I- KİTÂB.. 1

§: 16- "Kitâb"ın Tarifi: 1

§: 17- Kitâb'm Özellikleri: 1

§: 18- Mütevâtir Olmayan Kıraatin Kaynak Olarak Kabul Edilip Edilemeyeceği Hususunda İmamların İhtilâfı: 4

§: 19- Mütevâtir Olmayan Kıraatin Kaynak Sayılıp Sayılamayacağı Konusundaki İhtilâfın Pratik Sonucu: 4

§: 20- Kur'ân'ın Nüzulü, Tedvini ve Cem'i: 5

§: 21- Kur'ân'ın Kısım Kısım İndirilmesinin Hikmeti: 5

§: 22- Kur'ân Nasıl Cem'edildi?. 5

§: 23- Mushaf-i Osmânî: 7

§: 24- Mushaf-ı Osmânî'nin Yazılışında İzlenen Yol: 9

§: 25- Mushaf'ın Noktalanması ve Harekeleiımesi: 10

§: 26- Kitâb'ın Kaynak Değeri ve Kaynaklar Arasındaki Yeri: 11

§: 27- Kitâb'ın Hükümlere Delâleti: 11

§: 28- Kitâb'ın Hükümleri Açıklayışı: 12

§: 29- Kitabın Hükümleri Açıklayış Üslûbu: 14

 

I- KİTÂB

 

§: 16- "Kitâb"ın Tarifi:

 

Esasen Kitâb (Kur'ân-ı Kerîm) tarife muhtaç değildir. Zira Kur'ân denince ne kasdedildiğini herkes bilir. Ancak, usûlcüler, namazda neyin okunmasının caiz olduğu ve neyin okunmasının caiz olmadığı, hüküm istinbatmda neyin kaynak sayılıp neyin kaynak sayılamayacağı ve neyi inkâr edenin kâfir olacağı, neyi inkâr edenin kâfir olmayacağı iyice belli olsun diye "Kitâb"ın tarifine özen göstermişlerdir.Usûlcüler, Kitâb için bir çok tarif yapmışlardır. Biz bunların topunu gözönüne alarak şöyle bir tarifi tercih edeceğiz:"Kitâb ya da Kur'ân. Yüce Allah'ın Hz. Muhammed'e (s.a.v) arapça olarak indirilmiş, bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, mushaflârda yazılı, Fatiha Sûresi ile başîayıp Nâs Sûresi ile sona ermiş kelâmıdır".[1]

 

§: 17- Kitâb'm Özellikleri:

 

Yukarıda verilen tarif ile Yüce Kitab'ın, onu önceki semavî kitaplardan ve Hz. Peygamber'in hadislerinden ayırdeden özellikleri açıklığa kavuşmuş olmaktadır. Şayetbu Özelliklerden biri bulunmasa artık Kitab'tan ve Kur'ân'dan sözedilemez. Bu Özellikler şunlardır:

a) Kitâb, Arap dilinde indirilmiştir. Bu özelliği ile Kur'ân, Yüce Allah'ın Tevrat ve İncil gibi önceki kitaplarından ayrılmaktadır. Çünkü onlar Arap dilinde indirilmemiş, sonradan arapçaya ve başka dillere tercüme edilmiştir. Buna göre, Kur'ân'ın arapçadan başka bir dile tercümesi Kur'ân sayılamaz. İster harfi tercüme, ister harfi olmayan tercüme olsun, [2]Kur'ân tercümesine dayanılarak hüküm istinbat edilemez. Çünkü âyetteki maksadın ne olduğunu anlamada zaten hata ihtimali mevcuttur; bir de bu âyetleri başka bir dil ile ifade ederken daima var olacak hata ihtimalini gözönüne alırsak, tercümeden hüküm çıkarmanın doğru olmayacağı açıkça ortaya çıkar. Aynı şekilde, arapça okuyabilen bir kimsenin namazda tercüme ile yetinmesi halinde namaz sahih olmaz. Zira namazda istenen, kişinin Kur'ân'dan kolayına gelen bir yeri okumasıdır. Arapçadan başka bir dilde okunan şey ise Kur'ân değildir. Arapça okuyamayan kimseye gelince bunun başka bir dilden okuması Hanefılere göre caizdir ve o takdirde namazı sahih olur. Diğer fakihler ise, ister arapça okuyabilsin ister okuyamasın namazda Kur'ân'ın arapçadan başka bir dilde okunmasını caiz görmezler; onlara göre bir kimse namaz kılarken Fatiha'yi başka bir dilde okusa namazı geçersiz olur. Çoğunluğu teşkil eden bu fakihlere göre, her mükellefin Fatiha'yı öğrenmesi ve yapabildiği kadarıyla Fatiha'yı arapça okuyabilmek için olanca gücünü sarfetmesi gerekir.  Bunlardan Mâlikilere göre, eğer bunu da yapamıyorsa arapça okuyabilene uyar. Kendisine imam olacak böyle birini bulduğu halde ona uymazsa namazı geçersiz olur; fakat kendisine uyacağı bir imam bulamazsa Fatiha okuma vecibesi kendisinden düşer ve iftitah tekbiri ile rükû tekbiri arasında Allah'ı zikir ve teşbih etmesi mendup olur[3]

b) Kur'ân'ın gerek manası gerekse arapça olan lâfızları Allah katından indirilmiştir. Hz. Peygamber'in bu konudaki vazifesi bunları Yüce Allah'tan alıp insanlara tebliğ etmek ve açıklanması gereken yönlerini açıklamaktır. Bu özelliği ile Kur'ân, Hz. Peygamberden sadır olan gerek kudsî gerekse nebevi hadislerden ayrılır. Çünkü hadislerin manaları, Yüce Allah'ın Rasûlüne ilhamıdır, fakat bu manaları ifade eden lâfızlar Hz. Peygamber'e aittir. Hiç şüphesiz Rasûlûllah diğer hadislerini de kendi hevesine göre söylememiştir ve onlar da esasen vahiye dayanır. Ancak, bazen hadisin manası ve muhtevası güçlensin diye Allah tarafından hadisi kendi yüce adına izafe etmesi Peygambere emredilir. Bu takdirde Zât-ı Kudsîsine izafeti sebebiyle bu hadis "kudsî hadis" adını alır. Meselâ şu hadis böyledir: ' 'Allah buyuruyor ki: Ben Rahman '/m. Rahim (yani akrabalık bağı) var ya, işte onu kendi İsmimden bir isim olarak türettim. Onu bağlı tutam, ben de (kendime) bağlı tutarım. Onu koparanı ben de (kendimden) koparırım."[4] Şu da bir kudsî hadis örneğidir: "Cenâb-ı Allah buyuruyor ki: Ben kuluma baktığımda, onda beni anma özelliğinin hakim olduğunu görürsem artık onun görülüp gözetilmesini ve işlerinin yürütülmesini ben üstelenirim; onun yoldaşı, arkadaşı ve sırdaşı olurum. [5] Bazen ise Hz. Peygamber'e, sözün Allah Teâlâ'ya İzafesi emredilme/ ve bu durumda hadis Hz. Peygamber'e izafe edilir ve Rasûlûllah'a nisbetinden dolayı "nebevî hadis" adı ile anılır. Meselâ Tirmîzî'nin "Sahih"inde yer alan şu hadis böyledir: İbn Abbas ve Enes tarafından rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İki çeşit göz vardır ki bunlara cehennem ateşi dokunmaz: Allah korkusundan ötürü ağlayan göz ve Allah yolunda bekçilik yaparak geceyi geçiren göz. [6] İşte bu özelliğinden dolayı Kur'ân'ın sadece manasıyla okunması ve aynı manada da olsa lâfzının bir başka lâfızla değiştirilerek okunması caiz olmaz. Sûyûtî "el-İtkân" isimli eserinde şöyle der: Kur'ân'ın sırf manasıyla okunması caiz değildir. Çünkü Cebrail Aleyhisselâm onu Hz. Peygamber'e lafzıyla teslim etmeştir ve onu mana ile vahyetmesine müsaade olunmamıştır."

