İMAN  ESAS­LA­RI

 

 

I- İMAN TE­Rİ­Mİ VE KAP­SA­MI

A - İ­ma­nın Ta­nı­mı:

İman, söz­lük­te bir şe­ye inan­mak, bir şe­yi tas­dik et­mek, bir kim­se­nin söy­le­di­ği­ni ka­bul­len­mek, de­mek­tir.1 İti­kad­la iman eş an­lam­lı olup, tes­lim ol­mak ve bo­yun eğ­mek an­la­mı­nı da kap­sar.

Te­rim ola­rak iman; Al­la­hü Teâlâ’nın di­ni­ni kalb ile ka­bul et­mek ya­ni Ra­su­lul­lah (s.a.s)’ın bil­dir­di­ği şey­le­ri ke­sin bir şe­kil­de kal­ben tas­dik ey­le­mek­tir. İman, asıl bu tas­dik­ten iba­ret ise de, tas­dik edi­len şey­le­ri, dil ile ik­rar et­mek, bun­lar hak­kın­da şe­ha­det­te bu­lun­mak da ge­rek­li­dir. İma­nı­nı kal­bin­de giz­le­yen kim­se, Al­la­hü Teâlâ nez­din­de mü­min sa­yı­lır­sa da; ima­nı­nı söz, dav­ra­nış ve amel­le­riy­le açı­ğa vur­maz­sa, du­ru­mu in­san­lar­ca bi­li­ne­mez ve onun müs­lü­man ol­du­ğu­na hük­me­di­le­mez.

Ehl-i sün­ne­tin iki iti­kad mez­he­bi­nin imam­la­rı el-Ma­tu­ri­di (ö.333/944) ve İmam el-Eş’ari (ö.324/936) iman­da kal­bin tas­di­ki­ni ye­ter­li gö­rür­ler. An­cak İmam el-Ma­tu­ri­di, dil ile ik­ra­rı yal­nız dün­ye­vi hü­küm­ler için ge­rek­li gö­rür.

On­la­rın da­yan­dı­ğı de­lil­ler şun­lar­dır: Kur’an-ı Ke­rim’de, di­liy­le iman et­ti­ği­ni söy­le­yen fa­kat kal­ben inan­ma­mış olan münâfıkların bu söz­le­ri­ne iti­bar edil­me­miş­tir. Bir ayet-i ke­ri­me­de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Ey Pey­gam­ber, kalb­le­riy­le inan­ma­dık­la­rı hal­de ağız­la­rıy­la, inan­dık di­yen­ler­le, ya­hu­di­ler­den o kü­für için­de ko­şu­şan­lar se­ni üz­me­sin.”2 Ger­çek ima­nın kalb­te kök­leş­me­si ge­rek­ti­ği­ni be­lir­ten ayet­ler de bu­nu des­tek­ler.3

Di­ğer yan­dan çe­şit­li ha­dis­ler­de, aki­de­de kal­bin tas­di­ki­ne dik­kat çe­ki­lir. Üsa­me b. Zeyd’in (ö.54/674) ba­şın­dan ge­çen şu olay bu­nu gös­te­rir. Usa­me (r.a) şöy­le an­la­tır: “Al­lah’ın el­çi­si bi­zi askerî bir se­riy­ye ile gön­der­miş­ti. Sa­bah­le­yin Cü­hey­ne ka­bi­le­si­nin Hurukât ko­lu­na bir bas­kın dü­zen­le­dik. Ben ya­ka­la­dı­ğım bir ada­mı; “Al­lah’tan baş­ka ilah yok­tur” de­di­ği hal­de kor­ku yü­zün­den ya­lan söy­le­di­ği­ni dü­şü­ne­rek öl­dür­düm. An­cak bu du­rum be­ni çok dü­şün­dür­dü. Dö­nüş­te ola­yı Ra­su­lul­lah’a (s.a.s) an­lat­tım. Hz. Pey­gam­ber ba­na şöy­le bu­yur­du: “Öl­dür­dü­ğün adam doğ­ru mu söy­lü­yor, ya­lan mı söy­lü­yor, kal­bi­ni ya­rıp bak­tın mı?”4

Di­ğer yan­dan kalb­le­rin Al­la­hü Teâlâ’nın kud­ret elin­de ol­du­ğu­nu be­lirt­mek üze­re Al­lah’ın Ra­su­lü şöy­le bu­yur­muş­tur: “Hiç­bir kalb yok­tur ki, Yü­ce Al­lah’ın iki par­ma­ğı ara­sın­da bu­lun­ma­sın. Al­lah di­ler­se, o kal­bi doğ­ru­luk üze­re bı­ra­kır, di­ler­se hak­tan ayı­rır. Ey kalb­le­ri hal­den ha­le çe­vi­ren Al­lah’ım! Kalb­le­ri­mi­zi di­nin­de sa­bit kıl.”5

