11-KULLANILDIĞI MANA BAKIMINDAN LÂFIZ
MANAYA DELÂLETİNİN AÇIKLIĞI VE KAPALILIĞI BAKIMINDAN LÂFIZ
§: 273- Hanefîlere Göre Açıklık
Bakımından Lâfzın Nevileri
§: 274- "Zâhir"in Tarifi ve Örnekleri:
§: 276- "Nass"ın Tarifi ve Örnekleri:
§: 278- "Müfesser"in Tarifi ve Örnekleri:
§: 280- "Muhkem"in Tarifi ve Örnekleri:
§: 282- Zahirin Nass İle Tearuzu:
§: 283- Nassın Müfesser İle Tearuzu:
§: 284- Muhkemin Nass İle Tearuzu:
§: 285- Hanelilerin Dışındakilere Göre Açıklık Bakımından Lâfzın Nevileri:
Konulduğu manada
kullanılıp kullanılmaması açısından lâfız dört kısımdır, Şimdi
1- Hakikat
2- Mecaz
3- Sari
4- Kinaye
bunları kısaca
açıklayalım:
"Hakikat" konulduğu
manada kullanılan lâfız demektir. Bazen lüğavî, bazen
şer'î, bazen ise örfî olur.Lügavi hakikat , dilde
hangi mana için vaz'edilmiş ise o manada kullanılan
lâfız demektir. Meselâ, (güneş), (ay) ve
(yıldız) lâfızları, bilinen manalar için konmuştur. Bu manalarda kullanılırsa, lüğavi hakikat olur.Şer'î hakikat Şâri'in
kasdettiği manada kullanılan lâfızdır. Meselâ, (namaz), (hac), (zekât), (evlenme), (muhalâa sözleşmesi) gibi lâfızlar, Şari'jn
belirli bir takım manaları kasdetmek üzere koyduğu
lâfızlardır. Bunların bu manalarda kullanılması, şer'i hakikat adını alır.Örfî
hakikat örfte kendisiyle hangi mana kasdediliyor ise
o manada kullanılan lâfız demektir. Meselâ,
(otomobil) ve (dört ayaklı
hayvan) lâfızlarını örf-i âmm için, herbir ilim dalının uzmanlarınca kullanılan terimleri de
örf-i hâss için örnek göstermek mümkündür: Arap
dilcilerinin kullandığı (merfiıluk) ve (mensuptuk), mantıkçıların kullandığı (had) ve
(mahiyet), hukukçuların kullandığı (zamanaşımı) ve (fesih) lâfızları
gibi.Hakikatin hükmü, vaz'edildiği mananın sabit
olması ve bu manaya hükmün bağlanmasıdır. Diğer bir hükmü de mecaza tercih
edilmesidir. Yani lâfzın hakikate hamledilmesi mümkün oldukça, hüküm lâfzın
hakikat manasına bağlanır, mecaz manasına bağlanmaz. Meselâ bir kimse "Ahmed'in çocuğu' lehine vasiyette bulunsa, vasiyet hükmü Ahmed'in çocuğu lehine sabit olur. Şayet Ahmed'in çocuğunun da çocuğu varsa, o bu vasiyette hak
sahibi olamaz; çünkü "çocuk" lâfzı, kişinin kendi çocuğu için hakikat
manasında, çocuğunun çocuğu için ise mecaz man.tındadır.
"Mecaz" hakikî manasının kasdcdilmediğini
gösteren bir "alâka" veya "kârîne"den ötürü konulduğu
manadan başka bir manada kullanıldığına hükmedilen lâfızdır."Alâka"
lâfzı duyan kişinin zihninde, lâfzın hakiki manası ile kullanıldığı mana
arasında kurulan bağlantı demektir. Alâkanın birçok çeşidi vardır. Bunlardan
biri "benzerlik"tir. Meselâ "aslan
Mehmet" dendiğinde kasdedilen mecazi mana yani
cesurluk vasfı bakımından, aslan lâfzının hakikî manası ile kullanıldığı mana
arasında bir benzerlik ilişkisi vardır. Eğer mecazdaki aîâka
"benzerlik" ise buna "istiare" , (benzer- -likten başkası ise buna "mecaz-ı mürsel"
adı verilir. Benzerlik dışındaki alâka
çeşitlerine örnek olarak "cüzîlik-küllîlik" ilişkisi zikredilebilir.