c) Kur'ân tevatür yoluyla nakledilmiştir. Tevatür, normalde yalan üzerinde birleşmesi aklen mümkün olmayan bir topluluğun aynı Özellikteki bir topluluktan yaptığı rivayettir. Kur'ân, Cebrail Aleyhisselâm vasıtasıyla Hz. Peygamber'e indirildiği andan itibaren günümüze kadar geçen bütün devirlerde hem yazılı hem sözlü olarak tevâtüren sabit olmuştur. Şöyle ki: Kur'ân'ı Hz. Peygamber'den bir vahiy kâtipleri gurubu yazmış ve bu yazılanı Sahabeden yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluk ezberlemiş, böylece her devirde aynı Özellikteki topluluklar birbirlerinden naklede ede, hiçbir tahrif ve değişikliğe uğratılmadan, hiçbir ilâve ve eksiltme yapılmadan mushaflarda yazılı ve hafızalarda kayıtlı olarak bize kadar ulaşmıştır.Tevatür yoluyla nakil, nakledilenin doğruluğu konusunda kesin bilgi sağlar. Bu  sebeple Kur'ân nasslarının sübûtu kesindir, bu konuda müslümanlar arasında hiçbir ihtilâf yoktur.Buna göre, tevatür yoluyla nakledilmemiş olan bir metin Kur'ân olarak isimlendİrilemez. Namazda böyle bir metin okunursa, namaz sahih olmaz ve bunun kur'ân olduğunu inkâr da küfrü gerektirmez. Meselâ Abdullah b. Mes'ud'un yemin keffaretİ ile ilsili "(Bunları yapma imkânım) bulamayan kimsenin üç gün oruç tutması gerekir' [7] âyetine (peşpeşe) ilâvesini taşıyan kıraati böyledir. Yine Abdullah b. Mes'ud'un annelerin nafakası ile ilgili İ "Mirasçı da (yukarıda) belirtildiği şekilde (nafaka ile) mükelletir “[8] âyetindeki "mirasçı" hak­kında (evlenilmesi yasak yakın akrabadan olan) şeklinde bir ilâve taşıyan kıraati de Kur'ân'dan sayılmaz[9]

 

§: 18- Mütevâtir Olmayan Kıraatin Kaynak Olarak Kabul Edilip Edilemeyeceği Hususunda İmamların İhtilâfı:

 

Mütevâtir olmayan kıraatin Kur'ân'dan s§: 18- Mütevâtir Olmayan Kıraatin Kaynak Olarak Kabul Edilip Edilemeyeceği Hususunda İmamların İhtilâfı ayılmayacağı, ihtilafsız bütün bilginlerce kabul edilmektedir. Bu konuda ihtilâf edilen nokta ise şudur: Mütevâtir olmayan kıraat kaynak sayılır mı sayılmaz mı? Hüküm istinbatında buna dayanılabilir mi, dayanılamaz mı?Hanefilere göre mütevâtir olmayan kıraat kaynak olarak kullanılabilir; Mâlikîlere, Hanbelîlere ve bir kısım Şâfiilere  göre kullanılamaz.Hanefilerin bu konuya bakışları şöyledir: Tevâtüren nakledilmemiş olan kıraati sahabî yazmış ve ona mushafmda yer vermiştir. Bu durumda İki ihtimal vardır: Sahabî, ya bunu Hz. peygamber'den işitmiştir veya kendi görüşü ve içtihadı olarak ifade etmiştir. Fakat ilk ihtimal daha kuvvetlidir. Çünkü âdîl ve sika (güvenilirliği bütün müslümanlarca kabul edilmiş) olan sahabî bu kıraate mushafında yer vermeye Özen gösterdiğine göre, besbellidir ki o bunu Rasûlûllah'tan işitmiştir ve bu Allah'ın Kitabını beyan ve tefsir etmek Üzere Hz. Peygamber tarafından yapılmış bir açıklamadır. Şu halde bu, Allah'ın Kitabını beyan ve tefsir yoluyla vârid olmuş bir Sünnet'tir. Sünnetin kaynak olarak kullanılacağı ve hüküm istinbatında ona dayanılması hususu ise izaha muhtaç değildir.Karşı görüşün meseleye bakışı ise şöyle: Tevâtüren nakledilmeyen kıraatin Kur'ân'dan sayılmayacağı ihtilafsız kabul edilmiştir. Bu kıraat Sünnet de sayılamaz. Zira râvi bunu "Sünnet" olarak nakletmem iştir. Şu halde, ne Kur'ân ne Sünnet niteliği taşıyan bu kıraat, hüküm istinbatında kaynak olarak kullanılamaz.Fakat bu görüşe şöyle karşılık verilebilir: Bir menkûlün Sünnet sayılması için, râvinin, bu naklettiğinin VSünnet" olduğunu açıkça belirtmiş olması şartı aranmaz. Bilâkis, bu konuda önemli olan, nakledilenin Hz. Peygamber'den sâdır olmuş bulunmasıdır. Hz. Peygamber'den sadır olma niteliği ise, mütevâtir olmayan nakillerde de mevzubahistir. Bu durumda Ha'nefîİerin görüşünün üstün olduğu ortaya çıkmaktadır. [10]

 

§: 19- Mütevâtir Olmayan Kıraatin Kaynak Sayılıp Sayılamayacağı Konusundaki İhtilâfın Pratik Sonucu:

 

Bu konudaki ihtilâfın sonucu olarak Hanefiler, zikri geçen İbn Mes'ud kırâatindeki kelimesine binaen yemin keffaretinde gerekli olan "tetâbu" (peşpeşe tutma) şartını koşmuşlardır.Mâlikîler ve aynı görüşü paylaşanlar İse bu kıraati hüküm istinbatında dikkate almadıkları için, peşpeşe tutma şartını ileri sürmemişlerdir.Şu halde, kendisine yemin keffareti gereken kimse, üç günü ayrı ayrı tutsa, bu Mâfikîler ve aynı görüş sahiplerine göre sahih ve yeterli olacak, Hanefîlere ve onlarakatılanlara göse ise yeterli olmayacaktır. [11]

 

§: 20- Kur'ân'ın Nüzulü, Tedvini ve Cem'i:

 

Burada, Kur'ân'ın nasıl nazil olduğu ve bize ulaşmadan önce nasıl tedvin ve cem'edildiği hakkında birkaç söz söylememiz uygun olur.İlâhi hikmet, Kur'ân-ı Kerîmdin önceki kitaplar gibi topluca indirilmeyip, yirmiüç yıllık peygamberlik süresi içinde olaylara göre ve yeri geldikçe kısım kısım indirilmesini gerekli kılmıştır. [12]

 

§: 21- Kur'ân'ın Kısım Kısım İndirilmesinin Hikmeti:

 

Kur'ân-ı Kerîm'in vak'alara, olaylara göre parça parça indİrilmesindeki hikmet, onu müslümanlann gönüllerine iyice yerleştirmek, ezberlemelerini kolaylaştırmak ve daha önceleri yazı yazmayı çok az bilen Araplar tarafından yazılabilmesinde kolaylık sağlamaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: '-'İnkâr edenler: Kur'ân, ona topluca indirilmeli değil miydi, dediler. Biz onu senin gönlüne iyice yerleştirmek için böyle (parça parça indirdik) ve onu tane tane okuduk. [13]

 

§: 22- Kur'ân Nasıl Cem'edildi?

 

