Kitab'ı Nefse Göre Değiştirmek
Hayvan Keserken Özentiden Kaçınmak
Hükümdara Dahi Ayağa Kalkmak Hoş Görülen Adetlerden Değildir.
Bu ümmetin içinden
bazıları, hatta alim ve dindar olarak bilinen bazı kimseler, yahudilerin
niteliklerinden bazı paylar almışlardır. Basiret sahibi olanlar bu gerçeği
görebilirler. Allah'ın Rasulullah'ın hoşlanmadığı bütün niteliklere bulaşmaktan
yine Allah'a sığnınz. Bu böyle olduğu için ilk dönem müslümanları sürekli
çevrelerindekileri bu tehlike konusunda uy arıyorlardı. Nitekim Buhari'nin,
Ebu Esved'e[1] dayanarak belirttiğine
göre Ebu Musa, ÎSasra'İı Kur'an okuyucularına elçi olarak gönderilmişti.
Basra'ya varınca üçyüz Kur'an okuyucusu gelip Kur'an okudu. Ebu Musa bir ara onlara
şunları söyledi:
"Sizler Basra'nın
seçkinleri ve Kur'an okuyucularısınız. Kur'an'i sık sık okuyunuz, uzun süre
ara verip, kalble-rinizin katılaşmasına meydan vermeyiniz. Tıpkı sizden öncekilerin
kalblerinin karardığı gibi. Bizler vaktiyle uzunluk ve şiddet bakımından Beraet
suresine benzettiğimiz bir sure okuduk, fakat şimdi onu. unuttum. Yalnız onun
şu kadarı aklımda kaldı. -İnsanoğlunun iki vadi dolusu altım olsa üçüncüsünü
ister, onun karnım ancak toprak doldurur. Ayrıca aramızda Sebaha surelerinden
birine benzettiğimiz başka bir sure de okuyorduk. Onu da unuttum, fakat şu
kadarı aklımda kaldı:
"Ey müminler,
yapmadığınız şeyi niye söyler siniz? Bu sözünüz belge olarak boynunuza yazılır
da sonra Kıyamet günü ondan sorguya çekilirsiniz."[2]
Görüldüğü gibi
sahabilerden Ebu Musa, Basra'lı Kur'an okuyucularım uzun süre Kur'an okumaya
ara verip, kalble-rinin katılışması tehlikesi karşısında uyarmaktadır.
Bilindiği gibi
"Allah'a verilen sözü bozma, tutmama" kavramı, Allah'ın emir ve
yasaklarım çiğneme, Allah'ın kitabındaki kelimelerin yerlerini değiştirme, bu
kitabın sözlerini başkalaştırıp yanlış şekilde yorumlama eylemlerini tümü ile
içerir. İşte bu konuda ünlü tefsir bilgini Hafız İbn-i Kesir'in, sahabilerden
İbn-i Mesud'a dayanarak Hadid suresinin tefsiri sırasında naklettiği şu
belgeyi sunuyorum. İb-ni Kesir diyor ki:
A'meş'in anlattığına
göre Ebu Amile Ferazi[3] dedi
ki;
"Abdullah îbn-i
Mesud: bir defasında bize öyle bir konuşma yaptı ki, Kur'an ve Peygamberimizin
sözlerinden başka bu kadar önemli bir konuşma o güne kadar hiç dinlememiştim,
îbn-i Mesud şöyle dedi:
"İsrailoğulları,
uzunca bir süre Allah'ın kitabından uzaklaşınca kalbleri katılaştı, arkasından
kendi kendilerine gönüllerinin arzu ettiği ve nefislerinin hoşuna giden bir
kitab uydurdular. Çünkü, Allah'ın indirdiği gerçekler bir çok arzularına engel
oluyordu. Bu yüzden Allah'ın kitabını bilmezlikten gelerek onu arkalarına
attılar.
Bu işin öncüleri
aralarında Önce şöyle dediler: "Bu yeni kitabı israiloğultarına sununuz,
eğer çağrılarınıza uyarlarsa onları serbest bırakınız, yok eğer size karşı çıkarlarsa
onları öldürünüz." Fakat daha sonra aralarında şöyle söz bağladılar:
"Hayır, öyle olmaz. Böyle yapacağımıza falanca tanınmış alime haber
salarak bu yeni kitabı ona sununuz. Eğer o alim bu kitabı benimserse, artık
hiç kimse size karşı çıkmaz. Fakat eğer o adam size karşı çıkarsa kendisini
hemen öldürünüz ki, ondan sonra artık hiç kimse size karşı gelmez."
Bu konuşma üzerine
sözünü ettikleri bilgine bir heyetle yeni kitablannı gönderdiler. Olup
bitenleri önceden eline bir kağıt alarak Allah'ın gerçek kitabını üzerine yazdı
ve astı ve elbiselerinin altına sakladı.
Bir süre sonra yola
çıkmış olan heyet yanına gelerek uydurulan kitabı sundu ve kendisine:
"Bu kitaba
inanıyor musun?" diye sordular. Adam da onları eli ile göğsüne işaret
ederek ve içinden boynuzun içine sakladığı gerçek kitabı kasdederek:
"Bu kitaba tabii
ki, inanıyorum, ona niye inanmayayım?" diye cevap verdi. Bunun üzerine
heyet kendisine ilişmedi, onu serbest bıraktılar.
Bu bilginin kendisine
çok bağlı bir kaç adamı vardı. Bilgin ölünce bunlar mezarını açarak boynunda
asılı duran hayvan boynuzunu gördüler. Arkasından da boynuzu açınca içinde
saklanan gerçek kitabı buldu'ar. Bu durumu görünce "Demek ki O, -Bu kitaba
tabii ki inanıyorum, ona niye inanmayayım? derken uydurmacıların getirdikleri
kitabı değil, bu kitabı kasdetmişti." dediler.
Bu kitab uydurma olayı
yüzünden israiloğulları aralarında anlaşmazlığa düşerek yetmiş küsur guruba
ayrıldılar. Bu gurupların en iyisi, işte bu boynuzda saklanan gerçek ilahi
kitab yüzünden "Zülkam (boynuzlular)" adını alan guruptur.
"İçinizden,
bizden sonra yaşayacak olanlarınız bir takım eğri işler ve kötülükler
göreceklerdir. Bu kötülükleri görecek olup da onları elleri ile bilfiil değiştirmeye
gücü yetmeyecek olanların kalblerinde bu kötülüklere karşı nefret duyduklarını
Allah'ın bilmesi onlar için yeterli bir tepkidir."[4]
Cenab-ı Allah (c.c)
yukardaki ayetlerin ilkinde söz konusu "Iralbleri katılaşanlar" a
benzernemizi yasakladıktan sonra kendi kafalarından ruhbaniyet (dünyadan
el-etek çekip ibadete kapanma) icad edip, sonra da buna gerçek anlamı ile
uymayanların durumunu açıklıyor, arkasından da buyruğunu şu ayetlerle
noktalıyor:
"Ey müminler,
Allah'dan korkunuz, Rasulullah'a itaat ediniz ki, o size rahmetinden iki pay
versin, sizin için ışığı altında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi affetsin.
Allah af ve merhamet edicidir."
Ehl-i Kitab bilsinler
ki, kendi kendilerine Allah'ın lütfü uda n bir şey elde etmeye güçleri yetmez.
Hiç şüphesiz lütuf ve kerem Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah
büyük lütuf sahibidir."
(Hadid: 57/28-29)
Ayette emredilen
"Rasulullah'a itaat" O'na inanıp söylediklerini yapmak ve getirdiği
şeriate uymaktır. Bu görev, "ruhbanlık" tan kaçınmayı da içerir.
Çünkü o böyle bir prensip getirmedi, tersine bunu yasakladı. Ayrıca bu
ayetlerde Peygamberimize uyan kitab ehlinin cevabının iki kat olacağı da
bildiriliyor. Bu konuda İbn-i Ömer ve başka sahabiler kanalı ile gelen ve ehl-i
kitab ile bizim durumumuzu karşılaştırmalı olarak açıklayan hadisler vardır.
Şimdi ruhbanlık konusu
ile ilgili bir hadisi gözden geçirelim. Ebu Davud'un, Said b. Abdurrahman'a[5]
dayanarak bildirdiğine göre bir gün Sehl b. Ebu Ümame[6]babası
ile birlikte Medine'de sahabilerden Enes b. Malik'i ziyarete gittiler. Enes b.
Malik bir ara onlara Peygamberimizin şöyle buyurmuş oduğunu nakletti:
"Kendi kendinize
görevlerinizi ağırlaşürmayınız, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünkü
sizden Önceki bazı kavimler kendilerine ağır görevler yükledikleri için Allah
da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde
gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın
üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendiliklerinden uydurmuşlardır."[7]
Yine aynı hadisin
farklı bir rivayet şekline göre bir da-fasmda Sehl b. Ümame babası ile birlikte
Medine'de Enes b. Malik'i ziyarete gittiler. O sırada Ömer b. Abdülaziz,[8]
Medine emiri idi. Bir ara Enes b. Malik namaza katıldı. Kıldığı namaz bir yolcu
namazı ve buna yakın derecede kısa ve çabuktu. Selam verince kendisine:
"Allah iyiliğini
versin, şu kıldığın namaz, farz namazı mı, yoksa nafili mi?" diye
sordular, O da bu soruya:
"Kıldığım namaz,
farz namazı idi ve Peygamberimizin kıldığı gibi bir namazdı" diye karşılık
verdikten sonra sözlerine Peygamberimizin şu hadisi ile devam etti:
"Kendi kendinize
görevlerinizi ağırşlaştırmaymiz, yoksa Allah da size ağır görevler yükler.
Çünkü sizden önceki bazı kavimler kendilerine ağır yükler yükledikleri için
Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise
köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha
önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendiliklerinden
uydurmuşlardır."
"Ertesi günü
sabahleyin Ömer b. Abdülaziz, Enes b. Malik'e:
"Birlikte ata
binip bir gezintiye çıkalım ve göreceğimiz manzaralardan ibret alalım mı?"
diye sordu. Enes b. Malik'in evet demesi üzerine geziye çıktılar. Birara ıssız
bir harabe yığını ile karşılaştıklarında Ömer Abdulaziz Enes b. Malik'e:
"Burası neresi
biliyor musunuz?" diye sordu. Enes de kendisine şu cevabı verdi:
"Evet,
Peygamberimizin bana burası ve buranın halkı hakkında verdiği bilgiye göre bu
yörenin eski yerlileri zulüm ve kıskançlıkları yüzünden Allah tarafından helak
edildiler. Kıskançlık iyi amellerin nurunu söndürür zulüm de bu kıskançlığı ya
onaylar veya reddeder. Öte yandan hem göz hem el hem ayak vücudun tümü ve hem
de dil zina işler. Cinsiyet organı bu zina arzularını ya onaylar veya
reddeder."
Bu hadisin rivayet
zincirinde adı geçen Sehl b. Ebu Ümame, hadis bilgini Yahya b. Main ve
başkaları tarafından "güvenilir" olarak kabul edilmiş, Müslim'le
birlikte diğer kaynaklarda rivayet etiği hadislere yer verilmiş olan bir
kimsedir. Yine bu rivayet zincirinin bir başka halkası olan İbn-i Ebu Amma'ya
gelince Beytülmukaddes'li olan bu zat hakkında ayrıntılı bilgim yoktur. Fakat
bu hadise kitabında yer veren Ebu Davud'un bu zat hakkında hiçbir şey söylememesi
onu iyi gördüğü anlamına gelir. Bu hadiste Peygamberimizin namaz kılma
şeklinde "kısa ve çabuk" olarak nitelendirilmiş olması meselesine
gelince, Buharı ile Müslim'de yer aldığına göre yine Enes b. Malik bu konuda:
"Peygamberimiz
kısa ve eksiksiz şekilde namaz kılardı"[9]
demiştir. Yine bu sahabinin Buharı ile Müslim'de bu konudaki şu sözlerine yer
verilmiştir:
"Ömrümde hiçbir
imamın arkasında Rasulullah'ın arkasındaki kadar kısa ve eksiksiz bir namaz
kılmış değilim." Buhari'nin yer verdiği rivayette fazla olarak şu sözler
de vardır:
"Peygamberimiz
namaz kıldırırken ağlayan bir çocuk sesi duyunca çocuğun anasının kafası
karışmasın diye namazı çabuklaştırırdı."[10]
Enes b. Malik'in
söylediği Peygamberimizin namazı kısa ve çabuk kılması olayı, bazı emirlerle
diğer bir kısım imamların yaptıkları Kıyam'a oranladır. Bu kimseleri bazıları
Kıyam halini Rasulullah'ın çoğu vakitlerde yaptığından daha fazla uzatırken
rüküu, secdeyi ve rükünler arası fasılayı Peygamberimizin çabuklukla
yaptığından daha kısa tutarlardı. Hatta denebilir ki, namaz kıldıran imamların
çoğunluğu veya bir çoğu namazları böyle kılar oldular. Bu arada bu imamlar
arasında dört rekatli farzların son iki rekatında zamm-ı sure okuyanlara da
rastlanmış. Bu çeşitli uygulamalar fıkıh alimleri arasında zaman zaman farklı
mezheplere dönüşmüştür.
Öteyandan Hariciler de
dini konularda detaylara ve zorluklara dalarak vaktiyle Peygamberimizin
böylelerini tanımlarken söylediği şu sözlerin canlı örneği haline geldiler:
"İçinizden biri
onların namazına göre kendi namazını ve onların orucuna göre kendi orucunu
küçümser hale gelecektir."[11]
Bu yüzden Ali,
Basra'da ilk defa namaz kıldırınca saha-bilerden İmran b. Husayn[12]"Bu
namaz bana Peygamberimizin namazlarını hatırlattı" demiştir.
Peygamberimizin namazı dengeli idi. O kıyam (ayakta durma) ve Kuud (oturma)
safhalarını kısa tutarken rüku ve secdeleri uzun tutardı. İmran b. Husayn'in,
Ali'nin namazı ile ilgili olarak söylediği yukardaki söz, bu konuda Enes b.
Malik'in söylediklerini açıklayıcı ve destekleyici niteliktedir.
Nesai'nin, Attaf b.
Halid'e[13]dayanarak
bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem[14]
şöyle dedi:
"Bir gün Enes b.
Malik'i ziyarete gittik. Bize: "Namaz kılacak mısınız?" diye sordu.
Kendisine: "Evet kılacağız" diye cevap vermemiz üzerine hizmetçisine
dönerek:
"Ya cariye, çabuk
abdest suyumu getir. Çünkü sizin bu imamınızın (Ömer b. Abdülaziz'i kasdediyor)
namazı kadar Peygamberimizin namazına benzer şekilde namaz kıldıran imama hiç
rastlamadım" dedi. Ömer b. Abdülaziz namaz kılarken rüku ve secdeleri
uzun tutar, bunun yanında kıyam ve kuud safhalarını kısa tutardı.[15]
Bu hadis sahih bir
hadistir. Çünkü bu hadisin rivayet halkalarından bîrini meydan getiren Attaf b.
Halid Mahzu-mi hakkında hadis bilgini Yahya b. Main bir kaç kere "O güvenilir
bir ravidir" dedi. Ahmed b. Hanbel de onunla ilgili olarak "O
Mekke'li, güvenilir bir şahsiyettir, rivayetleri sahihtir kendisinden yüz kadar
hadis rivayet edildi" derken Îbn-Adiy de ondan söz ederken "O yüze
yakın hadis rivayet ediyor. Kendisinden hadis nakleden kimsenin güvenilir olduğu
durumlarda hiç bir hadisini tereddütle karşılamadım."[16] diye
konuşmuştur.
Ebü Davud ile
Nesai'nin, Said b. Cübeyr'e[17]
dayanarak bildirdiklerine göre Enes b. Malik aynı konuda şunları söylemiştir:
"Şimdiye kadar bu
delikanlının (Ömer b. Abdülaziz'i kas-dediyor) arkasında kıldığım namaz kadar
Peygamberimizin namazına benzeyen bir namaz hiç kılmış değilim." Said b.
Cübeyr, bu konudaki sözlerini:
"O (yani Ömer b.
Abdülaziz) rükua varınca on kere sub-hanrabbiyelazim" ve secdedeyken de on
kere subhanerab-biyelala diyebiliyorduk" diye bağladı."[18]
Yine bu konuda
Müslim'in, Sabit'e dayanarak bildirdiğine göre Malik b. Enes şöyle demiştir:
"Hiç kimsenin
arkasında Peygamberimizin arkasında olduğu kadar veciz ve eksiksiz bir namaz
kılmış değilim. Peygamberimizin namazı ölçülü ve dengeli idi. Ebu Bekir'in
namazı da ölçülü ve dengeli idi. Ömer zamanı gelince o sabah namazını uzatmaya
başladı. Peygamberimiz -se-miallahu limenhamideh derken bize -galiba şaşırdı-
dedirtecek kadar ayakta durur ve arkasından secdeye vardıktan sonra iki secde
arasında yine -galiba şaşırdı- dememize yo-laçacak kadar otururdu,"[19]
Yine aynı konuda Ebu
Davud'un, Sabit ve Humeyd'e dayanarak bildirdiğine göre Enes b. Malik şöyle
dedi:
"Hiç kimsenin
arkasında Peygamberimizin arkasında olduğu kadar veciz ve eksiksiz bir namaz
kılmış değilim. Peygamberimiz-semiallahu limen hamiden derken- -galiba şaşırdı-
dememize yolaçacak kadar bir süre ayakta durur, arkasından tekbir alıp secdeye
varırdı. İki secde arasında da -galiba şaşırdı- dememize yolaçacak kadar
otururdu."[20]
Görüldüğü gibi Enes b.
Malik bu sağlam kaynaklı sözlerinde Peygamber Efendimizin namazının hem veciz
ve hem de tamam (eksiksiz) olduğunu belirtiyor. Açıkladığına göre onun
Peygamberimizin namazının tam (eksiksiz) olduğunu söylerken kasdettiği şey iki
rükün arasında verilen fasılaların uzatılmasıdır. Bir önceki rivayette de
"Peygamberimizin namazı kadar veciz ve tam (eksiksiz) hiçbir namaz görmediğini"
söylemişti. Allah-u Alem onun bu sözlerindeki ve-cizlik (kısalık) kıyam safhası
ile ve tamamlık (eksiksizlik) rüku ve sticud safhaları ile ilgilidir. Çünkü
kıyam safhası ancak tam (eksiksiz) olarak yapılabilir, başka türlüsü mümkün
değildir. Bu yüzden tamamlılıkla (eksiksiz olmakla) nitelendirilmesi anlamsız
olur. Fakat rüku, secde ve rükunlar arasında fasılalarda durum böyle değildir.
Ayrıca kıyam safhası kısa, buna karşılık rüku ve secdeler uzun tutulunca namaz
dengeli ve ölçülü olacağı için tam (eksiksiz) olur ve o zaman da Enes b.
Malik'in "Onun gibi kısa ve eksiksizini hiç görmedim" şeklindeki
sözü anlam ve gerçeklik kazanmış olur.
Enes b. Malik'in bu
konu ile ilgili olarak rivayet ettiği hadislerin tümü Peygamber Efendimizin
rükuu, secdeyi ve iki rükün arasında verilen fasılayı daha sonraki imamların
çoğunluğundan daha uzun tuttuğunu gösteriyor. Bu konudaki diğer sağlam
rivayetler de aynı şeyi pekiştiriyor.
Buhari ile Müslim'de
belirttiğine göre Sabit şöyle diyor: "Enes b. Malik'in -Peygamberimizin
bize kıldırdığı namazın aynısını size tarif etmek için elimden geleni
yapacağım-dediğini işitmiştim. Onun namaz kılarken yaptığım sizin yaptığınızı
görmüyorum. O rükudan kalkınca dimdik ayakta dururdu. Öyle ki, görenler -Bu
adam ne yapacağım unuttu- derlerdi. Secdeden başını kaldırdığı zaman da bize
-Bu adam ne yapacağını unuttu- dedirtecek kadar otururdu."[21]
Buhari'nin yine
Sabit'e dayanarak belirttiğine göre "Enes b. Malik, çevresindekilere
Peygamberimizin nasıl namaz kıldığım tarif ederdi. Namaz kılarken de rükudan
başını kaldırınca bize -Bu adam ne yacağını unuttu- dedirtecek kadar ayakta
dururdu."[22]
Bu rivayetlerden
açıkça anlaşılıyor ki, Peygamberimiz kı-raat'ı (zamm-ı sure okumayı) kısa
tutarak namazı kısaltır-dı.[23]
Gerçi bu tutum, kıraat safhası ile uyuşacak uzunlukta rükuu ve secdeyi de
gerektirirdi. Bu yüzden Enes b. Malik "Onun namazı dengeli ve ölçülü
idi" diyor, yani rükünleri arasında uzunluk ve kısalık bakımından Ölçü ve
uyum vardı.
Enes gerçekten doğru
söylüyor. Çünkü Peygamberimiz sabah namazının iki rekatlık farzında zamm-ı sure
olarak altmış ile yüz sayısı arasında değişen miktarda ayet okurdu.[24] Daha
da açıklarsak bu iki rekatta genellikle "Elif lam tenzil", "Hel
Eta", "Saffat" ve "Kaf' gibi sureleri, bazan bunlardan
biraz daha uzunlarını ve kimi zaman da daha kısalarını okurdu.[25] Ömer
ise "Yunus, "Hud" ve "Yusuf surelerini okurdu. Herhalde
kendisi arkasında namaz kılanların böylesini tercih ettiklerini biliyordu.
Bildirildiğine göre
sahabilerden Muaz b. Cebel, bir defasında yatsı namazını Peygamberimizin
arkasında kıldıktan sonra Küba mescidine giderek orada Amr b. Avf oğullarına
imam olup namaz kıldırdı. Kıldırdığı bu namazda zamm-ı sure olarak
"Bakara" suresini okudu. Bunu haber alan Peygamberimiz yaptığına
kızarak kendisine şu sözleri söyledi:
"Ya Muaz, sen
kargaşalık (fitne) mi çıkarmak istiyorsun? Halka imam olduğun zaman namazını
kısa tut. Çünkü arkanda yaşlılar, güçsüzler ve sıkışık durumu olanlar
bulunabilir. "Sebbih isme Rabbikelala", "Veş-şemsi ve
duhaha" ve benzeri sureleri okuyumaz miydin?"[26]
Peygamberimizin burada
Muaz'a ve dolasıyla diğer namaz kıldıran imamlara emrettiği kısalık,
kendisinin uyguladığı kısalık idi. Zira O, Enes'in dediği gibi "En kısa
ve eksiksiz şekilde namaz kılan kimse idi" ve ümmetine de:
"Benim nasıl
namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılınız"[27]
buyurmuştu.
Şunu da belirtmemiz
gerekir ki, cemaatın namazın uzatılmasını istedikleri durumlarda bundan daha
uzun şekilde namaz kıldırmak yerinde bir harekettir. Nitekim Peygamberimizin
akşam namazında "Tur" suresini okuduğu zamanlar olmuştur.[28] Buna
karşılık bundan da kısa şekilde namaz kıldırmayı gerektirecek durumlarda
imamın öyle yapması gerekir. Tıpkı Peygamberimizin çocukların ağladığı ve
benzeri durumlarda yaptığı gibi.
Açıkça anlaşılıyor ki,
Enes'in naklettiği hadisler namazda rüku ve secdeleri çok kısa tutanlarla kıyam
safhasını çok uzatanların tutumuna karşı olmayı içeriyor. Enes'in anlattığı ve
diğer sahabilerin belirttiği nokta budur.
Nitekim Müslim ile Ebu
Davud'un, Abdurrahman b. Ebu Leyla'ya[29]
dayanarak bildirdiklerine göre sahabilerden Bera b. Azib[30] bu
konuda şunları söylüyor:
"Peygamberimizin
(s.a.v.) nasıl namaz kıldığını uzun zaman gözetledim. Onun kıyamı'mn, rükuunun,
rükudan sonra ayakta duruşunun, secdesinin, iki secde arasındaki oturuşunun ve
selamla namazdan ayrılma arasındaki oturuşunun birbiri ile uyumlu ve dengeli
olduğunu gördüm."[31]
Müslim'in, Şu'be'ye[32]
dayanarak bildirdiğine göre Hakem[33]
şöyle bir olay anlatıyor:
"Bir ara Zemin b.
Esas[34]adında
biri Küfe valisi oldu ve Ebu Ubeyde b. Abdullah'a halka namaz kıldırmasını
emretti. Ebu Ubeyde b. Abdullah[35] da
kıldırdığı namaz sırasında rükudan kalktığı zaman şu duayı okumama yetecek kadar
bir süre ayakta durdu:
"Allahım,
Rabbi'miz; gökler, yeryüzü ve dilediğin başka bir şey doluşunca hamd Sana
mahsustur. Sen her türlü övgüye ve yücelmeye ehilsin. Sen'in verdiğine kimse
engel olamaz ve Sen'in engel olduğunu hiç kimse veremez. Sen'in karşında
hiçbir varlıklıya varlığı fayda sağlamaz."
(Hakem sözlerine devam
ediyor:) "Bu durumu Abdurrah-man b. Ebu Leyla'ya anlattım. Bana şöyle
cevap verdi: Be-rae b. Azib'in bana şöyle dediğini hatırlıyorum: "Peygamberimizin
rükuu, rükudan başını kaldırınca ayakta duruşu, secdesi ve iki secde arasındaki
ayakta duruşu dengeli ve birbirleri ile uyumlu idi." Bu olayı
nakledenlerden biri olan Şube de, "Bu durumu Amr b. Murre'ye[36]
anlattığımda bana -Abdurrahman b. Ebu Leyla'yı namaz kılarken gördüm, onun
namazı öyle değildi? dedi.[37]
Öteyandan Buhari'nin
bu hadise yer veren rivayetinde:
"Kıyam ve
teşehhüd dışında kalan rükünler dengeli ve birbirleri ile uyumlu idi."[38]
ifadesi vardır. Çünkü zamm-ı sure okumak için olan kıyam ve teşehhüd için olan
oturma rükünleri tabii ki, diğer rükünlerden daha uzun olur. Fakat
Pey-gemberimiz kıyam'ı kısa tutarak diğer rükünleri eksiksiz yaptığı için bütün
rükünler dengeli ve birbirleri ile uyumlu oluyordu.
Bu iki rivayetten her
biri öbürünü destekler ve doğrular niteliktedir. Çünkü Berae b. Azib, bazı
rükünlerin birbirine yakın uzunlukta olduğunu ve bazılarının bu kuralın dışında
tutulduğunu belirtirken, birinci kategoriye giren rükünleri belirtmiyor, fakat
ikinci kategoriye giren rükünleri belirtiyor. Burada kıyam rüknünü uzatıp rükû
ve secde rükünlerini gayet kısa tutan ve böylece arada büyük bir uzunluk
farkının meydana gelmesine yolaçan bazı zamane emirlerinin bu dengesizliğe
oranla daha birbirine yakın uzunlukta olan rükünlerden sözedilebilirdi.
Demek istediğimizin
örneği şudur: Rasulullah bir defasında güneş tutulması üzerine iki rekat namaz
kıldı. Bu namazın ilk rekatında Bakara suresi uzunluğunda bir zamm-ı sure
okuyarak öyle rükua vardı. Rükuu da kıyamı kadar ve secdesi de rükuu kadar
oldu.[39] Bu
yüzden diyoruz ki, güneş tutulması namazının rükuu ile secdesinin toplam uzunluğu
kıyarn'mın yarıdan fazlasına yakın uzunlukta olur. Gerek bazı dostlarımız ve
gerekse başkaları "Bir namazda zamm-ı sure olarak Bakara suresi okunduğu
zaman bu namazın rüku ve secdesinde de yüzer ayet okuyacak kadar bir süre
teşbih söylenir" diyorlarsa da bu görüş sünnete aykırı zayıf bir
görüştür."[40]
Bu arada Müslim'in,
Ebu Said Hudri'ye dayanarak bildirdiğine göre:
"Peygamberimiz
namazda başını rükudân kaldırdığı zaman Berae ile Enes'in söylediklerini
doğrulayacak kadar zikrederdi. Ayrıca Rasulullah'ın nafile namazları da böyle
uzun olurdu. O, geceleri yalnız başına nafile kılarken namazını istediği kadar
uzatırdı. Bu namazların bir rekatında zamm-ı sure olarak Bakara, Al-i îmran ve
N
Şunu da belirtelim ki,
Peygamberimiz tarafından emredilen ve Enes ile diğer sahabiler tarafından kısa
olduğu belirtilen bu kıyam rüknü Rasulullah'rn uygulaması ve emri ile açıklığa
kavuşturulup sahabilere tebliğ edilmiştir. Peygamberimiz mescidin minberinden
namaz kıldırırken:
"Bunu beni Örnek
alasınız ve benim namazımın nasıl olduğunu öğrenesiniz diye yaptım."[42]
buyurdu ve Malik b. Huveris ile arkadaşına:
"Benim nasıl
namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılınız." demişti.
Peygamberimizin namaz
konusundaki bu titizliğinin ve emrini uygulamalı örnekle açıklamak gereğini
duymasının sebebi şudur. Çoğunlukla her iş kendisinden daha uzun bir işe göre
kısa ve kendisinden daha kısa bir işe göre uzun olarak nitelenir. Bunun
sözlüklerce belirlenmiş bir sınırı yoktur. Öteyandan namazdaki hareketler yün
eğirmek, avcılık, çiftçilik ve dokumacılık gibi geleneklerden değildir ki,
bunun rükünlerini Örfe baş vurarak sınırlayalım. Tersine o, ibadetlerden
biridir. İbadetler nasıl temelde şeriat koyucuya dayanıyorlarsa, nitelik ve
miktarları da yine şeriat koyucuya başvurularak belirlenebilir.
