İcmâmn hüccet oluşuna Kur'an ve Sünnetten deliller:
Sırf İctihadî Meselelerdeki İcmâ
İcmâ lügatta ya
bir şeye azmetme manasınadır. Meselâ "filan şu iş üzerine icmâ etti" demek ona azmetti karar verdi manasına
gelir. "Siz de ortaklarınızla beraber yapacağınıza icmâ
edin. (Yunus: 10/71) ayetindeki icmâ da azmedin,
karar verin manasınadır. Veya ittifak manasınadır. Meselâ: "Bir topluluk
şuna icmâ etti" demek "onun üzerinde
ittifak ettiler" manasına gelir.
Usülcülerin ıstılahında icmâ:
"Ümmet-i Muhammed'den müctehidlerin Peygamberin
vefatından sonra her hangi bir asırda bir şer'î hüküm üzerinde ittifak
etmeleridir." Yani icmâda mutlaka her hangi bir
şey üzerinde ittifak vardır. Ayrıca bu ittifakın mutlaka ictihad
ehliyetini hâiz müctehidler tarafından yapılmış
olması lazımdır. Dolayısıyle avamdan kişilerin ve
şer'î hüküm istinbâtında ehil olmayanların sözüne
itibar edilmez. Mevcut bütün müctehidlerin
çoğunluğunun ititfakı bağlayıcı bir icmâ sayılmaz. Yine sadece Medine halkının veya Mekke ve
Medine halkının veya Basra ve Küfe halkının veya Ebubekir
ve Ömer'in ittifakı veya yalnız dört halifenin veya Âli Beyt'in
(Hz. Ali, Fatma, oğulları Hasan ve Hüseyin)
ittifakları icmâ sayılmaz.
Yine müctehidlerin ümmet-i Muhammed'den olması şarttır. Buna
göre başka dinlerden olanların ittifakı şer'î bir icmâ
sayılmaz. Çünkü şeriatin delillerinde icmâ, hatadan masum olduğu sabit olan ümmet-i Muhammed'e
aittir.
Yine Rasûlullah hayatta iken icmâ vaki
olmaz. Çünkü eğer Rasûlullah icmâ
edenlere katılmışsa o taktirde bu hüküm icmâ ile
değil sünnetle sabit olmuş demektir. Onlara muhalefet ederse onların ittifakı
düşer geçersiz olur.
Yine icmâ ancak vacib, haram, sahih, fasid gibi şer'î bir hüküm üzerinde olur. Buna göre meselâ
"Fe harfi takib
içindir" gibi lügatla ilgili bir şey veya bu
âlemin sonradan var olması gibi aklî bir şey veya mükelleflerin fiilleri ile
ilgisi olmayıp örf ve âdetten kaynaklanan harp gibi halkın işlerinin
düzenlenmesi gibi dünyevî bir şey üzerindeki ittifak icmâ
sayılmaz.
"Rükün"
kelimesinin gerçek manasıyle icmânın
sadece bir rüknü vardır o da "müctehidlerin
ittifakı"dır. Aralarında ittifak hasıl olmadıkça icmâ
oluşmaz.
İcmânın altı şartı vardır:
1 - İcmâda yer alan müctehidlerin
sayısı ikiden fazla olmalıdır. Bir müc-tehidle icmâ gerçekleşmez, çünkü
"ittifak" m manası birkaç âlim arasında tasavvur edilebilir.
Herhangi bir asırda sadece bir veya iki müctehidin
bulunmuşsa şer'an icmâ
oluşmaz.
2- Şer'î hüküm
üzerinde bütün müctehidlerin ittifakı hasıl
olmalıdır. Do-layısıyle muhalefet edenlerin sayısı ne
kadar az, ittifak edenlerin sayısı da ne kadar çok olursa olsun müctehidlerin çoğunun ittifakı icmâ
sayılmaz. Çünkü icmâda Daru'l-İslam'ın
bütün müctehidlerinin ittifakı lazımdır. Müctehid olmayanların sözü muteber değildir.
3- Hâdise meydana
geldiği esnada islâm âleminin çeşitli bölgelerinde bulunan
bütün müctehidlerin ittifakı olmalıdır. Hicaz veya
Mekke-Medine veya Mısır veya Irak gibi muayyen bir bölgedeki müctehidlerin ittifakı icmâ sayılmayacağı
gibi meselâ sadece "Âli Beyt'in ittifakı da icmâ sayılmaz.
