"Delil"
lügatte-maddi olsun manevî olsun, hayır veya şer olsun- herhangi bir şeye doğru
irşad eden, yol gösteren demektir. Usûlcülerin
ıstılahında ise: Üzerinde doğru bir mantıkla düşünüldüğünde kendisiyle matlub bir habere ulaşılması mümkün olan şeydir. Meselâ:
Bu âlemin değişme, intikal ve fânî olması gibi hallerini düşünerek sonradan
var olduğunu bulmak, "Namazı dosdoğru kılın" (Bakara 2/43) ayeti gibi
şer'î naslar üzerinde düşünerek namazın farz olduğu
hükmüne varmak gibi. Zira bir "emir" olarak bunun çeşitli durumları
üzerinde düşünüldüğünde matlub bir habere ulaşmak
mümkün olmaktadır ki o da bu emrin vücub ifade
ettiğini tasdik etmektedir. Çünkü bu, namazın kılınmasına dair bir emirdir,
onun kılınmasını emretmek vacib (farz) olduğunu ifade
eder. İşte "âlem" ve "namazı kılın" dan her biri âlimlere
göre birer delildir.
Şer'î delil ise: İster
kat'î (yakınî) ister zannî (yani zann-ı galib) bir yolla olsun kendisinden şer'î amelî bir hüküm istinbât edilen her şey şer'î delildir. Bunun için delil,
delâleti kat'î olan ve zannî
olan olmak üzere iki kısma ayrılır.
Deliller iki kısımdır:
a) Âlimlerin cumhuru tarafından kabul edilen mütte-fekun aleyh (üzerinde
ittifak edilen) deliller -ki bunlar Kitap, Sünnet, İcmâ
ve Kıyastır-,
b) Muhtelefun fîh (üzerinde ihtilâf edilen) deliller. Bunların da en
meşhurları İstihsan, Mesâlih-i
mürsele veya İstislah, İstishab, Örf, Sahabe mezhebe, Önceki şeriatler
ve Şeddi zerâyi' olmak üzere yedi tanedir.
Müttefekun aleyh (üzerinde ittifak edilen) deliller uyulması
farz olan delillerdir. Ancak bunlarla istidlal yapılırken şu tertibe riâyet
edilir: Önce kitap, sonra sünnet, sonra icmâ, sonra
kıyas. Bu delillere uyulmasının vacib olduğuna dair
delil şu ayeti kerimedir: "Ey iman edenler! Allah'a (c.c.) itaat edin, Rasûle ve sizden emir sahiplerine itaat edin: Herhangi bir
şeyde anlaşmızlığa düşersiniz -eğer Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsanız- onu Allah'a ve Rasûle havale edin" (N
Allah'a ve Rasûle itaati emretmek Kur'an ve
Sünnet'e itaati emretmektir. İlim ve din alanında söz sahibi müslümanlara uymayı emretmek müctehidlerin
ittifak (icmâ) ittiği hükümlere uymayı emretmek
demektir. Munâzaalı olayları Allah'a ve Rasûl'e havale etmeyi emretmek, hakkında nass ve icmâ olmadığı takdirde
onu kıyasa havale etmeyi emretmek demektir.
Bunlarla istidlal
ederken aralarında tertip olduğuna dair delil Bağavî,
İbnü Abdilber ve daha
başkalarının Muaz b. Cebel'den rivayet ettikleri şu
hadis-i şeriftir: Rasûlullah (s.a.) onu Yemen'e
gönderirken "Sana bir mesele arz olunduğunda nasıl hükmedeceksin?"
diye sordu. O da "Allah'ın Kitabına göre hüküm veririm" dedi. Rasûlullah (s.a.) "ya
Allah'ın Kitabında bulamazsan?" dedi. O da "Rasûlullah'ın
sünnetiyle" diye cevap verdi. Rasûlullah (s.a.)
"ya Rasûlullah'ın
sünnetinde bulamazsan" dedi. Muaz da "ictihad ederim ve kusur etmemeye çalışırım" deyince Rasûlullah (s.a.) onun göğsüne vurarak "Allah Rasûlünün elçisini, Allah Rasûlünü
memnun edecek şekilde muvaffak kılan Allah'a hamdederim"
diye şükretti.
Yine Bagavî'nin Meymûn bin Mehrân'dan rivayet ettiği haberde şöyle deniliyordu: "Ebubekir, kendisine davacılar geldiği zaman cevabı Allah'ın
kitabında arar, orada bulabilirse ona göre hükmünü verirdi. Kitap'ta bulamazsa,
Rasûlullahtan bu hususta bir sünnet biliyorsa ona
göre hükmünü verirdi. Sünnette de bulması mümkün olmazsa insanların ileri
gelenlerini ve seçkinlerini toplar istişare eder, görüşleri bir noktada
birleşirse onunla hükmederdi. Hz. Ömer de aynı
şekilde yapardı. Diğer sahabiler de onların bu
hareketini tasvib ederlerdi. O halde bu tertip icmâ olmuştur.
Ayrıca deliller ya naklî olur veya aklî olur. Naklî deliller: Kitap,
sünnet, icmâ, örf, önceki şeriatler
ve sahabe mezhebidir. Aklî deliller ise kıyas, mesâ-lihi mürsele, istihsan,
istishab ve şeddi zerâyi'dir.
Naklî ve aklî delillerden her biri diğerine muhtaçtır. Meselâ naklî delile
dayanmayan ictihad muteber değildir. Çünkü
sadece" aklın hüküm koymada yetkisi yoktur, naklî delilleri kullanmak için
ise düşünme ve tefekküre ihtiyaç duyulur.
Bu deliller hüküm
koymada ya kendi başına müstakil bir esas olur, hükmü
isbat ederken bir başka şeye ihtiyacı olmaz -ki Kur'an, Sünnet, İcmâ ve İstihsan, örf ve sahabe mezhebi gibi bunlara bağlı olanlar
böyledir- veya kendi başına müstakil bir asıl olmaz ki, bu da kıyastır. Zira
kıyasın, bu yolla hüküm isbat etmek için nasıl makîsun aleyh olan aslın hükmünün illetinin bilinmesine
ihtiyacı varsa aynı şekilde Kitab'da veya sünnette
veya icmâda varid olan bir
asla da o kadar ihtiyacı vardır. İcmâ'nın bir mesnede
ihtiyacı olması ise o oluşması ve in'ıkadı içindir, icmâyı delil
almak için değildir.