RÜKÛ
“Hz. Peygamber (s.a.v.) namazda okumayı bitirince bir süre susar,[1]
sonra “İftitah Tekbiri” konusunda geçtiği biçimiyle ellerini kaldırır[2] ve tekbir alıp[3], rükûya giderdi.”[4]
Namazını düzgün kılmayan
kişiye de böyle yapmasını emretmiş ve şöyle
demiştir:
“Sizden hiç kimsenin namazı, Allah’ın emrettiği şekilde güzelce abdestini almadıkça, sonra tekbir getirip Allah’ı övüp
yüceltmedikçe, Allah’ın ona öğrettiği
ve izin verdiği kadarıyla
Kur’an’dan kolayına gelen bir sûre okumadıkça, sonra tekbir getirip, bütün mafsalları yerlerine oturup yerleşecek şekilde, [ellerini dizlerine koyarak] rükûya varmadıkça namazı
tamam olmaz.”[5]
Rükûnun Yapılış Şekli
“Hz. Peygamber (s.a.v.) rükûda avuçlarını dizlerinin üzerine koyar,”[6] rükûnun
bu şekilde yapılmasını emrederdi.[7] Daha
önce geçtiği üzere, namazını düzgün kılmayan kişiye
de böyle yapmasını
emretmiştir.
“Ellerini dizlerine iyice yerleştirir, [onları tutardı.]”[8]
“Parmaklarının arasını açardı.”[9]
Namazını düzgün kılmayan kişiye de böyle yapmasını emretmiş ve ona şöyle
demiştir:
“Rükûya vardığın zaman avuçlarını dizlerine koy. Sonra parmaklarını aç ve her organ yerini buluncaya
kadar bekle.”[10]
“Dirseklerini yanlarından uzak tutardı.”[11]
“Rükûya vardığı zaman sırtını düz tutardı.”[12]
“O derece ki, üzerine su dökülse, sırtında dökülmeden dururdu.”[13]
Namazını düzgün kılmayan kişiye şöyle demiştir:
“Rükûya vardığın zaman avuç içlerini dizlerine koy, sırtını düz tut ve rükûunu da sağlam yap.”[14]
“Hz. Peygamber (s.a.v.) rükûda başını ne iyice yere
doğru eğer, ne de yukarı doğru fazlaca kaldırırdı;”[15]
“ikisinin ortası bir durumda tutardı.”[16]
Rükûda Ta’dil-i Erkânın Vacip Olması
“Hz. Peygamber (s.a.v.) rükûda tam mutmain olurdu.”
Nitekim önceki konunun başında geçtiği
üzere namazını düzgün kılmayan kişiye
bu şekilde yapmasını emretmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Rükû ve secdeleri tam yapın. Nefsimi elinde tutana yemin ederim ki, rükû ve secde ettiğinizde ben sizi arkamdan görüyorum.”[17]
“Hz. Peygamber (s.a.v.), bir adamın, rükûsunu tam yapmadığını, secdesini de tavuğun yem yemesi gibi yaptığını gördü. Bunun üzerine şöyle dedi:
“Şayet bu adam bu
hâli üzere ölse, Muhammed’in
dininden başka bir din üzere ölmüş olur. [Namazını karganın
leş gagalaması gibi kılmaktadır.] Rükûsunu tam yapmayan ve secdesini leş gagalar gibi yapan kimsenin örneği; bir veya iki hurma yediği hâlde açlığını gidermede bu
hurmaların faydası olmamış aç insan gibidir.”[18]
Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: “Dostum (s.a.v.), horoz yem gagalar gibi namazımı hızlı hızlı kılmamı, tilkinin bakınması gibi namazda sağa
sola bakınmamı ve
maymun oturuşu gibi oturmamı
bana yasakladı.”[19]
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir defasında şöyle
buyurdu:
“Hırsızların
en fenası, namazından
çalandır.” Orada bulunanlar: “Ey Allah’ın Rasûlü! İnsan, namazından nasıl çalar?” dediler. “Rükû
ve secdelerini tam yapmayarak.” buyurdu.[20]
“Hz. Peygamber (s.a.v.) namaz kılıyordu. Göz ucuyla, rükû ve secdelerde belini düz
tutmayan bir adamı gördü. Namazını bitirince şöyle
buyurdu: “Ey
müslümanlar! Rükû ve secdelerde belini düz tutmayan kişinin namazı yoktur.”[21]
Hz. Peygamber (s.a.v.) başka bir hadiste de şöyle
buyurmuştur: “Rükû ve secdelerde sırtını düz tutmadığı müddetçe kişinin namazı
geçerli olmaz.”[22]
Rükûda Yapılan Dua ve
Zikirler
Hz. Peygamber (s.a.v.) rükûsunda çeşitli zikir ve dualar yapar; bazen birini, bazen diğerini okurdu.
1-
سُبْحَانَ
رَبِّىَ
الْعَظِيم
1-”Sübhâne rabbiye’l-azîm” (üç defa)
“Azim olan Rabbimi tesbih ederim.”[23]
Bazen bunu daha fazla sayıda tekrar ederdi.[24]
Bir keresinde gece namazında rükûda bu
zikri o kadar çok tekrar etmişti ki, rükûsu kıyamı kadar uzun olmuştu. “Gece Namazı”
konusunda geçtiği üzere o, kıyamında uzun sûrelerden üç tanesini, Bakara, Nisa ve Âl-i İmrân’ı, hem de içinde dua ve istiğfar yaparak okurdu.