Cebrail Aleyhisselâm bir âyet veya sûre getirip onu Rasûlüllah'a tebliğe başladığında, Hz Peygamber bir taraftan vahyedileni ezberleyebüme aşkı, diğer taraftan bir kısmını kaçırma endişesiyle Cebrail ile birlikte hızlı hızlı okumaya koyulurdu. Allah Teâlâ şu âyetle ona böyle acele etmeyi yasakladı ve Kur'ân'ı nasıl alacağını öğretti: "Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur'ân'ı (okumakta) acele etme: "Rabbim ilmimi artır" de. [14]Şu âyetle de Allah, kendisine indirilen Kur'ân'ın hep ilâhî koruma altında bulunacağını ve kendisi tarafından anlaşılmasının sağlanacağını va'detmiş oluyordu: "(Rasülüm!) Onu çarçabuk almak için (vahiy henüz tamamlanmadan) dilini kımıldatma. Onu (senin kalbinde) toplamak ve okutmak bize aittir. O halde onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra bilmelisin ki onu açıklamak da bize aittir. [15]Artık Hz. Peygamber kendisine Cebrail geldiğinde onu dinliyor, vahiy bittiğinde onu kendi öğrettiği şekliyle Cebrâile okuyor, sonra yanında bulunan mü'minlere tebliğ ediyor ve onlardan bunu ezberlemelerini istiyordu. Onlar da hemen ezberleyip onu titizlikle koruyorlardı. BHâhere, Hz. Peygamber'den dinlediklerine uygunluğunu kontrol etmek üzere ezberlediklerini onun huzurunda okuyorlardı. Hz. Peygamber, bununla yetinmiyor, Allah'ın Kitabının kayda geçmesi ve muhafazası konusunda fevkalâde ihtimam ve ihtiyat göstererek, vahyin nüzulü vaktinde birkaç vahiy kâtibi çağırıyor ve gelen vahyi yazmalarını istiyordu. Cebrail Aleyhisselâm, Kur'ân'ın, sırasına göre ezberlenmesi için, indirilen sûrenin yerini Hz. Peygamber'e açıklıyordu. Hz. Peygamber de kâtipleri uyarıyor, indirilen âyetlerin hangi sûrede yer alacağını onlara gösteriyordu.Vahiy kâtipleri Sahabenin ileri gelenleriydi. Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Mes'ud ve Übey b. Kâ'b bunlardandır. Bu kâtipler kendilerine dikte edilen ibareyi o zamanlar yazıda kullanılan malzemelerin üzerine yazıyorlardı. Bunlar özel olarak işlenip yaprak şekline getirilen hurma dallan, kürek ve eğe kemikleri, düz ve ince taşlar ve diğer deri veya kâğıt parçaları idi. Sonra bu yazılanlar Hz. Peygamber'in evine konuyor ve emin bir yerde muhafaza ediliyordu.Ramazan ayında Cebrail her gece Hz. Peygamber'e gelir, o da kendisine o zamana kadar indirilmiş olan Kur'ân âyetlerini arzederdi. "Arz" metodu, önce Cebrail'in okuması, sonra Cebrail'in okuduğunu Hz. Peygamber'in okuması şeklinde cereyan ediyordu. Rasûlûllah'ın hayatının son senesinde Kur'ân tamamlandıktan sonra iki defa Cebrail'e arzedildi. Ve Hz. Peygamber Kur'ân'ın son şeklini aldığı bu "arz"a göre onu bir de mü minlere okudu. Sahabeden birçokları bu son arzın tertibine göre Kur'ân'i ezberledi. Zeyd b. Sabit, Übey b. Kâ'b, Muâz b. Cebel, Osman b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib ve Abdullah b. Mes'ud bunlar arasında bulunuyordu. İşte henüz Hz. Peygamber hayatî iken, Kur'ân-ı Kerîm'in tamamı bu şekilde, sûreleri ve âyetleri Rasûlûllah'ın gösterdiği tertibe göre hafızalarda kayıtlı, gönüllerde mahfuz ve yukarıda sözünü ettiğimiz hurma dalı, kemik, taş ve benzeri malzemeler üzerinde yazılı idi. Hz. Peygamber ancak bu noktaya gelindikten sonra Rabb'ine kavuştu. Şu var ki Kur'ân âyetleri Hz. Peygamber'in vefatı sırasında tek bir mushaf içinde toplanmış değildi. Cem' (toplama) işi Hz. Ebubekir'in halifeliği zamanında gerçekleşti. Şöyle ki: Hz. Ömer müslümanlarla Müseylemetü'l-Kezzâb'm dinden dönmüş adamları arasında cereyan eden ve bazılarının tahminine göre beşyüz kadar Kür'ân hafız ve kâri'inin şehâdetine yolaçan Yemame Savaşından [16]sonra (H. 12 yılında) Hz. Ebubekir'in yanına çıktı ve ona şöyle dedi:

- Rasûlûllah'ın ashabı ateşe doğru uçuşan kelebekler gibi savaşta ardarda yok olup gitmekteler. Korkarım ki, onlar nereye varsalar hep böyle olacak. Sonunda Kur'ân hâmili olan bu insanlar öldürülecekler ve böylece Kur'ân zayi olup unutulacak. Kur'ân'ı toplasan herhalde müslümanlarm hayrına ve menfaatine olur.

Hz. Ebubekir ilk önce tereddüt etti ve şöyle dedi:

-  Rasûlûllah'ın yapmadığı bir işi ben nasıl yapabilirim?Bu konuda bir süre tartıştılar. Nihayet Allah bu iş için Hz. Ebubekirin gönlüne bir ferahlık verdi. Hz. Ebubekir Zeyd b. Sâbit'i çağırttı ve ona dedi ki:

- Sen hiç birimizin itham edemeyeceği akıllı bir gençsin. Hz. Peygamber'in vahiy kâtibi idin ve Kur'ân'm son "arz"ında hazır bulundun. Kur'ân'la ilgili tetkikatmı yap ve onu cem' et.

Daha sonra Hz. Ebubekir, hafızasının güçlü olduğu herkesçe bilinen hafızlan topladı. Aralarında Ali b. Ebî Tâlib, Übey b. Kâ'b ve Osman b. Affân da bulunuyordu. Bunlar peşpeşe toplantılar yapmaya ve Hz. Peygamber'in dikte ettiğine göre yazdıklarını getirmeye başladılar. Sonra Kur'ân'ı okumaya ve okudukları ile önlerinde yazılı olarak bulduklarını karşılaştırmaya çalıştılar. Nihayet Hz. Peygamber'den aldıkları şekil ve tertibe göre Kur'ân'ı yazdılar. Bu, Yüce Allah'ın mü'minlere nasip ettiği ve hiçbir başarı ile denk tutulamayacak ölçüde büyük bir sonuç idi. Çünkü bununla Kur'ân korunmuş ve Kur'ân'm asılları tek bir yerde birleştirilmiş oluyordu. Hz. Ebubekir devrinde yazılan bu sahifeler Hz. Peygamber'in önünde yazılan sahifelerden alınmış olmakla-hâfızlardan hafızlara intikalden sözlü mütevâtir sened nasıl muttasıl İse- yazılı senedin ittisali (kesintisizliği) de sağlanmış oluyordu. Böylece Kur'ân hem ezber hem yazı yoluyla mütevâtir olmuş bulunuyordu.Cem' (toplama) işi tamamlandıktan sonra bu sahifeler Hz. Ebubekir'in, onun vefatından sonra Hz. Ömer'in ve daha sonra da Hz. Ömer'in vasiyeti üzerine kızı ÜmmüM-mü'minin Hz. Hafsa'nin yanında kaldı. Hicri 45 yılında Hz. Hafsa vefat edince bunları Abdullah b. Ömer aldı. Bir süre onun yanında kaldı ve nihayet Muaviye b. Ebî Süfyân'dan önce Medine valisi olan Mervân b. el-Hakem bunları aldı ve imha etti. Mervân, görüşünü müdafaa için şöyle demiştir: "Bunu ancak şu sebeple yaptım: Bu sahifelerdekiler artık "İmâm Mushaf'a yazılmış ve kaydedilmiştir. Eğer daha bir süre geçerse, bazıları bu sahifelerle iigili itham ve şüpheler ileri sürebilir diye endişe ettim." [17]

 

§: 23- Mushaf-i Osmânî:

 

Hz. Osman zamanında, mushaflar yazıp bunları o sırada mevcut İslâm şehirlerine gönderme ve müslümanları tek bir mushafta birleştirmek için bu yazılacak mushaflardan başka sahifelerin yakılmasını emretme gereği ortaya çıkmıştı. Böylece Kur'ân'da herhangi bir değiştirme, eksiltme veya İlâve yapılmasına ve Kur'ân'm tertibinin bozulmasına da engel olunmuş olacaktı. Bu zaruret Ermenistan ve Azerbeycan fetihleri sırasında iyice belirmişti.

Şöyle kî: Iraklılar ile Şam'lılar Ermenistan ve Azerbeycân'ın fethi için biraraya gelmişlerdi. Şamlılar Übey b. Kâ'b'm kıraatine göre, Iraklılar ise Abdullah b. Mes'ud ve Ebû Musa'l Eş'arî'nin kıraatine göre okuyorlardı. Yani heriki taraf, diğer tarafın işitmediği bir kıraate göre okuyordu ve okuyuşlar arasında harflerin mahreç ve sıfatlan ve kıraat vecihleri bakımından farklılıklar vardı. Bu durum, aralarında çekişmeye yol açtı. İhtilâf ve çekişme şiddetlendi.Taraflarbirbirini hatalı gösteriyordu. Huzeyfe b. el-Yemân bu durumu görünce endişelendi.Medine'ye vardığında, daha evine ayak basmadan doğruca Hz. Osman'a gitti ve ona şöyle dedi:

-  Yahudi ve hınstiyanların ihtilâfları gibi bir ihtilafa düşmeden ümmetin imdadına yetiş!                                                                          

-  Hangi konuda?