Ebu Ha­ni­fe ve onu iz­le­yen el-Pezdevî (ö.482/1089), es-Serahsî (ö.490/1097) ve el-Beyâdî’ye (ö.1098/1687) gö­re, iman kal­bin tas­di­ki ve di­lin ik­ra­rı­dır. Çün­kü dil­siz­lik ve­ya küf­re zor­lan­ma gi­bi bir özür ol­ma­dı­ğı hal­de, ima­nın söz ve­ya dav­ra­nış­la açı­ğa vu­rul­ma­ma­sı, ki­şi hak­kın­da be­lir­siz­lik mey­da­na ge­ti­rir. Ni­te­kim İmam el-Ma­tu­ri­di'nin de, kalb­le tas­di­kin giz­li bir iş ol­ma­sı se­be­biy­le dünyevî hü­küm­le­rin uy­gu­la­na­bil­me­si için, dil ile ik­ra­rı ge­rek­li gör­dü­ğü­nü be­lirt­miş­tik.6

Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Kim iman et­tik­ten son­ra, Al­lah’ı inkâr eder­se, Al­lah’ın ga­za­bı on­la­rın üze­rin­de­dir.”7 Bu ayet-i ke­ri­me­de, di­lin ik­ra­rı­nın ki­şi­yi din­den çı­kar­dı­ğı be­lir­til­mek­te­dir. Bu­na kı­yas­la, ima­nın da kal­bin tas­di­ki ve di­lin ik­ra­rı­nı kap­sa­ma­sı ge­re­kir. Hz. Pey­gam­ber (s.a.s) şöy­le bu­yur­muş­tur.: “İn­san­lar, ‘Al­lah’tan baş­ka ilah yok­tur, Mu­ham­med O’nun el­çi­si­dir’ de­yin­ce­ye ka­dar ken­di­le­riy­le sa­vaş­mak­la em­ro­lun­dum. Bu­nu  söy­le­yin­ce kan­la­rı­nı ve mal­la­rı­nı ben­den ko­ru­muş olur­lar. An­cak di­ni ce­za­lar müs­tes­na­dır. İç yüz­le­ri Al­lah’a ait­tir.”8 “Kal­bin­de har­dal ta­ne­si ka­dar iman ol­du­ğu hal­de;

‘Lâ ilâhe il­lal­lah, Mu­ham­me­du’r-Ra­su­lul­lah (Al­lah’tan baş­ka ilah yok­tur, Mu­ham­med Al­lah’ın Ra­su­lü­dür)’ di­yen kim­se ce­hen­nem­den çı­kar.”9

İmam Şafiî (ö.204/819), İmam Mâlik (ö.179/795), Ah­med b. Han­bel (ö.241/855), İbn Hazm (ö.456/1064) ve İbn Tey­miy­ye (ö.728/1328) ima­nı şöy­le ta­rif et­miş­ler­dir: “İman; ina­nıl­ma­sı ge­re­ken şey­le­ri kal­bin tas­di­ki, di­lin ik­ra­rı ve İslâm’ın ana rü­kün­le­ri­ni iş­le­me­dir”. Bu­ra­da “amel”in de ta­ri­fe alın­ma­sıy­la kap­sa­mın ge­niş­le­til­di­ği gö­rül­mek­te­dir.10 An­cak on­lar bu­nun­la kâmil ima­nı kas­det­miş­ler­dir. Yok­sa amel et­me­yen kim­se­nin kâfir ola­ca­ğı gö­rü­şün­de de­ğil­dir­ler. İmam Eş‘arî’nin baş­ka bir gö­rü­şü­ne gö­re de iman; kal­bin tas­di­ki ya­nın­da, söz ve amel­den iba­ret­tir. Bu yüz­den de iman ar­tar ve ek­si­lir.11

Al­la­hü teâlâ ima­na delâlet eden bir ta­kım alâmet ve şart­lar or­ta­ya koy­muş­tur. Bun­lar; İslâm’ın şart­la­rı de­di­ği­miz; ke­li­me-i şehâdet, beş va­kit na­maz, zekât, oruç, hacc ve ben­ze­ri hu­sus­lar­dan iba­ret­tir. Bu amel­ler kim­de gö­rü­lür­se, o kim­se­nin mü­min ol­du­ğu­na hük­me­di­lir ve na­maz­da imam ol­mak, müs­lü­man bir ka­dın­la ev­len­mek, ce­na­ze na­ma­zı­nın kı­lın­ma­sı ve müs­lü­man me­zar­lı­ğı­na gö­mül­mek gi­bi dünyevî hü­küm­ler­den ya­rar­la­nır. Bu amel­ler ima­na güç ve­rir, ima­nın kalp­te­ki nûrunu ar­tı­rır, in­sa­nı azap­tan kur­ta­rır, Al­lah’ın lü­tuf ve yar­dı­mı­na ulaş­tı­rır.