Şu da var ki, eğer
namazın herhangi bir rüknü veya bu rüknün kısalığı konusunda toplumun örfüne
başvurmak caiz olsa, uzunluk ile kısalığın belirli kriterleri olmadığı için
çoğu kere kıîmaklı emrolunduğumuz farz namazlarımızda çelişkiye bile varabilen
farklılıklar meydana gelirdi. Namaz terimlerinin anlamları ve namazdaki
hareketlerin şekli konusunda her asrın, her şehrin, her kabilenin, her
yörenin, hatta her mescid çevresinin diğerlerine benzemeyen farklı tutum ve
uygulamaları artaya çıkardı. Bu durum da gerek Allah'ın ve gerekse "Benim
nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız." diyen
Peygamberimizin emirlerine aykırı olurdu. Çünkü direktif olarak bu sözleri
söyleyen Peygamberimiz mesela "Bulunduğunuz çevrenin anlayışı uyarınca
veya alışık olduğunuz ölçülere göre kısa kılınız" dememiştir. Hiçbir
alimin de böyle dediğini işitmedim. Çünkü böyle bir şey ya fazlaya veya eksiğe
düşerek sünnetlerin ölmesine ve şeriatın değişmesine yolaçar. Diğer
sahabilerin rivayetleri de aynı gerçeği vurgulamaktadır.
Nitekim Müslim'in,
Züheyr'e[43]dayanarak bildirdiğine
göre Semmak b. Harb,[44]
sahabilerden Cabir b. Semure'ye[45] Peygamberimizin
nasıl namaz kıldığını sordu ve ondan şu cevabı aldı; "Peygamberimiz namazı
kısa tutardı, o şu adamlar (o günü imamlarını kasdediyor) gibi kılmazdı,[46]
Rasu-lullah sabah namazının farzında zamm-ı sure olarak kaf suresi ile benzeri
uzunlukta sureleri okurdu."
Yine Müslim'in, Semmak
yolu ile rivayet ettiğine göre Cabir b. Abdullah;
"Peygamberimiz
Zamm-ı sure olarak öğle namazında "Velleyli iza yağşa, ikindi namazında
buna yakın uzunlukta bir sure ve sabah namazında da bundan daha uzun bir sure
okurdu"[47] demiştir.
Bu sözler yine
Müslim'in, Semmak'e dayanarak naklettiği Cabir b. Semure'nin şu sözlerine
açıklık kazandırır niteliktedir; "Peygamberimiz sabah namazının farzında
Zamm-ı sure olarak "Kaf suresini okurdu. Daha sonraki namazları kısa
olurdu."
Cabir -Allah-u Alem-
"Daha sonraki" derken herhalde sabah namazından sonraki vakitleri
kasdetmişti. Yani "Peygamberimiz, sabah namazından sonraki namazları
sabah namazından daha kısa tutardı" demek istemiştir. Çünkü hem Peygamber
Efendimizin namazları kısa tuttuğunu ve hem de sabah namazına Zamm-ı sure
olarak "Kaf suresini okuduğunu birlikte söylemiştir.
Bu arada Buhari'de yer
aldığına göre Ümm-ü Seleme[48]
"Peygamberimizin
veda haccı sırasındaki bir sabah namazında Zamm-ı sure olarak "Tur"
suresini okuduğunu işittim. O sırada cemaatın çevresinde dolanarak O'nun Kur'an
okuyuşunu dinledim."[49]
demiştir.
Bilindiği gibi
Peygamberimiz (s.a.v.) Veda Hacc'ından sonra çok az bir evre yaşamıştı.
"Tur" suresi de "Kaf' suresine yakın uzunluktadır.
Yine Buhari'de yer
aldığına göre îbn-i Abbas "Bir gün anam Ümm-ü Fad[50]
"Velmurselati" suresini okuduğumu işitince Yavrum, bu sureyi
okuyunca bana Rasulullah'ı hatırlattın, çünkü bu sure Peygamberimizin ağzından
en son işittiğim ve bir akşam namazında Zamm-ı sure olarak okuduğu sure
idi."[51] demiştir.
Gerek yukardaki
hadislerden ve gerekse bunların diğer benzerlerinden anlaşılıyor ki,
Peygamberimiz ömrünün son döneminde sabah namazında Zamm-ı sure olarak orta
uzan-luktaki surelerden birini okuyordu. Bunun belgeleri çoktur. Bu konuda
sözleri bize kadar ulaşan diğer sahabiler görüş birliği halinde Rasulullah'ın
sabah namazında öteden beri böyle Zamm-ı sure okuduğunu bildirdikleri ve hiç
bir saha-bi O'nun ömrünün sonlarına doğru eskisinden daha kısa şekilde namaz
kıldığını.söylemediği için sabah namazında Zamm-ı sure olarak orta uzunlukta
bir sure okumanın sünnet olduğu konusunda bütün fıkıh alimleri görüş birliğine
varmışlardır.
Sahabilerden Cabir b.
Semure "O'nun namazı şu adam-larınki (günün imamlarının namazı) gibi
değildi" derken namazı bu anlattığımızdan daha uzun ve daha kısa kıldıran
imamları kastediyordu. Yani Rasulullah namazı kısa tutardı, ama bununla
birlikte ve bugünün imamlarının rukuu, secdeyi ve rükünler arasındaki fasılayı
kırptıkları gibi namazm hiçbir rüknünü kırpmazdı" demek istiyor.
Sahabelerden Enes ile Berae'nin sözlerinin vurguladığı gibi Cabir'in bu sözü, o
günün emirlerinin (devlet adamlarının) imamlıkları sırasında gerek kıraati
(zamm-ı sure okumayı) ve gerekse diğer rükünleri Peygamberimizin yaptığından
daha kısa tuttukları anlamına da gelmeyebilir.
Nitekim Müslim'in
bildirdiğine göre Ebu Kuz'a[52]
diyor ki:
"Bir defasında
sahabilerden Ebu Said Hudri'yi görmeye gitmiştim. Yanma vardığımda başı
kalabalaktı. Ziyaretçiler dağılınca kendisine "Ben sana şu gidenlerin
sordukları meseleleri sormayacağım. Benim senden sormak istediğim şey
Peygamberimizin nasıl namaz kıldığıdır" dedim.
Önce bana "Bunu
bilmenin sana bir hayrı olmaz" demesine rağmen aynı soruyu tekrar sorunca
şunları söyledi; "O zamanlar Peygamberimiz öğle farzına durunca içimizden
biri helaya gidip ihtiyacını giderdikten sonra evine varıp ab-dest alarak
Mescide döndüğü takdirde namazı ilk rekatta yetişebiliyordu."[53]
Ebu Said'in bu
sözlerinden, onun daha sonraki dönemlerde Peygamberimizin zamanından daha kısa
şekilde namaz kılındığı görüşünde olduğunu anlıyoruz. Buhari ile Müslim'in
bildirdiğine göre de sahabilerden Ebu Berze[54] bu
konu ile ilgili olarak "peygamberimizin arkasında sabah namazı kılıp da
Mescid'den çıkan herkes yanında kimin namaz kıldığını iyice hatırlardı (Namaz o
kadar uzun sürerdi.) Peygamberimiz sabah farzının iki rekatında veya bir rekatında
altmış ile yüz arasında değişen sayıda ayet okurdu."[55]
demiştir. Ahmed b. Hanbel ile Nesai'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer
"Rasuluîlah'ın bize namazları kısa tutmamızı emrettiği olduğu gibi bize
"Saffat" suresini Zamm-ı sure olarak okuyarak namaz kıldırdığı da
olmuştur."[56]
Bu arada Nesai ile
İbn-i Mace'nin, Süleyman b. Yesar'a [57]dayanarak
bildirdiğine göre bir defasında sahabiler-den Ebu Hureyre "Arkalarında
namaz kıldığım imamlar arasında falanca kadar namazı Peygamberimizin namazına
benzeyenini hiç görmedim" dedi. Bu konuşmayı nakleden Süleymen b. Yesar
diyor ki: "Ebu Hureyre'nin sözünü ettiği kimse öğle farzının ilk iki
rekatını uzatır, son iki rekatını kısa tutardı, ikindi namazını kısa tutardı,
akşamın farzında Zamm-ı sure olarak kısa surelerden birini, yatsı farzında
orta uzunluktaki surelerden birinini ve sabah farzında da uzun surelerden
birini okurdu."[58]
Müslim'in, Ammar b.
Yesar'a[59]
dayanarak naklettiğine göre Peygamberimizin buyurduğu şu sözler de yukardaki rivayetleri
destekler niteliktedir:
"İnsanın namazı
uzun tutup hutbeyi kısa kesmesi din bilgisinin derin olduğunu gösterir. Buna
göre namazı uzatınız ve hutbeyi kısa kesiniz. Kuşkusuz güzel konuşmada
büyüleme gücü vardır."[60]
Burada Peygamberimiz
namazı uzun tutmayı kişinin din bilgisinin belirtisi sayarak onu uzatmayı
emrettiği görülüyor. Bu emir ya genel olarak bütün namazlarla ilgilidir veya
Peygamberimizin bu sözleri ile sadece cuma namazım kasdetmiştir. Eğer bu emir
genel karakterli ise söylenecek bir şey yok. Fakat eğer bu emirle sadece cuma
namazı kas-dedİlmiş ise, bu namazdaki cemaatın diğer namazlardakin-den daha
kalabalık olduğu ve bu kalabalık arasına güçsüzlerin, yaşlıların ve
sıkışmışların bulunabileceğini, üstelik bu namazın iki hutbenin arkasından ve
günün en sıcak saatlerinde kılındığı gözönüride tutulunca sabah ve benzeri
serin saatlerde ve nisbeten az sayıda cemaatle kılınan namazların haydi haydi
uzun tutulacağı sonucu çıkar.
Bu açıklamayı
yapmamızın sebebi şudur. Az yukarda sa-habilerden Enes'in, Peygamberimizin
namazını takdir ettiğini belirtmiştik. Düşündük ki bu iki hadisi işiten kimse
bunların arasında çelişki olduğunu sanabilir veya bazı kimseler bu hadislerdin
birini görmezlikten gelip öbürüne sarılabilir ve sarıldığı hadisin manasını
anlayabilir.
Sözlerimizin burasında
bir kaç sayfa önce yer verdiğimiz sahabilerden Enes'in rivayet ettiği şu hadisi
tekrar ele alalım:
"Kendi kendinize
görevlerinizi ağırlattırmayınız, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünü
sizden önceki bazı kavimler kendilerine ağır görevler yükledikleri için Allah
da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde
gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın
üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendileri uydurdular."
Görüldüğü gibi bu
hadiste Peygamberimiz, şeriata eklemeler yaparak dini zorlaştırmayı
yasaklıyor. Bu ağırlaştırma, bazan vacip veya müstehap olmayan ibadetleri
vacip veya müstehap sayarak ve kimi zaman da haram veya mekruh olmayan şeyleri
haram veya mekruh sayarak olur. Peygamberimiz bu yasaklamanın gerekçesini
belirtirken vaktiyle kendilerine ağır görevler yüklemenin hristiyanlara daha
sonra Allah'ın da ağır görevler yüklediğini ve sonunda işin bu gün
gelenekleştirdikleri ve kendi uydurmaları olan ruhbanlığa kadar vardığını
anlatıyor. [61]
Bu hadis şu noktada
uyarıcıdır: Eğer kul önce kendi kendine ağır yükümlülük yüklerse onun bu
tutumu, daha sonra Allah'ın onun üzerine ağır yükümlülük yüklemesine yo-laçar.
Bu da ya Cenab-ı Allah'ın şeriata yeni bir kural eklemesi veya o yükümlülüğü
takdir etmesi yolu ile olur.
Cenab-ı Allah'ın
şeriata yeni bir kural eklemesine şunlar örnek gösterilebilir. Bilindiği gibi
sahabiler cemaatle teravih namazı kılmak üzere Mescid'de toplanınca
Rasulul-lah bu namazın farz olmasından çekinerek onlara böyle yapmamalarını
söylemiştir.[62] Yine Peygamberimiz henüz
haram kılınmamış konular hakkında sahabilerin kendisine soru sormasını aynı
endişe ile hoş karşılamamış tır. Ayrıca her hangi bir ibadeti yapmayı adayanın
onu yapmak zorunda tutulması bu kategoriye girer. Çeşitli sebepler yüzünden
farz hale gelen keffaretler de böyledir. Peygamberimizin hayatı boyunca
ümmetine yeni farzların ve ek haramların yüklenmesi ihtimalinden sürekli
biçimde kaçınması bu gerekçeden kaynaklanmıştır.
Cenab-ı Allah'ın
(c.c.) takdir yolu ile ek yükümlülükler bindirmesine gelince, bazı farz veya
haramlar konusunda aşırı şekilde titizlik gösterenlerin o konularda
zorlaştırıcı sebeplerin etkilerine maruz bırakıldıklarının sık sık görmüş ya
da duymuşuzdur. Mesela aşın temizlik titizleri ve vesveseleri gibi. Bunlar bu
konudaki şeriat emirlerine eklemeler yapınca, ağır ve sıkıntılı sebeplerin
etkilerine maruz bırakılırlar.
Hadisin bu son anlamı,
daha önce üzerinde durduğumuz şu ayetin anlamı ile bağdaşma halindedir:
"O Peygamber ki
uhdelerindeki ağır yükleri ve zincirleri üzerlerinden kaldırır." (A'raf: 7/157)
Görüldüğü gibi bu
ayet, müminlerin ağır yükleri ve zincirleri gönüllü olarak yüklenmeye
kalkışmalarını hoş karşılamamaktadır.
Bu ayettedeki
"ağır yükler (asar)" ağır farzları ve "zincirler (ağlal)"
da ağır haramları ifade eder. Çünkü "Asar" kelimesinin tekili olan
"Isr" kelimesi sözlük anlamı ile "ağırlık, şiddet" ve
"ağlal" kelimesinin tekili olan "ğıll" kelimesi de
"hareket etmeyi engelleyen bağ" demektir. Cenab-ı Allah'ın (c.c.) şu
buyruğu da aynı anlamı pekiştirerek dile getirmektedir:
"Ey müminler,
sakın Allah'ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri kendinize haram
etmeyiniz. Sınırı da aşmayınız, çünkü Allah sınırı aşanları sevmez."
(Maıde: 5/87)
Bu ayetin iniş sebebi
analatacağımız şu meşhur olayladır: Buharı ile Müslim'in bildirdiklerine göre
sahabilerden Enes b. Malik (r.a.) diyor ki:
Bir gün sahabilerden
üç kişi Peygemberimizin eşlerinden birinin evine gelerek O'nun ne gibi
ibadetler yaptığını sordular. Kendilerine gereken bilgi verilince Rasulullah'm
işlediği ibadetleri azımsarcasına "Biz hiç Rasulullah ile bir olabilir
miyiz? O'nun geçmiş-gelecek tüm günahları affedildi" dediler.
Arkasından içlerinden
biri "Ben bütün yıl boyunca sabaha kadar namaz kılacağım" dedi.
Öbürü de "Ben bütün yıl boyunca ara vermeden oruç tutacağım" diye
konuştu. Üçüncüsü de "Ben de kadınlara hiç yanaşmayacak, ömrüm boyunca
evlenmeyeceğim" diye söyledi.
Bu arada çıkagelen
Peygamberimiz onlara şöyle dedi:
"Şöyle şöyle
diyenler siz misiniz? Bana gelince, valla-hi, Âllah'dan en korkanınız, en
takvahnız Ben'im. Bununla birlikte hem oruç tutarım, hem bozarım hem namaz
kılar hem uyurum ve evlenirim de. Kim Ben'im sünnetimden yüz çevirirse Ben'den
değildir"[63] Bu ifade Buhari'nindir.
Hadisin yine Enes'e dayalı ve Müslim'de yer alan ifadesi de şöyledir: "Bir
gün sahabüer-den bir kaç kişi, Peygaberimizin eşlerine O'nun gizli olarak ne
gibi ameller işlediğini sordular. Bu arada içlerinden biri "Ben hiç
evlenmeyeceğim" öbürü "Ben hiç et yemeyeceğim" ve üçüncüsü de
"Ben hiç yatakta uyumayacağım" dedi. Bu arada eve gelen Peygaberimiz
Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra şunları söyledi:
"Şu şu sözleri
söyleyenlere ne oluyor? Oysa Ben hem namaz kılar, hem uyurum. Hem oruç tutar,
hem bozarım ve evlenirim de" Kim Ben'im sünnetimden yüz çevirirse Ben'den
değildir."[64]
Bu anlama gelen, yani
gerek ibadetlerde ve gerekse nefsin arzularını gemleme konusunda orta yolu
tutmanın sünnet olduğunu bu tutumun hrıstiyanlıktaki ruhbanlığın gereği
sayılan evlenmeme ve benzeri gibi psikolojik arzuları bütünü ile oruç gibi
ibadetlere aşın şekilde dalmaktan daha iyi olduğunu dile getiren hadislerin
sayısı çoktur. Yalnız kimi bazı sofular (abidler) eksik bilgilere dayalı
yorumlarla bu ilkeye ters düşmüşlerdir.
Bu hadisin bir benzeri
Ebu Davud'un, Ebu Ümame'ye dayandırarak naklettiği şu hadistir. Buna göre bir
gün adamın biri Peygamberimize gelerek;
"Ya Rasulallah,
bana seyahat için izin verir misin?" diye sordu. Peygamberimiz bu adama:
"Ben'im ümmetimin
seyahati, Allah yolunda cihad etmektir."[65] diye
cevap verdi. Görülüyor ki, Rasulullah ümmeti için seyahatin, yani evi-barkı
terkedip diyar diyar gezmenin cihad olduğunu belirtiyor. Başka bir hadiste de
bu anlamda "Oruç tutmak, seyahata çıkmak demektir. Oruçlular, seyahat
halinde demektirler"[66]
şeklinde Duyuruluyor. Bu açıklamalar Kur'an'da geçen "Seyahat eden
erkekler" ve "Seyahat eden kadınlar" ifadelerini de yorumlar
niteliktedir.[67]
Belirli bir maksat
taşımaksızın evi-barkı terkederek diyar diyar dolaşmak anlamındaki seyahata
gelince, böyle bir gezi bu ümmetin amellerinden değildir. Bu yüzden imam Ahmed
Hanbeli bu konuda şöyle diyor: "Seyahatin islamda hiçbir yeri yoktur, bu
Peygamberin ve salih kulların özellikle yaptıkları bir şey de değildir.[68] Buna
rağmen bir gurup arkadaşımız ya kendilerince bazı yorumlara girişerek, veya
yaptıkları şeyin yasaklandığını bilmeksizin seyâhata çıkmışlardır. Oysa bu
davranış Peygamberimizin hakkında -İslam'da ruhbanlık yoktur- buyurduğu
uydurulmuş ruhbanlığın bir uygulamasıdır."
Buradaki maksadımız,
hak dinin yahudiler gibi Allah'* anmayı umursamayarak kalb katılığına
kapılmamak için bunun tersine her zaman diri tutmak için getirdiği prensipleri
ye bu arada sonradan uydurulmuş ruhbanlık konusunda hrîstiyanlara ters
düşmenin gerektiğini açıklamaktadır. Gerçi bazı alim ve dindarlarımız ya beriki
tarafın veya öteki tarafın hastalığından pay almışlar, ya bu tarafa veya o tarafa
belirli oranda benzemişlerdir.
Aynı gerçeği
vurgulayan Ahmed, Nesai ve İbn-i Mace tarafından nakledilen diğer bir hadis de
şudur. Abdullah b. Ab-bas diyor ki:
Akabe'ye varışımızın
sabahında Rasulullah devesinin üzerindeyken bana "Ben'im için bir çakıl
taşı topla" dedi. Yedi orta boylu çakıl taşı toplayıp kendisine verdim.
Verdiğim çakılları avucu içinde silkelerken "işte bu büyüklükte çakıl
taşı atınız" dedikten sonra sözlerini şöyle bağladı: "Sakın dinde
aşırılığa düşmeyiniz, çünkü sizden öncekileri dinde aşırılığa düşmek helak
etmiştir."[69]
Peygamberimizin
buradaki "Salan dinde aşırılığa düşmeyiniz" şeklindeki uyarısı
geneldir, yani hem inançlarındaki ve hem de davranış ve tutumlardaki
(amellerdeki) aşırılıkIarı içerir. Öteyandan "aşırılığa düşmek"
demek, bir şeyi ya hakettiğinden daha fazla överek veya layık olduğundan da-'
ha fazla kötüleyerek ya da başka bir yolla "ölçüyü, sınırı aşmak"
demektir.
Hristiyanlar, gerek
inanç sistemi gerekse davranış ve tutumlar bakımından diğer kesimlerden daha
çok aşırılığa düştükleri için Cenab-ı Allah (c.c.) onları, Kur'an'in şu ayetine
göre bu konuda Özellikle uyarmaktadır:
"Ey kitab ehli,
sakın dininizde aşırılığa düşmeyiniz."
(N
Peygamberimizin
yukardaki genel uyarısının sebebi şeytan taşlanırken kullanılacak çakıl
taşları konusudur. Bu konuda genel uyarının kapsamı içindedir. Bu konuda
aşırılığa düşmek iri çakıl taşlan atmak ve buna benzer hareketlerdir. Bu yüzden
Rasulullah, mümkün olduğu kadar küçük çakıl taşlarının atılmasını tavsiye
ettikten sonra buna gerekçe olarak da "Bizden önceki toplumları dinde
aşırılığa düşmüş olmalarının helak ettiğini" belirtmiştir. Tıpkı
hristiyanlar-da gördüğümüz gibi, bu mantık ve bu ifade tarzının gereği ve
sonucu şudur: "Onların" yolundan kesinlikle uzak kalmak, helak
olmalarının sabeplerine yakalanmamanın en kestirme yoludur. Bunun yanında
"onların" bazı adet ve geleneklerini benimseyen kimse onlar gibi
helak olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. [70]
Bu yüzdendir ki,
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizden öncekiler gibi olmayarak onların yaptıkları
gibi suçluları cezalandırırken (hadleri uygulayarak) eşraf ile sıradan halk
arasında ayrım yapmamızı, kim olursa olsun herkese aynı cezayı vermemizi
emrediyor, Oysa çoğu aklievvel kimseler siyaset uzmanları ileri gelenleri ceza
dışı bırakmanın siyasi yönden daha yerinde olduğunu sanırlar.
Nitekim Buhari ve
Müslim'in, Hz. Aişe'ye dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz, Mahzumiye
kabilesi eşrafından hırsızlık yapan bir kadının cezasının bağışlanması konusunda
rica etmeye gelen Üsame'ye[71]
şöyle buyurdu:
"Ya Üsame,
Allah'ın emrettiği bir cezayı uygulama-yayım diye mi aracılık ediyorsun?
İsrailoğulları şu yüzden helak oldu. Onlar aralarındaki eşraftan biri hırsızlık
edince çalanı serbest bırakırlar, fakat halktan biri çalınca hemen kendisini
cezalandırıyorlardı. Nefsimi elinde tutan Allah adına yemin ederek söylüyorum
ki, eğer hırsızlık yapan Muhammed'in kızı (benim öz kızım) Fa-tıma bile olsa
tereddüt etmeden elini keserdim."[72]
Sözü edilen Mahzum
oğullan Kureyş kabilesinin en önde gelen boylarından biri idi. Bu yüzden
onlardan olan bir kadının elinin kesilmesi ağırlarına gitmişti. İşte bunun
üzerine Peygamberimiz, İsrailoğullannın ileri gelenlerinden olan suçluları
ceza dışı tutmayı gelenekleştirdikleri için helak olduklarım bildirdikten
sonra kadınların en şereflisi olan kendi kızı Falıma bile hırsızlık yapacak
olsa hiç teredüt etmeden elini keseceğini açıklamıştır. Rasulullah böylece
adaleti gözetme yükümlülüğünün ve eşitliği ilkesinin, değil başka birini,
Peygamberimizin kızım bile kanun üstü saymaya tahammülü olmadığını kesin dille
belirtmiştir oluyordu. [73]
Şimdi di Buharı ile Müslim'de
yer alan şu hadisi gözden geçirelim. Sahabilerden Berae b. Azib (r.a.) diyor
ki:
"Bir gün
Peygamberimiz yüzü karartılmış ve sopa ile dö-ğülmüş bir yahudiye rastladı.
Bunun üzerine o civardaki ya-hudileri yanına çağırarak:
"Sizin
kitabınızdaki zina haddi (cezası) böyle midir?" diye sordu. Yahudiler
kendisine:
"Evet,
öyledir" diye cevap verince onların bir bilgini çağırarak kendisine:
"Seni Musa'ya,
Tevrat'ı indiren Allah'a salarak soruyorum. Söyle bakalım, kitabınızdaki zina
haddi böyle midir?" diye sordu. Yahudi bilgini Peygamberimize şu cevabı
verdi:
"Hayır, böyle
değildir. Eğer beni Allah'a salmasaydın, bu işin iç yüzünü sana anlatmazdım.
Bizim kitabımızda da zi-na'nın haddi (cezası) recm'dir (taşlamaktır). Fakat
zina eşrafımız arasında çoğaldı. Biz ise eşrafdan zina etmiş birini
yakaladığımızda salıveriyor ve halktan zina işleyen birini yakalayınca
kendisine hadd uyguluyorduk. Baktık ki, olacak gibi değil. Bunun üzerine
biraraya gelerek "O halde hem eşraftan olanlara ve hem de sıradan halka
uygulayabileceğimiz ortak bir ceza kararlaştıralım" diye konuştuk ve
böylece yüzü karartma ile sopalamayı, recm'in yerine koyduk."
Adamdan bu sözleri
işiten Peygamberimiz:
"Allah'ım,
Sen'in, öldürülen (yürürlükten kaldırılan) emrini ilk diriltecek (uygulayacak)
olan Ben'im" diyerek önündeki yahudinin recm cezasına çarptırılmasını
emretti. Hemen bunun arkasından da Cenab-ı Allah (c.c.) şu ayeti indirdi:
"Ey Peygamber,
ağızları ile -inandık- deyip de kalpleri ile inanmamış olanlardan ve
Yahudilerden küfürde
yarışanlar Sen'i
üzmesin. Onlar yalana kulak kesilirler. Kelimelerin konduğu yeri değiştirirler.
-Eğer size böyle hükmolunursa kabul ediniz, eğer böyle hükmolun-mazsaniz
çekininiz- derler."
(Maide: 5/41)
Ayetin bu son
cümlesinde şuna işaret ediliyor. Yahudiler birbirlerine diyorlar ki:
"Zina olayı
olunca önce Muhammed'e başvurunuz. Eğer size yüz karartıp sopalama cezası
konusunda fetva verirse dediklerini yapınız, yok eğer size recm cezası vermeyi
teklif ederse, fetvasma uymaktan kaçınınız." Bunun üzerine Ce-nab7ı Allah
(c.c.) arka arkaya şu ayetleri indirdi:
"Allah'ın
indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyenler kafirdirler."
"Allah'ın
indirdiği emirlere göre hüküm vermeyenler zalimdirler."
"Allah'ın
indirdiği emirlere göre hüküm vermeyenler fasıktırlar."[74]
(Maide: 5/44-45-47)
Öteyandan Müslim'de
yer aldığıne göre sahabilerden Cündeb b. Abdullah Beceli[75]
diyor ki:
"Peygamberimizin
ölümünden beş gün kadar önce kendisinden şu sözleri işitmiştim:
"İçinizden
birinin dostum olmasından Allah'a sığınırım. Çünkü Allah tıpkı İbrahim'i dost
edindiği gibi Ben'i de dost edinmişir. Fakat eğer bir dost edinecek olsaydım,
mutlaka Ebu Bekir'i dost edinirdim. Haberiniz olsaydı, sizden öncekiler
Peygamberlerinin ve salih kişilerin mezarlarını mescid edinirlerdi. Sakın siz
de ma-zarları mescid edinmeyiniz. Bunu yapmayı size kesinlikle yasaklıyorum.
"[76]
Görülüyor ki, bu
hadiste Peygamberimiz daha önceki bazı ümmetlerin Peygamberlerinin ve
aralarında iyi bildikleri kimselerin mezarlarını mescid edindiklerini
bildirdikten hemen sonra bizleri mezarları mescid edinmemeye çağırıyor. Bu
ifade tarzı gösteriyor ki, bizden önceki ümmetlerin bir şeyi adet edinmeleri
ya doğrudan doğruya sebebi veya yasak gerekçesidir. Bu da onlar tarfından
işlenen bir işin, sırf onlar tarafından adet edinildiği için bize doğrudan
doğruya yasaklandığını veya yasak olmasına gerekçe oluşturmasını gerektiriyor
ki, her iki durumda da "daha önceki ümmetlere" ters düşmenin
genellikle şeriat koyucunun maksadı olduğu anlaşılıyor.
Üstelik Peygamberlerimizin
sözleri arasında yahudİIere ve hristiyanlara lanet ettikten sonra onların bu
adetini bize yasaklayan ifadeleri pek çoktur. Nitekim Buhari ile Müslim'in Ebu
Hureyre'ye dayanarak bildirdiklerine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Allah yahudilerle hristiyan-ların canlarını alsın! Onlar Peygamberlerinin
mezarlarını mescid edindiler."[77]
Müslim'e göre hadisin
sözleri şöyledir: "Allah yahudi-ler ile hristiyanlara lanet etsin! Onlar
Peygamberlerinin mezarlarını mescid edindiler."
