BİRİNCİ
TEŞEHHÜD
Teşehhüd
Oturuşu
Hz. Peygamber (s.a.v.) ikinci rekâtı bitirdikten sonra teşehhüd için otururdu. Kıldığı namaz, sabah namazı gibi iki rekâtlı
bir namazsa, iki
secde arasında oturduğu
hâl üzere sağ ayağı
dikip, sol ayağı da yatırarak
üzerine otururdu.”[1]
Aynı şekilde üç veya dört rekâtlı namazların da “birinci teşehhüdünde bu şekilde otururdu.”[2]
Namazını düzgün kılmayan
kişiye bu şekilde
yapmasını emretmiş ve ona şöyle
demiştir: “Namazın ortasında oturduğun zaman
eklemlerin sükûnet bulup yerine yerleşecek şekilde otur. Sol uyluğunu yatırarak üzerine otur, sonra teşehhüdü oku.”[3]
Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir:
“Dostum Hz. Muhammed, bana köpek oturuşu gibi oturmamı yasakladı.”[4]
Başka bir hadiste
ise şöyle gelmiştir:
“Hz. Peygamber (s.a.v.), şeytan ökçesi oturuşunu yasakladı.”[5]
“Hz. Peygamber (s.a.v.) teşehhüd için oturduğu zaman sağ avucunu sağ
uyluğunun (bir rivayette: sağ dizinin) üstüne, sol avucunu da sol uyluğunun (bir rivayette: sol dizinin) üstüne koyar, [üstünde yayardı].”[6]
“Sağ
dirseğinin iç kısmını[7] sağ bacağının üzerine koyardı.”[8]
“Namazda sol eli üzerine dayanarak oturan bir adamı bu şekilde
oturmaktan men etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Bu, yahudilerin namazıdır.”[9]
Başka bir rivayette: “Bu şekilde
oturma; bu azap olunanların oturuşudur.”[10]
Diğer bir rivayette: “Bu, gazaba uğramış olanların
oturuşudur.”[11]
Teşehhüdde Parmağı
Hareket Ettirmek
“Hz. Peygamber (s.a.v.) sol elini sol dizinin
üstüne yayar, sağ elinin parmaklarını kapatır, şehadet parmağıyla
kıbleye doğru işaret
eder ve gözünü ona dikerdi.”[12]
“Hz. Peygamber (s.a.v.) parmağıyla işaret
ederken başparmağını orta parmağının üzerine koyar,”[13]
bazen “bu iki parmağını halka yapardı.”[14]
“Parmağını kaldırınca hareket ettirerek, dua ederdi.”[15]
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kesinlikle bu, şeytana
demirden daha ağır gelir.”[16]
Hz. Peygamber (s.a.v.) “bu” sözüyle şehadet
parmağını kastediyordu.
“Hz. Peygamber’in ashabı da birbirlerine bu konuda (yani dua ederken parmakla işaret etme konusunda) serzenişte
bulunurlardı.”[17]
“Hz. Peygamber (s.a.v.) her iki teşehhüdde de bu şekilde yapardı.”[18]
“Hz. Peygamber (s.a.v.) bir adamın iki parmağıyla
işaret ederek dua ettiğini görünce:
“Tekle, [tekle]!” buyurdu [ve şehadet parmağını gösterdi].”[19]
Birinci Teşehhüdün Vücûbu ve Burada
Dua Etmenin Meşruluğu
“Hz. Peygamber (s.a.v.) her iki rekâtta[20] da “Ettehiyyâtü” duasını okurdu.”[21]
“Oturduğu
zaman ilk sözü “Ettehiyyâtü lillahi...” duası olurdu.”[22]
“İlk iki rekâtta[23] teşehhüd
yapmayı unutacak olursa, sehiv secdesi yapardı.”[24]
Bu şekilde
yapılmasını emreder, şöyle buyururdu:
“Her iki rekâtta bir oturduğunuzda “Ettehiyyâtü...” deyiniz. Herkes, en çok sevdiği dua hangisi ise [onunla] Allah’a dua etsin.”[25]
Bir rivayet de şöyle
gelmiştir: “Her oturuşta “Ettehiyyâtü...” deyiniz.”[26]
Biraz önce geçtiği üzere Hz. Peygamber (s.a.v.) namazını düzgün kılmayan
kişiye de bu duayı
yapmasını emretmiştir.
