IV - FIKHİ VE İTİKADİ MEZHEPLER. 1

A - Fıkıh Mezhepleri: 1

B - Fıkıh Mezheplerinin İmamları: 3

1. Ebû Hanife: 3

2. Mâlik b. Enes: 4

3. İmam Şâfiî: 5

4. Ahmed b. Hanbel: 5

C - İtikadi Mezhepler: 6

1. Mâturîdî Mezhebi: 7

2. Eş’arî Mezhebi: 8

 

 

IV - FIK­Hİ VE İTİ­KA­Dİ MEZ­HEP­LER

 

A - Fı­kıh Mez­hep­le­ri:

Fı­kıh, söz­lük­te; bil­mek, an­la­mak, bir şe­yin bü­tü­nü­ne va­kıf ol­mak, de­mek­tir. Te­rim ola­rak; bir kim­se­nin leh ve aley­hin­de­ki amelî hü­küm­le­ri bil­me­si­dir. Baş­ka bir ta­ri­fe gö­re fı­kıh; ki­şi­nin iba­det­le­re, muâmelelere ve ce­za­la­ra ait şer’î hü­küm­le­ri ay­rın­tı­lı de­lil­le­riy­le bil­me­si­dir.102

Kur’an-ı Ke­rim’de fı­kıh kö­kün­den çe­şit­li sîgalar; bil­mek, an­la­mak, id­rak et­mek an­la­mın­da kul­la­nıl­mış­tır.103 Hz. Pey­gam­ber (s.a.s); “Al­lah (c.c.) ki­min için ha­yır di­ler­se, onu din­de fakîh (dinî hü­küm­le­rin in­ce­li­ği­ni kav­ra­yan bil­gin) kı­lar.” (Buhârî, İlim, 10) bu­yur­muş­tur.

Dört ha­li­fe ve ta­bi­i­ler dev­rin­de fı­kıh ke­li­me­siy­le ilim kas­te­di­li­yor­du. el-Fık­hu’l-Ek­ber ta­bi­ri; aka­id ve tev­hid il­mi­ni, el-fık­hu’l-vicdânî kav­ra­mı; ne­fis ter­bi­ye­si ve ahlâk il­mi­ni, yal­nız ba­şı­na kul­la­nı­lan fı­kıh ke­li­me­si ise; amelî ko­nu­la­rı kap­sı­yor­du. Ebû Ha­ni­fe’nin (ö.150/767) fı­kıh “ki­şi­nin leh ve aley­hin­de olan hü­küm­le­ri bil­me­si­dir” şek­lin­de­ki ta­ri­fi, ge­nel bir ta­rif­tir; O de­vir­de kelâm, imân, ahlâk ve ta­sav­vuf gi­bi ilim­ler he­nüz ba­ğım­sız ha­le gel­me­di­ği için İmam-ı Azâm'ın “el-Fık­hu’l-Ek­ber” ad­lı ese­ri, itikâdî ko­nu­la­rı kap­sa­mak­tay­dı. An­cak gi­de­rek fı­kıh il­mi yal­nız iba­det, mu­a­me­le­ler ve ce­za­la­rı içi­ne ala­cak şe­kil­de “amel ba­kı­mın­dan” ilâvesiyle ta­rif edil­me­ye baş­lan­dı.104

Fı­kıh ye­ri­ne ye­ni kul­la­nıl­ma­ya baş­la­nan “İslâm Hu­ku­ku” de­yi­mi, iba­det­ler dı­şın­da mu­a­me­ler, ce­za ve mi­ras hü­küm­le­ri­ni kap­sa­mak­ta­dır.

Fık­hın ko­nu­su İslâmî emir ve ya­sak­lar­la yü­küm­lü kim­se­nin fi­il­le­ri­dir. Bu fi­il­ler; na­maz kıl­mak gi­bi “yap­ma”; gasp gi­bi “ter­ket­me ile” ve ye­me-iç­me gi­bi “mu­hay­yer bı­rak­ma” tarz­la­rın­da ola­bi­lir. Akıl­lı ve er­gin kim­se­le­rin şer’î hü­küm­ler­le yü­küm­lü­lü­ğü eh­li­yet ile ifa­de edi­lir. İba­det, mu­a­me­le­ler ve ce­za ile il­gi­li di­ni hü­küm­le­re “Şe­ri­at” de­nir. Bu ke­li­me din an­la­mın­da da kul­la­nı­lır. Bu tak­dir­de iti­ka­di ve ame­li hü­küm­le­rin hep­si­ni içi­ne alır. An­cak şe­ri­at ge­nel­lik­le ame­li hü­küm­ler için kul­la­nı­lır. Bu­na gö­re, ila­hi ni­za­mın amel ve dış yö­nü­nü tem­sil eder.