Yine Buhari ile
Müslim'in bildirdiğine göre Aişe şöyle bir olay anlatıyor; "Bir defasında
Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe[78]
Peygamberimize Habeşistan'dayken görmüş oldukları Marya adlı bir kiliseden
bahsettiler, bu kilisenin güzelliğini ve duvarlarındaki resimleri anlattılar.
Bunun üzerine Peygamberimiz onlara şöyle karşılık verdi:
"Onlar öyle bir
kavimdirler ki, aralarındaki iyi kimseler öldüğü zaman mezarı üzerine mesçid
yapar ve mescidin içine de o söylediğiniz tasvirleri çizerler. Onlar Allah
katında en kötü yaratıklardır."[79]
Dört büyük hadis
kaynağının, Buhari, Müslim, Tirmizi ve Nesai'nin, İbn-i Abbas'a dayanarak
bildirdiğine göre "Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mezarlık ziyaret eden
kadınlara, buraları mescit edinenlere ve buralara kandil dikenlere lanet
etmiştir."[80]
Peygamberimizin gerek
bu uyarısı ve gerekse salih kişilerin mezarları üzerinde mescid yaparak kitab
ehline benzemeyi lanetlemesi bu konuda onlara benzemekten açıkça yasaklama ve
onların diğer adetlerinden uzak durma hususunda da delil niteliği taşır. Çünkü
onların diğer adetlerinin de aynı türden olmadığından hiç kimse emin olamaz.
Şunu da belirtelim ki,
bu ümmetin çoğu gurubunun mezarlar üzerinde mescid yapma veya üzerinde bina
yapmaksızın mezarlıkları mescid edinme hastalıklarına kapıldıklarını hepisini
biliyoruz. Oysa, bunların her ikisi de çok sayıda hadisin belirttiğine göre
haramdır ve işleyicileri lanetle-miştir. Bu konudaki diğer hadisleri
zikretmenin şimdi yeri ve sırası değildir. Çünkü maksadımız genel kuraldır.
Gerçi bu davranışların
haram olduğunu gerek Malik'in gerek Şafii'nin ve gerekse Hanbel'in çoğu
arkadaşları belirtmiştir. Zaten bu böyle olduğu için gerek sahabilerden ve gerekse
Tabiin kuşağından olan ilk dönem müslümanları (selef) insanı böyle
davranışlara sürükleyen adetlerden titizlikle alıkoy arlardı. Bu alanda şimdi
burada ele alıp inceleyemeyeceğimiz kadar çok sayıda belge vardır. Bu
belgelerden birine göre Ali'nin torunu Ali b. Hasan[81]"Bir
defasında biri ile karşılaştı. Adam Peygamberimizin mezarının yanında bulunan
bir boşluğa giriyor ve orada dua ediyordu. Ali b. Hasan adamı böyle yapmamaya
çağırarak şunları söyledi; "Şimdi size benim babamdan ve babamın da
dedemden ve dedemin de Rasulullah'dan işitmiş olduğu bir hadisi nakledeyim
ister misiniz? Söyleyeceğim şudur:
"Benim mezarımı
bayram yeri ve evlerinizi mezarlık edinmeyiniz. Siz nerede olursanız olunuz,
salat-ü selamınız bana ulaşır."[82]
Aynı konu ile ilgili
olarak Süheyl b. Ebu Süheyl[83] de
şöyle diyor:
"Bir defasında
Peygamberimizin mezarı başında Ali'nin torunu Ali b. Hasan gördü. O sırada
Fatıma'nın evinde akşam yemeği yiyordu. Bana:
"Buyur, yemek
yiyelim" diye seslendi. Kendisine:
"İsteğim
yok" diye karşılık verdim. Bu defa da bana:
"Bu mezarın
başında durmuş, ne yapıyorsun?" diye sordu.
"Peygamberimize
salat-ü selam getirdim" diye cevap verdim. Bu cevabım üzerine bana:
"Mescide girince
salat-ü selam getir" dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti: Çünkü
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Benim mezarımı
bayram yeri ve evlerinizi mezarlık edinmeyiniz. Yahudilere Allah lanet etsin!
Çünkü onlar Peygamberlerinin mezarlarını mescid edindiler. Bana salat-ü selam
getiriniz. Biliniz ki, nerede olursanız olun, selat-ü selamınız bana
ulaşır."
Bu bakımdan seninle
Endülüs'de (İspanya'da) bulunan, kimse arasında fark yoktur.[84]
Nitekim gerek Ahmed b.
Hanbel ve gerekse Malik'in ve başka imamların bazı yakın arkadaşlarının
belirttiğine göre müslüman belirli cümleleri söyleyerek Peygamberimize salat
ve selam getirdikten sonra, eğer O'na dua etmek isterse, yüzünü kıbleye
çevirmeli ve Rasulullah'ın mezarını sağma almalıdır. [85]
Müslim'in, Hüseyin'e
dayanarak rivayet ettiğine göre sa-habilerden Cabir şöyle diyor:
"Arefe günü zeval
vakti girince (öğleyin) Peygamberimiz devesinin getirilmesini emretti. Devesi
getirilince sırtına binip, vadinin ortasına geldi ve orada halka hitaben
şunları söyledi:
"Şu ayda ve şu
beldedeki şu gününüz nasıl size haram-sa kanlarınız ve mallarınız da
birbirinize öylece haramdır."
Haberiniz olsun ki,
cahiliye döneminin bütün adetleri ve uygulamaları ayaklarımın altındadır.
Cahiliye döneminin kan davaları geçersizdir. İlk geçersiz saydığımız kan
davası, Sa'd oğularının süt evladı olup, Huzeyl tarafından öldürülen İbn-i
Rebie b. Haris'in kan davasıdır. İlk kaldırdığım faiz de -amcam- Abbas b.
Abdülmutta-lib'in faiz alacağıdır. Bunun tümü kaldırılmıştır.
"Kadınlar
konusunda AUah'dan korkunuz. Çünkü siz onları Allah'ın emaneti olarak aldınız
ve Allah'ın izni ile ırzları size helal oldu. Kadınların size karşı en önemli
görevleri evlerinize istemediğiniz kişileri almamalarıdır. Eğer bunu
yaparlarsa onları sakat bırakmayacak şekilde dövünüz. Buna karşılık siz de
onları normal ölçüde yedirip ve giydirmekle yükümlüsünüz."
"Size öyle bir
şey bıraktım ki, eğer ona sımsıkı sarı-Iırsanız artık hiç sapıtmazsınız. Bu
Allah'ın kitabıdır. Hep siz bana soru soruyorsunuz. Acaba sizler benim için ne
diyor sunuz?"
Peygamberimizin bu
sorusuna karşılık bu konuşmayı dinleyen kalabalık hep bir ağızdan:
"Hepimiz şahadet
ederiz ki, sen gerçekleri tebliğ ettin, görevini yerine getirdin Ve insanlara
nasihat ettin" diye cevap verdi. Arkasından işaret parmağını önce havaya
kaldırarak ve arkasından kalabalığa doğrultarak üç kere üst üste:
"Şahid ol,
Allah'ım" dedi.
Arkasından ezan okunup
kamet getirilerek öğle namazını kıldı, daha sonra ara verilmeksizin kamet
getirilerek ikindi namazını kıldı. Arkasından da devesine binerek vakfe yerine
geldi..."[86]
Peygamber Efendimiz bu
konuşmasında geçen "Cahiliye döneminin bütün adet ve uygulamaları
ayaklarımın altındadır" ifadesi bu dönemin bütün geleneklerini ve dini
törenlerini kapsamına alır. Mesela o dönemin din anlayışının sonucu olan:
"Ey falanca, ey
filanca" başlıklı yakarışlarla o günün bayram törenleri ile diğer
gelenekleri gibi.
Peygamberimiz, bu
genel yasaklamadan sonra sözü ca-hiliye anlayışına göre mubah sayılan bazı
kanların ve malların yasaklanmasına getirdi. Borçluların zimmetinde biriken
faiz alacakları ile öldüreni ve öldürüleni henüz müslü-man olmadan önce
işlenmiş cinayetlerin kan davaları gibi. Peygamberimizin bu konuşmasında
belirli bir kaç hususu yasak ilan etmesinin iki sebebi olabilir. Rasulallah ya
hacc mevsiminden sonra girişeceği uygulama hakkında bir ön uyarı yapmak istemiş
veya halkın geleneklerinden kaynaklanan bir uygulama olarak değil, sağlam
gerekçeli haklar olarak sandığı bazı belirli hususları ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.
Görüldüğü gibi
Peygamberimizin bu ifadeieri, cahiliye döneminde geçerli olup da, İslam
tarafından da onaylanmış olan gelenekleri kapsamıyor. Hacc ziyareti, yüz develik
cinayet diyeti ve yeminli kan davacıları (kasame) sistemi gibi. Çünkü
"cahiliye adeti" denince bundan anlaşılan şey, o dönemin islam
tarafından onaylanmayan gelenek ve uygulamalarıdır. Buna o dönemin İslam
tarafından açıkça yasaklanmamış olan gelenek ve uygulumalan da dahildir.
Bu arada Ebu Davud,
Nesai ve İbn-i Mace'de yer aldığına göre Ebu Husayn Mısrı şöyle diyor:
" "Bir gün
Beytülmukaddes mescidinde namaz kılmak üzere Afır kabilesinden Ebu Amir[87]
künyeli bir arkadaşımla birlikte yola çıkmıştım. O gün Ezd kabilesinden bir sa
habi olan Ebu Reyhane[88]
namazdan önce Mescid'de bir konuşma yapmıştı. Yolda arkadaşım beni geçmişti,
ben arkasından yetişerek yanına oturdum. Bir ara bana: ,
"Ebu Reyhane'nin
konuşmasına yetiştin mi?" diye sordu. Kendisine:
"Hayır" diye
karşılık vermem üzerine bana şöyle dedi: "Ebu Reyhane'nin şöyle dediğini
işittim: Peygamberimiz şu on şeyi yasaklamıştır:
1- Dişleri
kazıyıp seyreltmek
2- Vücuda
dövme yaptırmak
3- Ağaran
kılları yolmak
4- İç
çamaşırsız iki erkek vücudunun birbirine değmesi
5- İç
çamışırsız iki kadın vücudunun birbirine değmesi
6- Erkeğin,
acemlerin yaptığı gibi, alt kenarına ipek pervaz diktirmesi
7- Erkeğin, acemlerin yaptığı gibi, omuz başına
ipek yama diktirmesi
8-
Yağmacılık
9- Kaplan
derisi ile kaplı eğere binmek
10- Devlet
adamları dışında kalan kimselerin mühürlü yüzük takmaları"[89]
Bu hadis bir çok fıkıh
aliminin önüne problem çıkarmıştır. Şundan dolayı ki, erkeklerin elbiselerinde
az miktarda ipekli kumaş bulunmasının caiz olduğunu belirten çok sayıda delil
varken, bu hadis erkeklerin elbiselerinde ipekli kumaşın büsbütün yasaklar bir
nitelik taşıyor. Oysa burada Peygamberimizin yasakladığı şey erkeklerin
acemlere özenerek ebiselerinin alt kenarına ipek kumaştan pervazlar ve omuz
başlarına ipekli yamalar diktirmeleridir. Buna göre yasaklanan şey, elbiselere
dikilen ipekli kumaş parçalarının kendileri değil, acemler arasında moda olan
bir kıyafet şeklidir. Eğer durum böyle olmayıp da, buradaki yasaklamanın gerekçesi
ipekli kumaş olsaydı, yasaklama erkek elbisesinin sırf söz konusu iki yeri ile
sınırlanmaz, elbisenin her tarafım içerirdi. Böyle olduğu içindir ki,
Peygamberimiz sözleri arasında "acemler gibi" demiştir. Bilindiği
gibi sıfatın asıl görevi önüne geldiği ismi belirlemek değil, onu nitelemektir. [90]
Ebu Davud'un, İmran b.
Huseyn'e dayanarak naklettiği şu hadisi de yukardaki hadisin ışığında
yorumlamak mümkündür. Peygamberimiz söz konusu hadisinde "Ben kızıl
renkli eğere binmem, üzerine serçe figürü işlenmiş elbise ve ipek pervazlı
gömlek giymem"[91]
buyurmuştur. Tıpkı bunun gibi Buharı ile Müslim'de belirttiğine göre Rafi b.
Hu-deyc[92]diyor
ki:
"Bir defa
Peygamberimize:
"Ya Rasulallah,
yarın düşman karşısına çıkıyoruz. Eğer savaşta hayvan boğazlayacağımız sırada
bıçak bulamazsak kamış kullanabilir miyiz?" diye sordu. Bana şöyle cevap
verdi:
"Kan akıtılan ve
üzerinde Allah'ın adı anılan hayvanın etini ye. Yalnız bu hayvanın kanı dişle
ve tırnakla akıtılmış olmamalıdır. Şimdi size bunun sebebini söyleyeceğim.
Çünkü diş aslında kemiktir ve tırnak da Habeşlile-rin hayvan boğazlama
aletidir."[93]
Görüldüğü gibi bu
hadiste Peygamberimiz, tırnakla hayvan boğazlamayı bunun Habeşliler tarafından
boğazlama aleti yerine kullanıldığı gerekçesi ile yasaklıyor. Ayrıca diş ile
hayvan boğazlamanın yasaklanmasını da onun bir çeşit kemik oluşuna bağlıyor.
Fıkıhçılar bu konuda
farkh görüşler ileri sürüyorlar. Bir gurup müctehide göre, buradaki yasağın
gerekçesi, dişle ve tırnakla boğazlamanın boğmaya benzemesi veya bu ihtimali
akla getirmesidir. Oysa bilindiği gibi boğularak öldürülen hayvanın etini
yemek yasaktır. Nitekim müçtehidler bu ilkeye dayanarak yerlerinden çıkarılıp
bilenmiş diş ve tırnaklarla hayvan boğazlanmanın caiz olduğunu ileri sürerler.
Çünkü bağımsız ve bilenmiş aletlerle hayvan boğazlamanın boğmakla hiç bir
ilgisi yoktur.
Oysa fıkihçılann
çoğunluğu diş ve tırnak kullanarak hayvan boğazlamayı kayıtsiz-şartsız olarak
yasak saymışlardır. Çünkü Peygamberimiz diş ile tırnağı kan akıtma
araçlarından ayırmakta, akademik deyimi ile istisna etmektedir. Demek ki, diş
ile tırnak, hayvan boğazlarken kullanılamayacak kesici araçlardır. Eğer
Peygamberimizin yasaklaması bu araçlarla yapılan boğazlamanın boğma niteliğinde
oluşuna dayansa idi, o zaman buradaki istisna anlamsız olurdu. Böyle bir
ihtimalin varolabileceği meselesine gelince muhtemel olanın gerçekmiş gibi
kabul edilebilmesi için gerekçenin gizli veya belirsiz olması gerekir.
Gerekçenin açık ve belirli olduğu durumlarda muhtemel olan şey ger-keç yerine konamaz.
Ayrıca bu yasağı ilk gurubun düşündüğü gerekçeye bağlamak, Peygamberimizin
hadisinde belirtilen gerekçelendirmeye ters düşer.
Fakat fıkıhçılar bu
kesimi "Acaba hadisteki genel ifadeye bağlı kalarak başka bir kesici
kemik parçası ile de hayvan boğazlamak yasak mıdır, değil midir?"
meselesi karşısında ikiye ayrılmışlardır.
Bu görüşlerin her
üçüne göre de Peygamberimizin "şimdi size bu yasağın sebebini
söyleyeceğim" dedikten sonra "çünkü tırnak Habeşlilerin hayvan
boğazlama aracıdır" ifadesini kullanması, tırnaktaki bu niteliğin, yani
onun Habeşlilerin hayvan boğazlama aracı oluşunun bu yasaklamada etkili
olduğunu belirtir. Bu etki isterse doğrudan doğruya yasaklamanın sebebi
olarak, isterse sebebe götürücü bir ipucu olarak, isterse sebebin niteliklerinden
biri olarak veya isterse sebebin niteliklerinden birine götüren bir ipucu olarak
kendisini göstermiş olsun farketmez. Çünkü Habeşliler uzun tırnaklıdırlar ve
diğer milletlerden farklı olan bu adetleri yüzünden hayvanlarını tırnakları
ile boğazladıkları görülmüştür. Buna göre tırnakla hayvan boğazlamak, kendilerine
özgü bu geleneklerinden Habeşlilere benzemek olacağı için Rasulullah
tarafından yasaklanmıştır. Kemiğe gelince onun boğazlanma aleti olarak
kullanılmasının yasaklanması, tıpkı taharetlenme maddesi olarak
kullanılmasının yasaklığı gibi, potansiyel pisîeyici niteliğinden ileri gelebilir.
Çünkü bilindiği gibi, kan pis (necis) bir maddedir.
Buradaki maksadımız
hayvan boğazlama konusunun detaylarını anlatmak değildir, O konuda şimdi
burası yeri olmadığı için söylemediğimiz, fakat söylenmesi gereken bazı
sözler vardır.
Şimdi de aynı gerçeği
geçmişin olayları arasında irdeleyelim. Buharı ile Müslim'in, Ebu Hureyre'ye
dayanarak bildirdiklerine göre peygamberimiz bir hadisinde:
"Amr b. Amir
Huzai'yi cehennnemde barsaklarını yerde sürüklerken görüm. Çünkü o Şaibe adı
altında putlara deve adanması geleneğini ilk ortaya atan kimse oldu."[94]
buyurmuştur. Aynı hadisin yine Ebu Hureyre tarafından rivayet edilerek
Müslim'de yeralan şekli de şöyledir: "Kaab oğullarının kardeşi Amr b.
Luhay b. Kamaa b. Handefi cehennemde barsaklarını yerde sürüklerken
gördüm."[95]
Bu hadisler yaygın
şekilde bilinen geçmiş bir olaya işaret ediyor. Bu hadislere adı geçen Amr b.
Luhay eski bir arap ileri gelenidir. Beytullah'ın çevresinde ilk anıt (heykel)
diken odur. Söylendiğine göre diktiği bu anıtları Şam taraflarındaki Belka
vadisinden getirmiş ve bu vadinin halkına özenerek Beytullah'm çevresine
dikmişti. Bu arada Şaibe, Vesile ve Hami adlan ile anılan adak develer çığrım
ilk açan kimse odur. İşte Peygamberimiz yukardaki hadislerde bu adamı
"Cehennemde bağırsaklarım yerde sürüklerken gördüğünü"
bildirmektedir.
Bilindiği gibi araplar
bu adamdan önce ataları İbrahim'in (a,s.) inanç ve geleneğine bağlı idiler. Bu
inanç ve gelenek Allah'ı tek bilme ilkesine dayalı, dengeli (hanif) bir din
idi. Fakat zamanının Mekke hükümdarı olan bu Amr b. Luhay tarafından bu köklü
gelenekten ayrılmaya yöneltildiler.
Çünkü sözü geçen
Amr'ın bağlı olduğu Huzaa kabilesi, Beytullah'm Kureyş kabilesinden önceki
koruyucuları idi. Diğer yörelerde yaşayan araplar da her konuda Mekke'lüe-re
özenir, onları Örnek edinirlerdi. Çünkü her taraftan ziyaretine gelinen
Beytullah, Mekke'de idi. Bu yüzden Mekke'li-ler, İbrahim (a.s.) zamanından beri
araplar arasında sayılır ve üstün tutulurlardı.
İşte araplar
arasındaki yeri böylesine saygın olan Mekke'nin o günkü hükümdarı günlerden
bir gün Şam taraflarına gider ve oralarda gördüğü bazı adet ve gelenekleri beğenerek
memleketine benimsetmeye yönelir. Aklısıra bazı deve ye çeşitlerini oradaki
inanç ve adetlere özenerek Bu hayra, Şaibe, Vesile ve Hami adlan altında
putlara adamak. Allah'a saygı ifade eden dindarca bir davranıştı.
Oysa onun açtığı bu
çığır, o güne kadar Hz. İbrahim'in dengeli dinine bağlı yaşayan araplar
arasında müşriklik geleneğine doğru atılmış ilk adım ve Allah'ın helal kılmış
olduğu nesneleri haram saymaya yönelik ilk sapma hareketi idi. O bu işi
yaparken başkalarına özenmiş, başkalarını örnek edinmiş ve başkalarına benzemenin
tutkusuna kapılmıştı. O günden sonra işler günden güne daha da kötüye gitmiş
ve zamanla yeryüzünün bu en saygıdeğer toprakları üzerinde müşriklik geleneği
kesin bir egemenlik kurmuş, köklü tev-hid inancının etkinliği silinmeye yüz
tutmuştur.
Bu sapık eğilim
peygamberimizin gönderilişine kadar sürdü. Peygamberimiz ortaya çıkınca,
İbrahim'in unutulan inanç ve gelenek sistemini yemden canlandırdı, Allah'ın birliği
ilkesini yeniden yürürlüğe koydu ve söz konusu sapma döneminden beri araplarm
haram sayar oldukları nesnelerin yeniden helal olduklarını ilan etti. Şimdi
Kur-ı Kerim'in bu konuyu ele alan ayetlerini okuyalım:
"Müşrikler
ekinlerin hasılatından ve evcil hayvanlardan Allah'a pay ayırırlar.
Akıllansıra "Bu Allah için ve bu da O'na ortak koştuğumuz, İlahlarımız
içindir" derler. İlahları için ayırdıkları paylar Allah'a ulaşmazken,
Allah'a ait olan paylar ilahlara gider. Ne kötü hüküm veriyorlar! Ayrıca bu
ilahlar çoğu müşriklere evlad-larını öldürmeyi güzel bir işmiş gibi gösterdiler
ki, böylece hem onları mahvetsinler ve hem de dinlerini yozlaş-tırsınlar. Eğer
bunu onlardan Allah isteseydi yapmazlardı. Onları iftiraları ile başbaşa
bırak. Onlar akıllansıra "Bunlar dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir,
bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da sırtlarına binilmesi
yasak hayvanlardır" derler. Bir kısım hayvanları da Allah'ın adını
anmaksızın boğazlarlar. Bütün bunları Allah'a iftira olarak ortaya atarlar.
Allah yakında onları bu iftiraları yüzünden cezalandıracaktır. Derler ki,
"Bu hayvanlardan olan yavrular, erkeklerimize helal ve kadınlarımıza
haramdır. Eğer yavrular ölü doğarsa erkek ve kadınlar bunu yemekte ortaktırlar"
Allah onlara bu yakıştırmalarının cezasını verecektir. O hikmet ve bilgi
sahibidir. Bilgisizlik yüzünden benimsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın
verdiği rızkı, O'na iftira ederek haram sayanlar, hiç şüphesiz hüsrana
uğradılar, onlar gerçekten sapıttılar, yola gelecek gibi de
değildirler!" (En'am:
6/136-140)
Bu ayetlerin hitap
ettiği kimseler, şöyle sorumluluktan sıyrılmaya kalkışıyorlar:
"Müşrikler derler
ki, "Eğer Allah öyle dikseydi, ne biz ve ne de atalarımız müşrik olmaz ve
hiç bir helal şeyi haram saymazdık" Onlardan önceki gerçekleri yalanlayanlar
da öyle dediler ve sonunda azabı tattılar. Onlara de ki: "Karşımıza
çıkaracağınız bir bilginiz var mı? Sadece zannlara uyuyor ve sadece
saçmalıyorsunuz."
(En'am: 6/148)
Bilindiği gibi burada
sözü edilen "yasak sayma" tutumunun başlangıcı dindarlık
gayretkeşliği ile mubah olan şeylerden uzak durmaktır. Söz konusu dindarlık
da, her ne kadar sahibi farkında değilse de, kafirlere özenmekten, onlara
benzemeye çalışmaktan kaynaklanmıştır;
Artık açıkça
görüyorsun ki, Allah'ın din ve şeriaitlerinin yozlaşıp ortadan kalkmasının ve
küfür ile isyanın üstünlük kurmasının en başta gelen sebebi kafirlere
benzemektir. Buna karşılık bütün iyi gelişmelerin ana şartı da peygamberlerinin
sünnet ve şeriatlerine bağlılıktır. İşte dinde yeni bir şey ortaya çıkarmak
(bidat) bu yüzden önemlidir. İsterse bu yeni şeyin kafirlere benzemeye
sürükleyen yönü olmasın. Bir de bu iki sakıncalı nitelik (yeni bir şey ortaya
çıkarma ile kafirlere benzeme nitelikleri) biraraya gelince acaba durum nasıl
olur? Bu yüzdendir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
"Her toplum,
benimsediği bidat oranında sünnetten fire verir." buyurmuştur.[96]
Şimdi de şu olayı
inceleyelim. Ebu Davud'un Ebu Umeyr b. Enes'e[97]
dayanarak bildirdiğine göre bu zatın sahabiler-den olan amcası şöyle diyor:
Bir gün peygamberimiz
müslümanları namaz kılmak için nasıl çağırmak gerektiğini düşünüyor, bunun
uygun bir yolunu araştırıyordu. Sahabilerden biri Rasulullah'a "Namaz
vakti gelince mescidin damına bir sancak dik, müs-lümanlar bunu görünce
birbirlerine haber versinler" teklifinde bulundu. Bu teklif
Peygamberimizin hoşuna gitmedi. Bazı sahabiler de yahudiler gibi boru
çalınmasını önerdiler." -Bu yahudi adetidir- diyerek bu öneriyi de
reddettim. Kimileri de çan çalmayı teklif ettiler. Onu da -Hristiyanların
adetidir- diyerek beğenmedi. O gün hiç bir karara yarılamadan herkes evine
dağıldı.
Peygamberimizin
zihnini yoran bu konuya en çok aklı takılanlardan biri de Abdullah b. Zeyd b.
Abdurajpbih idi.[98]
Bir kaç gün sonra aynı
ezanın daha önce Ömer'e rüyada öğretlidiği, fakat onun bunu yirmi gün
açıklamadığı anlaşıldı. Ömer'e niçin böyle yaptığı sorulduğunda da -Abdullah
b. Zeyd benden önce davranınca utandım, çekindim- dedi.
Peygamberimiz bunun
üzerine Bilal-i Habeşi'ye seslenerek -Ya Bilal, ayağa kalk ve bak bakalım
Abdullah b. Zeyd sana ne emrediyor. Onun dediklerim aynen yap- buyurdu. Bilal
de ayağa kalkarak ilk ezanı okudu."[99]
Bu hadisin rivayet
zincirinin halkalarından biri olan Ebu Bişr, kendisinden bir Önceki halka olan
Ebu Umeyr'e dayanarak diyor ki: "Ensar'm (Medine'li müslümanların) kanaatlerine
göre eğer rüyasında kendisine ezan Öğretilmiş olan Abdullah b. Zeyd o gün hasta
olmasaydı, Rasulullah onu müezzin yapacaktı."
Aynı konuyu Amir Sabi[100] de
şöyle anlatıyor:
Bir gün Peygamberimiz
namaz vaktini duyurma konusunu çok düşündü, bu konuyu bir çözüme kavuşturmak
istiyordu. Namaz vaktini duyurma konusunda üzerinde düşündüğü çözümlerden
biri bazı sahabilerden gelen çan çalma teklifi idi. Fakat Peygamberimiz biraz
düşündükten sonra "Bu hristayan adetidir" diyerek bu teklifi reddetti.
Arkasından bir ara sokaklardaki halka namaz vaktinin geldiğini duyuracak
haberciler gönderilmesini düşündü. Fakat arakasından "Namaz vaktini
duyurmak için salınacak habercileri namazdan alıkoymak istemiyorum"
diyerek bundan da vazgeçti. Sözlerine devam eden Sabi b. Amir yukarda anlatılan
Ab-dulah b. Zeyd'in gördüğü rüyayı açıklayarak konuyu bağladı.
Sahabilerden Enes'in,
Buhari ve Müslim'de yeralan aşağıdaki sözleri de bu konuya açıklık getiriyor:
"Müslümanlar çoğalınca bir gün aralarında namaz vaktinin girdiğini bilinen
bir usulle duyurma konusunu görüştüler. Bunun için bazıları ateş yakmayı ve
bazıları da çan çalmayı teklif etti. Fakat sonunda Peygamberimiz Bilal'e ezan
okumayı ve söylenecek cümleleri ezan okurken ikişer kere, kamet getirirken
birer kere söylemeyi emretti."[101]
Yine Buhari ile
Müslim'de yer aldığına göre sahabilerden İbn-i Ömer de bu konuyu şöyle
anlatıyor:
"Müslümanlar
Medine'ye gelişlerinin ilk yıllarında Mes-cidde toplanıp namaz vaktini
beklerlerdi. O zamanlar bunun için hiç bir duyuru yapılmıyordu. Sonraları bir
gün aralarında bu konuyu görüştüler. Bazı sahabiler:
"Hristiyanlar
gibi çan çalalım" dediler. Bazıları: "Yahudiler gibi boru
çalalım" dediler. Bu arada Ömer de: "Göndereceğimiz bir haberci namaz
vaktini duyursa olmaz mı?" diye konuştu. Sonunda Peygamberimiz Bilal'e dönerek:
"Kalk da halkı
namaza çağır" diye emretti." Bu hadislerde anlatılan ezan olayı ile
ilgili çeşitli detayları, Abdullah b. Zeyd ile Ömer'in bununla ilgili
rüyaları-ni, yine Ömer'in bu konudaki önerisini, ayrıca "Peygamberimiz
ezanı Miraç gecesi işittiği'ni belirten rivayeti ve bu konudaki daha bir çok
meseleyi incelemenin şimdi ne yeri ve ne de sırasıdır. Hatta şu anda bu olayla
ilgili bazı çelişkilere de parmak basmak da istemiyoruz. Buradaki maksadımız
Peygamberimizin namaz vakitlerini duyurmak için yahudi-ler gibi ağızla üflenen
boru ve hristiyanlar gibi elle çalman çanın kullanılmasını hoşgörmezken buna
sebap olarak boru üflemenin yahudi ve çan çalmanın hristiyan adeti olduğunu
vurguladığını belirtmektir. Çünkü bir hükmü açıkladıktan sonra, onun
arkasından anılan sıfat o hükmün sebebi olur. Bu da Peygamberimizin yahudi ve
hristiyanlann tüm gelenek ve özelliklerini yasaklamasını gerektirir.