“O (s.a.v.), Kur’an’dan sûre öğretir gibi ashabına teşehhüdü de öğretmiştir.”[27]
“Sünnet olan; teşehhüdü gizli okumaktır.”[28]
Teşehhüd Duaları
Hz. Peygamber (s.a.v.), ashabına çeşitli teşehhüd
duaları öğretmiştir:
1- İbn Mes’ûd’un Teşehhüdü
İbn Mes’ûd (r.a.) şöyle demiştir:
“Rasûlullah (s.a.v.) bana, avucum avuçlarının içinde olduğu
hâlde Kur’an’dan sûre öğretir gibi teşehhüdü öğretti:”
التّحِيّاتُ
للّهِ
وَالصّلَوَاتُ
وَالطَّيِّبَاتُ.
السَّلاَمُ
عَلَيْكَ
أيُّهَا النّبىُّ!
وَرَحْمَةُ
اللّهِ
وَبَركَاتُهُ،
السّلاَمُ
عَلَيْنَا
وَعَلى عِبَادِ
اللّهِ
الصّالِحِينَ،
أشْهَدُ أنْ
لاَ إلَهَ
إلاَّ اللّهُ
وَأشْهَدُ
أنَّ مُحَمّداً
عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ.
“Ettehiyyâtü lillahi
ve’s-salavâtu ve’t-tayyibât. Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve rahmetullahi
ve berekâtüh, esselâmü aleynâ ve alâ ibadillahi’s-sâlihîn, eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü
enne muhammeden abduhu ve resûluh”
“Saygı ve
yüceltmenin tüm çeşitleri, bütün ibadetler ve her tür övgü ve selam sözü
Allah içindir. Ey Peygamber! Selam, Allah'ın
rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine de olsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah
yoktur, yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın
kulu ve Resûludür.”
“Bir rivayette “Allah'ın sâlih kulları”
ibaresinden sonra şöyle denmiştir: “Siz bu teşehhüdü yaptınız mı gökyüzündeki ve yeryüzündeki bütün sâlih kullara selam vermiş olursunuz.”
[Hz. Peygamber (s.a.v.) aramızdayken böyle diyorduk. O (s.a.v.) vefat ettikten sonra السَّلاَمُ
عَلَي
النّبىِّ... “Esselâmü ale’n-nebiyyi” “Selâm, Peygamber’in üzerine olsun”
demeye başladık.][29]
2- İbn Abbas’ın
Teşehhüdü
İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir:
“Rasûlullah (s.a.v.) bize, Kur’an’dan [sûre] öğretir gibi teşehhüdü
öğretti:”
التَّحيَّاتُ
المُبَارَكَاتُ
الصَّلَوَاتُ
الطَّيِّبَاتُ
للّهِ. [الـ]سَّلاَمُ
عَلَيْكَ
أيُّهَا
النَّبِىُّ
وَرَحْمَةُ
اللّهِ
وَبَرَكَاتُهُ،
[الـ]سَّلاَمُ
عَلَيْنَا
وَعَلى
عِبَادِ
اللّهِ الصَّالِحِينَ.
أشْهَدُ أنْ
لاَ إلهَ
إلاَّ اللّهُ
وَ[أشْهَدُ]
أنَّ
مُحَمّداً
رَسُولُ
اللّهِ. (في
رواية:
عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ)
“Ettehiyyâtü’l-mübârekâtü es-salavâtü’t-tayyibâtü[30] lillâh. [es]selâmü
aleyke eyyühen-nebiyyu ve rahmetullahi ve berakâtüh. Esselâmü aleynâ ve alâ
ibadillahi’s-sâlihîn. Eşhedü
en lâ ilâhe illallah ve [eşhedü] enne Muhammeden Rasûlullah (Bir rivâyette:
abduhu ve resûluh).”
“Saygı ve
yüceltmenin tüm çeşitleri, hayırların hepsi, bütün ibadetler ve her tür övgü ve selam sözü Allah içindir.
Ey Peygamber! Selam, Allah'ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim
üzerimize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine de olsun. Şehadet ederim ki
Allah'tan başka ilah yoktur, yine şehadet ederim ki
Muhammed Allah'ın Resûludür (Bir rivayette: Allah'ın
kulu ve Rasûlü’dür).”[31]
3- İbn Ömer’in
Teşehhüdü
İbn Ömer (r.a.), Rasûlullah’ın (s.a.v.) teşehhüdde
şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
التّحِيّاتُ
للّهِ
[وَ]الصّلَوَاتُ
[وَ]الطَّيِّبَاتُ.
