ŞER'İ DELİLLERDEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER
§: 140- Şer'î Hükmün Kısımları:
§: 141- Usûlcülere Göre "Teklffî Hükümdün Tarifi:
§: 142- Usûlcülere Göre "Vad'î HükünT'ün Tarifi:
Bu bölüm üç ana
konudan oluşacaktır.
I- Hüküm ve
Kısımları
II- el-Mahkûm Fîh
II- el-Mahkûm
Aleyh
Fıkıh usûlü
müelliflerinin birçoğu bu bölümde bir dördüncü konuyu yani "el-Hâkim"
(Hüküm koyma yetkisinin sahibi) konusunu ete alır. İslâm hukukunda bu yetki
tabiî ki Allah Teâlâ'ya aittir. Usul müellifleri, bilginlerin Allah'ın hükmünün
nasıl bilinebileceği hususundaki görüşlerini -ki Mutezileye göre akıl ile,
cumhura göre ise Allah'ın elçileri ve Kitapları vasıtasıyla bilinir- bu başlık
altında açıklarlar.Fakat biz, bu konuyu ayrıca ele almaya gerek duymadık. Zira
bu konudaki tartışmalara bağlanan pratik sonuç şudur: Mutezile'ye göre, fetret
ehli (bir peygamberin vefatı ile başka peygamberin yollanması arasındaki sürede
yaşayan insanlar) gibi kendilerine ilâhi çağrı ulaşmamış kişiler, tâat nevinden
fiillerine karşılık ecir, yasak davranışları yapmalarından ötürü de ceza
görürler. Diğer bilginlere göre ise, böyle kimseler için ne ecir ne ceza vardır.Halbuki
ecir veya ceza görüp görmemenin fıkıh usulü meseleleri ile ilgisi yoktur. Giriş
bölümünde bu ilmin tarifini verirken belittiğimiz üzere, usulü'l-fıkıh şer'î
delillerden nasıl hüküm çıkarılacağı konusunu üstlenmiştir.O halde bu konuyu
incelemek, usul'ül-fikh bilginlerinin değil, tevhid veya kelâm bilginlerinin
görevidir. O yüzdendir ki kelâm bilginleri eserlerinde bu konuyu derinlemesine
tetkik edip, değişik görüşlere, bu görüşlerin delillerine ve tartışmasına geniş
yer vermişlerdir. Bu, kelâm ilminin önemli konularından biridir ve bilginler
arasında
"el-hâkim"
veya "et-tahsîn ve't-takbîh" adı ile bilinir. Usulü'1-fikıhta bu
konuya dair yazılanların hepsi kelâm kitaplarından alınmıştır. [1]
a) Hükümlerin "Teklifi'1 ve
"Vad'î" Kısımlarına Ayrılması
b) Telifi ve Vad'î Hükmün Tarifleri
c) Teklifi ve Vad'î Hüküm Arasındaki Fark
d) Teklifi ve Vad'î Hükümlerin Nevileri
Şer'î hükmün sâdır
olduğu bir kaynak vardır, ki ö Yüce Allah'tır. Bir de hükmün bağlandığı yer
vardır, ki bu, mükelleflerden sâdır olan fiillerdir. Buna göre
"hüküm" mükelleflerin fiillerine bağlanan şer'î vasıftır.Usûlcüler,
hüküm kavramını açıklarken, birinci noktadan yani hükmün Allah'tan sâdır olduğu
ve O'nun fiilleri arasında bulunduğu noktasından hareket etmişlerdir. Bu yüzden
Allah Teâlâ'yı "el-Hâkim" vasfı ile zikretmişlerdir.Fakihîer ise,
ikinci noktayı yani hükmün bağlandığı mahal oİan mükelleflerin fiillerini esas
almışlardır. Çünkü onların gayesi, bu fiillerin, mükellef tarafından yapılıp
yapılmaması açısından Şariin takındığı tavıra göre kazandığı nitelikleri
açıklamaktır.Demek oluyor ki, hüküm kavramı usûlcüler ile fakihîer tarafından
farklı birer terim anlamını ifade etmek üzere kullanılmıştır.Biz bu iki
guruptan herbirinin kasdettiği terim anlamını açıklamaya geçmeden önce, şer'î
hükmün iki ana kısma ayrılışından söz edeceğiz. Sonra herbir kısmın usûlcüler
ve fakihîer nezdindeki tarifini vereceğiz.