Şunu da belirtelim ki,
yahudilerce kullanılan boru üfleme adetinin aslında Hz. Musa'ya dayandığı
ileri sürüldüğü halde, O'nun zamanında boru çalınma adetinin varolduğunun
ileri sürülmüş olmasına rağmen, Peygamberimiz bunu taklit etmeyi hoş
karşılamamıştır. Hristiyanlar arasında kullanılan çan çalma adetine gelince bu
tamamen onlar tarafından ortaya atılmış bir bidattir. Çünkü hrıstiyanlığın
gelenek sistemi, büyük bir çoğunlukla papazlar ve keşişler tarafından
uydurulmuş ve düzülmüştür.
Ayrıca bu tutum, bu
tip araçlarla elde edilen seslerin namazın dışında kalan durumlarda da hoş
görülmemesini gerektirir. Çünkü bunlar yahudi ve hristiyan adetleridir. Bilindiği
gibi hrıstiyanlar ibadet vakitleri dışında kalan çeşitli zamanlarda çan
çalarlar.
Dengeli (hanif) dinin
sembolü ise Cenab-ı Allah'ın (c.c.) adını anmayı içeren ezandır. O ezan ki,
onun sayesinde göklerm kapıları açılır, şeytanlar koğulur ve Allah'ın rahmeti
yeryüzüne iner.
Oysa bu ümmetin bir
çok hükümdarının veya devlet adamının sözünü ettiğimiz bu yahudi ve hristiyan
sembolü olan adetlere kapıldıkları görülüyor. Öyle ki, bazı hükümdarlar için
buhurdanlar yakıldığını, küçük boyda çanlar çalındığını kendi gözlerimle
gördüm. Hatta namaz vakitlerini duyurmak için davul-zurna çaldıran
hükümdarlara bile rastlanmıştır ki, bilindiği gibi bu Peygamberimizin kesinlikle
istemediği "hoşuma gitmiyor" dediği bir davranıştır. Yine öyle
hükümdarlar görüldü ki, akıllarısıra ünlü Zülkar-neyn'e özenerek her sabah ve
her akşam boru çaldırmışlar ve nüfuzları altındaki emirlere de aynı adeti
benimsetmiş-lerdir.
Gördüğümüz gibi bu
yahudi, hristiyan, bizans ve acem taklitçiliği doğu aleminin hükümdarları
üzerinde egemen olup onları müslüman geleneklerine ters düşerek Allah'ın ve
Rasulullah'ın hoşlanmadığı tutumlara sürükleyince, Cenab-ı Allah (c.c.)
onların başına moğol kafirlerini musallat etti, bunlar da insanlara ve
beldelere karşı hiç bir İslam devletinde görülmemiş melanetler işlemiş ve
sapıklıklar uygulamışlardır. Böylece Peygamber Efendimiz daha önce
incelediğimiz "sizden öncekilerin geleneklerine kılı kılına
uyacaksınız" sözü prati's gerçeklik kazanmıştır. [102]
Bu yoldaki yozlaşma
örneklerini gözden geçirmeye devam edersek görürüz ki, Müslümanlar, gerek
Peygamberleri döneminde ve gerekse O'nun zamanım izleyen dönemde savaşta
vakardan ve Allah'ın adını anmaktan başka hiçbir tepki göstermezlerdi. Nitekim
Tabiin kuşağının ileri gelenlerinden biri olan Kays b. Ubdabe[103] bu
konu ile ilgili olarak "sahabiler zikrederken, savaşırken v« cenaze
töreni sırasında yavaş sesle konuşmayı özellikle tercih ederlerdi."[104]
diyor. Diğer tarihi belgeler de ilk dönem müslümanlarının bu üç durumda, tıpkı
namaz sırasında oldukları gibi, kalb-leri Allah zikri, Allah saygısı ve Allah
sevgisi ile dolu bulunarak vakar ve sünnet içinde olmayı gelenekleştirmişti.
Buna karşılık bu üç durumda yüksek sesler çıkarmak yahudi-lerin, hnstiyanlann
ve diğer yabancıların adetleri arasında idi. Fakat bir süre sonra sonra öyle
bir dönem geldi ki, ümmetten olan bir çokları sözünü ettiğimiz yabancıların
adetlerine kapıldılar. Bu konuyu daha detaylı bir şekilde incelemek
mümkündür, ama şimdi sırası değildir.
Bu meyanda şunu da
belirtelim ki, Amr b. Meymun Ez-di[105]'nin
bildirdiğine göre Halife Ömer şöyle diyor: "Cahi
üye döneminde araplar
mukaddes ziyaret sırasında güneş doğmadıkça Müzdelife'den ayrılmazlardı.
Peygamberimiz bu noktada onların yaptıklarından başka türlüsünü yaparak güneş
doğmadan önce Müsdelife'den ayrılmayı benimsedi. Böylece bizim adetimiz
müşriklerin adetinden farklı oldu"[106]
Tıpkı bunun gibi
cahiliye dönemi arapları güneş batmadan önce Arafat'dan ayrılırlardı.
Peygamberimiz onlardan farklı olabilmek için güneş battıktan sonra Arafat'tan
ayrılmayı benimsedi. Bundan dolayı güneşin batımından sonraya kadar Arafat'da
vakfe yapmak fıkıh alimlerinin görüş birliği ile vacip sayıldığı gibi bazıları
bunu haccın rükünlerinden biri kabul ettiler. Ayrıca Hz. Ömer'in sözlerinden
açıkça anlaşıldığı üzere bu ziyaret adetlerinde farklı davranmanın amacı
müşriklere ters düşmek, onlardan başka türlü hareket etmektir. Yine bu kategoriden
olmak üzere büyük hadis kaynaklarının sahabilerden Huzeyfet-ül Yemani'ye dayanarak
naklettikleri şu hadisi hatırlatalım. Peygamberimiz buyuruyor ki;
"Gümüş ve altın
kaplarda su içmeyiniz ve yemek yemeyiniz. Bunlar dünyada onlar (müslüman
olmayanlar) ve ahirette de sizler içindir."[107]
Öteyandan Müslim'in
Cübeyrb. Nufeyr'e[108]
dayandırarak bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer diyor ki: "Bir defasında
Peygamberimiz üzerimde serçe figürü işlemeli bir takım elbise görünce -Bu
giydiğin kafirlerin kiyafetlerinden-dir, onu giyme- buyurdu."[109]
Görüldüğü gibi,
Peygamberimiz söz konusu elbiseyi giymenin yasak edilişini o elbisenin
"kafir kıyafeti" oluşu gerekçesine bağlıyor. Bu yüzden islam alimleri
erkeklerin ipekli kumaş giyinmesini, altın ve gümüş kaplar kullanmayı
"kafirlere benzemek" onlara özenmek saymışlardır.
Bu arada Buhari ve
Müslim'de yer aldığına göre Ebu Osman Hindi[110]
diyor ki:
Bizler Utbe b.
Ferkad'ın komutası altında Azerbaycan'da iken, halife Ömer bize şöyle bir
mektup yazdı:
"Ey Utbe, elde
ettiğiniz basanlar sırf senin gayretinin sonucu değildir. Buna göre seferler
esnasında sen ne yiyorsan müslümanlann karınlarını da onunla doyur. Lüks'den,
müşriklerin modalarına özenmekten ve ipekli elbise giyinmekten sakın. Çünkü
Peygamberimiz ipekli elbiseyi giyinmeyi yasaklamıştı.[111]
Ebu Bekir Hilal'in,
Muhammed b. Sirin'e dayanarak bildirdiğine göre sahabilerden Huzeyfe b. Yeman
"Bir defasında girmek üzere olduğu bir evde altın ve kurşun maş-rabalar
olduğunu farkedince hemen geri döndü ve çıkarken de "Kim bir kavme
özenirse onlardan olur" dedi."
Aynı olayın başka bir
anlatımı: "...İçerde acem modalarından bir şey görünce "Kim bir
kavme özenirse onlardandır" diyerek geri çıktı," şeklindedir.
Buna benzer bir olay
anlatan Ali b. Ebu Salih Sevak[112] da
şöyle diyor:
"Bir defasında
bir düğünde idik. Bir ara Ahmed b. Han-bel geldi. Fakat içeri girip de gözü
altın işlemeli bir koltuğa takılınca geri çıktı. Hemen peşinden koşan ev
sahibi yanına varınca da eli ile yüzünü kapatarak -Mecusi (ateşperest) modası,
mecusi modası!- dedi."[113]
Ahmed b. Hanbel ile
ilgili bir Salih'in rivayetinde şunları okuyoruz: "Çağrıldığı yemekte
eğer içki verilir veya sofrada bir mecusi adeti olan altın ve gümüş kab
konursa, ya-hud da duvarlar halı ile kaplı olursa yemek yemeden çıkar
giderdi."
Bu konuda gerek
Kur'an'da ve gerekse Peygamberimizin söz ve yaşayışında bulunan d olaylı-d
olaysız bütün delillerin hepsini incelemeye kalkışırsak daha çok söz söylememiz
gerekirdi. [114]
Bu alandaki örneğimiz,
başta halife Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere O'nun arkasından gelen imamların ve
fıkıh alimlerinin ezici çoğunluğunun tutumudur. Bunların tümü gerek
hnstiyanların ve gerekse diğer dinlere bağlı zimmilerin dini azınlıkların şu
şartlara uymalarını titizlikle aramışlardır:
1- Müslümanlara
karşı saygılı davranmak
2- Sohbet
oturumlarında müslümanlara yer göstermek
3- Zimmilerin külah,
sarık, nalınlar ve saç traşı bakımlarından müslümanları taklit etmeyecekleri
4- Zimmiler
aralarında konuşurken, müslümanlara mahsus sözleri kullanmayacaklardı.
5-
Müslümanlara özgü künyeleri kullanmayacaklardı.
6- Atlarını
müslümanlar gibi eğerlemeyeceklerdi.
7- Kılıç
kuşanmayacaklardı.
8- Silah
edinemeyecek ve taşımayacaklardı.
9- Yüzük
kaşlarına arapça mühürler kazdıramayacak-lardı.
10- Alkollü
içki alıp s atamayacaklardı.
11-
Tepelerini traş edeceklerdi.
12-
Kendilerine özgü modalarına her yerde bağlı kalacaklardı.
13-
Bellerine zünnarbağlayacaklardı.
14-
Kiliseleri üzerine haç dikmeyecekler di.
15-
Müslümanların sokak ve çarşılarında haç veya kendi dinlerine mahsus her hangi
bir kitap teşhir edemeyeceklerdi.
16-
Kiliselerinde yüksek sesle çan çalmayacaklardı.
17- Cenaze
törenlerinde bağırıp çağırmayacaklardı.
18-
Müslümanların oturdukları yollardan geçerken ışık, mum veya fener
yakmayacaklardı.[115]
Bu şartlar güvenilir
bir isnad zinciri ile Harb'e dayanmaktadır. Hilal yolu ile gelen aynı konudaki
başka bir rivayete göre ise bu şartlar şöyle sıralanıyor:
1- Zimmiler
kiliselerinde yüksek sesle çan çalmayacaklardı.
2-
Kiliseleri üzerine haç takmaycaklardı.
3-
Müslümanların yakınlarında yüksek sesle ibadet edemeyecekler, yüksek sesle
okumayacaklardı.
4-
Müslümanların bayram günlari yaptıkları gibi kiliselerinden toplu olarak
dağilamayOcaklardı.
5- Cenaze
törenlerinde bağırıp çağırmayacaklardı.
6- Müslümanların
oturdukları sokaklarda ışık, mum ve fener yakmayacaklardı.
7-
Cenazeleri müslüman cenazelerinin önünden taşınma-yacaktı.
8- Alkollü
içki alıp s atam ayacaklardı.
9- Her yerde
kendilerine özgü modalarına bağlı kalacaklardı.
10- Külah,
sarık, nalınlar gibi kılıklar ile baş traşı ve binek hayvanı bakımından
müslümanlan taklit etmeyeceklerdi.
11-
Müslümanlara özgü sözleri kullananamayacaklardı.
12-
Müslümanların künyelerini kullanamayacaklardı.
13-
Başlarının tepelerini traş edeceklerdi.
14- Perçemlerim
ikiye ayırarak taramayacaklardı.
15-
Bellerine Zünnar takacaklardı.[116] [117]
Bu şartlar fıkıh ve ilim
kitaplarının en bilinen konulan arasında oldukları gibi ikinci kuşak imamları
sıfatını taşıyan alimler arasında en çok görüş birliği sağlanan meseleler
arasındadırlar. Eğer fıkıh alimleri arasında bu derece tartışmasız bir nitelik
kazanmamış olsalardı, onları madde madde incelerdik. Fakat buna gerek
görmediğimiz için bu şartları bir kaç gurup halinde değerlendirmekle
yetineceğiz:
Birinci gurup şart
kümesinin amacı müslümanların düşünce tarzı giyim, isim, binek hayvanı,
konuşma biçimi ve diğer yaşama tarzı alanlarında farklı ve kendilerine özgü olmalarını
amaçlar. Bu guruptaki şartlar müslümanla kafirin birbirinden ayırdedilmesi,
görünüş bakımından da birinin diğerine benzer olmaması için konmuştur. Böyle
olduğu içindir ki, halife Ömer (r.a.) müslümanların kafirlerden özde ayrı
olması ile yetinmeyerek topyekün yaşama tarzının her kesimine yansıyan ve
detayları çeşitli belgelerle açıklığa kavuşan yaygın bir ayırımı amaç
edinmiştir. Buna göre tüm müslümanlar kafirlerden görünüşte de ayrı olmaları ve
onlara asla benzemeye kalkışmamaları gerektiği konusunda görüş birliği
halinde olmalıdırlar.
Zaten dosdoğru yolun
Örnek izleyeceleri olan ilk iki halife -Ebu Bekir ve Ömer- ile ilgili diğer
İslam büyükleri bu amacın gerçekleşmesi için ellerinden gelen titizliği göstermişlerdi.
Onların bu ayırımla neyi amaçladıkları Hafız Ebu Şeybe Isfahani'nin,[118]
Halid b. Arfada'ya[119]
dayanarak bildirdiği şu belgede açıkça görülür. Bu belgeye göre Halife Hz. Ömer
bütün eyalet valilerine gönderdiği resmi yazıda şöyle diyor: "Hnstiyan
azınlıklar -nıüslümanlar gibi- perçemlerini kısa kesmeyecekler ve müslümanlar
gibi giyinmeyecekler" di ki", "Belli olup kolayca
tanınabilsinler" di.[120]
Öteyandan ünlü kadı
Ebu Ya'la da zamanında meydana gelen bir "olayla ilgili olarak verdiği
fetvada şunları söylüyor:
"Zimmiler,
müsIlımanlardan farklı şekilde giyinmeye mecburdurlar. Eğer bu şarta
uymazlarsa, hiçbir müslümanın onların elbiselerini boyaması caiz değildir.
Çünkü onlar herkesjn elbisesini boyamak zorunda değildirler."
Yine aynı yazar
güvenilir bir rivayet zincirine dayanarak Ömer'in bu konudaki şu resmi yazısına
yer veriyor:
"Zimmilerle -dini
azınlıklarla- Mektuplaşmayım/ ki, aranızda sempati doğmasın. Onlara künye de
takmayınız. Onları aşağılayınız, fakat kendilerine haksızlık (zulüm)
etmeyiniz. Onların kadınlarına bellerine kuşak bağlamalarını, perçemlerini
uzatmalarını ve elbiselerini ayak topuklarının yukarısında tutmalarını
emrediniz ki, modaları ile müslüman kadınlardan kolayca ayır-dedebilsinler.
Eğer bu emirlerinize uymayacak olurlarsa o zaman ya gönüllü biçimde veya
zorlayarak İslam'a girmelerini sağlayınız."
Yine aynı yazarın
Muhammed b. Kays[121] ve
Said b. Ab-durrahman b. Hibban'a dayanarak belirttiğine göre:
"Bir defasında
Beni Tağlib kabilesinden bir heyet eme-vi halifelerinden Ömer b. Abdülaziz'in
huzuruna girmişti. Heyet üyeleri araplar gibi sarık sarmışlardı. Görüşme sırasında
hükümdara:
"Ya Emirul-müminin,
bizi araplara kat, bizi onlardan say" dediler. Hükümdar kendilerine:
"Siz zaten orta
kesim araplarmdan değil misiniz?" diye sorup da onlardan:
"Biz
hrıstiyanız" cevabını alınca adamlarına:
"O halde bana bir
makas getirin" dedi. Makas gelince önce ney et üyelerinin müslümanlar
gibi uzatılmış perçemlerini kesti, arkasından sarıklarını başlarından çıkardı
ve her birinin abasının yeninden birer karışlık bir parça kesti. Daha sonra da
kendilerine:
"Bundan böyle
eğerli bineklere binmeyiniz, sırtları pa-lanlı hayvanlara bininiz ve her iki
ayağmıza bir örnek pabuç giyiniz" dedi."[122]
Mücahid b. Esved'in
bildirdiğine göre yine Ömer b. Ab-dülaziz resmi yazılarının birinde
"Kiliselerin dış kısımlarında çan çalınmam asını"362 emretmiştir,
Bu konuda
göstereceğimiz son belge ve tarih yazarı Mu-ammer'in bildirdiğine göre Ömer b.
Abdülaziz tarafından eyaletlerden birinin valisine yazılmış olan bir yazıdır.
Hükümdar bu yazısında şöyle diyor:
"Bölgendeki
aykırı davranışlara engel ol. Hiçbir hrısti-yan, aba, ipekli giymesin ve basma
sarık bağlamasın. Bu söylediklerimin üzerine önemle dur ve bunları yazı ile
herkese bildir ki, hiç kimse kendisini ilgilendiren yasaklardan habersiz
kalmasın."
Bana anlatıldığına
göre sorumluluk bölgende yaşayan çok sayıda hnstiyan yeniden sarık sarmaya
başlamış, bellerine kuşak bağlamaz olmuş ve perçemlerim de kısaltmayarak favan
ve uzun saç bırakmaya koyulmuş. Yeminle söylüyorum ki, eğer gerçekten bunlar
sorumluluk bölgende yapılıyorsa, bu durum senin zayıflığını ve yetersizliğini
gösterir. Buna göre sana yasak olduğunu bildirip üzerinde durduğum hususlara
bağlı kalıp onları yürütüp yürütmediğini gözden geçir, bunları ihmal etme ve
hiç birinde eskiye dönüşe meydan verme."[123]
Ben derim ki, burada
tartışmalı bir nokta var ki, o da şudur: Acaba dini azınlıklar mı adetlerini
değiştirmek zorundadırlar, yoksa onlar adetlerini değiştirmeye yanaşmayınca biz
mi adetlerimizi değiştirip onlardan farklı hale gelmeliyiz? Fakat onlar
aramızda ayrılık olması gerektiği ilkesi hakkında görüş farklılığı olduğu hiç
kimseden işitmiş değilim.
Ayrıca bu konuda kitab
ehlinin yerine getirmek zorunda tutulacağı başka şartlar da vardır ki, burada
onlara değinmedim. Çünkü maksad arada fark ve ayırım olması gerektiğini
belirtmektir. Ayrıca şunu da söyleyeyim ki, Abbasi halifelerinden
Mütevekkil'in hükümdarlığı döneminde zimmi-lere karşı tutumu böyle olmuştur. Bu
konuda imam Ahmed b. Hanbel ile başka alimler kendisini danışmanlık yapmışlar,
onu yönlendirmişlerdir. Ahmed b. Hanbel'in bu yoldaki sorularına vermiş olduğu
cevaplar meşhurdur.
1- Zimmilere
koşulan şartların diğer bir kesimi onların dinlerinin kötü yönlerini saklı
tutma, açığa çıkarmalarını önleme endişesine dayanır. Açıkça alkollü içki alıp
satmalarını, kilise dışında çan çalmalarını mum ve ateş yakmalarını, bayram
törenlerini kutlamalarını ve buna benzer dini geleneklerini engellemek gibi.
2- Bu
şaitalann başka bir gurubu dini törenlerinin saklı kalması amacına dayanır.
Kitaplarını yüksek sesle okuyup duyurmalarının yasaklığı gibi.
Bilindiği gibi gerek
halife Ömer ile çevresindeki ilk müslümanlar gerek ondan sonra gelen müslüman
ilim adamları ve gerekse Allah'ın başarı lütfettiği diğer bazı hükümdarlar
islam diyarında zirnmilere din kaynaklı özel geleneklerini açığa vurmanın
yasaklanması ilkesinde görüş birliği halindedirler. Bu görüş birliği İslam
diyarında müşriklerin özelliklerinin açığa çıkmaması gibi gösterilen titizliğin
ifadesidir. Durum böyleyken, eğer bu müşriklere özgü adetler müslümanlar
tarafından benimsenir ve açıkça taklit edilirse, hüküm nice olur, onu varın
sizler düşünün.
3- Zimmilerce yerine getirilmesi gereken bu
şartların başka bir kesimi onların onurunu kırma, onları Allah'ın kendilerini
layık gördüğü horluğa çarptırma amacım güder.
Bilindiği gibi
zimmilerin bayramlarını kutlamak ve buna benzer yollarla onların özel
geleneklerini onaylamak bir anlamda onlan onurlandırmak demektir. Onlar buna
sevinirler, haz duyarlar. Buna karşılık onlarm batıl din geleneklerinin ihmal
edilmesini sağlamak kendileri için üzüntü kaynağı olur.
Bu konudaki görüş
birliğinin diğer bir gerekçesi de şudur. Bu ilke çok sayıda sahabi ve tabiin
tarafından çeşitli kereler ve değişik yollarla ilgili olarak emredildiği ve
açıkça ilan edildiği halde hiçbir yetkili müslaman buna karşı çıkmamış, bunu
yadırgamamıştır.
Nitekim Buhari'nin
bildirdiğine göre Kays b. Ebu Hazım[124]
(364)
224
şöyle bir olay
anlatıyor: "Bir defasında Ebu Bekir Ahmes kabilesinden Zeynep adında bir
kadını ziyarete gitti. Yanına va-nnca kadının konuşmadığını gördü. Sebebini
sordu, kendisine kadının hiç konuşmaksızın hacc yapmakta olduğunu söylediler.
Bunun üzerine kadına
-konuş, bu yaptığın helal değildir ve cahiliye dönemi adetlerinden biridir-
dedi. Bu uyarı üzerine suskunluk yasağını bozup konuşmaya başlayan kadınla
Ebu Bekir arasında şu konuşma geçti:
Kadın: "Kimsin
sen?" dedi. Ebu Bekir:
"Muhacirlerden
(Mekke'li müslümanlardan) biri." Kadın:
"Muhacirlerin
hangilerinden?" Ebu Bekir:
"Kureyş
kabilesinden" dedi. Kadın:
"Kureyş
kimlerinden?" dedi. Ebu Bekir:
"Ne çok soru
soruyorsun! Ben Ebu Bekir'im." Kadın:
"Allah'ın
cahiliyeden sonra ortaya koyduğu bu yeni dine bağlılığımızın devamı neye
dayanır?" Ebu Bekir:
"Bu yeni dine
bağlılığınızın "devamı imamlarınızın doğru yoldan ayrılmalarına
dayanır." Kadın:
"İmamlar ne
demek?" dedi. Ebu Bekir:
"Sizin
kabilenizde emirler veren ve halkın kendilerine itaat ettiği bir takım
liderler ve ileri gelenler yok mu?" Kadın:
"Evet var."
Ebu Bekir:
"İşte halk
tarafından başta tutulan bu kimselere "imam" denir."36S
Görüldüğü gibi, burada
hiç konuşmadan durmanın helal olmadığını ve bir cahiye adeti olduğunu
bildiriyor. Böyle derken maksadı söz konusu hareketi kırmak ve horlamaktır.
Çünkü her hangi bir hüküm cümlesinin arkasından o hükmün niteliği ifade
edilirse bu niteliğin söz konusu hükmün sebebi olduğu anlaşılır. Bu kurala
göre hacc ziyareti boyunca hiç konuşmamanın cahiliye adetlerinden biri olması
niteliği,
(365) Buharı, Kitab:
Ensar'ın Hayat Hikayesi, bat»,'Cahili?» günleri, H. No: 3824, c.147-148;
Feth'ul^Bari.
225
bu davranışın
yasaklanmasına gerekçe olmaktadır.
Ebu Bekir
hazretlerinin buradaki "O bir cahiliye adetidir." sözünün anlamı,
"O cahiliye insanına Özgü ve islam tarafından onaylanmamış bir
davranıştı" şeklindedir. Bu tanımın kapsamına cahiliye insanı tarafından
uyulan ve islam tarafından onaylanmayan bütün tapınma adetleri girer. İsterse
bu adetler "el çırpma" ve "ıslık çalma" gibi Allah tarafından
açıkça belirtilen davranışlar olmasın. Bu iki tapınma amaçlı adet hakkında
Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onların Mescid-i
Haram'daki ibadetleri el çırpmaktan ve ıslık çalmaktan başka bir şey
değildi."
(Enfal: 8/35)
Söz konusu hareketleri
Allah'a yaklaştırıcı birer ibadet diye benimsemek, İslam'ın onaylanmamış, meşru
görmemiş olduğu bir cahiliye adetine özenmektir.
Bu arada cahilîye döneminin
hacc ziyareti ile ilgili diğer adetlerinin başlıcaları şunlardır: İhramh
kimsenin hep güneşte kalması, hiçbir gölgenin altına sığınmaması; normal
kıyafetle Kabe'nin çevresinde dönülmemesi (tavaf yapılamaması), Harem-i Şerif
dışında yapılan işlerden uzak durulması ve benzerleri gibi. Cahiliye döneminde
bunlar ibadet sayılırdı. İslam geldikten sonra bu adetlerin büyük bir çoğunluğunun
yasaklanmasına rağmen Safa ile Merve tepeleri arasında yürümek (say) ve bunun
gibi bir kaç harekete hac-cı tamamlayan hareketler olarak onaylanmışlardır.
Yani bu hareketler cahiliye döneminde de işlenmiş olmalarına rağmen, İslam
döneminde Allah'a sunulan ibadetler kapsamına alınmış lardir.
Öteyandan yukarlarda
gözden geçirdiğimiz ve Buha-ri'de yer alan halife Ömer'in eski İran
dolaylarında oturan müslümanlara "Sakın müşriklerin modalarına kendinizi
kaptirmayasınız" diye seslenen uyrarıcı mektubunu bir daha hatırlayalım.
Bu uyarı, müslümanlara müşriklerin her türlü modasını yasaklayan bir genelge
niteliğindedir.
İmam-ı Ahmed'in, Ebu
Osman Nehdi'ye dayanarak "Müsned" adlı eserinde bildirdiğine göre
halife Ömer bir konuşmasında şöyle diyor:
"İç gömlek, aba,
nalın, mest ve şalvar giyiniz. Kervanları karışılayiniz, yolculukta neşeli
olunuz. Maadi (tanınmış eski bir arap büyüğü) geleneklerine bağlı kalınız,
hedeflere ok atınız. Lüksten, acem modalarından uzak durunuz. Sakın ipekli
elbise giymeyiniz. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) bunu yasakladı ve bize -sadece şu
kadarcığı (bu sırada elinin iki parmağını gösteriyordu) dışında ipekli elbise
giymeyiniz- buyurmuştu."[125]
Yine İmam-ı Ahmed'in
Asım-ı Ahvel'e dayanarak bildirdiğine göre Ebu Osman diyor ki:
"Bizler
Azerbaycan'da iken halife Ömer'in şöyle bir yazısı geldi"
"Ey Utbe b.
Ferkad, sakın lükse ve müşrik modalarına kapılmayınız. Yine sakın ipekli
elbise giymeyiniz. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) bize ipekli giymeyi yasakladı ve
iki parmağını bitiştirip göstererek -sadece şu kadarcığı hariç- buyurdu."[126]
Burada halife Ömer'in (r.a.) Maad b. Adnan'dan gelen arap geleneklerine bağlı
kalınarak acemlerin ve müşriklerin geleneklerinden uzak durulmasını emrettiği
görülüyor. Yalnız bu ifadenin genel karekterli olduğu her halde dikkatlerden
kaçmamıştır. Yine halife Ömer iîe ilgili ve Kudüs'ün müslümanlarca alınışından
sonra meydana gelmiş olan şu olay konumuz bakımından çok anlamlıdır. İmam-ı
Ah-med'in, Ebu Sinan'a dayanarak "Müsned" adlı eserinde anlattığına
göre Ubeyd b. Adem[127]
şöyle diyor:
"(Kudüs'ün
fethinden sonra) bir ara Hattaboğlu Ömer'in Kaab b. Ahbar'a:
"Nerede namaz
kılmamı uygun görürsün?" diye sorduğunu işittim. Kaab, Ömer'e:
"Eğer benim
dediğime uyacaksan, Büyük Taş'm arkasında kılarsın, o zaman Kudüs'ün tümü
Önünde olur" diye cevap verdi. Ömer bu cevaba karşılık şöyle dedi:
-Yahudilere özeniyorsun, hayır, öyle yapmayacağım, tersine ben Peygamberimizin
namaz kıldığı yerde kılacağım- Bu sözlerin arkasından öne çıkıp kıbleye döndü
ve oracıkta namaz kıldı. Arkasından abasını çıkararak bununla mabedin zeminini
süpürdü, kendisini gören halk da Öyle yaptı."[128]
Burada şunu eklemem
gerekir. Peygamberimiz (s.a.v.) Miraç gecesi Beytülmukaddes mescidinde namaz
kılmıştı. Bunu bize Müslim, Enes b. Malik'e dayanarak bildiriyor. Enes'in
belirttiğine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Bana Burak
getirildi. Burak, merkeple katır arası iriliğinde beyaz bir binek hayvanıdır.
