Maslahatla amel etmenin şartlan:
Mürsel maslahat, mutlak menfaat demektir. Usûlcülerin
ıstılahında: Dinin tasarruf ve gayelerine uygun olup muteber olduğuna veya ilga
edildiğine dair herhangi bir delil bulunmayan hükmün kendisine bağlanmasıyle celb-i menfaat veya
def-i mefsedet hasıl olan vasıftır. Sahabenin Kur'an-ı Kerîm'i bir mushafta
toplanması, divan (devlet daireleri) ve hapishane kurulması, para basılması,
fethedilen ziraî arazinin sahiplerinin elinde bırakılarak haraç alınması gibi
hükümleri hep maslahata binaen verilmiş hükümlerdir.
Maslahatlar bazı şer'î
hükümlere esas olur ve onlara bu hükümlerin illeti olarak itibar edildiğine
dair bir delil bulunursa bunlara şer'an "muteber
maslahatlar" ismi verilir. Muteber maslahatlar üç mertebedir:
1- Zarûriyyat:
Bunlar, insanların din ve dünya hayatı için elzem olup bulunmadığı zaman dünya
hayatının alt-üst olmasına, âhirette de cenneti kaybedip
azaba duçar olmasına sebep olan şeylerdir. Meselâ şu beş zaruretin muhafazası
bu cümledendir ki bunlar: dinin, canın, aklın, nesebin ve malın muhafazasıdır.
Dinin korunması için cihad meşru kılınmış ve dinden
dönenin öldürülmesi emredilmiş, insanların hayatının korunması için amden (bilerek) öldürene kısas yapılması, aklın muhafazası
için içki içene had vurulması, nesebin korunması için zina ve iftira (kazif) cezaları meşru kılınmıştır. Malın muhafazası için de
hırsızlık haram kılınmış ve hırsızın eli kesilmesi meşru kılınmıştır; Dinden
dönme, kasden öldürme, alkollü içki içme, kazf ve iftira... Bunların her biri bir maslahatın
gerçekleşmesine sebep olan münasib birer vasıftır ve şer'an muteberdir. İşte sâri'in
itibar etme derecesine göre müessir veya mülayim münasib
budur.
2- Haciyyet:
Bunlar, bir takım sıkıntıların giderilmesi için insanın muhtaç olduğu, yokluğu
halinde de hayatın nizamı bozulmadan sıkıntı ve meşakkate düştüğü şeylerdir.
Alış-veriş, kira gibi muamelata dair çeşitli akidler,
sefer halinde namazların kısa kılınması, (bazı mezheplere göre) iki vaktin
birleştirilmesi, hamile ve emzikli kadının ve hastanın ramazanda oruç
tutmaması, hayızlı ve nifaslı
kadınların namaz kılmaması, mesh üzerine mesh yapmak, küçük yaştaki kız çocuğunun velisi tarafından
dengi ile nikahlanmasmın caiz olması gibi çeşitli
ruhsatlar bunun için meşru kılınmıştır. Bütün bunlar, bunlarla ilgili olarak
meşru kılınmış hükümler için münasip vasıflardır.
3- Tahsiniyyat:
Bunlar, namazlar için yapılan temizlikler, giyim-kuşam ile süslenme, yenilecek
şeylerden temiz olmayanların haram kılınması, nazik ve iyi davranmanın
emredilmesi, kadınları velileri evlendirerek onların doğrudan nikah akdi
yapmamaların sağlama gibi güzel ahlak ve âdetlerin muhafaza edilmesi
hedeflenen maslahatlardır. Bunlar da meşru kılınan ilgili hükümler için münasip
vasıflardır. Vahyin kesilmesinden sonra ortaya çıkan ve haklarında sâri
tarafından muayyen hükümler konulmayan, muteber veya mülga olduğuna dair bir
delil de bulunmayan maslahatlara gelince bunlara "mürsel
münâsip" veya "mürsel maslahat" denir.
Nikah akdinin resmi bir vesika ile tespitinin şart olması, mülkiyetin nakli
için gayri menkul satış akdinin tescilinin şart koşulması gibi hususlar bu
kabildendir.
Mesâlih-i mürsele hakkında
âlimlerin iki görüşü vardır: Şafiî, Şia ve Za-hiriyyeye göre hüccet sayılmaz. Malikî, Hanefî ve Hanbelîlere göre ise hüccettir.