السَّلاَمُ
عَلَيْكَ
أيُّهَا النّبىُّ
وَرَحْمَةُ
اللّهِ. (قالَ
ابنُ عُمَرَ:
زِدْتُ
فِيهَا
وَبَركَاتُهُ)
السَّلامُ عَلَيْنَا
وَعَلى
عِبَادِ
اللّهِ
الصّالِحِينَ،
أشْهَدُ أنْ
لاَ إلَهَ
إلاَّ اللّهُ.
(قالَ ابنُ
عُمَرَ:
زِدْتُ
فِيهَا
وَحْدَهُ لاَ
شَرِيكَ لَهُ)
وَأشْهَدُ
أنَّ
مُحَمّداً
عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ
“Ettehiyyâtü lillahi [ve]’s-salavâtu [ve]’t-tayyibât. Esselâmü
aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve rahmetullahi, (İbn
Ömer der ki: Ben
buna şunu ekledim: ve berekâtüh) Esselâmü aleynâ ve alâ ibadillahi’s-sâlihîn,
eşhedü en lâ ilâhe illallah, (İbn
Ömer der ki: Ben
buna şunu ekledim: vahdehu lâ şerîke leh) ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve (R.a.)sûlüh.”
“Saygı ve
yüceltmenin tüm çeşitleri, bütün ibadetler ve her tür övgü ve selam sözü
Allah içindir. Ey Peygamber! Selam, Allah'ın
rahmet (İbn Ömer der ki: Ben buna şunu ekledim:[32] ve bereketleri) senin
üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine de olsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, (İbn Ömer der ki: Ben buna şunu
ekledim: O tek
olup, ortağı yoktur,) yine şehadet ederim ki
Muhammed Allah'ın kulu ve Resûludür.”[33]
4- Ebû Musa el-Eş’arî’nin Teşehhüdü
Ebû Musa (r.a.) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “...Oturduğunuzda ilk
sözünüz şu olsun:
التّحِيّاتُ
َالطَّيِّبَاتُ
الصّلَوَاتُ
للّهِ.
السَّلاَمُ
عَلَيْكَ
أيُّهَا
النّبىُّ
وَرَحْمَةُ
اللّهِ
وَبَركَاتُهُ،
السَّلامُ
عَلَيْنَا
وَعَلى
عِبَادِ
اللّهِ الصّالِحِينَ،
أشْهَدُ أنْ
لاَ إلَهَ
إلاَّ اللّهُ
[وَحْدَهُ لاَ
شَرِيكَ لَهُ]
وَأشْهَدُ
أنَّ
مُحَمّداً عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ
“Ettehiyyâtü et-tayyibâtü
es-salavâtü lillâh. Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve rahmetullahi ve
berekâtüh. Esselâmü aleynâ ve alâ ibadillahi’s-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallah, [vahdehu lâ şerike
leh] ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Rasûlüh”
“Saygı ve
yüceltmenin tüm çeşitleri, her tür övgü ve selam sözü ve bütün ibadetler Allah
içindir. Ey Peygamber! Selam, Allah'ın
rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine de olsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, [O tek olup, ortağı yoktur,] yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın
kulu ve Resûludür.”[Bu
yedi cümle namazın tahiyyatı’dır.][34]
5- Ömer b. Hattab’ın
Teşehhüdü
Hz. Ömer (r.a.), cemaate minberden teşehhüdü öğretiyor ve şöyle diyordu: “Şöyle
deyiniz:
التَّحِيَّاتُ
للّهِ
الزَّاكِيَاتُ
للّهِ،
الطَّيِّبَاتُ
[للّهِ]،
السَّلاَمُ
عَلَيْكَ...
“Ettehiyyâtü lillâh,
ez-zâkiyâtü lillâh, ettayyibatü [lillâh] es-selâmü aleyke...”
“Saygı ve
yüceltmenin tüm çeşitleri, devamlı
hayır ve her tür övgü ve selam sözü Allah içindir. Ey Peygamber! Selam, Allah'ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun…”
Teşehhüdün kalan
bölümü, İbn Mes’ûd’un teşehhüdünün aynısıdır.[35]
6- Hz. Aişe’nin
Teşehhüdü
Kasım b. Muhammed şöyle
demiştir: “Hz. Âişe (r.a.) bize, eliyle işaret ederek, teşehhüd öğretirdi. Teşehhüdde iken şunu
okurdu:
التَّحِيَّاتُ
الطَّيِّبَاتُ
الصَّلَوَاتُ
الزَّاكِيَاتُ
للّهِ،
السَّلاَمُ
عَلَي
النَّبىِّ...
“Ettehiyyâtü, ettayyibâtü,
essalavâtü, ezzâkiyâtü lillâh es-selâmü ale’n-nebiyyi...”