2-
سُبْحَانَ
رَبِّىَ
الْعَظِيمِ و
بِحَمِْدهِ
2- “Sübhane rabbiye’l-azîmi ve bihamdihi” (üç defa)
“Yüce Rabbimi, O’nu hamdederek, tesbih ederim.”[25]
3
-سُبُّوحٌ
قُدُّوسٌ
رَبُّ
المَلاَئِكةِ
وَالرُّوحِ
3- “Sübbûhun, kuddûsun, rabbül-melâiketi
ve’r-ruh”
“Münezzehsin, mukaddessin, meleklerin ve
Ruh’un Rabbisin.”[26]
4- سُبْحَانَكَ
اللَّهُمَّ
وَبِحَمْدِك
اللَهُمَّ
اغْفِرِْلي
4- “Sübhâneke Allahümme ve bihamdike, Allahümme iğfir lî”
“Allah’ım seni hamd ederek tesbih ederim. Allah’ım beni bağışla.”
Hz. Peygamber (s.a.v.) Kur’an’ı tevil ederek[27], rükû ve secdelerinde bu zikri çokça yapardı.”[28]
5- اللَّهُمَّ
لَكَ
رَكَعْتُ،
وَبِكَ
آمَنْتُ،
وَلَكَ
أسْلَمْتُ،
وَعَلَيْكَ
تَوَكَّلْتُ،
أنْتَ
رَبِّي،
خَشَعَ
سَمْعِي،
وَبَصَرِي، و
مُخِّي
وَعَظْمِي،
وعَصَِبي و ما
اسْتَقَلَّتْ
بِهِ
قَدَمِي لِلَّهِ
رَبِّ
الْعَالَمِينَ.
5- “Allahümme leke raka’tü ve bike âmentü ve leke
eslemtü. Ente rabbî. Haşe’a leke sem’î
ve basarî ve muhhî ve azmî (bir rivayette: ve ızâmî) ve asabî [ve ma’stekallet bihî kademî lillâhi
rabbil-âlemîn]”
“Ey Allahım
sana rükû yapıyorum, sana inandım, sana teslim oldum, sana tevekkül ettim. Sen
Rabbimsin, kulağım, gözüm, iliğim, kemiğim (bir rivayette: kemiklerim) ve sinirlerim senin
için [ve ayaklarımın
taşıdığı her şeyim, âlemlerin Rabbi Allah’ın
önünde] korku ve sevgiyle eğildi.”[29]
6-
اللَّهُمَّ
لَكَ
رَكَعْتُ،
وَبِكَ
آمَنْتُ،
وَلَكَ
أسْلَمْتُ،
وَعَلَيْكَ
تَوَكَّلْتُ،
أنْتَ رَبِّي
خَشَعَ
سَمْعي،
وَبَصَري،
وَدَمِي،
وَلَحْمي،
وَعَظْمِي
وعَصَِبي
للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ.
6-
“Allahümme leke reka’tü ve bike âmentü ve leke eslemtü ve aleyke tevekkeltü,
ente rabbî, haşa’a
sem’î ve basarî ve
demî ve lahmî ve azmî ve asabî lillahi rabbil-âlemîn”
“Ey Allahım sana rükû yapıyorum, sana inandım, sana
teslim oldum, sana tevekkül ettim. Sen Rabbimsin, kulağım, gözüm, kanım, etim, kemiklerim ve sinirlerim âlemlerin Rabbi olan
Allah’ın önünde korku
ve sevgiyle eğildi.”[30]
7.
سُبْحَانَ
ذِي
الْجَبَرُوتِ
وَ الْمَلَكُوتِ
وَ
الْكِبْرِياَءِ
وَ الْعَظَمَةِ
7- “Sübhâne zi’l-ceberûti ve’l-melekûti ve’l-kibriyâi
ve’l-azameti”
“Bütün kahharlığın, bütün mülkün, yüceliğin ve büyüklüğün sahibi Allah’ı tesbih ederim.”
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu zikri, gece namazında okumuştur.[31]
Rükûyu Uzatmak
Hz. Peygamber (s.a.v.), rükûsunu, rükûdan sonraki
kıyamını, secdelerini, iki secde arasındaki oturuşunu
birbirine yakın uzunlukta yapardı.[32]
Rükûda Kur’an Okumanın Yasak Olması
“Hz.
Peygamber (s.a.v.) rükû ve secde hâlinde iken Kur’an okunmasını yasaklar”, şöyle
buyururdu:
“Haberiniz olsun, ben rükû ve secde hâlinde Kur’ân
okumaktan men edildim. Öyleyse rükûda Rab Teâlâ’yı tazim edin, secdede ise dua etmeye gayret edin, (zîra secdede iken yaptığınız dua) icâbet edilmeye daha lâyıktır.”[33]
Rükûdan Doğrulurken Okunan Zikirler
“Hz. Peygamber (s.a.v.) سَمِعَ
اللّهُ
لِمَنْ حَمِدَهُ (Semiallahu limen hamideh) “Allah kendisine hamdedeni işitti.”
diyerek rükûdan doğrulurdu.”[34]
Namazını düzgün kılmayan kişiye de bu şekilde yapmasını
emretmiş ve şöyle demiştir: “Hiç kimsenin namazı, tekbir almadıkça... sonra
rükû yapmadıkça... sonra da سَمِعَ
اللّهُ
لِمَنْ
حَمِدَهُ diyerek doğrulmadıkça tamam olmaz.”[35]
Rükûdan başını kaldırdığı zaman her bir omurga kemiği yerine
oturuncaya kadar belini dümdüz yapardı.[36]
Sonra ayakta dikilirken şöyle derdi: رَبّنَا
[وَ] لَكَ
الْحَمْدُ (Rabbenâ [ve] leke’l-hamd) “Rabbimiz [ve] sana hamd olsun.”[37]
İster imama uyarak, ister tek başına
kılıyor olsun, namaz kılan
herkese bu şekilde yapmasını emretmiştir. Şöyle buyurmuştur:
“Benim namazı
nasıl kıldığımı görüyorsanız, siz de öyle kılın.”[38]
Yine şöyle
buyurmuştur:
“İmam kendisine uyulması için imam yapılmıştır…
İmam, سَمِعَ
اللّهُ
لِمَنْ
حَمِدَه “Semiallahu limen hamideh”
dediği zaman siz de ] رَبّنَا!
