herhangi bir hükümden vareste olması prensibi. Yani,
kişi, bir delil bulunmadıkça hiç bir şeyle yükümlü tutulmaz. Buna göre bir
şeyin haram kılınışı, belli bir nassa dayanmak zorundadır. Hakkında bir hüküm
bulunmayan şeyler mubah (serbest) demektir. Bak: İbahat-i asliyye.
Beytıı'I-Mal : İslâm
Devletinin mâliyesi; hazîne.
Beyyine : Delil,
tanık, senet, hüccet.
Bîat (bey'at) :
Birisinin hâkimiyet veya hilafetini kabul etmek ve onaylamak. İslâmda, bu
musafaha şeklinde yapılırdı.
Bid'at : Yeni,
sonradan çıkan şey. Hz. Peygamber devrinden sonra ortaya çıkan ve dinî bir mahiyet
taşıyan şey.
C
Ca'ferîler : Hz.
Ali'nin oğlu Hüseyn soyundan gelen İmam Ca'fer es-Sa-dık'ı mezhep imamı olarak
tanıyan şiîler. Bunlara "İsnâ-Aşeriy-ye" ve "İmamiyye" de
denir.
Câriye : Kadın köle.
Bu kelime, hizmetçi kadın veya kız anlamına da kullanılır.
Cihad : Mücâdele,
savaş, Allah yolunda yapılan kutsal savaş.
Cizye : Vergi. Gayri
müslim vatandaşlardan alman baş vergisi.
Cümhur-i fukahâ' :
Fakihlerin büyük çoğunluğu.
D
Delâlet : Yol
gösterme, işaret. Sözün, kullanılmış olduğu asıl anlamı
göstermesi.
Delâletu'n-nass : Bak : Mefhum-i muvafakat.
Delil : Kılavuz,
rehber, nass, hüccet, kanıt. Zahirîlere göre delil, bir nevi kıyas olup fıkhî
hüküm çıkarma ilkesidir.
Dîvan (Eskiden) : Ordu
mensupları ve diğer maaşlı kimselerin ad, vazife ve alacakları ödeneklerin
yazılı bulunduğu kütük; bu işe bakan görevlilerin çalıştığı dairs. Yüksek
mahkeme.
E
Ecr : Ücret, mükâfaat,
kira, bedel.
Ecr-i misil
: Bir şeyin
bilirkişilerce benzerleri gözönüne alınarak
takdir edilen ücret
veya değer.
Elıl-hadîs : Hadis
bilgini. Fıkıh ve ietihadda hadis taraftarı; fıkhî meseleleri daha çok
hadislere dayanarak inceleyen ve çözümlemeye çalışan kimse.
Ehl-i re'y : Görüş
sahibi. Fıkıh'ta re'y taraftarı. Fıkhî meseleleri daha çok şahsî görüş, ietihad
ve. kiyas'a dayanarak açıklayan kimse.
Eman : Güven, af,
izin. Yazılı olarak birisine verilen güvenlik belgesi. Emîr : Hükümdar, prens,
çoğulu : Ümerâ'.
Emr-i ln'1-ma'ruf ve
nelıy-i ani'l-mmıker : İyiliği emir ve kötülüğü yasak etme.
Emr (emir) : Bir işin
kesin olarak yapılmasını isteme; buyruk, çoğulu :.evâmir.
Eser : Haber, bilgi,
hadis, iz.
Esîr : Tutsak, kul,
köle. Savaşta düşman eline düşen kişi.
F
Fâcir : Günahkâr,
sapık.
Falıvây-i kelâm :
Sözün gelişinden anlaşılan mâna. Terim olarak, sözün
ihtiva ettiği mânaya
uygun düşen hüküm.
Fakîlı : Bilgin, İslâm
hukukçusu. Çoğulu : Fukahâ'.
Farz : Emrediidiği
şer'an kesin bir delil ile bilinen ve yapılması gereken şey.
Fâsık : Doğru yoldan
sapmiş, günahkâr.
Fâsîd : Bozuk olan,
muteber olmayan, geçersiz.
Fâsid örf : Nassa
aykırı düşen Örf.
Fer' : Aslın karşılığı
olup dal-budak manasınadır. Hukukî feri mesele. Çocuk ve torun. Çoğuîu: Furû'.
Fer'î fıkıh : üsûl-i
fıkıh karşılığı olup fıkhın ana hükümlerinin tatbik edildiği meselelerle
uğraşan fıkıh dalı.
Fesad : Bozukluk,
zarar, kötülük.
Fesh : Bozma, bir
şeyin hükmünü kaldırma, ibtal etme.
Fetva : Bir soru
üzerine dînî veya hukukî bir meselenin hükmünü açıklamak maksadıyla yetkili
kişilerce verilen cevap. Çoğulu: Fetâvâ.
Fey' : Asıl mânâsı
gölge veya gölgelik olup ganimet, cizye ve haraç anlamlarında kullanılır.
