İMAN ESASLARI
I- İMAN TERİMİ VE KAPSAMI
A - İmanın Tanımı:
İman, sözlükte bir şeye inanmak, bir şeyi tasdik etmek, bir kimsenin söylediğini kabullenmek, demektir.1 İtikadla iman eş anlamlı olup, teslim olmak ve boyun eğmek anlamını da kapsar.
Terim olarak iman; Allahü Teâlâ’nın dinini kalb ile kabul etmek yani Rasulullah (s.a.s)’ın bildirdiği şeyleri kesin bir şekilde kalben tasdik eylemektir. İman, asıl bu tasdikten ibaret ise de, tasdik edilen şeyleri, dil ile ikrar etmek, bunlar hakkında şehadette bulunmak da gereklidir. İmanını kalbinde gizleyen kimse, Allahü Teâlâ nezdinde mümin sayılırsa da; imanını söz, davranış ve amelleriyle açığa vurmazsa, durumu insanlarca bilinemez ve onun müslüman olduğuna hükmedilemez.
Ehl-i sünnetin iki itikad mezhebinin imamları el-Maturidi (ö.333/944) ve İmam el-Eş’ari (ö.324/936) imanda kalbin tasdikini yeterli görürler. Ancak İmam el-Maturidi, dil ile ikrarı yalnız dünyevi hükümler için gerekli görür.
Onların dayandığı deliller şunlardır: Kur’an-ı Kerim’de, diliyle iman ettiğini söyleyen fakat kalben inanmamış olan münâfıkların bu sözlerine itibar edilmemiştir. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur: “Ey Peygamber, kalbleriyle inanmadıkları halde ağızlarıyla, inandık diyenlerle, yahudilerden o küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin.”2 Gerçek imanın kalbte kökleşmesi gerektiğini belirten ayetler de bunu destekler.3
Diğer yandan çeşitli hadislerde, akidede kalbin tasdikine dikkat çekilir. Üsame b. Zeyd’in (ö.54/674) başından geçen şu olay bunu gösterir. Usame (r.a) şöyle anlatır: “Allah’ın elçisi bizi askerî bir seriyye ile göndermişti. Sabahleyin Cüheyne kabilesinin Hurukât koluna bir baskın düzenledik. Ben yakaladığım bir adamı; “Allah’tan başka ilah yoktur” dediği halde korku yüzünden yalan söylediğini düşünerek öldürdüm. Ancak bu durum beni çok düşündürdü. Dönüşte olayı Rasulullah’a (s.a.s) anlattım. Hz. Peygamber bana şöyle buyurdu: “Öldürdüğün adam doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor, kalbini yarıp baktın mı?”4
Diğer yandan kalblerin Allahü Teâlâ’nın kudret elinde olduğunu belirtmek üzere Allah’ın Rasulü şöyle buyurmuştur: “Hiçbir kalb yoktur ki, Yüce Allah’ın iki parmağı arasında bulunmasın. Allah dilerse, o kalbi doğruluk üzere bırakır, dilerse haktan ayırır. Ey kalbleri halden hale çeviren Allah’ım! Kalblerimizi dininde sabit kıl.”5
Ebu Hanife ve onu izleyen el-Pezdevî (ö.482/1089), es-Serahsî (ö.490/1097) ve el-Beyâdî’ye (ö.1098/1687) göre, iman kalbin tasdiki ve dilin ikrarıdır. Çünkü dilsizlik veya küfre zorlanma gibi bir özür olmadığı halde, imanın söz veya davranışla açığa vurulmaması, kişi hakkında belirsizlik meydana getirir. Nitekim İmam el-Maturidi'nin de, kalble tasdikin gizli bir iş olması sebebiyle dünyevî hükümlerin uygulanabilmesi için, dil ile ikrarı gerekli gördüğünü belirtmiştik.6