وَلَكَ
الْحَمْدُ [
اللَّهُمَّ “[Allahümme] Rabbenâ! ve leke’l-hamd” deyin ki Allah size cevap
versin. Çünkü Allah, Peygamberinin diliyle سَمِعَ
اللّهُ
لِمَنْ
حَمِدَه “Semiallahu limen
hamideh” demiştir.”[39]
Bu emrin sebebini bir başka hadiste şu şekilde
açıklamıştır: “Kimin bu sözü meleklerin sözüne denk gelirse,
onun geçmiş günahları bağışlanır.”[40]
Hz. Peygamber (s.a.v.) rükûdan doğrulurken, daha önce “İftitah Tekbiri” konusunda geçtiği biçimiyle ellerini kaldırırdı.[41]
Rükûdan doğrulunca, ayakta iken, biraz önce geçtiği üzere şu sözlerle
zikrederdi:
1- رَبّنَا!
وَلَكَ
الْحَمْدُ
1- “Rabbenâ! Ve leke’l-hamd”[42]
“Ey Rabbimiz! Sana hamd olsun!”
Bazen şöyle
derdi:
2- رَبّنَا!
لَكَ
الْحَمْدُ
2- “Rabbenâ! Leke’l-hamd”[43]
“Ey Rabbimiz! Sana hamd olsun.”
3-4-
اللَّهُمَّ
3-4- Bazen bu iki söze “Allahümme” sözcüğünü ekler-di.[44]
Bu sözcüğü
eklemeyi emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“İmam سَمِعَ
اللّهُ
لِمَنْ
حَمِدَه (Semiallahu limen hamideh)
dediği zaman siz اللَّهُمَّ
رَبّنَا لَكَ
الْحَمْد(Allahümme rabbenâ
lekel-hamd) “Ey Allahım! Ey Rabbimiz! Sana hamd olsun.” deyin. Çünkü kimin bu
sözü, meleklerin sözüne denk gelirse, onun geçmiş günahları bağışlanır.”[45]
Bazen buna şu
sözlerden birini eklerdi:
5- مِلءَ
السَّماوَاتِ،
وَمِلْءَ
الأرْضِ، وَمِلْءَ
مَا شِئْتَ
مِنْ شَئٍ
بَعْدُ
5- “Mil’es-semâvâti ve mil’el-ard ve mil’e mâ şi’te min şey’in
ba’d”
“Göklerin, yerin ve başka dilediğin
her şeyin dolusunca sana hamd olsun.”[46]
6- مِلءَ
السَّموَاتِ،
وَ[مِلْءَ]
الأرْضِ، وما
بَيْنَهُماَ
وَمِلْءَ مَا
شِئْتَ مِنْ
شَيْءٍ
بَعْدُ.
6- “Mil’es-semâvâti ve [mil’e’l]-ard ve mâ beynehûmâ
ve mil’e mâ şi’te min şey’in
ba’d”
“Göklerin, yerin, ikisi arasındakilerin ve başka dilediğin her şeyin
dolusunca sana hamd olsun.”[47]
Bazen bu sözlerine şunu eklerdi:
7- أهْلَ
الثَّنَاءِ
وَالمَجْدِ.
لاَ مَانِعَ لِمَا
أعْطَيْتَ،
وَلاَ
مُعْطِى
لِمَا مَنَعْتَ،
وَلاَ
ينْفَعُ ذَا
الجَدِّ
مِنْكَ الجَدُّ.
7- “Ehles-senâi ve’l-mecd, lâ mânia limâ a’tayte ve
lâ mu’tiye limâ mena’te ve lâ yenfe’u zel-ceddi minke’l-ceddu”
“Övgülerin ve yüceltmelerin sahibisin. Senin verdiğini kimse engelleyemez, senin engellediğini de kimse ulaştıramaz. Mal ve mülk, sana karşı sahibine fayda veremez.”[48]
Bazen buna şu
sözleri eklerdi:
8- مِلءَ
السَّماوَاتِ،
وَمِلْءَ
الأرْضِ، وَمِلْءَ
مَا شِئْتَ
منْ شَئٍ
بَعْدُ،
أهْلَ الثَّنَاءِ
وَالمَجْدِ،
أحَقُّ ما
قالَ الْعَبْدُ
، وكُلُّنا
لكَ عَبْدٌ،
[اَللَّهُمَّ]
لاَ مَانِعَ
لِمَا
أعْطَيْتَ،
[وَلاَ مُعْطِى
لِمَا
مَنَعْتَ]،
وَلاَ
ينْفَعُ ذَا
الجَدِّ مِنْكَ
الجَدُّ.
8- “Mil’es-semâvâti ve mil’el-ard ve mil’e mâ şi’te min şey’in ba’d. Ehle’s-senâi ve’l-mecd, ahakku mâ kâle’l-abdu ve kullunâ leke
abdun, [Allahümme] lâ mânia limâ a’tayte [ve lâ mu’tiye limâ mena’te] ve lâ
yenfe’u zel-ceddi minkel-ceddu”
“Göklerin, yerin ve başka dilediğin
her şeyin dolusunca sana hamd olsun. Övgülerin ve yüceltmelerin sahibisin.
Kulun söylediği en hak söz budur. Hepimiz senin kulunuz. Senin verdiğini kimse engelleyemez, senin engellediğini de kimse ulaştıramaz. Mal ve mülk, sana karşı
sahibine fayda veremez.”[49]
Bazen gece namazlarında şu zikri yapardı:
9-
لِرَبِّيَ
الْحَمْدُ
لِرَبِّيَ
الْحَمْدُ
9- “Li-rabbiyel-hamdu, li-rabbiyel-hamdu”
“Hamd sadece Rabbime
mahsustur. Hamd yalnızca Rabbime mahsustur.”
