Sâri'in hüküm
koymaktaki maksadı, insanlar için faydalı olanı celb, zararlı olanı defetmek
suretiyle bu dünyada onların maslahatına olanı gerçekleştirmektir. Bu
maslahatlar zarûriyyât, haciyyât ve tahsîniyyât arasında değişir. Şeriatin
hükümlerinin dikkatle gözden geçirilmesi sonucunda tesbit edilmiştir ki hükmü
koyan bunları koyarken insanların maslahatını gözetmiş, maslahatlardan hiç bir
şeyi ihmal etmemiştir, her hükmü ancak insanların maslahatını temin etmesi
için koymuştur. "Peygamberler, müjdeciler ve azab habercileri (gönderdik).
Ta ki peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri
olmasın" (N
Makâsıd-ı şerîa: Bütün
hükümlerde veya ekseriyetinde din için düşünülen hedef ve manalar demektir.
Veya sâri'in şeriatın hükümlerinden her birine yerleştirdiği gaye ve sırlar
demektir. Bunların devamlı ve herkesçe bilinmesi zaruridir: Müctehid hüküm
istinbat ederken, nasları anlarken; müctehid olmayan da ahkamın sırlarına
muttali olması için bunların bilinmesi zaruridir. Müctehid her hangi bir
hadisenin hükmünü verebilmek için nassları anlaması lazımdır ki onları o
hadiseye tatbik edebilsin. Tearuz eden (çatışan) delillerin arasını tevfik
etmek isterse hükümlerin konulmasındaki gaye ve hedeflerden istifade etmelidir.
Yeni bir mesele hakkında kıyas, istislah veya istihsan gibi deliller yolu ile
Allah'ın hükmünü beyan etmesi lazım gelirse dikkatle şeriatın hedef ve
maksadlarını araştırmalıdır.
Hükümler ister teklîfî
ister vaz'î olsun teşrî'in ona gayesinin beyanı hakkındaki bu kaidenin
bilinmesi zarurîdir.
Her hükümde şu üç
şeyin bulunduğunu anladığımız zaman şeriat çerçevesi içinde bu kaidenin yeri
kendiliğinden tesbit edilmiş olur:
a) Hükmün illeti: Bu,
kıyasın esası olan zahir, munzabit vasıftır.
b) Hükmün hikmeti: Bu, sâri'i ahkam koymaya
sevkeden meşakkat ve teysir gibi illetin esası olan amillerdir.
c) Hükmün gayesi:
Şâri'in ahkam koymaktan maksadı insanlar için celb-i menfaat tayda sağlama veya
def-i mazarrat yani zararı önlemedir.
İşte bunlar dinin
bütün hükümlerinin ayrılmaz özellikleridir. Hiç bir hüküm yoktur ki onda ya
bir maslahat elde etme veya bir mefsedeti kaldırma, dünyayı serlerden ve
günahlardan temizleme gayesi gözetilmiş olmasın. Bu da, şeriatın bir umumi
gayeyi gerçekleştirme azminde olduğuna delâlet eden hususlardandır ki bu ana
gaye ferdi ve toplumu mesud etma, nizamı koruma, dünyayı imar etme insanların
maslahatını gözetmektir.
Masalih-i mürsele
bahsinde de açıklandığı gibi kuvvet ve tesir bakımından maslahatlar üç
çeşittir[1]
1- Zarûriyyât
Zaruri maslahat: Bu,
insanın dinî ve dünyevî hayatının kendisine bağlı olduğu şeydir. O olmadığı
zaman dünyada hayatın düzeni bozulur, fesad yayılır, âhirette ebedî cennet
kaybedilmiş, azaba duçar olunmuş olur. Maslahatların en kuvvetlisi budur, hiç
bir şey bundan ileri olmaz. Bu sebeple zaruri bir şeyin ihlâlinin söz konusu
olduğu yerde tahsînî veya hâcî olana artık riayet edilmez.
İslâm, bu zarûrıyyâtın
muhafazası için iki koldan hükümler meşru kılmıştır: Birincisi, bu hükümlerin
yapılması ve ortaya konması için, ikincisi devamı için.