4- İster sözle ister
fiille olsun, ister bir arada ister ayrı yerlerde bulunsunlar ittifak müctehidlerin herbirinin hadise
hakkında açıkça görüş beyan etmeleri suretiyle meydana gelmiş olmalıdır.
5- Bu ittifakın,
adalet sıfatını taşıyan ve bid'atlardan uzak duran ictihad ehlinden sadır olması lazımdır. Çünkü icmânın hüccet oluşuna delâlet eden nasslar
bunu göstermektedir.
"Adalet
sıfatı" cumhura göre şarttır. Çünkü icmânın
hükmü ancak müctehidin şehâdet
ehliyetini haiz olmasıyle bağlayıcı olur, şehadet ehliyeti de "Sizden, iki âdil kişiyi şahit
tutun" (Talak: 65/2) ayetinde sarahaten ifade edildiği gibi ancak adalet
sıfatını haiz kişilerde olur.
"Müctehid bidatlerdan bütünüyle
uzak olmalıdır" şartına gelince: Eğer bid'at
kişiyi küfre düşürecek cinsten ise onu kabul eden gayrimüslimdir. Küfre
götürecek cinsten değil ama insanları ona davet ediyorsa, bu delilsiz batıl
taassubu sebebiyle adalet sıfatı düşer ve bu ümmetin icmâında
onun sözü alınmaz. Bu sebebten Hz.
Ebubekir ve Hz.Ömer'in
halifeliği hususundaki icmâda Râfizîlerin
muhalefetine itibar edilmez. Aynı şekilde Hz. Ali'nin
halifeliği konusunda da Havâric'in muhalefeti dikkate
alınmaz.
6- İcmâ
edenlerin, icmâlarında nasdan
veya kıyastan şer'î bir müstenede (dayanağa)
dayanmaları şarttır. Çünkü müstened bulmadan fetva
vermek hatadır ve din babında ilimsiz söz söylemektir. Bu da "Hakkında
bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme." (İsra:
17/36) ayetiyle nehyedilmiştir. Ayrıca icmâ edenlerin sadece akıllarına dayanarak şer'î hükümler
ortaya koymaları caiz değildir.
İcmânın müstenedi müctehidlerin üzerinde icmâ
ettikleri meselede dayandıkları delildir. Yukarıda da geçtiği
gibi bu icmâda mutlaka bulunmalıdır[1]. Müstenedsiz icmâ tahakkuk edecek
olsaydı bu, Rasûlullah'tan sonra bir din ortaya
koymaya kapı açardı ki bu da batıldır. Sonra ittifakı gerektirecek ve görüşleri
birleştirecek bir sebep bulunmadan müctehidler
arasında ittifakın meydana gelmesi de âdeten çok uzakdır. Onların görüşlerini birleştiren, dinin sınırlarını
aşmalarına mani olan da işte bu müsteneddir. İcmânın müstenedi ya nastır veya kıyastır.
İlham, dinî hususlarda
delil olmaz, çünkü din peygamberden alınır, peygamber bizzat kendisi de din
hakkında konuşmamıştır. O halde ümmetin delilsiz zaten konuşmaması lazım gelir.
Delilsiz veya sırf akılla, arzu ve hevese göre hüküm vermek bid'at
ve dalâlet erbabının işidir.
Âlimlerin çoğuna göre müstened ya Kur'andan
veya mütevâtir sünnetten kat'î
bir delil olur, bu takdirde icmâ onu takviye ve teyid eder veya zannî bir delil
olur ki bu da haber-i vahid ve kıyasdır.
Bu takdirde icmâ ile verilen hüküm zan mertebesinden kat'ıyyet ve yakîn mertebesine
yükselir.
Masâlih-i mürsele de icmâya müstened olabilir.
Maslahat değişirse icmâya muhalefet etmek ve yeni
maslahata münasib yeni bir hüküm vermek caizdir. Buna
dair delil şudur: Sahabe asrında câri olan hüküm "tesîr (fiyatların devlet
tarafından tesbiti) caiz değildir." şeklinde
olduğu halde Medine'nin "yedi fa-kihi"
bunun cevazına fetva vermişlerdir. Asıl şer'î hüküm, Hâşim
oğullarına zekat helâl değildir şeklinde olduğu halde Beytülmal değişince İmam
Malik ve İmam Ebu Hanife
bunun cevazına dair fetva vermişlerdir. Mezhep imamları "insanların haklan
zayi olmasın" maslahatına binâen eşler ile usûl ve fürûun
birbirleri lehinde şahitlik yapmalarını men etmişlerdir. Halbuki sahabe
arasında bu caiz idi.