-  Allah'ın Kitabı konusunda. Sonra durumu ona anlattı.Bunun üzerine Hz. Osman Sahabeyi topladı ve konuyu onlarla müzakere etti. Sonunda onun görüşünü sordular:

-  Sen ne düşünüyorsun? Şu cevabı verdi:

-  İnsanları tek bir mushafta toplamayı ve onun dışında kalanların yakılmasını!oanabe Hz. Osman'ın görüşüne iştirak etti. Hz. Osman hemen Hz. Hafsa'ya "Mushafibize yolla, onu istinsah edip sonra sana iade edeceğiz" dîye haber gönderdi. Hz. Hafsa da yanındaki mushafı Hz. Osman'a ulaştırdı.Hz. Osman, Kur'ân'ın, istinsah (mushaflar hafinde yazılıp çoğaltma) işini en sağlam hafızlardan ve Sahabenin ileri gelenlerinden dört kişiye verdi. Bu dört-kışi şunlar idi: Hz. Ebubekir zamanında Kur'ân'ın toplanması işinde de görev almış olan Zeyd b. Sâbİt ve Kureyş'li üç sahabi Abdullah b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Âs, Abdurrahman b. el-Hâris b. Hişâm. Hz. Osman bu üç Kureyşli komisyon üyesine şöyle dedi:Siz Kur'ân'la ilgili bir hususta Zeyd b. Sabit ile ihtilâfa düşerseniz, onu Kureyş diline göre yazınız. Zira Kur'ân Kureyşlilerin diline göre inmiştir.Komisyon üyeleri "tâbut" kelimesinin yazılışı dışında hiç İhtilâf etmediler. Zeyd kapalı "tâ"  ile diğerleri ise açık "tâ" ile yazılması gerektiği kanaatindeydi. Durumu Hz. Osman'a arzettiklerinde o, açık "tâ" ile yazmalarını emretti. Yazma işi bitince Hz. Osman sahifeleri Hz. Hafsa'ya iade etti. Birkaç nüsha mushaf yazılmasını emretti ve bunlardan her şehire birer tane gönderdi. Mekke'ye, Kûfe'ye, Basra'ya ve Dımaşk'a birer mushaf yolladı, bir mushaf Medine'de bıraktı, diğer mushaflarm yakılmasını emretti ve herkesin istinsah edilen bu mushaflara göre okumasını istedi. Hz. Osman'ın yakılmasını emrettiği bu mushaflar, ashabdan bazılarının kendileri için yazdıkları ferdî mushaflar idi. Bunlarda, sûrelerin tertibine ve peşpeşe yazılmasına dikkat edilmemişti. Çünkübunlardan kimi Hz. Peygamber'e inen bir sûre veya birkaç âyeti yazıyor, sonra meselâ bir seriyyede görevli olarak Medine dışına çıkıyordu. Onun bulunmadığı sırada bir sûre iniyor, dönünce ise döndükten sonra nazil olanları ezberlemeye ve yazmaya çalışıyor, daha sonra kendi yokluğunda iken kaçırdıklarını zaptediyor, böylece bunları kolayına geldiği şekilde toplayıp sıraya koymuş oluyor,dolayısıyla yazdıklarında takdim ve te'hirler bulunuyordu. Kimi de nesih haberi kendisine ulaşmadığından tilâveti mensuh âyetleri yazıyordu. Bazıları ise haber-i vâhid ile sabit nakilleri kaydediyordu. Diğer bazıları, mushafında, Hz. Peygamber'den duyduğu bir mana açıklaması veya nâsih ve mensuh hakkındaki beyân vb.'den İbaret olan tefsir ve te'villere âyetlerle birlikte yer veriyordu. Bu mushaflardan bir kısmı bütün Kur'ân'ı ihtiva etmediği gibi, bazısında bulunan diğer bazısında bulunmayabiliyordu. Bu yüzden, yukarıda işaret edildiği üzere muhtelif şehirlerin ahalileri arasında kıraat ihtilâfları ortaya çıktı. Übey b. Kâ'b, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Musâ'l-Eş'arî ve el-Mikdâd b. el-Esved'in mushaflan. bu ferdî mushaflannm en meşhurları arasında bulunuyordu.Artık bu tarihten itibaren insanlar Kur'ân'ı Hz. Osman zamanında yazılan bu mushaflara göre okumaya ve mushaflannı da bunlara göre yazmaya başladılar ve öylece devam edegeldİler. Hz. Osman'ın emri üzerine yazılan mushaf, "el-İmâm" ve "el-Mushaf el-Osmânî" diye meşhur oldu.Hz. Ebubekir zamında yapılan cem' çalışması ile Hz. Osman zamanında yapılan istinsah çalışması arasındaki fark şu idi: Birincisi, hafızların gitgide azalmas sebebiyle ortaya çıkan Kur'ân'dan bazı kısımların vok olması endişesi üzerine yapılmıştı. Çünkübir tertip ile sahifeler halinde toplanmış oldu. İkincisi ise, Alt h'ın Kitabı'nm, son "arz"da Rasûlûllah'tan işitilen şekli dışında okunması endişesine h'naen yapıldı. Çünkü kıraatvecihlerinde farklılıklar çoğalmıştı ki, imkân bulunabildiği "lcüde her çevre kendi diline (lehçesine) göre okuyordu. Bu da birbirlerini hata ile itham etmelerine yol açıyordu. İşte Hz. Osman tehlikenin büyüyüp çığrmdan çıkmasından endişe etti ve Hz. Ebubekir devrinde biraraya getirilmiş bulunan sahifelerin tek mushaf halinde istinsahını emretti. Bu nüsha esas alınarak bir kaç mushaf daha yazılıp İslâm şehirlerine dağıtıldı. [18]

 

§: 24- Mushaf-ı Osmânî'nin Yazılışında İzlenen Yol:

 

Hz. Osman'ın emri ile yazılan mushaf, harekesiz ve noktasız idi. Sûre isimleri ve fasıl işaretleri taşımıyordu. Şerhler ve tefsirlerden mücerret idi. Hz. Peygamber'İn huzurunda, daha Önce sözünü ettiğimiz deri parçası gibi malzemeler üzerine yazılmış olan şekle ve Hz. Ebubekir zamanında yazılmış bulunan sahifelere uygun idi. Bu şekliyle Kur'ân'ın, Hz. Peygamber'den işitilen ve sahih haberle sabit vecihlere göre zorlukla karşilaşmaksızın okunması mümkün bulunuyordu. Ki bunlar, bugün kâri'lerden dinlemekte olduğumuz kıraatlerin aynısıdır.Mushaf-ı Osmanî nüshalarının yazılışında izlenen yol şu idi:Kıraat vecihleri değişiklik arzetmeyen lâfzı tek şekilde yazıyorlardı. Kıraat vecihlerinin değişiklik göstermesi halinde ise, eğer bu lâfzın bütün vecihlere ihtimal verebileceği tek şekilde yazılması mümkün değilse, bir mushafta bazı vecihlere uygun düşecek bir tarzda, başka bir mushafta da başka vecihlere uygun düşecek bir tarzda yazıyorlardı. Meselâ [19] ayetindeki  fiilin okunuşu  ve  şeklinde iki ayrı kıraattir. Yine[20] âyetinde  kıraatinin yanisira, Mekkî mushafta  ilâvesiyle kıraati de tesbit edilmiştir. Kıraatleri değişiklik göstermekle birlikte, harekesiz ve noktasız yazılması halinde bu değişiklik ihtimalini tek şekille göstermek mümkün olduğu durumlarda, bunu tek şekilde yazıyorlardı. Meselâ, [21]âyetindeki sonkelime noktasız olduğunda hem hem  okunabilmektedir. Bu kıraatlerin her ikisi sahih kıraattir, Rasûlûllahtan işitilmiştir. Yine  [22]ayetındeki son kelime noktasız yazıldığında şeklinde okunabildiği gibi diye okunabilir. Birincisi "dirilteceğiz" manasına ikincisi de "topraktaki yerlerinden kaldıracağız ve vücuttaki yerlerine iade edeceğiz" manasındadır. Bu kıraatlerin her ikisi sahihtir. Aynı şekilde [23]âyetindeki lâfzı harekesiz yazıldığında harfi cer olarak ja şeklinde ve ism-i mevsûl olarak şeklinde okunabilir. kelimesi de birinci halde şeklinde kesreli, ikinci halde şeklinde fethalı okunur. İşte bütün bu kıraatler Hz. peygamber'den işitildiği sabit okunuş şekilleridir. Şayet "Mushaf-i Osmanî" noktalı ve harekeli yazılmış olsaydı, bunda tek kıraat tesbit edilmiş olacaktı.Hz. Osman zamanında mushaflarm yazılışında kullanılan yazı, hernekadar yazının şu anda ulaştığı duruma aykırı görünüyorsa da, "Mushaf-ı Osmanî"nin hattını değiştirmek doğru olmaz; ta ki Kur'ân'da tahrife yol açılmış olmasın. Çünkü yazılar değişik şekillerde olabilmektedir ve bunda değiştirme, yenilikler yapma kapısı açık bulunmaktadır. Şayet Kur'ân'ın hatt-ı Osmânî'den başkası ile yazılmasına müsaade edilirse, mushaflarm yazılışları farklı farklı olur ve o zaman tahrif kolaylaşır. Nitekim Mâlik b. Enes'e: "Mushaf, insanların sonradan çıkardıkları hicâ harflerine göre yazılabilir mi?" diye sorulmuş, o da: "Hayır! Sadece ilk yazılışına göre" cevabını vermiştir.[24]