Meselâ Kur'ân'daki boyun (köle) azadı" [2]ifadesinde,
kölenin bir cüzü boyun) zikredilip köle kasdedilmiş, "parmaklarını kulaklarına tıkarlar" [3]ifadesinde
ise parmaklar zikredilip parmak uçları kasdedilmiştir."Karine"ise
lâfzın hakiki manasında kullanılmadığını göstermeye elverişli belirti
demektir. Karine, duyu organlarıyla elde edilen bilgiye (hissî), lâfzı
çevreleyen şartlara (hâlî, âdı) veya şer'î esaslara (serî) dayalı olabilir.
Meselâ "Bu ağaçtan yedim" denince, o ağacın değil meyvesinin yendiği
anlaşılır.Mecazın hükmü şudur: Hakikî manaya göre anlama imkânı bulunduğu
sürece mecazî manaya göre yorum yapılamaz; "Kelâmda aslolan
manayı hakikîdir.[4]Hakikî manaya göre anlamayı
engelleyen bir alaka veya karine varsa, o zaman bu yönde yorum yapmak ve lâfıza mecazî mananın hükmü bağlamak gerekir: "Kelâmın
i'mali ihmalinden evlâdır", "manayı hakikî müteazzir oldukta mecaza gidilir" [5]
Sarih" ister hakikat ister mecaz anlamında çok
kullanılmasından ötürü kendisi ile kasdedilen mana
açıkça anlaşılan lâfızdır. "Sattım" ifadesi birinci, 'köye (köy
sakinlerine) sor[6]ifadesi ikinci şekle örnek
gösterilebilir.
Sarihin hükmü,
söyleyenin niyetine bakılmaksızın gereğinin sabit olmasıdır. Meselâ,akdin
taraflarından birinin "sattım" diğerinin "aldım" demesi
halinde onların ne kasdettikierini ayrıca incelemeye
gerek olmaksızın satım sözleşmesinin meydana geldiğine hükmedilir.
Kinaye kendisi ile kasdedilen mana hemen zihne gelivermeyen ve kapalı kalan
lâfızdır. Meselâ erkeğin, karısına dilediğin yere git" sözü ile talak
(boşama) manası veya başka mana kasdetmiş olması
mümkündür.Kinayenin hükmü, gereğinin ancak niyete veya halin delâletine göre
sabit olmasıdır.
Lâfız, manaya
delâletinin açıklığı ve kapalılığı bakımından iki guruptur:
Birinci Gurup:
Manaya delâleti açık lâfız Bu guruba
giren lâfızlarda, kasdedilen mananın anlaşılması
için bir açıklamaya veya harici karineye ihtiyaç duyulmaz.
İkinci Gurup:
Manaya delâleti kapalı lâfız Bu guruba
giren lâfızlarda, kasdedilen mananın anlaşılması
için, bir açıklamaya veya haricî karineye ihtiyaç duyulur.Gerek delâleti açık
lâfızlar gerekse delâleti kapalı lâfızlar, açıklık ve kapalılık bakımından
farklı derecelerde bulunur.İşte bundan dolayı Hanefî bilginler, birinci gurup
lâfızları açıklık derecesi bakımından:
1- Zahir, 2- Nass, 3- Müfesser,
4- Muhkem nevilerine, ikinci gurup
lâfızları da kapalılık derecesi bakımından:
1- Hafî, 2- Müşkil, 3- Mücmel, 3-
Müteşâbih nevilerine ayırmışlardır.
Mâliki ve Şâfıî bazı usûlcüler ise, lâfızları açıklık
bakımından 1- Zahir,
2- Nass, kapalılık bakımından da 1- Mücmel, 2- Müteşâbih şeklinde ikişer nevi olarak ele almışlardır.
