NESİH.. 1

§:324- "Nesh"in Tarifi: 1

§: 325- Neshin Hikmeti: 2

§: 326- Nesih İle Tahsis Arasındaki Fark: 4

§: 327- Neshin Konusu: 4

§: 328- Birbirini Neshedip Edemeyen Deliller: 5

§: 329- Neshi Bilme Yolları: 8

§: 330- Neshin Zamanı: 8

 

NESİH

 

a)  Tarifi,

b)  Hikmeti,

c)  Tahsis İle Arasmdaki Fark.

d) Konusu,

e) Birbirini Neshedip Edemeyen Deliller,

f)  Neshi Bilme Yollan,

g)  Neshin Zamanı.

 

§:324- "Nesh"in Tarifi:

 

Usûi terimi olarak, "nesh" şer'î bir hükmün, o hükmün delilinden sonra gelen şer'î bir delil ile kaldırılması demektir.Bir nass gelip uygulamaya konduktan sonra, o nassın kapsamına giren hükmü tamamen veya kısmen kaldıran başka bir nass gelirse, bu kaldırmaya nesih, ikinci nassa "nâsih" ve birinci nassa "mensûh" adı verilir.

Birinci duruma (küllî neshe) örnek:Bilindiği gibi, Önceleri Hz. Peygamber ve ashabı namaz kılarken Kudüs'teki Mescİd-i Aksa tarafına yöneliyorlardı. Sonra şu âyet ile Mescid-i Haram'a (Kâ'be'ye) yönelmeleri emrediidi: (Ey Muhammedi) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. Elbette seni, memnun olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-iHaram tarafına çevir. (Ey mü 'minler!) Siz dcncrcdc olursanız olun (namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin. [1] İşte bu, önceden uygulamaya konan bir hükmün tamamen kaldırılması, yâni neshidir.İkinci duruma (kısmî neshe) Örnek:Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin.[2] Bu âyetteki jjJJi (o kimseler ki) kelimesi âmmdır, gerek kocaya gerek başkalarına şamildir. Aynışekilde oLua^l (namuslu kadın­lar) kelimesi de âmmdır, gerek zevceyi gerekse başka kadınları kapsamına alır. O halde âyet, umûmu itibariyle, ister karısına isterse başka kadına iftirada bulunan herkesi kapsamaktadır.Daha sonra bu konuda başka bir nass gelmiştir. Şöy1e ki: Hilâl b. Ümeyye, karısına zina isnadında bulununca Hz. Peygamber ona: "Ya delil getirsin ya da sırtına iftira cezası uygulanır" buyurmuştu. Hilâl: Ya Rasûlellah! Birimiz karısını bir adamla fiilen ilişki halinde gördükten sonra artık delil arar mı? dedi. Hz. Peygamber hep "Ya delil getirirsin ya da sırtına iftira cezası uygulanır" diyordu. Hilâl şöyle dedi: Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a andolsun ki ben doğru söylüyorum ve inanıyorum ki Allah benim sırtımı cezadan kurtaracak vahyini mutlaka indirecektir." Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselâm şu âyeti getirdi:Kanlarına zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların herbirinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Aîlah adına yemin ederek şahitlik etmesi (şeklinde)dir. [3]Görüldüğü gibi bu âyet, birinci âyetteki umûmu neshetnıiş, onun hükmünü zevceden başka kadınlara yapılan zina isnadı ile sınırlandırmıştır. Halbuki bu âyetten önce birinci âyet zevcesine zina İsnadında bulunanlara da şamil bulunuyordu. Son âyet, zevcesine böyle isnadda bulunanlar için "liân" hükmünü getirmiştir.