Bunu rükûdan doğrulduktan
sonra ayakta o kadar çok tekrarlardı ki, bu duruşu, Bakara sûresini okuduğu birinci kıyamına yakın
olan rükûsuna benzer uzunlukta olurdu.”[50]
10- رَبّنَا!
وَ لَكَ
الْحَمْدُ
حَمْداً
كَثِيراً
طَيِّباً
مُبَارَكاً فِيهِ.
(مُبَارَكاً
عَليْهِ كَما
يُحِبُّ ربُّنا
و يَرْضىَ)
10- “Rabbenâ ve leke’l-hamdu hamden kesiran tayyiben
mübâreken fîhi, (mübâreken aleyhi, kemâ yuhibbu rabbunâ ve yerdâ)”
“Rabbimiz! Çok, temiz ve mübarek bir hamdle (Rabbimizin
sevdiği ve razı
olduğu gibi) sana hamdolsun.”
Hz. Peygamber’in arkasında namaz kılan
bir adam, Hz.
Peygamber (s.a.v.) rükûdan başını kaldırıp “Semiallahu...” dedikten sonra bu sözlerle Allah’ı zikretti. Rasûlullah (s.a.v.) namazı
bitirince:
“Biraz önce zikreden kimdi?” diye sordu. Adam: “Ey
Allah’ın Rasûlü, o bendim.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu:
“Otuz küsur meleğin, bunun
sevabını yazmak için yarıştıklarını gördüm.”[51]
Rükûdan Sonraki Ayakta Duruşu
Uzatmak
Hz. Peygamber (s.a.v.) rükûdan doğrulduktan sonra ayakta bekleyişini, daha önce geçtiği
üzere zaman olarak rükûsuna yakın yapardı. Hatta “bazen bu duruşunu o kadar uzatırdı ki, bazıları: “[Uzun süre ayakta durması sebebiyle] Hz. Peygamber unuttu.” diye düşünürdü.[52]
Hz. Peygamber (s.a.v.) rükûdan doğrulduktan sonraki ayakta duruşta
organlar yerli yerine orturuncaya kadar beklemeyi emrederdi. Namazını düzgün kılmayan
kişiye şöyle
demiştir:
“Sonra başını kaldır
ve doğrul. Bu esnada [bütün kemikler yerine otursun.]” (Bir başka rivayette: Rükûdan doğrulduğunda belini doğrult. Başını da bütün kemikler eklemlerine dönünceye kadar kaldır.)”[53]
Ona şunu da dedi: “Hiç kimsenin namazı bu
şekilde yapmadıkça
tamam olmaz.”
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ, rükû ile secde arasında belini doğrultmayan kişinin
namazına bakmaz.”[54]
[1] Ebû Davud, Hâkim. Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde
ona katılmıştır. İbn Kayyim ve
başka âlimler bu susmayı, “nefes alıp verecek kadar bir süre” olarak açıklamışlardır.
[Ebû
Dâvud, Salât 120,121 (777, 779-781), c.3, s.198, 201-204; İbn Mâce,
İkametü's-salât 12 (844-845), c. 3, s. 67-68; Tirmizî, Salat 186 (251), c.1,
s.188-189. Mütercim]
[2] Buhârî, Müslim. Bu “el kaldırma”, Hz.
Peygamber’den mütevatir olarak nakledilmiştir. Rükûdan doğrulurken elleri
kaldırmak da böyledir. Bu aynı zamanda üç imamın ve fakih ve muhaddislerin
çoğunluğunun kabul ettiği görüştür. İbn Asâkir’in (15/78/2) naklettiğine
göre; İmam Malik, vefat edinceye kadar bu görüşü benimsemeye devam etmiştir.
İmam Ebû Yusuf’un öğrencilerinden İsam b. Yusuf
-Ebû İsme el-Belhî- (ö.210) gibi bazı Hanefî âlimler de bu görüşü tercih
etmişlerdir. Bu konuya ilikin açıklama Önsöz’de geçmişti. Abdullah b. Ahmed,
“el-Mesâil” adlı kitabında (s.60) babasından şöyle nakleder:
“Ukbe
b. Âmir’in, namazda ellerin kaldırılması konusunda şöyle dediği rivâyet
edilir: “Ellerini her kaldırışında namaz kılan kimseye on sevap vardır.” Ben
diyorum ki: Buhârî ve Müslim tarafından rivâyet edilen şu kudsî hadis de buna
şahitlik eder: “...Kim bir iyilik yapmaya niyet eder ve onu yaparsa, ona on
katından yedi yüz katına kadar sevap yazılır.” Bkz. “Sahih’ut-Terğîb” (16)
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 2,3,4,5 (4-8), c.2, s.751-754; Müslim, Salat 21, 22, 24-26 (390,
391), c.3, s.1225,1226,1233,1234; Ebû Dâvud, Salât 114,0115 (721,722), c.3,
s.101, 107; İbn Mâce, İkametü's-salât 15 (858-860,862-864,867,868), c.3, s.92,
101, 103, 105, 106. Mütercim]
[3] Buhârî, Müslim.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 2, 3, 4, 36, 47 (4, 5, 7, 58, 64,72), c.2, s.751-753, 787, 792,
796-797; Müslim, Salat 22, 28, 31, 32 (390, 392), c.3, s.1225, 1236-1238.
Mütercim]
[4] Buhârî, Müslim.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 2, 3, 4, 5, 36 (4-8, 58), c.2, s.751-754, 787; Müslim, Salat 22,
24, 25, 28 (390, 391, 392), c.3, s.1225, 1233, 1236; Ebû Dâvud, Salât 114,115
(722, 723, 726, 730), c.3, s.107,109, 110, 114,115, 119, 120. Mütercim]
[5] Ebû Davud, Nesâî ve Hâkim. Hâkim hadisin
sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu
görüşünde ona katılmıştır.