Şimdi her iki gurup
usulcünün, terminolojisine göre, lâfızların nevilerini açıklayacağız:
a) Tarifi,
b) Örnekleri,
c) Hükmü.
"Zahir"
manasının anlaşılması için haricî bir karineye ihtiyaç duyurma-yacak şekilde bu manaya açık olarak delâlet eden, fakat te'vil ve tahsis ihtimaline açık bulunan ve kendisinden
çıkarılan hüküm sözün asıl sevk sebebi olmayan lâfızd
Rıbâ (toz) yiyenler, (kabirlerinden) tıpkı şeytan
çarpmış kimselerin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların "aliş-veriş de ribâ gibidir"
demelerinden ötürüdür. Oysa Allah ahş-verişi helâl, ribâyı haram kılmıştır. [7]
âyetinde geçen (helâl kıldı) kelimesi
alım satımın helâl kılındığını ve (haram
kıldı) kelimesi ribânın haram kılındığını haricî bir
karineye ihtiyaç duyur-mayacak ölçüde açık bir tarzda
göstermektedir. Şu var ki, âyetin asıl sevk sebebi bu iki manadan hiçbiri
değildir. Âyetin şevkine esas olan mana alım-satım ile riba
arasındaki farklılığı vurgulamak, bunların aynı şeyler olmadğını
açıklamaktır. Çünkü "ahş-verişde
ribâ gibidir.'' diyerek bu iki muameleyi eşit sayan
müşriklerin görüşünü reddetmek üzere nazil olmuştur. Açıktır ki, ikisinin
hükmünün farklı olması, bunların eşit olmadığı sonucuna götürür.Başka bir
örnek:"Şayet yetimler hakkında adaleti yerine getirememekten endişe
ediyorsanız (sınırsız evlilik yapıp kadınlara haksızlık etmiş olmaktan da
sakının ve) size helâl olanlardan ikişer, üçer, dörder kadınla evlenin. Bu
durumda adaleti gerçekleştiremeyeceğinizden endişe ederseniz bir kadınla
evlenin. [8]âyeti,
haricî karineye ihtiyaç duyurmayacak açıklıkta evlenmenin caiz olduğuna delâlet
etmektedir. Esasen bu nass ile hedeflenen mana, bu
hükmün bildirilmesi değildir. Nassın asıl sevk
sebebi, evlenilebilecek kadınların azamî sayısının açıklanmasıdır. Bu da,
birden fazla evliliğin haksızlığa yol açacağı endişesinin bulunmadığı haller
için dört, aksi takdirde bir olarak gösterilmiştir. Zira bazı müfessirlerin
belirttiği üzere bu âyet, diledikleri sayıda kadını nikâhları altında tutup
onlara âdil davranıp davranmama hususunda hiçbir endişe taşımadıklar; halde,
kendi vesayetleri altında bulunan yetimlerin mallarını yemiş olma durumuna
düşmenin kaygı ve endişesinden ötürü onlara vasî olmanın sıkıntısını çeken
kişiler hakkında nazil olmuştur. İşte Yüce Allah onlara hitaben şöyle buyurmuş
oluyordu: Madem yetimlere haksızlık etmekten korktuğunuz için onlar üzerindeki
vesayetten sıkıntı duyuyorsunuz, o halde kadınlar arasında adaletsiz
davranmaktan da çekinin ve sayıyı dört ile sınırlı tutun; şayet haksızlık etme
endişesi varsa bir tane ile yetinin. Zira bir günahı işlemekten huzursuz olan
kimse, o günahın benzerini işliyorsa o davranıştan gerçek manada huzursuzluk
hissetmiyor demektir.O halde âyetin asıl belirtmek istediği husus, eşler
arasında adaletsiz davranma endişesinin bulunmaması halinde ençok
dört kadınla aksi takdirde sadece bir kadınla evlenme müsaadesinin verildiğinin
bildirilmesİdİr. Evlenmenin caiz olduğu hükmü ise,
âyetin asıl kasdedilen hükmü bildirilirken tali bir
anlam olarak zikredilmiş olmaktadır.