 

§: 325- Neshin Hikmeti:           

 

Örneklerde de görüldüğü üzere, şer'î hükümlerde nesih fiilen vukubulmuştur. Bunun hikmeti, insanların mesâlihini (onlar için faydalı ve hayırlı olacak sonuçları)  gerçekleştirmektir, ki hükümlerin konmasındaki temel gaye de budur. İnsanların mesâlihi  ise, durumdan duruma ve zamandan zamana değişiklik gösterir. O halde bir maslahatın | gerçekleştirilmesi için bir hüküm konduktan sonra o maslahat ortadan kalkarsa, bu duruma ;j uygun düşen sonuç, o uğurda konmuş olan hükmün de nihayete ermesidir.Bu konuda bazı örnekler verecek olursak:

a) Rivayete göre bir bedevi topluluğu kurban bayramı günlerinde Medine'ye gelmişti. Bu insanlar yardım ve desteğe muhtaç kişilerdi. O yüzden Yüce Sâri', Peygamberinin diliyle kurban etlerinin ileride yenmek üzere saklanmasını yasakladı. Bu durum sona erip, daha sonra böyle muhtaç bir kafile gelmeyince, hüküm de değişti. Yasaklanmış olan iddihar (saklama) mubah kılındı. Bunu ifade etmek üzere Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyur­muştur:Kur­ban etlerini (ileride yemek üzere) saklamanızı, sadece, (o sırada) gelen kafileden ötürü yasaklamıştım. Artık yiyiniz ve saklayınız. [4]

b) Hikmet sahibi olan Sâri', şarabı ve diğer sarhoş edici maddelerin içilmesini yasakladı. Fakat bunları içme meyli insanların İçinden tamamen yok olup gitmemişti. O sırada bu nevi içkilerin özel kapları vardı. İşte Hz. Peygamber, kötü sonuca gidecek yolu kapatmak ve onları harama çekecek vasıtalardan uzaklaştırmak maksadıyla, bu kaplara mubah içeceklerin konmasını da yasakladı. Bilâhere bazı müslümanlann Hz. Peygamber'e bu yasağın kendilerine verdiği sıkıntıdan ötürü yakınmaları üzerine, o, bütün kapların kullanılmasına müsaade etti ve içki yasağını hatırlattı. Nitekim bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Daha önce içki kaplarına kon­muş (helâl olan) içecekleri yasaklamıştım. Esasen kap, bir şeyi ne helâl kılar ne de haram. Bundan böyle dilediğiniz kaptan içebilirsiniz. Ancak sarhoş edici şeyleri içmeyin. [5]Neshin hikmetlerinden biri de teşrîde tedrîcilik, meşakkat verecek yahut isteksizlikle karşılanacak hükümleri birdenbire koyup muhatapların şaşkınlığına yol açmamaktır. Tedricîliğin gereği, teklifi hükümlerin yavaş yavaş gelmesi ve muhatapların durumlarına uygun değişikliklere tabi tutulmasıdır. Ki böylece muhataplar, bu hükümleri canı gönülden kabule ve gereğince amel etmeye hazırlanmış olur.Bu nevi nesih için bazı örnekler:

a) Başlangıçta namaz, sabah ve akşam olmak üzere ikişer rekât şeklinde farz kılındı. Bu insanlar için bir kolaylıktı ve onların bu kolaylığa ihtiyacı vardı. Zira Hz. Peygamber'le beraberlikleri çok eski değildi. Sonra, namazın zevkini, namazda Allah'a sığınmanın verdiği hazzı henüz yeterince tatmış değillerdi. Bu ibadet gönüllerde yer tutunca, Allah onu, yüce hikmetinin gereği belirli vakitlerde ve rekâtlarda olmak üzere beş vakit halinde farz kıldı.