İki adamın arası gözünün görebildiği kadardır. Ona binip Beytülmukaddes'e
(Kudüs'e) geldim. Orada bineğimi daha önce peygamberlerin bağladığı halkaya
bağladıktan sonra Mes-cid'e girip iki rekat namaz kıldım, sonra da dışarı çıktım.
Bu sırada Cebrail, önüme biri içki ve öbürü süt dolu iki çanak getirdi. Ben
süt dolu çanağı içtim. Bu tercihim üzerine Cebrail bana -fıtratı seçmiş oldun-
dedi. Daha sonra göğe yüceltüdik."[129]
hadis devam ediyor.
Öteyandan yine
sahabilerden Huzeyfe b. Yeman, böyle bir şey işitmediğini belirterek
Peygamberimizin, Beytül-mukaddes mescidinde namaz kalmadığını ileri sürüyor.
Ona göre eğer Rasulullah orada namaz kılmış olsaydı, ümmetine de orada namaz
kılmak farz olurdu.
Görüldüğü gibi halife
Ömer burada Kaab b. Ahbar'ı[130]
ya-hudilere özenmekle, yani Büyük Taş'a dönerek onlara benzemekle kınıyor.
Gerçi müslüman bu taşa doğru namaz kılmayı aklından geçirmez ama, yine de Ömer
onun arkasında namaz kılmakta buranın değişmez kıble olduğuna inananlara
benzeme tehlikesi görüyor.
Söz buraya gelmişken
şunu belirtelim ki, halife Ömer (r.a.) diğer konulardaki örnek tutumuna uygun,
sağlam ve kararlı bir siyaset izlemiştir. Zaten O, Peygamberimizin (s.a.v.)
deyimi ile "Hiç bir dahinin göstermediği üstün gayreti ile İslam kovasını
eli ile ağzına kadar doldurup tüm müslüman-ları doyasıya suyla kandıran
benzersiz bir kahramandır."[131]
Gerçekten Cenab-ı
Allah (c.c.) onun güçlü ellerinde is-lamı yüceltmiş ve küfür ile kafirleri al
çal tm ıştır. O bu dosdoğru ve dengeli (hanif) dinin ilkelerini oturtmuş ve
İslamın gelişmesini sınırlayacak her türlü engeli ortadan kaldırmıştır. Bütün
bu gayretleri boyunca her zaman Allah'a ve Ra-sulallah'a itaatkar, Allah'ın
kitabının çizdiği sınırlarla titizlikle saygılı, Rasuluîlah'ın sünneti ile
aziz dostu Ebu Bekir'in uygulamalarına bağlı; Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd,
Abdurrahman b. Avf, Ubeyy b. Kaab, Muaz b. Cebel, Abdullah b. Mesud ve Zeyd b.
Sabit[132]gibi bilgi ileri görüşlülük
ve İslama kesin bağlılıkları ile tanınmış büyük saha-bilerin uyarılarına
riayetkar bir tutum takınmıştır.
Nitekim yukarda gözden
geçirdiğimiz ve zimmilerce uyulması gereken şartların temel ilkeleri onun
tarafından belirlendiği gibi, kafirleri devlet görevlerinde kullanmayı yasaklayan,
hatta bizzat Allah'ın aşağılığa uğrattığı bu kimselerin tekrar pohpohlanarak
yeniden itibar kazanmalarını engelleyen de odur. Bu arada O, bazı rivayetlere
göre acem kaynaklılar başta olmak üzere zamanının kafirliği telkin eden zararlı
kitaplarını yaktırmış, bidatçılara göz açtırmayarak islam geleneğinin titiz
bir kollayıcısı olmuştur. Bu anlayışla acemlerin ağdalı konuşma üslubundan
bile uzak durulmasını sağlayarak, kafirlere ve islam dışı çevrelere benzeme
ve özenme tehlikesi karşısında ne derece duyarlı olduğunu isbatlamıştır.
Şunu da belirtelim ki,
Ömer tarafından yerleştirilen bütün sünnetler, hükümler ve yasalar Osman
tarafından da oldukları gibi benimsenerek uygulamaya konmuştu. Bu da Osman'ın
bu konularda Hz. Ömer'le aynı görüşü paylaştığını gösterir.
Said'in
"Sünen" adlı eserinde Abdurrahman b. Said'e dayanarak bildirdiğine
göre Vehb-'in babası şöyle dedi:
"Ah", bir
defasında dışarı çıkıp da elbiselerini omuz başlarından sarkıtmış (sedel) bir
gurup görünce -Ne oluyor bu adamlara? Dersanelerinden dağılmış yahudileri
andırıyorlar- dedi." Aynı sözleri İbn-i Mübarek ile Hafs b. Gayyas da
Halid'e dayandırarak nakletmiştir. Yalnız bu ikinci rivayete göre "Ali,
namaz kılarken elbiselerinin uzantısını omuz başlarının üzerinden sarkıtan
(sedel) bir gurup görünce -Bu adamlar dersanelerinden dağılmış yahudileri
andırıyorlar"[133]
demiştir. Buna paralel olarak İbn-i Ömer ile Ebu Hureyre'den bize ulaşan
rivayetlere göre, bu iki tanınmış sahabi de bu giyimle namaz kılmayı hoş
karşılanmamışlardır.[134]
Nitekim Ebu Davud,
Süleyman-ül Ahvel'e dayanarak belirttiğine göre Ebu Hureyre "Peygamber
Efendimiz namaz kılarken elbisenin ucunu omuz başından aşağı sarkıtmayı ve ağzı
Örtmeyi menetmiştir."[135]
dedi. Bazı hadisçiler bu hükmü Mürsel (hadisin ilk ravisi atlanmış olarak
nakledilmesi) olarak Ata'ya dayandırırlar. Fakat bu konuda Heşim, Amir-ul
Ahvel'in[136] şöyle dediğini
bildiriyor:
"Ata'ya elbisenin
ucunu omuz başından sarkıtarak namaz kılma meselesini sordum bunu hoş
görmediğini söyledi, kendisine:
-Peygambere dayanarak
mı böyle diyorsun?" diye sordum. Bana:
"Evet
Peygamberimizin sözlerine dayanarak böyle diyorum"[137]
diye cevap verdi. Burada şu noktayı hatırlatmak
gerekir ki, Tabiin,
eğer kuşağından olan bir müslüman'ın rivayet ettiği bir hadise dayanarak bir
fetva verirse, bu durum, onun hadisi güvenilir bulunduğunu gösterir.
Bununla birlikte başka
kanallardan gelen bazı rivayetler burada adı geçen Ata'nın namazda elbisenin
ucunu omuz başından sarkıtmayı sakıncalı görmediğini, hatta kendisinin böyle
bir kılıkla namaz kılmış olduğunu bildiriyor.[138] Belki
bu olay yukardaki hadis kendisine ulaşmadan önce olmuş ve söz konusu hadisten
haberdar olunca bu söz ve davranışından dönmüştür. Bir başka ihtimal de hadisi
unutmuş olmasıdır.
Bu konu ile ilgili
meşhur bir tartışma var ki, o da şudur. Acaba her hangi bir hadisi rivayet eden
şahsiyetlerden birinin hadise ters düşecek şekilde hareket etmesi, bu kimsenin
rivayetini zedeler, değerden düşürür mü? Başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere çoğu
alimlerin meşhur görüşlerine göre hadisi rivayet edenin böyle bir hareketi,
onun rivayetini zedelemez. Çünkü, adamın hadise ters düşen davranışının
hadisi zayıf kabul etmesi dışında bir başka gerekçesi olabilir. Nitekim
Abdurrezzak'ın belirttiğine göre, sahabiler-den îbn-i Mesud'un oğlu Ebu Ubeyde[139]babasmm
elbise uçlarını omuz başından sarkıtarak namaz kılmayı hoş görmediğini
bildirmiştir."[140]
Fıkıh alimlerinin
çoğunluğu da bu kılıkla namaz kılmayı mekruh sayıyorlar. Ebu Hanife,[141]
Şafii[142] ve güvenilir rivayete
göre Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. Fakat Ah-med b. Hanbel'in bu konudaki
çeşitli rivayetleri bağdaştırmak ve bu mekruhluğım normal dışı kılıklarla
namaz kılmaktan kaynaklandığını vurgulamak amacı ile dıştaki elbiseyi değil,
iç elbiseyi anlatılan şekilde sarkıtmayı mekruh saydığı da rivayet edilmiştir.
Bu arada şunu da
belirtelim ki, anlattığımız şekilde elbise uçİarını sarkıtmanın namazı bozacak
bir haram olup olmadığı da tartışılmıştır. İbn-i Musa bu konu ile ilgili
olarak "Eğer bir kimse bu kılıkla namaz kılarsa, namazını yeniden kılmak
zorunda olup olmadığı hususunda iki çelişik görüş varsa da bu görüşlerin daha
doğru olanı namazı iade etmesinin gerekmediği şeklindeki görüştür" diyor,
Ebu Bekir Abdulaziz[143]de
bu kılıkla namaz kılan kimsenin eğer avret yerleri açılmamış ise, namazını iade
etmesinin gerekmeyeceğini savunuyor. Ayrıca bu kılıkla namaz kılmanın mekruh
olmadığım ileri süren fıkıh bilginleri de vardır. İmam-ı Malik'in[144]görüşü
de bu yoldadır.
Söz konusu giyim
şeklini ifade eden "Sedel" deyimi, "elbiese uçlarının bir tek
omuz başının üzerinden sarkıtılma-sı" demektir. Ahmed b. Hanbel bu deyimi
böyle açıklıyor ve bu giyim tarzının mekruh oluşunu onun yahudi adeti olmasına
bağlıyor. Nitekim o diyor ki: "Ebu Abdullah'ın belirttiğine göre Sedel
elbisenin uçlarından birinin öbür uçla üst üste bindirmeden sarkıtılmasdır. Bu
kılık, bir yahudi adetidir ve bu yüzden bu şekilde namaz kılmak
mekruhtur."
Bu konuda Salih b.
Ahmed şunları söylüyor: "Babama -namazda sedel nasıl olur?" diye
sordum. Bana:
"Giyilen
elbisenin iki ucu biribiri üzerine getirilmez ise, bu sedel olur" diye
cevap verdi. Alimlerin çoğunluğu sede-Ii bu şekilde tanımlıyor.
Bu arada Ebul Hasan
Amidi[145] ile İbn-i Akü'ın[146]
"Sedel elbisenin ayakları tamamen kapatıp yerlerde sürünecek şekilde
uzatılmasıdır" diyerek bu deyimi, yasak bir davranış olan elbise uçlarını
yerde sürünecek şekilde uzatma anlamında anlamaları fikah alimlerinin
çoğunluğunun tarifine ters düşen bir yanıigıdır. Gerçi elbiseyi ayakların
altına kadar uzatıp, yerlerde sürüklemek alimlerin görüş birliği ile yasak bir
harekettir. Bununla ilgili hadisler şimdiki konumuzla ilgili olanlardan çok
daha fazla sayıdadır. Buna göre bu kesinlikle haram bir harekettir, fakat
sedel deyiminin ifade ettiği giyim tarzı bu değildir.
Bizim buradaki
amacımız bu konunun detaylarını araştırmak değildir. Bizim maksadımız Hz.
Ali'nin -Allah yü-zi|nü ağartsın- elsisesinin ucunu bu şekilde sarkıtanlan
ya-hudilere benzetmesini ve bu kılığın hoş olmayışını bu sebebe bağlamasını
vurgulamaktadır. Bundan kolayca anlaşılıyor ki, yahudilere benzemek ilk dönem
müslümanlarına göre kesin ve tartışmasız bir sevimsizlik (mekruhluk) gerekçesi
idi. îlerdeki safalarda Ali'nin -Allah yüzünü ağartsın- yahudilerin uslübu ile
konuşmayı hoş görmeyen ve burudaki görüşünü destekleyen sözlerini de nakledeceğiz.
Şimdi yukardaki
hadiste namazda ağzı örtmeyi yasaklayan hükme yeniden değinelim. Bazı alimler
bu yasağın gerekçesi olarak bu hareketin ateşperestlerin ateşe tapınırken
böyle yapmış olamalarını ileri sürüyorlar. Buna göre namazda elbisenin ucunu
sarkıtmakla, ağzı örtmenin birarada anılmasının hikmeti meydana çıkıyor ki, bu
ortak hikmet her iki hareketin kafirlere benzemeye yolaçmasıdır. Ayrıca her iki
hareketin hoş karşılanmayışınm başka sebepleri de vardır. Bilindiği gibi
belirli bir hükmün birden çok gerekçesi olabilir.
Bu saydığımız örnekler
raşid halifelerden alınmıştır. Halifelerin dışında kalan diğer sahabilerden söz
ve davranışlarında da bu konuda bir çok deliller vardır. Mesela sahabilerden
Huzeyfe b. Yeman'ın yukarda değindiğimiz sözlerini bir daha hatırlayalım. Hani
bu ünlü sahabi bir düğün töreni vesilesi ile çağrıldığı bir evde acem adetinin
yaşadığını görünce "Kim bir kavme özenir, benzemeye çalışırsa, onlardan
olur." diyerek geri çıkmıştı.
Yine Ebu Muhammed'in,[147]
İkrimiye'ye[148] dayanarak bildirdiğine
göre adamın biri sahabilerden İbn-i Abbas, kendisine:
"Hukna
yaptırabilir miyim (yani büyük abdest yolundan ilaç alabilir miyim?)" diye
soran birine:
"Evet
yaptırabilirsin. Fakat müşriklerin adetine uyarak avret yerlerini açmadan
yapabilirsin." diye cevap verdi, tbn-i Abbas'in "Müşriklerin adetine
uyarak" sözü sırf bu olayla ilgili bir sınırlama değil, genel karekterli
bir ifadedir.
Bu arada Ebu Davud'un,
Yezid b. Harun'a dayanarak bildirdiğine göre Haccac b. Hassan[149]
şöyle diyor:
"Bir defasmda
ağabeyim Muğire ile birlikte sahabilerden Enes b. Malik'i ziyaret etmeye
gitmiştik. Ben o sırada küçük yaşta idim. Ağabeyimin anlattığına göre saçlarım
ikiye ayrılıp örgü halinde uzatılmıştı. Enes b. Malik başımı okşa-yıp, beni
sevdikten sonra: "Bu örgüleri ya kesin veya kısaltın. Çünkü bu yahudi
adetidir" dedi."[150]
Görüldüğü gibi Enes b.
Malik erkeklerin örgülü saç uzatmasını, yahudi adeti olduğu gerekmesi ile
yasaklıyor. Herhangi bir yasağı belirli bir gerekçeye dayandırmak o gerekçenin
boş bir şey olmadığını ve olmamasının istendiğini gösterir. Bundan anlaşılır
ki, yahudi adeti saç biçimi gibi basit bir konu ile ilgili olsa bile, varlığı
istenmeyen bir şeydir. Biz de zaten bu ilkeyi vurgulamak istiyoruz.
Aynı şekilde İbni Ebu
Asım'ın[151] bildirdiğine göre
Mu-aviye şöyle diyor:
"Mezarları toprak
seviyesinde bırakmak sünnet gereğidir. Yahudiler ile hristiyanlar mezarlarını
toprak düzeyinin üzerine çıkarırlar. Sakın onlara benzemeyiniz"[152]Muaviye
bu sözleri söylerken şuna dayanıyor: Müslim'in bildirdiğine göre sahabilerden
Fudale b. Ubeydi[153]
birgün bir mezarın toprak seviyesinde tutulmasını istedikten sonra bu
isteğinin gerekçesini belirtmek üzere: "Vaktiyle Peygamberimizin,
mezarını toprak seviyesinde tutulmasını emrettiğini işittim" dedi.[154]
Öteyandan Müslim'in
Ebu Heyyac Esedi'ye dayanarak bildirdiğine göre Ali Allah onun yüzünü ağartsın-
şöyle diyor: "Peygamber Efendimiz bana rastladığım zaman toprak
seviyesinden yüksek her mezarı yıkmamı ve gördüğüm her anıtı ortadan kaldırmamı
emretti."[155]
Bu konu ile ilgili
olarak -inşaallah- ilerdeki sayfalarda Amr b. As'ın oğlu Abdullah'ın şu
sözlerini nakledeceğiz:
"Kim müşriklerin
beldelerinde ev yapıp oturur ve ölünceye kadar onların Nevruz ve Mihrican
törenlerini kutlarsa, Kıyamet günü Mahşerde onlarla birlikte olur?"[156]
Bu arada Buhari'nin
Mesruk'a dayandırarak bildirdiğine göre Aişe (r.a.) elleri bele koyarak namaz
kılmanın mekruh olduğunu bildirmiş ve bunun gerekçesini belirtmek üzere
"Yahudilere benzemeyiniz"[157]
demiştir.
Yine Said'in
bildirdiğine göre Abdurrahman b. Zueyb[158]
diyor ki:
"Bir gün İbn-i
Ömer'le birlikte Cuhfe'de bir mescide girmiştik, îçerde de Ömer'in gözüne
geometrik şekilli bazı sütun başlıkları ilişti. Bunları görünce hemen dışarı
çıktı ve bir yere namaz kıldıktan sonra, Mescid'in sorumlusu ile görüşerek
kendisine şunları söyledi: Sorumlusu olduğun mescidde şu şekilleri gördüm ve
onları cahiliye döneminin dikili taşlarına benzettim. Hemen söyle de onları
kınversinler:[159]
Aynı şekilde yine
Said'in bildirdiğine göre sahabilerden İbn-i Mesud (r.a.):
"Pencereleri ve
duvar başlıkları kemerli mescidlerde namaz kılmaktan hoşlanmaz ve "Bu
usul kiliselerden alınmıştır. Ehl-i Kitaba özenmeyiniz."[160]
derdi. Nitekim Ubeyd b. Ebu Cad'a[161]göre
Peygamberimizin sahabileri: "Mescid-lerin pencere ve duvar başlıklarının
kubbeli yapılması Kıyamet alametlerindendİr." demişlerdir.
Sahabilerden bize
gelen bu tip rivayetler çoktur. Burada naklettiğimiz olayların ve belgelerin
bir kısmı hemen hemen: herkes tarafından bilinen şeylerdir. Sözün kısası,
kafirlere ve genel olarak yabancılara özenmenin doğru olmadığı konusunda
sahabilere dayandırdığımız açıklamaların yanlış olduğunu söyleyen hiçbir ilim
adamına rastlamış değilim. Yalnız bu açıklamalarda sözü geçen bazı meseleler
üzerinde değişik yorumlar ve farklı görüşler vardır ki, bunların detayına
inmenin yeri burası değildir. Üstelik belirli bazı meseleler hakkında görüş ve
yorumları farklı olan bu kimseler müslümanların Kitaba ve sünnete sıkı şekilde
bağlı olmaları gerektiği ilkesinde aynı görüşü paylaşıyorlar. Bundan anlaşılıyor
ki, bu kimseler de kafirlere ve yabancılara benzemenin doğru olmadığını
savunan çoğunlukla temelde fikir birliği halindedirler.
İcma-ı ümmetin bu
konudaki görüş birliğini gösteren üçüncü bir delil de gerek ilk dönem
alimlerinin çoğunluğunun ve gerekse mezheb imamları ile arkadaşlarının bazı
yasaklara gerekçe olarak kafirlere veya genel olarak yabancılara ters düşme
gereğini belirtmeleridir. Bu alandaki örnekler sayılamayacak kadar çoktur.
Fıkıh ilmi ile az veya çok ilgilenen herkes bu örneklerin mutlaka bir kaçma
rastlamıştır. Bu da iyice düşünüp değerlendirilince bizi, mezhep imamlarının
kafirlere ve yabancı lara benzemeyi yasaklayıp, onlara ters düşmeyi hep
birlikte emrettikleri hususunda kesin bilgiye götürür. Daha önceki sayfalarda
çeşitli alimlerin sözlerinden derlemiş olduğum örneklere ilave olarak şimdi
burada günümüzde geçerli olan maezheblerin imamlarından bazı örnekler
hatırlatmak istiyorum.
Bu örneklerden biri
şudur: Bilindiği gibi Hanefi mezhebinin temel yaklaşımına göre namazları biraz
geciktirerek kılmak vakit girer girmez hemen kılmaktan daha makbuldür. Yalnız
bu hükmün bazı istisnaları vardır. Bulutlu günlerin namazları ile kış
mavsiminin öğle namazları gibi. Bunun tersini düşünen .başka bazı alimlere
göre de temel prensip namazları vakitleri girer-girmez kılmaktır. Fakat
bulutsaz kış günleri dışındaki günlerin sabah, ikindi, yatsı ve öğle namazları
bu hükümden müstesnadır. Ama normal olarak namazı geciktirecek kılmayı tercih
eden Hanefi alimleri "Akşam namazını vakti geciktirerek kılmayı tercih
eden müsta-hab'dır." derler. Çünkü bu mezhebin alimlerine göre yahu-dilere
benzemeye yolaçtığından dolayı akşam namazını geciktirerek kılmak mekruhtur.
Bu konuda diğer mezheplerin imamları da aynı görüştedirler. Ve daha önce değindiğimiz
gibi hepsi aynı gerekçeyi ileri sürmektedirler.
Yine Hanefi mezhebine
göre Kitab ehline benzemeye yo-laçtığı gerekçesi ile kemer önünde secde etmek
mekruhtur. İmam-ı Ahmed ile arkadaşlarının yaygın görüşü de bu yoldadir. Ayrıca
başta İbn-i Mesud olmak üzere bazı sahabiler de bu noktayı vurgulamışlardır.[162]
Buna karşılık Hanefi
alimleri "Duvarda asılı mushafa veya kılıca karşı secde etmenin sakıncası
yoktur, çünkü bunlara tapınıldığı görülmemiştir." diyorlar.Bu sözlerden,
bu iki şey dışındaki nesnelere karşı secde etmenin mekruh sayıldığı
anlaşılıyor. Bu arada resimli bir yaygı üzerinde namaz kılmanın da sakıncası
yoktur. Çünkü bu durumda resim hor görülmekte, aşağılanmaktadır. Fakat doğrudan
doğruya resim üzerine secde dilmez. Çünkü hareket resme tapmayı andırır. Tıpkı
bunun gibi resimli elbise ile namaz kılmak da, üzerinde put taşıyanlara
benzemeye yolaçtiğı için mekruhtur. Fakat eğer bu resimler cansız varlıklara
ait olursa, böy-ie varlıklara tapılmadığı için, böyle bir elbise ile namaz
kılmak mekruh olmaz.
Yine Hanefi mezhebine
göre şüpheli günde (yani Ramazanın ilk günü olup olmadığı belli olmayan günde)
Ramazan niyeti ile oruç tutmak mekruhtur. Çünkü böyle yapan kimse Allah
tarafından emredilmiş olan oruç süresine kendi kafalarında ilave yapmış olan
Kitab ehline (hristiyanla-ra) benzemiş olur.
Yine bu mezhebe göre
hacc sırasından Arafat'tayken güneş batınca Önde imam ve arkada cemaat olmak
üzere bütün hacı adayları Arafat'tan yola çıkarak Müzdelife'ye varırlar.
Çünkü bu davranışları ile bu konuda cahüiye dönemi müşriklerine ters dümüş
olurlar.
Yine bu mezhebe göre
altın ve gümüş kablarda yemek yemek, içecek bir şey, yağlanma veya koku
sürünmek kadin-erkek hiç kimse için caiz değildir. Çünkü bu konudaki yasaklayıcı
delillerin varlığı yanında bu hareket, müşriklerin adetlerine özenmek ve lüks
düşkünleri ile müşriklere benzemek anlamına gelir.[163]
Yine bu mezhebin baş imamı olan Ebu Hanife ipekli elbise giyinmeyi, yere ipekli
yaygı yaymayı, böyle bir yaygıyı duvara asmayı ve ipekli yorgan örtünmeyi
yasaklamıştır. Onun öğrencileri olan Ebu Yusuf[164]ile
Muhammed[165] bu yasağın gerekçesini
açıklarken "Çünkü bu acem hükümdarlarının ve zalim kralların adetleridir
ve böylelerine benzemek haramdır. Nitekim halife Ömer:
"Sakın acem
modalarına kapılmayınız" diyor.[166]
demişlerdir. "Cami-us sağır" adlı eserde bildirdiğine göre adı geçen
İmam-ı Muhammed "sadece gümüş yüzük taşınabilir"[167]
demiştir. Bundan anlaşılıyor ki, Hanefi mezhabine göre taş, demir veya bakır
yüzük kullanmak haramdır. Çünkü bu mezhebin imamlarının delil gösterdiği bir
hadise göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir defasında parmağında bakır yüzük
taşıyan birini görünce:
"Bana ne oluyor
ki, senden pûl kokusu alıyorum" ve başka bir defasında parmağında demir
yüzük bulunan birine rastlayınca da:
"Bana ne oluyor
ki, senin üzerinde bir cehennem süsü görüyorum."[168]
buyurdu. Hanefi mezhebinin ileri gelenlerinin sözlerinde verdiğimiz bu
örneklerin benzerleri çoktur.
Maliki mezhebinin bu
konudaki duyarlığına gelince bunu örnekleri Hanefi mezhebindekiriden daha
çoktur. Öyle ki, İbn-i Kasım'ın[169]
"Mudevvene" adlı eserde belirttiğine göre bizzat İmam-ı Malik
"Farsça ile niyet ederek ihrama girilmeyeceğini, bu dille dua ve yemin
edilemeyeceğini"[170]söylüyor
ve bu hükmün gerekçesini açıklarken halife Ömer'in (r.a.) acemler gibi
konuşmayı yasaklayarak bunu "bozgunculuk" olarak nitelendirdiğini
belirtiyor. Yine Ma-liki'ye göre tek bir dikili taşın bulunuğu bir yol
kenarında namaz kılmak mekruhtur. Fakat yol kenarındaki işaret taşları birden
çok olursa yanında namaz kılmak sakıncalı olmaz.[171]
Yine bu imama göre
yahudi ve hnstîyanlann cumartesi ve pazar günleri tatil yapmalarını özenerek
Cuma günü çalışmak (tatil yapmak) mekruhtur.[172]
"Müslüman yaşlılara hürmetkar davranmak Allah'a hürmet etmenin bir parçasıdır."[173]
şeklindeki bir sözün değerlendirilişi sırasında mecliste bulunanlardan
birinin:
"Fazilet ve
bilgice üstün bilinen birine kalkıp yer vermek hakkındaki görüşün nedir?"
biçimindeki bir sorusuna İmamı Malik:
"Bunu hoş görmem,
fakat böyle birine sıkışarak yer açmanın sakıncası yoktur." diye karşılık
vermiştir. Yine ona göre kocası içeri girince kadının ayağa kalkması ve eşi
otu-nıncaya kadar dikilmesi zalim hükümdarların çevresinde ge-lenekleşen kötü
bir adettir. Nitekim zamanımızda halkın yanlarına gelmesi beklenen hükümdarı
gözetledikleri ve uzaktan görülünce ayağa kalktıkları görülüyor. Bu hareket
İslam geleneklerinden olmadığı gibi kendilerine benzemememiz gerektiği
yahudilerin, hrıstiyanların ve genel olarak yabancıların adetlerindendir.
Şafii mezhebinin ileri
gelenleri de elimizdeki kaynakların gösterdiğine göre, diğer mezeplerin
yetikilileri gibi bu ilkeye büyük bir önem vermişlerdir. Örnek verecek olursak
onlardan güneşin doğuşu ve batışı gibi namaz kılmanın yasaklandığı vakitlerde
namaz kılmanın yasaklığını gerekçe-lendirirlerken bu saatlerde ateşperestlerin
güneşe taptıklarını belirtmişler ve delil olarak bu an kafirlerin güneşe secde
ettikleri andır" şeklindeki hadisi göstermişlerdir. Yine bu ilkeyi
gözeterek Ramazan geceleri sahuru mümkün olduğu kadar geciktirmek gerektiğini
savunan Maliki'ler:
""Çünkü
bizim orucumuzla yahudi hrıstiyanların orucu arasındaki fark budur"
demişlerdir. Yine bu düşünceden hareket edersek, kılık ve kıyafette erkeklerin
kadınlara ve kadınların erkeklere benzememesi gerektiğini belirtmişlerdir.