Zahirin hükmü şudur:
Aksine delil bulunmadıkça, lâfızdan çıkan zahir manaya göre amel etmek gerekir.
Çünkü aslolan, lâfzın, zahir bir mana taşıması
halinde, öyle anlaşılmasını gerektiren bir delil bulunmadıkça o zahir mananın
dışına çekilememesidir. Şayet zahir, âmm bir lâfız
ise umûmu üzere bırakılması gerekir. Tahsise delâlet eden bir delil
bulunmadıkça, hükmü bazı fertleri ile sımrlandıralamaz.
Şayet mutlak bir lâfız ise, ıtlakı üzere bırakılması
gerekir. Bir delil bulunmadıkça takyîd edilemez. Eğer
hâss bir lâfız ise, hangi manayı ifade etmek üzere
konmuşsa o mananın kasdedildiğine hükmetmek gerekir.
O yönde deli! bulunmadıkça, bununla başka mecazî bir anlamın kasdedildiğine hükmolunamaz.
a) Tarifi,
b) Örnekleri,
c) Hükmü.
"Nass" manasına
açık bir şekilde delâlet eden ve kendisinden çıkarılan hüküm sözün asıl sevk
sebebini teşkil eden, bununla beraber te'vil ve
tahsîs ihtimaline açık bulunan iâfızdır.Meselâ,
yukarıda zikredilen âyetteki ifadesi alım-satım ile ribânın
farklı muameleler olduğuna açık şekilde delâlet etmektedir ve sözün asıl sevk
sebebi de bu hükmü bildirmektir. Bununla beraber, ifade te'vil
ve tahsise kapalı değildir.Yine, yukarıda zikri geçen Yüce Allah'ın,sözü, zevce
sayısının dört veya bir şeklinde sınırlandırılması gerektiğini açıkça
göstermektedir. Sözün asıl sevk sebebi budur.
Nassın hükmü, zahirin hükmü gibidir. Bu da, (delil
bulunduğunda) açıkça anlaşılan manasından çıkarılıp te'vil
edilebilmesidir. Fakat nassın te'vil
edilebilme ihtimali zahire göre daha azdır.
a) Tarifi,
b) Örnekleri,
c) Hükmü.
"Müfesser" hükme
açık bir şekilde delâlet eden, te'vil ve tahsîs
ihtimaline kapalı bulunan" lâfızdır. Şu halde bu lâfız, açıklık bakımından
zahir ve nassdan daha kuvvetlidir. Çünkü onlarda te'vil ve tahsîs ihtimali vardır."Namuslu kadınlara
zina isnadında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört
şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun [9]
âyeti, kâzife seksen değnek vurulması gerektiğine, te'vil ve tahsise ihtimal vermeyecek açıklıkta ve kesin bir
şekilde delâlet etmektedir. Zira (seksen) kelimesi, sayıdır. Sayı ise, eksiklik
ve fazlalık ihtimaline kapalıdır."Mücmel" (sözün sahibi tarafından
açıklanmaya muhtaç) iken, bir başka nass ile açıklığa
kavuşturulan ve mücmelliği giderilen lâfız da müfesser
nevine girer. Namaz, oruç, zekât vb. kendine ait sözlük manaları olup da Şâri'in özel birer mana için kullandığı, Kur'ân-i Kerîm'de tafsilâtı verilmeden mücmel olarak
zikredilen ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in kavlî veya
fiilî Sünneti ile tam olarak açıklığa kavuşturulan lâfızlar böyledir.
Müfesserin hükmü şudur: Kesin olarak delâlet ettiği manaya uygun
şekilde amel etmek gerekir. Te'vile ve başka bir
şekilde anlaşılmaya müsait değildir. Neshi kabil amelî hükümlerden olması
halinde delâlet ettiği hüküm nesih ihtimaline açık olmakla beraber, te'vil ve tahsisi kabul etmez. Fakat bu nesih ihtimali de Hz. Peygamber (s.a.v)'in hayatta bulunduğu süre ile
sınırlıdır. Rasülûllah'ın vefatından somaki dönemler
bakımından ise, Kur'ân ve Sünnet'teki bütün nasslar (nesih konusunda) "muhkem" hükmündedir,
nesih ve iptali kabul etmez. Çünkü Kitâb veya
Sünnet'in neshi ancak Kitâb ve Sünnet nassı ile olabilir. Oysa Hz.