b)  Hz. Peygamber (s.a.y) Medine'ye hicret ettiğinde, Ehl-i Kitab -İsrailoğullarma gönderilen Peygamberlerden- namazda Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya yönelme hükmünü biliyorlardı. Yüce Allah Ehl-i Kitabın birdenbire önceki peygamberlerden bildiklerinin aksine bir uygulama ile kartlaşmalarını istemedi ve onların gönülleri meyletsin diye Hz. Peygamber'e de oraya yönelmesini emretti. Onlara,Hz. Muhammed (s.a.v)'in önceki peygamberlerden haberdar olmayan veya onlara muhalif bir kimse olmadığını, aksine onların getirdiklerini tasdik eden, onların çağırdığı hedefe çağıran, onların gösterdiği hakikat yolunu gösteren bir peygamber olduğunu açıkladı. Ki böylece, ona iman kalplerinde iyice yer etsin, ileride getireceği bütün hükümleri kabule hazır olsunlar; kıble. insanlar için konmuş ilk mabed olan ve Allah'ın insanlar için toplantı ve güven yeri kıldığı Mesctd-i Haram'a (Kâ'be'ye) çevrilince bir rahatsızlık duymasınlar. Bu anlamda olmak üzere Yüce Allah şöyle buyurur:"Biz Peygamber'e uyanı gerisin geriye dönenden ayırdedehm diyedir ki, eskiden yöneldiğin Kâ'be'yi kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. AHah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah insanlara şefkatli ve merhametlidir. (Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. Elbette seni memnun olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey mü'minler!) Siz de nerede olrusanız olun, (namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin. [6]

c) Başlangıçta, zina suçunun cezası, kadıniar için evlere kapatılma ve erkekler için sözlü eziyete maruz bırakılmaktan ibaretti. Ayette şöyle buyurulmuştur:"Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol gösterinceye kadar evlerde tutun. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa eziyet verin.' Eğer tevbe eder. uslanırlarsa artık onlardan (onlara eziyet vermekten) vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çok kabul edendir, çok esirgeyendir.[7]Daha sonra ise Allah Teâlâ bu suçun cezasını muhsan için fecm (taşlanarak öldürülme) ve muhsan olmayan için celd (sopa) şeklinde belirlemiştir. Celd hükmü Zina eden kadın ve zina eden erkeğin herbirine yüz değnek vurun [8] âyeti ile, recm hükmü ise kavli ve amelî Sünnet ile sabittir.

 

§: 326- Nesih İle Tahsis Arasındaki Fark:

 

Bazı durumlarda nesih tahsise benzeyebilir. Meselâ âmmın tahsisi ile âmmın bazı fertlerinin neshi (kısmî nesih) arasında benzerlik kurulabilir. Her ikisinde de hüküm âmmın bazı fertleri ile sınırlandırılmış olması itibariyle bunlar birbirine benzer. Fakat başka bir yönden farklılık gösterirler. Şöyle ki: Nesihte genel hüküm, başta bütün fertleri ile ilgilidir; sonra nâsih delilin gelmesiyle bazı fertlerine nisbetle bu hüküm ortadan kalkar ve âmmın hükmü diğer fertlerle sınırlı olmak üzere kalır: Tahsiste ise, hüküm baştan itibaren âmmın bir kısım fertleri ile ilgilidir, bütün fertleri ile ilgili değildir. O yüzden, tahsisi gösteren delilin, Hanefîlere göre amma mukarin ve mevsul (bitişik) olması, cumhura göre ânımın uygulanmasından önce gelmiş olması gerekir. Böylece âmm ile ilgili hükmün, geldiği vakitten itibaren veya uygulanmasından önce bazı fertleri ile sınırlı olduğu ortaya çıkmış olur. Buna karşılık neshi gösteren delilin, Hanefîlere göre âmmın gelişinden, cumhura göre âmmın uygulanmasından sonra gelmiş olması şarttır. Ki böylece nâsih, mensuhun bütün fertleri için önceden sabit olan hükmü bazı fertleri açısından kaldırmış olur.