Müstenedi masalih-i mürsele olan icmâya başka m
Peygamber (s.a.), Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer zamanında olduğu gibi devam etmesi halinde
gelebilecek mefsedeti defetmektir.
İcmâ, meydana gelen bir olay üzerinde olabileceği gibi
herhangi bir nas-sın tevil veya tefsiri veya nassın hükmünün ta'lili üzerinde
de olabilir.
Bir mesele hakkında müctehidlerin tamamının görüşlerinin bir hüküm üzerinde
ittifak etmesi suretiyle yukarıda matlup olduğu şekilde icmâ
meydana gelirse bu hüküm bağlayıcı olur, uyulması vacibdir,
muhalefeti caiz olmaz. Daha sonra herhangi bir asırda âlimler onu bozamaz.
Çünkü artık o şer'î hüküm, ne muhalefete ne de neshe mecal bırakmayacak
şekilde kat'î bir hüküm olmuş, Kur'an
ve Sünnet gibi icmâdan da yakînî
bir şekilde maksad hasıl olmuştur.
Ancak icmâ delili kat'î olursa, icmâ müstakil bir hüccet olmaz, belki o delili takviye
etmiş olur. Eğer icmâ delili zannî
olursa icmâ müstakil bir delil olur, yani sadece icmâyı delil almak kâfidir, icmâmn
müstenedi olan delili araştırmaya hacet yoktur. Bu icmâ kendi başına şer'î hüküm koyuyor manasına gelmez.
Çünkü gerçek manada teşri (hüküm koyma) kaynağı dindir.
îcmâ, âlimlerin çoğuna göre kat'î
bir hüccettir. Öyle ki eğer icmâ bize tevatür yoluyle nakledilmişse muhalefet eden tekfîr edilir veya
dalâlette veya bid'at içinde olduğu kabul edilir1.
Ama bize âhad yolla gelmişse veya sükûtî icmâ ise bu, o hüküm hakkında kat'iyyet
değil zan ifade eder.
Âmidî, Cüveynî, İsnevî ve İbni Hâcib gibi bazı âlimler nazarında da icmâyı
inkâr eden tekfir edilmez. Ancak beş vakit namaz, tevhid
inancı, peygamberlik gibi hak arasında meşhur zarûrat-ı
diniyyeden bir şey olursa inkâr eden tekfir edilir.
Veya kişi icmâyı ve icmâ
edenlerin doğruluğunu kabul ettikten sonra icmâ
ettikleri hükmü inkâr ederse yine tekfir edilir. Çünkü bu inkar ve tekzip dini
tekzibe götürür. Kim dini tekzip ederse kâfir olur.
I- Kur'an'dan
deliller: Kur'an-ı Kerîm'de icmâ-yı ümmetin hüccet olduğuna delâlet eden ayet-i kerîmeler
vardır. Bunlar şunlardır:
"Kendisi için
doğru yol belli olduktan sonra, kim peygambere karşı çıkar ve müminlerin
yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda bırakırız ve cehenneme sokarız, o
ne kötü bir yerdir." (N
"Ey iman edenler
Allah'a itaat edin, Rasûle ve sizden olan emir
sahihlerine itaat edin" (Kısa: 4/59). Allah (c.c.) burada kendisine ve Rasûlüne itaati emrettiği gibi, müminlere ve ülülemre itaati de emretmiştir. "Ulülemr"
ile idareciler kastedildiği gibi dinde fetva ve ictihad
hususunda da müctehid âlimler kasdedilmiştir.
O halde içtihada ehil
âlimler şer'î bir hüküm üzerinde ittifak ederlerse o hükme uymak ve amel etmek Kur'an nassıyle vacibdir. Zira ayet-i kerimede: "... halbuki onu Rasûle veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi
onların arasından işin iç yüzünü anlayanlar onun ne olduğunu bilirlerdi"
(N
2- Sünnetten deliller:
Müctehidlerin ittifak ettiği şey aslında ümmetin
hükmüdür. Çünkü onlar bu konumda ümmetin temsilcileridirler. Rasûlullah (s.a.) dan ümmetin hatadan masum olduğuna
delalet eden nice sahih hadisler varid olmuştur. Bu
rivayetler her ne kadar Iafızlarıyle ve her biri
kendi başına tevatür derecesine ulaşmasalar bile bunlardan "ümmetin
hatadan masun yani korunmuş" olduğuna dair hasıl olan ortak mana mütevâtirdir. İşte manevî tevatür budur. Manevî tevatür
delâlet ettiği şey hakkında kat'î ilim ifade etmesi
açısından lafzı mütevatir gibidir.
