§: 13- İttifak Edilen Deliller:
§: 14- İhtilâf Konusu Olan
Deliller:
§: 15- Bütün Delillere Ait Ortak
Bilgiler:
Yüce Allah, insanları
boş yere, gayesiz-hedefsiz yaratmamış ve onları başıboş bırakmamıştır. Bilâkis
onlara mükellefiyetler yüklemiş, onların herbir
fiiline, vücûb, hürmet, kerahet, sıhhat, fesad vb. şer'î hükümler bağlamış; bu hükümlerin
kendilerinden çıkarılacağı deliller koymuştur. Ancak bu delillerden bazıları
bilginlerin büyük çoğunluğuna göre hüccet sayılırken, bazıları hakkında
bilginler ihtilaf etmişlerdir. [1]
Bilginlerin, üzerinde
ittifak ettikleri deliller dörttür:
1- Kitap,
2- Sünnet,
3- İcmâ',
4- Kıyâs,
Bu dört delilden
birinin delâlet ettiği her hüküm, vâcibuM-ittibâ'dır; bu hükme uymak gerekir. Şu var ki, bu
delillerin hepsi, hükümlere delâlette aynı derecede değildir. Bunlar şöyle bir
sıraya tabidir: Kitap, Sünnet, icma, kıyas.Bir hükmü
öğrenmek İsteyen kimse için, bu deliller içinde Kitâb
ilk delil, başvurulacak ilk kaynaktır. Eğer karşılaşılan meselenin hükmünü
burada bulursa, başka delile yonelmez. Burada çözümü
bulamadığı takdirde, Sünnet'ten araştırır. Mesele ile ilgili bir Sünnet hükmü
de bulamazsa icmâyı inceler. İcmâda
yoksa kıyâsa başvurur. Kıyas ise, yukarıda zikredilen bütün delillerin
sonuncusudur.Muâz b. Cebel'den rivayet edilen hadis
de bu sıralamanın doğruluğunu göstermektedir:Hz.
Peygamber (s.a.v) Muâz'ı Yemen'e, oranın halkına Kur'ân'i ve dinî hükümleri öğretmek ve aralarında yargı
görevini ifâ etmek üzere gönderirken, kendisine sormuştu: Önüne bir uyuşmazlık getirildiğinde neye göre
hüküm vereceksin?
- Allah'ın Kitabındaki ile.
- Allah'ın Kitabında yoksa?
- Allah Rasûlünün
Sünneti ile.
- Allah Rasûlünün
Sünnetinde de yoksa?
- Re'yimle
ictihad ederim ve vazgeçmem. (Muâz,
nasslarda doğrudan hüküm yok diye meselenin hükmünü
araştırmaktan ve ictihad etmekten geri durmam, demek
istiyordu.)Bu konuşmayı naklettikten sonra Muâz şöyle
demiştir: Bunun üzerine Hz. Peygamber fs.a.v) eliyle göğsüme vurdu ve "Allah Rasûlünün elçisini, Allah Rasûlünün
hoşnut olduğu (cevaba) muvaffak kılan Allah'a hamdolsun"
dedi.Beğavî de Meymûn b. Mehrân'ın şöyle dediğini nakletmiştir: Hz.
Ebubekir'in önüne hasımlar geldiğinde, o Allah'ın
Kitabına bakar, aralarındaki uyuşmazlığa çözüm getiren bir hüküm bulduğunda
onunla hükmederdi. Allah'ın Kitabında bulamazsa Râsûlûllah'ın
Sünnetine bakar, eğer" orada uyuşmazlığa çözüm geriten
hüküm bulabilirse onunla hükmederdi. Râsûlûllah'ın
Sünnetinde de çözüm bulamazsa toplumun ileri gelenlerini ve seçkinlerini toplar
onlarla istişare ederdi. Onların görüşü bir noktada birleşince, bu görüşe göre
hükmederdi. Hz. Ömer de aynı şekilde davranıyordu:
Şayet Kur'ân ve Sünnet'te çözüm bulamazsa, Hz. Ebubekir'in bu konuda bir
hükmü var mı diye araştırırdı. O'na ait bir hüküm bulursa onunla hükmeder,
bulamazsa, toplumun ileri gelenlerini toplardı. Bir noktada birleşirlerse ona
göre hüküm verirdi. [2]
İhtilâf konusu olan
delilleri kimi bilginler hüküm için delil saymış, kimi bilginler ise delil
saymamıştır.