 

§: 327- Neshin Konusu:

 

Neshin konusu şer'î hükümlerdir. Şu kadar var ki bütün şer'î hükümler neshe elverişli değildir, bunların bir kısmı neshi kabul eder, bir kısmı neshi kabul etmez.Neshi kabul etmeyen hükümler, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe İman gibi temel hükümler ve diğer iman ve ibadet esasslarıdır. Adalet, doğruluk, emanete riayet ana-babaya iyi davranma ve bunların zıttı olan sıfat ve davranışlar gibi, durumdan duruma, toplumdan topluma değişmeyen faziletler ve rezîletler ile ilgili hükümler de bu guruba girer.Aynı şekilde, Şâri'in ebedî olarak kalacağını bildirdiği fer'î hükümler de neshe elverişli olmayan hükümlerdendir. Meselâ Allah yolunda cihad hükmü dünya durdukça duracak ve değişmez bir hükümdür. Zira Hz. Peygamber şu hadisinde bu hususu açıkça ifade et­miştir: Cihad, Kıyamete kadar geçerlidir. [9]Hz. Peygam-ber'in ihtiyaca veya zarurete binaen bazı gazvelerde cevaz verdiği müt'a nikahın (geçici, süreyle sınırlı nikâh) haramlığı da böyledir. Çünkü Hz. Peygamber, Mekke fethinden sonra şu sözü ile bu hükmün ebedi olduğunu açıkça belirtmiştir:"Ey insanlar! Daha önce size muta yoluyla kadınlarla birlikte olma konusunda izm vermiştim. Biliniz ki Allah bunu Kıyamete kadar haram kılmıştır. Kimin yanında bu yolla tuttuğu kadın varsa onu bıraksın. Verdiğiniz bedelden hiçbir şeyi gen almayın.[10]İşaret edilenlerin dışında kalanlar, yani Şâri'in ebedî olarak kalacağını özel olarak belirtmediği cüz'î hükümler ise neshi kabul eder; bunların ilgası mümkündür.

 

§: 328- Birbirini Neshedip Edemeyen Deliller:

 

İslâm hukukunda genel kural şudur: Bir delili ancak onun kuvvetinde veya ondan daha kuvvetli olan bir delil neshedebilir. Şayet delil tevatür yoluyla sabit olmuş ise, kendisi gibi mütevâtir -veya Hanefîlere göre meşhur- olmayan bir delil İİe neshedilemez. Şayet âhâd haber ise, haber-i vâhid ile neshedilebilir, çünkü onunla aynı kuvvettedir; mütevâtir ve meşhur haber ile de neshedilebilir, çünkü her ikisi ondan kuvvetlidir. Delâleti kat'î olan bir delil de, ancak kendisi gibi delâleti kat'î bir delil ile neshedilebilir.Buna göre, Kur'ân nassları, delâlet bakımından eşit olmaları halinde, birbirini neshedebilir. Çünkü sübût bakımından aynı kuvvettedirler. Kur'ân nassı, mütevâtir Sünnet ile de neshedilebilir, çünkü bu aynı kuvvettedir. Hanefîlere göre meşhur Sünnet ile de neshedilebilir, zira bu da yaklaşık olarak aynı kuvvettedir. Âhâd Sünnet ise, bilginlerin tercihe şayan görüşüne göre hiçbir Kur'ân nassını neshedemez. Çünkü kuvvetçe daha aşağı mertebededir. Aşağı mertebede olan üst mertebede olanı neshedemez.Bazı imamlar, Kur'ân'm mütevâtir veya meşhur bile olsa Sünnet tarafından neshi fikrine karşı çıkmıştır. Fakat isabetli olan, birinci görüştür. Zira  (şahsi) heves ve arzuya göre konuşmaz. O (Peygamberin tebliğ ettik­leri) kendisine bildirilen vahiyden başka birşey değildir.[11] âyetinde belirtildiği üzere Sünnet de Kur'ân gibi vahye dayanır. Hz. Peygamber'den sâdır olduğu Kur'ân'm sübutu gibiveya ona yakın bir şekilde sabit olmuş ise, Kur'ân'i tahsis ve takyid edebildiği gibi onu nesih de edebilmesi gerekir. Kaldı ki, Kur'ân'm Sünnet tarafından neshi fiilen vukubulmuştur. Nitekim Kur'ân'da, Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakcaksa, anaya, babaya, yakınlara münasip şekilde vasiyette bulunmak, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur. [12] duyurularak önceleri ana-baba ve yakınlar lehine vasiyette bulunma meşru kılındığı halde, Yüce Allah miras hükümlerini, mirasta hak sahiplerinin derecelerini ve paylarını açıkladıktan sonra, Rasûlünün diliyle ana-baba ve yakınlar lehine vasiyet hükmünün neshedildiğini bildirmiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Biliniz ki Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Artık mirasçı lehine vasiyet yoktur. [13]Bu, ümmetçe kabul edilmiş ve ilim ehlinin kendisiyle amelde ittifak ettiği bir hadistir. Hatta İmam Şafiî "el-Ümm" isimli eserinde onun mütevâtir olduğu kanaatini izhar etmiştir. Demiştir ki:"Onu topluluk topluluktan nakletmiştir, ki bv bir kişinin naklinden daha kuvvetlidir.[14] O halde, bu hadis Kur'ân'ı neshedebilir.Delâlet bakımından eşit olması halinde bir Sünnet diğer bir Sünneti neshedebilir. Şu var ki  Hanefîlere göre, mütevâtir olması halinde ancak mütevâtir veya meşhur Sünnetle neshedilebilir. Şayet âhâd haber ile sabit olmuş ise, haber-i vâhid ile neshedilebilir,çünkü onun dengidir. Mütevâtir veya meşhur Sünnet ile de neshedilebilir, çünkü bunlar