 

§: 25- Mushaf'ın Noktalanması ve Harekeleiımesi:

 

Harflerin şekillerini tanıma ve onları birbirinden ayırma konusunda sahip oldukları meleke sebebiyle, Araplar hareke ve noktaya ihtiyaç duymuyorlardı. Bu ihtiyacı duymamanın diğer bir sebebi de şuydu: Onlar Kur'ân okurken, hafızlardan şifahî olarak duyduklarına dayanıyorlardı. Onlar nasıl okuyorsa, onlardan nasıl almışlarsa öylece okuyorlardı. Fakat Arapların dışındaki kavimler, meselâ İranlılar ve Bizanslılar vb.'nin de İslâmiyete girmesinden sonra dilde yanlışlıklar yaygınlaştı ve bu kişiler harflerin okunuşunu birbirine karıştırır oldular. Bu durum karşısında Kur'ân'ın yanlış okunmasından endişe edilmeye başlandı. Emevîler devrinde Irak Emiri olan Ziyâd b. Ebîh, Tabiînin büyüklerinden olan ve kıraatte ehil olduğu bilinen Ebü'l-Esved ed-Düelî'ye (v. 69/688) halk için Kur'ân'ın okunuşunu kurala bağlayacak işaretler koymasını emretti. Bunun üzerine Ebu'I-Esved ed-Düelî, Mushaftaki kelimelerin sonlarını harekeledi. "Fetha" işaretini harfin üzerinde bir nokta ile, "kesre" işaretini harfin altında bir nokta ile, "zamme" işaretini harfin ortasına bir nokta ile ve "sükûn" işaretini iki nokta ile gösteriyordu.Sonra onun koyduğu bu işaretler yaygınlaştı, halk onun yaptığı gibi yaptı. Fakat bu, insanların okuyuşlarını yanlışlıklardan tamamıyla koruyamadı. Bazılarının okuyuşunda   tahrif ve tashîf [25]vaki oluyordu. Bu durum, harflerin noktalanmasını ve kelimelerin h m baş ve ortasının hem sonunun harekelenmesin! gerekli kıldı.Birinci işi (harflerin noktalanmasını), Haccac b. Yûsuf es-Sekâfî'nin emri üzere Nasr h Âsim el-Leysî (v. 90/708) yaptı. İkincisini ise, H. 170/786 yılında vefat eden Halîl b Ahmed gerçekleştirdi. O, Ebü'l-Esved'in koyduğu harekeleme sistemini değiştirdi. "Fetha" işareti olarak harfin üzerine yatay bir elif  , "kesre" işareti olarak harfin altına bir yâ  ve "zamme" işareti olarak harfin üst tarafına bir vâv  yaptı; "medd" ve "şedde" işaretleri koydu. Böylece Halîl b. Ahmed'in koyduğu harekeleme sistemi gelişerek bugünkü şekline ulaştı. Artık kârî'ler ve hafızlar da "vasi" (birleştirme) ve "fasl" (ayırma) işaretleri ile Kur'ân tilâvetinin kurala bağlı okunmasına yardımcı olan işaretler koyuyorlardı. Bu konuya gösterilen ilgi gitgide arttı, bilginler tecvid ve kıraat kurallarını ortaya koydular..Başta devlet adamları olmak üzere müslümanlar, her devirde, Kur'ân yazımının değişik hat çeşitleri ile güzelleştirilmesi ve nesilden nesile aktarılan okunuşunun en iyi şekilde gerçekleşmesi için yarış etmişlerdir. Nihayet matbaanın ortaya çıkması ile milyonlarca muhsafın önemli ve titiz bazımları yapılmıştır. Gösterilen bu ilgi ve titizlik sayesinde Kur'ân her türlü tahrif ve değişiklikten korunmuş ve Yüce Allah'ın ' 'Kur'ân '1 biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz"[26]) şeklindeki va'di yerine gelmiştir. [27]

 

§: 26- Kitâb'ın Kaynak Değeri ve Kaynaklar Arasındaki Yeri:

 

Müslümanlar arasında hiç ihtilafsız kabul edilmektedir ki, Kitâb'da mevcut hükümle amel etmek farzdır ve kendisinde, hükmü bilinmek istenen olayın hükmü bulunduğu sürece onu bırakıp başka delile yönelmek caiz değildir. Çünkü müslümanların -doğruluğu şüphe götürmez- inancına göre Kur'ân, önünden ve ardından batılın yaklaşamayacağı Allah kelâmıdır; engin hikmet sahibi, en güzel övgülere lâyık Yüce Allah tarafından indirilmiştir. Allah onu insanları hakikate ve doğru yola ileten bir düstur olsun diye indirmiştir. [28]

 

§: 27- Kitâb'ın Hükümlere Delâleti:

 

Hiç şüphesiz Kitâb'ın aslına uygun olarak bize ulaşmış olduğu kesindir ("kat'ıyyü's-subut tur). Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi o, tevatür yoluyla bize ulaşmıştır ve mütevâtir nakil nakledilen şeyin doğruluğu hakkında kesin bilgi sağlar. Şu var ki, Kur'ân'ın hükümlere delâleti bazen kafi (kesin) bazen zannî olabilir. Bu da, Kitâb'ın lâfızlarında ıhtimalî'liğin bulunup bulunmayışına (birden fazla manaya açık olup olmayışına) göre değişir. Şayet Kitâb'taki bir lâfız birden fazla manaya ihtimalli değilse, Kitâb'ın hükme ^âletUesindir. Miras ve haddlerle ilgili âyetlerde yer âlân i4hâss" lâfızlar böyledir.Mesela ,[29] [30] ve [31]âyetlerindeki (yarı),  (üçtebir),  (yüz),  (seksen) lâfız­ları, bunlar gibi taşıdığı manaya kati olarak delâlet eden ve yorum kabul etmeyen diğer "hâss" lâfızlar bu guruba girer. Böylece lâfızların delâleti hususunda içtihada ve müctehid-ler arasında anlayış ve istinbat farklılıklarına yer yoktur. Bu lâfızların hükümleri değiştirme ve düzeltme kabul etmez. Bu hükümlerin değiştirilmesi, bunlara kesin ve şüphe götürmez şekilde delâlet eden nassa karşı çıkmak olur ki, bu caiz değildir.

Kitâb'ta yer alan lâfız birden fazla manaya açık ise, o zaman hükme delâleti zanni olur. Meselâ, [32]âyetindekj lâfzı (tekili ) ile gerek "hayız"m (âdet süresinin) gerekse "tuhur"un (iki âdet arasındaki temizlik süresinin) kasdediîmiş olması mümkündür. Çünkü bu lâfız Arap dilinde her iki mana için kullanılan "müşterek" bir lâfızdır. O halde bu manalardan sadece birine delâleti kat'î değil, zannidir. Burada içtihada ve müctehidlerin anlayış ve istinbat farklılıklarına yer vardır. Nitekim kimi müctehidler, "burada maksat hayızdır", kimileri de "maksat tuhurdur" demişlerdir. [33]

 

§: 28- Kitâb'ın Hükümleri Açıklayışı:

 