 

B - İman-İslâm Kav­ram­la­rı İliş­ki­si:

İslâm, söz­lük­te; ita­at et­mek, tes­lim ol­mak, müs­lü­man ol­mak, İslâm’a gir­mek de­mek­tir. Te­rim ola­rak; Al­lah teâlâ’ya bo­yun eğ­mek, Hz. Pey­gam­ber’in din adı­na bil­dir­miş ol­du­ğu şey­le­ri kalb ile tas­dik, dil ile ik­rar et­mek ve gü­zel bul­mak­tır. Bu ta­ri­fe gö­re İslâm ve İman eş an­lam­lı­dır. İslâm, “din” an­la­mın­da da kul­la­nı­lır. Al­lah’ın di­ni­ne yal­nız “din” de­nild­ği gi­bi, “mil­let, şerîat, İslâm ve İslâm di­ni” de de­nir. Di­ğer yan­dan ba­zan, şe­ri­at ke­li­me­si di­ni hü­küm­le­rin iba­det­le­re ve mu­a­me­le­le­re ait kıs­mı­nı ifa­de et­mek üze­re de kul­la­nı­lır.

İslâm ke­li­me­si, kal­bin tas­di­ki ol­ma­dı­ğı hal­de, be­de­nen bo­yun eğ­mek ve ita­at et­mek an­la­mın­da da kul­la­nıl­mış­tır. Ayet-i ke­ri­me­de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Bedevî arap­lar; ‘iman et­tik’ de­di­ler. De ki: ”Siz iman et­me­di­niz, fa­kat; “biz bo­yun eğ­dik, müs­lü­man gö­zük­tük” de­yin. Çün­kü he­nüz iman kalb­le­ri­ni­ze gir­me­miş­tir.”12 Bu ayet­te kal­ben inan­ma­dık­la­rı hal­de, dil ile inan­dı­ğı­nı söy­le­yen münâfıklar kas­te­dil­miş­tir.

İmam el-Ma­tu­ri­di (ö.333/944) bu ko­nu­da şöy­le der: “Her ne ka­dar ki­tap ve sün­net­te iman ile islâm bir­bi­rin­den ay­rı ola­rak zik­re­dil­miş­se de, ger­çek­te iman ile İslâm ay­nı an­lam­da kul­la­nı­lır. Çün­kü bü­tün mez­hep­ler iman­dan çı­ka­nın, İslâm sı­nı­rın­dan da çık­mış ola­ca­ğın­da gö­rüş bir­li­ği için­de­dir­ler.”13

İman, İslâm ve İh­san te­rim­le­riy­le il­gi­li so­ru­la­ra Ra­su­lul­lah’ın (s.a.s) ver­di­ği ce­va­bı Hz. Ömer (ö.23/643) şöy­le nak­le­der: “Bir gün Al­lah’ın Ra­su­lü­nün ya­nın­da idik. Be­yaz el­bi­se­li, si­yah saç­lı bir adam çı­ka­gel­di. Üze­rin­de yol­cu­luk izi yok­tu, ama hiç­bi­ri­miz ken­di­si­ni ta­nı­mı­yor­duk. Hz. Pey­gam­ber’in önün­de diz çö­küp otur­du. Diz­le­ri­ni onun diz­le­ri­ne da­ya­dı. El­le­ri­ni de Al­lah’ın Ra­su­lü­nün diz­le­ri­nin üze­ri­ne ko­yup, sor­du:

“İslâm ne­dir? ba­na an­lat?” Al­lah’ın Rasûlü ce­vap ver­di:

“İslâm, Al­lah’tan baş­ka ilah ol­ma­dı­ğı­na, Mu­ham­med’in Al­lah’ın el­çi­si ol­du­ğu­na inan­man, na­maz kıl­man, ze­kat ver­men, Ra­ma­zan oru­cu­nu tut­man, gü­cün ye­ter­se Hac­ca git­men­dir.”

“Doğ­ru söy­le­din. Pe­ki iman ne­dir?”

“İman, Al­lah’a, O’nun me­lek­le­ri­ne, ki­tap­la­rı­na, pey­gam­ber­le­ri­ne, ahi­ret gü­nü­ne ve ka­de­re, ha­yır ve şer­rin Al­lah ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­dı­ğı­na inan­man­dır.”

   "Doğ­ru söy­le­din, ih­san ne­dir?”

“İh­san, Al­la­hü Teâlâ’yı gö­rü­yor­muş­sun gi­bi ona iba­det et­men­dir. Her ne ka­dar sen O’nu gör­mü­yor­san da, O se­ni gör­mek­te­dir.”