Peygamber'in vefatından sonra Kitâb nazil olması veya
yeni bir Sünnet'in meydana gelmesi sözkonusu olamaz.
a) Tarifi,
b) Örnekleri,
c) Hükmü.
"Muhkem"hükme delâleti açık; te'vil,
tahsîs ve Hz. Peygamber'in hayatında dahi- neshe
ihtimali olmayan lâfızdır.Yüce Allah'tan başka tanrı olmadığına, O'nun
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret
gününe iman gibi dini ayakta tutan temel hükümlere veya adalet ve ahde vefa
gibi fazilet prensiplerine delâlet eden yahut süreklilik ve kesintisiz
devamlılık ifade eden nasslar böyledir. Süreklilik ve
devamlılık ifade eden nasslara şunlar örnek
gösterilebilir:
-Yüce Allah şöyle
buyurur: Allah 'm Rasûlünü üzmeniz ve kendisinden
sonra hanımları ile evlenmeniz asla caiz değildir, [10]
-Hz.
Peygamber (s.a.v)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: Cihad,
Allah'ın beni (Peygamber olarak) yolladığı zamandan, son (nesil) ümmetimin Deccâl ile savaşacağı vakte kadar geçerlidir. Hiçbir
zâlimin zulmü ve hiçbir âdilin adaleti cihad hükmünü
iptal edemez. [11]
Muhkemin hükmü, kesin
olarak delâlet ettiği manaya uygun amel etmenin gerekliliğidir. Zahirinden
anlaşılan mananın başka bir manaya çekilebİlme
ihtimali bulunmadığı gibi, nesih ve iptal ihtimaline de kapalıdır.
Yukarıda verilen
bilgilerden anlaşılmış olmaktadır ki, zahir, nass, müfesser ve muhkemden herbiri
hükme kat'î bir şekilde delâlet eder. Şu kadar var
ki, müfesser ve muhkemin kat'îliği,
asla başka ihtimalin bulunmadığı anlamındadır, o yüzden bunlar tahsîs ve te'vîl ihtimaline kapalıdır. Zahir ve nassın
kat'îliği ise delile dayalı ihtimalin bulunmadığı
anlamındadır. Başka bir anlatımla, zahir ve nassda
ihtimal mevcuttur, fakat bu ihtimali gösteren delil yoktur. ,0 yüzden bunların herbiri tahsîs ve te'vil kabul
eder.Bu dört nevi, açıklık ve delâlet gücü bakımından sıralanacak olursa,
bunların en güçlüsü muhkem, sonra müfesser, sonra nass, sonra zahirdir.
Bu farklılığın etkisi,
tearuz halinde kendini gösterir. Meselâ, zahir, nass
ile tearuz ederse nass tecih
edilir. Nass müfesser ile
tearuz ederse müfesser üstün tutulur. Müfesser, muhkem ile tearuz ederse, tercih edilecek olan
muhkemdir.
Zahirin nas üe tearuzu için şu iki âyet
örnek gösterilebilir;Birinci âyet, kendinden bir önceki âyette zikredilen
"muharramât" dışında kalan kadınlarla
evlenmenin caiz olduğunu göstermektedir. Buna göre bir erkeğin dörtten fazla
kadını nikâhı altında tutması mümkündür.İkinci âyet ise, dörtten fazla kadınla
evlenmenin haram olduğunu göstermektedir.Birinci âyetin dörtten fazla kadınla
evlenmenin caiz olduğuna delâleti zahir kabilindendir. Çünkü o, bu hükmü ifade
etmek üzere sevkolunmamıştır. Bu âyetteki esas
maksat, bir Önceki âyette zikredilen muharramât
dışında kalan kadınlarla evlenmenin caiz olduğunu bildirmektir.İkinci âyetin
dörtten fazla kadınla evlenmenin yasak oluşuna delâletine gelince, bu, nass kabilindendir. Çünkü âyet, esasen bu hükmü ifade etmek
üzere sevkolunmuştur.O halde ikinci âyetin bildirdiği
hüküm birinci âyetten anlaşılan hükme tercih edilecektir. İşte bu sebeple, bir
erkeğin dörtten fazla kadını nikâhı altında tutması şer'ân
caiz görülmemiştir.