Şurası muhakkaktır ki, Kitâb, İslâm hukukunun temeli ve ilk kaynağıdır. Yüce Allah Kur'ân'ı herşeyin açıklayıcısı kılmıştır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: ' 'Sana bu Kitâb 'ı her şey için bir açıklama, bir hidayet rehberi, bir rahmet kaynağı ve müslümanîar için bir müjde olarak indirdik. [34]Biz o Kitâb'ta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır. [35]Bu ve benzeri âyetler, Kur'ân'ın, bir hidayet rehberi ve insanların iç dünyalanndaki sıkıntıları için bir şifa kaynağı olduğunu ifade etmektedir. Her şey için bir açıklama (bir ışık) ihtiva etmiş olmasaydı, bu şekilde nitelendirilmezdi.Şu var ki, Kitâb'ın hükümleri açıklayışı -genellikle- icmalidir (toplu tarzdadır), tafsîlî (detâylandırılmış) değildir; küllidir, cüz'î değildir. Kur'ân'ı inceleyenler, tüme varım yoluyla bu sonuca kolayca ulaşırlar. Meselâ, namaz, zekât ve hac farizalarının hepsi Kitâb'ta zikredilmiştir; fakat onda namaz rekâtlarının sayısı, namazda kıraatin nasıl olacağı, zekâtı verilmesi gereken mallar ve farz olan zekât miktarı, haccın nasıl ifa edileceği hakkında açıklamalar bulamayız. Bütün bu konularda başvurulacak kaynak Sünnet'tir. Aynı şekilde, ahm-satım gibi muamelat, kısas, haddler vb. konulara da Kur'ân'da temas dimis fakat bunların detaylarına ait hükümlere yer verilmemiş, bu detayları Sünnet açıklamıştır.Bununla birlikte Kitâb, miras ve aile hukuku gibi sahalarla ilgili bazı hükümleri tafsilâtı le ele almıştır. Zira bu hükümler ya "taabbüdî"dir, yani aklî değerlendirmeye açık değildir, ya da akılla kavranabilecek hükümler olmakla beraber, bunlar zaman ve muhit değişikliği ile değişikliğe uğramayacak sabit mesâlih (menfaatler) ihtiva etmektedir. Kitâb'ta hüküm teşrî'inin bu şekilde yer almasındaki hikmet, nasslann ve İslâm hukuku kurallarının, zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, toplum ne kadar gelişirse gelişsin, ve ihtiyaçlar ne kadar çok ve çeşitli hale gelirse gelsin, kıyamete, kadar insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek niteliğe sahip kılınmasıdır. Çünkü ana kurallar zaman ve mekânın değişmesiyle değişmez, değişen sadece cüz'î hükümlerdir. İslâm hukukundaki nasslann yumuşaklığını ve kapsamlılığını açıkça gösteren iki örnek vereceğiz:

Birincisi: Akitler hukuku ile ilgili olan nasslar. Bu nasslar, akitleri belirli bir sayıya hasretmemiş, sadece genel bir tarzda "akitlere vefa gö$terilmesi"ni emretmiştir. Meselâ: "Ey imân edenler! Akitlerin (gereğini) yerine getirin.[36] ve "Ahde vefa gösterin. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir/' [37] buyurulmuştur. Bu nasslar. hayat olaylarına uygulanabilme yumuşaklığı ve kesin sınırlar koymama konusunda çok ileri bir noktayı temsil etmektedir. Buna göre, özel bir isimle bilinir olsun veya olmasın ' 'akid'' olduğu kabul edilen her türlü sözleşmeye vefa göstermek, bir vecibedir. Bunun için, İslâm hukukçuları, bu genel hükme binaen hakkında özel nass bulunmayan bir çok akdi tanımışlar, muteber saymışlardır. İslâm hukukçuları, kendilerini, bazı beşerî hukukların yaptığı gibi "isimli akidler"le (belirli akit tipleriyle) sınırlandırmamışlardır. Bu hukuklar, ancak modern asırlarda İslâm hukukunun ulaştığı bu düşünceye ulaşabilmişlerdir.

ikincisi: Şûra ile ilgili nasslar. Yüce Allah bu nasslarda Rasûlûne "(Önemli) işlerde onlara danış,[38]diye emretmiş ve işlerinde şûra prensibini esas alanları "Onların işleri, aralarında istişare iledir. [39]diyerek övmüştür. Her iki âyet, genelliğin ve yumuşaklığın en son sınırına kadar uzanan genel ve yumuşak bir ifadeye sahiptir. Öyle ki her zamanda, mekânda ve durumda uygulanmaya elverişlidir. Bu âyetlerin "şûrâ"yı bir prensip olarak kabul etmesi ve bunu gerçekleştirme safhası için gerekli kuralları ele almayıp her toplumun, zamandan zamana, mekandan mekâna ve toplumların ulaştığı medeniyet seviyesine göre kendisine uygun düşen şûra türünü seçebilmesi için insanlığa bir genişlik sağlaması, bu uygulanabilme yumuşaklığının en açık belirtisidir.Buna göre Kitab'tan hüküm çıkarırken sırf Kitâb ile yetinmek doğru olmaz, onun açıklayıcısı olan Sünnet'e de mutlaka bakmak gerekir. Şayet bir âyetin açıklaması sadedinde Sünnefte bir şey bulunamazsa, ilim ve ahlakı ile tanınan İslâm'ın ilk nesillerindeki bilginlerin tefsirine başvurmak gerekir. Çünkü onlar Kitab'ın tefsirini en iyi bilen kişilerdir. Eğer onlardan gelen haberlerde de bir şey bulunamazsa, bu sahada ihtisas sahibi olanlar için arapça metinleri iyi anlama melekesine sahip olmak yeterlidir. [40]

 

§: 29- Kitabın Hükümleri Açıklayış Üslûbu:

 

Kur'ân-ı Kerîm şer'i hükümleri açıklarken, muhataplarını âciz bırakması, hüsnü kabul görmesi ve severek uyulmasının sağlanması için kendine has belâğatinin gerektirdiği çeşitli üslûblar kullanmıştır. Vâcib (farz) hükmünü koyacağı her yerde "vücûb" ifadesini, haram hükmünü koyacağı her yerde "hürmet" ifadesini ve fıkıh kitaplarında gördüğümüz diğer ifadeleri kullanmamıştır.Kur'ân bazen "Size verdiğimizrızıktan (Allahyolunda)harcayın.[41] “Size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda sa-vaşm. [42]âyetlerinde olduğu gibi bir davranışın yapılmasını isteyen "'emir sıygası"  "Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın.[43] "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.[44] âyetlerinde olduğu gibi bir davranıştan sakındıran "nehiy sıygası" kullanılır.Bazen de aşağıdaki âyetlerde olduğu gibi, bir davranışın "yazılmış", ''farz kılınmış", "helâl", "haram", "hayırlı", "iyiye götürücü", "şerli", "iyi sayılamayacak nitelikte" olduğunu bildirerek fıkhı hükümleri göster .Çünkü namaz, mü'minlere vakitleri belirli bir farzdır.[45]  "Kuşkusuz biz, eşleri ve el­lerinin altında bulunan (cariyeleri) hakkında mü'minlere neyi farz kıldığımızı biliriz.[46])Bu gün s/ze iyi ve remiz şey/er he/â/ kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helâl, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir.[47] "Analarınız, kızlarınız... (ile evlenmek) size ha-ram kılındı. [48]"Sana yetimler hakkında soru soruyor­lar. De ki; Onları (n durumlarını) düzeltmek hayırlıdır.[49]"Sevdiğiniz şeylerden (Allahyolunda) harcama-dıkça, iyiye asla ulaşamazsınız. [50]Allah'ın,eminden kendilerine verdiğini (harcamada) cimrilik edenler, sanmasınlar ki o kendileri

için hayırlıdır; aksine o kendileri için şerlidir. [51]"İyi olan (davranış), evlere arkalarından girmeniz değildir. Asıl iyi olan, Allah 'tan korkan (,n davranışıdır. Evlere kapılarından girin. [52]Bazen ise Kur'ân, bir davranışa dünyada veya âhirette "hayır", "şer", "fayda" veya "zarar" bağlayarak fıkhî hükümlere delâlet eder. Bu üslûp için aşağıdaki âyetleri örnek gösterebiliriz.'Namazlarında huşu içinde olan mü'minlergerçekten kurtuluşa ermişlerdir.

Firdevs'e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalacaklardır. [53]"Kim var ki, Allah'a güzel bir borç versin de, Allah da ona kat kat fazlasını ödesin. [54][55]"Altın ve gümüşü yığıp ta onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acıklı bir azabı haber ver. O gün bu (altın ve gümüşler) cehennem ateşinde kızdırılır ve bunlarla o kimselerin alınları, yanlan ve sırtları dağlanır: İşte kendiniz için biriktirdiğiniz (servet.) Şimdi bu biriktirdiklerinizi (n azabını) tadın, denir. [56]Erkek veya kadın, kim mü'min olarak iyi iş yaparsa, ona mutlaka güzel bir hayat yaşatırız. Ve onların mükâfaatlarım yaptıklarının en güzeli ile veririz. [57]"Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere koyar; orada ebedî kalırlar. İşte büyük kurtuluş budur. Kim de Allah 'a ve Peygamberine karşı gelir onun sınırlarını aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı ateşe koyar; onun için alçaltıcı bir azap vardır.[58]Yüce Allah kâh teşvik etmek kâh sakındırmak üzere ve ilâhi hükümleri kullarının anlayışına yaklaştırmak için, Kitâb'ında bu ve benzeri pek çok değişik üslûp kullanmıştır.