ondan kuvvetlidir.Bilginlerin tercihe şâyân görüşüne göre, meşhur veya mütevâtir de olsa Sünnet Kur'ân tarafından neshedilebilir. Zira Kur'ân ilâhi vahiy olduğu gibi Sünnet de ilâhi vahye dayanır. Bu açıdan aralarında denklik olduğuna göre, vahyin bir başka vahiy ile neshine engel yoktur. Kaldı ki, Sünnetin Kur'ân tarafından neshi birçok olayda fiilen vukubulmuştur.Meselâ, başlangıçta namaz kılarken Mescid-i Aksa'ya yönelme hükmü vardı ve bu hüküm sadece Sünnet tarafından bildirilmiş İdi. İşte bu, yukarıda geçen âyeti ile neshedilmiştir.Yine, Önceleri, ramazan gecelerinde yatsı namazını kıldıktan veya uykuya yattıktan sonra yeme, içme ve cinsî ilişki yasak idi. Akşam olunca, yeme, içme ve cinsî ilişki serbest olur ve bu mubahhk yatsı namazını kılıncaya yahut uykuya yatıncaya kadar sürerdi. Bir kimse iftar etmeden yatsıyı kilsa veya uykuya yatsa, artık ertesi akşama kadar oruç yasaklan devam ederdi. Bu hüküm sadece Sünnet tarafından bildirilmişti. Bir gün Hz. Ömer, yatsı namazından sonra karısı ile cinsî ilişkide bulunduğunu Hz. Peygamber (s.a.v)'e söyleyince. Rasûlüllah "Ömer! Bunu yapmamalıydın" buyurdu. Ardından başkaları da kalkıp aynı fiili işlediklerini itiraf ettiler. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük etmekte olduğunuzu bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırdedilinceye kadar yiyin, için. Sonra gece oluncaya kadar orucu tamamlayın. [15]Böylece Sünnet ile sabit olan yasak hükmü Kur'ân ile neshedildi.Icmâya gelince, bu bir Kitab veya Sünnet nassını neshedemez. Çünkü kat'î olan nassın aksine İcmâ teşekkül etmesi mümkün değildir. Nass zannî ise o takdirde aksine icmâ oluşabilir. Fakat icmâ da icmâ edenlerin nazarında o nassdan üstün bir delile binaen gerçekleşmiştir. Bu durumda ise nassı nesneden icmâ değil, icmânin dayandığı delildir.İcmâ bir Kitab veya Sünnet nassını neshedemediği gibi, bir Kitab veya Sünnet nassı da icmâyı nesh edemez. Zira nâsihin zaman itibariyle mensuhtan sonra olması gerekir.Kitap ve Sünnet nassları ise, kronolojik yönden icmâdan öncedir. Bilindiği gibi, ancak Hz. Peygamber'in vefatından sonraki dönemlerdeki icmâ, geçerli bir kaynaktır. O halde nasslar, icmânın nâsihi olamaz.Aynı şekilde icmânın bir başka icmâ ile neshi caiz değildir. Çünkü icmâ sabit olduğunda onunla amel vaciptir ve ona aykırı davranmak geçerli olmaz. Daha sonra ona muhalif başka bir icmâ oluşsa bile geçerli olmaz ve onunla amel edilmez.Usûl bilginleri bu meseleyi bu şekilde yani icmâ çeşitleri arsında fark gözetmeksizin ele alıp çözüme bağlamışlardır. Oysa bu hükmü, Kitap, Sünnet veya kıyâs gibi bir delile dayanan icmâya has kılmaları daha uygun olurdu. Maslahata mebnî icmâ ise, bu maslahatın değişmesi halinde sonraki bir icmâ ile neshedilebilir. Çünkü maslahata mebnî İcmânın kaynak oluşu, müctehidlerin kendisinden ötürü hüküm üzerine birleştikleri maslahatın gerçekleşmesine bağlıdır. O maslahat değiştiğinde artık sözkonusu icmânın kaynaklık vasfı kalmaz. Böyle bir durumda, "İcmânın Senedi"nden söz ederken açıklandığı üzere, o icmâya muhalefet etmek ve maslahatı gerçekleştirecek hükmü koymak caizdir.Kıyas ise, Kitâb, Sünnet veya icmâ için nâsih yahut mensûh olamaz. Zira kıyasın geçerliliği nass veya icmâya aykırı olmama şartına bağlıdır. Bunlardan birine aykırı ise kıyas geçerli olmaz ve onunla amel edilemez.