Fı­kıh il­mi­ni bi­len kim­se­ye “fakîh” de­nir. Ço­ğu­lu “fukahâ”dır. Bu ke­li­me fı­kıh usu­lü il­min­de “müc­te­hid” an­la­mı­na ge­lir. Müc­te­hid; şer’î hü­küm­le­ri de­lil­le­rin­den çı­kar­ma yet­ki­si ve il­mi­ne sa­hip olan kim­se­dir. Müf­ti; fet­va ve­ren kim­se de­mek­tir. Müc­te­hid ol­ma­yan fa­ki­he, baş­ka müc­te­hid­le­rin söz ve fet­va­la­rını na­kil ve hi­ka­ye et­me­si se­be­biy­le me­ca­zen müf­ti, so­ru­lan İs­la­mi bir me­se­le­ye fa­kih bir kim­se­nin ver­di­ği ce­va­ba ise fet­va de­nir. Fet­va ic­ti­ha­da gö­re da­ha özel an­lam ta­şır.

Kur’an ve sün­net­te açık ve ke­sin hük­me bağ­la­nan ko­nu­lar­la, İslâm hu­kuk­çu­la­rı­nın it­ti­fa­kı (icmâ’) ile çö­züm­le­nen me­se­le­ler­de ic­ti­ha­da ih­ti­yaç ol­maz. Bu­nun dı­şın­da ka­lan fer’î, amelî prob­lem­ler; is­tih­san, mas­la­hat, örf-âdet, ön­ce­ki şe­ri­at­ler gi­bi ta­li de­lil­le­re da­yan­dı­rı­la­rak çö­züm­le­nir ki, iş­te ic­ti­had ve fet­va da­ha çok bu alan­da ce­re­yan eder.

Ge­rek sa­ha­be ve ge­rek­se ta­bi­i­ler dev­rin­de ye­ti­şen ba­zı fa­kih­ler, çe­şit­li ko­nu­lar­da­ki fet­va ve ic­ti­had­la­rıy­la bi­rer fı­kıh eko­lü (mez­hep) çı­ğı­rı aça­cak güç­te idi­ler. Hz. Ai­şe, Ab­dul­lah b. Ömer, Ab­dul­lah b. Mes’ûd ve ben­zer­le­ri böy­le idi­ler. Ta­bi­i­ler­den Me­di­ne­li ye­di fa­kih ve Na­fi (ö.117/735), Kûfe’den Al­ka­me b. Kays (ö.62/682), İb­ra­him en-Nehaî (ö.96/714), Ham­mad b. Ebi Sü­ley­man (ö.120/738), Bas­ra’dan el-Ha­sa­nü’l-Basrî (ö.110/728) bun­lar ara­sın­da sa­yı­la­bi­lir.

Ab­ba­si­le­rin (750-1258 M.), ilk iki yüz yıl­lık dev­re­si, fık­hın ted­vin edil­di­ği, ge­liş­ti­ği, bü­yük imam ve müc­te­hid­le­rin ye­tiş­ti­ği dev­re­dir. Bun­lar şu fa­kih­ler­dir: Mek­ke’de, Süf­yan b. Uyey­ne; Me­di­ne’de, Ma­lik b. Enes; Bas­ra’da, el-Ha­sa­nü’l-Bas­ri; Kûfe’de, Ebu Ha­ni­fe ve Süf­yan es-Sev­ri; Şam’da, el-Ev­zai; Mı­sır’da, eş-Şa­fii ve el-Leys b. Sa’d; Ni­şa­bur’da İs­hak b. Ra­hu­ye; Bağ­dat’ta, Ah­med b. Han­bel, Da­vud ez-Za­hi­ri ve İbn Ce­rir et-Taberî (ra­dı­yal­la­hu an­hüm). Bun­lar­dan her­bi­ri­nin fark­lı ic­ti­had sis­tem ve me­tot­la­rı ve bun­lar­la va­rıl­mış rey­le­ri var­dır. Bun­la­rın ço­ğu uyan­la­rı kal­ma­dı­ğı, İslâm fık­hı­nı bir bü­tün­lük için­de, bir hu­kuk sis­te­mi ola­rak or­ta­ya ko­ya­ma­dık­la­rı ve­ya Za­hi­ri­ler­de ol­du­ğu gi­bi kı­ya­sı ka­bul et­me­dik­le­ri ve di­ğer mez­hep­le­re kar­şı şid­det­li dav­ran­dık­la­rı için var­lı­ğı­nı sür­dü­re­me­di­ler.

An­cak İmam Ebu Ha­ni­fe, İmam Şa­fii, İmam Ma­lik ve İmam Ah­med b. Han­bel’e nis­bet edi­len mez­hep­ler var­lı­ğı­nı sür­dür­dü ve bü­yük halk kit­le­le­ri­nin ka­bu­lü­ne maz­har ol­du. Di­ğer yan­dan ba­zı Şîa kol­la­rıy­la, mu­te­dil ha­ri­ci mez­hep­le­ri de var­lı­ğı­nı ko­ru­du. Adı ge­çen bu mez­hep­le­rin tem­sil­ci­le­ri ve mez­hep­le­ri­nin baş­lı­ca özel­lik­le­ri­ni kı­sa­ca be­lir­te­ce­ğiz.