Şer'î hüküm, başlıca
iki kısma ayrılır:
1- TekIîfî hüküm
2- Vad'î hüküm,
Usulcülere göre
"teklifi hüküm" : Şâri'in, mükelleften bir fiili yapmasını veya
yapmamasını istemesi yahut onu yapıp yapmama arasında serbest bırakmasıdır.
- Şâri'in, fiilin yapılmasını istemesi, kesin ve
bağlayıcı tarzda ise buna "îcâb" kesin ve bağiayıcı tarzda değil ise buna
"nedb" denir.
- Şâri'in, fiilin
yapılmamasını istemesi, kesin ve bağlayıcı tarzda ise buna "tahrîm"
', kesin ve bağlayıcı tarzda değil ise buna "kerâhe" denir.
- Şâri'in, mükellefi,
fiili yapıp yapmamakta serbest bırakmasına yani fiilin yapılması ile yapılmamasını
eşit tutmasına "ibâha" denir.
Mükellef, kendisine
Hz. Muhammed'in daveti ulaşmış, temyiz kudretini haiz ve buluğ çağına ermiş
kişidir.
Bu hükme teklifi hüküm
denmesinin sebebi, bir fiilin yapılıp yapılmaması hakkında yükümlülük getirmiş
olmasıdır.
Usûlcülere göre
"vad'î hüküm" : Şâri'in, bir şeyi başka bir şey için sebep, şart veya
mani kılmasıdır.
Sâri', iki durum arasında
bir bağ kurarsa ve bu bağ bir durumun diğeri için sebep, şart veya mani teşkil
etmesi tarzında olursa buna vad'î hüküm denmektedir. Çünkü vad', burada ca'l anlamındadır. Sâri' bir durumu diğerine sebep,
şart veya mani kılmaktadır. Şayet Sâri' o duruma bu vasfı vermeseydi, bu durum
diğerinin sebebi, şartı veya mânü olamayacaktı.Gerek teklifi hükümdeki talep
veya muhayyer bırakma hususu, gerekse vad'î hükümdeki vasfın hangisi olduğu,
açık bir vasıta olmaksızın insanlar tarafından bilinemez, işte onları bu
bilgiye ulaştıracak, Şâri'in bir fiilin yapılıp yapılmaması karşısındaki
tavrını veya bazı durumlara bağladığı vasıfları gösterecek kılavuzlara (delil)
ihtiyaç bulunduğundan, Sâri', Kitab, Sünnet ve benzeri delillerle bu hususları
göstermiştir. O yüzden bunlara "edille-i şeriyye" denmiştir. Şimdi bu
noktayı bazı örmeklerle açıklayalım:- Yüce Allah, mükelleflerden, namaz
kılmalarını ve zekât vermelerini istemiş ve bu fiillerden herbirini onlara
vacip kılmıştır. Allah, bunu göstermek için ' "Namazı kılın, zekâtı
verin [2]buyurmuştur.
İşte namaz ve zekâtın ifa edilmesinin istenmesi ve bunların vacip kılınması
"teklifi" bir hükümdür. Bu nass da, bize bu hükmü bildiren delildir.