“Saygı ve
yüceltmenin tüm çeşitleri, her tür övgü ve selam sözü, bütün ibadetler ve
devamlı hayır
Allah içindir. Selam, Allah'ın rahmet ve bereketleri Peygamber’in üzerine olsun…”
Teşehhüdün kalan
bölümü İbn Mes’ûd’un teşehhüdünün aynısıdır.[36]
[1] Nesâî, (1/173), sahih senedle rivâyet
etmiştir.
[Tirmizî, Salat 218 (292), c.1, s.212;
Nesaî, İftitah 187 (1159), c.1-2, s.652-653; İbn Mâce, İkametü's-salât 22
(893), c.3, s.142; Ebû Dâvud, Salât 175-176, 176-177 (957,959, 967), c.3,
s.505-506, 507, 513-514. Mütercim]
[2] Buhârî, Ebû Davud.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 64 (95), c.2, s.816; Müslim, Salat 240 (498), c.3, s.1486; Ebû
Dâvud, Salât 115-116 (731), c.3, s.123. Mütercim]
[3] Ebû Davud ve Beyhakî sahih senedle rivâyet
etmiştir.
[Ebû
Dâvud, Salât 143-144 (860), c.3, s.356. Mütercim]
[4] Tayâlisî, Ahmed ve İbn Ebû Şeybe. Bkz.: Bu
kitap, s.131, dipnot: 4. Bu oturma şekli hakkında Ebû Ubeyde ve başkaları şöyle
demişlerdir: “Bu, köpeğin yaptığı gibi, kalçalarını yere yapıştırıp, ayaklarını
dikmek ve ellerini yere koymak sûretiyle oturmaktır.”
Ben
diyorum ki: Bu, daha önce geçtiği üzere, iki secde arasında yapılan meşru
oturma şeklinden farklıdır.
[5] Müslim, Ebû Avâne ve başkaları rivâyet
etmiştir. Hadis, “el-İrvâ”da (316) tahriç
edilmiştir.
[Müslim,
Salat 240 (498), c.3, s.1486. Mütercim]
[6] Müslim, Ebû Avâne.
[Müslim,
Mesâcid 115-116 (580), c.3, s.1685-1686; Nesaî, Sehv 32-33 (1266-1267), c. 3-4,
s.55-56; Ebû Dâvud, Salât 180-181 (988), c.4, s.38-39. Mütercim]
[7] Bundan Hz. Peygamber'in (s.a.v.), dirseğini
yanından uzak tutmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim İbn kayyim de
"Zâdü'l-meâd" adlı kitabında bunu bu şekilde açıklamıştır.
[8] Ebû Davud ve Nesâî sahih senedle rivâyet
etmiştir.
[Nesaî,
İftitah 11 (889), c.1-2, s.531, Sehv 31, 34 (1265, 1268), c.3-4, s.34, 56; Ebû
Dâvud, Salât 114-115, 175-176 (726, 957), c.3, s.114-115, 505-506. Mütercim]
[9] Beyhakî, Hâkim. Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde
ona katılmıştır. Bu ve bir
sonraki hadis “el-İrvâ”da (380) tahriç edilmiştir.
[10] Ahmed ve Ebû Davud sahih senedle rivâyet
etmiştir.
[Ebû
Dâvud, Salât 181-182 (994), c.4, s.45. Mütercim]
[11] Abdürrezzak rivâyet etmiştir. Abdülhak
“el-Ahkâm” adlı kitabında (1284, tahkiki bana aittir) hadisin sahih olduğunu
söylemiştir.
[12] Müslim, Ebû Avâne, İbn Huzeyme. Humeydî
“el-Müsned” (1/131) adlı kitabında ve aynı şekilde Ebû Ya’la, sahih senedle
İbn Ömer’den şu ziyadeyle rivâyet etmişlerdir: “Bu şeytanın inlemesidir. Onun
bu hâline aldanmayın.” Humeydî de namazda parmağını hareket ettirirdi. O
şöyle demiştir: Müslim b. Ebû Meryem bana dedi ki: “Bana bir adam, Şam’da bir
kilisede, namaz kılan peygamberlere ait resimler gördüğünü ve bu resimlerde de
peygamberlerin parmaklarını bu şekilde tuttuklarını gördüğünü anlattı.”
Ben
diyorum ki: Bu ilginç ve hoş bir nüktedir. Bu adama kadar senedi de sahihtir.