 

  B - Fı­kıh Mez­hep­le­ri­nin İmam­la­rı:

1. Ebû Ha­ni­fe:

Adı, Nu­man b. Sa­bit b. Zûtâ’dır. Ha­ne­fi mez­he­bi­nin ilk bü­yük tem­sil­ci­si ol­du­ğu için, mez­hep ona nis­bet edil­miş­tir. H. 80 yı­lın­da Kûfe’de doğ­du ve H. 150’de Bağ­dat’ta ve­fat et­ti. Dev­ri­nin seç­kin alim­le­ri­nin ço­ğun­dan ha­dis ve fı­kıh il­mi al­dı. Ho­ca­sı Ham­mad b. Ebi Sü­ley­man’dan (ö.120/738) on se­kiz yıl özel an­lam­da ders oku­ya­rak fı­kıh il­min­de uz­man­laş­tı. Onun il­mi ho­ca­sı Hammâd va­sı­ta­sıy­la İb­ra­him en-Nehaî (ö.95/714) Al­ka­me (ö.62/681) ve Es­ved (ö.95/714) yo­luy­la; Ab­dul­lah b. Mes’ud (ö.32/652), Hz. Ali (ö.40/660) ve Hz. Ömer (ö.23/643) gi­bi sa­ha­be müc­te­hid­le­ri­ne da­ya­nır.

Ebu Ha­ni­fe, Kûfe’de hem ai­le mes­le­ği olan el­bi­se ti­ca­re­tiy­le uğ­ra­şır ve hem de ilim ça­lış­ma­la­rı­nı ara­lık­sız sür­dü­rür­dü. Onun isa­bet­li tes­bit­ler yap­ma­sın­da mu­a­me­le­le­ri kav­ra­yı­şı ve top­lum ya­pı­sı­nı iyi ta­nı­ma­sı­nın, te­o­rik bil­gi­le­rin ya­nın­da bun­la­rı gün­lük ha­yat­ta uy­gu­la­yan es­naf ve tüc­ca­rın ara­sın­da bu­lun­ma­sı­nın bü­yük pa­yı var­dır. Dü­rüst mu­a­me­le­si, ya­lan, hi­le ve re­ka­bet­ten nef­ret et­me­si, gü­ler yü­zü, tat­lı soh­be­ti ve yar­dım se­ver­li­ği ile ün yap­mış­tı. Az ko­nu­şur, fa­kat fı­kıh­tan so­ru­lun­ca sel gi­bi co­şar­dı.

Ho­ca­sı Ham­mad’ın ve­fa­tın­da Ebu Ha­ni­fe 40 yaş­la­rın­da idi. Onun kür­sü­sü­ne çı­kıp ders ver­me­ye baş­la­dı. Ders­le­ri mü­na­za­ra şek­lin­de ya­par­dı. Me­se­le­yi or­ta­ya atar, mü­za­ke­re edi­lir, her­kes o ko­nu­da dü­şün­ce­si­ni söy­ler, en so­nun­da Ebu Ha­ni­fe ken­di gö­rü­şü­nü açık­lar ve me­se­le ka­ra­ra bağ­la­nır­dı. İmam Mu­ham­med bu aka­de­mik top­lan­tı­lar­da mü­za­ke­re edi­len ko­nu­la­rı ka­le­me alır­dı. Ha­ne­fi mez­he­bi­nin Za­hi­ru’r-Ri­va­ye adı ve­ri­len ve te­va­tür yo­luy­la nak­le­di­len bu ilk te­mel eser­ler­de Ebu Ha­ni­fe, İmam Mu­ham­med ve İmam Ebu Yûsuf’un gö­rüş­le­ri yer al­mış­tır. Bun­lar al­tı ta­ne olup şun­lar­dır:

el-Asl (ve­ya el-Meb­sut), el-Ca­miu’s-Sa­ğir, el-Ca­miu’l-Ke­bir, es-Si­ye­ru’s-Sağîr, es-Si­ye­ru’l-Ke­bir ve ez-Zi­ya­dat.

Za­hi­ru’r-Ri­va­ye ki­tap­la­rı Ebu Fazl Mu­ham­med el-Mer­ve­zi (ö.334/945) ta­ra­fın­dan kı­sal­tı­la­rak bir ara­ya ge­ti­ril­miş ve eser “el-Kâfi” adı­nı al­mış­tır. Bu eser da­ha son­ra Şem­su’l-Eim­me es-Se­rah­si (ö.490/1097) ta­ra­fın­dan şer­he­dil­miş, “el-Meb­sut” isim­li bu eser 30 cilt ha­lin­de ba­sıl­mış­tır.