Öteyandan bu mezhebin Arafat'taki vakfe konusunda benimsediğini görüş de bu
ilkeden kaynaklanır. Bilindiği gibi müşrikler islam öncesi dönemde güneş
batmadan önce vakfeye dururlar ve ertesi sabah güneş doğduktan sonra Arafat'dan
topluca ayrılırlardı. İslamiyet bu konuda onlara ters düşmek amacı ile güneş
batmadan önce Arafat'a çıkıp, ertesi sabah güneşin doğuşunun az öncesine kadar
vakfe yapmayı emretti. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
"Müşriklere ters
düşünüz, onlara uymayınız" ve "Bizim geleneklerimiz müşriklerin
geleneklerine ters düşer." buyurdu.
Yine bu mezhebe göre
zimmilere (gayri müslimlere) koşulacak şartlardan biri onları kılık-kıyafet
bakımından müslümanlara benz emekten alıkoymaktır. Böylece müslıi-manların da
onlaıiü kıhk-kıyafetlerini taklit etmeleri önlenerek müslamanlarla kafirler
arasında görünüş farklılığı aracında görünü-, farklılığı sağlanması
amaçlanmıştır.
lîu mezhebin bazı
ileri gelenleri bu konuda daha titiz dav-rana*ak bidatçılara özgü davranışlarda
onlara benzemeyi bile yasak saydılar. İsterse söz konusu davranış aslı itibarı
ile sünnet olsun. Bu tutumun örneği mezarların üzerini tümsek yapmamaya
çağırmalarıdır. Şafii mezhebinin bu konudaki görüşü mezarların üzerini dümdüz
yapmanın daha iyi olduğu şeklindedir. Hanefi ve Hanbeli mezheblerine göre
mezarların üstünü hafifçe tümsek yapmak daha iyidir. Fakat sözünü ettiğimiz
Şafii yetkililerine göre yaşadığımız günlerde mezarların üzerine biraz toprak
yığarak onları tümsekleşirmek gerekir. Çünkü zamanımızın Rafızi'leri mezarları
düz tutmayı kendilerine özgü bir adet haline getirdikleri için, mezarları
dümdüz yapmak kendilerine özgü bir davranışta onlara benzemek olur.[174]
Diğer bazı Şafii'lerin
gelenleri ise "Biz mezarlarımızı düzleriz. Biz düzlemeyi adet haline
getirince, bu hareket onlara özgü bir özellik olmaktan çıkar" görüşünü
savunmuşlardır. Her iki gurup da bidatçüara özgü adetlerde onlara benzememek
gerektiği konusunda aynı görüşü taşıyorlar. Fakat mezarların üzerlerini düz
yapanın bidatçılara benzemeye yo-laçıp açmayacağı hususunda farklı
düşünüyorlar. Düşünelim ki, bu duyarlılık bidatçılara benzeme konusundadır.
Acaba bu yetkililerin kafirlere benzeme konusunda ve düşünmeleri beklenir, onu
varın siz düşünün.
Bu ilke ile ilgili
İmam-ı Ahmed (Hanbeli) ile arkadaşlarının gösterdikleri duyarlığa gelince
bunun. Örnekleri sayılamayacak kadar çokur. Daha önceki sayfalarda İmam-ı
Ahmed'in: "Kim bir kavme özenirse, benzemeye çalışırsa onlardardır",
"Bıyıklarınızı kısaltıp sakallarınızı uzatınız, sakın müşriklere
benzemeyiniz" ve "Onlar (altın ve gümüş kablar) dünyada onların,
ahirette sizindir." hadislerini açıklarken bu konudaki hassasiyetinin bazı
örneklerine hep birlikte şahit olmuştuk. İmam bu konudaki bir konuşmasında
şunları söylemiştir: "İnsanın yaşlılık görüntüsünü değiştirmesi ve
kafirlere benzememesi ne kadar hoşuna gider"[175]
Öteyandan bir dostuna "saçlarını boyatıp yahu-dilere benzemez olmanı
isterim"[176] dediği ve
"Ateşperestlerin adetlerindendir" diyerek enseyi traş etmeyi mekruh
saydığı bildirilmiştir. Yine bu imamın aylarını ve insanların fars-ça isimler
ile anılmalarının mekruh olduğunu söylediği ve-böyle yapanlarla karşılaşınca
elleri ile yüzünü kapatarak "Bu yaptığınız ateşperest
adetlerindendir." dediği kaynaklarda yor almıştır. Bu tip örnekler
sayılamayaöak kadar çoktur.
Nitekim Harb-ı Kirmani
diyor ki: "Bir gün İmam-ı Ah-me'd'e Bele ip (kuşak) bağlayarak namaz
kılmak hakkında görüşünü sordum. Bana eğer aba üzerine kuşak bağlanırsa bunun
sakıncası olmadığını, fakat gömlek üzerine kuşak bağlamanın mekruh olacağını,
çünkü bunun bir yahudi adeti adeti olduğunu söyledi. Daha sonra kendisine
yolculuğa çıkarken kuşak bağlamanın doğru olup olmadığını sordum. Buna biraz
isteksiz bir dille de olsa izin verdi."[177]
Bu sözlere şunları
eklemek istiyorum. İmam-ı Ahmed'in yakın arkadaşları da yahudi ve hnstiyanlara
benzer şekilde bele kuşak bağlayarak namaz kılmanın mekruh olduğunu söylediler.
Fakat başka bir biçimde kuşak bağlamayı sakıncasız saymışlardır. Hatta bir
hadiste geniş yenli gömlek giyenin kendi avret yerlerini görmesin diye beline
kuşak bağlayarak namaz kılması emredilmiştir.
Bu arada aralarında
kadı Ebu Yala, İbn-i Ukeyl ve Ab-dulkadir Cili'nin[178] de
bulunduğu İmam-ı Ahmed'in bir kısim arkadaşları müslümah kıyafetinin çeşit ve
parçalan ile hangi kılıkların mekruh olduğunu konuşurlarken, arap geleneğine
uymayan ve acem adetlerinin taklidi olan her giyim tarzının mekruh olduğunu
ileri sürmüşlerdir. Nitekim bu guruptan olduğunu belirttiğimiz Abdulkadir
Cili'nin bu konu-dudaki sözleri aynen şöyledir: "Arap modasına uymayıp,
acem modasına benzeyen her kılık mekruhtur." Yine İmam'ın arkadaşlarından
biri olan ve daha çok îbn-i Bağdadi lakabı ile tanınan Ebu Hasan Amidi başka
bir konu ile ilgili olarak aynı duyarlığı şöyle ifade ediyor: "İçinde
yemek bulunmayan boş bir yemek kabında elleri yıkamak mekruh değildir. Çünkü
İmam-ı Ahmed'in naklettiğine göre bizzat Peygamberimizin böyle yaptığı
görülmüştür. Zamanımızda alimler bunu yaptıkları için biz de yapıyoruz. Bu
hareketi hoş karşılamayan, garip gören halktır. Yemekten sonra elleri yıkamak
sünnettir. İçinde eller yıkansın diye bir kab konunca cemaatteki herkes
ellerini yıkamadıkça kaldırılmamalı-dır. Çünkü böyle bir kabı herkes ellerini
yıkamadan kaldırmak acem adetlerindendir."
Yine Abdulkadir
Cili'nin de aralarında bulunduğu bu gurubun enseyi traş etmenin mekruh olduğunu
açıklarken bunun acemlere benzemeye yolaçacağını gerekçe göstermiş ve bu
hükmün hemen arkasından Peygamberimizin "Kim bir kavme benzemeye çalışır,
özenirse onlardan olur" buyruğunu hatırlatmıştır.
Bu arada Şafii ve
Hanbeli mezheblerine bağlı bir gurup fıkıh bilgini bazı şeyleri bidatçılara
benzemeye yol açar gerekçesi ile mekruh sayarlar. Mesela yine Abdulkadir
Ci-lî'nin de aralarında bulunduğu bu guruba göre yüzüğünü sol elin parmaklarına
yüzük takmak adeti bidatçılara özgü bir sembol halini almıştır. Yine bu
endişeden hareket ederek İmam-ı Şafii'nin bazı arkadaşları, aslında mezarların
üstünün yerle aynı düzeyde tutulmasının sünnet olduğunu kabul etmelerine
rağmen mezarları tümsekleştirmeyi müstahab saymaya yöneldiler ve bu tutum
değişikliğinin gerekçesini açıklarken "Çünkü mezarların üzerlerini yer
düzeyinde bırakmak bidatçilann ayırıcı ve tanıtıcı adeti haline
gelmiştir." dediler.
Buradaki maksadımız
belirli meseleleri tek tek ele alıp bunlarla ilgili lehte ve aleyhteki
görüşleri tartışmak değildir. Bizim asıl amacımız belli-başli islam
bilginlerinin müs-lüman olmayanlara benzemeyi hoş görmeme konusunda aynı
görüşte olduklarını belirtmektedir.
Yalnız sözü geçen
bilginler, belirttiğimiz bu genel ilke beraberliği yanında, bazı detaylarda
farklı görüşler ileri sürümüşlerdir. Bunun sebebi bazan o ayrıntı ile ilgili
delillerin çelişik olması ve bazan da bazı bilginlerin söz konusu ayrıtıyı
genel ilkenin kapsamında görmemeleridir. Esrem tarafından yapılan şu
açıklamalar bu sözlerimize örnek olabilir. Bu zat diyor ki: "Bir
defasında İmam-ı Ahmed'e savaşta ipekli elbise giyilip giyilmeyeceği
sorulunca, bu soruya: "Umarım ki, bunun sakıncası yoktur" diye cevap
verdi. Yine savaşta bele Mıntaka (bir çeşit palaska) bağlanıp bağla-namayacağı
ile ilgili bir soruya da "Bazı büyüklerimiz acem modası olduğu gerekçesi
ile bunu mekruh gördüler ve öyle şeyler yerine bellerini sarıkları ile
bağlamayı tercih etmişlerdir" şeklinde karşılık vermiştir. Burada İmam'ın
tereddütlü konuşması, meseleyi kesin bir hükme bağlamaması mıntıka adını
taşıyan bel kuşağının başkalarına benzeme sakıncası yanında yarar da
taşımasıdır. Nitekim ilk müslümanlardan bir zatın birinin bu kuşağı bağladığı
nakledilmiştir. İşte bu yüzden İmam-ı Ahmed bu konudaki soruya cevap verirken,
başkalarının görüşünü naklederek susmayı tercih etmiştir.
Böyle durumlarla
ilgili olarak, yani İmam'a bir soru sorulup da karşılık olarak sadece
başkalarının görüşünü nakletmekle yetindiği ve buna ne onaylama ve ne de karşı
çıkma anlamına gelecek hiçbir şahsı söz eklemediği meselelerde acaba
naklettiği görüşü onayladığı kabul edilebilir mi, yoksa edilemez mi, bu konuda
İmam'ın yakın arkadaşları tarafından iki zıt görüş ileri sürülmüştür. Bu
görüşlerden bi-rincisisine göre "evet" îmam'ın bu şekildeki alıntısı
şahsi görüşü yerine geçer. Çünkü eğer bu naklettiği görüşü onayla-masaydı,
soru sorana başka şekilde cevap vererdi. Çünkü soru soran kimse ondan
başkalarının görüşlerini nakletmesini değil, kendi görüşünü belirtmesini
istemiştir. Öbür görüşe göre, İmam'ın bir görüşü sadece nakletmesi onu benimsediği
anlamına gelmez. Çünkü o, bu görüşü sadece anlatmıştır ve bu anlatmak tek
başına o görüşü onayladığını göstermez. Mıntıka adı verilen bu bel kuşağı
hakkında söylenebilecek daha bir kaç söz ve yer verilecek daha bir kaç alıntı
var ama, şimdi bunun yeri ve sırası değildir.[179]
İmam-ı Hanbeli, eski
İran yapısı oklar hakkında da böyle tereddütlü konuşmuştur. Nitekim Esrem
kendisine bu okları kullanmanın doğru olup olmadığını sorunca:
"İlk müslümanlar
arap yapısı oklar kullanırlardı" diye cevap verdi. Buna benzer bir konuda
da Ebu Bekir onun şu sözlerini naklediyor: "İmam-ı Ahmed'e zırhda yarık
olup olmayacağını sordum. Bana:
"Halid b.
Mada'nın ön tarafından bir dirsek boyu yarığı olan bir zırh giydiğini
görmüştüm" diye cevap verdi. Kendisine:
"Peki arkasında
yarık olabilir mi?" diye sordum. Bana şöyle karşılık verdi:
"Bilmiyorum.
Önden yarık olabileceğini duydum. Fakat arka tarafında yarık olabilceğine dair
hiçbir şey duymadım. Fakat arkadan yarığı olan zırhla binek hayvanına daha
kolay binileceği için bunda yarar var. Bazıları buna:
"Kafirlerle
savaşmak için gücünüz yettiği kadar si-lan, at ve kuvvet
hazırlayınız."
(Enfal: 8/60)
ayetini delil
gösterdiler. Sözlerinin burasında kendisine dedim ki:
"Bazı alimler bu
ayeti İran yapısı okların kullanılaoice-ğinin de delili saydılar. Horasanlılar
arap yapısı okların da işe yaramadığını söylüyorlar." Bu sözlerime:
"Nasıl olur?
Dünya arap okları kullanılarak fethedildi" diye karışhk verdi. Kendisine:
"Sınır boylarında
bu okları gördüm. Eski İran yapısı oklarda asla mukayese edilemezler"
deyince, bana:
"Ben de Şam'da
omuzunda arap yapısı ok taşıyan bir asker gördüm" diye cevap verdi."[180]
Yine Esrem'in, Ebu
Haccac Sıkeki'ye dayanarak bildirdiğine göre bu konuda Hz. Ali (r.a.) şöyle
diyor:
"Bir defasında
Rasulullah (s.a.v.) arap yapısı okuna dayanmış durumdayken gözleri eski İran
yapısı ok taşıyan birine ilişince adama şöyle dedi:
"At onu elinden.
O lanetlidir. Siz sadece arap yapısı oklar kullanmalısınız. Allah bu dini bu ok
ve yaylar aracılığı ile destekler ve bunlar aracılığı ile yeryüzüne egemen
olursunuz."[181]
Dostlarımızın gerek
eski İran yapısı bklar ve gerekse buna benzer savaş araçları hakkında uzun
sözleri vardır ki, bunları incelemenin yeri burası değildir. Benim bu örnekleri
hatırlatırken altını çizerek belirtmek istediğim gerçek şudur. Sizin de gördüğünüz
gibi yetkili müslüman bilginler, İslam kaynaklı olmayan, daha doğrusu
yabancılara ait olan herhangi bir şey söz konusu olunca, bu şeyin yararlı olduğu
her ne kadar açık ve belli olsa bile, yine de onun benimsenip benimsenmeyeceği
konusunda ya tereddütlü konuşuyorlar veya farklı görüşler savunuyorlar. Bu
tereddüt ve görüş ayrılığının sebebi iki çelişik gerekçe arasında kalmalıdır.
Bu gerekçelerin biri İslam adet ve geleneklerine bağlı kalmak gereği ve öbürü
de hiç bir zararı olmayan ve faydalı olduğu meydanda olan, üstelik dinimizin
ibadetleri ile uzaktan yakından ilgisi olmayıp, sadece dünyayı ilgilendiren
belli bir araçtan avantaj arzusudur.
Dikkatimizi çekmesi
gereken bir diğer İncelik Ahmed b. Hanbel'in bu hususlarda kullanım serbestisi bildirirken
Hz. Ömer'in sözüne veya Halid b. Ma'dan'in[182]uygulamasına
dayanmasıdır. Böylelikle O, söz konusu hareketin ilk dönem müslümanları (selef)
tarafından benimsenip onaylandığını 've bunun sonucu olarak yahudi, hrıstiyan
veya acem maîı olmayıp müslümanlarm adetlerinden olduğunu isbat etmeye
çalışıyor. İşte bu konularla ilgili her hangi bir şey böyle ısballanabilir.
Yoksa mesela sadece ilk donem müslümanla-rından bîri dlan Halid b. Madan'ın bir
şeyi yapmış olması, o şeyin müslüman adeti olduğunu isbat etmeye yetmez.
Gerek sahabilerden ve
gerekse tabiinden olan diğer imamların ve diğer fıkıh bilginlerinin bu ilke ile
ilgili sözleri pek çotur. Bu konuda sözlerine yer verdiklerimizin geride
kalanların neler düşündüklerini belirtir niteliktedir. Şimdiye kadar
naklettiğimiz deliller açıkça gösterir ki, ya-hudilere, hrıstiyanlara ve genel
olarak yabancılara benzemenin hoş karşılanamayacağı ilkesi üzerinde bu ümmetin
ileri, gelenleri arasında fikir birliği (icma-i ümmet) vardır. Yalnız bu ileri
gelenler arasında bazı ayrıntılarda görüş farklılıkları olduğu görülür. Bunun
sebebi ya söz konusu belirli davranışın yabancı kaynaklı olmadığı kanaati veya
bu davranışın benimsenmesini haklı gösterecek daha baskın bir gerekçenin
varlığıdır. Aynı şekilde bütün bu yetkililer ve ileri gelenler arasında
müslümanların Kur'an'a ve sünnete sıkı sıkıya bağlı olmaları gerektiği ilkesi
üzerinde de görüş birliği vardır. Yalnız bu yetkililerin bazıları ara sıra bir
takım inandırıcı yorumlara dayanarak belirli meselelerde diğerlerinden farklı
görüşler ileri sürmüşlerdir. [183]
Kafirlere karşı
olmanın bir benzeri de şeytanlara karşı olmak, onlara uymamaktır. Nitekim
Müslim'in îbn-i Ömer'e dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz bu konu ile ilgili
olarak şöyle buyuruyor:
"Hiç biriniz sol
elle ne yemek yesin ve ne de su içsin. Çünkü şeytan sol elle yer ve içer."[184]
Başka bir rivayete
göre aynı hadisin sözleri şöyledir:
"İçinizden biri
yemek yerken sağ elle yesin. Su içerken de sağ elle içsin. Çünkü şeytan sol eli
ile yer ve içer."
Aynı hadisin Cabir b.
Abdullah'a dayalı rivayeti de şöyledir:
"Sol elle yemek
yemeyiniz. Çünkü şeytan sol elle yer."
Görüldüğü gibi
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sol elle yemek yeme yasağının gerekçesini
şeytanın bu şekilde yemek yemesine bağlıyor. Bundan da şeytana karşı çıkma, ona
uymama ilkesinin amaç edinilen, emredilen bir prensip olduğu anlaşılır. Bu
hadisin benzerleri çoktur.
Buna benezer bir ilke
de dince kemale ermemiş olan araplara karşı çıkma emridir. Bilindiği gibi dinde
kemale ermek, eksiksizlik derecesine ulaşmak Hicret olayı ile gerçekleşti.
Buna göre iman ettiği halde hicret etmemiş olan arap-lar dince eksik
kalmışlardı. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) böyleler i hakkında şöyle buyuruyor:
"Bedevi araplar
kafirlikve münafıklıkta daha yaman ve Allah'ın, Rasulullah'a indirdiği
prensiplerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah her şeyi bilen
hikmet sahibidir." (Teybe: 9/97)
Bu ilkenin başka bir
benzeri Müslim'in İbn-i Ömer'e dayandırarak bildirdiği şu hadisin mesajıdır.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Sakın bedevi
araplar namaz vakitlerinin isimleri konusunda sizi etkileri altına almasınlar.
Bu namaz vaktinin adı-Aşa (yatsı)-dır. Bedeviler bu vakitte develerini
sağarlar.
Başka bir rivayete
göre bu hadisin sözleri şöyledir:
"Sakın bedevi
araplar namaz vakitlerinin isimleri konusunda sizi etkileri altına almasınlar.
Bu namaz vaktinin Allah'ın kitabındaki adı -Aşa (yatsı)- dır. Bu vakit
bedeviler için deve sağma zamanıdır."[185]
Öteyandan aynı hadis
Abdullah b. Muğfil'in[186]Buhari
'de yaralan rivayetine göre şöyledir:
"Sakın bedevi
araplar sizi etkileri altına alıp -mağrib (akşam)- namazınızın adını
değiştirmesinler. Onlar bu vakte -aşa- adını verirler."[187]
Görüldüğü gibi
Peygamberimiz (s.a.v.) "Mağrib" ve "Aşa" olan akşam ve
yatsı namazlarının vakit isimlerini bedevi araplara uyularak "Aşa" ve
"Atame" şeklinde değiştirilmesini hoş görmüyor. Bazı alimlere göre
bu hoş görmeme, söz konusu isimlerin kayıtsız-şartsız şekilde hoş olamamasını
anlamını taşır. Diğer bazı alimlere göre ise o hoş olmayan tutum, asıl
isimlerin unutulmasına yolaçacak kadar sık sık kullanmaktır ki, bize göre de
geçerli olan görüş budur. Bu görüşlerin hangisi doğru olursa olsun,
Peygmbe-rimiz tıpkı acemlere uymayı yasakladığı gibi bu namaz isimleri
konusunda bedevi araplara da uymayı yasaklamaktadır. [188]
[1] Ebu Esved el-Dü'li Ya da Deyli adındaki bu kişinin
adı, Zalim b. Amr b. Süfyan b. Abdi b, el-Deyl el-Basri el-Kadi'dir, Ali b. Ebi
Ta-Hb (r.a.)'m emriyle Arap dilinin gramer kurallarını (Nahiv İlmi) o koydu.
Rasululah'm zamanında müslüman olduğu söylenir. Cemel olayında Ali'nin yanında
savaştı. Onu din, akıl, dil, anlama ve anlatma yeteneğine sahip, zeki ve ileri
görüşlü biri olarak nitelerler. Tabii'nin güvenilir ravilerindendir. H. 69
yılında 85 yaşında iken öldü. Tehzİb el-Tehzib, c.2, s, 10-11 biy. 52.
[2] Hadisi bu uzunlukta Buhari'de bulamadım. Fakat Müslim,
Ki-tab el-Zekat, Kişi oğlunun iki vadi dolusu altını olsa bir üçüncüsünü ister
"Hadisi Babı, H. No: 1050, c.2, s.726'da yukarda geçen sözcüklerle
kaydediyor. Ancak Buharı, bu hadisin bir bölümünü Abdullah b. Zübeyr, İbn Abbas
ve Enes'den naklediyor. Enes'den rivayet ettiği hadisin sözleri şöyle"
"Kişi oğlunun iki vadi dolusu malı olsa bir üçüncüyü arar (ister). Kişi
oğlunun karnını topraktan başka bir şey doyuramaz (doldura-maz) Allah, tevbe
edenlerin tevbesini kabul eder. Bkz. S. el-Buhari, Ki-tab el-Rekaik, Mal
Fitnesinden Sakınma Babı, H. No: 6436-6437-6438-6439-6440, Feth'ul-Bari, c.l 1,
s. 263.
[3] Asıl adı, Rebia b. Amile el-Ferazi, el-Kufi'dir.
Tehzib el-Teh-zib'de, İbn Hibban, İbn Main, İbn Sa'd ve el-Acli hakkında
güvenilirdir diyorlar. Tehzib el-Tehzib, c.3, s. 449-250 biy. 476.
[4] Bu olayı Taberi, ünlü Taberi tefsirinin Hadid
suresinde geçen 16. ayetin açıklamasında anlatıyor. Hadid, Cüz. 27,132; İbn
Kesir de sözel di::gede bazı değişiklikle İbn Mesud senediyle Ebi Hatem'den
naklediyor. Bkz. Tefsir-i Kesir, c.6, s. 559-560.
[5] Said b. Abdurrahman, b. Ebi el-Ayma el-Kenani,
e'-Mısri adındaki bu ravi, İbn Hacer'in takribinde söylediğine göre
"Yedinci Kuşaktan, kabul edilir bir ravidir". Bkz. Takrib el-Tehzib,
c.l, s. 300, biy. 213.
[6] Asıl adı, Sehl b. Ebi Ümame, Esat b. Sehl b.Hanif
el-Ensari el-Evsi'dir. İbn Hacer, İbn Main, Acli ve İbn Hibban güvenilir
olduğunu naklediyor. İskenderiye'de öldü. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.4, s.
246-247, biy. 422.
[7] Sünen Ebi Davud, Kitab el-Edep-Hased, Babı, H. No:
4964, c.5, s. 209-210.
[8] Müminlerin emiri ve adaletli bir halife olan Ömer b.
Abdülaziz b. Mervan b. el-Hakim, el-Emevi el-Kuraşi Beşinci Raşid Halife diye
anılır. Düzgün kişiliği ve adaletiyle ünlü bu hükümdar H. 61 Medine-ne'de
doğdu. Velid b. Abdulmelik zamanında Medine imreti valiliği yaptı. Daha sonra
Şam'da Süleyman b. Abdulmelik'in veziri oldu. Bu hükümdarın ölümü üzerine H.
99 yılında hilafete geçti. Zulmü kaldırdı, insanların başına en hayırlılarını
amir etti. Halifelik süresi kısa olmasına rağmen döneminde adaleti, refahı ve
güvenliği'yaygınlaştırdı. H. 191'de vefat etti. Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye,
c.9, s. 192-396; Zerkeli, el-Alam, c.5, s. 50.
[9] Sahih-i Buharı, Kitab el-Ezan, Namazı Kısaltma, Babı, H.
No: 706, Feth'ul-Bari, c.2, s. 201; Müslim, Kitab ei-Salat, Namazı Tamamlama
İçin İmamın Namazı Çabuklaştırması, Babı, H, No: 469, c.l,s. 342.
[10] Bkz. Sahih-i Buhari, Kitab el-Ezan, Çocuk Ağladığında
Namazı Çabuklaştırma, Babı, H. No: 708, FethEl-Bari, c.l, s. 201-202; Sahih-i
Müslim, Kitab el-Saİat, Namazı tamamlarken imamın namazı hızlandırması, Babı,
H. No: 469, c., s.342. MUslimin hadisinde şu sözcükler ge-Çiyor::
"Rasulullah (s.a.v.) Namaz kıldırırken, kendisiyle birlikte namaz kılan
bir annenin çocuğunun ağlamasını duydu. (Annenin kafası karışmasın diye)
namazı erken bitirmek için hafif bir sure (ya da kısa bir sure okudu.)"
[11] Buhari-Müslim ve diğer hadis kitaplarında geçen
hadisten bir bölümüdür. Bkz. Sahih-İ Buhari, Kitab el'Menakib, Peygamberlik
İzleri (alametleri) Babı, H. No: 3610, Feth'ul-Bari, c. 6, s. 617;Sahih-i Müslim,
Kitab el-Zekat, Hariciler ve Niteliklerinin Anlatıldığı Bab, H. No: 148, c.2,
s. 744.
[12] Sahabi'nin ulularmdandır. Adı, İmran b. Husayn b.
Ubeyd b. Half el-Huzai el-Ka'bi'dir. Künyesi, Ebu Nüceyd'dir. Hayber'in
fethe-dildiği yıl müslüman oldu ve bir kaç savaşta Rasulullah'la birlikte oldu.
Ömer b. Hattab, halkına dini bilgiler öğretmesi için onu Basra'ya gönderdi.
Abdullah b. Amir döneminde Basra kadılığına getirildi. Daha sonra bu görevinden
istifa ederek aynldı. Duası kabul olan biriydi. Müslümanlar arasından kopan
fitnelere katılmadı. H. 52'de öldü. Bkz. Esed el-Ga-be,c.5, s. 137-138.
[13] Adı, Attaf b. Halit, b. Abdullah b. el-As el-Mahzumi
el-Mede-ni, Künyesi, Ebu Safvan'dır. Takrib el-Tehzib'de, Yedince kuşaktan, doğru
sözlü bir ravi olduğu söyleniyor. îmamı Malik'den Önce öldü. Takrib el-Tehzib,
c.2, s. 24, biy. 212.
[14] Zeyd b. Eşlem el-Advi adındaki bu ravinin babası Ömer
b. Hat-tab'ın yakın dostuydu. İbn Hacer, "Üçüncü kuşaktan ve Mürsel
rivayetlerde bulunan, güvenilir bir alimdir." diyor onun için. 136'da
vefat etti. Takrib el-Tehzib, el, s. 272, biy. 157.
[15] Sünen el-Nesai, Kitab el-îftitah, Namazda Ayakta
Durmayı ve Kur'an Okumayı Kısaltma Babı, c,2, s. 166.
[16] Takrib el-Tehzib, c.7, s. 221-223, biy. 409, İmam-ı
Ahmed, Me-dine'li'dir diyor.
[17] Adı Said b. Cübeyr b. Hişam el-Esedi el-Kufi; Künyesi,
Ebu Abdullah'tır. Ebu Muhammed olduğu da söylenir. Selefin üçüncü kuşaktan,
fıkıhçı, alim salih (düzgün kişilik sahibi) güvenilir, ibadete düşkün, erdemli
ver'a ehli (dince şüpheli olanlardan kaçınan) imamlarından biridir. İbn
Eş'as'la birlikte Haccac'a (Zalim Haccac) ve Beni Ümeyye kabilesine karşı
koydular. Haccac krallığı elde edince onu öldürdü. (H. 95)
[18] S. Ebi Davud, Kitab el-Salat, Namazda rüku ve secdede
kalma süresi, babı, H. No: 888, c.l, s. 551; Sünen ei-Nesai, Kitab el-İftitah,
Secdede denilecek teşbih (Sübhane Rabbiyel Ala) sayısı babı, c.2, s. 224-225;
Müsned-i Ahmed, c.3, s. 162-163. Hadisin isnadı konusunda müellifin yukarda
verdiği bilgiler yeterlidir.
[19] Sahih-i Müslim, Kitab el-Salat, Namaz Tadil-i Erkan Ve
Hepsinde Hafif-ne uzun ne kısa-Hareket Etme Babı, H. No: 473, c.l, s. 344.