[Müslim,
Mesâcid 112-116 (579, 580), c.3, s.1685-1687; Nesaî, İftitah 188 (1060),
c.1-2, s.653; Sehv 39 (1275), c.3-4, s.59; Ebû Dâvud, Salât 180-181 (990),
c.4, s.41. Mütercim]
[13] Müslim, Ebû Avâne.
[Müslim,
Mesâcid 113 (579), c.3, s.1686. Mütercim]
[14] Ebû Davud, Nesâî, İbnü’l-Cârûd “el-Müntekâ” (208), İbn
Huzeyme (1/86/1-2) ve İbn Hibbân “es-Sahih”
(485) adlı kitaplarında sahih senedle
rivâyet etmişlerdir. İbnü’l-Mulakkin hadisin sahih
olduğunu söylemiştir. Hadisin İbn Adiy’de de (1/287) bir şahidi vardır. Osman b. Mukassim hadisin ravisi hakkında şöyle demiştir: “Zayıftır, hadisi yazılır.”
[Nesaî,
İftitah, 11 (889), c.1-2, s.531, Sehv 31, 34 (1265, 1268), c.3-4, s.34, 56; Ebû
Dâvud, Salât 114-115, 175-176 (726, 957), c.3, s.114-115, 505-506. Mütercim]
[15] Ebû Davud, Nesâî, İbnü’l-Cârûd “el-Müntekâ”
(208), İbn Huzeyme (1/86/1-2) ve İbn Hibbân “es-Sahih” (485) adlı
kitaplarında sahih senedle rivâyet
etmişlerdir. İbnü’l-Mulakkin hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hadisin İbn
Adiy’de de (1/287) bir şahidi vardır. Osman b. Mukassim hadisin ravisi hakkında
şöyle demiştir: “Zayıftır, hadisi yazılır.”
Hadiste
geçen “dua ederdi” sözü hakkında İmam Tahâvî şu açıklamayı yapmıştır: “Bu
ifade, parmağı hareket ettirmenin namazın sonunda yapıldığını göstermektedir.”
Ben
diyorum ki: Bu hadis, namazda işaret ve parmağı hareket ettirmeyi, selâm
verene kadar sürdürmenin sünnet olduğunu göstermektedir; çünkü dua selâmdan
öncedir. Bu Malik ve başkalarının görüşüdür. İmam Ahmed’e: “Kişi namazda
parmağıyla işaret eder mi?” diye soruldu, o kuvvetli bir vurguyla şöyle dedi:
“Evet.” İbn Hânî de “el-Mesail” adlı kitabında (s.80) İmam Ahmed’den
nakletmiştir.
Ben
diyorum ki: Buradan, teşehhüdde parmağı hareket ettirmenin, Hz. Peygamber
(s.a.v.)’den gelen bir sünnet olduğu anlaşılmaktadır. İmam Ahmed ve başka hadis
bilginleri bu sünnetle amel etmişlerdir. Bu sebeple bu hareketin abes ve namaza
yakışmayan bir davranış olduğunu ileri süren bazıları, Allah’tan korksunlar. Onlar bunun Hz.
Peygamber’den (s.a.v.) gelen bir sünnet olduğunu bilmelerine rağmen, bu
mantığa dayanarak namazda parmaklarını hareket ettirmemektedirler. Bununla
birlikte Arap dili kurallarına ve hadis bilginlerinin hadisi anlama
metodlarına aykırı bir şekilde hadisi tevil ederlerken bu tevilde de oldukça
zorlanmaktadırlar.
Tuhaf
olan şudur ki, onlardan bazıları “İmamın yanıldığını söylemek, onu kötülemeye
ve saygısızlığa yol açar.” diyerek, başka konularda, tâbi olduğu imamı, görüşü
sünnete ters düşse de savunuyor. Sonra bu sözlerini unutup, Hz. Peygamber’den
gelen bu sünneti inkâr ediyor ve onunla amel edenlerle alay ediyorlar.
Yaptıkları bu alaylarının, bâtıl yollarla savundukları imamları da içine
aldığını farkındalar veya değiller. Onlar burada sünnetle amel etmişlerdir!
Hatta onların bu alayları, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şahsını içine almaktadır.
Çünkü sünneti bize getiren odur. Sünnetle alay etmek, Hz. Peygamber’in şahsıyla
alay etmek demektir. “Sizden böyle davrananların cezası dünya hayatında
ancak…” (Bakara, 85)
İşaretten sonra parmağı indirmek veya bu hareketi “lâ ilâhe
illallah” sözüyle sınırlandırmak, sünnette aslı olmayan bir uygulama hatta bu
hadisin delâletine göre; sünnete aykırı ve ters düşen bir davranıştır.