Hüccet olarak kabul
etmeyenlerin delilleri özetle şunlardır:
Şeriatın birliğini
muhafaza etmek vacibtir, o halde hükümler nesilden nesile değişmemelidir. Şeriatın kudsiyeti
muhafaza edilmelidir. Öyleyse şeriat hakkında arzulara, heva
ve heveslere göre bir şey söylenmez. Ayrıca din mesâ-lihi mürseleye, itibar
çeşitlerinden hiç biriyle itibar etmemiştir1.
Bu delillere şu
şekilde cevap verilebilir: Hükmün sebebi veya maslahatın değişmesi hükmün
değişmesini gerektirir ki bu şer'an güzel bir
ameldir. Mesâlih-i mürsele
ile amel etmek râcih (kuvvetli) bir maslahatla amel
etmektir. Bu, kişinin hevesâtına göre hüküm koyma
değildir. Çünkü maslahatla amel edilebilmesi için bununla dinin maksatları ve
hedefleri arasında mülayemetin = uygunluğun bulunması
şarttır.
Maslahatı hüccet kabul
edenler de buna dair pek çok delil gösterirler, en mühimleri şunlardır:
1- Hayat devamlı bir
gelişme içindedir, insanların maslahatları her zaman değişir. Bu maslahatlara
uygun hükümler konulmayacak olursa sıkıntıya düşerler, çeşitli yer ve
zamanlarda maslahatlarını kaybedebilirler, teşri' zamana, gelişmelere ayak
uyduramaz, masâliha riayet edemez olur. Bu ise dinin,
insanların maslahatlarını gözetme ve bunu gerçekleştirme gayesine ters düşer.
2- Şer'î hükümler, bir
rahmet olarak maslahatlara itibar edip riâyet etme ve onları gerçekleştirme
esası üzerine bina edilmiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede Rasûlullah'a
hitaben "Ben ancak seni âlemlere rahmet olarak gönderdim" (Enbiya:
21/107) buyrulmuştur. Diğer bir ayette "Allah
size kolaylık ister, size zorluk istemez" (Bakara: 21/185) buyrulmuştur. Umumiyetle hükümlerde maslahatın cinsine
itibar edilmiş olması, hükümlerin ta'lilinde bu
maslahatların cinsinden olan her maslahata itibar edildiği zannı ile hareket
etmeyi vacib kılmaktadır. Çünkü zan ile amel etmek
vaciptir.
3- Sahabe, tabiîn ve müctehid imamlann ictihadlannda, maslahata kıyastan daha geniş bir şekilde
riayet edilmiştir. Öyle ki bu artık icmâ derecesine
gelmiştir. Buna dair pek çok delil zikredilebilir:
Hz. Ebubekir (r.a.) Hz. Ömer (r.a.) in işaretiyle dağınık sayfalarda bulunan Kur'an-ı Kerîmi bir mushafta
toplamış ve ".Vallahi bu İslâm için hayır ve maslahattır" demiştir.
Yine Hz. Ebubekir zekat vermeyenlerle
harp etmiş, kendisinden sonra Hz. Ömer'i halife tayin
etmiştir. Daha önce bu yaptıklarına delil sayabileceği benzeri bir şey
olmamıştı. Bütün bunlara "maslahat" tan başka bir mesned
yoktur.
Hz. Ömer müslümanların umumi
maslahatını düşünerek, fethedilen arazileri sahiplerinin elinde bırakmıştı.
İslâm kuvvetlendikten sonra artık telif (ısındırma) e ihtiyaç kalmadığı
gerekçesiyle müellefe-i kulûba
zekat vermedi. Kıtlık senesinde umumî bir fakr u
zaruret bulunması sebebiyle hırsızlara hırsızlık cezası uygulamadı. Divan
(Dosya ve kütükler) ve hapishaneler ihdas etti. Talakın çok kullanılmasına mani
olmak için bir kelimede söylenen üç talakı üç saydı. Kısastan kaçma yolunu
kapatmak için tek kişiyi öldüren gurubun hepsinin öldürülmesini emretti. Başka
bir kocadan iddet bekleyen bir kadınla nikahlanan
erkeğe bu kadını haram kıldı. Maksadı böyle bir fiile mani olmak ve onun bu
niyetini aleyhine çevirerek cezalandırmaktı.
Hz. Osman (r.a) Kur'an-ı
Kerîmi bir harf (lehçe) üzere yazıp çoğaltarak mühim merkezlere gönderip diğer mushaflan imha etti. Cuma namazı için ilk ezanı ileve etti. Ölüm hastalığında hanımını mirastan mahrum
etmek maksadıyla üç talakla boşayan kocanın bu niyetini aleyhine çevirerek
hanımını ona varis kıldı. Ve buna "Firar talakı" ismini verdi.