Meselâ din, insanların
Rabbi ile ve birbirleriyle olan alakalarını tanzim etmek için Allah'ın koyduğu
akideler, ibadetler ve muameleler manzumesidir. Allah (c.c.) bu dinin var
olması için İslâmın beş rüknünün yapılmasın farz kılmıştır. Bunlar kelime-i
şehâdet, namaz kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak, gücü yetenlerin
haccetmesidir. Ayrıca hikmetli bir üslup ile ve mevıza-i hasene ile dine davet
etmeyi de farz kılmıştır.
Dinin muhafazası,
himayesi ve devamının garantisi içinde de cihad hükümleri, dini iptal etmek,
dinden uzaklaştırmak, dinden dönmek veya ahkamını tahrif etmek isteyenlere, onu
yıkmak ve helali haram haramı helal yapmak suretiyle özünü bozmak için açıktan
propaganda yapanlara cezalar koymuştur. Ayrıca zaruri yyâtı muhafaza etmek için
zaruret halinde haramları mubah kılmıştır.
Beşerin varlığına
gelince: İslâm insan türünün varlığı ve devamı için de zaruret miktarı yemeyi,
içmeyi ve giyinmeyi, adam öldürene kısası, diyet ve keffaret cezasını farz
kılmış, canı tehlikeye atmayı men etmiş ve onu korumayı ve gelecek zararları
defetmeyi vacib kılmıştır.
Akıl, insanı diğer
yaratıklardan ayıran büyük bir nimettir. Allah (c.c.) aklın selâmeti ve
geliştirilmesi için ilim tahsilini ve tecrübeyi meşru kılmış, muhafazası için
de sarhoşluk verici ve uyuşturucu maddeler gibi aklı zayıflatıcı ve onu ifsad
edici her şeyi haram kılmış ve bunların kullanılmasına karşı caydırıcı cezalar
koymuştur.
Neseb veya ırzın
bekası için evliliği meşru kılmış, zinayı ve zina iftirasını haram saymış ve
bunların muhafazası, neseb karışmasının engellenmesi, insanlık haysiyet ve
şerefinin korunması için zina ve zina iftirasına karşı had (ceza) koymuştur.
Mal ise hayatın temeli
ve vasıtasıdır. Kazanılması için din rızık peşinde koşulmasını emretmiş,
alış-veriş, kira, hibe, şirket, iare, rehin ve benzeri insanlar arasındaki
muamelatı meşru kılmıştır. Malın muhafazası için de hırsızlık yapmayı haram
kılmış, hırsızlık cezasını koymuştur. Aldatma, hiyanet, gasb, faiz ve diğer
haksız yere insanların malını yeme yollarını haram kılmış, telef edilen malın
tazminini vacib kılmış, sû-i tasarrufa, kendisine ve başkalarına zarar verilmesine
mani olmak için sefih, gafil, müşflis ve borçluya mâlî tasarruflarında hacir
konulmasına cevaz verilmiştir.
Zarûriyyâtın muhafaza
edilmesi meselesi şer'î hükümlerle beraber zikredilen illet ve hikmetlerle de
tekit edilmiştir. Meselâ abdest, namaz, kıble ve oruç hakkında gelen ayet-i
kerimelerde şöyle denilmektedir:
"Allah size her
hangi bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi tertemiz kılmak ve size
nimetini tamamlamak istiyor." (Maide: 5/6).
"Muhakkak ki
namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar." (Ankebût: 29/45).
" Yüzünüzü o yöne
doğru çevirin ki insanların elinde aleyhinizde bir delil olmasın."
(Bakara: 2/150).
"Sizden
öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki
korunursunuz," (Bakara: 2/183).
Cihad, kısas ve malın
zulmen alınmasına karşı korunması hakkında da şu ayetler vardır:
"Kendileriyle
savaşılanlara, zulme uğramış olmaları sebebiyle (savaşa) izin verildi"
(Hac: 22/39).
"Fitne tamamen
yok oluncaya ve din de Allah için tatbik edilinceye kadar onlarla
savaşın." (Bakara: 2/193).
"Ey akıl
sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır." (Bakara: 2/179)
".ve kendiniz
bilip duruken insanların mallarından bir kısmını günahla yemeniz için onları
hakimlere aktarma etmeyin" (Bakara: 2/188).
Tevhidi koruma
sadedinde de: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlarda da: Evet,
şahid olduk demişlerdi, (işte bu şahidlendirme) kıyamet günü "Bizim bundan
haberimiz yoktu" dememeniz içindi." (Araf: 7/172).