Bu hadislerden
bazıları şunlardır:
"Benim ümmetim
hata üzerinde ittifak etmez.", "Allah (c.c.) ümmetimi bir dalâlet
üzerinde toplamaz". "Allah'ın eli (yardımı) cemaatle
beraberdir.", "Ümmetimden bir zümre Hakk üzre (Hakka) yardımcı olarak devam edecektir. Onlara
muhalefet eden onlara zarar veremez. Allah'ın emri gelinceye kadar böyle devam
edecektir", "Kim cemaatten bir karış ayrılır ve o halde ölürse ancak
cahiliye ölümü ile ölmüş olur.", "Şeytan
tek kişi ile beraberdir. îki kişiden uzaktır." (Ümmet toptan bir hata ve
dalâlet üzerinde ittifak etmeyeceğine göre onun temsilcisi âlimlerden de böyle
bir ittifak olmaz. O halde icmâ hak üzeredir.)
İcmâ tekevvün (oluşum) yollarına göre iki çeşittir: Sarih icmâ sükûtî icmâ.
a) Sarih icmâ: Müctehidlerin, muayyen bir
meseledeki hüküm üzerinde söz veya fiil halinde görüşlerinin ittifak etmesidir.
Bu, âlimlerin bir mecliste toplanıp her birinin o mesele hakkında görüşünü
açıklaması ve görüşlerin bir hüküm üzerinde birleşmesi şeklinde veya o mesele
hakkında ayrı yerlerde de olsalar her âlimin aynı fetvayı vermesi ve fetvaların
tek bir şey üzerinde birleş-
b) Sükuti icmâ: Bu, bir mesele hakkında aynı asırdaki müctehidlerden bazılarının bir hüküm söylemesi, buna
muttali olan diğerlerinin bunu reddetmeyerek sükût etmesi şeklinde olur. Bu icmâ hakkında âlimlerin çeşitli görüşleri vardır, en
önemlileri şu ikisidir[2]:
Malikî ve Şafiîlere
göre bu ne bir icmâ ne de bir hüccettir.
Hanefî ve Hanbelîlere göre ise bu bir icmâdır
ve kat'î bir hüccettir[3]
Sükûtî icmâyı kabul etmeyen birinci görüş sahihleri görüşlerini şu
esasa dayandırdılar: Diğer müctehidlerin susması,
duydukları o hükmü kabul ettiklerine dair bir karine sayılmaz. Zira bu sükût,
belki meselede ictihad etmedikleri veya fetvayı
verenden çekindikleri veya görüşünü açıkladıkları takdirde bir zarar
geleceğinden korktukları veya "Her müctehid
Sükûtî icmâyı kabul eden ikinci görüş sahiplerinin delilleri de
şunlardır:
1-Her müctehidin görüşünü sarahaten duymak âdeten
mümkün değildir. Çünkü âdet, âlimlerden birinin fetvasına diğerlerinin sukut
etmesi şeklindedir.
2-Yine âdet bir asırda
bir meselede âlimlerin büyüklerinin fetva vermesi küçüklerinin de bir
teslimiyet ve muvafakat olarak susması şeklindedir. Bu sebeple sükût zımnî bir
muvafakattir.
Görünen o ki rızaya ve
muvafakata dair bir
Nazzam ile Mutezile ve Şiadan bazılarına göre icmânın oluşması âdeten mümkün
değildir. Çünkü icmânın var olması her hangi bir
asırdaki müctehidlerin ittifakına bağlıdır. Bunun
gerçekleşmesi için de şu iki hususun bulunması lazımdır:
a) Mesele ortaya çıktığında İslâm âleminde
bulunan müctehidlerin bilinmesi
b) Bunların tamamının görüşlerinin bilinmesi.
İkisi de mümkün değildir. Çünük müetehidi
müctehid olmayandan ayırt edecek tespit edilmiş bir
ölçü bulunmamaktadır: Ayrıca âlimler bir beldede toplu olduğu halde değil her
tarafta dağılmış vaziyette bulunurlar, dolayısıyle
bunları toplamak güvenilir şekilde görüşlerini öğrenmek mümkün olmaz.