Fıkh (Fıkıh) : Bilme,
anlama; söz veya işin gayesini iyice kavrayacak şekilde derin ve ince anlayış.
Terim olarak: Tafsîlî (ayrı ayrı) delillerine dayanarak ameli - şer'î hükümleri
çıkarma, diye tarif edilebilir. Dar manâsıyla; İslâm hukuku.
Fıkhı : Fıkha ait,
İslâm hukuku ile ilgili.
Fidye : Esir veya bir
kimsenin kendisini kurtarması için verdiği mal.
Fitne : İmtihan,
mihnet, din yüzünden yapılan baskı ve işkence; karışıklık, fesat.
Fukahâ' : Bak. Fakîh.
Furû : Usûl karşılığı
olup feri fıkıh meseleleri, pozitif hukuk. Çocuk ve torunlar.
G — H
Gâlib zan : Büyük
ihtimal, kuvvetle tahmin etme.
Gaile : Gelir, irat.
Ganimet : Harbde
düşmandan alman mal ve benzeri şeyler.
Garîb : Yabancı,
kimsesiz, tuhaf. Hadîs terimi olarak: "Hangi tabakadan olursa olsun, bir
râvînin tek basma rivayet ettiği haber veya hadîs."
Gayrimenkul : Taşınmaz
mal.
Gayrimüslim : Müslüman
olmayan kimse.
Haber : Hadis,
rivayet,.haber.
Haber-i âhâd : 'Meşhur
hadîslerin şartlarını haiz olmayan hadîs veya haber. Bâzılarına göre; Tevatür
derecesine ulaşmamış olan haber veya hadîs.
Haber-i vâhid : Bak.
Haber-i âhâd.
Hâcib : Perdedar,
saray nâzın.
Hâciyyât : Zarurî ve
hayatî şeyler.
Hacr : Delilik,
çocukluk ve benzeri sebeplerden ötürü kişinin akid ve sözleşme gibi kavli tas
ar ruf lamdan mahrum edilmesi.
Hafi : Gizli, kapalı.
Hal' : Söküp çıkarma,
padişah ve benzerini tahtından indirme veya vazifesine son verme.
Halîfe : Vekil; Hz.
peygamber (S.A.V.)'in vekili sıfatıyla ümmetin din ve dünya işlerinin
yönetimini üzerine alan kimse.
Hakem : İki kişi veya
iki tarafın karşılıklı nzalarıyla hâkim olarak, yâni aralarındaki ihtilaflı
meseleyi bir karara bağlamak için kabul ve tâyin ettikleri kişi.
Hâkim : Hüküm verme
durumunda olan, kadı; hükümdar.
Haraç : Gelir, vergi.
Gayr-i müslimlerden alınan bir çeşit arazi vergisi.
Haram : Dince kesin
bir,delil ile yasak edilen şey.
Hasen : İyi, güzel.
Hadîs terimi olarak: "Diğer bakımlardan aynı şartları haiz olduğu halde,
zabt yönünden sahîh hadîs râvîlerinin derecesine ulaşmayan kimselerin rivayet
ettikleri hadîs"e denir.
Hâss : Özel, hususî;
özel bir hüküm ifade eden nass; tek veya belirli şeye delâlet eden söz.
Havale : Bir şeyi
başka birinin uhdesine bırakma. Bir meblâğın ödenmesini veya alınmasını üçüncü
bir şahsa çevirme.
Hayz : (Kadının) ay
hali.
Hibe : Bağış; bir malı
karşılıksız olarak başkasına temlik etme, verme. Bağışlama.
Hikmet : Sebep, gizli
sebep, sır, felsefe; İmam Şafiî'ye göre : Sünnet.
Hilâfet : Halifelik,
halîfe olma.
Hul' : Söküp atma.
Fıkıh'ta: Karının, kocasına bir miktar para veya mal vermek suretiyle
boşanması. .
Hıılefâ-i Râşidîn :
Hz. Peygamber'den sonra halifelik makamına gelen dört halîfe : Ebû Bekr, Ömer,
Osman ve Ali (R.A.).
Hıüûl : Bir yere gelip
inme, nüfuz etme, içine girme.
Hurûc : Dışarı çıkma,
çıkış, isyan, ayaklanma.
Hüccet : Delil,
vesika, ilâm.
Hükm (Hüküm) :
Hâkimlik, hükümet etme, karar; bir dâvayı dinleyip iyice inceledikten sonra
halletmek için verilen karar; yargı, emir, icap, kural. Bir mesele hakkında
yeteri kadar gerekli incelemeyi yaptıktan sonra varılan netice. Çoğulu: Ahkâm.
İbâhat : Bir şeyin
dince veya hukukça yapılıp yapılmamasının serbest olması, kişinin yapıp
yapmamakta muhayyer bırakılması.
İbâhat-ı asliyye : Her
şeyde aslolan mubah olma prensibi.
tcmâ' : Fikir birliği;
bir asırdaki İslâm bilginlerinin herhangi bir mesele üzerinde ictihad veya
delile dayanarak varmış oldukları görüş birliği.