İhtimallere açık veya
garar = aldanma bulunan satışların menedilmesi hususunda Rasûlullah (s.a.)
salahı ortaya çıkmadan meyva satışını nehyetmesi-nin illetini beyan ederken
"Peki Allah meyva vermezse ne yaparsın? O kişi din kardeşinin parasını
neyin karşılığında alır." buyurmuştur. Birbirinin mahremi kadınları bir
nikah altında toplamanın niçin menedildiğini beyan ederken de "Siz bunu
yaparsanız akrabalık bağlarını kesmiş olursunuz" buyurmuşlardır.
İnsanların hayatlarını
kolaylaştırmak ve sıkıntıları hafifletmek için muhtaç oldukları maslahatlara
hâciyyât denir. Zarûriyyâtta olduğu gibi bulunmadığı zaman hayat düzeni
bozulmaz, ancak insanlar bir takım sıkıntılara, meşakkatlere düşerler. İslâm
insanların sıkıntılarını gidermek ve hafifletmek maksadıyle ibadetler, muamelat
ve ukûbât çerçevesinde çeşitli hükümler koymuştur:
İbadetlerde: Seferde
namazları kısaltma, iki vakti birleştirme, hasta ve yolcunun ramazanda oruç
tutmaması, namazı ayakta kılamayanın oturarak eda etmesi, hayızlı ve
nifaslılardan namazın sakıt olması, hazerde ve seferde mestler üzerine mesh
yapılması, hastalıktan veya su bulamamaktan dolayı teyemmümün caiz olması,
hayvan veya araba veya gemi gibi binekler üzerinde yönü kıbleye doğru olmasa da
nafile namaz kılınabilmesi gibi şer'î ruhsatlar getirilmiştir.
Âdetlerde. Avlanma,
yeme, içme, giyinme ve mesken konularında rızıkların güzel olanlarından
istifade etme mubah kılınmıştır.
Muamelâtta: İnsanların
ihtiyaçlarını giderecek alış-veriş, kira, şirket, mudarabe, tazmin ve teberru
gibi bütün akid ve tasarrufların mubah kılınması, selem, istisna, muzâraa,
müsâkât ve müğârase gibi akidlerin umumi kaidelerden istisna edilerek mubah
kılınması, istisnaî hallerde icârede olduğu gibi akdin feshedilmesi, ihtiyaç
veya zaruretten dolayı boşama yolu ile evliliğe son verme, küçük yaştakilerin
maslahat için velileri tarafından evlendirilmeleri, haramların mubah olması
konusunda hacetlerin zaruretler gibi sayılması... hep bu kabildir.
Ukûbâtta: Veliler için
kısastan vazgeçme hakkı meşru kılınmış akraba arasındaki dayanışmanın
gerçekleşmesi ve katile kolaylık olması için hata ile öldürmelerde diyet
âkileye yüklenmiş, töhmet altındaki kişinin lehine olarak şüphelerden dolayı
had (ceza) lar düşürülmüştür.
Teşrî'a ait naslar,
ihtiva ettikleri şer'î hikmetleri ve illetleri de beyan etmek suretiyle
-hükümler konulurken- hacetlerin göz önünde bulundurulduğunu teyid etmektedir.
Meselâ teyemmümün meşruiyeti hakkındaki ayette "Allah sizin üzerinize bir
güçlük yapmayı dilemez." (Maide: 5/6), dinin "meşakkati
defetme" esası
üzerine kurulduğunu beyan etme sadedinde "Dinde üzerinize hiç bir güçlük
de yüklenmedi" (Hac: 22/78); "Allah size kolaylık ister, zorluk
istemez." (Bakara: 2/185); "Allah sizden hafifletmek ister, insan da
zayıf olarak yaratılmıştır." (N
Bunlar nezaket ve
nezâhetin gerektirdiği maslahatlardır ki bununla âdetlerin ve ahlakın
güzelliklerini alma kastedilir, kaybedildiği zaman zarûriyyâtta olduğu gibi
hayatın düzeni bozulmaz, hâciyattâ olduğu gibi güçlüklere düşülmez, ancak aklî
ölçülere göre hayat sevimsiz hale gelir.