[20] B. Ebu Davud, Kitab el-Salat, Riiku'den önce
(semiallah-ü limen hamiden derken) ayakta durmayı uzatma babı, H, No: 853,
c.l, s. 532, Ravileri güvenilirdir.
[21] Sahih el-Buhari, Kitab el-Ezan, İki Secde Arasında
Eğlenme, Babı, H. No: 821, Feth'ul-Bari, c.2, s. 301; Müslim, Kitab el-Salat.
namazda tadil-i erkan ve hepsinde Ölçülü davranma, babı, H. No: 472, c.l, s.
344.Yukarda geçen sözcükler Müslim'de yer almaktadır. Buhari'nin hadisinde
bazı sözcük değişiklikleri vardır.
[22] S. el-Buhari, Kilab el-Ezan, Rüku'den başı kaldırınca
(vücudu) dik tutma babı, H. No: 800, Feth'ul-Bari, c.2, s. 287.
[23] S. Müslim Kitab el-Salat, Namazda imamm kısa sure
okuması, babı, H. No: 470, c. 1, s. 342.
[24] S. el-Buhari, Kitab el-Ezan, Sabah Namazında Kur'an
okuma Babı, H. No: 771, Feth'ul-Bari, c.2, s. 251; Sahih-i Müslim, H. No:
247/c.l,s.447.
[25] Sahih-i Müslim, Kitab el-Salat Hadisler No: 457-458,
c.l, s. 336-337, c.2, s. 599, H. No: 879.
[26] Bu anlamıyla hadis Buhari-Müslim ve diğer kaynak hadis
kitaplarında gelmektedir. Bkz. Buhari, Kitab Ezan, İmamın namazda uzun sure
okumasından yakınma babı, Feth'ul-Bari, c.2, s. 200. H. No: 705, Sa-hih-i
Müslim, Kitab, Yatsı namazında kıraat (okuma) Babı, H. No: 465, el, s. 339.
[27] Buhari, Hadisi birden çok konuda tahriç etmektedir.
Bkz. Kitab Ezan, Yolcular cemaatle Namaz Kıldıklarında Ezan Okumaları Babı,
H. No: 631, Feth'ul-Bari, Burada "sallü"yerine "Ve sallü"
geçiyor. Müsned-i Ahmed, c.5, s. 53.
[28] Bkz. Feth'ul-Bari, c.2, s. 247; Cami el-Usul, c.5, s.
344.
[29] Abdurrahman b. Ebi Leyla, el-Ensari el-Medeni,
adındaki ra-vi İkinci kuşak tabiilerden ve güvenilir hadis hafizlarmdandır. H.
86'da öldü. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 496, biy. 1094.
[30] Bera b. Azib b. el-Haris ., Adiy el-Evsi el-Ensari,
genç ve saygın sahabilerdendir. On dört savaşta Rasulullah'la birlikte oldu.
Ce-mel, Sıffin ve Haricilerle olan savaşta Ali'nin yanında savaştı. Bu olaylardan
Önce Rey'in fethine de katılan sahabi, Tüster savaşında, Ebi Musa (el-Eşari)
ile birlikte oldu. Bkz. el-İsabe, c.l, s. 147.
[31] S. el-Buhari, Kitab el-Salat, Namazda tadili erken,
babı, H. No: 471, c.l, s. 343.
[32] Adı Şu'be b. el-Haccac b. el-Verd el-Atıki, el-Vasti,
Sonra el-Basri Künyesi Ebu Bistam'dır. Güvenilir hadis imamlanndandır. Takrib
de İbn Hacer: "Süfyan Sevri onun için Hadis konusunda Müminlere emiri,
Iraklı Hadis anlatıcılarını ilk sorgulayan, Sünnete aykırık bulduklarını
kovan, ibadete düşkün (abid) bir zattı dediğini "kaydediyor. 160'da vefat
etti. Takrib el-Tehzib, c.î, s. 351.
[33] Hakem b. Uteybe b. Kindi Künyesi Ebu Muhammed îbn
Hacer'e göre; "Güvenilir bir hadis ve fıkıh alimidir." Yalnız Beşinci
tabaka rivayetlerinde müdelles'dir. 1134'de vefat etti. Takrib el-Tehzib, c.l,
s. 192, biy. 394.
[34] Asıl adı, Muhammed b. Abdurrahman b. el-Eş'as, b. Kays
el-Kindi. Haccac'a karşı başkaldırdı. Bundan dolayı başına bir çok olaylar
geldi. Sicistan, Kirman, İran ve Basra'yı işgal etti.
[35] Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Mes'ud adındaki ravi, üçüncü
kuşak Tabii'lerin büyüklerindendir. Kufe'lidir. Güvenilir bir ravidir. H.
80'de öldü. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 448. biy. 86.
[36] Adı, Abdurrahman b. Mürre b. Abdullah b. Tank el-Cemeli
el-Muradi el-Kufi el-Ama, Künyesi, Ebu Abdullah'dır. İbn Hacer el-Tak-rib'de
onun hakkında "Güvenilir, ibadete düşkün, müdelles rivayeti olmayan
biriydi." diyor. 118'de vefat etti. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 78, biy.
677.
[37] Müslim, Kitab el-Salat, Namazda Tadili Erken Babı, H.
No: 471, c.l, s. 343-344.
[38] Buhari, Kitab el-Ezan, İki Secde Arasında Eğlenme
Babı, H. No: 820, Feth'ul-Bari, c.2, s. 300-301.
[39] Daha uzun şekliyle hadis Müslim'de kaydedilmektedir.
Kİtab el-Küsuf, Cennet ve Cehennemden Korkmadan Dolayı Namaz Kılma Konusunda
Peygamberimizin Hadisi, Babı, H. No; 904, c.l, s. 623.
[40] Muğni, Şerh-i Kebir'le birlikte, c.2, s. 275.
[41] Sahih-i Müslim , Kitab Salat el-Müsafirin ve kasriha
Gece Namazlarında Kıraati (Kur'an okumayı uzatma babı, H. No: 772, c. 1, s.
536-537.
[42] Buhari ve miislim'in tahriç ettikleri hadisten bir
bölümdür. Bkz. Sahih-i Buhari, Kitab Cum'a, Minberde hutbe okuma babı, H. No:
917, Feth Eİ Bari, c.2, s. 397; Müslim, Kitab el-Mescid, Namazda bir ya da iki
adım atılabilirliği babı, H. No: 544, c.l, s. 386-487. Müsned-i Ah-med, c.5, s.
339. Sehl b. Sa'id'e dayanarak.
[43] Züheyr b. Muaviye b. Hadic b. el-Rahil b. Züheyr
el-Ca'fa, Ebu Hayseme eî-Kufi, çok hadis rivayet eden, güvenilir hadis nafizi
arından -dır. Kütüb-i Sitte (Altı kaynak hadis kitabı) yazan ve diğerleri ondan
hadis rivayet ettiler. H. 100'de doğdu, 172'de öldü. Bkz. Takzib el-Tehzib,
c.3,s. 351-353. biy. 648.
[44] Semmak b. Harb b. Evs b. Halit el-Zehli, el-Bekri
el-Kufi, Ebu Muğire, Dördüncü tabakadan, güvenilir bir ravidir. H. 123 'de
öldü. Tak-rib el-Tehzib, c.l, s. 352, biy. 519.
[45] Adı, Cabir b. Semure b. Cünade b. Huceyr el-Amiri
el-Si-vai'dir. Büyük sahabi olan Cabir b. Zühre ile antlaşma yapan delegeler
arasındadır. Babası da sahabidir. 74'de öldü. (Allah ondan razı olsun) Bkz.
el-İsabe.c.l.s. 212, biy. 1018.
[46] Müslim, Kitab Salat, Sabah Namazında Kıraat, Babı, H.
No: 458, c. l.s.337.
[47] Sahih-i Müslim Kitab el-Salat, Sabah Namazında Kıraat
Babı, H. No: 459, c.l,s.337.
[48] Büyük kadın sahabi ve müminlerin annelerinden olan Ümmü
Seleme, Hind Binti, Ümeyye b. Muğire b. Abdullah b. Amr, el-Mahzu-miye
el-Kuraşİ'ye kocasının hicretin dördüncü yılında ölümü üzerine Ra-suhıllah'la
evlendi. Mekke'de ilk müslüman olanlardan ve Habeşistan'a hicret edenlerdendir.
Din konusunda başına gelen belalara sabretti. Çilekeş, ileri görüşlü ve
güzeldi. H. 62'de öldü. Bkz. el-İsabe, c.4, s. 458, biy. 308.
[49] Sahih-i Buhari, Kitab Hacc, Kadınların Erkeklerle
Birlikte Tavaf Edebilecekleri Babı, H. No: 1619, c.3, s. 480, Feth'ul-Bari, H.
No: 1626, c.3, s. 486. Bu hadiste ifade edilen namaz, sabah namazıdır. Ne-sai
Kitab Menasik el-Hacc, Kadınların erkeklerle birlikte tavaf etmeleri babı,
c.6, s. 223-224.
[50] İbn Abbas'ın Annesi Abbas b. Abdulmuttalib'in eşi ve
Hanım sahabiye'lerin büyüklerinden olan bu hanımın asıl adı, Lubabe b.
el-Ha-ris bin Hazen bin Büceyr b. el-Harem, el-Hilalîye'dir. Ümmü Fadl,
kün-yesidir. Hicretten Önce nuislüman oldu. Osman'ın hilafeti sırasında öldü.
(Allah razı olsun) Bkz. el-İsabe, c.4, s. 398, biy. 942.
[51] Sahih-i Müslim, Kitab el-Salat, Sabah Namazında
Koşulan Zamm-ı Sure babı, H. No: 462, c.l, s. 338; Buhari, Kitab Ezan, Akşam
Namazında Koşulacak Zamm-ı Sure, Babı, K. No: 763, Feth'ul-Bari, c.2, s. 246.
[52] Bütün nüshalarda Ebu Kuz'a olarak geçen bu zatın asıl
adı, Kuz'adir. Soy ismi ise Kuz'a b. Yahya Ebu el-Gadiye'dir. Basralı ve üçüncü
kuşaktan diğer gü\ enilir hadis imamları arasındadır. Altı hadis kitabı v;
diğerleri ondan hadis tahriç etmişlerdir. Bkz. Takrib el-Tezhib, c.8, s. 377,
biy. 667. Ravinin adı Müslim'de de Kuz'a olarak geçmektedir, c. 1, s. 33'J,
Takrib el-Tehzib, c.2, s. 126. biy, 111.
[53] S. Müslim Kitab el-Salat, Öğle ve İkindi Namazlarında
Okunacak Kur'an (Zamm-ı sure), H. No: 454, c.l, s. 335.
[54] Künyesi, Ebu Berze; Adı, Nadla b. Ubeyd-Nadla b.
Abdullah olduğu da söyleniyor- el-Eşlemi'dir, Sahabi'nin ulularından olan E.
Berze, önce Basra'da sonra Moro'da daha sonra tekrar Basra'da yaşadı. Ve orada
öldü. (H. 60) Esed el-Ğabe, c.5, s. 146-147.
[55] Sahih-i Buhari, Kitab Ezan, Sabah Namazında Kıraat,
babı, H. No: 771. Feth'ul-Bari, c.2, s.251.
[56] Müsned-i Ahmed, c.l, s. 26; Sünen el-Nesai, Kitab
el-İmame, İmamın Uzun Zamm-ı Sure Okuyabilme Serbestisi, Babı, c.2, s. 95. Hadisin
isnadı, sahihdir.
[57] Süleyman b. Yesar el-Hilalİ, el-Medeni, Meymune ya da
Üm-mü Seleme'nin azadhsı, Üçüncü kuşak Tabii'Ierin yedi büyük hukukçularından
biridir. "Güvenilir ve erdemlidir." H. 100. yılın başlarında öldü.
Takrib el-Tehzib, c.l, s. 231, biy. 505.
[58] Bkz. Sünen el-Nesai, Kitab el-tftitah, Namazda Kıyam
(ayakta durma) ve Kıraati (Kur'an okumayı) Kısaltma Babı, c.2, s. 167; İbn
Ma-ce, Kitab tkame el-Saiat, öğle İkindi namazlarında okunacak Zamm-ı sure
Babı, H. No: 827, c.l, s. 270.
[59] Büyük Sahabi olan Ammar b. Yesar b. Amir b. Malik
el-Ansa, İslam öncesi Beni Mahzum Kabilesiyle antlaşma yapanlardandır. Allah'a
İnandıklarından dolayı kendisi, babası ve annesi işkence görmüşlerdi. Onlar
için Rasulullah: "Ey Yesar şereflileri! Direnin (Ya sabır)! Çünkü
varacağınız yer cennettir." buyuruyor. Medine'ye hicret etti ve
Rasu-lullah'la birlikte bütün savaşlara katıldı. Sınnin'de şehid oldu. (H. 37),
el-îsabe, c.2, s. 513, biy. 5704.
[60] Sahih-i Müslim, Kitab Cum'a, Namazı ve Hutbeyi, Kısa
Tutma Babı, H. No: 869, c.2, s.584.
[61] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 161-186.
[62] Sahabi teravih namazım kılmak için Rasulullah'ın
arkasında toplandı ve kıldılar. Sabah namazını kıldıklarında Rasuhıllah
onlara: İmdi, Teravihi evlerinizde acele kılmayın. Fakat korkarım size farz
kılınır da ondan aciz olursunuz." dedi.
Sahih-i Buhari, Kitab Salat el-Teravih, Ramazana Saygı Duyma babı, H.
No: 2012. Feth'ul-Bari, c.4, s. 250-251.
[63] Sahih-i Buhari, kitab Nikah, Nikaha Teşvik, Babı, H.
No: 5063, Feth'ul-Bari, c.9, s. 104.
[64] Sahih-i Müslim, Kitab Nikah -Kendisini Evlenmeye Hazır
geren kimsenin Evlenmesi Babı, H. No: 1401, c.2, s. 1020.
[65] Sünen Ebi Davud, Kitab Cihad, Yolculuğun sakıncı 2488,
c.3, s. 12; Hakim el-Müstedrek, c.2, s. 73. Hakim Buhari, Müslim tahriç etmemelerine
rağmen hadisin isnadı sağlamdır" diyor.
[66] İbn Cerir Umeyr b. Ubeyd'e dayanarak tahriç ettiği
hadiste Ra-sulullah'dan'Kur'an'da geçen seyyahlar hakkında soruluyor. O da
"Oruçlulardır" cevabım veriyor. Bunun gibi yine İbn Cerir, Ebu
Hureyre'den naklettiği bir hadiste, Ebu Hureyre: Rasulullah bana: "Seyahat
edenlerden amaç oruç tutanlardır" buyurdu. Haberi bu bağlamda Sahabe'nin,
Selefin İbn Abbaş İbn Mes'ud, Said b. Cübeyr, Mücahid, Dehhak, Hasan ve
diğerlerinin bu konuyla ilgili görüşlerini de kaydediyor. Bkz. Tefsir-i tbn
Cerir el-Taberi, c.l 1, s. 28-29. el-Tevbe, 112. ayetin açıklaması.
[67] Tevbe: 112; Tahrim: 5.
[68] N
[69] Müsned-i Ahmed, c.l, s. 215 ve 347; Sünen İbn Mace,
Kitab el-Menasik, (Şeytanı taşlamada) atılacak Taşların Büyüklükleri, Babı, H.
No: 3029, c.2, s. 1008; Sünen el-Nesai, Kitab el-Menasik, (Şeytanı Taşlamada
Kullanılacak) Taşlan Toplama Babı, c.5, s. 268.
[70] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 186-191.
[71] Üsame b. Zeyd b. Haris el-Kelbi Peygamberimizin çok
sevdiği birisiydi. İslam geldikten sonra doğdu. Rasulullah onu büyük bîr ordunun
komutanı yaptı. Rasulullah'ın Ölümünden sonra Ebubekir onu koruması altına
aldı. Üsame, Hz. Osman'ın Öldürülmesinden sonra müs-
' liimanlar arasında kopan fitne hareketlerine karışmadı. Muaviye'nin hilafeti
sırasında Öldü. (54). el-İsabe, c.l, s. 31, Biy. No: 89.
[72] Buhari hadisi Kitab el-Enbiya ve Kitab el-Hudud'da
tahriç ediyor. Bkz. Kitabı el-Hudud, H. No: 54; H. No: 3475, Feth'ul-Bari, c.6,
s. 513; Müslim, Kitab el-Hudud, Hırsızlık Eden Kansoyhı Olan ve Olmayan Kimsenin
(Elinin) Kesilmesi Babı, H. No: 1688, c.3, s. 1315.
[73] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 191-192.
[74] Sahih-i Müslim, Kitab el-Hudud, Zina eden Zimmi
Yahudinin Recm Edilmesi, Babı, H. No: 1700, c.3, s. 1327 Hadisin Buhari'de de
anlatıcıları vardır. Bkz. H. No: 6819-6841. Feth'ul-Bari
[75] Cundeb bin Abdullah b. Süfyan el-Beceli, sahabidir,
ancak eski değil, Küfe ve Basra'da yaşadı. Esed el-öabe, c.l, s. 304-305.
[76] Sahİh-i Müslim, Kitab el-Mesacid Ve Mevadı issalat,
Kabirleri Mescit edinmenin yasak olması, babı, H. No: 532, c. 1, s. 377-379.
[77] S. el-Buhari ei-Salat, bab, 55, H. No: 437,
Feth'ul-Bari, c.I, s. 532. Sahih-i Müslim, Kİtab el-Mesacid ve Mevadiussalat,
Kabirleri mescit edinmenin yasak olması Babı, H. No: 530, c.I, s. 376.
[78] Müminlerin anneltrinden olan Ümmü Habibe'nin adı,
Remle bintî Ebİ Süfyan b. Harb'dır. İlk müslümanlardan ve Habeşistan'a göç
edenlerdendir. Kocası Ubeydullah b. Cah Hristiyan olunca ondan ayrılıp
Rasulullah'Ia birlikte evler.di. Medine'de öldü. el-İsabe, c.4, s. 305-307.
biy. 432.
[79] S. el-Buhari, Kitab el-Salat. Cahiliye Döneminden
Kalan Müşriklerin Mezarlarının Kaldırılıp Yerini mescit Yapma, Babı, H. No:
426, Feth'ul-Bari, el, s. 523, ayrıca 434-1341 ve 3878 Numaralı hadislere
bkz; Sahih-i Müslim, Kİtab el-Mesacit, Kabirleri Mescit Edinmenin Sakıncası,
Babı, H. No; 529, c.l, s. 375.
[80] Ebu Davuo, rCitab el-Cenaiz Kadınların mezarlıkları
ziyaretleri babı, H. No: 3236, c.3, s. 558; Tirmizi, Ebvabussalat, Kabirleri
mescit edinmenin mekruhluğu, babı, H. No: 320, c.2, s. 136; İbn Mace, Kitab
:1-Cenaiz, Kadmiann Mezarları Ziyaretlerinin Sakıncası Babı, H. No:
1574-1575-1576; Nesai, el-Cenaiz (cenazeler), Kabirlere Kandil Asmanın
Sakıncası Babı, c.4, s. 94-95.
[81] Diğer basılı nüshalarda b. Hasan geçmektedir. En
doğrusu, Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talip Zeynelabidİn'dir. îbn Hacer onun
için: "Güvenilirliği kanıtlanmış, ibadete düşkün, fıkıhçı ve
erdemliliğiy-Ie ünlüdür" dedi. İbn Uyeyne, Zühre'den naklen: Üçüncü kuşak
Ku-reyş Mil erden, ondan daha erdemlisini görmedim diyor. H. 93 'de öldü.
Kü-tüb-i Sitte Sahipleri ondan hadis rivayet ettiler. Takrib el-Tehzib, c.2, s.
35.biy.321.
[82] İbn Hacer L
îlerde müellifin de
işaret edeceği gibi hadisin daha başka ciddi ravi-leri var. Suyuti hadisi şu
şekilde anlatıyor; "Evlerinizi mezarlığa çevirmeyin. Bir kısım
namazlarınızı da orada kılın. Benim evimi de bayram yeri yapmayın. Bana salat
ve selam edin. Zira, nerede olursanız olun duanız bana ulaştırılır"
Süyuti: "Hadis sahihdir diyor. el-Cami el-Sağir, c.2, s. 97.
İsmail b. İshak el-Kadi de hadisi, Fadlü el-Salat Ala el-Nebiyyî ad Iı
eserinde yine Ali b. Hüseyin'den başka bir isnad'la müellifin anlattığı
hadisin sözcüklerine yakın sözcüklerle rivayet ediyor. H. No: 20, s. 10-11.
Hadis bütün bu rivayet yollan ve ravilerle inşallah sahihlik derecesine
ulaşır.
[83] Bu ravi hakkında doyurucu bilgi bulamadım. Ancak
Buhari Tarih el-Kebir'inde: "Süheyl Hasan b.Hasan'dan o da Muhammed b.
Ac-lan'dan rivayet etti. Ravi zinciri kesik olduğuna dair bilgi veriyor. îbn Hatim
el-Razi, Cerh ve el-Ta'dil adlı eserinde bu raviye işaret ediyor fakat sükut
ediyor (hakkında her hangi bir bilgi vermiyor). Bkz. Buhari, el-Ta-hir El
Kebir, c.4, s. 105, Biy. 2122. el-Cerh el-Ta'dil, cA, s. 249. Biy. 1071.
[84] Hadis bu isnadla el-İmam İsmail b. İshak el-Kadi,
"Fadlii el-Salat Ala el-Nebiyyi" adlı eserinde 30 numaralı hadisle
kaydediyor. Ancak onun rivayetine "Ve Ma Entüm ve men Bi el-Endülis İlla
Sevun" ibaresi yok. Diğer bir İsnadla H. No: 20'de bazı sözcük
değişiklikleriyle tahriç ediyor. Hadisin sön bölümü Rasuîullah'a ait değil Ali
b. Hüseyin'in sözüdür. En doğrusunu Allah bilir.
el-Bezzar Ali b. Ebi Talib'e dayanarak Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Benim mezarımı bayram yeri ve evlerinizi mezarlık haline
getirmeyiniz. Bana salat ve selam edin. Çünkü sizin salat ve selamınız Bana
ulaştırılır." Bezzar, bu hadis inkar edilmiş değildir. Yani sahİhlik payı
vardır diyor. Bkz. Keşf el-Eşar, an Zavid el-Bezzar, c.İ, s. 339, H. No: 707.
Ayrıca Müellifin (Ibn Teymiyye), el-Te-vassül Ve el-Vesile, s. 73.
[85] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 193-199.
[86] Sahih-i Müslim, Kitab Hacc, Peygamber'in Veda Haccı,
Babı, H. No: 1218, el, s. 886 ve daha sonrası.
[87] Abdullah b. Cabir el-Muharifi el-Haceri el-Misri
adındaki bu kişi Ebu Davud ve Nesai'nin kendisinden hadis aldığı, üçüncü kuşak
ra-vilerin kabul görenlerindendir. Bkz. Takirib b. el-Tehzib, c.2, s. 444, biy.
15.
[88] Adı, Şem'un b. Yezid b. Hunafe el-Ezdi'dir.
Rasulullah'la birlikte sohbet etmiş ve ondan hadis nakletmiş büyük
sahabilerdendir. Beyti Mukaddes'de yaşadı. Şam'ın fethine katılmış daha sonra
Mısır'a dönmüştür. Ebu Reyhane kiinyesiyle tanınmıştır. Bkz. Esed el-Ğabe,
c.3, s. 3.
[89] Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Libas, İpekli giymenin
Mekruh Olması Babı, H. No: 4049, c.4, s. 320-326; S. Nesai, Kitab el-Zine,,
Tüyleri yolma Babı, c.8, s. 134-144; Müsned-i Ahmed, c.4, s. 134.
[90] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 199-203.
[91] Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Libas, Erkeklerin İpekli
Elbise Giymelerinin Mekruh Olması Babı, H No: 4048, c.4, s. 324; Tirmizi, Kitab
el-Edeb, H. No: 2788, Kadın ve Erkeklerin Süslenmesi Babı, c.5, ş. 107.
Tirmizi: "Bu yönüyle hadis, "hasen" ve "Garip"tir
dedi. Beyhaki, Sünen el-Kübra, c.3, s. 246.
[92] Büyük Sahabi'dir. Asıl adı, Rafi b. Hudeyc b. Rafi b.
Adiy b. Yezid el-Ensari el-Evsi'dir. Yaşının küçük olmasına rağmen,
Rasulul-lah'dan Uhud savaşına katılmasının kabulünü istedi. Rasulullah isteğini
kabul etti ve çıkmasına izin verdi. Böylelikle Uhud ve diğer savaşlara
katıldı. Medine'de kendi toplumunu (kabilesinin) lideriydi. Uhud savaşından
kalma bir. yara nedeniyle Medine'de Öldü. Bu yarayı aldıktan sonra bir hayli
yaşamıştır. Öldüğünde 86 yaşındaydı. el-İsabe, c.l, s. 495-496, biy. 2526.
[93] Bkz. Sahih-i Buharı, Kitab el-Şirke, Koyunu pay etme
Babı, H. No: 2488, Feth El, Bari, c.5, s. 131. Ayrıca (2507-3075 numaralara bakın.
Sahih-i Müslim, Kitab el-Edha, Hayvanı kanını akıtacak bir kesiciye kesmenin
caiz olması Babı, H. No: 1968, c.3, s. 1558.
204
[94] Sahih-i Buhari, Kitab el-Menakib, Huza'a'nın kıssası
Babı, H. No: 3521, Feth'ul-Bari, c.6, s. 547, Sahih-i Müslim, Kıtab Cennç,
Zalimlerin (Diktatörler) Cehenneme, Zayıfların Cennete Girecekleri Babı, H.
No: 2856, c.4, s. 2192; Ayrıca bkz. Hamiş-i S. el-Müslim, c.4, s. 2191.
[95] Sahih-i Müslim, Geçen Kitap ve Bab, H. No: 2856, c.4,
s. 2191-2192.
[96] Hadisi Ahmed Müsned'inde Gudayp b. el-Hars'den
naklediyor. Sonunda şöyle diyor... Peygamber şöyle buyurdu: "Bir toplum
bid'at icad ettiği oranda sünnetten uzaklaşır..." H. el-Müsned, c. 4, s.
105; Siiyutİ el-Cami, el-Sağir de hadisi naklediyor ve ekliyor." Hadis
hasendir. " el-Ca-mi el-Sağir. c.2, s. 480, H. No: 7790.
İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 203-209.
[97] Ebu Umeyr b. Enes b. Malik el-Ensari, Enes'in en büyük
oğludur. İsmi Abdullah olduğu da söyleniyor. İbn Hacer, Takrib'de "güvenilirdir"
diyor. Bkz. age., c.2, s. 456, biy. 192.
[98] Büyük sahabidir. Adı, Abdullah b. Zeyd b. Sa'lebe b.
Abdi Rab-bihi el-Ensari el-Hazreci el-Haris'dir. Akabe biatinde, Bedir ve diğer
savaşlarında Rasulullah'la birlikte oldu. H. 32'de vefat etti. el-İsabe, c.2,
s. 312. Biy. 4686; Esed el-Ğabe, c.3, s. 165-167.
[99] Sünen Ebi Davud, Kitab el-Salat, Ezanın başlaması
(icadı) Babı, H. No: 498. c.l, s. 335-337.
[100] Amir b. Şa'bi ünlü imamlardandır. îbn Hacer:
"Üçüncü kuşaktan, güvenilirliğiyle ünlü, fıkıhçı ve erdemli bir
zattır" der. Mekhul: "Ondan daha iyi bir fıkıhçı görmedim"
diyor. H. 103'de 80 yaşında öldü. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 387. biy. 46.
[101] Sahihi-i Buhari, Kitab Ezan, Ezanın Başlaması Babı, H.
No: 603, Feth'ul-Bari, c.2, s. 77; Sahih-i Müslim Kitab el-Salat Ezanı Çift
ikametin tek yapılması emri, Babı, H. No: 378, c.l, s. 286.
[102] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid
Yayınları:209-213.
[103] Kays b. Ubbad el-Dab'i, el-Basri-Ebu Abdullah, için
İbn Ha-cer: "İkinci kuşak muhadaram olan bu zat güvenilirdir, Onu
Sahabi'den saymaksa bir yanılgı (vehim)'dir." der. Buhari, Müslim ve
diğerleri ondan hadis rivayet ettiler. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 129,
biy. 152.
[104] Beyhaki, Sünen el-Kübra, Kitab el-Cenaiz, Cenaze
Töreni Sırasında Sesi Yükseltme Babı, c.4, s. 74; İbn Ebi Şeybe, el-Musannef,
Kitab el-Cenaiz, Sesi Yükseltme Babı, c.4, s. 274; Musannef-i Abdürrez-zak, c.
4, s. 453.
[105] Adı, Amr b. Meymun el-Ezdi, Künyesi Ebu Abdullah'dır.
Ebu Yahya: "Güvenilirliği ve ibadete düşkünlüğü ile ünlü olan bu raviden
Altı Kitap sahibi ve diğerleri hadis rivayet etti." dedi. H. 74'de vefat
etti. Takıib el-Tehzib, c. 2, s. 80, biy. 689.
[106] Buhari, Kilab Hacc, H. No: 1684 Feth'ul-Bari, c.3, s.