İctihad : Cehdetme,
çabalama, bir şeye nüfuz etme veya bir işin kemâl noktasına ulaşmak için
gayret sarfetme. Usûl-i Fıkıh terimi olarak: "Fakîhin, tafsîlî delillere
dayanarak amelî hükümleri çıkarmak için bütün gücünü harcaması ve ortaya bir
hüküm koymasıdır."
İftâ' : Fetva verme.
İhtiyar : Seçme,
tercihte bulunma, irade.
İkrah : Zorlama, zorla
bir şey yaptırma, cebir.
İkrar : Kabul etme,
itiraf etme, benimseme, tanıma.
îktâ' : Kestirmek,
haptetmek, bir şeyin kesimine uygun düşmek. İslâm memleketlerinde devlet
reisinin hazîne arazisinden bir kısmını belirli şahıslara vermesi; bu yolla
verilmiş olan arazi, çoğulu : İktâât.
İllet : Sebep, bir
hükmün gerekçesi.
İlm-i Kelâm : Kelâm
ilmi. İlk olarak Allah'ın Kelâm sıfatı üzerine yapılan münakaşalarla meydana
çıktığı için bu isimle meşhur olmuştur. Konu ve gayesi itibariyle iki şekilde
tarif edilmektedir:
1 - Allah'ın
zât ve sıfatından, başlangıç ve sonucu itibariyle kâinatın durumlarından İslâm'a göre bahseden bir ilimdir.
2- Hüccetleri
serdetmek, şüpheleri kaldırmak ve dînî âkideleri isbat etmek için tam bir güce
sahip olmayı' sağlayan bir ilimdir. Teoloji.
İmam : Önder, başkan,
halîfe, imam. Çoğulu : Eimme.
İmamet : İmamlık,
hilâfet.
İmlâ' : Yazdırma,
birine bir şeyi söyleyip aynen yazmasını
sağlama, dikte etme.
İnkitâ' : Kesilme,
kesiklik; hadîs'de: "Râvîlerden birinin zikredüme-mesi."
İsmet : Masumluk,
günah işlemekten uzak oluş, iffet; günaha veya devletçe kati ve cinayete karşı
korunmuş olma.
İsnad : Asıl mânâsı
bir şeyi başka bir şeye dayandırmak veya yüklemektir. Hadîs terimi olarak:
"Hadîsin metnini rivayet ederken kimler vasıtasıyla rivayet edildiğini
belirterek kaynağına kadar ulaşmaktır." Sened anlamında da kullanılır.
İstılah : Herhangi bir
ilim ve sanata ait olan özel tâbir. Terim.
İstıshah : Birlikte
bulunma, sahip çıkma, arkadaş olma; fıkıh'da: "Mâzî-de sabit bir hükmün,
bunu değiştiren bir delil bulununcaya dek devam etmesidir."
îstıslâh : Barışmak,
sulh olmak. Terim olarak: "Masâlih-i mürsele deli lini benimseyip
kullanmaktır."
İstisna : Bir
sanatkâra, usta veya meslek sahibine bir şey ısmarlamak ya da yaptırmak.
İstidlal : Delil
getirme, delil olarak kullanma, akıl yürütme, îsbat.
İstiftâ' : Fetva
sorma, bir meselenin dînî veya hukukî hükmünü öğrenmek için yetkili şahsa
başvurma.
İstihsân : Bir şeyi
güzel ve iyi görme; fıkıh terimi olarak: Zahir kıyasın hükmünü bırakıp
illetindeki tesiri gözönüne alarak daha kuvvetli olan gizli (hafî) kıyası
kabul etme prensibi."
İstikra' : Cüz'î
olaylardan hareket ederek kullî bir hükme ulaşma metodu, endüksiyon,
tümevarım.
İstinbat : Delillere
dayanarak veya iyice anlayarak bir meselenin hükmünü ortaya koyma, hüküm
çıkarma.
İstiva' : Doğrulma,
dikelme, bağdaş kurup oturma, birbirine eşit olma, olgunluk çağma erişme,
istilâ etme, Allah'a isnad edilince hükümran olma anlamına gelir.
İ'tizâl : Ayrılmak, vazgeçmek;
mu'tezilî fikirleri benimsemek.
K
Kadı : (Eskiden)
hâkim. Çoğulu: Kudât.
Kadîm : Ezelî,
başlangıcı olmayan, eski.
Kasem : Yemin, and.
Kavi (Kavil) : Söz,
görüş, kanaat. Çoğulu: Akvâl.
Kaza : Yargı,
yargılama, hüküm.
Kaziyye : Mesele,
hüküm, karar, önerme.
Kaziyye-i muhkeme :
Kesinleşen ve diğerleri için emsal teşkil eden mahkeme kararı.
Kebîre : Büyük günah.
Çoğulu : Kebâir.
Kefalet : Kefil olma.
Keffaret : Bir günahı
Alah'a affettirmek için verilen sadaka veya tutulan oruç vb.