Bu maslahatlar da
diğer zarûriyyât ve hâciyyât gibi ibadetlerde, âdetlerde, muamelâtta ve
ukûbatta mevcuttur. Tahsînât için meşru kılınanlar ya farz olur veya şart olur
veya nafile ve tâat kabilinden olur.
Meselâ ibadetlerde
taharetler (abdest ve gusül), necasetlerden temizlenme, namazda setr-i avret
şart kılınmış, her mescide ve toplum içine gidişte güzel giyinme, güzel görünme
için koku kullanma meşru kılınmış, namaz, oruç ve sadaka gibi çeşitli
ibadetlerle Allah'a yakın olma teşvik edilmiştir.
Muamelâtta:
Necasetlerin ve zararlı şeylerin satışı, suyun ve meranın fazlasının satışı,
pazarlık üstüne pazarlık, dünür üstüne dünür menedilmiştir. Aldatma, hile,
israf ve cimrilik haram kılınmış, insanların eşleri ile muaşeretinde iyi ve
nazik olmaları emredilmiş, kadın bizzat nikah akdi yapmaktan örfen haya edeceği
için bunu velinin yapmasına musâde edilmiş, öneminden dolayı nikah akdinin
şahitler huzurunda yapılması vacib kılınmıştır.
Adetlerde: Dinimiz
yeme-içme âdabını öğretmiş, zararlı yiyecek ve içeceklerin alınmasını yeme,
içme ve giyim gibi hususlarda israfı haram kılmıştır.
Ukûbatta: Din işkence
ile yakarak öldürmeyi menetmiş, savaşta kadınların, çocukların ve râhibler
gibi sivil insanların öldürülmesini haram saymış, ahde vefayı vacib kılmış,
zulmü ve anlaşmaları bozmayı haram etmiş ve mef-sedete götüren yollan
kapatmıştır.
Çeşitli naslarda din,
teşrî'î hikmetleri ve illetleri beyan ederken buna riayet edildiğine işaret
etmiştir. Meselâ taharetler hakkında: "Allah size herhangi bir güçlük
çıkarmak istemiyor, fakat sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak
istiyor" (Maide: 5/6). Rasûlullah (s.a.) da "Ben, güzel ahlakı
tamamlamak için gönderildim", "Allah nezihtir, ancak nezih olanı
kabul eder". "Allah güzeldir, güzelliği sever" buyurmuştur.
Yukarda geçen üç
gayenin iyi muhafaza edilmesi ve gerçekleştirilmesi için Allah (c.c.) bu
zaruri, hâcî ve tahsînî maslahatları muhafaza edecek hükümlerin tamamlayıcısı
olmak üzere başka hükümler de vazetmiştir ki bunlar bulunmadığı takdirde
hükümlerin asıl hikmetlerine bir halel gelmez.
Zarûriyyâtın
tamamlayıcısı hükümlere m
Alkolün azının da
haram olması -çünkü bu çoğunun içilmesine sebep olur- Bu da aklı muhafaza için
konulan hükmün tamamlayıcısı bir hükümdür. Zinaya giden yolları kapatmak için
yabancı kadına bakmanın ve onunla baş-başa kalmanın haram olması. Bu da ırzı ve
nesebi korumak için zinanın haram kılınması hükmünü ikmal eden bir hükümdür.
Bir vacibin ancak kendisiyle tamam olabileceği şeyin de vacip kılınması ve
bütün hükümlerde harama giden yollan kapatmak için harama götürecek mubahların
menedilmesi de tamamlayıcı hükümlerdendir.
Hâciyyâtı tamamlayıcı
hükümlere m
Bunlar meşru
kılınmamış olsaydı dahi tahfif ve teysir esasına bir halel gelmezdi. Tahsînâtı
tamamlayıcı hükümlere m
Hâciyyât, zarûriyyâtın
tamamlayıcısı, tahsîniyyât da hâciyyâtın bir tekmilesidir, çünkü zarûriyyât
maslahatların aslıdır.
Zarûriyyet bütün
makâsıd-ı şer'iyyenin aslıdır, hâciyye ve tahsiniyyenin aslıdır[2] Onu
kim ihlal ederse onun dışmdakileri kesin ihlal etmiştir. Çünkü zarûriyyet
farzlar hükmünde, hâciyyât nafileler, tah siniyyât da nafileler dûnun-daki
diğer ameller hükmündedir.