541. Sözcük dizimizde bazı değişikliklere Tirmizi, Kitab Hacc, Güneş batmadan
önce (Müzdelife'den) ayrılma babı, H. No: 396, c.3, s. 242; Müsne-di Ahmed,
c.l,s. 39-42-50-54, Ömer b. Hattab'a dayanarak. Hadisin sözleri, müeellifin
yukarda anlattığına yakındır.
[107] Buhari, Kitab el-Eşribe, Altın kabdarı Su İçme Babı,
Gümüş Kabdan Su İçme Babı H. No: 5632-5633 c.10, s. 94-96; Müslim Kitab
el-Libas ve el-Zine, Altın ve Gümüş Kab Kullanmanın Haram Olması Babı, H. No:
2067, bir çok yoldan ve değişik sözcüklerle, ayrıca c.3, s. 1637-1638.
[108] Cübeyr b. Nüfeyr b. Malik b. Amir el-Hadrami El-Husumi
İkinci kuşak Muhadram'Iardandır. Babası Sahabi'dir. Müslim ve diğer dört Sünen
Sahibi ondan hadis rivayet etti. Buhari, Edeb, el-Müfred'de ondan hadis
naklediyor. Önemli gövenilir biridir. Hicri 80'de vefat etti. Takrib ei-Tehzib,
c.l, s. 126, biy. 44.
[109] Sahih-i Müslim, Kitab el-Libas Ve el-Zine Erkeğin
Serçe Fir gürü İşlemeli Elbise Giymenin Yasaklanması, Babı, H. No: 2077, c.4,
s. 1647.
[110] Yazma nüshada el-Mühendi, basma nüshada ise el-Hindi
olarak geçiyor. Asıl adı: Abdurrahtnan b. Melle b. Amr b. Adiy el-Nehdi Ebu
Osman'dır. Sağlam ve doğru sözlü bir ravidir. Peygamber'i görüp ondan bizzat
hadis naklinde bulunmadı. Ebu Hatim, Nesai ve İbn el-Medeni güvenirliğini
onaylıyor. Salih kullardandı. Yüz otuz yaşından büyük bir yaşta vefat etti.
(H. 100) Bkz. Hülasa Tehzib el-Kemal, s. 235.
[111] Yukarıda geçen metin, Müslim'in kaydettiği hadisten
alınmıştır. Müslim, Kitab: Giyim ve süslenme; babı, Altın kab kullanmanın
haram olması, H. No: 2069, c.3, s. İ642; Buhari (kısa olarak tahriç ediyor)
Kitab Giyim; Bab: Erkeklerin ipekli giymesi H. No: 5830 Feth'ul-Bari,c.lO,s.
284.
[112] Ebi Ya'la'nın Tabakat el-Hanabile'sinde zikrettiğine
göre Ali b. Ebi Sulih el-Sevak, birinci kuşak tabilerdendir. c.l, s. 232, Biy.
No: 328.
[113] Age,c.l,s. 234.
[114] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid
Yayınları:214-217.
[115] Sözel dizgedeki bazı değişiklerle çoğunu Beyhaki
zikrediyor: Sünen el-Kübra; Kitab el-Cizye; bab: İslam devleti başkanının cizye
üzerine antlaşma yapması, c.9, s. 202. Ayrıca bkz. İbn Kayyım Ahkam el-Cizye,
c.2, s. 661-662.
[116] Beyhaki, Sünen el-Kübra, c.9, s. 202; Ayrıca bkz. İbn
Kayyim Ahkam Ehli Zimme, c.2, s. 659-660.
[117] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 218-219.
[118] Asıl adı, Ebu Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b.
Cafer b. Ahmed b. Faris el-Hafiz el-Kelarel-lsfahani H. 298'de doğdu. Güvenilir
hadis hafızlarından bu bilgin 346 H'de vefat etti. Bkz. el-Lübab Fi Tehzib
el-Ensab, c.l, s. 69. Ayrıca L
[119] Asıl adı Halit b. Arfata b. Sinan el-Azrİ, büyük
sahabi'dendir. Sa'd b. Ebi Vakkas Onu Kufe'ye halife tayin etti. Abdullah b.
el-Havsa Muaviye'ye başkaldırdığı zaman Muaviye bu sahabiyi ona karşı gönderdi.
Halit tarafından öldürüdü. (H. 60) Bkz. Esed el-Ğabe, c.2, s. 87-88.
[120] Bkz. İbn Kayyım (el-Cevzi) Ahkam Ehli el-Zimme, s.
743.
[121] Burada adı geçen Muhammed b. Kays'ın kim olduğunu
bilemiyorum. Ancak Ömer b. Abdülaziz'in veya Medine kadılarından olması
olasıdır. Bkz. Buhari, Tarih el-Kebir, c.l, s. 212-213. Biy. No: 666.
[122] Bkz. İbn Kayyim, Ahkam Ehl-i Zimme, c.2, s. 742.
(362)Age.,c.2,s.716.
[123] Age.,c.2, s. 731-742.
[124] Kayşa b. Ebu el-Beceli, Ebu Abdullah el-Kufi,
Tabii'nin ünlü güvenilir bilginlerindendir. Allah Rasulünü gördüğü de söylenir.
Doğrusu şudur. Bu zat, Peygamber"e bi'at etmek için gitmiş. Fakat onu
vefat etmiş bulunca halifesi Ebu Bekir'e biat etmiştir. Altı ünlü hadisci de ondan
hadis tahricinde bulunmuş. Hudud'da vefat etti, H. 90. Yaşı bu sırada yüzü
geçkindi. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 127 Biy. No: 132 Ayrıca Tehzib
el-Tehzib c.8, s. 386-3,89; Biy. No: 689.
[125] Ahmed, el-Miisned, c.l, s. 43; IbnHacer bu hadise
yakın başka bir hadisi AH b. el-Ca'ad, Şube yoluyla, İsmail'den aktarıyor.
Bkz. Feth'ul-Bari, c.10, s. 286, Abdürrezzak'da"el-Musannef inde Muammer,
Katade ve Ömer aracılığı ile daha uzun olarak aktarıyor. Ancak İpek sözcüğünü
zikretmiyor. Bkz. el-Musannef, c.l l,s. 85-86. H. No: 19994.
[126] Ahmed el-Müsned, c. 1, s. 16. Yukarıda geçtiği gibi
Buharı ve Müslim'de bu hadisin tanıkları vardır.
[127] Asıl adı, Ubeyd b. Adem'dir. el-Razi, el-Cerh ve
el-Ta'dil adlı eserinde zikrettiğine göre bu ravi Ömer b. Hattab'dan hadis
dinlemiştir. Rivayetlerinde söz etmemesine rağmen Ebu Hureyre'den de hadis
naklinde bulunmuyor. İbn Hacer, îbn Hibban bu ravîyi güvenilir saydığım
söylüyor. Bk?. el-Cerh ve el-Ta'dil, c.5, s. 401, Biy. No: 1857; Ta'cil
el-Menfaa, s. T 6, Biy. No: 700.
[128] Ahrned e!-Müsned, c.l, s. 38. Ömer b. Hattab
isnadiyla. Aynı hadis İbn Kesir'de zikrediyor: Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.7,
s. 58. İbn Kesir şöyle der: Bu hadisin isnadı Ziyaeddin el-Makdisi'nin
el-Müstah-reç .tdh eserinde tercih ettiği sağlam İsnaddır. Ayrıca bkz. İbn
Kayyim, el-Mcnar el-Münif, s. 88-89 haşiyesi ile birlikte.
[129] Sahih-i Müslim, H. No: 162, c.l, s. 145; Kitab el-İman
Babı, Allah Rasulünün (Miraç gecesindeki) gece yürüyüşü.
[130] Ka'b b. Mat'i el-Humeyri, Ebu İshak, Ka'b el-Ahbar
olarak tanınan bu zat, Muhadramlardandır. Aslen Yemen'li olup daha sonra Şam'a
yerleşmiştir. Ebubekir'in hilafeti sırasında müslüman olmuş. Ömer'in zamanında
olduğu da söylenmektedir. Müslüman olmazdan Yahudiydi. Güvenilirdir. Müslim,
Ebu Davud, Nesai- Tirmizi, İbn Ma-ce kendisinden hadis tahriç eylemiş. Osman'ın
hilafeti sırasında yaşı yüzü geçkin öldü. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 135,
Biy. No:135; Tak-rib el-Tehzib c.8, s. 438-440, Biy. No: 793.
[131] Peygamberimizin, Hz. Ömer ile ilgili bu övücü
İfadelerini içeren ve Buhari'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer tarafından
rivayet edilmiş olan hadisin tamamı şöyledir:
"Bir gece şöyle bir rüya gördüm: Bir sabah vakti çok erken saatlerde
Kul ey b kuyusundan su çekiyordum. Az sonra Ebubekir geldi ve bir iki kova
kadar su çıkardı. Çektiği kovalar ağza kadar dolu değildi, üstelik küçük boylu
idî. Fakat daha sonra gelen Ömer iri bir kovayı kuyuya daldırıp dudaklarına
kadar dolu vaziyette çıkardı ve herkesi kana kana suya doyurdu. Hiçbir
babayiğit bu işte onun kadar başarılı olamamıştı." Bkz..Sahih eî-Buhari,
Feth'ul-Bari, c.7, s. 41 H. No: 3682, Kitab Sahabilerin Faziletleri; bab: Ömer
b. Hattab'ın yaşam öyküsü, Sahih-i Müslim, c.3, s. 1862; H. No: 2393; Kitap:
Sahabinin Faziletleri, Bab: Ömer'in fazileti.
[132] Sahabi'nİn ulularındandır. Asıl adı, Talha b.
Ubeydullah b. Amr b. Ka'b el-Kuraşi el-Temimi'dir. Künyesi, Ebu Muhammed olan
bu büyük zat cennetle muştulanan on bahtiyardan birisidir. İlk İslam'a girenlerin
sekizinci ve Ebubekir'in sayesinde İslama girenlerden,Ömer'in be-İtFİediği altı
kişiden kurulu Şura üyelerinden biridir. Ayrıca Uhud günü Rasulullah ile
birlikte yerinden ayrılmayan ve O'na gelen oklardan koruyan, bu sırada eli
çolak olan bir sahabidir. Cemel olayında atılan bir okun kendisine
[133] Abdiirrezzek, el-Musannef, c.l, s. 364, H. no: 1423.
Beyhaki, Sünen, c.l, s. 243, Ebi Şeybe, Musannef, c.2, s. 259.
[134] İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, Kitab: Namazda Sedl'in
mekruh olması,-c.2, s. 259.
[135] Ebu Davud, Kitap, Namaz, Bab: Namazda ucu omuzlardan
aşağı sarkan elbiseyi giymenin keraheti. H. No: 643, c.l, s. 423; Tirmi-zi,
Kitab Namaz, Bab: Namazda sedlin çirkinliği H. No: 378, c.2, s. 217; Ahmed
el-Müsned, c.2, s. 295-341. Tirmizi ve Ahmed, ağzı kapamayı zikretmediler.
Hakim el-Müstedrek'in Süleyman el-Ehvel, Ata aracılığı ile Ebu Hureyre'den
kaydettiği bu hadis konusunda şöyle diyor: "Bu hadis Buhari ve Müslim'in
rivayet koşullarını içerdiği için sahihtir. Yalnız onlar, kişinin namazda
ağzını kapamasını kaydetmiyor. "el-Müs-tedrek, c.î,s. 253.
[136] Amir b. Abdulvahid el-Ahvel, el-Basri için İbn Hacer:
"Doğru sözlüdür. Ancak, hata eder, altıncı kuşak ravilerdendir."
der. Ahmed, Hadiste kuvvetli değildir, İbn Main rivayetleri sakıncasızdır, Ebu
Hatim, güvenilirdir, naklettiği haberi almada her hangi bir sakınca
yoktur," der. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 389, Biy. No: 59 el-Cerh
veel-Ta'dil c. 6, s. 326-327; biy. 1817.
[137] Beyhaki, Sünen el-Kübra, c.2, s. 242 Beyhaki bu haberi
Süleyman el-Ahvel ve Ata aracılığı ile Ebu Hureyre'den kaydediyor. Sözcükleri
Ebu Davud ve el-Hakim'in rivayetlerinde geçtiği gibidir. Haşim'in rivayetinde
olduğu gibi ravi zinciri munkatıdır. Beyhaki diyor ki: "Bu hadisin isnadı
burada munkat'ı ise de kendisinden bir önceki rivayete bitişmesiyle kuvvet
kazanır. Ayrıca bkz. Abdurrezzak, el-Musanef, c.l, s. 365, H. No: 365.
[138] Haberi Ebu Davud îbn Cureyh'den kaydadiyor ve şöyle
diyor: "Ata'yi çokluk omuzlarından sarkan elbiseyle görürdüm." S. Ebi
Davud, c.l, s. 424, H. No: 644. Beyhaki şöyle anlatıyor: Bize anlatıldığına göre
Ata b. Rebah konuyla İlgili hadisi unutmuş ya da bu eylemi büyüklen-mek için
yapmıyormuş gibi, elbiseyi omuzlarından sarkıtarak namaz kılardı. Sünen
el-Kübra, c.2, s. 242. Abdurrezzak da şöyle zikrediyor: "Ata'yı namaz
smsında, elbiseyi omuzundan sarkıtırak namaz kılarken gördüm. Bkz. el-Musannef,
c.l, s. 362. H. No: 1408.
[139] Îbn Mesud: Bu zat Ubeyde îbn Abdullah b. Mesud'dur.
Basılı nüshalarda İbn Mesud eklemesi yapılmış. Künyesiyle ünlüdür. Kufe-li
üçüncü kuşak ravilerdendir. H. 80'de vefat etti. Bkz. Takrib, c.2, s. 448, biy.
86.
[140] Abdurrezzak, el-Musennef, c.l, s. 364, H. No: 1417;
Beyhaki, Sünen el-Kiibra, c.2, s. 243; Beyhaki şu açıklamada bulunur: "Bu
haberin naklinde Beşr b. Rafi, tek kaldığı için, kuvvetli değildir."
[141] Numan b. Sabit el-Temimi el-Kufi adındaki bu bilgin,
hukukta üstün, dört önemli mezhep sahiplerinin birincisidir. Güvenilir,
bilgin, zühd ve vera ehlidir. Abbasi krallarından Mansur kadılık makamına getirmek
istemiş kendisini fakat vera'ından dolayı evet dememiş. Bu büyük zat 150
yılında vefat etti. Bkz. ei-Bidaye, c.10, s. 107-108. Zerkeli el-Alam, c.8, s.
36.
[142] Muhammed b. İdris b. Abbas b. Osman b. Safi (Şafii)
adına kurulan, Şafii mezhebinin lideridir, Dört büyük imamdan biridir. 204
yılında 54 yaşında Öldü.
[143] Abdulaziz b. Cafer b. Ahmed b. Yezdan b. Maruf,
Hanbeli mezhebinin büyük bilginlerindendir. İslam hukukuyla ilgili bir çok
özgün görüşleri ve tercihleri vardır. el-Şafi, el-Mukni, Tefsir el-Kur'an, Zad
el-Müsafir, el-Tenbih ve başka eserleri var. Hukukçuluğuyla yanında ver'a ve
zühd sahibiydi de. 363'de 78 yaşında öldü. Bkz. Tabakat el-Hanabi-le,c.2,s.
119-327; Biy. 611.
[144] Bkz. îtm Kasım, el-Müdevvene el-Kübra, c.l, s. 108.
[145] Ali b. Muhammed b. Abdurrahman el-Bağdadi, el-Amidi,
ünlü huhukçu, Kadı Ebİ Ya'la'nm dostlanndandır. Aynca çağının ünlü Han-beli
hukuk alimlerindendir. Özgün yapıtları: Umde el-Hadır ve Kifaye el-Müsafir.
467'de vefat etti. Bkz. Zeyd Tabakat ei-Hanabile, c, 1, s.8-9.
[146] Ebu el-Vefa Akil b. Muhammed b. Akil b. Ahmed, Hanbeli
Hukuk bilginlerindendir. 431 yılında doğdu. Hukuk ve hukuk metodolojisi
konusunda dengi yoktu. Bu konularla ilgli bir çok Özgü yapıtı vardır. En
ünlüleri: Kitab el-Fünun Fi Şetta el-Uium. Bu eseri İkiyüz cildi aşkındır,
el-Fusul, el-Müfredat, Umde el-Edille, el-İrşad ve Nefy el-Teşbih vb. İmam
Ahmed; ve görüşlerini savunanlardandır. Bazıları onu, bidatçı görüşler ileri
sürmekle suçlar. Döndüğü ve levbekar olduğu da söylenir. 513 yılında vefat
etti. Bkz. el-Zeyl Ala Tabakat el-Hanabile, c. 1, s. 142-163, Biy. 66.
[147] el-Hasan b. Muhammed b. el-Hasen b. Ali, Ebu Muhammed
el-Hallal, Bağdat'h bilgili ve erdemli birisidir. H. 352'de doğdu. Bir hayli
eserleri vardır. Bir kaçı, Ahbar el-Sakale, el-Mecalis el-Aşr. Bkz. Zer-keli
el-Alam, c.2, s. 212.
[148] İkrime el-Berberi, Ebu Abdullah el-Medeni İbn Abbas'm
azat-lısıdır. Aslı berber'dendir. Tabii'nin büyük bilginlerindendir. Özellikle
Tefsir bilimi konusunda hayli derindir. Aynı zamanda İbn Abbas'ın ünlü
öğrencilerindendir. Harici ve Saferiye bid'atlerine uymakla suçlanır. Diğer
hadis bilginleri güvenilirliğini onaylıyorlar. Örneğin İbn Hacer der ki:
"Tefsir biliminde bilginliği kanıtlanmış, güvenilir birisidir. İbn
Ömer'den yalan haber naklettiği saptanmış, değildir. Ayrıca bid'atçıh-ğı da
kanıtlanmıştır. "Üçüncü kuşak, ravilerden olan bu zat, H. 107'de vefat
etti. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 36, Biy. No: 277; Tenzih el-Teh-zib,c.7,
s. 263-273; Biy. 475.
[149] Haccac b. Hasan el-Kaysı el-Basri'yi Ahmed, İbn Main
ve İbn Hibban güvenilir ravilerden sayıyor. Nesai ise, besince kuşak, ravilerden
olan bu zatın rivayetlerinde her hangi bir sakınca yoktur diyor. Bkz. Takrib
el-Tehzib^c.l, s. 152; Biy. 150.
[150] Sünen Ebi Davud, Kitab.el-Tereccül, Bab: Ruhsata değin
hadisler H. No: 4197, c.4, s. 412
[151] Ahmed b.Amr b. Ebi Asım el-Dahhak b. Muhalled
el-Şeyha-ni, el-Basri, güvenilir hadis ezbercilerinden olup, Salih b. Ahmed'den
sonra İsfahan kadılarının reisidir. Bir çok ünlü eseri vardır. Bir kaçı:
(el-Siin-ne (basılıdır) el-Ahad, el-Evail vb. 287 yılında vefat etti. Künyesi: Ebubekir'dir. Bkz. İbn Kesir,
el-Bidaye ve el-Nihaye, c.ll, s. 84, Zer-keli, eI-Alam,c.l,s. 189.
[152] Raviler, güvenilirdir.
[153] Büyük sahabilerden olan Fudali b. Ubeyd b. Nafiz b.
Kays b. Suheyb el-Ensari el-Evsi, ilk müslümanlardan olmasına rağmen Be-dir'de
bulunmadı. Daha sonra Uhud, Şam'ın ve Mısır'ın kurtarılması gibi diğer
hareketlerde bulundu. Savaşlarda komutanlık yaptı. Muaviye onu Ebi el-Derda'dan
sonra Dimaşk Valiliği'ne atadı. 53'de vefat etti. Bfcz. el-İsabe, c.3, s. 206,
Biy. No: 6992.
[154] Müslim, H. No: 968, c.2, s. 666; Kitap Cenazler, Bab:
Kabirleri toprak düzeyinde tutmayı emreden hadisler
[155] Sahih-i Müslim, c.2, s. 666, H. No: 969, Kitab Cenazeler; Bab: Kabirleri
yer düzeyinde tutmayı emreden hadisler.
[156] Beyhaki, Sünen el-Kübra, c.9, s. 234.
[157] Abdurrezzak, el-Musannef, c.2, s. 273-274; H. No:
3338; Kitap Namaz, Bab: Adamın namaz sırasında ellerini beline koyması.
[158] İsmail b. Abdurrahman b. Züeyb el-Esedİ adındaki bu
raviyi Ebu Zer'a, İbn Sa'd Dare Kutni ve İbn Hibban güvenilirler arasında
sayıyorlar. Bkz. Tehzib el-Tehzib, c.l, s. 312-313, Biy. No: 570.
[159] İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, c. 1, s. 59. Burada geçen
anlam, bir nass niteliğinde olduğunu ifade etmez.
[160] Bkz. İbnEbiŞeybe, el-Musannef, c.l, s. 59. Aynı haberi
el-Bez-zad, Hasen bir isnadla el-Bezzar'dan aktarıyor: Bezzar, Keşf el-Eş'ar,
c.l, s. 210, H. No: 416.
[161] Ubeyd b. Ca'd el-Gatafani, İbn Hacer'in'Zikrettiğine
göre üçüncü kuşak ravilerden, doğru sözlü birisidir. İbn Hibban da güvenilirliğini
onaylıyor. Takrib el-Tehzib, c.l, s.542, Biy. No: 1539; Hülasa el-Tehzib s.
264.
[162] Bkz. Muğire, el-Şerh el-Kebir, c.2, s. 47.
[163] Age,c,10, s. 344.
[164] el-Kadı Ebu Yusuf'un asıl adı, Yakup b. İbrahim b.
Habib el-Ensari'dir. Ebi Hanife'nin öğrencüerindendir. 113 yılında doğan bu alimi,
Reşid kadı tayin etti. 182'de Öldü. Bkz. Vefeyat el-Ayan, c.6, s. 378-388. Biy.
No: 824.
[165] Muhammed b. el-Hasan Vakid el-Şeybani, Ebu Abdullah,
Ebu Hanife'nin öğrencilerindendir. Erdemli bir hukuk, bilginidir. Çeşitli özgün
eserleri vardır. 132 yılında doğdu 189'da Öldü. Bkz. Age, c.4, s. 184-185, Biy.
No: 567. Fevaid el-Behiye Fi Teracim el-Hanefiye, s. 163.
[166] Bkz. el-Rüşdani el-Hidaye Şerh Bidaye el-Mübtedi, c.4,
s. 81.
[167] Age, s. 82.
[168] Bu hadis Abdullah b. Büreyre'den gelmektedir. Ravini
babası naklediyor: "Adamın biri parmağında pirinçten bir yüzükle Allah
Ra-suîu'ne geldi. Bunun üzerine Allah Rasulu ona:
"Bana ne oluyor,
senden put kokusu alıyorum." adam o yüzüğü atıyor. Sonra bir zaman gene
aynı adam elinde (parmağında) demir yüzükle geliyor. Bu kez Allah Rasulü:
"Bana ne oluyor,
sende cehennem süsü görüyorum." diyor. Adam onu da atıyor. Ve Allah
Rasulü'ne şöyle diyor:
"Ey Allah'ın
elçisi kullandığım yüzük neden yapılmış olsun (veya neden yapılmış yüzük
kulandığım yüzük kullanayım)" dedi. Allah Rusulü:
"Bir miskalı (468. gr. Mısır ölçülerine göre) geçmiyen demirden yapılma
bir yüzük kullan" cevabım verdi. Ebu Davud, c. 4, s. 428-429; H. No: 4223,
Kitap Yüzük; Babı, Demirden yüzük kullanmaya değin (ait) hadisler. Tirmizi,
c.4, s. 248, H. No: 1785; Kitap Giyim, Bab: Demir yüzük kulanma, Tirmizi:
Abdullah b. Amr'dan alınan bu hadis, gariptir diyor. Nesai, c.8, s. 1467,
Kitap Süs, Bab, Gümüşten yapılan yüzüğün ağırlık ölçüsü. İbn Hibban hadisi
tashih ediyor. H. No: 1467. îmam el-Be-gavi'den Şerh el-Sünne, adlı eserinde bu
hadisi kaydediyor, c.9, s. 121-122. Ve hadisin isnadı gariptir, diyor.
[169] Abdurrahman b. el-Kasim b. Halid b. Cünade el-Itki,
el-Mısri, Ebu Abdulah, hukuk bölümünde öncü olgun kişilik sahibi birisidir.
İmam Ma-lik'in ünlü öğrencileri arasındadır. el-Müdevvene adlı yapıtında İmam
Malik'in görüşlerine yer vermiştir. İbn Hacer, el-Takrib'inde 10'uncu kuşak
ravilerin güvenilirlerindendir. 'der. 291 yılında vefat etti. Bkz. Takrib
el-Teh-zib, el, s. 495, Biy. No: 1079; Zerkeli, el-Alam, c.3, s. 23.
[170] Bkz. el-Müdevvene, îbn Kasım, c.l, s. 62-62.
[171] Age, c.l, s. 63 ve c.l, s. 109.
İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 220-244.
[172] A.g.e, c.l, s. 154. îmam Malik şöyle diyor:
"Allah Rasulü'nün yoldaşlarından bana ulaşan bilgiye göre onları Yahudi
ve Hnstiyanîann pazar ve cumartesi günleri tatil yaptıkları gibi cuma günü
işleri bırakıp tatil yapmayı çirkin görüyorlardı."
[173] Hadisi Ebu Davud Sünen'inde Ebu Musa el-Eş'ari'den
kaydediyor. Allah Rasulu buyurdu: "Müslüman yaşlılara saygılı davranmak
Allah'a saygılı davranmak." gibidir. "Kitab Edeb, Bab: İnsanlara
konumlarına göre davrannak gibidir. H. No: 4843; c.5, s. 174. Ravi-lerden Ebu
Kenane meçhuldür. Muaviye b. Kurre olduğu söyleniyorsa da bu sav, kanıtlanmış
değildir. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 466, Biy. No: 21. Geri kalan raviler
güvenilirdir.
[174] Bkz. el-Muğni el-Şerh ve el-Kebir, c.2, s. 385.
[175] N
[176] N
[177] Age, c,l. s. 59; Muğni el-Şerh ve el-Kebir, c.l, s.
624.
[178] Abdulkadir b. Ebi Salih b. Abdullah el-Ceyli sonra
Bağdadi, bilgin, huhukçu, düzgün kişilikli birisiydi. 490 yılında doğdu, 561
yılında öldü.
Keramet sahibi bir fakihti. Fakat tasavvufçular, onun kişiliği ve kerametlerinin
anlatımında sınırı aştılar. Bazı batıl öyküleri ona mal ettiler. Öyle ki,
bunlardan bir kısmı Şeriata ve İslam inancına ters düşen niteliktedir. Bütün bunlar
tasavvufçuların yücelttikleri birisine iftira etmeyi ve onun adına yalan
uydurmayı töre haline getirdikleri şeyler kabilin-dendir. Bkz. el-Zayl Ala
Tabakat el-Hanabile c. 1, s. 290-301.
[179] Konuya ilişkin bilgiyi İbn Kayyim el-Ceyzi, üstad İbn
Teymi-ye'den şöyle naklediyor: Allah Rasulu'nün beline Mıntıka bağladığına dair
bize her hangi bir bilgi ulaşmadı." Bkz. Zad el-Mead, c.l, s. 131.
[180] İbn Kuddame el-Muğni'de diyor ki: Ahmed'İn bu sözünden
av-laşılan İran yayı ile ok atmak caizdir. Bu okla müsabakaya girmenin cevazına
da kanıttır. Bkz. el-Muğni ve el-Şerh el-Kebir, c.I I, s. 157.
[181] Sünen İbn Mace, c.2, s. 939, Kitap Cihad Bab: Selam H.
No: 2810. İbn Mace'ye göre ravilerden Abdullah b. Beşr zayıf; Eş'as b. Sa-id,
metruk'tur. Bkz. Tehzib eUTehzib, c.5, s. 129-160.
[182] Halid b. Ma'dan el-Kelai el-Humusi, Ebu Abdullah
fazileti, ibadete düşkünlüğü ve güvenilirliği ile tanınır. Üçüncü kuşak
ravilerdendir. Altı kaynak hadis kitabını yazarlan ve başkaları ondan hadis
naklinde bulunmuşlar. İbn Hacer "güvenilir ve ibadete düşkün, çokluk
mürsel rivayetlerde bulunan birisidir" der. 103 yılında vefat etti. Bkz.
Takrib el-Teh-zib,c.l,s.218.biy. 80.
[183] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 245-254.
[184] Sahih-i Müslim, c.3, s. 1598-1599; Kitap Yeme ve İçme
bab: Yemek yeme ve içmenin kuralları ve hükümleri.
[185] Sahih-i Müslim, c.l, s. 445; H. No: 644, Kitab:
Mescitler Bab: Yatsı namazının vakti ve ertelenmesi.
[186] Abdullah b. Muğfil b. Abdi Ğanem b. Afif el-Müzenni
Ebu Sa-id, saygın sahabilerdendir. Ünlü ağaç altı antlaşmasında hazır bulunmuştu.
Tebük savaşı, sırasında ağlayanlardan Ömer'in Basra halkına İslami öğretmek
için gönderdiği on kişiden biridir. Daha sonra Basra'da yaşadı ve orada öldü.
(H. 61) Allah razı olsun. Bkz. el-İsabe, c.2, s. 372; Biy. No: 4972.
[187] Sahih-i Buhari, Feth'ul-Bari, c. 1, s. 43, H. No: 563,
Kitap Namazın Vakitleri; Bab, Akşama (Aşa) demenin keraheti.
[188] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid
Yayınları:254-256.