“Hz.
Peygamber (s.a.v.) namazda parmağını hareket ettirmezdi.” Hadisine gelince;
“Daîfu Ebî Davud”da adlı kitapta (175) açıkladığım üzere bu hadisin senedi
sabit değildir. Senedi sabit olsa bile hadis olumsuz bir mânayı göstermektedir.
Halbuki babın hadisi olumlu bir mânayı gösteriyor. Âlimler tarafından bilindiği
üzere olumlu mâna, olumsuz mânaya tercih edilir. Bu sebeple bu hadis, namazda
parmağın hareket ettirilmeyeceğini iddia edenlere delil olamaz.
[Nesaî,
İftitah 11 (889), c.1-2, s.531, Sehv 34 (1268), c. 3-4, s.56; İbn Mâce, İkametü's-salât
27 (911, 913), c.3, s.180-181; Ebû Dâvud, Salât 114-115, 175-176 (726, 957),
c.3, s.114-115, 505-506. Mütercim]
[16] Ahmed, Bezzâr, Ebû Cafer, “el-Emâli” adlı
kitabında (60/1) el-Buhterî, “ed-Duâ” adlı kitabında (varak, 73/1) Taberânî,
“es-Sünen” adlı kitabında (12/2) Abdülgani el-Makdisî hasen senedle ve yine
“el-Müsned” adlı kitabında (249/2)
er-Ruyânî ve Beyhakî rivâyet etmiştir.
[17] İbn Ebû Şeybe (2/123/2) hasen senedle rivâyet
etmiştir.
[18] Nesâî ve Beyhakî sahih senedle rivâyet
etmiştir.
[Nesaî,
İftitah 189 (1161), c.1-2, s.654. Mütercim]
[19] İbn Ebû Şeybe (12/40/1 ve 2/123/2) ve Nesâî
rivâyet etmiştir. Hâkim hadisin sahih olduğunu
söylemiş;
Zehebî de bu görüşünde ona katılmıştır. İbn Ebû
Şeybe’nin kitabında hadisin şahidi vardır.
[Nesaî,
Sehv 37 (1272-1273), c. 3-4, s.58. Mütercim]
[20] Yani ikinci rekâtın ve
dördüncü rekatın sonunda. İlk ve ikinci oturmada. Mütercim.
[21] Müslim, Ebû Avâne.
[Müslim,
Salat 240 (498), c.3, s.1486. Mütercim]
[22] Beyhakî, Hz. Aişe rivâyeti olarak ve sahih
bir senedle rivâyet etmiştir. İbnü’l-Mulakkin de (2/28) böyle söylemiştir.
[23] Yani ikinci rekâtın sonunda. Mütercim.
[24] Buhârî, Müslim. Hadis, “el-İrvâ”da (338) tahriç edilmiştir.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 65, 66 (96, 97), c.2, s.816; Müslim, Mesâcid 85-87 (570), c.3,
s.1644-1645; Nesaî, İftitah 195 (1178-1179), c.1-2, s.663, Sehv 21 (1223-1224),
c. 3-4, s.34; İbn Mâce, İkametü's-salât 131 (1206-1207), c.3, s.576-577; Ebû
Dâvud, Salât 193-194 (1034), c.4, s.97. Mütercim]
[25] Nesâî, Ahmed ve “el-Kebîr” adlı kitabında
(3/25/1)Taberânî sahih senedle rivâyet
etmiştir.
Ben
diyorum ki: Hadisin görünen anlamı, sonunda selâm verilmese bile, her
teşehhüdde dua etmenin meşru olduğunu göstermektedir. Bu aynı zamanda İbn
Hazm’ın görüşüdür.
[Nesaî,
İftitah 190 (1163), c.1-2, s.654. Mütercim]
[26] Nesâî sahih senedle rivâyet etmiştir.
[Nesaî,
İftitah 190 (1166), c.1-2, s.655. Mütercim]
[27] Buhârî, Müslim.
[Buhârî,
İsti'zan, Elleri Tutmak, Musafaha; Müslim, Salat 59-61 (142-143), c.3, s.1296,
1299-1300; Ebû Dâvud, Salât 177-178 (970), c.4, s.14-15. Mütercim]
[28] Ebû Davud, Hâkim. Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde
ona katılmıştır.
[Ebû Dâvud, Salât 179-180 (986), c.4, s.36;
Tirmizî, Salât 216 (290), c.1, s.211. Mütercim]
[29] Buhârî, Müslim, İbn Ebû Şeybe (1/90/2), Serrâc
ve “el-Müsned” (2/258) Ebû Ya’la rivâyet etmiştir. Hadis, “el-İrvâ”da (321) tahriç edilmiştir.