Hâciyyât veya
tahsîniyyâtı ihlal eden kişi zarûriyyâtı da ihlal etme yolundadır. Dolayısıyle
hâciyyât ve tahsînâtı muhafaza etmek bir manada zarûrriy-yatı muhafaza
etmektir.
Zarûriyyâtın
muhafazası için konulmuş şer'î hükümler, hükümlerin en önemlileri ve riâyeti
gözedilmesi en lüzumlu olanlarıdır. Bunları hâciyyât hükümleri takip eder,
çünkü onlar zarûriyyâtın tamamlayıcısıdır. Asıl, tamamlayıcıdan önce gelir,
zarurinin tamamlayıcısı, hâcî ve tahsînîden önce gelir. Dolayısıyle zarûriyyât
kısmı her dinde asıl kabul edilmiştir. Dinler, fer'î meselelerdeki gibi buruda
farklılık arzetmemişlerdir. Şâtıbî'nin dediği gibi zarûriyyât dinin esasları,
şeriatın sütunlan ve dinin külliyyâtıdır.
Bunun neticesi şudur:
Tahsînî bir hükmün edası hâcî veya zaruri bir hükmün iptaline sebep oluyorsa
terkedilir. Meselâ ihtiyaç veya zaruret halinde ameliyat yapmak için veya bir
hastalığın teşhis veya tedavisi için avret yerinin açılması caiz olur. Çünkü
insan hayatının korunması zaruri olduğu gibi bunu sağlayacak şey de zaruridir.
Setr-i avret ise tahsînâttandır dolayısıyle hacet veya. zaruret karşısında
nazar-ı itibara alınmaz. Yine zaruret halinde meyte lâşe yemek mubah olur, çünkü canın muhafazası
ve ihyası zaruridir. Halbuki habis yiyeceklerden sakınmak veya meyte yemekten
kaçınmak tahsînâttandır.
Selem ve istisna'
akidlerinde ve müzâraa, müsâkât ve müğarase gibi araziyi işletme akidlerinde
olmayan şeyin satışına din cevaz vermiş ve bu akidlerde ve huzurda olmayan
şeyin satışında (Bey-i gâib) cehalet = malın tam bilinmemesi mühim
görülmemiştir. Çünkü malın huzurda olması ve hakkında cehalet olmaması
tahsînâttandır. Halbuki bu muameleler hâciyâttandır, cevaz verilmemesi halinde
insanlar sıkıntıya düşer. İşte bu sebeple hâciyyâtın elde edilmesi uğrunda bu
tahsînât nazar-ı itibara alınmamış, terkedilmiştir.
Yine aynı şekilde
hâciyyâttan bir hükmün edası zaruri bir hükmün ihlâline sebep olacaksa
terkedilir. Çünkü meşakkatin kaldırılması hâciyyâttan olduğu halde farzları
edası zaruridir. Mükelleften onu eda etmesi talep edilir, meşakkati de olsa
vacib olur. Çünkü farzlar zarûriyâttandır, meşakkatin defi ise hâciyyâttandır.
Buna göre kıbleye yönelmede kesin Kabeyi bulamayız diye namaz sakıt olmaz. Bu
konuda zan kâfidir.
Zarûriyyâttan olan
meseleler arasında da daha önemli olan diğerine takdim edilir. Meselâ insan
ölümüne sebep olsa da cihad farzdır, çünkü dinin muhafazası canın
muhafazasından daha önemlidir. Tehdit veya ızdırar halinde canı kurtarmak için
içki içilmesi mubah olur. Çünkü canın muhafazası aklın muhafazasından önemlidir.
Tehdit altında kalınırsa başkasının malını telef etmek caiz olur. Çünkü canın
muhafazası malın muhafazasından önce gelir.
Zarûriyyât önem
sırasına göre şöyle sıralanır: Dini muhafaza, sonra canı muhafaza, sonra aklı
muhafaza, sonra nesebi veya ırzı muhafaza, sonra malı muhafaza gelir.
Bu kaideye binâen
def-i zarar ve def-i haraç (zararı defetme, meşakkati, güçlüğü defetme) ait şer'î esaslar konulmuştur.