Diğer taraftan icmâ edenlerin delili ya te'vile ihtimal bırakmayacak şekilde kat'î
olur ve o takdirde icmâya ihtiyaç kalmaz veya zannî olur, o takdirde de ittifak mümkün olmaz. Çünkü zannî delil, müctehidlerin bakış
açılarının ve zekâ seviyelerinin farklı olması, her birinin nazarında kendisini
bu hükme götüren şahsî ve mezhebî sebeplerin farklı olmasının yanında hak olanı
kabul etmedeki farklılıkları sebebiyle de ihtilâf kaynağıdır.
Bu delillere verilecek
cevap şudur: Bunlar, fiilen vaki olmuş bir şey (icmâ)
hakkında mücerred şüphe ve tereddütlerdir, itibar
edilmez.
Âlimlerin cumhuru âdeten icmânın mümkün olduğuna
onun fiilen vaki olmasını delil gösterdiler, mümkün olduğuna vukuundan daha
kuvvetli bir delil ise olmaz. Nitekim sahabe, zekat vermeyenlerle harp
edilmesi, Kur'an-ı Kerîm-'in bir mushafta
toplanması, altı sınıf eşyada faizin carî olacağı, müslüman
bir kadının gayrimüslim bir erkekle yaptığı nikâhın batıl olması, mehir tespit etmeden yapılan nikahın sahih olması, bir
kadının teyzesi veya halasıyla aynı nikah altında birleştirilmesinin haram
olması, domuzun iç yağının da haram olması, ninenin mirasta hissesinin altıda
bir olması, yine mirasta oğulun, oğlun oğlunu hacbedip mirastan mahrum etmesi, satın alınan buğdayın kabzedilme-den satılmaması gibi bir çok ahkâm üzerinde icmâ etmişlerdir.
Bu gün de, her İslâm
ülkesinde isim yapmış ictihad ehliyetine sahip olan
kişilerin şer'î esaslara uygun olarak titizlikle seçilmiş olması şartıyle hükümetlerinin veya kurumlarının düzenlediği
kongreler ve konferanslar yoluyla icmânın oluşması
mümkündür.
İbni Hazm'ın Meratibü'l-îcmâ adlı kitabında da açıkça ifade edildiği gibi âlimlerin
cumhuruna göre sahabe ve diğer asır âlimlerinden pek çok icmâ
vaki olmuştur. Meselâ: Mirasda nineye altıda bir
hisse verilmesi, satın alınan buğdayın kabzedilmeden satılmaması,
domuzun etine kıyas edilerek iç yağının da haram olması, gasbedilen
malın ya misli ile veya kıymeti ile tazmin edilmesinin
vacib oluşu, müslüman bir
kadının gayrimüslim erkekle yapacağı nikâhın batıl olması, mehir
konuşulmadan nikâh akdinin sahih olacağı, bir kadını teyzesi veya halası ile
aynı nikah altında toplamanın haramlığı, kocanın ölümü sebebiyle iddetin vacib olması gibi şer'î
bir nassa dayanan bu icmâlar
icmânın fiilen vaki olduğunu gösterir. Bunu
araştırmaya dahi gerek yoktur.
İctihadî meseleler üzerinde icmâ
vaki olduğunu iddia etmek kolay değildir. Bu konuda söylenmesi mümkün olan şey
şudur: Bir takım görüşler vardır ki o hususta sahabe ve başkaları arasında her
hangi bir ihtilâf bilinmemektedir.
Bu çeşit icmâya mudârebenin meşruiyeti
üzerinde vaki' olan ittifakı m
İmam Şafiî:
"Hakkında ihtilâf olduğu bilinmeyen şeye icmâ
denilmez" demiştir. Ahmed bin Hanbel'in "Kim icmâ
iddiasında bulunursa yalancıdır" sözünden ne kastedildiğine gelince: Bu, icmâlarm naklinde ve vaki olup olmadığında insanları
araştırmaya sevketmek, muttali olmadan, naklin
sıhhatine ve haberin doğruluğuna dair başkalarının da muvafakatini araştırmadan
icmâ iddiasında bulunmamalın içindir. Yoksa maksadı icmânın vukuunu inkar etmek değildir.
[1] Keşfü'l-Esrâr. 2/983; Şerhü'l-Muhallâ: 2/168; Şerhu'l-Adûd: s. 39; el-Medhal ilâ Mezhebi Ahmed: s. 132.
[2] el-Mustasfa: 1/121, Keşfü'l-Esrar. 2/949, Şerhu'l-Adûd: 2/37, Ravzatu'n-Nâzır.
1/381.
[3] Hanefîlerden Kerhi;
Şafilerden Amidi’ye göre bu icma zanni bir delildir ki tercih edilecek görüş de budur