[Ebû
Dâvud, Salât 143,144 (856-858), c.3, s.343, 349-352; [Nesaî, İftitah 167
(1136), c.1-2, s.640-641. Mütercim]
[6] Buhârî, Ebû Davud.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 37 (59), c.2, s.788; Müslim, Mesâcid 29, 30, 31 (535), c.3,
s.1568-1569; Tirmizî, Salat 191, 192 (258, 259), c. 1, s.192-193; Ebû Dâvud,
Salât 114,115, 116, 145,146 (726, 730, 867), c.3, s.114,115, 119, 120, 365; İbn
Mâce, İkametü's-salât 72 (861), c. 3, s. 372. Mütercim]
[7] Buhârî, Müslim.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 37 (59), c.2, s.788; Müslim, Mesâcid 29, 30, 31 (535), c.3, s.1568-1569;
Ebû Dâvud, Salât 114,115, 145,146 (726, 867), c.3, s.114,115, 365; İbn Mâce,
İkametü's-salât 17 (873), c. 3, s. 115. Mütercim]
[8] Buhârî, Ebû Davud.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 64 (95), c.2, s.816; Ebû Dâvud, Salât 115, 116 (730, 731), c.3,
s.119, 120, 123; İbn Mâce, İkametü's-salât 17 (874), c. 3, s. 115. Mütercim]
[9] Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî ve Tayâlisî de bu görüşünde
ona katılmıştır. Hadis “Sahihu
Ebî Davud”da (809) tahriç edilmiştir.
[10] İbn Huzeyme ve İbn Hibbân “Sahih”lerinde
rivâyet etmiştir.
[11] Tirmizî. İbn Huzeyme hadisin sahih olduğunu
söylemiştir.
[Tirmizî,
Salat 192 (259), c.1, s.193; Ebû Dâvud, Salât 143,144 (863), c.3, s.360.
Mütercim]
[12] Beyhakî, sahih bir senedle ve Buhârî rivâyet
etmiştir.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 39, c.2, s.789. Mütercim]
[13] Taberânî “el-Kebîr” ve “es-Sağîr” adlı
kitaplarında, Abdullah b. Ahmed, “Zevâidü’l-Müsned” adlı kitabında ve İbn Mâce
rivâyet etmiştir.
[İbn Mâce,
İkametü's-salât 16 (872), c. 3, s. 114. Mütercim]
[14] Ahmed ve Ebû Davud, sahih senedle rivâyet
etmiştir.
[Ebû
Dâvud, Salât 143,144 (859), c.3, s.352,353. Mütercim]
[15] Ebû Davud ve “Cüz’ü’l-kıraat” adlı kitabında
Buhârî sahih senedle rivâyet etmiştir.
[Müslim,
Salat 240 (498), c.3, s.1486; Ebû Dâvud, Salât 115,116 (730), c.3, s.119,120;
İbn Mâce, İkametü's-salât 16, 72 (869, 1061), c. 3, s. 111, 373. Mütercim]
[16] Müslim, Ebû Avâne.
[Müslim,
Salat 240 (498), c.3, s.1486; İbn Mâce, İkametü's-salât 16 (869), c. 3, s. 111.
Mütercim]
[17] Buhârî, Müslim. Ben diyorum ki: Hadiste geçen
görme, gerçek anlamda bir görmedir ki, bu durum, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) mucizelerindendir.
Ancak bu görme sadece namaza özgü olup, genele şamil olduğu konusunda hiçbir
delil yoktur.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 7 (11), c.2, s.756; Müslim, Salat 110 (425), c.3, s.1363.
Mütercim]
[18] Ebû Ya’lâ, “el-Müsned” (340,349/1); Âcurrî,
“el-Erbaîn”; Beyhakî; Taberânî (1/192/1); Ziya, “el-Müntekâ
mine’l-ehâdîsi’s-sıhâh ve’l-hisân” (276/1) ve İbn Asâkir (2/226/2, 414/1,
8/14/1, 76/2) hasen senedle rivâyet etmiştir. İbn Huzeyme hadisin sahih
olduğunu söylemiştir (1/82/1). İbn Batta’nın “el-İbâne” adlı kitabında (5/43/1)
hadisin ziyadesinin yer almadığı birinci bölümün mürsel bir şahidi vardır.
[19] Tayâlisî, Ahmed ve İbn Ebû Şeybe. Hafız
Abdülhak el-İşbîlî’nin (1348) “el-Ahkâm” adlı kitabına eklediğim açıklamalarda
da belirttiğim üzere bu hadis, hasendir.
[20] İbn Ebû Şeybe (1/89/2), Taberânî ve Hâkim.
Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu
görüşünde ona katılmıştır.
[21] İbn Ebû Şeybe (1/89/1), İbn Mâce ve Ahmed
sahih senedle rivâyet etmiştir. Bkz. “es-Sahîha” (2536).
[İbn Mâce,
İkametü's-salât 16 (871), c. 3, s. 111. Mütercim]
[22] Ebû Avâne, Ebû Davud ve Sehmî (61) rivâyet
etmiştir. Dârekutnî hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[Ebû
Dâvud, Salât 143, 144 (855), c.3, s.341; İbn Mâce, İkametü's-salât 16 (870), c.
3, s. 111. Mütercim]
[23] Ahmed, Ebû Davud, İbn Mâce, Dârekutnî,
Tahâvî, Bezzâr ve İbn Huzeyme (604). Taberânî hadisi “el-Kebîr” adlı kitabında
yedi sahâbîden rivâyet etmiştir. Hadiste, bu tesbihatın üçle sınırlı olduğuna
dair herhangi bir rivâyetin bulunmadığını iddia edenlere cevap vardır. Bu
iddiayı dile getirenlerden biri de İbn Kayyim’dir.