Fukaha "zararın
def'î" esasından tefemi' eden ve ahkam istinbatında çok mühim sayılan
küllî kaideler koymuşlardır. Aslında bunlar " (Zarar vermek de, zarara
zarar ile mukabelede bulunmak da yoktur) kaidesinden çıkartılmıştır. Bu kaide
bir hadis-i şeriftir ve şeriatın temel esalarından biridir. Bundan çıkan
hükümlerin en önemlilerinden bazıları şunlardır: Başkasının borcunu onun
bilgisi dışında alacaklıya ödemek zorunda kalan kişi -eğer bunu teberru olarak
vermemişse- bu zararını kapatmak için borçludan istemesi caizdir. Fısk ü fücur
yapmakla fesad yaymakla meşhur olan kişilerin mahkeme yolu ile henüz muayyen
bir cürmü sabit olmasa da hapsedilmeleri caizdir. Sahiplerinin elinde belge
bulunmasa da eskiden beri var olan intifa, irtifak ve tasarruf haklarına saygı
gösterilir. Zararın ortadan kaldırılması için kiralanan şeyde önceden var olan
bir ayba muttali olması sebebiyle kira akdini feshedip sahibine geri vermesi
caizdir. Çünkü kira akdi bazı özürlerle feshedilir.
Bu esastan şu kaideler
teferru' etmektedir:
1- "Zarar mümkün olduğu kadar izale
olunur". Meselâ gâsıbm gasbettiği malın aynını gasbettiği yerde sahibine
teslim etmesi lâzımdır. Şayet kullanarak tüketmişse bakılır: Eğer misliyattan
ise mislini, değil ise kıymetini teslim eder. Aynını vermek mümkün iken
mislini, misli ile ödemek mümkün iken kıyletini vermek caiz olmaz.
2- "Zarar izale olunur": Yani zararın
giderilmesi vacibtir. Meselâ binaların yola zararı olacak şekilde çıkmaları,
komşunun evinin üstüne doğru uzanan ağaç dallan kaldırılır. Başkasının malını
telef edenin onu tazmin etmesi lazımdır. Hıyar-ı ayb, hıyar-ı gabn gibi pek
çok hıyârât akidlerde vâki olacak zararların izalesi için meşru kılınmıştır.
Buna göre hastalığın tadavisine çalışmak vacib olur. Zararlı hayvanlar
öldürülür.
3- "Zarar kendi misli ile izale
olunmaz": Yani yeni bir zarar yaparak zarar giderilmez. Kendi arazisini
sudan kurtarmak için başkasının arazsini suya boğmak, kendi malını kurtarmak
için başkasının malını telef etmek, kendi canını kurtarmak için muzdar
durumdaki veya aynı ihtiyaç içindeki bir başkasının yiyeceğini yemek caiz olmaz.
Fakir bir kişinin nafakasını aynı derecede fakir bir akrabasına farz kılmak,
taksimi mümkün olmayan ortak bir malı taksim etmesi için ortağı icbar etmek
caiz olmaz. Satın alman malda müşterinin elinde iken yeni bir ayıp meydana
geldikten sonra daha önceden var olan bir ayıp sebebiyle geri vermesi caiz
olmaz. Satıcı eski aybın karşılığını müşteriye öder.
4- "Zarar-ı eşed zarar-ı ehafile izale
olunur": Yani zararın büyüğü küçüğü ile izale olunur. Buna göre fakirin
nafakası zengin akrabasına farz kılınır. Bir arsa satın alınıp üzerine bina
yapıldıktan veya ağaç dikildikten sonra asıl sahibi ortaya çıksa ve geri istese
eğer binanın veya ağaçların kıymeti arsanın kıymetinden fazla olursa müşteri
kıymetini ödeyerek arsaya malik olur.
Bu manada iki kaide daha
vardır: "İki serden ehven olanı tercih edilir" ve "Daha
büyüğünden korunmak için iki zararın daha hafif olanı irtikap olunur."
Buna göre bir münkere müdahale etmek daha büyük zarara sebep olacaksa sükût
etmek caizdir. Ceninin hayatta olma ihtimali varsa onu çıkarmak için ölmüş
annenin karnını açmak caizdir. Koca, eşinin nafakasını vermiyorsa hapsedilir.