- Yine Allah Teâlâ,
mükelleflerden zina etmemelerini istemiş ve bu fiili onlara haram kılmıştır. Bu
isteğin yani haram kılma iradesinin, delil olmaksızın insanlar tarafından
bilinmesi mümkün olmadığından, Yüce Allah bu hükmü bildirmek üzere "Zinaya yaklaşmayın; çünkü o açık bir kötülüktür;
kötü bir yol[3] âyetini indirmiştir. İşte
zinanın haram kılınması, "teklifi" bir hüküm; bu nass da o hükmü
gösteren delildir.
- Cenâb-ı Allah, hacc için ihrama giren
mükelleflerin ihramdan çıktıktan sonra avlanmalarına müsaade etmiş, bu fiili
mubah kılmıştır. Mubah kıldığını bildirmek üzere de, "İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz [4]âyetini
indirmiştir. İşte ihramdan sonra avlanmanın mubah kılınması
"teklifi" bir hüküm, bu nass da o hükmü gösteren delildir.İlâhî
irade, "dülûk"u yani güneşin
gökyüzünün ortasından batı yönüne eğilmesini namazın vacip oluşu ve mükellefin
bunu eda ile borçlu olması için "sebeb" kılmıştır. İnsanlara bu hususu
bildirmek 'Güneşin (batıya doğru)
dönmesinden gecenin karanlığı bastmncaya kadar (belli vakitlerde) namaz
kıl"[5]
âyetini yollamıştır. İşte "dülûk"un namazın vacip oluşuna sebep
kılınması bir vad'î hüküm; belirtilen âyet de bunu gösteren delildir.
- Yine ilâhî irade ramazan hilâlinin
görülmesini, mükelleflere orucun vacip oluşu için, şevval hilâlinin görülmesini
ise sadaka-i fıtırın vûcubu için sebep kılmıştır. Yüce Allah, bu iradeyi
mükelleflere Peygamberinin diliyle bildirmiştir. Nitekim Hz. Peygamber: 'Hilâli
görünce oruca başlayın, hilâli görünce bayram ya-pm [6]buyurmuştur.
İşte "rü'yet"in ramazan orucunun vacip oluş sebebi kılınması bir
vad'î hükümdür. Zikredilen hadis de bu hükmü gösteren delildir.
- Allah Teâlâ,
temizliği namazın geçerliliği için "şart" kılmış ve bu hususu
bildirmek üzere onun elçisi Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah, temizlik
olmaksızın namazı kabul etmez.' [7]Temizliğin
namazın şartı kılınması bir vad'î hüküm, mezkûr hadis de bu hükmü gösteren
delildir.
- Öldürme fiilini,
Cenâb-ı Hak mirasçıhk için bir mani kılmıştır. Bu hükmü insanlara bildirmek
üzere onun Rasûlü "Katil mirasçı
olamaz" buyurmuştur.[8] işte
öldürmenin mirasçilığıa mani kılınması vad'î bir hükümdür. Hadis de, bu hükmü
gösteren delildir.Kısaca, usulcülerin, teklifi hüküm ve vad'î hüküm terimleri
ile kasdettikleri bunlardır.
Fakihlerin terminolojisinde teklifi ve vad'î hükmün ifade ettiği anlamı ise şimdi açıklayacağız.
Fakîhlere göre "teklifi hüküm": Mükelleflerden sâdır olan fiillere, Şârî'in yapılmasını veya yapılmamasını istemiş, yahut yapıp yapmamada serbest bırakmış olmasına göre bağlanan şer'î vâsıftır.
Fakîhlere göre "vad'î hüküm": Şâri'in iradesine binaen, bir şeyin başka bir şey için sebep, şart veya mâni teşkil etmesidir."Hüküm" teriminin ifade ettiği anlam açısından usulcülere göre, talep, muhayyer bırakma veya (sebep, şart, mani) kılmanın bizzat "kendisi" hükümdür. Fakîhlere göre ise, hüküm, talep muhayyer bırakma veya (sebeb-şart, mani) kılmanın "somıcu"dur. Bazı örneklerle açıklayacak olursak:
-"Ey iman edenler! Akidlerifn gereğini)yerinege-tiriniz"[1]âyetinde gösterildiği üzere, akidlere vefanın vacip kılınması (icâb), usulcülere göre hükümdür. Fakîhlere göre ise hüküm, bu îcâb ile sabit olan sonuçtur ki, o da akidlere vefanın vacip olması (vücûb)dur. Zira vücûb, mükellefe ait fiile bağlanan bir vasıftır. Buna göre: Akidlere vefa vaciptir, denir.