Bu deliller şunlardır:
Mesâlih-i mürsele, istihsân, istıshâb, Örf, şer'u men kablenâ (önceki
ümmetlerin dinlerindeki hükümler), sahabî kavli. [3]
İttifak ve ihtilâf
konusu olan delillerin herbirini müstakil başlıklar
altında ele alacağız. Ancak ifade edelim ki, esasen bütün bu delillerin
fonksiyonu, Yüce Allah'ın, elçisi Hz. Muhammed
vasıtasıyla kullarını mükellef tuttuğu ilâhî hükümlerin gösterilmesi ve
tanıtılmasıdır. İşte biz. bu itibarla bütün delillere şamil olan bazı ortak
bilgilere başta yer vermek istiyoruz:
Birincisi:
Şer'î deliller, naklî deliller ve aklî deliller olmak üzere iki nevidir. Naklî
delillerin yolu nakildir, bunlann meydana gelmesinde müctehidin herhagibir katkısı
yoktur. Meselâ Kitab ve Sünnet'in mevcudiyetinde müctehidin hiçbir müdahalesi sözkonusu
olamaz. İcmâ da böyledir, çünkü müctehidin
onunla istidlalinden önce mevcut bulunmaktadır. Aynı şekilde, örf, şer'u men kablenâ ve sahabî kavlini de zikredebiliriz. Zira bütün bunlarda sonuç
itibariyle sırf naklî bir duruma göre amel edilmektedir. Bunların oluşmasında müctehidin müdahalesi yoktur[4]Aklî
deliller ise, oluşmasında müctehidin katkısı bulunan
delillerdir. Kıyâs, mesâlih-i mürsele
ve bazı istihsân şekilleri gibi.Bu taksim sadece,
delillerin aslı ve mahiyeti bakımındandır. Hüküm çıkarmada bunlardan faydalanma
bakımından ise, her iki nevi yek diğerine muhtaçtır. Çünkü nakille istidlal
edebilmek için düşünmeye, kafa yormaya, kısaca akla ihtiyaç vardır. Akıl ile
istidlal ise, din nazarında, ancak nakle dayandığında muteberdir; mücerred akıl hüküm teşriine müdahale edemez.
İkincisi:
Şer'î deliller, aklı selime ters düşmez. Aklî selime aykırı ve onunla çelişkili
bir hüküm taşıyan sahih bir delil bulunamaz. Çelişki ancak şu durumlarda sözkonusu olabilir:
a) Delilin sahih olmaması halinde.
b) Delilin, Şârîİn kasdettiği şekilde anlaşılmaması halinde.
c) Aklın
bunama gibi bir hastalığa duçar olması veya şahsî arzulara kapılması yahut bîr
takım bozuk görüşlere meyletmesi halinde. Bu çelişmezliğin sebebi ise şudur: Şârî (Yüce Allah) bu delilleri, insanlar bunları aklı
selimle ölçüp tartsınlar, ikna olup kabullensinler ve gereğince uygulama
yapsınlar diye göstermiş ve peygamberlerine bildirmiştir. Şayet bu deliller
akla aykırı olsaydı, akıllar bunu kabullenmek İstemez ve mükellefler gereğince
davranmazdı. Bu takdirde ise şer'î hükümlerin konmasında ve bunlann
insanlığa tebliği için peygamberlerin gönderilmesinde bir fayda bulunmamış, bütün
bunlar anlamsız kalmış olurdu. Yüce Allah ise anlamsız, boş işlerden
münezzehtir.