Aynı şekilde kişi yakınının nafakasını vermiyorsa hapsedilir. Koca nafakayı
temin edemiyorsa kadın boşanır. İnsan abdest almaktan veya avret mahallini örtmekten
veya kıbleye dönmekten aciz kalırsa nasıl kolayına gelirse namazı öyle kılar.
5- "Umumi bir zararın defi için hususi
zarar tercih olunur": Buna göre toplumun zararını defetmek için kendileri
zarar görseler dahi cahil doktora, fa-sık müftiye hacr konulur. İhtikâr
(stokçuluk) yapanlar zarar görseler dahi insanları ihtikârın zararından korumak
için stok mallan satılır. Fiyatlarda aşırı artış olduğu zaman te'sir =
fiyatları dondurmak caizdir. Yangının yayılmaması için bitişik evler yıkılır.
Ana caddeye doğru yıkılma tehlikesi olan duvar yıktırılır. Borçlunun borçlarını
kapatmak için zorla mallan satılır.
6- "Mefsedetin defi menfaatin celbinden
evlâdır.": Zira Rasûlullah (s.a.) "Nehyettiğim şeyden kaçının,
emrettiğim şeyi de gücünüz yettiği kadar yapın." hadisinde önce
nehyedilenden kaçınmayı emretmiştir. Buna göre maddî bir kâr getirse de içki
satışı menedilir. Mülk sahibinin mülkünde komşusuna zarar verecek şekilde bir
tasarrufta bulunmasına mani olunur. Oruçlunun mazmaza ve istinşakta mübalağa
yapması mekruh olur.
7- "Zaruretler haramları mubah
kılar.": Bu babda Kur'an-ı kerimde beş ayet vardır. Birisi şudur:
"Kim, gönlünden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık (muzdar) halinde dara
düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir"
(Maide: 5/3). Açlık konusunda muzdar durumda olan kişi, meyte veya kan veya
alkol alması halinde günahkar olmaz. Nefsi müdafaa için başkasına zarar veren
kişiye günah olmaz. Borcunu ödemeyen kişinin izni olmadan malından alınır.
Doktorun hastaların avret sayılan yerlerine -eğer tedavide gerekli ise- açması
caizdir olur.
8- "Zaruretler mikdarınca takdir
olunur." :Buna göre haram yiyeceklerden yemek mecburiyetinde kalan kişi
bundan ancak ölmeyecek kadar yiyebilir. Necasetin ancak kaçınılması zor olan
kadarı affedilir. Doktorun hastasının avret sayılan yerlerinden ancak teşhis
veya tedavide gerekli olduğu kadarını açması caizdir. Kadının, ancak kadın
doktor bulamadığı takdirde erkek doktora gitmesi caiz olur, çünkü cinsin
cinsine muttali olmasının tehlikesi ve zararı daha azdır. Teyemmümde suyun
bulunması, ramazanda m
9- "lzdırar
başkasının hakkını iptal etmez." : Ölmemek için başkasının malını yemek
zorunda kalan kişi onun kıymetini tazmin eder. Başkasının malını itlaf etme
tehdidi altında kalan kişi onu itlaf ederse o malın kıymetini tazmin eder,
çünkü telefine sebep odur.
Fukaha haracın
kaldırılması esasından çıkan küllî kaideler vazetmişlerdir:
1- "Meşakkat
teysîrî celbeder" Yani normalin üstünde meşakkat olursa kolaylık
gösterilmesi icab eder, çünkü meşakkatlerde güçlük ve sıkıntı vardır. Bu,
mezheplerin fıkhının temeli sayılan beş büyük kaideden birisidir. Bu kaidenin
mesnedi "Allah size kolaylık ister, size zorluk istemez" (Bakara:
2/185), "Allah, din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi."
(Hac: 22/78) gibi ayet-i kerimeler ve Rasûlullah'ın "Allah (c.c.)
ümmetimden hata, unutma ve ikrahı kaldırmıştır." hadisidir. Allah (c.c.)
kolaylaştırmayı gerektiren çeşitli sebeplerden dolayı mükelleflere kolaylık
olması için meşru kıldığı bütün ruhsatlar bu kaideden neşet etmiştir. Bu
sebepler yedi tanedir:
Sefer: Seferî halde
iken ramazanda oruç tutmama, dört rekatlı farzları iki kılma, iki vakti
birleştirme, cumayı ve cemaatle namazı terketme caiz görülmüştür.