- "Zinaya yaklaşmayın" âyetinin gösterdiği üzere, zinanın haram kılınması (tahrîm), usulcülere göre hükümdür. Fakihlere göre ise, hüküm, bu tahrim ile sabit olan sonuç, yani zinanın haram oluşu (hurmet)dur. Çünkü, hürmet, mükellefe ait fiile bağlanan bir vasıftır. Buna göre: Zina etmek haramdır, denir.
- Dülûk'un (güneşin batıya eğilmesinin) namazın vücubuna sebep kılınması usulcülere göre hükümdür. Fakihlere göre ise, hüküm, bu sebeb kılmanın sonucudur, yani dülûk'un namazın vücubuna sebep oluşudur.
- Temizliğin (taharetin) namazın geçerliliği için şart kılınması usulcülere göre hükümdür. Fakîhlere göre ise, bu şart kılmanın sonucu hüküm olarak anılır, ki bu sonuç namazın geçerliliği için temizliğin şart oluşudur...
Teklifi hüküm ve vad'î hükümün tariflerinden, aralarında iki yönlü fark bulunduğu anlaşılmaktadır:
Birincisi: Teklîfî hüküm denince hatıra, mükelleften bir fiili yapması veya yapmamasının istenmesi yahut yapıp yapmamakta serbest bırakılması gelmelidir. Vad'î hükümde ise böyle bir talep veya muhayyer bırakma Teklîfî hüküm ile yapılması veya yapılmaması istenen yahut muhayyer bırakılan fiil, muhakkak sözkonusu olmayıp, bir şeyin başka bir şey için sebep, şart veya mani teşkil ettiği açıklanmaktadır.
İkincisi: mükellefin gücü dahilindedir. Yani o fiili yapmaya veya yapmamaya muktedirdir. Namaz kılma, zekât verme, avianma gibi. Çünkü bu konuda İslâm hukukunda benimsenen prensip şudur: "Güç yetirilemeyecek durumlarda mükellefiyet yüklenmez; muhayyer bırakma da ancak güç yetirilebilecek iki şey arasında olabilir. Fakat vad'î hüküm ile, sebep, şart veya mani olduğu bilirlenen durum, mükellefin gücü dahilinde olabileceği gibi, onun gücü haricinde de olabilir. Bunu birkaç örnek ile açıklayalım:
- Mükellefin gücü dahilindeki "sebeb"e örnek: Hırsızlık. Sâri' Teâlâ,"Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının yaptıklarına karşılık Allah bir ceza olarak ellerini kesin'[2] âyeti ile, hırsızlık fiilini hırsızın elinin kesilmesi için sebep kılmıştır. Hırsızlık fiili, mükellefin gücü dahilinde bir iştir. Onu yapıp yapmamak kendi elindedir.
- Mükellefin gücü dahilinde olmayan "sebeb"e örnek: Güneşin batıya eğilmesi (dülûk). Cenâb-ı Allah, âyeti ile güneşin batıya doğru eğilmesini namazın vacip oluşu ve mükellefin onu edâ borcu altına girmesi için sebep kılmıştır. Halbuki güneşin hareketi mükellifin gücü dahilinde değildir.