Aynı şekilde kıyas, başka bir kıyas için nâsih veya mensûh olamaz. Çünkü kıyasî sonuca ancak re'y ve ictihad ile varılabilir. Bu sonuç ise ancak re'y ve içtihadı ile ona ulaşan müctehide nisbetle hüccet teşkil eder. Diğer müctehidler için bağlayıcı bir hüccet değildir.Buna göre, bir meselede, biri bir müctehidin diğeri başka bîr müctehidin vardığı sonuç olmak üzere iki farklı kıyas bulunsa, aralarında nâsih-mensuh ilişkisi kurulabilecek bir tearuz gerçekleşmiş olmaz. Zira her birinin hüccet oluşu, sadece o sonuca varan kişiye nisbetledir.Şayet farklı kıyasların ikisi de aynı müctehid tarafından yapılmış ise, ikinci kıyas birincinin muarızı olur, fakatnâsihi olamaz. Çünkü -belirttiğimiz üzere- kıyası sonuca re'y ve ictihad yoluyla ulaşılır. Hükümlerin neshi konusunda ise, re'yin yeri yoktur. Böyle bir durumda müctehidin, hangi kıyasın üstün olduğunu belirlemek üzere incelemede bulunması gerekir. Eğer üstün olanını tesbit edebilirse ona göre, tesbit edemezse, vicdanî kanaatine en yakın bulduğuna göre amel eder. Bu durum istihsan meselelerinde açık bîr şekilde görülür. Gerçekten, bir olay hakkında biri açık diğeri kapalı iki kıyas tearuz ederse, biri diğerinin nâsihi olarak kabul edilemez; müctehid bunlardan hangisini üstün bulursa ona göre amel eder. Tercih edilen bu kıyas genellikle hafi (kapalı) kıyastır ki buna istihsan adı verilir. İstihsan başlığında bu nevinin örnekleri geçmişti.Birbirini neshedip edemeyen deliller konusunda söylenebilecek hususların özü şudur: Kitâb nassları birbirini neshedebilir. Sünnet nassları da sübût ve delâlet bakımından aynı mertebede olursa birbirini neshedebilir.Bilginlerin tercihe şayan olan kanaatine göre Kitab ve Sünnet nassları birbirini neshedebilir.İcmâ, bir Kitap veya Sünnet nassım neshedemediği ve bunlar tarafından neshedilemediği gibi, başka bir icmâ ile de neshedilemez. Ancak bir icmâ maslahata binaen oluşmuş İse ve sonra bu maslahat değiştiğinden yine maslahata binaen başka bir icma meydana gelmiş ise. bu, ilk icmâyı neshetmiş olur.Kıyasa gelince, Kitab, Sünnet veya icmâyı ne neshedebilir ne de bunlar tarafından nehedi lebi lir.