Kefil : Birinin
borcunu vermeyi veya herhangibir taahhüdünü üzerine almayı kabul eden kimse.
Kelâm : Asıl mânâsı
yaralamak olup sonradan söz anlamında kullanılmıştır. Allah'ın konuşma veya
söyleme sıfatı. .
Kelâm İlmi : Bak.
îlm-i Kelâm.
Kıyas :
Karşılaştırmak. Fıkıhta : "Hakkında nass bulunan bir meselenin hükmünü,
bu hükme esas teşkil eden aralarındaki ortak bir illet sebebiyle hakkında nass
bulunmayan meseleye uygulamaktır."
Köle : (Eskiden)
savaşta esir düşerek veya başka sebeplerden hürriyetini yitiren ve mal gibi
alınıp satılabilen erkek, kul.
Kubh : Kötülük,
çirkinlik.
Kurhiyyet : Yakınlık,
yakın olma.
Kuru' : Kur' veya kar'
kelimesinin çoğulu olup vakit anlamındadır. Kur'an-ı Kerîm'de geçen bu kelimeye
bâzı müctehidler : Kadın'ıri ay hâli, bâzıları da iki ayhâli arasındaki
temizlik müddeti, de-mislerdir,
Küfr (Küfür) : Allah'a
inanmama. Allah'a yakışmayacak sıfatlar verme, Allah'ın emirlerini tanımama;
dinsizlik, müşriklik. (Sözlükte örtmek anlamına gelen bu kelime, Türkçe'de
sövmek mânâsına da kullanılmaktadır.)
Küfüv : Denk, aynı
durumda, benzeri şey.
Kürsî (Kürsü) : Taht,
sandalye, iskemle, ilim. Kur'ân-ı Kerîm'de geçen «kürsî» sözünün mânası üzerine
ihtilâf edilmiştir. Kimi «Arş», kimi «Arşın yanında ayrı bir makam», kimi
«İsm-i A'zam», kimisi de «Allah'ın mülkü, saltanat ve kudreti» demiştir.
L — M
Lâ edrî : Bilmiyorum.
Lâ havle... : Her
türlü güç ve kuvvet Yüce Allah iledir.
Ma'lûfe : Daha çok
içerde beslenen ve yılın az bir kısmında yazıda yabanda otlayan deve vb.
hayvan.
Mantûk : Söylenmiş
veya telâffuz edilmiş söz. Terim olarak: "Söylenmiş olan sözün, sözlükte
delâlet ettiği asıl mânâ."
Masâlih-i Mürsele :
Hakkında müsbet veya menfî bir nass bulunmayan maslahatlar, kamu yararları veya
kişisel çıkarlar.
Ma'siyet : Günah,
isyan.
Masâlih : Bak : Maslahat.
Maslahat : İyiliğe
vâsıta olan şey, yarar, menfaat, iş. Çoğulu: Masâlih.
Ma'sum : Kusur, günah
ve tecavüzden korunmuş kimse.
Ma'tuh : Bunak,
kendisi için iyi veya kötü olanı ayırdedemeyen kişi.
Mecaz : Hakîkî
mânâsında kullanılmayıp bir benzerlik veya ilgiden dolayı başka bir anlamda
kullanılan söz.
Meclis :, Toplantı,
toplantı yeri, ders halkası. Çoğulu: Mecâlis.
Medîn : Borçlu kimse.
Medlul : Mânâ, anlam,
bir sözle işaret edilmiş olan.
Medrese : Okul, ders
okutulan yer; çığır, ekol, mektep. Çoğulu: Me-dâris.
Mefhûm : Anlam,
kavram. TJsûl-i fıkıh'da: "Sözün, sözlük sahasındaki asıl mânâsının
dışında ifade ettiği anlam." Mefhûm, iki kısma ayrılır : 1 — Mefhûm-i
Muvafakat: Bu, mantûk olmayan ve hüküm bakımından mantûk olan mânâya uygun
düşen anlam. Buna fahvây-ı kelâm da denir. 2 — Mefhûm-i Muhalefet: Bu da,
mantûk olmayan ve hüküm bakımından mantûk olan mânâya aykırı düşen anlam.
Mefhûm-i Muhalefet :
Bak. Mefhûm.
Mefhûm-i Muvafakat :
Bak. Mefhûm.
Mefsedet : Zararlı,
kötü, fesad, yaramaz ve kötülüğe vâsıta olan şey.
Mehr (Mehir) : İslâm
hukukuna göre evlenme sırasında koca tarafından kadına verilmesi gereken akçe:
Nikâh bedeli.
Mekruh : Şer'an kesin
bir şekilde haram edilmeyen, bununla beraber yapılması hoş görülmeyen şey.
Diğer bir tarife göre: İslâm Dîninde haram derecesinde şiddetli olmayan yasak.
Mendûh : Dince
yapılması istenen, yapıldığı takdirde mükâfaati olan ve yapılmadığı takdirde
cezası olmayan şey. Buna «Sünnet», «Müs-tehab» veya «nafile» de denir.