Ebu Ha­ni­fe bir­çok öğ­ren­ci ye­tiş­tir­miş­tir. İç­le­rin­de ic­ti­had ya­pa­cak güç­te olan­lar var­dır. Dört ta­ne­si meş­hur­dur: Ebu Yu­suf Ya­kub b. İb­ra­him el-Kûfî (ö.182/798), Ha­run er-Reşîd dev­rin­de baş ka­dı ol­muş­tur. Ha­ne­fi mez­he­bi esas­la­rı­nın ted­vi­nin­de,top­lum ha­ya­tı­na uy­gu­lan­ma­sın­da ve dün­ya­ya ya­yıl­ma­sın­da onun pa­yı bü­yük­tür. Mal ve ver­gi ni­za­mı ile il­gi­li “Ki­ta­bu’l-Harâc” isim­li ese­ri türk­çe­ye çev­ril­miş­tir. İmam Mu­ham­med b. Ha­san eş-Şeybânî, (ö.189/805) ilk il­mi­ni Ebu Ha­ni­fe’den al­dı. Ebu Yu­suf’tan ek­sik­le­ri­ni ta­mam­la­dı. Ha­ne­fi­le­rin en gü­ve­ni­lir ilk kay­nak eser­le­ri olan Zâhiru'r-Rivâve ki­tap­la­rı­nı ka­le­me al­dı. İmam Zü­fer b. el-Hü­zeyl b. Kays (ö.158/775) İs­fa­han’da doğ­du, Bas­ra’da ve­fat et­ti. Ay­nı za­man­da ha­dis bil­gi­niy­di, son­ra rey ic­ti­ha­dın­da üstün ol­du. Kı­ya­sı ba­şa­rıy­la uy­gu­lu­yor­du. Mut­lak müc­te­hit­tir. Ha­san bin Ziyâd el-Lü’lüî (ö.184/800) ön­ce Ebu Ha­ni­fe’nin da­ha son­ra Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’in öğ­ren­ci­si ol­du. Ha­dis il­miy­le ve Ebu Ha­ni­fe’nin gö­rüş­le­ri­ni ri­va­yet­le ta­nın­dı. An­cak İmam Zü­fer’le İmam Ha­san bin Zi­yad’ın gö­rüş­le­ri ilk Za­hi­ru’r-Ri­va­ye ki­tap­la­rı­na gir­me­miş­tir.

Ebu Ha­ni­fe’yi öğ­ren­ci­le­ri ve top­lum ken­di­le­ri­ne li­der (imam) ta­nı­mış ve “en bü­yük imam” an­la­mın­da “İmam-ı Azam” adı­nı ver­miş­ler­dir. İmam Azam’ın ge­liş­tir­di­ği hu­kuk yo­lu­na “Ha­ne­fi Mez­he­bi”, bu mez­he­be uyan­la­ra da “Hanefî” de­nir. Ha­ne­fi mez­he­bi ön­ce Irak yö­re­sin­de doğ­muş, ora­dan do­ğu­ya ve ba­tı­ya ya­yıl­mış­tır. Ab­ba­si­ler dev­rin­de özel­lik­le Ebu Yu­suf’un baş­ka­dı­lı­ğın­dan iti­ba­ren ge­niş öl­çü­de Ha­ne­fi mez­he­bi uy­gu­lan­mış­tır. Ana­do­lu ve Bal­kan­lar­da­ki Türk­ler ara­sın­da Ha­ne­fi mez­he­bi ha­kim du­rum­da­dır.

 

  2. Mâlik b. Enes:

Hic­ri 93’te Me­di­ne’de doğ­du ve 179 H. yı­lın­da ora­da ve­fat et­ti. Mâlikî mez­he­bi onun adı­na nis­bet edil­miş­tir. Me­di­ne’de ye­tiş­ti­ği için ken­di­si­ne “hic­ret yur­du­nun ima­mı” den­miş­tir.

İmam Ma­lik, Hz. Pey­gam­ber’e say­gı­sın­dan do­la­yı, O’nun na­şı­nın gö­mü­lü ol­du­ğu Me­di­ne’de ata bin­me­miş, “ahi­ret­te pey­gam­ber so­yun­dan ge­len bir in­san­la da­va­laş­mak is­te­mem” di­ye­rek, ken­di­si­ne hak­sız­lık eden ve Pey­gam­ber so­yun­dan olan Me­di­ne va­li­si Ca­fer b. Sü­ley­man’a hak­kı­nı he­lal et­miş­tir.

   Me­di­ne alim­le­rin­den ilim al­dı. Ab­dur­rah­man bin Hür­müz’ün ders­le­ri­ne uzun sü­re de­vam et­ti. Onun fı­kıh­ta üs­ta­dı Rebîa b. Ab­dur­rah­man’dır. Ha­dis ve fı­kıh­ta ön­der idi. el-Mu­vat­ta’ isim­li ese­ri hem ha­dis hem de fı­kıh ki­ta­bı­dır. İc­ti­had me­to­dun­da sün­ne­ti, Me­di­ne­li­le­rin uy­gu­la­ma­sı­nı, is­tih­sa­nı, me­sa­lih-i mür­se­le­yi, se­ne­di sağ­lam olun­ca sa­ha­be­ye ait söz­le­ri de­lil ola­rak kul­lan­ma­sı en dik­ka­ti çe­ken özel­lik­ler­dir.

Meş­hur öğ­ren­ci­le­ri şun­lar­dır: Ab­dur­rah­man b. el-Ka­sım (ö.132/749) Ma­lik’ten yir­mi yıl sü­rey­le fı­kıh oku­du; el-Leys b. Sa’d’dan (ö.175/791) ilim al­dı, Ma­li­ki mez­he­bi­nin meş­hur el-Mü­dev­ve­ne isim­li ese­ri­ni nak­let­ti. Bu ese­ri Sah­nun (ö.240 H.), on­dan ala­rak, fı­kıh ter­ti­bi üze­re dü­zen­le­di. Yah­ya b . Yah­ya (ö.234/849), Ma­li­ki mez­he­bi­ni En­dü­lüs’te ya­yan bir hu­kuk­çu­dur. Eş­heb. b. Ab­di­la­ziz (ö.204/819), Ma­lik ve el-Leys’in ya­nın­da fı­kıh il­min­de uz­man­laş­tı.