 

§: 329- Neshi Bilme Yolları:

 

Öncelikle şu kuraîı hatırlamak gerekir: Nesih ancak, iki nassin, uzlaştırılması ve ikisi ile birlikte amel edilmesi mümkün olmayacak şekilde tearuz ettiğinde sözkonusu olabilir. Şayet böyle bir tearuz varsa sonraki nass öncekini nesh etmiş sayılır. Bunlardan hangisinin önce ve hangisinin sonra olduğu ancak nakil ile bilinebilir. Bu naklin muhtelif yollan vardır. Başlıcalan şunlardır:

1- Aynı nassda öncekine delâlet eden ifade bulunabilir. Şu hadiste görüldüğü gibi:Kabir ziya­retini size daha önce yasaklamıştım. Bundan böyle kabirleri ziyaret edin. Zira bu, âhireti hatırlatır ve dünyaya (gereğinden fazla) değer verilmesini önler.[16] Hadis kabir ziyareti yasağının Önce, müsaadesinin ise sonra olduğunu açıkça ifade etmektedir.

2- Râvi iki hadis arasındaki öncelik-sonralığı belirtmiş, bir âyet veya hadisin Uhud savaşında, diğer âyet veya hadisin Bedir Savaşında geldiğini söylemiş yahut(Hz. Peygamber (s.a.v)'in iki farklıjtutu-mundan sonuncusu şu idi) ifadesini kullanmış olabilir. Cabir (r.a)'in "Hz. Peygamber (s.a.v)'in iki tutumundan sonuncusu, ateşle temas etmiş yiyecek yemekten ötürü abdest almamak idi.[17] şeklindeki rivayeti buna örnek gösterilebilir. Bu rivayet, ateşle temas etmiş yiyecek yemekten ötürü abdest alma emrinin önce olduğunu ve abdest almama fiilinin sonra olduğunu ifade etmektedir.

3- Bir Kitap veya Sünnet nassmın, herhangibir hükmü neshetmiş olduğu hususunda icmâ teşekkül etmiş olabilir.

Tearuz eden iki Kur'ân nassmdan birinin mushafta diğerinden sonra yazılmış olmasına dayanılarak nesih tesbit edilemez. Çünkü sûrelerin ve âyetlerin mush?ftaki tertibi, iniş sırasına göre değildir.Şâfiîlere göre, sahabinin, "şu hüküm şöyleydi, sonra neshedildi" tarzındaki sözüne dayanılarak da nesih tesbit edilemez. Zira bu sözün, Hz. Peygamber'den duyularak değil de, sahabinin kendi içtihadına binaen söylenmiş olması ihtimali vardır. Hanefîlere göre bu yolla nesih sabit olur. Çünkü sahabİ âdildir. Nesih haberi vermiş ise, bu onun Rasûlüllah'tan işitilmiş olduğunu gösterir; sahabinin bu husustaki kavli kabul edilir.