Menkûl : Nakledilen,
nakledilegelen, rivayete dayanan. Taşınır mal.
Mensûh : Nesh edilmiş,
hükmü kaldırılmış olan.
Meskût-i anh :
SÖzkonusu edilmemiş, hakkında birşey söylenmemiş olan şey.
Meşhur : Herkesçe
bilinen, şöhreti olan. Hadîs terimi olarak: "En az üç yoldan rivayet
edilen ve mütevâtir derecesine ulaşamayan hadîstir."
Mevâli : Mevlâ
kelimesinin çoğulu olup azatlı köleler demektir. Arap asıllı olmayan
müslümanlara da «mevâlî» denildiği vâkidir.
Mevlâ : Sahip, efendi;
âzâd edilmiş köle, azatlı. Allah'ın isimlerinden biri.
Mevzu' : Konu, konmuş.
Usûl-i hadîsde: Uydurma hadîs'e denir. Muhaddis : Hadîsçi, hadîs bilgini, hadîs
râvîsi. JMuharric : Tahric yapan fakîh veya muhaddis.
Muhkem : Sağlam. Terim
olarak: Söylendiği mânâya açıkça delâlet eden, tevil veya tahsis
kabul etmeyen söz. Çoğulu: Muhkenıât. Muhsan : Evlenmiş ve hür müslüman,
iffetli kimse.
Mukaddime : Öncül,
kıyasta neticeye ulaştıran önerme (kaziyye) ler-den herbiri. Giriş, önsöz.
Çoğulu: Mukaddimat.
Mukallid : Başkasına
uyan, başkasını taklit eden, taklidci.
Munkatı' : Kesik,
kesilmiş. Hadîs terimi olarak: "İsnadında bir râvisi düşen veya müphem bir
râvî zikredilen hadîs"e denir.
Murabaha : Malı
muayyen bir kârla satma, kazanç sağlama. (Türkçe-mizde tefeci anlamına gelen
murabahacı sözü ile karıştırılmamalıdır.)
Mut'a : Mehir hakkına
sahip olmayan, yani zifaftan önce boşanmış bir kadına verilmesi gereken şey.
Muttasü : Bitişik,
aralıksız. Usûl-i hadîs'de: İsnad bakımından Peygamber (S.A.V.);e ulaşan
hadîs'dir.
Mubah : Yapılması veya
yapılmaması dince, ya da hukukça serbest bırakılmış olan şey.
Mücmel : Mânâsı
anlaşılmayacak derecede Özet halde ve îzâha muhtaç söz, kısa ifade.
Müctehid : Âyet ve
hadislerden hüküm çıkarma ve yeni hukukî ve dinî meseleleri halletme kudretine
sâhib olan bilgin.
Müeddib : İlim ve edeb
öğreten, terbiyeci. Bir çocuğun hem eğitimine, hem de öğretimine memur edilen
özel öğretmen.
Müftî : Dînî veya
hukukî meselelerin hükmünü açıklayan bilgin.
Mukâtebe : Belirli bir
miktarda para kazanıp ödemesi şartıyla köleyi azâdetme akdi.
Münasip vasıf : İslâmî
emir ve nehiylerdeki hikmet ve maslahatı anlatmak için kullanılan bir terim;
bir kısım Hanbeîîlerce kıyastaki illet karşılığmdadir. Buna hikmet de denir.
Münferid : Tek, tek
tük, pek az, şaz.
Mürsel : Kayıtsız,
başıboş.
Mürsel hadîs :
Tabiînin sahâbîyi atlayarak Peygamber (S.A.V.)'den rivayet ettiği hadîs.
Mürted : İslâm'dan
dönen, dînini değiştiren.
Müsâkaat : Ağaç
birinden, emek ve bakım diğerinden olmak ve meyve aralarında taksim edilmek
üzere yapılan ortakçılık.
Müstahîl : İmkânsız,
muhal.
Müsteftî : Fetva soran
kimse.
Mütekellim : Konuşan
veya söylenen anlamına gelen bu söz, ilm-i kelâm bilgini demektir.
Müteşâbih : Birbirine
benzeyen. Usûl-i fıkha göre, Kur'ân-ı Ker'îm ve hâdîs-i şerifte geçen ve ne
kasdedildiği kesin olarak bilinemeyen söz. Çoğulu: Müteşâbihât.
Mütevâtir : Yalan
üzerinde toptan birleşmeleri akılca imkânsız olan bir topluluğun, aynı şekilde
başka bir topluluktan rivayet etmiş olduğu haber veya hadîs.
Mütevelli : Vakıf
işlerini yönetmek için tâyin edilen kimse. Umumiyetle mütevelliye vakfın
gelirinden belirli bir miktar tevliyet hakkı verilir.
Müzâraa : Emek
birinden, tarla diğerinden olmak üzere yapılan ortaklaşa tarım.