Nassm müfesser ile tearuzuna
örnek: Hz. Ayşe (r.a)'dan rivayet edildiğine göre
Fatma binti Ebî Hubeyş Hz. Peygamber (s.a.v)'e
gelerek şu soruyu sormuştur: "Ben temizlik devresi olmaksızın (sürekli) istihâza (hastalık kanı) gören bir kadınım. Namazı tamamen terketmem mi gerekir?" Hz.
Peygamber ona, sadece âdet günlerinde namaz kılmamasını sonra gusletmesini ve abdest alıp -bulunduğu yere kan damlamakta bile olsa-
namazını kılmasını emretmiştir. Fakat hadisin abdest
ile ilgili kısmı şu iki şekilde rivayet edilmiştir:
1- Her namaz için abdest
al."
2- "Her namaz vakti için abdest al.[12]
Birinci rivayete göre hadis, müstehâzanın (hastalık
kanı gören kadının) her namaz için abdest alması
gerektiğine delâlet etmektedir. O halde bir abdest
ile, aynı vakit içinde bile olsa, birden fazla namaz kılması geçerli
olmaz.İkinci rivayete göre ise hadis, müstehâzanın,
her namaz için değil her namaz vakti için abdest
alması gerektiğini göstermektedir. Buna göre, bir abdest
ile, namaz vakti devam
ettiği sürece İster
farz ister nafile dilediği kadar namaz kılabilir. Vakit çıkmadıkça müstehâzanın abdesti (kan
görmekten ötürü) bozulmaz.Birinci rivayete göre hadis, nasstır.
Te'vil ihtimaline açıktır. Çünkü Hz.
Peygamber'in ifadesi ile,vakit" lâfzı muzaf
takdir edilerek- "her namaz vakti için abdest
al" manasının kasdedildiği sonucuna
varılabilir.İkinci rivayete göre ise hadis, müfesserdir.
Te'vil ihtimaline kapalıdır.Tearuz halinde müfesser nassa tercih edilir.
Onun için, Hanefî fıkhında müstehâzanın her farz
namaz vakti için bir abdest alması gerektiği ve bu abdest ile vakit çıkmadıkça dilediği kadar farz ve nafile
namaz kılabileceği hükmü kabul edilmiştir. Vakit sona erip yeni vakit
girdiğinde ise abdesti bozulmuş sayılacak ve yeniden abdest alması gerekecektir.Müfesserin
muhkem ile tearuzuna gelince, -bazı dikkatli müelliflerin de işaret ettiği
üzere- nasslarda bu durum için sahih bir örneğe raslanmamaktadır,
Muhkemin nass ile tearuzu için şu iki âyet örnek
gösterilebilir:Birinci âyet, kendinden bir önceki âyette zikredilen "muharramât" dışındaki kadınlarla evlenmenin caiz
olduğunu göstermektedir, ki Hz. Peygamber (s.a.v)'in
vefatından sonra onun zevceleri ile evlenmenin caiz oluşu da bu kapsama dahil
bulunmaktadır. Ayet bu hükme "nass"
şeklinde delâlet etmektedir.İkinci âyet Hz.
Peygamber'in vefatından sonra onun hanımlarından herhangibiri
ile evlenmenin haram olduğunu göstermektedir. Âyet bu hüküm bakımından
"muhkem"dir, nesih ve iptal ihtimaline kapalıdır.Şu halde ikinci
âyetin birinciye tercih edilmesi ve amelde ikinci âyetin esas alınması gerekir.