- Mükellefin gücü dahilindeki "şart"a örnek: Taharet (temizlik). Hz. Peygamber'in "Allah, temizlik olmaksızın namazı kabul etmez" hadisinden anlaşıldığı üzere, Sâri' temizliği namazın geçerliliği için şart kılmıştır. Temizlik, mükellefin gücü dahilinde bir iştir. Nikâh akdinde iki şahit bulundurulması da böyledir. Çünkü Hz. Peygamber'in,"Şahitsiz nikâh (geçerli) olmaz[3]hadisine binaen şahitlerin bulunması nikâh akdinin geçerliliği için şarttır ve şahit bulundurma, mükellefin güç yetirebileceği bir iştir.
- Mükellefin gücü dahilinde olmayan "şart"a örnek: Buluğa ermek. Çocuk üzerindeki nefis ile ilgili (mâlî olmayan) velayetin sona ermesi için buluğa ermek şart kılınmıştır. Buluğa erme olayı mükellefin elinde olan bir şey değildir. Rüşd de böyledir. Zira rüşd, bazı hukuki işlemlerin -kimsenin izin veya İcazetine gerek olmaksızın- derhal yürürlük ifade edebilmesi için şart kılınmıştır; oysa rüşd kimsenin gücü dahilinde değildir.
- Mükellefin gücü dahilindeki "mâni"ye örnek: Mirasçının, murisini Öldürmesi. Sâri' Teâlâ, mirasçının, murisini öldürmesini mirasçıhğa mani kılmıştır ve öldürme fiili, mükellefin gücü dahilinde bir iştir.
- Mükellefin gücü dahilinde olmayan "mâni"ye örnek: Babalık vasfı. Zira Sâri', -fakihlerin çoğunluğuna göre[4] babalık vasfını, çocuğunu kasden öldüren babaya kısas cezasının uygulanması hususunda bir mâni kılmıştır. Babalık vasfının oluşumu ise mükellefin gücü dahilinde değildir. Kadınlardaki aybaşı ve lohusalık halleri de böyledir. Sâri' bu halleri namazın vacip olması hususunda birer mâni kılmıştır ve bu durumlar kişinin gücü dahilinde değildir.Teklifi hüküm ile vad'î hüküm arasındaki farka dair açıklamalarımızdan, bu iki çeşit hükmün bîr tek nassda birleşemeyeceği sonucu çıkarılmamalıdır. Bu iki çeşit hüküm bazen bir tek nassda birleşir, bazen birleşmez.Meselâ şu nasslarda iki hüküm bir arada bulunmaktadır:
- Bu âyette hem hırsızlık suçun cezası olan el kesme hükmü (teklifi hüküm), hem de hırsızlık fiilinin bu cezanın sebebi kılınması (vad'î hüküm) yer almıştır.
— Bu âyette hem İhramdan çıktıktan sonra avlanmanın mubah-lığı hükmü (teklifi hüküm) hem de ihramdan çıkmanın avlanmanın mubah sayılmasına, sebep kılındığı (vad'î hüküm) birlikte bildirilmiştir.
_ Bu âyette de namazın vacip olduğu hükmü (teklifi hüküm) ile güneşin batıya eğilmesinin namazın vücubuna sebep kılındığı (vad'î hüküm) birarada gösterilmiştir.
-Bu hadis, hem ramazan orucunun vacip olduğu ve şevvalin başında sadaka-i fitırın vücubu hükümlerini (teklifi hüküm) hem de hilâlin görülmesinin bu vücubun sebebi kılındığını (vad'î hüküm) ihtiva etmektedir.İki hükmün aynı nassda birlikte bulunmayışına örnek verecek olursak:Bu âyetlerin her birinde sadece teklifi hüküm yer almıştır: Birinci âyette namaz ve zekâtın vücubu, ikinci âyette ise akidlere vefanın vücubu hükümleri.Buhadislerden her birinde ise sadece vad'î hüküm yer almıştır: Birinci hadiste temizliğin namazın geçerliliği için şart olduğu, ikinci hadiste öldürme fiilînin mirasçılığa mani olduğu (mirastan mahrumiyeti gerektirdiği) hükümleri.
[1] el-Mâide5/I.