[Tesbih:
Allah Teâlâyı, noksanlıklardan ve şanına yakışmayan her şeyden tenzîh etmektir.
Tesbih kelimesi ve Yüce Allah'ı tesbih eden, yüce özellikleri ile öven
türevleri Kur'an'da yüze yakın yerde geçmektedir. Bu âyetlerden birinde Allah
Teâlâ, kendisinin tesbih edilmesini konu edinerek şöyle buyurur: “Yedi
gökle yer ve bunların içinde bulunan (melekler, cinler ve insan)lar Allah’ı
tesbih ederler. Her şey, Allah’ı hamd etmekle tesbih eder; fakat siz, onların
tesbihini anlayamazsınız.” (İsrâ, 44) Bir başka âyette ise iman eden
insanlara şöyle emreder: “Allah'ı çok zikredin (anın) ve O'nu
Ebû
Dâvud, Salât 149,150 (886), c.3, s.395,396; İbn Mâce, İkametü's-salât 20 (888,
890), c. 3, s. 135-136. Mütercim]
[24] Bir sonraki konuda da geleceği üzere, bu, “Hz.
Peygamber (s.a.v.) bazen kıyam, rükû ve secdesini eşit uzunlukta yapardı.”
rivâyetinden anlaşılmaktadır.
[25] Sahihtir. Ebû Davud, Dârekutnî, Ahmed,
Taberânî, ve Beyhakî rivâyet etmiştir.
[Ebû
Dâvud, Salât 146,147 (870), c.3, s.368, 369. Mütercim]
[26] Müslim, Ebû Avâne.
[Müslim,
Salat 223 (487), c.3, s.1468; Nesaî, İftitah 101 (1048), c.1-2, s.604; Ebû
Dâvud, Salât 146,147 (872), c.3, s.372. Mütercim]
[27] Kur’an’ı tevil ederek: Yani Allah
Teâlâ’nın: “Rabbini hamd ile tesbih et ve ondan mağfiret dile. Muhakkak ki
O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 3) âyetinin gereğini yerine
getirerek.
[28] Buhârî, Müslim.
[Buhârî, Sıfatü's-salat 42, 58 (63, 85),
c.2, s.791-792, 809; Müslim, Salât 217 (484), c.3, s.1465; Ebû Dâvud,
Salât 147,148 (877), c.3, s.382; Nesaî, İftitah 154,155 (1122, 1123), c.1-2,
s.633. Mütercim]
[29] Müslim, Ebû Avâne, Tahâvî ve Dârekutnî.
[Müslim,
Salatu'l-Müsâfirîn 201 (771), c.4, s.2193. Mütercim]
[30] Nesâî, sahih senedle rivâyet etmiştir.
[Nesâî, İftitâh 104 (1051, 1052), c.1-2,
s.605. Bu, Müslim'de yer alan uzun bir hadisten bir parçadır (Salâtu'l-Müsâfirîn)
201 (771), c.4, s.2193. Mütercim]
[31] Ebû Davud ve Nesâî sahih senedle rivâyet
etmiştir.
UYARI:
Rükûda bu zikirlerin hepsini birden okumanın caiz olup olmadığı konusunda
ihtilaf edilmiştir. İbn Kayyim, “Zâdü’l-meâd” adlı kitabında bu konuda tereddüt
etmiştir. Nevevî, “el-Ezkâr”ında birinci görüşü tercih ederek, şöyle der:
“İmkân
varsa, rükûda bu zikirlerin tamamını okumak daha faziletlidir. Diğer bütün zikirlerde de böyle yapması
gerekir.”
Ebû
Tayyib Sıddık Hasan Han, “Nüzulü’l-ebrâr” adlı kitabında (s.84) Nevevî’nin bu
sözlerine itiraz ederek şöyle der:
“Bazen
bunu, bazen diğerini okur. Hepsinin birden okunabileceğine dair bir delil
bilmiyorum. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.), bu zikirlerin hepsini tek bir rükûnda
okumamıştır. Aksine bunu, bazen diğerini okumuştur. Hz. Peygamber’e tâbi olmak,
bid’at uydurmaktan iyidir.”
Allah’ın
izniyle, doğru olan budur. Ama biraz sonra da açıklanacağı üzere, Sünnet’te bu
rüknun ve başka rükûnların uzatıldığı sabit olmuştur. Hz. Peygamber, rükûda
geçirdiği süreyi kıyamda geçirdiği süreye yakın yapmıştır. Namaz kılan kimse bu
Sünnet’te Hz. Peygamber’e (s.a.v.) uymak istediğinde, o zaman Nevevî’nin
dediği bu zikirlerin hepsini bir rükûnda okuyabilir. Bu görüşü, İbn Nasr, “Kıyamü’l-leyl”
(76) adlı kitabında, İbn Cüreyc’den, o da Atâ’dan nakleder. Hepsini birden
okumayacak olması durumunda, nasslarda geldiği üzere bu zikirlerin bazılarını
tekrar eder. Bu Sünnet’e daha yakın bir
davranıştır. Allah daha iyi bilir.
[Nesaî,
İftitah 102 (1049), c.1-2, s.604; Ebû Dâvud, Salât 146,147 (873), c.3, s.373.
Mütercim]
[32] Buhârî, Müslim. Hadis, “İrvâü’l-ğalîl”de
(331) tahriç edilmiştir.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 40 (61), c.2, s.790; Müslim, Salat 193, 194 (471), c.3,
s.1445,1446; Ebû Dâvud, Salât 142,143 (854), c.3, s.337, 338; . Mütercim]
[33] Müslim, Ebû Avâne. Buradaki yasaklama,
herhangi bir kayıtla sınırlandırılmamış olup, farz ve nafile namazları da
içine alır. İbn Asâkir’in (17/299/1) “Nafile namaza gelince, bunda okumakta bir
sakınca yoktur.” ziyadesi, şâz veya münker bir ziyadedir. Zaten İbn Asâkir de
bu ziyadenin illetli olduğunu söylemiştir. Bundan dolayı bu ziyadeyle amel
etmek caiz olmaz.