Daha önce Mâliki ve
Şafiî bazı usufcülerin lâfızları açıklık bakımından
1- Zahir
2-Nass
şeklinde ikiye ayırdıkların belirtmiştik. Bunlardan herbiri, Hanefîlerin bu terimlerle kasdettiğinden
farklı manalara sahiptir.Hanefîlerin dışındakilere göre:
1 - Zahir,
manasına zannî olarak delâlet eden, başka bir deyişle
o manada anlaşılması tercihe sâyân görülen lâfızdır. Bu delâlet, ister ânımın
bütün fertlerine delâlet etmesi durumunda olduğu gibi lâfzın vaz'ından, isterse "salât"
lâfzının dinen belirli s« ve
davranışları ifade etmesinde olduğu gibi örften kaynaklanmış olsun. Şayet
lâfız, tercih şayan olan manasına delâlet eder halde kalırsa buna
"zahir" denir; fakat bir delile dayanılarak bu zahir anlamından
çıkarılıp ona göre daha zayıf bir anlamda anlaşılırsa buna "müevvel" adı
verilir.
2- Nass, manasına kat'î olarak
delâlet eden ve asla başka ihtimale açık bulunmayan lâfız demektir. Muhammed,
Ali ve İbrahim gibi özel isimler, beş ve on gibi sayı isimleri böyledir. O halde
Hanefîlerin dışındakilere göre nass, Hanefîlerin
terminolojisindeki müfesser gibidir.Hanefîlerin
terminolojisinde lâfzın nev'ilerinden biri olarak yer
alan müfesser ise, diğer usulcüler nazdinde-Hanefîlerde olduğu gibi bir terim şeklinde yaygın
kullanıma sahip olmamıştır. Bunlardan bir kısmı müfesserİ,
tefsîre ihtiyacı bulunmayan lâfız ve tefsîre muhtaç olup da hakkında tefsir vârid olmuş lâfız anlamında kullanmışlardır.
Muhkeme gelince,
Hanefîlerin dışındakilere göre bu, ister zannî ister kat'î olarak manasına açık bir şekilde delâlet eden lâfız
demektir. Şu halde,, hem zahiri hem nassı kapsamına
almaktadır, bu husustaki ihtilâf, ciddi bir fikir ayrılığı olmayıp sırf terim
ayrılığından ibarettir. Pratik açıdan herhangibir
sonucu da yoktur.Yukarıda sözünü ettiğimiz bazı nev'iler
-kî bunlar Hanefîlere göre zahir ve nass, diğerlerine
göre sadece zahirdir- te'vil ihtimaline açık
olduğundan ve te'vilin nasslardan
hüküm istinbatında ve müctehidlerin
bu istinbattaki ihtilâflarında önemli bir etkisi
bulunduğundan, te'viî konusunda biraz açıklama
yapmayı uygun görüyoruz.
[1] Yazar, "lâfzın tabi tutulduğu ayırımlar"
başlığında "kullanıldığı mana bakımından lâfız" ayınmana
işaret etmekle birlikte, bu konunun esasen "Beyân İlmi" diye bilinen
özel bir disiplinin konusu olduğunu belirterek, bu ayırımı ele almayacağını
ifade etmiştir. Biz usûl eserlerinde genellikle yer alışını dikkate alarak bu
ayırım aitma giren terimleri kısaca açıklamayı
faydalı bulduk. Tarafımızdan yapılan bu ilâvede, daha çok Abdülkerim Zeydan'ın el-Vecîz fî Usûli'l-Fıkıh
(Bağdat, 1967, s. 269-274) isimli kitabını gözönünde
tuttuk, (mütercim)
[2] (N
[3] (Bakara. 2/19)
[4] (Mecelle, madde: 12).
[5] (Mecelle, madde:60-61)
[6] " (Yusuf, 12/82).
[7] el-Bakara 2/275.
[8] en-Nisâ' 4/2.
[9] en-Nûr 24/4.
[10] el-Ahzâb 33/53.
[11] Ebu Davud,
Cihad, 35.
[12] bkz. Buharî, Vudû', 63; Müslim, Hayd, 62, 63; Ebu Davud, Taharet, 11; Tirmizî.
Taharet, 93; Ahmed b. Hanbel.
VI. 6. 42. 82. 83. 204, 262.