Hz. Ali (r.a.) kendisini ilahlaştıran Şia'nın aşın kolu râfızîleri yaktırmıştı. Halkın malları zayi olmaması için
zanaatkarın (usta ve işçinin) elinde telef olan malı ashabı kiram tazmin
ettirmişler ve Hz.Ali (r.a.) "İnsanları ancak bu
ıslah eder" demişti.
Hanefîler cahil
doktoru, fâsık müftüye, iflas etmiş kervancı
(nakliyeci) ye hacir koymuşlar, Malikîler, ikrar ettirebilmek için zan
altındaki kişinin hapsedilip tazir uygulanmasına
cevaz vermişlerdir. Hanbelîler izin almak mümkün olmadığı
takdirde ihtiyaç durumunda başkasının malında tasarruta
bulunmaya cevaz verdiler.
Şâfiîler ve diğer
âlimler, bir kişiyi öldüren gurubun hepsine kısas yapılmasını farz
kılmışlardır. Sâri' tarafından itibar edilmiş olması şartıyle
İmam Şafiî'nin maslahatla amel ettiği pek çok cemaat tarafından nakledilmiştir.
İşte bütün bunlar münasib mürsel veya mesâlih-i mürsele ile amel etmektir.
Çünkü bu, sâri' tarafından ilga edildiğine dair bir delil bulunmayan ve şer'î
hükümlerin maslahatlarına da uygun olan bir maslahattır. İmam Gazalî şöyle der:
"Maksud olduğu kitap, sünnet ve icmâ ile bilinen şer'î bir maksadı muhafaza etmeye matuf
her maslahat bu asılların haricinde değildir. Ancak buna "kıyas"
değil maslahat-ı mürsele denir. Maslahatı "dinin
maksudunu = gayelerini muhafaz etmek" şeklinde
tefsir ettiğimiz zaman bununla amel etmeğe muhalefet etmenin hiç bir izahı
yoktur, bilakis onun hüccet olduğunu kat'î olarak
kabul etmek vacib olur"[1]
Masâlih-i mürseleyi hüccet kabul edenler
bununla amel etmek için şu üç şartı getirmişlerdir:
1- Maslahat şâri'in maksadına uygun olmalıdır. Yani dinin esaslarından
birine, bir nassa veya kat'î
delillerden birine ters düşmemeli, bilakis şâri'in muradı
olan maslahatlardan birinin cinsinden olmak suretiyle ona muvafık olmalı,
husûsî bir delil onu muteber olduğuna delâlet etmese de tamamen uzak olmamalı.
Buna göre, ramazanda gündüz hanımıyle mukârenette bulunan zengin bir kişiye keffaret
olarak, daha caydırıcı olur diye köle azad etme
yerine iki ay peşpeşe oruç tutmasına fetva verme gibi
özel durumlara göre fetva vermek caiz olmaz. Zira bu, keffaret
hakkındaki nassa muhaliftir.
2- Maslahat, maslahat
esas alınarak konulan hükümle yarar sağlayacak veya bir zararı defedecek
şekilde hakikaten mevcut ve anlaşılır olup vehim mahsulü olmamalı. Meselâ:
Yapılan gayri menkul satışlarının ilgili dairede resmî olarak tescil edilmesi
yalan şahitliğini azaltacak ve muamelata bir istikrar getirecekse bunu vacip
kılmakta şer'an bir mani yoktur. Aynı şekilde gerekli
görüldüğünde fiyatların devlet tarafından tesbiti,
fiyatlardaki aşın aldanmaya engel olma,.halka gelecek zarar ve sıkıntıyı
defetme ve maslahatlarını koruma gibi faydalan varsa bunun yapılmasında şer'an bir mani yoktur.
3- Bu, şahsî bir
maslahat değil umuma ait bir maslahat olmalıdır. Çünkü şeriat bütün insanlara
gelmiştir. Bundan dolayı özellikle bir emîrin veya başkanın veya bunların
yakınlarının maslahatı göz önünde bulundurularak verilen bir hükümle amel etmek
caiz olmaz. Aynı şekilde bir kaledeki düşmanın bir müslümanı
siper edinmesi halinde onlan muhasara etmek mümkün
oldukça ve onların müslüman topraklanna
musallat olmalarından korkulmadıkça o müslümanın
öldürülmesine fetva verilmez.