Şu halde, bu değişik üslûplardan ve farklı sıygalardan şer'î hükümleri istinbat edecek kişilerin bu sıygalarla birlikte bulunan va'd ve va'îdleri (tehditleri) gözönünde tutması, bu sıygaların kullanılması konusunda Arap örfünden faydalanması gerekir.Konu ile ilgilenenlere bu hususta takip edilecek yolu tanıtmak üzere, bir davranışın şer'an yapılmasının istendiği veya yasaklandığını ya da mubah kılındığını anlamada yardımcı olacak birkaç kurala aşağıda yer vereceğiz:

a) Şâri'in bir fiili emretmesi, yüceltmesi, fiili veya failini Övmesi, fiili veya failini sevdiğini ifâde etmesi[59]yahut bir fiili doğru veya kutlu olarak nitelendirmesi, bir fiil veya faili üzerine yemin etmesi [60]vb. durumlar, bu fiilin ya "vücûb"unu (farz olduğunu) ya da "nedb"ini (mendub olduğunu) gösterir. Şayet Arap dilindeki kullanılışa göre tek başına bu sıyga fiilin kesin olarak yapılması gerektiğini gösteren bir sıyga ise ya da fiilin yapılmasının kesin tarzda istendiğini gösteren başka bir unsur bu sıyganın yanında yer almışsa, fiilin hükmü "vâcib" (farz)dir; aksi takdirde "mendûb"tur.

b)  Sâri'in bir fiilin terkini istemesi,[61] fiili veya failini kötülemesi, fiili işleyeni[62]hayvanlara [63]veya şeytanlara [64]benzetmesi, fiili dünyevî veya uhrevî lanetlemesi  bir azabın sebebi olarak göstermesi, yahut gibi lafızlar kal-rak pis kötü ve çirkin olarak nitelemesi, şeytan işine ve süsüne nisbet etmesi, insanlar asında düşmanlık ve buğz sokmaya sebeb göstermesi [65]bu fiilin ya "hürmet"ini (haram olduğunu) ya da "kerahetini (mekruh olduğunu) gösterir. Eğer Arap dilindeki kullanışa göre tek başına bu sıyga, fiilin kesin olarak terkedilmesi gerektiğini gösteren bir sıyga ise ya da fiilin yapılmamasını gösteren başka bir şiddetli tehdid ifadesi ile birliktebulunuyorsa, fiilin hükmü "haram"dır; aksi takdirde "mekrûh"tur.

c)  Fiilin "helâl" kılındığım, "izin" verildiğini, "günah" veya "zorluksun kaldırıldığını ifade eden lâfızlar kullanılmış ise. bu fiilin "mubah" olduğunu ve kişinin bunu yapıp yapmamada serbest bırakıldığını gösterir.[66]Allah'ın, kullarına nimet olarak verdiği şeyleri zikretmesi de bu kabildendir.[67]Bir şeyi haram kılana karşı reddiyede bulunması veya haramdan söz etmemesi de mubahfığı gösterir/[68]Yine,  birtakım  şeyleri  bizim  için yarattığını  haber vermesi  de  aynı  hükme delâlettir.[69]

 



[1] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:

[2] Tercüme ("et-terceme"), bir dildeki sözü başka bir dil İle ifade etmektir. Kur'ân'ın tercümesi de, Kur'ân'ın manalarının arapça dışındaki bir dilin İâfızlarıyla ifade etmek demektir. Tercüme, a) Harfi lercüme, b) Gayrı harfi tercüme olmak üzere iki kısma ayrılır. Harfi tercüme de iki nevidir: aa) Mİslî harfi tercüme, bb) Gayrı mİslî harfi tercüme. Misil harfi tercüme, değiştirilen lâfzın yakın ve uzak delâletlerini, aslî ve lebe'î delâletlerini ve mûsikî, kulağa hoş gelme, gönülleri etkileme gibi hususlarda sahip olduğu seçkin vasıflarını korumak suretiyle bir lâfzı aynı manaya gelen başka bîr lâfızla değiştirmek demeklir. Gayri mislî harfi tercüme ise, tebe'î manalar ve diğer seçkin vasıflar dikkate alınmaksızın, bir lafzı geneli itibariyle aynı veya yakın bir mana taşıyan başka bir lâfız ile değiştirmeyi ifade eder. Gayrı harfi (harfi olmayan) tercümeye gelince, bu, lâfız veya cümleden anlaşılan manaları başka bir dilin lâfızlanyla ifade etmek demektir. Böyle bir tercümede mütercim, sözgelimi Kur'ân'dan bir cümleyi tercüme ediyorsa, zihnînde o cümlenin manalarını genellikle kullanılan lâfızlara göre toplar; sonra bu lâfızları, -sözkonusu cümlenin manalarını topluca ifade edecek tarzda olmak üzere- ingilizce, faransızca gibi dillerdeki

lâfızlara çevirir.

[3] Nevevi ei-Mecmû'da (c. III, s. 279) şöyle diyor: "Mezhebimize göre (Şafiî mezhebini kasdediyor), namazda veya namaz dışında, kişi arapça okuyabilsin okuyamazın, Kur'ân1 ınarapçadan başka bir dilde okunması caiz değildir. Kişi namazda Kur'ân yerine onun tercümesini okursa ister arapça olarak okuyabiliyor ister okuyamıyor olsun- namazı geçersizdir. Bilginlerin çoğunluğu, ezcümle Mâlik b. Enes, Ahmed b. Hanbel ve Davud ez-Zâhiri bu görüştedir.

[4] Bazı lâfız farklılıkları ile bkz. Ebu Davud. Zekâl, 45; Tirmizî, birr. 9.

[5] Elimizdeki kaynaklarda bu kudsî hadise raslayamadık.

[6] Tirmizî, fedâiiü'l-cihâd, 12.

[7] el-Mâide. 5/89.

[8] e!-Bakara 2/233.

[9] Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen bu kıraâi, tefsir kabilindendir. Açıklama sadedinde okunması caizdir; lakat Kur'ân tilâveti olarak okunması caiz değildir. Nitekim tbnü'l-Arabî de benzer bir durum İçin Miyle elemiştir:  Sahih bir rivayete göre Hz.  Peygamber âyetini  şeklinde de okumuştur ki. bu, tefsir kabilinden bir kıraattir. Kur'ân tilâveti ise, mushaf hattında mevcut olanın okunmasıdır. Abdullah b. Mes'ûd'un mushafmda yer alan ayetinıieki ilâvesi de, böyle tefsir ve izah kabilinden zikredilmiş kelimelerdendir. Bu ilâ­venin tefsir ve izah kabilinden olduğu şüphesizdir; çünkü bu, bütün ümmetin üzerinde icmâ ettiği mushaflara aykırıdır. el-Cezeri bu durumu şöyle açıklamıştır: "Sahabe bazen kıraatlere, izah ve beyan sağlamak üzere (efsîri de dahil etmişlerdir. Çünkü onlar Rasûlüllah'tan Kur'ân olarak aldıklarını çok iyi muhafaza etmekte ve birbirine kanşmayacağından emin idiler. Bazıları bu tefsiri, kendisi için yazdığı mushafa da kaydetmekteydi; meselâ Hz. Ayşe'nin mushafı böyleydi."

Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:

[10] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:

[11] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:

[12] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:

[13] el-Furkan 25/32

Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:

[14] Tahâ, 20/114

[15] el-K,yâme 75/16-19:

[16] Müseyleme, peypmber olduğunu iddia etmiş ve onun çağrısına yüzbİn kadar insan uymuştu. Bunun üzerine Hz. Ebubekir, onunla savaş için Haüd b. Velid'in komutasında takriben onüçbin kişilik bir ordu hazırladı. Müseyleme'nin ordusu ile müslümanlar karşı karşıya gelince İslâm ordusunda bir çözülme oldu. Çünkü bu orduda çok sayıda bedevi bulunuyordu. Sahabenin ileri gelen kaari'lerı Halİd b. Velid'den "Ey Haüd! Bizi bu bedevilerden temizle!" diye taleple bulundular. Sonra olardan ayrılıp üçbin kişi kadarlik bir ordu oluşturdular. Daha sonra Müseyleme ve adamlarının üzerine esaslı bir hamle yaptılar ve onlara karşı çetin bir savaş çıkarttılar. "Ey Bakara Sûresi ashabı!" dîye bağınşıyorlardı. Çok geçmedi ki, Allah onları muzaffer kıldı. Müseyteme'nin ordusu gerisin geriye kaçlı. Müslümanların kılıçlan onların peşini bırakmadı: Kimilerini öldürdüler, kimilerini esir aldılar. Allah müseyleme'nin canını aldı ve etrafındaki birliği dağıttı. Ondan ayrılanlar tekrar İslâm > döndüler. Ne var ki, o gün müslümanlar beşyüz civarında kurrâyı kaybetmiş oldular. İbn Kesir, Fezâilü'I-Kur'ân.

[17] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları::

[18] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları::

[19] el-Bakara 2/132.                         

[20] e]-Tevbe 9/100.                

[21] el-Hucurât 49/6. 