 

§: 330- Neshin Zamanı:

 

Bütün bilginler ittifakla kabul ederler ki, nesih ancak ilâhi vahiy yoluyla olur. Buna göre nesih ancak Hz. Peygamber (s.a.v)'in hayatta bulunduğu sırada gerçekleşebilir. Vefatından sonra ise hiçbir hükmün neshi sözkonusu olamaz. Bu kuraldan çıkan sonuç şudur: Hz. Peygamber (s.a.v) zammda uygulamaya konmuş ve neshedildiğine dair delil bulunmayan bütün hükümler, onun vefatından sonra "muhkem" hale gelmiştir, yani nesih ve ilga ihtimali kalmamıştır. Madem ki- Hz. muhammed (s.a.v)Mn peygamberlerin sonuncusu olduğu ve kendisinden sonra peygamber gelmeyece Muhammed sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah 'in Rasülü ve peygamberlerin sonuncusudur.[18] âyeti ile kesin bir şekilde bildirilmiştir, o halde onun getirdiği din semavî dinlerin sonuncusudur ve kıyamete kadar baki kalacaktır.Burada, kaynaklardan hüküm çıkarma (istinbat) metodları bölümü ve bu bölümle ilgili olan deliller arasındaki Hânız, tercih ve nesih konularına dair açıklamalarımız sona ermiş olmaktadır.Hüküm çıkarma işi için "müctehid"in bulunması zarurî olduğundan, usûl bilginleri, ietihad, içtihadın şartaları ve hükümleri ve nihayet içtihadın karşıtı olan taklid konularını da ele almışlardır. İşte biz bu konulan kitabımtzın dördüncü bölümünde inceleyeceğiz.

 



[1] el-Bakara 2/144.

[2] en-Nûr 24/4

[3] en-Nur 24/6-8.

[4] Sahabe, Tâbiûn ve sonraki bilginlerin çoğunluğu, iddihar (saklama, depolama) yasağının neshedildiği kanaatindedir. Bu konuda Hz. Ali'ye nisbet edilen başka bir görüş şudur: Hz. Peygamber (s.a.v)"in iddihan yasaklaması, o zaman bunurgereküren geçici bir durumdan Ötürü idi. İddihara müsaadesi de bu geçici durumun ortadan kalkması sebebiyle idi. Bu görüce göre, iddihar yasağı neshedilmiş olmaz. İhtiyaç ve sıkıntı zamanları bakımından bu yasak bakidir. İddihar, ihtiyaç ortaya çıktığında yasak, ihtiyaç kalktığında mubahtır, bkz. İbn Hazm, İhkâm, VII, 91.

[5]  bkz. Neylü'l-Evtâr Şerh'u Münteka'l-Ahbâr, VIII, 151 vd. Ayrıca, bazı lâfız farklılıkları ife, bkz. Müslim, Eşribe, 65; Ebu Davud, Eşribe, 7.

[6] el-Bakara 2/143-144'.

[7] en-Nisâ* 4/15-16.                                                                                             '

[8]  en-Nûr 24/2.

[9] bkz. dipnot 503 (kısmen farklı lâfız).

[10] Bazı lâf.z farklılıklar, ile. bk2. İbn Mâce, Nikâh, 44; Dârimi, Nikah, 16.

[11] en-Necm 53/3-4.

[12]  el-Bakara 2/180.

[13] bkz. dipnot 461 ve İbn Mâce, Vasâyâ, 6.

[14]  Sübülü's-Selâm Şerh'u Biilûğı'l-Merâm, III, 166.

[15] el-Bakara 2/187.

[16]  bkz. dipnot 431.

[17] Hadisin değişik rivayetleri için bkz. Ebu Davud, Taharet, 75; Tirmizî, Taharet, 59.

[18] el-Ahzâb, 33/40.