[Müslim, Salât 207 (479), c.3, s.1459; Ebû
Dâvud, Salât 147,148 (876), c.3, s.379; Nesâî, İftitâh 98 (1045), c.1-2, s.602. Mütercim]
[34] Buhârî, Müslim.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 36, 45 (58, 68), c.2, s.787, 794, Müslim, Salat 25, 28
(391, 392), c.3, s.1233, 1236.
Mütercim]
[35] Ebû Davud, Hâkim. Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde
ona katılmıştır.
[Ebû
Dâvud, Salât 143,144 (857), c.3, s.349, 350. Mütercim]
[36] Buhârî, Ebû Davud. Bkz. “Sahîhu Ebî Davud”
(722).
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 46, 64 (95) c.2, s.795, 816. Mütercim]
[37] Buhârî, Ahmed.
[Buhârî,
Küsuf 19 (23), c.3, s.1038; Müslim, Salat 28, 77, 86 (392, 411, 414), c.3,
s.1236, 1325, 1328. Mütercim]
[38] Buhârî, Ahmed.
[Buhârî,
Ezan 18 (28), c.2, s.674. Mütercim]
[39] Müslim, Ebû Avâne, Ahmed ve Ebû Davud.
UYARI:
Bu hadis, imam “Semiallahu limen hamideh” dediğinde cemaatin onunla birlikte
bu sözü söylemeyebileceğine dair delil olamaz. Yine bu hadis, cemaat “Rabbenâ
ve lekel-hamd” dediğinde de imamın onlarla birlikte bu sözü söylemesi
gerekmediğine dair de delil olamaz. Çünkü hadis, imamın ve cemaatin bu rükûnda
neler söyleyeceklerini belirtmek için söylenmemiştir. Bilakis imama uyan
kimsenin, “Rabbenâ ve lekel-hamd” sözünü, imamın “Semiallahu limen hamideh”
sözünden sonra söylemesini belirtmek için buyrulmuştur. Hz. Peygamber’in
(s.a.v.) cemaate namaz kıldırırken “Rabbenâ leke’l-hamd” demesi de bunu teyid
eder. Ayrıca “Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız, siz de öylece namaz
kılın.” buyruğunun genel çerçevesi de cemaatin, imamın söylediği “Semiallahu
limen hamideh” vb. sözleri söylemesini gerektirir. Bu konuda bize müracaat
eden bazı faziletli insanlar bunu düşünsünler. Belki bu anlattıklarımız onları
ikna eder.
Daha
fazla bilgi edinmek isteyenler ise, Suyûtî’nin “el-Hâvî lil-fetâvâ” (1/529)
adlı kitabında “Def’u’t-teşnî fî hükmi’t-tesmi” bölümüne bakabilir.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 1, 43, 44 (1, 3, 64, 65), c.2, s.749, 751, 792, 793; Müslim,
Salat 62 (404), c.3, s.1304,1305; Ebû Dâvud, Salât 177, 178 (972), c.4,
s.17-18. Mütercim]
[40] Buhârî, Müslim. Tirmizî hadisin sahih olduğunu
söylemiştir.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 2 (4), c.2, s.751; Müslim, Salat 71 (409), c.3, s.1320; Tirmizî,
Salat 197 (266), c.1, s.198. Mütercim]
[41] Buhârî, Müslim. Bu el kaldırma meselesi, Hz.
Peygamber’den (s.a.v.) mütevatir olarak nakledilmiştir. Âlimlerin büyük
çoğunluğu ile bazı Hanefî âlimleri bu görüşü benimsemişlerdir.
[Buhârî, Sıfatü's-salat 2-5 (4-8), c.2, s.751-754; Müslim, Salat
21, 22, 24, 25 (390, 391), c.3, s.1225, 1226, 1233. Mütercim]
[42] Buhârî, Müslim.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 2, 4, 36, 47 (4, 7, 58, 72), c.2, s.751, 753, 787, 796, 797;
Müslim, Salat 28 (392), c.3, s.1236. Mütercim]
[43] Buhârî, Müslim.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 1 (2), c.2, s.750;
Müslim, Salatu'l-Müsâfirîn 203 (772), c.4, s.750. Mütercim]
[44] Buhârî, Ahmed. Ancak İbn Kayyim, “Zâd’ül-meâd”
adlı kitabında yanılarak, “Allahümme” ile “ve leke”nin ve’sini birleştiren
rivâyetin sahih olmadığını söylemiştir (Zadu'l-mead, c.2, s.259. Mütercim].
Halbuki bu hadis, “Sahîhu Buhârî”de, “Müsnedü Ahmed”de, Ebû Hüreyre’den iki
yolla Nesâî’de, İbn Ömer rivâyeti olarak Darimî’de, Ebû Saîd el-Hudrî
rivâyeti olarak Beyhakî’de ve ayrıca
yine Ebû Musa el-Eş’arî’den bir rivâyet olarak da Nesâî’de yer alır.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 44 (65), c.2, s.793;
[45] Buhârî, Müslim. Tirmizî hadisin sahih olduğunu
söylemiştir.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 2, 44 (4, 65), c.2, s.751, 793; Müslim, Salat 71 (409), c.3,
s.1320; Tirmizî, Salat 197 (266), c.1, s.198. Mütercim]
[46] Müslim, Ebû Avâne.
[Müslim, Salat 202 (476), c.3, s.1453, 1454;
Ebû Dâvud, Salât 139, 140 (846), c.3, s.322, 323; İbn Mâce, İkametü's-salât 18
(877), c. 3, s. 118. Mütercim]
[47] Müslim, Ebû Avâne.
[Müslim,
Salat 206 (478), c.3, s.1456. Mütercim]
[48] Müslim, Ebû Avâne.