Ben
diyorum ki: İbn Mes’ûd’un “sonra esselâmü ale’n-nebiyyi” demeye
başladık sözünün anlamı
şudur: Sahâbîler, Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken “Esselâmü
aleyke eyyühe’n-nebiyyu…” diyorlardı. Onun vefatından sonra onlar bu sözü bırakıp, onun
yerine “Esselâmü ale’n-nebiyyi” demeye
başladılar. Ancak bunun da Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından belirlenmiş
olması gerekir. Nitekim Hz. Aişe’nin (r.a.) namazda okunacak teşehhüdü
öğretirken “Esselâmü ale’n-nebiyyi” demesi bu görüşü
kuvvetlendiriyor. Bunu “el-Müsned” (c 9/1/2) adlı kitabında Serrâc ve “el-Fevâid” adlı kitabında (c11/54/ 1)
el-Muhallis iki sahih senedle Hz.
Aişe’den (r.a.) rivâyet etmiştir.
Hafız
İbn Hacer bu hadis hakkında şöyle demiştir: “Bu ziyadenin zahirinden şu
anlaşılmaktadır: Onlar Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken ikinci tekil şahıs
zamiriyle “Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyu” diyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.)
vefat edince bunun yerine üçüncü tekil şahıs zamirini kullanmaya ve “Esselâmü
ale’n-nebiyyi” demeye başladılar.”
İbn Hacer başka bir yerde de şöyle demiştir: “Şerh’ul-Minhac” adlı kitabında es-Subkî bu rivâyeti yalnızca Ebû
Avâne’den nakletmiş ve ardından şöyle demiştir: “Eğer sahâbenin böyle dediği
doğru ise, bu davranış, Hz. Peygamber’in vefatından sonra teşehhüdde “Esselâmü
aleyke eyyühe’n-nebiyyu…” demenin vacip olmayıp, “Esselâmü ale’n-nebiyyi” de
denilebileceğini gösterir.
Ben
diyorum ki: Sahâbenin böyle dediği sabit olup, bunda şüphe yoktur. Çünkü bu
haber, “Buhârî”de geçmektedir. Ben bu hadisin sağlam bir mütâbisini (takviye
edip güçlendiren başka bir rivâyet) buldum. Abdürrezzâk şöyle demiştir: “Bana
İbn Cüreyc haber verdi ve dedi ki: Bana Atâ haber verdi ve dedi ki: “Ashab-ı
kiram, Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken “Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyu”
diyorlardı. O vefat edince “Esselâmü ale’n-nebiyyi” demeye başladılar.” Bu,
sahih bir seneddir. Saîd b. Mansûr’un, Ebû Ubeyde b. Abdullah b. Mes’ûd yoluyla
onun babasından (yani Abdullah b. Mesud’dan) yaptığı: “Hz. Peygamber (s.a.v.)
onlara teşehhüdü öğretmişti: (burada teşehhüd duasını okur)...” rivâyetine
gelince; İbn Abbas: “Biz Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken “Esselâmü aleyke
eyyühe’n-nebiyyu” derdik.” demiş, İbn Mesud da cevaben: “Bize böyle
öğretildi, biz bu şekilde biliyoruz.” karşılığını vermiştir. Buradan şu anlaşılmaktadır:
İbn Abbas bunu araştırması neticesinde söylemiş; ancak İbn Mesud bu konuda ona
uymamıştır. Fakat Ebû Ma’mer’in (yani Buhârî’nin rivâyeti) rivâyeti daha
sahihtir; çünkü Ebû Ubeyde babasından hadis dinlememiştir. Böyleyken hadisin
ona dayandırılması zayıf bir isnaddır.”
İbn Hacer’in bu sözlerini Kastallânî, Zürkânî ve el-Leknevî gibi
bir grup araştırıcı hadis âlimi de nakletmişlerdir. Onun bu görüşlerine
katılmışlar ve herhangi bir itiraz dile getirmemişlerdir. Bu konunun ayrıntılarını
“el-Asl” adlı kitapta ele aldım (Bkz.: Önsöz, s.18-25).