Ma­li­ki mez­he­bi, ön­ce Hi­caz hal­kı ara­sın­da be­nim­sen­di ve da­ha son­ra hac­ca ge­len­ler va­sı­ta­sıy­la Ku­zey Af­ri­ka’ya ve o de­vir­de En­dü­lüs de­ni­len İspan­ya’ya ya­yıl­dı.

 

  3. İmam Şâfiî:

Ebu Ab­dil­lah Mu­ham­med b. İd­ris el-Kureyşî el-Haşimî, Hz. Pey­gam­ber’in dör­dün­cü de­de­si Ab­di Me­naf’ın do­ku­zun­cu gö­bek­ten to­ru­nu­dur. Fi­lis­tin’de Gaz­ze’de H. 150 yı­lın­da doğ­du, 204’te Mı­sır’da ve­fat et­ti.

Kü­çük yaş­ta Kur’an-ı Ke­rim’i hıf­zet­ti. Mek­ke’de ba­di­ye­de otu­ran ve çok fa­sih arap­ça ko­nu­şan Hü­zeyl ka­bi­le­si için­de şi­ir ve ede­bi­yat sa­nat­la­rı­nı öğ­ren­di. Mek­ke, Me­di­ne ve Irak’ın ön­de ge­len bil­gin­le­rin­den ilim al­dı. İmam Ma­lik’ten Mu­vat­ta’ı din­le­di. Süf­yan b. Uyey­ne’den (ö.198/813) ha­dis ri­va­yet et­ti. Şa­fii mez­he­bi­nin tem­sil­ci­si­dir. er-Ri­sa­le, el-Huc­ce ve el-Ümm ad­lı eser­le­ri var­dır.

Ba­zı öğ­ren­ci­le­ri şun­lar­dır: Yu­suf b. Yah­ya el-Bü­vey­ti, (ö.231/845), el-Ha­sen b. Mu­ham­med ez-Za­fe­ra­ni (ö.260/874), İb­ra­him b. Yah­ya el-Mü­ze­ni (ö.264/877).

195/810 yı­lın­da Bağ­dat’a gi­den İmam Şa­fii iki yıl kal­dık­tan son­ra Mek­ke’ye dön­dü. 198/813 yı­lın­da ye­ni­den Bağ­dat’a gel­di ise de, an­cak iki ay ka­la­bil­di. Ora­dan Mı­sır’a git­ti, Bağ­dat'ta, Ebu Ha­ni­fe’nin ta­le­be­si olan İmam Mu­ham­med ve Han­be­li mez­he­bi­nin tem­sil­ci­si Ah­med b. Han­bel ve baş­ka bil­gin­ler­le gö­rüş­tü.

Şa­fii mez­he­bi ön­ce Mı­sır’da ya­yıl­mış, son­ra kıs­men Su­ri­ye, Ye­men, Irak ve Ho­ra­san ta­raf­la­rı­na geç­miş­tir. Gü­nü­müz­de Irak, Su­ri­ye ve Ana­do­lu’nun gü­ney ta­raf­la­rın­da Şa­fii mez­he­bi men­sup­la­rı var­dır.

  4. Ah­med b. Han­bel:

Ah­med b. Han­bel eş-Şey­ba­ni 164/780 ta­ri­hin­de Bağ­dat’ta doğ­du, 241/855’te yi­ne ora­da ve­fat et­ti. Han­be­li mez­he­bi onun adı­na nis­bet edil­miş­tir. Özel­lik­le ha­dis il­mi için Ku­fe, Bas­ra, Mek­ke, Me­di­ne, Şam, Ye­men ve el-Ce­zi­re’yi do­laş­mış, uzun sü­re İmam Şa­fii’nin ta­le­be­si ol­muş­tur.

Buhârî, Müs­lim ve ha­dis­te on­la­rın ta­ba­ka­sın­da olan kim­se­ler on­dan ha­dis ri­va­yet et­ti­ler. Öğ­ren­ci ve ar­ka­daş­la­rı onun mez­he­bi­ni söz­le­rin­den fi­il ve so­ru­la­ra ver­di­ği ce­vap­lar­dan al­dı­lar. el-Müs­ned ad­lı ki­ta­bı kırk bin ha­di­si içi­ne alır.

Sa­lih b. Ah­med (ö.266H.), İbn Han­bel’in en bü­yük oğ­lu­dur. Fı­kıh ve ha­dis il­mi­ni ba­ba­sın­dan ve za­ma­nın di­ğer bil­gin­le­rin­den al­dı. Ba­ba­sı­nın fı­kıh­la il­gi­li gö­rüş­le­ri­ni nak­let­miş­tir.

Ba­zı öğ­ren­ci­le­ri şun­lar­dır: Ebu Be­kir el-Er­sem (ö.273H.), Ah­med b. Mu­ham­med b. el-Haccâc (ö.274H.) ile İb­ra­him b. İs­hak el-Har­bi (ö.285H.)105

 

  C - İti­ka­di Mez­hep­ler:

İti­kad, inanç de­mek­tir. Bir şe­ye inan­ma­ya, bir kim­se­yi ve­ya bir ha­be­ri tas­dik ve ka­bul edip ona bağ­lı kal­ma­ya “aki­de” de­nir. Ço­ğu­lu akâid’dir. İti­kad ve iman eşan­lam­lı­dır. Te­rim ola­rak iman; Al­lah Teâlâ’nın di­ni­ni kalb ile ka­bul et­mek, ya­ni Ra­su­lul­lah (s.a.s)’ın bil­dir­di­ği şey­le­ri ke­sin bir şe­kil­de kal­ben tas­dik ey­le­mek­tir. Top­lum­da müs­lü­man mu­a­me­le­si gör­mek için de bu ima­nı açı­ğa vur­mak ge­rek­li­dir.

Akâid iba­det ve ame­li de­ğil, ima­nı esas alan İslâmî ka­i­de ve hü­küm­le­rin bü­tü­nü­nü ifa­de eder. İslâm’ın inanç sis­te­mi “amen­tü” cüm­le­sin­de top­lan­mış­tır. Bu da Al­lah’ın var­lı­ğı­na ve bir­li­ği­ne, me­lek­le­re, ki­tap­la­ra, pey­gam­ber­le­re, ahi­ret gü­nü­ne, ka­de­re, ha­yır ve şer­rin Al­lah’tan gel­di­ği­ne iman­dan iba­ret­tir.

   İslâm’ın ilk dö­ne­mi olan asr-ı sa­a­det­te, Ra­su­lul­lah (s.a.s) ha­yat­ta iken, di­ğer İslâmî ilim­ler gi­bi, aka­id il­mi de ya­zıl­ma­mış ve ted­vin edil­me­miş­tir. He­nüz va­hiy ke­sil­me­di­ği için inanç, iba­det ve­ya be­şe­ri mu­a­me­le ko­nu­la­rın­da prob­le­mi olan kim­se­ler, Al­lah’ın el­çi­si­ne baş­vu­ru­yor, ko­nu va­hiy ışı­ğın­da çö­züm­le­ni­yor­du. As­hab-ı ki­ram her ko­nu­da ol­du­ğu gi­bi, aki­de ko­nu­la­rın­da da Kur’an-ı Ke­rim’e ve Ra­su­lul­lah (sa.s)’a tam ola­rak tes­li­mi­yet için­dey­di. On­lar Ra­su­lul­lah’ın ge­tir­di­ği bir inanç pren­si­bi­ni tar­tış­ma­sız ka­bul eder­ler­di. Hz. Ebu Be­kir (r.a)’in, Hz. Pey­gam­ber (sa.s)’in mi­rac mu­ci­ze­si­ni alay­lı bir şe­kil­de so­ran Mek­ke müş­rik­le­ri­ne; “Eğer Mi­ra­ca, se­ma­la­ra çık­tı­ğı­nı Mu­ham­med (s.a.s) söy­le­miş­se, bu doğ­ru­dur. Ben bu­na da O’nun Al­la­hü Teâlâ’dan ge­tir­di­ği her­şe­ye de inan­mak­ta­yım” di­ye ce­vap ver­di­ği bi­lin­mek­te­dir. Di­ğer yan­dan Al­lah’ın Ra­su­lu ka­der ko­nu­su­nu tar­tı­şan ba­zı sa­ha­bi­le­ri bu tar­tış­ma­dan me­net­miş­tir. Çün­kü ba­zı inanç ko­nu­la­rı­nın akıl ta­ra­fın­dan kav­ran­ma­sı müm­kün ol­ma­ya­bi­lir. Ona, ha­ber ve­ril­di­ği şek­liy­le inan­mak ge­re­kir.

Hz. Pey­gam­ber’in ahi­re­te ir­ti­ha­lin­den ve do­la­yı­sıy­la vah­yin ke­sil­me­sin­den son­ra as­hab-ı ki­ra­mın ço­ğu bu saf ve ber­rak İslâmî inanç­la­rı­nı ko­ru­du­lar. Bu­nun­la bir­lik­te nü­fu­sun art­ma­sı, ye­ni kül­tür çev­re­le­ri­nin İslâm’a gir­me­si ve ye­ni ye­ni me­se­le­le­rin or­ta­ya çık­ma­sı yü­zün­den ba­zı prob­lem­ler­le kar­şı kar­şı­ya gel­me­ye baş­la­dı­lar. Ha­li­fe­le­rin se­çim şek­li, Hz. Ali dev­rin­de­ki Ha­kem ola­yı, bü­yük gü­nah iş­le­ye­nin (mür­te­kib-i ke­bi­re) din­den çı­kıp çık­ma­dı­ğı gibi106 meseleler bun­lar ara­sın­da sa­yı­la­bi­lir.