Hastalık: Hasta iken
ramazan orucunu tatmama ve teyemmüm, namazı oturarak kılma, cihadı terketme,
ilacın mubah olanı bulunamazsa haram olanını kullanma gibi hususlarda ruhsat
verilmiştir.
Unutma: Unutma
sebebiyle kişi dinî vecibeleri terketmesinden, günah irtikap etmesinden
sorumlu olmaz. Unutarak oruç bozucu bir şey yese de oruçlu kalır. Hayvan
keserken unutarak besmeleyi terkederse kestiği yenir.
İkrah:Tehdit: Tehdit
varsa küfrü gerektiren bir söz söylemek, vacibi ter-ketmek, başkasının malını
itlaf etmek, meyte = ölmüş hayvan eti yemek, içki içmek caiz olur.
Gehl = bilmezlik:
Vekil, müvekkilin kendisini vekaletten azlettiğinden haberi yoksa vekâlet
devam eder ve vekilin yaptığı akidler geçerli olur. Müşterinin aybını bilmeden
satın aldığı malı bu ayıp sebebiyle geri vermesi caizdir. Esindeki birleşmeye
mani uzvî aybın varlığından haberi olmadan evlenen eşin nikâhı feshetmesi caiz
olur. Yine bilgisizlik sebebiyle neseb davasında meydana gelebilecek tenakuz,
vârisin, vasinin ve vakıf nazırının tenakuzu bağışlanır.
Umumi belvâ:
Kaçınılması mümkün olmayan cadde ve sokak çamurlarından sıçrayan necaset
serpintileri ve bedelli akidlerdeki gabn-ı yesir = ufak-tefek aldanmalar
itibara alınmaz.
Naks (ehliyet
noksanlığı): Çocuk ve mecnun gibi ehliyet sahibi olmayan kişiden teklif kalkar.
Cuma, cemaat ve cihad gibi bazı vecibeler kölelerden ve kadınlardan kalkar.
"Meşakkat teysîri
celbeder" manasında "İşte darlık olduğu zaman genişler, genişlediği
zaman daralır" kaidesi de vardır. Yani bir şahsa geçici bir zaruret ânz
olduğu veya istisnaî bir durum hasıl olduğu zaman yürürlükteki aslî hüküm onu
sıkıntıya düşürecekse hüküm hafifletilir. "İşte darlık olduğu zaman
genişler" in manası budur. Bu zaruret ortadan kalktığı zaman aslî hüküm
avdet eder. "Genişlediği zaman daralır" m manası da budur.
2- "Haraç şer'an kaldırılmıştır". Buna
göre doğum, emzirme ve çocuğun sağ dünyaya geldiğinin alametlerini duymak gibi
âdeten erkeklerin muttali olamayacağı hususlarda ve kadınların uzvî kusurları
hakkında sadece kadınların şahitlikleri kabul edilir. Kıblenin tesbitinde,
abdest suyunun ve namaz kılacak yerin temizliği konusunda, hâkimin kararında,
şahitlerin şahitliğinde yakîne ulaşmakta haraç ve meşakkat olduğundan zann-ı
galib yeterli görülmüştür.
3- "Hacet umumi olsun hususî olsun zaruret
menzilesine tenzil olunur" Zaruret hacetten daha şiddetlidir. Zaruret
tehdit ve açlıktan helak olma korkusunda olduğu gibi yerine getirilmediği
takdirde tehlikeli neticeler getiren şeydir. Hacet ise karşılanmadığı takdirde
sıkıntı ve zorluk getirecek şeydir. Umumi olması bütün ümmeti ilgilendirmesi
demektir. Hususi olması ise bir belde halkına veya bir meslek erbabına ait olması
demektir, bir ferde ait olması demek değildir.
Bu kaideye şu
meseleler bina edilir: Örfün esas alınması, zenginlere vergi konması, selem,
istisna' ve bey'ul vefanın cevazı, damânü'd-derak yani üzerine akid yapılan
şeyden dolayı gelebilecek başkasına ait bir hakka kefil olma, arkası gelmeye
devam eden meyva ve sebzenin bir kısmı olunca hepsinin satışının caiz olması,
hamamda kalma müddeti ve kullanılan su meçhul olduğu halde ücretle hamama
gidilmesinin cevazı.