N
Nafaka : Yaşayabilmek
için gerekli olan akçe, zarurî ihtiyaç. Yetim, yaşlı ve yoksul kimselere veya
boşanmış olduğu halde kocalarıyla henüz ilişkileri kesilmemiş olan kadınlar
için tâyin edilen yiyecek, giyecek, mesken ve benzeri şeyler, ya da bunları
karşılayacak para.
Nafile : Farz ve vâcib
.olmayan. Bu söz, Sünnet anlamına da kullanılır.
Nâib : Vekil, kadı
(hâkim) vekili.
Nahv (Nahiv) : Arap
Dili Grameri, cümlebilgisi.
Nafel (Nakü) :
Herhangi bir şeyi bir yerden başka bir yere götürme, taşıma, rivayet.
Nâkil : Nakleden,
taşıyan, rivayet eden, râvî.
Nâsih : Nesh eden, bir
şeyin hükmünü kaldıran.
Nass : Te'vil kabul etmeyecek
bir şekilde bir hüküm ifade eden âyet veya hadîs; dogma, delil, açık ifade;
metin. Çoğulu: Nusûs.
Nâtik : Konuşan,
söyleyen.-
Necaset (Necis) :
Pislik, dince pis olan şey.
Nefs-i Ievvâme :
Kötülük işledikten sonra bunun fenalığını göstermek ve kınamak suretiyle vicdan
azabı veren nefs.
Nehy (Nehîy) : Dince
veya hukukça bir işin kesin olarak yapılmamasını isteme, yasaklama.
Nesh (Nesih) :
Değiştirme, hükmünü kaldırma. Şer'î bir hükmün tatbikten kaldırılmış olduğunu
bildirme. Nüzul : Aşağı inme, bir yere konaklama. Ayetlerin inişi.
Ö — R
Örf (Urf) : Kanunla
veya şeriatın emir ve nehiyleriyle sınırlanmamış
olan ve her memleket
halkınca iyi kabul edilen gelenek,, teamül. Râvî : Rivayet eden, haber getiren,
hadîs nakleden.
Rehn (Rehin) : Bir hak
karşılığında teminat olarak alıkonan herhangi
bir mal : Tutu,
ipotek.
Reşîd : Büşde ermiş,
aklı başında, hukukça ergin. Re'y : Görüş, fikir beyan etme, ictihad, rey.
Rical : Kişi ve adam anlamına gelen "racül" sözünün çoğulu olup usûl-i
hadîste râvîler,
hadîsin senedleri demektir. Ruhsat : Kolaylık, müsaade; usûl-i fıkıhta;
kulların özürlerine binaen
kendilerine kolaylık
olmak üzere, ikinci derecede meşru kılman
şey. Rüşd : Akıl,
erginlik; iyiyi kötüyü bilip ayırdetme. Doğru yoldan gitme.
Sabi : Küçük, çocuk.
Sadak : İslâm
hukukunda mehir.
Sâdık : Doğru, gerçek,
güvenilir, emin.
Sagîr : Küçük,
çocuk.
Sahâbî : Hz. Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz'i müslüman olarak görme ve kendileriyle sohbet etme şerefine
eren ve İslâm üzere ölen kimse. Çoğulu: Sahabe ve ashâb.
Sahîh : Doğru, sağlam.
Hadîs terimi olarak; Adalet ve zabt şartlarını haiz olan râvîlerin, Peygamber
(S.A.V.)'e kadar uzanan bir is-nadla rivayet ettikleri hads'e denir.
Sâime : Yılın çoğunu
umumî otlaklarda yayılarak beslenen deve vb. hayvan.
Sarf : Harcama,
çevirme, para bozdurma veya. bozma. Arap Dili Gramerinde: Şekilbilgisi.
Seddü'z-zerâyi' :
Kötülüğe sebep olan yolları kapatma, kötülüğe vâsıta olan şeyleri yasaklama,
Sefîh : İsrafçı,
malını yerli yersiz saçıp savuran.
Selef : Eski, geçmiş,
Önceki. Çoğulu: Eslâf.
Selef-i sâlih : Dînin
emir ve nehiylerine tam olarak uyan geçmiş kimse veya kimseler.
Selefiyye : Selef
mezhebinde olan kimseler; Allah'ın isim ve sıfatlarını nass'larda vârid olduğu
gibi kabul eden ve bunları te'vil cihetine gitmeyen müslümanlar. Sahâbî ve
tabiîler böyle idiler.
Selem : Para peşin ve
mal veresiye olmak üzere yapılan bir çeşit alım -satım akdi.
Sened : Peygamber
(S.A.V.)'den rivayet edilen hadîs metninin takip ettiği yol, râvüer silsilesi.
Sened, vesika.
Sika : Güvenilir,
emin, mevsuk kimse. Hadîs rivayetinde: "Adalet ve zabt şartını haiz olan
râvî." Çoğulu: Sikat.