Üçüncüsü:
Şer'î deliller, "usûl" (asıllar) ve İslâm hukukunun kaynakları diye
anılır. Şu kadar var ki bu delillerden bir kısmı kendi başına bir hukuk
kaynağıdır. Bunlar Kitab, Sünnet ve icmâdır. İstihsân, örf ve sahabi kavli gibi deliller de sonuç itibariyle bu
kaynaklara dahil edilebilir.Kendi başına hukuk kaynağı olmayan delil ise
kıyâstır.ilk sayılanlar müstakil kaynaklardır, çünkü bunlarla hüküm verirken
bir başkasına ihtiyaç duyulmaz.Kıyas ise kendi başına kaynak değildir. Çünkü Kitab, Sünnet veya icmâ'da yer
alan bir "asıl''a muhtaçtır. Yine asıldaki hükmün hangi gerekçe ile
konduğunun (illetin) bilinmesine ihtiyaç vardır. O halde, gerçekte kıyas,
fer'in hükmünü kendi başına gösteren bir kaynak değil, nassın
veya icmânın bu fer'i de kapsamına aldığını gösteren
bir delildir. Bilginlerin "Kıyas, hükmün muzhiridir,
müsbiti değildir" sözü kıyasın bu özelliğinianlatmaktadır. Bir başka deyişle kıyas, sadece,
hükmü açığa çıkarır, yoksa yeni baştan hüküm koymaz. Şimdi bu özelliği bazı
örneklerle açıklayalım:
a) Kur"ân-ı Kerîm'in [5]âyeti
ile cuma namazının kılındığı vakitte alış-veriş yasaklanmıştır. Fakihlerin çoğunluğu bu nehiyden,
cuma namazı ezanı sırasında ahş-verişin mekruh olduğu
manasını anlamıştır. [6]Bu
yasağın illeti ise, bu vakitteki alış-verişin namazdan alıkoymasıdır. İşte fakihler, diğer akidleri ve
namazdan alıkoyan işleri de aynı illetin, yani namazdan alıkoyma gerekçesinin
varlığı sebebiyle alım-satıma kıyas etmişlerdir. Şayet asıl zikredilmemiş ve
aslın hükmüne ait gerekçe (illet) bilinmemiş olsa, fer'de kıyas yoluyla hüküm
sabit olamazdı. Şu halde kıyas ile, asıl hakkında mevcut bulunan nassın fer'e de şâmil olduğu açığa çıkmaktadır ve kıyas bu
şümulü ortaya çıkarmış olmaktadır. Kıyas yoluyla varılan sonuca göre, âdeta
Yüce Allah "namazdan alıkoyan alım-satım, kira, rehin vb. bütün işleri terkedin" buyurmuş olmaktadır.
b) Hz. Peygamberdin [7]"Katil
mirasçı olamaz" hadisi ile, murisini öldüren vârisin mirastan mahrum olacağı
hükme bağlanmıştır. Bu hükmün illeti, katilin, zamanı gelmediği halde hakkına
biran evvel kavuşabilmek için haram bir fiili vasıta olarak kullanmasıdır. O da
bu haktan mahrum bırakılarak cezalandırılmaktadır. Bilginler "mûsî"sini
öldüren "mûsâ-leh"i de buna kıyas etmişler, aynı illetin bu olayda da
mevcudiyeti sebebiyle onun vasiyyetten mahrumiyetine
hükmetmişlerdir. Esasen burada fer'a ait hüküm
kıyasla sabit olmamaktadır. Önce asıl hakkında sabit olan hükmün ve bu hükmün
konmasındaki illetin bilinmesi gerekmektedir. Ancak bundan sonra kıyas
yapılabilmekte ve kıyastan sonra da hüküm asıl hakkında vârid
olan nass ile sabit olmaktadır. Öyleyse kıyasın
görevi bunu açığa çıkarmaktan ibarettir. Kıyas işlemiyle âdeta Hz. Peygamber'in şöyle buyurmuş olduğu anlaşılmaktadır:
"Murisini öldürdüğünde vârise mirastan, nıûsîsini
öldürdüğünde de mûsâ-lehe vasiyetten bir şey verilmez."
c) Bir
topluluğun bir malın çalınmasına iştiraki ve herkesin çalınan maldan hırsızlık
cezasını gerektiren miktarda payını alması halinde, topluluktakilerden herbirinin elinin kesileceğinde Sahabe
icmâ
etmiştir. Bazıları da
buna kıyas ederek,
bir kişininÖldürülmesine
iştirak eden topluluğun tamamının öldürülmesi gereğine hükmetmiştir. Çünkü,
nasıl hırsızlığa iştirak edenlerden herbirine
"hırsız" denmekte ise, adam öldürme olayına iştirak edenlere de
"katil" adı verilmektedir. Yine hırsızlığa iştirak durumunda, suça
iştirak edenlerden herbirinin tam ceza almalarına bir
mani bulunmadığı gibi, adam öldürmeye iştirak durumunda da, suça iştirak
edenlerden herbirinin tam ceza almalarına bir mani
bulunmamaktadır. Böylece kıyas işlemiyle, icmânın
iştirak halinde hırsızlık suçu hakkında belirlediği hüküm sırf bu olaya münhasır'kalmamakta, iştirak halinde adam öldürme olayını
da kapsamına almaktadır.
Denebilir ki:
Kıyası müstakil bir hukuk kaynağı olmaktan alıkoyan gerekçe icmâ
"hakkında da geçerlidir. Zira -usul bilginleri arasında tercih edilen
görüşe göre-, icma edenlerin icmalarını
dayandıracaktan Kitab'tan, Sünnet'ten veya kıyastan bir
senede ihtiyaç vardır [8] halde
niçin icmâ da kıyas gibi bağımlı bir kaynak
sayılmıyor?Bunun cevabı şudur: İcmânın iki safhası
vardır. Biri icmânın oluşması ve ortaya çıkması
safhasıdır. Diğeri hükme varırken kendisine delil olarak dayanma safhasıdır. İcmâ, sadece oluşma safhasında "sened"e
muhtaçtır. Kendisiyle istidlal edilmesi safhasında ise buna ihtiyaç yoktur.