Bu so­ru­lar­dan son­ra kı­ya­met ala­met­le­ri­ni de so­ran adam kal­kıp git­ti. Ar­ka­sın­dan bak­tı­lar. He­men or­ta­dan kay­bol­muş­tu. Onun kim ol­du­ğu­nu me­rak eden as­hab-ı ki­ra­ma Al­lah Ra­su­lü şöy­le bu­yur­du: “O, Ceb­ra­il idi, si­ze di­ni­ni­zi öğ­ret­mek için gel­di.”14

ez-Zebidî (ö.1205/1791) İman ile İslâm’ın ki­mi za­man eşan­lam­lı, ki­mi za­man da fark­lı an­lam­da kul­la­nıl­dı­ğı­nı be­lirt­tik­ten son­ra, ko­nu­ya şu şe­kil­de açık­lık ge­ti­rir: İslâm tes­li­mi­yet de­mek­tir. Tes­li­mi­yet ya kal­ben ve­ya söz ile ya­hut da or­gan­lar­la olur. Kal­ben olan inanç; söz­le olan ik­rar; or­gan­lar­la olan ise iba­det­ler­den iba­ret­tir. Bu üç şek­lin en üs­tün ola­nı kalb­le ola­nı­dır ki, o da “iman” di­ye isim­len­di­ri­lir. Kal­bin, iman esas­la­rı­na bo­yun eğ­me­si de “islâm”dan iba­ret­tir. Söz ve amel ise, kalp­te giz­li olan bu bo­yun eğ­me­nin so­nu­cu ve mey­ve­si­dir. Ağaç mey­ve­siy­le bir­lik­te bir bü­tün teş­kil et­ti­ği gi­bi, İslâm da bu bü­tü­nü ifa­de et­miş olur.15

So­nuç ola­rak dil ile ik­rar asıl rü­kün ol­ma­dı­ğı için, dil­siz­lik ve­ya zor kar­şı­sın­da kal­ma gi­bi bir özür ha­lin­de şart ol­mak­tan çı­kar. Zor­la­nan kim­se gö­nül­den de­ğil, fa­kat sa­de­ce di­liy­le inkâr eder­se, iman­dan çık­mış ol­maz. Ni­te­kim Am­mar b. Ya­sir’e (ö.34/657) Mek­ke müş­rik­le­ri iş­ken­ce yap­tık­la­rın­da, o da da­ya­na­ma­ya­rak di­liy­le inkâr et­miş­ti. Du­ru­mu Ra­su­lul­lah’a (s.a.s) ile­ti­lin­ce, Am­mar (r.a) hak­kın­da şöy­le bu­yur­du: “Am­mar’ın vü­cu­du bü­tün zer­re­le­ri­ne ka­dar iman do­lu­dur”, son­ra Am­mar’a dö­ne­rek;“Yi­ne se­ni zor­lar­lar­sa di­lin­le inkâr ede­bi­lir­sin.”16 Kal­bi iman­la do­lu olan­la­ra zor­la­ma kar­şı­sın­da böy­le bir ruh­sat Cenâb-ı Hak ta­ra­fın­dan verilmiş17 ve Hz. Pey­gam­ber (s.a.s) bu­nun uy­gu­la­ma­sı­nı gös­ter­miş­tir. Di­ğer yan­dan yi­ne, müş­rik­ler ta­ra­fın­dan ölüm­le teh­dit edi­len iki ki­şi­den bi­ri­si, di­nin­den dön­me­di­ği için öl­dü­rül­müş, öte­ki­si dış­tan küf­rü ka­bul ede­rek kur­tul­muş­tu. Azi­me­ti ter­cih et­ti­ği için öl­dü­rü­len hak­kın­da, Al­lah’ın el­çi­si şöy­le bu­yur­muş­tur: “O, şe­hit­le­rin en üs­tü­nü ve cen­net­te be­nim ar­ka­da­şım­dır.”18

 

   C - İman Amel İliş­ki­si:

Amel, söz­lük­te; iş, dav­ra­nış, iba­det ve ha­yır­lı iş de­mek­tir. Al­la­hü teâlâ’nın ve Ra­su­lü­nün rı­za­sı­na uy­gun olan bü­tün iş, ha­re­ket, ha­yır ve ha­se­nat; di­ni, fer­di ve ahlâkî gö­rev­ler ve iba­det­ler “sa­lih amel” adı­nı alır. Al­lah’ın rı­za­sı­na uy­gun ol­ma­yan iş­le­re de “sa­lih ol­ma­yan amel” de­nir. Ni­te­kim, Nuh aley­his­se­la­mın, kâfir olan oğ­lu­nun bo­ğul­mak­tan kur­tul­ma­sı için dua et­me­si üze­ri­ne, Ce­nab-ı Hak Hud Su­re­si 46. ayet­te şöy­le bu­yur­du: “Ey Nuh, o se­nin ai­len­den de­ğil­dir. Çün­kü onun iş­le­di­ği amel, sa­lih ol­ma­yan bir amel­dir.”

Ehl-i sün­net inan­cı­na gö­re, amel­ler iman­dan bir cüz de­ğil­dir. Ya­ni, ki­şi amel ek­sik­li­ğin­den do­la­yı, inkâr ha­li bu­lun­ma­dık­ça din­den çık­maz. Bel­ki asi ve günahkâr olur. Al­la­hü Teâlâ di­ler­se onu af­fe­der, di­ler­se azap eder.