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Kim iman ettikten sonra, Allah’ı inkâr ederse, Allah’ın gazabı onların üzerindedir.”7 Bu ayet-i kerimede, dilin ikrarının kişiyi dinden çıkardığı belirtilmektedir. Buna kıyasla, imanın da kalbin tasdiki ve dilin ikrarını kapsaması gerekir. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur.: “İnsanlar, ‘Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun elçisidir’ deyinceye kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Bunu söyleyince kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dini cezalar müstesnadır. İç yüzleri Allah’a aittir.”8 “Kalbinde hardal tanesi kadar iman olduğu halde;
‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedu’r-Rasulullah (Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın Rasulüdür)’ diyen kimse cehennemden çıkar.”9
İmam Şafiî (ö.204/819), İmam Mâlik (ö.179/795), Ahmed b. Hanbel (ö.241/855), İbn Hazm (ö.456/1064) ve İbn Teymiyye (ö.728/1328) imanı şöyle tarif etmişlerdir: “İman; inanılması gereken şeyleri kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve İslâm’ın ana rükünlerini işlemedir”. Burada “amel”in de tarife alınmasıyla kapsamın genişletildiği görülmektedir.10 Ancak onlar bununla kâmil imanı kasdetmişlerdir. Yoksa amel etmeyen kimsenin kâfir olacağı görüşünde değildirler. İmam Eş‘arî’nin başka bir görüşüne göre de iman; kalbin tasdiki yanında, söz ve amelden ibarettir. Bu yüzden de iman artar ve eksilir.11
Allahü teâlâ imana delâlet eden bir takım alâmet ve şartlar ortaya koymuştur. Bunlar; İslâm’ın şartları dediğimiz; kelime-i şehâdet, beş vakit namaz, zekât, oruç, hacc ve benzeri hususlardan ibarettir. Bu ameller kimde görülürse, o kimsenin mümin olduğuna hükmedilir ve namazda imam olmak, müslüman bir kadınla evlenmek, cenaze namazının kılınması ve müslüman mezarlığına gömülmek gibi dünyevî hükümlerden yararlanır. Bu ameller imana güç verir, imanın kalpteki nûrunu artırır, insanı azaptan kurtarır, Allah’ın lütuf ve yardımına ulaştırır.
B - İman-İslâm Kavramları İlişkisi:
İslâm, sözlükte; itaat etmek, teslim olmak, müslüman olmak, İslâm’a girmek demektir. Terim olarak; Allah teâlâ’ya boyun eğmek, Hz. Peygamber’in din adına bildirmiş olduğu şeyleri kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek ve güzel bulmaktır. Bu tarife göre İslâm ve İman eş anlamlıdır. İslâm, “din” anlamında da kullanılır. Allah’ın dinine yalnız “din” denildği gibi, “millet, şerîat, İslâm ve İslâm dini” de denir. Diğer yandan bazan, şeriat kelimesi dini hükümlerin ibadetlere ve muamelelere ait kısmını ifade etmek üzere de kullanılır.
İslâm kelimesi, kalbin tasdiki olmadığı halde, bedenen boyun eğmek ve itaat etmek anlamında da kullanılmıştır. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur: “Bedevî araplar; ‘iman ettik’ dediler. De ki: ”Siz iman etmediniz, fakat; “biz boyun eğdik, müslüman gözüktük” deyin. Çünkü henüz iman kalblerinize girmemiştir.”12 Bu ayette kalben inanmadıkları halde, dil ile inandığını söyleyen münâfıklar kastedilmiştir.