[2] el-Mâide 5/38.
[3] Aynı anlamda bkz. Buharı, Şehâdâl, 8.
[4] Bu görüşte olanlar. Hanefîler, Şâfiiler ve Hanbelîlerdİr. Mâlİkîler bu görüşe karşı çıkmışlar ve babalık vasfının kısas cezasının uygulanmasına engel olamayacağını savunmuşlardır. Konunun önemine binaen, burada her iki tarafın delillerine ve üstün bulduğum görüşe İşaret edeceğim: Cumhur (çoğunluk) görüşünü şu iki gerekçeye dayandırmakladır:
I- Hz. Peygamber (s.a.v)"babaya, çocuğuna karşılık kısas uygulanmaz" buyurmuştur. (Tirmizı. Diyât, 9). Hadisle geçen kısa., demektir. Şu halde hadis, sözkonusu mesele hakkında açık bir ifade taşımaktadır. Mâlikîler şu iki âyeti delil göstermişlerdir:
1-"Ey İman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı." (el-Bakara 2/178). Âyet, öldürülenler arasında ayırım gözetmeksizin bütün (kasdî) ölürülenler hakkındadır.
2-"Orada (Tevrat'ta) onlar hakkında şöyle yazdık: Cana can..." (el-Mâide 5/45) Âyette geçen (can, kişi) kelimesi, öldürenin baba olup olmaması arasında bir ayırım olmaksızın herkesi kapsamaktadır. Hernekadar bu ifade, adam öldürme suçunun Tevrat'taki hükmünü haber verme şeklinde sevkedilmiş ise de, Yüce Allah bu hükmü ikrar etmiş ve olumsuz tarzda zikretmiştir. O halde müslümanlar hakkında da şer'î hüküm sayılır.
Tercihe şayan olan, Mâlikilerİn görüşüdür. Çünkü cumhurun dayandığı hadisi, hadis mütehassısları zayıf bulmuşlardır. Şu halde Malikîlerin dayandığı Kur'ân'ın umûm ifadelerini tahsis etmek şöyle dursun, bu hadis istidlale elverişli sayılmaz. Öte yandan, babanın yok edilmesini gerektiren sebep kendi fiilidir, yoksa onun oğlu değildir. Öyleyse, "baba çocuğunun varlık sebebidir, o yüzden çocuk babasmınjyok edilmesi için sebep kılınamaz" denmesi doğru değildir.
[1] Yazar konuya çok kısa değindiği için, sadece Mutezile
ve Cumhurdan sözetmiştir. Bu konuda, Mâturidîlerİn, hükmün bilinmesinde aklın
rolü açısından Mutezile gibi, bu bilgiye bağlayıcı tarzda hüküm bina edilip
edilemeyeceği açısından ise Eş'arîler gibi düşündüğüne dikkat edilmelidir.
Ayrıca bu konudaki görüş farklılıklarının fıkıh usulü açısından pratik sonuçlan
ile ilgili bazı tesbitler için bkz. Devâlibî, el-Medhal ilâ ılm usûli'1-fikh,
Beyrut, 1965, s. 166-173. Huşun ve kubuh nazariyesi hakkında, belirtilen esere
ve şu kaynaklara bakılabilir: Gazzalî, Mustasfâ, Mısır, 1324 H., I, 55 vd.; îbn
Abdişşekûr, Müsellemü's-sûbût, Mısır, 1324 H., I, 25 vd.; Şevkânî,
İrşâdü'l-fuhûl, Mısır, 1937, s. 7-9. (mütercim)
[2] el- Bakara 2/43.
[3] ei-İsrâ1 17/32.
[4] el-Mâide 5/2.
[5] el-İsrâ' 17/78.
[6] Nesâî, Sıyâm, 8.
[7] Nesâî, Zekât,
48; İbn.Mâce, Taharet, 2.
[8] bkz. dipnot 16
ve 85.