[22] el-Bakara 2/259.        

[23] Meryem 19/24.

[24] Mısır, 1957, I, 379-380 Imam Malik'İn bu sözlerini ve benzen bazı sözleri naklettikten sonra, Zerkeşî, bunun ilmin canlılığını

koruduğu ilk devirlere has bir hüküm olduğunu, sonraları ise İltibas endişesinin ortaya çıktığım belirtmekte;

Izzuddîn b. Abdisselâm'a atıfta bulunarak mushafın artık İlk devirlerdeki şekle göre yazılmasının caiz

olmadığı görüşünü nakletmekledir. Bu yönde diğer bazı açıklamalarla birlikte, bkz. Zerkeşî, el-Burhân,. (mütercim)

Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları::

[25] Tahrif”    harflerin harekelerini değiştirmek demektir. Zammeli harfi fethalı veya kesreli okumak, fethalı arfi zammeli veya fethah okumak gibi. "Tasnif ise, harflerin telâffuzunda değişiklik yapmaktır. Bir harü başka harfle değiştirmek gibi. 

[26] el-hıcr, 15/9

[27] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:

[28] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:

[29] en-Nisâ" 4/11: "Allah, çocuklarmız(ın miras payı) hakkında şöyle davranmanızı istiyor...

[30] en-Nûr 24/2: "Zina eden kadın ve zina eden erkeğin herbirine yüz değnek vurun."

[31] en-Nûr 24/4: "Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu ishal için) dört şahit getire­meyenlere seksen değnek vurun."

[32] el-Bakara 2/228: "Boşanmış kadınlar kendi başlarına (evlenmeden) üç kur' süresi beklerler."

[33] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:

[34] en-Nahl 16/89:

[35] el-En'âm 6/38:

[36] el-Mâide5/l:

[37] el-İsrâ' 17/34:

[38] A|-u Imrân 3/159

[39] eş-Şûrâ 42/38

[40] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:

[41] el-Münâilkûn 63/10.

[42] el-Bakara 2/194.

[43] el-En'âm 6/151.

[44] cl-Bakara 2/195..

[45] en-Nisâ' 4/103.

[46] el-Ahzâb 33/50.

[47] el-Mâide 5/5.

[48] en-Nisâ' 4/23.

[49] el-Bakara 2/220.

[50] ÂUü Imrân 3/92.

[51] Âl-ü Imrân 3/180.

[52] el-Bakara 2/189.

[53] el-Mü'mİnûn 23/1-2,11.

[54] el-Bakara 2/245.

[55] et-Tevbe 9/34.

[56] et-Tevbe 9/34.

[57] en-Nahl 16/97.

[58] cn-Nisâ" 4/13-14.

[59] Meseİâ şu âyetlerde durum böyledir:-es-Saff 61/4:şüphesiz Allah, kendi yolunda, bir-birine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak savaşanları sever.el-Feth 48/18:"Andolsun ki Allah, o ağacın altında sana biat ederlerken mü'minlerden razı olmuştur. Onların kalplcrindekini bildiğinden, onlara huzur ve güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfaat-laııdırmıştır.- el-En'âm 6/İ53: "İşte benim dosdoğru yolum budur. Öyleyse siz ona uyun. (Başka) yollara uymayın, ki sizi onun yolundan ayırmasın.

[60] Meseİâ şu âyetlerde Yüce Allah; çift ve tek, mücahitlerin atları, nefs-i levvâme üzerine yemin etmiştir:

-  el-Fecr 89/3: "Çifte ve tek'e andolsun ki.-  el-Âdiyat 100/1-3:"Andolsun harıl harıl koşan (at)lara; tırnaklarıyla çakarak kıvılcım saçanlara; sabahleyin baskın yapanlara.-el-Kiyâme 75/1-4: "Hayır (gerçek kâfirlerin inkâr ettiği gibi değil)! Kıyamet gününe yemin ederim. Hayır (gerçek öyle değil)! Kendisini alabildiğince kınayan (haddini bilen, pişmanlık duyan) nefse yemin ederim. İnsan zanneder mı ki, onun kemiklerini biraraya toplamayacağız? Evet. biz onun parmak uçlarını bile derleyip eski haline getirmeye kaadiriz.

[61] Şu âyette olduğu gibi:-  el-En'âm 6/120:"Günahın açığını da gizlisini de terkedin."

[62] Meselâ şu âyetlerde durum böyledir:- el-Mâide 5/78"İsrâiloğullarııyJan inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, isyan etmeleri ve sınırı aşmalarından ötürüdür. el-Ahzâb 33/57: "Allah ve "Rasülünü incitenlere, Allah dünyada ve âhirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.- en-Nisâ' 4/93: "Kim bir mü'mini kasden öldürürse, cezası, içinde ebedi olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap    etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır."

[63] Şu âyette olduğu gibi:-  Muhammed 47/1:"İnkâr edenler ise, (dünyada) zevk u safa ederler, hayvanların yediği gibi yerler. Oların yeri ateştir." ,

[64] Şu âyette olduğu gibi: el-Haşr 59/16: '(Münafıkların durumu da) tıpkı şeytanın durumuna benzer. Çünkü şeytan insana 'İnkâr et" der; İnsan inkâr edince de 'ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım' der.

[65] Buna şu âyetler örnek gösterilebilir:- el-Mâide 5/90: "Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans okları, birer şeylan işi pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.-  el-En'âm 6/121:"(Kesilirken) üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin, şüp­hesiz bu. günahtır. Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele elmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, muhakkak siz de (Allah'a) ortak koşanlardan olursunuz.- el-En"âm 6/145: "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pistir- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvandan başka yemek yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum."

-  en-Neml 27/24; "Şeyta'   Buna n, kendilerine yaptık-an süslü göstermiş de, onları doğru yoldan çevirmiş. Bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.

[66] Bu şu âyetler örnek gösterilebilir:

 el-Mâide 5/5: "Bugün size iyi vetemiz şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helâldir; sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir.- el-Hacc 22/39:"Kendileriyle savaşılanlara (mü'mİn-lere), zulme uğramış olmaları sebebiyle (savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah onlara yardım etmeye kaadirdir,- el- Bakara 2/235: "Böyle (iddet beklemekte olan) kadınlara evlenme istiğinizi üstü kapalı biçimde bildirmenizde veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur,- en-Nûr 24/61; el-Feth 48/17: "A'mayavebal yok, topala vebal yok, hastaya da vebal yok."- el-Bakara 2/173: ". Fakat kim mecbur kalırsa, (başkasının hakkına) saldırmadan ve haddi aşmadan (bunlardan yemesinde) günah yoklur."

[67] Meselâ Yüce Allah şöyle buyurmuştur:- en-Nahl 16/5 "Hayvanları da O yarattı. Onlar­da sizin için ısınmanızı sağlayan şeyler ve bir çok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz. Ay[67] Bu şu âyetler örnek gösterilebilir:

 el-Mâide 5/5: "Bugün size iyi vetemiz şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helâldir; sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir.- el-Hacc 22/39:"Kendileriyle savaşılanlara (mü'mİn-lere), zulme uğramış olmaları sebebiyle (savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah onlara yardım etmeye kaadirdir,- el- Bakara 2/235: "Böyle (iddet beklemekte olan) kadınlara evlenme istiğinizi üstü kapalı biçimde bildirmenizde veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur,- en-Nûr 24/61; el-Feth 48/17: "A'mayavebal yok, topala vebal yok, hastaya da vebal yok."- el-Bakara 2/173: ". Fakat kim mecbur kalırsa, (başkasının hakkına) saldırmadan ve haddi aşmadan (bunlardan yemesinde) günah yoklur."

[67] Meselâ Yüce Allah şöyle buyurmuştur:- en-Nahl 16/5 "Hayvanları da O yarattı. Onlar­da sizin için ısınmanızı sağlayan şeyler ve bir çok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz. rıca, akşamleyin (meradan) getirirken ve sabahleyin götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır. Ağırlıklarınızı, ancak binbir meşakkatle ulaşabileceğiniz yerlere taşırlar. Doğrusu Rabb'iniz çok şefkatli, çok merhametlidir "

[68] Meselâ yüce Allah şöyle buyurmuştur: el-A'râf 7/32: "De ki: Allah'ın kulları İçin çıkardığı süsü ve temiz rızikları kim haram kıldı?"

[69] Buna şu âyetler örnek gösterilebilir:-el-Bakara 2/29: "O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı.-ez-Zuhruf 43/12:".Ve size, bineceğiniz gemiler ve hayvanlar varetti.el-Mülk 67/15: "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Haydiyerin sırtlarında dolaşın ve Allah'ın rızkından yiyin.

Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: