11-KULLANILDIĞI MANA BAKIMINDAN LÂFIZ 1

I- HAKİKAT.. 1

2- MECAZ. 2

3- SARÎH.. 3

4- KİNAYE.. 3

MANAYA DELÂLETİNİN AÇIKLIĞI VE KAPALILIĞI BAKIMINDAN LÂFIZ  3

§: 273- Hanefîlere Göre Açıklık  Bakımından Lâfzın Nevileri 3

1- ZAHİR.. 4

§: 274- "Zâhir"in Tarifi ve Örnekleri: 4

§: 275- Zahirin Hükmü: 5

2-NASS. 5

§: 276- "Nass"ın Tarifi ve Örnekleri: 5

§: 277- Nassın Hükmü: 5

3- MÜFESSER.. 6

§: 278- "Müfesser"in Tarifi ve Örnekleri: 6

§: 279- Müfesserin Hükmü: 6

4- MUHKEM... 6

§: 280- "Muhkem"in Tarifi ve Örnekleri: 7

§: 281- Muhkemin Hükmü: 7

§: 282- Zahirin Nass İle Tearuzu: 7

§: 283- Nassın Müfesser İle Tearuzu: 8

§: 284- Muhkemin Nass İle Tearuzu: 8

§: 285- Hanelilerin Dışındakilere Göre Açıklık  Bakımından Lâfzın Nevileri: 9

 

11-KULLANILDIĞI MANA BAKIMINDAN LÂFIZ [1]

 

Konulduğu manada kullanılıp kullanılmaması açısından lâfız dört kısımdır, Şimdi

1- Hakikat

2- Mecaz

 3- Sari

4- Kinaye

bunları kısaca açıklayalım:

 

I- HAKİKAT

 

"Hakikat" konulduğu manada kullanılan lâfız demektir. Bazen lüğavî, bazen şer'î, bazen ise örfî olur.Lügavi hakikat , dilde hangi mana için vaz'edilmiş ise o manada kullanılan lâfız demektir. Meselâ,  (güneş), (ay) ve (yıldız) lâfızları, bilinen manalar için konmuştur. Bu manalarda kullanılırsa, lüğavi hakikat olur.Şer'î hakikat Şâri'in kasdettiği manada kullanılan lâfızdır. Meselâ,  (namaz), (hac), (zekât), (evlenme), (muhalâa sözleşmesi) gibi lâfızlar, Şari'jn belirli bir takım manaları kasdetmek üzere koyduğu lâfızlardır. Bunların bu manalarda kullanılması, şer'i hakikat adını alır.Örfî hakikat örfte kendisiyle hangi mana kasdediliyor ise o manada kullanılan lâfız demektir. Meselâ,  (otomobil) ve  (dört ayaklı hayvan) lâfız­larını örf-i âmm için, herbir ilim dalının uzmanlarınca kullanılan terimleri de örf-i hâss için örnek göstermek mümkündür: Arap dilcilerinin kullandığı  (merfiıluk) ve  (mensuptuk), mantıkçıların kullandığı (had) ve  (mahiyet), hukukçuların kullan­dığı  (zamanaşımı) ve (fesih) lâfızları gibi.Hakikatin hükmü, vaz'edildiği mananın sabit olması ve bu manaya hükmün bağlanmasıdır. Diğer bir hükmü de mecaza tercih edilmesidir. Yani lâfzın hakikate hamledilmesi mümkün oldukça, hüküm lâfzın hakikat manasına bağlanır, mecaz manasına bağlanmaz. Meselâ bir kimse "Ahmed'in çocuğu' lehine vasiyette bulunsa, vasiyet hükmü Ahmed'in çocuğu lehine sabit olur. Şayet Ahmed'in çocuğunun da çocuğu varsa, o bu vasiyette hak sahibi olamaz; çünkü "çocuk" lâfzı, kişinin kendi çocuğu için hakikat manasında, çocuğunun çocuğu için ise mecaz man.tındadır.

 

2- MECAZ

 

"Mecaz"  hakikî manasının kasdcdilmediğini gösteren bir "alâka" veya "kârîne"den ötürü konulduğu manadan başka bir manada kullanıldığına hükmedilen lâfızdır."Alâka" lâfzı duyan kişinin zihninde, lâfzın hakiki manası ile kullanıldığı mana arasında kurulan bağlantı demektir. Alâkanın birçok çeşidi vardır. Bunlardan biri "benzerlik"tir. Meselâ "aslan Mehmet" dendiğinde kasdedilen mecazi mana yani cesurluk vasfı bakımından, aslan lâfzının hakikî manası ile kullanıldığı mana arasında bir benzerlik ilişkisi vardır. Eğer mecazdaki aîâka "benzerlik" ise buna "istiare" , (benzer- -likten başkası ise buna "mecaz-ı mürsel"  adı verilir. Benzerlik dışındaki alâka çeşitlerine örnek olarak "cüzîlik-küllîlik" ilişkisi zikredilebilir. Meselâ Kur'ân'daki boyun (köle) azadı" [2]ifadesinde, kölenin bir cüzü boyun) zikredilip köle kasdedilmiş,  "parmaklarını kulaklarına tıkarlar" [3]ifadesinde ise parmaklar  zikredilip parmak uçları kasdedilmiştir."Karine"ise lâfzın hakiki manasında kullanılmadığını göstermeye elveriş­li belirti demektir. Karine, duyu organlarıyla elde edilen bilgiye (hissî), lâfzı çevreleyen şartlara (hâlî, âdı) veya şer'î esaslara (serî) dayalı olabilir. Meselâ "Bu ağaçtan yedim" denince, o ağacın değil meyvesinin yendiği anlaşılır.Mecazın hükmü şudur: Hakikî manaya göre anlama imkânı bulunduğu sürece mecazî manaya göre yorum yapılamaz; "Kelâmda aslolan manayı hakikîdir.[4]Hakikî manaya göre anlamayı engelleyen bir alaka veya karine varsa, o zaman bu yönde yorum yapmak ve lâfıza mecazî mananın hükmü bağlamak gerekir: "Kelâmın i'mali ihmalinden evlâdır", "manayı hakikî müteazzir oldukta mecaza gidilir" [5]

 

3- SARÎH

 

Sarih"  ister hakikat ister mecaz anlamında çok kullanılmasından ötürü kendisi ile kasdedilen mana açıkça anlaşılan lâfızdır. "Sattım" ifadesi birinci, 'köye (köy sakinlerine) sor[6]ifadesi ikinci şekle örnek gösterilebilir.

Sarihin hükmü, söyleyenin niyetine bakılmaksızın gereğinin sabit olmasıdır. Meselâ,akdin taraflarından birinin "sattım" diğerinin "aldım" demesi halinde onların ne kasdettikierini ayrıca incelemeye gerek olmaksızın satım sözleşmesinin meydana geldiğine hükmedilir.

 

4- KİNAYE

 

Kinaye kendisi ile kasdedilen mana hemen zihne gelivermeyen ve kapalı kalan lâfızdır. Meselâ erkeğin, karısına dilediğin yere git" sözü ile talak (boşama) manası veya başka mana kasdetmiş olması mümkündür.Kinayenin hükmü, gereğinin ancak niyete veya halin delâletine göre sabit olmasıdır.

 

MANAYA DELÂLETİNİN AÇIKLIĞI VE KAPALILIĞI BAKIMINDAN LÂFIZ

 

Lâfız, manaya delâletinin açıklığı ve kapalılığı bakımından iki guruptur:

Birinci Gurup: Manaya delâleti açık lâfız  Bu guruba giren lâfız­larda, kasdedilen mananın anlaşılması için bir açıklamaya veya harici karineye ihtiyaç duyulmaz.

İkinci Gurup: Manaya delâleti kapalı lâfız  Bu guruba giren lâfızlarda, kasdedilen mananın anlaşılması için, bir açıklamaya veya haricî karineye ihtiyaç duyulur.Gerek delâleti açık lâfızlar gerekse delâleti kapalı lâfızlar, açıklık ve kapalılık bakımından farklı derecelerde bulunur.İşte bundan dolayı Hanefî bilginler, birinci gurup lâfızları açıklık derecesi bakımından:

1- Zahir, 2- Nass, 3- Müfesser, 4- Muhkem nevilerine, ikinci gurup lâfızları da kapalılık derecesi bakımından:   1- Hafî, 2- Müşkil,  3- Mücmel,  3- Müteşâbih nevilerine ayırmışlardır. Mâliki ve Şâfıî bazı usûlcüler ise, lâfızları açıklık bakımından 1- Zahir,

2- Nass, kapalılık bakımından da 1- Mücmel, 2- Müteşâbih şeklinde ikişer nevi olarak ele almışlardır.

Şimdi her iki gurup usulcünün, terminolojisine göre, lâfızların nevilerini açıklayacağız:

 

§: 273- Hanefîlere Göre Açıklık  Bakımından Lâfzın Nevileri

 

1- ZAHİR

 

a)  Tarifi,

b)  Örnekleri,

c)  Hükmü.

 

§: 274- "Zâhir"in Tarifi ve Örnekleri:

 

"Zahir" manasının anlaşılması için haricî bir karineye ihtiyaç duyurma-yacak şekilde bu manaya açık olarak delâlet eden, fakat te'vil ve tahsis ihtimaline açık bulunan ve kendisinden çıkarılan hüküm sözün asıl sevk sebebi olmayan lâfızd Rıbâ (toz) yiyenler, (kabirle­rinden) tıpkı şeytan çarpmış kimselerin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların "aliş-veriş de ribâ gibidir" demelerinden ötürüdür. Oysa Allah ahş-verişi helâl, ribâyı haram kılmıştır. [7] âyetinde geçen  (helâl kıldı) kelimesi alım satımın helâl kılındığını ve  (haram kıldı) kelimesi ribânın haram kılındığını haricî bir karineye ihtiyaç duyur-mayacak ölçüde açık bir tarzda göstermektedir. Şu var ki, âyetin asıl sevk sebebi bu iki manadan hiçbiri değildir. Âyetin şevkine esas olan mana alım-satım ile riba arasındaki farklılığı vurgulamak, bunların aynı şeyler olmadğını açıklamaktır. Çünkü "ahş-verişde ribâ gibidir.'' diyerek bu iki muameleyi eşit sayan müşriklerin görüşünü reddetmek üzere nazil olmuştur. Açıktır ki, ikisinin hükmünün farklı olması, bunların eşit olmadığı sonucuna götürür.Başka bir örnek:"Şayet yetimler hakkında adaleti yerine geti­rememekten endişe ediyorsanız (sınırsız evlilik yapıp kadınlara haksızlık etmiş olmaktan da sakının ve) size helâl olanlardan ikişer, üçer, dörder kadınla evlenin. Bu durumda adaleti gerçekleştiremeyeceğinizden endişe ederseniz bir kadınla evlenin. [8]âyeti, haricî karineye ihtiyaç duyurmayacak açıklıkta evlenmenin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Esasen bu nass ile hedeflenen mana, bu hükmün bildirilmesi değildir. Nassın asıl sevk sebebi, evlenilebilecek kadınların azamî sayısının açıklanmasıdır. Bu da, birden fazla evliliğin haksızlığa yol açacağı endişesinin bulunmadığı haller için dört, aksi takdirde bir olarak gösterilmiştir. Zira bazı müfessirlerin belirttiği üzere bu âyet, diledikleri sayıda kadını nikâhları altında tutup onlara âdil davranıp davranmama hususunda hiçbir endişe taşımadıklar; halde, kendi vesayetleri altında bulunan yetimlerin mallarını yemiş olma durumuna düşmenin kaygı ve endişesinden ötürü onlara vasî olmanın sıkıntısını çeken kişiler hakkında nazil olmuştur. İşte Yüce Allah onlara hitaben şöyle buyurmuş oluyordu: Madem yetimlere haksızlık etmekten korktuğunuz için onlar üzerindeki vesayetten sıkıntı duyuyorsunuz, o halde kadınlar arasında adaletsiz davranmaktan da çekinin ve sayıyı dört ile sınırlı tutun; şayet haksızlık etme endişesi varsa bir tane ile yetinin. Zira bir günahı işlemekten huzursuz olan kimse, o günahın benzerini işliyorsa o davranıştan gerçek manada huzursuzluk hissetmiyor demektir.O halde âyetin asıl belirtmek istediği husus, eşler arasında adaletsiz davranma endişesinin bulunmaması halinde ençok dört kadınla aksi takdirde sadece bir kadınla evlenme müsaadesinin verildiğinin bildirilmesİdİr. Evlenmenin caiz olduğu hükmü ise, âyetin asıl kasdedilen hükmü bildirilirken tali bir anlam olarak zikredilmiş olmaktadır.

 

§: 275- Zahirin Hükmü:

 

Zahirin hükmü şudur: Aksine delil bulunmadıkça, lâfızdan çıkan zahir manaya göre amel etmek gerekir. Çünkü aslolan, lâfzın, zahir bir mana taşıması halinde, öyle anlaşılmasını gerektiren bir delil bulunmadıkça o zahir mananın dışına çekilememesidir. Şayet zahir, âmm bir lâfız ise umûmu üzere bırakılması gerekir. Tahsise delâlet eden bir delil bulunmadıkça, hükmü bazı fertleri ile sımrlandıralamaz. Şayet mutlak bir lâfız ise, ıtlakı üzere bırakılması gerekir. Bir delil bulunmadıkça takyîd edilemez. Eğer hâss bir lâfız ise, hangi manayı ifade etmek üzere konmuşsa o mananın kasdedildiğine hükmetmek gerekir. O yönde deli! bulunmadıkça, bununla başka mecazî bir anlamın kasdedildiğine hükmolunamaz.

 

2-NASS

 

a)  Tarifi,

b)  Örnekleri,

c)  Hükmü.

 

§: 276- "Nass"ın Tarifi ve Örnekleri:

 

"Nass"  manasına açık bir şekilde delâlet eden ve kendisinden çıkarılan hüküm sözün asıl sevk sebebini teşkil eden, bununla beraber te'vil ve tahsîs ihtimaline açık bulunan iâfızdır.Meselâ, yukarıda zikredilen âyetteki ifadesi alım-satım ile ribânın farklı muameleler olduğuna açık şekilde delâlet etmektedir ve sözün asıl sevk sebebi de bu hükmü bildirmektir. Bununla beraber, ifade te'vil ve tahsise kapalı değildir.Yine, yukarıda zikri geçen Yüce Allah'ın,sözü, zevce sayısının dört veya bir şeklinde sınırlandı­rılması gerektiğini açıkça göstermektedir. Sözün asıl sevk sebebi budur.

 

§: 277- Nassın Hükmü:

 

Nassın hükmü, zahirin hükmü gibidir. Bu da, (delil bulunduğunda) açıkça anlaşılan manasından çıkarılıp te'vil edilebilmesidir. Fakat nassın te'vil edilebilme ihtimali zahire göre daha azdır.

 

3- MÜFESSER

 

a) Tarifi,

b)  Örnekleri,

c)  Hükmü.

 

§: 278- "Müfesser"in Tarifi ve Örnekleri:

 

"Müfesser"  hükme açık bir şekilde delâlet eden, te'vil ve tahsîs ihtimaline kapalı bulunan" lâfızdır. Şu halde bu lâfız, açıklık bakımından zahir ve nassdan daha kuvvetlidir. Çünkü onlarda te'vil ve tahsîs ihtimali vardır."Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun [9] âyeti, kâzife seksen değnek vurulması gerektiğine, te'vil ve tahsise ihtimal vermeyecek açıklıkta ve kesin bir şekilde delâlet etmektedir. Zira (seksen) kelimesi, sayıdır. Sayı ise, eksiklik ve fazlalık ihtimaline kapalıdır."Mücmel" (sözün sahibi tarafından açıklanmaya muhtaç) iken, bir başka nass ile açıklığa kavuşturulan ve mücmelliği giderilen lâfız da müfesser nevine girer. Namaz, oruç, zekât vb. kendine ait sözlük manaları olup da Şâri'in özel birer mana için kullandığı, Kur'ân-i Kerîm'de tafsilâtı verilmeden mücmel olarak zikredilen ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in kavlî veya fiilî Sünneti ile tam olarak açıklığa kavuşturulan lâfızlar böyledir.

 

§: 279- Müfesserin Hükmü:

 

Müfesserin hükmü şudur: Kesin olarak delâlet ettiği manaya uygun şekilde amel etmek gerekir. Te'vile ve başka bir şekilde anlaşılmaya müsait değildir. Neshi kabil amelî hükümlerden olması halinde delâlet ettiği hüküm nesih ihtimaline açık olmakla beraber, te'vil ve tahsisi kabul etmez. Fakat bu nesih ihtimali de Hz. Peygamber (s.a.v)'in hayatta bulunduğu süre ile sınırlıdır. Rasülûllah'ın vefatından somaki dönemler bakımından ise, Kur'ân ve Sünnet'teki bütün nasslar (nesih konusunda) "muhkem" hükmündedir, nesih ve iptali kabul etmez. Çünkü Kitâb veya Sünnet'in neshi ancak Kitâb ve Sünnet nassı ile olabilir. Oysa Hz. Peygamber'in vefatından sonra Kitâb nazil olması veya yeni bir Sünnet'in meydana gelmesi sözkonusu olamaz.

 

4- MUHKEM

 

a)  Tarifi,

b)  Örnekleri,

c)  Hükmü.

 

§: 280- "Muhkem"in Tarifi ve Örnekleri:

 

"Muhkem"hükme delâleti açık; te'vil, tahsîs ve Hz. Peygamber'in hayatında dahi- neshe ihtimali olmayan lâfızdır.Yüce Allah'tan başka tanrı olmadığına, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe iman gibi dini ayakta tutan temel hükümlere veya adalet ve ahde vefa gibi fazilet prensiplerine delâlet eden yahut süreklilik ve kesintisiz devamlılık ifade eden nasslar böyledir. Süreklilik ve devamlılık ifade eden nasslara şunlar örnek gösterilebilir:

-Yüce Allah şöyle buyurur: Allah 'm Rasûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra hanımları ile evlenmeniz asla caiz değildir, [10]

-Hz. Peygamber (s.a.v)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: Cihad, Allah'ın beni (Peygamber olarak) yolladığı zamandan, son (nesil) ümmetimin Deccâl ile savaşacağı vakte kadar geçerlidir. Hiçbir zâlimin zulmü ve hiçbir âdilin adaleti cihad hükmünü iptal edemez. [11]

 

§: 281- Muhkemin Hükmü:

 

Muhkemin hükmü, kesin olarak delâlet ettiği manaya uygun amel etmenin gerekliliğidir. Zahirinden anlaşılan mananın başka bir manaya çekilebİlme ihtimali bulunmadığı gibi, nesih ve iptal ihtimaline de kapalıdır.

Yukarıda verilen bilgilerden anlaşılmış olmaktadır ki, zahir, nass, müfesser ve muhkemden herbiri hükme kat'î bir şekilde delâlet eder. Şu kadar var ki, müfesser ve muhkemin kat'îliği, asla başka ihtimalin bulunmadığı anlamındadır, o yüzden bunlar tahsîs ve te'vîl ihtimaline kapalıdır. Zahir ve nassın kat'îliği ise delile dayalı ihtimalin bulunmadığı anlamındadır. Başka bir anlatımla, zahir ve nassda ihtimal mevcuttur, fakat bu ihtimali gösteren delil yoktur. ,0 yüzden bunların herbiri tahsîs ve te'vil kabul eder.Bu dört nevi, açıklık ve delâlet gücü bakımından sıralanacak olursa, bunların en güçlüsü muhkem, sonra müfesser, sonra nass, sonra zahirdir.

Bu farklılığın etkisi, tearuz halinde kendini gösterir. Meselâ, zahir, nass ile tearuz ederse nass tecih edilir. Nass müfesser ile tearuz ederse müfesser üstün tutulur. Müfesser, muhkem ile tearuz ederse, tercih edilecek olan muhkemdir.

 

§: 282- Zahirin Nass İle Tearuzu:

 

Zahirin nas üe tearuzu için şu iki âyet örnek gösterilebilir;Birinci âyet, kendinden bir önceki âyette zikredilen "muharramât" dışında kalan kadınlarla evlenmenin caiz olduğunu göstermektedir. Buna göre bir erkeğin dörtten fazla kadını nikâhı altında tutması mümkündür.İkinci âyet ise, dörtten fazla kadınla evlenmenin haram olduğunu göstermektedir.Birinci âyetin dörtten fazla kadınla evlenmenin caiz olduğuna delâleti zahir kabilindendir. Çünkü o, bu hükmü ifade etmek üzere sevkolunmamıştır. Bu âyetteki esas maksat, bir Önceki âyette zikredilen muharramât dışında kalan kadınlarla evlenmenin caiz olduğunu bildirmektir.İkinci âyetin dörtten fazla kadınla evlenmenin yasak oluşuna delâletine gelince, bu, nass kabilindendir. Çünkü âyet, esasen bu hükmü ifade etmek üzere sevkolunmuştur.O halde ikinci âyetin bildirdiği hüküm birinci âyetten anlaşılan hükme tercih edilecektir. İşte bu sebeple, bir erkeğin dörtten fazla kadını nikâhı altında tutması şer'ân caiz görülmemiştir.

 

§: 283- Nassın Müfesser İle Tearuzu:

 

Nassm müfesser ile tearuzuna örnek: Hz. Ayşe (r.a)'dan rivayet edildiğine göre Fatma binti Ebî Hubeyş Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelerek şu soruyu sormuştur: "Ben temizlik devresi olmaksızın (sürekli) istihâza (hastalık kanı) gören bir kadınım. Namazı tamamen terketmem mi gerekir?" Hz. Peygamber ona, sadece âdet günlerinde namaz kılmamasını sonra gusletmesini ve abdest alıp -bulunduğu yere kan damlamakta bile olsa- namazını kılmasını emretmiştir. Fakat hadisin abdest ile ilgili kısmı şu iki şekilde rivayet edilmiştir:

1-  Her namaz için abdest al."

2-  "Her namaz vakti için abdest al.[12] Birinci rivayete göre hadis, müstehâzanın (hastalık kanı gören kadının) her namaz için abdest alması gerektiğine delâlet etmektedir. O halde bir abdest ile, aynı vakit içinde bile olsa, birden fazla namaz kılması geçerli olmaz.İkinci rivayete göre ise hadis, müstehâzanın, her namaz için değil her namaz vakti için abdest alması gerektiğini göstermektedir. Buna göre, bir abdest ile, namaz vakti devam

ettiği sürece İster farz ister nafile dilediği kadar namaz kılabilir. Vakit çıkmadıkça müstehâzanın abdesti (kan görmekten ötürü) bozulmaz.Birinci rivayete göre hadis, nasstır. Te'vil ihtimaline açıktır. Çünkü Hz. Peygamber'in ifadesi ile,vakit" lâfzı muzaf takdir edilerek- "her namaz vakti için abdest al" manasının kasdedildiği sonucuna varılabilir.İkinci rivayete göre ise hadis, müfesserdir. Te'vil ihtimaline kapalıdır.Tearuz halinde müfesser nassa tercih edilir. Onun için, Hanefî fıkhında müstehâzanın her farz namaz vakti için bir abdest alması gerektiği ve bu abdest ile vakit çıkmadıkça dilediği kadar farz ve nafile namaz kılabileceği hükmü kabul edilmiştir. Vakit sona erip yeni vakit girdiğinde ise abdesti bozulmuş sayılacak ve yeniden abdest alması gerekecektir.Müfesserin muhkem ile tearuzuna gelince, -bazı dikkatli müelliflerin de işaret ettiği üzere- nasslarda bu durum için sahih bir örneğe raslanmamaktadır,

 

§: 284- Muhkemin Nass İle Tearuzu:

 

Muhkemin nass ile tearuzu için şu iki âyet örnek gösterilebilir:Birinci âyet, kendinden bir önceki âyette zikredilen "muharramât" dışındaki kadınlarla evlenmenin caiz olduğunu göstermektedir, ki Hz. Peygamber (s.a.v)'in vefatından sonra onun zevceleri ile evlenmenin caiz oluşu da bu kapsama dahil bulunmaktadır. Ayet bu hükme "nass" şeklinde delâlet etmektedir.İkinci âyet Hz. Peygamber'in vefatından sonra onun hanımlarından herhangibiri ile evlenmenin haram olduğunu göstermektedir. Âyet bu hüküm bakımından "muhkem"dir, nesih ve iptal ihtimaline kapalıdır.Şu halde ikinci âyetin birinciye tercih edilmesi ve amelde ikinci âyetin esas alınması gerekir.

 

§: 285- Hanelilerin Dışındakilere Göre Açıklık  Bakımından Lâfzın Nevileri:

 

Daha önce Mâliki ve Şafiî bazı usufcülerin lâfızları açıklık bakımından

1- Zahir

2-Nass şeklinde ikiye ayırdıkların belirtmiştik. Bunlardan herbiri, Hanefîlerin bu terimlerle kasdettiğinden farklı manalara sahiptir.Hanefîlerin dışındakilere göre:

1 - Zahir, manasına zannî olarak delâlet eden, başka bir deyişle o manada anlaşılması tercihe sâyân görülen lâfızdır. Bu delâlet, ister ânımın bütün fertlerine delâlet etmesi durumunda olduğu gibi lâfzın vaz'ından, isterse "salât"  lâfzının dinen belirli s« ve davranışları ifade etmesinde olduğu gibi örften kaynaklanmış olsun. Şayet lâfız, tercih şayan olan manasına delâlet eder halde kalırsa buna "zahir" denir; fakat bir delile dayanılarak bu zahir anlamından çıkarılıp ona göre daha zayıf bir anlamda anlaşılırsa buna "müevvel"  adı verilir.

2- Nass, manasına kat'î olarak delâlet eden ve asla başka ihtimale açık bulunmayan lâfız demektir. Muhammed, Ali ve İbrahim gibi özel isimler, beş ve on gibi sayı isimleri böyledir. O halde Hanefîlerin dışındakilere göre nass, Hanefîlerin terminolojisindeki müfesser gibidir.Hanefîlerin terminolojisinde lâfzın nev'ilerinden biri olarak yer alan müfesser ise, diğer usulcüler nazdinde-Hanefîlerde olduğu gibi bir terim şeklinde yaygın kullanıma sahip olmamıştır. Bunlardan bir kısmı müfesserİ, tefsîre ihtiyacı bulunmayan lâfız ve tefsîre muhtaç olup da hakkında tefsir vârid olmuş lâfız anlamında kullanmışlardır.

Muhkeme gelince, Hanefîlerin dışındakilere göre bu, ister zannî ister kat'î olarak manasına açık bir şekilde delâlet eden lâfız demektir. Şu halde,, hem zahiri hem nassı kapsamına almaktadır, bu husustaki ihtilâf, ciddi bir fikir ayrılığı olmayıp sırf terim ayrılığından ibarettir. Pratik açıdan herhangibir sonucu da yoktur.Yukarıda sözünü ettiğimiz bazı nev'iler -kî bunlar Hanefîlere göre zahir ve nass, diğerlerine göre sadece zahirdir- te'vil ihtimaline açık olduğundan ve te'vilin nasslardan hüküm istinbatında ve müctehidlerin bu istinbattaki ihtilâflarında önemli bir etkisi bulunduğundan, te'viî konusunda biraz açıklama yapmayı uygun görüyoruz.

 



[1] Yazar, "lâfzın tabi tutulduğu ayırımlar" başlığında "kullanıldığı mana bakımından lâfız" ayınmana işaret etmekle birlikte, bu konunun esasen "Beyân İlmi" diye bilinen özel bir disiplinin konusu olduğunu belirterek, bu ayırımı ele almayacağını ifade etmiştir. Biz usûl eserlerinde genellikle yer alışını dikkate alarak bu ayırım aitma giren terimleri kısaca açıklamayı faydalı bulduk. Tarafımızdan yapılan bu ilâvede, daha çok Abdülkerim Zeydan'ın el-Vecîz fî Usûli'l-Fıkıh (Bağdat, 1967, s. 269-274) isimli kitabını gözönünde tuttuk, (mütercim)

[2] (Nisa. 4/92

[3] (Bakara. 2/19)

 

[4] (Mecelle, madde: 12).

[5] (Mecelle, madde:60-61)

[6] " (Yusuf, 12/82).

[7] el-Bakara 2/275.

[8] en-Nisâ' 4/2.

[9] en-Nûr 24/4.

[10] el-Ahzâb 33/53.

[11] Ebu Davud, Cihad, 35.

[12] bkz.  Buharî, Vudû', 63; Müslim, Hayd, 62, 63; Ebu Davud, Taharet,  11; Tirmizî. Taharet, 93; Ahmed b. Hanbel. VI. 6. 42. 82. 83. 204, 262.