Siyâset-i şer'iyye :
Şer'î cezaların tatbikinde şiddetli davranma. Diğer bir tarife göre; cemiyetin
salâh ve intizamı için şer-i şerifin kabul ve iltizam ettiği bir kısım cezaî
hükümlerdir. İslâm âmme hukukunun bir dalı.
Siyer : Sîret'in
çoğulu olup gidişat ve insanın tuttuğu manevî yol demektir. Hz. Feygamber'in.
yaşayışı, savaşlarmdaki tutumları, ci-had ve savaş mânâlarında kullanılır.
İslâm devletler hukuku.
Sükûtî icmâ' :
Herhangi bir asırda belli bir mesele hakkında ortaya atılan dînî bir görüşü
incelemeye kâfî gelecek bir müddet içerisinde müctehidlerin sükût etmeleriyle
hâsıl olan icmâ'.
Sünnet : Peygamber
(S.A.V.)'in söz, fiil ve takrirleri. Gelenek.
Ş
Şaz : Umûmî kaideye
uymayan, kural dışı, münferid; Usûl-i hadîsde: "Adalet ve zabt şartlarını
haiz olan bir râvînin, aynı vasfı haiz diğer râvîierin rivayetlerine muhalif
olarak nakl ettiği hadîs."
Şehr-i Haram :
Zilka'de ayı. Bu ayda savaş haram kilınmışır. Zilhicce, Muharrem ve Recep
ayları da savaş haram olan aylardır. Bu ayların dördüne birden «Eşhür-i Hurum»
denir.
Şerî'at : Doğru yol,
ilâhî kanun. Bir kavim veya ümmetin idaresi için ilâhî emir ve nehiylere
dayanan kanun: Hukuk.
Şîa : Taraflar,
yardımcı, fırka, Şiîler. Hz. Ali ile Muâviye arasında meydana gelen ihtilafta
genellikle Hz. Ali tarafını tutanlar.
Şirk : Allah'a ortak
koşma.
Şûra : Müzakere yeri,
meclis, meşveret, istişare, danışma.
Surtî : Polis, zabıta.
Tabiî : Peygamber
(S.A.V.)'in sahâbîleriyle görüşme imkânına ermiş olan ve sahâbüerden hadîs-i
şerîf nakleden kimse. Çoğulu: Tabiîn, tâbiûn.
Tahrîm : Haram kılma.
Bir şeyin haram olduğunu bildirme.
Tahsis Hususîleştirme,
özelleştirme. Genel bir hüküm ifade eden bir sözü belirli bir hükme mahsus
kılma.
Tahrîc : Lûgatta
çıkarmak manasınadır. Fıkıh ıstılahında: "Müctehidlerin dayandıkları
nass'lara, kaide ve esaslara göre şer'î hükümleri açıklama işi."
Talâk : Karıyı boşama,
nikâhı fesh etme.
Takrir : İfade etme,
belirtme, aynen kabul etme; ikrar.
Takarrub : Yaklaşma,
bir şeye yakın olmak için çalışma, Allah'a yakınlık kazanmak için ibâdet etme.
Ta'lil : Bir hükmün
sebep ve illetlerini tesbit ederek ortaya çıkarma; kıyas, dedüksiyon.
Ta'n : Yerme,
kötüleme, dil uzatma.
Tazmin : Sebep olunan
zarar ve ziyanı ödeme. Telef edilen mal ve benzeri şeylerin kıymetini sahibine
verme. Çoğulu : Tazminat.
Teba-i Tâbîîn :
Tabiîlerle görüşüp bunlardan hadîs-i şerîf nakleden kimseler.
Tefsir : Açıklama, bir
sözü izah etme. Kur'ân-ı Kerîm'in sözlerini açıklama ve te'vil etme : Yorum.
Temellük : Bir şeyi
kendisine mal etme, mülkiyetine sahip çıkma. Temlik : Bir malın mülkiyet
hakkını başkasına verme, mülkiyeti nakil. Terike : (Tereke) : Ölen kimsenin
bıraktığı mal ve mülk gibi şeyler. Terim : Bak: Istılah.
Tertîl : Kur'an'ı ağır
ağır, kelime ve harflerin hakkını vererek güzelce
okuma. Teserrî :
Cariyeyi odalık edinme, istifraş.
Teşbih : Benzetme,
kıyas etme. İlra-i Kelâm'da: Allah'ı, maddî ve canlı varlıklara benzetme veya
Allah'ı yaratıklara ait sıfatlarla vasıflandırma anlamında kullanılır.
Teşri : Yasama, kanun
koyma.
Tevatür : Yalan üzere
ittifakları aklen mümkün olmayan bir cemâatin
rivayeti. -
Tevhîd : Birleme,
birleştirme. Allah'ın bir olduğunu söyleme. Lâ ilahe illallah = Allâh'dan başka
Tanrı yoktur, sözünü zikretme.
Te'vil : Bir sözü
zahirî mânâsından başka bir mânâ ile açıklama, bir nevi tefsir.
Tevliye : Ticarî'bir
terim olarak: Malı alış fiatma satma demektir.
Tevliyet : Vakıf
terimi olarak : Birini, vakıf işlerini idare etmek üzere görevlendirme.
U — Ü
Umre : İhram giymek
suretiyle yılın herhangi bir mevsiminde Kâ'be'yi tavaf ve Safa ile Merve
arasında yapılan sa'y'den ibaret bir hac ibadeti.
Usûl : Bak: Asi.
üsûl-i Fıkıh : Fıkhın
kökleri demek olup, «Tafsîlî (ayrı ayrı) delillerine dayanarak amelî - şer'î
hükümleri istinbat için başvurulan kaideler ilmi» dir. Yeni bir deyişle ve
yaklaşık olarak: İslâm hukuku metodolojisi.
Üîü'1-emr : Emir
sahipleri, devlet reisi ve onun adına hükmeden vali, kadı ve benzeri kimseler.
TJmmu'l-veled :
Efendisinden hâmile kalarak çocuk doğurmuş olan câriye. Böyle bir câriye,
satılmaz ve efendisinin ölümü ile hür olur.
Vâcib ; Ekseri İslâm
hukukçularına göre farz ile vacip aynı şeydir. Hanefîlere göre vâcib, delilinin
kuvveti bakımından farza nis-betle ikinci derecede gelen dînî emir olup şöyle
tarif edilebilir: "Şer'an kati bir delil ile sabit olmayan, ancak zannfbir
delil ile sabit olan ve yapılması gereken hüküm."
Vadîa : Bir malı alış
fiatmdan aşağısına satma.
Va'd : Söz verme.
Allah'ın kullarına va'detmiş olduğu mükâfat.
Vaîd : Korkutma, kötü
bir şey va'detme. Allah'ın kötülük işleyen kullarına va'detmiş olduğu ceza.
Vahdâniyyet : Birlik,
Allah'ın birlik sıfatı.
Vahy (Vahiy) : İlham.
Allah'ın sözlerini, emir ve nehiylerini belli bir melek (Cebrail) vasıtasıyla
peygamberlerine bildirmesi veya ilham etmesi.
Vakf (Vakıf) :
Hapsetme, alıkoyma. Bir ayn'ı, mülkiyeti Allah'a ve menfaati kullara ait olacak
şekilde temlik ve temellükten alıkoyma. Vakfın gelirinin (gailesinin) kimlere
veya nerelere sarfedi-leceği genellikle vâkıf tarafından bir vakfiye ile kadı
huzurunda tesbit ve tescil edilir.
Vâkıf : Bir şey
vakfeden kimse, vakıf kuran kişi.
Vasî : Bir kimsenin
ölmeden Önce, kendisi öldükten sonra yapılmasını istediği işleri yürütmek için
tayin ettiği kişi. Yetimlere, dullara, küçüklere ve bunların mallarına bakan
kimse.
Vasiyet : Bir kimsenin
ölmeden Önce, kendisi öldükten sonra yapılmasını istediği işleri birine
bırakması veya herhangi bir malının birine verilmesini istemesi.
Vedîa : Korunmak üzere
birine emanet olarak bırakılan mal.
Velâ' : Dostluk,
yakınlık, yardım. Efendi ile âzâd ettiği köle veya câriye arasındaki ilişki.
Ayrıca, nesebi belli olmayan bir kimse ile başka bir şahıs arasında yapılan
genellikle yardımlaşma esasına dayanan özel bir akid şekli.
Velayet : Velî olma,
velilik.
Velî : Bir çocuk veya
kadının, gerek ana-babasi, gerekse yakınları olsun, işlerine bakan ve
bunlardan sorumlu olan kimse.
Veraset : Mirasçı
olma, soydan gelme. Kalıtım.
Z
Zabt : Hatırda tutma,
tesbit etme. Bir râvînin işitmiş olduğu hadîsi, herhangi bir değişikliğe
uğramadan hafızasında tutması ve gerektiği zaman aynen tekrarlayabilmesi.
Zahir : Açıkça ortada
olan, görünen. Bir şeyin dış yüzü. Te'vil kabul eden nass. Sözün dış anlamı.
Zahirî : Dıştan
görünen, ortada olan. Âyet ve hadislerin te'vilini kabul etmeyen ve dış
anlamlarına bağlı kalan kimse.
Zaîf : Arık, güçsüz.
Terim olarak : Sahih ve hasen hadisin niteliklerini taşımayan hadîs'e denir.
Zann-İ gâlib : Bak;
Gâlib zan.
Zerâyi' : Zerîa'nm
çoğulu olup vâsıta ve sebep demektir.
Zimmet : And, söz,
and, uhde. Fıkıh'ta: Kişinin menfaat ve zararına ehil olmasını sağlayan
niteliği; hukukî ehliyetin sebebini teşkil eden insan olma Özelliği. Sağ olarak
dünyaya gelen her insan, bu nitelik ve özelliğe sahiptir.
Zimnıî : İslâm
ülkesinde oturan gayri müslim vatandaş.