[Buharî, İsti'zan,
Elleri Tutmak, Musafaha, Sıfatü's-salat 67, 69 (98, 101), c.2, s.819, 822,
Daavat, Teşehhüdü İbn Abbas; Müslim, Salât 55-59 (402), c.3, s.1294-1296;
Tirmizî, Salât 214 (288), c.1, s.209; Nesâî, İftitah 190 (1162-1172), c.1-2, s.654, 656; Ebû Dâvud, Salât 177-178 (968), c.4, s.8. Mütercim]
[30] İmam Nevevî şöyle
demiştir: “Burada okuyuş şu şekilde takdir edilir: “Ettehiyyâtü ve’l-mübârekâtü ve’s-salavâtü
ve’t-tayyibâtü…” Burada “ve” (vav-و) bağlacı kısaltmak amacıyla kaldırılmıştır ki, dilbilgisi açısından
bu, kabul edilen ve bilinen bir bu uygulamadır. Hadisin anlamı ise şudur: Saygı ve yüceltmenin tüm çeşitleri ve ondan sonra ifade edilenlere bir tek
lâyık olan Allah’tır; bunların
[31] Müslim, Ebû Avâne, İmam Şafiî ve Nesâî.
[Müslim,
Salât 60 (403), c.3, s.1299; Tirmizî, Salât 215 (289), c.1, s.210; Nesâî,
İftitah 193 (1175), c.1-2, s.661; Ebû Dâvud, Salât 177-178 (974), c.4, s.20.
Mütercim]
[32] Hadiste yer alan bu ve sonra ek, gerçekte İbn
Ömer tarafından yapılmamıştır. O böyle bir şey yapmaktan çok uzaktır. Bu iki
ek, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından yapılmıştır. İbn Ömer bu
ilaveleri, onları Hz. Peygamber’den (s.a.v.) rivâyet eden sahâbîlerden almış
ve doğrudan Hz. Peygamber’den dinlediği
kendi teşehhüdüne eklemiştir.
[33] Ebû Davud ve Dârekutnî rivâyet etmiştir.
Dârekutnî hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[Ebû Dâvud, Salât
177-178 (971), c.4, s.16. Mütercim]
[34] Müslim, Ebû Avâne, Ebû Davud ve İbn Mâce
rivâyet etmiştir.
[Müslim, Salat 62 (404), c.3, s.1304-1305;
Nesaî, İftitah 113 (1064), c.1-2, s.610-611; İbn Mâce, İkametü's-salât 24
(901), c.3, s.160; Ebû Dâvud, Salât 177-178 (972), c.4, s.17-18. Mütercim]
[35] İmam Malik ve Beyhakî sahih senedle rivâyet
etmiştir. Hadis her ne kadar mevkuf ise de merfu hükmündedir; çünkü bunun
içtihadla belirlenemeyeceği açıktır. Eğer içtihadla belirlenmiş olsaydı, diğer
zikirlerden daha iyi ve münasip olmazdı. İbn Abdülberr de böyle demiştir.
UYARI:
Geçen teşehhüd çeşitlerinin hiçbirinde “ve mağfiretühü” ilavesi yoktur. Bu
sebeple bu ilaveye itibar edilmez. Selef âlimlerinden bazıları bu ilaveyi
kabul etmemişlerdir. Taberânî (3/56/1) sahih senedle Talha b. Musarrif’ten
onun şöyle dediğini nakletmiştir: “Rebî b. Haysem teşehhüdde “ve berekâtühü”den
sonra “ve mağfiretühü”yü ilave etti.” Alkame şöyle demiştiri: “Biz bize
öğretilenle yetiniriz ki o da şudur: “Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve
rahmetullahi ve berekâtühü”. Alkame Sünnet’e tâbi olma yaklaşımını hocası
Abdullah b. Mes’ûd’dan almıştır. Anlatıldığına göre; Abdullah b. Mes’ûd bir
adama teşehhüdü öğretiyordu. “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” sözüne geldiklerinde
adam: “vahdehu lâ şerîke lehü” (Allah tektir, ortağı yoktur) diye ilavede
bulundu. Abdullah b. Mes’ûd ona itiraz ederek şöyle dedi: “Evet, gerçekten
öyledir; ancak biz bize öğretilenle yetiniriz.” Bunu Taberânî “el-Evsat” adlı
kitabında (no: 2848) sahih senedle rivâyet etmiştir (eğer Müseyyeb el-Kâhilî,
bunu İbn Mesud’dan dinlemişse).
[Muvatta, Salat 53 c.1 s.111. Mütercim]
[36] İbn Ebû
Şeybe (1/293), Serrâc, el-Muhallis ve Beyhakî (2/144) rivâyet etmiştir. Hadisin
metni Beyhakî’ye aittir.
[Muvatta, Salât 55, c.1, s.112-113.
Mütercim]