Kur’an-ı Ke­rim’in pek çok ayet­le­rin­de; “İman eden­ler ve sa­lih amel iş­le­yen­ler...”19 ifa­de­le­ri yer alır. Bu­ra­da iman­la amel ay­rı ay­rı zik­re­di­lir. Di­ğer yan­dan, ba­zı ayet­ler­de bü­yük gü­na­hın iman­la bir­lik­te bu­lu­na­bi­le­ce­ği be­lir­ti­lir. “Eğer mü­min­ler­den iki top­lu­luk bir­bir­le­riy­le sa­va­şır­lar­sa, ara­la­rı­nı bu­lup ba­rış­tı­rın. Eğer on­lar­dan bi­ri di­ğe­ri­ne kar­şı sal­dı­rı­ya de­vam eder­se siz, o hak­sız sal­dır­gan­la Al­lah’ın em­ri­ne dö­nün­ce­ye ka­dar sa­va­şın.”20 Bu ayet­te, bir­biri­ne sal­dı­ra­rak bü­yük gü­nah iş­le­yen iki mü­min top­lu­lu­ğa da “mü­min­ler” de­nil­miş­tir. Bu du­rum, helâl ol­du­ğu­na ina­nıl­ma­dık­ça bir ha­ra­mı iş­le­me­nin ki­şi­yi din­den çı­kar­ma­ya­ca­ğı­nı gös­te­rir.

Amel­siz iman, kur­tu­luş ve ahi­ret mut­lu­lu­ğu­na eriş için ye­ter­li de­ğil­dir. Kal­be yer­le­şen iman nu­ru­nun dış et­ken­le­re kar­şı ko­run­ma­sı, bes­len­me­si ve güç­le­rin­di­ril­me­si ge­re­kir. Bu da iba­det ve di­ğer sa­lih amel­ler­le ger­çek­le­şir.

İn­sa­noğ­lu yer­yü­zü­ne yal­nız iman­la yü­küm­lü tu­tul­mak için de­ğil, bel­ki sa­lih amel­ler iş­le­ye­rek, Al­lah’a kul­luk et­me­si için gön­de­ril­miş­tir. Şu ayet-i ke­ri­me­ler­de bu an­la­mı gör­mek müm­kün­dür: “Ben, cin­le­ri ve in­san­la­rı ba­na kul­luk et­sin­ler di­ye ya­rat­tım.”21, “Han­gi­ni­zin da­ha iyi amel iş­le­ye­ce­ği­ni de­ne­mek için ölü­mü ve ha­ya­tı ya­ra­tan O’dur”.22

İslâm’da bir iyi­li­ğin ve sa­lih ame­lin ge­çer­li ol­ma­sı ve se­vap ka­zan­dır­ma­sı için, bu ame­li iş­le­ye­nin iman­lı ol­ma­sı şart­tır. Bu ko­nu­da, iman ön şart­tır. İman da; Al­lah’a, me­lek­le­re, ki­tap­la­ra, pey­gam­ber­le­re, ahi­ret gü­nü­ne, ka­de­re, ha­yır ve şer­rin Al­lah’tan ol­du­ğu­na inan­ma­yı kap­sa­mı­na alır.

Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “As­ra ye­min ol­sun ki, in­san şüp­he­siz maddî-manevî bü­yük ka­yıp için­de­dir. An­cak iman eden­ler, sa­lih amel iş­le­yen­ler, bir­bi­ri­ne hak­kı tav­si­ye eden ve sab­rı tav­si­ye eden­ler bu­nun dı­şın­da­dır”23 “inkâr edip, iman­sız ola­rak ölen­le­rin hiç­bi­rin­den, yer­yü­zü­nü dol­du­ra­cak ka­dar al­tı­nı fe­da (ta­sad­duk) et­se­ler bi­le ka­bul olun­ma­ya­cak­tır. On­lar için can ya­kı­cı bir azap var­dır. On­la­rın bir yar­dım­cı­la­rı da yok­tur.”24

Sa­lih amel­ler iki­ye ay­rı­lır. Bi­rin­ci­si; bedenî iba­det­ler gi­bi, amel eden kim­se­nin biz­zat ken­di­si­ne ya­rar sağ­la­yan ve ken­di­si­ni ye­tiş­ti­rip ke­ma­le er­me­si­ne ya­ra­yan amel­ler­dir. Na­maz, oruç, hacc, ci­had, kü­für­le mü­ca­de­le gi­bi amel­ler bu ni­te­lik­te­dir. İkin­ci­si; ze­kat ve sa­da­ka gi­bi, baş­ka­la­rı­na ya­ra­rı olan amel­ler­dir.25

 

   D - İcmâlî ve Tafsîlî İman:

Hz. Pey­gam­ber’in Al­lah ta­ra­fın­dan ge­ti­rip ha­ber ver­di­ği şey­le­rin hep­si­ne bir­den top­lu­ca inan­ma­ya “icmâlî iman” de­nir. Bu­ra­da, ay­rın­tı­ya gir­mek­si­zin Hz. Pey­gam­ber ne teb­liğ et­miş­se, hep­si­ni top­lu­ca tas­dik söz ko­nu­su­dur.