Sa­ha­be ve ta­bi­i­le­ri içi­ne alan ilk ne­sil­ler, aki­dey­le il­gi­li ayet ve ha­dis­le­re yo­ru­ma ta­bi tut­ma­dan ina­nı­yor­du. Bun­la­ra “Se­le­fiy­ye” adı ve­ril­miş­tir. Meselâ; “Rah­man, Ar­şın üs­tü­ne otur­du” ayetini107, Al­lah’ın tah­tı var­dır, fa­kat biz bu­nun ni­te­li­ği­ni bil­me­yiz, şek­lin­de, “Al­lah’ın eli, on­la­rın el­le­ri üs­tün­de­dir” ayetini108 ise, Al­lah’ın eli var­dır, fa­kat biz ni­te­li­ği­ni bi­le­me­yiz, şek­lin­de an­la­dı­lar. Da­ha son­ra ye­ti­şen kelâm bil­gin­le­ri ise, bu gi­bi ayet­ler­de, me­ca­zi an­la­mın kas­te­dil­di­ği­ni; Al­lah’ın tah­ta otur­ma­sıy­la, ka­i­na­ta ha­kim ol­mak, mut­lak kud­ret sa­hi­bi bu­lun­mak an­la­mı­nın; Al­lah’ın eliy­le de O’nun güç ve kud­re­ti­nin kas­te­dil­di­ği­ni söy­le­di­ler. On­lar bu ko­nu­da “Al­lah’ın eşi, den­gi ve ben­ze­ri bu­lun­ma­dı­ğı­nı” bil­di­ren ayet­le­re da­yan­dı­lar.109 Aşa­ğı­da, aki­dey­le il­gi­li ayet ve ha­dis­le­ri bir bü­tün ola­rak de­ğer­len­di­ren, yo­rum­la­yan ve ehl-i sün­net inan­cı­nın ana nok­ta­la­rı­nı be­lir­le­yen iki mez­hep­ten kı­sa­ca sö­ze­de­ce­ğiz.

 

  1. Mâturîdî Mez­he­bi:

Bir aka­id mez­he­bi olan Mâturidîlik'in ku­ru­cu­su, Ebu Man­sur Mu­ham­med, Se­mer­kand köy­le­rin­den Mâturid’de doğ­muş ve 333/944 yı­lın­da ve­fat et­miş­tir.

O de­vir­de çe­şit­li kül­tür­le­re sa­hip olan halk kit­le­le­ri­nin İslâm’a gi­ri­şi, Hint ve Yu­nan fel­se­fe­le­ri­nin Arap­ça’ya ter­ce­me edil­me­si kar­şı­sın­da, İslâm’ın esas­la­rı­nı sa­vun­mak için ak­lın ve­ri­le­rin­den ve man­tık ku­ral­la­rın­dan ya­rar­lan­mak ge­re­ki­yor­du. Müs­lü­man bil­gin­le­rin inanç ko­nu­la­rı­nı sa­vun­mak için mey­da­na ge­tir­di­ği bu ye­ni ilim da­lı­na “kelâm” adı ve­ril­di. Bu­nun la­tin­ce kar­şı­lı­ğı “te­o­lo­ji”dir. İş­te Ebu Man­sur Mu­ham­med Maturidî bu de­vir­de ye­ti­şen bü­yük bir mü­te­kel­lim (te­o­log)dir. O, İslâm aka­i­di­ni Ki­tap ve Sün­ne­te uy­gun bi­çim­de ve aklî ve­ri­ler­den de ya­rar­la­na­rak açık­la­mış, ehl-i sün­net yo­lu­nu sa­pık­la­ra, bid’at­çı­la­ra kar­şı sa­vun­muş ve özel­lik­le Ma­ve­ra­un­ne­hir’de Ha­ne­fi­le­rin iti­kad ima­mı ol­muş­tur.

Ma­tu­ri­di aka­i­di­nin esa­sı­nı, Ebu Ha­ni­fe’nin (ö.150/767) dü­şün­ce­le­ri özel­lik­le“el-Fık­hu’l-Ek­ber” isim­li ese­ri teş­kil eder. Ebu Ha­ni­fe’nin bu ese­ri inanç ko­nu­la­rı­nın ana esas­la­rı­nı, ih­ti­laf­lı iti­ka­di ko­nu­la­rın çö­zül­müş şek­li­ni içi­ne alır. Çün­kü, Ebu Ha­ni­fe’nin fı­kıh­tan ön­ce kelâm il­mi ile uğ­raş­tı­ğı ve el-Fık­hu’l-Ek­ber, er-Ri­sa­le, el-Fık­hu’l-Eb­sat, Ki­ta­bü’l-Alim ve el-Va­siy­ye ad­la­rı­nı ta­şı­yan beş ta­ne ri­sa­le ka­le­me al­dı­ğı bi­lin­mek­te­dir.110

İmam Ma­tu­ri­di’den son­ra Hanefîlere, ay­nı za­man­da Maturidî de den­miş­tir. Bü­tün Ha­ne­fi­ler ve bu ara­da ge­nel ola­rak Türk­ler iti­kat­ta Ma­tu­ri­di­lik mez­he­bi­ni ter­cih et­miş­ler­dir. İmam Ma­tu­ri­di’nin baş­ta ge­len iki ese­ri şun­lar­dır:

   1) Ki­ta­bu’t-Tev­hid: İmam Ma­tu­ri­di'nin, İslâm inan­cı­nı, bid’at gö­rüş­ler kar­şı­sın­da sa­vun­du­ğu bu ese­ri Mı­sır­lı bil­gin Fet­hul­lah Hu­leyf ta­ra­fın­dan ya­yın­lan­mış­tır.111 Ma­tu­ri­di özel­lik­le Mu­te­zi­le eko­lü­nün gö­rüş­le­ri­ni çü­rüt­mek için ça­lış­mış, bu mez­he­bin tem­sil­ci­si sa­yı­lan el-Kâbî’nin gö­rüş­le­ri­ne ce­vap ol­mak üze­re, ba­zı red­di­ye­ler yaz­mış­tır.112 Di­ğer yan­dan Kar­ma­ti ve Ra­fi­zi­le­re kar­şı da mü­ca­de­le et­miş­tir.

2) Te’vilâtu’l-Kur’an: İmam Ma­tu­ri­di’nin ak­li ve nak­li de­lil­le­re da­ya­na­rak ehl-i sün­net iti­ka­dı­nı sa­vun­du­ğu bir Kur’an tef­si­ri­dir. Ko­nu­lar her­ke­sin an­la­ya­bi­le­ce­ği sa­de bir us­lup­la an­la­tıl­mış, ge­rek du­yul­duk­ça di­ğer mez­hep ve fır­ka­la­rın gö­rüş­le­ri­ne de yer ve­ril­miş­tir.113

 

  2. Eş’arî Mez­he­bi:

Ehl-i Sün­ne­tin ikin­ci iti­kad ima­mı sa­yı­lan Ebu’l-Ha­sen el-Eş’arî, 260/873 ta­ri­hin­de Bas­ra’da doğ­muş, 324/935 ve­ya 330/941 ta­ri­hin­de Bağ­dat’ta ve­fat et­miş­tir. Asıl adı Ali, ba­ba­sı­nın adı İs­ma­il’dir. İmam Eş’ari, ön­ce Mu’te­zi­le mez­he­bi­ne bağ­lı idi. Kırk ya­şı­na ka­dar bu mez­he­bin gö­rüş­le­ri­ni sa­vun­du. Bu yaş­lar­da rü­ya­sın­da Hz. Mu­ham­med’i gör­dü ve yan­lış yol­da ol­du­ğu­nu an­la­dı. Bu ara­da ho­ca­sı Ebu Ali ec-Cubbâî’ye yö­nelt­ti­ği so­ru­lar­la, onu sus­tur­du ve Mu’te­zi­le’den ay­rıl­dı.

İmam Eş’arî bun­dan son­ra vah­yi akıl­la açık­la­yıp kuv­vet­len­dir­me­yi esas alan ye­ni kelâm me­to­du­nu be­nim­se­di. Ar­tık ehl-i sün­net mez­he­bi­nin sa­vu­nu­cu­su ol­du. İmam Ma­tu­ri­di ile ay­nı de­vir­de ya­şa­yan Eş‘ari, inanç ko­nu­la­rın­da onun­la ay­nı gö­rüş­le­ri pay­la­şır. Ara­la­rın­da ay­rın­tı üze­rin­de ba­zı fark­lar var­dır. Meselâ; Ma­tu­ri­di, kalb­de­ki ima­nın bir bü­tün ol­du­ğu­nu, ar­tıp ek­sil­me­ye­ce­ği­ni söy­ler­ken, Eş’ari; ima­nın ar­tıp ek­si­le­bi­le­ce­ği­ni ile­ri sür­müş­tür.

Ma­li­ki ve Şa­fi­i­ler iti­kad­da Eş’ari mez­he­bi­ni be­nim­se­miş­ler­dir. Han­be­li­le­re gö­re, fı­kıh ve iti­kad mez­he­bi bir­dir. On­lar, Ah­med b. Han­bel’in mez­he­bin­den ay­rı bir iti­kad mez­he­bi­ne bağ­lan­ma­mış­lar­dır.

İmam Eş’ari’nin baş­lı­ca eser­le­ri şun­lar­dır:

1) Makâlâtu’l-İslâmiyyîn; Eş’arî, bu ese­rin­de mez­hep­ler hak­kın­da bil­gi ve­rir, öl­çü­lü ten­kit­ler ya­par, ehl-i kıb­le­yi din­siz­lik­le it­ham­dan ka­çı­nır ve mü­sa­ma­ha­lı bir yol iz­ler.

2) el-İbâne an Usûli’d-Diyâne; bu eser­de, Al­lah’ın gö­rü­lüp, gö­rü­le­meme­si, kelâmullah, istivâ, Al­lah’ın sı­fat­la­rı, ecel, rı­zık, hi­da­yet ve dalâlet gi­bi kelâm prob­lem­le­ri ki­tap ve sün­net eh­li­nin gö­rüş­le­ri­ne gö­re açık­lan­mış­tır.

3) er-Risâle fî İs­tih­sa­ni’l-Havz; Eş’arî, bu eser­de; ken­di­si­ne bid’at­çı di­yen­le­re kar­şı ayet ve ha­dis­ler­le ce­vap ver­miş, din­de akıl yü­rüt­me­nin mü­bah ol­du­ğu­nu or­ta­ya koy­muş­tur.

4) el-Lu­ma; Eş’arî’nin kelâma da­ir gö­rüş­le­ri­ni içi­ne alan önem­li bir eser­dir.114

İmam Ma­tu­ri­di ve İmam Eş’arî ken­di de­vir­le­rin­de or­ta­ya çı­kan bo­zuk aki­de, fel­se­fe ve bid’at­la­rın önü­ne geç­miş, ay­rı­lık ve bö­lün­me­le­re fır­sat ver­me­miş­ler­dir.