[Müslim,
Salat 206 (478), c.3, s.1456. Mütercim]
[49] Müslim, Ebû Avâne ve Ebû Davud.
[Müslim,
Salat 205 (477), c.3, s.1455; Nesaî, İftitah 115 (1068), c.1-2, s.612, 613; Ebû
Dâvud, Salât 139, 140 (847), c.3, s.324. Mütercim]
[50] Ebû Davud ve Nesâî sahih senedle rivâyet
etmiştir. Hadis, “el-İrvâ”da (335) tahriç edilmiştir.
[Ebû
Dâvud, Salât 146, 147 (874), c.3, s.375; Nesaî, İftitah 115 (1069), c.1-2,
s.613. Mütercim]
[51] Malik, Buhârî ve Ebû Davud.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 45 (68), c.2, s.794; Ebû Dâvud, Salât 118, 119 (770), c.3,
s.181, 182; Muvatta, Kur'an 25, c.1 s.274. Mütercim]
[52] Buhârî, Müslim, Ahmed. Hadis, “el-İrvâ”da (307) tahriç edilmiştir.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 46, 59 (69, 88), c.2, s.795, 811; Müslim, Salat 195 (472), c.3,
s.1447. Mütercim]
[53] Buhârî, Müslim (sadece birinci cümlesi),
Dârimî, Hâkim, Şafii ve Ahmed rivâyet
etmiştir.
UYARI: Bu hadisin maksadı açıktır. O da kıyamda bütün organların
yerine tam olarak oturmasıdır. Hicazlı bazı kardeşlerimizin ve başkalarının bu
hadisi delil göstererek, rükûdan sonraki kıyamda sağ elin sol el üstüne
konulacağına bu hadisi delil getirmeleri, bu hadisin (fakihler nezdinde
“namazını düzgün kılmayan kimse hadisi” olarak bilinen) bütün rivâyetlerine çok
uzak, hatta bâtıl bir çıkarsamadır. Çünkü hadisin hiçbir rivâyetinde ve
metninde, birinci kıyamda elin nasıl konulacağı ile ilgili bir açıklama yer
almamaktır. Hadiste geçen “otursun (ahz)” nasıl olur da rükûdan sonra sol elin
sağ eli tutması olarak yorumlanabilir? Hadisin bütün metinleri bunu
gösterseydi, bu şekilde anlamak mümkündü. Fakat hadisin bütün metinleri açık
bir şekilde tamamen bunun tersini gösterirken bu nasıl bu şekilde anlaşılabilir.?
Kaldı ki, söz konusu olan “koyma” hadisten çıkarılamaz. Çünkü hadiste geçen
“kemik”lerden maksat, daha önce geçtiği üzere sırt kemikleridir. Hz.
Peygamber’in şu uygulaması da bu düşünceyi desteklemektedir: “...Sonra omurga
kemikleri yerine dönecek şekilde dik durdu.” Bunu insaf çerçevesinde düşün.
Bu
kıyamda elleri göğüs üzerine koymanın bid’at ve sapıklık olduğunda şüphem
bulunmamaktadır. Çünkü bu kadar çok olmasına rağmen namazla ilgili hadislerin
hiçbirinde bu konuda bir açıklama gelmemiştir. Şayet bunun bir aslı olsaydı,
bir tek rivâyetle de olsa bu yönde bir bilgi mutlaka bize ulaşırdı. Ayrıca
bildiğim kadarıyla, selef âlimlerinden hiçbirinin bunu uygulamaması ve hadis
imamlarından da hiçkimsenin bunu nakletmemesi, bu sözümüzü desteklemektedir.
Bu düşünce,
Şeyh Tüveycirî’nin, risalesinde (s.18-19) İmam Ahmedden naklettiği şu
açıklamaya da aykırı düşmemektedir: “Namaz kılan kimse, rükûdan doğrulduktan
sonra isterse ellerini salar, isterse birbiri üzerine koyar.” (İmam Ahmed’in
oğlu Salih’in: “el-Mesâil” adlı kitabında babasından naklettiği sözün izahı
budur.) Çünkü İmam Ahmed bunu Hz. Peygamber’e dayandırmamış; kendi içtihad ve
görüşü olarak ortaya koymuştur. Görüşler ise, bazen yanlış olabilir. Bu konuda
olduğu gibi, herhangi bir davranışın bid’at olduğuna dair sahih bir delil
bulunduğunda bir âlimin aksini söylemiş olması o davranışın bid’atlığını
ortadan kadırmaz. Şeyhülislam İbn Teymiye bazı kitaplarında bu konuyu böyle
değerlendirmiştir. Ben, İmam Ahmed’in bu sözünden onun, bu anıldığı şekliyle
el bağlamayı, kesin bir sünnet olarak kabul etmediği sonucuna ulaşıyorum.
Çünkü o, namaz kılan kimseyi bunu yapıp yapmamakta serbest bırakmıştır. Acaba
bu faziletli hocaefendi, İmam Ahmed’in, rükûdan önceki bağlamada da elleri
birbiri üstüne koyup koymamakta namaz kılan kimseyi serbest bıraktığını mı
sanıyor? Böylece rükudan sonraki kıyamda elleri birbiri üzerine koymanın sünnet
olmadığı anlaşılmış olmaktadır. Anlatılmak istenen de budur.
Bu
konu hakkında sözün özü budur. Aslında konu daha ayrıntılı ve derinlikli olarak
açıklanmaya müsaittir; fakat bu açıklamanın yeri burası değildir.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 14, 41 (26, 62), c.2, s.766, 790-791; Müslim, Salat 45 (397),
c.3, s.1258; Darimî, Salat 78 (1335), c. 3, s.140. Mütercim]
[54] Ahmed ve “el-Kebîr” adlı kitabında Taberânî
sahih senedle rivâyet etmiştir.