İmam el-Maturidi (ö.333/944) bu konuda şöyle der: “Her ne kadar kitap ve sünnette iman ile islâm birbirinden ayrı olarak zikredilmişse de, gerçekte iman ile İslâm aynı anlamda kullanılır. Çünkü bütün mezhepler imandan çıkanın, İslâm sınırından da çıkmış olacağında görüş birliği içindedirler.”13
İman, İslâm ve İhsan terimleriyle ilgili sorulara Rasulullah’ın (s.a.s) verdiği cevabı Hz. Ömer (ö.23/643) şöyle nakleder: “Bir gün Allah’ın Rasulünün yanında idik. Beyaz elbiseli, siyah saçlı bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuk izi yoktu, ama hiçbirimiz kendisini tanımıyorduk. Hz. Peygamber’in önünde diz çöküp oturdu. Dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de Allah’ın Rasulünün dizlerinin üzerine koyup, sordu:
“İslâm nedir? bana anlat?” Allah’ın Rasûlü cevap verdi:
“İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna inanman, namaz kılman, zekat vermen, Ramazan orucunu tutman, gücün yeterse Hacca gitmendir.”
“Doğru söyledin. Peki iman nedir?”
“İman, Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanmandır.”
"Doğru söyledin, ihsan nedir?”
“İhsan, Allahü Teâlâ’yı görüyormuşsun gibi ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O seni görmektedir.”
Bu sorulardan sonra kıyamet alametlerini de soran adam kalkıp gitti. Arkasından baktılar. Hemen ortadan kaybolmuştu. Onun kim olduğunu merak eden ashab-ı kirama Allah Rasulü şöyle buyurdu: “O, Cebrail idi, size dininizi öğretmek için geldi.”14
ez-Zebidî (ö.1205/1791) İman ile İslâm’ın kimi zaman eşanlamlı, kimi zaman da farklı anlamda kullanıldığını belirttikten sonra, konuya şu şekilde açıklık getirir: İslâm teslimiyet demektir. Teslimiyet ya kalben veya söz ile yahut da organlarla olur. Kalben olan inanç; sözle olan ikrar; organlarla olan ise ibadetlerden ibarettir. Bu üç şeklin en üstün olanı kalble olanıdır ki, o da “iman” diye isimlendirilir. Kalbin, iman esaslarına boyun eğmesi de “islâm”dan ibarettir. Söz ve amel ise, kalpte gizli olan bu boyun eğmenin sonucu ve meyvesidir. Ağaç meyvesiyle birlikte bir bütün teşkil ettiği gibi, İslâm da bu bütünü ifade etmiş olur.15
Sonuç olarak dil ile ikrar asıl rükün olmadığı için, dilsizlik veya zor karşısında kalma gibi bir özür halinde şart olmaktan çıkar. Zorlanan kimse gönülden değil, fakat sadece diliyle inkâr ederse, imandan çıkmış olmaz. Nitekim Ammar b. Yasir’e (ö.34/657) Mekke müşrikleri işkence yaptıklarında, o da dayanamayarak diliyle inkâr etmişti. Durumu Rasulullah’a (s.a.s) iletilince, Ammar (r.a) hakkında şöyle buyurdu: “Ammar’ın vücudu bütün zerrelerine kadar iman doludur”, sonra Ammar’a dönerek;“Yine seni zorlarlarsa dilinle inkâr edebilirsin.”16 Kalbi imanla dolu olanlara zorlama karşısında böyle bir ruhsat Cenâb-ı Hak tarafından verilmiş17 ve Hz. Peygamber (s.a.s) bunun uygulamasını göstermiştir. Diğer yandan yine, müşrikler tarafından ölümle tehdit edilen iki kişiden birisi, dininden dönmediği için öldürülmüş, ötekisi dıştan küfrü kabul ederek kurtulmuştu. Azimeti tercih ettiği için öldürülen hakkında, Allah’ın elçisi şöyle buyurmuştur: “O, şehitlerin en üstünü ve cennette benim arkadaşımdır.”18
C - İman Amel İlişkisi:
Amel, sözlükte; iş, davranış, ibadet ve hayırlı iş demektir. Allahü teâlâ’nın ve Rasulünün rızasına uygun olan bütün iş, hareket, hayır ve hasenat; dini, ferdi ve ahlâkî görevler ve ibadetler “salih amel” adını alır. Allah’ın rızasına uygun olmayan işlere de “salih olmayan amel” denir. Nitekim, Nuh aleyhisselamın, kâfir olan oğlunun boğulmaktan kurtulması için dua etmesi üzerine, Cenab-ı Hak Hud Suresi 46. ayette şöyle buyurdu: “Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü onun işlediği amel, salih olmayan bir ameldir.”
Ehl-i sünnet inancına göre, ameller imandan bir cüz değildir. Yani, kişi amel eksikliğinden dolayı, inkâr hali bulunmadıkça dinden çıkmaz. Belki asi ve günahkâr olur. Allahü Teâlâ dilerse onu affeder, dilerse azap eder.
Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetlerinde; “İman edenler ve salih amel işleyenler...”19 ifadeleri yer alır. Burada imanla amel ayrı ayrı zikredilir. Diğer yandan, bazı ayetlerde büyük günahın imanla birlikte bulunabileceği belirtilir. “Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını bulup barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı saldırıya devam ederse siz, o haksız saldırganla Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın.”20 Bu ayette, birbirine saldırarak büyük günah işleyen iki mümin topluluğa da “müminler” denilmiştir. Bu durum, helâl olduğuna inanılmadıkça bir haramı işlemenin kişiyi dinden çıkarmayacağını gösterir.
Amelsiz iman, kurtuluş ve ahiret mutluluğuna eriş için yeterli değildir. Kalbe yerleşen iman nurunun dış etkenlere karşı korunması, beslenmesi ve güçlerindirilmesi gerekir. Bu da ibadet ve diğer salih amellerle gerçekleşir.
İnsanoğlu yeryüzüne yalnız imanla yükümlü tutulmak için değil, belki salih ameller işleyerek, Allah’a kulluk etmesi için gönderilmiştir. Şu ayet-i kerimelerde bu anlamı görmek mümkündür: “Ben, cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım.”21, “Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur”.22
İslâm’da bir iyiliğin ve salih amelin geçerli olması ve sevap kazandırması için, bu ameli işleyenin imanlı olması şarttır. Bu konuda, iman ön şarttır. İman da; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayı kapsamına alır.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Asra yemin olsun ki, insan şüphesiz maddî-manevî büyük kayıp içindedir. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır”23 “inkâr edip, imansız olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altını feda (tasadduk) etseler bile kabul olunmayacaktır. Onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onların bir yardımcıları da yoktur.”24
Salih ameller ikiye ayrılır. Birincisi; bedenî ibadetler gibi, amel eden kimsenin bizzat kendisine yarar sağlayan ve kendisini yetiştirip kemale ermesine yarayan amellerdir. Namaz, oruç, hacc, cihad, küfürle mücadele gibi ameller bu niteliktedir. İkincisi; zekat ve sadaka gibi, başkalarına yararı olan amellerdir.25
D - İcmâlî ve Tafsîlî İman:
Hz. Peygamber’in Allah tarafından getirip haber verdiği şeylerin hepsine birden topluca inanmaya “icmâlî iman” denir. Burada, ayrıntıya girmeksizin Hz. Peygamber ne tebliğ etmişse, hepsini topluca tasdik söz konusudur.
Tafsili iman ise Hz. Peygamber tarafından tebliğ olunan şeyleri ayrı ayrı bilerek tasdikte bulunmaktır. Küfürden kurtulmak için icmâlî iman yeterli ise de; namaz, oruç ve benzeri ibadetleri öğrenip tasdik ve yerine getirmek suretiyle imanını kemale erdirmek her müslümanın görevidir.
E - İmanın Geçerli Olmasının Şartları:
İmanın sağlam ve geçerli olması için şu üç şartın bulunması gereklidir.
1) İman, ümitsizlik (ye's) halinde olmamalıdır. Yani, Allah’ın azabını gözüyle gördükten sonra, iman geçerli olmaz. Çünkü bu durumda kişi aklı ile ve serbest iradesiyle karar vermiş sayılmaz. Bu yüzden son nefeste iman eden münkirin imanı kabul edilmez. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur: “Azabımızı gördükleri zaman, imanları onlara fayda verecek değildir. Allah’ın kulları hakkında cârî olagelen âdeti budur. İşte kâfirler burada husrâna uğradı.”26
2) Mümin, dinden olduğu kesin olarak bilinen birşeyi inkâr etmemelidir. Buna göre, bir kimse bütün peygamberleri tasdik ettiği halde, Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr etse mümin sayılamayacağı gibi; kesin bir farzı inkâr etmek veya kendi isteğiyle puta tapmak gibi, bir olan Allah’ı yalanlama ile de dinden çıkar. İman bir bütün olup, inanılması gereken bir esası inkâr etmek, bütün dini inkâr etmek anlamına gelir.
Dinin bir bölümüne iman edip, bir bölümünü inkâr edenler hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olan, bir de Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isteyen (Allah’a inanıp, peygamberlerine inanmayan); “Bunlardan kimine inanırız, kimini de inkâr ederiz” diyen ve böylece imanla küfür arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler, işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir. Biz o inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.”27
3) Dinin bütün emirlerini beğenerek kabul ve hiç bir hükmü küçümsemeden ifaya çalışmak gerekir. Dinin bazı emir veya yasaklarını hafife almak, bazı hükümlerini beğenip, bazılarını beğenmemek insanı dinden çıkarır.
F - İnkâr ve Tasdik Bakımından İnsanlar:
İnsanlar inkâr, tasdik ve amel bakımından şu kısımlara ayrılır:
1) Mü’min: İslâm’ın itikad esaslarına ve hükümlerine tam olarak inanan ve bunların gereğini yapmaya çalışan kimse tam mü’min ve müslimdir. Başka bir deyimle; “Âmentü” de toplanan altı iman esasına inanan kimse mü’min sayılır.
2) Kâfir: Allah’a ve peygamberine inanmayan ve dinden olduğu kesin olan bir hükmü inkâr eden kimsedir. Aynı anlamda “münkir” kelimesi de kullanılır. Allah’ı inkâr etmemekle birlikte, başka birisini veya bir tabiat gücünü ona ortak (şirk) sayan kimseye “müşrik” denir. Böyle bir kimse aynı zamanda kâfir sayılır. Hz. İsa’yı; Allah, Allah’ın oğlu veya üç ilahtan birisi (teslis) kabul eden Hıristiyanlarla; Üzeyir, Allah’ın oğludur diyen Yahudiler Kur’an-ı Kerim’de hem müşrik, hem de inkârcı olarak nitelenmiştir.28
3) Mürted: Önce müslüman iken sonradan, dininden dönen kimsedir. Mürtedlik bazan, kesin İslâmî hükümlerin birisini veya bazılarını inkâr etmekle de ortaya çıkabilir.29 Kur’an-ı Kerim’de dinden dönenlerle ilgili pek çok ayet vardır. Bir ayette şöyle buyurulur: “İnkârcıların gücü yetse sizi dininizden döndürünceye kadar durmadan sizinle savaşırlar. Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların, dünya ve ahirette amelleri boşa gitmiştir. İşte cehennemlikler onlardır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.”30
4) Münâfık: İnanılması gereken İslâmî esaslara kalbi ile inanmayan ve tasdik etmeyen fakat, sırf müminleri kandırmak için, sözle inandığını söyleyenlere “münâfık” adı verilir. İki yüzlü, içi dışı bir olmayan kimse anlamında da kullanılır.
Münâfık dönyevî hükümler bakımından müslüman gibi muamele görür. Kestiği yenir, miras alır, kendisiyle evlenilir, cenaze namazı kılınır. Fakat böyle bir kimse ahirette kâfirler gibi muamele görür.31 Çünkü Kur’an-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde münâfıkların kâfir olduğu belirtilmiş, hatta cehennemin en alt tabakasında bulunacakları haber verilmiştir. Ayetlerde şöyle buyurulur: “Bir kısım insanlar vardır ki; ‘Biz Allah’a ve ahiret gününe iman ettik’ derler. Halbuki onlar, mümin değildirler.”32 “Şüphesiz münâfıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın.”33
5) Fâsık: Allah’ın emirlerine aykırı hareket eden, günahkâr, kötü huylu, kötülük yapmayı alışkanlık haline getirmiş olan kimse demektir. Bir fıkıh terimi olarak fasık şöyle tarif edilir: Allah’a itaatı terkeden ve O’na isyana dalan, başka bir deyimle büyük günah işleyerek veya küçük günahta ısrar ederek doğru yoldan çıkan kimse fasık diye nitelendirilir.
Fısk genel olarak üç grupta toplanabilir:
1. Günahı çirkin kabul etmekle birlikte, bazan günah işlemek.
2. Yapılan bir günahı ısrarla işlemek.
3. Haram ve çirkin olduğunu inkâr ederek bir günah işlemek. Bu sonuncusu küfrü gerektirir ve kişinin dinle ilişiği kesilir.34 Meselâ; haramlığını inkâr ederek, başka bir deyimle helal sayarak içki içmek, zina etmek bu niteliktedir.
Kur’an-ı Kerim’de, bazı ayetlerde fısk mutlak anlamıyla kullanılır. Hacc’da yapılan fısk35, Allah’ın adı anılmaksızın kesilen hayvanları yemek36 veya müslümana iftira edenin içine düştüğü fısk hali37 buna örnek gösterilebilir. Diğer bazı ayetlerde ise fısk ve küfür eşanlamda kullanılır. “Andolsun ki, biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasıklardan başkası inkâr etmez.”38
6) Âsî: Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen, O’na isyan eden, günahkâr kimse demektir. Bu kelime Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın ve Rasulünün emirlerine karşı gelen, günahkâr, serkeş kimseler anlamında kullanılmıştır. Cenâb-ı Hakk bir ayetinde şöyle buyurmuştur: “Kim, Allah’a ve Rasulüne isyan eder ve Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehennem ateşine koyar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”39
Âsî’nin işlediği günah, küçük veya büyük günah (Kebîre) niteliğinde olabilir. Ehl-i sünnet akidesine göre büyük günah işleyen kimse, bu günahın haramlığını inkâr etmediği sürece günahkâr mümin sayılır. Kısaca büyük günah kişiyi dinden çıkarmaz. Günahın durumuna ve çeşidine göre, uygun tevbe yoluna tevessül etmekle ve Cenab-ı Hakk dilerse onu affedebilir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi güzel bir makama koyarız.”40
Bir hadiste büyük günahlar yedi olarak zikredilmiştir. Bunlar: Şirk, sihir, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, harpten kaçmak, iffetli ve iman sahibi bir kadına zina iftirasında bulunmaktır.41 Başka hadislerde bu yedi günaha şunların da eklendiği görülür: Ana-babaya itaatsızlık, zina etmek, yalancı şahitlik yapmak, Mescid-i Haram’da günah işlemek ve yalan yere yemin etmek.42
Ebû Tâlib el-Mekkî’ye (ö.386/996) göre, büyük günahların sayısı onyedi olup, bunların altı grupta toplanması mümkündür:
1) Kalble ilgili olanlar: Şirk, günahta ısrar, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, azabından emin olmak.
2) Dil ile ilgili olanlar: Zina iftirası, yalancı şahitlik, sihir ve yalan yere yemin etmek.
3) Yiyip-içme ile ilgili olanlar: Haksız yere yetim malını yemek, faiz yemek, içki içmek.
4) Cinsel organla ilgili olanlar: Zina, livata.
5) El ile ilgili olanlar: Haksız yere adam öldürmek, hırsızlık yapmak.
6) Bütün bedenle ilgili olanlar: Ana-babaya itaatsızlık etmek.43