Taf­si­li iman ise Hz. Pey­gam­ber ta­ra­fın­dan teb­liğ olu­nan şey­le­ri ay­rı ay­rı bi­le­rek tas­dik­te bu­lun­mak­tır. Kü­für­den kur­tul­mak için icmâlî iman ye­ter­li ise de; na­maz, oruç ve ben­ze­ri iba­det­le­ri öğ­re­nip tas­dik ve ye­ri­ne ge­tir­mek su­re­tiy­le ima­nı­nı ke­ma­le er­dir­mek her müs­lü­ma­nın gö­re­vi­dir.

 

   E - İ­ma­nın Ge­çer­li Ol­ma­sı­nın Şart­la­rı:

İma­nın sağ­lam ve ge­çer­li ol­ma­sı için şu üç şar­tın bu­lun­ma­sı ge­rek­li­dir.

1) İman, ümit­siz­lik (ye's) ha­lin­de ol­ma­ma­lı­dır. Ya­ni, Al­lah’ın aza­bı­nı gö­züy­le gör­dük­ten son­ra, iman ge­çer­li ol­maz. Çün­kü bu du­rum­da ki­şi ak­lı ile ve ser­best ira­de­siy­le ka­rar ver­miş sa­yıl­maz. Bu yüz­den son ne­fes­te iman eden mün­ki­rin ima­nı ka­bul edil­mez. Ayet-i ke­ri­me­de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Aza­bı­mı­zı gör­dük­le­ri za­man, iman­la­rı on­la­ra fay­da ve­re­cek de­ğil­dir. Al­lah’ın kul­la­rı hak­kın­da cârî ola­ge­len âdeti bu­dur. İş­te kâfirler bu­ra­da husrâna uğ­ra­dı.”26

2) Mü­min, din­den ol­du­ğu ke­sin ola­rak bi­li­nen bir­şe­yi inkâr et­me­me­li­dir. Bu­na gö­re, bir kim­se bü­tün pey­gam­ber­le­ri tas­dik et­ti­ği hal­de, Hz. Mu­ham­med’in pey­gam­ber­li­ği­ni inkâr et­se mü­min sa­yı­la­ma­ya­ca­ğı gi­bi; ke­sin bir far­zı inkâr et­mek ve­ya ken­di is­te­ğiy­le pu­ta tap­mak gi­bi, bir olan Al­lah’ı ya­lan­la­ma ile de din­den çı­kar. İman bir bü­tün olup, ina­nıl­ma­sı ge­re­ken bir esa­sı inkâr et­mek, bü­tün di­ni inkâr et­mek an­la­mı­na ge­lir.

Di­nin bir bö­lü­mü­ne iman edip, bir bö­lü­mü­nü inkâr eden­ler hak­kın­da Ce­nab-ı Hakk şöy­le bu­yu­rur: “Al­lah’ı ve pey­gam­ber­le­ri­ni inkâr ede­rek kâfir olan, bir de Al­lah ile pey­gam­ber­le­ri­nin ara­sı­nı ayır­mak is­te­yen (Al­lah’a ina­nıp, pey­gam­ber­le­ri­ne inan­ma­yan); “Bun­lar­dan ki­mi­ne ina­nı­rız, ki­mi­ni de inkâr ede­riz” di­yen ve böy­le­ce iman­la kü­für ara­sın­da bir yol tut­ma­ya ça­lı­şan kim­se­ler, iş­te on­lar ger­çek kâfirlerin ta ken­di­le­ri­dir. Biz o inkârcılara al­çal­tı­cı bir azap ha­zır­la­mı­şız­dır.”27

3) Di­nin bü­tün emir­le­ri­ni be­ğe­ne­rek ka­bul ve hiç bir hük­mü kü­çüm­se­me­den ifa­ya ça­lış­mak ge­re­kir. Di­nin ba­zı emir ve­ya ya­sak­la­rı­nı ha­fi­fe al­mak, ba­zı hü­küm­le­ri­ni be­ğe­nip, ba­zı­la­rı­nı be­ğen­me­mek in­sa­nı din­den çı­ka­rır.

 

   F - İnkâr ve Tas­dik Ba­kı­mın­dan İn­san­lar:

İn­san­lar inkâr, tas­dik ve amel ba­kı­mın­dan şu kı­sım­la­ra ay­rı­lır:

1) Mü’min: İslâm’ın iti­kad esas­la­rı­na ve hü­küm­le­ri­ne tam ola­rak ina­nan ve bun­la­rın ge­re­ği­ni yap­ma­ya ça­lı­şan kim­se tam mü’min ve müs­lim­dir. Baş­ka bir de­yim­le; “Âmentü” de top­la­nan al­tı iman esa­sı­na ina­nan kim­se mü’min sa­yı­lır.

2) Kâfir: Al­lah’a ve pey­gam­be­ri­ne inan­ma­yan ve din­den ol­du­ğu ke­sin olan bir hük­mü inkâr eden kim­se­dir. Ay­nı an­lam­da “mün­kir” ke­li­me­si de kul­la­nı­lır. Al­lah’ı inkâr et­me­mek­le bir­lik­te, baş­ka bi­ri­si­ni ve­ya bir ta­bi­at gü­cü­nü ona or­tak (şirk) sa­yan kim­se­ye “müş­rik” de­nir. Böy­le bir kim­se ay­nı za­man­da kâfir sa­yı­lır. Hz. İsa’yı; Al­lah, Al­lah’ın oğ­lu ve­ya üç ilah­tan bi­ri­si (tes­lis) ka­bul eden Hı­ris­ti­yan­lar­la; Üze­yir, Al­lah’ın oğ­lu­dur di­yen Ya­hu­di­ler Kur’an-ı Ke­rim’de hem müş­rik, hem de inkârcı ola­rak ni­te­len­miş­tir.28

3) Mür­ted: Ön­ce müs­lü­man iken son­ra­dan, di­nin­den dö­nen kim­se­dir. Mür­ted­lik ba­zan, ke­sin İslâmî hü­küm­le­rin bi­ri­si­ni ve­ya ba­zı­la­rı­nı inkâr et­mek­le de or­ta­ya çı­ka­bi­lir.29 Kur’an-ı Ke­rim’de din­den dö­nen­ler­le il­gi­li pek çok ayet var­dır. Bir ayet­te şöy­le bu­yu­ru­lur: “İnkârcıların gü­cü yet­se si­zi di­ni­niz­den dön­dü­rün­ce­ye ka­dar dur­ma­dan si­zin­le sa­va­şır­lar. Siz­den kim di­nin­den dö­ner ve kâfir ola­rak ölür­se, iş­te on­la­rın, dün­ya ve ahi­ret­te amel­le­ri bo­şa git­miş­tir. İş­te ce­hen­nem­lik­ler on­lar­dır. On­lar ora­da ebe­di ola­rak ka­la­cak­lar­dır.”30

   4) Münâfık: İna­nıl­ma­sı ge­re­ken İslâmî esas­la­ra kal­bi ile inan­ma­yan ve tas­dik et­me­yen fa­kat, sırf mü­min­le­ri kan­dır­mak için, söz­le inan­dı­ğı­nı söy­le­yen­le­re “münâfık” adı ve­ri­lir. İki yüz­lü, içi dı­şı bir ol­ma­yan kim­se an­la­mın­da da kul­la­nı­lır.

Münâfık dönyevî hü­küm­ler ba­kı­mın­dan müs­lü­man gi­bi mu­a­me­le gö­rür. Kes­ti­ği ye­nir, mi­ras alır, ken­di­siy­le ev­le­ni­lir, ce­na­ze na­ma­zı kı­lı­nır. Fa­kat böy­le bir kim­se ahi­ret­te kâfirler gi­bi mu­a­me­le gö­rür.31 Çün­kü Kur’an-ı Ke­rim’in çe­şit­li ayet­le­rin­de münâfıkların kâfir ol­du­ğu be­lir­til­miş, hat­ta ce­hen­ne­min en alt ta­ba­ka­sın­da bu­lu­na­cak­la­rı ha­ber ve­ril­miş­tir. Ayet­ler­de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Bir kı­sım in­san­lar var­dır ki; ‘Biz Al­lah’a ve ahi­ret gü­nü­ne iman et­tik’ der­ler. Hal­bu­ki on­lar, mü­min de­ğil­dir­ler.”32 “Şüp­he­siz münâfıklar, ce­hen­nem ate­şi­nin en aşa­ğı ta­ba­ka­sın­da­dır­lar. On­la­ra bir yar­dım edi­ci de bu­la­mazsın.”33

5) Fâsık: Al­lah’ın emir­le­ri­ne ay­kı­rı ha­re­ket eden, günahkâr, kö­tü huy­lu, kö­tü­lük yap­ma­yı alış­kan­lık ha­li­ne ge­tir­miş olan kim­se de­mek­tir. Bir fı­kıh te­ri­mi ola­rak fa­sık şöy­le ta­rif edi­lir: Al­lah’a ita­a­tı ter­ke­den ve O’na is­ya­na da­lan, baş­ka bir de­yim­le bü­yük gü­nah iş­le­ye­rek ve­ya kü­çük gü­nah­ta ıs­rar ede­rek doğ­ru yol­dan çı­kan kim­se fa­sık di­ye ni­te­len­di­ri­lir.

Fısk ge­nel ola­rak üç grup­ta top­la­na­bi­lir:

1. Gü­na­hı çir­kin ka­bul et­mek­le bir­lik­te, ba­zan gü­nah iş­le­mek.

2. Ya­pı­lan bir gü­na­hı ıs­rar­la iş­le­mek.

3. Ha­ram ve çir­kin ol­du­ğu­nu inkâr ede­rek bir gü­nah iş­le­mek. Bu so­nun­cu­su küf­rü ge­rek­ti­rir ve ki­şi­nin din­le ili­şi­ği ke­si­lir.34 Meselâ; ha­ram­lı­ğı­nı inkâr ede­rek, baş­ka bir de­yim­le he­lal sa­ya­rak iç­ki iç­mek, zi­na et­mek bu ni­te­lik­te­dir.

   Kur’an-ı Ke­rim’de, ba­zı ayet­ler­de fısk mut­lak an­la­mıy­la kul­la­nı­lır. Hacc’da ya­pı­lan fısk35, Al­lah’ın adı anıl­mak­sı­zın ke­si­len hay­van­la­rı yemek36 ve­ya müs­lü­ma­na if­ti­ra ede­nin içi­ne düş­tü­ğü fısk hali37 bu­na ör­nek gös­te­ri­le­bi­lir. Di­ğer ba­zı ayet­ler­de ise fısk ve kü­für eşan­lam­da kul­la­nı­lır. “An­dol­sun ki, biz sa­na apa­çık ayet­ler in­dir­dik. Bun­la­rı fa­sık­lar­dan baş­ka­sı inkâr et­mez.”38

6) Âsî: Al­lah’ın emir­le­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­me­yen, O’na is­yan eden, günahkâr kim­se de­mek­tir. Bu ke­li­me Kur’an-ı Ke­rim’de Al­lah’ın ve Ra­su­lü­nün emir­le­ri­ne kar­şı ge­len, günahkâr, ser­keş kim­se­ler an­la­mın­da kul­la­nıl­mış­tır. Cenâb-ı Hakk bir aye­tin­de şöy­le bu­yur­muş­tur: “Kim, Al­lah’a ve Ra­su­lü­ne is­yan eder ve Al­lah’ın koy­du­ğu sı­nır­la­rı aşar­sa, Al­lah onu ebe­di ka­la­ca­ğı ce­hen­nem ate­şi­ne ko­yar ve onun için al­çal­tı­cı bir azap var­dır.”39

Âsî’nin iş­le­di­ği gü­nah, kü­çük ve­ya bü­yük gü­nah (Kebîre) ni­te­li­ğin­de ola­bi­lir. Ehl-i sün­net aki­de­si­ne gö­re bü­yük gü­nah iş­le­yen kim­se, bu gü­na­hın ha­ram­lı­ğı­nı inkâr et­me­di­ği sü­re­ce günahkâr mü­min sa­yı­lır. Kı­sa­ca bü­yük gü­nah ki­şi­yi din­den çı­kar­maz. Gü­na­hın du­ru­mu­na ve çe­şi­di­ne gö­re, uy­gun tev­be yo­lu­na te­ves­sül et­mek­le ve Ce­nab-ı Hakk di­ler­se onu af­fe­de­bi­lir. Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Eğer ya­sak­lan­dı­ğı­nız bü­yük gü­nah­lar­dan ka­çı­nır­sa­nız, ku­sur­la­rı­nı­zı ör­ter ve si­zi gü­zel bir ma­ka­ma ko­ya­rız.”40

Bir ha­dis­te bü­yük gü­nah­lar ye­di ola­rak zik­re­dil­miş­tir. Bun­lar: Şirk, si­hir, hak­sız ye­re adam öl­dür­mek, ye­tim ma­lı ye­mek, fa­iz ye­mek, harp­ten kaç­mak, if­fet­li ve iman sa­hi­bi bir ka­dı­na zi­na if­ti­ra­sın­da bu­lun­mak­tır.41 Baş­ka ha­dis­ler­de bu ye­di gü­na­ha şun­la­rın da ek­len­di­ği gö­rü­lür: Ana-ba­ba­ya ita­at­sız­lık, zi­na et­mek, ya­lan­cı şa­hit­lik yap­mak, Mes­cid-i Ha­ram’da gü­nah iş­le­mek ve ya­lan ye­re ye­min et­mek.42

Ebû Tâlib el-Mekkî’ye (ö.386/996) gö­re, bü­yük gü­nah­la­rın sa­yı­sı on­ye­di olup, bun­la­rın al­tı grup­ta top­lan­ma­sı müm­kün­dür:

1) Kalb­le il­gi­li olan­lar: Şirk, gü­nah­ta ıs­rar, Al­lah’ın rah­me­tin­den ümit kes­mek, aza­bın­dan emin ol­mak.

2) Dil ile il­gi­li olan­lar: Zi­na if­ti­ra­sı, ya­lan­cı şa­hit­lik, si­hir ve ya­lan ye­re ye­min et­mek.

3) Yi­yip-iç­me ile il­gi­li olan­lar: Hak­sız ye­re ye­tim ma­lı­nı ye­mek, fa­iz ye­mek, iç­ki iç­mek.

4) Cin­sel or­gan­la il­gi­li olan­lar: Zi­na, li­va­ta.

5) El ile il­gi­li olan­lar: Hak­sız ye­re adam öl­dür­mek, hır­sız­lık yap­mak.

6) Bü­tün be­den­le il­gi­li olan­lar: Ana-ba­ba­ya ita­at­sız­lık et­mek.43