İstidlal eden kimse, "Bu hükmün delili şu icmâdır"
dese ve bu icmâ da sabit ise, icmânın
senedini zikretmemiş bile olsa hükmün isbatı için bu kadarcığı yeterlidir. Kıyasda ise
durum böyle değildir. Zira gerek kıyasın oluşturulması safhasında gerekse
onunla istidlal safhasında, hükmün konuş gerekçesi olan "illet"in
bilinmesine ihtiyaç vardır. İstidlal eden kimsenin "Bu hükmün delili şu
kıyastır" demesi yetmez. Hükmün isbatı için,
hükmü Kitab, Sünnet veya icmâ
ile sabit olan ve kendisine kıyas etmek istediği "asl"ı
zikretmesi ve hükmün konuş gerekçesini (illetini) açıklaması gerekir. İşte,
kendisi ile istidlal safhasında, kıyasın bir başka şeye muhtaç olmasına
karşılık icmâda buna ihtiyaç bulunmadığı için, icmâ bağımsız, kıyas ise bağımlı birer kaynak sayılmıştır. [9]
[1] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
[2] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
[3] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
[4] Yazarın, "naklî delil" ile, yapısı
itibariyle vahye dayanan delili değil, -kendisinin ifade ettiği
üzere-oluşumunda müctehidin katkısı bulunmayan"
delili kasdettiğine dikkat edilmelidir, (mütercim)
[5] el-Cumu'a 62/9. "Ey
iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı
anmaya koşun ve ahş-verişi bırakın. Eğer bilirseniz,
bu sizin için daha hayırlıdır."
[6] Kaynaklar, bilginlerin bu âyetten, cuma günü zeval
vaktinden sonra hatibin minberde bulunduğu esnada alış-verişin yasak olduğu
anlamını çıkarmada fîkirbirliği ettiklerini
göstermektedir. Fıkhı hüküm olarak, Hanefiier bu
davranışın "tahrîmen mekruh", cumhur
(çoğunluk) "haram" olduğu Sonucuna varmışlardır. Akdin geçerli olup
olmadığı hususu ise, daha çok meselenin haram-li-aynihî ve haram-li-ğayrihî kavramları açısından değerlendirilmesi ile
ilgilidir. Bu konuda Hanefî ve Şâfıî mezheplerinde
akdin geçerli, Maliki ve Hanbelî
mezheplerinde ise geçersiz
olduğu fikri hakimdir,
bkz. İbn. Rüşd (el-Hafîd), Bidâyetü'l-müctehid, Kahire, 1952, H/167-168; Vehbe
Zühaylî. el-Fıkh cl-islâmî ve edilletüh,
Şam, 1985, 11/263-264. 307, IV/240. (mütercim)
[7] Ebu Davud,
Diyât, 18: Darimî, Ferâiz, 41: Ahmed b. Hanbel. I. 49.
[8] Kitâb'a müstenit icmâya, fakihlerin,
"Analarınız (ile evlenmek) size haram kılındı" âyeti ile sabit olan
nine ile evlenme yasağı hakkındaki icmâsı örnek
gösterilebilir. Zira âyetteki fi (ana)dan maksat '"asıl" (kök)dır.
Nine de ana gibi asıldır. Sünnet'e müstenit icmâya
örnek: Muğire b. ' Şu'be'nin
rivayet ettiği "Hz. Peygamber'in nineye altıdabir pay verdiği"ni bildiren hadise dayanarak
Sahabenin, ninenin miras payının altıdabir olduğuna
dair icmâsı. Kıyâsa mütenit
icmâya örnek olarak, Hz.
Peygamber'in Hz: Ebûbekir'i
namaz imamlığında başkalarına tercih etmesine kıyasla. Sahabenin onu
halifelikte de başkalarına takdim hususunda icmâ
etmesi zikredilebilir. Nitekim onlar şöyle demişlerdi: Allah'ın Rasülü onu din işimizde tasvip etmişken biz dünya İşimizde
tasvip etmez miyiz? Aynı şekilde, Sahabenin ninenin miras payının ;ıaltıdaıbir (ildugunii dair icmâsı. Kıyâsa müstenit icmâya
örnek olarak, icmâya örnek gösterilebilir.
[9] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: